İçindekilerdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/pdf/haftalik... · 2015. 7. 24. · - bazı...

14
1

Upload: others

Post on 27-Jan-2021

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 1

    http://www.sorularlaislamiyet.com/

  • 2

    İçindekiler

    Kainatın, kıyametten sonra 40 yıl o vaziyette kalmasının hikmeti nedir? .................................. 3

    Horus'un Hz. İsa gibi babsız yaratıldığı iddiasına ne dersiniz? ................................................. 4

    Peygamberimiz eşiyle örtü altındayken, yanlarına başkasının girmesine izin vermesi nasıl

    açıklanabilir? ................................................................................................................................ 5

    Çalgı ve müzikten zevk almak küfür müdür? .............................................................................. 6

    "Mahremi ile zina edeni öldürün" ve "Mahremi ile zina eden cennete giremez" hadislerine

    göre bu günahın affı yok mudur? ................................................................................................ 7

    Kuran'a Elif harfi eklenip çıkarıldığı iddiası doğru mudur? ..................................................... 8

    Hz. Peygamber Hz. Mariyeyi azad edipte mi evlenmiştir? ........................................................ 10

    Bazı arap ülkelerinde müslüman olmayanlara baskı uygulandığı doğru mudur? .................. 11

    El Müberred'in, öğrencisi Ahfaş El Asgar tarafından düzenlenen El Kamil eseri günümüze

    ulaşmış mıdır? ............................................................................................................................ 12

    "Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal

    çıkarılmış olur" hadisini açıklar mısınız? ................................................................................. 13

  • 3

    Kainatın, kıyametten sonra 40 yıl o vaziyette kalmasının hikmeti nedir?

    Hz. Ebu Hureyre “iki nefh (sura üfleme) arasında 40 var” deyince, ona bunun gün, ay yahut

    yıl mı olduğunu sordular. O bu sorulara karşı hep: “Bunu kesin olarak söyleyemem” diye

    cevap verdikten sonra şunu ilave etti : “Sonra Allah gökten bir su/yağmur indirir ve

    insanlar -bitkilerin bittiği gibi- biterler. İnsanın her tarafı çürür, sadece “acbu’z-zeneb”

    (Kuyruk sokumu) çürümez. Kıyamet günü halk/yaratma işi bundan inşa edilir.” (Buhari,

    Tefsiru sureti 78/1; Müslim, Fiten, 141/2955)

    - Nevevi, bazı kaynaklarda Ebu Hureyre’den başkasından yapılan bazı rivayetlerde “40 yıl”

    ifadesine yer verildiğini belirmiştir. (Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 18/92) Ancak kaynağın

    adını vermemiştir.

    - İbn Hacer, “40” yerine “40 sene” diyen rivayetlere yer vermiş ve hepsinin zayıf olduğuna

    işaret etmiştir. (bk. Fethu’l-Bari, 8/552)

    - Buna göre önce şu tespiti yapalım ki, “iki üfürüş arasındaki sürenin 40 gün, 40 ay veya 40

    sene” olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. Bu çok az bir zaman dilimine işaret olmak üzere

    "kırk an" da olabilir.

    - İster gün, ister ay, ister yıl olsun, bizim için -sorudan anladığımız kadarıyla- 40 sayısının

    hikmeti önemlidir. Bu konuda şu noktalara işaret etmekte fayda vardır:

    a) 40 sayısı, 70 sayısı gibi Araplarda çokluğu ifade eder. Buna göre, iki üfürüş arasında belli bir

    süre vardır.

    b) Bir hadis-i şerifte, anne rahmindeki ceninin gelişmesiyle ilgili safhalardan söz edilmiş ve bu

    safhaların her birisi “40 günlük” bir süre olarak ifade edilmiştir. (bk. Müslim, Kader,1, h. no

    2643)

    - İnsanların, kabrin rahminde yeniden diriltilip bir doğumla öte dünyaya ayak basmasının 40

    (gün, ay veya sene olarak) ifade edilen bir süreç geçirmesi, anne rahmindeki ilk yaratılış

    safhaları olan 40 günlük süreçlere uygundur.

    - İlgili hadiste: “Allah gökten bir su/yağmur indirir ve insanlar -bitkilerin bittiği gibi-

    biterler” manasına gelen ifadesi, yaptığımız benzetmeyi desteklemektedir.

    Yani, ilk yaratılışta anne rahmine bir babadan “meni” adında bir yağmur söz konusu olduğu

    gibi, ikinci yaratılışta da “bulutlardan yağmur suyu toprak rahmine düşer ve o rahimdeki insan

    yine 40 günlük (veya aylı-senelik) bir süreçte tekemmül edip var olacaktır. Bu tasvir, ilahî

    sünnet olarak son derece hikmetli görünmektedir.

    İkinci dirilişte ilahi kudret esas olmakla beraber, yine de hikmetin de devrede olması

    “sünnetullah” bakımından anlaşılır bir hakikattir.

  • 4

    Horus'un Hz. İsa gibi babsız yaratıldığı iddiasına ne dersiniz? - Önce şunu belirtelim ki, Hz. İsa’nın bakire bir kadından babasız olarak doğduğunu

    belirten, Kur’an’ın yanında İncil de ifade etmiştir. Bu iki semavi kitabın aynı konuda

    ittifakları bu işin tartışmasız bir gerçek olduğunun kanıtıdır.

    Vakıa, bunu sadece Kur’an dese bile bizim için aynı hakikattir. Fakat’ın İncil’in de tasdiki

    mümin olmayan insanlar için de artı bir katkı sağlayabilir.

    - İkinci olarak, Horus denilen bir kimsenin gerçekten tarih içerisinde bekar bir kızdan

    doğduğuna dair hiç bir ilmi kanıt yoktur. Varsa buyursunlar -sağlam kaynağıyla- ortaya

    koysunlar.

    - Kaldı ki, Bazı ateist sitelerde Horus şöyle tanıtılmıştır: “Mısır mitinin şahin başlı gök tanrısı.

    Firavunlar kendilerini Horus’un yeryüzündeki cisimleşmiş halleri olarak gördükleri için

    Mısır’ın en önemli tanrılarından biridir.” (bk. Talan Teoremleri)

    Bu yalanın farkında olan yazar şu komik sözleri söylemek zorunda kalmıştır: “Aynı zamanda

    (Horus) Güneş tanrısı olarak gösterilmiştir ve Tanrı Osiris’in oğludur. Osiris ve İsis, Tanrı ve

    Tanrıça olarak evliydiler, bu nedenle bazı kaynaklar nasıl oluyor da Horus bir bakireden

    meydana geliyor diyerek itirazlarını öne sürmektedir. Ancak bilmedikleri şey Horus’un,

    Osiris’in ölümünden sonra meydana gelmiş olmasıdır.”

    - Bu tür masallar, bir Pagan ülke olan Roma ve Yunan gibi bazı kültürlerin mitolojilerinde yer

    aldığı bilinmektedir. Bugün biri kalkıp da “güneşin evlendiğini, eşinin olduğunu” söylerse,

    modern bilimimin tekzibinden kurtulamayacaktır.

    - Bu tür spekülasyonları, maalesef yalan söylemekten asla çekinmeyen bazı dinsizler, semavi

    dinlere, özellikle de İslam dinine bir şüphe kondurmak için üretiyorlar.

    - Bu tür dinsizlik hezeyanlarıyla vaktimizi zayi etmek de doğru değildir.

  • 5

    Peygamberimiz eşiyle örtü altındayken, yanlarına başkasının girmesine izin vermesi nasıl açıklanabilir?

    Müslim’deki rivayet şöyledir:

    Hz. Aişe anlatıyor: “Resulullah (asm) benim evimde -bacakları açık bir vaziyette- yere yatıp

    uzanıyordu. Derken, Ebubekir (yanına girmek için) izin istedi. Bulunduğu haldeyken kendisine

    izin verdi ve kendisiyle (bir süre) konuştu. Sonra Ömer (içeri girmek için)izin istedi. Ona da

    bulunduğu vaziyette (konumunu değiştirmeden) izin verdi ve (bir süreliğine kendisiyle)

    konuştu. Sonra Osman izin istedi. Bunun üzerine yerinden doğruldu ve elbisesini giydi ve

    (onunla da bir süre) konuştu. Osman dışarı çıkınca, Hz. Aişe peygamberimize hitaben şunları

    söylüyor: “Ebubekir içeri girdi hiç aldırış etmediniz (deyiş yerindeyse: istifinizi bozmadınız),

    Ömer içeri girdiğinde ona da aldırış etmediniz/vaziyetinizi bozmadınız. Fakat Osman içeri

    girdiğinde doğrulup oturdunuz ve elbisenizi giydiniz.. (bunun hikmeti ne?)” Hz. Peygamber

    (asm): “Meleklerin kendisinden haya ettiği bir adamdan haya etmeyeyim mi?” diye cevap

    verdi.” (Müslim, Fedail, 26-2401)

    - Ahmed b. Hanbel’de de bu rivayet yer almıştır. (bk. el-Müsned,6/62)

    - Müslim’in diğer bir rivayetinde “Hz. Peygamber(asm), yatağında uzanmış ve Hz. Aişe’nin

    yünden örülmüş hırkasına sarınmış (labisun mirta Aişe) bir vaziyette iken..” bu olayların

    cereyan ettiği vurgulanmıştır. (bk. Msülim, Fedail, 27-2402-)

    - Bu ikinci rivayette Hz Aişe ile Hz. Osman’ın ikisinden birden rivayet edildiği için, bazı

    ifadeler çok düzgün olmamıştır. Örneğin Hz. osman: “Ben de izin istedim. Resulullah Aişe’ye:

    “elbiseni üzerine topla” dedi. Ve “Ben ihtiyacımı giderdikten sonra oradan ayrıldım” diyor.

    Ardından rivayet: Aişe dedi ki:” Ey Allah’ın resulü! Bakıyorum, Ebubekir ve Ömer için

    göstermediğin telaşı Osman için gösterdin?” diye devam ediyor. Ve bu rivayetin son cümlesi

    de farklıdır ve Hz. Osman’a gösterilen ihtimamın hikmeti şöyle açıklanıyor: “Korktum ki,

    eğer Osman’a o vaziyetimde izin verseydim, (hayasından ötürü) isteklerini bana

    ulaştırmazdı.”

    - Hülasa bu iki rivayette de Hz. Peygamberin Hz. Aişe ile aynı abanın altında olduğu halde

    söz konusu misafirlerini aldığına dair hiç bir bilgi yoktur.

    - Demek ki soruda Hz Aişe’nin söylediği bildirilen “Ben ve Resulullah (asm) bir abanın

    altındayken..” şeklindeki ifade tamamen yanlıştır. Ya bilerek çarpıtılmış veya yetkisiz biri

    tarafından yanlış tercüme edilmiştir.

  • 6

    Çalgı ve müzikten zevk almak küfür müdür?

    Önce genel olarak çalgıların durumuna bakalım:

    Çalgıların haram olduğunu gösteren en sahih hadis, Buhari’de geçen şu hadis-i şeriftir. Bu konu

    daha önce sitemizde yer almakla beraber, şimdi de konuya yeniden bakmakta fayda vardır:

    Ebû Mâlik el-Eş'arî’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber(s.a.m) şöyle buyurdu:

    "Muhakkak ki, üm¬metimden öyle bazı topluluklar/ birtakım insanlar olacak ki, bun¬lar

    zina yapmayı, ipek elbiseler giymeyi, şarâb içmeyi, çal¬gı aletlerini çalıp eğlenmeyi halâl

    ve mübâh sayacaklar…” (Buhari, Eşribe, 6)

    Hadiste “çalgı aletleri” olarak tercüme ettiğimiz “el-Meazif” kelimesi, “Mizefe”nin

    çoğuludur. Bu kelimeye, alimler tarafından “çalgı aletleri, müzik, eğlenceye dönük sesle

    (şarıkı-türkü), defler” şeklinde -yaklaşık da olsa- farklı olan manalar verilmiştir. (bk. İbn

    Hacer,10/55)

    - İbn Hazm gibi bazı alimler, -Yukarıdaki Buhari hadisi dahil- çalgılarla ilgili hiç bir rivayetin

    sahih olmadığını belirtmiş ise de, diğer alimler tarafından bu görüşü reddedilmiştir. (bk. İbn

    Hacer, Fethu’l-Bari, 10/52-53)

    - Bazı ehl-i tesavvuf zatlar Def ve Ney çalmanın caiz olduğunu söylerken, diğer bir kısmı

    bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. (bk.Gazali, İhya, 2/271-277, V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-

    İslamî, 3/573-575)

    - Hanefi alimleri de “çalgı aletlerinin hepsinin haram olduğunu” belirtmişlerdir. (bk. İbn

    Abidin, 6/348)

    - İmam Gazali de Şeriatta açıkça yasaklanan bazı aletler dışında, def gibi bazı altlerin caiz

    olduğuna taraftardır. (bk. İhya, a.g.y)

    - Özellikle Suud alimlerinden oluşan bir ilmi heyetin konuyla ilgili verdiği sayılı fetvalara göre,

    soruda sorduğunuz bütün çalgı ve müzikler haramdır. (bk.Fetava’l-Lecneti’d-daime; Mecmuu

    Fetavi İbn Baz, ilgili yerler).

    - İmam Şafii muzik için “mekruh” ifadesini kullanmıştır. Ancak Şaffi alimlerinden bazıları

    bundan hareketle, müzik için mubah hükmünü getirirken, diğer bazıları haram olduğunu

    belirtmişlerdir. (bk. Mecmuu Fetavi İbn Baz,3/418)

    Bir Şafii olan Bediüzzaman hazretleri, insana Allah’ı hatırlatmayan, onu sahipsiz bir düşünceye

    sürükleyen ve yetimâne hüzün veren sesler ile geçici firaktan gelen hüzünler veren sesleri

    ayırdığı bir açıklamasında, şu ifadelere yer vermiştir:

    “...Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar (sesleri) helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet

    ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı

    tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı

    tesire göre hüküm alır.” (İşarat-ül İ'caz,70)

    - Soruda yer alan: “Çalgı dinlemek haramdır, orada oturmak fısktır, ondan zevk almaksa

    küfürdür, yani küfran-ı nimettir" manasına gelen hadis rivayeti Bezzaziye’den

    nakledildmiştir. (bk. İbn Abidin, 6/349- bu hadis için ayrıca bk.. el-İhtiyar,4/165-166; el-

    Bahru’r-raik, 8/215)

  • 7

    Burada, konunun fakihler tarafından gösterilen hükmü açıktır.

    - Hadiste yer alan “küfür” kavramı, bizzat orada “küfran-ı nimet” olarak açıklanmış ve

    “Çünkü insanın kendi organlarını yaratıldıkları gayeler doğrultusunda kullanmadığı

    zaman, bu tavır o nimete karşı bir şükür değil, bir nankörlük olur” şeklinde

    değerlendirilmiştir.

    - Bu konuda, Ehl-i Sünnet alimlerinin ittifakla kabul ettiği ilke şudur: “Büyük olsun, küçük

    olsun hiç bir günah insanı küfre götürmez. Onu işleyen kimse kâfir olmaz.”

    - Son olarak şunu da belirtelim ki, bir kısım Hanefi fıkıh kitaplarında yer alan bu hadisin

    kaynağına -bütün araştırmalarımıza rağmen- rastlayamadık.

    Sonra, bir Arapça Web sitesinde yer verilen bir fetvada da “bu hadisin bir aslına

    rastlamadıklarına” vurgu yapıldığını gördük. (bk. www.İslamweb.net/Rakamu Fetva:214891)

    İlave bilgi için tıklayınız:

    Müzik ve çalgı aletleri (bağlama çalmak) hakkında dinimizin ...

    Dinimizin müzik dinleme konusundaki ölçüsü nedir?

    İmam Gazali'nin hiç bir çalgıya izin vermediği doğru mudur? Musiki ...

    "Mahremi ile zina edeni öldürün" ve "Mahremi ile zina eden cennete giremez" hadislerine göre bu günahın affı yok mudur?

    "Mahremi ile zina edeni öldürünüz" (İbn. Mace, Sünen, hadis no: 2564; Hakim, Müstedrek,

    c. 4, Hadis no: 8054) Hakim bu hadisin senedinin sahih olduğunu bildirmiştir.

    "Mahremi ile zina eden kişi cennete giremez" (Taberani, Mucemül Kebir, c. 12, s.57, Hadis

    no: 11031)

    Tevbe eden herkes affedilebilir. Hadisin kastettiği tevbe etmeden ölenler veya sahih bir tevbe

    sahibi olmayanlardır. Bu kimseler imanla ölmüşlerse direk cennete giremezler cehennemde

    cezalarını çektikten sonra cennete girebilirler. Cennete giremez ifadesi doğrudan cennete

    giremez anlamındadır.

    https://www.google.com/url?q=http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/48/muzik-ve-calgi-aletleri-hakkinda-dinimizin-hukumleri-nelerdir.html&sa=U&ei=b0JGU6yNCMTuOYLrgYgD&ved=0CAgQFjAB&client=internal-uds-cse&usg=AFQjCNFBmi4N4arxeXqXxh0QJs2SW7fw4whttps://www.google.com/url?q=http://www.sorularlaislamiyet.com/article/15712/dinimizin-muzik-dinleme-konusundaki-olcusu-nedir-bazi-ilahi-ve-ezgiler-var-ki-sanki-bazen-dunyevi-bir-muzikmis-gibi.html&sa=U&ei=y0NGU56aFM7T4QTvzYGADg&ved=0CAoQFjAC&client=internal-uds-cse&usg=AFQjCNFzn19hhDugKx6vasV-saiknePLBghttps://www.google.com/url?q=http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12549/imam-gazali-nin-hic-bir-calgiya-izin-vermedigi-dogru-mudur-musiki-konusunda-gazali-nin-gorusu-nedir.html&sa=U&ei=y0NGU56aFM7T4QTvzYGADg&ved=0CAYQFjAA&client=internal-uds-cse&usg=AFQjCNE5iqwr-C7wGje3scG0EjwQXWB_Eg

  • 8

    Kuran'a Elif harfi eklenip çıkarıldığı iddiası doğru mudur? - Kur’an, lafız ve muhtevasıyla vahiydir, yoksa onun yazılım tarzı kesin bir vahiy değildir.

    Örneğin, Fatiha suresini Arap, Çin, Japon, Latin harfleriyle yazdığımızda da Fatiha yine

    Fatiha’dır. Bu yazılardaki değişik şekiller, Fatiha’nın değiştirildiği manasına gelmez. Şayet

    yazılım tarzlarında hata varsa, bu hata yazıya ve yazı yazanlara aittir.

    - Bununla beraber, Kur’an’ın Hz. Osman döneminde yazılan hattına “hatt-ı Osmanî” denir.

    Kur’an’ın bu hatla yazılmasının bir vahiy sonucu olup olmadığı hususunda alimler arasında

    farklı görüşler vardır;

    1) İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, Beyhaki gibi bazı alimlere göre, Hz. Osman

    döneminde Sahabe tarafından yazılan Kur’an hattı, tevkifidir/bizzat Resulullah’ın vahiy

    katiplerine dikte ettiği hattır. Hatta bu görüşün alimlerin cumhuruna ait olduğu da

    belirtilmiştir. Bunun için Mushafların yazılımında bu hattı kullanmak gerekir. (bk. Suyutî,

    İtkan, 2/212-213; Zerkani, Menahilu’l-İrfan, 1/377)

    a) Bu alimlerin görüşüne göre, konuyu şöyle değerlendirmek mümkündür: Kur’an-ı kerimin

    herhangi bir suresi veya bir ayeti vahiy olarak indiğinde Hz. Peygamber onu katiplerine

    yazdırırdı. Hz. Peygamber okuma-yazma bilmiyordu. Ancak, Hz. Cebrail’in kendisine

    bildirmesiyle o da katiplerine hususi bir yazılım kuralı ile Kur’an’ı yazdırırdı. Hz. Osman

    döneminde yazılan yedi adet Mushafın yazılım şekli de Hz. Peygamberin yazdırdığı tarzdır.

    Hz. Peygamber gerçi yazıyı bilmiyordu, fakat Cebrail vasıtasıyla kelimelerin yazılışlarını

    tarif edebiliyordu.

    b) Çağdaş alimlerin görüşü de şu merkezdedir: Hz. Osman döneminde yazılan Mushafların

    yazılım şekli (şayet vahiy ile değilse bile) sahabenin ve tabiinin icmaiyle sabittir. Bu sebeple,

    resmi Kur’an hattı dışında bir yazılım tarzıyla Kur’an’ı yazman caiz değildir. (Fetava’l-

    Lecneti’d-daime, rakam:16709)

    c) Şu bir gerçektir ki, şayet Hz. Peygamber (asm) bu yazıyı bizzat dikte etmemiş olsa bile,

    yazılanları olduğu gibi kabul etmiştir. Bu da bir nevi vahiyle/takrir-i sünnetle sübutu manasına

    gelir. Kaldı ki, normal yazılım tarzından farklı olarak, bazı kelimelerden bazı harfleri eksiltmek

    veya bazı kelimelere fazlalık eklemek, Hz. Peygamberden izin almadan kâtiplerin kendini

    başlarına yapmaları aklen mümkün görünmemektedir. Bu sebeple, bu yazılımın

    tevkifiliğinde (Hz. Peygamberin sözlü, fiili veya takriri sünnetiyle sabit olduğunda) tereddüt

    etmemek gerekir.

    Nitekim Abdulaziz ed-Debbağ da Kur’an’ın bu resmi hattının da vahiy ile tespit edilip sırlarla

    dolu bir mucize olduğunu, insanların -vahiy rehberliği olmaksızın- tek başına bu sırlara akıl

    erdirmelerinin mümkün olmadığını belirtmiştir. (bk. Zerkani, Menahil, 1/382-385; Subhi Salih,

    Mebahis, s.276)

    d) İbn Faris gibi bazı alimlere göre, Kur’an’ın ilk inen Alak suresinde yer alan: “Yaratan

    Rabbinin adıyla oku, İnsanı (rahim cidarına) yapışan bir hücreden yaratan (rabbinin

    adıyla) Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana

    bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5) mealindeki ayetlerin ifadeleri ile, ikinci sırada inen

    Kalem suresinin “Nûn. Kalem ve kalem sahiplerinin satırlara dizdikleri ve dizecekleri

    şeyler hakkı için; Rabbinin lütfuyla, sen deli değilsin.” (Kalem,68/1-2) mealindeki ayetlerin

    ifadeleri, Kur’an’ın (Osman hattı denilen) yazılımının vahiy ile tespit edildiğini göstermektedir.

    (bk. İtkan,a.y)

  • 9

    2) İbn Haldun ve Bakıllani gibi diğer bazı alimlere göre, Hz. Osman devrinde yazılan

    Mushafların yazılım tarzı, vahiy ile tespit edilmeyip, sahabeler tarafından ön görülmüştür.

    Bugünkü insanlar, özellikle Arap olmayan insanlar için o hattı okumak zordur; bu sebeple o

    resmi hat korunmakla beraber, Mushafların bildiğimiz hatla yazılmasında bir sakınca yoktur.

    (Zerkani, Menahil, 380-381)

    - Böyle de olsa, sahabelerin icmaı bu yazılım tarzının tevkifi olduğunu önemli bir delilidir.

    Çünkü, Hz. Peygamber (asm)’in “..İleride ihtilaflar gördüğünüzde, mutlaka benim

    sünnetime ve benden sonra gelen raşit halifelerin sünnetine uyunuz.” (Tirmizi, Ebu Davud,

    İbn Hanbel/bk. Kenzu’l-Ummal, h. no:874) manasına gelen emirleri, Kur’an’ın yazılım tarzının

    nebevi rızanın ve bir nevi takriri sünnetin bir tezahürü olduğunu göstermektedir.

    3) Bu yazılım tarzında -manaya herhangi bir etkisi olmayan- özellikle “illet harfleri/ med

    harfleri” denilen “Elif-Vav-Ya” gibi bazı harfler (normal yazılımlarda olduğu halde)

    Kur’an’da yazılmamıştır. Örneğin: “Bismillah” kelimesinde Elif yazılmamıştır. Aslı “Bi

    İsmillah” iken “İsm”in başındaki elif yazılmamıştır. Yine “Rahman” kelimesinde “Mim”i

    çeken elif yazılmamıştır.

    Buna mukabil, bazı kelimelerde -normal yazılımlarda olmayan- bazı harfler fazladan

    yazılmıştır. Örneğin, “Salat”, “zekât”, “Riba” kelimelerinde bir “vav” harfi fazladan

    yazılmıştır.

    - Abdulaziz Debbağ hazretlerinin de belirttiği gibi, Kur’an’ın asıl hattı çok sırlıdır. (bk.

    Zerkani, Menahil, 1/382-385; Subhi Salih, Mebahis, s.276)

    - Bu konuda -tevafuk çerçevesinde- sayısal i’caza dair bir iki misal vermekte fayda vardır:

    a) Besmelenin yazılımında kullanılmayan “Bismillah” ile “Rahman” kelimelerindeki elifler

    yazılmamış ve böylece Besmelenin harfleri 19 olarak tespit edilmiştir.

    Besmele, Allah’ın vahid/bir olduğunun bir mührüdür. Vahid isminin ebced değeri 19’dur.

    Demek ki, Vahid isminin bir mührü hükmünde olan Besmelenin harf sayısını o ismin ebced

    değeri olan 19’a uygun olsun diye bu iki elif yazılmamıştır.

    Besmelenin içinde yer aldığı Neml suresinin 30. ayeti, Mukattat/başında şifreli harfler bulunan

    sureler sistemine göre, 1719. sıradadır. Yani 1700 ayetten sonra 19 harfine uygun olarak 19.

    ayete yerleştirilmiştir.

    b) “Salat” kelimesinin VAV ile yazılması, ebced değeri itibariyle büyük bir gaybi sır

    taşımaktadır. Çünkü, bu vavla beraber “Salat” kelimesinin ebced değeri 527 olup 31x17’dir.

    Beş vakit farz namazların rekat sayısı da 17’dir. Beş vakit namaza uygun olarak “Salat”

    kelimesinin geçtiği beş ayet numarası 17 ve katlarıdır: Bakara:153(9x17), 238(14x17); Nisa:

    102(6x17); Araf:170(10x17); Lokman:17). Beşinci ayet ise, tertip sırası 31 olan Lokman

    suresinin 17. ayetidir. (31X17=Salat)

    - Edip Yüksel ve 19 sayısına gelince;

    19 sayısı Kur’an’da gerçekten çok harika bir düzen ve dizaynı göstermektedir. Fakat Kur’an

    her konuda, her yönden 19 sayısına uymak zorunda değildir. Hele bir tevafuk yok diye, ayeti

    inkâr etmek bir cinnettir.

    - Şunu unutmamak gerekir ki, bir Rafizi bir hadise yanlış mana verse, bize düşen hadisi inkâr

    değil, onun doğru manasını ortaya koyarak hadisin şerefini korumaktır.

  • 10

    Bunun gibi, Edip Yüksel ve benzerlerinin yanlışlarını göz önünde bulundurarak Kur’an’da

    beşer üstü olduğunun delillerinden biri sayılan 19 sayısıyla ilgili tevafukları tamamen

    reddedenlerin isabetli davrandıklarını söylemek mümkün değildir.

    - Örneğin, bütün Kur’an’da yalnız iki surenin başında şifreli “Kaf” harfi bulunmaktadır. Bu

    harf aynı zamanda Kur’an kelimesinin ilk harfidir. Bu surelerden biri Şura suresi, diğeri ise Kaf

    suresidir.

    Bu her iki surede de 57’şer kaf bulunmaktadır. 57+57= 114’tür. Kur’an surelerinin sayısı da

    114’tür. Ve bu iki surede yer alan 114. kaf harfi, Kur’an kelimesinin başında yer almaktadır.

    114 sayısı, aynı zamanda 6x19’dur.

    İlginçtir, bu iki surede 19’un katı olan bir sayıda yer alan “Kaf” harfi, EBCD (H-V-Z, H-T-Î,

    K-L-M-N, S-Ayın-F-Sad; Kaf..) harflerinin bulunduğu listede de tam 19. sırada yer almaktadır.

    Hz. Peygamber Hz. Mariyeyi azad edipte mi evlenmiştir? Hz. Mariye, Peygamberimizin(s.a.m) bir cariyesi olarak yanında kalmış ve Hz. İbrahim’in

    annesi olmuştur.

    “Ey Peygamber! Biz, şu gruplara dahil kadınları sana helâl kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerini,

    Allah’ın sana harp esîri olarak verdiği cariyeleri…”(Ahzab, 33/50) mealindeki ayette Hz.

    Peygamberin helâli olan kadınalar, iki grup olarak belirtilmiştir: Merhirleri verilen hür kadınlar

    ve savaş ganimetinde yer alan cariyeler.

    Bu ayetin ifadesinden de anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber(s.a.m) bazı cariyeleri de ailesinin

    haremine/harîmine almıştır. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber(s.a.m) savaş

    ganimeti olarak aldığı cariyelerden Hz. Safiye ile Hz. Cuveyriye’yi azat edip -mehirlerini

    vererek-eş olarak nikahlamıştır. Hz. Reyhane ile -Mısır mukavkısı tarafından Hz.

    peygamber(s.a.m)’e hadiye edilen İbrahim’in annesi- Hz. Mariye’yi ise cariye olarak ailesinin

    içine dahil etmiştir(bk. İbn Kesir, Maverdi, Beğavî, Semerkandi, Kasımî, İbn Aşur, Alusî,

    Merağî, Ahzab:50. ayetin tefsiri; Kurtubî, Ahzab:28-29. ayetlerin tefsiri).

    Ayrıca Hz. Mariye’nin bir cariye olarak Hz. Peygamberin ailesine dahil olduğu konusu için(bk.

    Taberi, Semarkandi, İbn Cüzay, Razi, Tahrim:1. ayetin tefsiri).

  • 11

    Bazı arap ülkelerinde müslüman olmayanlara baskı uygulandığı doğru mudur? Suudi Arabistan’da uygulandığını seslendiren iddianın doğru olup olmadığını tespit etmemiz şu

    anda mümkün değildir. Her ülkede adalete aykırı ve yanlış uygulamalar olduğu gibi, İslam

    şeriatı ile hükmeden ülkelerde de şimdi olduğu gibi tarih içinde de yanlış uygulamalar

    olmuştur. İnsanların uygulamasına değil, İslam’ın/Kur’an ve Sünnetin ön gördüğü hükümlere

    bakmak gerekir.

    İslam’ın ilk devleti olan Medine site devletinde Yahudilerin de hukukunu koruyan bir -ve ilk-

    yazılı anayasa(Medine vasikası)nın varlığı, İslam dininin insanlara verdiği değeri ve tanıdığı

    toleransı göstermektedir. “Kim bir zimmiye/gayr-ı müslim bir vatandaşa eziyet ederse, kıyamet

    günü onun hasmı ben olurum. Ben kimin hasmı olursam, onunla hesaplaşırım”(Kenzu’l-

    ummal, h. No: 10909)” diye buyuran Hz. Peygamberin açık beyanları İslam dininin bu

    konudaki bakış açısını ortaya koyduğunu düşünüyoruz.

    Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, “Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak

    basmayınız dese, tazibinden(eziyet vermesinden) men'etse; nasıl benî âdem'in(insanların)

    hukukunu ihmal eder?”(Münazarat, 30).

    “Kur'an’dan baska kaynak kabul etmek sirktir” ifadesi, ehl-i sünnet akideisne tamamen

    aykırıdır. Bu düşüncede olanlar, hadisleri yok hükmünde kabul ediyorlar ki, bu tavır bir

    dalalettir, sapıklıktır.

    “Sakın! Sizden biriniz koltuğuna dayandığı bir halde, kendisine emir veya yasaklarımdan bir

    hüküm geldiğinde; ‘Biz bunu bilmiyoruz, Allah’ın kitabında ne varsa ona uyarız’ derken

    görmüş olmayayım”(Ebu Davud, es-Sünne, 6) manasındaki bu hadis-i şerifin haber verdiği ve

    şiddetle uyardığı sapıklık budur.

    Kütübü Sitte’de geçen aşağıdaki şu sahih hadisin ifadeleri de bu gibi düşüncelerin yanlış

    olduğunun açık delilidir: “Dikkat edin, bana kitap(Kur’an) yanında bir o kadarı da verildi.

    Dikkat edin ki, yakında bir adam karnı tok koltuğuna gerilerek şöyle diyecek: “Siz Kur’an’a

    bakın; onda bulduğunuz helalı helal, bulduğunuz haramı da haram sayın…” (Ebu Davud, es-

    Sünne,6).

  • 12

    El Müberred'in, öğrencisi Ahfaş El Asgar tarafından düzenlenen El Kamil eseri günümüze ulaşmış mıdır?

    El-Kâmil fi’l-edeb (fi’l-luġa ve’l-edeb ve’n-naĥv ve’t-taśrîf). Müberred’in en meşhur eseri

    olup Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn’i, İbn Kuteybe’nin Edebü’l-kâtib’i ve Ebû Ali el-Kālî’nin

    el-Emâlî’siyle birlikte klasik Arap edebiyatının dört temel eserini teşkil eder. İslâm

    medeniyetinde gelişen şehir hayatının bir tezahürü olarak sosyal ilişkilerde zarafet şeklindeki

    edep telakkisinin en üst düzeyde ifadesi Câhiz’in eserlerinde görüldüğü gibi, Arap dilinin bütün

    inceliklerine vâkıf olma biçimindeki edep telakkisinin yansıması da onun öğrencileri olan İbn

    Kuteybe ile Müberred’in eserlerinde görülür.

    Öğrencisi Ahfeş el-Asgar’ın şerh, ilâve ve düzenlemesiyle günümüze ulaşan eser elli dokuz

    (veya altmış bir) bölüm olup âyet, hadis, hutbe, mev‘iza, mesel, kıssa ve hikemiyatla çoğu

    kadîm şiirden seçmeler, lugat, gramer ve tarihî bilgi bakımından önemli açıklama ve

    değerlendirmeleri kapsar. Câhiz gibi okuyucunun ilgisini canlı tutmak için ciddi konuların

    arasına eğlendirici hikâye, fıkra, haber ve şiirleri ustalıkla yerleştirdiği, zaman zaman dil ve

    edebiyat konularından ayrılarak fıkıh, tefsir ve kelâm meselelerine daldığı görülür.

    Hâricîler’in ilginç şiir, hutbe, söz ve haberlerine dair verdiği sağlam bilgiler eserde geniş yer

    işgal eder (El Kamil, III, 1077-1360). Osman Reşer (Oskar Rescher) bunlarla ilgili bölümü

    Almanca’ya çevirerek yayımlamıştır (Die Kharidschiten kapital aus dem Kâmil [nach der

    Ausgabe William Wright’s] ein Specimen der älteren arabischen Adab-Litteratur, Stuttgart

    1922). Aynı bölüm el-Kâmil-Bâbü’l-Havâric adıyla Dımaşk’ta neşredilmiştir (ts. [Menşûrâtü

    Dâri’l-hikme]).

    Eser hakkında Ebû Ca‘fer en-Nehhâs’ın isabetli ve Ahfeş es-Sagīr’in kısmen isabetli

    eleştirilerinin olduğu kaydedilir. Ali b. Hamza el-Basrî eleştirisine yer verdiği eserler arasında

    el-Kâmil’deki lugat, şiir ve tarihî mâlûmata dair 109 tenkit yöneltmiş, fakat bunların bir kısmı

    isabetsiz görülmüştür (el-Muķteđab, neşredenin girişi, I, 57-59; M. Abdülhâlik Uzayme, s. 153-

    161).

    Muâfâ en-Nehrevânî, müellifi ve eserini takdir etmekle birlikte el-Kâmil’de yer alan haber ve

    kıssaların çoğunun senetsiz olduğunu söylemiş, bu sebeple seçilen isme uygun sayılmadığını

    belirtmiştir (el-Celîsü’ś-śâliĥi’l-kâfî, I, 161-162). el-Kâmil üzerinde şerh, şiirlerin açıklanması,

    özetleme, yeniden düzenleme ve taklid şeklinde birçok çalışma yapılmıştır (el-Kâmil,

    neşredenin önsözü, I, 18-19).

    İlk defa Wilhelm Wright tarafından neşredilen eserin (I-II, Leipzig 1862-1864) daha sonra çok

    sayıda baskısı yapılmıştır (İstanbul 1286, Kahire 1308, 1313, 1323, 1324, 1339, 1347, 1355,

    nşr. Zekî Mübârek, Kahire 1355; nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, I-III, Kahire 1356 [III. cilt

    fihrist olup Seyyid Muhammed Kîlânî tarafından hazırlanmıştır, Kahire 1376/1956]; nşr.

    Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim - Seyyid Şehâte, Kahire 1376/1956; nşr. Muhammed Ahmed

    ed-Dâlî, I-IV, Beyrut 1406/1986 [IV. cilt fihrist]).

    (Bk. TDV İslam Ansiklopedisi, MÜBERRED mad. c. 31, s. 432)

  • 13

    "Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal çıkarılmış olur" hadisini açıklar mısınız? 1. (5727)- Said İbnu'l-Haris anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i şöyle söyler işittim:

    "Siz nezr etmekten yasaklanmadınız mı? Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) demişti ki:

    "Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal

    çıkarılmış olur." [Buharî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Nezr 3, (1639); Ebu Davud, Eyman

    26, (3287); Nesâî, Eyman 24, (7, 15, 16).]

    .2. (5728)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)

    buyurdular ki:

    "Nezir, ademoğluna, Allah'ın kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak

    nezir, kadere muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak

    istemediği, cimriden çıkarılır." [Buharî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Eyman 7, (1640); Ebu

    Davud, Eyman 26, (3288); Tirmizî, Nüzûr 10, (1538); Nesâî, Eyman 25, (7, 16).]

    Hadisin Açıklaması:

    1- Sadedinde olduğumuz birinci hadis, bir soruya verilen cevap kısmı aksettirmekte, soru

    kısmını göstermemektedir. Hakim'in Müstedrek'inde ve başka bazı kaynaklarda geldiğine göre,

    İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e Mes'ud İbnu Amr adında bir zat gelerek sorar: "Ey Ebu

    Abdirrahman! Oğlum, Ömer İbnu Ubeydullah İbni Ma'mer ile birlikte Fars diyarında idi. Oraya

    şiddetli bir veba ve taun salgını geldi. "Oğlumu Allah bu musibetten salim kılarsa Beytullah'a

    yaya gidip tavafta bulunacağım" diye nezirde bulundum. Oğlum da yanıma hasta olarak geldi,

    sonra da öldü. Bu hususta ne dersiniz (bana tavaf vacib oldu mu)?" diye sordu. İşte bu soru

    üzerine yukarıdaki cevabı verir: "Siz nezretmekten yasaklanmadınız mı?" Sonunda "...Nezrini

    îfa et!" der.

    2- Alimler, bu hadiste ifade edilen yasaklama hususunda ihtilaf etmiştir.

    * Bir kısmı, hadisin zahirini esas almış, nezrin mekruh olduğunu söylemiştir.

    * Bir kısmı da hadisi te'vil etmiştir.

    ** İbnu'l-Esir en-Nihaye'de der ki: "Hadislerde, nezirden nehiy tekrarla gelmiştir. Burada hadis,

    nezri îfaya bir te'kiddir ve nezir yoluyla bir şeyi kendine vacib kıldıktan sonra bu vecibeyi

    küçümsemekten yasaklamadır (tahzir). Eğer hadisin manası, nezir yapmaktan zecr (yasaklama)

    olsaydı, hadiste nezrin hükmünü iptal ve nezri îfa etmenin lüzumunu iskat manası olurdu.

    Çünkü, nezir nehiyle masiyet olur ve uyulması gerekmez. (Halbuki nezre uymak ayetle sabit

    bir hâdisedir. Öyleyse) sadedinde olduğumuz hadisi şöyle anlamamız gerekmektedir: "Nezirin

    onlara peşin bir fayda getirmeyeceğini, onlardan bir zararı da bertaraf etmeyeceğini, keza

    Allah'ın kaderdeki takdirini de değiştirmeyeceğini onlara bildirmektedir. Diyor ki: "Sizler,

    Allah'ın size takdir etmediği bir şeye nezirle ulaşacağınız veya Allah'ın hakkıyla hükmettiği bir

    şeyi nezirle kendinizden bertaraf edeceğiniz inancıyla nezirde bulunmayınız. Böyle bir inanca

    düşmeden nezirde bulunursanız, nezrinize vefa gösterin, borcu üzerinizden atın. Zira

    nezrettiğiniz şeye uymanız gerekir."

    İbnu Hacer, en-Nihaye'de kaydedilen bu görüşün, İbnu'l-Esir'den önce başka alimler tarafından

    da paylaşıldığına dair serdedilen görüşeri de kaydeder. Mesela Ebu Ubeyd şöyle demiştir:

    "Hadisin nezirden nehyedip şiddet göstermesindeki gaye nezrin günah bir fiil olduğunu

    söylemek değildir. Nezir, bu şekilde yasak ve günah olsaydı Allah Teala hazretleri nezri yerine

    getirmeyi emretmez, nezrini tutanları da övmedi.

  • 14

    Bilakis, bana göre hadisin manası nezrin şanını yüceltmek, onun ciddiyetini tesbit etmektir; ta

    ki o hafife alınmasın, onun yerine getirilmesinde laubaliliğe kaçıp vaadedilen şeyin yapılmasını

    terke, söz verilen şeyi îfadan kaçmaya yer verilmesin."

    ** İmam Malik, bir şeyi müebbeden yapmayı nezretmenin mekruh olacağına hükmetmiştir. Bu

    durumda o iş, gönül hoşluğu ile yapılmaz.

    ** İbnu'l-Mübarek: "Taate müteallik nezir hayırdır, masiyete götürecek nezir mekruhtur,

    haramdır" demiştir.

    ** Bazı alimler: "Allah için şunu yapmak üzerime borç olsun" şeklinde şarta bağlanmadan

    yapılan nezirlerde mahzur görmemiş, bunun sevap olduğunu belirtmiştir. Çoğunluk nezirde

    keraheti şarta bağlamada görür: "Allah şifa verirse şu kadar namaz kılacağım" ifadesi gibi.

    Böyle bir nezirde bulunan kimsenin cehaletle: "Bu nezr, arzu ettiği şeyin olmasını sağlayacağı"

    veya bu vaadi ve nezri sebebiyle Allah'ın, onun dilediğini yerine getireceği inancına düşerse

    bunun büyük hata olacağı, hatta küfre yaklaşan bir hata olacağı ifade edilmiştir. Kurtubî bu

    endişededir.

    ** Hadisteki nehyin, nezrettiği şeyi yerine getirmeyeceği halinden belli olan kimselerle ilgili

    olduğunu söyleyenler de olmuştur.

    ** Bazıları: "Hayra vesile olan şeyin de hayır, şerre vesile olan şeyin de şer olduğu"

    prensibinden hareket ederek hadisi yorumlamıştır.

    3- İbnu'l-Arabî, hadiste, nezreden kimsenin nezrini yerine getirmesinin vacib olduğuna hüccet

    bulunduğunu söyler. Ona göre hadiste "Nezirle cimriden mal çıkarılmış olur" ifadesi, nezri

    yerine getirmenin vacip olduğunu ifade etmektedir. "Çünkü der, eğer cimri, bunda muhayyer

    olsaydı, cimriliği sebebiyle, malı çıkarmama hali üzere devam ederdi."

    4- Bu hadisle ِدَقَةَ تَْدفَُع َمْيتَةَ السُّوء Sadaka kötü ölümü defeder" hadisi arasında zahirî bir" اِنَّ الصَّ

    tenakuz gözükmektedir. Bunu alimler şöyle açıklamıştır: "Sadaka kötü ölümün def'ine bir

    sebep olmaktadır. Sebepler de müsebbebat gibi mukadderdir (önceden belirlenmiştir, takdir

    edilmiştir). Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm, kendisine: "Rukye Allah'ın kaderinden bir şeyi

    geri çevirir mi?" diye soran kimseye: "O da Allah'ın kaderindendir" diye cevap vermiştir.

    Nitekim Hz. Ömer'in vebalı yere girmeme kararı üzerine "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?"

    itirazına verdiği "Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyoruz" cevabı da Resulullah'ın

    cevabının bir benzeri olmaktadır."

    5- İbnu'l-Arabî, nezri "dua"ya benzetir: "Dua da kaderi değiştirmez, ama dua kaderdendir" der.

    Bununla beraber, dua mendub kılınmış, nezir nehyedilmiştir. Bunun sebebi, dua peşin, acil bir

    ibadettir, duada Allah'a teveccüh, tazarru, hudu açıkça görülür. Nezirde böyle değildir, bunda

    ibadet, dileğin husulüne te'hir edilmektedir, amel zaruret anına terkedilmektedir.

    6- Hadis, iyilik niyetiyle yapılan amellerin nezir suretiyle yapılanlardan efdal olduğunu

    göstermektedir. Bu sebeple hadiste hayır amelde ihlasa, sırf Allah rızası için yapmaya teşvik

    var.

    7- Hadis cimriliği de kötülemektedir. Ayrıca emredilenleri yapıp, nehyedilenlerden kaçınan

    kimseye bahil (cimri) denemeyeceği anlaşılmaktadır.

    (Bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 16, NEZR bölümü)