01 mart 2013 -...

28
1 01 Mart 2013 www.sorularlaislamiyet.com

Upload: others

Post on 29-Jan-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

1

01 Mart 2013 www.sorularlaislamiyet.com

Page 2: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

2

İçindekilerHer şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde kullanılmalıdır? Kötü bir olayımızda da hayır var mıdır? ................................................................................................. 3

Ateistlerin "belki de bizi ufolar yönetmektedir" iddiasına nasıl cevap verebiliriz? ............... 6

Kur'an'da dünya merkezli evren olduğunu söyleyenlere nasıl cevap vermeliyiz? ................. 7

İnsanda kuyruk sokumunun olması evrime delil gösteriliyor? Kuyruk sokumunun bir işlevi yok mudur? ................................................................................................................................ 9

Tek başımıza namaz kılındığında bir derece sevap kazanıyoruz; cemaat ile kıldığımızda yirmi yedi derece sevap kazanıyoruz. Niye 27 (yirmi yedi) rakamı veriliyor? ....................... 12

İnsan kendine büyü yapabilir mi, yapmak günah mı? Başkasına zarar vermeden iyilik için büyü yapılır mı? ....................................................................................................................... 14

Hanefi mezhebi kurucusu Ebu Hanife'nin belirlemiş olduğu esasların, değiştirilmeden bu güne kadar ulaştırılmış olduğuna nasıl kanaat getirceğiz? Mezheplerde rahmet var deniliyor, uymada kolaylık var dine deniliyor, bir örnek verir misiniz? ............................... 15

Fazla yemekleri atmayıp hayvanlara vermeniz bile ölülerinize yarayacaktır, diye duydum, doğru mudur? .......................................................................................................................... 17

Cariye ne demektir ve cariyeler ile cinsel ilişki günah mıdır? .............................................. 18

İyi bir amel, zikir ve güzel şey yaptığınızda, ben desem de demesem de onunla amel edin, anlamında bir hadis var mıdır? .............................................................................................. 20

İman artar veya eksilir mi? Fetih suresi 4. ayette geçen: "İmanlarına iman katsınlar diye inananların kalplerine o güveni indiren O'dur." ifadesini nasıl anlamalıdır? .................... 21

Ta'n etmek ne demektir, bu konuda Hadis var mıdır? .......................................................... 24

Buhari, Müslim gibi sahih kabul edilen hadis kitaplarının, hiç değiştirilmeden bugüne kadar geldiğine nasıl kanaat getirebiliriz? Kur'an-ı Kerim'in değişmeden kıyamete kadar iletileceği bize haber veriliyor, aynı şeyi sünnetler içinde söyleyebilir miyiz? ...................... 25

Page 3: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

3

Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde kullanılmalıdır? Kötü bir olayımızda da hayır var mıdır?

Cevap 1: Konuyla ilgili bazı ayetlerin mealleri şöyledir:

“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216).

“Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir.” (Âl-i İmran, 3/29).

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd, 11/6).

“Allah, onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez.” (Tâ-Hâ, 20/110).

“Allah, insana bilmediklerini öğretti.” (Alak, 96/5).

“Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir.” (En’am, 6/59).

“Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.” (Kehf Suresi, 18/110).

“Her şey”de hayır olup olmaması bundan ne kastedildiğine bağlıdır. Mesela günah işlemeyi de bu sözün içerisine dâhil edersek mesele değişir. Zira günah işlemenin bir hayır içermesi söz konusu değildir. Fakat günah bile eğer insana tövbe etmeyi öğretiyor ve tövbe etmekte daha başka günahlara girmemeyi netice veriyorsa, sonuçları itibarıyla günah işlemekte bile bir hayır olduğu söylenebilir. Bunu “günah işlemek hayırlıdır” diye anlamamak gerekir.

Diğer bir örnek, şeytana uymakta da bir hayır olduğu söylenemez. Zira o insanı cehennemin gayyalarına yuvarlamaya and içmiştir. Şeytanın yaratılması şer değil, şeytana uymak şerdir. Ateş örneğinde olduğu gibi. Ateşi iyi işlerimizde kullanır onunla yemek pişirir ve daha birçok ihtiyacımızı gideririz. Ateş elimizi yaktığında “ateş şerdir" diyebilir miyiz? Örnekler çoğaltılabilir. Hayatın akışı içerisinde gerçekleşen olaylarda bazen bizim hiçbir müdahalemizin olmadığı işler olur. İşte insanlar bu tür durumlarda “vardır bu işte de bir hayır” sözünü kullanırlar. Bu manada "Elhayru fî mahtârahullah" sözünü esas alabiliriz. Bu söz, "Hayır, Allah Teâlâ'nın ihtiyar buyurduğu (seçtiği) husustadır." manasına gelir; Cenâb-ı Hak kullarını neye sevk ederse etsin ve nasıl bir neticeye ulaştırırsa ulaştırsın, O'nun takdîrinin her zaman en isabetli, bereketli, faydalı, sevaplı ve akıbet itibarıyla da en hayırlı tercih olduğunu hatırlatır.

Page 4: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

4

Evet, insan şart-ı âdi planında bir irade sahibidir; yani, Allah (azze ve celle) kuluna, iki şeyden herhangi birini seçme söz konusu olduğunda bir cehd ve gayret ortaya koyma, bir çeşit eğilim veya eğilimde tasarruf ile bir hususu tercih etme, bir şeyi isteme ve dileme kâbiliyeti vermiştir. Bu irade kâbiliyetinden dolayıdır ki, insan bazı hususları iyi ya da kötü, güzel veya çirkin, faydalı yahut zararlı görebilir ve birkaç şey arasından birini seçebilir. Fakat bazen insan seçiminde isabetli olamaz ve beklemediği, istemediği bir netice ile karşılaşabilir. İşte, "Elhayru fî mahtârahullah" hakikati, insanın kendi arzularına başkaldırmasını, her meselede Hakk'ın rızâ ve hoşnutluğunu kendi istek ve dileklerine tercih ederek her yerde ve her durumda O'nun takdîrine razı olmasını ifade eder. Bu sözün Peygamber Efendimizin (asm) mübarek dudaklarından döküldüğünü söyleyenler ve onu hadis olarak rivayet edenler de olmuştur; fakat muhaddisler bu şekilde bir hadis-i şerife rastlamadıklarını belirtmişlerdir. Öyle de olsa, bu cümle çok şümullü bir hakikatin ifadesidir. Bazı âlimlerin, değişik ilâhî ve nebevî emirlerden süzerek bu türlü disiplinler ve genel kaideler ortaya koydukları malumdur. Bu açıdan, kelimesi kelimesine Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (asm)'den rivayet edildiğine dair sağlam bir bilgi mevcut olmasa bile, bu söz, manası ve mefhumu itibarıyla Allah Rasûlü (asm)'ne nispet edilebilir. Allah Teâlâ'nın takdirinin her zaman kul için en hayırlı seçim olduğunu vurgulayan bu câmi' beyan, bazı kitaplarda küçük kelime farklılıklarıyla zikredile gelmiştir. Genellikle,

"Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir. Netice itibarıyla neyin hayır ve neyin şer getireceğini sadece Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 2/216)

meâlindeki ayet-i kerimenin bir meyvesi olarak değerlendirilmiştir. Bu açıdan, insan, hoşuna gitsin gitmesin, her meseleyi dini ölçülere göre ele almalı; her hadiseyi "Hayır, Allah Teâlâ'nın ihtiyar buyurduğu şeydedir." hakikati zaviyesinden değerlendirmeli ve her zaman Cenâb-ı Hakk'ın tercihi istikametinde tercihte bulunmaya çalışmalıdır. Sebeplere riâyet ettikten sonra neticeyi Allah'ın takdirine bırakmalı; kendisiyle alâkalı tasarruflarında Rahmeti Sonsuz'a inanıp O'na güvenmeli ve O'nun yaptığı her şeyden hoşnut olmalıdır. Evet, kader rüzgârları ne yandan eserse essin, gönül rahatlığıyla karşılamak ve her hadiseye "Bunda da bir hayır vardır; bu da geçer!" inancıyla yaklaşmak mü'min olmanın gereğidir. Cevap 2: Müslüman, her zaman iyilik için çalışır, iyiliklerle karşılaşmayı ümit eder. Başına gelen her hadisenin güzel tarafından bakar. Dünyada, bazı hadiseler dış görünüşlerinin tersiyle neticelenirler. Görünüşte hayırlı olan çok şey, arkasından bazı şerleri getirebilir, şer gibi görünen hadiseler de pek çok hayırları içinde barındırabilir. Nitekim yukarıda mealini verdiğimiz ayette geçen,

“Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.” (Bakara, 2/216)

Page 5: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

5

Başka bir ifade ile,

“Olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisa, 4/19)

mealindeki ayetten bunu açıkça anlayabiliriz. İşin bir diğer yönü de şudur: Biz Allah hakkında suizanda değil hüsnüzanda bulunuruz. Zaten Allah da kullarının kötülüğünü istemez. Bilakis Allah (c.c.), kullarını affetmek, onları güzelliklerle buluşturmak için fırsatlar yaratır. Öyleyse Allah hakkında her zaman hüsnüzanda bulunmalıyız ki Allah da (c.c.), kullarına düşündükleri gibi muamelede bulunsun. Bu hakikat bir kudsî hadiste şöyle buyrulur:

“Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor: Benim kulumla maiyyet ve muamelem, onun Benim hakkımdaki düşüncesine bağlıdır (Ona rahmetimle muamelede bulunacağımı umarsa onu bulur).” (Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19)

Peygamber Efendimiz (asm) de şöyle buyururlar:

“Sizden her biriniz başka değil ancak Azîz ve Celîl olan Allah tarafından bağışlanacağı ümidiyle ölsün.” (Müslim, Cennet 81,82)

Evet, Allah (c.c.), bizim hakkımızda hayır murad ettiğine ve bizim de Allah hakkında iyi düşünceler içinde olmamız gerektiğine göre, meydana gelen hadiselerin ekşi olan dış yönüne bakarak olumsuz düşünüp hayatımızı karartmaktansa, her hadisenin iyi yönlerine bakıp, güzel düşünüp ömrümüzü hep güzellikler içerisinde geçiririz. Dolayısıyla kötü gibi görünen her hadisenin hayır tarafını araştırmamız, nefsimizi sorgulamamız, istiğfar etmemiz, yapılan hataları tespit ederek gelecekte aynı hatalara düşmemeye çalışmamız, her mümine yakışan bir davranış olacaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şerri de Allah mı Yaratıyor?..

Page 6: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

6

Ateistlerin "belki de bizi ufolar yönetmektedir" iddiasına nasıl cevap verebiliriz? Bir tek ilahı kabul etmeyen insanlar birden fazla ilahı kabul etmek zorunda kalmaktadır. Bir tek Allah'ın kulu olmayı reddeden kafirler -varlığı bile sabit olmayan- ufoları ilah edinmek gibi bir yanlışa düşmektedirler.

Evet bir tek Allah’ı kabul etmeyen, zerreler adedince ilahları kabul etmesi gerekir. Çünkü yapılan işler o kadar hikmet ve sanatlıdır ki tesadüfe yer bırakmamaktadır. Her bir zerreye kainata hükmü geçecek bir akıl, kudret, ilim, hikmet vs. vermek gerekir. Çünkü bütün kainata hükmü geçmeyen bir zerrenin devamı mümkün değildir. Bu hal imkansız olduğuna göre her şeye gücü yeten sonsuz ilim ve hikmet sahibi bir tek ilahı kabul etmek gerekir. Birincisi muhal olduğuna göre ikincisini kabul etmek zorundadırlar.

Hem birden fazla ilahı kabul etmek kainatın düzeninin bozulması anlamına gelmektedir. "Halbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı oraların nizamı bozulurdu. Demek ki o yüce arş ve hükümranlığın sahibi Allah, onların zanlarından, onların Allah’a reva gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir!" (Enbiya, 21/22)

Kâinatta kemal sıfatları ile muttasıf, yani ilmi, kudreti, iradesi mutlak ve sınırsız olan birden fazla ilah bulunsaydı, farazî olarak şu ihtimaller olabilirdi:

1. Onlardan yalnız birinin hükmü yürüseydi diğerleri âciz ve noksan olurlardı ki bu ilah olmakla bağdaştırılamaz.

2. Her biri eşit kudret ve hakimiyete sahip olsalardı, ayrı ayrı nizamların bulunması gerekirdi. O takdirde de, mevcut olan bu nizam bulunmazdı.

3. İlahların fazla değil, sadece iki tane olup bunların bir tek nizam kurup birleştikleri varsayılırsa, iki etkenin (illetin) bir nesne (malül) üzerinde çekişmesi sonucu ortaya çıkar, nizamın devamı imkânsız olurdu.

4. Birbirleriyle anlaşmazlık halinde olsalardı zaten baştan beri nizam kurulamazdı. Bu âyet-i kerime kelam ilminde, tevhidin ispatında en önemli kaynak teşkil eden esaslardan biridir. Kelamda buna bürhan-ı temânu’ adı verilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kâinatta, birbirleri ile anlaşabilen birden fazla ilah bulunamaz mı?

Page 7: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

7

Kur'an'da dünya merkezli evren olduğunu söyleyenlere nasıl cevap vermeliyiz? - Kur’an’da “dünya merkezli evren”den bahseden açık hiç bir ifade yoktur. Bu konuda belki de en fazla zahir-perestleri tereddüde sevk eden "Güneş kendisi için belirlenen yerde akar (döner)" (Yâsin, 36/38) mealindeki ayettir. Ancak bu ayetin ihtiva ettiği kelimeler ve harika üslup, ilim ehli tarafından yanlış anlaşılmasına izin vermez. Bu sebeple, işin ehli olan bir ilim adamı bu ayette “dünya merkezli” bir evren tasvirinin olduğunu söyleyemez; söylese de ilmen ispat edemez. - Kur'an, her asra ve her asırdaki insanların bütün kesimlerine hitap ettiği için, onların hepsinin anlayış seviyelerini göz önünde bulundurması hikmet dolu üslubunun gereğidir. Şayet 14 asır önceki insanlara "Kendi ekseninde dolaşan güneşin duruşuna ve onun etrafında pervane gibi dönen dünyanın hareketine bakın!” deseydi, insanların çoğunu şaşırtmış olacaktı. Çünkü onlar, gözleriyle dünyanın değil, güneşin dönmekte olduğunu görüyorlardı. Bundan da anlaşılıyor ki, Kur’an insanların bilgi ve görgü seviyelerini göz önünde bulundurarak konuşur. Genel halk kitlesinin anlayışlarını ve asırların bilgi seviyelerini nazara almakla beraber, ileride fennî keşifler sayesinde ortaya çıkacak gerçeklere de işaret eder ve bilim adamları için bir köşe taşı bırakır. Mesela; ayette geçen "li müstakarrin" kelimesinin başında bulunan ve bir harf-i cer olan "lam" harfi, değişik anlamlara gelir. Ve farklı seviyelere değişik manaları bildirmek hikmetiyle, ayette özellikle kullanılmıştır. Buradaki lam, hem kendisinin asıl manası olan illiyet/sebebiyet/ecliyet anlamına, hem zarfiyeti ifade eden "fi" mânâsına ve hem de “intiha”yı/bir mesafenin son sınırını gösteren "ilâ" mânâsına gelir. İlmî seviye ve ihtisas bakımından farklı bir yerde olan değişik insan kesimleri, söz konusu farklı mânâları anlayabilir ve ayetten farklı dersler çıkarabilirler. Meselâ: - Avam tabakasından olan bir kimse, "lam"ı "ilâ" mânâsında görüp âyetten, ısındırıcı ve ışık verici bir lamba olan güneşin bir gün seyrini tamamlayıp son durağına ulaşacağını ve artık kimseye bir faydası dokunmayacağını anlar. Güneşe bu kadar nimetleri takan Rabbine hamd eder. - Bir ilim adamı da, "lam"ı "ilâ" anlamında anlar. Ancak o, diğerinden daha farklı olarak şöyle düşünür ki: Güneş yalnız bir lamba değil, aynı zamanda bahar ve yaz tezgâhında dokunan Rabbânî mensucatın bir mekiği, gece gündüz sahifelerinde yazılan ilâhî mektupların mürekkebi, nur bir hokkasıdır. - Kozmoğrafyacı bir astronomi bilgini ise, "lam"ın, "fî" anlamında görülen zarfiyet mânâsına uygun olarak ayetten şunları anlar: Güneş kendi merkezinde ve kendi ekseninde, zemberekvâri bir hareket ile manzumesini, yani kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte oluşturduğu güneş sistemini Allah'ın emri ile belli bir düzen içerisinde harekete geçirir.

Page 8: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

8

Böyle büyük bir saati yaratıp tanzim eden Allah'ın sonsuz kudret ve azameti karşısında hayrette kalan, bu mütefennin adam, "büyüklük ve sonsuz güç Allah'a mahsustur" deyip, Allah'a itaat eder. Maddeci felsefeyi bir kenara atıp, Kur'an'ın hikmet dairesine girer. - Her şeye hikmet nazarıyla bakan dikkatli bir hakîm nazarında, buradaki "lam", hem illiyeti, hem de zarfiyeti ifade edip şu dersi veriyor: Hikmet sahibi yaratıcı, sebepleri işlerine zahiri perde yaptığından, genel çekim kanunu denen bir ilâhî kanunla, güneş sisteminin bütün organlarını sapan taşları gibi evirip çeviriyor. -Yer küresinin de dahil olduğu-bütün gezegenleri güneşe bağlamış ve çekim kanunu ile farklı ve fakat düzenli hareketle o gezegenleri hikmet dairesinde döndürüyor. Çekim kanununun meydana gelmesi için, güneşin kendi ekseninde hareket etmesini bir zahiri sebep olarak vaz'etmiştir. Çünkü, zahiri sebepler dairesinde, hareketten hararet; hararetten kuvvet; kuvvetten cazibe meydana gelir. Bütün bunlar, yaratıcı kudretin birer yansıması olarak ve ilâhî prensip çerçevesinde meydana gelir. (bk.Sözler, 412-413) Görüldüğü üzere, bu ayette kullanılan sözcükler ilim adamlarına bir köşe taşı, bir alamet olmakla görevlendirilmiş ve yerküresinin belli bir yörüngede ve de güneşin etrafında döndüğüne ve dolayısıyla “güneş merkezli” bir sistemin varlığına işaret edilmiştir.

Page 9: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

9

İnsanda kuyruk sokumunun olması evrime delil gösteriliyor? Kuyruk sokumunun bir işlevi yok mudur? Kuyruk sokumu, insanlarda, omurganın son 4- 5 omurunun birleşmesinden meydana gelen, tabanı yukarıda, üçgen biçiminde bir kemiktir. Önden arkaya doğru basık olan bu kemiğin ön yüzü hafifçe çukur, arka yüzü tümsek’ olup, omurların birleşme yerinde enine kemiksi oluklarından oluşan eklemlerle, bütün bir kemik halini almıştır. Evrim teorisine inananlara göre kuyruk sokumu kemiği, geçmişteki maymunumsu atalarımızın(!) bir kalıntısı olarak bugüne kadar gelmiş, hiçbir fonksiyonu olmayan bir kemiktir. Oysaki bu kemik; anatomi, fizyoloji ve kadın- doğum bilimleri açısından incelendiğinde, yapı ve fonksiyonları bakımından ne kadar önemli ve lüzumlu bir kemik olduğu görülür. Eklem ve Kemik Yapısı: Kuyruk sokumu kemikleri kendi aralarında, oynamaz eklemlerle kaynaşmışlardır. Sağrı kemiği (sacrum) ile yaptığı eklem ise oynar eklemdir. Bu eklemin oynar oluşunun faydası şudur: Anne karnındaki bebeğin baş çapının en dar yeri 11,5-12 cm’ dir. Kuyruk sokumu ile pubis kemiği (kalça kemerinin ön taraftaki çatıyı yapan kemikleri) arasında olan bebeğin çıkış kapısı ise 9,5-10 cm’ dir. Doğum esnasında bebek başı, kuyruk sokumuna sürtünerek gelir. Bebek, kuyruk sokumundan geçerken, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem, hormonların da yardımıyla oynar hale gelir ve kuyruk sokumu 2- 2,5 cm geriye gider. Çocuğun çıkış kanalı 11,5-12,5 cm’ ye çıkar ve başın rahat geçmesini sağlar. Bu eklem hayat boyu hareketli kalır. Kuyruk sokumu kemiğinde, iki tane de çıkıntı kemiği vardır. Bu çıkıntı kemikleri, oturma anında sağa ve sola kaymaları önlemektedir. Yine sağlamlığı, anatomik görünüşündeki geometrik estetikle bir sanat eserini andıran ve sert zemine oturmada stabiliteyi destekleyen dört tane ağ vardır ki, bu bağlar sağrı kemiği ile bütünlüğü Sağlar. Evrimci görüşün dediği gibi bu kemik işe yaramaz bir kalıntı ise, kalıntı olan bir kemikte, bu bağların ve kemik yapısının fizyolojik fonksiyonlara uygun olmasına ne gerek vardır? Yoksa ilkel hayvan, kuyruğunu küçültürken (l), insanın anatomik yapısı şöyle olacak, doğumu böyle yapacak, çocuğun kafa çapı şu olacak, ben kuyruğuma şu şekli vereyim, diye düşündü de, kuyruk sokumunu bu anatomik yapıya uygun bağlarla mı donattı? Kuyruk sokumu kemiği, kendini besleyen coccigeal arter, kirli kanı toplayan coccigeal yeni ve kendi yapısına uygun coccigeal sinire sahiptir. Ayrıca, kayganlığı sağlayan bir sıvı salgılayan coccigeal bursa, coccigeal cisim, glomus coccygeum ve cuschka bezleri de bulunur. Oysaki embriyolojik kalıntı olan kemiklerde böyle kendine has anatomik bir yapı oluşmaz, çevrenin anatomik yapısına göre şekil kazanır. Örnek verecek olursak; bazı insanlarda, doğuştan 7. boyun kemiğinden çıkıntı olarak, bir fazla kaburga kemiği vardır. Buna cervical kaburga denir. Normalde, boyun kemiklerinde kaburga kemiği olmamasına rağmen, bazı insanlarda fazlalık olarak görülür. Bu fazlalık kemik; özel bir atardamar, toplardamar ve sinire (intercostal sinir) sahip olmadığından, çevredeki anatomik yapının ana damarları ve sinirleri tarafından işgal edilir. Eğer kuyruk sokumu kalıntı olsaydı anatomik yapısı kendine has atardamar, toplardamar, sinir, bursa ve beze sahip olmazdı. Fazlalık (anomali) kemiklerin bir özelliği de, ancak operasyonla (kemiğin çıkarılması) son bulacak rahatsızlıklara yol açmalarıdır. Mesela; boynunda cervical costa denilen fazla kemiği olanlarda kol ağrısı, kol uyuşması ve kuvvet azlığı olur. Bu kemik çıkarıldığında şikâyetler geçer. Oysaki kuyruk sokumu kemiği çıkarıldığında, doğum ve büyük abdesti yapmada problemler çıkar.

Page 10: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

10

Adaleler ve Ligamentler: Aşağıdaki adale ve Iigamentler (lig: bağlar), kuyruk sokumuna yapışırlar. 1- Musculus coccygeus lig. sacrospinale: Bu adaleyi meydana getiren kas hüzmeleri sağrı ve kuyruk sokumu kemiğinin dış kenarlarından başlar, leğen kemiğinin altına yapışır. 2- Lig. sakro-tuberale: Sağrı kemiği ve kuyruk sokumu altından başlayarak, leğen kemiğinin arka altına yapışır. Kuyruk sokumu ile sağrı kemiğinden gelen adaleler hüzmesi birbirini çaprazlar. Bu iki bağ aracılığı ile çaprazların arasında iki delik oluşur. Bu iki deliğin içinden, erkek/kadın genital ve boşaltım organlarına, damar ve sinirler geçer. Bu iki delik, damar ve sinirleri koruma altında tutar. 3- Lig. anococcygeum: M. sfinkter ani externus isimli kas, bu bağ vasıtasıyla uzanır ve kuyruk sokumunun ucuna yapışır. M. sfinkter ani externus kası, anal kanal (son bağırsağın çıkışı) etrafını halka şeklinde sararak, anüsü devamlı kapalı tutar ve defekasyon (dışkılama) sırasında isteğimize göre gevşer. Bu kas devamlı kasılmak için destek gücünü, lig. anococcygeum vasıtasıyla, kuyruk sokumu kemiğinden alır. Ligament ve kasların çekmesiyle, kuyruk sokumu kemiği öne eğik pozisyonda durur ki, oturma anında buraya yansıyan yük süspanse olsun, yani hafifletilerek sıkıntı vermeyecek duruma gelsin. Çünkü kasların yapışması sebebiyle, özellikle defekasyon anında kuyruk sokumunun belli hareketleri vardır. Oturulurken kuyruk sokumunun arka yüzüne baskı gelir. Kuyruk sokumu, öne doğru tek oynar eklem olan sağrı ile yaptığı eklemden hareket ederek bu baskıyı azaltır. Kuyruk sokumu kemiğine yapışan bu kaslar, leğen kemiğinin tabanını oluştururlar. Yine doğum alt zeminini oluştururken, kalın bağırsağın, diğer damar ve sinirlerin zeminini döşeyen sağlam bir tabaka teşkil ederler. Eğer kuyruk sokumu kemiği kalıntı kemik sayılırsa (yani bu kemik özel bir planla yaratılmamış olsa), o zaman bu adaleler ve bağlar nereye yapışacaktı? Adalelerin görevlerini tam yapabilmeleri için, kemiklere yapışmış olmaları gerekmektedir. Yapışacak yeri olmayan, boşlukta kalan bir adale, güç meydana getiremeyeceğinden, fonksiyonunu tam yapamaz; büzülmüş ve zayıflamış halde kalır. Özellikle anüsün kapalı tutulmasında fonksiyon gören anüs adalesi, lig anococcygeuma bağlıdır. Kuyruk sokumu kemiği olmasaydı bu kaslar tam fonksiyon yapamadığından, anüs kısmında, zıt yöndeki kasın çekmesiyle tek taraflı bir güçsüzlük olurdu. Ameliyatla kuyruk sokumu alınan hastalar, anüsün kasılma gücünde azalma ve anüse sert bir şey batar gibi bir hissin şikâyetiyle doktora başvurmaktadırlar. Kuyruk sokumu kemiği eğer kalıntı sayılırsa, ona yapışan adaleleri ve bağları da kalıntı saymak gerekir. Kalıntı kemik acaba kendini oluştururken(1); kalıntı damarını, siniri kuyruk, salgı kesesini, bağlarını, adalelerini, lazım olacak eklemlerini kendisi ayarlayarak, diğer kalıntıları da beraberinde mi geliştirmiştir? Doğumdaki mucizeyi organizasyon: Doğum sırasında rahim ve karın kaslarının kasılmasıyla aşağı doğru itilen bebeğin, bazı darlıklardan geçmesi lazımdır. Bu darlıklardan üçüncüsü, son darlık olan kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin ön kısmı arasındaki darlıktır. Bu darlıktan bebek geçerken, hormonların tesiriyle, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem 2- 2,5 cm. geriye doğru hareket eder ve baş buradan geçerek normal doğum sağlanmış olur.

Page 11: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

11

Doğum kanalı eğriliği sağrı kemiğinin iç bükey eğriliğine uyar. Bu eğrilik tam olmayıp, iki düz hattı birleştiren bir kıvrıntıdan ibarettir. Bu kanal, kuyruk sokumu ve leğen ön kemiği arasında öne doğru bir kıvrıntı gösterir. Kemik ve yumuşak dokuların anatomik kıvrımları, başın bu eksen üzerinden ilerlemesine müsaade edecek şekildedir. Bu eksene tabi olan baş, çıkışa yakın yerde geriye çevrilme hareketini yaparak, çıkabilmesi için zaten mevcut olan tek şartı da gerçekleştirmiş olur. Başın gelişi, vertex geliş’ dediğimiz tepe gelişle olur. Çünkü, bu gelişle başın en dar çapının 10-11,5 cmuk kısmının geçişi sağlanır. Bu geliş dışındaki gelişler komplikasyonlu gelişlerdir ve rahim, perine ve anüs yırtıklarına sebep almaktadırlar. Buradaki anatomik yapı öyle ayarlı yaratılmıştır ki, vertex gelişi dışında başka bir gelişe en küçük bir imkân vermeyecek şekildedir. Bu mekanizmanın en önemli parçası ise, kuyruk sokumu kemiğidir. Kuyruk sokumu ve sağrı kemiği arasındaki eklemin arkaya hareketi ile, yumuşak dokular fazla gerilmeye uğramazlar. Bu bakımdan başın geriye kıvrılıp vertex’e (tepe geliş) yönelmesi mecburiyeti vardır. İnsan düşündüğü zaman, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasında oynar eklem ve kuyruk sokumu kemiği olmasaydı, bebek, bu küçük darlıktan geçerken 2-2,5 cm’ lik genişleme olmayacak ve çoğu doğumlar; ya gerçekleşmeyecek ya da bebeğin uzun süre bu darlıkta kalarak ölmesiyle; rahim, doğum yolu, perine ve anüs (makat) yırtıklarıyla neticelenecekti. Yine kuyruk sokumu kemiğinin iç bükey şekli, başın tepe üzeri gelişini (vertex) sağlamaktadır. Kemik bu şekilde olmasaydı baş, deflexion dediğimiz geriye dönüşü yapamayacak, tepe gelişi sağlanamayacak ve çocuk kanaldan geçerken, başın en geniş çaplı kısmı yukarıda saydığımız komplikasyonlara ve çocukta (anoksi) oksijensizliğe, kırıklara, sinir zedelenmelerine sebep olacaktı. Çok yönlü görevleri olan kuyruk sokumu kemiğine, fazlalık ya da hiçbir fonksiyon görmeyen gereksiz bir kemiktir demek, aklın ve ilmin kabul etmeyeceği bir durumdur. Bu konudaki fikirler, tek hücrelilerden insana kadar olan silsilede, benzetme yapılarak, peşin kabullenmeye göre, hiçbir organın anatomisi, fizyolojisi, patolojisi, biyokimyası ve biyomekaniği incelenmeden ortaya atılmış fikirlerdir. KAYNAKLAR: 1-Doğum Bilgisi. Prof. Dr. Ali Gürgüç (E.Ü.T.F. Kadın Doğum. ABD) 2-Ortopedi. Türek L. Samuel. ciır2 3- Anatomi İ. V. Odar. Cilt:1. 4- Atlas der Anotomie dee Menschen. Kemikler, Bağlar, Eklemler. Cilt:1.

Dr. Arslan MAYDA, Sızıntı Dergisi, Aralık 1997 Yıl :19 Sayı :227

Page 12: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

12

Tek başımıza namaz kılındığında bir derece sevap kazanıyoruz; cemaat ile kıldığımızda yirmi yedi derece sevap kazanıyoruz. Niye 27 (yirmi yedi) rakamı veriliyor?

Bu konuda hadisi şerif bulunmaktadır. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir." (Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 249. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 42; İbni Mâce, Mesâcid 16)

Cemaatle kılınan namazın evde veya çarşıda tek başına kılınan namazdan yirmi beş kat başka bir rivayette yirmi yedi kat daha faziletlidir.

İbnu Hacer, cemaatle kılman namazın sevabının münferid kılınan namaza nisbetle yirmi beş kat artışının sebebini, cemaate katılmaktan hâsıl olan yirmi beş ayrı faziletle izah eder ve bu faziletleri bir bir sayar. Cemaatle kılınan namazın kadrini anlamamıza yardımcı olacağı ümidiyle aynen kaydediyoruz. Kaydedilen her husus, rivayetlerden alınmadır. Bu sebeple açıklama fevkalade isabetlidir:

1. Namazı cemaatle kılma niyetiyle müezzine icabet ermek.

2. Vaktin evvelinde, erkenden gitmek.

3. Sükûnetle mescide yürümek.

4. Mescide dua ederek girmek.

5. Girince tahiyyetü 'l-mescid namazı kılmak (Hanefîlerde sünnetler bunun yerini tutar).

6. Cemaati beklemek.

7. Meleklerin, musalli için rahmet duaları ve istiğfarları.

8. Meleklerin musalli lehine şehadetleri.

9. İkâmete icabet.

10. İkâmet sırasında kaçtığı için şeytandan selâmette kalmak.

11. İmamın iftitah tekbirini bekleyerek durmak veya imamı hangi halde bulduysa hemen dâhil olmak.

12. İmamın ifiitah tekbirine yetişmek.

13. Safların düzeltilip, aradaki açıklıkların giderilmesi.

14. İmam "semi'allahu lîmen hamideh" deyince ona "Rabbena ve Ieke'l-hamd diyerek." cevap vermek.

Page 13: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

13

15. Umumiyetle sehivden emniyette kalmak ve hata hâlinde imamın, tesbîh veya açma (feth) yoluyla uyarılması.

16. Münferid kılanı meşgul eden birçok şeyden uzak kalarak huşûya kavuşma.

17. Daha düzgün bir kıyafette olmak.

18. Meleklerin kanatlarıyla kuşatması.

19. Kıraatin güzelleşmesi ve namazın erkân ve âdabının öğrenilmesi antrenmanı. (Cemaate gitmekle bunlar hâsıl olur.)

20. İslâm 'm mühim bir şiarını izhar etmek.

21. İbâdet için toplanmada şeytanın burnunun sürtünmesi, kulluğa boyun eğme, tembelin gayrete gelmesi vardır.

22. Münafıklara has bir sıfattan ve "namazı terketti" şeklinde, hakkında düşülecek bir sûizandan selamet bulmak (uzakta kalmak).

23. İmamın selamına mukabele.

24. Zikir ve dua için teşkil edilen cemaatten ve kâmillerin bereketinin nakıslara sirayetinden istifade.

25. Komşular arasında ülfet ve kaynaşma nizamının kurulması ve namaz vakitlerine dayanışma husulü."

Bu yirmi beş hasletten her biri hakkında hadislerde ya bir emir, ya bir teşvik gelmiştir. Geriye kalan iki haslet de cehri namazlarla ilgidir:

1. İmam okurken susup dinlemek.

2. İmam (Fatiha'yı okuyup velâ'd-dallin deyince meleklerin "âmin"ine tevafuk etmek maksadıyla âmin demektir. Böylece, yirmi yedinin cehri namazla ilgili olduğu görüşü tereccüh eder (üstünlük kazanır). "

Yine Müslimde geçen bir hadiste Resulullah (asm) şöyle buyurmuştur.

"Yatsıyı kim bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş olur. Kim de yatsıyı ve sabahı bir cemaat içinde kılarsa geceyi ihya etmiş olur."

Page 14: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

14

İnsan kendine büyü yapabilir mi, yapmak günah mı? Başkasına zarar vermeden iyilik için büyü yapılır mı? İnsanın büyü gibi şeylerle uğraşması caiz değildir. Ancak korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir.

Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir:

"Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: 'Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım.' O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez."

Abdullah bin Amr onları (bu duaları) temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı. (Tirmizi, Daavat, 94) (Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar – 2, Yasin Yayınevi, s: 258)

İlave bilgi için tıklayınız:

Büyüyü çözmek için büyücüye gitmem caiz mi?..

Page 15: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

15

Hanefi mezhebi kurucusu Ebu Hanife'nin belirlemiş olduğu esasların, değiştirilmeden bu güne kadar ulaştırılmış olduğuna nasıl kanaat getirceğiz? Mezheplerde rahmet var deniliyor, uymada kolaylık var dine deniliyor, bir örnek verir misiniz?

1. İmam Ebu Hanife, başlı başına bir kitap telif etmemiştir. Ancak ona birtakım küçük risaleler nisbet edilmektedir. el-Fikhu'I-Ekber, el-Âlim ve'l-Müteallim, 132 H. yılında ölen talebesi Osman el-Betti'ye yazdığı risale ile Kaderiyye görüşlerini reddetmek için kaleme aldığı risale bunlar arasındadır. Bu risalelerin hepsi kelâm ilmine, öğüt ve nasîhata dairdir. İmam A'zam, fıkha dair bir eser yazmamıştır. Onun fıkhı görüşlerini, ictihad ve fetvalarını nakleden ve bir araya toplayan talebeleridir. Ebu Hanîfe'nin fıkhını ve ilmî çalışmalarını unutulmaktan kurtaran kıymetli talebeleri arasında, bilhassa, iki isme rastlamaktayız. Bunlara, İslâm fıkıh tarihinde, İmam A'zam'la uzun zaman arkadaşlık ettikleri, ondan ayrılmadıkları ve hocalarının kurmuş olduğu fıkıh ekolünü yaşattıkları için «sâhibeyn» (iki arkadaş veya iki talebe) adı verilmektedir. İşte bunlardan birincisi Yakub b. İbrahim el Ensârî (öl. 182 H.) olup «Ebu Yusuf» diye bilinir ki, oğlu Yusuf ile künyelenmiştir. İmam Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanîfe öldükten sonra otuz iki yıl daha yaşamıştır. Ebu Yusuf'un yazmış olduğu ve Ebu Hanîfe'nin görüş ve rivayetlerini de içine alan önemli eserleri şunlardır: 1. Kitab'ul-Âsâr: Bu eseri, Ebu Yusuf'un oğlu Yusuf, babasından, o da Ebu Hanîfe'den rivayet etmiştir. Bu eserdeki senedler, Ebu Hanife'den sonra Hz. Peygamber (asm)'e, bir sahabîye veya Ebu Hanife'nin rivayetini benimsediği bir tabiîye dayanır. Aynı zamanda bu eserde o, Irak fakihlerinden bir çok tabiilerin fetvalarını toplamıştır. Bu eser, Ebu Hanîfe'nin istinbat metoduna bağlı olan bir fıkıh mecmuası durumunda olup İmam Ebu Hanîfe'nin istinbat ve ictihaddaki mevkiini göstermektedir. 2. İhtilâfu Ebî Hanîfe ve İbni Ebi Leylâ: Bu eserde Ebu Yusuf, 148 H. tarihinde ölen Kadı İbni Ebî Leylâ ile İmam Ebu Hanîfe arasındaki ihtilâfları toplamıştır. Burada, Ebu Hanîfe'nin görüşlerinin bir müdafaası yapılmaktadır. Ebu Yusuf'un bu eserini rivayet eden Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybâni'dir. 3. er-Reddü Alâ Siyeri'l-Evzâî: Bu değerli eserde, savaş halinde Müslümanlarla gayri müslimler arasındaki alâka ve münasebetler ve cihadla ilgili hususlarda Evzaf ile diğerleri arasındaki ihtilâflar yer almaktadır. Burada Ebu Yusuf, Iraklıların görüşünü desdeklemekte ve Evzaî'nin fikirlerini reddetmektedir. 4. Kitab'ul-Harâc: Ebu Yusuf, bu ölmez eserinde İslâm devletinin maliyesi için değişmez ve sağlam bir nizam ortaya koymaktadır. Burada o, hocası Ebu Hanîfe'ye muhalefet ettiği meseleleri de ele alıp hem kendi görüşünü hem de hocasının görüş ve içtihadını büyük bir samîmiyyet, ciddiyyet ve ilim adamından beklenilen bir dürüstlükle anlatır. Burada ihtilaflı olduklarını anlatmadığı hususlarda onun hocasıyla fikir birliğine sahip olduğu düşünülebilir. İmam Azam'ın mezheb ve görüşlerinin yayılmasını sağlayan ikinci talebesi, Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânîdir. O, 132 H. yılında doğmuş ve 189 H. yılında

Page 16: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

16

ölmüştür. İmam Muhammed, Ebu Hanîfe'nin derslerine kısa bir müddet devam edebilmiştir. Fakat, Ebu Hanîfe ile başladığı tahsilini Ebu Yusuf'tan tamamlamış olup Irak fıkhının hafızı sayılır. Bütün bölümlerini içine almak üzere fıkhı tedvin eden ilk ilim adamı odur. Kendisine bu fıkhî çalışmalarında ikinci hocası Ebu Yusuf yardımcı olmuştur. İmam Muhammed'in fıkıh mecmuaları çoktur. Fakat, fıkıhda gerçekten ilk kaynak vazifesi gören eserleri şu altı kitabıdır: 1. el-Asl (el-Mebsût) 2. ez-Ziyâdât 3. el-Câmi'us-Sağîr 4. el-Câmi'ul-Kebir 5. es-Siyer'us-Sagir 6. es-Siyer'ul-Kebir İmam Muhammed bu kitaplarının bir kısmını hocası Ebu Yusuf'la müzakere etmiş, bir kısmını da ona arzetnıiştir. «Kebir» diye vasıflandırdığı kitapları tek başına rivayet ettiği, «Sagîr »diye vasıflandırdığı kitapları da Ebu Yusuf'a arzettiği söylenmektedir. (Muhammed Ebu Zehra, İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi) İslamiyet’teki farklı mezheplerin hikmeti nedir?

Page 17: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

17

Fazla yemekleri atmayıp hayvanlara vermeniz bile ölülerinize yarayacaktır, diye duydum, doğru mudur?

Fazla yemekleri atmayıp hayvanlara vermek güzel bir davranış ve sadaka olup sevabı vardır. Anne babaların da çocuklarının yaptığı hayırlardan hissesi olduğu için, bu söz doğrudur. Yani bir evlat hayırlı bir amel yapıp sevab kazandığında, bundan anne baba da hisse alır. Bir hadiste sürekli ecir kaynağı olan ameller şöyle belirlenir:

"İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk." (Dârimi, Mukaddime, 46).

Ölen Kimse Adına Sadaka Vermek Caiz midir? Bazı ibadet ve taatların ölen bir kimse adına yapılması mümkün ve caizdir. Bunların sevabı ölüye ulaşır. Ölü nâmına verilen sadakalar başta gelir. Hz. Peygamber (asm)'e bir adam gelerek şöyle demiştir:

"Ey Allah'ın elçisi! Annem ansızın öldü, vasiyet de etmedi. Öyle sanıyorum ki, konuşmuş olsa sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Acaba onun adına ben sadaka versem, anneme sevap olur mu?" demiş. Hz. Peygamber; "Evet" cevabını vermiştir." (Buhârî, Cenâiz, 95; Vesâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51; Vasiyye, 12, 13; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 15; Nesâî, Vesâyâ, 7).

Hz. Enes (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e;

"Biz ölülerimize dua ediyor, onlar adına sadaka veriyor ve haccediyoruz. Acaba bunların sevabı onlara ulaşıyor mu?" diye sormuş, Allah elçisi şöyle cevap vermiştir:

"Şüphesiz, onlara ulaşır ve onlar sizden birinizin hediyeye sevindiği gibi ona sevinirler." (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, V, 366).

Hanefilere göre, bağışlanan her çeşit ibadetin sevabı ölülere ulaşır. Ancak ölen kimse namına zekât, adak, hac gibi mali yönü olan ibadetleri ifa etmek mümkün ise de; namaz, oruç gibi ibadetleri onun namına ifa yeterli değildir. Bunların bizzat hayatta iken ifası gerekir. Çünkü bu ibadetler, ferdi, beden ve ruh bakımından olgunlaştırır, olumlu etkileri bizzat bunları yapanların kendilerinde görülür. Başkalarının bunları yapmasıyla asıl yükümlü üzerindeki fayda sağlanmış olmaz.

Page 18: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

18

Cariye ne demektir ve cariyeler ile cinsel ilişki günah mıdır?

Cevap 1:

Kölelik ve cariyelik İslam’ın getirmediği, ama önce ıslah ettiği ve zamanla tamamen kalkmasını hedeflediği bir statü idi; dünya milletlerinin de aynı noktaya gelmeleri sonunda geri dönüşsüz olarak tarihe karıştı. Ama şunu unutmayalım ki, bugün dünyanın birçok yerinde açlar, açıklar, işsiziler, evsizler, güçsüzler var ve bunların bir kısmı, eski köleler ve cariyeler gibi kullanılıyorlar, yoksullukla özgürlük bir arada olamıyor, ihtiyaç insanları köleleştiriyor; bu sebeple insanlık köleliği kaldırmakla yapması gerekenin ancak küçük bir kısmını yapmış oldu.

İslam’ın hedefi bütün dünyada insana yaraşır bir özgürlük ve adalettir. Yepyeni bir dünya düzeninde bu iki amaca ulaşmadıkça dünya insanlığı büyük bir sorumluluk, dahası vebal içindedirler, dine inanmayanların bundan (haksız yere akan kandan, göz yaşından, çekilen ıztıraplardan…) dolayı vicdanları sızlamalı, dine inananlar da bir gün Allah’ın bundan dolayı kendilerini sorguya çekeceğini unutmamalıdırlar. Cevap 2:

Nikah akdi, ikisi de hür olan (bu sebeple vücutlarına da malik bulunan) bir erkekle bir kadının, karşılıklı olarak bir aile kurma ve cinsî yönden birbirinden yararlanma konulu -şartlarına uyarak yaptıkları- bir sözleşmeden ibarettir.

Cariyeye sahip olmayı sağlayan akit ve tasarruf da (satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Şu ayetlerde, iki çeşit evlilikten söz edilmektedir: Biri –hür- kadınlar, diğeri cariyelerle olan evlilik:

“Onlar/ Müminler, mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri ile ilişki kurarlar.”(Müminûn, 23/5-6). “Eğer (birden çok evlilikte kadınlar arasında) adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya eliniz altında olan cariyelerle yetinin.”(Nisa, 4/3).

Cariyelerle ilgili olan evlilik, ayette: “eliniz altında bulunanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Buna “milkü’l-yemin” veya “akdu’l-milk” da denilir. İslam fıkhında bu konuyla ilgili önemli bir kavram da “Teserri” kavramıdır. Bunun anlamı; cariye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir. İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahip olmakla gerçekleşmez. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir.

Page 19: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

19

Hanefî mezhebine göre teserrinin gerçekleşmesi için iki şart vardır: Birincisi: Normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri(birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ayırması. İkincisi, diğer eşlerle birlikte olmak için ayırdığı zamanı ona da ayırması. Ebu Yusuf’a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır.(bk. el-Bedai’, 8/344-45-şamile). Bu iki şart Şafii mezhebinde de geçerlidir.(bk. Muğni’l-Muhtac, 20/316; Nihayetu’l-muhtac, 29/343-şamile) Neden cariye için nikah akdi gerekmez? Çünkü; milk akdi, nikah akdinden daha güçlüdür. Nikah akdi, bir menfaat akdidir. Milk akdi ise, önce ilgili şahsın kendisine sahip olmak vardır. Menfaat akdi ise buna bağlı olarak gerçekleşmiş olur.(bk. Mahmud Hamdi Zakzuk, et-Teserri adlı makalesi). - Bu konuda söz sahibi, İslam âlimleri ve fıkıh kaynaklarıdır. Ümmetin asırlarca uyguladığı hükümler bu kaynaklara göre olmuştur. - İslam alimlerine göre, bir kadınla birlikte olmak ancak iki şekilde helal olur; nikah akdi ve milkü’l-yemin (cariyenin mülkiyetini elinde tutma) akdi ile olur.(bk. Reddu’l-Muhtar, 3/163).

İlave bilgi için tıklayınız:

CÂRİYE...

Efendisi cariye ile cinsi munasebet kurmak istediği zaman, acaba cariyenin red etme hakkı var mıydı? Efendisi cariye ile evlenmek istediği zaman cariye red edebilir miydi?

Page 20: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

20

İyi bir amel, zikir ve güzel şey yaptığınızda, ben desem de demesem de onunla amel edin, anlamında bir hadis var mıdır?

Bu anlamda bir rivayet bulamadık. Ancak bunun manası müçtehitler için doğrudur. Müslümanlar da o müçtehitlerin uygun gördükleriyle amel ederler.

Nitekim, Hz. Peygamber Muaz b. Cebel-i Yemen’e gönderirken, ona “Ne ile hükmedeceksin?" diye sormuş; Hz. Muaz da “Allah’ın kitabı ile, orada bulamazsam Resulullah’ın sünnetiyle, orada da bulamazsam kendi içtihadımla hükmederim (yani iyi gördüklerimle amel ederim)“ demiş ve Hz. Peygamber de bunu tasvip buyurmuştur. (bk. Ebu Davud, Akdiye, 11)

Page 21: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

21

İman artar veya eksilir mi? Fetih suresi 4. ayette geçen: "İmanlarına iman katsınlar diye inananların kalplerine o güveni indiren O'dur." ifadesini nasıl anlamalıdır?

İmanın dindeki anlamı, Peygamberimizi (asm), Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde tasdik etmek ve yürekten inanmaktır. Bunda artma ve eksilme söz konusu değildir. Daha açık bir ifade ile, bir kimse iman esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmasa, meselâ imanın esaslarından olan peygamberlere inanıp öldükten sonra dirilmeye inanmasa veya namazın farz olduğunu kabul edip zekâtın farz olduğuna inanmasa bu kimse mü'min olmaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Bu noktada imanın gerçekleşmesi için hiç kimse arasında hatta peygamber olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Bir kimse ya inanmıştır veya inanmamıştır.

Ancak imanın kuvvetli ve zayıf olması açısından farklılık vardır. Peygamberimizin (asm) imanı ile her hangi birimizin imanı kuvvetlilik açısından aynı değildir. İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna âyet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor:

“Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (Enfal, 8/2.)

İmanın kuvvet ve zayıf kabul edeceğine İbrahim (a.s.)'ı örnek vermek mümkündür. 0, Allah'ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir peygamber olduğu halde şöyle demişti:

– Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster. Allah ona: – Yoksa inanmadın mı? buyurdu. İbrahim: – İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın (için istiyorum) dedi. (Bakara, 2/260.)

Böylece Hz. İbrahim (as), görmeden inandığı bu olayı gözleri ile gördükten sonraki imanının daha kuvvetli olacağı ifade edilmiştir.

Peygamberimiz (asm) buyuruyor:

"Uyuduğum esnada insanların bana arz olunduğunu gördüm. Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi memelere varıyor, kimi daha kısa idi. Ömer el-Hattab da bana arzolundu üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.”

Peygamberimize: – Ey Allah'ın Resûlü, bunu ne ile te'vil (yani tabir) ettin? diye sordular. Peygamberimiz: – Din ile cevabını, verdi.” (Buhari, İman, 15; Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahâbe, 2.)

Page 22: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

22

Bu hadisi şerif de âyet-i kerimeler gibi imanda kuvvet yönünden herkesin eşit olmadığını göstermektedir.

Diğer taraftan imanın artıp eksilmesi meselesi, ilm-i kelâmda münakaşaya sebep olmuştur. Tartışmalı bir konudur. İman, artmaz eksilmez demişler. İmanın yaptığı iş artar eksilir...

Nasıl ki Allah'ın rahmeti her yere yağan yağmur gibidir; fakat o yağmurdan kimisi kaya gibi az faydalanır, kimisi toprak gibi çok faydalanır, iman da böyledir.

Ameller, imanın rüknü değildir. Yani imanın gücü amellerle ölçülmez. İman, manevî bir değerdir. Tartılmaz. Kimin imanı az, kimin imanı çok bilinmez. Arapçada zahirî, Latincede objektif derler; yani dış görünüş. Arapçada batınî, Latincede sübjektif derler; yani içe ait... İman, sübjektif bir olaydır. İçe aittir.

İman insan içindir. Her insanın fıtratında bir şeye iman etme ihtiyacı vardır. Budistler heykele, Hintliler ineğe, Natüralistler tabiata, Müslümanlar Allah'a iman eder.

İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki:

"İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allah Teâlâ'nın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak; amellerden, işlerden dolayı imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalma olmaz."

Kur'an-ı Kerim'de mealen buyuruluyor ki:

"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: 'Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu hazırladı, aman onlardan kendinizi koruyun!' dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.' demişlerdir." (Al-i İmran, 3/173)

"Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan (münafıklardan) bir kısmı, (alay ederek); 'Bu sure hanginizin imanını artırdı acaba?' diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını, yakînini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler." (Tevbe; 124)

İlim, er geç insanı imana götürür. İman, insanı ilimle meşgul olmaya zorlar. Diyorlar ki; "Biz menfaatimiz için ilim tahsil ettik. O ilim bizi Allah'a götürdü." Volter diyor ki; "Allah inancı olmasa pek çok şeyi anlayamayız, anlatamayız. Mesela etten yapılan beyin, nasıl problem çözüyor?" Anlıyoruz ki iman, ilimle bütünleşirse daha iyi anlaşılır. Bir tıp öğrencisi insan vücudunu öğrenirken iki türlü düşünür.

1) Benim vazifem, insan vücudunu öğrenmektir.

2) Bu insanın vücuduna telefon telleri gibi sinirleri, su şebekesi gibi kan damarlarını döşeyen Allah'tır.

İşte böyle düşünceler imanı yüksek mertebelere ulaştırır. İman aynen duruyor amma, boyut değiştiriyor.

Page 23: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

23

Su, her yerde su... İnsan vücudunda akan kanın çoğu su, ağacın gövdesinde dolaşan, su. İçtiğimiz su, su... Denizler, su. Fakat tesirleri başka başka.

Tefekkür, fikir demektir. Yani düşünmek... Bizim her hücremizle tek tek uğraşan Allah'tır.

Tefekkürün imana çok katkısı vardır. İnsana Yaratan'ı buldurur.

Haramlar 'is'e benzer. Nasıl ki is, ampule yapışa yapışa ışığın dışarıya çıkmasına engel olur, haramlar da kalbe yapışa yapışa imanın nuruna engel olur. İbadet, imanı korur. İbadeti, lambanın camına benzetebiliriz. O cam kırılırsa lamba söner...

İmanda Mertebe ve Gelişme Söz Konusu mudur?

Bir çekirdek, nasıl büyüyüp ağaç olana kadar büyük bir gelişme ve inkişaf gösteriyorsa, îman da öyledir. İslâm âlimleri, imânı önce iki mertebeye ayırmışlardır: 1. Taklidî îman, 2. Tahkikî îman...

Taklidî İman: Ana - babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mesele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şüphe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir.

Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün meseleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir. Tahkikî îmanın da pek çok mertebesi vardır. Bu mertebeleri İslâm âlimleri başlıca üç kısma ayırmışlardır:

1. İlmelyakîn mertebesi: İmânî meseleleri ilmen, tam teferruat ve tafsilâtıyla, delilleriyle bilmek ve inanmaktır.

2. Aynelyakîn mertebesi: İmanî meseleleri gözle görmüş, doğruluklarını bizzat müşahede etmiş gibi bilmek ve inanmaktır. Gözle görmekle ilmen bilmek, insana kanaat vermesi bakımından çok farklıdır. İnsan bir şeyi tereddütsüz, kesin olarak bilebilir, ama bir de gözleriyle görünce kanâatı kat kat artar. Amerika'nın varlığını ilmen bilmekle, bizzat görmek gibi... İşte îmanın aynelyakîn mertebesi de, îman esaslarına gözle görmüş kat'iyetinde inanma hâlidir.

3. Hakkalyakîn mertebesi: İmanî meseleleri görmekten ayrı, bizzat yaşayarak, içine girerek kabûl ve idrâk etmek demektir.

İmanın bu üç mertebesini îzah bakımından şöyle bir misal verilmektedir: Bir yerden duman yükseldiğini uzaktan görmekle insan bilir ki, o yerde ateş yanmaktadır. Dumanı görmek suretiyle ateşin varlığını bilmek, ilmelyakîn inanmaktır. Sonra, duman çıkan yere gidip ateşi gözümüzle gördüğümüzü farzetsek, bu da ateşin varlığına aynelyakîn inanmaktır. Bir de ateşin bizzat yakınına gidip sıcaklığını hissetmek, elimizi aleve doğru tutup yakıcılığını duymak suretiyle ateşin varlığını bilmek vardır ki, buna da hakkalyakîn inanma denilir.

Page 24: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

24

Ta'n etmek ne demektir, bu konuda Hadis var mıdır? Ta'n etmek: Kötülemek, dil uzatmak demektir. Mü'min ta'n etmez, kimseye dokunmaz, lânet etmez; Fâhiş söz söylemez ve kimseyi yermez. Belli bir mü'minin ayıbını, ta'n etmek için arkasından söylemek gıybet olur. Gıybet harâmdır. Kapalı söylemek, işâret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de hep söylemek gibi gıybettir. Gıybet olunan mü'min bunu işitirse üzülür. Bu ve buna benzer konular için Peygaber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın şu ibretli sözüne kulak vermek gerekir:

"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." (Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778; bk. Keşfu'l-Hafa, 2/265)

Page 25: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

25

Buhari, Müslim gibi sahih kabul edilen hadis kitaplarının, hiç değiştirilmeden bugüne kadar geldiğine nasıl kanaat getirebiliriz? Kur'an-ı Kerim'in değişmeden kıyamete kadar iletileceği bize haber veriliyor, aynı şeyi sünnetler içinde söyleyebilir miyiz?

BUHÂRÎ'NİN SAHİH'İ: Kısaca müellifine nisbet ederek Buhârî diye bilinen Câmi'u's-Sahîh'in tam adı: "El-Câmi'u's-Sahîh el-Müsned min Hadîsi Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem ve Sünenihî ve Eyyâmihi"dir. Hocası İshak İbnu Râhuye'nin: "Biriniz sahîh hadîsleri müstakil muhtasar bir kitapta cemetse..." tavsiyesi üzerine yola çıkan Buhârî, Sahîh'ini on altı yılda; 600.000 hadîsten seçerek vücuda getirmiştir. Firebrî'nin rivâyetine göre, herhangi bir hadîsi Sahîh'e dahil etmezden önce yıkanıp iki rekat namaz kılan Buhârî, Allah'a istihârede bulunup mânevî bir işâret aramış, ondan sonra hadîsin sıhhatine hükmetmiştir. "Bu şekilde sıhhati nazarında sübût bulmayan hiçbir hadîsi Sahih'e almadım." der. Es-Sahîh'in bu şartlar altında tebyîz'i Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kabr-i şerifleriyle, minberi arasında gerçekleşir.

Buhârî, eserini tamamlayınca Ahmed İbnu Hanbel, Yahya İbnu Mâin, Ali İbnu'l-Medînî gibi devrinin üstadlarına arzeder. Bunlar, rivâyete göre, dört tanesi hariç bütün hadîslerin sıhhatinde ittifak edip, takdirlerini ifâde ederler. Zehebî: "Buhârî'nin el-Cami'u's-Sahîh'i, Kitabullah'tan sonra Kütüb-i İslâmiye'nin en kıymetlisi, en üstünüdür. Bir kimse onu dinlemek için bin fersahlık mesâfeye yolculuk yapsa, bu zahmete değer, seyahati boşa gitmez." der. Eser, te'lîfinde müellifin takip ettiği titizlik sebebiyle en sahih hadîsleri cemederek, bütün ümmetin icmaya yakın bir ittifakla tam bir güvenine mazhar olmuş, "Kur'ân'dan sonra ikinci Kitap" olma şerefini kazanmıştır. Öyle ki, musîbet ve belâlara karşı, tıpkı Kur'ân gibi teberrüken okunması bile müesseseleşmiştir. Sağlam bir senetle Buhârî'nin kendisinden şu rivâyet anlatılmaktadır:

"Bir gece rüyamda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm. Ben önünde durmuş, elindeki yelpaze ile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı sineklerin tâcizinden koruyordum. Bunun mânasını bir tabirciden sordum. Bana: "Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı kizbe karşı müdafaa edeceksin" diye yordu. Beni, el-Cami'u's-Sahîh'i te'life sevkeden bu rüya oldu." Eserin ehemmiyet ve makbuliyetini anlatma zımnında Ebu Zeyd el-Mervezî'den şu rivâyet kaydedilir. Ebu Zeyd demiştir ki: "Ben, birgün Rükn ile Makam arasında uyuyordum. Rüyamda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i gördüm. Bana: "Ey Ebu Zeyd, ne zamana kadar benim kitabımı değil de Şâfiî'nin kitabını tedrîs edeceksin?" dedi. Ben: 'Ey Allah'ın Resûlü senin kitabın hangisi?' diye sordum. "Muhammed İbnu İsmâil'in Camiî" dedi."

Page 26: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

26

BUHÂRÎ'NİN NÜSHALARI:

Buhârî'nin sağlığında ermiş olduğu şöhret sebebiyle, Sahîh'ini 90.000 ile ifâde edilen büyük sayıda kimse kendisinden dinleme fırsatı bulmuştur. Bunlar arasından bin kadarının Sahîh'i dinlemekle kalmayıp rivâyet de ettiği yine kaynaklarda ifade edilir. Ancak bunlardan beşi ismen bilinmektedir: Muhammed İbnu Yûsuf el-Firebrî (v. 320), İbrahim İbnu Ma'kıl en-Nesefî (v. 194), Muhammed İbnu Hârun el-Hadramî, en-Nesevî (v. 290), Mansur İbnu Muhammed el-Bezdevî (v. 329) ve el-Hüseyin İbnu İsmail el-Mehâmilî (v 330). Bunlardan ilk ikisi müteâkib asırlarda çeşitli çalışmalara kaynaklık yapmıştır. Bugün piyasadaki Sahîh-i Buhârî nüshaları, Yûnînî'nin İstanbul'da mevcut olan kendi el yazısı nüshasından 1313 yılında Sultan Abdülhâmîd Hân Hazretleri tarafından Mısır'da yaptırılan baskısına dayanır. Mezkûr baskıda, Yûnînî nüshasının bütün hususiyetleri aynen korunmuştur. BUHÂRÎ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR: İmam Buhârî, hayatı ve eserleri üzerine en çok çalışma yapılan büyüklerden biridir. Hususen el-Câmi'u's-Sahîh'i başka hiçbir kitaba nasîb olmayan bir alakâya mazhar olmuştur. Ricali, metodu, tanzîmi, garib kelimeleri, müşkilleri, terâcim'i, fıkhı... vs. yönleri ayrı ayrı kitaplara, araştırmalara konu olmuştur. Keşfü'z-Zünûn'da bunlardan yüze yakını tanıtılır. Buhârî üzerine çalışmalar hâlâ devam etmektedir. Buhârî ile ilgili bazı mühim kitaplar:

1. İ'lâmu's-Sünen: İlk Buhârî şerhidir, Vefatı 388 olan Ebu Süleyman Hamd İbnu Muhammed el-Hattâbî telif etmiştir.

2. Behçetu'n-Nüfûs: Müellifi Ebu Muhammed Abdullah İbnu Ebî Cemre'dir (v.699/1299) Buhârî'nin tasavvufa müteallik hadîslerini şerheder.

3. El-Kevâkibu'd-Derârî fî Şerhî Sahîhi'l-Buhârî: Kirmânî nisbetiyle meşhur Şemsüd'Dîn Muhammed İbnu Yûsuf (796) te'lîf etmiştir.

4. Et-Telvîh fî Şerhi'l-Câmi'i's-Sahîh: Müellifi Alaeddin Moğoltay İbni Kılıç'dır (792).

5. Fethu'l-Barî bi-Şerhi'l-Buhârî: Müellifi İbnu Hacer diye ma'rufel-Hâfız Şihabuddin Ebu'l-Fadl el-Askalânî'dir (v. 852). Birkaç kere tabedilmiştir.

6. Umdetu'l-Kâri Şerhu Sahîhi'l-Buhârî: Müellifi Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud İbnu Ahmed el-Aynî'dir (v. 855/ 1451 ). Mükerreren tabedilmiştir.

7. İrşâdu's-Sârî Li-Şerhi Sahîhi'l-Buharî: Müellifi Kastalânî diye ma'ruf Ebu'l-Abbas Şihabüddin Ahmed İbnu Muhammed'dir (g. 923/1517 ), matbudur.

8. Kevserü'l-Câri ila Riyâzi'l-Buhârî: Meşhur Molla Gürânî'nin şerhidir, henüz matbu değildir.

Page 27: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

27

9. Feyzu'l-Bârî ila Sahîhi'l-Buhârî: Müellifi Muhammed Enver el-Keşmîrî'dir (v. 1352/1933). Daha çok mefhumlar üzerinde durulur, farklı, faydalı bir şerhtir, matbudur.

10. Buhârî'nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar: Fuad Sezgin'in eseridir. 1956 yılında İstanbul'da basılmıştır. İMAM MUSLİM VE SAHÎHİ, HAYATI:

El-İmam el-Hâfız Hüccetu'l-İslâm Ebu'l-Hüseyn Müslim İbnu'l-Haccâc el-Kuşeyrî, en-Nîsâbûrî: 204-261 yılları arasında yaşamıştır. Hadîs dinlemeye küçük yaşta başlar. İlk defa 218 yılında hadîs meclislerine devama başladığı belirtilir. Hadîs tahsili için Irak, Hicaz, Şam ve Mısır'a gitmiş, mükerrer seferler Bağdad'a uğramıştır. Bu seyahatleri sırasında Buhârî'nin şeyhlerini ve daha başkalarını da dinleme fırsatı bulur. Hadîs aldığı kimseler arasında Buhârî, İshak İbnu Râhuye, Abdullah İbnu Mesleme el-Ka'nebî, Harmele İbnu Yahya Sahîbu Şâfiî, Ahmed İbnu Yunus, Sâd İbnu Mansûr, Yahya İbnu Yahya, Heysem İbnu Hârice, Ahmed İbnu Hanbel vs. de var. Müslim birçoklarına da hocalık yapmıştır: Ebu Avâne Ya'kub İbnu İshâk el-Esferâînî, Tirmizî, Ebu Amr el-Müstemlî gibi. FAZİLETİ: Müslim, yaşadığı devrin en başta gelen hadîs âlimlerinden biridir. Şüphesiz bunda Buhârî, Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu Râhuye gibi meşhur muhaddîslere talebelik yapmış olmasının büyük payı vardı. İbnu'l-Ahram: "Şu şehrimiz (Nisâbur) üç büyük muhaddîs yetiştirmiştir: Muhammed İbnu Yahya (ez-Zühlî), İbrahim İbnu Ebî Tâlib ve Müslim" der. Bündâr da: "Hâfızlar dörttür: Ebu Zür'a, Muhammed İbnu İsmail el-Buhârî, ed-Dârimî ve Müslim" demiştir. Şeyhlerinden Muhammed İbnu Abdilvehhâb el-Ferrâ'nın da: "Müslim, halkın âlimlerinden ve ilim dağarcıklarından biridir. Onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum." dediği belirtilir. SAHÎH'İ: Müslim, çok sayıda eser vermiş olmakla berâber, es-Sahîh'i ile şöhret bulmuştur. İslâm uleması bu kitabı Sâni'u'l-İsneyn bilmekte icma eder. Yani Kur'an-ı Kerîm'den sonra gelen en muteber iki kitabın ikincisi. Bu iki kitaba kısaca Sahîheyn denir. Bunlarda geçen hadîsler es-Sahîh olarak vasıflandırılmıştır. Yâni, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a nisbetlerine kesin nazarıyla bakılır. Yani, hadîs, sadece hâricî şartlarıyla değil, nefsülemrde de sahîhtir. MÜSLİM ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR:

Sahîh-i Müslim'in muhtelif neşirleri mevcuttur. En mükemmel neşrini son devir Mısır muhaddislerinden merhum Muhammed Fuad Abdülbaki yapmıştır. Bu tahkikli bir neşir olup, hadîsler, bablar ayrı ayrı numaralanmıştır. Numaralamada, kısaca Concordence diye bilinen "Mu'cemu'l-Müfehres li-Elfâzi'l-Hadîs'in-Nebevî" adlı fihriste, Müslim'le ilgili numaralamayı esas alır. MÜSLİM'İN ŞERHLERİ: Müslim üzerine birçok şerh yapılmıştır. Keşfu'z-Zünun'da on beş kadarı zikredilir. Fuat Sezgin'in Târihu't-Türas'ında otuza yakın şerhin ismi verilir. Bunlardan bazıları mühimdir:

Page 28: 01 Mart 2013 - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-01-Mart-2013.pdf · 3 Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde

28

1. El-İkmâl fî Şerhi Müslim: El-Kâdı İyâz el-Yahsubî (544/1149) tarafından yapılan bir şerhtir. Kadı İyaz bu şerhle, Muhammed İbnu Ali el-Mâzerî'nin (v. 536/1141) el-Mu'lim bi-Fevaidi Kitab-ı Müslim adındaki şerhini ikmal etmiştir.

2. El-Müfhim li-mâ Eşkele min Telhîs-i Kitabi Müslim: Ebu'l-Abbâs Ahmed İbnu Ömerel-Kurtubî'nin (v 656/1258) şerhidir. Müslim önce telhis edilmiş sonra da şerhedilmiştir.

3. İkmâlu İkmâli'l-Mu'lim: Ebu Abdillah Muhammed İbnu Halîfe el-Mâlikî (v. 827/ 1423) bu şerhte Mâzirî, Kadı İyaz, Kurtubî ve Nevevî'nin şerhlerini yeni ilavelerle birleştirmiştir.

4. el-Minhâc fi Şerhi Sahîh-i Müslim İbni'l-Haccâc: Bu şerh, kısaca Nevevî diye bilinen Ebu Zekeriya Yahya İbnu Şeref en-Nevevî (v. 676/1277) tarafından yapılmıştır. Bugün ençok mütedâvil olan Müslim Şerhî budur. Müslim, dilimize merhum Mehmet Sofuoğlu tarafından tercüme edilmiş, merhum Ahmed Davudoğlu tarafından da hem tercüme hem de şerhedilmiştir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)