08 hoca ahmet yesevÎ yaŞadiĞi devİr …deu!pt!ari olan, karahanlı/ar ile karakıtaylar'ın...

26
tasavvuf ve Akademik Dergisi . Ankara, 1999

Upload: others

Post on 08-Jan-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

tasavvuf İlml ve Akademik Araştırma Dergisi

--~~ .

Ankara, 1999

Hoca Alunet Yesevi: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri

Dosay KENJETA Y . ·. -.. ; .

Arş . Gör., Alunet Yesevi Ü. : "'

Giriş

Hikmet tarzının kunıcusu olan Ahmet Yesev'i, bugüne kadar daha ziyade fik­ri yönü ve menkibelerle örülü bir hayat hikayesi ile tanınmıştır. Mamafih, bugün­lerde bilhassa Orta Asyalı araştırmacılar tarafından onun gerçek tarihi şahsiyeti­nin aydınlarılmasına yardımcı olacak mahiyette bazı vesikalann neşredilmekte olduğunu memnuniyede müşahede etmekteyiz. Bu da yeniden bağımsızlıklan­na kavuşan Orta Asya Türk topluluklannın milli kimlik arayışından ve yetmiş yıl süren baskıcı ateist ideolojinin neden olduğu manevi boşluğu doldurma ve aynı

zamanda kendi fıtrat dinine sarılma çabasından kaynaklanmaktadır.

Eğer bir toplum ayakta kalmak istiyorsa, onun çaresi kendi temel kültürel de­ğerlerini tanımak, fıtratındaki manevi cevherlere sahip çıkmak ve hakikati ken­dinde aramaktır. Toplumumuzdaki problemierin çözümlerini başka kültür ve medeniyetlerde değil , kendi tarihi geçmişimizde aramalıyız. Şu andaki zorlukla­rı çözebilecek "anahtarlar'ın" en önemlisi Hoca A11met Yesevl'nin öğretisidir.

Çünkü Hoca Ahmet Yesevi kendi zamanında topluma yeni bir insan modeli su-nabilmiştir, topluma yeni boyut, yeni ufuk kazandırabilmiştir. .

İşte çalışmamızın konusunu teşkil eden Yesev'ilik kültürü, Yesevl'nin şahsi­yeti ve ahlak! öğretileri ve temsil ettiği görüşlerini inceleme, araştırma objesi ola­rak almamızdaki amaç da onun ilminin (doktrininin) gerekliliğinden, güncelli­ğindedir.

Ahmet Yesevinin Yaşadığı Devir

Ahmet Yesevl'nin hayatını, şahsiyetini ve tesirini anlatmadan önce, onun ye-

106 ICISCll'tlllj

tişmesinde, gelişmesinde tesiri olan XI-XII. asırlardaki Maveraünnehr'in genel

durumunu gözden geçirmemiz gerekir. Çünkü Ahmet Yesev!'nin yetişip yaşadı­

ğı devri, tasavvuflı öğrendiği, ayrıca fikirlerini ve tarikatini yaydığı çevrelerin

sosyal. ekonomik ve kültürel yapısını dikkate almadan, genel durumu tanıma­

dan, onun kültürel alt yapısı hikmetlerinin dil özellikleri, tarihi şartları hakkında

hüküm vermek zordur.

Türkistan coğrafyası içerisinde Sıı·derya, Aral Gölü etrafı, Yedi-Su, Issık Göl,

Tyan-Şan dağlarının güney bölgesi, Yarkent havzasındaki Ku ka ve Kaşgar şehir­

leri yer almaktadır. Bu bölgelerde çeşitli Türk kabileleri yaşamaktaydı. Bu Türk

kabilelerinden Oğuz,Karluk, Kıpçak gibi büyük boylar oluşmuştur. Bunların ya­

nında Maveraünnehr ve Şaş havzasında tarımla uğraşan İran kökenli Soğduluk-

lar da var idi. · • . ··i- · " .:•

Kaşgar'da kendilerine özgü alfabeleri olan, Budha dirundeki Uygurlar yaşı­

yordu. Yedisu'nun güney batısındaki Türgeşlerden Tuhsu, Argu boylan Şaş, is­

fidjap' Balasağun şehirlerinde çok eskiden beri yaşamaktaydılar ve yerleşik ha­

yat kültürüne sahiptiler. Bu boyların llsanı Kaşgarlı Mahmut'un ifadesiyle Soğdu

diliyle karışmış durumdaydı.

Türkistan' da, X Asırda Samanller ve Oğuz olmak üzere iki devlet ortaya çık-

tı.

Türk boylarından Karluklar Yedisu'da ve Doğu Tyan-Şan'da; Çiğilller Yecli­

su'nun güneyinde yaşamakta iken sonradan Karluk'lar birliği içerisine daltil o l­

du. Yağmalar, lssık Göl'ün güneyinde Doğu Türkistan'da, yani Kaşgar'da yaşa­

dılar. Sonra bu boydan, islam'ı ilk resmi devlet elini olarak kabul eden meşhur

Abdü'l-Keriın Sattık Buğra Han (955-956) çıkmıştır. Onun İsHimiyeti kabul etme­

si, Türklerin tarihinde ve hayarında önemli döni'ım noktası oldu.2 Ancak, Yese­

vl'nin yaşadığı XII. asra gelincliğinde bile Türklerin büyük çoğunluğu Müslüman

değildi . Hatta Müslüman olan Türklerle, Müslüman olmayanlar arasında şiddetli

savaşlar cereyan ediyor, Müslüman olanlar diğerlerini ldfir olarak göıi'ıyorlardı.

Karahanlı devletinin ilk kuruluşunda merkezi idare sistemi zayıftı. 1041-1042

yılında Karahanlılar; Batı Karahanlı (başkenti Uzkent) ve Doğu Karahanlı (baş­

kenti Balasağun) olarak ikiye bölündüler. Batı Karahanlılar'ın hakimiyetinde

olan Maveraünnehir'deki Buhara, Semerkand ve Şaş gibi şehirlerde din alimleri­

nin ve fakihlerin·1 otoritesi büyüktiL Çünkü, din adamları ilk günden beri hane­

dantarla sıkı ilişki içindeydiler. Buhara medreseleri; Müslüman dünyasına, Hane­

fi fakihi ve din alimi yetişti recek ilim merkezlerine dönüşınüştü. Karahanlılar dö-

1 Eraslan, Kemal, Diı:an-ı Hikmet'ten Seçmefer, Külrür Bakanlığı, Ankara 1983-, s. 6.

2 Balasağunskiy, Yusuf, Blagodamoe Znan~ve, lzdaniye: S.N. İvanov, Moskova 1983, s.496.

3 Kabakçı, Ziya, XI-Xl!. aa.Karcıhanfılar Daurinde Mal!ercit/.nnehir islam Hukukçu/an, Ankara

1976, ss. 303-305.

hoca ahmet ycset,f.. . 107

neminde, şehirlerde ilim, sanat, kültür ve edebiyatta önemli ilerlemeler olmuş­tur! Bu dönemlerde çoğalan kervansaraylar vasıtasıyla, Tüı·kistan'da mal akımı

kolaylaşmıştır . Ticari faaliyetlerin yoğunluğu, bölgede bilgi ve düşüncenin yayıl­masına ortam hazırlamıştır.' Zaten İslam 'dan önce de bu bölge, İpek Yolu güzer­gahı üzerinde bulunuyordu. Nit.ekiın, Richard Hartınann da Türkistan'ın İslam

fetihlerinden önce ve sonra, Uzakdoğu ile .İran arasındaki işlek kervan yollarının kavşağında olduğunu, güneyden .Hindukuş dağları üzerinden gelen bir ticaret yolunun da buraya kavuştuğunu, dolayısıyla bu bölgenin birçok kültür ve dinin karıştığı ve yaşadığı bir merkez olduğunu vurgulamıştır.6 · •.

Yeseviliğin geliştiği Argu, Hvarizm (Bakırğan, Uzboy) ve Fergana illerinde,

XI-XII. yüzyıllarda, Türklerle beraber henüz Türkleşmerniş İranlılann mevcudi­yeti ve Yesevlliğin yayıldığı Sıı·derya, İlek ve Fergana bölgelerindeki Türklerin

Mazdeizın ve Muğ dini, Man!, Senevi veya düalist mezheplere mensup oldukla­

rı tarihen bilinen bir gerçektir. 1040 yılı Dand~nakan savaşında Mesut Gaznevi'nin askerleri Selçuklu Sulta­

nı Tuğrul Bey'e (1038-1063) yenildi. Horasan, Batı İran , Azerbaycan ve 1055'te de Bağdat, Tuğrul Bey'in hal<imiyeti altına girdi. Karahanlılar için bu bir tehlike yarattı. 1089'da Melik Şah, Buhara ile Semerkand'ı ele geçirdi. Bu hadiseden iti­

baren Karahanlılar, SelçukluJara tabi olmuşlardır. Melik Şah'ın ölümünden son­ra Selçuklu devletinde karışıklıklar zuhur etmeye başladı. Bu sırada Semerkand

emiri Aslan Han Muhammed İbn Süleyman (1120-1130) siyasi istikrar sağlamaya çalıştıysa da iş tersine gitti. Çünkü, 1118 yılında Selçuklu tahtına Sultan Sancar

oturdu ve Aslan I-lan yine ona tabi olmak zorunda kaldı. Batı Karahan devletin­de din adamJan il.e aristokrasi arasında bitmez kavgalar başladığından Aslan

Han'ın iktidarı ve devlet çökmeye yüz tuttu.7 Bundan dolayı XII. asrın başında

Batı Karahanlılar siyasi iktidarlarını kaybettiler ve Selçuklulara tabi oldular. 1130'da Arslan Han ve Sancar Bey'in arası bozuldu ve Sultan Sancar Semerkand'ı aldı. Batı Karahan devletinin çökmesiyle birçok şehirde bağımsız yönetimler or­

taya çıktt. Onlardan biri olan Al-i Burhan (Sadır-ı Cihan) ailesi, .Buhara iktidarını elleıine aldılar.~ Sadırlar yüksek otoriteye sahip, Hanefi fıkıhçılarıydılar. Çok

zengin ve aynı zamanda da Hanefi mezhebine bağlı çok sayıda alirn yetiştirmiş bir aile olan Al-i Burhan tarafından yönetilmekte olan Buhara, İslam dünyasının

muhtelif yörelerinden ve bilhassa Türkistan'ın her tarafından gelmiş ilim taliple­riyle dolu medreseleriyle, Maveraünnehr'deki en dikkat çekici ilim ve kültür

4 Balasağunskiy, Blagodatnoe Znan(ye, ss. 504·505.

5 Şeker, Mehmet, Ahmet-i Yesevi-Hayaıı-Rçerferi·Tesirlerl, İstanbull996, s. 604. 6 Babinger, Frans, "Die Religionen der Erde Ul", Der İslam, Mi.l n ilı 1966, s. 129. 7 Bartold, V., Bogra Han., ilek Han ., (statii) Soçineniya, Moskova 1964, c.II, s.494

8 Alıunovoy, M., fçtoriya llzbekskoy SSR, Taşkent 1967, c. 1, s .383.

108 /aSatJI.I/4

merkezi idi.9

1 130'de Karakıtaylar (Ki da nlar) Balasagun'u ve Kaşgar'ı ele geçirdiler ve Bu­

dizm tekrar canlandı. 10 1138'de ise Batı Karahan devletini Hodjent'te yapıJan sa­vaşta yerle bir etriler. Buhara, Semerkand gibi şehirleri zaprettil er. Sadır-ı Cihan ailesinin reisi Büsameddin Ömer'i öldürdüler ve aileyi kendilerine tabi ettiler. Bu dönemde Selçuklu devleti de kendi içinden zayıfladı ve Oğuzların isyanlan nedeniyle de Sullan Sencer'in otoritesi sarsılmaya başladı. 1141'de Katvan'da Sultan Sancar Karakıtay'a yenildi. Böylece, Karahanlılar ile Selçuklular'ın Mave­raürınehir'deki hakimiyetleri sona enniş oldu. En son Karaharılı kağanı, Osman bin İbrahim 1112-1113'de Harezmşah Alaadelin Muhammed tarafından öldürül­

dü. Doğu Karahanlı devletini de, Nayman ham Ki.içli.ik yok etti. XII. asrın sonu­na kadar bütün Türkistan ve Maveraünnehr Karakıtayların hakimiyeti altına alın-

mış oldu .11 'y_····.: · .·'' ı . .. .

Karakıtayların ha nı, Gürhan unvanını taşıyorclu. Dinleri maniheizın idi." Son gürhan, Man! diye adlandınlmıştır. Müslüman kaynaklarında Kuman1

·' diye geç­mektedir. Manihey dininin edebi eserleri, 'soğdu' şivesinde yazılmıştır. ı·ı Karakı­

tayların hakimiyeti altına alınan bu bölgede, İslam'ın yayılma hızı azaldı. Önce­

den sadece Müslüman olmayanlar cizye öderken, bundan sonra Müslümanlar da cizye ödemeye başladJ!ar. Şüphesiz, XI-XII·I. asırlarda, Maveraünnehir'deki kar-·

gaşalar, taht mücadeleleri, düşmanca saldınlar sonucu orı:aya çıkan sıkıntılar fu­kara halkın omuzuna bindi.

Anlaşılacağı gibi, Xl. ve XII. yüzyılları, sakin, rahat ve "İslam'ın yayılmasına

elverişli" olarak niteleyen, bizden önceki araşurmacılara katılmak zordur. Ger~

çekten de, XI-XIII. yüzyıllarda Orta Asya ve Kazakistan'daki düşmanca saldırılar ve zulüm, halkı kötü duruma düşürdü. Halkın ekinleri yakddı, hayvanları zorla alındı, insanlar sürgüne gönderildi ve bir kısmı da kesildi ... İnsanlar hayatlann­dan ümitlerini kestiler. Abdurrauf Fıtrat: "H. V- V7. yüzyıllarda devam eden bu kavga/ann (savaşların) zamrtan zengin beylerden daha çok, alt tabakadaki insanlara acı çektirdi. Uzun süre devam eden savaşlarda aile reisierinin evle­rinden senelerce uzak kalması, aile işlerinin sahipsiz ve tarlaların m boş bıra­

kılması, tabii. olarak alt sımjlann eziyet ve sıkıntı çekmelerine neden oldu '"5

9 Ahunovoy, Jsıoriya Uzbekskoy SSR, c. 1., s.383. 10 Esin, Emel, "Ahmet Yesevi", 7i'irk Edebüıatı, İstanbul1989, s. 176.

lJ Bosword, K., Musıılmansktye DfiUlStii, Moskova 1971, s.l59. 12 Bartold, V., Soçineniya 6a, T. JJ., Obş~ye Rabotı po isıorii Sredney Azii. Raboıı po istoı·ii Kaı•-

kaza, Vostoçnoy Evropı, İzdatelstvo Vostoçnoy Literatıırı, Moskova 1963, s. SO. 13 Aynı eser, s.52.

14 Aynı eser, s. 216.

15 Fıtrat, Abdurrauf, Abmad Yassavı:v. Maortj ve Okutıwçu, haz.: Doslkarayev, 1993, Yasaviy

Kim Edi) Taşkent 1927, s. 23.

hoca alırnet _w.seııf. . _ 109

demek suretiyle, bu döneme daha objektif bir yaklaşımda bulunmuştur. Bu dönemin siyasi istikra rslzlığını, ahlaki çöküşü ve toplumun huzursuzluğu­

nu, o devrio edebiyatma bakarak da anlamak mümkündt'ır. Mesela; Kutlu Bi­lig'in (doğrusu Kutadğu Bilig) gayesi, yeni ahlaki düzen kurmakrır. Devlet için­deki düzensizliği gidermenin, devleti adaletle yönetmeye, doğrudan Allah'a kul­luk etmeye, adaledi ve akıllı davranmaya bağlı olduğunu bildiımektedir. Asıl ko­nusu akla dayanan Kutlu Bilig'de, büyük Müslüman medeniyeri ve felsefi düşün­

cenin mahsulü olan tasavvufun tesiri de hissedilir. İbrahim Hakkulov, "Yesevf, balkın başında birçok sıkıntıların, musibetlerin

olduğu bir dönemde yaşamış ve hikmetlerini de o zamanda yazmıştır. O; Türk deu!Pt!ari olan, Karahanlı/ar ile Karakıtaylar'ın arasındaki savaşları ve onla­rın dehşetli akıbetierini görmüş, şiirlerinde bu facialara dair düşüncelerini de dile getinniştir"16 diyor. ., .,

Tacikova da, "Yesevf'nin eleştirileri ilk önce idarecilere ve din adamlarına yöneliktir. Yesevi, kendi yaşadığı toplumun düzenini, dinf-ahtakf gayeler çer­

çevesinde tasawufi hikmetleriyle y önlendirmeye çalıştı "'7 diyerek, yukarıda zik­rettiğiıniz görüşü destekliyor. Buradan da büyük düşünürlerin görüş ve yakla­şımlarının iyi anlaşılınası için yaşadıkları sosyo-kültürel çevrenin bilinmesinin gerekliliği ve düşünürlerin göıiişleri üzerinde, yaşadıklan doğal, sosyo-ekono­mik ve kültürel çevrenin belirleyici etkileri bulunduğunu ve onların yetişmesinin ve bilgi edinmesinin bu çevrelerin etkisi altında olduğu ona ya çıkar. Öte yandan düşünürler, görüş ve teorileriyle çevrelerini değiştirir ve sosyal değişimlere yön verirler.

Bartold, Moğol isrilasından önceki Türkistan tarihini değerlendirirken, " ... bu dönemlerde 1ü1"k dilinde ve mantığında yazılmış Ahmet Yesevf ve Süleyman Bakırğanf gibi şair mutasavvıfların, Türk göçebelerini İslanı'a çağıran şiirle­rinden başka Türk edebiyatı eserlerini göremiyoruz. Kutlu Bilig'e gelince XI. asrın Türk dilindeki eseridir, ama tamamen, Türk kültürünün taribf değerle­rinden babsetmiyor, tam tersine Farisf ruhla._ . süslenmiştir"'8 diyerek o döne­min edebi dilinde yazıldığını bildirınektedir.

Emel Esin de, ''Ahmet Yeseuf'nin 'Kutlu Bilig'i' okumuş olması pek muhte­mel ise de onun tesirinde değild1:. Kutlu Bilig, Burkan ve Manf dinlerinin kül­türlerinde, asırla·rca, sanat ve edebiyat eserleri vererek ince/miş, istikrarlı bir Türk devlet ve edeb~yat merkezinde yazılmış ve o merkeze hüabediyordu "19 di-

16 Hakkulov, İbrahim , Abm.eı Yeseui (Hikmet/eri), çev.: $. Topçu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay. ,

İstanbul 1995, s. ı 3. 17 Tajikova, Klara, ls/ilm.: Dı'lnyatanım., Jdeolog~ya, Siyasar, Kazakistan, Alnıatı 1989, s.l21.

18 Barıold, Soçiıum~}'a6a, T. IJ., Obşi}>e Rabotı po istorii ~"redney Azii. RabotJ po İstorii Kavkaza, Vostoçnoy Evropı, s. 256.

ı 9 Esin, Emel, ':Ahmet Yesevi", Tü ı-k Edeb~yatı, İstanbul 1989, s. 176.

1 1 O rasawıif

yerek bu fıkri savunmaktadır.

F. Köprülü ise, ''Türkler Jsl!;imiyetin birçok unsurlannı doğrudan doğruya

Araplardan değil, Acernler vasıtasıyla aldılar . . . Çünkü, Türklere yabancı olma­

yan lranlılar, i5lam medeniye/i dairesine gitmek için yine onlara yol gösterdi­

ier . . . Kutiu Bilig 'e gelince, o; mevzu.u bakımından. "İran/ı/arın Siyasetnamele­

ri tarzındadır 'Pf} diyor.

Yine Barrol d, aynı yerde: " .. . Tı.'i.t·k hanedanları yerli kültüre göre davrandı,

saraylannda İran/ı şairleri bulımdurdu.lar, kendileri de Farsça şiirler yazmış­

/ardır" diye Maverat1nnehr (Türk) devlet idarecilerinin "yüksek kühür" anlayış­

larını bildirınektedir2'

Ahmet Yesevl'nin yaşadığı devri kısaca özetlersek, bu coğrafyada inanılmaz derecede korkunç cinayetler işleyen Batını ve Rafızl unsurlar, devleti içten k emi­

rerek yıkına noktasına getirmişlerdi . Müslüman halk geleceğinden endişeye di.iş­müştü. Diğer taraftan, dinine ve devletine bağlı halk, iktisadi sıkıntılar içinde kıv­

ranıyordu. Çok geniş İslam coğrafyasında haksız yere adam öldürmeler, baskın­lar, soygunlar, yağmalar vv faaliyetler, Müslümanlan, tabir caizse, canından

bezdinnişti . Türkler, dış düşmanıara karşı birleşrnek yerine, lüzumsuz ihrilaf ve mücadelelerle birbirlerine zarar veriyorlardı. Aynı zamanda, İslamiyet'i ve onun

getirdiği yenilikleri henüz benimseyebilrniş değillerdi. Din alimleri, sünni hane­

filer ve süfı tarikatlar arasında da sürekli görüş ihtilaf1an vardı.

Hayatı

Hoca Alırnet Yesevl'nin hayarını geçirdiği Maveraünnehir'deki Buhara ile

Seyhun'un doğusundaki Sayram ve Yesi, onun doğumundan çok önce İslam

devleti sınırları içerisine girmiş , halkının büyük çoğunluğu Türklerden oluşan İs­

Hiın'ın yayıldığı bir bölgedir. Nitekim, Buhara ve Semerkand'ı içine alan Mavera­ünnehr, Emevller devrinde fethedilmiş, bölge halkı Samaniler (819-1005) döne­

minde, Halife Mu'tasım (833-842) zamanında büyük çapta İslamiyeti kabul et­

miştir. 960'da muhtemelen Şaş veFarab (Otrar) arasındaki hattın berisinde kalan Türiderden 200.000 çadır, İslamiyeri kabul ettikleri gibi, X. yüzyılın ilk yarısında

Kaşgar ve Balasa ğu n çevrelerinele İslamiyet büyük oranda yayılmıştır. Dolayısıy­la, Ahmet Yesevl'nin çocukluğunu geçirdiği ve daha sonra irşar faaJiyerlerini yü­

ıiittüğü Yesi çevresi, ondan en az bir buçuk asır önce İslfunlaşmıştı veya İsHim'la

tanışık idi, diyebiliriz. Sayram, Seyhun nehrinin sağ tarafındaki düzlüklerde yer

20 Köprülü, Fuat, T lirk Edebiyatında ilk Mıtta.~awtjlar, Ankara, 1991. ss.21-22.

21 Barıold, Soçineıı~va 6a, T. IT, Obş~ve Rabatı po isıorU Srrtdney Az ii. Rabatı po İstoı'it Kavkaza, Vostoçn~y EıJt-opı, s. 256.

hnca ahmet yeseTJf. .. lll

almaktadır. İsıtim coğrafyanlarına göre Sayram aynı zamanda isbicab/İsficab adını taşıyordu . Z. V. Togan, kelimenin aslının Sefid-Ab olduğunu, bunun da

"Aksu" manasma geldiğini yazmaktadır . Makdisi, bu madde altında Sayram hak­

kında geniş bilgi vererek, kendi asrındaki şehri şöyle tanıtınaktadır: İsfıcab , bü­

yük bir merkezdir. Mamurdur. Elbiseciler çarşısı vardır. Dört kapılı camisi bulun­makradir. Her kapının önünde bir ribat mevcuttur. Kapıları; Nucaket, Farnıhan,

Şakirane ve Buhara isimlerini taşımaktadır. Fakiriere hergün katık ve ekmek ve­

rilir. 7000 dirhemlik çarşı geliri buraya tahsis edilmiştir. Bir ri vayete göre de, 1700 ri bat sayılmışt:,ır. İsficab , cihat merkezidir. n

.İbn Havkaı' da, benzer ifadeleri kullanmakta ve şunları yazmaktadır: ·· . .. Ve­

rimli ve zengin bir şehirdir. Horasan ve Maveraünneh·r'e h araç konulduğu hal­

de, İsbicab bundan hariç tutulmuştur. Civarında Bezahkes, Subanikes, Tamz,

Otluk, Şilcf, Kudüt·, Sütkent, Şavgat· (Şeugar), Sc!frcm ve Vesiç bulunmaktadır.

Xl. yüzyılda At;gu ile Oğuz ili arasındaki sınıı-, Türk Ordu Şebri Sayram 'dem geçiyordu .. . •>1.3

İslamiyerin Maveraünnebir'de yayılması ile Sayram ön plana geçti. Nizamül­mi.ilk'ün yazdığına göre, Hamn er-Reşid zamanında Sayram'da, bir ribat inşa etti­cilmiş ve şehrin ticari hayarına canlılık kazandırılmıştır. Müslüman Türklüğün en

eski camilerinden biri de Sayram'da idi. Burada Hz.Ali evladındanŞeyh İLırahim en çok hizmet gören evliya arasındaydı. Sayram (İsficab) Samanl hükümdan İsınail b. Ahmet (892-907)'in amcası Nuh b. Esed tarafından ele geçirilmiş (838 veya 840),

şehir halkı az sonra ihtida etmiştir. 1' Sayram'da h'lln.ılan ribatlar, onun o devirdeki İslij.ın Bilafeti'nin sınırında olduğunu bildiımektedir. Yukarıda İbn Havkal'ın, Say­

ram'ı , Türk Ordu Şehri olarak nitdendirmesi de, bunun bir göstergesi gibidir. Ni­

tekim, Nesinıi Yazıcı da, Türkistan'da binlerce ribatın, Türkler'in İsh1miyeti kabul­lerinde dikkat çekici rol oynadığını vurgulamaktadır.2; Arapça "r-b-t" kökünden gelen bu kelimeye Km'an-Kerim'de Enfal Süresi'nin 60. ayetinde "mt'n-ribcltf'l­

Hayl" tamlaması içerisinde rastlanmakta ve tefsirlerde "kafirlerle cihada hazır

bulunan süvatilerin atiarını bağlayacak yer" anlamı veıilınektedir .ıı; İslam dün­

yasında h. IL yüzyıl ortalarına doğnı görülen ve değişen zaman ve mekana bağ­

lı olarak fonksiyonlan da az çok değişen ribatlar, önceleri İslam devletinin sınır­

larında kurularak İslam'ın cihat emrini yerine getirdiğini düşünen ve tamamen

22 Konukçu, Enver. "Sayram ve Yesi'', Milletlemı-ası Hnca Ahmet Yeseui Sempnzyumu, Kayseri

1993, s. 250. 23Aymyer. 24 Yazıcı, Neslmi, "Hoca Ahmet Yesevi Döneminde "1\\rk 1shiın Kühürünün Oluşum ve Gelişimi

Üzerine Bazı Düşünceler" , Millet/emrası Hoca Ahmet Yeseı•i Sempozyumıı, Kayser i 1993, s.382.

25 Aynı eser, s. 379. 26 Aynı yer.

1 l 2 tasawuf

gönüllülerden oluşan personeliyle, İslam sınır karakolları dunımundaydılar. Da­

ha sonra bu bölgelerde tarikatlar büyük gelişme gösterdiler. Artık ribatlar birer

zaviye ve tekke idiler.27

likrettiğimiz kaynaklara dayanarak tasvir ettiğimiz İsbicab/[sfıcab (bazı kaynak­

larda Saryam, Aksu, Aktmbet, Akşehir, Sayram olarak geçer) şehri , bugünkü Güney

Kazakistan'da, Şiınkent şehrine 7 km. mesafededir. Bu şehir Alunet Yesevi'nin doğ­

duğu yerdiı". Alunet Yesevl'nin hikmetlerinde28 onun Türkistan'da (Yesi'de) doğdu­

ğu ifade edilmiştir. Ali Şir Nevayi'nin meşhur Nefahatü'I-Üns tercümesinde, Alunet

Yesevi'nin doğum yeri Yesi olarak gösterilınektedir.29 Tajikova da "Türk toptumun­

da meşhur olan İbrahim Mahmud Şeyh'tn oğlu, Yesi şehrinde doğmuştur';y' diyor . .

Aslında bu verilerin ilmi değerlendirilmeye tabi tutulması lazımdır. Alunet YeseVı'ye

ait tarihi vesikaların az, mevcut kaynaklann da genelde menkibev1 nitelikte olması

ve algılanması şimdilik buna cevap verınemize imkan veııniyor. Alunet Yesev1 ve

Yesevilik kültürüne, yani kendi milli kültürüroüze yeniden sanlmaktayız. Yeni şey­

ler de zuhür etmeye başladı. YeseVı'ye dair yeni bilgilere ulaşılıyor. Dolayısıyla, açık­

lığa kavuşınamış kimi yönler gelecekte açıklığa kavuşacak diye ümit ediyoruz.

Alımet Yesevl'nin doğum yılı kesin olarak biliruniyor. Eserlerinden çıkarılan so­

nuca göre "73 yıl yaşadığı ve 1166 senesinde öldüğü" şeklindeki bilgilerin ışığında,

"1093 yılında doğduğu" kimi araştınnacılarca tespit edilmektedir.3' Siraclıcldin Ah­

met, Alunet Yesevi'nin 125-133 yıl yaşadığı görüşünü ileri sürerek, onun 437h. / 1041

m. yılında doğduğunu savunuyor.3l Fuat Köprülü kesin tarih söylemese de, Xl yüz­

yılın ilk yansında doğduğu kanaatindedir.33 KemiH Eraslan da aynı kanaattedir:l-1 Şa­

fak Baran "Ahmet Yesevf" adlı makalesinde, Alunet Yesevl'nin 496 h./1103 m. tari­

hinde doğduğunu kaydeder.3; Harnid Gulamoğlu'nun tespitine göre 1097'de doğ­

muştur.

Alunet Yesevl'nin doğum yılıyla ilgili önemli görüşleri gözden geçirdik Aşirbek Müminov'un ''Yesevf'ninMernbaları, Menşei"adlı makalesindeAI-ırnet Yesevi'nin ilk

üstadırun Bahaeddin İsficabl olduğu kanaatindedir: "O (Ahmet Yesevf), ilk tahsilini

Han(!jfjakihi Bahaaddirı İificabf'derı alı1·. Ondan sonra Otrcır'a gider . . . 'a6

27 Yazıcı, "Hoca Ahmet Yesevi Döneminde Türk İslam Kültürünün ... ", s. 379. ··

28 Bice, Hayati, Divan -ı Hikmet, Ahmet Yesevi, Ankara 1993, s. 31.

29 Nevayi, Ali Şlr, Nesayimtı 'l Mahabbe, haz.: K. Eraslan, Ankara 1996, s. 383.

30 Tajikova, Alô.m: Dünyeltanı m ... , s. 100.

31 Deınirci, Mehnıeı, Tıiı·kiçtaıı Notlan (Yeseı,i Diyarında 6 Ay), İstanbul 1996, s. 85. 32 Pılyev, A., Hodja Abmad Yasavi· SufiyskiyPoet, ego Epoha i Tf..'Orçestva , Aıamura, Alnıaıı1997

s.30

33 Köprülü. Türk Edeb~vatında ilk Mwasawıjlar, s. 62.

34 Eraslan. Kemal; Divan-ı Hikmet 'ten Seçme/er, s. 7.

35 Baran, Şafak, "Ahmet Yesevi", Df:yaneı ilmi Deı-gi, 1993. C. 29, S. 2, s.2.

36 Müminov, ~irbek, Yesev9Yenin Memba/arı, Yasevi Tağılmu, haz. M. Mırzahınetov, .Mura,

Türkistan 1996, s. 26.

hoca ahmet yesevl. .. 113

Ziya Kabakçının, "XI-XII. aa. Karaharılı/ar Devrinde .Maveraünnehı:r İslam Hukukçuları " adh eserinde Baha'al-Din Abu'l-Ma'ali Muhammed b. Ahmad fi Yusuf al-İsfıcabl'nin bir Maveraünnehr fakibi ve Ubaydullah al-Buhar! ai-Mahbu­bl'nin hocası olduğu3' belirtilmektedir. Malıbubi 546 h./1151 m. doğmuş bir fa­kihtir. Babaadelin İsficabl XII. asrın sonunda vefat eder. Bu verilere dayanarak Ahmet Yesevl'nin, XII. yüzyılın başında (yani ın. 1103 veya 1105) doğmuş olabi­leceği tahmininde bulunuyoruz. Çünkü, Ubeydullah Malıbubi'nin (doğ. 576 h./1151 ın.) de, Ahmet Yesevl'nin de (?-1166) hocasının Bahaeddin İsficab1 oldu­ğunu hareket noktası olarak ahyoruz. : ., c. · :

Ahmet Yesevl'nin Sayram'daki yerli Türk ailesinden (Türkeş boyundan)38 çık­

tığı söylenir. Fakat Köprülü ve Kemal Eraslan onun Hz.Ali soyundan geldiği ka­naatindedirler. Buna ilave olarak, Kazakistan'da, Hocaganlann birer dal, din

misyonerleri olduğu, dini yaymak, aynı zamanda ticaretle uğraşmak için buraya gelerek Sunak Ata, Savran, Yesi, Otrar, Talas (Taraz), Balasagun vs. şehirlere yer­Jeştikleri, sonra da yerli halkla onun kültürünü, dilini benimseyerek, bu halkın içinde eriyerek kazak olup, sonra da "hoca" adını aldıklan ~anaati yaygındır.J9

Biz de, onların ilk başta siyasi nedenlerle Orra Asya'ya gelen Hz. Ali "torunları" veya Abbas! yönetimine muhalif kutupta olan "yandaşları" olduğu kanaalillde­yiz.

Alırnet Yesevi'nin babası, Sayram'ın tanınmış şahsiyetlerinden olup, çevre­sinde birtakım kerametleri ile tanınan ve Hz. Ali ahfadından olduğu kabul edi­len Şeyh İbrahim'dir. Annesi ise, Şeyh İbrahim'in halifelerinden Musa Şeyh'in kı­

zı Ayşe Harun'dur (Türkistan'da Karaş~ Ana adı yaygındır). Ahmet, Şeyh İbra­him'in Cevher Şehnaz adlı kızından sonra dünyaya gelen ikinci çocuğu idi."0 An­

nesini, ardından da babasııu kaybedince, ablasıyla birlikte Yesi'ye geldiler ve oraya yerleştiler. Eraslan, Yesevl'nin ilk tahsilini, Yesi'de Arslan Bab'tan aldığını kaydediyor. Mürninov ise, ilk tahsilini Sayram'da Bahaaddin İsficabl'den aldığı ,

sonra da Otrar'a gittiği kanaatindedir. O sırada Arslan Bab, Otı·ar'da otunıyordu41

Pılyev ise, K~ifi'run ''Reşehatü'l-Aynı'l-Hayat" adlı eserine dayanarak, Yese­v'i'n.in Arsl~n Bah'a mürid olduğunu, zahir ve batın ilimlerinin sırlarıru ondan öğ­rendiğini ve onun yanında tam 16 yıl hizmette bulunduğunu vurgulamaktadır. Ahmet Yesev1 23 yaşında iken şeyhi Arslan Bab vefat etmiş ve Otrar'a defnedil­rniştiı·•ı 27 yaşında iken o devrio İslam dini merkezi Buhara'ya gider ve Yusuf

Hemedanl'ye (1049-1140) intisab eder. Pılyev, bu hadisenin m. lllO'dan evvel

37 Kabakçı, XI-XIJ.aa.Karahanlılar Devrinde Maverilı'lnnebtr islam Hukukçuları, s. 267.

38 Pılyev, Hodja Ahmad Yasavi, s. 30.

39 Kişibekov, Filosofya, Alnıatı 1993, s. 72.

40 Eraslan, Divan-ı Hikmet'ten Seçme/er; s. 7.

41 Müminov, YeseuiY.J~nin Memba/an, s . 26.

42 Pılyev,.a .g.e., ss. 31-32.

114 ıasavvı~(

gerçekleştiğini söyleyerek Fuat Köprülü'yle aynı kanaari taşır. Eraslan ise Yese­vi'nin Yusuf Hemedanl'ye intisabuun lllO'dan sonra olduğunu kaydederek, Köprülü'den farklılık gösterir.'-'

Pılyev, Alunet Yesev1 ile ilgili bazı konularda, oldukça kesin ifadelerde bulu­nuyor. Örneğin, 27 yaşında Yusuf Hemedan1'ye intisabeden Yesev'i, 30 yaşında anık onun halifesidir. Buhara'daki tarikatın başındadır. 34 yaşında ise ünlü bir alim. mütekellim ve fakih derecesine yükselmiş, 35 yaşında şeyhi Hemedanl'nin izniyle Yesi'ye dönmüş ve orada Kıpçak, Oğuz ve Karlukların piri olduğunı.ı ve böylece Türk rasavvuf ekolünü kurmuştur kanaatindedir.1

'' Pılyev , Alunet Yese­vi'nin tarihi şahsiyeti konusunda Köprülü ve Eraslan'ın tespitlerine göre daha mantıklı, daha makul çizgidedir. Üçü de Ahmet Yesevl'nin 27 yaşında Buhara'ya gelerek, Yusuf Hemedani'ye intisab ettiği noktasında birleşir. Ama Köprüli.i ve Eraslan, Yesev1'nin şeybin ikinci Ilalifesi Hasan Andaki'den (555h./l160 ın . ) son­ra ,"5 ki Ahmet Yesevl o zaman tahminen 78 yaşında olmalıdır, Yesi'ye döndüğü kanaatindedir. Bu kanaate göre Alunet Yesevi (ğan) h'l.ıyııyu, yani, hilvethaneyi Buhara'da yaptırmış olmalıdır. Çünkü, Eraslan ,.,Yesevf'nin bu. lmyıtdcm 562

h / 1166 m. yılına kadar çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği rnuhakkcıktır" diyor.

Oysa Cebecioğlu, üçünün de dayandığı "ben 27 yaşındapiri buldum ,,.,; şeklin­

deki ffi1sradan, onun inlisap ettiği şeybin Yusuf Hernedani olmadığı kanaalinde­dir:' Buna ilave olarak Cebecioğlu 'nun, "Ahmet Yesevf'nin doğaı· doğmaz, do­

kuz saat durcunayıp göğe uçması meselesini. onun tasavvufa ilk adım aıtı,~ı

gün yaşamış olduğu bir tecrübe şeklinde değerlendirmelidir. İnsanın rubf tekii­

mü/ünde aşkın, soyut düşüneeye yatkınlık kazanabilmesinin ilmf olarak ll

yaşından sonraya ait bulunuşu göz önünde tutulursa, Ahmet Yasevi'nin bu

manevi doğumu nun, maddf doğuşa ait ll veya onu takip eden yaşlarda vuku

bulduğunu söyleyebiliriz. Bu takdirde Arslan Baba ile 18-20 yaşlarında karşı­

laşmış ve ondan manevi emaneti almıştıt·" şeklindeki görüşü'~ Divan-ı Hik­

rnetin gerek rasavvufi incelemelerle, gerek tarilu vesikalarla karşılaştırılabilecek eser olduğuna işaret eder. Ayrıca Cebecioğlu 'nun görüşlerinin, yukarıda Pıl­

yev'in, Raşahat'a dayanarak tespit ettiği hususlara uygunluk arz etmesi de bu fil<­rimizi kanıtlamak açısından çok önemlidir.

Ahmet Yesevi'nin hayatmda Arslan Bab'ın49 önemli yeri olduğunu Divan-ı-

43 Eraslan. Dimn-ı Hikmet 'ten Seçme/er, s. 11.

44 Pılyev, Hodja Ahmad Yasaı•i, s . 35. 45 Eraslan, (l.g.e., s. 12.

46 Yese vi, Ahmet, Di11an-ı Hikmat, haz.: Hayali Bice, Ankara 1993, s . ll.

47 Cebecioğlu, Ethem, Hoca Abm.et Yeseoi ue Tasaı>IJH{ı Anlayışı; ŞEKER, Melımeı. , ıhmı>. i ·i Ye­

seıoi-Hayatı-Eserleri-Tesirleri. İstanbu l 1996, s. 164. 48 Cebecioğlu, a .g.m., s. 164.

49 Yesevi, a .g.e., ss. 4, 7, 31. 33, 34, 17.

hoca ahmet .vesel'f. . . 115

Hikmetten de öğreniyonız. YeseVıliğe dair yeni araştırmalar sonucunda birta­kım problemierin açıklığa kavuştuğunu söyleyebiliriz. Örneğin A. Müminov,

Arslan Bab'ın XII. asırda Mübeyyidiler'in Otrar'daki manevi lideri olduğu göıii­şi.indedir. Üstadından Otrar Mübeyyidllerinin kalıplaşmış doktrinini ve düzenini öğrenen Ahmet Yesevi, Yesi'ye kendi başına hizmet etmek, Mübeyyidilerin söy­leyişiyle "sufra tutmak" için gönderilmiştir.;o Mübeyyidllerin "sufra tutmak" dokt­

rini, "saadet getirici ilim" olarak da bilinmektedir. Müminov'a göre, Arslan Bab'ın Alunet Yesevi'ye sunduğu "hurma", yukanda söylediğimiz "Hikmet-i tlahiyye"yi, yani ''saadet getirici ilmi" sirngelemektedir.51

Ahmet YeseVi'nin hayatında, bugüne kadar işlenmiş, alışılmış yaygın göıiiş de, onun Buhara'daki YusufHeınedani'ye intisab etmesidir. Fuat Köprülü, Yese­vi hakkında, "şeyhinin büyük teveccühünü kazanarak, onun üçüncü Ilalifesi olan Ahmet, ill< iki halifeden (Hasan Andakl (466/ 552 h. - 1073/ 1157 m.), Abdul­

lah Berki (555h./1160-1161 m.) sonra kendi postunu Abdülhalik Gücdüvanl'ye bırakarak Yesi'ye döndüğünü ve 562 h./1166-1167 m. yılında da vefat ettiğini söyler. 52 Ama Alunet Yesevl'nin Divan-ı Hikmetinde YusufHemedanl'den bah­

sedilmez. Tersine Arslan Bab'tan stkça söz edilir. Köpıiilü, Cevahirü'l-Ebrar'da Arslan Bab'tan bahsedi.hnediğini, ama, Yusuf Hemedani'den bahsedildiğini, BektaŞI an'anelerinde ise Yusuf Hemedanl'den bahsedilmediğini beliıtir. 51 Yaşar

Ocak da "Türk Edebiyatmda ilk Mutascıw~flar'daki Ahmet Yesevi, Nakşihendi­lik süzgecinden geçmiş Ahmet Yesevf'dir" der''; Dolayısıyla, Köprülü'nün dayan­

dığı kaynaklann, gerçek Yesevllik hakkında güvenilir bilgiye sahip olmadığı için, onun tahminlerinin de bugün geçersiz olduğu kanaatindedir.~s Pılyev de ay­nı şekilde, "Yesevfliğe dair yeni vesikaların çoğa/ması, 'İlk Mutasavmjlar·'daki araştırma ve incelemelerin i/mf. selliyelerinin düşüklüğünit ve bugün de çok es­

kimiş eserler olduğunu ortaya koymaktadır% "sonucuna varır. Yesevllik üzerine araştırmalarını yoğunlaşnran Otrarlı Muhrar Kojaev ise, YusufHemedani, Ahmet Yesev]'nin üstadı olduğu hakkındaki göıiiş ve rezleri tekrar incelemek lazım gel­diğini;7 savunuyor. Mi.iminov, araştıncılar arasında Hoca Ahmet Yesevi'nin Bu­bara'ya gidip orada okumasıyla ilgili yeni tahminlerin, örneğin, "Ahmet Yese­

vf'nin Buhara 'daki Hocagatıiye fırkası-nt idare etmesinin mümkün olmadığı-

SO Müminov, Yeseuiyyenin Memba/an, s. 27.

51 Mününov, a.g.e., s. 28. 52 Köprülü , Türk edeh~vatırıda ilk Mu.tasawıflar, s. 72. 53 Köprülü, a .. R.e., s. 30-Dipnoı 10.

54 Ocak, Ahıne ı; Tılrk Sı1fil(~iııe Bak!ışlar, lsıanbu l 1996. s. 52. 55 Aynı eser, s. 60.

56 Pılyev, Hodja Abınad Yasaı>i, s. 6. 57 Kojayev, Muhıar, r1rısıan Bap .Hoca Ahmet Yeseuidın U.wazı, Yesevi Tağılııııı , haz.: M. Mırzah ­

meıov, Mura, 1\irkistan 1996. s . 109.

ll6 rasavvı!f

nı" söyleyen F. Akimuşkin'i ve Madelung'un da Yesev! ile Yusuf Hemedanl'nin hiç bir zaman karşılaşmadığını savunan tezlerinin meydana çıktığım söyler. sa Ta­bii ki, bu tespitierin zamanla netleşeceği ve gerçeğin ortaya konulacağı malum­dur. Yukarıda adı geçen araştırmacıla rın tespit ve tezleri önemlidir. Ama, Köprü­

Ili'nün "'Türk Edebiyatında İlk Muıasavvıjlar" adlı eseri "eskimiş" olsa bile, Ye­sevllik kültürünü araştırmada öncü olması ve kaynaklık etme bakırnından da ye­gane eser olduğu ortadadır.

Menkibe'ye göre Alunet Yesevi'nin İbrahim isminde oğlunun olduğu ve onun düşmanları tarafından öldürüldüğü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıj: lar'da kayıtlıclır. 59 Bu olayı Müminov şöyle anlatıyor: "Ahmet Yesevf'nin Yesi biz­metindeki yeniliği, onun Hanefiler/e anlaşmak için gayret sarf etmes~ydi. Baş~ kabirdinin temsilcisi olan Kara Hıtaylar'ın (1 125-1218) bu bölgeye zorla gir­mesi, İstarn 'ın bütün fırkalarını güçlerini birleştirmeye itti. Fakat Abmet Yese­vf, işin başında gelenekçi Hanefi ulemasından da, Mübeyyidfler'den de büyük tepkiler aldı. Çünkü bu iki firka eskiden beri birbirlerine zıt istikamette olduk­larını henüz unutmamışlardı. Bunu, eserlerinde Ahmet Yesevf'nin gelenekçile­ri (ulemti) eleştirmesinden de anlıyoruz. Ahmet Yesevf:yi Yesi ahalis1: de, Mü­beyyidfler de koruyup kollamadı. Onlaı· "Ahmet Yesevfyi taş ile dövmekle kal­madılar, onun yaşı kemtiJe ermeyen gencecik oğlu ibrahim'i de öldürdüler".60

Ahmet Yesevl'nin bundan başka Gevher Hoşnaz veya Cevher Şehnaz aciL bir kızı vardır ki, asırlardan beri kendilerini Hoca Ahmet Yesev1 torunlarından sayan bir çok kimsenin soyu bu hanıma dayanır.6' Tarihte, Ahmet Yesevl'nin soyundan geldiğini iddia eden pek çok ünlü vardır. Özellikle Seınerkantlı Şeyh Zekeriya, Üsküplü Şair Ata, Evliya Çelebi, Hafız Ahmet Yesevl-i Nakşibendl (17. asır) bun­lardandır."ı

Alunet Yesevi'nin ölümü hakkında elimizdeki tüm kaynaklar 562 h./1166-1167 m. tarihini göstemlektedirler.

Şahsiyeti

Ahmet Yesevl'nin şahsiyeri üzerine Bodrogligeti, "Yesevf'nin mücadelesinin Müslümanlar ar-asında yüksek bir yeri vardır. Hz.Mubammed'in çöl Araplan için yaptıklarını, Yesevf, bozkır Türkleri için yapmıştır. >~u diyor. Onun, farklı bir

58 Münıinov, Yesev~YJ>enin Menıbal.an, ss. 27-29. 59 Köprü li!, Tıtrk edebiyatında İlk Murasawiflar, ss. 40, 77.

60 Müıninov, a .g.e., ss. 26·29.

61 Köprülü, a .g.e., s . 77. 62 YakH, İsmail, "Hoca Alınıeı Yesevi ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri", S.D.t/JF.i.Oert?isi,

1994, S. I , s . 2

63 Bodrogligeti, Aııdras, "Ahnıad Yasavi's Consept of Daftar-ı Sani", Milletlerarası Hoca Alnncı Yesevi Sempozyıımu, Ankara 1991.

hoca abmer yeseı.>f. .. 117

zamanda, farklı bir coğrafyada, farklı bir dilde, farklı bir halka, Hz. Muham­med'in mesajmı götürdüğünü söyleyen Bodrogligetti çok hak.lıydı. Biz tüm bun­lara, aynı başanda , sadelikte, derinlikte, aynı güven ve hareketle bu işi yaptığını da ekleyebiliriz. Nitekim, kendisi de, "Ben Ahmet'im, bende 'mim yoktur'," di­yor. Orta Asya'da aynı anlamı, ayru anlayışı ifade eden "Medine'de Muhammed

Türkistan 'da Hoca Ahmet" deyimi yaygındır. Namık Kemal Zeybek bu deyimi, Türkistan'ın Hoca Ahmet Yesev1'ye bakış açısım ifade etmesi bakımından son derece önemli buluyor.64 Burada Ali Şir Neval'nin de Ahmet Yesevi hakkında 'Türkistan eb/inin kı b/e-i duası '65 şeklindeki ifadesi de, onun şahsiyetinin kül­türümüzdeki yerini net olarak bildirmek te dir.

Ayrıca Gordlevskiy, Ahmet Yesevl'nin türbesini ziyaret etmenin Ml'ıslürnanlar için yan hacca denk olduğunu ve kuyusundan su içmenin de bir farz gibi oldu­ğumı belirtir. Onun türbesinden bir avuç toprak almak da Müslümanı manen yii­

ce.ltir. Böylece Gordlevskiy, gözlemlediği Türkistan'daki "Türk Halk Müslüınan­lığı"ndan haber vermektedir. A.Yaşar Ocak da '~Hoca Ahmet Yesevi' demek, Türk

Halk Müslümanlığ1 demektir" diyerek«' bu konuya açıklık getirmektedir. Böyle­ce Ahmet-i Stmt7 olarak bilinen ilk Türk tarikatının kurucusu ve Türk Müslü­

manlığının ilk mühim temsilcisi Hoca Ahmet Yesevi'nin eseri de "Defter-i Sfmf",

·yani Kur'an'dan sonra Türkistanlıların dini kaynağı haline gelmiş ve kudsiyet ka­

zanmıştır. Nasıl Nakşiler, imam Rabbani'nin eserine "Mektubat-ı Kudsiye", Mev­levller Mesnevl'ye ''Mağz-ı Kur'an" (Kur'an'ın Özü ve Ruhu), hatta ''Mesnevf-i

Manevf-i Mevlevf Rest Kur'an der Zeban-i Peh/evf''(Mevlana ' nın Mesnevl-i Ma­nevisi Fars dilinde bir Kur'an'dır)68 derlerse, Gazall'nin İlıyası için: "Kada 'i Jbya

en-yekune Kı.tr'anen" (İhya hemen hemen bir Kur'an'dır) kanaali hakimse Di­

van-ı Hikmet yani, Defter-i Sanı de, Türklerin gözünde ikinci Kudin'dır. Çünkü Türkler, Divan-ı Hikmet e feyz-i İlahi olarak bakarlar. Burada M eserret Diriöz'ün "Hoca Ahmet Yesevf'nin Şiirleri Üzerine" adlı makalesindeki bir hadisede, Di­

van-ı Hikmefin kutsal sayıldığını ispatlayan olgular yer almaktadır. Bu had iseyi kaynak olması açısından önemli gördüğümüz için zikretmek istiyoruz:';9 Haydar

Diriöz (müellifin eşi) anlatıyor: "Bit· Konya ziyaretinde, bir grup oriyantalist ile

Konya 'nın taribf camilerinden birisine ginniştik. Camfde namazını eda eden

bir yaşlt insan, bizlerle alakadar olup. evine davette bulundu. ihtiyann bizi

64 B ice, Hayati , "Hedef Hoca AJ)meı Yesevi Çizgisinde Birle§nıek..", Tı'irk Yurt/arı., 1993. S.6., s .

40-45. 65 Nevayi, Nesayfmu '/ Mahabhe, s . 383.

66 Ocak, Ttlrk S{ijiliğtne Bakış/m; s. 32.

67 Hazirıi, Cevahirü'l Ebrar min Emuaci'l Bihar, haz.: Cihan Okuyucu, Kayseri 1995, s. 56.

68 Uludağ, Süleyman, istam Dılşı'i.ncesiniıı Yapısı (Selef, Keltim, Tasawııf, Fcls~fe), İstanbul

1994, ss. 138-139.

69 Diriöz, Meserreı, "Hoca Ahmet Yesevi Şiirleri Üzerine", Ttlrk Edebüıatı Dergisi, 1989, s . 17.

118 tasawı !f

cezbeden tarafı onun Türkistanlı oluşuydu . Tek odası var, fakir yaşlının odası homboştu. Şark Türkçesiyle konuşuyor-muş. Tarntakır çıplak odada. bezden ya­

pılmış bir cüz kesesinde KurJan-Kerim gibi duvam asılı bir kitap dikkatimizi çekti. "Bu nedir?" diye sorduk. İht~yar: "Ahmet Yesevf Divanı" dedi. Duvardan irıdirttik. Büyük bir saygıyla çıkardı. öptü, haşına koydu. Bu rnanzarayı biç unutamam. Nasıl rnanevf bir kudrettir ki, bu kitap Ahmet Yesevf'nin ölümün­den tam sekiz asır sonra, Türkistan 'dem bu kadar uzak mesc~fede, bu kadm· büyük bir saygı görüyordul Bu fakir insanın, neden bu kadar z engin bir kcU­he sabip olduğunu, o zaman anlamıştık"

Yesevl ilminin temeli süfilik, yani aşıklık ve onunla beraber "tevhit tadını al­

mak" olarak tanımlanır. Yesevl ilminin anlamı ise "hakikate ulaşmak"tır. Amacı

nıhu, gönlü terbiye etmek, eğirmektir. Gönül de insanda olduğu için, Yesev'i il­

ıninin konusu insandır. Gayesi ise, onun kalbi, nıhl yönünü eğiterek, olgunlaş­

tırarak kemal derecesine ulaştınnaktır. Öyleyse, Yesev! ilmi insanın kendi ken­

disini inceleınesine, tanımasına ışık tutmaktadır.""

Şimdi Divan-ı Hiknıete gelelim. Ahmet Yesevl veya Yesevllik konusuna ilk

defa eğilen, değerli Türk Edebiyatı tarihçisi, büyük alim Fuat Köprülü , Divan-ı

Hikmet hakkmda şunlan söyler: "Bugün, Divan-ı. Hikmet nüshalarındaki man­zunıelerden biçbirı· Ahmet Yeseviye ait olmasa bile, şurası muhakkaktır ki, bu

büyük su:fı; Halk Edebiyatı şekilleri ile Türkçe hikmetler yazmış ve ondan son­ra, Yesevi şairleri arasında, bu yolda nıanzumeler yazmak, mukaddes bit· ana­ne olmuştur. Bu bakımdan bugün, elimizde bulıman biknıetlerin, esasen Ye­

seviye aı:t olmamakla beraber, tabii dil bakımından değil, fakat şekil ve rub iti­bariyle onların nasıl Yesevfye ait olanlardan .farksız olacağına büknıedebili­

riz?" "işte bundan dolayı hikmet adı verilen bu tasavuu:fı: abtakf şiir nevi vası­tasıyla, Abmet Yesevf'nin edebi şabsiyetini ve telkin ettiği ideolojiyi -balta tec­rübi bir· mabiyette de olsa- az çok anlamak kabildir". 71 Bu alıntı ile alakah ola­

rak bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum: Divan-ı Hikmet tamamen Ahmet Ye­

sevl'ye aittir. Divan-ı Hikmetteki "Defter-i Sam" sadece bir sıfat tamlaması değil,

bir kavramdır . Divan-ı. Hikmet veya Defter-i Sanı, Türkistanlılar için kutsal bir

metiııdjr. Yesevl yolundan gidenler onu ezbere, vecd ile okumuşlardır. "Hikmet

tarzı, hikmet geleneği" ibaresini bu anlamda kabul ermek lazımdır. Hikmet gele­

neği şifahi olarak da halen hayatiyerini ve kudsiyetini korumaktadır.~' Buna de­

lil olarak da Baymirza Hayt'ın Sovyetler döneminde bile, Yesev1liğin gizli olarak,

70 Kenjetay, Dosay, "Ahmet Yesevi'nin ilmi ve Gerekliliği",]elrn.«ya Deı-gisi, Ankara 1998, 5.2.

71 Köprülii, Fuat, ''Hoca Ahmer Yesevi'' Maddesi, Miim Ansiklnped(çi, Milli Egilim Bakanlığı Yay. ,

C.l., İstanbul.

72 Hayıt B., "Türkistan Kadınlarının Hikmet Geleneği", Milferlercırası Hoca Ahmeı Yeseı;i Sem­

pozyumu, Kayseri 1993.

boçeı abıııeı yeseırf. . . 119

özellikle Türkistan kadınlan tarafından yaşatıldığını artiatan makalesi ve Narnık Kemal Zeybek"in Arslan Bab'ı ziyaret esnasında Özbekistan'dan gelen bir grup

kadının Hoca Alunet YeseVı'nin hikmetlerini ezbere okuduklarına şahit olduğu­

nu belirten sözlerini gösterebiliriz . ~' Nasıl Manas Destanı XIX. asırda Şokan Veli­

kanov tarafından kayda döküldü ise, Divan-ı Hikmet de, Kemal Eraslan'ın tespi­tine göre, XVI. asu·da kayda dökülmüş olabilir. Manas Destanını ezbere söyleyip,

günümüze taşıyaniara "Manasçı" veya ' 'Jırşı-Jırav (Ozan)" denilirse, Divan-ı Hik­met 'i günümüze taşıyaniara "Hikınetçi"7.1 diyebiliriz. Divan-ı. Hikmet 'te yer alan ''Kul Hoca Ahmet, Hoca Ahmet, Miskin Ahmet, Yesevl" gibi isiınierin Ahmet Ye­

sevi'ye verilen ınahlaslar olması da muhtemeldir. En azından bu malılaslar "Ilik­ınet geleneği'ni '' taşıyanların yani, "lıikmetçiler'in" ınahlası olma ihtimali de kuv­vetlidir. Türk kültür tarihimizde şifahi olarak devam ettirilen manasçılar'ın , hik­

metçileı-'in veya genel olarak ''ozan geleneğinin" araştınlmas.ı, yukanda değindi­

ğimiz hususlan aydınlığa kavuşturacaktır. "Divan-ı Hikmet , Nakşiler tarafından süzgeçten geçirilmiş , değiştirilmiştir"

şeklindeki görüşe gelirsek, bu da yanlıştır. Olsa olsa Nakşller, Yesevl'nin ün'l'ınü, şan ve şöhretini , (Türkistan'da) yaygın sevgi ve itibaruu kullanmış olabilirler. Kullanmışlardır da. Ama Yesevl yolunun takipçilerinin hafızasından hikmetleri nasıl değiştirmiş olabilirler ki? Yazıya dökülen Divan-ı Hikmet 'in değiştiril ip, de­ğiştirilmediğini tespit etmek için günümüzde yaşayan "hik.ınetçiler'in" hikmerle­ıiyle karşılaştırmak sOretiyle bunu da aydınlatmak mümkündür. Hikmetlerin nı­hu ve manası Ahmer Yesevl'ye aittir. Metindeki kelimeler, ibareler değişmiş ola­bilir. Ama A.K. Borovkov, hikmet metinlerini inceleyerek, onun uzun asırlar bo­yu işlenip, kalıplaşmış bir edebi tür olduğunu söyler. Önemli olanı da bizim için ınanası ve ruhudur. Biz de Nakşiler gibi, Yesevl'nin bugünkü Kazakistan'daki sevgi ve itibarından istifade ederek, onun hikmetlerini bir köşe taşı olarak lwlla­nıp, İslam 'ı yeniden, toplumumtıza sunabiliriz. Divan-ı Hikmet 'ten İslam'ın ru­hunu, Kur'an'ın manasını aldıktan sonra da, İslam'ı öğretmek, sevdirınek , tanıt­

mak safhası kalır. Hıristiyan dünyası, insanlar rarafından tahribata uğramış olma­sına rağmen İncil'e sadıktır. Bizim, Divan-ı Hikmet 'ten şüphelenmemiz, onun Yesevl kaleminden yazılınadığı şeklindeki alışılıruş kanaarimiz ise, kendi ınilll kültürümüzü tanımamaktan, bilmemekren ve öz külti.irümüze yabancılaşmaktan başka bir şey değildir.

Gfınümüzde Yesevl geleneği yaşıyor ve o geleneği günümüze taşıyan dili­mizdir. Her kültürün yaşamasında dilin önemi büyüktür. Dil, ortak duyguların

yaşanınasında, birlik ve beraberliğin oluşmasında en önemli araçtır. Her türlü yabancı istiHiya rağmen, dilimiz bugün varlığmı sürdürüyorsa, bunda Alunet Ye-

73 C. Kurnaz- M. İsen, Ye.~et>ilik Bilgisi, An.kara 1998, A.Y.V. Ya)'., s . llL

74 Diriöz, "Hoca Ahmet Yesevi Şiirleri Üzerine", Tı'irk Edeb~ı,atı Dergisi, s. 20.

120 tasavvı~l

sevl'nin hikmetlerinin rolü büyüktür. Çünkü hikmet, özlü söz demektir. Bunlar

Allah'tan insana, insanlardan da topluma ulaşan lüzumh.ı eğitim, bilgi aktarma ve

ayclınlatına aracıdır. Ölümsüz söz, hikmetleri dilimizde söyleten O'dur. , '.

Divan-ı Hikmet 'in dilini "Hakaniyye, Argu, Karahan dili, Çağatay" dili olarak

ispatlayanlara karşılık günümüzde bağımsızlığına kavuşan Orta Asya Türk dev­

letlerinin alimlerinden bir kısmı hikınetlerin dilinin Türkmence, bir kısmı tam

Özbekçe," bir kısmı da Kazak dilinin76 özü şeklinde sonuçlara varmaktaclır.

Onun için dün olduğu gibi, dilimizi zaman ve mekan diliinierine ayırınadan, Di­

van-ı Hikmet 'in dili genel olarak Türkçe dersek bir şey kaybetmeyiz. Nitekim

Ahmet Yesev'i de, "ilim Türkistan, dilim Türkçe" demiyor muydu~ Karahanlı dö­

nemindeki büyük zatmuz Malunut Kaşgarlı da eserine 'Divan-ı Lugtlti 't-Türk"

demiyor mu? , ,: •

Ahmet Yesevl'nin edeb1 şahsiyetini yansıtan Divan-ı Hikmet 'ten başka Fakr­

Name adlı risalesi de mevcuttur. Bu risale Kemal Eraslan'a göre müstakil bir ri­

saleden ziyade Divan-ı Hikmet 'in mensur mukaddimesini andırmaktadır.77 Ay­

rıca "Risalatü 'l-Mirati 'l-Kulub"adlı eseri de (Ahmet Yesev!'nin sGfi Mehmet Da­

nişmend tarafından toplanan sözleri) bulunmaktadır. Bu esere Kazakistanlı alim

Carmuharnmedov "Ristlle" adı altında vermektedir.

Hoca Alunet Yesevt'nin rarilıl şahsiyeri üzerine yoğunlaşan fikirlerio en

önemlisini Müminov anlatmaktadu: "Ahmet Yesevf'nin Yesi hizmetindeki yeni/i­

ği, onun Hanefiler/e anlaşmak için gayret sarf etmesiydi. Başka dinin temsilci­

si olctn Karahıtaylar'ın (1125-1218) bu bölgeye zorla girmesi, bütün İsltlmfjır­

kaları güçlerini birleştirmeye itti. "Burada Ahmet Yesevl birliğe, bölücülüğe kar­

şı bütün İslami mezheb ve fukaları, birbirine karşı hoşgörülü olmaya çağıran ta­

rihi şahsiyet olarak bilinmektedir. Fakat Ahmet Ye sev! işin başında gelenekçi Ha­

nefi ulemasından da, Mübeyyidiler'den de büyük tepkiler aldı. Çünkü bu iki fu­ka eskiden beri birbirlerine zıt istikarnette olduklarını henüz unutmamışlardı. Bu­

radan Alunet Yesevl'nin, ne Sünni, ne Şii ve ne de Mübeyyidi vs. taraftan oldu­

ğu, onun sadece yüce dinimiz İslam'ın özü tevhit ve birlik taraftarı olduğu anla­

şılmaktadır. Yesevl'nin siyasi ve ictima1 düşüncelerinin özünde ahlakilik vardu.

Ona göre herhangi bir siyasi ve ictimai hizmet; ahlaki: prensiplere, insanı sevme­

ye, adalete, doğnıluğa, eşitliğe vs. dayanınalıdır. Bu herkes için, böyle olmalıclır.

Böylece şekilde milli, özde İsh1ml kimliği ile aıtaya çıkan Ahmet Yesevl, o günün

tarihi ve coğrafyası içinde kime efendi, kime kul olacağını bilmeyen şaşkın ve

muzdarip halk kitlesinin yol göstericisi ve önderi olma özelliğini kazanmıştır.

75 Hakkulov, Ahmet Yesevi (Hikmet/eri), s. 14. 76 Sızdıkova, Rabiğa, Yesevty Hikmetterinin Tilin Zertteu, haz.: M. Mırzahıneıov, Mura, Türkis·

ıan 1996, s. 18.

77 Eraslan, Kemal, "Yesevi'nin Fakrnamesi", 1DEE, İsıanbul1977, C. XVIII, s. 45.

hoca abmel yeseırf.. . 121

Millet hayatında dinin yeri kuşkusuz önemlidir. Aynı inanet paylaşmak, aynı

kutsal değerlere sahip olmak insanları birbirine yaklaştırır. İşte her şeyden önce Alunet Yesevi', biJ· din ve ahlak öğreticisi dir. Bir mürşid ve ahlakçı hüviyetiyle şe­

riat ahkamını, tasawuf esaslarını , tarikatın adab ve erkanını öğretmeye çaLşma k, İslamiyet'i Türklere sevdirmek ve yerleştim1ek başlıca gayesi olan Ahmet Yese­vl, kendi toplumunun anlayabiJeceği seviyeye inerek, toplumdaki düzensizlikle­ri, fakirlikliği ve gayr-ı ah.lak1 davranışlan kaldırmak ve adaleti yerleştirmek için çaba sarfetmiştir. , .. ,, ·, ~ ·; ·· ; ·

Yesevl düşüncesinde , Allah'la insan arasında ölüm vardır. Ölmeden önce öl­menin, Allah'a kavuşmanın şartı olduğunu bildiren Ahmet Yesev!, Korkut Ata mitolojisinden de anlaşıldığı gibi, "ölümden kaçan, ölümsüzlük ve kurtuluş yo­hı" arayan toplumuna; islam! huzuru, insan! gayeyi sunmuş, tanıtmış ve ölüm

tehlikesinden kurtarmak yolunda "Allah'a iman" esasını öğretmiştir. İlahi aşk, ih­las ve samimiyet, insan sevgisi, hoşgörü, kadın erkek beraberliği, çalışma iş ve emeği yüceltme, ilim ve bilgi öğrenme ve yaşamaya çağırmıştır. Hikmetlerinde insan, insan hakları, vicdan, düşünce ve davranış hürriyeti, sosyal adalet, eşitlik konulan işlenmiştir. .1.. , . ,:. . ·., , :· .. · , •• :,_ " ·· .-.•;.·. i·: . ,:. :···'·. · .. :,. ,,

Köprülü, Yesevi'yi hakiki şairlik kabiliyeri ve lirizmden mahrum kuru bir ah­lakçı olarak değedendirmektedir.'" Bunun tam tersini biz, hikmetlerinde derinlik ve şeklin uyum sağlaması, eserin edebi görkem ve estetik değerinin var olması ,

iki kaynağı (dini ve milli kaynakları) birleştirerek, güzel uyum sağlayan Yesev!

hikmetlerinin edebi kuwetinin güçlü olması, omm şöhret kazarunası ve geniş alana yayılmasının tek sebebidir, diyoruz.

Ayrıca, Ahmet Yesevl'nin Türk-İsUim Dünyasına en büyük hizmeti eski Türk töre, yasa ve ahlak değerleriyle , islamı ahlak esaslarını yakınlaştmp , bağdaştır­

ması olmuştur. "Or1a Asya Sqfiliğinin temeli, Ahmed-i Yesevf ve Yesev flik tara­fından o kadar güçlü. bir şekilde atılmıştı ki, sonraki sufi cereyanlar, mutlaka kendisini bu terne/e oturtmak zoı-unda olduğunu görmüşlerdir"79 değerlendir­ınesini yapanA. Yaşar Ocak, ilk Türk tarikat kurucusunun tarihimizdeki, kültü­rümüzdeki önemini biı- daha vurgulamış bulunmaktadır. ,,,,,. . ':_, . · .. ,.. ·

Ahmet Yesevl, Allah'ın varlığı ve birliğine , İslam dininin özüne ters düşme­yen eski Türk milli geleneklerini dışlamanuş, onları müsamaha ile karşılamış, onların Türk-İslam kültürüne renk katacak şekildemana ve değer kazarunasını temin etmiştir. Onun bu metodu, Türklerin büyük bir zorluk çekmeden Müslü­man olmalarını temin ettiği gibi Türklüklerini kaybetmemelerini de sağlamıştır.

Burada Ahmet Yesevl'nin kendi ilmini geniş alana yaymasında ve İslam'ı tanır­mada, çalışmasını "davranış hürriyeti" usı1lü üzerine oturtttığunu söylemeden

78 Köprü tü, Fuat, Türk Edebiyatı Taıibi, İstanbull982, s . 195.

79 Ocak,Tü.rk Sı?flliğine Bakış/ar, s. 40.

122 fCISCltJI>If(

geçemeyiz. Ahmet Yesevl için esas kanun, icriınaldayanışmadadır. Kanunu, düzeni boz­

mak, toplumsal birlik ve düzenliliğin kopmasına götürür. Ortak bilincin oluşma­

dığı toplumlar, sosyolojik anlamda bir sosyo-kültürel yapı göstermez, onun için Yesevl'nin esas davası Tevhid-i İlahl'dir, birliktir. O, insan faktörüne, bilhassa topluma yön veren ve onu yöneten insanlara çok büyük önem verir. Alimler ilimlerine, haklinler hakka ve adalete göre karar vermezlerse, toplum çöker, devlet gider. O, bu husustan sürekli şikayetçidir.

Ahmet Yesevl, bir nıh terbiyecisi ve eğiticisidir. Her türlü ahiakl kötülüğü temsil eden nefis, i nsanı Hak yolundan alıkoyar. Onu terbiye etmek, ahh1kl kö­tü lüklerden arıtmak, iradeyi geliştirip , nefsin kontrolünü sağlamak gerekir. Bu­nun gibi, YeseVı, topluma insanı kazandınnak için çabalayan, eğitim mücadele­si veren mürşittir, P'ir-i Türkistan' dır. En önemlisi, ld.'ıltürümüze , doğu medeniye­linin ilk ve tek prensibi olan "insan merkezli değişimi" sunması ve İslam nıhun­

dan nasiplenıneınize vesile olmasıdır. Burada Doğu ve Batı medeniyelinin temel ahlaki değerler açısmdan esas farklarını göstermekte fayda vardır: Batı medeni­yetinde değerlere uygun şekilde ortamı değiştirirler. Doğu medeniyetinde ise, en önemli değer sayılan insanı değiştirip, geliştirmeye çalışırlar. Ortamı veya toplumu değiştirmede Batı, tabiatı da, insanı da araç olarak kullanıyorken , Do­ğu 'da, çevre ile uyumlutuğu koruyarak, insani özellikleri ve kabiliyeri geliştire­rek, insanın kendisi de olgunlaşıyor . Başka bir ifadeyle, Doğu medeniyetinde "İnsan, Allah'ın yerdeki halifesidir", dolayısıyla, insan Haldün yerdeki teınsildsi olarak, yaşadığı ortama, Hakk'a bağlı kalarak şekil vermesi gerekir.

Ahmet Yesevl şiirleriyle, görüşleriyle ve ahlaki yaşantısıyla Türk alemini çok etkilemiştir. O, Türk ahlakını , islam'ın dinamik nıhuyla besleyerek sergilerniştir. Hz. Muhammed, "Sizin en hayırlınız ahlakı güzel olanmızdtr" buy'1.ınnuştur.

Ayrıca, "Ben, abiakın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim " badisiyle amacını belirtmiştir.

Ahmet Yesev1 birlik üzerinde durrnuştur. "Ben, sen diyen kimselerden geç­

tim işte" diye, ayrılık gayrılık gütmeyi yermiştiL Hikmetlerinde valıdeLin önemi­ni vı.ırgulaınıştır. "O makamın tevhit adlı ağacı uar. " Bundan da onun Tevbide verdiği değeri görmekteyiz. Tevhit ağacının meyvesinden taelanların huzur bu­lacağını söylemiştir. Toplumsal ahiakın esasına, yani birliğe çağırmıştır.

Yesevl gibi bir şahsiyetin mirasının, bir dönem veya devre mahsus olarak kal­mayaçağına zaman şahittir. Manalı hayat, hedefli yaşam, derin mazmunla bedil

eser yaratıcılığı, gayreti, şahsiyeti, her lwşak için gizlilikleri çok yönlü ve sırları hep yeniden açıklamaya devam eden, sürekli taşıp akan bir hazinedir. Yahya Kemal: 'Ahmet Yeseufyi iyice incelemek lazım. Bizim milliyetimiz onda gizli­

dir" derken çok haklıydı. Zira, Türk düşünce tarihi incelendiğinde Yesevl'nin

hoca abmcl yas!!/~~ . 123

edebiyat, kültür, din , rasavvufve gelenekler, ırk ve dil ve hatta siyaset sahnesin­deki derin ve güçlü nüfüzu günümüze kadar gelmiştir".

Alırnet YeseVı ister Sünni, ister Şii-Batın1 olsun, bilinen odur ki, Türklerin is­lami inancı benimsemelerinde ve bu inanem şekillenip, yayılmasında etkili ol­muş yegane velidir.

Tarikatı

Yesevllik'i ranımak, kendi köklerini ve milli kimliğini öğrenme amacı ile, yüzyılımızın başından günümüze kadar bir çok bilim adanıımn araştırma yaptık­ları da bilinen bir gerçektir. Yesevilik ki.ilrürü hakkında söylenenlere göz attığı­mızda, bunların başında değerli bilim adamı, Türk Edebiyatı tarilıçisi Fuat Köp­

rülü'nün araştırmaları gelmektedir. Fuat Köprülü, Alırnet Yesevl'ye ait görüşleri­ni Türk Edebiyatında ilk Mutasavv!flar adlı eserinde iyice işlemişti. Sonra da Nakşibendilik ile Yesevllik'in aynı temel vasıfları taşıdığı şeklindekj görüşünün düzeltilmesinin lazım geldiğini, yeni araştırmalara dayanarak ilk defa Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu adlı eserinde ileri sürmüş ve Baba!, Haydar!, Bektaşi ana­

neleri ve onlann Ahmet Yesev1 hakkındaki rivayetlerinin tarihi hakikatiere daha yakın olduğuna işaret etmiştir. 8" Agah Çubukçu ise, ''Ahmet Yesevf'nin hetero­

doks. yani genel isiilm kuralların-ın dışına çıkmış sayılması doğru değildir" di­yerek buna karşı çıkıyor.sı Selçuk Eraydın da, Köprülü'nün böyle kesin hüküm vermesini doğru bulmaz. O, Köpri.ilü'nün, sadece Ahmet Yesevi'nin hayatı hak­kında şüpheler olduğunu. şimdiye kadar yaptlan araştırmalann kesin sonuçlar vermediğini, bu hususun kendisinden sonra da tetkike muhtaç bir durum arz et­tiğini belinmesi yererli olurdu8ı diye yakırursa da, Ocak; "Heterodoks teriminin

Hıristiyanlıkta olduğu gibi, ·sapık isiilm ' yani, Sünnf isiilm 'a karşı anlayış ola­rak yorumlanması doğru değildi?·. Doğru olan, sosyo-kültürel yapıları, islilm'ı henüz kabul ettikleri için, kitabf ve doktrinsel bir· islam anlayışına yeterince nüfuz etmeye -çok tabif olarak- milni teşkil ettiğinderı, İslam 'ı iste1· istemez es­ki inançlarının doğru.ltusundcı ve etkisinde anlamak zontnda olan, bu yüzden de kitabf İsiilm 'dan bazı konularda farklılaşmış bir lslc?m anlayışı geliştiren zümreterin inançları olarak anlamaktır·" demekte ve İslami araştırma sahasın­

daki muhafazakarlığa karşı çıkmakta; ayrıca Hıristiyanlıktan, Batı kültüründen alınan ''Heterodoks'' gibi terimierin İslami kültürü canı karşılayamadığını belirt­mektedir.

Gerçekten de başka bir kültüre ait terimleri, kendi hiltüriimüze has olgulan

80 Köprülli, Osmanlı DefJ!eıinin K11nil11i11, Ankara, 1959. s.98; Aynı eser, Il. Bask ı 1972, s. l66. 81 Çubukçu, Agah, İslam 'da Ah/dk ue Mwluluk Felsefesi, Aı1kara 1977.

82 Eraydın, Selçuk, Tasawıı{ı'l? Tarikat/ar, İst.'lnbul1994 , s 326. ,. ·

124 tasavvı~f

karşılamak için kullanmak doğru değildir. Çünkü, kendi kültüıi.imüzü başka kül­türe göre yonımlamış oluruz ki, bu ciddi bir yanlışlıktır.

Nakş1 \ TC Bektaşi tarikatlarının, Yesevl tarikatından doğduğunu ileri sürmek, anlaşılması zor bir tezdir. Çünkü bir şeyh, zıt iki mizacın, farklı tercih ve öncelik­Ierin öncüsü , mümessili olamaz. Ancak onun fikirlerinden yaradanmış olmak

pekala mümkündür. Nakş1 dervişleri Ahmet Yesevi'nin adını, etkisini kullandı­lar. Onun diliyle, kendi dokrrinlerini söylediler. Fikir ve inançlarını böylece yay­mak, taraftar bulmak daha kolaydı ve etkiliydi. Maveraünnehir'deki Nakşiben­

diyye tarikatı hakkında yeterince araştırma yapılmıştır. Bu dunım, Nakşl tarikatı mensuplarının yazılı kaynaklarının, vakıf belgelerinin ve genel bilgilerin çoklu­ğundan kaynaklanmıştır. Yesevilik hakkında yapılmış tarilli araştırmalann bugü­ne kadar sonuç vermemesi, vesikalann ve yazılı eserlerin çok az sayıda olmasın­

dandır. Bartold'un, Yeseviyye göçebelerin, Nakşibendiye şehirtilerin tarikatıdır,

görüşünü başka bir tarzda sunan Babacanov; "Yesevflik ve Nakşibendflik birbi­

rine benzem~yot~ Nakşibendflik sünnilikten ayrılm~yor... Yesevflik ise Orta As­ya'da ... ve Tüt·kiye'de ){]V asırda Bektaşifiğe karı§tı .. . Silsileleri bakımından Nakşibendftik Ebu Bekr'e dayanırsa, Yesevflik Hz.Afı<ye bağ/anıyor. Nakşiben­dfliğiıı zikri, zikr-i hafi'dir, yani sessiz zikrdir. Yesevf/iğin zikri ise, zikr-i erre (testere zikri), yani zikr-i cehriyye (yüksek sesli zikir)'dir'"3 diyen İrene Meli­kofu destekler. Yine Babacanov, aşağıdaki parçayı iki tarikatın arasında var o lan önemli farka işaret etmek için anmaktadır: "Herat Nakşihendfyye tarikatının so­.fisi Meulana Abdü'l-Gqjfar'dan sormuş/ar: "Serı Hocagan silsilesine hizmet edi­yordun, şimdi niye Yeseviyye şeyh1:ne hizmet ediyorsun?. O da cevaben: "Hoca­gan silsilesi sadece tüccarlıkla uğ1·aşıym~ Cehriyye ("Yesevryye) silsilesinde öyle şeyler yok, onlar Allah'a hizmet ediyorlor'Jl4 Buradan da iki tarikatın özellikleri-ni anlatan ipuçlarını yakalayabiliriz.

Ayrıca, Yeseviyye'nin görüşlerinin, sonralan Tayftıriyye adıyla anılan Baye­zid-i Bisraml'nin göıi.işlerinden etkilenmiştir, ss diyenler de vardır.

Bartold ise, "Türkistan 'ın ev/iyası. pfri Ahmet Yesevf, XII. asırda yaşam1ş bir mutasavvif olup, onun hikmetleri Orta Asya Türkleri arasında geniş alanda yayıldı . Ahmet Yesevf ve onun halifeleri hakkındaki bilgiler, onun Orta Asya bozkır göçebelerine islam 'ı yaymadaki yerinin büyük olduğunu gösteriyor. Yer­Iilere nazaran göçebeler üzerinde çok etkili olclu.'/16 diyor.

Alırnet Yesevi hakkındaki bilgilerin menkibevl ve az olması, Köpıiilü 'yü tabii

83 Melikoff, İrene, "Alunet Yesevi ve Türklerde İslamiyet", Milleılerarası Hoca Abm.eı Yesr:wi Sem· pozy11mıı Bildiri/eri, Ankara 1991, s. 66.

84 Babadjanov, Bahtiyar, Yasav~ya i Nakşbarıd~ya 11 Maı>erannabı·e, iz İstorii Vzainıoomoşenii

(ser. XV-XVI. vv.), Mura, Türkistan 1996, s . 80.

85 Temren, Belkis, Tasavvııf Dı'lşüncestnde Demokrasi, Ankara 1995, s . 25.

86 Barıold, Soçiıı.eniya 6a, T. Il., Obş(ye Raboıı po lstorii Sredney Azi i. Raboıı po istorii Kaı,kaza,

hoca ahmet yesevt. . . 125

olarak hatalı tespitiere sürüklemiştir. Örneğin, "Ahmet Yesevf Buhara ya giderek ilim tahsi/i yaptı, Yusuf Hemedanf)'e intisap etti, orada tarikatın başına geçti, iı:fanıyla bilgisiyle Hemedanf'nin üçüncü hafifesi oldu, şöhret kazandı " der­ken, bir başka yerde ·'Horasan ve Buhara lmn kültürünün hüküm sürdüğü bölgelet·de Hoca Ahmet Yesevf ve Yesevf.Jik h. VIII (m. XV) asırlarda az çok du­

yulmaya başladı. "17 demektedir. Diğer bazı araştırmacılar "Göçebe Türk muhitinde gelişen Yesevllik, elbette

eski Türk geleneklerinin oluşturduğu "norm" ve "değerler" ile karışmak ve baş­ka bir ifade ile Şamanlıktan gelen hayatı şeklen Müslümanlaştırmak mecburiye­tinde kalmıştir. Yesevı, tasavvı.ıfu Şamanhkla kaynaştırmıştır. Onların cehr1 zikir yapmaları, şarkı söylemeleri, raks etmelerini bazı araştumacılar tasavvufa Şa­manlığın resiri olarak belirtiyorlar. "88

Mi.iminov, Alunet Yesevi fikirlerinin esasını Yusuf Hemedanl'ye dayandır­mak, Yesevtyye ve Nal<şibendiyye tarikatiarına dair bazı vesikaları ve problem­leri dış görünüşe göre, sathl olarak mukayese etmeye, iki tarikatın da temelini Hocaganiyye tarikatında aramamıza sevk eder ki, bu yanlıştır. Bu Hocaganly­ye'ye dayandırma fikri Nakşibendller tarafından ortaya atJlmıştJr ve onlara hiz­met etmiştir. Bugüne kadar ulaşan bütün vesikalar bunu gösteriyor ve bunun Yesevllik gerçeğinin bilirunesine engel olduğuna işaret etmektedir.39 Ardından da, "Bağdat ve Horasan'daki tasavvuf ekallerinin Yesev!yye tarikatının oluşma­

sında o kadaJ etkili olmadığım, Yeseviyye tarikatının doktrini (ilmi) asırlara ya­yılan Türkistan Mi.ibeyyidilerinin doktrini ile adetlerinin devarru olmuştur, sonu­cuna varmaktadır. Bu görüşü destekleyecek mahiyetteki incelerneyi Z.V.To­gan'da buluyoruz: "Yesevfliğin yayıldığı Sırderya, İlek ve Fergana bölgelerinde­ki Türklerin Mazcleizm ve Muğ dini, Mani veya Senevf (düalist) mezbeplere mensuhiyelini hatıdatıt·. Hikmetlerde tekerrür eden "Pir-i Mug an" tabiri, bir remiz olmakla beraber, açıkça Batı Tüd~istan 'daki "Muğlar" ile ilgilidir. "XJ Bar­told da, '~ıtübeyyidf.leri 'in çoğu. ilek (Ilak) köyleri arasında bulunuyordu" di­yor.91 Ahmet Yesev1 ve Yesevilik üzerinde araştırma yapan Müıninov "Tü.rk Ma­nihaizm dininin ve Manihey edebiyatının meydana çıkışı, bu civarda çok es­ki asır/ara uzanan Türk-İran ilişkilerinin derinleşmesinin tabif neticesi idi. Ahmet Yesevf'nin hikmetlerinde de Manihey edeh~yatına has, tüı- ve konulara rastlanır'f)' tespitini yapmaktadır. Bu görüşler üzerine Esin, şöyle bir değerlen-

Vostoçnoy Evropı, s. 251.

87 Köprülü, "Hoca Alunet Yesevi", İslam Aıısiklopedisi, C. I.

88 Tacikova, islam: Dünyatamın., s. 118.

89 Müıninov, YeseoiJ~~nin Memba/arı, s. 23. 90 Esin, ·:Ahmet Yesevi" , Tt"irk Edebiyatı, s. 32. 91 Bartold, a .g.e,, s. 216. t.:··

92 Müıninov, a.g.e., s. 27.

126 uısaı~ıııf.

dirmede bulunuyor: "Yesevf'nin yaşadığı devirde Bala.sa.gun 'da, Budist Karcıhı­tcıylar bulunuyordu ve Budizm tekrm· canlcınmıştı. Hikmetlerdeki bazı tabirle­ri Budist Türk metinlerinde de görmüştük. Mesela, beşerf zaafları yenmiş veli anlamına "eren'' tabiri, Yeseuf tarikatındaki başı tıraş etmek ust1lü. Budist "to­yın "laı-ın (rahip) adeti idi. Hikmetlerin şekli ve bazı remizleri de Budist edebi­yatını hatırlatır. ,ııı Zeki Velid! Togan, "Yesevfliğe Dair Bazı Yeni Malümatlar" adlı makalesinde, Yeseviliğin Manihaizın'le bağdaştığını gösteren bir delil göste-

• .y.~

rıyor.

Burada tüm araştırmacılar Ahmet Yesevl'niı1 İsl:hn'ı yayınada ve öğretmede muhataplanna davranış hürriyetini tanıyarak ün kazandığım, dolayısıyla toplu­

mun İslam'ın evrensel değerlerini kazandığııu dikkate almıyor. Ama Yesevlliğin en bariz lnısusiyeti Türk geleneğinden doğmuş olması noktasında bütün araştı­ncılar hemfikirdirler.

Yeseviliğe dair yeni maJOmat olarak kabul ettiğimiz bir eser de, Safiadelin Orun Koylakl tarafından 590 h./1291 m. yılında Türkçe'ye tercüme edilen Neseh­Nanu!dir. Bu kaynağa dayanarak, Müminov şöyle bir beyanda bulunuyor: Bu­güne kadar İslam araştırmacılannın gözünden kaçan bir çok mesele, bu Heseb­name'de yer almaktadır. "Sufra" terimine ilk önce bu kaynakta rastlanır. Bu ke­lime "san olmak, san" gibi anlamlara gelir. Neseb-Name'de "Sufradarlıl<", "Sufra tutmak" şekillerinde göriilen kavram, "idrak etmek", "şakirtlere başlık eın1ek" anlamlarında kullanılır. Neseb-Nanu!deki bilgilere göre, ilk ··sufra tutucular" Ah­met Yesevi'nin atası İshak Bab ile babası İbrahim Şeyh'tir. Ahmet Yesevl de Ye­si'ye sufra tutmak için gönderilmiştir. Demek ki, sufra tutmak Yesevlyye Tarika­tının ananevibir mirasıdır.Bizirn kanaacimize göre yukarıda zikredilen Neseb-na­me eserinde yer alan "sufra tutmak" kavramı ··sofra tutmak" olarak algılanmalı­dır. Çünkü sufra tutmak kavramı bir şey ifade etmiyor. Ayrıca metinde ·'sin'' har­fi ·•sad" olarak yanlış istinsah edilıniş de olabilir. Nitekim Divan-ı Hikmet te "Hak sqfrası yayıldı, na.sip, pay alın '05 şeklinde ifadeler geçmektedir. "Hak sofrası", "sofra [l.ltmak'' kavramlannın Allah'ın nasibi "Hikmet"ten pay almayı, öğrenme­

yi gerçekleştiren bir müessese veya belli şaluslar tarafından topluma sunulan öğ­reti (doktı·in) olduğu anlaşılmaktadır. Kültürtimüzde önemli yeri olan ınisafirper­verlik, konuk ağırlamak, enisafidere özel sofra hazırlamak, emek kutsallığı gibi değerlerin, İslam ile beraber dinl-tasavvufi anlam kazanması muhtemeldir. Buna ilave olarak Korkut Ata'nın: "Atanın terbiyesin gören oğul, sqfra çeker"vecizesi de, kültüıiimüzdeki misafirperverliğin önemini vurgularnakr.adır. Burada Ahmet Yesevl'nin babasının sofrasını açınaya muktedir olup, "sofra tutma" zamanının geldiğini bildiren, bu· menk1beyi de hatıriatmakta yarar vardır: ·'Yesi 'de bir hü-

93 Esin, ':Ahmet Yesevi", Tt'irk Edebiyatı, s . 32.

94 Togan, ''Yeseviliğe Dair Bazı Yeni Malfıınaılar" 1993.

95 Yesev!, Diuan.-·ı Hikmet, s. 119.

hoca ahmet yeseı>f. .. . 127

kii:mdar Karaçıtğ dağının kaldırılmasını emretmiş ve tüm evliya/arı toplamış­sa da sonuca varamamış. Bu. haber Ahmet Yesevi'ye yetince, o ablasına aktar­mış. Abiası da: 'Babamın vas1:yeti vat~ senin zamanının gelip gelmediğini ha­banıızın türbesi içinde [;ulunan bir sofra tc~yin edecektir. Eğer o solr·ayı açabi­lirsen, zubur zamanın geldi demektir, uar git!' demiş. Türbeye giden Ahmet sof­rayı bulup açmış, böylece zuhw· zamanının geldiği anlaşılmış. Sqfrayı yanına

alıp Yesi ye doğnt. hareket etmiş".rx.

Görüldüğü gibi. Yesevlyye tarikatının menşei hakkında yapılmış incelemele­

Ii karşılaştırarak sonuç almak şimdilik zordur. Çünkü yeterli malzemelere sahip

değiliz.

Taril1te Abbasllerin iktidara gelişiyle İran, Orta Asya, Kuzey Afrika, Mısır vs.

bölgelerde siyasi hüviyeteeki bir çok akımın meydana çıktığı bilinen bir gerçek­

tir. Her bir akımın, ilk başta siyasi gerekçelerle ve sonradan da Kur'an'a, dine da­

yalJ felsefi yorumlan kazandığını göz önünde bulundurduğumuzda, Mümi­

nov'un ve Ocak'ın tespitlerine olumlu bakabiliriz. Ama bunlar da tahminden iba­

rettir. Ahmet Yesevi ve Yesevlliğe dair yeni vesikalar ortaya çıkmaya başlamıştıL

Özellikle Orta Asya'da bulunan müesseseler tarafından ciddi araştumalar yapıl­

maktadır. Yeseviliğe dair yeni malumauar bulundukçayeni görüşlerin , tespitie­

rin ortaya çıkacağı muhakkaktır.

Tesiri '

Ahmet Yesevl, bize göre tasawufun ilk dönemi ile ikinci dönemi arasında ge­

çiş nol<tasında bulunmaktadır. Mubyiddin Arabl ile ilk dönem tasavvuf düşünce­si don.ık noktasına ulaşmış ve Vahdet-i Vücut anlayışı ile yaygın bir kabul gör­

müştür. Ahmet Yesevi'de en önemli noktalardan biri, insanın 'insan-ı kamil 'e

ulaşmak için çaba göstermesi gereğidir. Bu çaba ise eğitimdir. Eğitiminin temel­

lerini, içinde yaşadığı toplumun kültüründen alan Ahmet Yesevl, Türk töresini,

Türk dilini tasavvuf düşüncesi ile birleştinniş, bezemiş ve Türk tasavvufunun te­meline ilk taşları koymuştur. Bu yüzden Alunet Yesevl, tasavvufun hem ilk dö­

nemine, hem de ikinci dönemine girebiten bir kavşak noktasıdır.""

Köprülü: ''Ahmet Yesevi''nin Türk taribindeki ehemmiyeti, birkaç cilı tasav­vufi manzumeler yazmış olmasında değil, islamiyetin Türkler arasında yayıl­

nıaya başladığı asır/m-da, onlar arasında ilk d~fa bir tasavvuf mesleği vücuda getirerek nthlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasındadır. Yesevf'derı

önce Türkler arasırıda tasavuufyolıma girmiş kimseler yok değildi; lakin onlar, ya büyük İslclnı merkezlerindeAcem kültürünün tesiri ile acemleşmişler, yahut,

96 Eraslan."YeseVı'nin Fakrnaıııesi" , TDEE, s. 39.

9' Teınren, Tasawı(( Dt'işı'lnçesinde Demokrasi. s. 26.

128 laSOWI!( · • ' '

yeni dinin umumfleşmesi için büyük Türk kitleleri arasına girerek orada unu­tulup gitmişlerdi; içlerinden hiçbiri, kendilerinden sonra da yaşayıp, devam edebilecek kuvvetli bir şey tesirine muvc~ffak olmamıştı ' PB diyor.

Ahınet Yesevl, Orta Asya'nın Tür~ kabilelerinin Müslümanlaşmasında önem­li rol oynamıştır. Yesevllik kültüıi.inün dilinin Türkçe olmasının da Türk çevre­sinde tesiri büyüktür. Yeseviliğin tesiri baş.lıca şu sahalarda olmuştur: 1- Kıpçak,

yani bugünkü Kuzey Türkleri, 2- Türkmen sahası, 3- Azeri sahası , 4- Batı Türk­leri, yani Anadolu sahası , 5- Hindistan, 6- Afganistan.

Bugün bile bu bölgelerde Yesevi'liğe mensup olan kimseler vardır. Seyhun ıruntıkası ile Özbek, Kazak bozku·lannda Ahmet Yesevl'nin ehemıniyeti asla azalmaınış ve hiçbir tarikat onun yerini tutamaınıştır. Yesevilik Yunus Emre'nin yetişeceği manevi ortaını hazırlamış ve onu da etkilemiştir. Hoca Ahmet Yesevi Anadolu ve Rumeli'yi fetbeden kuvvetlerin başında bulunan Horasan erenleri- · nin manevi atası idi. Ondan beş asır sorua gelen Evliya Çelebi (ö .l68D'nin Ye­sevl'yi büyük babalarından sayması boşuna değildir. Son olarak, Şafak Baran'ın sözüyle, Alunet Yesevi, İbn Arabl'yi bile tesiri altında bırakmış bir şahsiyettir, di­yebiliriz.

r. \ ·

Sonuç ·i .

Dün olduğu gibi bugünde Alunet Yesevı: düşüncesi insanlığı kurtaracak bir "ab-ı hayat" hüviyetini koruınaktadu·.

AhmetYesevi eğitim kaynağı olarak, kendine özgü Türk İslam ınutasavvLt1a­n usülünü belirlemiştir.

Ahmet Yesevl'nin yaşadığı dönem; Türk hanedanları arasındaki taht mücade­leleri, başka dindeki Karakıtay'lann Maveraünnehir'i yağmalaması, sürekli kar­gaşanın ve siyasi istikrarsızlıkların mevcut olduğu döneındi . Bu şartlar altında o, topluımı İsHim çizgisine, Peygamber yoluna davet eden, onun gibi olmaya ~aba­layan ve onun insanlık, aydınlık için yaptıklarını gerçekleştiren, birliğe, bölücü­lüğe karşı İslami mezhepleri hoşgörüye çağıran, tarihi bir şahsiyet olarak oıtaya çıkmaktadır.

Yeni görüş ve kaynaklardan hareketle çalışmaınızın sonucunda Alunet Yese­vi'nin m. 1103 (1 105) yılında doğduğu kanaatine vardık

Ahmet Yesevi'nin Yusuf Hemedani'ye intisabı konusunda önceden alışılmış olan görüşleıin tutarsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Ahmet Yesevi'nin intisap et­

tiği hocaları Bahaaddin İsficabl ve Arslan Bab' dır. Çalışmamızın sonucunda All­ınet Yesevi'nin ne Melamet1, ne de Mübeyyidi ve ne de Barın!, Rafızi olduğu or­

taya çıktı. Tersine bunlar gibi siyasi hüviyet taşıyan unsurları birleştirmeye çalı-

98 Köprülü, "Hoca Ahmet Yesevi'', isiflm Ansiklopedisi, C.l.

boca ahmer yesevf.. . 129

şan, temiz halk Müslümanlığını temsil eden bir ıslahatçı olduğu görülmektedir. Divan-ı Hikmet ve müellifi üzerinde yaptığımız araştırma sonucunda kendi

kültürümüzü bilmediğimizin, o külti.irümi.izün özünden uzak kaldığımızın farkı­na vardık. Buradan da "Kendini bilen, Rabbini bilir"kaidesinin ne kadar yerjn­de olduğunu fark ettik.

Külti.irümüzde, milletimizin vicdanında bu kadar sevgi, itibar gören vel!run tarü1! şahsiyeti, hayatı üzerindeki bilgilerimizin sadece tahminlerden ibaret olu­şu ne kadar acı bir gerçektir.

Son olarak Ahmet Yesev! ilmilli öğrenmemiz ve dünyaya tanıtmamız gerek­mektedir. Çünkü buna insanlığın ihtiyacı vardır.