18-04-2007-orj-somuncu baba 79 mays · 2017-01-03 · “gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi...

88
1 Mayıs / 2007

Upload: others

Post on 16-Jan-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

1Mayıs / 2007

Page 2: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

2 Somuncu Baba

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli

ISSN: 1302-0803

YIL: 13 SAYI: 79

Mayıs 2007

Basım Tarihi: 01 Mayıs 2007

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz SahibiSebahaddin ATEŞ

Genel Yayın Yönetmeniİsmail PALAKOĞLU

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Tanıtım ve Halkla İlişkilerMelek ATALAY

Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK

Grafik / Tasarım ve UygulamaMuharrem AKINEmre AYDOĞANSamet ŞAHİNASLAN

Kapak Resim İSMEK El Sanatları Sergisi Arşivinden

Arka KapakHat: Macid AYRAL Tezhip: Rikkat KUNT

Tashihİbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

ArşivSabit DEMİR

Somuncu BabaAylık İlim - Kültür ve Edebiyat Dergisi

79May ıs2007Fiyatı: 6 YTL

İ ç i n d e k i l e r

İstanbul’un Fethi ve Fatih“Fatih’i bu ulvî ideale götüren unsur, şüphesiz küçüklüğün-den itibaren almış olduğu eğitimdir. O, cihangirlik sanatını ecdadından, hükümdarlık terbiyesini ve kumandanlık özelliklerini de babası II. Murat’tan öğrenmiştir. O’nun devlet adamlığı vasfı tartışılamayacak kadar büyüktür. Fatih, zamanını ve kendini aşmış fikir ve iman adamıdır.”

El-Fettâh’ın Varlık Âleminde Tecellisi“Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan geçmektedir”

Fatihler Var Oldukça Fetih Müyesser Olacaktır!

“Mekke, Hicretin 8. yılında Ra-mazan ayının onuncu gününde fethedilmiş ve Peygamberimiz

Cuma günü güneş tepelere yükselmişken devesinin üze-rinde Fetih suresini okuyarak

Mekke’ye girmiştir.”

8

2814

Page 3: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Abone İşleri ve Reklamİsmail Hakkı ÖZBAYAhmet Hulûsi KÖMÜRCÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYATel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım D.P.PKültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Şİstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent / ANKARA Tel: 0 (312) 278 08 24

FiyatTek Sayı : 6 YTLKurum Abone : 100 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 60 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 60 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 5 EUROAvrupa Harici Yurtdışı Abone : 90 USD

Posta Çeki (Darende Postanesi): 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

İrtibat Telefonları

Aşkın Sırlı Kapıları Fetholunca“Aşk bütün âlemi güzelliğinin mumu etrafında pervane etmiştir. Âlemin canı olan sevgiliye, her lâhza bin can feda olsun. Ta savvuf âleminde hakiki değer Hakk’a yakınlık ile ölçülür. Kemâl sıfatlarla ziynetlenen canlar Hakk’a yakındır. Bu da bir insan-ı kâmilin terbiyesiy-le mümkündür. Bu yolda çekilen sıkıntılar, sabredilen dertler âşığı kemâle erdirmekte, ona manevi hazinelerin kapılarını açmaktadır.”

Ağabey’e Vefa“Geçen yıl Hakk’a yürüyen örnek insan Ahmet Şemsettin Ateş’in hâtırasına Nasihat Yayınları’ndan yeni bir kitap neş-redildi: “Şemsnâme/Şeyhzâdeoğlu Ahmet Şemsettin Ateş”. Sevenlerince “Ağabey” namıyla meşhur olmuş Ahmet Şemsettin Ateş’in çeşitli yönleriyle ele alındığı 520 sayfalık kitap, kalın karton kapaklı ve ciltli.”

Yeniçağ’ın Hükümdarı Fatih ve Bilimin Özgürlüğü

“(Fatih), Arap ve Acem edebiyatındaki tam bilgisinden başka, Yunan filozoflarının Arap ve Acem dillerine çev-rilmiş eserlerinden felsefe öğretilerini inceler, öğrenmek ve bilgisini genişletmek için bu konuları iyice bilenleri ve uzmanlarını öğretmen olarak yanına alırdı”.

46

50 74

3Mayıs / 2007

Page 4: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Fetih Ruhu ve Gençliğimiz

İstanbul’un Fethi’nin 554. yılı münasebetiyle; fetih ru-hunu yeniden keşfetmek için, yeni bir ruhî dirilişe ihtiyaç vardır. Fetih ruhunu özümüzde yeniden şekillendirmek ve bu kutlu fethin ruh dünyasındaki inkişafa sebep olacak yolları iyi bilinmelidir. Bir çağın kapatılıp, yeni bir çağın açıldığı; o yüce hakan, Fatih Sultan Mehmed Han’ın fetih ruhu gönül diyarlarına taşınmalıdır.

Özünü İslâm’ın fetih anlayışından, müjdesini Sevgili Peygamberimizin mübarek ağzından alan, bütün beşeri-yete huzuru getirecek bu ulvî gaye için, İstanbul fethedil-miştir. Bu sırada gazâ ve fetih ruhu, hep ön planda tutul-muştur.

İstanbul kapılarının açılmasının yanında gönüllerin fet-hi, gam ve kederin ortadan kaldırılması gibi manevî fetih-lerde bulunulmuştur.

İstanbul’un alınmasıyla, maddî fethin arkasından, in-sanların kalplerinin huzura açılmasına vesile olan bu fe-tih hareketi; bir anda bütün dünyada akis buldu; hak ve hürriyetlerin, dinî inançların, hür bir şekilde ifa edilebilme imkânları, bu sayede çağdışı Avrupa’ya öğretilmiş oldu.

“İstanbul sevdası” ilk önce sahabilerin gönlüne düş-tü. Sonra da onları takip eden kahraman yiğitlerin. Pey-gamber Efendimizi misafir etme şerefini elde etmiş Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri 96 yaşında olmasına rağmen Medine’den İstanbul üzerine sefere çıkan nur yüzlüler-den. Evlatları, torunları, ona: “Babacığım, dedeciğim! Sen gitme! Senin yerine biz sefere çıkalım.” demelerine rağ-men, O şunları söylüyordu:

- “Hayır! Ben Kur’an-ı Kerim’i okudum. Oradaki ci-hat ayetlerini ve Fetih Süresi’ni müteala ettim. Peygamber Efendimizin İstanbul hakkındaki müjdesine şahit oldum. Bu sefere mutlaka çıkacağım.” Bu seferde, Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri İstanbul önlerinde şehit düşmüştü.

Ve tarih sahnesinde sıra Sultan Murat oğlu II. Mehme-d’e gelmişti... İstanbul’u fethetmekte kararlı olan II. Meh-met “Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni.” diye-

SummaryThe Spirit Of The Conquest And Our Youth

Owing to the 554th year of the conquest of İstanbul,

we need a new spiritual awakening in order to find

out the spirit of the conquest again. The spirit of the

conquest of Mehmet the Conqueror must be carried to

the hearts by which an era had been closed and a new

one begun.

By the conquest of İstanbul, after the actual conquest,

it, which brought trianqulity to the hearts, aroused a

great reflection in the whole world. By means of it,

the opportunities to express freely of the rights, the

liberty and the religious beliefs were taught to the

anachronistic Europe.

Mehmet the Conqueror, who had deserved the praise

of Muhammed the Prophet (Pbuh), by the public

announcement, guaranteed the rights of the life,

property and the honor to the Byzantine, which they

had missed greatly. Moreover, being a perfect model

for us, on the basis of respect, tolerance and love he

enabled the freedom of belief and pray to the ones

under his conduct. As a result, he not only conquered

İstanbul but also the hearts of the people.

In the spirit of conquest, there lies the aim to bring the

Islamıc civilization to people. The spirit of conquest,

taking its origins from the virtues of Islam, today must

be understood in the way of working and producing

with high determination and belief so that being useful

to our country and the whole humankind. By acting

with the knowledge that the actual conquest is the

conquest of the hearts, we should provide our youth

and the next generation to have the knowledge of

Islam and the moral virtues.

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

79May ıs2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Mustafa Armağan ile Röportaj

Dergisi Hediyesi...

Fetih Ruhu veFâtih

Başyazı...

4 Somuncu Baba

Page 5: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

5Mayıs / 2007

rek sefere koyulmuştur. Şeyh Hamid-i Veli’nin talebesi olan Hacı Bayram-ı Veli’nin yetiştirdiği Akşemsettin Hazretlerinin duası ile kuşatmaya başlanmıştır. 53 gün sonra Fatih’in önünde hocası Akşemsettin Hazretleri olduğu halde, coşkulu bir törenle İstanbul’a girilmiştir. Fatih, Bizanslıları dinlerinde serbest bırakıp mabetleri-ne dokunmamıştır.

İstanbul’u fethederek Peygamberimizin övgüsü-nü hak eden büyük hükümdar, çıkardığı bir fermanla Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına alarak, idaresi altındakilere, günümüze örnek olacak şekilde, sevgi, saygı ve hoş-görüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır. İstanbul’un fethini gönüllerin fethiyle taçlandırmıştır.

Tüm İstanbul’a hatta tüm insanlığa sevgi ve özgür-lük ilkelerini o gün göstermiştir.

İşte bugün bize düşen ise; “Fetih ruhu”nu genç nesle taşımak ve yaşanmaya değer hayatın ne oldu-ğunu göstermektir. Zaferlerimizi yeniden hatırlayarak, “gençlerimize kutsal değerlerimiz uğrunda fedakârlık yapabilme” zevkini tattırmaktır. Fatih Sultan Muham-med gibi, ömür sermayesini fetihlere vakfetmenin sırrını anlamaktır. Cenab-ı Hakk’ın yoluna, dinimize, vatanımıza milletimize hizmet etmenin önemini, fetih ruhunun manevî yönünü anlatmaktır.

Fetih ruhunda, insanlara İslâm medeniyetini ulaş-tırma azmi yatar. Özünü İslâm’ın yüce değerlerinden alan fetih ruhu, bugün artık daha çok, bilgi ve inançla çalışıp üreterek ülkemize ve insanlığa yararlı olmak şeklinde algılanmalıdır. Her ferdin sorumluluk bilin-ciyle vazifesini en güzel biçimde yapması bu anlayışın gereğidir. Gerçek ve kalıcı fethin, gönülleri fethetmek olduğu bilinciyle hareket ederek, gelecek nesillerimizi İslâmî ve millî değerlerle donatıp bu ruh ve anlayışa sahip olmalarını sağlamalıyız.

İçindekilerDîvân-ı Hulûsî-i Darendevî Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ..........................6Fatihler Var Oldukça Fetih Müyesser Olacaktır!Prof. Dr. Ali AKPINAR ...............................................829 MayısEkrem KAFTAN .......................................................13El-Fettâh’ın Varlık Âleminde TecellisiProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ .................................14Hulûsî Efendi’nin Arapça - Türkçe Bir Na’tıProf. Dr. Mehmet AKKUŞ .......................................18Fatih Sultan Mehmed’in Derviş Zümrelerle İrtibatıDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE ..........................................20Maveraünnehir Nereye Dökülür? Sadık YALSIZUÇANLAR ..........................................24İstanbul’un Fethi ve FatihYard. Doç. Dr. Mehmet TAŞTEMİR .........................28O Örnek Oldu, Sorun BizdeDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM .......................................32İstanbul’un Şair FatihiMustafa ÖZÇELİK ...................................................36Fatihini Arayan Şehir!Mehmet SERTPOLAT ..............................................39Araştırmacı - Yazar Mustafa Armağan İle RöportajKonuşan: İbrahim YARIŞ .........................................40Abdullah b. Ebî ÜmeyyeDoç. Dr. Bünyamin ERUL .......................................45Aşkın Sırlı Kapıları FetholuncaMusa TEKTAŞ .........................................................46Yeniçağ’ın Hükümdarı Fatih ve Bilimin ÖzgürlüğüDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA ............................50Segâh Tekbîr, Salât-ı Ümmiyye ve Mustafa Itrî EfendiDr. Fazlı ARSLAN ....................................................55İki Fetih, İki Fatih (Mehmed), İki ŞemsFatih ÇINAR ...........................................................58AB’ye Uyum, Bizi İslâmî Yaşayıştan Uzaklaştırıyor mu?Prof. Dr. Mustafa NUTKU .......................................62İmanın Tadına ErmekRukiye AYDOĞDU .................................................64Çalışan Annenin ÇocuğuDoç. Dr. Sefa SAYGILI ............................................66Necip Fazıl’ı Üstad Yapan UnsurlarÜmit Fehmi SORGUNLU ........................................68“Fatih Divanı ve Şerhi”Vedat Ali TOK ........................................................70Feth-i MübînFazıl Ahmet BAHADIR ............................................73Ağabey’e Vefaİbrahim ŞAHİN .......................................................74Anne ve Babalara Mesajım VarHilal Sebahat ÖZCAN .............................................76Güller YanarSıddık ÖZER ...........................................................78Ali Osman’ın DüşüRaziye SAĞLAM ......................................................79Unutulan Sağlık İksiri: HoşafŞ. Adil AYDIN .........................................................82Kabak OturtmaMesude SARI ..........................................................84

[email protected]

Page 6: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

6 Somuncu Baba

Aklın alır âşıkın neşve-i humâr-ı aşk Gecesi gündüz olup doğar mihr-i yâr-ı aşk

Hayret alır dîdesin safvet alır sînesin Şeş-cihet âyînesin kaplar hep envâr-ı aşk

Zerresi mihre erer katresi bahra erer Bir aceb sırra erer feth olur esrâr-ı aşk

Gönülden sürer gamı bayram olur her demi Yârın olup mahremi kalmaz özge kâr-ı aşk

Hulûsî dirlikde ol yâr ile birlikde ol Hoş dem-i dil-dâr ile açıla gül-zâr-ı aşk

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî

Page 7: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

7Mayıs / 2007

Page 8: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

8 Somuncu Baba

Hat: Hüseyin KUTLU

Page 9: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Fetih Suresinin Nüzul Zamanı ve Nüzul Ortamı

F etih Suresi Hicretin 6. yılı Zilkade ayında Hudeybiye an-

laşması yapıldıktan sonra Medine dönüşü yolda nazil ol-

muştur. Hicretten sonra altı yıldır Mekke yolu Müslümanlara

kapalı durmaktadır. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarından son-

ra, müşriklerle savaş hali devam etmektedir.

Peygamberimiz rüyasında, ashabı ile birlikte kendisinin umre

yaptığını görmüş, onun bu rüyası ve kararı üzere umre yapmak

üzere 1500 kadar silahsız Müslüman Medine’den Mekke’ye

yola çıkmış ancak ibadetten başka amaçları olmayan Müslü-

manların Mekke’ye girişi, müşriklerce engellenmiştir.

Arabuluculuk için elçi olarak Mekke’ye gönderilen

Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi gelmiş, bunun üzerine

Hudeybiye’de, Hz. Peygambere, müşriklerle sonuna kadar sa-

vaşmak üzere biat edilmiştir.

Müşriklerle yapılan zorlu görüşmeler sonucu Hudeybiye Ba-

rış Anlaşması yapılmıştır. Anlaşmanın bazı maddeleri Hz. Ömer

ve Hz. Ali başta olmak üzere Müslümanların içine sinmemişti.

Anlaşmanın akabinde Müslümanların gönlünü yatıştırmak, on-

lara moral vermek ve onları geleceğe hazırlamak üzere Fetih

suresi inmiştir.

Fatihler Var Oldukça Fetih Müyesser Olacaktır!

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

9Mayıs / 2007

Page 10: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

10 Somuncu Baba

Peygamberimiz için, üzerine

güneş doğan her şeyden daha

sevimli gelen bir suredir Fetih

Suresi.1

Hudeybiye Barış Atlaşma-

sı, görünüşte bazı hoş olmayan

maddeler içermiş olsa da kısa

zamanda çok güzel meyveler

vermiş, şer gibi görünende ha-

yırlar olduğu anlaşılmıştır.

Barış atmosferi, dinin tebli-

ğinde, doğru anlaşılmasında ve

yayılmasında son derece etkili

bir unsundur. Anlaşmanın mey-

veleri iki yıl sonra Mekke’nin

kansız fethi ile açıkça görülmüş-

tür. Hudeybiye’ye 1500 kişiyle

gelen Müslümanlar, iki yıl son-

ra 10 bin kişilik fetih ordusu ile

Mekke’ye girmişlerdir.

Mekke, Hicretin 8. yılında

Ramazan ayının onuncu gü-

nünde fethedilmiş ve Peygam-

berimiz Cuma günü güneş te-

pelere yükselmişken devesinin

üzerinde Fetih suresini okuya-

rak Mekke’ye girmiştir.2

Fetihlerle süslenmiş şu ayda

Fetih suresini bir kez daha oku-

malı, ayetleri üzerinde derin dü-

şünerek fetih ruhunu kuşanmalı-

yız. Fetih suresi şu ayetle başlar:

Doğrusu Biz sana apaçık

bir fetih verdik.

Bu cümlede şu hususlar dik-

katimizi çekmektedir:

Biz verdik, sana verdik, apa-

çık bir fetih verdik. Verilen fet-

hin büyüklüğünü, verenin aza-

metini ve bu fethin müminler ve melekler gibi bir takım ara-cılarla verildiğini gösteriyor. Biz verdik mi böyle veririz, deniyor.

Sana verdik, senin için ver-dik, senin hayrına ve sana ya-raşır bir fetih verdik. Senin şah-sında, senin yolunda gidenlere de verdik ve vermeye devam edeceğiz.

Verdik, vereceğiz, açtık, açacağız. Dünyada ve Ahirette vermeler devam edecek, senin ve ümmetin için yeryüzünün kapıları ve nihayet cennetin kapıları açılacaktır. Ayet tüm zamanları kuşatan evrensel bir mesaj içermektedir.

Apaçık bir fetih, İslâm, Din-i Mübin’dir. Yani apaçık bir din-dir. Onun kitabı Kur’ân da Ki-tab-ı Mübin’dir, ayetleri apaçık-tır. Onun peygamberi Rasül-i Mübin’dir. Söz ve mesajı apaçık bir elçidir. Onun sözlerinde şifre, rumuz, kuşdili ve anlaşılmazlıklar yoktur. İşte burada da ümmete bahşedilen Feth-i Mübin’den ha-ber verilmektedir. Apaçık, aşikâr, herkese, her zaman açıkça hitap eden bir fetihtir bu.

Büyük fetih: İslâm devleti-nin müşriklerce resmen tanın-ması, Müslümanların siyasî gü-cünün tescil edilmesi, anlaşma ortamında gönüllerin İslâm’a açılması, kitlelerin Müslüman olması ve ardından gelecek

olan diğer fetihler…

Büyük fetih müjdesinden

sonra müjdeler devam ediyor,

hem Peygamberimize hem de

onunla beraber olanlara…

Surenin bu ilk ayetinde kas-

tedilen feth-i mübin, müşrik-

lerle yapılan barış anlaşmasıdır.

Zira bu barış anlaşması, Mekke,

Hayber başta olmak üzere pek

çok merkezin fethine sebep ol-

muştur. Bu da İslâm’ın barışa

ne kadar önem verdiğini açıkça

ortaya koymaktadır. Zira barış

ortamı, gönüllerin fethi için son

derece önemli ve gereklidir.

Surenin üç ayetinde fetih

kelimesi geçmekte olup bunlar-

dan 1. ayette Feth-i mübin ile

Hudeybiyye barış anlaşması, 18.

ayette geçen feth-i garîb/ yakın

fetih ile Hayber fethi; 27. ayet-

teki feth-i garib/yakın fetih ile

Hayber yahut Mekke fethi kas-

tedilmiştir. Bu fetihlerden son-

ra da fetihler kesintisiz devam

etmiş, Kur’ân mesajı dünyanın

dört bir yanına ulaşmıştır.

Fetih Suresinden Fatihlere

Mesajlar

1. Barış anlamına gelen İslâm,

barış öncelikli bir dindir. O,

önce bireyin kendi içinde

ve toplumu içerisinde barı-

şı tesis eder; daha sonra da

dünya barışını tesis etmeyi

hedefler. (1. ayet)

2. Savaşın kaçınılmaz olduğu

zamanlarda din savaşa izin

verir. Hz. Peygamber rah-

met ve savaş peygamberidir.

İslâm’ın izin verdiği savaşlar,

daha çok savunma amaçlıdır.

Page 11: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

3. İslâm’ın kazanımları hem bu dünyada hem de öteki dün-yadadır. Yeter ki bu kazanım-lara layık olunsun. (5. ayet)

4. Kur’ân, müstahak olanlar için müjde ve tehdit ayetleriyle doludur. O, her dönem mu-hataplarına müjdeler sunma-ya ve tehditlerde bulunmaya devam etmektedir. Onun müjdeleri, müminlere moral takviyesi yapmakta ve onla-rın geleceğe ümitle bakmala-rını sağlamaktadır. (6. ayet)

5. Erişilmez gücün sahibi olan, göklerin ve yerin yönetimini elinde tutan, hayata müda-hil olan Yüce Allah, kendisi-ne inanıp bağlanan kullarını dünya ve ahirette asla yalnız ve yardımsız bırakmayacaktır. Önemli olan, O’nun yardımı-nı hak etmektir. (7. ayet)

6. Müslüman hayra karşı do-yumsuz olan kişidir. O, sü-

rekli imanına iman katmak, amellerini bereketlendirmek için çalışan, her an bir hayırlı işte olan, iki günü birbirine denk olmayan, bugünü dü-nünden daha ileride olan kimsedir. (4. ayet)

7. Allah katında insan olma ve İslâm’ın emirlerine muha-tap olma bakımından kadın erkek eşittir. Cinslerin fizikî donanımlarına göre ve imti-hanın gereği olarak farklı yü-kümlülükleri olabilir. Ancak,

cinsler hayırlı işlerde birbir-lerine destek olmakla mükâ-fat ve sevapta ortak olurlar. (5-6. ayet)

8. Nifak, şirkten daha tehlike-li bir hastalıktır. Bu yüzden münafıklar, cehennemin en alt katmanlarında azap göre-ceklerdir. (6. ayet)

9. Kur’ân’da tekrar gibi gözü-ken ifadeler, bulundukları

yerlerde yeni anlamlar için vardırlar. Önemli olan bağ-lam içerisinde bu anlamları keşfetmektir. Kısaca tekrar, takrîr, te’kîd ve yeni anlam-ları anlatmak içindir.

10. Peygambere iman Allah’a iman, ona itaat Allah’a itaat, ona biat Allah’a biat demek-tir. Zira peygamber Allah ile iletişim kuran ve kendi heva-sından bir şey söyleyip ko-nuşmayan seçkin kimsedir. (10. ayet)

11. Müslüman Allah’a bağlı ola-rak yaşamaya söz vermiş, bu konuda O’nunla anlaşma yapmış kimsedir. Hayatın değişik alanlarında bu anlaş-ma tekrarlanır durur. Önem-li olan ise Yüce Allah’a karşı söz verdiğinin bilincinde o ahde vefa göstermektir. (10. ayet)

12. Kur’ân’a göre gericilik, Allah’ın emirlerini yerine ge-

11Mayıs / 2007

Ahmet Keskiner Koleksiyonu “İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ” (el-Fetih 48/1)

Page 12: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

12 Somuncu Baba

1- Buharî, Tefsir 355.2- Asım Köksal, İslam Tarihi, XV, 155,

250-255.

tirmede, hayırlı işlerde geri-de kalmaktır. (11. ayet)

13. Dinin dünya kazanımların-dan olan zafer, fetih ve ga-nimeti hak edebilmek, Allah yolunda tüm her şeyi ile se-ferber olmayı göze almakla mümkündür. (16. ayet)

14. İslâm, kolaylık dinidir. O, yaşayanlara yaşandıkça ko-lay gelir. Allah, asla kullarına zorluk dilemez, hep kolaylık diler. (17. ayet)

15. Allah’ın değişmeyen yasası-nın gereği olarak Müslüman-lar O’na yaraşır kul oldukları sürece izzet, devlet ve şerefe nail olacaklardır. Bu makam-ları elde etmek kul olarak bize düşeni yerine getirmek-le kendi çabalarımızın ve İlahî yardımların sonucunda gerçekleşecektir. (18. ayet)

16. Allah katında, müminin canı, malı ve tüm her şeyi değerli-dir.

17. Yüce Allah, dünya ve ahi-ret rütbelerini hak edenlere takar. O hak edenlere dün-yada zillet ve ahirette azap etmesini de bilir. (23. ayet)

18. İnsan hayatında önemli bir yeri olan rüya, mahiyeti tam olarak kavranılmasa da doğ-ru yorumlandığında bize yol gösterebilen ve bizi hayata hazırlayan bir olgudur. (27.

ayet)

19. Yüce Allah, dininin bütün

diğer dinlerden üstün oldu-

ğudunu, onun hak ve gerçek

olduğunu tüm herkese gös-

termek istemektedir. Müslü-

man da Allah’ın dininin en

doğru, en aziz ve en üstün

din olması için, bunu her-

kese göstermek için bütün

var gücüyle çalışmalıdır. (28.

ayet)

20. Bir takım insanlar kabul et-

meseler de Hz. Muhammed

(s.a.v.) Allah’ın son elçisidir.

O’nun Allah’ın elçisi olduğu-

na bizzat Yüce Allah tanıklık

etmektedir. İnkârcıların in-

karı, bu ilahî gerçeği asla de-

ğiştiremez. (29-30. ayet)

21. Müslüman Allah’ın son elçi-

sinin yolunda ve izinde olan

kimsedir, sürekli ona yara-

şır olmaya çalışmalıdır. (30.

ayet)

22. Peygamberle beraber olan-

lar kendi aralarında merha-

metli, başkalarına karşı ise

onurludurlar. Müslüman

kavgacılığını, öfke ve kinini

inkârcılara saklar. (30. ayet)

23. İbadetler, kişinin dış görü-

nüşünün ve davranışlarının

oluşumunu sağlar. Zira kalp-

lerde kökleşen iman, dil ile

cihana ilan edilir, davranış-

larda kendisini gösterir. So-

nuçta iman, söylem ve ey-

lemlere yansır, onlarla hayat

bulur. (30. ayet)

24. Kur’ân’dan önceki kutsal ki-

taplar, son peygamber ve son

çağ insanının özellik ve gü-

zelliklerini anlatarak insanla-

rı o döneme hazırlamışlardır.

Fakat Kur’ân dışındaki kitap-

lar tahrif edilmiştir. Kendin-

den önceki ilahî kitapların

içeriğini de kapsayan Kur’ân

ise indiği gün gibi tüm ori-

jinalliği ile elimizdedir. İn-

sanların kendisini okumasını,

anlamasını ve gereklerini ha-

yata geçirmesini beklemek-

tedir.(30. ayet)

25. İnsanın yetişmesi ve onun

eğitimi bir ağacın tohumdan

yetişip serpilmesi gibi planlı,

devamlı ve doğru bir meto-

du gerektiren bir süreç sonu-

cunda gerçekleşir. (30. ayet)

26. İman edip imanın gereği sa-

lih amellerin adamı olanlara,

Rabbin yolunda durmadan

çalışanlara dünya ve ahirette

mükâfatlarını fazlasıyla vere-

cek olan Yüce Allah’tır. (30.

ayet)

27. Barış adamı demek olan

ve Fetih suresi ile donanan

Müslüman, gönüllerin fethi-

ne talip olan kimsedir. O bu

şuurda olduğu sürece Fettâh

olan Yüce Allah, nice fetihler

müyesser kılacaktır. Yeter ki

hak edilebilsin.

Dipnot

Page 13: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

13Mayıs / 2007

29 MayısYedi kat gökler gibi mübarek yedi tepeSurları aşmak bugün göklerin fethi idiHepsi çağlar üstünden dinledi bir hitabeGenç Sultan İstanbul’a “geliyorum hey!” dedi

Titredi korkusundan Marmara’nın sularıSandı ki sinesinden yalnız âteş geçecekBilmezdi genç Fatih’in ne idi duygularıGemileri üstünden hangi yolu seçecek

Dalgalar bin korkuyla sinerken köşesineNuh’un gemisi gibi dağları aştı geçtiMelekler kulak verdi askerlerin sesineBu sesler Mirac gibi göklere taştı geçti

Buluşunca Fatih’in rahmet gemileriyleBin zevkle dalgalandı hem Haliç, hem MarmaraBuluştu yedi tepe altın camileriyleYol verdi bu âşıka göğsünü yara yara

Ekrem KAFTAN

Surlar ki bir müjdenin farkındaydı ezeldenAtılan her gülleyi gül gibi kucakladıFarkı yoktu bu günde naz yüklü bir güzeldenKaç asır bu sevdayı derinlerde sakladı

Bir bahar sabahında teslim oldu Fatih’eBir taze gelin gibi, sayısız tekbirlerleKoklasın diye her bağ gül gül doldu Fatih’eGöklerin gözlerinden dökülen takdirlerle

Ağlayan Ayasofya tanıdı Muhammed’iAnladı varlığının sebebi bugün idiŞükretti görmüş gibi Medine’de Ahmed’iGönlünde yaşadığı muhteşem düğün idi

Bir Cuma saatinde secde secde yükseldiİstanbul semaları nice kanatlar gördüPerdeler kalktı birden, Ka’be önüne geldiAyasofya kaç asır yıldızlar gibi hürdü…

Page 14: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

14 Somuncu Baba

El-Fettâh’ın Varlık Âleminde Tecellisi

K ur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın zatının fiziki an-lamda ‘tasvir’i değil, niteliklerinin manevî anlam-

da ‘tavsif’i yapılmıştır. Varlık alanında bize her şey O’nu anlatır, O’nu hatırlatır. O’nu tanımanın yollarından bi-risi de sıfat ve isimlerini bilmekten geçer. İsmin çoğulu, esmâdır. Esmâ-i hüsnâ en güzel isimler demektir. Bu bağlamda İslâm bilginleri gerek Kur’an’da ve gerekse ha-dislerde Allah’a nispet edilen yüzlerce isim tespit etmiş-lerdir. Kur’an-ı Kerim’de: “En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O’na o isimlerle duâ edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları(ilhâd) bırakın. On-lar yaptıklarının cezasını göreceklerdir”1 buyrulurken, Peygamber Efendimizden rivâyet edilen bir hadis’te de; “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Bunları sayan cennete girecektir”2 şeklinde isimler üzerinde durulur. Bu rivâyette geçen ‘saymak’ diye tercüme edilen ‘ihsâ’ hem Allah’ın en güzel isimlerini ezberlemek ve hem de bu isimlerle amel etmek anlamına gelir. Böylece insan ilâhi ahlâkla ahlaklanmış ve olgun insan mertebesine yükselmiş olur.

Allah’ın en güzel isimlerinden birisi de ‘el-Fettâh’ olup, anlamı; kapalı olan her şey inayetiyle açılan, her zorluk hidayetiyle giderilen İlâhi Zât demektir.3 el-Fettâh’ın varlık alanında tecellisi; kapalı ve güç olan şey-lerin açılması ve çözüme kavuşturulması anlamında el-Fetih’tir. Kur’an-ı Kerim’de el-Fettâh, “Fettâhu’l-Alîm”4 terkibinde geçer. Bu âyette el-Fettâh ism-i şerîfi, adâlet-le hükmeden hâkim anlamına olup, âlim/bilen vasfı ile desteklenmiştir. Zira âdil vasfı ile hüküm veren hâkim birçok durumda çözüme kavuşturduğu davaların iç-yüzünü bütün incelikleriyle bilemediği için içtihadında hata edebilir. Ama Allah öyle değildir. O hem fettâh ve

“Gönüller fatihi olmadan beldeler

fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan

sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

geçmektedir”

İlim ve HayatProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Page 15: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

hem de âlim vasfıyla hareket et-tiği için, kulları hakkında verdiği hükümde asla haksızlık ve zulüm düşünülemez. Yine O, hükme-denlerin en hayırlısı anlamında

‘hayru’l-fâtihîn’dir.5

Her hayırlı işin anahtarı; el-Fettâh’tır. Müslümanlar bir işe başlayacakları zaman: “Ey kapı-ları açan Allah’ım! Bize de ha-yırlı kapıları aç!” şeklinde duâ ederler. Çünkü varlık alanında her şey, el-Fettâh ism-i şerîfinin tecellisiyle ortaya çıkar. Savaşta bu ismin tecellisi fetih; barışta gönülleri kazanma ve iş hayatın-da bereketlere ulaşma şeklinde gerçekleşir. Toprağa atılan bir tohum, yumurtadan çıkan bir civciv, tomurcukları açan bir gül, kanatlarını çırpmaya başlayan bir kuş yavrusu hep Allah’ın el-Fet-tâh ism-i şerîfinin tecellisiyle var-lık alanına gelir. Gönüllere rah-met, rızklara bereket, zorluklara kolaylık, başarı kapılarının ardına kadar açılması hep bu ismin ha-yatta görülen tecellileridir. Çünkü insanın eline verilmiştir, kâinatın anahtarı. İlim, irfan, akıl, irade, kudret hep bunun için verilmiştir insana. Eğer ‘niçin’ sorusunun muhatabı olan insan, kendisine verilen ilim, akıl, irade ve kudret gibi anahtarları yerli yerince kulla-nırsa, kenz-i mahfiyi/gizli hazine-leri açabilir. Bu sebeple Allah’ın el-Fettâh ismi sadece dillerde, gönüllerde kalmamalı, davranış tarzı olarak hayata da yansıtıl-malıdır. İşte bu bağlamda tarihe baktığımız zaman Kudüs Fatih’i Salahaddîn Eyyûbî, İstanbul Fa-tihi Sultan Mehmet Han gibi ko-mutanlar bu ismi sadece dilleriy-le telaffuz etmekle kalmamışlar, bizzat Allah’ın el-Fettâh ismini

hayatlarında tecelli ettirmek su-retiyle madde ve mana planında

“Fatih”lik düzeyine çıkmışlardır. Nasıl ki peygamberler, insanların hayatında “üsve-i hasene/güzel model” olarak takdim edilmişse, aynı şekilde “fethi” gerçekleştir-mek suretiyle “fatih”liğin nasıllı-ğını ortaya koymada da model oluşturmuşlardır. Bundan dolayı bazen ülkeleri düşmanlarının el-lerinden çıkarıp peygamberlerine açan ve “Biz sana apaçık zafer/fe-tih verdik”6 buyuran; bazen gö-rüldükleri zaman Allah akla gelen sâlih kullarının kalbinden perdeyi

kaldırıp göklerin esrarına ve kib-riyasının cemâline giden kapılar açıp: “Allah’ın insanlara açaca-ğı rahmeti durduracak yoktur; O’nun durdurduğunu da ardın-dan salıverecek yoktur”7 diye fer-man buyuran, ayrıca duyu ötesi âlemin ve rızk kapılarının anahta-rını elinde bulunduran Yüce Allah, elbette el-Fettâh olmaya daha la-yıktır. O halde insan, bütün müş-külleri çözme konusunda gayret göstermeli ve Allah’ın el-Fettâh isminden kendi hissesine düşeni alma yolunda manevî fetihlere hazır olmalıdır.8

Ünlü İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî’nin irfanî yorumundan da anlaşıldığı gibi Allah’ın en güzel isimlerinden olan el-Fettâh ism-i şerîfi madde ve mana ile kuşatıl-mış varlık alanında tecelli ederek nice kilitli kapıların açılmasına yardımcı olur. Burada önemli olan insanın bu fethe mazhar ola-bilmesi adına Allah’a giden yolda sabır, sebat, tevekkül, ödevleri yerine getirmede süreklilik gös-termesidir. “Keşfû-Kulûb”lar,

“Mefâtîhu’l-Gayb”lar, “Fütü-hât-ı Mekkiyye’ler”, “Fevâtihu’l-Cemâl”ler, “Futûhu’l-Gayb”lar,

“e l -Fütûhâtü’ r -Râbbâni” ler “Fethu’l-Bab”lar, “Fethu’l-Bâri”ler, “el-Fethu’l-İlâhi”ler gibi eserler yazan irfan dünyamızın yıldızla-rı, hep Allah’ın el-Fettâh isminin gönül, kelam ve kalemlerinde tecelli etmesi sayesinde muhte-şem ürünlerini vermiştir. Gönül-ler fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, sa-tırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan geçmektedir. Bu bağ-lamda meseleye baktığımız za-man varlık düzeninde yaratıkların en şereflisi olan insanın hayatın-da “fetih” olgusu değişik şekiller-

15Mayıs / 2007

Page 16: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

de kendisini gösterebilir. Meselâ, hissî olanı açmak bir fetihtir. Bu fetih gözle görülüp, elle tutulacak, hatta kendisine dokunulacak dü-zeyde madde planında kendisini açığa vurur. Yüce Allah, kullarının ummadıkları yerden ilâhî lütfuyla hayır kapılarını açar. Nitekim şu âyetlerde ‘fetih’ hissî olanı açmak anlamında kullanılmıştır: “Yük-lerini açınca (fetehû) karşılık ola-rak götürdükleri mallarının ken-dilerine iade edilmiş olduğunu gördüler..”9 “Onlara gökten bir kapı açsak da (fetehnâ) oradan çıkmağa koyulsalar..”10 Bu ayet-lerde de temas edildiği gibi insan hayatında maddî planda arzu edilen hedeflere ulaşmak da bir fetihtir. İnsan bu fethe, ulaşacağı hedeflerin öncüllerini gerçekleş-tirmesi sayesinde varabilir.

Diğer taraftan, nasıl ki hicretin maddî boyutları varsa, manevî boyutları da vardır. İşte bunun

gibi, insanın hayatında özlenen hatta bir çeşit maddî fetihlerin mukaddimeliğini de yapan asıl fetih, gönül dünyalarında gerçek-leşen manevî fütuhatlar yolunda dereceler kaydetmektir. İşte bu bağlamda fetih sözcüğünün bir diğer anlamı da manevî alanda gönül gözünün açılması demektir. Bu da yine insanın bu yolda atıl-ması gereken adımları atma ey-leminden sonra Allah tarafından gönüllere atılacak olan ilâhî ışıkla gerçekleşecek olan fetihtir. Bu fethin bir başka anlamı basiret ve feraset dediğimiz gönül gözünün açılması ya da bilinç sıçramasıdır. Böyle bir mertebeye ulaşan kim-se için bir başkasının iç dünya-sında meydana gelen hüzün ve kederleri algılayabilme melekesi daha çok kolaylaşır. Bunun en açık kanıtı, Hz. Peygamber’in:

“Mü’minin ferasetinden sakınınız. Çünkü o, Allah’ın nuruyla ba-

kar”11 diye ifade ettiği haldir. İleri kavrayış sıçramasını gerçekleşti-ren; olgun ve insanlık âleminde Müslümanlığı bizzat temsil liyâ-katine ulaşan Allah dostları için belâ ve musibetler gökten kar gibi yağsa, onların nezdinde bunun adı aşktır. Bu ilahi aşkı yaşayan ve manevî fethi gerçekleştiren insanların, bir başkasının gönlü-nü fethetmesi oldukça kolaylaşır. Eğer bir kimsenin gönlünü fet-hederseniz, her şeyini fethetmiş olursunuz. 1071 Malazgirt sava-şından önce Anadolu’nun İslâm-laşmasında katalizatör Türk der-vişlerinin yaptığı fetih buna en güzel örnektir.

İnsan hayatında manevî fetih yerine göre kendisini dünyevî iş-lerde hayattan fakirliği ve yoksul-luğu gidermek şeklinde tezâhür edebilir. Bu durum yerine göre bazen kendisini ‘istidrâc’ şeklin-de de gösterir. Bilindiği gibi istid-râc; küfrü ve fıskı açık olan bazı şahıslar elinde arzularına uygun olarak meydana gelen olağanüs-tü olaylardır. Bütün zamanlar için Allah’ın herhangi bir kulunun is-tek ve arzularını yerine getirmesi, onun Allah katında iyi bir kimse olduğu anlamına gelmez. Dola-yısıyla Allah’ın yolundan çıkmış bazı kimselere maddiyat kapı-larının açılması ve işlerinin rahat bir şekilde yürümesine bakıp da hayıflanmamak gerekir. İşte bu tür muamele istidraç olabilir. Kur’an’da; “Onları derece dere-ce aşağı indiriyoruz, helake sü-rüklüyoruz; ama on lar bunu bil-miyorlar”12 buyrulması buna bir işarettir. Toplumsal hayatta bazı kimselere birbiri ardınca nimetler gelir, onlar bunu bir lütuf sanırlar da şımarırlar. İşte o zaman üzer-

16 Somuncu Baba

İsmek El Sanatları Albümü-II

Page 17: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

lerine Allah’ın azabı hak olur. Bu-nun anlamı, onlar her günah işle-dikçe biz de nimetimizi yenileriz, demektir. Nitekim tarihte İran kisrasının hazineleri Medîne’ye ganîmet olarak getirilince Hz. Ömer Allah’a şöyle dua etmiştir:

“Allah’ım! Bu hazinelerin istidrac olmasından sana sığınırım.” Bu durum şu âyette de şöyle geçer:

“Kendilerine hatırlatılanı unuttuk-larında, onlara her şeyin kapısını açtık (fetehnâ); kendilerine verile-ne sevinince ansızın onları yakala-dık da umutsuz kalıverdiler.”13

Bir başka açıdan bu fetih, is-tidracın tam aksi, kendisini ‘meû-net’ şeklinde gösterebilir. Meûnet, haram ve helâller karşısında aşırı duyarlılık gösteren kimselere ilâhi bir lütuf olarak yardım edilme bi-çimidir. Bu husus Kur’an’da şöyle belirtilir: “Eğer kasabaların halkı inanmış ve Biz’e karşı gelmekten

sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını açardık. (fe-tehnâ).14 Âyetin bize anlattığı ha-kikat, her şeyde bereketin hâsıl olmasının temel şartının iman ve amel ikilisine bağlı olmasıdır. Bundan dolayı Yüce Allah, iman-amel bütünlüğüne sahip ve O’na karşı sorumluluk bilinci taşıyan kullarını ummadıkları yerden rı-zıklandıracağını bildirmiştir.15

Manevî fetih, sadece maddî planda değil, ilmî hayatta da or-taya çıkan ve kendisini izahı güç olan problemlerin çözümlenme-sinde de gösterebilir. Nitekim gerek halk ve gerekse seçkinler arasında ancak bu ilmî meseleyi filan kimse çözebilir, şeklinde ifa-de edilir. Kur’an’da geçen şu âyet de bu manaya delildir: “Ey Mu-hammed! Doğrusu Biz sana apa-çık bir zafer (feth) sağlamışızdır.”16 Mekke’nin fethiyle alakalı olan bu

âyette geçen ‘feth-i mübîn’den maksat, manevî fetihtir. Bilindiği gibi Mekke’nin fethi, savaşarak ve kan dökerek değil, Hudeybi-ye barış anlaşmasının neticele-riyle gerçekleşmiştir. İşte bütün bu fetih çeşitlerinde olduğu gibi her şeyin bir başlangıcı olan Fa-tihası/açıcısı vardır. Bundan sonra gelenler onunla açılır. Bundan dolayı Kur’an’da bulunan Fâtiha Sûresi’ne “Fâtihatü’l-Kitâb/kitabı açan” denmiştir.17

Özetle söylemek gerekirse; açan anlamına gelen el-Fettâh, varlık ve insan hayatında değişik şekillerde kendisini gösterir. İşte insanoğlu Allah’ın el-Fettâh oldu-ğuna gönülden bağlanırsa, hem-cinslerine ve tüm canlı varlıklara rıfkla muamele etmek, âdil yar-gıdan ve hukukun üstünlüğün-den yana olmak, fakir-fukaranın ihtiyaçlarını gidermek, gönlü-nü Allah’ı anmaktan alıkoyacak manevî kirlerinden arındırmak suretiyle Allah’ın hoşnutluğunu ve yardımını kazanabilir. Böyle bir kimsenin yaptığı eylemin adı fetih, bu eylemi kendisine hayat biçimi edinen kimsenin yeni sıfatı da fatihtir.

1- el-A’râf 7/180.2- Buhari, “Da’avât” 69; Müslim “Zikir” 5-6.3- Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-

Kur’an, İstanbul, 1986, s. 557.4- Sebe’, 34/26.5- el-A’râf 7/89.6- el-Fetih 48/1.7- Fâtır 35/2.8- Ebû Mansûr Muhammed el Gazâlî,

Kitâbu’l-Esnâ, Mısır, ts., s. 58.9- Yusuf 12/65.10- el-Hıcr 15/14.11- Tirmizî, “Tefsir” 15.12- el-A’raf 6/187.13- el-En’âm 6/44.14- el-A’raf 7/96.15- Bkz. el-Enfal 8/29.16- el-Fetih 48/1.17- Fetih çeşitleri için bakınız. el-İsfehânî, el-

Müfredât, s. 557-558.

Dipnot

17Mayıs / 2007

Bursa Ulu Camii

Page 18: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

18 Somuncu Baba

Hulûsî Efendi’nin Arapça - Türkçe Bir Na’tı“Yâ Rasûlallah! Bu âciz Hulûsî’nin senin lutfu, keremi ve bağışlaması bol olan makamında ziyaretini kabul ediver. N’olur Yâ Rasûlallâh! Ben bu halde iken Medine’de vefat etsem de senin Ravza’na yakın Cennetü’l-Baki’de defnedilsem.”

Page 19: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

E debiyatımızda en çok işlenen sevgilerin ba-şında âlemlere rahmet olarak gönderilen

Rasûlullâh (s.a.v)’in sevgisi gelmektedir. Her şair ona olan sevgi ve hayranlığını, ona olan bağlılık ve teslimiyetini en güzel duygularıyla ve en samimi ifadeleriyle beyan etmişlerdir. Peygamberimizin Cenâb-ı Hak’tan almış olduğu İslâm’ı tebliğ et-mek, hakkı ve adâleti hâkim kılmak için verdiği, vermiş olduğu mücâdeleyi, onun örnek ahlâkını, yüce şahsiyetini anlatmak, her türlü üstün vasıf-larını tarif etmek için yazılmış olan manzumelere na’t diyoruz. Daha Rasûlullah hayatta iken na’t-ı şerifler yazılmıştır. Ka’b b. Züheyr’in yazdığı ve Kasîde-i Bürde olarak tanınan na’tı Hazret-i Pey-gamber tarafından beğenilmiş ve kendisine hırka hediye edilmiştir. Böylece ilk örneklerini gördü-ğümüz na’tlar günümüze kadar artarak gelmiştir.

Hulûsî Efendi merhûm da pek çok na’t yaz-mıştır. Bunlar arasında bu sayıda ele aldığımız na’t Arapça ve Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Bu gazelde şairimiz, hâlini Rasûlullâh’a arz etmekte, kapısında ondan şefaat taleb etmektedir. Uzun yollar kat ettikten sonra toz toprak içinde, pek çok hatasıyla, kusuruyla beraber, nice zamandır aşkıyla yanıp tutuştuğu Rasûlullâh’ın huzûruna varmaya çekinmekle birlikte, onun lutuf ve kerem dolu kapısında bağışlanacağına, kendisine şefaat edeceğine olan inancı da tamdır. Nice peygamber aşığı bu şekildeki duygularını ifade ettikten son-ra Medîne’de Rasûlullâh’a mücâvir olmayı, onun mescidinde ibadet etmeyi ve bu dünyadan göç vakti gelip de emr-i Hak vâki olunca orada ve-fat etmeyi arzu etmektedir. Bu tarz şiirler çoktur. Mehmet Akif Ersoy merhumun “Necid Çöllerin-den Medine’ye” isimli şiirinde, elli üç yaşındaki bir Sudanlının hasretiyle yanıp tutuştuğu Ravza-i Mutahhara’ya gelip salât u selâm verdikten sonra teslîm-i rûh etmesi bu duyguyu anlatan en güzel örneklerdendir. Osman Hulûsî Efendi merhûm da bu kısa ve anlamlı şiirinde âdeta böyle bir hissiyâtı terennüm etmektedir.

Şimdi önce şiirin Arapçasını, sonra Türkçe ifa-desini ve nihâyet bugünkü anlamını vereceğiz:

كمدق بارت نم ةرذو كباب يف ليلذ ينإ ! هللا لوسر ايكرابتعا الا رابتعا ال و ميتيو بيرق ينإ ! هللا لوسر اي

Kapında bir zelîl-i hâk-sârım Yâ Rasûlallâh

Garîb ü bî-kes ü bî-i’tibârım Yâ Rasûlallâh

Yâ Rasûlallah! Ben toz toprak içinde senin Rav-

za’nın kapısına gelmişim, senin ayağının altının

toprağıyım; garip ve kimsesiz bir haldeyim, sen-

den başka kimseye itibar etmem.

كل نايصعب هلك ءولمم يلامعا رتفد ! هللا لوسر ايكترضح روضح يف يحتسم ينإ ! هللا لوسر اي

Ser-â-ser defter-i a’mâlim isyân ile memlûdur

Huzûr-ı hazretinde şerm-sârım Yâ Rasûlallâh

Yâ Rasûlallâh! Benim amel defterim baştan

başa sana isyanla ve senin gösterdiğin örnek ha-

yata uymayan davranışlarla dopdoludur. Ben bu

haldeyken senin huzuruna gelmekten utanıyo-

rum.

كفطل ماقم يف زجاعلا يصولخلا اذه لبقت ! هللا لوسر ايكتضور راوج يف يربق نوكي نأ ىنمتأ ينإ ! هللا لوسر اي

Kabul etsen Hulûsî kemteri dergâh-ı lutfunda

Civârında n’ola olsa mezârım Yâ Rasûlallâh

Yâ Rasûlallah! Bu âciz Hulûsî’nin senin lutfu,

keremi ve bağışlaması bol olan makamında ziya-

retini kabul ediver. N’olur Yâ Rasûlallâh! Ben bu

halde iken Medine’de vefat etsem de senin Rav-

za’na yakın Cennetü’l-Baki’de defnedilsem.

19Mayıs / 2007

Page 20: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

20 Somuncu Baba

Sûfi PerspektifDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE

Fatih Sultan Mehmed’in Derviş Zümrelerle İrtibatı

“Kılıç zaferleri, güce dayalı işgaller, zorbalıkla gerçekleşen istila hareketleri hiçbir zaman başarılı ve kalıcı olamamışlardır. Kalıcı olan beldelerin

zabtından önce gönüllerin fethine koyulan seferlerdir. O nedenle fetih; işgal, saldırı, tahakküm, sömürü ve talan değil kuruyan topraklara inen rahmet yağmuru, çoraklaşan gönülleri yeşerten hayat iksiri,

buhranlar içinde kıvranan halklara huzur ve barış ortamı getiren insanlık muştusudur.”

Miy

atür

: Tah

irzâd

e Be

hzat

- T

ezhi

p: R

ikka

t KU

NT

Page 21: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

P eygamber Efendimizin şah-sında topladığı üç ayrı oto-

rite vardı:a. Dinî otoriteb. Siyasî otoritec. Manevî otorite

Bu üç otorite İslam tarihi bo-yunca farklı kurum ve zümrelerle temsil edilmiştir. Birbirlerinin sı-nırlarına tecavüz edilmediği za-man yükseliş ve medeniyetin sey-ri gerçekleşmiş, huzur ve sükûn ortamı sağlanmıştır. Bu üç otorite, tarih boyunca sırasıyla ilim erbabı, siyasî yetkililer ve tasavvuf erleri tarafından varlığını sürdürmüştür. Yani medrese, saray, kışla ve tek-ke uyumlu oldukları, her biri ken-di yükümlülüklerini yerine getir-dikleri, birbirini dışlamadıkları ve birbirlerini takviye ettikleri zaman İslâm devletleri devamlı yükselip gelişmiş, siyasî, ilmî, manevî, iç-timaî ve iktisadî gelişmelerin ti-rendi sürekli yükselmiştir. İşte bu üç otoritenin ayrı ayrı şahıslar-da temsil edilişinin bir örneğini İstanbul’un fethinde görmekteyiz. Siyasî otoriteyi genç Fatih Sultan Mehmet, ilmî ve entelektüel oto-riteyi Molla Gürânî, manevî ve tasavvufî otoriteyi Akşemseddin temsil etmiştir.1

Kılıç zaferleri, güce dayalı iş-galler, zorbalıkla gerçekleşen istila hareketleri hiçbir zaman başarılı ve kalıcı olamamışlardır. Kalıcı olan beldelerin zabtından önce gönüllerin fethine koyulan seferlerdir. O nedenle fetih; iş-gal, saldırı, tahakküm, sömürü ve talan değil kuruyan topraklara inen rahmet yağmuru, çorakla-şan gönülleri yeşerten hayat iksiri, buhranlar içinde kıvranan halkla-ra huzur ve barış ortamı getiren insanlık muştusudur.

1451 yılında 21 yaşında tah-ta çıkan ve 23 yaşında İstanbul’u fethederek Hz Peygamber’in:

“Konstantiniyye elbette fetholuna-caktır, onu fetheden emîr ne güzel emîrdir, onu fetheden asker ne güzel askerdir” övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed, 30 yıl padişahlık yapmış, 25 savaşa biz-zat komuta etmiştir. Bazen yılda bir, bazen iki, bazen de üç sefer yaptığı olmuştur. Eski tarihçiler, onun mevcut Osmanlı mülküne 18 iklimi kattığını söylerler. Onun zamanında, Anadolu, baştan başa bir Müslüman toprağı haline gel-diği gibi, Bosna Hersek de dahil olmak üzere Balkanlar bütünüyle Osmanlı Devletine katılmıştır.

İslam kaynaklarında genellik-le, Mekke’nin fethi için “feth-i mübîn”, İstanbul’un fethi için de “feth-i celîl” tabirleri kullanı-lır. İslam tarihinde, dini bakım-dan olmasa da sembolik olarak İstanbul’un fethi, Mekke’nin fethinden sonra gelen “büyük fetih” olarak nitelendirilir. Dola-yısıyla İstanbul’un fethi, maddî olduğundan çok daha fazla ma-nevî ve sembolik yönüyle önem

ifade etmektedir. İşte bunun için İstanbul’un fethi hem maddede hem de manada kelimenin tam manasıyla bir “büyük fetih”tir.2

Fatih Sultan Mehmed, “Bel-de-i Tayyibe” denilen İstanbul’u fethederek, asırlardır beklenen bir rüyayı gerçekleştirmek ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in methine nâil olmak istiyordu.

Bu yazımızda, Fatih’in aldı-ğı güçlü eğitim, Avnî mahlası ile ortaya koyduğu seçkin şiirler, gerçekleştirdiği siyasî başarılar ve Osmanlı’yı cihan devleti hâline

getirmesi gibi hususiyetlerden ziyade onun derviş zümreleri ile olan ilişkisine, özellikle de her bakımdan kendisine rehberlik eden Akşemseddin’le irtibatına değinmek istiyoruz.

Saltanatı boyunca siyasî kişili-ği kadar ilmî ve manevî nitelikleri ile de tanınan Fatih’in çevresin-de ilim ve tasavvuf önderleri yer alıyordu. O, Hacı Bayram-ı Velî

21Mayıs / 2007

“Ressamların Fırçasından İstanbul” Aksaray Şehzade Camisi ve Çevresi

Page 22: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

tarafından babasına verilen fetih müjdesini gerçekleştirmenin ça-bası içerisindeydi.3 Hacı Bayram-ı Velî’nin halifesi Akşemseddin (ö. 863/1459)’in gözetimi ve terbi-yesi altında yetişti. Akşemseddin tarafından Eyyüb’de kuşatılan pa-dişahlık kılıcı ile tahta oturdu.4 Bu nedenle Akşemseddin’in Padişah üzerindeki nüfuzu oldukça ileri düzeydeydi. Bir gün veziri Mah-mud Paşa’ya: “Bu pîr’e hürmetim ihtiyarsızdır. Yanında heyecanla-nırım. Ellerim titrer. Diğer şeyh-lerim ise benim yanıma gelince, heyecandan elleri titrer” diyerek, ona karşı ileri düzeydeki hürmet ve tazim hislerini dile getirirdi.

Saltanatın verdiği sıkıntıdan ve sürekli koşuşturma sonucu or-taya çıkan yorgunluk hislerinden Akşemseddin’e bahsederdi; “Hal-vete girip irşad olmak istediği”ni dile getirirdi. Bu isteğini sürekli geri çeviren Şeyh ona; “Halvette öyle bir lezzet var ki, ona dahil olanların, saltanat ve hükümdar-lık arzularını silip götürür. Hâlbuki senin sâlik değil mâlik olman ge-rekir”5 diyerek, tasavvufî hayatın cezbeli, gaybete sevk eden, her türlü bağ ve alâkalardan kurta-ran hususiyetlerine dikkat çeker. Tasavvufun ilm-i zevk olduğunu, adaletle hükmeden bir hüküm-darın dergâhta huzuru yakalamış dervişlik payesinin ötesinde ol-duğuna işaret eder.

Dervişlere özel bir ilgi ve sevgi duyan Sultan II. Mehmed, ricâ-lullahtan saydığı zevatın ordusun-da bulunmasına ayrı bir önem verirdi. Fetih seferine çıkarken beraberinde, Akşemseddin, Ak-bıyık Sultan, Molla Gürani ve Şeyh Sinan gibi alim ve şeyhleri götürürdü.

İstanbul fethedilmiş, ordu şehre girmiş ve şehir bir Osmanlı beldesi olmuştu. Fatih, iki tara-

fında Ak Şemseddin ve Akbıyık Sultan’la birlikte İstanbul’a girer, Ayasofya’ya doğru yaklaşır.

Bu esnada beyaz elbiseli, ak-sakallı, heybetli bir şekilde duran Ak şemseddin’i hükümdar sanan Bizanslı kızları, ellerindeki çi-çekleri kendisine doğru uzatınca, Fatih’i gösterir, çiçeklerin padişa-ha verilmesini işaret eder.

Sultan Fatih ise, “Veriniz, çi-çekleri ona veriniz. Padişah benim, ama o benim hocamdır” diyerek iltifatta bulunur.

Bu esnada Fatih’in sevincine diyecek yoktur. Ama aynı anda iki sevinci birden yaşamakta ve şu itirafta bulunmaktadır:

“Asrımızda böyle bir âlimin bulunmasına mı sevineyim, yok-sa şu şehrin fethine mi daha çok sevineyim, bilemiyorum.”

Fetihten hemen sonra yapılan ilk divan toplantısında, komutan-larının huzurunda, bu sevinci-ni farklı bir biçimde şöyle ifade eder:

“Bu ferah ki, bende görürsüz; yalnız bu kal’a fethine değildür. Ak-şemseddin gibi bir aziz be nim za-manımda olduğuna övünürüm.”6

Bilimsel sorunları ilmiye sınıfı arasında istişâre etmekten zevk alan Fatih, takva, vera, irfan ve hizmetleri ile temayüz eden, seç-kin sûfî ve meşâyihi de etrafında toplamaktan geri kalmazdı. Dev-rinin aktüel tasavvufî meseleleri ile de yakından ilgilenen Padişah, özellikle “vahdet-i vücûd” konu-sunu gereğince anlamak istemiş ve bu meselenin açıklığa kavuş-turulması için ilim ve tasavvuf önderleri arasında tevhidi konu alan uzun tartışmalar tertip etti.7 Vahdet-i vücuda hakimiyetleri ile meşhur olan İran ve Hora-san bölgesi şeyhleri İstanbul’da büyük rağbete mazhar olmuş-

lardır. Örneğin, Horasan ve Se-merkant bölgelerinin tanınmış iki büyük Nakşibendi şeyhi olan Molla Abdurrahman Câmî (ö. 898/1492) ile Ubeydullah Ahrâr (ö. 895/1490)’a karşı Fatih’in özel bir ilgisi vardı.8 Fatih ile Ubeydul-lah Ahrar arasında gizliden gizli-ye yazışma ve mektuplaşmalar gerçekleşmiş ve bu bağ, karşılıklı yardım ve himmet isteme dere-cesine kadar varmıştı.9

Ubeydullah Ahrar’ın kızından torunu Hâce Muhammed Kâsım, bir hatırasını şöyle nakletmektedir:

“...Bir Perşembe günü, Dedem Ahrar Hazretleri, Semerkant’ta öğle namazını kıldıktan sonra, acele atına atlayıp şehirden çık-mış, dostları ve yakınları da, onun ardına takılıp gitmişlerdi. Şehir dışında beraberindekileri ansızın durdurup, kendisi Deşt-i Abbas denilen boş bir araziye doğru yü-rür. Hemen arkasından duruma muttalî olmak üzere giden mürid-lerinden biri: “Onun, her yöne at koşturarak kılıç salladığı ve sağa-sola hücum ederek savaşır gibi ha-reketlerde bulunduğu”nu görünce hayretler içerisinde kalır. Keyfiyeti merak edip Şeyh’in peşinden gi-den ve garip davranışlarını sey-reden dostu, eve döndüklerinde meseleyi şeyhe arz eder. Hazret şu cevabı lutfeder: “Rûm Padişa-hı Sultan Mehmed Han Gazi, tam o anda küffar ile savaşmakta idi. Bizden yardım dileğinde bulundu. Biz de, onun candan istimdadına icabet ettik...” Babam Abdülhâdî, Rûm diyarına gelip II. Bayezid Han ile görüştüğünde, dedemin, giyim-kuşam, kılık-kıyafetinden bahse-derken, Padişah, “beyaz atları da var mıydı?” diye sormuştu. “Evet” cevabını alınca, babam Sultan Fa-tih Han anlatmıştı ki: “Filan gün, öğleden sonra, küffar ile savaşır-ken, askerde bıkkınlık emareleri sezmiş ve Hâce Hazretleri’nden

22 Somuncu Baba

Page 23: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

istimdad eylemiştim. Hemen o anda bu büyük üstad, beyaz bir ata binmiş ve gösterişli bir kılığa bürünmüş olarak savaş meydanın-da karşıma çıktı. Ve bana: “Kork-ma! Merak etme!” diye kuvvet verdi. Bense: Küffarın çokluğunu işaret ettim. Hâce Hazretleri, kol yenlerini bana gösterdi. İçine bak-tığımda, orada geniş bir meydan peyda olup, baştan aşağı İslam as-keri ile dopdolu idi. Böylece üstad bize kuvvet vererek: Filan tepeye çıkıp, askere rehberlik ederek, bir hücum daha yapın dedi. Kendisi de düşman üzerine kılıç salladı. Ve fetih müyesser oldu.”10

Vahdet-i vücud düşüncesine ilgi duyan Fatih, bu konudaki ihtisası ile bilinen Molla Abdur-rahman Câmî’yi görüşmek üzere, İstanbul’a davet etmiştir. Câmî, Hüseyin Baykara’yı rencide et-memek için, Hicaz dönüşü Şam’a uğradığında vâkî davetten haber-dar olmuş ve gizlice Horasan’a dönerek bu talebi yerine getire-memiştir.11

Davetine icabet edememekle birlikte Câmî, vahdet-i vücuda dair yazmış olduğu Risale fi’l-Vü-cud isimli eserini, Fatih’e gönder-miş ise de, risale İstanbul’a ulaşa-madan Sultan vefat etmiştir.12

Fatih’in saltanatı öncesinde gerek içtimaî gerekse dinî hayat bakımından Osmanlı Devletinin başını ağrıtan tasavvufî nitelikli Hurûfîlik cereyanı vardı. 22 Eylül 1444’te kanlı bir hurûfî ayaklan-ması ile gerçekleşmişti. Dolayısıy-la Hurufiler, sıkı bir takibata ma-ruz kalmıştı. Fazlullah-ı Tebrizî (ö. 796/1393)’ye nispetle, “hurûfîlik” adı ile şöhret bulan bâtınî karak-terdeki bu tarikatın müntesiple-ri,13 Sultan Fatih’e kadar sokula-rak, onunla buluşmaya, fikirlerini, kesin ve sağlam gerçekler gibi takdim etmeye başladılar. Muh-

telif duygu ve düşüncelere, say-gılı bir eda ve terbiyenin sahibi olan Padişah, bunlara da aynı müsamahayı gösterdi. Bu menfi temayülden ve sapık fikirlerin II. Mehmed’e kabul ettirilmesinden endişe eden Vezir-i A’zam Mah-mud Paşa, durumu Padişaha aça-mamakla birlikte, hurûfîleri, onun çevresinden uzaklaştırmanın ça-relerini arıyordu. Nihayet olan-ları, Molla Fahruddin-i A’cemî (ö. 865/1460)’ye açarak bu konuda kendisine yardımcı olunmasını istedi. Paşa’nın anlattıkları karşı-sında, irkilen ve ürperen Molla Fahruddin, söylenenleri, hurûfî-lerin bizzat ağızlarından duymayı arzu ettiğini bildirdi. Bunun üze-rine Mahmud Paşa, onları yanına davet etti. Vezir-i A’zam’ın huzu-runda bulunmanın verdiği reha-vetle, fikirlerini daha da ileri gö-türerek anlatan hurûfîleri, Molla da, saklandığı evin gizlice bir bö-lümünden dinliyordu. “Hulûl ve ittihâd” fikrine sahip olduklarını ve bunları alenen izhar ettikleri-ni duyunca, dayanamayan Molla Fahruddin, birden gizlendiği yer-den ortaya çıktı. Üzerlerine yü-rüyerek onları yakalamaya çalıştı. Darü’s-Saade’ye doğru kaçan ve saraya sığınan hurûfîlerin, kendi-sine teslim edilmesi, hususunda Padişahı da ikna eden Fahruddin-i A’cemî, halkı Edirne Üç Şerefeli Camii’de toplayarak, umuma açık bir tartışma tertip etti. Cemaatin huzurunda onların fikirlerini tek tek çürüterek, cezalandırılmaları-na dair fetva verip gereğinin ya-pılmasını sağladı.14

Özetle, zihinleri ve gönülleri İslam’ın gerçeklerine açmak, bu gerçeklerin önündeki bütün en-gelleri kaldırarak, onların insanın aklına ve kalbine ulaşmasını sağla-yacak ortamı hazırlamak arzusuy-la fetih hazırlıklarına girişen Fatih Sultan Mehmet, Kur’an ile fethe-

dilen Medine örneğine İstanbul’u da katmıştır. Zafer sarhoşluğu-na bürünmeyen ve İstanbul’un manevi ve gerçek fatihi olarak takdim ettiği Akşemseddin’in şahsında maneviyat önderlerine ve derviş zümrelerine yakın ilgi duymuş, onları himaye etmiş, hayır dualarını talep etmiştir. Sa-ray, medrese ve tekke arasında-ki insicamın sağlanmasına özen göstermiştir. İstanbul’un medeni-yet, ilim ve ahlâk âbidesi bir diyar hâline gelmesi için ilim ve tasav-vuf önderlerinin hâmisi olmuştur. Dolayısıyla barış, huzur, ahlak, ilim ve irfan yolu sayılan fetih ruhunun diri tutulması, gerek şe-hitler emaneti olan bu cennet va-tanımızın gerekse Evlâd-ı Fâtihân olan milletimizin bekası için aslî görevimizdir.

1- Selçuk Eraydın, “Manevî Fetih”, Fetih, Fatih ve İstanbul Sempozyum Bildirileri, Seha Neşriyat, İstanbul 1992, s 41-42.

2- Bekir Karlığa, “Büyük Fetih”, Bugün, 29.05.2006.3- Yurd, Ali İhsan, Kaçalın, Mustafa, Akşemseddin

Hayatı ve Eserleri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. LIII.

4- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Sa-ray Teşkilatı, Ankara 1984, s. 189.

5- Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, İstanbul 1280, c. II, s. 180; Gündüz, İrfan, Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, İstanbul 1983, s. 36.

6- Mehmet Paksu, “İstanbul’un Fethi ve Elden Çık-ması”, Bugün Gazetesi, 28.05.2006.

7- İlim, edebiyat ve sanata karşı yakın alakası ile tanınan Sultan Fatih’in ilim erbabına huzurunda münazaralar yaptırdığını biliyoruz. Bu hususta altı gün süren ve tevhide dair olan en uzun münakaşa Hocazade Muslihıddin Mustafa ile Molla Meh-med Zeyrek arasında cereyan etmişti Taşköpriza-de, İsamüddin Ahmed, eş-Şekaiku’n-Numaniyye fi ‘Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, Dersaadet, İstanbul, trz., s.194.

8- Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-Tevârih, c.II, s.260.9- Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-Tevârih, c.II, s.260; Gün-

düz, Devlet - Tekke Münasebetleri, s.43.10- Taşköprizade, İsamüddin Ahmed, eş-Şekaiku’n-

Numaniyye fi ‘Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, Dersaadet, İstanbul, trz., s. 157-158; Câmî, Ab-durrahman, Nefahâtü’l-Üns –Evliyâ Menkıbeleri-, ter. ve şer. Lâmiî Çelebi, haz. .Süleyman Uludağ - Mustafa Kara, Marifet yay., İstanbul 1998, s. 566-567; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-Tevârih, c. II, s. 262-263.

11- Hâce Ataullah Kirmânî’nin başkanlık ettiği davet heyetinde; Câmî’ye, İstanbul’a gelmesi halinde 100.000 eşrefî altın va’dedilmiş, hediye olarak da, 5.000 eşrefî altın gönderilmişti.

12- Ritter, H., “Ayasofya Kütüphanesi’nde Tefsir İl-mine Ait Arapça Yazmalar”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, 1945, s. 65-66.

13- İnalcık, Halil, “Mehmed II”, İslam Ansiklopedisi, c. VII, s.507.

14- Taşköprizade, eş-Şekaiku’n-Numaniyye, s. 38; Gündüz, Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 31-32.

Dipnot

23Mayıs / 2007

Page 24: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Bilgelerin Sultanı İbn Arabi, Fetihler kitabının

bir yerinde şöyle der :

‘Allah’ın seninle açtığı ilk kapının senin nefsinin

kapısı olduğunu bilir misin?

Sen, kevnsin. Allah ise, seni var edendir. Var-

lığı seninle açmıştır. Sen varlığın anahtarısın. Bu

yüzden sen O’nun yanındasın, Allah’tan başka

kimse seni bilemez…’

‘Nehrin ötesi’ anlamına gelen Maveraünnehr’in

hakikatini ve bu hakikatin Anadolu coğrafyasına,

oradan tüm dünyaya yayılışını konuşmaya bu sır-

dan bakmak gerekir.

Fetih, Fettah’ın zuhuru, ruhun açılması, kalbin sırlarının taşmasıdır.

Bu, denizin halleri olarak dalgalanma, kabar-madır, büyüme, genişleme, kabz halinden bast haline geçiş… Bu, fetihtir, Şeyh-i Ekber, bu sırdan-dır ki, fetih, nefsin kapılarının açılmasıdır, der.

Cihad’a ilişkin bir ayetin tefsirinde de, (en ya-kınınızdaki kafirden başlamak üzere savaşın), ‘in-sanın en yakınındaki kafir nefsidir..’ yorumunu yapar.

Yol, O’nundur, O’ndan gelir ve O’na açılır.

Üç gezi vardır: O’na, O’nda ve O’nunla…İlk iki-sinin nihayeti vardır ama üçüncüsünün sonu yoktur.

MaveraünnehirNereye Dökülür?

24 Somuncu Baba

Page 25: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Maveraünnehir bilgelerinin yolu, birincisiyle başlar, O’nun sonsuz ve mutlak varlığına katılır ve orada gaybubet eder.

Nehir, kamil insan’ın mazmunudur.

Dicle, Fırat ve Nil-i Mübarek, arzın kalbi olan Kâbe’nin çevresindeki kozmik dairede dolaşır.

Biri Horasan diğeri Elazığ’dan zuhur eder ama kaynağı cennetü’l-firdevs’tir.

Biri, Ceyhun (Amu Derya), diğeri Seyhun (Siri Derya).

Biri Arapça, diğeri Farsça öteki Türkçedir.

O’na Seyda da derler, Ahmed Yesevi de…

Kendisi bizatihi bir Menzil olan bir köyün kutb-ı azamı da…

Kamil insan yağmur gibidir. Biatı tazedir.

Hali ve onun diliyle marifet ve şuhud’un akta-rıcısı, hatta kendisidir.

Arza rahmet damlaları halinde iner ve ırmağa dönüşür… Irmak, asli kaynağı olan deryaya kavuş-mak için, mahzun şair Fuzuli’nin dediği gibi, ‘başını taştan taşa vurarak’ sahilsiz ummana dökülür.

Burası kıyısız denizdir, kıyı eğer deniz’in bir hali ise, bu berzahın kendisi de kamil insandır.

Maveraünnehir, kamil insanın kalbi, kamil in-san Maveraünnehr’in Hira’sıdır.

EdebiyatSadık YALSIZUÇANLAR

“Anadolu’ya bilgelik, bu ırmaklardan akmıştır. Maveraünnehir’e, ‘bereketin ötesi’ de denir. Bereket’in aşkın kaynağı. Bereket, manevî

feyzin nisan yağmurudur. Sedef Semerkand ve Buhara’dır, inci, Fergana. Bu rüzgar Yesi’nin dağlarından eser. Şems Hızırdır, Mevlâna

sırdır, Yesevi sırların annesidir. Hemedani, fütüvvetin aslıdır.”

25Mayıs / 2007

Page 26: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

26 Somuncu Baba

İslâm irfanının inzivadan çıkışı, Anadolu’ya oradan Balkanlar’a ve Doğunun en Batısı, Batının en Doğusu olan İstanbul’a, Bursa, Konya, Erzu-rum ve Sivas’a ulaşması, Anadolu erenlerinin hu-rucuyla gerçekleşmiştir.

Cafer-i Sadık’ın kutlu neslinin ve izinin büyük bilgesi Harakani hazretlerinin ikinci kuşak halife-si Yusuf Hemedani, onun şakirdi Yesevi, O’nun kutlu halifesi Somuncu Baba, O’nun devamı, Ankara’nın, İç Anadolu’nun sahibi Hacı Bayram-ı Veli… Bu irfani ırmaklar hep Uhud dağından do-ğar. Taşkent, Buhara, Semerkant veya Fergana… Adı ne olursa olsun, bilgeliğin büyük damarları, arzın yüreği olan Kâbe’den kaynar.

Mekke Fetihleri oralıdır.

Feta nerede, kime, nasıl görünürse görünsün, hep Kâbe’nin ehadiyyeti simgeleyen siyah rengin-den gelir.

Bugün, üzerinden sosyalist bir samyeli geçmiş olmasına rağmen hâlâ irfanın çiçekleri açıyorsa Fergana’nın, bu, Alemin Nuru’nun kademine gir-miş kamil insanlara vatan olmasındandır.

Anadolu’ya bilgelik, bu ırmaklardan akmış-tır. Maveraünnehir’e, ‘bereketin ötesi’ de de-nir. Bereket’in aşkın kaynağı. Bereket, manevî feyzin nisan yağmurudur. Sedef Semerkand ve Buhara’dır, inci, Fergana. Bu rüzgar Yesi’nin dağ-larından eser. Şems Hızırdır, Mevlâna sırdır, Yese-vi sırların annesidir. Hemedani, fütüvvetin aslıdır.

Başkasının nefsini kendi nefsine öncelemenin diğer adı ahiliktir ki bunu büyük Melamî karta-lı Somuncu Baba’nın yedi katlı Fatiha tefsiri bize anlatır.

Yesevi hem şair hem veli hem kılavuz, hem ahi, hem evrandır.

Maveraünnehir, nehrin sadece ötesi ve bere-keti değil, Anadolu’nun diğer adı ve yakasıdır da.

Anadolu, Maveraünnehir haznesinden, kırk günlük kozmik bir inziva zamanını kat ederek gel-miştir Anadolu’ya.

Abdalların, pirlerin, erenlerin ve ahilerin büyük medeniyetinin şiirini yazmak da Niyazi Mısri Sulta-

n’a, Yunus’a ve Hz. Mevlana’ya nasib olmuştur.

Bize, Maveraünnehir’in sırlarının dilini en gü-zel Mısri Sultan’ın kelimeleri anlatır :

“Ta ezelden biz bu aşk içinde rüsva olmuşuzİsmimizdir söylenen manada Anka olmuşuz

Gerçi suret aleminde sandılar kesretteyizKesret içre bilmediler ferd ü tenha olmuşuz

Şol izafet ü taayyün sofların giysek ne varÇünkü ondan soyunup m anen muarra olmuşuz

Mantıku’t-Tayr’ın lugat-ı mutlakından söylerizHerkes anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz

Lafz u suret u cism ile anlamak isterler biziBiz ne elfazız ne suret cümle mana olmuşuz

Katreler ırmağa ırmağ erdi bahre cem olupKavuşup birbirine hala o derya olmuşuz

Zahidin zikr ettiği şol harf ü savtın resmidirZakir ü mezkur u zikre biz müsemma olmuşuz

Sofinin şol hay u hu’yu narasından almayızVasıl-ı deryayız biz ol sesten Müberra olmuşuz

Alleme’l-Esma’ya mazhar ister isen gel beriAdem ü hem O’na talim olan Esma olmuşuz

Ten gözüyle Mısri’yi surette görsem deme kimZira biz ol Kaf u suret içre Anka olmuşuz…”

Mısri Sultan der ki, Selçuk ve Osmanlı mede-niyetlerini Horasan erenleri inşa etmiştir.

Onlar sütun (veted) durlar, arzın hamili kamil insanlardır.

Arz, onların omuzları üstünde yükselir.

Onlar Mukarrebun melekleri gibidir.

O kadar yakınlaştırılmışlardır ki, ne kendilerini ne gayr’ı ne de Allah’ı bilirler.

Çünkü Allah’ın sonsuz ve mutlak varlığında gaybubet etmişlerdir.

Maveraünnehir, işte bu büyük sırrın adıdır.

Anadolu’nun büyük sırrıdır.

Page 27: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

27Mayıs / 2007

Page 28: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

28 Somuncu Baba

İstanbul’unFethi ve Fatih“Fatih’i bu ulvî ideale götüren unsur, şüphesiz küçüklüğünden itibaren almış olduğu eğitimdir. O, cihangirlik sanatını ecdadından, hükümdarlık terbiyesini ve kumandanlık özelliklerini de babası II. Murat’tan öğrenmiştir. O’nun devlet adamlığı vasfı tartışılamayacak kadar büyüktür. Fatih, zamanını ve kendini aşmış fikir ve iman adamıdır.”

TarihYard. Doç. Dr. Mehmet TAŞTEMİR

Page 29: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

İ stanbul, tarihin çok eski dö-nemlerinden beri dünya mil-

letlerinin rüyası, hülyası ve ideali olmuştur. İlk önce Müslüman Araplar, daha sonra Müslüman Türkler tarafından defalarca bu güzel beldenin ele geçirilmesi için seferler düzenlenmiştir. Bunda İs-lâm Peygamberinin İstanbul’un fethine dair “İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve O’nun askerleri ne güzel as-kerlerdir” hadis-i şerifi Müslüman Türkler için teşvik edici temel ol-muştur.1

İslâm kumandanları bu hadis-i şerife mazhar olabilmek gayesiyle İstanbul’un fethi için zaman za-man fetih hareketlerine girişmiş-lerdir. Bunlardan ilki, 655 yılında Hz. Osman zamanında dönemin Suriye valisi Hz. Muaviye tarafın-dan ilk deniz seferiyle başlamış, kuşatma ise 668 senesinde olmuş-tur. Bu kuşatma harekâtında Pey-gamber Efendimizin bizzat bay-raktarlığını yapmış olan, o tarihte pir-i fâni denecek kadar yaşlanmış bulunan Ebu Eyyûb el-Ensâri de hazır bulunmuş ve çatışma esna-sında kendisiyle beraber birçok ashab-ı kiram da şehit düşmüş-tür. Fethe muvaffak olamayan Hz. Muâviye, 674’de yedi yıl süren ikinci kuşatmada da başarılı ola-mamıştır. 707’de Mesleme bin Abdülmelik ve 781–782 yıllarında ise Abbasi halifesi el-Mehdi’nin oğlu Harun komutasındaki ordu, Üsküdar’a kadar ilerlemiş olduğu halde yapılan anlaşma neticesin-de geri dönmüştür.2

Müslüman Türkler tarafından ilk fetih girişimi ise, Selçuklu sul-tanı Tuğrul Bey tarafından 1043 yılında hem Anadolu’nun ve hem

de İstanbul’un fethi gayesiyle ya-pılmış, ancak başarısızlıkla sonuç-lanmıştır.3 İstanbul’un fethine yö-nelik ilk ciddi girişim, 1340 yılında Osmanlı Sultanı I. Murat tarafın-dan yapılmışsa da, Hıristiyan dün-yasının oluşturduğu güçlü ittifak neticesinde kuşatma gerçekleştiri-lememiştir. Yıldırım Bayezıt, fetih girişimlerinde bulunmuş ancak birinci seferde imparatorla anlaş-maya bağlı kalınarak şehre girile-memiş, ikinci teşebbüste ise Ti-mur istilası nedeniyle kuşatmadan vazgeçilmiştir.4 Fatih’ten önce son

kuşatma ise, II. Murat tarafından 1422 tarihinde olmuştur.5 On bin akıncının İstanbul’u taşraya bağla-yan yolları kesmesiyle başlayan ve dönemin manevi otoritelerinden olan Emir Sultanın yüzlerce der-vişleriyle birlikte bizzat yer aldığı bu kuşatma, çok şiddetli çarpış-malara sahne olmasına rağmen başarı alınamamıştır.

Fatih Sultan Mehmet döne-mine kadar yaklaşık 29 kez ku-şatılmış olan İstanbul, ancak bu genç Fatih’e nasip olacaktır. Tarihe

“Ebu’l-Feth” (fethin babası) olarak

geçen Sultan Mehmet Han, İs-tanbul’un alınması hususunda en büyük gayreti gösteren Osmanlı padişahıdır.6 Bu hususta kendisin-den önceki padişahların da İstan-bul’un fethiyle ilgili teşebbüsleri olmuşsa da bu iş, Sultan Mehmet Han’a kısmet olmuştur. “Ya İstan-bul beni ya ben İstanbul’u alırım” diyecek kadar kafasını ve gönlünü fethe vermiş bir padişahtır. Bu hu-susta babasının da vasiyeti ve teş-viki vardır.

Beş yaşında tahsile başla-yan veliaht Mehmet bilhassa Manisa’da geçirdiği şehzadelik devresinde zamanın ünlü ve liya-katli âlimlerinden Astronomi, fen bilimleri, Matematik, Edebiyat, Tarih, Felsefe (Kelam) dersleri ya-nında dinî ilim tahsil etme imkânı bulmuştur. Ayrıca Arapça, Farsça, Latince, Sırpça, İbranice ve Türk-çe ailesinden olan Çağatayca’yı öğrenmiştir.7 Fevkalade askerî dehaya sahip olan Mehmet, Halil Paşa ve Zağanos Paşanın da kü-çüklükten itibaren Peygamberimi-zin İstanbul’un fethine dair hadis-i şerifi kendilerine okuyarak O’nun fikren ve ruhen şekillenmesinde ve fikirlerinin olgunlaşmasında önemli katkıları bulunmaktadır. Fatih ayrıca Molla Gürâni’nin ilim ve irfan pınarından kana kana içmiş, Akşemsettin Hazretlerinin iman ve tasavvuf deryasında pişip benliğini eritmiştir.8

1451 yılında ikinci kez Os-manlı tahtına geçen Fatih Sultan Mehmet, bu ulvî gayesini gerçek-leştirmek için Macarlara, Sırpla-ra ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Hedefi Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tah-rik etmemek ve zaman kazan-maktı. Bin yıllık tarihinin sonuna

29Mayıs / 2007

Page 30: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

30 Somuncu Baba

gelmiş olan Bizans, küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırla-rı içinde hüküm süren bir devlet konumuna düşmüştü. Buna rağ-men Bizans’ın varlığı, Balkanlar-daki Türk varlığı açısından tehli-keli olmaktaydı. Bu arada Bizans İmparatorları, Anadolu’daki çeşitli siyasî güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri durmuyorlardı. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmesi, ticarî ve kültürel yönden önemli bir avan-taj olacaktı.9 Zira boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede Karadeniz ticaret yolları ele geçirilecekti. Karama-noğulları meselesini çözen Fatih, İstanbul’un fethi için hazırlıklara bir yıl önceden başladı. Önce devrin ünlü mühendislerini ve Osmanlı’ya sığınan Macar Urban’ı Edirne’de top dökümü işiyle gö-revlendirdi. “Şahî” adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin(havan topu) üretilmesi, yapılan hazırlıkların arasında olup İstanbul’un fethin-de önemli rol oynamıştır. Bu topların çoğunun plan ve proje-sini ise bizzat genç Fatih çizmiştir. Bunların yanında dört ay gibi kısa bir zamanda Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı (Boğazke-sen) yapıldı.10 Bu sayede Boğazla-rın kontrol ve emniyeti sağlanmış oldu. Yaklaşık 400 parçadan olu-şan donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki Osmanlı do-nanmasını Mora’ya göndererek Bizans’a gelmesi muhtemel yar-dımları engelledi. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında Bizanslılar da boş durmuyorlardı. Bir yan-dan surlar sağlamlaştırılıyor, diğer yandan da şehrin gıda ihtiyacı için gerekli malzemeleri depolu-yorlardı. Ayrıca Bizans İmparato-

ru Konstantin, Haliç’e bir zincir gerdirterek buradan gelebilecek tehlikeyi önlemeye çalışıyordu. Bu arada Bizans Haçlı dünyasın-dan yardım istiyordu. Ancak Papa yapacağı bu yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Kato-liklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, “İstanbul’da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız” diyorlardı. Fatih Sultan Mehmet, fetih hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Bizans İm-paratoruna elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edil-mesini istedi. Bunu kabul etme-yen Kostantin, savaşa hazırız me-sajı üzerine, Osmanlı ordusu kara surları önünden 6 Nisan 1453’te kuşatmayı başlattı. Kuşatmaya Anadolu ve Rumeli beylerine bağ-lı kuvvetler de katıldı. Osmanlı or-dusu yaklaşık 150.000–200.000

arasında idi. Çok şiddetli çarpış-malar olmaktaydı. Surlar Şahî topları ve gülleleriyle dövülüyor ancak fetih müyesser olmuyordu. Bizans, surlarda açılan gedikleri ise kısa sürede tamir ediyordu. Bu arada Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans’a yardım ediyorlardı. Genç Fatih Osmanlı Donanmasının kuşatma esnasında yeterince kullanılmadığını, bu yüz-den fethin geciktiğini düşünmek-teydi. Haliç’e bakan surların zayıf olduğunu bu yüzden Bizans’ın Haliç’e zincir çekmiş olduğunu düşünüyordu. Bunun üzerine fet-hi kolaylaştıracak karar aldı. Os-manlı donanmasının bir kısmının mutlaka Haliç’e indirilmesi ge-rektiğini düşündü. 22 Nisan 1453 gecesi kızaklar yardımı ile çekilen 70 kadar kadırga Haliç sularına indirildi. Sabahleyin Türk donan-masını gören Bizanslılar, hayret ve

Page 31: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

31Mayıs / 2007

şaşkınlık içinde paniğe kapılarak kara surlarını savunmakta iken, bir anda Haliç’teki surları savunmaya yöneldiler. Böylece kara surları-nın savunması zayıfladı. Bu arada Haliç surları ateş altına alındı. Bu sayede deniz tarafındaki surların tamamı kuşatılmış oldu. Ceneviz-liler aracılığıyla şartsız olarak teslim olmaları istendi. Hem kara surları hem de Haliç surlarından taarruza geçen Osmanlı ordusu Bizanslılar tarafından püskürtüldü. Bütün bu kuşatma harekâtına rağmen şehir bir türlü alınamıyordu. Nihayet 18 Mayıs 1453’te Topkapı yö-nünden taarruza geçildi. Surların yoğun top atışlarıyla dövülmesi sürdürüldü. 26 Mayıs’ta topla-nan harp meclisi taarruza devam kararı aldı. Nihayet 29 Mayıs sa-bahı bütün birlikler hücum kararı alarak son büyük saldırıya geçtiler. Surlarda açılan gediklerden içeri giren yaklaşık 300 kadar Anadolu askeri şehit düştü. Ardından ye-niçeriler saldırıya geçerek göğüs göğse çarpışmalar başladı. Surla-ra ilk Türk bayrağını diken Ulu-batlı Hasan burada şehit düştü. Belgrad kapıdan içeri giren Türk askerleri Bizans’ın son direnişçi-lerini geçerek Bizans savunmasını çökertti. 54 günlük muhasaradan sonra şehir Osmanlı’nın eline ge-çerek fetih gerçekleşti.11 Askerleri tarafından yalnız bırakılan impa-rator Konstantin sokak çatışmaları sırasında öldürüldü. Her yandan kente giren Türkler, Bizans savun-masını tamamıyla kırdılar.

İstanbul tam olarak ele ge-çirilip emniyet sağlanınca Fatih Sultan Mehmet öğleye doğru Topkapı’dan şehre girdi. Çiçek-lerle karşılanan büyük sultan, doğruca Ayasofya’ya girdi. Kili-senin içerisinde korku ile bek-

leşen Bizanslılara, canlarına ve mallarına asla zarar verilmeye-ceğine dair söz verdi ve emniyet içerisinde evlerine gitmelerini emretti.12 Daha sonra ulemadan birisi ezan okudu. Fatih, namaz kılarak bu zaferi kendisine nasip ettiği için Allah’a şükretti ve ilave etti: “Bundan sonra tahtım, İs-tanbul’dur”.13

Dünya tarihinde çok önemli bir yere sahip olan İstanbul’un fethi, sonuçları itibarıyla da büyük yankı uyandırmıştır. Çağ kapayıp yeni bir çağın açılmasına sebep olmuştur. 1000 yıllık köklü bir im-paratorluk sona ermiştir. Bu fetih hareketi Avrupa ve Hıristiyan dün-yasında büyük bir hayal kırıklığı ve şok etkisi yaratmıştır.14

Fatih’i bu ulvî ideale götüren unsur, şüphesiz küçüklüğünden itibaren almış olduğu eğitimdir. O, cihangirlik sanatını ecdadından, hükümdarlık terbiyesini ve ku-mandanlık özelliklerini de babası II. Murat’tan öğrenmiştir.15 O’nun devlet adamlığı vasfı tartışılama-yacak kadar büyüktür. Fatih, za-manını ve kendini aşmış fikir ve iman adamıdır. Öyle ki köhne bir çağın karanlığını yırtarak, yeni ve aydınlık bir çağın kapılarını bütün insanlığın ümidi ve ışığı olarak ar-dına kadar açmıştır.

Bu nedenledir ki; Fatih’i bu büyük ideallere götüren unsur şüphesiz ilimdir. Eğitim, bir mille-tin en öncelikli hedefi, ideali ol-malıdır. Aksi takdirde bir milletin ayakta kalması imkânsızdır. Maddî ve manevî kalkınmanın anahtar-larının insan olduğuna gönülden inanan, ilim ve irfan ordusunun komutanı Fatih; ilme, ilim ehline ve hocaya çok önem vermiştir. Fe-tihten hemen sonra açmış olduğu

medreseler ile kültürel müessese-ler bunun bir ifadesidir.

Kalkınmamızın temelinin eği-tim olması gerektiğini milletçe top-yekûn olarak kavramamız gerek-mektedir. İlim, müminin yitiğidir. Yüce dinimizin de temel öğretisi-dir. Kâinatın efendisi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ilk gelen âyet

“oku” olmuştur. Dolayısıyla bizim en önemli görevimizin eğitim, bi-lim ve ilim alanında faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu bilinci, insanımıza ve özellikle de gençliğimize anlatma-mız gerekmektedir. İstanbul’un fethinin 554’üncü yılını kutladığı-mız bu günlerde fethi gerçekleşti-ren, Fatih Sultan Mehmet ve O’-nun şanlı askerlerini rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad olsun.

1- Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, C I-II, İstanbul 1983, s. 48–59.

2- Hüseyin Algül, İstanbul’un Fethi ve Fatih, İstanbul 1981, s. 24–26.

3- Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devleti Tarihi, Ankara 1984, s. 34.

4- İlhan Şahin, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 10, İstanbul 1989, s. 161.

5- Mehmet Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tar-ihi, (Sadeleştiren: Neşet Çağatay), C I-II, Ankara 1979, s. 43.

6- Halil İnalcık, Mehmet II, DİA, C. 28, s. 395–407.

7- Mehmet Gökalp, Fatih II. Mehmet Han ve İstanbul’un Fethi, Türk Dünyası Tar-ih Dergisi, sayı 29, s. 54–60.

8- Sâmiha Ayverdi, Edebî ve Manevî Dünyası İçinde Fatih, İstanbul 1983, s. 39–66.

9- İsmet Miroğlu, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C.10, s. 209–212.

10- Tursun Bey, Târih-i Ebu’l-feth, (Haz: Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 41.

11- Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600) (Çeviren: Ruşen Sezer), İstanbul 1995, s. 30.

12- Fatih ve Fetih Albümü, İstanbul’un Fethi, TATAV (Editör: Erhan Afyoncu), İstanbul 2003, s. VII.

14- Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu I, İstanbul 2001, s. 59.

15- Muammer Yavuz, Fatih ve İlim, Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 5, s. 18.

Dipnot

Page 32: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

B ir insanın nasıl biri olduğunu değerlendirirken, onu çeşitli açılardan ele alırız. Ahlakî erdemliliği ne du-

rumda, insanlarla geçimi nasıl, sözleriyle eylemleri ne derece uyumlu, çevresi ondan memnun mu, aile içinde sorumluluklarını yerine getiriyor mu… gibi uzayıp giden sorulara vereceğimiz artı ve eksileri topladığımızda, çıka-cak sonuç bizde doğruya çok yakın bir kanaat oluşturur. Buradan hareketle, bir insanı sadece bir açıdan değerlen-dirmenin -bir izlenim uyandırmakla birlikte- sağlıklı ve kesin bir sonuç vermeyeceğini söyleyebiliriz. Bu izlenim bazen çok kuvvetli bir delil olsa bile, bir şahsı bir bütün olarak tanıtmaya yetmez.

Örneğin, ibadetlere düşkünlüğüne bakarak, bir kişi için “çok iyi bir kimsedir” demek, tam ve yerinde bir tes-pit olmaz. İbadetlere düşkünlük elbette çok iyi bir veridir. Ancak bu, o insanın, başkalarının haklarını yemediği, ya-lan söylemediği, etrafına zulmetmediği, ibadetleriyle ta-mamen zıt işler yapmadığı anlamına gelmez. Dolayısıyla, insanı bir beden olarak aynaya yansıtan vücudunun tüm azaları olduğu gibi, nasıl biri olduğunu aksettiren de yirmi-dört saatte sergilediği yaşamıdır. Bu nedenle resmi oluş-turmak için kareleri bir araya getirmek durumundayız.

Aynı şey olumsuz davranışlar için de söz konusudur. Bunlar da bazen bir insanın karakteriyle ilgili bir takım ipuçlarını verirler veya çok kuvvetli birer delil olarak kar-şımıza çıkarlar. Ancak her hâlukarda bunun anlamı, o insanda hiçbir iyi meziyet bulunmadığı, insanlıktan çık-mış biri olduğu değildir. Yaşadığımız gerçek hayatta ise, insanlar başkalarını bütün açılardan değerlendirebilecek ne zamana ne de imkana sahiptirler. Bu nedenle birkaç ipucu ve delille yetinerek, bir kimseyle ilgili neredeyse ka-lıplaşmış kanaatlere sahip olurlar.

32 Somuncu Baba

Peygamber İklimiDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM

O Örnek Oldu, Sorun Bizde

“Allah rasûlünü daha yakından tanımanın bahtiyarlığı ise

hiçbir değerle ölçülemeyecek kadar haz verici bir duygu olacaktır. Onu tanıdıkça

kendimizi onun sahabileri arasında hissedecek, mescitte ardında namaz kılanlardan ve sohbetini dinleyenlerden biri

de biz olacağız. Beraber sofraya oturacağız ve birlikte yemek

bile yiyeceğiz. Kutlu ashabı gibi olma çabamız artacaktır.”

Tezh

ip:

Nic

k M

erde

nyan

Page 33: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

33Mayıs / 2007

İnsanları değerlendirebile-ceğimiz belli başlı tavır ve dav-ranışları bir cetvelde bir araya getirecek olsak ve bunları Allah rasûlü oluşunu göz önünde bu-lundurmadan Hz. Peygamber’e uygulayacak olsak, karşımıza nasıl bir tablo çıkardı acaba? İn-sanlara davranışı nasıldı, başkala-rının hakkını yer miydi, kötü söz kullanır mıydı, gıybet eder miydi, adil miydi, dürüst müydü, evde ailesi için iyi bir eş miydi, başka-larını kendisine tercih eder miydi, affedici miydi, akrabasıyla ilgi-lenir miydi, yaşlıları ve öksüzleri kollar mıydı… sorularını alt alta dizsek, Hz. Peygamber’e verece-ğimiz değerlendirme notları nasıl olurdu acaba? Hamiyet ve taraf-tarlığı bir tarafa bırakarak konuyu incelediğimizde, insaf ehli müs-teşriklerin de tespit ettiği üzere, bütün test sonuçları hep onun iyi bir insan olduğuna işaret ederdi. Hz. Muhammed bütün tetkik ve araştırmalardan tam not alır-dı. Bu nedenle, mükemmel bir insan prototipi çizilecekse, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, buna en uygun şahsiyet olarak karşımı-za her zaman Hz. Muhammed (s.a.v) çıkacaktır.

Bu perspektiften bakıldığında, Hz. Peygamber’in getirdiği mesaj bir yana, sadece yaşantısının onun Allah elçisi olduğunu ispata yetti-ğini söylemek abartılı bir yaklaşım olmaz. Hayatında her şey yerli yerinde, bütün ahlakî değerler açısından mükemmel bir yaşantı, öğretileriyle uyumlu bir yirmidört saat, erdemliliğin zirvesinde bir ömür. Ve bu yaşantı sonrasında ortaya çıkan altın bir nesil. Öyle bir nesil ki, Allah, onların kendi-sinden razı olması ile zatının on-lardan hoşnudluğunu neredeyse

terazinin birer kefesine koymak-tadır. (Tevbe 100). Bizler kolaycılığa kaçarak, Hz. Peygamber’in bü-yüklüğünü mucizelerinde ara-rız. Onun her türlü kötülüğün işlendiği bir coğrafyadan, bütün insanlığa kıyamete kadar örneklik edecek ak bir nesil çıkarmasını çoğu kez göremeyiz. Oysa onun nübüvvetinin ve hak peygamber oluşunun en büyük delillerinden birisi de yaşantısıdır, her karşılığı artı olan puan cetvelidir.

Hz. Peygamber’in hayatında kısa bir gezinti yapacak olsak bu değerlendirmemiz daha da pe-

kişecektir. Anasız babasız, çileli ama tertemiz geçen bir çocukluk; getirdiği hak dini kabul etmeyen-lerin bile suçlayacakları bir kusu-runu bulamadıkları mükemmel güzellikte bir hayat; etrafındaki dostlarının ona bakarak kendile-rini düzelttikleri bir örneklik. Bu öyle bir hayat ki, bir kere olsun kötü sözün ve yalanın sudûr et-mediği pâk bir ağız; kimseyi kır-mayan, zengin olsun fakir olsun herkese tevazu ile yaklaşan iyi bir kalp; etrafına şefkat kanatlarını geren, sıkıntıda olan herkese iyi-lik yapmak için koşan bir gönül; kapısı açık, misafir ağırlamaktan

Page 34: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

sonsuz haz alan cömertler cö-merdi bir yürek; genç kızlardan daha hayalı ve edepli bir iffet abidesi; affedici, şahsına karşı en ağır suçları işleyenleri bile bağış-layabilen merhametle yoğrulmuş bir ruh; gönülleri kırmadan, çok tatlı bir dille kötülüklerden uzak-laştıran bir rehber; çocuklara karşı son derece şefkatli ve sevgi dolu bir büyük; akraba ve hısımını kol-lamayan ve herkese eşit şekilde adalet dağıtan bir önder… her şeyde, nasıl olunması gerekiyorsa, öyle olan bir duruş…

Hz. Peygamber’in örnek ya-şantısını inceledikten sonra şu ayeti okuyan insan, buradaki hik-met boyutuyla dimağındaki bilgi-ler arasında çok kuvvetli bir bağ yakalar ve “rabbim, bana hakikatı her zaman hatırlatacak bir ayet nazil buyurduğun için sana şü-kürler olsun”, der: “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için

Rasûlullah en güzel örnektir.” (Ah-

zab 21).

Hz. Peygamber’i daha yakın-dan tanıyabilmek ve daha fazla sevebilmek için, ahirete giden hayat yolunun rehberi olan yaşa-mını her zaviyesinden öğrenmek durumundayız. Bunu yapacak olursak, iyi insan olmanın kriter-lerini Hz. Peygamber üzerinde bizzat uygulamış olacağız. Böy-lece, onun çetelesinde, her bir özellik karşısına olumlu notu bizzat yazmanın bahtiyarlığına ermiş olacağız. Rasûlullah’a dair bilgimiz, salt sevgi düzeyinden donanımlı sevgiye dönüşecektir. Allah rasûlünü daha yakından ta-nımanın bahtiyarlığı ise hiçbir de-ğerle ölçülemeyecek kadar haz verici bir duygu olacaktır. Onu tanıdıkça kendimizi onun saha-bileri arasında hissedecek, mes-citte ardında namaz kılanlardan ve sohbetini dinleyenlerden biri de biz olacağız. Beraber sofraya oturacağız ve birlikte yemek bile

yiyeceğiz. Kutlu ashabı gibi olma çabamız artacaktır.

Esasında, Hz. Peygamber’i dünya gözüyle göremeyeceğimi-ze göre, geriye, onunla tanışmak ve hemhal olmak için kitap say-faları dışında bir yol da kalma-maktadır. Bu aynı zamanda, Hz. Peygamber’in çağlar ötesinden bir çağrısıdır bizlere. Çünkü Hz. Rasûlullah, “görmeden bana iman eden kardeşlerimi keşke görebil-seydim.” diye bize olan hasretini dile getirmiştir. Bu durumda, bize düşen de kardeşimizi tanımaktır. Onu belki maddeten değil ama ruhen görebilmek ve hissede-bilmek ve yakınlaşabilmek için tanımaya muhtacız. Buna ihtiya-cı olanın bizler olduğunu ah bir anlayabilsek!

Sonuçta, kendimizi nasıl gö-rürsek görelim, kaçışımız yok, Hz. Peygamber’in hicrî 1428 yılındaki elçileri bizleriz. Etrafı-mıza bakınmak anlamsız, onun temsilcileri, biziz. Hz. Peygam-ber elbette bedenen aramızda değil ancak sergileyebildiğimiz örnekliği ile aramızda yaşar. Biz ne kadar müslüman olabilirsek Hz. Peygamber de o ölçüde aramızda var olur. Ne kadar ve nasıl müslüman olacağımız ise Hz. Peygamber’i ne kadar tanı-dığımıza bağlıdır. Bu nedenledir ki, bir dönem Medine’nin dışın-da oturan Hz. Ömer, her gün Medine’ye gelemediği için bir komşusuyla anlaşmıştı. Sırayla Hz. Peygamber’in yanına geliyor-lardı. Hangisi o gün Rasûlullah’ın yanında bulunuyorsa, akşamle-yin olan biteni ve öğrendiklerini arkadaşına aktarıyordu.

Allah Rasûlü’nun ashabının İslâm’ı kısa sürede koca bir coğ-

34 Somuncu Baba

Page 35: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

rafyaya yayabilmesinin altında yatan temel güç, Hz. Peygambe-r’in örnekliğini hayatlarının her zerrelerinde hayata geçirmeleriy-di. Yemen’i İslâm ile şereflendi-ren Muaz b. Cebel’in başarısının altında, anlattığı dinin güzelliği yanında, kendisini devamlı ta-rassut eden gözleri mükemmel yaşantısıyla etkilemesi ve onları gönülden fethetmesi yatmaktadır. Çünkü o, kendi hayatını Rasûl’ün hayatına rabtetmişti. Müslüman olmadan önce görüşmeler yap-mak üzere sahabilerin yanında bulunan Ebû Sufyan, ezan sesini duyan müslümanların uykuların-dan fedakarlık göstererek sabah namazını kılmak için adeta sefer-ber olmalarını hayretle karşılamış ve neden böyle davrandıklarını Hz. Abbas’a sormuştu. Hz. Abbas ise sahabenin peygambere olan sevgisini ve onun gibi olma çaba-larını çok güzel özetlemişti: “Ra-sûlullah onlara yeme içmeyi terk ederek açlıktan ölmelerini emret-se, onu da yaparlar.” Bu sevgiden dolayı Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’i bir ay süreyle sabah namazlarında takip etmiş ve han-gi sureleri okuduğunu bellemiştir.

Hz. Peygamber Bedir sava-şı kararını alırken sahabilerinin kendisine olan desteklerini hatır-layalım. Mikdad b. Amr şöyle de-mişti: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın sana emrettiği yöne git! Biz İsrai-loğulları gibi “Git ve rabbinle bir-likte savaş, biz sizi burada bekli-yoruz” (Maide 24) demeyiz. Bilakis

“Git ve rabbinle birlikte savaş; biz de son nefesimize dek sizin yanı-nızda savaşacağız” deriz.” Sa’d b. Muaz da şunları söylemişti: “Ya Râsûlallah! Biz sana iman ettik. Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu tasdik ettik. Sana

itaat edeceğimize ve uyacağımıza söz verdik. Bu nedenle ne diler-sen onu yap. Seni gönderen Allah hakkı için artık şu denizi gösterip dalsan, seninle beraber biz de içi-ne dalarız. Hiç birimiz geri kalmaz. Düşmana karşı durmaktan çeki-necek değiliz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakat-ten ayrılmayız. Allah’tan, bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini dilerim. Hadi, Allah’ın bereketini dileyerek, yürüt bizi di-lediğin yöne.”

Allah, sevgili peygamberini as-habının gönüllerine nüfuz etmek-te başarılı kılmıştı. Aynı şekilde sahabilerini de, hak dinin insan-ların gönüllerine nüfuz etmesin-de muvaffak kılmıştı. Onları ayet-leriyle desteklemiş, bir yandan da çalışmalarını istemişti. Onlara inen ayetler bize de hitap ettiğine göre, hem kendimizi hem de çev-remizi kurtuluşa erdirecek rabbin nusreti, bizlerin çabasına bak-maktadır. Okuyadurduğumuz şu ilahi buyruklar bizden de icabet

beklemektedir: “Ey inananlar! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarını-zı kaydırmaz.” (Muhammed 7). “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakı-verirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i İmrân 160)

Duygulandığımız anlarda yü-reğimiz coşuyor onun sevgisiyle. Göz yaşlarımıza hakim olamı-yoruz. İçimiz kabarıyor, feverân ediyor, titrek ifadelerle “Ahh yâ Rasûlallah!” diyoruz. “Seni valla-hi seviyorum ey Allah’ın rasûlü!” sözü dökülüyor dudaklarımızdan. Bir hoş oluyoruz, bir ferahlıyoruz, bir mutluluk doluyor kalbimize… Onu içten hem de pazarlıksız se-viyoruz. Görmesek bile onu his-sediyoruz. Çünkü biz gerçekten müminiz.

Seviyoruz sevmesine de, ya-şantımızda da bunu gösterebil-sek. Değmeyin o zaman imanın tadına…

35Mayıs / 2007

Page 36: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

36 Somuncu Baba

Page 37: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

37Mayıs / 2007

EdebiyatMustafa ÖZÇELİK

“Fatih, yaratılışından da gelen böyle bir şiir kabiliyeti ile

böylesine zengin ve bereketli bir edebiyat

ortamında şiirler yazmaya başladı.

“Avni” mahlasıyla yazdığı bu şiirler ve

sonunda tertip ettiği Divan’ı Türk edebiyatı

içerisinde önemli bir yerde değerlendirilir.

O, her şeyden önce bir şiir heveslisi değil,

ustalık kazanmış bir şairdir.”

“Selâtin-i muazzama-i Osmaniye içinde mükemmel gazeller, mürettep kasideler ve kıt’alar inşası ile ibtida tertib-i divan eden Hazret-i Fatih’dir.”

Âşık Çelebi

O smanlı sultanlarından söz ederken II. Mehmed denildiğinde aklımıza öncelikle kuvvetli ve

kudretli bir hükümdar gelecektir. Böyle olması da son derece doğaldır; çünkü onun Osmanlı sultanları içeri-sinde çok özel bir yeri vardır. İstanbul’u fethederek, bir çağı(orta çağı) kapatıp başka bir çağı(yeni çağı) açarak cihan tarihinin en mühim olaylarından birini gerçekleş-tirmiştir. Bu önemli olayda onun siyasî ve askerî dehası çok büyük bir rol oynamış, bu durum haklı olarak ona

“Fatih” ve “Sultan-ı İklim-i Rum” unvanlarını kazandırmış, artık II. Mehmed olarak değil Fatih Sultan Mehmed ola-rak anılmasını sağlamıştır.

Fatih’i büyük ve önemli kılan bir hususiyeti ise onun şairliğidir. Bu durum en başta, pek çok Osmanlı sultanı gibi onun da ilim, kültür ve sanat meseleleriyle ne kadar ilgili olduğunu gösteren bir durumdur. Osmanlı devleti Fatih ve onun gibi bu konulara önem veren çalışma-larıyla sadece askerî ve ekonomik anlamda güçlü bir devletin sultanları olmamışlar, Osmanlı kelimesini bir devletin adı olmanın yanı sıra bir kültür ve medeniye-tinin de adı yapmışlardır. Bugün Osmanlı şiiri, Osmanlı kültürü yahut medeniyeti derken bu başarının Fatih ve onun gibi ilim, kültür ve sanat ehli sultanların sayesinde gerçekleştiğini belirtmek bir vicdan borcu olacaktır.

Fatih’i hem sultan hem de sanatkâr yapan hususlar, o daha küçük yaşlarında iken başlamıştır. Her şehzade gibi çok ciddi bir eğitimden geçmiş, Şeyhülislam Mol-

İstanbul’unŞair Fatihi

Fotoğraf: Bekir SARI

Page 38: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

38 Somuncu Baba

la Gürani, Ak Şemseddin, Molla Husrev, Sinan Paşa, Ciriaco Anconitano, Maria Angiolle gibi ünlü isim-lerden dersler alarak kendini çok iyi yetiştirmiş ve bu durum ona “Osmanoğullarının gelmiş geçmiş en bilgin sultanı” unvanını kazandırmıştır. Üstelik bu eğitim sadece İslami bilgilerle sınırlı olmamış, o hemen her konuda eğitim görmüştür. Onun Arap-ça ve Farsça’nın yanında Yunanca, Latince, İbranice, Sırpça ve İtalyanca bildiğini söylemek ilim ve kültür dünyasının genişliği hakkında bize yeterli fikri ve-recektir.

Fatih’in eğitim gördüğü alanlar içerisinde ise gü-zel sanatların bilhassa edebiyat, musikî ve resmin daha özel bir yeri vardır. Küçük yaşlarından itibaren kendini bir edebiyat ortamı içerisinde bulan Fatih, Osmanlının fikir ve sanatta bereketli bir çağında yaşadı. Bu gelişme doğal olarak saraya da yansıdı. Himayesi altına aldığı ünlü şairlerle sarayını bir an-lamda bir “şiir akademisi” haline getirdi. Böylece devrinde Ahmed Paşa, Sinan Paşa, Melihi, Kabuli, Hamidi ve Necati gibi büyük üstadlar Osmanlı şi-irini zirveye taşıyan isimler oldular. Onun şairlere verdiği değeri anlamak için Kınalızâde’nin şu cüm-lelerine bakmak yeterli olacaktır: “Zât-ı saâdet pe-nâhi, şuara-yı zemân ile sohbet edüp bu tâifeye küllî meyl ü rağbet ederler idi.”

Fatih, yaratılışından da gelen böyle bir şiir kabi-liyeti ile böylesine zengin ve bereketli bir edebiyat ortamında şiirler yazmaya başladı. “Avni” mahlasıy-la yazdığı bu şiirler ve sonunda tertip ettiği Divan’ı Türk edebiyatı içerisinde önemli bir yerde değer-lendirilir. O, her şeyden önce bir şiir heveslisi değil, ustalık kazanmış bir şairdir. Yazdıklarında taklitçilik, devrinin ünlü şairlerine özenme gibi bir durum gö-rülmez. Mısraları son derece sağlam, dış güzelliğe sahip, mazmun ve mevhumları yerli yerinde kulla-nan bir şair hüviyetindedir. Şiirlerinde vezin aksa-maları neredeyse yoktur. Üslubu ise devrinin özelli-ğini de yansıtacak şekilde oldukça süslüdür.

Fatih’in şiirleri, bu yüzden kendini çok iyi ye-tiştirmiş bir sanatkârın duygu ve düşüncelerini çok içten yansıtan mısralardan oluşur. Bilhassa bilgi ve hayal unsurları bakımından son derece zengindir. Bu zenginlik içerisinde tasavvufi duyuş ve düşünüş de hemen dikkati çeken bir özelliktir. Bir cihangir-den sade bir dervişin tavrı ve yaşayışı beklenemez

Fatih’ten Şiirler

Kesmezem ağyar çevri ile canandan ümîd Kim kesilmez havf-ı şeytân ile îmândan ümîd

Ağlamakla dürr-i vasla tâlib oldum tan degül Eylese gavvâs olanlar bahr-i ummandan ümîd

Âstanunda nigârı görmesem ye’s itmezemBu mesel meşhurdur kim çıkmaduk candan ümîd

Dişlerûndür ağlamakla göz yaşından umduğum Dürr-i sehvâr oldı ancak ebr-i nisandan ümîd

Her ne denlü cürmüne hadd ü nihayet yoğsaAvnîyâ kat’ eyleme sen avn-i Rahmandan ümîd

****Bir şaha kulam kim kulı sultân-ı cihândur Mihr-i ruhi şems-i feleğe nûr-feşândur

Katlüme ya müjgânı ya tîri sebeb olmuş Çün öldüriser tîr hemân tîğ hemandur

Zülfün şeb-i Kadr oldı kaşım id hilâli Vaslun dem-i îd oldı firâkun ramazândur

Ol Yûsüf-i hüsn urdı dile nîze-i hecri Cânumı alan nîze degül belki sinândur

‘Avnî gözi Mahmûd şehün bakdugı bu kim Mülkin dahîler zabt ider ana nigerândur

Page 39: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

39Mayıs / 2007

ama bu şiirlerde son derece belirgin bir tasavvuf meyli hemen dikkati çeker. Cihangir olarak muhteşem du-ruşu, şiirlerinde mütevazi bir hale döner. Burada aşk karşısındaki teslimiyetçi tavrı, onun şiir yazarken bir hükümdar olarak değil, duyan, düşünen, üzülen, sevi-nen herhangi bir insanın pisokolojisi hâkimdir. Böyle-ce lirizm, mecaz ve sembolizm bütün büyük şairlerde olduğu gibi onda da en belirgin hususiyete dönüşür.

Fatih’in sayıca çok fazla olmayan bu şiirleri son-radan Divan haline getirilmiştir. Bu Divan’ın yazma nüshası Ali Emiri Efendi tarafından bulunmuş olup sonradan Latinize şekilleriyle de yayımlanmıştır. Bu anlamda ilk çalışma fethin 500. yılı münasebetiyle Saffet Sıtkı Bilmen tarafından hazırlanan ve 1944 yı-lında basılan nüshadır. Bir başka çalışma ise 1946 yılında Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından yapılmıştır. Fatih’in şiirleriyle ilgili çalışmalar sonraki yıllarda da devam etmiş, 1922 yılında Ahmet Aymutlu, 2001’de İskender Pala ve son olarak da 2004 yılında Muham-med Nur Doğan tarafından bu şiirler neşredilmiştir.

Fatih, cihangirliği kadar şairliği yönüyle de günü-müz kültür ortamına taşınması gereken isimlerdendir. Çünkü onun şairliği orta seviyede bir şairlik değildir. Tek işinin şiir olmaması sebebiyle onu bir Şeyhi, bir Ahmed Paşa, bir Necati olarak göremesek bile yine de devrinin edebiyat ortamı içerisinde büyük şairler zümresinden saymak gerekir. Zira onun şiirleri doğu ve batı kültürlerini çok iyi özümsemiş, devrinin bütün ilmî, kültürel, siyasî, felsefî ve entelektüel birikimini yansıtan metinlerdir. Son derece orijinal söyleyişe sahip oldukları için Mesela Fuzuli, Nevai gibi şairleri etkilemiş bir isimdir. Şu örnek bu durumun müşah-has bir delili sayılmalıdır:

Aşk içinde kimi yâr idem kime hâlim diyemDüşmen oldular senün-çün dostum âlem bana

(Fatih)Dostum âlem senün-çün ger olur düşmen banaGam degül zîrâ yetersin dost ancak sen bana

(Fuzuli)

Devrinin tezkirecilerinden Sehi Bey’in şu sözleri bu büyük hükümdar-şairin sanat gücünü gösterme-ye yetecek ifadelerdir: “Suhengüzarlığı ile fesâhat ve belâgatlerin şerh ve tavsif etmek murâd olunsa haşre-dek itmâma yetişmez.”

Fatih ne söyler, bak yattığı yerde, Der:Bizim olan ne var, hani nerde? Ufku hazin tablonun ressamı kim? Ülküm mazi, mazim hayal ellerde!

Ruh doğuya, beden batıya talip! İstanbul ruhu, İstanbul’da garip! Hamaset ki sahte, şehir muzdarip! Bu, benim bıraktığım İstanbul mu?

Miras bana İstanbul ihtirası, Ben de size bıraktım bu mirası. Fethe sembol Ayasofya’da yası, Kim ki sürdürür, kavuşmaz yakası.

Destanlar hep tarihte mi yazılır? Bu fikrin de bir gün kökü kazılır! Yeni fetihlerin hissi sezilir! Belki üç kıtada yine gezilir!

Yatıyorken bağrında nice beyler! Yiğidim dinle, İstanbul ne söyler? Gönlünü hep yar-yaranla mı eğler? Genç, Fatih olmayı ne zaman yeğler?

Mehmet SERTPOLAT

Fatihini Arayan Şehir!

Page 40: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

40 Somuncu Baba

Konuşan: İbrahim YARIŞ

Page 41: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

41Mayıs / 2007

Araştırmacı- Yazar Mustafa Armağan:Urfalı bir anne-babanın çocuğu olarak Cizre’de doğdu (24 Şubat 1961). İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli yayınevlerinde editör olarak çalıştı. 1995-1996 arasında İzlenim dergisinin, 2000-2002 arasında da Da (Diyalog Avrasya) dergisinin yayın yönetmenliklerini yürüttü. Halen serbest yazar olarak çalışmaktadır. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 3 defa ödüle layık görüldü: Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası (Fritjof Capra’dan, Tercüme dalında, 1989); Şehir, ey Şehir (Deneme dalında, 1997); Osmanlı: İnsanlığın Son Adası (Fikir dalında, 2003). Kitaplarından bazıları: Gelenek, Şehir Asla Unutmaz, Şehir Ey, Şehir, Bursa Şehrengizi, İstanbul Mavi Kırpar Gözlerini, Osmanlı’nın Kayıp Atlası,

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Ufukların Sultanı…

Araştırmacı - Yazar Mustafa Armağan:

“İstanbul’un Fethini idrak etmek sadece tarihini bilmekle olmaz”

“Fatih 21 yaşındadır ve İstanbul’dadır, İstanbul’un fethini Üsküdar sahillerinde, özellikle de Kızkulesi’nde tasarlamaktadır. Kulenin balkonundan şöyle bir bakar surlar ardından uzanan Kostantiniyye’ye, ardından hasretle çeker içini. Birden harita üzerinde avucunun içinde kalan şehirler canlanmaya başlar. Birer kandil

yanmaya başlar şehirlerin üzerinde. Arkadan peş peşe ezan sesleri duyulmaya başlar. En kuvvetli kandil ve en kuvvetli ezan sesiyse İstanbul’dan gelmektedir. Sultan Mehmed tam bu sırada kendine gelir, gözü ufka takılır.

Gün batımına yaklaşan mor siluette camilerin minareleri belirmeye başlar. Gelecek adına ne büyük bir iş yapmak üzere olduğunu bir kere daha fark eder. Umutlanır ve yüzünde mutluluk çiçekleri açmaya başlar.”

A raştırmacı - Yazar Mustafa Armağan “Ufukların Sulta-

nı” kitabında böyle anlatıyor bü-yük fethin sancılarını. İstanbul’un fethinin 554. yıldönümü öncesi Mustafa Armağan ile fetih algı-sı, empati kurmak veya “hema-henk” olmak üzerine konuştuk. İstanbul’un fethinde Fatih’in özel dünyasına ve hayallerine mercek tutan Armağan, Fatih’i ve fethi anlamak için o frekansa girmenin zorunluluğunu ısrarla vurguluyor.

Fatih Kız Kulesi’nden o za-manki İstanbul’a bakarken ne-ler düşünüyordu?

Orada şöyle senaryo kurdum: Fatih fetihten önce Kızkulesi’n-den İstanbul’a bakıyor; tabii Top-kapı Sarayı yok, Sultanahmet yok, işte Ayasofya var, Bizans sarayı-nın kalıntıları Ayasofya’dan aşa-ğı doğru iniyor, surlar var, deniz surları. Elinde bir dünya haritası, bu haritanın gözleriyle oyduğu noktası da İstanbul’dur. Böyle bir anı düşleyelim. Başparmağını İs-tanbul’a koydu ve elini bir pergel gibi İstanbul’un etrafında 360 de-rece çevirdi. Kitaba koyduğum bir haritada bu sayfanın bir bakıma izdüşümünü yakalayabiliyoruz. Daireler içinde İstanbul’un mer-

kez alındığı bir haritada nereler giriyor Osmanlının perspektifinin içerisine, görebiliyoruz.

Fatih İstanbul’a şimdiki ba-kıştan farklı mı bakıyordu?

Şimdi biz İstanbul’a nasıl bakı-yoruz? Boğaz, tarih, kültür vs.. Ta-bii ki İstanbul Boğazı çok önemli, tabii ki İstanbul’un binlerce yıla uzanan büyük ve engin bir tarihi var ama ben Fatih’in frekansına bu yolla girilemeyeceğini düşü-nüyorum. Nasıl radyoda veya te-levizyonda frekans ayarını azıcık kaçırdınız mı cızırtı başlıyor veya

Page 42: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

42 Somuncu Baba

karşınıza bir başka kanal çıkıyorsa, ayarı iyi yapmak gerekiyorsa, Fa-tih’i dinlemek için de onun tam frekansını yakalamamız gerekiyor. O frekansını nasıl tutturur, ona na-sıl gidebiliriz? O ayrıcalıklı zaman aralığına başımızı, gönlümüzü na-sıl sokabiliriz? Nasıl onunla hema-henk olabiliriz? Benim derdim bu.

Fatih’le yakınlığı nasıl kurdu-nuz?

İstanbul üzerine düşününce ister istemez Fatih merkezli bir düşünce biçimine kendimi zor-lamaya çalıştım. Acaba o nasıl

algılıyordu İstanbul’u? İstanbul’u herhangi bir yeryüzü bölgesi, bir mekân parçası olarak mı görüyor-du yoksa orada başka bir hedefi mi tutturmaya çalışıyor, başka bir şey mi görüyordu baktığı zaman?

Konferanslarınızda bir test yapıyorsunuz…

Evet, konferanslarımda bir tu-zak kuruyorum dinleyenlere. İs-tanbul hangi tarihte fethedilmiştir? deyince hemen “29 Mayıs 1453” diye söylüyorlar. Tabii ki bu mila-di tarih olarak; bu da elbette bir nirengi noktasıdır ama acaba Fa-

tih merkezli düşünürken bu tarih ne kadar işimize yarayan ve Fatih’i ne kadar ilgilendiren bir tarihtir? Diyorum ki bu, Bizans surlarının içindeki insanlar için anlamlı bir tarihtir. Ama surların dışındaki insanlar için Fatih ve o güzel as-kerleri için nebevî müjdeyle müj-delenmiş insanlar için 1453 hiçbir anlam ifade etmiyordu. Eğer biz 1453 üzerinden İstanbul’un fethi-ni anlamaya çalışırsak o frekansın çok çok dışından, Bizanslı gibi, Portekizli gibi bakıyoruz demektir olaya.

857 Yıl Geciken EmirBoyut değiştirmek mi gere-

kiyor?

Evet, aynen öyle. Fatih’in İs-tanbul’a 857 yılında girdiğini söylemeye başladığınız anda bo-yut değiştiriyorsunuz, kuantum fiziğinde boyut değiştirdiğinizde nasıl başka bir dünyaya açılıyor-sanız burada da perde ortadan kalkıyor ve doğrudan Fatih’i Peygamber Efendimiz’le karşı karşıya konumlandırmış oluyor-sunuz. Şöyle düşünüyor olmalı diye kendi kendinize telkinde bulunmaya başlıyorsunuz sonra: Fatih Hicretten 857 yıl sonra İs-tanbul’a girmek için çırpınan bir Müslüman hükümdardı. Ve bu emir tam 857 yıl gecikmişti Fa-tih’in nazarında. Bu emri bir an önce tahakkuk ettirmek ama-cıyla kendisini bu işe vakfetmiş bulunuyordu. Dolayısıyla Fatih’i peygamber-merkezli düşünce boyutuna soktuğunuz anda işte o 857 yılın nasıl mahrem ve sancılı bir macera olduğunu, 8,5 asrın ve Mekke’den Medine’ye o mü-

barek yürüyüşü yapan insanların kulvarında yürüyenlerin gele gele o çağın en büyük devletlerin-den Roma’nın başkentine kadar girdiklerini anlıyorsunuz. Oysa Bizans içinden baktığınız zaman

“İstanbul’un düşmesi” diyorsunuz, çünkü Bizanslılar açısından İstan-bul hakikate düşmüştür! İngilizle-rin “fall of Constantinople” dedik-leri budur, yani İstanbul’un düşü-şü. Hâlbuki biz düşüş olarak mı, Fetih olarak mı bakacağız? Fetih olarak bakacaksak Fatih merkez-li ve onun da içine dâhil olduğu nebevi gelenek merkezli bir ba-kışla kendimizi donatmamız la-zım; başka türlü biz dışarıda kalır ve o zaman yarığının içine sittin sene giremeyiz.

Fatih’in hocaları da çok mü-him değil mi?

Tabi, elbette. Öncelikle şuna bakmak gerek; Değil mi ki o, fet-hi muhakkak diye vurgulamıştır, orada onun gördüğü fakat bizim göremediğimiz tılsımlı bir şey ol-malıdır. Fatih’in bunların hepsini çocuk yaşta kavraması mümkün

değil belki ama işte Akşemseddin, Molla Gürani, Zağanos Paşa gibi aynı frekansta bulunan insanla-rın telkinleriyle Fatih’in bir olgun meyve gibi Osmanlı toplumunun ortasına düştüğünü görürüz. Tabii burada kişilerden konuşuyoruz. Abdülhamid Han diyoruz, Fatih diyoruz, Osman Gazi diyoruz ama bir “toplumsal Abdülha-mid”, bir “toplumsal Fatih”, bir

“toplumsal Osman Gazi”yi belir-lemezsek, bunları bir sürpriz, bir huda-yi nabit gibi anlatırsak bir an çakıp sönen bir şimşek gibi göstermiş oluruz. Hâlbuki bu toplumun içerisinden bu büyük insanlar çıktıysa, toplumun arzu-larına, beklentilerine, yapama-dıklarına tercüman olan, onları gerçekleştiren müşterek kimlikler olduklarını anlamamız lazım bu şahısların. Dolayısıyla bu vasıf-larıyla Fatih’in hem peygamber merkezli düşündüğünü, hem de onun hadisini ahir zamanda İs-lam ümmetine nefes aldıracak ve onu yeni bir geleceğe taşıyacak bir sıçrama tahtası tabir ettiğini anlarız.

Page 43: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Fatih son derece kompleks-siz bir insan aynı zamanda de-ğil mi? Yeniliğe çok açık…

Kesinlikle öyle. Dolayısıyla İstanbul’a daha sonra yaptığı ya-tırımlar, yönlendirdiği insanlar, tabiri caizse İstanbul’u projelen-dirmesi böyle olduğunu göste-riyor. Bu şehirde doğu ve batıyı kucak kucağa yaşatacak bir iksir bulduğunu, bu iksiri bu şehirde gerçekleştireceğini ümit ediyor-du ve bunun için sürekli çalıştı, fethettiği yerlerden âlimler gön-derdi, yahut bizzat davet etti. Bir taraftan Molla Cami geliyor, öbür taraftan Mateo di Pasti, sonra Bizanslı filozoflar geliyor, onlar-la ilgileniyor. İçeride Gennadius isimli din adamını Rum patriği ta-yin ediyor; bu sefer Hıristiyanlar neye inanıyor diye merak edip bir amentü, bir “itikadname” yaz-

dırıyor. “İnançlarınızı yazın, Türk-çeye çevirin, okumak istiyorum” diyor. Yani etrafındaki insanların neye inandıklarına vakıf olmak istiyor. Bir taraftan bakıyorsunuz Balkanlara doğru büyük bir hare-ket, Karadeniz’e doğru büyük bir hareket...

Tabii bunlar strateji ola-rak önemli ama ben tohumun İstanbul’da patladığına inanıyo-rum. Yani İstanbul’u ele geçirdik-ten sonra artık orada bambaşka bir potansiyel gördü ve ondan sonraki büyük yönelişleri bu şehri bir bakıma pergelin ayağının bas-tığı nokta gibi değerlendirdi. Öbür ayağı ise etrafta gezmeye başladı. Dolayısıyla kendisinden sonra çocuklarının, torunlarının yaptığı fetihler Fatih’in bastığı noktanın çok temel ve vazgeçilmez oldu-ğunu ortaya koymuş oldu.

Bir de fethin mana boyutu var, sanki ihmal ediliyor…

Maalesef bu doğru. Ama orayı kavramadıkça sadece bir mekâ-nın fethi gibi algılanma tehlikesi doğar ki, o da Fatih’i ve fethi yan-lış ya da daha kötüsü eksik anla-mak olur.

Bakınız, Necip Fazıl sürekli bunu vurgulamış ve Müslüman Türk milletinin ayakta kalma macerasını Fatih’in zaman üstü varlığıyla açıklamıştır. O yazıyı kı-saca bir hatırlarsak şöyle diyordu Necip Fazıl: “Bir gün Fatih dirile-cektir! Evet, laf ve hayal âleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Fatih diri-lecektir! Bir gün Fatih, sandukası-nın ihtiyar kapağını genç omuzla-rıyla kaldırıp ufkî yatay vaziyetten şakulî hâle gelecek ve İstanbul’un Divan Yolu’nda görünecektir.”

Fatih’in Rol Modelliği Devam Ediyor

Necip Fazıl küçük Fatih’lerin yetişmesinden söz ediyor, bura-dan kastedilen nedir?

Necip Fazıl’ın her cümlesinin altında bir sürü ince fikir yatar. Peki bu küçük Fatihler nasıl yeti-şecektir? İşte Necip Fazıl’ın bah-settiği tabloda onların harekete geçmesiyle, zemini hazırlamala-rıyla günün birinde bu hareketin başına bir Fatih geçecektir ama önce bu küçük Fatihlerin yetiş-mesi lazımdır. Küçük fetihlerin gerçekleşmesi lazım ki, o büyük fethe doğru yeniden hamle ya-pacak mecali kendimizde bulabi-lelim. Dolayısıyla Fatih’in Necip Fazıl’ın dünyasındaki rolü olmuş

bitmiş, tamamlanmış bir rol de-ğil, devam ediyor. Ve yazısının sonunda şunu söylüyor: Fatih öl-medi, sandukasının içine dersini çalışmak için girdi ve beş asırdır orada dersini çalışmakta. Dersini bitirdiği ve mezun olduğu zaman sandukasını omuzlarıyla kaldırıp çıkacak ve yeniden aramıza ka-rışacaktır.

Şimdi bu, tarihe bakışta çok enteresan bir noktadır. Mana, mana deyişim bundan. Fethi şöy-le de anlatabilirsiniz: İşte Ulubatlı Hasan..., gemiler karadan yürü-tüldü..., dev toplar döküldü vs. Bunların her biri elbette büyük bir mareşalin, bir siyasi ve aske-ri dehanın becerebileceği işler. Ama sadece bunları anlattığımız zaman farkında olmadan gerçek

Fatih’in yüzüne perde çekmiş oluyoruz. O aslında tarihte olmuş bitmiş bir hadise değil, olmakta olan ve daha da önemlisi, olacak olan bir sürecin geçmişte kalmış bir parçasıdır.

Nitekim Osmanlı’yı tarih-te olmuş bitmiş bir hadise gibi görürsek bugünkü varlığımızı açıklama konusunda büyük bir çelişkiye düşeriz. 1299’da kurul-muş, 1922’de bitmiş bir macera gibi anlatamayız Osmanlı’yı. Fa-tih binlerce yıldır, belki insanlı-ğın başlangıcından beri devam eden bir kervanın, “sonsuzluk kervanı”nın geçmişteki bir halka-sıydı. Biz de bugün bir halkasıyız; belki onlar kadar parlak değil, onlar kadar kudretli değil ama Cenab-ı Hakkın lütfuyla o kerva-

43Mayıs / 2007

Page 44: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

44 Somuncu Baba

nın peşinde topallayarak, sekerek, düşe kalka da olsa yürümeye de-vam ediyoruz.

İstanbul merkezli düşünül-düğünde bakış farklı oluyor di-yorsunuz bu ne demek?

Bakın, biz Cumhuriyet döne-minde hep Anadolu merkezli, An-kara merkezli yetiştirildiğimiz için Osmanlı’nın büyüklüğünü kâfi de-recede idrak edemiyoruz. Fatih’in frekansına girmek dedim ya, Fatih merkezli ya da İstanbul merkezli baktığımız zaman Filibe’nin bulun-duğu çember İstanbul’a Konya’dan daha yakındır. Filibe’nin Konya’dan

ve Ankara’dan daha yakın olduğu bir Osmanlı haritası bize herhalde başka bir şeyler söylüyor olacaktır. Osmanlı olunca Sofya’nın Konya’-dan, Belgrat’ın Adana’dan, Buda-peşte’nin Diyarbakır’dan, Viyana-’nın Kars ve Van’dan daha yakın olduğu bir coğrafyaya taşınıyoruz demektir. Dolayısıyla biz “Taa Vi-yana’ya gittik” sözünün karşısında

“Ta Van’a gittik” sözü söylenmiyor dikkat ederseniz. Van sanki elde bir ama Viyana çok uzak bir yer gibi düşünülüyor. Hâlbuki bu haritaya bakıldığı zaman Fatih’in İstanbul merkezli kurgusunda bizim birçok Anadolu şehri bugün yabancı say-dığımız birçok Balkan ve Avrupa

şehrinden çok daha yakındır İstan-bul’a. Adana’nın İstanbul’a uzaklığı 605 kilometredir; Sofya’nın ise 336 kilometre; yani Adana Sofya’dan iki katı daha uzaktır İstanbul’a. El-bette Adana Müslüman bir şehirdir şudur budur ama unutmayalım ki, Osmanlı için Balkanlar ikinci Ana-dolu konumundaydı. Orayı yeni bir Anadolu yapmak için uğraştı-lar; başardılar da. Dolayısıyla nasıl Bursa, Konya, Trabzon zamanla Müslümanlaştırılmışsa orası da aynı şekilde Müslüman toprağı olarak düşünüldü ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar hiç yabancı gözüyle bakılmadı.

Fatih Tekkeye Kapanmak İstedi

Kitabınıza “Ufukların Sultanı” ismini nereden ilhamla koydu-nuz?

“Ufukların sultanı” tabiri Bursa’da, Hisar içinde Orhan Gazi’nin yaptırdığı ilk caminin kitabesinde geçiyor. Orhan Gazi ikinci Osmanlı beyi; bugün o cami yıkılmış, yıkıntısı içinden çıkarılmış ve Şehadet Camii diye bilenen ca-minin giriş kapısı üzerine asılmış bu kitabede merzbânü’l-âfâk tabi-ri geçiyor. Merzbân Farsça bir ke-lime, bekçi, gözcü demek; kimisi bunu efendi diye çeviriyor, İngiliz-ce lord diye çevirenler var, Jason Goodwin’in kitabında olduğu gibi Lords of the Horizons, yani “Ufuk-ların Efendileri” diye çeviriyorlar. Ben bu deyimi Fatih’e uyarlaya-rak “Ufukların sultanı” diye geniş-letmeyi uygun buldum.

Aslında Fatih’e gelince ufuklar yetersiz kalıyor. Yani bizim gördüğü-müz ufuk onun gözüne dar geliyor ve herkesin görmediği ufkun ardın-

daki ufku arayan ve tarayan bir şah-siyet olarak karşımıza çıkıyor.

Mesela Sultan II. Abdülha-mid hakkında tartışmalar var ama Fatih’te ilginç bir şekilde kampların silindiğini ve onun adeta zaman üstü, zaman dışı bir kimlik ve vasıf kazandığını görüyoruz. Öyle değil mi?

Ben bu özelliğiyle Fatih’in doğu-batı gibi sınırları da aştığını düşünüyorum. Sadece geçmişte olan bir hadise değil, bugün ve gelecekte olmakta olanları da fark ettiğini ve en azından sezgisel ola-rak bu alanda kendisinin memur edildiğini düşünüyor ve bu memur edilme tarafını daha bir önemsi-yorum. Tabii bu apayrı bir mesele; ona kitabın son kısımda bir miktar değinme fırsatı buldum. Özellikle yaşadığı ne büyük bir yalnızlıktır, anlamaya çalıştım. Düşünün ki, Fatih bütün bu işlere koşuluyor, kendisini İstanbul’un fethiyle çok büyük bir hamle yapmak üzere yönlendiren hocalar, din adam-ları var. Biraz tarihin zoruyla da olsa böyle bir konuma geliyor. Ve İstanbul’un fethiyle bütün kördü-

ğümleri keseceğini düşünüyor.

Galiba 24 yaşındayken Akşemsettin’e tekrar dehalet edip tacını, tahtını bırakıp tekkeye ka-panmak ve şeyhinin dizinin dibin-de oturmak istediğini söylüyor.

Bunu Taşköprülüzade nakledi-yor. Şeyhinin yanında kendisine kara delik bulmak istiyor, kaçmak istiyor. Ama Akşemsettin “Hayır, sen bu millete lazımsın, seni ya-nımıza almaya hakkımız yok” de-diği anda, bütün kapıların yüzüne kapandığını, milletin geleceği için kendisinden neler beklendiğini ve omzundaki yükün ne kadar ağır olduğunu biraz daha hissettiğini görüyoruz. Sonunda şu beyti söy-lediğine göre, sırtına vurulan yükü şerefle taşıdığına hükmedebiliriz;

“Bir şaha kul oldum ki cihan ana gedâdur/ Bir mâha tutuldum ki yüzü şems-i duhâdır.” Yani öyle bir şahın kuluyum ki, o kulun geldiği nokta cihanın efendiliğidir” diyor.

Bize vakit ayırıp bu söyleşiyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Page 45: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Adı : Abdullah

Künyesi : Tespit edilemedi

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Mekke

Baba adı : Huzeyfe veya Sehl, Ebû Ümeyye el-Muğîre el-Mahzûmî

Anne adı : Âtike bint Abdulmuttalip

Eş(ler)i : Tespit edilemedi

Akrabaları : Hz. Peygamber’in halası Âtike’nin oğlu, Ümmü Seleme validemizin kardeşi

Oğulları : Abdullah, Musa, Muhammed, Sa’b, Mus’ab.

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Kureyş’in Mahzum boyundan

Sohbet süresi : 2 yıl

Rivayeti : Zayıf 1-2 rivayeti vardır. Mekke’deki düşmanlıkları hakkındaki rivayetlerde kendisinden söz edilmektedir.

Yaşadığı yer : Mekke, Medine

Mesleği : Tespit edilemedi

Hicreti : Medine

Görevleri : Muhtemelen ticaret ve askerlik

Fiziki yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Müslüman olmadan önce Mekke’nin ileri gelenlerinden ve İslâm’ın azılı düşmanlarından idi.

Ömrü : Orta yaş

Ölüm yılı : H. 8

Ölüm yeri : Taif

Ölüm sebebi : Taif Muhasarası’nda şehit düştü

Sözleri : Tespit edilemediKaynaklar: İstiab, II. 262-264; Üsd, III. 177-178; İsabe, II. 277-278; DİA, I. 96-97; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 27-28; Ahmed, Müsned, IV. 27.

Mekke’nin fethi ve Huneyn Savaşı ve Taif Muhasarası’na katıldı. Huneyn Savaşı’nda azılı İs-lam düşmanı olan Sakif Kabilesi’nin reisi Osman b. Abdullah’ı öldürdü.

Savaşları

Hadisleri

“Ümmü Seleme’nin evinde Rasulüllah’ın (s.a.v) tek bir elbiseye sarınarak namaz kıldığını gördüm, üze-rinde başka giysi yoktu.”

Hakkında

Mekke’de Peygamberimize karşı sert bir konuşma yapmış ve hakkında şu ayetler inmiştir: “Onlar: ‘Sen, dediler, bi-zim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inan-mayacağız. Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın. Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdır-malısın veya Allah’ı ve melekleri gözümüzün önüne getir-melisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çık-malısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız!’ De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece bir beşer elçiyim.” (17. İsra 90-93)

45Mayıs / 2007

Abdullah b. Ebî Ümeyye

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

İslâm’a Girişi

Mekke fethi öncesinde Ebu Süfyan ile birlikte pey-gamberimizle görüşmek istedilerse de, Efendimiz Mekke’de kendisine yaptıkları düşmanlıklar sebe-biyle onları ancak eşi Ümmü Seleme’nin aracılığı ve ricasıyla kabul etti, bu kabulde de Müslüman oldular.

Ayrıcalığı

Peygamberimizin amcası Ebu Talib’i son demlerin-de İslâm’a davet ettiğinde, Ebu Cehil ile birlikte Ebu Talib’i engellemeye çalışanlardan biriydi.

Page 46: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

46 Somuncu Baba

Page 47: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

47Nisan / 2007

A şk, sırlar hazinesidir. Aşk cevherler yığınıdır. Aşk hazinedir. Yeter ki kapılarını âşıka açsın. Veya âşık onun kapısından

girip, esrarlı âlemlerinde gezinebilsin. O zaman dünya ve ukba unutulur. O zaman hakikat güneşinin aydınlığı her yeri aydınlatır. O zaman vuslat ihsan olur. İnsanı meydana getiren dört unsurun aslı aşktır. Âşık ilahî ruhu idrak eder ve sırlara âşina olur. Güneş misali her şeyi kuşatan aşkın sıcaklığı ve ışığı karşısında varlık zerre misalidir. Hatta hiçtir. Aşk neşenin kaynağı, sevincin özü kayma-ğıdır. İşte bu hakikati anlayanlar bu sırrı kimseyle paylaşmaz esrar-lı kelimelerle üstü kapalı anlatmaya çalışırlar. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ında aşkın doğuşunu ve kavuşmanın pek ko-lay olmadığını şöyle tasvir eder:

Tulû’ edince maşrık-ı dilden âfitâb-ı yârYek zerre komadı varlığı saldı fenâya varı yâr

“Gönül ufuklarına güneş yüzlü sevgilinin güzelliğinin yansıması âşıkın kendi varlığımdan bir zerre bile koymadı. Sevgili için her varını fenâya verdi seven.”

Dîdârını görem dedikçe örtdü nikâbı yâr Bildim ki ben ve talebim bana hicâb-ı yâr

“Yüzünün güzelliğini görme arzusuna benlik katılınca, sevgili bulutların güneşi örttüğü gibi güzelliğine perde çekti, göstermek istemedi. Anladım ki sevgiliyle arama giren benlik ve istek duygu-larıdır.”

Her kaçan ki âsitânına yüz kosam Etmez bana lutf eyleyip feth-i bâb yâr

“Sevgilinin eşeğine yüzümü koyup, ondan ihsan dilesem de, o bana lutfedip sevgi kapıların açmaz nedendir bilinmez.”

Nârın nûra inkılabını, bütün sır kapılarının açılışını, güneşin sır-larının her tarafa yayılmasını şu satırlar dillendirmektedir:

Aşkın Sırlı Kapıları Fetholunca

EdebiyatMusa TEKTAŞ

“Aşk bütün âlemi güzelliğinin mumu etrafında pervane

etmiştir. Âlemin canı olan sevgiliye,

her lâhza bin can feda olsun.

Ta savvuf âleminde hakiki değer Hakk’a yakınlık ile ölçülür.

Kemâl sıfatlarla ziynetlenen canlar

Hakk’a yakındır. Bu da bir insan-ı

kâmilin terbiyesiyle mümkündür. Bu

yolda çekilen sıkıntılar, sabredilen dertler âşığı kemâle

erdirmekte, ona manevî hazinelerin

kapılarını açmaktadır.”

Page 48: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

48 Somuncu Baba

Ref’ ola her yüzden nikâb Her yan ola bin feth-i bâb Nâr olup nûra inkılâbMihr-i nihân olsan gerek

Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevi’deki bir gazel aşkın sır-larını bize şöyle anlatıyor:

Aklın alır âşıkın neşve-i humâr-ı aşk Gecesi gündüz olup doğar mihr-i yâr-ı aşk

“Aşk sarhoşluğu âşığın aklını alır, onu mecnuna çevirir. Sevgilinin yüzü güneş gibi onun dünyasını ışıtır. Aşkın aydınlı-ğı geceyi gündüze çevirir.”

Hayret alır dîdesin safvet alır sî-nesin Şeş-cihet âyînesin kaplar hep

envâr-ı aşk“Gözü huzur haliyle sev-

giliye odaklanır, gönlü parlar tertemiz olur. Her yönden içi nurlarla dolar. Aşkın berraklığı içini kaplar.”

Zerresi mihre erer katresi bahra erer

Bir aceb sırra erer feth olur esrâr-ı aşk

“Toz zerrelerinin güneşe yükselmesi ve damlanın umma-na akması, kavuşmanın sırlarını bize anlatır. Ruhtaki bu kavuşma hissi ile her şey aslına gider, o za-man aşkın sırlı kapıları açılır.”

Sırlar, aklın ermeyeceği işlerdir. Es-rar kelimesi “hayrân” ve “hayret” keli-meleriyle birlikte anılır ve bunun işaret ettiği manevî sarhoşluk, içki sarhoşluğundan bir gömlek ötedir. Sevgilinin güzelliğini gören âşık, esrar içmişçe-sine hayran olur, kendinden geçer. Can, görülmeyi-şinden dolayı; aşk ise iki kişi arasında gizli bir duygu olduğu için esrarlıdır.

Gönülden sürer gamı bayram olur her demi Yârın olup mahremi kalmaz özge kâr-ı aşk“Sevgiliye kavuşan can gam ve kederden kurtulur,

her anı bayram sevinci gibi kutlu geçer. Yarin mah-

reminde onun yanında en büyük kârı onunla olmak olur.”

Hulûsî dirlikde ol yâr ile birlikde ol Hoş dem-i dil-dâr ile açıla gül-zâr-ı aşk

“Hulûsi senin o sevgili ile barebar olman sevginin en kutsal ânıdır. Beraber olduğun, onu andığın onu-la dolduğun ondan ayrı kalmadığın zaman gönlünde aşkın güzellikleri, vuslat güller açılır.”

Aşkın gayesi vahdete erişmektir. Onun için bu yol aşk ile elde edilir. Bu aşk makamına erişince

insan, kesret, âleminde birbirinden çok uzak olan varlıkları birleştirir. Meselâ

mecaz, masiva âleminde en yüksek mevkii işgal eden sultan ile, en

aşağı mevkide bulunan dilenci birbirinden ayırt edilmez.

Tasavvufta hüsn-i mutlak, tek var olan Hakk’tır. Gü-zellik insanda te cellî eder. Çünkü insan, bütün varlığı ile ancak insanda tecelli eden gü zelliğe bağlanır. İnsanda ise Hakk’ın güzel-liği tecelli eder. Tasavvuf ile alâkadar olan Dîvân Edebiyatı şâirleri bir insan güzelliğine karşı aşklarını söyledikleri zaman onun şeffaf varlığından geçip güzel-

liğin hakiki sahibi olan Allah’a tevveccüh ederler.

Sırlı bir çağrının Dîvân’daki başka bir işlenişi şöyledir:

Sırdır açılmaz güçdür seçilmez Cândır geçilmez yâr eder geç gel

“Sırları açmak ve seçilmez esrarları seçmek zordur, güçtür. Bu esrara vâkıf olabilmek için canı ortaya koy-mak, candan geçmek, gerekir. Sevgili bu çağrıyla her şeyden geç gel demektedir.”

Okunur kitâb olur feth-i bâb Yetmiş bin hicâb yâr eder aç gel “Fatiha Suresi nasıl Kur’an-ı Kerim’in açılış kapısı ise,

maneviyat âlemine girebilmek için de bütün perdele-

Page 49: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

rin kalkması, bütün engellerin açılması gerekir. Sevgili bu çağrıyla gel demektedir.”

Allah yolunda aşılması gereken yetmişbin hicap (perde) vardır. Allah’a kavuşmak, perdeleri geçmekle mümkündür. Miraç hadisesinde Peygamberimize ge-len ilahî davet bütün perdeleri açmıştır.

Peygamberimiz, Miraç’ta yetmişbin Hicap perde-sini ve dolayısıyla Kûrsi, Arş ve Ruh âlemlerini geçmiş-tir. Kâbekavseyn Makamı’nda Allahu Teâlâ ile zamansız, mekânsız yönsüz, harfsiz, keli-mesiz ve beş duyunun hiç biri olmadan ve insan idrak ve aklının anlamaya-cağı şekilde konuşmuş ve has ismi ile “rüyet” yani Allahu Teâlâ’yı görme devleti nasip olmuştur. Aşk yolcusunun da manevî te-rakki yolunda güzelliğe ulaşa-bilmek için perdeleri geçmesi gerekmektedir.

Dîvân’daki bir başka be-yitte ise vuslat yolunda en değerli şey sayılan cândan bile geçmek gerektiğine işa-ret edilmektedir:

Senin pervâne-i şem’-i ce-mâlin olmak ister cân

Ümîdin kesme vakt-i ilti-câda feth-i bâbından

“O kadar güzelsin ki âlem se-nin güzelliğinin mumu etrafında pervane gibi dönüp o ateşte ken-dini yok etmek, yakıp mahvetmek istiyor. Senin güzel yüzünün etrafında canını feda edecek bir pervane gibiyim. Dua zamanı manevî fetih kapılarını ve kavuşmayı bana açacağından ümidimi kesmem.”

Yâre canını vermeyen ebedî hayata erişemez. Ebedî diri ona canlar kurbandır. Can madde hayatı-nın devamını sağlar. Bu maddî hayatı sana verme yen yani kendini Allah’ta yok etmeyen, fenâfillâha eriş-meyen ebedî ha yata nail olmaz. Çünkü fenâfillâhın neticesi bekabillâh yani Allah ile bakî olmaktır. Ebedî diri, Allah’a kurban olan, bir manâda onun yolunda

kendini yok eden bir ma’nâda da Allah’a yakın olan-dır.

Aşk bütün âlemi güzelliğinin mumu etrafında per-vane etmiştir. Âlemin canı olan sevgiliye, her lâhza bin can feda olsun. Ta savvuf âleminde hakiki değer Hakk’a yakınlık ile ölçülür. Kemâl sıfatlarla ziynetle-nen canlar Hakk’a yakındır. Bu da bir insan-ı kâmilin terbiyesiyle mümkündür. Bu yolda çekilen sıkıntılar,

sabredilen dertler âşığı kemâle erdirmekte, ona manevi hazinelerin kapılarını açmaktadır.

Bir kâmil mürşidin huzurunda bulunup, matlubuna ulaşan bir ehl-i dilin hâlini

hazret şu beyitlerle anlatıyor:

Kendi gibi seni de kâmil etmiş Tâlibini matlûbuna vâsıl etmiş

Beyhûde değilmiş çekdiğin renc

Feth olmak içinmiş varsa bu genc

Eyyûb misâli sabrı kâmil Eyledi bu visâle seni nâil

Hulûsi Efendi Hazret-leri manzum nesep silsile-sinde dedesi Ahmed Hilmi Efendi’ye bâtın ilminin kapı-larının açıldığını, onun manevî

ilim sırlarına âşina olduğun u şöyle dillendirir:

Benim Seyyid Hulûsî gerçek adım Rızâ-yı Hakdurur özge murâdım

Kılırsa lutf edip Rabbım hidâyet Neseb silsilemi edem hikâyet

Babam Seyyid Hasan Feyzi Efendi Ki nesl-i pâk-i Ahmed Nakş-bendî

Ana peder Seyyid Ahmed Hilmi Dahi feth olmuş idi bâtın ilmi

Eskiden duâların sonunda “Şerler def ola, hayır-lar fethola” derlerdi. Biz de bu duâya âmin dedikten sonra; “Sevgisizlik bu âlemden def ola, aşkın esrar kapıları fethola “ diyerek sözü tamamlayalım.

49Mayıs / 2007

Page 50: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

50 Somuncu Baba

Yeniçağ’ınHükümdarı Fatih ve Bilimin Özgürlüğü

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

“İstanbul’un Müslümanlarca fethedilmesinin arkasından, Fatih, Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra burada bulunan papaz odaları, medreseye

dönüştürülmüştür. Yine Osmanlı’nın büyük hükümdarı, 1466’da arka kısmı tek katlı bir medrese yaptırmış; sonraki sultanlar, yeni ilavelerle medreseyi

geliştirmişlerdir.”

Page 51: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

51Mayıs / 2007

Batı’nın Karanlık Çağı

O rtaçağ, Batı (Avrupa) için, gerçekten karanlık bir zaman ara-lığıdır. Zira Katolik Kilisesi, daha doğrusu onu temsilen hareket ettiklerini söyleyenler, büyücü ve cadılarla mücadele adı altında, insanlık dışı katliam ve cinayetle-re başvurmuşlardır. Zihinleri don-duran bu acımasız eylemler, Or-taçağ’da ve Yeniçağ’ın başlarında çok güçlü olan Papalığa bağlı bir yargı kurumu Engisizyon eliyle gerçekleştirilmiştir.

Bilim Adamlarını ve Düşünürleri Yakan

Mahkeme: Engizisyon

Katoliklerin ruhani lideri olan Papa IX. Gregorius, 1231 yılında Engizisyon’u papalığa bağlı bir şekilde müesseseleştirdi. Bu dö-nemde çok sayıda insanın direğe bağlanarak yakıldığı bilinmekte-dir. İspanya’da, 1483 tarihinde ilk başengizitörün atanmasıyla, 2000 kişi direğe bağlanarak ya-kılmıştır. Bununla yetinilmeye-rek bilim ve bilim adamı birçok insan cezalandırılmıştır. 17. yüz-yılda Engisizyon’un verdiği ka-rarlar içerisinde belki en önem-lisi ve tarihi değiştirecek olanı, 1616’da Kopernik’in ve 1632’de Galile’nin mahkûm edilmesine yönelik olan kararlardır.

Zamanı ve Coğrafyayı Fetheden

‘Bilge’ Hükümdar

Bilim ve düşüncenin Batı’da yok edilmeye çalışıldığı bir çağda, Doğu’da Yeni bir çağı tefekkür ve özgürlükle başlatan bir hükümdar çıkar. Bu hükümdar, hem coğraf-yayı hem de zamanı fetheden, Fatih Sultan Mehmet’tir.

Fatih’in çocukluk çağında okuma ve yazmaya fazla bir eği-limi olmadığı bilinmektedir. Ho-cası Molla Güranî, bu ilgisizlikten dolayı kendisini azarlamış ve teh-dit etmiştir. Ancak, o, Ortaçağ’ın en önemli bilim ve hikmet ko-ruyucusu hükümdarı olmuştur. Önde gelen bilginlerle tartışmayı seven Fatih, ilim ve felsefeyle ilgi-sini sürekli muhafaza etmiştir. Bi-zanslı tarihçilerin haber verdiğine göre o, Arapça, Farsça, İbranice, Keldanîce, Yunanca, Islavca ve Latince’yi bilmektedir.

Fatih’in Kütüphanesi

İstanbul’un fethinden sonra Topkapı Sarayında, Fatih, bir kü-tüphane oluşturmuştur. Fatih’in Kütüphanesi denilen bu kütüp-hane de, İslâm dillerinin dışında yazma eserler mevcuttur. Sayı-sı 587’yi bulan bu yazmaların, Bizans’tan kalma eserler olduğu bilinmektedir. Yazmaların yüzde 75’i, 9. ve 10. yüzyıllardan kal-mıştır. Fatih, Doğu Roma İmpara-torluğuna son verdikten sonra, bu eserleri toplatmış, kendi ismiyle anılan kütüphanede muhafaza ettirmiştir. Kütüphanedeki yaz-

ma eserlerin tamamına yakınının, matematik ve fizik bilimleri saha-sına ait olduğu görülmektedir.

Diğer taraftan, kütüphanede-ki, coğrafyaya ait bir eser dikkat çekicidir. Batlamyus’un coğraf-yasının İtalyanca bir çevirisi olan bu kitabın önemi, yazarının eseri Fatih’e ithaf etmesiyle ortaya çık-maktadır. 1480 yılının sonlarında yayımlanan eserin ikinci yapra-ğında, Fatih’e hitaben yazılmış ithaf yazısı mevcuttur.

Bu da gösteriyor ki, Fatih’in müspet bilimlere olan ilgisi ve ilmin koruyucusu olma özelliği, İtalya’da bilinmektedir. İşte yaza-rın, eserini kendi yöneticilerden önce Fatih’e göndermesinin se-bebi de bu noktada düğümlen-mektedir.

Matematik AstronomiOkutulan Medreseler

Osmanlı medreseleri, Sün-nî İslâm anlayışının en özgür fi-kirli geleneklerini takip etmiştir. Mantık, matematik ve astronomi gibi aklî ilimleri dine aykırı bu-lan, bağnaz ulema az da olsa her dönemde var olmuştur. Ancak Osmanlı müderrisleri, çoğun-lukla, Gâzâlî’nin, bütün ilimlerin temel ögelerini içeren mantıkla matematiğe karşı çıkışın yararsız olduğu düşüncesini taşımışlardır. Nitekim Osmanlı medreselerin-de, aklî ilimler, okutulacak ders-ler arasında yer almıştır.

Fatih’in korumasında olan Osmanlı bilginleri, İslâm dünyası içinde matematik ve astronomi sahasında önemli mesafeler ka-tederek belirgin bir fark yarat-mışlardır. Örneğin fikrî ilimlerde uzmanlaşan Mehmet Fenârî’nin

Page 52: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

mantıkla ilgili eseri, İmparatorlu-ğun son zamanlarına kadar med-rese derslerinin temel kitapları arasında bulunmuştur.

İstanbul’un Müslümanlarca fethedilmesinin arkasından, Fa-tih, Ayasofya’yı camiye çevirdik-ten sonra burada bulunan papaz odaları, medreseye dönüştürül-müştür. Yine Osmanlı’nın büyük hükümdarı, 1466’da arka kısmı tek katlı bir medrese yaptırmış; sonraki sultanlar, yeni ilavelerle medreseyi geliştirmişlerdir.

Medrese ve onların profes-yonel yöneticilerine çok iyi ve cömert davranan Fatih, bazı za-manlar dersleri takip etmiş ve orada zeki olarak gördüğü öğ-rencileri bir deftere kaydederek, medreseyi bitirdikten sonra boş bulunan kadılıklara tayin etmiş-tir. Ayrıca o, bazı yüksek dereceli ulemâ çocuklarına ve torunlarına ayrıcalıklar tanımış; bunları mü-derris olduklarında, kırk akçe ile görevlerine atamıştır.

Matematik ve ilahiyat çalış-malarının koruyucusu ve teşvik edicisi olarak Fatih, bu konuların medrese içinde önemli bir konu-ma sahip olmasına sürekli destek vermiştir. Bu açıdan özgür dü-şünceli bilginlerin aklî ilimlerde uzmanlaşanlar arasından çıkması şaşırtıcı değildir.

Bu çağda, müspet ilimlere yönelişte bir artış söz konusudur. Bununla birlikte, felsefî ve bilim-sel düşünüş yükselişe geçmiştir. Aynı zamanda çok sayıda Latince eser, Türkçe’ye tercüme edildiği gibi, tıp, matematik ve astronomi alanlarında yeni eserler telif edil-miştir.

Fatih ve Felsefe

Sarayında Rumca katibi olarak yaşayan İmroz adalı Kritovulos’un Fatih’in hayatı üzerine yazdığı ve Karolidi Efendi’nin Türkçe’ye ter-cüme ettiği eserdeki şu cümleler, onun bilime ve bilim adamına verdiği değeri en güzel şekilde açıklar niteliktedir: “(Fatih), Arap

ve Acem edebiyatındaki tam bil-gisinden başka, Yunan filozofları-nın Arap ve Acem dillerine çevril-miş eserlerinden felsefe öğretile-rini inceler, öğrenmek ve bilgisini genişletmek için bu konuları iyi-ce bilenleri ve uzmanlarını öğret-men olarak yanına alırdı”.

Fatih, Kelam ve

Hıristiyanlığın Temel inançları

İlahiyat (metafizik) meseleleri-ne karşı aşırı merakı bilinen Fatih, bu konuların tartışılmasından da büyük bir zevk alır. Nitekim ça-ğındaki önemli bilgin Hocazâde Musluhiddin Mustafa’yla Molla Mehmet Zeyrek arasında ger-çekleşen ve altı gün süren uzun tartışma, bizzat onun huzurunda gerçekleşmiştir.

Yine Bizanslı ve Avrupalı ta-rihçilerin bildiklerine göre, Fatih fetihten sonra, Hıristiyan dini ve inanç sistemiyle ilgilenmiştir. Bu çerçevede o dönemde İstanbul Patriği olan Gennadius Scholariu-

52 Somuncu Baba

Minyatür: Ahmet EFE

Page 53: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

53Mayıs / 2007

s’la Pamma Manastırında Khristo Manastırında (Fethiye camii), Hı-ristiyan inancı üzerinde tartışma yapmıştır. Hatta bir tercüman aracılığıyla, Patrik’ten Hıristiyan-lığın temel akidelerini açık ve özgürce anlatmasını istemiştir. Bu izahların da yazıyla kaydedilme-sini emretmiştir; sonraları mevcut yazı, Mahmut Çelebi’nin babası Karaferye kadısı Molla Ahmet ta-rafından Türkçe’ye tercüme edil-miştir.

Fatih, Sanat ve Şiir

Fatih’in yabancı bir ressama portresini yaptırdığı üzerine yapı-lan tartışmalar, günümüze kadar varlığını korumuş bir meseledir. Gerçekten çağının büyük hüküm-darı, Gentile Bellini isimli Vene-dikli ressama resmini yaptırmıştır. Ressam Bellini, 1479-1480 yılları arasında İstanbul’a gelerek, sa-rayda Fatih’in resimleriyle birlikte başka resimler de yapmıştır.

Osmanlı padişahlarının birço-ğu gibi Fatih de, şiir ve şaire bü-yük bir alaka göstermiştir. Öyle ki, aynı zamanda kendisi de bir şair olan hükümdar, Avnî mahlasıy-

la şiirler yazmıştır. Hatta o, çoğu zaman yanında Türk ve İranlı şa-irlerin bulunmasından büyük bir zevk almıştır.

Bununla birlikte Fatih’in güzel sanatlara olan düşkünlüğünü de, Topkapı Sarayı’ndaki İran ve Çin minyatürleri ispat etmektedir.

Enderun ve Sahn-ı Semân

Fatih Sultan Mehmed’in dö-neminde kayda değer bir ilerle-me ve gelişme gösteren bir kuru-luş da Enderun Mektebi olmuş-tur. Bu eğitim kurumunun okul vasfındaki bir müessese içinde askerlik ve idarecilikten güzel sanatlara kadar çok çeşitli saha-larda bölümleri bulunmaktadır. Enderunda mevcut bölümlere ek olarak bir hastane de mevcuttur.

Fetihten sonra Fatih, kendi ismiyle anılan bir medreseyi (dö-nemin üniversitesi) Fatih sem-tinde inşa ettirmiştir. Külliyenin yapımı 1463 yılında başlamış ve tamamlanması sekiz yıl sürmüş-tür. Külliye içinde iki minareli ve bir şerefeli cami ile iki tarafında sekiz medrese inşa edilmiştir. Bu

medreselere, Sahn-ı Semân veya Semâniye Medreseleri adı ve-rilmiştir. Zikredilenlerle birlikte Külliye içinde talebe yetiştirmek için de arkasında ‘Tetimme’ ismi verilen sekiz medrese daha ilave edilmiştir. Ayrıca Külliye’de, mi-safirlerin hayvanları için ahırlar, bir imaret, aşhane, dârüşşifa (has-tane), bir muallimhane, bir kü-tüphane, ders okutmaya mahsus dârütta’lim ve iki hamam mev-cuttur.

Fatih, Peygamberimizin akra-bası ve Medine’ye hicret ettiğin-de evinde misafir kaldığı Eyyûp el-Ensarî için bir türbe inşa ettir-miştir. Sahn medreselerinin dör-dü caminin doğusunda, dördü ise batı tarafında bulunmaktaydı. Medreselerin her birinin ondo-kuz odası bulunurken her med-reseye de bir müderris (profesör) tayin edilir. Medreselerin vakfiye-sine göre, dört köşede bulunan müderrisler, maaş olarak (günlük) ellişer akçe; ortada bulunan mü-derrislere, 40’ar akçe verilir. Ay-rıca bunlara ek olarak da kendi-lerine beşer akçe günlük ile birer muîd (asistan) tayin edilir. Muid-ler, ilk bilgileri öğrenciye okutur ve müzakere ederler ve kendile-rine 5 akçe verilir.

Medreseler, bilimsel açıdan yüksek bir eğitim sunmaktadır. Nitekim, medreselere girişler cid-di sınavlarla gerçekleşir. Rivayet-lere göre, medresede çalışmak için kendisine bir oda tahsis edil-mesini isteyen Fatih bile, bu sına-va tabi tutulur. Dolayısıyla med-reseye alınacak öğrenci sayısı da sınırlıdır. Her medreseye ancak 15 öğrenci alınabilir.

Page 54: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Medreselerde okuyan öğ-rencilerin barınmaları için yurt imkânları da hazırlanmıştır. Bu çerçevede, her medrese odası, ikişer dânişmendînin (öğrenci) hizmetine sunulmuştur. Ayrıca bu kimselere, vakıftan ödenmek üzere ikişer akçe yevmiye ile imaretten ekmek ve çorba tahsis edilir. Vakfiyenin “Darüşşifaya ait satırlar(ın)da ‘cüziyat ve külliyatı ve tıbbın ilmi ve pratik kısımları-nı bilen, kavrayışlı, belirtilerden sonuç çıkarabilen, hastalıkların nedenlerini kestirebilen ve bula-bilen, onları tedavi edebilen, çok esirgeyici ve merhametli, tecrü-besi çok’ bir hekimin günde 20 akçe maaşla ve bir de cerrahlık sanatını bilen bir cerrahın gün-de 5 akçeyle tayini şart kılınmış olması gösteriyor ki, ilk zamanda müderrislere daha az maaş tahsis edilmiş ve darüşşifaya yalnız bir hekim tayin olunmuştur.”

Külliye’nin vakfiyesi kütüpha-ne için bir takım kuralları da tes-

pit eder. Bu çerçevede vakfiyede dikkat çekici nokta, kütüphane uzmanın görevlerinin açık bir şe-kilde belirtilmesidir:

“Kitaplar, ‘yararlı ve kitapların adlarını bilen’ hâfız-ı kütüp tara-fından müderrislerle öğrencilere nöbetleşe olarak ödünç verilecek ve maiyetinde bulunan bir kâtip de bütün kitapların adlarını bir deftere kaydettikten sonra, onla-rı muhafaza ve hatta bir kitabın yapraklarından birinin kaybolma-masına dikkat eyleyecektir.”

Darüşşifa

Külliyenin yakın kısmında müderris ve öğrenciler için, bir darüşşifa – ki, burada bütün has-talıkların tedavisi yapılır ve ilaçları verilirdi- ile gurbetten gelen ule-ma ve yolcuların barınması ve beslenmesi için bir misafirhane (tâbhane) kurulmuştur.

Darüşşifa, Fatih’in yazdırdığı vakfiyesinin kuralları çerçevesin-

de hizmet vermiştir. Vakfiyenin bildirilen ilke ve kurallar şöyledir:

“Darüşşifa için ilmî ve pratik alanlarda hâzık (usta) ve becerikli, feragat sahibi, hangi taifeden (ka-vimden) olursa olsun, iki hekim, bir göz hekimi, bir cerrah, eczacı, hademe ve kapıcı tayin ve he-kimlerin, her gün iki defa, hasta-ları ziyaret etmesi şart kılınmıştır.”

Vakfiyenin tespit ettiği düzen-lemeler, bunlarla sınırlı değildir. Düzenlemelerde hastalara veri-lecek yiyeceklere sarf edilecek paranın miktarı da dahil olmak üzere her şey düşünülmüştür.

Darüşşifaya ait vakfiyenin son kısmında aşçının hastalara faydalı olacak her türlü yemekler pişir-mesini bilmesi yazılıdır. Bununla birlikte sağlık hizmetlilerinin has-talarla olan ilişkisi ve görevleri de ihmal edilmemiştir. Bu çerçeve-de hasta hizmetçilerinin, hasta-larla sohbet etmesi ve onlara iyi muamele edecek insanlardan seçilmesinin gerekliliği hususun-da hassasiyet gösterilmesi belirtil-miştir.

54 Somuncu Baba

1- Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, V. baskı, İstanbul 1991.

2- Aykut Kazancıgil, “Osmanlılarda Bilim ve teknoloji”, Osmanlı Ansiklopedi-si (Tarih, Medeniyet, Kültür), İstanbul 1996.

3- AnaBritannica Genel Kültür Ansiklope-disi, “Engizyon” mad., İstanbul 1998, VIII.

4- Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), çev: Ruşen Sezer, IV. baskı, İstanbul 2004.

5- İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keş-fetmek, XV. baskı, İstanbul 2006.

6- Yusuf Halacaoğlu, “ Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, İstanbul 1993.

Kaynakça

“Fatih ve Bayezid Camii Çevresini Gösteren Minyatür”

Page 55: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

55Nisan / 2007

KültürDr. Fazlı ARSLAN

Segâh Tekbîr, Salât-ı Ümmiyye ve Mustafa

Itrî Efendi

Üç asır önce büyük Itrî, Sevgili Peygamberimiz için, şunları yazmıştı:

“Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun(Tûr dağındaki gibi gölgesi yere düşmeyen bir fidansın. Evreni ele geçirmiş bir güneşsin, baştan ayağa nursun.)

Tarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i ademMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine sûrsun(Cihanın gül bahçesini bırakmış yokluk ülkesine sahip ol-muşsun.İnkârcılara matem tutturur, müminleri sevindirirsin.)

El benim dâmen senin ey Rahmeten li’l-alemînŞöhretim isyan benim sen afv ile meşhûrsun(Ey alemlere rahmet olarak gönderilen! El benim, etek senin. İsyan ile şöhret bulan ben, affetmekle meşhur olan sensin.)

Ya Resûlallah umarım diyesin Rûz-ı CezâGerçi cürmün çokdur amma Itrî’yâ mağfûrsun(Yâ Resulallah! Umarım kıyamet gününde dersin ki;

“Ey Itrî! Biliyorum suçun çoktur. Ama affedildin, suçun ba-ğışlandı.)

Yazımın mukaddimesi yaptığım bu beyitler, büyük bes-tekâr Itrî’nin gönül dünyasının zenginliğini ortaya koymak için her halde kâfi gelecektir. Bu beyitler, Peygamberimiz için yazılan na’tlar içinde önemli bir yere sahiptir. Itrî bu şiiri Nü-hüft makamında bestelemiş ancak bu beste günümüze kadar gelmemiştir.

“Tekbîr ve Salât-ı Ümmiye’nin yanında,

Dilkeşhâveran makamında Salât ve

birçok ilahi ve ayinler, şarkılar bestelemiştir.

Özellikle ilk ikisi, çok kısa birer melodi

cümlesi içinde yarattıkları etkinin

yoğunluğu bakımından Türk Mûsikîsinde

benzersiz bir sanat gücüne sahiptir.”

Page 56: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

56 Somuncu Baba

Segâh makamındaki Salât-ı Ümmiyye’nin ve Tekbîr’in de bestekârı olan Itrî’yi ne kadar tanı-yoruz? Bu yazının kaleme alınma-sının asıl sebebi, bu soruya olumlu bir cevap verebilme çabalarına katkıda bulunmaktır. On yılı aşkın bir süredir çeşitli okullarda dersle-re girdim. Her okulda, öğrencile-rime, Itrî diye bir ismi duyup duy-madıklarını sordum. Üzülerek be-lirtmeliyim ki onlardan bir kez bile olumlu bir cevap almış değilim. İlk ve ortaöğretim yıllarıma dönüp düşünüyorum. Bu soru bana yö-neltilmiş olsa idi, olumlu cevap verebilir miydim? Hayır. Çünkü Itrî’yi biz de maalesef çok geç öğ-rendik. Bu sebeple öğretmenlerin, kültür, sanat ve edebiyat bilgilerini, imkân ölçüsünde, öğrencilerine aktarmaları ve bu konularda biraz daha duyarlı olmaları gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyo-rum. Şimdi her girdiğim derste Itri’yi, Segâh Tekbîr’i, büyük bes-tekârlarımızı, önemli kültür ve sa-nat adamlarımızı fırsat buldukça hatırlatmak ve öğrencilerimin be-yinlerine nakşetmek için çaba sarf ediyorum.

Kimdir Itrî? Bazı ansiklopedi-lerin, dünyanın gelmiş, geçmiş ve büyük ihtimalle de gelecek en büyük bestekârı olarak nitelendir-dikleri, Beethoven’ın, onun için

“Ben hayatımda böylesine üstün bir bestekâr görmedim.” dediği büyük müzik dehâsı Itrî. Bine ya-kın eser besteleyen, fakat ne yazık ki ancak 41 bestesi elimize ulaşan Itrî 1640’ta İstanbul’da doğmuştur. Çok küçük yaşta başladığı tahsil hayatını başarıyla tamamladıktan sonra Yenikapı Mevlevihânesi’ne devam etmiş ve burada dinî mû-

sikî öğrenmiştir. XVII. asrın büyük mûsikî üstadı Hafız Post’tan aldığı derslerle mûsikî ilminde ilerleyen Itrî, klasik musikimizi zirveye çı-karmıştır. Bestekâr ve mûsikîşinas olmasının yanında, Siyâhî Ahmed Efendi’den Edebiyat ve Hat ders-leri almıştır. Hat sanatında da hayli ilerleyen Itrî, bilhassa ta’lik yazıda devrin hat ustaları arasında sayılır olmuştur. Sultan IV. Mehmed’in takdirini kazanan Itrî, Enderun’a hoca olarak tayin edilmiş ve Enderun’daki talebeye mûsikî dersleri vermiştir. Eserleri İmpara-torluk döneminde üç kıtada söyle-nen, günümüzde de milyonlarca Müslüman’ın dilinden düşmeyen Itrî’nin şahsiyetini ve eserlerini Yahya Kemal, mükemmel bir şi-irle değerlendirmiştir. Şiirin ilk be-yitlerinde şöyle demektedir Yahya Kemal:

Büyük Itrî’ye eskiler derler, Bi-zim öz mûsikîmizin piri; O kadar halkı sevkedip yer yer, O şafak vaktinin cihangiri, Nice bayram-ların sabah erken, Göğü, top ses-leriyle gürlerken, Söylemiş salta-natlı Tekbîr’i. Tâ Budin’den Irak’a, Mısır’a kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan

Bayram ve teravih namazla-rında veya her türlü etkinlik içe-risinde bizlerin ve neredeyse tüm İslâm aleminin büyük bir vecd ile okuduğu, Yahya Kemal’in ifadesiyle “Saltanatlı Tekbîr”in (Allahü Ekber Allahü Ekber Lâilâ-he İllallahü Vallahü Ekber Allahü Ekber Velillahi’l-hamd) ve Salât-ı Ümmiyye’nin (Allahümme salli ala seyyidina Muahemmedini’n-Nebiyyil’ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihi ve sellim.) bestecisi Buhû-

rizâde Mustafa Itrî Efendi, dün-ya çapında şaheserler meydana getirmiş mûsikî üstadıdır. Tekbîr ve Salât-ı Ümmiye’nin yanında, Dilkeşhâveran makamında Salât ve birçok ilahi ve ayinler, şarkılar bestelemiştir. Özellikle ilk ikisi, çok kısa birer melodi cümlesi için-de yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk Mûsikîsinde benzersiz bir sanat gücüne sahip-tir. Mevlevihanelerde, sema tö-renlerinde ayinden önce okunan, Rast Na’t-ı Mevlânâ, Itrî’nin, Mev-levî mûsikîsine en kalıcı katkısıdır. Itrî Efendi üç asırdır milyonlarca mü’minin dilinden düşmeyen bu muhteşem eserlerin bestekârı ola-rak gönüllere taht kurmuştur. Itrî hakkında bir çalışma yapan Rüş-tü Şardağ Itrî’nin na’ttan, türküye, tekbirden şarkıya, ayinden kan-toya kadar çok geniş yelpazede eserler bestelemesinin çok önemli olduğunu vurgulayarak, şöyle der:

“Bunun bir anlamı da bu büyük Müslümanın, sanat özgürlüğünü, İslam’a aykırı değil yakışır bulma-sıdır. Zamanımızın ufku dar insan-larını derin derin düşündürecek olan bu gerçek Müslüman’ın ön-cülüğüne alkış tutalım.”

Rüştü Şardağ’ın ifadeleri ile Itrî, hayatını büyük bir alçakgönüllülük içinde sürdüren, tasavvufçu olarak dünyaya karşı çekimser, Mevlevî olarak içine dönük, kendisi hak-kında hiçbir bilgi sızdırmayacak kadar alçak gönüllü, babacan bir kimsedir. Kendi yaşamı üzerine adeta kalın bir perde çekerek namsızlığın tadını çıkarmak iste-miştir. Şardağ, kaynaklarda, Itrî hakkında sınırlı bilgi bulunmasının sebebini, onun bu mütevazı kişili-ğine bağlar.

Page 57: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

57Mayıs / 2007

Bu büyük bestekârın yeteri ka-dar tanınması gerekirdi. Çünkü ül-kemizde yüz binlerce öğretmen; her ilçede, kasabada en az birkaç, her köyde ise en az bir cami var. Öğretmenler ile ilgili olarak dü-şüncemi yukarıda arz ettim. Her zaman değişik vesilelerle Rama-zan, teravih, sünnet, düğün vs. her fırsatta ülke insanının neredeyse tamamı Segâh Tekbîr ve Salât-ı Ümmiyyeyi okuyor. Kimdir bu güzel nağmeleri te’lif eden? Oku-duğumuz bu eserlerin sahibinin, imam-hatipler tarafından bilinme-si ve cemaate öğretilmesi gerek-mektedir. Bu alt yapıya sahip ol-maları için de onların eğitilmeleri çok önemlidir. İmam-hatiplerin, din ilimlerinin yanında çağın ge-rektirdiği bilgi donanımına sahip olmaları, yeteri kadar mûsikî, kül-tür, sanat, edebiyat bilmeleri, îfâ ettikleri görev açısından ne kadar lüzumlu olduğu açıktır. Yine üzü-lerek belirteyim ki bu konudaki kısırlığımız sebebiyle adı geçen eserleri toplu olarak icra ettiğimiz zaman nasıl bir ses kargaşası ya-şanmaktadır. Segâh Tekbîr’i Hicaz makamında hatta Saba maka-

mında dinlediğimiz çok olmuştur. Oysa bu güne kadar çok söylendi. Bir kilisede ilahiler icra edilirken bu karmaşaya şahit olunmaz. Ki-liseye gelenler orada okuyacakları eserleri bilirler ve koral bütünlüğe riayet ederler. Maalesef bizler her gün defalarca okuduğumuz eser-lerde bile bu uyumu sağlayama-dık. Sırası gelmişken bir hatamıza daha işaret etmeden geçemeye-ceğim: Sözüm ona çok ünlü mü-zisyenlerimiz bile Itrî’nin “Tûtî-i mucize gûyem. Ne desem laf değil.” adlı Yürük Semâî’sini “tuti mucize” diye okumaları yok mu? Zaten Itrî’ye ait bir bunu biliyorlar. Biraz sözlük karıştırsalar ne olur sanki?

Bir iki anekdotu hatırlatarak bu yazıya son vermek istiyorum. İlki Itrî’nin deruhte ettiği bir görev ile ilgili. Itrî IV. Mehmet’ten Esirciler Kethüdalığını istemiş ve hayatının sonuna kadar bu görevde kalmış-tır. Itrî gibi duygu dolu bir insan neden esirlerle ilgili işleri yönet-mekle meşgul olmak istesin? Bu-nun iki sebebinin olduğu nakledi-lir: İlki, Itrî, insan satmakla uğraşan

esnafı yola getirmek ve onların kötü muamelelerine engel olmak düşüncesi ile bu görevi istemiştir ki onun duygu dünyasına muva-fık bir davranıştır bu. İkincisi de o, çeşitli milletlere mensup esirlerin millî mûsikîlerine muttali olmak istemiştir.

Vaktiyle İsmet Özel ile yapılan bir söyleşiden Itrî ile ilgili bir bö-lümü aktarmak istiyorum. Kendi-sine “Itrî mi, Bach mı?” diye bir soru sorulduğunda şöyle demiştir:

“Ben, Türk Mûsikîsini hep yukarıda tutarım. Fakat bana “Itrî mi büyük, Bach mı?” diye sorarsanız, “Bach” derim. Çünkü, Bach’tan sonra Beethoven var, Brahms var; ama Itrî’den sonra yok. Yani, Itrî’nin yaptıklarının üzerinde bir başarıyı göstermiş kimse yok. Ama, Türk Mûsikîsi de her şeye rağmen ya-şamayı başarmıştır. Ve belki 1960 yılına kadar Türk Mûsikîsi yaşa-dı; bütün düşmanlıklara, bütün mahrumiyetlere rağmen. Gelge-lelim bugün Türk Mûsikîsi gerçek boyutlarıyla yaşadığını söylemek mümkün değil. Bugün mûsikîsini kaybetmiş, dilini hemen hemen kaybetmiş bir toplumuz… Bu da tabii sonuçta bu toplumun baş aşağı gitmesine sebep oluyor.” It-rî’den sonra da büyük bestekâr-larımız gelmiştir tabii ki. Ancak İs-met Özel’in bu düşüncesi, aslında Itrî’nin büyüklüğünü açıkça ifade etmektedir ki buna katılmamak mümkün değil.

Bizlere düşen, muhteşem bir medeniyet inşa etmiş Itrî gibi nice san’atkârlarımızı iyi tanımak ve ya-pacağımız çalışmalarda onlardan feyz almaktır.

Page 58: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

İki Fetih, İki Fatih (Mehmed), İki Şems

İ nsanlık tarihi boyunca nice savaşlar, nice mücade-leler ve nice fetihler yaşanmıştır. İslâm tarihinde

ise özellikle Mekke’nin fethi çok önemli bir yer işgal ederken bu fetih hareketini Osmanlı tarihi için mevzu bahis ettiğimizde hemen aklımıza İstanbul’un fethi ve bu fethin baş mimarı II. Mehmed (Fatih) gelmektedir. Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifine binaen müs-lümanlar tarihin akışı içerisinde defalarca İstanbul’u kuşatmış, orayı fethedebilmek ve Efendimizin(sav) övgüsüne mazhar olabilmek için çaba ve gayret sarf etmişlerdir. İstanbul surlarının dibinde yatan birçok sahabe-i kiramın varlığı bunun en önemli delilidir.

Gerçekten de İstanbul’un fethi gerek insanlık ve gerekse de İslâm tarihi açısından ayrı bir öneme sa-hiptir. Öyle ki insanlık tarihi açısından bu fetih bir çağın açılıp bir çağın kapanmasına sebep olmuş, İs-lâm dünyası ve Osmanlı tarihi açısından bir dönüm noktası konumunda büyük öneme sahip bir hadise olmuştur.

Böylesine önemli tarihi bir zaferin baş kahramanı olan II. Mehmed Han, maddî ve manevî birikimi ve kişiliği ile fethin alt yapısını hazırlamış, neticede böy-le bir fethe müyesser olmuştur. Tabii ki II. Mehmed Hân’ı ‘Fatih’ yapan anlayışın temelinde onu yetiştiren bu sağlam inanç ve anlayışı kalbine nakşeden hocala-rının çok büyük payları vardır. Fatih denilince akla he-men onun en yakın üstadı Akşemseddin gelir. Daha II. Mehmed Han kundakta iken Hacı Bayram Velî tara-fından müjdelenen fethin kahramanı olabilmesi için gerekli donanıma Akşemseddin sayesinden ulaşabil-miştir. II. Mehmed Akşemseddin’in bilimsel ve ma-

KültürFatih ÇINAR

“Böylesine önemli tarihi bir zaferin baş kahramanı olan II. Mehmed Han, maddî ve

manevî birikimi ve kişiliği ile fethin alt yapısını hazırlamış,

neticede böyle bir fethe müyesser olmuştur. Tabii

ki II. Mehmed Hân’ı ‘Fatih’ yapan anlayışın temelinde onu

yetiştiren bu sağlam inanç ve anlayışı kalbine nakşeden

hocalarının çok büyük payları vardır. Fatih denilince akla

hemen onun en yakın üstadı Akşemseddin gelir.”

58 Somuncu Baba

Page 59: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

nevî yönünü son derece iyi bir şekilde anlamış, ondan en yük-sek seviyede istifade etmiş, ona olan saygı, hürmet ve minnetini ifade için İstanbul’un fethinden sonra hocası Akşemseddin’den önce şehre girmemiştir.

Şunu hatırlatmalıyız ki, Os-manlı tarihi sadece İstanbul’un fethinden ibaret değildir. İniş-li-çıkışlı bir serüvende sürekli savaşlar, mağlubiyetler veya za-

ferler yaşanması olağandır. Bu mücadelelerden bazıları vardır ki Osmanlı tarihinin yükseliş trendini en yüksek seviyeye çıkarmıştır, İstanbul’un fethi bunun en güzel örneğidir, ba-zıları da vardır ki çökme eğili-minde olan imparatorluğun bu düşüşüne dur diyebilecek hatta onun tekrar eski günlerindeki güç ve kudretine kavuşmasına sebep olabilecek bir öneme sahiptir. İşte imparatorluğun güç ve kudretini kaybetmeye başladığı, muhteşem günlerine dönmek için gösterilen çaba ve gayretin ifadesi nitelinde olan

dönüm noktalarından bir ta-nesi de ‘Eğri Kalesi’nin fethidir.

“Eğri kalesinin fatihi” olarak bi-linen kişi III. Mehmed Han’dır. III. Mehmed Han imparatorluk içerisinde huzursuzlukların baş gösterdiği, sarayda menfaat çe-telerinin kendilerini hissettirme-ye başladığı, iç isyanların çıktığı karışık bir dönemde iş başına geçmiş bir padişahtır. Çok genç yaşta padişah olmuştur. Onun

devlet idaresinde zayıf, safdil, tesir altında kalan bir yapıya sa-hip olduğunu tarih bize bildir-mektedir. Bunun yanı sıra gayet sağlam, peygamberine son de-rece bağlı, ince ruhlu, vakar-lı ve sakin bir padişah olduğu da zikredilmiştir. III. Mehmed Avusturya üzerine bir sefer dü-zenlemeye karar vermiş ve bu sefere bizzat kendisi de katıl-mıştır. Zikredilen sefere Sivas’ta yaşayan manevî mertebelere sahip olduğuna inanılan Şemsi Sivâsî’nin de katılmasını da iste-miştir. Rivayet edilir ki, Şemsi Sivâsî, bu sefere katılmaya karar

verdiği ve sefer için hazırlıklara başladığı zaman daha böyle bir sefere dair padişahtan bir haber olmadığı kendisine hatırlatıldığı zaman: “Bize işaret ve tembih olundu ki, sefer hazırlıklarına başla! Zafer ve fetih senin için takdir edilmiştir. Ben de:Yer-lerin ve göklerin yaratıcısı olan Mevlâ’nın dergahına yüzüm dönderdim, dönmem, dedim. Bundan şunu anlıyoruz ki, ya-

kın bir zamanda Allah-ü Teâlâ padişaha bir sefere çıkmasını emredecek ve yüce dinimiz İslâm’ın zafere ermesiyle mü-minlerin kalbi sevinçle dolacak-tır, şeklinde cevap vermiştir.

Bu sefer için Şemsi Sivâ-sî, kendi parasıyla altı deve ve katır satın alır. Kendisi ve mürit-leri için atlar hazırlatır. Sivas’ta metfun Abdulvahabi Gazi’nin sancağını yanlarına alıp Ayasof-ya yakınındaki Kapı Ağası zavi-yesinde şeyh olan ve Sultan IV. Murad’ın rüyalarını tabir eden Koca Şeyh’e verir. Bütün sefer

59Mayıs / 2007

Gravürlerle Türkiye Cilt: 2 Fatih Sultan Mehmet Türbesi (iç görünüş)

Page 60: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkacakları sırada şehir halkı büyük bir heyecanla kendilerini uğurlamaya gelirler. Yapılan dua esnasında bir kapıcıbaşı, şeyhi padişahın sefere davet ettiği ha-beri ile gelir. Şemseddin Efendi:

“İşittik ve itaat ettik! İki yıldır biz hazırlıklıydık. Hemen Bismillâh gidelim” diyerek dua ederler.

İstanbul’a vardıklarında ken-dilerini karşılamak üzere Aziz Mahmûd Hüdâyî padişah tara-fından görevlendirilmiştir. Uzun istişare ve sohbetlerden donra Şemsi Sivâsî, Mahmûd Efendi-ye: Evladım! Siz yegânesiniz, bundan sonra inşallah fazlalaşır-sınız, buyurarak taltif etmişler-dir. Daha sonra Aziz Mahmûd Hüdâyî ile beraber padişahın huzuruna çıkmışlar, padişah III. Mehmed Hân daha fazla sabredemeyip hazrete şunları

söylemiştir: Azizim! Tarafımız-dan cenabınıza gönderilen elçi, zatınızı hazır ve amade bulmuş. Bundan anlaşılan odur ki, bu sefere katılmanızla müslüman-ların zaferine bir işaret olacağı-dır. Bu demektir ki siz, bu mü-cadelenin nasıl sonuçlanaca-ğına-Allâh’ın izniyle- vakıfsınız. Bizi hayırlı netice ile müjdeler misiniz?der. Padişahın bu sua-line Şemsi Sivâsî şöyle karşılık verir: “Padişahım! Hadis-i Şeri-f’te: “Amellerin en üstünü müs-lümanları sevindirmektir” buyu-ruluyor, şuna inanın ki biraz sı-kıntıyla fetih müyesser olacaktır. Siz gönlünüzü hoş tutunuz”

Ordu ile beraber hareket edilir ve Eğri kalesine ulaşı-lır. Burada kale hiçbir direnme ile karşılaşılmadan ele geçirilir. Bunun sebebi çok geçmeden anlaşılır, düşman ordusu biraz

ileride pusu kurmuştur. İslâm ordusu kaleyi ele geçirmenin rahatlığına erişince düşman or-dusu saldırıya geçer ve İslâm ordusu dağılmaya başlar. Öyle bir tablo ortaya çıkar ki, padi-şah ve etrafındakilerden başka hemen hemen herkes bir tarafa kaçışmaya başlamıştır. Bunun üzerine padişah Şemseddin Si-vasi’ye: Ey İslâm büyüğü! Mü-şahedenizin tersimi zuhur et-mektedir yoksa?diyerek sorar. Şemseddin Efendi de: Padişa-hım! Müşahedemiz yerindedir. Kafirin hezimete uğramasına yarım saat kalmıştır. Ve şu anda bir tasarruf sahibi tasarrufta bu-lunmak üzere Allah’ın izni ile ortaya çıkmak üzeredir, fethin başlangıcı yakındır. Siz gön-lünüzü hoş tutunuz, cevabını verir. Gerçektende biraz sonra Şeyh Efendi’nin dediği gibi bi-

60 Somuncu Baba

Şemsi Sivasi Türbesi Fotoğraf: Serkan ÖZTÜRK

Page 61: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

61Mayıs / 2007

risi ortaya çıkar. Ey müminler! Nerede İslâm gayreti? Nerede Hz. Peygamber gayreti? Nere-de cömertlerin cömerdi sultan gayreti? diye bağırır. Bu ikazlar üzerine birkaç bin asker topla-nır. Toplanan askerleri gören di-ğer askerlerde savaşa dönünce çok kısa bir süre içerisinde fetih müyesser olur. Savaştan sonra Sivâsî’ye bu zatın kim olduğu sorulduğunda Hızır (a.s) oldu-ğunu haber vermiştir.

Bu mücadeleden fetih ile dönen padişah ve ordu, devle-tin bekâsı için büyük bir adım atmanın mutluluğunu yaşar-ken bir yandan da kendilerini bu mutluluğa ulaştıran maddî ve manevî sebeple ri düşün-

meye başlamışlardır. Böylesine önemli bir fethin tabiri caizse başrolünde oynayan Şemsi Si-vâsî de İstanbul’un Akşemsed-din ile fethinin önemine atıfta bulunarak padişahın huzuruna çıkar ve tarihe mâl olan şu söz-leri söyler: Padişahım! Dedeniz II. Mehmed Han İstanbul’u fet-hetmeyi duacıları Akşemsed-din’in bereketiyle başardılar. Fetih kazanılınca: Padişahım! Bu fethin şükranesi olarak nice camiler, mescitler, medreseler, hanlar, hamamlar,…yaptırmak gereklidir, demişti. Gerçekten-de dedenizin ne kadar hayır ve hasenat yaptığı sizin de malu-munuzdur. Aynı şekilde sizin de isminiz Sultan Mehmed ve

duacınız hakirin ismi de Şem-s’tir. Bu fetih öyle bir fetihtir ki İstanbul’un fethi kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu yüce fethin şükrânesi olarak fakirlerin, düşkünlerin üzerin-den maddî ve manevî zorlukları kaldırıp İslâm askerlerini dinin ilkelerine uygun yaşayan insan-lardan seçmeniz olacaktır. Şeyh Efendi’nin bu sözlerini padişah: Bin can ile kabul ettim ve na-sihatinize fazlasıyla uyulacaktır, cevabını verir.

Evet neticede maddî hayatın şartlarını gözeten ama manevî unsurları ihmâl etmeksizin ka-zanılan iki büyük fetih. Ve bu iki hadisenin kahramanları: İki Fatih (II. Mehmed ve III. Meh-med), İki Şems(Akşemseddin- Şemsi Sivâsî).

1- Hayatı hakkın geniş bilgi için bkz. Et-hem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, TDVY, Ankara 1998.

2- İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi”, c.III, s.115.

3- Muhammed Nazmi, Hediyyetü’l-İhvan, vr.70b.

4- Nazmî, Hediyye, vr.70b-71a; Uzun-çarşılı, “Osmanlı Tarihi”, c.III, s.357.

5- Hayatı hakkında bkz. İbrahim Yasak, Si-vas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Haz-retleri, Seyran Yayınları, Sivas 2004.

6- Nazmî, Hediyye, vr.71b-72a7- Hayatı hakkında bkz. Hasan Kâmil Yıl-

maz, Aziz Mahmûd Hüdâyî, Hayatı, Eserleri ve Tarikatı, Erkam Yayınları, İs-tanbul 1999.

8- Nazmî, Hediyye, vr.72a.9- Nazmî, Hediyye, vr.72a.10- Nazmi, Hediyye, vr.74a-b; Şeyh Recep

Efendi, Necmü’l-Hüdâ fî Menâkıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebi’s-Senâ, Hidâyet Yıldızı Şemseddin Sivâsî’nin Menkıbe-leri, Tercüme: Hüseyin Şemsi Güneren, Yayına Hazırlayan:M. Fatih Güneren, İstanbul 2000, s.78-82.

11- Nazmî, Hediyye, vr.75b. Bu tarihi hadi-senin detayları için bkz., Osman Türer, Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişah-Ta-rikat Şeyhi Münasebetine Dair Tarihi Bir Örnek, Türk Dünyası Araştırmaları Der-gisi, Sayı:28(Şubat 1984), s.181-194.

Dipnot

Fotoğraf: Hulûsi GÜLSERENAkşemsettin Hz. Türbesi / Göynük - BOLU

Page 62: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

“Mahlûk (yaratılmış) olan insan, Hâlık’ının

(Yaratıcısı’nın) kendisine kitabı

ile ve peygamberi ile bildirdiği hayat programına aykırı

hareket ederse, gerçek hakkını ve vazifesini

öğrenmez, kabul etmez ve ona göre yaşamazsa; elbette

birçok problemlerle karşılaşır.”

AB’ye Uyum, Bizi İslâmî Yaşayıştan

Uzaklaştırıyor mu?

B atı da aile yapısı bozulmuştur. Avrupa Birliği-

ne girebilmek çalışmaları esnasında batılılaşma

sürecine daha fazla girdik. Bu esnada, Avrupa Birliği-

ne alınabilmemiz için bize dayatılan, Batının dinî ör-

fümüze ve sosyal yapımıza uymayan bazı kanunlarını

kabul etmeğe mecbur edildik. Bu kanunların zararlı

tesirleri cemiyetimizde görülmeğe başladı. Bunun ya-

nında, çok gelişen iletişim vasıtaları ile yapılan zararlı

iletişim bombardımanlarından kendini koruyamayıp

manevî yaralar alanlarımız da çok oldu ve olmakta

devam etmektedir. Bunların sonucu, cemiyetimizde

maalesef sağlam aile yapımızın bozulmasının başla-

dığına dair tehlike sinyalleri, bizi ikaz etmektedir.

Aile yapımızdaki bu bozulma tehlikesine karşı

gereken tedbirler mutlaka alınmalıdır. Bu tedbirler

arasında, insanların yanlış düşünce ve inançlardan

kurtarılması ve onlara doğrunun, iyinin ve istikametli

yaşayışın benimsetilmeğe çalışılması, en mühimidir.

Cemiyetimizdeki insanların çok yaygın olarak

görülen hatalarından biri, olaylara kendi pencere-

lerinden bakmakta kendilerini tamamen hür zannet-

meleridir. Aslında böyle bir hürriyet olamaz! İnsan

dünyaya kendisi gelmemiş, zahirî sebep olan anne-

babası da onu dünyaya getirmemiş; hakikatte Allah

(c.c.) tarafından bu dünyaya gönderilmiştir. Sebep-

lerde boğulmayıp, sebepleri yapan Yaratıcı’yı, O’nun

DüşünceProf. Dr. Mustafa NUTKU

62 Somuncu Baba

Page 63: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

bizi yaratmaktaki hikmetlerini

ve bizden beklediklerini, bize

bildirdiği şekilde öğrenmeliyiz.

İnsanı iki ayrı cinste yaratan

Allah (c.c), onların evlilik birliği

kurmaları halinde birbirlerine

karşılıklı hak ve vazifelerinin ne

olacağını da bildirmiştir ve bun-

lara uyulmasını istemektedir.

Asıl “kanun koyucu”: O’dur.

Biz, ferdî hayatımız için O’nun

kanunlarını ve mevzuatını göz

ardı ederek, yerine kendimiz

başka kanun ve mevzuat koya-

mayız. Devlet laik olabilir; fakat

fertler laik olamaz! İnsanlar,

O’nun kendileri için koydu-

ğu hayat programına uymayıp

“keyfîlik” ve “başıboşluk” haline

girerlerse, elbette bunun zarar-

larını da görebilirler ve görmek-

tedirler.

Hastalıklarda ve kazalarda

“ilk yardım” yapılması, hastalık-

ların ve kazaların insana sıkıntı

veren belirtilerinin giderilmesi,

gerekli ve faydalı olsa da, kâfî

değildir; asıl tedavinin de yapıl-

ması ihmal edilmemelidir. Aksi

halde hastalık belirtilerini yok

etmekle hastalık da yok edilmiş

zannedilebilir ki bu, hastalığın

zamanla daha da şiddetlenme-

sine ve gecikildiği için tedavisi-

nin daha da zorlaşmış hale gel-

mesine sebep olabilir.

Mahlûk (yaratılmış) olan

insan, Hâlık’ının (Yaratıcısı’nın)

kendisine kitabı ile ve peygam-

beri ile bildirdiği hayat prog-

ramına aykırı hareket ederse,

gerçek hakkını ve vazifesini

öğrenmez, kabul etmez ve ona

göre yaşamazsa; elbette birçok

problemlerle karşılaşır.

İnsanlar, her hususta ve ev-

liliklerinde de: “ - Acaba Allah

(c.c.) benden ne istiyor?” soru-

sunu sorup cevabını arayarak

ve hayatlarına tatbik ederek

yaşayabilseler, meselelerini hal-

ledebilirler. Genel çözüm bu-

dur. Teferruatta boğulup esası

kaybetmemek lazımdır. Pey-

gamberlerden sonra insanların

en faziletlileri olan sahabeler;

“- Acaba Allah bizden ne istiyor?”

sorusunun cevabını araştırıp ha-

yatlarına tatbik ile yaşamışlardı.

“O’nu bulsan, her matlûbunu

buldun; hadsiz minnetlerden,

korkulardan kurtuldun.” demiş,

büyük bir zat..

Bu asrın mühim bir hastalığı

da, dünya hayatını âhirete bile-

rek ve severek tercih etmektir

(“Onlar dünya hayatını âhirete

seve seve tercih ederler.”, İbra-

him Sûresi: 3). Müslüman oldukları

halde, kendilerine ayrıca “sekü-

ler” (ehl-i dünya) sıfatı da yakış-

tırılanlar ve bundan rahatsızlık

duymayanlar, maalesef bu ma-

nevî hastalığın tarifine girmek-

tedir.

Biz, sathî değil, gerçek

manâda “O’nu bulmalı”; O’nun

rızasını aramalı ve O’nun rıza-

sına göre yaşamalıyız. Dünya-

da yaşarken bu ölçüyü arayıp

uygulamamaktan, bulmuşken

onun dışına çıkmaktan ve as-

rımızdaki Müslümanları tehdit

eden mühim bir tehlike olan

“sekülerizm” (dünyevîleşmek)

modasına kapılmaktan, Allah’a

sığınmalıyız.

63Mayıs / 2007

Page 64: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

64 Somuncu Baba

İmanın Tadına Ermek…

Peygamber İklimiRukiye AYDOĞDU

M erhametlilerin en merhametlisi olan Allah, rah-metinin tezahürü olarak kalplere sevgiyi yer-

leştirdi. Sevginin sıcaklığıyla gözler gülümsedi birbirine, gönüller sevgiyle kaynaştı, farklı renkler, ırklar, diller bir oldu. Bu sevgi mayasıyla kendini sevdi insanoğlu, insan-ları sevdi, tüm mahlukatı sevdi, hülasa sevgi insana evre-ni sevdirdi. Tüm sevgilerin içinde en yücesi ise kuşkusuz O’nun, sevgiyi var edenin sevgisiydi. Varlığın, kalplerin ve en yüce sevginin sahibini sevmekle hayat buldu her şey. O’nun aşkıyla aydınlandı karanlıklar, varlık, insan, hayat, zaman ve tüm değerler bu nurla anlam kazandı, kendini buldu. Bu sevgiyle dirilişin adı ise imandı…

İnsanın benliğini tehdit eden tüm korkulardan sıyrıl-ma, emniyette, güvende olma anlamını taşıyan, e-m-n fiil kökünden gelen iman sözcüğü, bu anlamına paralel olarak aslında insanın kendisini en Emîn olana emanet et-mesi, O’nda huzur bulmasıdır. Zira kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.2 Allah, engin rahmeti gereği kulla-rının imanla aydınlanabilmeleri için onlara akıl nimetini bahşetmiş, vahiy göndermiş, elçileriyle insanları doğru yola çağırmıştır. Risalet görevini en son yerine getiren, insanları imana çağıran, alemlere rahmet Allah Rasulü hadislerinde imanın nasıl olması gerektiğinden, şartla-rından, şubelerinden, imanı artıran ve azaltan davranış-lardan, iman edenlerin özelliklerinden bahsetmiş, örnek yaşantısıyla, imanın hayata ilmik ilmik, nakış nakış nasıl dokunduğunu göstermiştir. Buhari, Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce tarafından nakledilen bir hadiste Allah Rasulü,

“Bir kimsede şu üç özellik bulunursa

imanın tadını duyar. Allah ve Peygamberi

kendisine başkalarından daha sevgili olursa,

sevdiği kimseyi yalnız Allah için severse,

Allah onu inkârcılıktan kurtardıktan sonra

tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına

hoşlanmazsa.”1

Page 65: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

65Mayıs / 2007

imanın tadını tam olarak hissetti-recek üç haslet zikretmektedir:

“Bir kimsede şu üç özellik bulu-nursa imanın tadını duyar.

- Allah ile Peygamberi kendi-sine başkalarından daha sevgili olursa,

- Sevdiği kimseyi yalnız Allah için severse,

- Allah onu inkarcılıktan kur-tardıktan sonra tekrar küfre dön-mekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmazsa.”3

Hadiste imanın tadına erme-nin ölçüsü olarak öncelikle Allah ve Rasûlünü tüm sevgilerin mer-kezine yerleştirmek, hayata yön veren değerlerin şekillenmesinde yine bu sevgiyi esas almak zikre-dilmiştir. Zira iman, kalbin Allah aşkıyla dolmasıdır. Bununla bir-likte insanın hoşuna giden, gönül bağladığı, çoğu zaman sevmek-te ölçüyü kaçırdığı tüm dünyevi sevgiler, (ayette belirtildiği üzere) babalar, oğullar, kardeşler, eşler, akrabalar, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler4 ve niceleri ilahî sevginin yerine konulmamalıdır. Hadiste dikkat çekilen ve Allah sevgisinden son-ra zikredilen peygamber sevgisi imanın tadını almak isteyenlere yol göstericidir. Kur’an-ı Kerim’de de Allah ve Peygamber sevgisine birlikte yer verilmiş, peygambere ittiba Allah’ın sevgi ve mağfire-tinin ön koşulu sayılmıştır: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahları-nızı bağışlasın.5 Ashabın peygam-bere olan bağlılığı onların imanın tadına vardıklarının göstergesidir.

Zira “Anam babam sana feda ol-sun Ya Rasûlallah” ifadesiyle dil-lerden dökülen peygamber aşkı, ashabın onu mallarından, can-larından, evlatlarından, anne ve babalarından daha çok sevdiğinin göstergesidir. Nitekim Allah Rasu-lü ”Sizden biriniz, beni anasından-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”6 buyurmuşlardır. Sahabe, hayatın her anında Rasulullah’la bera-ber olmuş, imanı onunla tatmış, erdemleri onun rehberliğinde özümsemiş, sevgiyi de ondan öğ-renmiştir. Buna göre sevgi, kalbi tüm yalancı sevgilerden temiz-leyip merkezine muhabbetulla-hı yerleştirmektir. Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasulul-lah (s.a.v) mescitten çıkarlarken yanlarına bir adam gelir, kıyame-tin ne zaman kopacağını sorar. Peygamber Efendimiz (s.a.v), kı-yamet için ne hazırladığını sordu-ğunda ise çokça namaz ve oruç hazırlamadığını, ancak Allah ve Rasûlünü sevdiğini söyler. Bunun üzerine Rasûlullah “Kişi sevdiğiy-le beraberdir”7 buyurur.

İmanın tadına varabilmek için Allah Rasulünün tavsiyeleri ara-sında sevdiği kimseyi herhangi bir sebeple değil de, sadece Allah rızası için sevmek zikredilmiştir. Bu şekilde kişi Allah için sevdi-ğinde karşısındakinden herhan-gi bir beklenti içine girmeyecek, kusurları örtecek, insanların gü-zel yönlerini keşfedecektir. Alem-lere rahmet olan, merhamete ve sevgiye susayan insanlığa her sözüyle rahmet mesajları veren Rasulullah Efendimiz, insanların birbirlerini sevmelerinin imanî boyutunu dile getirmiş, böylece

yalnız yaşadığı asrı değil, çağları aydınlatmıştır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş sayılmazsınız.”8

İmanın tadına varmanın ölçü-sü olarak zikredilen bir diğer hu-sus da gönlün iman nuruyla ay-dınlanıp, Allah, Rasulü, ve onun sevdikleriyle dolduktan, hayat ve ölüm bu nurla değer kazandıktan sonra küfrün karanlıklarında kay-bolmanın ateşe atılmakla eşdeğer görülmesidir.

İman, sevgiyle arınmış bir kalp demektir. Tüm sevgilerin içinde en çok Allah ve Rasulünü sev-mektir. Kalbin merkezinde iman, hayatın merkezinde iman dolu bir kalp olmalı ve bu kalpten yansıyan sevgi ışığı tüm mahlu-katı ısıtmalıdır. İşte o zaman ha-kiki imanın tadına varılabilir. Hz. Dâvud duasında bunu ne güzel dile getirmektedir: “Allah’ım sen-den seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli kıl...”9

1- Buhari, İman 9, had. no: 16; Muslim, İman 15, had.no: 67; Tirmizi, İman, 10, had. no: 2624; İbn Mace, Fiten 23, had. no: 4033.

2- Râd, 13/28.3- Buhari, İman 9, had. no: 16; Muslim,

İman 15, had.no: 67; Tirmizi, İman, 10, had. no: 2624; İbn Mace, Fiten 23, had. no: 4033.

4- Tevbe, 9/24.5- Âl-i İmran, 3/31.6- Buhâri, İman 8, had. no: 14; Muslim,

İmân 70, had. no: 240.7- Muslim, Birr 50, had. no: 162.8- Muslim, İman 22, had. no: 93.9- Tirmizi, Daavât, 72, had. no: 3490.

Dipnot

Page 66: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

66 Somuncu Baba

Çalışan Annenin Çocuğu

PsikolojiDoç. Dr. Sefa SAYGILI

A nnenin çalışması, çocuğun ruh sağlığını çeşitli fak-törlere bağlı olarak etkiler. Dönem dönem ele ala-

rak inceleyelim.

Süt çocuğu

Doğumdan sonraki ilk yılda, çocuğun ilgi ve şefkat ih-tiyacı, anne sütü, her hafta aldığı kilolar kadar önemlidir. Çünkü bu dönemde bebek, yalnız olmadığı nı, etrafında güvenebileceği, sevildiğine ait hislerin ilk inançlarını filiz-lendirebileceği kimsenin olduğunu öğre necektir. Ayrıca 4-5 saat aralarla aldığı süt, anne ile bebek arasındaki sev-gi birliğini güçlendirmektedir.

Bu dönemdeki sevgi ve ilgi eksikliği, ömür boyun ca doldurulamaz ve birçok belirti ve hastalıkların orta ya çık-masına sebep olur. Yani ruh sağlığının temeli bu yaşta atılır.

Annenin ev dışında çalışmasından dolayı çocu ğundan uzak kalması, çocuğun ruhi gelişmesini aksa tabilir. Çün-kü çalışan anne genellikle yorgundur, ev iş lerini halletme-si de gerektiğinden çocuğuna yeterince vakit ayıramaz. Oysa çocuğun ihtimam ve ilgiye ihtiya cı vardır. Başıboş ve disiplinsiz bırakılan çocuk kendi ni yalnız hisseder, ih-tiyaç duyduğu anne-çocuk ilişkile rini geliştiremez. Bu durum çocuğun gelişmesine kötü tesirde bulunacaktır. Çünkü, başlangıçta çocuk herşeyi anne yoluyla öğrenir. Anne çocuğu, çocuk anneyi et kiler.

“Annenin ev dışında çalışmasından dolayı

çocu ğundan uzak kalması, çocuğun ruhi

gelişmesini aksa tabilir. Çünkü çalışan anne

genellikle yorgundur, ev iş lerini halletmesi

de gerektiğinden çocuğuna yeterince

vakit ayıramaz. Oysa çocuğun ihtimam ve

ilgiye ihtiya cı vardır.”

Page 67: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

67Mayıs / 2007

1-3 Yaş çocuğu

Bu yaşlarda çocuk, serbest-leşmeye başlamıştır. Tuvalet ter-biyesini almasının yanı sıra ko-nuşmaya ve yürümeye de vakit gelmiştir.

Bu dönemde, çok hareketli olduğundan zarar ve yanlış bil-meden davranışlarda bulunur. Bu yüzden an nesine ihtiyacı büyüktür. Annesinin sözleriyle, engelle meleriyle, sevgisiyle bun-ların doğru olanını öğrenir.

Çalışan anne ve çocuğu için zorluk büyüktür.

Oyun çocuğu

3-6 yaşlardır. Konuşkan, hare-ketli ve hayat dolu dur. Devamlı sual sorar. Bu dönemin belirgin özelliği, anne-babayı taklit ve on-lara benzeme çabasıdır. Bu yüz-den anne ile yeterince beraber olmamasının zararı nı çeker.

Ayrıca cinsel kimliğin oluş-tuğu dönemdir. Erkek çocuk babayı, kız çocuk anneyi taklit ederek cinsiyet lerini öğrenirler. Annenin çalışması ile erkek-ka-dın rol lerinde bir değişme olur-sa, çocukta cinsiyet bozukluk ları oluşabilir.

İlkokul dönemi

Özellikle öğrenim hayatının ilk yılında, aileden ko pup başka ortama atıldığı için çocuğun ders yaparken yardım ve kontrole, hiç değilse destek ve ilgiye ihtiyacı vardır. Ayrıca, çocuk okul dönü-şü dertleşebileceği okulda olan-ları anlatabileceği, birini arar. Bu dönemde çocuk şefkat gösterileri kadar, annesinin okul durumu ile ilgilenmesini bekler. Bu ilgi

çocukta başarılı olma arzu ve çabasını artırır, aksi halde başarı düşer.

Annesi çalışan ve çalışmayan çocukların başarı durumu kı-yaslandığında, ikincilerin daha başarılı ol dukları görülmüştür. Ayrıca anneleri çalışan çocuklar, okulda daha silik ve çekingen davranmaktadırlar. Bu nun sebe-bi annenin çalışmasının meyda-na getirdiği vakitsizlik, ilgisizlik, yorgunluk gibi durumlardır. Ço-ğunluğu okul dönüşü kendilerini karşılayan, dertlerini dinleyen, okul durumunu merak eden bir anneden mahrumdurlar.

Çocuk ağlıyorsa

Çocuk yalnızca mutsuz oldu-ğu için ağlar. Ağladı ğında yanına gidip, onu neyin rahatsız ettiğini bulma ya ve rahatlatmaya çalış-mak lâzımdır. Yoksa güven duy-gusu gelişmez.

Bebek 6 aylıktan sonra, za-man zaman yalnızca bir kim-senin yanında olup olmadığını anlamak ihtiyacını gidermek için ağlar. Önceleri kendini emni-yette hisset mek için annesinin kucağına alınmak isteyen bebek, sonraları onu sadece görmekle yetinebilir. Daha sonra ise, arada bir annesinin yakınlarında olup olmadığını kontrol etmekle iktifa edecektir.

Annenin çalışmasının bir tehli-kesi de buradadır.

Disiplin

Çocuk için disiplinin çok önemli ve vazgeçilmez ol duğu, bugün herkesin birleştirdiği bu konudur. Çocuk yanlış davrandı-ğında ikaz edilecek, doğru yaptı-

ğında sevgi ve ilgi ile ödüllendiri-lecektir.

Çocuk annesinden ilgi, şefkat, destek ve teşvik bekler. Çocu-ğun bu beklentilerinden haber-dar olan çalışan anneler, ev ve iş kadınlığının yanı sıra annelik gö-revlerini aksatmamak için büyük çaba harcarlar. Bu çaba bazıla-rında gerginlik ve suçluluk duy-gusu meydana getirir. Bu anneler çalıştıkları için çocuklarını ihmal ettiklerini düşünerek kendilerini suçlarlar. Bir kısmı, bu duygudan kurtulmak için, çocuklarına ılımlı bir disiplin uygularlar. Bazıları ise çocuklarının üzerine aşırı derece-de düşerler, onu gereğinden fazla korurlar. Evde kendisine hiçbir iş yaptırmazlar, hatta çocuğun ya-pabileceği işleri bile kendileri gö-rürler. Annenin bu tutumu bazı hallerde çocuğun aşırı hassas, bağımlı ve çekingen olmasına yol açar. Bazı hallerde de şımarık, asi ve dik başlı olmasına sebep olur.

Çalışan bazı anneler de, ça-lışmasını sık sık çocuğun başına kakarak, ona hoşgörülü davran-maz ve yaşının üstünde olgunluk bekler. Böyle çocuklar da iddiacı olurlar ve annelerine karşı zaman zaman düşmanca tutumlara va-ran küskünlüklerde bulunurlar.

Bu arada anneleri çalışan ço-cuklar hastalandıklarında anne-leriyle daha fazla olabildiklerini sezer. Hiçbir anne, işi ne kadar önemli olursa olsun, çocuğunun hastalığına kayıtsız kalamaz. Bu sebepten ötürü de çocuk, anne-sinin kendisiyle daha fazla ilgilen-mesini sağlamak amacıyla ikinci derecede hastalık belirtilerini ge-liştirmeye çalışabilirler.

Page 68: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

68 Somuncu Baba

Necip Fazıl’ı Üstad Yapan Unsurlar

KültürÜmit Fehmi SORGUNLU

H iç şüphesiz ki, Necip Fazıl’ı ölümünün 24 üncü yılında dahi unutturmayan ve her yıl kapsamlı

olarak anılmasına vesile olan tek unsur yürekten inan-dığı İslâm davasıdır. Elbette ki, onu ölümsüzleştiren tek başına inancı değildir. Onun ismini ölümsüz yapa-rak yıldızlaştıran aksiyoner mücadeleci ruh yapısının yanı sıra, adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdı-ran şair, yazar ve mütefekkir kişiliğinin de önemi çok büyüktür.

Ancak bütün bu unsurları toplayıp bir maden gibi işleyerek, bütün haline getiren ve onu bataklıktan alarak yıldızlaştıran, yine kendi ifadesiyle “kurtarıcım” dediği büyük mürşit Seyyid Abdulhakim Arvasi haz-retleridir. Zira onu tanımadan önceki Necip Fazıl’la, onu tanıdıktan sonraki Necip Fazıl arasında çok bü-yük bir fark vardır. Kısakürek Abdulhakim Arvasi’yi tanımadan önce de şair ve yazardı. Yine mücadeleci bir yapıya sahipti ve nüfus kağıdında İslâm yazıyor-du. Ama onda eksik olan bir şey vardı. Bütün bunları harekete geçirecek olan ruh. İşte ona o ruhu veren ve içindeki madenlerle birleştirip yoğuran, onu dava ve çile adamı yapan büyük mürşit Abdulhakim Arvasi hocadır. Onu tanımadan önce sıradan bir şairken, zir-veleşen ve zirveleştikten sonra da eski yazdığı şiirleri reddedecek kadar olgunlaşan büyük dava adamı Ne-cip Fazıl’ı diğer ünlü edebiyatçılardan ayıran özelliği, şöhretin zirvesindeyken kendisini var eden ruhu inkar etmeden yücelterek söylediği “ben bu rütbelerin en

“Necip Fazıl denince akla “Çile” gelir. Çile

şiir kitabının adı olduğu kadar, kendi hayatının ve yaşayışının, inandığı dava

uğrunda çırpınışlarının da bir yansımasıdır. Yani üstad, yalnızca

edebiyatçı değil, aynı zamanda kendisine

acının ve ızdırabın her çeşidini tattıran ve

yegane hayat nizamı olan İslâm’a duyduğu

aşk ve bu uğurdaki fikir ve düşüncelerini hayata geçirmek için

mücadele veren bir dava adamıdır.”

Page 69: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

69Mayıs / 2007

yükseği içinde O’nun ümmetlik liyakatının en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücü-süyüm” sözleridir. İşte Necip Fazıl’ı sevenlerinin gözünde büyüten, o ihtişamlı ismine rağ-men, büyük bir tevazu örne-ğiyle kendisini inandığı davanın süpürgeciliğine layık görmesi ve nefsini o ulvi gayenin peşinde giden üç ayaklı bir köpek gibi görüp ezmesidir.

Necip Fazıl denince akla “Çile” gelir. Çile şiir kitabının adı olduğu kadar, kendi hayatının ve yaşayışının, inandığı dava uğ-runda çırpınışlarının da bir yan-sımasıdır. Yani üstad, yalnızca edebiyatçı değil, aynı zamanda kendisine acının ve ızdırabın her çeşidini tattıran ve yegane hayat nizamı olan İslâm’a duy-duğu aşk ve bu uğurdaki fikir ve düşüncelerini hayata geçirmek için mücadele veren bir dava adamıdır. Ömrünün çoğunu ha-pishanede geçiren ve bunu da

“Zindandan Mehmet’e Mektup” la şiirleştiren Necip Fazıl, eğer sırf yazdıkları için çile çeken bir edebiyatçı olsaydı, bugün bü-tün edebiyatçıların ve şairlerin hapiste olması gerekirdi. Nazım Hikmet de şairdi ve inandığı düşünceler için kendi memle-ketini terk edecek kadar belirli bir ideolojinin adamıydı. Tevfik Fikret’in edebiyatçılığını da kü-çümsememek gerek. Ama onla-rın hiçbiri de kendisinden çile ve dava adamı sıfatıyla bahset-tirememiş, aksine savundukları fikirleri yüzünden fosilleşmiş-lerdir.

Necip Fazıl, gerçekleri hay-kırmaktan hiçbir zaman yıl-mayan, onuncu köyden de

kovulsa yine bildiğini yazan ve söyleyen bir düşünce insanıy-dı. Üstad, savunduğu fikirleri tarihî olaylardan örnekler ve-rerek besleyecek derecede de geniş bir tarih bilgisine sahipti. O, çoğu kez çarpıtılan ve sap-tırılan tarihimizi tüm gerçekliği ile ortaya koymuş, bu yüzden de hakkında soruşturmalar ve savcılık takipleri açılmıştır. “Ulu Hakan II. Abdülhamit Han” ve “Vahidüddin” kitapları onu onuncu köyden de kovduracak niteliktedir.

İşte Necip Fazıl’ı Üstad ya-pan başlıca unsurlar bunlardır ve onu bu yönleriyle tanıyıp anlamak gerekir. Onun gibi aksiyoner mücadeleci bir ruh yapısına sahip değilsek de, en azından onun davasına sahip

çıkma erdemliliğini gösterme-miz gerekir. Savunduğu fikirleri ve istediği gençliği yetiştirmek için çaba harcamalı, onun ver-diği mücadelenin onda birini olsun vermeliyiz. Ama maalesef, bugünki gençlik onu tam ma-nası ile anlayamamış ve onun Gençliğe Hitabesinde seslendi-ği gençlik olabilme vasıfları ya-kalayamamıştır. Daha doğrusu o dinamik motorize güce sahip bir gençlik olamamışlardır.

Üstad’ı anlamak ve onun dava şuuruna sahip olmak, yal-nız onu yakından tanıyanların meselesi de olmamalıdır. Onun davası, onu seven, onun fikrini savunan herkesin yapması gere-ken ve daima ilerilere götürüle-cek bir bayrak olmalıdır.

Necip Fazıl Kısakürek’in Kabri

Page 70: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

70 Somuncu Baba

“Fatih Divanı ve Şerhi”

G eçen yıl Fatih Sultan Mehmed’in şiirleri ve bunların şerhleri üzerine muhtevalı bir kitap

yayınlandı: Fatih Divanı ve Şerhi. Hazırlayan Prof. Muhammed Nur Doğan. Kitabın kapağını Genti-le Bellini’nin çizdiği orijinal Fatih Portresi süslüyor. Yelkenli Yayınevinin (Temmuz 2006) edebî eserler dizisinin de ikinci kitabı olan Fatih Divanı ve Şerhi 260+48 sayfalık Fatih Divanı tıpkıbasımından mey-dana geliyor.

Prof. Dr. Doğan, kitabının önsözünde, kendisin-den önce hazırlanan Fatih Divanları ile bunlarda yapılan okuma ve açıklama hatalarına temas ederek, kendi hazırladığı eserin titiz bir araştırma neticesinde ortaya konduğunu söylüyor.

Fatih Divanı ve Şerhi hazırlanırken Ali Emirî Efen-di tarafından bulunan ve Fatih Millet Kütüphanesi 305 numarada kayıtlı tek yazma nüsha esas alınmış. Bunun haricinde nazire mecmuaları ile Pervane Bey Mecmuası’nda bulunan Fatih (Avnî) şiirleri de metne dâhil edilmiş.

Prof. Doğan, Avnî Divanlarında bulunan ve Fatih Sultan Mehmed’e ait olduğu ileri sürülen, fakat üs-luptaki farklılık sebebi ile bazı şiirleri kitabına almadı-ğını belirttiği önsözünde bu şiirlerin aslında Sultan 3. Mehmed’e ait olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Doğan, bazı kaynaklarda Fatih Sultan Mehmed’e at-fedilen ve

“İmtisal-i cahidu fillah olubdur niyyetimDin-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretim”

beyti ile başlayan şiiri, kitabına almamış.

KitapVedat Ali TOK

“Fatih Divanı ve Şerhi hazırlanırken Ali Emirî

Efendi tarafından bulunan ve Fatih

Millet Kütüphanesi 305 numarada

kayıtlı tek yazma nüsha esas alınmış.

Bunun haricinde nazire mecmuaları

ile Pervane Bey Mecmuası’nda

bulunan Fatih (Avnî) şiirleri de metne dâhil

edilmiş.”

Page 71: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

71Mayıs / 2007

Bilindiği gibi geçen yıllarda Fatih Sultan Meh-med (Avnî) divanındaki bazı şiirlerin anlam de-rinliğine inemeyen birtakım sözde araştırmacılar hakikaten bir şey keşfetmişçesine, Sultan Fatih’le ilgili yanlış değerlendirmelerde bulunmuşlar, hat-ta bazı televizyon programlarında konu ile ilgili tartışmalar da yapılmıştı. Muhammed Nur Doğan o programların birinde bahsettiği hususlara, haklı olarak, kitabın önsözünde de yer veriyor ve şöyle diyor:

“Klâsik edebiyatımızın sistemine ve arka plânın-da bulunan çok köklü ve zengin kültürün gerçeği-ne nüfuz edilemediği için şiirlerinin anlaşılmasında gadre uğrayan divan şairlerimiz gibi, Fatih Sultan Mehmed’in şiirleri de bütün incelikleri ile anlaşıl-mamış ve bu sebeple hattâ büyük sultan hakkın-da tarihî gerçeklerle asla bağdaşmayan söylemler geliştirilmiştir. Bütün bir divan şairleri kadrosunun ortak üslubu olan hakikat-mecaz paralelliği hususu göz önünde bulundurulmadan bu şiirleri anlamak ve bunlardan toplumsal hayata, şairin düşünce, inanç ve davranış hususiyetlerine dair kesin hüküm-lere varmak mümkün değildir. Şairlerimiz bu çok gelişmiş, dallanıp budaklanmış ve sonsuz çeşitlilik içerisinde klişeleşmiş estetik sisteminin tanıdığı im-kânlardan, hüner göstermek maksadı ile yararlan-makta, bazı düşünce ve estetik kalıplarını kullanarak şiirde inceliği, başarıyı ve orijinaliteyi yakalamaya çalışmaktadırlar. Yoksa bütün bunları, şairin duygu, inanç ve davranışının gerçek çizgileri gibi okumak ve bunlardan şairin dünya görüşünün net fotoğrafını yakalamak mümkün değildir.” (9-10)

Çağ kapatıp çağ açan ve İstanbul’u fethetmek-le Hazreti Muhammed’in (s.a.v) “Letüftehanne’l-Kostantiniyye. Vele ni’mel-emiru emiruha vele ni’mel-ceyşu zalike’l-ceyş”

(İstanbul elbette fethedilecektir, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir.) hadis-i şeriflerine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed, Avnî mahlâsıyla az fakat derinliği bulunan şiirlere imza atmış bir büyük sul-tandır. Fatih’in şiirleri hakkında yaptığı değerlen-

dirmelerin bir bölümünde Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan şöyle diyor:

Gerek devrinin büyük şairleri ve gerekse bütün bir klâsik Türk edebiyatı şairler kadrosu içerisinde yapılacak ciddî araştırmaya dayalı bir mukaye-se sonucu, Şair Avnî’nin, hiç de telâffuz edildiği gibi”orta derecede bir şair” olmayıp; aksine, hayâl ve bilgi açısından çok yönlülük özelliği taşıyan üs-lûbu göz önünde bulundurulacak olursa, emsalle-rinden geri kalmayan, birinci sınıf bir sanatkâr ol-duğu söylenebilir.”(10-11)

Ten-i bî-câna müjen hançeri kim câna geçerHaste-i ışka ecel şerbeti dermâna geçer (42)

Bir güneş yüzlü melek gördüm ki âlem mâhıdurOl kara sünbülleri âşıklarınun âhıdur (55)

Page 72: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Âteş-i gam yakmasa tan mı vücûdum şehriniGözlerümden gönlüm üstine iki deryâ gelür (65)

Sâkîyâ mey vir ki bir gün lâle-zâr elden giderÇün irer fasl-ı hazân bâğ ü bahâr elden gider

…Yâr içün ağyâr ile merdâne ceng itsem gerekİt gibi murdâr rakîb ölmezse yâr elden gider (79)

Bezm-i gamda nâya hem-dem olubanKaddümi çeng eylemek kânundur (90)

Gönül gamını nice safha-i beyâna yazam Kalemden od çıkuban korkaram ki yanayazam (171)

gibi klâsik Türk şiirinin mecazı, teşbihi, istiaresi, ihamı, tevriyesi, telmihi… için örnek teşkil ede-bilecek güzellikteki söyleyişlere baktığımız zaman Doğan’ın vardığı kararların hissî ve yanlı olmadı-ğını rahatlıkla anlayabiliriz.

Eserde dikkatimizi çeken en önemli hususlar-dan biri Prof. Dr. Doğan’ın beyitleri şerh ederken her bir beyte kılı kırk yaran bir üslupla yaklaşması ve beyitlerden zorlama mânâlar çıkarma yoluna gitmemesidir.

Yazımızı Fatih Divanı ve Şerhi isimli eserden

bir beyit ve Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan’ın

kısa bir şerhi ile bitirmek okurlarımıza kitap hak-

kında az da olsa bilgi verecektir.

Ol şeh-i hüsn ü cemâle çün kul oldun Avnîyâ

Sana olmışdur müsellem mülk-i Osmân var ise

Ey Avnî! Galiba, o güzellik ve cemal padişahına

kul olduğun içindir ki, Osmanlı ülkesi hükümdarlı-

ğı sana bağışladı.

Avnî bu beyitte “şeh-i hüsn ü cemâl” ibaresi ile

bütün güzelliklerin mutlak sahibi, mâliki ve hâki-

mi olan Allahü Teâlâ’yı kastederek bir cihan im-

paratorunun İslâmî duyarlılığını ve büyük imanını

gözler önüne sermektedir. Ona göre, Osmanlı

ülkesi ve devleti hükümdarlığının kendisine ba-

ğışlanmış olmasının tek sebebi, onun, mutlak gü-

zellik ve cemâl sultanı olan Allah’a kayıtsız şartsız

itaat edip gönül rızası ile kul olmasıdır. (222)

Ressamların Fırçasından İstanbul İstanbul Boğaziçi

72 Somuncu Baba

Page 73: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

73Mayıs / 2007

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1)

Edebalı Dergâhı’ndaKitabullah önündeOsman Bey’in rüyası:Bir gönüldenBir gönüle akan ay;Filizlenip bağrındaKıtalara dal uzatan bir çınar.Yıllar sonraO rüyanın devamı:Peygamberin sancağının altında,Saf tutmuş bekler ervah,Vadedilen zamanı.

Melekler omuzlamışİskeleden, sancaktan.Üçler, yediler, kırklarEl atmış her taraftan.Dağ parçası yiğitlerin pazularındaKaderi çekiyor halatlar.Hayret içinde gece.Geçit vermeseydi Tepeler, dağlarO gemiler,Yıldızlardan inecekti Haliç’e.

Vakti haber veren davudî sesinFelah çağrısıyla çalkanır boğaz.Dualar, aminlerYıkar suları.Fetih ayetleri arşa yükselir.Fetih,Nakış nakış yazılır gelir.Akşemseddin’e yed-i takdirEyyûb’un kabri üstüneSeccadesini serdirir.Toplar,Tekbir tekbirYıkar surları.

Mevlâ’nın,Türkler’e açtığı yoldaSultan Mehmet,Fatih olarak yürür.O’dur Peygamber’in övdüğü emir.Ardında vezirler, paşalar, beylerVe övülmüş askerler… Çağlar boyuMilletlerin rüyasıYer götürmez orduların,Şan bırakmış krallarınErişilmez sevdasıİstanbul…“Ol” deyince olduran“Dur” deyince durduranYerin, göğün mülkünüElinde bulunduranSeni yazmış kaderimizeDönüp durdukça devranVe güneş doğana dek batıdanOğuz Karahan neslineGülzâr olasın diye. Fazıl Ahmet BAHADIR

Feth-i Mübîn

Page 74: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Ağabey’e Vefa

Örnek Hayatİbrahim ŞAHİN

G eçen yıl Hakk’a yürüyen örnek insan Ahmet Şemsettin Ateş’in hâtırasına Nasihat Yayınları’n-

dan yeni bir kitap neşredildi: “Şemsnâme/Şeyhzâde-oğlu Ahmet Şemsettin Ateş”. Sevenlerince “Ağabey” namıyla meşhur olmuş Ahmet Şemsettin Ateş’in çeşitli yönleriyle ele alındığı 520 sayfalık kitap, kalın karton kapaklı ve ciltli. Kitap sayfalarının yeşilin hafif tonundan seçilmiş olması kitaba muhtevanın yanında şeklen de bir uhrevilik katmış.

Takdim kısmında Ahmet Şemsettin Ateş’in karde-şi ve Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Mütevelli Heyet Başkanı H. Hamidettin Ateş Efendi şunları söylüyor: “Ahmet Ağabey, ilk önce benim ağabeyimdi. Benden iki yaş büyüktü. Onun için ev halkı tarafından ona ilk defa ağabey diye ben hitap ettim. O, mahalle arkadaş-larına da ağabeylik yaptı. Onu her tanıyan dostu oldu, ona ağabey diye seslendi.” H. Hamidettin Ateş, ağabe-yinin okuma heveslisi bir şahsiyet oluşunu ifade eder-ken ondaki okuma hevesinin ve ilme düşkünlüğünün fıtrî hatta ırsî olduğuna işaret ediyor. Onu binlerce kitabı olan bir babanın evladı olması hasebiyle, kitaplarla dost olan bir okuyucu, bir şiir meraklısı ve yazıcısı genç ola-rak tanıtıyor.

H. Hamidettin Ateş Efendi, ağabeyinin çeşitli alanlar-daki hususiyetlerini de şöyle anlatıyor: İş hayatında hiç kimseden borç almayan bir tüccardı. Bağımsız yaşamayı tercih ederdi. Eğitimciliği ve mühendisliği hak etmesine rağmen Peygamberlik mesleği olan tüccarlığı tercih et-mişti. Cömertti, dürüsttü, şefkatliydi, hoşgörülüydü, eği-timciydi, paylaşımcıydı, hayırseverdi, gönül ehliydi, lider vasıflıydı, vakıf insanıydı, saygılıydı, sabırlıydı…

Merhum Ateş’i “Cemâli gönül defterlerine ve hafı-zalara altın kalemlerle nakşedilen gül güzelliğinde bir resim…” şeklinde tasvir eden Musa Tektaş, Ahmet

74 Somuncu Baba

“Şemsnâme/Şeyhzâdeoğlu Ahmet Şemsettin Ateş”. Sevenlerince “Ağabey” namıyla meşhur olmuş

Ahmet Şemsettin Ateş’in çeşitli yönleriyle ele

alındığı 520 sayfalık kitap, kalın karton kapaklı ve ciltli. Kitap sayfalarının yeşilin hafif tonundan seçilmiş olması kitaba

muhtevanın yanında şeklen de bir uhrevilik

katmış.”

Page 75: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Şemsettin Ateş hakkında şunları söylüyor: “Hz. Peygamberin sü-lalesinden, Somuncu Baba’nın nesep silsilesinden, Es-Seyyid Os-man Hulusi Efendi’nin gül kokulu hanesinden doğan bir kâmil gö-nül… İrfanı bizzat yaşayarak ba-basından öğrendi. Annesinin ak sütü gibi temiz bir neslin evladı olarak boy verdi, kemâle erdi… Kitap kokulu evlerinde kitaplarla koyun koyuna büyümüştü. Ona yakın olanlar Hak dostlarına yak-laştı…”

Bu takdim ve önsözden sonra Ahmet Şemsettin Ateş’in biyogra-fisine ve edebî yönü ile şiir değer-lendirmelerine yer veriliyor. Bu bölümde Ağabey’in şiirlerinde işledikleri temalar üzerinde du-ruluyor. Ağabey, şiirlerinde insan hayatını ilgilendiren her konuya yer veren samimi mısralar yazmış. Özellikle şiirlerinde işlediği şefkat ve yardım duygusu, vatan ve ana sevgisi, Darende sevgisi gibi hu-suslar üzerinde durulmuş.

Şemsnâme’nin bir başka bö-lümü ise Ahmet Şemsettin Ateş’-in kaleminden, kurucusu olduğu Somuncu Baba Dergisinde yayın-lanan başyazılarından meydana geliyor. Burada Ahmet Şemsettin Ateş’in Somuncu Baba’nın iki aylık çıktığı Mart-Nisan 2002 sayısından başlayıp, Mart 2006 sayısına kadar olan yazılarına yer verilmiş. Bu ya-zıların biri Çiçeklerin Başı Güldür başlığını taşıyor burada şöyle diyor Ahmet Şemsettin Ateş:

“Gül deyince aklıma sen gelir-sin Efendim,

Gül mevsimi mevsimlerin en güzeli, baharın muştusudur. Sa-bahın seherinde, âşığın ezberin-de, gül zikri vardır.

Gülün muhabbeti gönülde en derinde.

Gül açar yanaklarda pembe pembe, gül renkli bulutlarla gül yağar üzerimize.

Gül sevinçtir, gül neşe.

Kırmızılık yaraşır gül ile ateşe.

Gül seni temsil eder, sen değil misin gül-ter.

Gül açmış bahçelerde bülbül öter.

Gül kokusunu hissedince sen dü-şersin aklıma.

Senden aldığı kokuyu âleme ya-

yar, bunu ancak âşık mizaçlılar duyar.”

Evet, her halükârda âşık ve şair mizaçlı olduğu belli olan Ağa-bey’in Somuncu Baba dergisinde çıkan onca şiiri de bunu gösteri-yor ki kitapta, yazılarından sonra Ahmet Şemsettin Ateş’in yayınla-nan şiirlerine yer verilmiş.

Ağabey’in şiirlerine baktığımız zaman onda coşkulu bir yüreğin terennümlerini işitir, yürek çır-

pıntılarının kanat seslerini duyar, gönül yangınlarının ateşi ile kar-şılaşırız. Şiir tekniği açısından çok kuvvetli olmamakla birlikte bu manzumelerle Ateş, içten, samimi ifadeleri ile her Türk gen-cinin hissettiği duyguları gösteri-yor bize. Ağabey kimi şiirlerinde hece ölçüsü, kimilerinde serbest ölçüyü denemiş.

Ahmet Şemsettin Ateş’in şi-irlerinde Darende’nin toprakları ayrı bir yer tutar:

Sen toprakların yücesiSen dudakların hecesiSen esen rüzgarın sesiYalnız sensin Darende’m

Ağabey’e vefa niteliği taşıyan bu kitapta Ateş’in yayınlanma-mış şiirleri de önemli bir yekûn tutuyor. Ahmet Şemsettin Ateş’e ithafen yazılan şiirlerde ise onun çeşitli insanî özellikleri üzerin-de durulmuş. Türk edebiyatının nazım türlerinden biri de sagu/mersiye/ağıttır. Tarih boyunca milletimiz değer verdiği kimsele-rin ölümü ardından manzumeler söylemiş, duydukları acıyı teren-nüm etmişlerdir. Kitabın bir bö-lümünde Ahmet Şemsettin Ateş için söylenmiş onca güzel şiirler dikkat çekiyor. Vefatından sonra yazılanlar ve söylenenler de onu bir bakıma ölümsüzleştiriyor.

Sevenleri için güzel bir hatı-ra ve albüm niteliği de taşıyan eserde örnek bir hayat yaşayan Şeyhzâdeoğlu Ahmet Şemsettin Ateş’in çeşitli zamanlardaki fo-toğraflarına ve belgelerine de yer veriliyor. Musa Tektaş tarafından yayına hazırlanan kitap, Nasihat Yayınları’nın Mart 2007 tarihli, 11. eseri olarak tarihe yeni bir ka-yıt düşüyor.

75Mayıs / 2007

Page 76: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Anne ve Babalara Mesajım Var

Ö yle çok şey söylemek istiyorum ki; nasıl başlaya-cağımı bilemiyorum. Keşke şu yüreğimin sessiz

ve derin çığlığını duyurabilseydim tüm anne babalara. Bütün ailelere beynimin kıvrımlarındaki fırtınayı keşke hissettirebilseydim... Ama deneyeceğim. Sizleri biz seç-medik. Çocukların ana babalarını seçme gibi bir imkanı yoktur. Siz de dünyaya getirirken bize danışmadınız.

Sahi siz niçin evleniyorsunuz? Evliliğin muhteşem bir kalkan, ailenin sımsıcak, güven dolu bir sığınak olduğu-nun bilincinde misiniz?

Evlenerek yüklendiğiniz sorumlulukların, üstlendiği-niz vebalin farkında mısınız?

Ölümü anlıyorum... Bir çocuğun anne babası yada birisi ölebilir. Ölümün engellenemez, inkar edilemez bir gerçek olduğunu hemen her çocuk anlayabilir. Çün-kü ölümde ailenin babanın yeri bellidir. Zaman zaman mezarının başına gider ağlar dertleşir. Acısını ve özlemi-ni hafifletmeye çalışır.

Hatta anne babaların bir şekilde ayrılmak zorunda kaldıklarını anlıyorum. Evet bunu kabul edebiliyorum. Eğer çocukları yoksa onlara ayrı ayrı mutluluklar diliyo-rum.

Ancak... Ya Çocuğunuz Varsa...

Eğer çocuğunuz varsa öyle kolay kolay kurtulamaz-sınız! Sorgulanırsınız! Niçin ayrıldınız? Biraz daha daya-nıp katlanamaz mıydınız, idare edemez miydiniz? diye.

Bir çocuk anne babasının öldüğünü yüreği yansa da, çok üzülse de söyleyebilir. Ancak bir çocuk anne baba-

AileHilal Sebahat ÖZCAN

“Bir çocuk anne babasının öldüğünü

yüreği yansa da, çok üzülse de

söyleyebilir. Ancak bir çocuk anne

babasının ayrıldığını öyle kolay kolay

söyleyemez. Çünkü boşanmanın utancım

yaşar.”

76 Somuncu Baba

Page 77: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

sının ayrıldığını öyle kolay kolay söyleyemez. Çünkü boşanmanın utancını yaşar.

Boşanma öncesinde anne babalar çocuklarına karşı kör ve sağır gibidirler. Kendi öfkelerinin ve kaygılarının şiddetinden ço-cuklarını göremezler. Ancak ço-cuk düşünür; benim yüzümden mi ayrılıyorlar? diye. Suçluluk his-seder. Tedirgindir, sevilmediğini düşünür. Ortada kalmaktan kor-kar. Çünkü terkedilmişlik duygu-su korkunçtur.

Doğumdan kısa bir süre son-ra çeşitli nedenlerle anadan ay-rılıp yatılı yuvalara yerleştirilen bebeklerde nasıl gelişim bozuk-lukları ortaya çıktığını bilmek is-ter misiniz?

Bu bebekler iyi bakım ve bes-lenmeye rağmen gelişemezler. Boyları ve ağırlıkları yaşıtlarına göre çok geri kalır. Dayanma güç-leri azalır sık hastalanırlar ve has-talıkları ağır geçer. Bebek ölüm oranı, en yoksul ailelerdeki ölüm oranından bile yüksektir. Bu ço-cukların daha az ağladıkları çev-relerine ilgisiz kaldıkları gözlenir. Gülümsemeyi unutmuş gibidirler, ilgi ve uyarmaya geç tepki verirler baş sallama, yastığa baş vurma, yerinde sallanma gibi alışkanlıklar geliştirirler. Geç yürür, geç konu-şurlar, tuvalet eğitimleri de geç kalır. Yuvalarda yetişen çocuk-lardaki bu bedensel ve zihinsel gelişme bozukluklarının tümüne yuva hastalığı ya da kurum hasta-lığı denir. Bu hastalığın tek sebebi ilgi uyarma ve sevgi yetersizliğidir, yani anne yoksunluğudur.

Yuvalarda yetişip de okul ça-ğında ve daha sonraki yıllarda izlenen çocuklarda şu ortak yan-

lar bulunmuştur. İlk göze çarpan şey genel bir ilgisizlik ve çevreyi umursamazlıktır. İnsanlara soku-lamaz kolay arkadaşlık kuramaz-lar. Merak ve girişkenlikleri azal-mıştır, öğrenmeye karşı ilgisiz ve okulda çok başarısız olurlar. Dü-şünmeleri ve kavramaları zayıftır. Sevgiye susamışlardır ama sevgi gösterilince kuşkulu ve duyarsız davranırlar. Birçokları kavgacı ve saldırgan olur.

Çalma ve okuldan kaçma sık görülür, yetişkinlik çağında suça yönelenler çıkar. Ruh has-talığı ve suçlular arasında yapılan araştırmalarda bu kişilerin ço-cukluklarında ana baba kaybına daha çok uğradıkları saptanmış-tır. Depresyon ve intihar eğilimi gösteren kişilerin geçmişlerinde yani beş yaşından önce anne ölümü yüksek oranda olmuştur.

Araştırmalar şu kesin gerçeği doğrulamaktadır. Çocuğun ana-dan yoksun kalması ne kadar erken başlar ve ne kadar uzun sürerse ortaya çıkacak davranış bozuklukları ve ruhsal dengesiz-likler o oranda ağır olur. Bu ne-

denle ilk birkaç yılda, hele birin-ci yılda çekilen anne yoksunluğu bütün yaşam boyu silinmeyen izler bırakır. Şimdi soruyorum:

“Hani aile kutsaldı, hani evlilik güçlü bir kalkandı?”

“Hani cennet annelerin ayak-lan altında idi?”

“Hani babaların duası çok makbuldü?”

Öyle ucuzculuk yok, kurtula-mazsınız! Nasıl bir analık duygu-sudur ki çocuğunu ortada bırakır? Bu nasıl büyükanne-büyükbaba-lıktır ki kendi evladına “çocuk-larını bırak gel” diyebilir. Kendi kızlarını düşünürken torunlarını bir çırpıda nasıl atabilir?

Esasında bu yaptığınız evladı-nıza bir zulüm, torunlarınıza iha-nettir.

Boşanacaksanız Hiç Değilse Şunları Yapın;

- Çocuklarınıza boşanmanın ne demek olduğunu açık ve sade bir şekilde anlatın, birbirinizi suç-lamayın, kötülemeyin.

77Mayıs / 2007

Page 78: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

78 Somuncu Baba

- Boşanmanızdan dolayı çocuğunuza bir süre mutsuz olacağını ancak kendisinin bir suçu ol-madığını belirtin.

- Çocuğunuzu eşinizle olan çatışmanın dışın-da tutmaya çalışın, onu kazanma yarışına gir-meyin, barışmak için araç yapmayın, koz olarak kullanmayın.

- Duygularınıza yenilip çocuğu taraf tutmaya zorlamayın eşinizden öç almak için çocuğunuzu ondan yoksun bırakmayın, görüşmelerini engel-lemeyin. Bu durumda esas cezalandırılan çocu-ğunuz olur.

- Çocuk anne ya da babasının yanında kalmalı esas evi olarak benimsemeli, anne baba arasın-da mekik dokumamalıdır.

- Çocuğu acıma duygularıyla ya da şımartarak eğitmeyin.

- Bakamıyorum, maddi gücüm yok mazeret-lerini kabul etmiyorum, çocuklarınızı hemen yu-valara terk etmeyin. Zaten devletimiz çocukların evde bakılması ve yaşaması için ailelere para ödemektedir.

Sevgili anneler; yetiştirme yurdunda kalan çocuklardan uzak durmayınız. Onları ziyaret ediniz, çocuklarınızın sınıfındaki yurtlu çocukları tanıyın, evinize davet edin doğum günü kutla-malarına katılsınlar, birlikte ders çalışsınlar onları pikniğe götürün, yurt yöneticileri ile işbirliği ya-pın.

Bu önerilerimin ne anlama geldiğini umarım anlatabilmişimdir.

Sevginin çocuklar için ne denli vazgeçilmez bir ruhsal gıda olduğunu anlayabildiyseniz, terke-dilmişlik, reddedilmişlik duygusunun nasıl derin yaralar açtığını bilseydiniz inanın bu dediklerimi yapardınız.

Anneler gününüz ve aile haftanız kutlu olsun!

Yukarıda okumuş olduğunuz yazı geçen yıl düzenlediğimiz “Anneler Günü ve Aile Haftası” kutlama programımıza katılan Kimsesiz Çocuk-lar Yetiştirme Yurdu’nda kalan liseli bir delikanlı-mızın feryadı idi.

Ne var ne yok akar sana Hep kâinat bakar sana Bu can kendin yakar sana Küller yanar ben yanarım

Rahmet gökten yere iner Sepkin, afat, bora dinerHakk kulların sabrın denerSallar yanar ben yanarım

Şu sinemde durur perde Ben de düçar oldum derde Ateşimle her seferde Yeller yanar ben yanarım

Her kim ki sana meyleder Ne eylerse hep hayrederİki cihanı seyreder Güller yanar ben yanarım

Sıddık sen de söylen boşaNe söylersen dağa taşa İmdadına yârin koşa Seller yanar ben yanarım

Sıddık ÖZER

Page 79: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

79Nisan / 2007

Ali Osman’ın Düşü

1 960 ların sonuydu. Doğuda küçük bir köyde, Ali Osman birkaç parça eşyasını tahta bavuluna ko-

yup, kapağını kapattı. Odadan çıkmadan, her tarafa son bir kez baktı. Üç göz kerpiç evlerinin, bu odasında iki kardeşiyle birlikte yatardı. Bir de kız kardeşi vardı.

Ali Osman o sabah erkenden kalkıp hazırlanmıştı. Babasının yanında çömez olarak gurbete gidecekti. 14 yaşındaydı ama yaşıtlarından daha büyük göste-riyordu. İlk mektebi geçen yıl bitirmişti. Bütün sene boyunca, kasabadaki ortaokula devam etmek için babasına yalvarmıştı, hatta öğretmeni bile gelip rica etmişti. Ama babası Nuh diyor Peygamber demiyor-du. Ali Osman yalvardıkça o aynı acıklı ses tonuyla ‘Ben de isterem oğul, oguyasın, büyük adam olasan ama nidek yoh işte. Paranın gözü kör olsun.’derdi. Aslında para olmadığından değil, okumak ona ge-reksiz geldiği için göndermemişti okula. Bir gün Ali Osman anasıyla konuşurken duymuştu. ‘N’edecek oguyup ta. Tarlada sabanda bana yardım etsin. İlk mektebi bitirdi işte. ’O gün karar vermişti Ali Osman ne pahasına olursa olsun düşünü gerçekleştirecekti. Herkesin yaptığı gibi ilk mektep, sonra bağda bah-çede çalış, askere gitmeden nişanlanıp evlen, asker-likten sonra köydeki hayatına devam. Ali Osman böyle istemiyordu. Hayatı için kendi istediği şeyleri yapmak istiyordu. Okumak, istediği mesleği seçmek. Köyünü, ailesini çok seviyordu ama burada giderek kaybolduğunu hissediyordu.

Köyün bütün erkekleri yazdan güz ortasına kadar tarla işlerini bitirir, güz ortasında gurbete, büyük şe-hirlere giderlerdi. Ali Osman bu sene ilk gidiyordu.

HikâyeRaziye SAĞLAM

“Babası o konuşurken

gözlerinde aynı ışıltıyı gördü.

Köyde ‘Okumak istiyorum.’diye

yalvardığı zamanlardaki ışıltıyı. O anda

artık ne yapsa ona engel olamayacağını

anladı.”

Page 80: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

80 Somuncu Baba

Anası ve gardaşlarıyla vedala-şırken, aslında gurbet için değil de okula gitmek için vedalaş-mayı isterdi ama içinden ‘Kader işte.’dedi. Gözleri doldu.

İstasyon çok kalabalıktı. Ki-mileri binmiş, kimileri hala aileleriyle vedalaşıyordu. Ali Osman sırtında yatağı, elinde bavulu ile bineceği sırada son bir kez etrafına bakındı. Uzak-tan koşarcasına biri el sallaya-rak ona doğru geliyordu. Biraz yaklaşınca öğretmeni Kenan ol-duğunu anladı durup gelmesini bekledi. Yanına gelince eğilip elini öpmek istedi ama sırtında yatağı vardı. Kenan Hoca elini omzuna koyarak nefes nefese;

—Yetişemeyeceğim diye korktum. Sana bu mektubu ve-recektim. Üzerindeki adrese git Mehmet Hocayı bul. Kendisi beni arkadaşım. Derdini anlat. Gerisini o halleder inşallah.

Ali Osman gözleri dolarak hocasına baktı. Bir umut ışığı belirmiş gibiydi. ‘Sağ olun var olun Hocam.’derken sesinin tit-rediğini hissetti.

Kompartımanda karşılıklı beşer kişi oturuyordu. İkisi ka-dındı. Kadınlar ağızlarını örttük-leri beyaz tülbentlerinin üstüne büyük yün atkı almışlardı. Çok mahcup duruyorlardı. Hallerin-den böyle yolculuklara alışık ol-madıkları belliydi.

Trenin düdüğü çaldığı anda herkeste bir hareketlenme oldu. Yolcuların çoğu, gurbete giden-ler olduğu için, aylar boyunca görüşemeyeceklerdi. Herkes yakınını biraz daha görmek is-teğiyle trene yaklaştı. El salla-

malar, karşılıklı Allah’a emanet etmelerle birlikte tren hareket etti. Önce yavaş yavaş sonra hızlanarak gardan uzaklaştı. Ali Osman, aynı odada oturduğu bu insanların yüzünde garip bir hüzün hissetti. Kendi de aynı duygular içindeydi ama berabe-rinde tarif edemediği bir sevinç de vardı. Sanki yeni bir hayata adım atıyor gibiydi.

22 saat süren bir yolculuk-tan sonra Haydarpaşa’ya var-dılar. Yolda acıktıkça anasının koyduğu dürümlerden yediler. Haydarpaşa’nın merdivenlerin-den inerken temiz hava yüzle-rine çarptı. Önlerinde uzanan masmavi dalgalı deniz, uçuşan martılar, vapur bekleyen insan-ların attığı ekmekleri, simitleri yiyen güvercinler. Her şey ken-di köyünden ne kadar farklıydı. Ali Osman tüm gördüklerine dikkatle bakıyor, sanki ilk gün-den şehri tanımaya çalışıyordu.

...

Süleymaniye de bir hana yerleştiler. Babası yol boyunca ‘Bura bizim oralara benzemez. Gendine mugayyet ol, dikkat et.’ türünden sözlerle onu tem-bihlemeye çalıştı.

O gün dinlendikten sonra, ertesi günü mal almaya gittiler. Çarşı çok büyük ve kalabalıktı. Ama babası gideceği yerleri iyi biliyordu. Çakı, çakmak, el fe-neri, gaz lambası, tarak, ayna gibi birçok mal aldılar. Bir de küçük el arabası alarak hepsini özenle yerleştirdiler. Ali Osman babasının gerek mal alırken, ge-rek arabaya dizerken çok he-yecanlandığını görüyor, kendi

aynı şeyleri hissetmediği için hafiften bir vicdan azabı duyu-yordu. Dizme işi bittikten sonra babası;

—Birkaç gün beraber çıkar, hem sokakları hem işi öğrenir-sin. Daha sonra ben ayrı çıka-rım, dedi.

Ali Osman cevap vermedi. Ama ‘Babam başka araba alma-dan bir fırsatını bulup, Kenan Hoca’nın dediği okulu bulmalı-yım ’diye düşündü. O gün geç olduğu için işe çıkmayacaklardı. Ali Osman bunu fırsat bilip ‘Ben biraz dolaşayım baba.’diyerek çıktı. Babası ‘Gaybolun ha! Bilmiyon buraları ’dediyse de dinlemedi. Birkaç sokak geç-tikten sonra adresi birine gös-terdi. Adam ‘Ben sana Fatih’i tarif edeyim. Oraya varınca Şehremini’yi sorarsın.’dedi.

Yarım saat yürüyerek Fatih’e vardı. Yolda gördüğü binalar, arabalar, insanlar her şey dik-katini çekiyordu. Orada tekrar sordu. Geldiğinden daha az yol yürüyerek okulu buldu. İçerinin kokusu kendi okulunu hatırlattı. Gözleri doldu. Sonra verdiği ke-sin kararı hatırladı. ‘Ne pahasına olursa olsun okuyacağım.’ Biraz yürüyünce kalın bıyıklı, gözleri boncuk gibi bir adam; ‘Buyur gardaş kime baktın?’diye sor-du. Ali Osman biraz da çekine-rek, ‘Müdürü görecedim.’dedi. Adam ‘Senin müdürle ne işin olur?’der gibi baştan aşağı süz-dü ve ‘Ne yapacan müdürü?’ ‘O’na bir mektup getirdim arka-daşından.’ ‘Ben veririm.’ Ali Os-man, sonradan adının Murtaza olduğunu öğrendiği hademeyi

Page 81: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

81Mayıs / 2007

zor ikna ederek birlikte müdü-rün odasına vardılar.

Müdür mektubu alınca Murtaza’ya, ‘Sen çık, bize iki çay getir.’dedi. Ali Osman hazır olda beklerken yüzünün kızardığını, kalp atışlarının hızlandığını his-setti. Müdür gülümseyerek otur-ması için işaret etti. Ali Osman ilişir gibi otururken o da mektu-bu okudu. Aslında Kenan Öğ-retmen, Ali Osman’ın babasıyla İstanbul’a gideceğini duyunca müdüre mektup yazmış durumu anlatmış ve sonunda ‘Sen bilir-sin ne yapacağını. Ali Osman’ın emaneti artık sana.’demişti.

—Bizim Deli Kenan seni bize emanet etmiş. Eee artık biz de emanete sahip çıkacağız. Peki, söyle bakalım, babanı nasıl ikna edeceksin?

—Şey Efendim. Şu anda bil-miyorum ama muhakkak bir yo-lunu bulacağım. Siz de bir kapı açarsanız…

—Ben bir şeyler düşündüm ama. Kaç yaşındaydın sen?

—14 Efendim.

—O zaman şöyle yapalım. Sen gel bu sene okulda çalış. Hem Murtaza Efendi’ye hem kooperatife bir yardımcı lazım. Biz de sana, ortaokul kitapları ile okulda kalacak yer ayarlayalım. Bu sene hazırlan. Eğer imtihanı geçersen seneye liseye başlarsın.

Ali Osman okuldan ayrılırken heyecandan uçacak gibiydi. Yine kalbi çarpmaya başladı. Koşarak merdivenleri indi. Ne yapacağı-nı bilemez bir halde bahçede bir iki tur koştu. Sonra hiç durma-

dan dışarı çıkıp Süleymaniye’ye doğru yürümeye başladı. Birden hızlı bir yağmur başladı. Ama o farkında bile değildi. Kulaklarına yağmurun sesi yerine müdürün ‘Seneye liseye başlarsın.’diyen sesi yankılanıyordu.

Hana vardığında babası oda arkadaşlarıyla beraber aş pişiri-yordu. Eriyen yağın kokusunu duyunca çok acıktığını hissetti. Babası ‘Nerde galdın Ali Osman? Merahtan öldürdün beni.’derken o gelip hemen kurulan sofraya oturdu. ‘Üstünü değiştireydin

bari.’ O pilavı kaşıklarken, ‘Boş ver baba sonra değiştiririm.’dedi. Babası bir yandan yerken bir yandan keyifli keyifli, nasıl çalı-şacaklarından, neyi kaça satacak-larından bahsetmeye başladı. Ali Osman elindeki kaşığı bırakıp ba-basının gözlerinin içine bakarak; ‘Baba ben bir iş buldum.’dedi.

Babası ne işi diye sormadan ça-buk çabuk; ‘Bir okulda hademe yardımcısı oldum.’dedi.

Babası o konuşurken gözle-rinde aynı ışıltıyı gördü. Köyde ‘Okumak istiyorum.’diye yalvar-dığı zamanlardaki ışıltıyı. O anda artık ne yapsa ona engel olama-yacağını anladı.

—Eyi oğlum. Get çalış. Daha ben sana bir şey demiyom.

O anda Ali Osman sofradan kalkıp babasının elini öptü. Bu kadar kolay olacağını tahmin et-

memişti. Yol boyunca babasını nasıl ikna edeceğinin provasını yapmış olumlu bir sonuca ulaşa-mamıştı. Şimdi ise okullu sayabi-lirdi kendini. Yalnız babası onu kucaklarken ‘Burada kalıp evini köyünü unutmak yok tamam mı?’demeyi ihmal etmedi.

Page 82: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

“Atalarımızın beslenmesinde uzun yıllar önemli bir yeri

alan Hoşaf çok sayıda kanser oluşumunu

engelleyen maddelerce zengin bir yiyecek maddesidir.Çeşitli

kuru meyvelerle yapılan hoşaflar ihtiyacımız olan

antioksidan maddeleri ve lifleri almamız için önemli bir kaynaktır.”

Unutulan Sağlık İksiri: Hoşaf

Ş ehirlerde unutulmaya yüz tutmuş sağlık iksiri hoşaf çağımızın yol açtığı birçok hastalığın olu-

şumuna engel oluyor. Son yıllarda beslenme uzman-ları, sağlıklı bir diyet için gıdaların rengine göre seçim yapılmasını önermektedir. Özellikle turuncu, sarı, kırmızı, mor, yeşil gibi renkleri içeren gıdalarda sağlı-ğa yararlı maddeler daha çoktur. Birçoğunda, antiok-sidan olarak çalışıp serbest radikalleri yakalamaktan, kansere neden olan maddelerin etkisini azaltmaktan, C vitamininin aktivitesini artırmaktan ya da tümör hücrelerinin büyümesini engelleyen antikanserojen maddeler bulunmaktadır.

Atalarımızın beslenmesinde uzun yıllar önemli bir yeri alan Hoşaf çok sayıda kanser oluşumunu en-gelleyen maddelerce zengin bir yiyecek maddesidir. Çeşitli kuru meyvelerle yapılan hoşaflar ihtiyacımız olan antioksidan maddeleri ve lifleri almamız için önemli bir kaynaktır.

Şimdi başta kanser olmak üzere hoşafın son yıllar-da yapılan araştırmalar neticesinde bulunan bilimsel verilerle hastalıkları önleme mekanizmasını anlatma-ya çalışacağım.

Metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan ser-best radikaller, oksijen, hidrojen ve hidroksil grupla-rına aç unsurlardır. Serbest radikaller, hücrelere sal-dırarak hücrelerin oksijenini alarak hücrelerin normal çalışmalarını bozmakta ve gerekli önlemler alınmazsa uzun dönemde kalp sağlığını bozabilmekte, kanser, katarakt gibi birçok sağlık sorununa ve yaşlanmaya neden olmaktadırlar.

SağlıkŞ. Adil AYDIN

82 Somuncu Baba

Page 83: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Bu sebeple serbest radikal-lerin durdurulması zararsız hale getirilmesi bir anlamda ihtiyacı olan oksijeni, hidrojeni hücre-lere zarar vermeden dışardan verilmesi gerekmektedir. İşte meyve ve sebzelerin içinde ser-best radikalleri durduran anti-oksidan adlı (oksitlenmeyi ön-leyici) maddeler bulunmaktadır. Bu maddeler serbest radikalleri etkisiz hale getirerek onların hücrelere zarar vermelerine en-gel olmaktadırlar.

Serbest radikalleri etkisiz hale getiren proantosiyanidin, resve-ratrol, Kuersetin; Kempferol An-tosiyanin, Ellagik Asit adlı mad-deler başta, kayısı, siyah erik, kırmızı erik, kırmızı elma, beyaz elma, siyah üzüm, kırmızı üzüm, beyaz üzüm, nar, armut olmak üzere tüm meyvelerde değişen oranlarda bulunmaktadır.

Unutulmamalıdır ki her an-tioksidan maddesi farklı serbest radikalleri etkisiz hale getirmek-tedir.Yine her meyvede yukarı-da sayılan antioksidan maddeler tek tek bulunmaktadır. Bu se-beple bunları karıştırmak, iste-nen sonucu almak için en emin

yoldur. İşte hoşaf içerisinde en az 4 farklı kuru meyve içerdiği için antioksidanlarca çok zen-gin bir yiyecek maddesidir.

Antioksidan maddeler kadar lifler de vücudumuz için önemli öğelerdir. Lif, besinlerin içindeki sindirilemeyen pek çok değişik madde için kullanılır. Lif sindi-rim sistemimizin rahat çalışma-sına yardımcı olmaktan başka, kanser, kalp hastalığı ve diyabet gibi değişik hastalıklara karşı ko-runmaya da yardımcı olur.

Meyvelerdeki Sorbitol ve Pektin adlı lifler maddeler, vu-cüttaki kolesterolü bağlayarak dışarı atılmasına neden ol-maktadır. Dolayısıyla, özellikle Malatya’da yetişen kayısı olmak üzere, elma, armut, gibi mey-velerde bulunan pektinin koles-terolü düşürücü, kalp sağlığını koruyucu etkisi bulunmaktadır.Özellikle dünyada mikro kli-masından dolayı Malatya Ka-yısısının diğer yörelerde yeti-şenlerden çok üstün değerlere sahip olduğu bilim adamlarınca ispatlanmıştır. Malatya kayısı-sında yer alan özellikle pektin miktarındaki belirgin fazlalık

bağırsak tembelliğine karşı çok önemli özelliktir. Antioksidanlar hakkında bilmemiz gereken en önemli husus her bir antioksi-danın alternatifinin yine kendisi olduğu ile her mevsim insanın bu antioksidanlara ihtiyaç duy-masıdır. Mevsiminde taze ola-rak tükettiğimiz meyvelerin ku-rusunu kışın mutlaka tüketmek zorundayız.

Hoşaf içine başta kuru kayısı, kuru üzüm; özellikle siyah kuru üzüm, kuru erik; kuru incir, kuru elma, kuru armut vb. gibi aklınıza gelebilecek tüm kuru meyvelerle yapılmalıdır. Hoşaf sadece Ramazan ayında tüke-teceğimiz bir tatlı çeşidi değil yılın bütün zamanlarında tüke-teceğimiz bir nevi meyveli tatlı çeşididir.

Gıda ve beslenme biliminin ilerlemesi ile yapılan çalışmalar göstermiştir ki; hoşaf yeri kolay kolay doldurulamayacak her yaşta kişinin ömür boyu haftada en az bir porsiyon tüketmesi ge-reken ve sadece köylerde değil şehirlerde de tüketilmesi gere-ken bir yiyecek maddesidir.

83Mayıs / 2007

“Hoşafta neler olur? Kuru üzüm, kuru kayısı ve kuru erik... Hepsi de birer sıhhat deposu... Dahası, bu meyveler posa bırakan gıdalar olduğu için, bağır-sak hareketlerini düzenlemelerinin yanı sıra, jel benzeri bir madde oluştura-rak besinlerin bağırsak içindeki hareketini yavaşlatır; glikoz ve kolesterol gibi besinlerle alınan maddelerin emilmesini güçleştirir. Unutmayınız, her gün, posa sağlayacak besinlerden, az bir miktar da olsa, alınmasında yarar var.”

Faydaları

Page 84: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

Malzemeler

• 6 Adet orta boy kabak

• 3 Adet Yeşil Sivri Biber

• 3 Adet Domates

• 1 Adet Büyük Boy Kuru Soğan

• 300gr Kıyma

• 1,5 Yemek Kaşığı Tereyağı

• 1 Tatlı Kaşığı Kırmızıbiber

• Yarım Tatlı Kaşığı Karabiber

• Tuz

Yapılışı

Kıyma ve tereyağını bir tencereye alıp kavuru-

yoruz. Küçük küçük doğradığımız soğanları ilave

edip kavurmaya devam ediyoruz.

Kabuklarını soyup, küçük küçük doğradığımız

domatesleri, yine küçük doğranmış yeşilbiberleri,

baharatları ve tuzu ilave edip karıştırmaya devam

ediyoruz. Domatesler sulanınca ateşten alıyoruz.

Yemeğimizin sosu böylece hazır.

Dış kabuklarını kazıyıp yıkadığımız kabakların

üç tanesini yuvarlak tepsiye halka halka doğruyo-

ruz. Üzerine hazırladığımız sosun tamamını dökü-

yoruz. Geride kalan 3 adet kabağı da üzerine doğ-

rayıp dizdikten sonra alüminyum folyo ile kapatıp

200 C0 fırında pişiriyoruz.

Not: Arzu edilirse kabaklar kızartılarak da ya-

pılabilir.

Afiyet olsun…

Kabak Oturtma

Gönülden İkramlarMesude SARI

Kabağın Faydaları

Kabak, idrar söktürür; safranın çalışmasını olumlu etkiler. Tohumu, mide parazitlerine

karşı kullanılır. Kabak, safra sökülmesini arttırır; bağırsak ağrılarında, onların kasılmasını iyileştirir. Metabolizma

çalışmasını olumlu etkiler, böbreklerin süzerek temizleme fonksiyonlarını

güçlendirip, klor iyonlarının çıkmasını arttırır; sodyum iyonlarını kendine çekip, idrar çıkmasını iyileştirir. Kabağın kendisi

çiğ olarak günde 0,5 kg. veya pişmiş hâlde günde 1,5-2 kg. 3-4 ay yenilirse, pielonefrit,

kolesistit ve kalp ağrılarına son derece faydalıdır. Kabağı cilt iltihaplanmalarında

iltihaplı bölgeye yapıştırmak iyi gelir.

84 Somuncu Baba

Page 85: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

85Mayıs / 2007

A y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

79May ıs2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Mustafa Armağan ile Röportaj

Dergisi Hediyesi...

Fetih Ruhu veFâtih

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

77M a r t2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Tarihi İbretle Okumak

Dergisi Hediyesi...

Çanakkale ve Mehmet Akif

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Nisan 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Ç

içeği”

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

76 Şubat2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Ehl-i Beyt Sevgisi

O’nun Âline Selam Olsun

Dergisi Hediyesi...

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

78Nisan2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Peygamberimizin Huzurunda

Dergisi Hediyesi...

Şefkat veMerhamet Pınarı

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Mart 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin

Page 86: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

86 Somuncu Baba

Page 87: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

87Mayıs / 2007

Page 88: 18-04-2007-ORJ-Somuncu Baba 79 Mays · 2017-01-03 · “Gönüller fatihi olmadan beldeler fatihi olmak güçtür. Bunun yolu, satırlardan sadırlara yönelen seyr-i illallah’tan

88 Somuncu Baba