20. yÜzyil baŞi savaŞlari ve İmparatorluĞun ......çıkmıtı. bu kutuplamanın altında yatan...

19
1 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN SONU (1911-1918) Trablusgarp Savaşı (1911-12) 20. yüzyıl başında Trablusgarp (Libya) Osmanlı devletinin elinde kalmış biricik denizaşırı topraktı (diğerleri 19. Yüzyılda kaybedilmişti -Cezayir ve Tunus Fransa’ya, Mısır İngiltere’ye). Osmanlı donanması İtalyan donanması ile baş edebilecek güçte olmadığından Trablusgarp’a deniz yoluyla asker sevk edilemiyordu. Karayolu ile de asker yollamak mümkün değildi (arada İngiltere’nin elindeki Mısır bulunuyordu.) İşte bu çaresizlik ortamında aralarında Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey gibi isimleri ileride tarihe geçecek kişilerin bulunduğu bir grup subay gizli yollardan Trablusgarp’a giderek oradaki yerli halktan direniş kuvvetleri oluşturdu ve İtalyanların ülke içlerine ilerlemesini önledi. İtalyan ordusu kıyılarda sıkışıp kalmıştı. Bu sırada Osmanlı dışişleri de İtalya ile anlaşma yolları arıyordu. İtalyanlar Osmanlı devletini zorlamak için Ege’deki On İki Adaları (Ege’nin güneyinde Türkiye kıyılarına yakın adalar) işgal etmiş ve Çanakkale Boğazı’nı topa tutmuştu. Osmanlı devletinin ne kadar dayanabileceği belli değildi ama yine de başarıyla direniyordu. İşte tam bu sırada Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı devletine savaş açtıkları haberi geldi (1912). Osmanlı devleti için Balkanlar çok daha önemli olduğundan kuvvetlerini orada yoğunlaştırması gerekiyordu. Bu nedenle İtalya ile bir barış anlaşması imzalayıp Trablusgarp’ı terk etti ( Uşi Anlaşması 1912). Bu anlaşmaya göre, On iki adanın İtalyan işgalinde kalmasına da izin veriyordu. Aksi takdirde bu adalar Yunanistan’ın eline geçebilir diye düşünülmüştü. Balkan Savaşları (1912-13) Bir halklar mozaiği olan Balkanlar ya da Osmanlıların verdiği adla Rumeli, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından beri en değer verdiği bölgesiydi. Ekonomik açıdan hem tarımın, hem ticaretin, hem de sanayinin en gelişkin olduğu Osmanlı bölgesi burasıydı. Osmanlı kültürüne damgasını vurmuş bir bölgeydi Rumeli; yüzyıllar boyu devlet bürokrasisinin temelini oluşturan devşirme sistemi de Balkanları temel almıştı. Yalnızca Mustafa Kemal değil, Osmanlı bürokrasisinin ve Jön Türklerin de önemli bir bölümü bu topraklarda doğmuş, büyümüş, görev yapmıştı. Bu siyasal ve ekonomik olduğu kadar duygusal anlamda da önemli bölgenin yitirilmesine yol açan Balkan Savaşları, Osmanlıların tarihte uğradıkları en acı yenilgilerden biri oldu. Osmanlı ordusu bütün cephelerde bozguna uğradı. Savaşın başlamasından birkaç ay sonra Bulgar orduları, İstanbul’un kıyısına, Çatalca hattına kadar gelmişlerdi. Bütün Balkan toprakları, Trakya da dahil Balkan devletlerinin eline geçti. Yapılan anlaşma ile (Londra Anlaşması 1912) Osmanlı devleti, Midye (şimdi Kıyıköy) ile Enez arasındaki hattın batısında kalan bütün topraklardan ve Gökçeada ve Bozcaada dışındaki bütün Ege adalarından vazgeçiyordu. Böylece, I. Balkan Savaşı’nın sonunda Osmanlı’nın elinde Avrupa toprağı olarak yalnız İstanbul ve Tekirdağ kalmıştı. Ülke için, bu yenilgi tam bir şoktu Tam bu sırada Balkan devletleri arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktı: Balkan devletleri Osmanlıdan aldıkları toprakları aralarında paylaşamadılar; en büyük payı Bulgaristan’ın alması diğer devletlerin işine gelmiyordu. Bunun üzerine bu kez Balkan devletleri arasında II. Balkan Savaşı başladı. Bu savaştan istifade eden Osmanlı ordusu, Enver Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından önceki sınırları Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından sonraki sınırları 1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4. Romanya, 5. Rusya, 6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi, 9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11. Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15. Bulgaristan 1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda Alman ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı.

Upload: others

Post on 16-Jul-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

1

20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN SONU

(1911-1918)

Trablusgarp Savaşı (1911-12)

20. yüzyıl başında Trablusgarp (Libya) Osmanlı devletinin elinde kalmış biricik denizaşırı topraktı (diğerleri 19.

Yüzyılda kaybedilmişti -Cezayir ve Tunus Fransa’ya, Mısır İngiltere’ye). Osmanlı donanması İtalyan donanması ile

baş edebilecek güçte olmadığından Trablusgarp’a deniz yoluyla asker sevk edilemiyordu. Karayolu ile de asker

yollamak mümkün değildi (arada İngiltere’nin elindeki Mısır bulunuyordu.) İşte bu çaresizlik ortamında aralarında

Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey gibi isimleri ileride tarihe geçecek kişilerin bulunduğu bir grup subay gizli

yollardan Trablusgarp’a giderek oradaki yerli halktan direniş kuvvetleri oluşturdu ve İtalyanların ülke içlerine

ilerlemesini önledi. İtalyan ordusu kıyılarda sıkışıp kalmıştı. Bu sırada Osmanlı dışişleri de İtalya ile anlaşma yolları

arıyordu. İtalyanlar Osmanlı devletini zorlamak için Ege’deki On İki Adaları (Ege’nin güneyinde Türkiye kıyılarına

yakın adalar) işgal etmiş ve Çanakkale Boğazı’nı topa tutmuştu. Osmanlı devletinin ne kadar dayanabileceği belli

değildi ama yine de başarıyla direniyordu. İşte tam bu sırada Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı devletine savaş

açtıkları haberi geldi (1912). Osmanlı devleti için Balkanlar çok daha önemli olduğundan kuvvetlerini orada

yoğunlaştırması gerekiyordu. Bu nedenle İtalya ile bir barış anlaşması imzalayıp Trablusgarp’ı terk etti (Uşi

Anlaşması 1912). Bu anlaşmaya göre, On iki adanın İtalyan işgalinde kalmasına da izin veriyordu. Aksi takdirde bu

adalar Yunanistan’ın eline geçebilir diye düşünülmüştü.

Balkan Savaşları (1912-13)

Bir halklar mozaiği olan Balkanlar ya da

Osmanlıların verdiği adla Rumeli, Osmanlı

Devleti’nin kuruluş yıllarından beri en değer

verdiği bölgesiydi. Ekonomik açıdan hem tarımın,

hem ticaretin, hem de sanayinin en gelişkin

olduğu Osmanlı bölgesi burasıydı. Osmanlı

kültürüne damgasını vurmuş bir bölgeydi Rumeli;

yüzyıllar boyu devlet bürokrasisinin temelini

oluşturan devşirme sistemi de Balkanları temel

almıştı. Yalnızca Mustafa Kemal değil, Osmanlı

bürokrasisinin ve Jön Türklerin de önemli bir

bölümü bu topraklarda doğmuş, büyümüş, görev

yapmıştı. Bu siyasal ve ekonomik olduğu kadar

duygusal

anlamda da önemli bölgenin yitirilmesine yol

açan Balkan Savaşları, Osmanlıların tarihte

uğradıkları en acı yenilgilerden biri oldu.

Osmanlı ordusu bütün cephelerde bozguna uğradı.

Savaşın başlamasından birkaç ay sonra

Bulgar orduları, İstanbul’un kıyısına, Çatalca

hattına kadar gelmişlerdi. Bütün Balkan toprakları,

Trakya da dahil Balkan devletlerinin eline geçti.

Yapılan anlaşma ile (Londra Anlaşması 1912)

Osmanlı devleti, Midye (şimdi Kıyıköy) ile

Enez arasındaki hattın batısında kalan bütün topraklardan ve Gökçeada ve Bozcaada dışındaki bütün Ege adalarından

vazgeçiyordu. Böylece, I. Balkan Savaşı’nın sonunda Osmanlı’nın elinde Avrupa toprağı olarak yalnız İstanbul ve

Tekirdağ kalmıştı. Ülke için, bu yenilgi tam bir şoktu

Tam bu sırada Balkan devletleri arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktı: Balkan devletleri Osmanlıdan aldıkları

toprakları aralarında paylaşamadılar; en büyük payı Bulgaristan’ın alması diğer devletlerin işine gelmiyordu. Bunun

üzerine bu kez Balkan devletleri arasında II. Balkan Savaşı başladı. Bu savaştan istifade eden Osmanlı ordusu, Enver

Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından önceki sınırları

Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından sonraki sınırları

1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4.

Romanya, 5. Rusya, 6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi,

9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11. Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15.

Bulgaristan 1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda Alman ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı.

1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4. Romanya, 5. Rusya,

6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi, 9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11.

Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15. Bulgaristan 1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda

Alman ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı.

Page 2: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

2

Paşa’nın komutasında, ilk savaşta kaybettiği Edirne ve Kırklareli’ni geri almayı başardı. Osmanlı’nın Balkanlardaki sınırı

bugün olduğu gibi Meriç nehri olarak belirlendi (İstanbul Anlaşması 1913).

Ancak sonuçta kayıplar büyüktü. Balkan Savaşları sonucunda;

1) Osmanlı devleti Doğu Trakya dışında Balkanlar’daki –dolayısıyla Avrupa’daki- bütün topraklarını kaybetti;

2) Kaybedilen topraklarda yaşayan Müslümanların büyük bölümü yerlerinden oldu, Türkiye’ye göç etmek zorunda

kaldı;

3) Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus dengesi Müslümanlar ve Türkler lehine değişti. Balkan Savaşlarında Osmanlıların

kaybettiği topraklar en fazla gayrimüslim nüfus barındıran yerlerdi. Buraların kaybedilmesi ile gayrimüslimler

Osmanlı nüfusu içindeki oranı yüzde onbeşlere indi;

4) Balkan savaşları bazılarının gözünde Osmanlıcılık düşüncesinin iflası anlamına geldi ve Türkçülük ön plana çıkmaya

başladı;

5) Osmanlı ordusunun yetersizliği açığa çıktı. Ordu içinde büyük bir yenileme ve gençleştirme hareketine başlandı. Bu

konuda Almanların yardımına başvuruldu.

Görüldüğü gibi, bu kanlı savaş, daha sonraki yılları da derinden etkileyecek uzun vadeli bir sonuçlar kümesi yaratarak

sona erdi. Ama Osmanlı devleti ve onun sınırlarında yaşayan halklar açısından asıl felaket, o dönemlerde kullanılan

adıyla I. Cihan Harbi yani 1. Dünya Savaşı’ydı (1914-1918).

Babıali Baskını

30 Ekim 1912’de iktidara gelen Kamil Paşa hükümetinin ilk işi ciddi bir İttihatçı avı başlatmak oldu. Bazı İttihatçılar

yurtdışına çıktı, bazıları da “yeraltına“ indi. Bu durum karşısında İttihatçılar bir darbe ile iktidarı ele geçirme planları

yapmaya başladılar. Hareket tam anlamıyla bir baskın biçiminde gerçekleşecekti. Tarih olarak 23 Ocak Perşembe saat

15:00 seçilmişti. Belirlenen tarihte baskını yapacak ekip Sedaret binasına girdiler. Kapıdan gelen silah seslerini duyan

Harbiye Nazırı Nazım Paşa odasından çıkıp “Ne oluyor? Aklınızca Sedarate mi basmaya geldiniz? Haddinizi bilin!“

diye bağırınca Yakup Cemil, Nazım Paşa’yı vurdu. Talat ve Enver Beyler Sadrazamın odasına girdiler ve onu istifa

etmeye zorldılar. Tehdidin ciddi olduğunu gören Paşa istifa mektubunu yazdı. Mektubu alan Enver Bey mektubu

“ordu adına“ padişaha sundu. Böylece İttihat ve Terakki’yi yeniden iktidara taşıyan Mahmut Şevket Paşa hükümeti

kuruldu. İttihat ve Terakki Hükümeti’nin ilk işi Edirne’yi Bulgaristan’ın elinden kurtarmak oldu. Bu partinin gücünü

arttırmasına ve muhalefeti iyice sindirmesine yol açacaktı. (Kaynak: Tevfik Çavdar “Türkiye’nin Demokrasi

Tarihi“)

Tartışma: Yukarıdaki baskın İttihat ve Terakki’nin yöntemleri hakkında ne düşündürüyor?

Page 3: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

3

I. Dünya Savaşı

I.Dünya Savaşı’nın Başlangıcı

28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan veliahtı Prens Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından

öldürülmesi tarihin ilk Dünya savaşını başlattı. Ancak bu olay aslında patlamaya hazır bir bombanın fitilini ateşleyen bir

kıvılcımdan başka birşey değildi. Dünya bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyordu. Bunu nereden anlıyoruz? 19.

Yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki ilişkileri gerginleştiren bir kutuplaşma ortaya

çıkmıştı. Bu kutuplaşmanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı paylaşma kavgası,

yani sömürgeci rekabetti. 19. Yüzyılın sonlarına kadar dünyada iki büyük sömürgeci devlet vardı: İngiltere ve Fransa.

Bunlar dünyanın büyük bir bölümünü paylaşmışlardı. 19. Yüzyılın sonlarında bunlara iki güçlü rakip çıktı: Almanya ve

İtalya. Onlar da sanayileri için sömürgelere ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, dünya çoktan bölüşülmüştü. Bu

durum Almanya ve İtalya’yı İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya getirdi. Bu kutuplaşmada o zamana kadar dünyanın

süper gücü olan İngiltere ile yeni süper güç Almanya başı çekiyordu. Bu kutuplaşmanın ikinci bir boyutu, Almanya ile

Fransa arasında Alsace-Loraine bölgesi üzerindeki toprak anlaşmazlığıydı. Bu bölge 1871 Almanya-Fransa savaşında

Almanya’nın eline geçmişti, ama Fransa bunu hiçbir zaman kabullenememişti. Kutuplaşma yaratan diğer bir sorun da

Doğu Avrupa ve Balkanlar’da Çarlık Rusyası ile Avusturya-Macaristan arasında yaşanıyordu. Rusya panslavizm (bütün

slavları birleştirme) politikasıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda yaşayan slavları (Sırplar, Çekler, Slovaklar

v.b.) kışkırtıyor, ayrılmaya teşvik ediyordu. (Rusya aynı politikayı Osmanlı Balkanlarında yaşayan slavlar için de

uygulamış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştu). I. Dünya Savaşı’nın asıl nedenleri, işte bu kutuplaşmayı doğuran

sorunlardır.

Yukarıda sözü edilen suikast olayının ardından önce Avusturya-Macaristan Sırbistan’a savaş ilan etti. Ardından

kendini Sırbistan’ın koruyucusu gören Rusya Avusturya-Macaristan’a savaş açtı. Bunun üzerine Avusturya-Macaristan’ın

müttefiki Rusya’ya karşı savaşa girdi. Aynı anda Rusya’nın Müttefikleri İngiltere ve Fransa da Almanya ve Avusturya-

Macaristan’a savaş ilan etti. Böylece, bu iki grubun İtalya dışında bütün üyeleri birbirleriyle savaşa girmiş oldu (İtalya

savaş başladıktan sonra saf değiştirerek İtilaf devletlerinin yanında savaşa katılacaktır. Saf değiştirmesinin en önemli

nedenlerinden birisi itilaf devletlerini İtalya’ya Anadolu’nun güney ve batı bölgelerini vaad etmesidir)..

Bazı saf değiştirmeler -1915, İtalya-, çekilmeler -1917, Rusya- ve sonradan katılmalar -1916, Romanya, 1917 ABD,

Yunanistan- dışında, savaş sırasındaki saflaşma şöyleydi:

İttifak Devletleri İtilaf Devletleri

Almanya İngiltere

Av-Macaristan Fransa

Bulgaristan Ç. Rusyası

Osmanlı İtalya, Japonya, Yunanistan (Hz. 1917)

Osmanlı Devleti Savaşa Nasıl Girdi?

Savaş başladığında Osmanlı devleti tarafsızdı. İtilaf devletleri Osmanlının tarafsız kalmasından memnundu.

Böylelikle;

1) İngiltere sömürgelerine giden yolu savaş dışında tutmuş olacaktı,

2) Rusya’nın Akdeniz’e tek çıkış yolu olan Boğazlar güvencede olacaktı. İttifak devletleri, özellikle Almanya ise

Osmanlı devletini savaşa girmeye teşvik ediyordu. Bundaki amacı; a) İngiltere’nin sömürgeleri ile bağını kesmek

(Osmanlı bu yol üzerindeydi), b) Boğazları Rusya’ya kapatmak,

3) Padişahın halifelik sıfatını kullanarak, İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırmaktı.

Osmanlı Devleti resmi olarak her iki grubun da dışında olmakla birlikte 19. Yüzyılın sonlarından itibaren

Almanya’ya yakın duruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Rusya ile ittifak yapması Osmanlı’yı Rusya’ya karşı savunmasız

bırakmıştı (19. Yüzyılın sonlarına kadar İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı politikası, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı korumak

esasına dayanıyordu). Almanya ile yakınlaşmanın temel sebebi işte buydu. Almanya’nın hedefi ise;

1) Osmanlı’nın zengin hammadde kaynaklarını (bunlar arasında yeni bulunan petrol yatakları önde geliyordu) kendi

sanayisinin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak, hatta uzun vadede buraları sömürgeleştirmek,

2) İngiltere’nin sömürgelerine giden yolu denetim altına almak,

3) Halifeliği kullanarak, İngiltere sömürgelerindeki Müslümanları etkilemekti.

Savaş başladıktan sonra Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı’nı

geçerek Osmanlı devletine sığınması, Osmanlıyı çok önemli bir seçimle karşı karşıya bıraktı. Uluslararası hukuka göre,

Page 4: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

4

bu gemilere el koyması ve savaşın sonuna kadar tutması gerekiyordu. Ama Osmanlı bunu yapmadı, bu gemileri satın

aldığını duyurdu, isimlerini değiştirdi (Yavuz ve Midilli), mürettabatlarına Osmanlı üniforması giydirerek Karadeniz’e

yolladı. Gemiler Karadeniz’deki Rus limanlarını topa tuttular. Bunun üzerine Rusya Osmanlı devletine savaş ilan etti.

Artık Osmanlı devleti fiilen savaşa girmişti. İşin ilginci, bu iki zırhlının Rus limanlarına saldıracağını, Alman makamları

ile onlara yakın bikaç Osmanlı yöneticisi dışında kimsenin bilmemesiydi. Osmanlı, bunların bir oldu bittisi ile savaşa

girmek zorunda kalıyordu.

O sırada Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yönetiliyordu. İttihat ve Terakki 1913 yılı başında

bir hükümet darbesi yapıp meclisi ve siyasi partileri kapatmış, ülkeyi sıkıyönetim kanunlarına göre yönetiyordu. Üstelik

iktidarı asıl elinde tutanlar İttihat ve Terakki’nin tepesindeki birkaç yöneticiydi (Enver, Talat, Cemal Paşalar). Bunlardan

özellikle Enver Paşa (aynı zamanda ordunun da başında bulunuyordu) tam bir Alman taraftarıydı ve Karadeniz’deki olayı

almanlarla birlikte o planlamıştı. Ardından diğerleri de ona uymak zorunda kaldılar.

Başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlının Almanya ile birlikte savaşa girmesini isteyenlerin düşüncesi

neydi? Bunlar;

1) Almanya’nın mutlaka savaşı kazanacağına inanıyorlardı. Böylece Osmanlı devleti yeni topraklar kazanarak eski

kayıplarını bir ölçüde telafi edebilecekti,

2) Osmanlı savaş girmese bile İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı parçalayacağını düşünüyorlardı. Bu

düşüncelerini de 1908’de İngiltere ile Rusya’nın yaptığı Reval Görüşmeleri’ne dayandırıyorlardı. Bu görüşmelerde

İngiltere Rusya’nın Osmanlı toprakları (özellikle Boğazlar) taleplerini kabul etmişti.

Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler

I. Saldırı Cepheleri; her ikisinde de amaç, İtilaf Devletlerine

karşı yeni cepheler açarak Almanya’yı rahatlatmaktı.

a. Kafkasya/Doğu Cephesi: Osm/Rus..

Hedef: Kafkaslardan Türkistan ve Hindistan’a ulaşmak..

Sonuç: -Sarıkamış (90.000 asker donarak ölür)

-Tehcir (Anadolu’dakiErmeniler’e Suriyeye göç

ettirilir)

Rus ordusu Van-Muş-Bitlis-Erzurum-Trabzon-Erzincan’ı

alır; 1916 sonlarında M. Kemal Bitlis ve Muş’u geri

alırsa da, bu cephede askeri yenilgi yaşanır

Ancak; 1917 Ekim Devrimi (Bolşevik İhtilali)

sonrasında, Çarlık yıkılır; yeni Sovyet devleti işgal edilen

yerleri boşaltır.

Sovyet Rusya ve İttifak devletleri arasında Brest-

Litowsk Antlaşması (Mart 1918) imzalanır: Kars,

Ardahan, Batum geri alınır.

b. Kanal Cephesi: Osm/İngiliz..

Hedef: İngilizlerin candamarı olan Süveyş ve Mısır’ı elde

etmek..

Sonuç: İngilizlerin karşı taarruzu ile önce Filistin cephesinde;

Osmanlı yine yenilip geri çekilince de Suriye cephelerinde

savaşıldı; Araplar Osmanlıya karşı milliyetçi bir isyan çıkardılar,

1918’de Osmanlı orduları Halep’in kuzeyine dek geri çekilmişlerdi.

II. Savunma Cepheleri; Çanakkale ve Arap dünyası:

Irak/Filistin/Suriye/Hicaz-Yemen

a. Çanakkale: İng.-Fransız/Osm.

Hedef: İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı’yı safdışı etmek!

Page 5: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

5

-ve bu sayede Çarlık Rusyası’na yardım ulaştırmak..

Sonuç: Çanakkale Savaşı (Şubat 1915- Ocak 1916)

iki aşama:

- İtilaf donanması boğazı zorlar; 18 mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi, 7 zırhlı batar, geri çekilirler.

- Gelibolu’ya çıkartma;kanlı bir kara savaşı gerçekleşir; karşılıklı 250’şerbin asker şehit olur.

Sonuçta,

-Almanya rahatlar, Bulgaristan savaşa girer, savaş iki yıl daha uzar.

-Çarlık zor durumda, Bolşevik Devrimi’nin ayak sesleri...

-Büyük bir direniş gösterilir ve Mustafa Kemal’in yıldızı parlar.

b. Irak cephesi: İng/Osm. (1914 Kasım-1918)

Hedef: İran’a yönelebilecek Osm. Ordusunu engelleyerek Hint yolunu güvenceye almak, petrol kaynaklarını ele

geçirmek, Bağdat ve Musul üstünden Rus ordusuyla birleşmek.

Sonuç: Kut-ül Amare zaferine rağmen Osmanlı orduları yenilir. İngilizlerin Bağdat ve Kerkük’e dek ilerlemeleri

engellenemez; Mondros imzalandığında henüz Musul’a girmemişlerdir, ama orayı da bir süre sonra işgal ederler.

c. Filistin-Suriye cephesi: İng/Osm; İng-Fr.-İtalyan-Arap/Osm.

Kanal yenilgisine Şerif Hüseyin önderliğinde Arap isyanı da eklenince, Osm. Güçleri önce Gazze’ye, sonra Halep’in

kuzeyine çekilirler. Hicaz ve Yemen de, Şerif Hüseyin’in isyanı ve 1916’da bağımsızlık ilanı sonrasında yitirilir.

(Medine ise Mondros’a dek kendini savunacaktır).

III.Dış Cepheler: Galiçya/Makedonya/Romanya

Pantürkist Hayaller ve Kafkasya Cephesi

14 Kasım 1914’te Osmanlı Sultan’ı Halife V. Mehmet Reşat İtilaf Devletleri’ne karşı cihat ilan etti. Bu İngiliz ve

Rus sömürgelerinde yaşayan Müslümanları ayaklanmaya çağırmaya yönelik Alman planının önemli bir parçasıydı. Bu

plan iki önemli varsayıma dayanıyordu:

a) Orta Asya’da yaşayan Türklerin, Türk Sultan’ın çağrısına uyarak Rus İmparatorluğu’na karşı ayaklanacakları;

b) Orta Doğu’da ve Asya’da yaşayan Müslüman halkların İngilizlere karşı ayaklanacakları.

Önceki bölümde İttihat ve Terakki Dönemi’nde Türkçülük Akımı’nın etkisiyle Pantürkizm’i (Türklerin birliği

fikrini) savunan kişilerin etkisinin artmaya başladığından bahsedilmişti. I. Dünya Savaşı ilk kez bu fikrin ciddi biçimde

uygulanmaya girişilmesi için iyi bir fırsat olarak görülüyordu. Alman generallerinin de desteklediği Osmanlı savaş

planlarına göre, Osmanlı ordusu Kafkas Dağları üzerinden yapacağı bir seferle Orta Asya’ya ulaşacak, orada Türklerle

ilişkiye geçecek ve Rus Devleti’ne karşı bir isyanı başlatarak Türklerin ortak devleti olan Turan’ı kuracaktı.

Kafkasya Cephesi’ndeki ilk saldırılar savaş başladığında Ruslar tarafından gerçekleştirildi. Aralık ayında Pantürkist

düşüncenin en ateşli savunucusu Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşı saldırıya başladı. Harekat başarılı

başlamasına rağmen Sarıkamış’ta, yoğun kar yağışı altında yüksek dağları aşmaya çalışan doksan bin kişilik Osmanlı

ordusunun askerlerinin büyük bir bölümü donarak öldüler. Bu Doğu Cephesi’nde daha savaşın başında Osmanlı

odusunun yok olması anlamına geliyordu. Gerçekten de baharın gelişiyle birlikte svunmasız bölgelerde rahatça ilerleyen

Rus Ordusu Van, Muş, Bitlis, Erzurum,Trabzon, Erzincan’ı ele geçirdi. Artık Osmanlılar’ın Doğu Cephesi’nde yenilgiye

uğrayacağına kesin gözüyle bakılmaktaydı.

Ancak bu sırada Rus Çarlığı’nda yaşanan bazı gelişmeler Osmanlılar’ın yararına sonuçlar doğurdu. Rusya’da

Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler adıyla bilinen bir grup geniş bir halk desteğini de yanların alarak bir ayaklanma

çıkardılar, 1917 yılı Ekim ayında Çarlık yönetimine son verdiler ve yeni bir devlet kurdular: Sovyet Rusya

Cumhuriyeti. Bu yeni devlet dünya üzerinde kurulan ilk komünist devlet olarak tarihe geçti. İlerleyen yıllarla birlikte

Avrupa siyasi olarak liberal devletler ve komünist devletler olarak ikiye bölünecekti.

Rusya’da yaşanan karışıklıkların da etkisiyle Rus ordusu ciddi bir dağılma yaşadı. Osmanlı Devleti bundan

yararlanarak Ruslara bıraktığı bazı yerleri aldığı gibi Azerbaycan’a kadar ilerlemeyi de başardı. Yeni Rus Devleti Mart

1918’de Brest-Litowsky Anlaşması’nı imzalayarak Çarlık Döneminde ele geçirilen toprakların Osmanlı Devleti’ne geri

verildiğini kabul etti. Sonuçta Osmanlı Devleti Pantürkist hayaller peşinde koşarken Doğu Anadolu Bölgesini tamamen

kaybettiği bir cephede, savaş öncesi durumunu korumuş oldu.

Page 6: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

6

Farklı Siyasi Fikirler ve Bölünmüş Bir Avrupa

Dünya savaşı sonrasında Avrupa ve iki temel gruba bölündü: Liberal Devletler ve Komünist Devletler. Liberalizm

Fransız İhtilali sonrasında yayılan bir düşünce biçimidir. Liberalizmin iki farklı yönü vardır. İlki siyasaldır: Liberalizm

baskıcı düşüncelere karşı çıkar, özgürlük ve hoşgörüyü herşeyin üstünde tutar, normal olarak demokrasiye ulaşılmasını

sağlar. Liberalizm 19. yüzyılda pek çok Avrupa devletinde genel oy hakkına dayalı seçimler yoluyla parlamentoların

(meclislerin) iş başına gelmesini sağlamıştı. Kadınların seçme seçilme hakkını kazanmaları 20. yüzyılı bulmuştu.

Liberalizmin ikinci yanı ekonomiktir: Malların fiyatlarını, ücretleri arttırıp azaltan arz-talep yasası uyarınca, pazarın

özgür işleyişi çevresinde ekonomik yaşamı, üretim ve ticareti ekonomik yasalar düzenlemelidir. Böyleec liberalizm

şirketlerin ve bankaların çıkarlarını koruyup emekçileri pazarın yasaları karşısında feda eder, işsiz bırakır, büyük bir

bölümünü ise yoksulluk hatta sefalete sürükler; 19. yüzyılda sayılamayacak kadar çok işçi ailesi böyle bir sefaletin

kurbanı olmuştu. Farklı bir düşünce olan Sosyalizm (Toplumsalcılık) ise ekonomik liberalizmin bu yününe karşı

mücadele eder ve toplumsal eşitliği ve adaleti sağlamayı amaçlar. Bir Alman düşünürü olan Karl Marks (1818-1883)

tarafından kurulmuş olan Marksizim düşüncesi sosyalizmi gerçekleştirmek için geliştirilmiş bir öneridir: Marksizm

sınıfların olmadığı bir topluma ulaşılmasını amaçlar, bunun için de bir devrim yapılmasını ve yoksul emekçilerin

sosyalizmi gerçekleştirmek için otoriter bir yönetim kurmaları gerektiğini savunur. Bir Rus düşünürü olan Lenin, 1917

yılında Rusya’da iktidarı ele geçirdi ve Marks’ın fikirlerini uygulamaya koydu: Böylece sosyalizmin uç bir yorumu olan

Komünizm ilk kez bir devlet tarafından gerçekleştirilmiş oldu. Komünizmin temelinde devleti elinde tutan bir Komünist

Parti ve onun yönettiği bir ekonomi yatar. (Kaynak: Jacques Le Goff « Gençler İçin Avrupa Tarihi »)

Tartışma: Yukarıdaki parçaya göre Avrupa’nın Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bölünmesinin temelinde ne

yatmaktadır?

ÖDEV SORULARI :

1. İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarmasının nedenleri nelerdir? Osmanlı’nın bu bölgeye düzenli bir ordu

gönderememesi Dünya Savaşı öncesinde devletin ne durumu hakkında bize ne söylüyor ? Osmanlı Trablusgarp’ı neden

İtalya’ya bıraktı ?

2. Balkanlar’ın kaybedilmesi Osmanlı için neden çok yıkıcı olmuştur ? Balkan Savaşları sonrasında ülkedeki müslüman

nüfusun, gayrımüslim nüfusa oranının ciddi biçimde değişmesinin nedeni nedir? Bu değişimin Osmanlıcılık düşüncesinin

terk edilmesinde nasıl bir etkisi olmuştur ?

3. I. Dünya savaşı öncesinde İngiltere-Fransa ile Almanya-İtalya ikilileri arasındaki ilişkilerin ozulmasının temel nedeni

nedir ? Açıklayınız.

4. I. Dünya savaşı öncesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rus Çarlığı’nın arasının bozulmasındaki en önemli

etken nedir ?

5. Savaş sırasında İtilaf Devletleri’nin ve İttifak Devletleri’nin Osmanlı’ya yaklaşımı nasıl olmuştur ?

6. Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesini savunanların temel düşüncesi neydi ?

Page 7: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

7

DÜNYA SAVAŞI BİTTİ (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)

I. BÖLÜM: YIKILAN HAYALLER YIRTILAN HARİTALAR 1918 sonrası, yeni prensipler öne çıkacak, yeni bir dünya kurulacak, Büyük Savaş’ın bir tür sonucu olan iki önemli devrim, 1917 Rus

İhtilali ve 1919-23 Türkiye Devrimi, çağa damgası vuran iki gelişme olarak öne çıkacaktır.

A) DÜNYA SAVAŞI

BİTTİ! Almanya ve dostları, yeterli

insangücü ve hammaddeleri, yani

sömürgeleri olmadığından,

yenilirler. Sonuçta: Üç çokuluslu

imparatorluk (Çarlık Rusyası,

Avst-Mac. İmp. Yani Habsburg

İmp. Ve Osmanlı İmp.) çöker,

rejim değişiklikleri olur:

Rusya’da ilk sosyalist devlet

kurulur; Av-Mac.İmp.

parçalanarak, o topraklarda yeni

devletler kurulur; Osmanlı çöker,

Türkiye Cumhuriyeti kurulur;

Almanya’da cumhuriyet ilan

edilir. Araplar ulus-devletlerini

kurarlar. Milletler Cemiyeti

kurulur, ama fazla bir işe

yaramaz. “Manda ve Himaye

1

2

Page 8: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

8

Sistemi”, klasik sömürgeciliğin yerini almaya başlar. Yenilen ya da haksızlığa uğradığı duygusuna kapılan Almanya ve İtalya gibi

ülkelerde faşizm ortaya çıkar; ve sadece 20 yıl sonra bir büyük savaş daha yaşanacaktır.

a)WİLSON İLKELERİ:

Nisan 1917’de savaşa giren ABD’nin

başkanı Wilson, Ocak 1918’de savaş

sonrası kurulacak olan yeni dünya

düzenine ilişkin olarak 14 maddelik bir

ilkeler paketi ilan eder:

*-Her ulusun çoğunlukta olduğu

topraklar üstünde devlet kurma, self-

determinasyon hakkının tanınması;

dolayısıyla, Avusturya-Macaristan ve

Osmanlı gibi çokuluslu

imparatorlukların self-determinasyon

ilkesi uyarınca ulus-devletlere

bölünmesi; bu çerçevede, Türklere de

çoğunlukta oldukları bölgelerde devlet

kurma hakkı tanınması ama Türk

egemenliğindeki uluslara da self-

determinasyon hakkı verilmesi..

*-Uluslararası sorunları barışçı yollarla

çözecek bir kurumun, (Cemiyet-i

Akvam, Milletler Cemiyeti) kurulması,

gizli antlaşmaların, haksız toprak

işgallerinin ve savaş tazminatlarının meşru kabul edilmemesi,

*-Denizlerde ticaret güvenliği sağlanmalı; Boğazlar tüm ticaret gemilerine açık olmalı; gibi

yeni bir büyük savaşı engellemeye (ve serbest ticareti özendirmeye) dönük maddelerden oluşan bu ilkeler, 20. Yüzyılın diğer

süper gücü olan SSCB’nin ve Lenin’in de benzer ilkeleri savunmasından dolayı, modern diplomasinin temelini oluşturacaklar;

ancak I. Dünya Savaşı’nı kazanan klasik sömürgeci güçlerin -açık itirazıyla olmasa da- örtülü direnişi ile karşılanacaklardır. Ve

sonuçta, savaş sonrası imzalanan bazı anlaşmalarda bu ilkelerin yeterince uygulanmaması, dünyayı sadece yirmi yıl sonra ikinci

bir büyük savaşla yüzyüze bırakacaktır.

Dikkat! Milli Mücadele’nin uluslararası kamuoyu ve diplomasisi gözünde haklılığı/meşruluğu, M. Kemal ve arkadaşlarınca bu

ilkelere dayanılarak savunulacak; Misak-ı Milli’nin temelini, Türklerin (Mondros’ta ve sonraki işgallerle çiğnenen) self-

determinasyon hakkı oluşturacaktır.

b)PARİS BARIŞ KONFERANSI: Sınırlar çiziliyor! Ocak 1919, Paris Barış Konferansı toplanır; yeni dünya düzeni ve mağlupların başına gelecekler,

yani “barış” antlaşmalarının koşulları (ya da, kimin payına neresinin düşeceği) belirlenecektir. Belirleyici güçler, yine klasik

sömürgeci ülkeler, yani İngiltere ve Fransa; ilk karar Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu oldu! (Ancak, Wilson ilkeleri’ne yeterince

uyulmayınca, ABD 1919 sonrası yeniden içe döndü; uluslararası duruma ilgisini azalttı.) Sonuçta, Almanya ile Versailles

(Hz.’19), Avusturya ile St.Germain (Eylül’19), Bulgaristan ile Neuilly (Kasım’19), Macaristan ile Trianon (Hz.’20), Osm.

ile Sevr (Ağ.’20) ve Türkiye ile Lozan (Tem ’23) barış antlaşmaları imzalanacaktır.

B)MİLLİ MÜCADELE BAŞLIYOR Yüzbinlerce Anadolu köylüsünü savaşa sokarak oynadığı son kumarı da yitiren Osmanlı Devleti, tarihin gördüğü en

ağır antlaşmalardan birini imzalayacaktır: Mondros ateşkes antlaşması. Hemen arkasından da, İtilaf Devletleri’nin, savaş

sırasında işgal edemedikleri yerleri de işgal etmeye başladıklarını göreceğiz. Sonra da, bu kelimenin tam anlamıyla “haksız

işgallere“ karşı, önce kendiliğinden, sonra örgütlü direnişin başlamasını ve Kurtuluş Savaşı’nı...

a. MONDROS MÜTAREKESİ (30 Ekim 1918): Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi sonucu müttefikleri ile bağlarının kesilmesi ve Wilson ilkelerinin verdiği güvenceler,

Osmanlı’nın teslim olma kararını hızlandırır; 27 Ekim 1918’de İttihatçı hükümet istifa eder, İTC önderleri yurtdışına kaçarlar. 30

Ekim 1918’de Limni adasının Mondros limanında Bahariye Nazırı Rauf Orbay ve İngiliz amirali Caltrophe arasında mütareke

imzalanır. Şartlar bir ateşkes için çok ağırdır; Rauf Bey, barış antlaşmasında şartların hafifletilebileceği umuduyla ve Yunan işgali

tehdidine karşı verilen sözlü teminat sonucu anlaşmayı imzalar.

Önemli Maddeler:

1. Ordu ve donanma teslim ve terhis edilecektir (Doğu cephesinde K. Karabekir bu karara uymayacaktır).

2. Osmanlı elindeki esirleri geri verecekti; İtilaf devletleri ise vermeyecekti.

3. Boğazlar açılacak ve işgal edilecektir.

4. İtilaf devletleri, “güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa” istedikleri bölgeyi işgal edebileceklerdir.(md. 7; en

önemli maddelerden biri: buna göre herhangi bir bahane ile herhangi bir bölge işgal edilebilecekti).

3

Page 9: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

9

5. Vilayet-i Sitte’de (Altı il; Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Sivas) karışıklık çıkarsa bölge işgal edilebilecekti. (md. 24;

Ermenistan projesine önhazırlık maddesi)

6. Tüm limanlar, demiryolları ve haberleşme şebekesi İtilaf denetimine verilecekti. Yeraltı zenginliklerinin ihracı yasaklanır;

itilaf devletlerinin bedava kullanımına sunulur.

Not:İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir atacak, bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta

olduğu Meclis-i Mebusan’ı kapatmakta (12 Aralık 1918) gecikmeyecektir.

Mondros’la birlikte, Osmanlı artık fiilen bitmiştir; anlaşmanın neredeyse tüm maddeleri devletin hükümranlık haklarını

çiğnemektedir…Ülke içinde oluşan tepki, her tarafta Müdafai Hukuk cemiyetlerinin kurularak Türk milletinin çiğnenen haklarını

uluslararası kamuoyuna duyurma çabalarına yolaçacaktır. Bu arada, M. Kemal de mütareke sonrası İstanbul’a gelerek altı yedi ay boyunca başkentte çeşitli çıkış yolları arayacak,

İstanbul’dan umudunu kesince, Anadolu’ya yönelecektir.

b. İŞGALLER BAŞLIYOR: Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında

istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri

bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar. 3 kasım 1918’de İngilizler Musul’u işgal etti. Bu

arada doğuda Ermenistan Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti. 18 Kasım 1918’de İtilaf

devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi. İngilizler Anadolunun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.)

asker yolladılar. Fransızlar Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler. İtalya, Antalya, Konya ve Kuşadası

yörelerini işgal etti. 15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı.

İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları

gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli

anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu

İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap

vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti.

Savaş sürereken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu

Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye

kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü.

Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın

itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir

bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın göz diktiği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresi idi.

İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride

kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete

bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal

isteğini kabul ettirdi. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak

bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. İtalyanlar Yunanistan işgalini hiçbir

zaman tam olarak kabullenemediler ve bu yüzden Kurtuluş Savaşı boyunca Ankara Hükümetine yakın durdular, hatta gizlice

Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan

Sonra yapılan işgaller

4

Page 10: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

10

onu desteklediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu işgal etmeye kalkınca Fransızlar

da yunanistan’ın Anadoludaki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan

çekecektir.

c. KUVAYI MİLLİYE HAREKETİ İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması)

cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin,

aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri

protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar

almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının

başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz.

Bugünkü Türkçe ile “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan gerilla

usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir

ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de

yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler

aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu.

DÜZENLİ ORDU X GERİLLA ORDUSU (çeteler)

DÜZENLİ ORDU X MİLİS KUVVETİ

Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak

ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu.

Profesyonel: yaptığı işin eğitimini görmüş ve bu işi belirli bir ücret karşılığında yapan kimse.

Gerilla Kuvveti: Merkezi bir komutanlığa bağlı olmayan, dağınık küçük birimler halinde kendi insiyatifi ile hareket eden ve

karşısındaki düşmanla vur kaç taktiği ile savaşan (amacı onu kesin yenilgiye uğratmak değil yıpratmak olan) silahlı kuvvetler. Türk

tarihinde bunlar „Milli Çeteler“ olarak geçer.

Milis Kuvveti: Yerel halktan katılan gönüllülerden oluşan silahlı kuvvetler. Gerilla kuvvetleri genellikle bunlardan oluşur. Yani

gerilla kuvvetleri genellikle aynı zamanda milis kuvvetleri niteliği taşır.

Gerilla/Milis kuvvetlerinin ihtiyaçları devlet tarafından değil yerel halk tarafından karşılanır.

Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız

kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı

savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini

görüyoruz. Ancak gerilla kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin

zafer kazanması mümkün değildir. Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun

vadede onun ilerleyişini durduramaz.

Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu

durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna

karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve

silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre

durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir

şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında

ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu

yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu

yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır.

ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA (Dikkat! Yukarıdaki bilgiler aşağıdaki soruları yanıtlamanız için yeterli

olmayabilir. Bu durumda ???)

1.Birinci haritada (1.) yer alan tarihleri kullanarak Osm İmp’dan kopan devletleri ve ayrıntıları gösteren kronolojik

bir tablo hazırlayınız. Nasıl olacağını siz belirleyeceksiniz.

2.1914 öncesi ve sonrası haritaları (2. ve 3. ) karşılaştırarak Avrupa’da nelerin değiştiğini saptayıp yazınız.

3. Osm İmp’nun savaştığı cephelerin isimlerini birinci harita (1.) üzerine yazarak gösteriniz.

4.“Self Determinasyon ilkesi”ni Osmanlılar açısından araştırınız. Bu ilke esas olarak Osm’ın aleyhine midir, lehine

mi?

5.”Manda ve Himaye Sistemi”ni araştırınız. Sizce bu sisteme “yeni sömürgecilik” denilebilir mi? Örneklendiriniz…

6.İşgal haritasına bakınız (4.) Kim nereleri almış. Bir coğrafya haritasından da yararlanarak hangi devletlere hangi

bölge ve şehirlerin düştüğünü saptayıp yazınız.

7.Yunanlılar İzmir’de ne arıyor??? Açıklayınız.

8. Limni Adası nerede? Coğrafi açıdan tarif ediniz.

9.Kuvayı Milliye Hareketi nedir? Tanım cümlesi yazınız.

LİMNİ

Page 11: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

11

II.BÖLÜM: ÜLKE İÇİNDEKİ DURUM… ŞİMDİ NE OLACAK? (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)

Savaşın kaybedilmesi üzerine, iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisinin liderleri (Enver, Cemal, Talat Paşalar)

ülkeyi terk etti ve birkaç gün sonra da parti kendisini feshetti. İttihat ve Terakki partisinin bu davranışının altında iki neden

yatmaktaydı: Birincisi, partinin önde gelenleri savaş suçlusu ve “Ermeni Tehciri” sorumluları olarak cezalandırılmaktan

korkuyorlardı; ikincisi, kendileri iktidarda olursa, Osmanlı devletinin uygun bir barış anlaşması imzalayamayacağını

düşünüyorlardı. Bunun üzerine padişah (VI. Mehmet Vahdettin) Ahmet İzzet Paşa başkanlığında içinde İttihatçı bakanların da

bulunduğu ama ittihatçı olmayan bir hükümet kurdurdu.

Herkesin sorduğu soru şuydu: Şimdi ne olacak? Ancak kimsenin kafasında bu sorunun net

bir cevabı yoktu. Ortada tam bir belirsizlik vardı. Yenilen devletlerle yapılacak barışla ilgili hazırlıklar

başlamıştı Avrupa’da ama henüz Osmanlı ile ilgili ne düşünülüyordu kimse bilmiyordu. Osmanlı

devletinin eski sınırlarını koruyamayacağı belliydi. O halde, yeni sınırlar nasıl, hangi ölçüte göre

belirlenecekti? Bu konuda, herkesin aklına ilk önce Wilson Prensipleri geliyordu. ABD Başkanı

Wilson ülkesini savaşa sokarken savaş sonrası Dünya düzenine ilişkin olarak ortaya attığı bu

prensiplerde, yenilen devletlerin sınırlarının “milliyet prensibi”ne göre belirleneceğini öngörmüştü.

Bu durumda yapılacak en iyi iş, Osmanlının elinde kalan topraklarda Türklerin büyük çoğunluğu

oluşturduğunu göstermekti. Yalnız şunu unutmamak gerekir, bu yıllarda “Türk” kelimesi fazla

kullanılmıyordu. Bunun Osmanlı vatandaşı olup da Türk olmayan Müslümanların küstürülmesine yol

açacağından korkulduğu için daha çok “Osmanlı-İslam” ifadesi kullanılıyordu. Diğer bir değişle,

Ateşkes sınırları içinde kalan bölgede yaşayan bütün Müslümanlar tek bir millet olarak

tanımlanıyordu. Yüzyılların yerleştirdiği bir alışkanlıkla, bunlar gerçekten de kendilerini bir millet “İslam

milleti” olarak görüyorlardı.

Diğer yandan, gayri-müslim etnik grupların da

belirli bölgelerde hak iddiası vardı. Ermeniler Doğu

Anadolu ve Kilikya, Rumlar ise Doğu Karadeniz ve

Ege bölgelerinde çoğunluk oldukları iddiasında

bulunuyorlardı. Üstelik, I. Dünya Savaşı sırasında

İttihat ve Terakki yönetiminin kendilerine yaptıkları

haksızlıkları hak iddialarını kuvvetlendirici bir delil

olarak da kullanıyorlardı (bakınız: Ermeni Tehciri

Sorunu).

Böylece, bir yandan İstanbul’da Osmanlı

aydınları Wilson prensiplerini savunan cemiyetler

kurarken, Anadolu’nun bazı bölgelerinde de yine

Wilson Prensiplerini referans alan cemiyetler

kuruluyordu. Anadolu’da kurulan bu cemiyetler,

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adıyla bilinir. Bu

cemiyetler, ilgili oldukları bölgede Osmanlı-İslam

unsurunun çoğunlukta olduğunu, dolayısıyla ülkeden

koparılamayacağını savunan ve bu amaçla yasal siyasal mücadele veren derneklerdir. Bunların kuruldukları yerlere

baktığımızda, bu yerlerin hepsi üzerinde de gayri müslim etnik grupların hak iddia ettiğini görürüz (Trakya, İzmir, Doğu

Anadolu, Kilikya, Trabzon).

Bu arada Mondros Ateşkes Anlaşmasının İtilaf devletlerine güvenliklerini tehlikede gördükleri durumda ülkenin

istedikleri yerine asker çıkartabileceklerini öngören ünlü 7. Maddesine dayanarak, İstanbul’a,

Adana ve Antalya bölgelerine İtilaf devletlerinin askerleri çıkmıştır. Buna rağmen, ne

İstanbul’da ne de Anadolu’da büyük bir karamsarlık yoktur. İnsanlar biran önce adil bir barış

yapılıp normal yaşama dönüleceğini ummaktadır. Bu nispeten iyimser havayı bir olay

bütünüyle değiştirir. 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunanistan tarafından işgal edilir. Üstelik

bu işgal İtilaf devletlerinin onayı ile gerçekleşmiştir. Yine aynı sıralarda Adana ve yöresinde

Fransız ordusunun ardından yörenin I. Dünya Savaşı sırasında sürülmüş Ermeni nüfusu geri

dönmeye başlamıştır. Bu nedenle Maraş, Antep ve Urfa gibi kentlerde silahlı çatışmalar

başlar. Bunu İzmir çevresinde Yunanistan işgal ordusuna karşı benzer silahlı direniş

hareketleri izler. Böylece, 1) adil bir barış ümidi kaybolmaya başladığı gibi, Anadolu’nun

bütününün de Osmanlının elinde kalmasının güç olduğu anlaşılmış, 2) Ve ilk kez halk bazı

yörelerde direnişe geçmiştir. Ancak bu direniş, İtilaf devletlerinin işgaline karşı değil,

Yunanistan ordusuna ve Ermeni milis kuvvetlerine karşıdır. Bunun anlamı şudur: Anadolu

halkı, itilaf devletlerinin işgalinin geçici olduğunu düşünmektedir, Yunanistan’ın ve Ermenilerin ise işgal ettikleri bölgeleri Osmanlıdan ayırarak oralardaki Müslümanları kovacaklarına inanmaktadır.

1919 yılı aynı zamanda Paris’te barış görüşmelerinin başlayışına tanıklık eder. 1920 yılı ilkbaharına kadar süren barış

görüşmelerinde Osmanlı dışındaki yenilen devletlerle barış anlaşmaları imzalanmıştır. Osmanlı özellikle sona bırakılmıştır.

Çünkü Osmanlı ile ilgili sorunlar diğerlerinden çok daha karmaşıktır. Diğer devletlerle yapılan barış anlaşmalarında izlenen

Cemal Paşa

Sultan Reşat ve Enver paşa, Alman Kayzeri’nin ziyareti sırasında Çanakkale’de

ABD Başkanı Wilson

Page 12: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

12

Sykes-Picot Ant’a göre Ortadoğu

yöntem Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının kötümserliğini daha da artırmıştır. Çünkü, bu görüşmelerde yenilen

devletlere hiç söz hakkı verilmemekte, bütün kararlar galip devletler tarafından alınmakta ve hazırlanan nihai metin yenilen

devletlerin önüne konmaktadır.

Wilson İlkeleri görünüşte gözetilmekle birlikte, hep yenilen devletlerin aleyhine yorumlanmıştır (Örneğin, Çeklere

kendi kaderini tayin hakkı verilip şimdiki Çek Cumhuriyeti kurulurken bu cumhuriyet içinde kalan milyonlarca Almana bu hak

tanınmamıştır. Aynı şekilde, Avusturya-Macaristan içinde Romenlerin yoğun olarak yaşadığı Transilvanya bölgesi Romanya’ya

verilirken bu ilkeye uyulmuş, ancak yine aynı bölgede yaşayan Macarlara hangi ülkeye bağlı olmak istedikleri sorulmamıştır.)

Ayrıca, bazı noktalarda Wilson prensipleri kesinlikle bir kenara itilmiştir. Örneğin savaş tazminatları konusu. Almanya’dan

ülke ekonomisinin kaldıramayacağı kadar büyük savaş tazminatı istenmiştir. Almanya bu yük nedeniyle 1920’li yılların

ortalarına kadar ekonomisini düzeltememiştir.

Osmanlı ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde ise, Anadolu bir tarafa İstanbul’un bile Osmanlıda kalıp kalmaması

gerektiği tartışılmaktadır. Osmanlının avantaj denilebilirse, tek bir avantajı vardır, o da İtilaf devletleri arasında Osmanlı

üzerindeki çıkar çatışması. Diğer devletlere nazaran Osmanlı ile ilgili barışın sonuçlandırılamamasının temel nedeni bu çıkar

çatışmalarıdır.

İtilaf devletleri I. Dünya Savaşı sırasında aralarında

savaş sonrasında Osmanlı topraklarının bölüşülmesi

konusunda ikili anlaşmalar yapmışlardır. Buna göre,

Arapların yaşadığı topraklar büyük bölümü İngiltere’ye

verilmek üzere İngiltere ile Fransa arasında bölüşülecek,

ayrıca Anadolu’da Kilikya bölgesi Sivas’a kadar Fransa’ya,

Akdeniz bölgesi batıda İzmir kuzeyde Konya’ya kadar

İtalya’ya verilecektir. Doğu Anadolu ile Boğazlar ise

Rusya’nın payına düşecektir. Rusya’nın Bolşevik Devrimi ile

birlikte savaştan çekilmesi onun payına düşen yerler

konusunu boşlukta bırakmıştır. Ayrıca, savaşın sonlarına

doğru savaşa katılan Yunanistan da bu bölüşümden pay

istemektedir. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti

kurulması konusunda anlaşırlar. İngiltere ile Fransa’ya düşen

yerler sorunu da halledilir. Ancak İtalya ve Yunanistan’ın

payları ile Boğazlar ve İstanbul’un geleceği konusu

çözülemez. İtilaf devletlerinin lideri konumundaki İngiltere,

İtalya’ya vadedilen bölgenin önemli bir kısmını Yunanistan’a

vermeyi istemektedir. Çünkü, güçlü bir devlet olan İtalya

gelecekte bu bölgede İngiliz çıkarlarına engel olabilir. Küçük bir

devlet olan ve buradaki varlığı için hep İngiltere’nin

desteğine muhtaç bulunan Yunanistan ise tam tersine bölgede İngiliz çıkarlarının koruyucusu olacaktır.

Bu arada, herkes Ermenistan kurulması konusunda hemfikirdir ancak Ermenilere nasıl

yardım edileceği sorunu çözülmemiştir. Ermeniler tek başlarına

böyle bir devlet kurabilecek durumda değillerdir. Osmanlının

elimde kalan tek güçlü askeri birlik Doğu Anadolu’da

bulunmaktadır (Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu).

Dolayısıyla birilerinin o bölgede Ermenilere ciddi bir askeri

destekte bulunması gerekmektedir. Bölgenin uzaklığı ve coğrafi

yapısı düşünüldüğünde bu oldukça önemli kayıplarla sonuçlanacak

bir askeri hareket anlamına gelmektedir. Hiçbir ülke Ermeniler için

böyle bir maceraya yanaşmaz. Ermenilere yardım konusunda başta

en ciddi aday ABD’dir. Ancak Amerikan kamuoyu ABD’nin bu

bölgedeki olaylara karışmasını istemez ve ABD 1920 yılı içinde

dünya siyasetinden elini eteğini çeker, bu tip sorunlara doğrudan

bulaşmama siyasetini benimser.

İtilaf devletleri bu durumda iken o sırada Osmanlıyı temsil

eden padişah ve İstanbul hükümetleri İtilaf devletlerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan ve

kararsızlıklardan yararlanarak mümkün olduğunca elverişli bir barış anlaşmasına ulaşmaya çalışırlar. İttihat ve Terakki’nin

iktidardan gitmesinden sonra devletin en güçlü kişisi durumundaki padişah Vahdettin İngilizleri etkilemeye çalışmaktadır. Bu

doğrultuda şu iki kozu kullanmaya çalışır: 1) Hilafet makamı, 2) Bolşevik korkusu. O sırada Britanya İmparatorluğuna bağlı

sömürgelerde yüzmilyonlarca Müslüman yaşamaktadır (özellikle Hindistan ve Mısır). Teoride Osmanlı padişahı bu

Müslümanların da halifesidir. II. Abdülhamit ve I. Dünya savaşı yıllarında padişahların bu unvanından yararlanılmaya

çalışılmış, bu sömürgelere ajanlar gönderilmiş, hatta ayaklanmalar çıkarılmaya çalışılmış ama fazla başarılı olunamamıştır.

Buna rağmen, halifenin bu Müslümanlar üzerinde hiç etkisi olmadığını söylemek de mümkün değildir. Buralardaki

Müslümanların en azından okumuş kesiminin Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi konusunda belirli bir duyarlılığa sahip

olduğunu kabul etmek gerekir. Diğer bir deyişle, sömürgelerdeki Müslüman kamuoyu Osmanlının haksızlığa uğramasını

istememektedir.

SSCB propaganda afişi

Son Osmanlı padişahı Vahdettin

1

Page 13: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

13

Padişah Vahdettin İngiltere’ye bu Müslümanlar üzerindeki etkisini İngiltere yararına kullanmayı teklif etmektedir.

İngiltere Osmanlı için adil bir barış hazırlarsa, padişah da İngiltere’nin yönetimindeki Müslümanlara İngiltere’ye bağlı

kalmalarını, İngiliz kanunlarına uymalarını v.b. telkin edecektir. Bu sıralarda İtilaf devletlerinin en büyük korkusu Bolşevik

Devrimi’nin yayılmasıdır. İngiltere ve Fransa Bolşevik Devrimi’ni boğmak için devrim karşıtı Rus generallerinin ordularına

para, silah ve asker yardımı yapmaktadırlar. Ancak Bolşevikler gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve karşı devrimci orduları

bozguna uğratmaktadırlar. Bu arada Kafkasya’ya da yeniden egemen olmak üzeredirler. Kafkasya Bolşevikler ile Osmanlı’nın

sınırıdır. Eğer Osmanlı Bolşeviklerle anlaşırsa Anadolu da Bolşevik etkisine girecek demektir. Bu da itilaf devletlerinin

özellikle de İngiltere’nin en son isteyeceği şeydir. Oysa tam tersine güçlü bir Osmanlı bu bölgede Bolşeviklere karşı bir engel

de oluşturabilir. İşte Vahdettin’in İngiltere’yi etkilemek için öne sürdüğü ikinci görüş de budur: Eğer adil bir barış olursa, bu bölgede Bolşevikliğin yayılmasını engeller, sizin çıkarlarınızın koruyucusu ya da jandarmanız oluruz. Ancak, Sevr Anlaşması

Osmanlı devletinin önüne konulduğunda Vahdettin’in politikasının işe yaramadığı anlaşılacaktı.

Fakat Padişah Vahdettin İngiltere’ye o kadar güveniyordu ki, İzmir’in Yunanistan tarafından işgalinden sonra bile

tutumunu değiştirmedi. Oysa başlangıçta, diplomasi yoluyla herşeyin çözülebileceğine ve uygun bir barış sağlanabileceğine

inanan insanların büyük çoğunluğu artık ulusal bir direniş mücadelesi vermek gerektiğine inanmaya başlamıştı. Anadolu’nun

işgal tehdidi altındaki bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri öncülüğünde kongreler yapılmaya, hatta silahlı milis

kuvvetleri oluşturulmaya (Kuva-yı milliye) başlamıştı. İstanbul’daki birçok aydın da Anadolu’ya geçiyordu. Bu sırada Osmanlı

aydınları içinde ne yapılması gerektiği konusundaki tavırlarına göre iki grup ayırt ediliyordu. Artık azınlıkta kalmış olan

ama padişah Vahdettin ve Osmanlı hükümetlerince desteklenen gruba göre: Yasal hükümetten bağımsız bir hareket yanlıştı.

Hele silahlı bir direniş ülkeyi daha da kötü bir sonuca götürürdü. Yapılması gereken, diplomatik görüşmeler yoluyla bir an önce

elverişli bir barış anlaşması imzalamaya çalışmak, bu arada İtilaf devletlerini kızdıracak hiçbir şey yapmamak. Diğerleri ise

(özellikle İzmir’in işgalinden sonra çoğunluk olmuştu) gerekirse silahlı bir direniş hareketine başlamaktan yanaydı.

ÇALIŞMA, TARTIŞMA, ARAŞTIRMA

1.Metne göre: Üç Paşaların kaçış nedenleri nelerdir?

2.Metne göre: Wilson Prensipleri Türkleri hangi açılardan ilgilendirmektedir?

3.O dönemde Türkler “millet” tanımını nasıl, hangi kritere göre yapmaktadır? Neden?

4.Enver Paşa’nın resmi hangi tarihte çekilmiş olabilir? Sadece bu resimden yola çıkarak ne tür

saptamalar yapılabilir?

5.Müdafa-i Hukuk Grupları ile Kuvayı Milliye Çeteleri ararsındaki temel farkları saptayınız.

6.“1” Nolu haritaya göre Ortadoğu’nun geleceği nasıl planlanmıştır?

7.SSCB’nin propaganda afişindeki yazıları okuyamıyoruz. Ama salt resme bakarak ne gibi

sonuçlar çıkarabilirsiniz? Deneyiniz.

8.1918 sonrasında Osmanlı İmp’u içinde ortaya atılan temel çözüm önerileri nelerdir? Bu

önerileri kimler temsil etmektedir? Metni analiz ederek yanıtlayınız.

9.”2”Nolu haritada dinlerin yayılma alanı çok net değildir. Araştırma yaparak haritayı

renklendirin. Hangi dinler hangi bölgelerdedir…? Başka bir harita da çizebilirsiniz.

2

Page 14: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

14

3.BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELE:HAZIRLIK AŞAMASI (19 Mayıs 1919 - 23 Nisan 1920) (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)

İşgallere karşı “kendiliğinden“ denebilecek, yani nispeten dezorganize

bir direnişin başladığını belirtmiştik. İki boyutlu bir mücadele söz konusuydu.

-Siyasal mücadele; propaganda... Bunu, yasal dernekler yürütüyor, çeşitli

yörelerde yerel kongreler toplanıyor ve ulusal ve uluslararası platformda

“Osmanlı-Müslüman halkın“ self-determinasyon hakkı savunuluyor, işgallerin

haksızlığı vurgulanıyor, miting ve gösteriler örgütleniyordu.

-Silahlı direniş... Bir tür gerilla savaşı.. Mücadelenin bu yasadışı ve ölüm riski

içeren boyutunu ise, yukarıda anlatılan Kuvvacılar üstlenmişti. MHC’lerle el

altından ilişki içindeki bu “çeteler“ işgalcileri vur-kaç saldırılarıyla yıpratmaya

çalışıyorlardı.

Fakat, çok temel bir sorun, önderlik problemi, lider kadro

problemiydi. Bu sorun Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişine kadar, henüz

çözülmemişti. Tam da bu yüzden, Milli Mücadele, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip direnişi yönetmeye başladığı 19 Mayıs

1919 günü başlamış kabul edilir: Milli Mücadele’nin simgesel başlangıç tarihi bu nedenle 19 Mayıs 1919’dur.

a.MUSTAFA KEMAL’İN ANADOLUYA GEÇİŞİ:

19 Mayıs 1919 - M. Kemal Samsun’da:

Mustafa Kemal Paşa, I. Dünya Savaşı bittikten sonra ordusu

dağıtılan bir komutan olarak İstanbul’a gelmişti. Savaşın bitiminden

Anadolu’ya geçtiği tarihe kadar geçen sürede İstanbul’da sarayı ve

hükümeti etkilemeye, onların kuvayı milliye yanlısı bir tutum

takınmalarını sağlamaya çalışmıştı. O sırada İstanbul’da devletin ne

yapması gerektiğine dair üç farklı görüş ve üç farklı grup ortaya çıkmıştı.

Birinciler, kayıtsız

şartsız bir teslimiyet

öngörüyorlardı. Bunlara göre, İtilaf devletlerinin her dediği harfiyen yerine

getirilmeli ve onların uygun göreceği barış anlaşması bir an önce imzalanarak

normal yaşama dönülmeliydi. İtilaf devletlerinin tepkisini çekecek her hareket

daha da kötü sonuçlar doğuracak ve elde kalan toprakların da yitirilmesine yol

açacaktı. Bu görüşü savunanların büyük kısmı büyük bir devletin manda

yönetimini kabul etmeye de razıydılar. İkinciler ve üçüncüler ise İtilaf

devletlerinin haksız uygulamalarına ve işgallere karşı direnilmesini gerekirse

silaha sarılınmasını savunuyorlardı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini kuranlar

ve kuva-yı milliye birliklerini oluşturanlar bunlardandı. İkinciler ile üçüncüleri

ayıran nokta, bir grup eski İttihat ve Terakki yöneticilerinden oluşurken

diğerlerinin bazıları İttihat ve terakki içinde yer almış da olsa İttihat ve

Terakki yöneticilerine muhalif kimselerden oluşmasıydı.

İşte Mustafa Kemal bu sonuncu gruptandı.

Mustafa Kemal İstanbul’da bulunduğu sıralarda, burada bir şey yapılamayacağını farketti. Hükümeti ve padişahı etkileme

yönündeki çabaları önemli bir sonuç vermemişti. Anadolu’ya geçip burada bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu artık. Ancak

bu geçiş nasıl olacaktı?

Resmi bir görevle Anadolu’ya geçmenin yollarını araştırdı ve bürokraside önemli görevlerde bulunan arkadaşları sayesinde

padişahı da ikna ederek, kendisinin çok geniş yetkilerle merkezi Erzurum’da bulunan 9. Ordu Müfettişliğine atanmasını sağladı.

Mustafa Kemal Nutuk’ta bu göreve atanması ile ilgili şunları söylemektedir:

“Bu geniş yetkinin beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş

olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bana bu yetkiyi bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa

olsun, bana, benim İstanbul’dan uzaklaştırılmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun dolaylarındaki güvensizlik olaylarını

yerinde görüp tedbir almak üzere, Samsun’a kadar gitmek idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi

olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı

bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim

yazdırdım.”

Milli çeteler

M.Kemal ve arkadaşları mücadelenin başlarında

Page 15: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

15

9.Ordu Müfettişi olarak resmi görevi: Karadeniz bölgesinde asayişi sağlamak. Saldırılarda bulunan silahlı Türk çetelerine engel

olmak, onları silahsızlandırmak vb.

Yetkileri: Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Erzincan, Samsun vilayetleri ile bunlara komşu Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara,

Kastamonu vilayetlerinin sivil ve asker tüm yöneticilerini denetleme. Bütün bu yöneticiler M. Kemal’in emirlerini yerine

getirmek zorunda. Bu demektir ki, bütün Orta ve Doğu Anadolu’da en yetkili kişi M. Kemal!!

Soru: Osmanlı yönetimi M. Kemal’e bu olağanüstü yetkileri neden vermiş olabilir? Onu İstanbul’dan uzaklaştırabilmek için verilen bir taviz (mi?)... (Nutuk’ta ileri sürülen gerekçe budur)

M. Kemal’in I. dünya savaşında kazandığı şöhretin etkisi, dolayısıyla ondan başka bu görevi yürütecek alternatif kişinin

olmaması (mı?).

M. Kemal’in İttihatçıların suçlarına bulaşmamış olması dolayısıyla İtilaf Devletlerinin itiraz etmeyeceği bir kişi olması

(mı?).

Vahdettin ile daha önceden kurduğu iyi ilişkiler… Dolayısıyla padişahın M.Kemal’in kendisine ihanet etmeyeceğine

inanması, ona güvenmesi (mi?).

Vahdettin’in milli mücadeleyi örgütlemesi için bilerek/isteyerek M.Kemal’i Anadolu’ya göndermesi (mi?) ki bu görüşü

savunanlar da vardır.

Mustafa Kemal’in İlk uygulamaları:

1) Bütün ülkedeki henüz dağıtılmamış askeri

birliklerle ilişki kurarak birliklerin dağıtılmasını ve

silahların İtilaf devletlerine teslim edilmesini

önlemeye çalışır. (Henüz dağıtılmamış birlikler

arasında en büyüğü Erzurum bölgesinde bulunan

Kazım Karabekir komutasındaki 9. Kolordudur.

Kazım Karabekir Mondros Ateşkes Anlaşması

hükümlerine rağmen kolordusunu dağıtmayı

reddetmiştir.) Ülkedeki Müdafaai Hukuk

Cemiyetleri ile ilişki kurup onları bölgesel

kurtuluş görüşünden ulusal kurtuluş görüşüne

geçmeye ikna etmeye çalışır.

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu

müfettişliği görevi ile Samsun’a çıkana kadar Kuva-yı Milliye Hareketi bir liderden ve merkezi bir yönetimden yoksundu.

Ülkenin işgal tehdidi altında bulunan çeşitli yörelerinde kurulmuş Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve bunların desteği ile

oluşturulmuş silahlı kuva-yı milliye birlikleri birbirlerinden kopuk bir biçimde ve yalnızca kendi bölgelerinin bağımsızlığı için

mücadele ediyorlardı.

Sultanahmet Mitingi

Page 16: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

16

AMASYA GENELGESİ (22 haziran 1919)

Hazırlayanlar: M. Kemal, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele,

(telgraf onayıyla) Kazım Karabekir..

Dikkat! 1) Hepsi asker 2) Rauf Orbay, Mondros Mütarekesini imzalayan

kişi.

Maddeler:

Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

İstanbul hükümeti sorumluluğunu yerine getirememektedir.

Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı belirleyecektir.

Milletin haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etkiden ve

kontrolden uzak, bir milli kurulun varlığı gerekmektedir.

Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir

kongrenin toplanması gerekmektedir.

Bunun için her vilayet ve sancaktan milletin güvenini kazanmış üç

temsilcinin seçilerek hemen yola çıkması gerekmektedir.

Bunun milli bir sır olarak tutulması gerekmektedir.

Genelge: Resmi makamlar arasında üst makamın alt makamlara

gönderdiği emir niteliğinde genel duyuru. Dikkat! Kamuoyuna açık bir

duyuru değil, resmi makamlar arasında bir haberleşme.

Soru: Kongrenin niye bir sır olarak saklanması isteniyor. Kimin

öğrenmesinden korkuluyor?.

Amasya genelgesinden sonra, M. Kemal’in İstanbul hükümeti ile bağları kopar. Geri çağırılır. Kabul etmez. Bu kez

görevden alınır. Bunun üzerine o da istifa ettiğini ve mücadelesine bir sivil olarak devam edeceğini açıklar. Artık, statü olarak

işsiz ve yasadışı bir konumdadır.Ancak, bir kaç sıkıntılı gün geçirmek dışında, bu durum Mustafa Kemal’in konumunda fazla

bir değişiklik yapmaz. Ordudaki komutanların büyük çoğunluğu ona bağlılıklarını devam ettirirler. Sivil yöneticilerin önemli

bir bölümü için de geçerlidir bu.

ÖNEMİ:

İlk kez iktidarın millette olduğundan, yani “milli egemenlik” ilkesinden söz edilmiş.

Milli Mücadelenin planı ortaya atılmış.

İstanbul hükümetine alternatif bir iktidar odağının başlangıcı ifade edilmiş.Yani kurtuluş için İstanbul hükümetinden ümit

kesilmiş.

Ancak bu İstanbul Hükümeti’nin tanınmadığı anlamına gelmez henüz. Padişah ve halife hala devletin başı kabul

edilmektedir. Burada sorun onların bir şey yapamayacak durumda olmalarıdır. Çünkü işgal kuvvetlerinin elinde esir

oldukları düşünülmektedir.

Tartışma sorusu: Bu genelgeyi İstanbul hükümeti açısından düşünürseniz nasıl değerlendirirsiniz? Diğer bir deyişle, siz padişah

ve İstanbul hükümetinin yerinde olsaydınız bu genelgeyi nasıl değerlendirirdiniz, nasıl bir tutum takınırdınız? Yasa dışı bir

hareket, hatta bir isyan teşebbüsü olarak değerlendirilebilir mi? Peki nasıl çözülecek bu sorun?

Halide Edip ve M.Kemal

ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA… (aralardaki sorulara ilaveten…)

1.Dilsiz harita üzerine a) metinde geçen yer adlarını işleyiniz. b)M.Kemal’in İstanbul’da başlayan

“….. “ şehrinde noktalanan, “savaşa hazırlık gezileri”nin rotasını ve gittiği yerlerin isimlerini gezi

sırasına göre işleyiniz. Haritanın yanına lejand hazırlayabilirsiniz.

2.Vapur fotoğrafının alt yazısını siz yazınız.

3.Sultanahmet Mitingi’nin ve Halide Edip’in resimleri buraya neden konmuş olabilir? Araştırarak

yazınız.

4.Sizce Amasya Genelgesi’ndeki en önemli madde hangisidir? Neden?

5.Metinde “Amasya Genelgesi’nde milli mücadelenin planı ortaya atılmıştır” deniyor. Bu plan

nedir? Nasıldır? Açıklayınız.

6.Kurtuluş Savaşı’nın “liderleri” konusunda neler düşünüyorsunuz? Bazı isimler bu metinde

geçiyor. Her şeyden önce kimdir bunlar? Araştırma yaparak yanıtlayınız..

7.Milli çeteler fotoğrafı ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Gördüklerinizi yorumlayınız.

Page 17: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

17

IV. BÖLÜM: KONGERELER ve MİSAKI MİLLİ (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)

a.ERZURUM KONGRESİ (23 temuz-7Ağustos 1919)

Ulusal direnişi örgütleyen iki büyük kongreden biri olan Erzurum Kongresi’ni Şarki Anadolu Mudafaa-i Hukuk

Cemiyeti’nin (Doğu Anadolu Müüdafai Hukuk Cemiyeti) Erzurum şubesi düzenlemiştir. Bu kongrenin düzenlenmesinde

ve kongreye M.Kemal Paşa’nın çağırılmasında 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşanın rolü büyüktür.

Kongre 54 delegenin katılımı ile açılmıştır. Bu delegelerin 23’ü Erzurum’dan geri kalanları da Bitlis, Van, Sivas ve

Trabzon’dan gelmiştir. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegelerinin katılımı İstanbul hükümetine bağlı yerel yöneticiler

tarafından engellenmiştir.

Alınan Önemli Kararlar:

1) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür.

2) Bu bütün içerisinde bulunan doğu illerimiz yabancı işgaline karşı tüm ulusla birlikte haklarını savunacaktır.

3) Osmanlı Hükümeti, doğu illerinin ve vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa, bunun gerçekleşmesi için geçici bir

hükümet kurulacaktır. Bu hükümeti de ulusal bir kongre seçecektir. Kongre toplanmamış ise , bu seçimi Heyet-i

Temsiliye yapacaktır.

4) Kuva-yı Milliyeyi amil (etken) ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.

5) Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez, egemenlik ve ayrıcalık

tanınamaz.

6) Manda ve himaye kabul olunamaz.

7) Mebusan Meclisi’nin hemen toplanmasına çalışılacaktır.

Kongre 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarını tamamladı. Heyetin başkanlığına M. Kemal getirildi. Heyetin

görevi, kongre kararlarını uygulamaktı.

Soru: “Milli sınırlar denilirken ne kastediliyor? O zaman ülkenin milli sınırları nereleri kapsıyor?

Araştırma: Uluslararası hukuk ne diyor olabilir bu konuda?

Önemi:

1) Kongre yalnız Doğu Anadoluyu kapsamakla, yani yerel olmakla birlikte kararlarının içeriği bakımından genel ya da

ulusal bir nitelik taşır. Diğer bir değişle şeklen bölgesel, aldığı kararlar bakımından geneldir.

2) Yeni bir hükümetin kurulması düşüncesi ilk kez bu kongrede dile getirildi. Heyet-I Temsiliye pratikte alternatif bir

hükümet işlevi üstlendi. Böylece, ilk kez İstanbul’a alternatif bir iktidar odağı oluşmaya başladı.

3) Herhangi bir ülkenin güdüm ve koruyuculuğunun reddedilerek bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine ilk

kez bu kongrede karar verilmiştir.

Peki, siz İstanbul hükümeti olsaydınız bu durumda ne yapardınız?

D. Ferit ne yaptı? Kongreyi kanunsuz saydı. Bu durumun önlenmes için valilere yazılar gönderdi, ama bu emirleri kimse

dinlemedi.

Zaten bu sıralarda Batı Anadolu’da da benzer kongreler düzenlenmekteydi:

Balıkesir Kongresi (26-30 Temmuz 1919)

Alaşehir Kongresi (26-30 Ağustos 1919) gibi...

Sözkonusu kongrelerin Doğu Anadolu’da ve Ege’de düzenlenmesinin anlamı ne olabilir? Ne dersiniz?

Neden en çok bu yöreler halkı telaşlanmış olabilir?

Page 18: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

18

b. SİVAS KONGRESİ (4-11 Eylül 1919)

Bu kongre, Milli direnişin en önemli sıçrama anlarından biridir. Amasya’dan yani baştan beri amaç bu kongreydi, yani

bütün ülkeyi temsil edecek bir kongre. Dağınık cemiyetleri tek çatı altında toplayacak, deyim yerindeyse bir Ulusal

Direniş Partisi’nin kurulacağı bir kongre...

Kararlar:

1) Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildi. Yalnız “Doğu Anadolu” ifadesi”yurdun tümü” olarak

değiştirildi.

2) Bütün MHC’ler, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adıyla tek bir çatı altında birleştirildi.

3) ARMHC’nin yürütme organı olarak bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına M. Kemal getirildi.

4) uzun tartışmalardan sonra manda ve himaye seçenekleri reddedildi.

5) Ülkenin sınırlarının ne olacağı konusu netlik kazandı. Ateşkes anlaşması sırasındaki sınırlar.

6) Mebusan Meclisinin hemen açılması gerektiği belirtildi.

Sonuçlar, gelişmeler:

1) Ulusal direniş hareketi tek bir merkezde, tek bir önderlik altında birleşmiş oldu.

2) Ülkede İkili iktidar yapısı ortaya çıktı.

3) İstanbul hükümeti hemen seçimler yapılarak Mebusan Meclisi’nin yeniden açılması için çalışmaya başlamak zorunda

kaldı.

4) İstanbul’da iktidar şahinlerden güvercinlere geçti: D. Ferit Hükümetinin yerine A. Rıza Paşa hükümetinin kurulması.

Soru: Ülkede ikili bir iktidar yapısı ortaya çıktı derken ne kastedilmektedir?

Soru:İktidar şahinlerden güvercinlere geçti derken ne kastedilmektedir?

c.AMASYA GÖRÜŞMESİ (20-22 Ekİm 1919) : Siyasi Çözüm Denemesi.

Araştırma: İmzalanan protokol (bkz. Ansiklopedilerde var)

Damat Ferit hem iç politikada hem dış politikada başarısız. Paris’te süren barış görüşmelerinde kendisine çok kaba

davranıldı. Uzlaşma siyasetinin bir sonuç vermediği görüldü. Mustafa Kemal’in çalışmalarını engelleyemedi.İstifa etmek

zorunda kaldı. Milliyetçilerden yana olan Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu ve bu hükümet, Anadolu’daki isyancılarla yani

ARMHC ile görüşme kararı aldı.

Kim bu DAMAT FERİT?

İngiliz taraftarı

İtilaf Devletleriyle Uzlaşma yanlısı, hatta teslimiyetçi

ittihatçı karşıtı

Liberallerin büyük bölümünün içinde yer aldığı Hürriyet ve itilaf Partisi’nin önderi konumunda.

Soru ve tartışma: Neden böyle davranıyor, ne düşünüyor olabilir? Kötülük olsun diye mi? Gelecek

öngörüsü mü?

Ne dersiniz?

ARMHC Temsil Heyeti ile, İstanbul Hükümeti’ni temsilen, Bahriye Nazırı Salih Paşa arasındaki görüşmede, İstanbul o

güne dek yasadışı ilan etmiş olduğu ARMHC ile masaya oturarak, M. Kemal ve arkadaşlarını muhatap kabul eder; bu,

ARMHC ve M. Kemal için -beş ayda elde edilmiş- ciddi bir siyasi başarıdır.

İstanbul Hükümeti Sivas Kongresinde kabul edilen programı benimsiyor; Kemal ve arkadaşları ise İstanbul Hükümeti’ni

en yüksek otorite olarak tanıyordu.

Salih Paşa hükümete protokolün tamamını kabul ettiremedi. Ama en azından Armhc’nin de katılabileceği seçimler

sonucunda Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını kabul ettirdi.

Bu da M. Kemal için önemli bir siyasi zafer.

Page 19: 20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN ......çıkmıtı. Bu kutuplamanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı payla ma kavgası,

19

d.TEMSİL HEYETİNİN ANKARA’YA GELİŞİ (27 Aralık 1919)

Milli Mücadele‘nin beyin takımı neden Sivas‘tan Ankara‘ya taşınır?

Şunların etkisi olabilir mi bu kararda?

Ankara‘nın, İstanbul’a ve Yunan İşgal bölgesine Sivas‘tan daha yakın, ama aynı zamanda Sivas kadar da güvenli olması;

demiryolunun oradan geçiyor olması, dolayısıyla ulaşımın Sivas‘tan çok daha kolay olması…. Veya daha başka

nedenler olabilir mi? Ne dersiniz?.

e. SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ, MİSAK-I MİLLİ VE İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ

Amasya Görüşmelerinde alınan kararlara uygun olarak Kasım 1919’da seçimler yapıldı. Seçimleri büyük çoğunlukla

Müdafaa-i Hukuk yanlıları kazandı.

Anadolu temsilcileri İstanbul’a gitmeden önce Ankara’da M. Kemal ile görüştüler. Meclis’te bir bütün olarak hareket

etmeye karar verdiler. Gerçi M. Kemal’in bütün isteklerini harfiyen yerine getirmiyorlardı ama İstanbul’da iken de

Ankara ile sürekli temas halinde kaldılar. Sonunda 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan Misak-ı Milli’yi kabul etti.

Misak-ı Milli “Ulusal Yemin” anlamına gelir; nihayetinde, bir meclis kararıdır. Ama bu karar, bu “yasa tasarısı” bütün bir

Milli Mücadeleye damgasını vuracak önemde bir karardır. Kapısının önünde koca bir dünya savaşını kazanmış işgal

orduları bekleyen bir meclisin aldığı bu cesur kararda, Sivas Kongresinin kararları neredeyse aynen tekrar ediliyordu ve

bu anlamda yine Anadolu hareketinin bir siyasal zaferiydi. Bir anlamda, Mustafa Kemal’in tezleri Osmanlı

Parlamentosu’nun tezleri haline gelmişti:

“Mondros imzalandığı günkü Osmanlı sınırlarından taviz verilemez, bu sınırların dışında kalan, yani dünya

savaşı sırasında yitirilmiş ve Müslüman-Türk nüfusun çoğunluk olduğu üç bölgenin kaderi referandumla tespit

edilmelidir, kapitülasyonlar kaldırılmalıdır”

gibi tezler içeren bu bildiri, o gün bugün Türkiye Devleti’nin temel belgelerinden biri olagelmiştir.

Ancak tüm bu gelişmeler İngilizleri rahatsız ediyordu. Bir önlem almazlarsa durumlarının iyice zorlaşacağını düşündüler

ve -Aslında Kasım1918’de kente İtilaf donanmasının gelişinden beri zaten fiilen işgal altında olan- İstanbul’u, 16 Mart

1920’de resmen işgal ederek, Meclisi kapattılar,

Felah-ı Vatan’cı mebusları ve başka bazı mebusları tutuklayıp, sürgüne yolladılar.

Soru ve tartışma: Bu işgal neden taktiksel olarak da bir hataydı? Neyi kolaylaştırdı Belki de Misakı

Milli’nin ilanı İtilaf devletlerine yönelik bir kışkırtmaydı, ne dersiniz?