2000li yıllara girerken kapitalizm - arslan başer kafaoğlu

125
2000’li Yıllara Girerken Kapitalizm Derleyen ve Çeviren: Arslan Başer Kafaoğlu Bu kitabın yayın hakları Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti.nindir. Birinci Basım: Haziran 2000 Kapak Fotoğrafı: William Frank Gentile, Nicaragua, "Las Nubes", 1988. Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın Baskı: Sistem Ofset ISBN: 975-343-300-X KAYNAK YAYINLARI: 310 ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM UYGULAMA LTD. ŞTİ

Upload: kemal-simsek

Post on 15-Dec-2015

383 views

Category:

Documents


15 download

TRANSCRIPT

Page 1: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

2000’li Yıllara Girerken

Kapitalizm

Derleyen ve Çeviren: Arslan Başer Kafaoğlu

Bu kitabın yayın hakları Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti.nindir. Birinci Basım: Haziran 2000 Kapak Fotoğrafı: William Frank Gentile, Nicaragua, "Las Nubes", 1988. Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın Baskı: Sistem Ofset ISBN: 975-343-300-X KAYNAK YAYINLARI: 310 ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM UYGULAMA LTD. ŞTİ

Page 2: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu
Page 3: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ 9 MUTSUZ AİLELER: KÜRESEL KAPİTALİZM VE ULUS-DEVLET (Ellen Meiksins Wood) 11 Doğuştan Bitişik mi? 13 Kapitalizm ve Uluslararası İlişkiler 17 Günümüz Evrensel Kapitalizmi 20 KÜRESEL KAPİTALİZMDE SAHRA'NIN GÜNEYİ AFRİKASI (John S. Saul ve Colin Leys) 24 Küresel Kapitalizmde Afrika: İki Perspektif 26 Sermayenin Gözüyle Afrika 28 Afrika'yı Disipline Etmek 30 Marjinalizasyon Politikaları 33 Sosyalizm ve Güney Afrika 36 Alternatifler 38 BİN YILIN SONUNDA LATİN AMERİKA (James Petras ve Henry Weltmeyer) 42 Giriş 42 Emperyal Hegemonyanın Tarihsel Kökenleri 44 Amerikan Nüfuzunun Politik ve İdeolojik Temelleri 46 Yeni Emperyal Düzen: Yirmi Yıl İktidarda 47 Latin Amerika'da Durgunluk, Gerileme ve İkili Dünya 54 Durgunluktan Sınıfsal Krize 56 Madalyonun İki Yüzü: Birinci ve Dördüncü Dünya 58 Krize Yanıtlar: Reform ya da Devrim 59 BİNYILIN SONUNDA ASYA'DA KAPİTALİZM (Prabhat Patnaik) 61 JAPONYA'DA SAVAŞ SONRASI SİSTEMİ ÇÖKTÜ (William K. Tabb) 79 Japon Krizi 79 Savaş Ertesi Japon Sistemi 82 Reform Yapılabilir mi? 86

Page 4: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

BUGÜNÜN AVRUPA KAPİTALİZMİ EURO VE 'ÜÇÜNCÜ YOL" ARASINDA (Greg Albo-Alan Zuege) 89 Ekonomik Engeller: Küreselleşme ve Tek Pazar 91 Savaş Sonu Kapitalizmi ve Avrupa Topluluğu 93 Durgunluk ve Avrupa Birliği 96 Politik İklim: Sosyal Demokrasinin Yeni Konumu 100 Çözüm Bulamayan Ulusal Reformizm 101 "Sosyal Avrupa": Bir "İnsancıl Yüzle" Küreselleşme 104 Durgunluk İçin "Üçüncü Yol'lar 107 Sonuç: Bugünün Avrupa Kapitalizmi 108 BUGÜNKÜ RUS KAPİTALİZMİ (Stanislav Menshikov) 109 Rus Kapitalizminin Tarihi Karakteristikleri 109 Devlet Bürokrasisi İçinden Mafya Kapitalizminin Doğuşu 111 1991'den 1998'e Büyük Gelir Uçurumu 115 Sovyetler'den Rusya'ya: Sanayide Gerileme, Hizmet Sektöründe Yükseliş 119 Rus Kapitalizmi "Tam Bir Kısır Yaratık Haline Gelmiştir" 122 Batı'ya Bağlanarak İntihara Gitme 126

Page 5: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

ÖNSÖZ Aylardır 2000 yılının içindeyiz. Aslında diğer yıllardan bir farklılığı yok. Ama bir yeni binyıla başlarken bazı şeylerin gözden geçirilmesinden doğal bir şey olamaz. Ünlü Amerikan dergisi Monthly Review de böyle bir çabaya girmiş ve yeni bir milenyuma (binyıla) girilirken kapitalizmin durumunu ayrıntılı bir şekilde ele almış. Her biri kendi alanında uzman olan bilim insanları, kapitalizmin çeşitli ülke ya da bölgelerdeki durumunu ayrıntılarıyla saptamış. Meydana gelen kitapçığı biz ilginç bulduk ve dilimize kazandırmak istedik. Yapıtı hazırlayan Monthly Review dergisinin geçmişi ve kişiliği, incelemeye ayrı bir değer katıyor. Bu derginin kapağında "Bağımsız Sosyalist Dergi" olduğu belirtilmiştir. 50 yıldır aralıksız çıkmakta. Kurucuları ünlü iki kişi: Paul Sweezy ve Leo Huberman. Diğer ünlü iki ekonomist, Paul Baran ve Henry Magdoff da sürekli olarak yazı ailesinde yer almışlar. Hiçbir Marksist dergi, kapitalist bir ülkede bu denli uzun ve sağlıklı yaşama sahip olmadı bugüne kadar. Derginin kurucularından Paul Sweezy'nin temel sayılacak bilgiler içeren kitabını 1970'te Türkçeye çevirdim. Kitap, Kapitalizm Nereye Gidiyor? adıyla yayımlandı. Bu yıllardan beri dergiyi izlerim. Dergi yazarlarının diline, yöntemine ve yazış biçimlerine bu nedenle alışkınım. Bu niteliklerin verdiği güvenle yapıtın okuyucular için öğretici olacağını umarım. Çeviride sondaki bir bölümü, bazı erken yargılar ileri sürülmüş bularak Türkçeye çevirmedim. Ayrıca çeviride hep Türk okuyucuları düşünerek biraz serbest davrandığımı, bazı basitleştirmeler ve önemsiz kısaltmalarda bulunduğumu da bu arada belirtmeliyim. Okuyucularıma bu vesileyle saygılar sunarım. Arslan Başer Kafaoğlu 9-10

Page 6: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

MUTSUZ AİLELER KÜRESEL KAPİTALİZM VE ULUS-

DEVLET

Ellen Meiksins Wood*

"Her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine özgüdür." Leon Tolstoy, Anna Karenina.

"Kapitalizm" terim olarak ABD'den Japonya, Rusya. Brezilya ya da Güney Afrika'ya kadar her yerde farklı durumlardaki düzenlere verilen addır. Biz terimi, bunların hepsini kucaklayan ekonomik devinim yasalarını (bunalıma yönelme ortak yasası da içinde) kucaklayan bir tarzda, bütün çeşitliliğiyle kullanacak ve bu yolda ele alacağız. Ve bu arada "küresel" kapitalizmi ulusal kapitalist ekonomilerin karşılıklı ilişki içinde olduğu temel önermesiyle inceleyeceğiz. Çünkü, ulusal ekonomiler kapitalizmi yöneten aynı devinim yasaları içinde bütünleşmeye gitmişlerdir. Ekonomik krizler ve bugün yaşanan gerilemelerin hepsinin kökü ulusal olmayıp, genel dinamik içinde aranmalıdır. Bu genel dinamik bütün küresel ekonomiyi ve bütün kapitalist ekonomilerin birbiriyle bağlanışını da belirlemiştir. Kapitalizm, bu bağlamda, ulusal çeşitliliklerle değişmeyen, bir genel devinim yasasıyla var olan bir sistemdir. Ve öyle bir sistemdir ki, durmadan genişler ve uluslararası hale gelir, doğuşundan bu yana "küresel" olma eğilimindedir ve bugün küreselleşmede eskiyle ölçülemeyecek kadar ileridedir. Bu durumda çağdaş kapitalizmi nasıl bir yöntemle inceleyeceğiz? _______ * Ellen Meiksins Wood, Paul Sweezy ve Harry Magdoff gibi seçkin kişilerden sonra ünlü Monthly Review dergisinin editörlüğüne getirilmiştir. Altı yıldır bu görevi hakkıyla yürütüyor. 11

Page 7: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ulusal ve bölgesel özgül durum etütleriyle mi? Veya bunun yerine küresel kurum ve süreçleri, yani "küreselleşme", uluslararası sermaye hareketleri ve akçalı spekülasyonlar gibi süreçleri, ulusötesi şirketler gibi kurumlar ya da sermayenin emrindeki IMF, Dünya Bankası gibi araçlarla inceleme zorunluluğu mu var? Aslında bütün bu kurum, işleyiş ve ajanlar buradaki yazılarda bütün etkinlikleriyle yer alıyor. Ne var ki, küreselleşmenin incelenmesi sırasında iki temel noktanın gözden kaçma tehlikesi ortaya çıkar: Bir yandan her kapitalist ekonominin ancak diğerleriyle ilişkileri içinde var olması gerçeği; öte yandan oluşturduğu özel yerel, ulusal ve bölgesel ekonomilerden veya bunlarla ilişkilerinden soyutlandığında bir küresel ekonominin var olamayacağı gerçeği. Bu kitaptaki yazılar, her ne kadar özgül ulusal durumlarla uğraşıyorlarsa da, aynı zamanda bölge ve kıta sorunlarını da ele almışlardır; böylece sadece ulusal durumları incelemeden öteye geçmiş ve küresel kapitalizmin dinamiklerini ele almışlardır. Her biri ele aldığı ulusal ya da bölgesel konuda küresel kapitalizmin, kendini ulusal ya da bölgesel olarak ortaya koyan çeşitli biçimlerdeki işleyişini aydınlatmışlardır. Fakat, bu incelemeler aynı zamanda söz konusu dinamiklerin, yine de değişmez biçimde ulusal ve bölgesel ekonomiler içinde ve bunların ilişkileriyle yönlendiğini de belirlemişlerdir. Başka bir deyişle, bu yazılar, deyim yerindeyse, içten dışa bir yöntemle küresel kapitalizmin, ulusal ekonomiler ve devletler arasındaki çeşitli ilişkiler aracılığıyla nasıl işlediğini aydınlığa çıkarmışlardır. Böyle olunca da, genel olarak kapitalizm ile ulus-devlet arasındaki ilişkilerin bazıları ve bunların başlangıçtan bugüne gelişmesinin anlatıldığını açıklamak isterim. Kapitalizm ve ulus-devlet arasında bugünkü ilişkileri anlamak için daha önceki ilişkileri bilmek gerekir. Kapitalizmin ortaya çıkışıyla ulus-devlet kavramının yükselmesi arasında sıkı bağlar vardır. Ayrıca bu bağlar kapitalizmin kapsadığı alanın genişlemesiyle yeni biçimler almıştır. Bu nedenle bugünkü durumu açıklamadan önce, olayın tarihsel gelişmesine kısaca göz atacağım. 12

Page 8: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Amacım asla bugünkü kapitalizmin "küresel" niteliğini inkâr değildir. Aksine, çeşitli uluslararası ilişkilerdeki somut biçimleri (burada ulus-devlet deyimindeki iki kelime arasında yer alan tire işareti ulusal bütünlüğü vurgulamaktadır); büyük kapitalist güçler arasındaki ilişkilerden emperyalist güçler ve bağlı ülkeler arasındakilere kadar ilişkileri açıklama yoluyla, "küresel ekonomi" deyimini ayakları yere basar hale getirmek istiyorum.

Doğuştan Bitişik mi? Kapitalizmin ortaya çıkışıyla ulus-devletin yükselişini ilişkili gören, halta kapitalizmin ulus-devletlerin bir sistemi olduğunu ifade edenler az değildir. Hatta olayı "modernite" ya da "rasyonellik" prizmalarından ele alanlar bile bazı "modern" ekonomi ya da "rasyonel" ekonomik-politik ve kültürel formların aşağı yukarı aynı zamanlarda gelişliğini kabul ederler.(1) Nüans olarak değişik bir açıklama da. Avrupa'da ulus-devletin, Asya'daki imparatorlukların tam tersine, kapitalizmin temelini attığı şeklindedir. Bu görüştekiler, "Çünkü" derler "Avrupa sınırları geniş imparatorluklar değil, birçok egemen siyasal erkler biçiminde örgütlenmişti". Bu durum, imparatorluğun artı değere el koyması söz konusu olmayınca, ticarete dayanan işbölümünü ortaya çıkarmıştı.(2) Burada kapitalizmle ulus-devletin yükselişi hakkında farklı bir görüşü anlatmak isterim. Bu açıklama burada kısa olarak yapılacak, çünkü tartışılması başka yerlerde ele alındı.(3) Kapitalizm sadece teknolojik gelişme, kentleşme ya da ticaretin gelişmesi gibi tarihöncesinde de var olan gelişmelerin bir ürünü değildir. ___________________ (1) Bu modernite (çağcıllık) konusunu, kapitalizm ve devlet ilişkisini enine boyuna The Pristine Culture of Capitalism: A Historical Essay on Old Regimes and Modern States'le (Kapitalizmin Eski Kültürü: Eski Rejimler ve Çağdaş Devletler Hakkında Bir Deneme) anlatmıştım (Londra, 1991). (2) Bkz. Immanuel Wallerstein, The Modern World System, New York, Academic Press, 1974: Historiral Capitalism with Capitalist Civilazation, Londra, 1995. (3) En yenisi The Origin of Capitalism'de, New York, Monthly Review Press, 1999. 13

Page 9: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Onun ortaya çıkıp gelişmesi için ticaretin gelişmesini, pazarların büyümesini ve "burjuva" rasyonelliğin işlemesini engelleyen öğelerin ortadan kalkması gerekli. Kapitalizmin "spontane" ve zahmetsiz olarak gelişmesi için zorunlu olan bu koşullar sadece İngiltere'de mevcuttu. Bu ülkede tarım ve endüstri kesimleri karşılıklı olarak birbirini güçlendiriyordu. Durum bu olunca kapitalizm ve ulus-devletin aynı zamanda yükselişini nasıl açıklayacağız? Kabul etmeliyiz ki, kapitalizm öz, kendi ayırıcı nitelikleriyle Avrupalı ulus-devletle ortaya çıkmıştır. Ancak. Avrupa'da, hatta Batı Avrupa'da da ulus-devlet hep aynı biçimde ortaya çıkmış değildir. Fransa'da, mutlakiyetçi devlet, kapitalist sömürme biçimi ya da kapitalist devinim yasaları bakımından, tamamen farklı bir mantığa sahip bulunuyordu. Fransız "burjuva devrimi"nde de büyük önem taşısa bile kurulup gelişmiş bir İngiliz kapitalizminin baskısı olmadan düzenin öyle "kendiliğinden" kapitalizme dönüşmesi olanağı yoktu. Bunu başka ülkeler için de söyleyebiliriz. İngiltere'deki kapitalizm ve ulus-devletin ortaya çıkışı hiçbir ülkede olmadık biçimde birbirine örülmüştür. Ama İngiltere'deki bu kapitalizm, kapitalizm ve ulus-devletin özel durumunun önemini ne kadar belirtsek de yinede ulus-devlet ile kapitalizm arasındaki sıkı bağın üzerinde önemle durmayı gerektirir. Önemli olan İngiltere'de sadece kapitalizmin değil, farklı biçimde tekleşmiş ve egemen bir devletin ortaya çıkışıdır. Başka deyişle kapitalizmi doğuran sosyal değişimlerle ulus-devleti olgunluğa ulaştıran etkenler bu ülkede aynıdır. Marx’ın uzun zaman önce işaret ettiği gibi, kapitalizmöncesi üretim biçimleri ekonomik ve politik güçlerin birliği gibi bir karaktere sahipti. Özellikle şu anlamda ki, sömürü "ekonomi dışı" araçlarla gerçekleşirdi, Bu araçlar politik, yasal ve/veya askeri niteliktedir. Bu birlik çeşitli biçimlere bürünmüş olabilir. Örneğin, birçok eski imparatorluk, tebaasından, kendi köylülerinden haraç toplardı ve imparatorluk makamı büyük servet sağlamanın başlıca yoluydu. 14

Page 10: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Avrupa'da kapitalizmöncesi biçimlerde önemli bir olgu, devlet gücünün parçalanmasıdır. Batı feodalizminin "parselleşmiş egemenliği"yle çok farklı bir "ekonomi dışı" güç. feodal lordluklar ortaya çıktı. Parçalanmış askeri, hukuki ve politik güçler, bireysel olarak lordlara köylünün yarattığı artı değere el koyma olanağı verdi. Politik parsellenme ekonomik parsellenmeyle atbaşı gitti. İç pazarda ayrı yerel piyasalar oluştu ve tüccarlar tarafından bir pazardan "ucuza alıp", diğer pazarda "pahalı satmaya" dayanan bir ticaret geliştirildi. Feodal yönetici sınıf bölündü, egemenliğini daha da güçlendirmeye çalışınca köylü direnişiyle karşılaştı ve Avrupa'nın bazı yerlerinde daha merkezileşmiş monarşilerin kurulması yolu açıldı. Politik ve ekonomik gücün merkezi devlet olarak yeni biçimde birleşmesi halinde ise, egemenliğin parselizasyonuyla başa çıkılamadı. Buna en iyi örnek Fransa'daki mutlak monarşi devletidir. Bazılarının "çağdaş" ulus-devlet prototipini gördükleri bu Fransız devletinde merkezi devlet feodal egemenliği önleyebilmiş değildi. Her ne kadar bir merkezi devlet görüntü olarak var ise de bunun kökü eski feodaliteydi.(4) Öte yandan birçoklarının Fransa'nın çağdaşlığına örnek gösterdiği bürokrasi de unutulmamalı. Bu kesimde makam sahipleri bunu bir özel mülkiyet gibi görüyorlar ve köylünün artı değerinden pay alıyorlardı. Böylece kapitalist sömürüden, ekonominin araçları ve devinim yasalarından çok farklı biçimde, artı değere el konuluyordu. Diğer taraftan mutlakiyetçi merkezi devlet "politik yolla oluşmuş mülkiyeti" engelleyemedi. Parsellenmiş egemenliğin kalıntılarıyla, daha da parçalanmışlarla yan yana ve sürekli çekişerek yaşandı. Aristokratlar, kilise ve belediyeler kazandıkları askeri, politik ve hukuksal güçleriyle ayaktaydı. Aynı köylünün ürettiği fazla için, merkezi devlet birçok potansiyel rakiple bazen birine bir devlet makamı, diğerine hukuken geçerli belgelerle toprak dağıtarak yarışıyordu. _______________ (4) Merkezileşme ve Fransa ile İngiltere'nin zıtlığı için bkz. The Brenner Debate:Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-lndustrial Europe, Cambridge. Cambridge University Press. Özellikle bkz. s.254-264. 15

Page 11: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Böylesi parsellenmiş bir mülkiyet biçimi ve merkezileşmiş bir iktidar kapitalist mülkiyete karşıttı. Bir diğer anlatımla elverişsiz durum kapitalizme uygun da değildi: sadece devlet değil, ekonomi de parçalanmıştı. Ulusal piyasa yerine (hadi iç ticaret engellerinden söz etmeyelim) bir seri kentsel piyasalar türemişti. Bu piyasalarda ise. kapitalist kurallar değil, eski ticaret yöntemleri geçerliydi. Üretim sürecinde artı değere el koyulacağına, mal dolaşırken kârdan pay alınmaktaydı. Bir diğer anlatımla, egemenliğin ve piyasaların parsellenmesi bir madeni paranın iki ayrı yüzü olup. kökü de mülkiyet ilişkilerindeydi. Ekonomik ve politik mekanizmaların parçalanmasına ilk ve tam olarak İngiltere'de son verildi. Aslında daha başlangıçta (yani Norman fetihlerinden sonra) İngiliz devleti (burada yalnız İngiltere'den söz ediyoruz. Birleşik Krallık'ın diğer parçalarını ayrı tutuyoruz), "parsellenmiş egemenler" dışında kalmış ve bütünleşmeye diğer Avrupa ülkelerinden çok daha fazla yaklaşmıştı. Örneğin. Fransa'da hâlâ bölgesel "mülkler" mevcutken, İngiltere bir ulusal parlamentoya sahipti. Fransa'da (hatta devrime kadar bile) 360 yerel kanun kodu varken, İngiltere tek bir hukuk sistemi (Common Law) ile yönetiliyordu. Fakat, bu teklik sadece basit bir politik ve yasal birleşme değildi. Bunun sonucu daha 17. yüzyılda, ileri derecede bir ekonomik bütünleşme, tarihin daha önceki zamanlarında görülmemiş bir ulusal ekonomi -bütünleşmiş, rekabetçiliği gitgide artan ulusal pazar-ortaya çıkmıştı. Politik ve ekonomik bütünleşmenin her ikisinin de aynı kaynağa dayandığı ifade edilebilir. İngiltere'nin merkezileşmesi politik ve ekonomik gücün feodal bazda gelişmesiyle varılmış bir sonuç değildi. Devlet, onun makamlarında oturanlar için, Fransa'daki tarz ve ölçüde özel bir gelir kaynağı değildi. Devlet politik olarak var olan diğer mülkiyet biçimleriyle rekabet halinde de değildi. İngiltere'de devlet politik ve ekonomik güçlerin bir çeşit iş bölümü biçiminde oluşmuştu. Politik gücü monarşik krallık, ekonomik gücü ise aristokrasi temsil ediyordu. 16

Page 12: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Merkezi cebir kullanmada Avrupa'dan çok önce gerçek tekele sahip olmuş politik güç (İngiliz aristokrasisi kıtada her ülkeden önce silahlarını bırakmıştır), diğer taraftan Avrupa'yla karşılaştırılamayacak kadar mülkiyetin yoğunlaştığı arazide ise özel mülkiyete dayalı ekonomik güç (Avrupa'da araziler çok parçalanmıştı. Örneğin. Fransa'da topraklar bugün bile çok sayıda köylünün elindedir) vardı. Devlet mevcut düzeni söndürürken, toprak sahipleri sömürünün "ekonomik" biçimlerine daha çok eğilmişlerdi. Bunlar daha fazla yarar elde etmek amacıyla köylülere daha çok cebir kullanma hakkına sahip devletin mevcut mülkiyet düzenini sürdürmesine bel bağlayıp, sadece ekonomik olan güçlerini sahiplendikleri toprakların daha iyi işletilmesine ve emeğin verimliliğini artırma yoluyla daha yüksek artı değer elde etmeye yoğunlaştırmışlardır. Kısaca hükümetin dışındaki egemenliklerin zayıf oluşu sayesinde kapitalizm yükselmiş ve gerçekten egemen ve tek iktidarlı bir devlet ortaya çıkmıştır.

Kapitalizm ve Uluslararası İlişkiler Kapitalizme kritik bir büyüklüğe varıldığında başvurulan ekonomik yaygınlaşmanın bir sonucu olarak bakanlar için, İngiliz kapitalizminin gelişmesi acayip gelebilir. İngiltere kuşkusuz ticari bir ağın önemli parçasıydı. Ancak, diğer Avrupa ülkeleri de yakın çağın ilk yıllarında uluslararası ticarete fazlaca ilgi duymuşlardı, ayrıca Asya'da ve İslam ülkelerinde de dış ticaret bir hayli gelişmişti. İngiltere'nin göze batan özelliği dış ticaretle değildir; gelişme burada dışa doğru değil, içsel olmuş, böylece tek ulusal ekonomi içten kurulmuştur. İngiltere ticaret sisteminin diğer ülkelerinkinden farkı geniş, entegre ve artan bir şekilde ülkeyi tek bir ekonomik birim (zamanla bütün adaları kucaklayan) haline getiren nitelikleridir. Bağımsız bölgeler arasında uzmanlaşan bir işbölümü ve gelişen ve birbirini karşılıklı olarak gelişmeye iten tarım ve endüstri kesimleri arasındaki ilişkiler diğer farklı niteliklerdir... 17

Page 13: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu piyasanın bir diğer özelliği, burada sadece lüks malların değil, ucuz, her gün tüketilen malların da yer alışıdır. Ki, bunlar yığınla satış yapılan büyük piyasaların doğuş koşuludur. Böylece İngiltere bir yandan genişleyen dış ticaret sisteminde yarışırken, içeride yeni biçimde bir ticari sistem ortaya çıkıyordu. Bu sistem yakında dış ticarette büyük avantaj sağlayacaktır. Sistem geleneksel ticaret sistemlerinden farklı olarak, sadece ticarete ya da "ayrı, farklı ve basiretli piyasalar arası sayısız arbitraj işlemlerine" bağlı değildir(5). Böylece sistem entansif genişlemeye, dolaşım alanındaki kârlar yerine, üretimde yaratılan artı değere, artan üretimle bir tek piyasada rekabetten doğan ekonomik gelişmeye, diğer deyimle kapitalizme dayanmaktadır. Bu nitelikleriyle bir eşi yoktur. Yani kapitalizm —onsuz olamayacağı- bir uluslararası ticaret sistemi içinde gelişmekle birlikle, ulus içi bir üründü. Ne ki, kapitalizmin niteliği, uzun süre ulus içi kalamazdı. Onun sonu gelmeyen birikim gereksinimi-ki ayakla kalması buna bağlıydı- genişleme yolunda yeni ve farklı buyruklar üretti. Bu buyruklar çeşitli düzeylerde harekete geçti. Bunların en açığı emperyalizm dürtüsüydü. Sömürgecilik ise, yeni bir şey değildi. İngiltere'nin rakipleri sömürge toprakları işgal etmiş, o ülkelerin halklarını ezmiş ve köle ticaretine girişmişlerdi. Ama burada da kapitalizm bir transformasyona (dönüşüme) uğramalıydı. Kapitalizmin ortaya çıkan yeni boyutları yeni kapitalist gereksinimler yarattı. Bu gereksinimleri karşılayan, kapitalist birikimin özel gereklerini, kendine özgü kaynak, işçi ve pazar sorunlarını yanıtlayan, emperyalizmi üreten de İngiliz kapitalizmi oldu. Böylece kapitalizm İngiltere'den dışarıya diğer ve girift anlamı içinde yayıldı. Sadece kapitalizm sayesinde, özellikle endüstri alanında verimlilik, Britanya'ya, yalnız eski rakipleriyle ticari alanda yarışırken değil, askeri çatışmalarda da üstünlük sağladı. Böyle olunca diğer ülkeler 18. yüzyıl sonlarında ve özellikle 19. yüzyılda ekonomilerin bu yeni meydan okumayı karşılayacak biçimde geliştirme yoluna girdiler. _______________________ (5) Eric Kerridge, Trade and banking in Early Modern England, Manchester, Manchester University Press. 1588, s.6. 18

Page 14: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Devlet kendi başına başlıca büyük oyuncu oldu. Hükümetin önderlik ettiği, eski jeopolitiğinin yönelttiği, önceleri kapitalist motivasyondan çok askeri düşüncelerin egemen olduğu Alman endüstrileşme hareketi bunun en belirgin örneğidir. Bu gibi ülkelerde kapitalist gelişme için itme İngiltere'de olduğu gibi içsel ilişkilerden gelmiş değildir. Buralarda, Fransa ve Almanya'da üretici güçlerin uygun bir yoğunlaşması esasen hazırdı; kapitalizmin, diğer bir yerde kurulmuş bir kapitalist ülkeden gelecek baskıları karşılama amacıyla kurulmasına yetecek teknik birikim vardı. Değinmek istediğimiz asıl önemli nokta, bunlarda ve daha sonra gelecek ülkelerde kapitalizmin kurulmasında birincil rolü devletin oynamış olmasıdır. Daha da çarpıcı olan, prekapitalist devletin, eski ticaret ağıyla birlikte kapitalizmin gerekleri için bir transmisyon kayışı rolünü oynayış biçimidir. Demek oluyor ki, Avrupalıların devlet sistemi kapitalizmin İngiltere'den dışarı doğru yayılışında bir kanal görevi görmüş bulunmaktadır. O günlerden bu yana kapitalizm Avrupa dışına hem emperyalizm hem de "piyasa" gereklerinin zorlamasıyla yayılmış bulunuyor. Emperyalist serüvende ise, devletin rolü çok açıktır. Ne var ki, sadece ekonomik yasaların işlediği durumlarda bile, devletin aracılığı kaçınılmaz olmuştur. Kapitalizm ilk olarak bir ülkede kuruldu. Ama daha sonra bir daha ikinci kez aynı yol yinelenmedi. Onun coğrafya olarak genişlemesinin her adımında devinim yasaları ve gelişme koşulları da değişti; her bir lokal birikim bu koşullara uygun şeklini aldı. Ancak tek bir ulus-devlet biçimini almaya başlayınca ve ekonomik gelişme süreçlerinde başka uluslar kendisini izleyince; kapitalizmin yayılması ulusal sınırların silinmesinden çok, ulusal örgütlenmelerin üretilmesi, ulusal ekonomilerin ve ulus-devletlerin yaratılması şeklinde oldu. Ayrı ulusal birimlerin, eğer sistemle karşılıklı ilişkiler içindeyse, eşitsiz gelişmesi durumlarında bile, ulusal birimler ulusal biçimlerin ayakta kalmasının gerçek garantisi oldular. 19

Page 15: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Günümüz Evrensel Kapitalizmi Kapitalizm bugün evrenseldir. Kapitalist devinim yasaları, kapitalizmin mantığı, ilerlemiş kapitalist ülkelerin her yerine, her toplum köşesine derinliğine nüfuz etmiş ve uzantı olarak da bütün dünyaya yayılmıştır. Her insan davranışı, her sosyal ilişki ve doğal çevre, kârı en çoğa çıkarma, sermaye birikimi, sabit sermayenin kendiliğinden gelişmesi buyruklarına uyma noktasına gelmiştir. Bu bir uç durumdur, ama ileri kapitalist ülkelerdeki kapitalist ilkelerin sosyal, kurumsal ve kültürel alanlarda birkaç on yıl öncesi giremediği yerlere yayılması demektir. Diğer bir uçta bunu tamamlayan ise, ileri kapitalist ülkeler dışındaki bütün diğer bölgelerde marjinalizasyon ve yoksullaşmasıdır. Bir anlamda kapitalizmin sınıf kutuplaşması, ileri kapitalist ülkelerdeki "sınıf altları" adı verilenlerin yoksullaşması bir yana bırakılırsa, Kuzey-Güney bölünmesini getirmiş bulunmaktadır. Fakat, kapitalizm evrenseldir ya da hatta uluslar ötesidir demekle gerçeği tam anlatmış olmayız. Evrenselleşmenin ulus-devletin sınırlarını aşıp aşmadığını ve eğer aşmışsa ne ölçüde aştığını da bilmemiz gerekir. Hâlâ ulusal ekonomiler içi bir yaşam var. Ulusal devletler, hatta sermayesi ulusal temele dayanan ulusötesi şirketler de var. Hatta belirtmek belki fazla olur, ama IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar özel ulusal sermayelerin ajanlarıdır. Sahip oldukları yaptırım güçleri de ulus-devletlerden gelir. Bu devletlerden bir kısmı bu kurumlara kumanda eder, bir kısmı da bunların buyruklarının uygulanmasını sağlar. Ulus-devletlerin kapitalizmin evrenselleşmesine inatla karşı çıktıkları da söylenemez. Çünkü, kapitalizmin evrenselleşmesi bir anlamda ulus-devletin evrenselleşmesi demektir. Küresel kapitalizm ulusal devletlerin görülmemiş derecede bir küresel sistemidir; ulusal devletlerin başını çektiği evrenselleşmiş sermaye ise, hegemonyacı bir süper güçtür. Sermayenin uluslararasılaşması, ulus-devletin gelişmesiyle ters orantılı gösteriliyor: Daha çok uluslararasılaşma, daha az ulus-devlet. 20

Page 16: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ama tarihi kayıtlar olayı daha farklı gösteriyor. Sermaye enternasyonalleştikçe sermayenin kökenindeki politik biçim de tomurcuklanıp genişliyor. Kapitalist anlamda sermayenin doğması sırasında ulus-devlet hiç yoktu. Bugün var. Yeni ulusötesi kurumlar, üstlendikleri yeni rolleriyle ulus-devleti ortadan kaldırmıyorlar. O halde küreselleşmeyle gelen ulusal egemenliğin gerilemesi nerededir? Doğal ki, küresel ekonomi yüksek derecede entegredir, yığınsal ve hızlı sermaye hareketleriyle, özellikle spekülatif mali hareketlerle sınırların aşılması, dünya ekonomisinde ortaya çıkan kalın çizgilerdir. Ancak yerel koşullarda ve ulus-devlet olmasa bu hareketler de gerçekleşemez. Bu işlemlerde ulus-devlet kaçınılmaz bir öğedir. Eğer "küreselleşme" kapitalist toplumdaki sınıfların ve ulus-devletin çökmesi, devlet organlarının egemenlik haklarının bir çeşit ulusötesi sermaye birimlerine devri ise, böyle bir gelişim henüz yoktur ve olacağı da olası değildir. Gerçekten, küreselleşmenin kendisi ulusal ekonomi ve ulusal devletin bir olgusudur. Ondan söz ederken, ulusal ekonomiler ve ulusal devletler arasındaki rekabet ve ulusal devletlerin çeşitli amaçlarla yürüttüğü (dış ticarette yarışabilirliği-competitiveness), iç sermayenin kârlılığını artırma, sermayenin serbest hareketini özendiren emeğin yurtiçi sınırlarda kalmasını ve konulan kısıtlayıcı kurallara uymasını sağlama) ve hepsi de küresel piyasaları ayakta tutma amacına yönelik politikalar gözden uzak tutulursa kavramdan bir şey anlaşılmaz. Buna küreselciliğin geniş ölçüde bölgesel blokları, eşit düzeydeki gelişmemiş ulus-devletleri ve ulusal ekonomileri birleşmeye zorladığını da eklemek gerekir. Bütün bunlarla birlikte sermayeyle ulus-devlet ilişkilerinin çok değişik biçimler aldığını da gözden uzak tutmayalım. Kapitalist ekonomilerle kendi devletleri arasındaki ilişkiler daha zayıf ulusal birimlerle girilmiş ilişkilerden çok farklıdır. Ancak, bütün bu ilişkilerin şu ya da bu şekilde ulustan ulusa ilişkiler olduğunu tespit etmek önemsiz değildir. 21

Page 17: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Önemsiz olmayan bir başka nokta da bugün emperyalizmin, klasik anlamda bir sömürge ilişkisi değil, ulusal birimler arası bir ilişki olmasıdır. Emperyalist egemenliğin yolları olan borçlar ve mali manipülasyonlarla ya da hatta doğrudan yatırımlarla ulusal sınırlar ve engeller aşılmaktadır. Bu araçlar doğrudan askeri gücün kullanıldığı klasik sömürgeci çağlarda pek yoktu. Emperyalizmin bir diğer yüzü yeni biçimde bir militarizmdir. Bu militarist davranışlarda toprak ilhakı yok, aksine ulusal devlet yerinde bırakılıyor. Amaç, coğrafya sınırlarıyla belirli bir hegemonya değil, küresel ekonomi üzerinde sınırsız bir hegemonya kurmaktır. Bugünün emperyalizmi bir araziyi yutmak ya da ülkeye katmak yerine küresel sermayenin egemenliğini şiddet kullanarak sergilemekte. Sermayenin egemenliğini belirlemek için bazı özel ulus-devletler üzerinde şiddet gösterisi yapma gücüne az sayıda, hatta tek bir devlet sahiptir: Amerika Birleşik Devletleri. Amaç, küresel ekonominin engelsiz süregitmesinin sağlanmasıdır. Özetle küresel ekonomi hakkında onu meydana getiren ulusal parçalardan söz açmadan pek az şey söylenebilir. ABD ile Japonya arasındaki ya da bu iki devletin AB ile ilişkilerine ya da her üçünün çeşitli Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilerine değinmeden küreselleşme hakkında ne konuşabiliriz ki? Ya da AB'yi düşünelim. Bu topluluğu oluşturan her bir ülkenin, eşit olmayan gelişmeden doğan sıkıntılarına, problemlerine ve bunun yansıdığı karşılıklı ilişkilere değin-mezsek, neden söz edeceğiz ki? Küresel kapitalizmin genel dinamiklerini araştırırken, bir çelişkiden, uluslararası işbirliğiyle ulusal kapitalizmlerin üste çıkma mücadelesinden, ABD ile Japonya'nın çelişkili ilişkilerinden bahsetmeden geçebilir miyiz? Bütün bunlardan sonra "ikinci bin yılın sonunda" kapitalizme damgasını vuran uzatmalı kriz ya da gerilemenin yorumu için nasıl bir sonuç çıkarabiliriz? Bu kriz kuşkusuz sadece bir Latin Amerika ya da Japonya krizi olmadığı gibi, belli ulusal strateji ya da politika aksaklıkları sonucu . meydana gelmiş de değildir. Ne "ahbap çavuş" kapitalizminden ne de tek bir yanlış politikadan doğmuş da değildir. Bunalım ne Rusya'daki parazitik ve eksik oluşlardan ne de Asya'daki kurbanların hatalarından meydana çıkmıştır. 22

Page 18: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu gerçek her konu teker teker ele alınarak kitabın çeşitli yerlerinde anlatılmıştır. Bunalım kapitalizm ile bütünleşmiş süreçlerden doğmuştur. Bu süreçler her hır kapitalist ülkenin iktidarı dışında, ama ülkelerin birbirleriyle ilişkileri içinde oluşmuş bulunmaktadır, (abç.) Ancak diğer taraftan bu sistemin süreçleri farklı yollar ve farklı niteliklerde ortaya çıkmaktadır. Küresel kriz. sistemi oluşturan parçalan tarafından biçimlendirilmiştir. Bu parçaların her birinin kendi iç mantığı, kendi tarihi ve başka ulusal birimlerle farklı ilişkileri vardır. Ama bu şekillenme küresel kapitalizmi oluşturan bileşenlerin eşitsiz gelişmesiyle olmuştur. Bütün kapitalist aileler, aynı nedenlerin doğurduğu bir mutsuzluk içindedir, ama her birinin mutsuzluğu kendine uygun biçimdedir. Bunun böyle oluş nedeni, belli başlı aktörler ve sınıfların her şeyden önce ulusal temelde örgütlenmiş olmasından değildir. Her ulusun işçi sınıfının kendi biçimlenmesi, pratiği ve gelenekleri vardır. Kimse de kapitalin çok hareketli ya da emeğe göre bir yere bağlı durumda olmadığını söyleyemez. Ama yine de "küreselci tezin" resmettiği küresel kapitalist sınıftan çok uzaktayız. Kimse ABD ka-pitalizmiyle Japon kapitalizminin ya da Rus sermayesiyle Brezilya sermayesinin farklı olduğunu görmüyor değildir. Gerçekte küresel bütünleşme, her neyse, ulusal sermayeler arasında rekabetin yoğunlaşması demektir. Son krizleri bunları bilmeden açıklayanlayız. Marx, sermayenin ulusu yoktur derken, hiçbir milliyetçilik sadakati olmadığı ve kârın en çoğa çıkmasının gerektirdiği her yere gideceğini anlatmıştır. Ama bu onun kökü olmadığı ya da devlete ihtiyacı bulunmadığı anlamına gelmez. Gücünü yürütecek bir devlete ihtiyaç kesindir. Gelecekte de, görülebildiği kadar bu değişmeyecek. Kapitalizmin küresel bir ulusal örgüt olduğu şu iki anlamdadır: Sistemdeki zayıflık ve çelişkiler onun kendi nedenleri içindedir, ulusal bir kökeni de yoktur. İkinci olarak onunla savaşımda en etkili araç, ulusal devletler, ulusal ekonomilerdir. 23

Page 19: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

KÜRESEL KAPİTALİZMDE SAHRA'NIN GÜNEYİ AFRİKA'SI John S. Saul ve Colin Leys* Sahra'nın güneyi Afrika'sını tanımlarken sadece Kuzey Afrika'yı değil, bu yazıda Güney Afrika egemenliğindeki Güney ucunu da ayrı tutuyoruz. Kalan kısım -ki Afrika'nın daha geniş bölümüdür-büyük ölçüde imdat çığlıkları atmaktadır. Sömürge yöneliminin kalkışından 80 yıl ve bağımsızlıklarından 40 yıl sonra, bu bölgedeki ülkelerin çoğunda sermaye vardır, ama kapitalizm yoktur. Hâkim sosyal ilişkiler kapitalist değildir hâlâ, ne de üretimin mantığının zerresi vardır. Ne var ki, Sahra'nın güneyindeki Afrika, kapitalist bir dünyanın içindedir. İnsanlarının yaşamlarını bu sistem belirler ve kısıtlar, ama kendisi kapitalist değildir. Bu gerçek, Sahra'nın güneyi Afrika'sının 650 milyon insanının, yani dünya nüfusunun yüzde 10'unun, dünya ticaretinin sadece yüzde 3'ünü gerçekleştirip, gayri-safi hasılasının sadece yüzde 1'ine sahip oluşunun temel nedenini de ortaya koyar. Aynı zamanda adam başına gelirin -1994'te 460 dolar- neden sürekli düştüğünün, OECD ülkelerindeki gelirlerin 50'de birine kadar indiğinin de yanıtını oluşturur.(1) Şimdi gelen yardım da, nüfusun 2020 yılında l milyar veya 1,2 milyara varacağı gerçeğine karşın, azaltılıyor(2)

* Bu yazının yazarlarından Jahr S. Saul. Southern African Report'un yazı kurulundadır. Culin Leys ke Social Register'in iki editöründen biri. Her ikisi de Kanada Torontoda yaşamaktadır. 1 Dünya Bankası 1996 Raporu. 2 Afrika İçin Ekonomik Komisyon (ECA), 1995 Afrika Raporu. 24

Page 20: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Aşağıda göreceğimiz gibi. bazı sermaye çeşitleri için Sahra güneyi Afrika'sında kârlılık sağlayacak fırsatlar vardır, ama bölgenin kapitalizmle kalkındınlacağı yolundaki tahminler her zamankinden daha azdır. Ev halkının tarımsal üretimine dayalı kıtada, uzaklarda ticaret çok sınırlıdır, peşin parayla hasadın ihracı esasına zorlanmıştır. Üretim bu tarımsal ürünlerle çıkartılan madenlerin ve gelişeceği varsayılan imalatın ihracına dayanır. Ancak, bugünlerde dünya talebi, Afrikalı çiftçilerin ürettiği malların -kahve, kakao, çay, pamuk, şekerkamışı ve tütün- ihracında zayıflamakta, Asya ve Latin Amerika'da daha verimli kapitalist tarımın rekabeti yoğunlaşmaktadır. Bu arada endüstri ülkelerinin Afrika maden ve metallerine talebi de düşmektedir (yılda yüzde 2'ye kadar düşmüştür).3 Bir take-off* meydana gelerek iç talebi karşılayacak imalat artışı ise, ithal mallarının rekabetiyle bloke edilmiştir. Bu arada ücretlerin çok düşük olmasına karşın, çöken alt yapı, politik risk ve işgücünün iyi eğitilmiş olmaması dolayısıyla ihracatta rekabet gücü düşmektedir.4 Afrika Ekonomik Komisyonu'nun belirttiği gibi, Afrika ülkelerinin çoğunda endüstrinin yayılması, karşılanması "olanaksız güçlükler" içindedir.5 Kuşkusuz Güney Afrika, mal çeşitliliği fazla ve göreceli olarak sofistike imalatıyla büyük bir istisnadır. Ayrıca nüfus artış oranı, Sahra güneyi Afrika'sından daha düşüktür. Bölgeyi Güney Afrika'yı da dahil ederek bir tanım yapsak (daha çok kullanılan tanım) Güney Afrika'nın tek başına bu bölgenin beşte ikisinin gayri safi iç hasılasını (GDP) elde ettiği hesaplanabilir.

3 Afrika Gelişme Bankası (ADB), Afrika Gelişme Raporu, Oxford Üniversitesi basımı, 1998, s.33-47, 48. * Take-off: Bir ülkenin hızla kalkınmaya geçmesi. Amerikan İktisatçısı Walt W. Rostov tarafından ortaya atılmıştır. (Ç.N.) 4 Aynı kaynak, s.51-52. ECA, Afrika Ekonomik Kapanı, Addis Ababa, 1998. 25

Page 21: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Küresel Kapitalizmde Afrika: İki Perspektif

Küresel kapitalizm bağlamında Afrika'yı resimlemenin iki yolu vardır. Birinci yol, bölgede yaşayan ve Sahra güneyi Afrika'sının kaderini değiştirmeyi uman 48 devletin halkları açısından.6 Bu ulus-devletlerin küresel ekonomiyle ilişkileri, kapitalist ekonomideki deneyim ve gelişmelerine göre farklıdır (ya da hiç yoktur). İkinci yol sermaye açısından resimlemedir. Bu yoldan resimlemede Afrika devletler topluluğundan çok, coğrafi (ya da jeolojik) olduğu kadar daha iyi yaşam gereksinimi duyulan, yani yatırım yapılması önerilecek bir kıtadır. Birinci bakış açısından, iki genel çizgi görülür. Birincisi, Güney Afrika yanında -ki, kıtanın büyük endüstrileşmiş ülkesidir- nüfusu 20 milyonu geçen altı devlet -Kongo-DRG, Etiyopya, Kenya, Sudan, Tanzanya ve Uganda- ve bir süper genişlikte devlet var: Nijerya. Bu sekiz devlette Sahra güneyi Afrika nüfusunun yüzde 61'i yaşar (ve Nijerya 1997'de 118 milyonu bulan nüfusuyla beşte bir oranında insanı barındırır). Diğer 40 devlet küçüktür, 12 tanesinde nüfus 2 milyonun altındadır. İkinci nokta, adam başına gelirden bakılınca, genişlikle gelirin beraber yürümediğini görürüz. Nijerya büyük ölçüde petrol üretimine karşın, devletlerin en fakirlerinden biridir (adam başına gelir 1996'da 240 dolar) "orta gelirliler" adı verilen Afrika ülkeleri, Senegal, Zimbabve, Swaziland, Fildişi Kıyısı, Congo PR, Kamerun, Bostvana, Gabon ve Güney Afrika'dır. Ancak, Güney Afrika ve onun yakın komşularıyla, kısmen Fildişi Kıyısı dışında, bu ülkeler halklarının durumu da daha fakir ülkelerinkinden çok farklı değildir. "Orta gelirli" denen ülkelerin çoğu maden ihracatçısıdır, adam başına gelirleri büyük ulusötesi şirketlerin çıkartıp ülkeden ihraç et-tiği petrol ve madenlerin fiyatlarıyla birlikte artar.

6 Bu 48 devlet sayısına birçok ada devletiyle haklarında çok şey bilinmeyen küçük devletçiklerde, konvansiyonlar ile Afrika'ya bağlı oldukları için dahil edilmişlerdir. 26

Page 22: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Afrika'nın büyük kısmında hatta büyük ölçüde maden ihraç eden ülkelerde de, ekonomik yaşam tarımsal dönemler çevresinde döner. Bilindiği gibi tarım da hava koşullarının kaprislerine bağlıdır. Artan nüfusun baskısıyla, topraksız işgücü artar. Bunların bir kısmı ölmeyecek düzeyde ücretlerle diğer kişilerin topraklarında çalışır, kısmen de işsiz ya da yarım işsiz (kısa süreli çalışan) olarak kentlerde dolaşır. Bazen komşu ülkelere göçler de olur (örneğin. Burkina Faso'dan Fildişi Sahili'ne). Bir kısmı da marjinal hizmetlerle devlet hizmetlerinde (eğitim ve sağlık) çalışırlar. Durum değişmiyor ve hatta daha kötüye gidiyor. Bir ara 1990'ların ortasında bir iyimserlik rüzgârı esti, ama şimdi kimse gayri safi iç hasılanın yüzde 5 oranında artacağını beklemiyor. Oysa bu oranda bir artış fakirliğin azalması için zorunlu görülüyordu (nüfusun yılda ortalama yüzde 2,7 artacağı varsayımıyla). Bu yüzde 5 gereksinim endüstrileşmiş (ya da endüstrileşme sonrası) ülkelerle farkı kapatmak için değil, sadece fakirliğin daha fazla artmaması için.7 Afrika Ekonomik Komisyonu'nun ortaya koyduğu şudur: "Son tahminlere göre Afrika halkının yüzde 50'si mutlak fakirlikte yaşıyor. Bu yüzde, gelecek bin yılın başında artacak ve bunun önüne geçmek için Afrika ülkeleri... bugünkü düzeyde bir işsizliği korumak üzere her yıl 17 milyon iş yaratmalı." Komisyon böyle bir şeyin olanağının bulunmadığı düşüncesinde.8 Bu arada piyasaya daha çok yönelmiş Afrika Gelişme Bankası'nın 1998 yılı raporunda bazı aydınlık noktalar gösterilse de, karanlık bir üsluptadır ve bunu anlamak mümkündür. Görülebilir bir gelecekte, kapitalist gelişmenin durumu değiştireceğini gösteren bir inandırıcı neden yok.

7 1997'de sona eren sekiz yılda 30 Afrika ülkesinin adam başına gelir artışı yüzde 1,5'in üstündeydi. Diğerlerininki ya bundan da aşağı ya da negatifti. Bu veriler aslında 1980'lî yılların verilerinden iyi olsalar da, ortalamayı yükselten küçük nüfuslu ülkelerdir. 8 ECV4 1998 Raporu. 27

Page 23: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Sermayenin Gözüyle Afrika

Bir kez de anonim şirketin gözüyle kıtaya bakalım. Bu şirketler için amaç ülkeleri kalkındırmak değil, kâr fırsatlarını kullanmaktır: durum onlar için açıktır. Her şeyden önce? petrol, doğalgaz ve madencilik endüstrisinde iyimserlik ve hatta coşku egemendir. Afrika'nın kaynakları hâlâ el değmemiştir; eldeki bulunmuşlar, henüz geliştirilme beklemektedir. "Yatırım iklimi" kolaylaştırılmış ve çok şükür ki. 15 yıldan bu yana "koşula bağlı" yardımlar artmıştır, parlak sonuçları da yakında alınacaktır. Afrika'daki Amerikan yatırımları diğer bölgelerin hepsinden daha çok dönüşüm sağlamıştır (1997'de yüzde 25,3).9 IMF ve Dünya Bankası'nın teşvikleriyle Afrika ülkelerinden 14 tanesinde menkul kıymet borsaları açılmıştır, allı tanesinde de açılmak üzeredir. Bu borsalar. Londra ve New York'taki brokerlerin de yardımıyla çalışıyor. Economist Intelligence Unit notlarında gösterildiği gibi. yıllık "yüzde 100ü aşan verimler" doğmuştur bu borsalarda. Afrika'ya bu perspektiften bakılınca, ülke ve devletlere, yatırımların güvenliği ve iletişimle ulaşım araçlarının yeterliliği dışında, pek dikkatli bakılmaz. Ülkeler yerine ulusötesi ortaklıklar özellikle maden kumpanyaları ve maden rezervlerinin modellerine bakılır. Bunlar tahmin edilen genişliklerine, değerlerine ve işletme maliyetlerine göre kodlanır (teknik ilerlemeler azalmakladır). Afrikalı borsa kâğıtlarının pek azı oynamaya değer bulunur. Bu haritada çay, kahve, koko, pamuk, şekerkamışı üretilen plantasyon ve çiftliklerle yerel piyasalar için üretim yapacak düşük teknolojili bira ve alkolsüz içkiler, plastik ve çimento gibi sanayiler ve ihracat için çalışan pek az sayıda (tekstil gibi) sanayilerde vardır. Bu sonuncular yabancı firmaların filyali gibidir. Afrika ülkelerinden AT'ye giriş olanağı veren LOM konvansiyonu sayesinde kurulmuşlardır.

9 1997'de Amerikan dolarının getirisi, dünya ortalaması olarak yüzde 12,3'tü. Afrika yatırımları için bu geliri aynı yıl verileriyle yüzde 29 idi. Kaynak: Birleşmiş Milletler. Dünya Yatırım Raporu: Trendler re Gelişmeler. 1998.

28

Page 24: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Haritayı daha geniş görmeye elverişli bir ölçeğe indirirsek, küçük sermayeler için mütevazı olanaklar sağlayan inşaat, ulaşım, ithalat-ihracat ve otel işleticiliği işletmeleri de görünür. Haritada görünmese de, bir gerçek olarak, illegal iş fırsatları da elmas kaçakçılığı, silah ve narkotik ticareti gibi devlet bürokrasisinin gitgide açıldığı alanları unutmamak gerekir. Kısaca, "ham neoemperyalist" kapitalizm, kaynakları ve insanları sömürerek, ama kapitalist üretim ilişkilerinin ve sürdürülebilir, geniş tabanlı sermaye birikimine elverişli sosyal ekonomik ve siyasal bir yapıya ihtiyaç duymadan çalışır. Bu açıklanan iki perspektif şu soruyu akla getirir: Afrika acaba sömürülmenin mi, yoksa marjinalleşmenin mi kurbanıdır? Kısa yanıt, her ikisinin de olacak. Afrika popüler anlamıyla sömürü pençesindedir. New York'ta ucuza satılan Kenya çayından her paket, Nijerya'ya her pahalı satılan traktör, yanlış alınmış ve kötü yönetilen hükümetlere verilen kredilerden alınan her faiz doları Batı'yı, fakirleşen Afrikalılar zararına, zengin eder. Unutmamalı ki, daha Sierra Leone ya da Angola'da çete reislerinden yasadışı biçimde alınan elmasları da yukarıda yazmadık. Öte yandan. Geoff Kay'in provokatif bir biçimde belirttiği gibi, Afrika Marksist anlamda sömürülmenin değil, yeterince sömürülmemenin acısını çekmektedir.10 Yatırılan sermaye çok yetersiz kalmış, artı değer yaratmak için çok az kişi çalıştırılmıştır. Yatırım kârlarının pek az bir kısmı yeniden yatırıma dönüşmüştür. Her iki nedenin sonucu olarak, ekonomi marjinale itilmiş ve kapitalist yolla bir düzelme umudu kalmamıştır. Nüfus artışı üretim artışını çok geride bırakmış, sermaye-hasıla oranı artacak yerde düşmüş, altyapı günden güne daha yetersiz hale gelmiş, yüksek katma değerli mallar piyasası dar kalmıştır. Yeni yatırım alanları arayan küresel sermaye günden güne daha az alan bulabilmiştir.'' Bu yapılacak bir şey kalmadığını, başka alternatif kalmadığını göstermez. Ancak, Afrika'nın kalkınmasıyla küresel kapitalizmin yollan hiç çakıştı mı bilmiyoruz, ama bu yollar bugün ayrılmıştır. 10 Geoffrey Kay, Development And Underdevelopment. A. Marxist Analysis. Londra, 1975. 11 1997'de bütün Afrika (Kuzey Afrika dahil) dünyadaki yabancı doğrudan yatırımların yüzde 3'ünden azını çekmişti. Güney Afrika dışarıda bırakılırsa, Sahra'nın güneyindeki Afrika'ya gelen yatırımlar toplamı sadece 2.7 milyon dolar olup, bunun da yarısı petrol çıkaran ülkelere gelmişti. 29

Page 25: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Afrika'yı Disipline Etmek Bağımsızlıkta Afrika ekonomisinin zayıflığını herkes biliyor ve bunu kapatmak için aktif devlet müdahalesini öngörüyordu. Ama değişen bir şey yoktu. Afrikalılar eski gidişlerini sürdürüyorlar, tarımdan aldıkları artıdeğeri, altyapıya ya da bazı ithal ikameci endüstrileşme projelerine aktarıyorlardı. Yönetimin sol varyantında kendilerine sosyalist adını verenler, bu kontrolü daha bir sıkıca yapıyordu. Birçok iç ve dış nedenle bu proje maden zengini ülkelerde bile isteneni vermedi. Bütün kıtada 1970'li yıllarda dünya dış ticaret hadleri Afrika tarım ürünlerinin aleyhine döndüğü gibi artan ham petrol fiyatları da üstüne tüy dikti. Afrika içim iyimserliğin coştuğu yıllarda, kabaran iç ve dış borçların gelen faizleri artan faizlerle katlandı; kıta güç duruma düştükçe yabancı sermaye girişi de azalıyordu. İçerideki sınıf oluşumu da ne kapitalist ne de sosyalist bir modele el vermiyordu. Bu koşulların sonucu, "gelişmeci devlet" ganimet arayanların veya elde ettiği makama sımsıkı sarılan açıkgözlerin eline düştü. Sonuç; yerinde sayan Afrika, dünyanın en borçlu bölgesi oldu. "1980'de dış borçlar GSMH'nin yüzde 39,6'sıyken, bu oran 1996'da yüzde 78,7'ye yükseldi. İhracat gelirleriyle ölçülünce, bu oran 1980'de yüzde 97 iken, 1996'da yüzde 324'e ulaştı."12 Bu arada 1980'lerde egemenlerin kalkınma için öngördüğü temel oyun kuralı değiştirilmişti. Batı'nın tarımı vergilendirme, bu yolla endüstrileşme hayali, sosyal hizmetler konusunda duyarlı olma şeklindeki Keynesçi yorum, "neoliberalizme" bırakıyordu yerini. Bu. Afrika için gelişmeci devleti silip süpürecek bir rüzgâr anlamındaydı. Küresel piyasa güçlerinin işlemesi için devletin ekonomiden tamamen çekilmesi isteniyordu. __________ 12 Manuel Castells, The Information Age, c.3, "Bin Yılın Sonu", Oxford, 1998. Konurun başlığı "Afrika'nın Gayri İnsancıllaştırılması", s.88-90. 30

Page 26: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ayrıca kambiyo kontrolleri, koruyucu gümrük tarifeleri ve kamu mülkiyeti (sosyal hizmetlere para harcama) gibi şeylere son vermek gerekiyordu. Kilit, tarımdaydı: Özgür piyasalar, düşük vergilerle birlikte kentlerin beslenmesi için verilen sübvansiyonların kaldırılması, Afrika'nın tarım alanındaki "göreceli avantajlarını ortaya çıkarmak üzere" öngörülüyordu.(13) Afrika ülkeleri ne de olsa borçlu, boynu eğik ülkelerdi, alternatif bir destekçi gibi görünen sosyalist blok da çökmüştü. İstenilen yola ister istemez girdiler. Aslına bakılırsa Afrika ülkelerinin borçlarının büyük kısmı IMF ve Dünya Bankası'naydı. Fon ve banka bunu bir koz gibi kullanarak yeni liberalizmin ilkeleri ve politikalarını kolayca kabul ettirdiler. Yapısal Uyum Programı (YUP) ve gerekse IFI, yani Uluslararası Finans Kurumu'nun uygulamaları bir Afrikalı yetkili tarafından şöyle anlatılıyor: "Accra, uluslararası alacaklılarca kontrol edilen organlar yoluyla paralel bir hükümetin oluşmasına sahne oldu... diğer taraftan Ekonomik İnşaa Programıyla da politik karar alma gücü dar bir bürokrasiye devredildi." Bu ifade Gana YUP'ta deneyimli Eboe Hutcfull'a ait.(14) İşe daha sonra bu esasları yazılı belge haline getiren ve daha sıkı kurallara yer veren IFI de girdi (BERGT Raporu). Daha sonra da bu fakir ülkelere ve onların "piyasa dostu" hükümetlerin müdahalesine kontrolleri sıklaştıran başka raporlar geldi. Ne var ki bu raporların hepsi pek az farklıydı: Sosyal gereksinimle karşı karşıya gelince piyasanın karşı talepleri tercih olunuyordu. Ayrıca demokratik esaslara dayanan devlet yerine başka mekanizmalar geçiyordu. _______________ 13 İleride göreceğiz ki, bu devletler, adları "gelişmeci" olmasına karşılık, bu terimle uzaktan bile ilgileri yoktu. Vahşi, soyguncu, parazit hükümetlerdi. Ama böylesi rejimler kalkınma gibi güzel bir zarfa konularak içeri ve dışarıya sunuluyordu. 14 Bu terim, Bili Freund'un, kıta tarihini anlatırken (The Making Contemporaıy Africa adlı yapıtta) kitabının son bölümüne koyduğu başlıktan alındı. Kitap, 1998'de yayımlanmıştır. Eboe Hutchfull, Devrimden Monetarizıne. Gana'da Yapısal Uyum Programı Uygulaması. Bu inceleme Bonnie Cafnpley ve John Loxley'in Structural Adjustment in Africa kitabında çıktı. Kitap, 1989'da Macmillan tarafından Londra'da yayımlandı (s. 122). 31

Page 27: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Pekiyi, bu şekildeki yapısal uyumların ekonomi bakımından doğurduğu sonuçlar ne oldu? Kuşkusuz Afrika'nın zayıflıkları süregitti, bununla başa çıkılamadı. Önde gelen akademik yorumculardan John Ravenhill şu sonuca varıyor: "Dünya Bankası'nın fırsatçı bir tutumla beyanının aksine, yapısal uyum politikalarının kıtanın ekonomik koşullarını hemen değiştireceği yolunda beklentiler kısa zamanda kırıldı." Aynı yorumcuyu takip etmeyi sürdürelim: "Gerçekten uyum politikaları gözden geçirildiğinde ve yüzyılın sonuna doğru bakıldığında iyimserlik için pek az neden görünüyor. Pek az ülke çok sektörlü sürdürülebilir yapısal uyumu uygulayabilmişlerdir. Ama bunlarda bile bazı anahtar ekonomik göstergeler endişe vericidir. Özellikle borç düzeyinin artması ve yatırımların tekrar canlanmaması bunlar arasındadır.(15) Konu Afrikalı uzmanlarca da ele alınmıştır. Afrika Ekonomik Komisyonu'nca "Son on beş yılda Afrika ülkeleri ekonomilerini uyuma sokmaya IMF ve Dünya Bankası'nın desteğiyle gidilmişti. Ancak ESAF ('Yapısal Uyum Kolaylıkları anlaşmaları) programlarının yetkin ve tarafsız bir değerlendirilmesi sonucunda program hedefleriyle ESAF ülkelerinin performansları arasında büyük farklılıklar görülür" deniliyor.(16) Başka değerlendirmeler daha da eleştirel bir görünüştedir: Nijeryalı ekonomist Bade Onimode, "IMF ve Dünya Bankası Stabilizasyon ve Yapısal Uyum Programları, Afrika ekonomisinde gerilemeleri doğurup şiddetlendirmiş, fakirler, kadınlar, işçiler, köylüler, çocuklar ve diğer zayıf sosyal grupların felakete varan acılarını yaratmışlardır" demektedir.(17) Mozambik üzerinde önemli bir yazısında David Plank. Onimode'un görüşleriyle birlikle, küresel kapitalizm içindeki kapitalizmin yerini "geri gelen sömürgeleştirme" diye niteliyor (yazı aslındaki "reconisation" deyimini terime hakkını veren bu terimle karşılamak istedim-Ç.N.). _______________ 15 John Ravenhill, "A Second Decade of Adjustment: Greater Complexity. Greater Uncertainity”. Bu yazı. Thomas Callaghy ve John Ravenhill'in şu kitabında yayımlandı: Hemmed In : Responses to Africa Decline, New York. Columbia, 1993, s 47. 16 ECA 1998 Raporu 17 Onimonde, A future for Africa: Beyond the politics of adjustment başlıklı kitabında (Londra. Earthscan, 1992) yapısal uyuma karşı çıkmıştır, hem de sert bir ifadeyle, "Afrika'da bir kuşak yitmiştir. Afrika'nın marjinalizasyonu birçok yerde endişe uyandırırken, ikinci kuşak da kaybolmak üzeredir" (s. 1). 32

Page 28: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Yazara göre yeni durum eskisinden daha az değil, daha çok ağırdır. "Mozambik ve benzeri yerlerdeki en son gelişmeler sömürgecilik sonrası egemenliğin en yakın mirasçısının yeni-sömürgeci kölelik olacağını gösteriyor. Bu düzende Batılı güçler 'bozulmuş' devletin yönetim, güvenlik ve ekonomi politikalarının doğrudan kontrolünü üstlenmişlerdir. Bu düzenlemeleri şeklen Birleşmiş Milletler veya yardım-kredi veren kurumlar Batı yararına gerçekleştiriyor."(18) Plank'ın büyük katkısıyla bulunmuş "geri gelen sömürgecilik", geçmişi anımsatmadan çok bilimsel bir kavram olarak bilinmelidir. Gerçekten terim günümüzün Afrika gerçeğini çok iyi kavramaktadır. Sömürgecilik şeklen bazen bilinçle, bazen de bilinç dışı olarak Afrika'nın gelişmesini daha güçlü ülkelerin gereksinimlerine bağlamaktır. Bugün bunda bir değişiklik olmuş değildir. Marjinalizasyon Politikaları Bir zamanların ".gelişmeci devleti"nin başına gelen neydi? Bu konu deneyimsizlik, yetersizlik, rüşvetçilik, etnik çekişme, borçluluğun hazin bir öyküsüdür. Onun yerine gelen yapısal uyum ise, devletin küçülmesi, çökmesi, savaşın öyküsü. Devlet daha çok çökünce, daha çok savaş: medyaca genelleştirilmiş bir çınlama karışan, zor uzlaşılan ırkçıların karıştığı.(19) Aslında Afrika ülkelerinin tarihinde çeşitli ülkelerin çeşitli değişme eğrileriyle gelecek için farklı potansiyeller görünür. ______________ 18 David Plank, "Aid, debt ve egemenliğin yitirilmesi: Mozambik ve ona para verenler". Bu yazı, Journal of Modern African Studiex adlı dergide yayımlandı; 31 Mart 1993,8.429-430. 19 Bilinen örnek, Robert D. Kaplan, "The Coming Anarchy" (Gelen Anarşi), Atlantic Monthly dergisi, Şubat 1994, s.44-76. 33

Page 29: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bunu iyice anlamak için 1960'tan bu yana iz sürelim. Bağımsızlığına kavuşmuş yeni Afrika devletleri sömürgeci devlet yapı mirasını aynen devralmışlardı. Bu yapıda üzerine vergi konulabilen ihracat konusu hammaddeleri ve madenlerin üretimini artırma hedef alınırdı. Yeni liderler politik destek için kentler dışında ise küçük kasabadan bakanlık makamlarına uzanan bir patronaj (koruma zinciri) oluşmuştu. 1970'lerin ortasında (bazı yerlerde bundan da önce) bu sistem dayanıklılığını yitiriyordu. Aradaki halkalar kopmuş ya da gücünü yitirmiş ve etnik gruplar zaptolunmaz biçimde muhalefete geçmişlerdi. Bunu karşılamak için merkezileşmiş bürokrasi ve silahlı kuvvetler desteğiyle, her şeye yetkili başkanı, "merkezleşmiş bürokrasi" yarattı.20 Bunların en çok bilinenleri Tanzanya'nın Nyerere'si, Kenya'nın Kenyata'sı, Zaire'nin Mobutu'su vb... idi. Bu düzenlemenin yerleşmediği ülkelerde, her şeyin çalıp çırpmaya da-yandığı, "müşteriye hizmet" esası egemen oldu. Nijerya, Gana Sierra Leone, Somali ve diğerlerinde durum buydu. Kuşkusuz siyasi nüfuzun bürokrasi atamalarını belirlediği ve "ganimet sistemi" (İngilizcesi spoils system) denen düzende ekonomik.bozulma daha hızlı oldu, ama 1980'li yıllarda bundan kendini koruyabilen ülke kalmamıştı. Yapısal uyum politikalarının bu gerilemedeki payı büyük oldu. Devlet harcamalarının kısılmasıyla yara alan patronaj sistemi, demokratikleşme (aslında liberalleşme) baskısı altında hatta merkezi bürokrasinin güçlü olduğu ülkelerde rejimler zayıfladı. Ganimet sistemi sonunu getiren krize girdi. Ancak, bu koşullarda Afrika ülkeleri arasında temellerindeki ekonomik ve sosyal yapılar dolayısıyla önemli farklılıklar oldu.

20 Chris Ailen, "Understanding African- Politics", Review of African Political Eco-nomy dergisinin 65. sayısında çıkmıştır (s.301 -302). Buradaki yazdıklarımız büyük ölçüde bu esaslı analize dayanmaktadır. 34

Page 30: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Gelir ve gelişmelerini kırsal üretime bağlamış bulunan ülkelerin bu bozulmaya karşı, kırlar ve ülke yüzeyine daha sıkı sarılınca daha dayanıklı oldukları göze çarptı. Ve hela güçlü bürokrasi, patronaj sisteminden gelen gelir eşitsizliklerinin üzerine gitmişse.21 Buna karşılık yabancıların çıkardığı madenlere dayalı bir gelir politikası güdenler yurtiçinde bir güç kazanmaya ve bunun için örgütlenmeye ihtiyaç duymayınca yeni durumda zayıflıklar ortaya çıktı. Üstelik maden ihracatı iyice silahlanmış çeteler için kaynakları kapma fırsatı veriyordu; ordunun bunlarla savaşma takati ve isteği de günden güne zayıflıyordu. Hatta birçok durumda çete reisleri eski subaylardı. Özetle Angola ve Kongo gibi maden zengini ülkelerde kırsal bölgede ilişkinin politik açıdan zayıf oluşu ve ganimet sisteminin devleti çökertmesi sonucu, petrol ve elmasla beslenen çeteler bünyesel güç kazanıyordu.22 Bir savunma uzmanı olan Dale Grant bu konuda şöyle diyordu: "Belçika Kongo'sundan elde kalan değerli taş ve madenleri kendi ulusundan kaçırıp dünya pazarına sunan isyancıların oluşturduğu geniş bir pipe-line vardı."23 Tarımsal ürün ihracatına bağlı olma, çete reislerinden yakayı kurtarma riskinden kurtulmaya yeter değildi. Bunlar ya komşu ülkelerden sızıyor (örneğin, Kongo ve Sudan'dan Kuzey ve Batı Uganda'ya sızmalar) ya da başka nedenler aynı sonucu doğuruyordu. Başlangıçta Güney Sudan'daki çatışma etnik nedenlere dayanıyordu. Bu çetelerin kurbanı olan aç ve hasta insanlara yapılan yardım bile onları besliyordu. Çünkü, çeteler bu yardımların hasta ve aç insanlara ulaşmasına izin vermekle bir pay almaktaydı.24

21 Catherine Boone, "States and ruling class in post-colonial Africa: The enduring contradictions of power". Joel S. Migdal, Atu Kohli ve Vivienne Shue'nin yazdıkları State Power and Social Forces adlı kitaptan alındı. Bu kitap, Cambridge University Press'ce yayımlandı, 1980, s.108-140. 22 Aynı yazarın, E Statehood and Reconfiguration of Political Order kitabı. Buradaki fikirlerde şu kitapta aynen yer almıştır: Leonardo A. Vilalon ve Phil p A. Huxtable: The African State at a Critical Juncture, yayımcı: Boulder, Lynni Rienner, 1998. 23 Toronto Star'da 9 Mart 1999'da çıkan yazı. "Canadian cry 'Havoc' and let slip the ' dogs of war", Dale Grant. 24 Ankie Hoogevelt, Globalization and the Post Colonial World, John Hopkins Üniversitesi yayını. Baltimore, 1977, s. 180-181. 35

Page 31: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Kaldı ki uzun dönemde çeteler, tarımdan gelen parayla yetinmeyecek, daha fazlasını isteyecektir. Her Afrika ülkesi bu kadere mahkûm bulunuyor. Yeni Afrika'nın insanlarının bu gidişe razı olacağı ya da eski patronaj ağının ayakta kalabileceğini kabul etmek de zordur.

Sosyalizm ve Güney Afrika

Afrika politikasında başka grafikler de vardı. Bazı ülkeler yine küresel kapitalizme bağlanmakla beraber, daha progresif sonuçlardan yana oldular: Gana, Tanzanya ve Mozambik. İlk zamanlarda bu yola giriş yukarıdan aşağıya ve sosyalist değil de (Afrika sosyalizmi) popülist yollardan oldu. Hem gelişmeci hem de demokratik dönem koşullarında kalıplanan modeller kapitalist karşıtları gibi uzun ömürlü olmadı. Bugün de alttan gelebilen bilinçli bir eylem olmadan, liderleri ideolojik, yönetimsel zayıflık içinde, yumuşak başlı olmayan küresel ekonomiden bağımsızca bir manevra olanağından da yoksundur. Chris Allen'in görüşü, Marksist kaynaklı sosyalist hamlelerin, kıta güneyinde ve bilhassa Mozambik'teki liberal mücadeleler kanalıyla geldiği yolundadır.25 Başarısızlıklarından sonuç çıkarmak da bir hayli güç. Çünkü, ilk yılların hatalarından bir şey çıkaracak bir görüşe sahip değillerdi. Güney Afrika ırkçılığının kısırdöngülü destabilizasyorıu ve Batı'nın birbiriyle çelişen çıkarları arasında (örneğin, Reagan'ın ilham ettiği Rollback gibi) şaşkınlığa düşmüşlerdi. Gene de sosyalist pratiklerindeki karakteristik zayıflıkları bugün de fark edilebilir. En başta uğradıkları felaketli sonuçta en azından küresel kapitalizmin en zalim isteklerinin arkasına düşmelerinin payı vardır. Bunun er açık örnekleri Mozambik ve Angola'da görüldü. 25 Ailen, Guerilla War and Socialist States, alt kesimi, s.315-316. 36

Page 32: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Sağı solu pek düşünülmeden girişilen endüstri hamleleri, kırsal kesimde zorla köylüleştirme, halk kurullarının ortaya koyduğu karışık değerlendirme ve yığınsal isteklere karşı duyarlılık eksiği bunlar arasındadır. Afrika'da hegemonyaya karşı girişilecek mücadelede bu gibi deneyimlerden çok şey öğrenilecek ve halk, kredisini yitirmiş sosyalizm yolunda çözüm arayacaktır. Bu karışık ve acılı , geçmişten ders çıkaracaktır. Bu arada Güney Afrika'da Apartheid, yani ırk ayrımının özel bir şeyleri ortaya çıkaracağı umuldu. Magdoff ve Sweezy'nin bu sayfalardaki formülasyonu anımsayalım: "(Güney Afrika'nın) ırk ayrımı ve baskı sistemi, kapitalist süper sömürünün gerçek pradigmasıdır. Burada bir beyaz tekelci kapitalist yönetici sınıf ve gelişmiş bir siyah proletarya var. Bugün için çok gelişmiş, çağdaş kapitalist yapıya sahip, 'nesnel olarak' sadece devrim için olgun değil, şimdiden devrim için açık ve tersine dönmeyecek biçimde devrimci savaşıma girmiş bir ülkedir."26 Ancak, Sweezy ve Magdoff diğer ve daha az tatlı bir olası gelişmeye de kapıyı açık tutmuşlar, başarıyla bozgunun neleri fark ettireceğine parmak basmışlardı: "Karşıdevrimin zaferi -kapitalist düzenin, değişik bir biçimde de olsa, Güney Afrika'da stabilize olması- dünya devrimi için sersemleştirici bir bozgun olacaktır." Maalesef, bu ölçüt alındığında bozgun buna benzer sonuçları getirmiştir. Güney Afrika'daki gelişme, "kapitalist ilişkilerin stabilizasyonu"yla bu ülkedeki geçiş süreci birbirine yansımıştır.27 Kuşkusuz bu satırlar yazıldıktan sonra, "dünya devrimi" açısından birçok yıkıcı yenilgi olmuştur. Ancak, Güney Afrika'da hareketin ehlileştirilmesi yukarıdaki gelişmeleri güçlendirmiş bulunmaktadır. Bu konuda, Güney Afrika, ölçüsündeki vaadin ve geçirdiği epeyce yüksek gelişme hakkında da çeşitli fikirler vardır. Manuel Castells bize şunları vurguluyor: "Güney Afrika, Sahra'nın güneyinde kalan Afrika'nın, gayri safi iç hasılasının yüzde 44'ünü ve sanayi ürünlerinin yüzde 52'sini üretir."

26 Harry Magdoff and Paul Svveery, "The Stakes in South Africa", Monthly Review dergisinde 1986 Nisan ayında yayımlandı. 27 Güney Afrika'nın geçiş dönemi için John S. Saul'un Review of African Political Economy 72 dergisinde, 1997 Temmuz ayında yayımlanan yazısını okumakta da yarar vardır. "Liberal Democracy vs. Popular Democracy in Southern Africa." 37

Page 33: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Sonra da şu sonuca varır: "Sonuçta Güney Afrika'da ırk ayrımının sona ermesi ve demokratik, siyah çoğunluğun yönettiği Güney Afrika ile Afrika ülkeleri arasındaki potansiyel bağlanışı en azından bu batı-güney bölümde Afrika'nın yeni ve daha elverişli koşullarla ve Güney Afrika yoluyla küresel kapitalizm içinde yer aldığı yargısına izin verir."28 Kuşkusuz burada Güney Afrika aşırı değerlenmiştir (bunu sonra Castells'in kendisi de kabul etmiştir). Ülke sadece geniş kıtanın bir uç ülkesi. Bir nokta daha var ki, ülkenin piyasa itişi ve ticari rekabetle gerçekleşen gelişmesi, Güney Afrika'nın kendi fakirleşmiş halkına pek az şey vermiştir.29 Ve Castell kabul eder ki, "Güney Afrika'nın gerçek problemi yeni küresel ekonomide, bir kez dışa açıldıktan sonra, nasıl bir kenara atılmaktan kurtulabileceğidir."30 Güney Afrika'da umutlar söndükten sonra ortaya daha sonra çıkacak dertlerde var: Politikada kokuşma, yükselen suçluluk, artan otoriter davranışlar ya da insancıl ve gerçekten ülkeyi kalkındıracak bir sosyoekonomi için halkın yeniden savaşımının yükselmesi.

Alternatifler

Özetle Afrika'nın kaderi bugünkü küresel kapitalizmin koşulları içinde karanlıktır. Dünya Bankası uzmanları bile bunun aksini iddia etmiyorlar. Borçların hafifletilmesi konusunda esaslı bir değişiklik olmadan, yardım için liberal ekonomi uygulaması şartını arayan dogmatik görüş son bulmadan, dış güçlerin kıta halkını sıkan mengenesi gevşemeden, her türlü yolla kollanma olmadan Afrika'nın kaderi marjinalleşmiş kalmaya mahkûmdur. Amerikan Kongresi'nce çıkartılan ve "Afrika İçin Umut" adı verilen yeni yasada, piyasaya yönelmiş ve ABD ile serbest ticareti zorunlu kılan görüş, körlüğün sürdüğünü gösteriyor. 28 Castells, age. "African Hope" alt kesimi. 29 Castells, age, s.l?7. 30 Biz. Hein Marais. South Africa: Limits to Change: Political Economy of Transition, Zed Yayınları, Londra, 1998. 38

Page 34: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Kısa dönemde bu elverişsiz dış koşulların değişmesi düşünülemez. Ama orta vadedeyse bu olabileceğe benzer. Bu yargımızın nedenleri var. Birinci neden, Afrika ülkeleri bütün dünya için tehlikeli oluyor: AİDS'in ve diğer hastalıkların en büyük ihracatçısı, mafiosi ve paralı askerliğin serbest av alanı, silah, para, uyuşturucunun, denetimsiz kanın, tehlikeli besinlerin anonim kara piyasası. Bu gerçek iyice anlaşılınca, herkesin yardım için kuyruğa gireceği düşünülebilir. Küresel kuralsızlaşma sosyal maliyetinin her gün daha açığa çıkmasıyla "Kuzey"de fikir ve kanılar değişiyor. "Washington Uzlaşması" inişe geçmiş bulunmaktadır. Afrika'da yeni kuşaklar şimdiki sinizme karşı gelip, reformlara öncü olma durumuna girdikçe, dışarıdan büyük sempati göreceklerdir. Bu ikinci umut ışığı. Üçüncüsü ise, küresel kapitalizmin doğal çevrenin sınırlarına gelmesidir, artık eskisi gibi geniş tabanlı gelişmeyi gösteremez. Piyasa mantığı bugün her yandan sorgulanıyor. Kıtanın geleceğinin çerçevesini bu kadar olumsuz biçimde etkileyen kapitalist yapıların değişmesinde Afrika'ya (Afrika devletlerine) düşen nedir? Afrikalılar borçların hafifletilmesi konuşmalarına kuşkusuz katılıyor. Bu hem bu konuyla ilgili kurulmuş sivil kurumlaşmalar (örneğin, kiliselerce yönlenen Jubilee 2000 inisiyatifi gibi) aracılığıyla hem de kendi devletleri kanalıyla oluyor. Bunların sonunda IFI, "Çok Borçlu Fakir Ülkeler" inisiyatifini kurmuştur Afrika devletleri kendi önerilerini 1980'den bu yana hazırlayıp ileri sürmektedir (Lagos Eylem Planı, Bütün Afrikalıların Alternatif Çerçeve Çalışması bunlar arasındadır).31 31 "Bu programın (Dünya Bankası Programı'nın) çeşitli maddelerinin çoğu başarıyla uygulandıktan sonra bile... fakirliğin kıtada mutlak ve göreceli artışı daha da yükselecek. Dış yardıma bağlılığın sonu gelemeyecek. Aslı olmayan hayallere gerek yok" diyor Israt Hüseyin. Yazının başlığı "Structural Adjustment ard the Long Term Development of Sub-Saharan Africa". Bu yazı İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın Structural Adjustment and Beyond in Subsaharan Africa adlı yayınında yer almıştır. 1994, Londra, s. 170. Bankadan başka eleştirel görüşler için bkz. R. Agarvala ve P. Schwartz, "Sub-Saharan Africa: A Long Term Perspective Study". Banka İç Belgeleri olarak basılıdır. 39

Page 35: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ayrıca bölgesel olarak da örgütlenmişlerdir. Ne var ki, bütün bu çalışmalar borçların bir kısmı ertelense de yuvarlanarak katlanmaktan başka sonuç vermeyecektir. Çünkü, onlara zengin çevrelerden uzatılacak eller, kısır kapitalist ekonomi koşullarında kalma şartına bağlanacaktır. Peki, Afrikalıların bunlar ötesinde istek ve kaynaklar yaratma işaretleri var mı? Varsa da yerel niteliktedir. Jonathan Barker, Afrika ve ötesinde "Eldeki iş ve aile yaşamını, toplum sağlığını, konut ödeneklerini, kadınların gücünü korumak; yerel piyasaların işlemesini, eğitim standartlarını yükseltmek; yıpratıcı çalışma koşullarını engellemek amaçlarına dönük binlerce aktivist grup vardır" diyor.32 Bunun ötesinde de Afrika'daki kendi parazitik hükümetlerinin sürmesi için kullanan hükümetlere karşı çok daha geniş tabanlı, ama korkak muhalefet de gözden uzak tutulmamalı. Dahası Uluslararası Finans Enstitüsü'nün (IFI) kısırlaştırma politikaları aşağıdan gelen direnci artırmaktadır: Riley ve Parfit, ekonomik uyum önlemlerinin gördüğü tepkiyi şöyle anlatıyor: "Afrika halklarının uyguladığı meydan okuma stratejileri değişiktir. Önlemleri saptırma, düşünülen kısırlaştırma önlemlerinde düşünülen maliyetlere katlanmamak, bunları başlarına getiren politikacılara alternatif aramaya girişmek."33 Bu işin aktörlerini de (öncelikle kentlerde) şöyle sıralamaktalar: "avukatlar, üniversiteliler, bakır madencileri, köy kadınları kuruluşları, kent işçileri ve iş bulamayan gazeteciler, kilise çalışanları ve diğer işsizler." Bunların doğrudan direnci birçok Afrika hükümetini sallamıştır.34 Bu direnişler -ki Celestine Monga bunlara "kolektif başkaldırma" diyor- kıtada yeniden demokratik çıkışları iten faktörlerdir. Gerçi bir çeşit demokrasi Batılı çevrelerin de gündemi içindedir. Bunlar "liberal demokrasi" ile sınırlı bir anlayış içindedir. Çünkü, bu yolla hem daha geniş olan amaçlarına yasal bir kılıf giydirirler ve hem de yaşayabilir bir iş iklimini oturtacak seçkin tabaka üzerinde şaşmaz bir kontrol kurarlar. 32 Age 33 Afrika konusunda uzmanlar, başarı için "ulusal çapta siyasi hareketleri ve/veya siyasi partileri" zorunlu görürler. Ancak bunların gücüyle ulusötesi şirketlerin ve yabancı devletlerin direnci kırılabilir. 34 Riley ve Parfitt, Economic Adjustment and Democratization in Latin America, s. 170. 40

Page 36: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Üretimi artıran bir taban ve sınıf yapısı böyle bir demokraside var olamaz. Riley ve Parfitt'in ortaya koydukları gibi, var olan, "üretimsizliğin artışıyla sonu gelmez iç huzursuzluktur". Şu yargı da ne kadar isabetli: "Afrika'da belki de küresel olarak ne demokrasiyle birlikte borç, ne de borçla birlikte demokrasi süregider."35 Acaba bu demokratizasyon iklimi daha da büyük transformasyonları getirecek halk inisiyatiflerinin yolunu ne derece açar? Çünkü, son tahlilde Afrika'nın dertlerinin çözümü iç olduğu kadar dış koşullara da bağlıdır. Bu koşullar içinde Afrika halkı hâlâ prekapitalist üretim ilişkileri ve bir sürü gitgide artmakta olan stresler içinde kolektif hareketle ne yapabilir? Hâlâ halkı seferber etmede ırksal ve dinsel nedenler büyük iktisadi projelerde olduğundan daha kolay. Bunu hadi eğitimle yenecekler desek, burada da mesafe ve dil fark lan büyük engel. Bugün Afrikalı çeyrek milyon meslek sahibi ve kıta aydınlarının büyük kısmı kıta dışında yaşıyor. Bunların normal insan (Batılı) gibi yaşama isteği kendilerini fakirliğe, güvensizliğe, mücadelesinde daima yenildiği hamlelere karşı itiyor. Bugün için daha dramatik olasılıklar ve hatta bunlara yönelmiş örgütlenme haberleri de yok değil. Vahşi ve soyguncu kapitalizm Ogoniland'da ve daha bazı yerlerde demokrasinin daha iyi "gelir dağılımı olmadan gerçekleşemeyeceği yolunda muhalefetle karşılaştı. Politik taleplerle sosyoekonomik taleplerin birlikte yürütülmeye başlaması kıtada yaygınlaşıyor. Bunlarla ilgili geniş bir liste verilebilir. Ancak, radikal bir şeyler hayalde kalıyor. Çünkü, "inanmamış insan çok. Çoğu sosyalizmle yenilgiyi aynı kefede görüyor." 35 Age. 41

Page 37: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

BİNYILIN SONUNDA LATİN AMERİKA James Petras ve Henry Weltmeyer*

Giriş

Latin Amerika kapitalizmine kısaca bir göz atmak için, Harry Magdoff’un Age Imperialism'inden başlamanın tam sırasıdır. Latin Amerika'da son yirmi yılda kapitalizmin gelişmesinde Amerikan Bankacılığı ve çokuluslu şirketlerinin eşi görülmemiş bir yükselişine ve Washington güdümlü siyasal erkin meydan okuma kabul etmez tırmanışına tanık oluruz. Küreselleşme kavramının anlam ve kapsamını bilmesek bile, bunun en açıklayıcı gelişmesi Avro-Amerika emperyalizminin incelenmesinde görülebilir. Bu emperyalizmin uzun ve derin köklerine kıtada rastlanmış olsa bile, 1980'ler ve 1990'lara kadar kapitalizmin en yüksek ve sonuncu aşamasına gelmiş değildi. 21. yüzyılın başlarında Latin Amerika'da kapitalist gücün şekillenişini tartışırken, birçok konu çarpıcıdır. İlk olarak küresel sermaye birikim sürecinde ABD'nin hegemonyasının güçlenmesi olayı görülür. 1990'lar boyunca Amerikan sermayesi (ve onun emperyalist devleti) küresel ekonomideki yerini ve ağırlığını daha çok artırıp ağırlaştırmıştır. Bu stratejik ekonomik kesimlerdeki birleşmelerle (Merger) gerçekleştirilmiştir. Dünyadaki en büyük 500 firmanın 244 tanesine (bir yıl önce bu sayı 222'ydi), en büyük yüz firmanın 61 tanesine bugün ABD sahiptir.

* Bu yazının yazarlarından James Petras emekli sosyoloji profösörü. SUNY Bing-hampton Üniversitesi'nden Latin Amerika ve diğer dünya sorunları hakkında birçok kitap ve yazısı var. Diğer yazar Hsnry VVeltrreyer Halifax'ta (Kanada) St. Mary Üniversitesi'nde Sosyoloji ve Uluslararası Gelişme Profesörü, aynı zamanda Meksika'da bağımsız Zicatecas Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi hocasıdır 42

Page 38: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Latin Amerika'da en büyük 20 şirketin 10 tanesi ABD'ye ait bulunuyor. Amerika'nın yayılan hegemonyası ve büyüyen ekonomik gücüne karşı Avrupa ve özellikle Japon sermayesi gerileme halindedir.1 Bu iki karşıt hareket sonucunda mali kurumlar, yönetimler ve bunlara paralel olarak askeri güçlere hükmeden mekanizmalar değişmiştir. İkinci olarak, Latin Amerika'da kazandığı bu güç ve zenginlik yeni sayılabilir. Daha önceleri on yıllarca iktidarda kalan ulusal ve popülist politikalar, Amerikan emperyalizminin genişleme ve derinleşmesini engellemiş, hegemonyayı kırmıştı. Üçüncü olarak, bölge ekonomisini yeniden aktif hale getirme yolunda harcanan çeşitli çabalara karşın, ekonomik kriz sürmektedir. Krizde üretici kaynaklar ve gelirler hayret verici oranlarda yağma edilmekte ve Amerikan emperyalist devletiyle onun "uluslararası para topluluğundaki" yardımcılarının örgütlediği Amerikan yatırımcılar adeta paraşütle inmektedir. Dördüncü olarak, Amerika'nın getirdiği bu düzen içinde işçilerin ve orta gelirlilerin sınırlı kazançları tersine dönmüştür ve yaşam standartları gerilemiştir. Beşinci olarak kırsal tarım ekonomisinden kent merkezli sanayi ekonomisine geçiş Latin Amerika toplumunda yeni bir sosyal bölünmeye yol açmıştır. Bir tarafta küresel sermaye devrelerine bağlanmış bir avuç milyarderin ve ulusötesi şirketlerin yönetimindeki ihracata yönelmiş şirketlerin sultasındaki burjuvazi, öte yanda fakirleşmiş ve marjinalleşmiş gittikçe çoğalan işçiler (sosyal haklarından, koruyucu çalışma mevzuatından yoksun kalmış) kent yaşa-mında yörelere göre tomurcuklanmış kent toplumu. Son olarak, Amerikan emperyalizminin yöredeki çalışmalarını gözlerden kaçırmak için yeni bir dil ve tartışma biçimi yerleşmiştir. Çokuluslu banka şirketlerin operasyonları (verimli üretim kuruluşlarını yutmak, aktifleri ele geçirmek, piyasalara hükmetmek, ucuz emek temeline dayalı kârlar elde etmek) artık emperyalist sistemin birim ve araçları değildir.

1 Benu Varham-Schneider, Capital Flight from Developing Countries, Westview Press, 1991,s.l2. 43

Page 39: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Sözlükteki yeni adları küreselleşmenin kolaylaştırıcıları, dünya ekonomisinin artan karşılıklı bağlılığının ve entegrasyonunun birer gereğidir. Devlet ve kamu aktiflerinin satın alınması veya üzerine oturulmasının yeni adı "özelleştirme" olmuştur. Yabancı yatırımlar için var olan çeşitli sınırlarının tamamen kaldırılması, piyasanın liberalleştirilmesi ve özel kuruluşlarda her türlü deregülasyon (yatırılan sermayenin kârlılık oranını artırmaya yönelik her türlü politika) ise "Yapısal Uyum" (Structural Adjustment) şeklinde adlandırılmaktadır. Yabancı sermaye için çekici politikaların dayatılması, paraşütle ülkelere yatırımcı indirilmesi, polis ve askeriyenin antinarkotik savaşım bahane edilerek topluma sıkı bir kontrol uygulaması "serbest piyasa" veya "piyasa dostu politikalar" diye anılmaktadır. Emperyalist devletin çıkar ve politikalarına uygun "üçüncü kesim"e ve halk kuruluşlarına destek verilmesi "good governance-iyi yönetim" ya da "sivil toplumun güçlendirilmesi" sayılmakta, "ekonomik kalkınma sürecinde" kritik bir boyut olarak kabul görmektedir. İşleyen yapıların ve kapitalist sistem madde boyutlarının düşünülmesinde bu ölçüde boşluklar ortaya çıkması sonucu, sınıflar da gözden kaybolmaktadır. Ekonomiye ve politikaya egemen, emperyalist sistemin sınıfsal temeli kapitalist sınıf bile, yerini çeşitli sosyal aktörlere bırakmıştır. Bu aktörler ve kişiler, hep birden, yeni küresel düzenin sosyal içeriğindeki yerlerini tartışıp bir yerlere oturtma savaşımı vermektedir. Bunların koşullarının farklılığı ise nesnel durumlara göre değil, öznel değer yargılarına dayanıyor.

Emperyal Hegemonyanın Tarihsel Kökenleri

1930'dan 1970e kadar ABD emperyalizmi Latin Amerika'da daima milliyetçi, popülist ve demokratik sosyalist rejim ve hareketlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu meydan okuyucu hareketler, devrimci olmaktan çok reformist karakterdeydi. Tartışma konusu, bütünüyle düzen değil, emperyalist projelerdi.

44

Page 40: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

1930 ve 1940'larda Meksika'da Başkan Cardenas petrolde Amerikan hisselerini millileştirirken, Brezilya'da Vargas, Arjantin'de Peron ve Şili'de Halk Cephesi, koruyucu tarifeler arkasında milli endüstrileri teşvik ediyor, aynı amanda stratejik alanlarda millileştirme genişlik kazanıyordu. 1950'de Guatemala Başkanı Arbenz, United Fruit Company'nin sahip olduğu toprakları kamulaştırıp köylülere dağıttı. Bu, yönetime karşı CIA'nın yönettiği bir darbeye neden oldu. 1952'de Bolivya'da köklü milliyetçi bir devrim oldu, arkasından da emperyalist hegemonyaya meydan okuyan Küba Devrimi geldi. 1960'larda ve 1970'lerin ilk yıllarında bütün kıta boyunca popülist, milliyetçi-demokratik rejimler ve hareketler görüldü. Bu yarım yüzyıl süren atılım, önemli sosyal ve ekonomik tözelerin (mevzuatın) yaşama girmesine yol açtı. Bunlarla sendikalar yasallık kazandı, yaygın sosyal yararlar elde edildi, kamunun eğitim ve sağlık harcamalarını endüstri işçilerine ve kamu çalışanlarına yaymış oldu. Hatta bazı yerlerde bu yayılma köylülüğe doğru uzandı (Çin'de 1970 ve 1973 yıllarında olduğu gibi). Bu dönem, kuşkusuz ne "gelişme için" altın çağdı, ne de işçiler için bir cennet, işçiler yine sömürülmüş, köylüler çalışma yasalarının dışına sürülmüştü ve ekonomi gene büyük ölçüde endüstri ülkelerine hammadde satışına dayanıyordu. Ama sermayeye konan sınırlar vardı, popülist bazı ülkelerde de gelir dağılımları bir hayli düzelmişti. Şili'de Ailende döneminde işçiler sosyal üretim toplamından yüzde 60 oranında pay almaktaydı. Ondan sonra gelen Pinochet'nin 17 yıllık neoliberal politikalarında bu pay yüzde 19'a düştü. 1989'daki bu oran en düşük orandır dünyada. Daha önce iki sınıflı olan (arazi sahibi-köylüler) toplum genişlemiş işçiler, küçük burjuvazi ve milli burjuvazi boy vermeye, görünmeye başlamıştı. 1960 ve 1970'lerin millileştirme dalgaları, stratejik ekonomi kesimlerini devlet kontrolü altına sokmuştu. Gerçi bazı durumlarda bu millileştirmede emperyal firmalara çok cömert davranılmıştı, bazı yatırımlara da aşırı fonlar ayrılmıştı. Yüksek gümrük tarifeleri ulusal sanayi geliştirse de, uluslararası devlerin ülkelerde yerleşmesine engel olmuş, değildi.

45

Page 41: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Doğrudan yatırımlara ve ülkelerine götürecekleri kârlara sınırlamalar getirilmişti, ama bu, bazı mu-hasebe hileleriyle kolayca aşılmıştı (Transfer Fiyatları Oyunu). Latin Amerika'nın popülist-milliyetçi rejimleri yabancı sermaye yatırımlarına ve çokuluslu şirket operasyonlarına esaslı kârlar aktardılar. Küba Devrimi'nden sonra getirilen daha radikal önlemler ise tepkiler yarattı. Zengin iş operasyonlarının doğurduğu bir yeni sınıfla bankacılar, çalışma yasaları ve kendi sermayelerine konan kontrolleri yıpratmaya giriştiler. Ayrıca toprak gibi bazı üretici kaynaklarının yeni dağıtımına da takıldılar. Bu yeni sınıfın destek aradığı çevreler silahlı güçler ve hem de ÇÜŞ (Çokuluslu Şirketler) oldu. Böylece reform karşıtı politikalarla ABD'nin ülkeye getirmek- istediği için yeni bir sosyal taban oluşmuş oldu. İşte 20 yıldır Latin Amerika'yı bu sosyal taban yönetiyor.

Amerikan Nüfuzunun Politik ve İdeolojik Temelleri

Neoliberalizm ideologlarına göre, "serbest piyasa" modeli, "devletçiliğin" iflasından dolayı egemen model olmuştur. Ama tarih böyle göstermiyor. "Serbest piyasa" Latin Amerika'da sosyal reformun başarısına tepki olarak gelmiş ve şiddetli bir politik müdahaleyle dayatılmıştır. Washington, Latin Amerika askeri çevreleriyle el ele vererek, Şili'de, Arjantin'de, Brezilya ve Uruguay'da demokratik şekilde seçilmiş hükümetleri devirmiştir. Koltuklarına oturtulan yeni diktatörler uluslararası mali kurumların desteğiyle, hemen işe girişmiş ve sosyal yapıyı parçalayarak, ülkeyi dışarıya karşı koruyucu engelleri kaldırmışlardır. Endüstri ve bankacılık yabancılaştırılmış, kamu malları özelleştirilmiştir. Serbest piyasa politikaları en sert araçlara başvurularak halka dayatılmıştır. 46

Page 42: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bunu sağlamak için binlerce insan öldürülmüş, onbinlerce kişi tutuklanmış ya da sürülmüş ya da çeş it l i işkencelere uğramıştır. ABD'nin hegemonyacı emelleri gerçekleştirilirken, CUŞ'lar, Latin Amerika'nın ulusötesi kapitalistleri ve devlet arasındaki politik ilişkiler güçlendirilmiştir. Devletin şiddet uygulamaları ve emperyal devlet müdahalesiyle liberal düzen yerleştirilirken, "yeni ekonomik düzen" kurumlarının daha büyük verimlilik ve piyasa rasyonelliği getirdiği gibi yalanlar uydurulmuştur. Amerikan emperyalizminin genişleyip güçlenmesi global güçlerin tarafsız ve kaçınılmaz bir sonucu değildir. Aksine "küreselleşmenin buyruğu" ya da "dünya kapitalist sisteminin "gereğidir. Daha doğrusu yeni güç şekillenmesi ulusal, bölgesel ve uluslararası çapta yönetilen bir sınıf savaşının sonucudur. Bu savaşın gündeminin arkasında yatan, sadece sermaye birikiminin sürecini yenilemek değil, ABD emperyalizminin gücünün dünyanın diğer yerlerine yayılması ve güçlenmesini sağlayacak yeni koşulların yaratılmasıdır.

Yeni Emperyal Düzen: Yirmi Yıl İktidarda Latin Amerika'nın ulusötesi seçkin üyeleriyle emperyal firmaların, Amerika'nın son çeyrek yüzyıllık hegemonyasından büyük çıkarlar sağladığı hakkında bol kanıt vardır elde. Yeni emperyal düzen aynı zamanda dönen beş dişliden oluşur: Büyük ölçüde uzun vadeli dış borç faiz ödemeleri; direkt ve portföy yatırımlardan elde edilen yığınsal kâr transferleri; kârlı kamu kuruluşlarıyla mali sıkıntıya düşmüş özel milli firmaları kapatma, düşük ücretle işçi çalıştıran işletmelere, enerji kaynaklarına, işçi ücretlerinin düşük olduğu tekstil ve hizmet sektörü firmalarına doğrudan yatırımlar; patent, royaltilerden yıllık toplanan rantlar; bölgeye alışıklığı veya tarihsel nedenle yüksek kâr elde eden Amerikan firmalarında açılmış yüksek faizli cari hesap gelirleri. 47

Page 43: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

I. Borç Faiz Ödemeleri Dış borçlara ödenen faiz istatistikleri hayret vericidir. İlk alınan borç anaparaları (banka sendikasyon kredisiydi) 1970'te temdit edilirken, Amerikan bankaları bu anlaşma sırasında yüksek gelinlerini aldılar. 1982'ye kadar 275 milyar dolarlık çoğu Brezilya ve Meksika'ya ait kamu ve özel firma borçlan uzatılırken, aşağı yukarı Üçüncü Dünya borçlarının yarısı operasyon içindeydi. 1982'de "borç krizi" gelince, bölgeye giden banka kredileri önemli biçimde azaltıldı. Buna karşın 1970'te 275 milyar dolar olan borç 452 milyar dolara çıkmıştı. Bu durum aradaki yıllarda 170 milyar dolar faiz ödenmesine karşın oluşmuş ve bölgeden net kaynak akışı o ölçüde artmıştı ki, zamanın Dünya Bankası başkanı şu notu düşmüştü: "Bu ölçülerdeki kaynak transferi... belki aşırı erken." 1990'larda bölgeye kaynak akımı birleşim değiştirince (borç yerine yatırım), Uluslararası Finans Kurumu (IFI) etekleri zil çalarak borç krizinin sona erdiğini ilan ediyordu. Oysa ülkeler döviz kazanımlarının yarısını borç faiz ödemelerine ayırıyor ve Dünya Bankası bu oranı "tehlikeli" buluyordu. Tablo l'deki verilerin gösterdiği gibi, durum "yönetilebilir" hale gelmişse de hiçbir şekilde atlatılmış değildi. 1998'de Latin Amerika'nın toplam dış borçları 698 milyar dolan bulmuştu. Borç krizinin tepe noktası sayılan 1987'ye göre borç ana paraları yüzde 64 artmış oluyordu. Önemli olan sadece borçların yüksekliği (GSMH toplamlarının yüzde 45'i) değil, fakat aynı zamanda ABD bankalarına ödenen faizlerin büyüklüğü ve potansiyel sermayenin hızlı kaçışıydı. Sadece bir yılda (1995) bankalar 67,5 milyar dolar tahsil etmişti. 10 yılda aldıkları gelir, 600 milyarı geçmişti. Bu, aynı dönemde yaratılan dış satış gelirlerinin yüzde 30'u dolayındaydı. 48

Page 44: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

II. Portföy Yatırımları Neoliberal reformların ilk maddesini oluşturan programlar ile Latin Amerika'ya özel sermaye akımları, 1991'den sonra hız kazanmıştı (Tablo 2). Hisse senedi ve tahvil olarak portföy yatırımları, sermaye akımında çok büyük bir pay tutuyordu. Doğrudan yatırımlar gibi bunlar da bölgenin en zengin ülkelerinin endüstrileri için gelmişti Brezilya ve Meksika'ya. 1980 borç krizine gelinen yıllarda dışarıya net portföy yatırımları vardı ve ülkeden sermaye kaçışının kanıtı olarak gösteriliyordu (bkz. Tablo 6). 90'lı yılların başlangıcında yüksek faizlerle yeni yükselişe geçen ülkelerde fırsatların sürükleyişiyle portföy yatırımları hızlı bir yükselişe geçti. Ama daha sonraki yıllarda kâh azalıp, kâh yükselen bir trende girdi. 1992 sonrasında ise, dışarıdan gelen portföy yatırımları (bonolar ve bölge devletlerinin çıkardığı tahviller) doğrudan yatırımları sollayıp çok gerilerde bıraktı.

49

Page 45: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

III. Doğrudan Yabancı Yatırımlar 1980'ler boyunca aktif değerler yatırımı gelişmiş ülkelere banka kredileri ise gelişmekte olan ülkelere gitti. Ama 90'larda sermaye akımlarının yön ve birleşimi önemli ölçüde değişti. Hem sermaye yatırımları toplam olarak arttı hem de bu yatırımlar içinde aktifler yatırımı, portföy yatırımlarını ağır olarak geçmiştir. 1978'den 1981'e Latin Amerika'ya sermaye akımının hemen tamamı banka sendikaları kredisiydi (yüzde 82). Oysa 1990'dan 1993'e kadar olan dönemde bu yüzde 32'ye indi. Bu sermaye akımında artan tercih kalkınan piyasalar "İngilizcesi ile Latin America's emerging markets" ve yoğun özelleştirme dolayısıyla çok elverişli fırsatlar çıkmış işletme aktifleriydi. Sözü geçen on yıl içinde bütün dünyada doğrudan yabancı sermaye artışı, dünya ölçüsünde yüzde 223, fakat Latin Amerika'da yüzde 600 idi. Bu sermaye akımının yüzde 65'i Meksika ve Brezilya'ya, yüzde 26'sı Arjantin, Şili, Kolombia, Peru ve Venezüella ülkelerine gitmişti. Bu akımlar sonucunda kapital formasyonu 1984'te yüzde 4,2 iken, 1990-1993 yıllarında yüzde 6,5 ve daha sonraki yıllarda yüzde 11'i bulmuştur.

Doğrudan yatırım için gelen sermayenin çoğu, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinde ve "sıkıntıda" bulunan özel işletmelerin kurtarılmasında harcanmış, yani net sermaye oluşturulmasına pek bir şey kalmamıştır. Gelen doğrudan fonlardan bu iki yere (özelleştirmeler ve kurtarma) gidenler, bölgede, yüzde 68'den 75'e kadar bir oranı oluşturuyordu. Böylece verimsiz yerlere giden yatırımların sonucu patlayan birleşmeler (mergers) sınır ötesi el atmalar şeklinde istatistiklere yansımaktadır. 50

Page 46: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu yollar anahtar endüstri kesimlerinin ve tepedeki şirketlerin Amerikan tröstlerinin, yani ABD emperyalizminin faal birimlerinin eline geçmesi sonucunu vermiştir. 1999 yılına kadar yüz en büyük Latin Amerika firmasının 33'ü çoğu ABD'li, yabancı yatırımcılara kurban edilmiştir. Ve bu büyük tröst ve şirketlerle bölge üzerinde kurulan baskı, bunların GSMH'da tuttukları oranın (yüzde 3,5 ile 5 arası) çok üzerindedir. Çünkü, emperyal firmaların elde tuttukları net aktifler ve filyaller çok yüksek bir sermayeye sahiptirler. Ayrıca şirket sermayelerinde bazen yüzde 25,1 oranının bütün şirketlere egemenlik sağlaması vardır. Öte yandan doğrudan yatırımların ödemeler dengesindeki dertleri yeniden yaşama getirdiği görüldü. Örneğin, Brezilya'da 1994'te 1,2 milyar dolar olan açık, 1997'de 33 milyar dolara yükselmişti; hem de dış sermaye gelişleri 3 milyardan 17 milyara yükselirken. Varman-Schneider tarafından yapılmış bir araştırma bu olayın bütün kıtayı kapsadığını ve tek açıklamanın sermaye kaçışı olabileceğini, böylece hesaplarda görüldüğünü anlatıyor (bkz. Tablo 5). Bu iki yazara göre kıtada sermaye girişleri, buna paralel ödemeler dengesi açığının artışı ve döviz rezervi eriyişi hep sermaye kaçış olayıyla ilgilidir ve burada rakam dış borç rakamlarını aşmaktadır. Ancak, olayda Wall Street para spekülatörlerinin payı da unutulmamalıdır. Bu spekülatörler ve büyük bankalar yürüttükleri çok geniş ve kısa vadeli spekülasyonlar için büyük ölçüde para çekmektedir. Bu arada son Brezilya mali krizinde birçok borsa bankeriyle Chase Manhattan gibi bankalar çok büyük kâr sağlamışlar ve kriz içinde kârlarını ikiye ve hatta dörde katlamışlardır. Doğrudan sermaye yatırımları, daha gelirken büyük kârlar sağlar. Aslında kâğıt üstündeki, gelen sermayenin iki katıdır (özelleştirmelerdeki değerlendirme biçimiyle böyle olmakta). Bu yatırımlar, ülke sermaye stokuna sadece yüzde 6 bir kazanım getirmiştir. Tablo 3, ABD'nin bu yatırımlardan kazancını özetliyor. Amerikan doğrudan yatırımlarının resmen beyan edilen getirişi yüzde 12'dir. Bu, Ticaret Bakanlığı'nın hesabı. Ama Economic Commision for Latin America and Caribbean'ın (EC-LAC) hesabı daha başka: Yüzde 22'den 34'e kadar. 51

Page 47: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ancak gerçek kârların bunların da üzerinde olması gerekir. Çünkü her şeyden önce transfer fiyat ayarlamaları dolayısıyla büyük kısmı raporlar dışı kalmıştır. Bunun yanında kârların yeniden yatırılmasından elde edilen getiriler yoktur hesaplarda. Vergiler, ana şirketlerin yaptığı çeşitli kesintilerde görünmez. Ayrıca çeşitli "adjustment-düzeltmeler" yapılır. Ama bütün bunlara karşın ABD'ye giren paralar çok büyük ölçülerdedir: Sadece son üç yılda, ECLAC bilgilerine göre ABD'ye dönen "Repatriated" gelir toplamı 157 milyar doları bulmaktadır. Ve bu meblağ ABD emperyalizminin işleme ve genleşmesinde çok büyük güç sağlamaktadır.

IV. Royalti ve Patentler Amerikan görüşme heyetlerinin GATT'ın Uruguay rant görüşmelerindeki titiz tutumları royalti ve patent ödemelerinin ABD için ne kadar önemli olduğunu göstermişti. (Bkz. Tablo 4.) 1982 ile 1992 yılları arasında bu ödemeler 1,3 milyar dolar iken, 1990'h yıllarda her yıl l milyar doları geçmiştir. Bunların ana şirketlerin Latin Amerika'daki filyaller üzerinde bir çeşit vergi oluşturduğu görülür. Bu niteliğiyle sadece bir çeşit rant olmakla kalmaz, aynı zamanda Latin Amerika'daki kâr beyanlarını artırmaya yarar. 52

Page 48: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

V. Ticaret Amerikan yatırımlarının dış dünyadan elde ettiği gelirler son derece önemlidir. Ama Latin Amerika ile ABD arasındaki ticaretin daha az önemli olduğu söylenemez. ABD ihracatının 1/4'ü Latin Amerika'ya gider ve bölge ABD'nin dış ticarette fazla veren tek bölgesidir. Bu fazla olmasa, dış ticaret açığı şimdiyle kıyaslanamayacak ölçüde yükselir, dolar zayıflar ve dolayısıyla Amerika'nın bir numaralı dünya bankeri olmasında önemli problemler ortaya çıkardı. Bu durumda da sermaye gelirleri fazlasıyla dış ticaret açığını kapatma olasılığı elinden kaçardı. Latin Amerika ülkelerine dış ekonomik ilişkilerde dayatılan işbölümü nedeniyle Amerika ve diğer emperyal güçlerin sağladığı kazanç büyüktür. Ünlü "mukayeseli avantajlar" kuramının Latin Amerika'ya dayattığı politikalar bu ülkelerde endüstrileşmede çeşitliliği önlemiş, bunun sonucu olarak ilkel maddeler üreticisi durumunda kalınmıştır. Ülkeler, ticaret oranlarında bir değişmeyle gelirlerinin yüzde 25'ini kaybettikleri yıllar yaşamışlardır. Bu yazılar yazılırken dünyada petrol, bakır ve kahve fiyatlarındaki düşüşler sonucu 1000 yılın son iki senesindeki gelişme suya düşmüştür. Bu arada Meksika ve Venezuela ekonomilerinin petrol bakımından ABD'ye bağlılığı artınca gelirlerinde müthiş bir düşme olmuş, kamu yatırımları ve sosyal hizmet programlarında önemli kesintiler yapılmış, yaşama standartları düşürülmüş, işsizlik, fakirlik daha da artmıştır. 53

Page 49: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ayrıca kârlı birçok ulusal kuruluşun elden çıkması sonucu doğmuştur. Öbür tarafta ABD ekonomisi ucuz enerji kullanarak büyük yararlar sağlamıştır; bu kozu daha çok gelişme ve kâr maksimizasyonu yolunda kullanmışlardır. Bu işleyiş biçimi aynı zamanda, büyük ölçüde kâr ve gelirinin resmi kayıtlardan ve vergi kayıtlarından kaçırılmasını da kolaylaştırır. Bu ticaret ana şirketlerle filyaller arasında yürütülen bir ticarettir. Yüzde 58'i firmalar arası mal ve para transferidir, yani "ünlü piyasa güçleri" işe karışmaz. Ayrıca birçok sahtecilik ve eksik değerle belge düzenlediğinin de izleri vardır. Maksat yerel merkez bankasının kontrolü dışında kalacak dövize sahip olmaktır.2 Bu maksatla kaçırılanlara ticaret oranlarının değişmesiyle meydana gelecek kayıtlan, ihracat ve ithalattan doğacak gelirleri, rant, faiz ve uzun vadeli yatırımların kârlarını ekleyin. Sonuç bölgenin kan damarlarının kanamasıdır. Yerel ve yabancı kapitalistlerin servetine servet ekleyen, ekonomiyi batıran ve halkı fakirleştiren kanama...

Latin Amerika'da Durgunluk, Gerileme ve İkili Dünya

ABD'deki şirket mutluluğu bir madeni paranın ön yüzü ise, arka yüzü Latin Amerika'daki sistemli durgunluk ve krizlerdir. Svveezy ve Magdooff un inandırıcı biçimde anlattıkları gibi, kapitalizmin tekelci döneminde durgunluk ve krizin sarmal oluşturduğu bir içsel durum vardır. Bu durum hiçbir yerde Latin Amerika'da olduğu kadar açık değildir (bkz. Tablo-5). Dünya Bankası ve IMF'nin sürekli olarak düzeldiği ve yeniden dinamik bir gelişme içine girdiği beyanlarına karşılık kısa sürede daha derine inen krizler gelmiştir.

2 Benu Varham-Schneider, Capital Flight from Developing Countries, Westview Press, 1991, s.12. 54

Page 50: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

1980 ile 1999 arasında Latin Amerika sistemden gelen krizlerle derinden sallanmıştır. Bu krizlerden kurtarma için içerden ve dışardan girişilen çabalar düzeni daha da zayıflatan sonuçlar doğurmuştur. IFI tarafından konulan "koşullandırmacı" programlarla ülke ucuz ithal mallarıyla dolmuş, sermaye kaçışı hızlanmıştır. Sonuç, kısa sürede yapay portföy yatırımlarıyla kısa süreli bir parlama: Ekonominin zayıflaması ve yabancı sermaye merkezlerine daha çok bağlanma pahasına.

Kısa vadeli sermaye enjeksiyonları, neoliberal ideologların "kurtulma" ve "vaat edilen toprak" edebiyatına neden olur. Ama çok geçmeden bir olayla yeniden tetik çekilir. Ulusal para düşmeye, sermaye kaçışı sermaye girişlerini aşmaya, durgunluk ve işsizlik yeniden artmaya başlar. Önerilen her yeni "kurtarma" önlemi ve "çözümü", ekonominin temellerini daha da zayıflatır. Yeni sermaye çekebilmek için, bu eskisinden daha kötü durumda, en büyük spekülatörlere daha yüksek faizler önerirler. Dış sermayeyi çekmek için zorlandıkları bu yolda, portföy yatırımları akını başlar, kârlı kuruluşlar yabancılara geçer, dışalım kapılan ardına kadar açılır; böylece durgunluk daha da derinleşirken yerli firmalarda iflaslar artar. Bu vesileyle Arjantin'de çalışan 38 bin orta büyüklükteki firmanın borç yüzünden iflasa gittiğini ya da piyasadan çekildiğini belirtelim. Bu, ülkede son on yılın bilançosu. Meksika'da ise bu gelişme sonucu banka borçlusu üreticileri örgütü (El Barzon) kurulup yedi yüz bin üye topladı. 55

Page 51: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu durumda yerel sanayiciler kârlarını aynı düzeyde tutabilme yolunda ya ücretleri daha da geriye itme çabalarına girdi ya da yasadışı alanlara kaydı (uyuşturucu, mafya, devletle çeşitli işlerde rüşvet karşılığı tatlı kâr getiren işler). "Makro ekonomik sağlamlığı" sağlama yolunda (ki bu yabancı sermaye gelmesinin ilk koşulu sayılır) alınan önlemler ise, ihracatın daha da düşmesini getiren fazla değerlenmiş döviz kurları ve artan yeni spekülasyonlar yeni kur-tarmaları getirir. Sonuç bir kısırdöngüdür (durgunluk-kriz-kurtarma-durgunluk); sadece emperyalizmin (onun anahtar şirket ve ajanlarının) işine yarar, ama bölgenin yerel yöneticileri için önemli yönetim ve hükümet etme sorunları doğurur.

Durgunluktan Sınıfsal Krize

Latin Amerika kapitalist sınıfı, kronik durgunluk koşulları içinde kârını aynı düzeyde tutabilmek için işçi sınıfına karşı amansız bir saldırıya girmiştir. Onun örgütsel ve sözleşme imzalayıcı kuruluşlarına doğrudan saldırıları yanında devleti yanına alarak yan sosyal ödemeleri yasalarla azaltma, sosyal pazarlık gücünü yasal yolla zayıflatma gibi bir de dolaylı saldırısı vardır. 1980 veya 1990'h yıllarda üretim artışında sermayenin payı ya sıfır ya da eksidir. Buna karşılık emek verimlilik artışına köklü katkıda bulunmuştur, ama bu artış onun genel sosyal zenginlikten pay almasını gerektirmemiştir. Bu pay her yıl daha düşmüştür (bkz. Tablo 6), hem de sert

bir eğimle. Bu oran bozulmasının nedenleri istihdam, (güvensiz) çalışma koşulları ve (düzensiz ve kuralsız) sermayeyle ilişki öğelerine dayanır. Yapısal değişiklik iki şekilde ortaya çıkar. Önce katma değer ve GSMH'de emeğin payı esaslı bir biçimde azaldı. Örneğin Şili'de Ailende döneminde emeğin GSMH'den aldığı pay yüzde 50'ye yakındı. 1980'de bu oran yüzde 43'e indi. 1989'da 17 yıllık emeğe karşı önlemler sonucu pay yüzde 19'a indi. 56

Page 52: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Latin Amerika'nın diğer ülkelerinde de durum benzer çizgidedir. Diğer yapı değişikliği ise. en-düstri proletaryasının küçülüp ortadan silinişidir. Gelir dağılımı ve emeğin sıkıştırılmasına en iyi örnek Arjantin'den verilebilir. 1975'te en düşük ve en yüksek gelir elde edenlerin gelirleri arasındaki oran sekize bir idi. 1991'de bu fark iki kata çıktı. 1997'de ise oran yirmi beşe karşı bir oldu. Uç ama tipik olmayan bir örnek de Brezilya'dadır. Ülkede en yüksek gelir elde eden yüzde 10'luk kesim, en düşük gelirli yüzde 10'dan 41 kez fazla gelir elde etmektedir.

Politik düzeyde işçilerin emperyalizmin taleplerine göre uyarlanmasının sonucunda sınıf örgütlemesi yıkıldı ve sermaye ile görüşmelerinde durumu zayıfladı. Gerek bu gelişmeler ve gerekse işçi sınıfının Yeni Ekonomik Model (New Economic Model-NEM) ya da Yapısal Uyum Programı'na (YAP) direnmesinde zayıf kalışı ya da yetersizliği bölgede ayrı bir sınıf yapısı ortaya çıkardı. 1970'lerde işçiler, silahlı güçlerin kendi örgütlerine karşı kullanılışını gördüler. 1980'lerde temel uyarlama politikası ekonomi politikasının doğurduğu yeni güç dengesi içinde kapital-emek ilişkileri yeni bir ayarlama getirdi. 90'larda ise aynı kurumsal ve politika çerçevesi içinde işçi sınıfı, Dünya Bankası gibi kurumların emek piyasası reform kampanyalarıyla karşılaştı. 57

Page 53: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu kampanyanın maksadı yeni ve daha uysal (İngilizce deyimiyle flexible) bir birikim (sermaye) düzeni ile yeni bir biçimi (emek) oluşturmaktı: Sermayeye yönetirken sınırsız bir işe alma ve işten çıkarma ve emeği istediği gibi kullanma yolunda daha çok özgürlük verirken, emek cephesini daha uysal hale getirmek. Uysal hale gelen emek, serbest piyasa koşullarının zorladığı ücretleri kabul edecek, sermaye ve onun üretim düzenini yeniden örgütlemesine ses çıkarmayacaktı. Dünya Bankası'nın oturttuğu bu düzen içinde bir yanda devletin, öte yanda yeni bir güç olan tekelci sendikaların emek piyasasına aşırı müdahaleleri sonucu piyasanın çalışması yolundan çıktı, öncü sermaye üretim sürecinden çekildi. Bu ek oluşla işsizlik ve bilgisayarlı istihdam kıtayı kasıp kavurdu. Gelir dağılımındaki oran bozulması ve iş sahasına girmede ortaya çıkan eşitsizlik servetlerin kapitalist sınıf içinde aşırı büyük servetler doğuracak biçimde yeniden dağılımı sonucunu doğurdu. Daha kötüsü bu gelir ve servetlerin beyan dışı, yasadışı kalmasıydı. Örneğin Meksika'da kapitalistlerin uyuşturucu ticaretinden doğan gelirleriyle, petrol ihracatından doğan gelirleri böyledir. Fakirler tarafındaysa insanların reel gelirleri günden güne azalmaktaydı. Fakirlik artık eskisi gibi sadece kırsal kesim için değil, kentsel emekçiyi de pençesine almıştır. Bunun sosyal sonucu, suç ve cürümlerin roket hızıyla yükselmesidir. Sosyal yapı bozulması işleri buraya kadar getirmiştir.

Madalyonun İki Yüzü: Birinci ve Dördüncü Dünya

Arjantin'in başkanı Carlos Menem, Brezilya'nınki Fernando Cardoso, Meksika'nınki Ertesno Zedillo ve Şili'ninki Eduardo Frei zaman zaman ülkelerinin Birinci Dünya içinde olduğu övünmeleriyle dolu beyanlarda bulunurlar. Alışveriş yerlerini, çeşitli TV'li telefonları, ithal mallarıyla vitrinleri dolup taşan süper marketleri, arabalarla tıkanmış geniş yolları ve yabancıların doldurduğu borsalarını sözlerinin kanıtı olarak gösterirler. 58

Page 54: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bugün Latin Amerikalıların yüzde 15 veya 20'si gerçekten Birinci Dünya'nın yaşam biçimi içindedir: Çocuklarını özel okullara gönderirler; yüzüp tenis oynadıkları ya da aerobik jimnastiği yaptıkları özel kulüpleri vardır; özel kliniklerde estetik yaptırır, özel lüks arabalarıyla paralı geçişli yollarda gezerler; bilgisayar veya fakslarla haberleşirler. Çitlerle çevrili, özel korumalı sitelerde oturup, eğlenme veya alışveriş için New York, Miami ve Paris'e giderler. Çocukları yabancı üniversitelerde okur ve kolaylıkla ülke yöneticilerine sokulurlar. İyi İngilizce konuşur ve yabancı bankalarda dolar hesabı tutarlar. Halkın geri kalan kısmı ise tamamen farklı bir dünyada yaşar. Kır fakirleri ya aç ya da kötü beslenme içinde; kültür, eğitim ve sağlık, sosyal güvenlik gitgide kötüleşmekte. Kriz daha da derinleştikçe seçkin sınıf ücretliyi sömürmeyi artırır. Birinci dünyaya bu, onun onur borcudur.

Krize Yanıtlar: Reform ya da Devrim

Geçmişte birkaç yıldır, "serbest piyasa" tabanına dayalı "yeni ekonomik model"in işleyişi sorgulanmaya başlandı. Uluslararası Kurum görevlileri, aydınlar, politikacılar ve iş dünyasının liderleri "devlete sırt dönmeden" söz ettiler. Ama daha sonraları yatırımların spekülatif değil üretici alanlara gitmesini sağlamak için sermayenin kontrolü gereğini ortaya attılar. Özelleştirmeyi desteklerken, "ama işlemler şeffaf olmalı" dediler. Rekabetsiz ahbaplara devirleri eleştirdiler. Yüksek işsizliği, nedenlerine dokunmadan dile getirdiler, "iş eğitimi" yoluyla devletin görev almasını ileri sürdüler. Serbest ticareti savunurken tarımsal kredi veren bankaların çöküş halinde bulunan çiftçiyi kollamasını, sosyal tabanın genişletilmesini salık verdiler.3 Bu denenlerin bazısı uygulandı da; ama yeni bir krize engel olamadı.

3 Cepal-ECLAC (1990). Bu gibi incelemeler için temel kaynaktır. 59

Page 55: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Diğer tarafta parlamento dışında globalleşmeye karşı örgütler çoğalıyor. Meksika'da Zapatista ve Milli Kurtuluş Ordusu (EZLN), Brezilya'da Topraksız İşçiler Hareketi (MST), Kolombiya'da Kolombiya Silahlı Devrim Kuvvetleri (FARC), Ekvator, Bolivya ve Paraguay'da yerli köylüler neoliberal rejimlere ve onların destekçilerine karşı savaşım yürütüyorlar. Savaşımın genişliği ve amacı oldukça önemli. MST, 24 eyaleti kapsayan yüzlerce işgal hareketi yürüttü, beş yüz bin aileyi yerleştirdi. Bu örgüt bir ulusal hareket içinde kır ve kent emekçilerini neoliberal politikalara karşı birleştirmiştir. Kolombiya'da, FARC kırsal belediyelerinin yarısını kontrol ediyor, on beş bin militanı ve bir milyona yakın destekçisi var. Arjantin, Brezilya ve Meksika'da endüstri işçileri devlet kanadı altındaki sendikalarla yarışmak için sınıf tabanına dayalı sendikalar örgütlüyor. Her ne kadar tam oluşmasa da bu hareketlerin hepsi antiemperyalist rejimler kurma savaşımına girmiş bulunuyor. Bu rejimler iç pazarı kuracak, ekonomide gelir dağıtım mekanizmalarının kontrolünü ele alacak, bugünkü seçkinlerin yönettiği -adına sadece kendilerinin demokrasi dedikleri- kökü dışarda düzen yerine katılımcı demokrasiyi kuracaktır. 60

Page 56: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

BİNYILIN SONUNDA ASYA'DA KAPİTALİZM Prabhat Patnaik* İkinci Dünya Savaşı'nın bitişini hemen izleyen yıllarda Asya ülkelerindeki Marksist perspektifi iki temel düşünce oluşturuyordu. Birincisi kapitalizmin "genel kriz" dönemine girdiği. Aslında ekonomik terim ve deyimlere dayanan bir açıklama yoktu, ama ekonomik gelişmenin kapitalizm için bu çizgilerde durduğuna inanılıyordu. İkinci düşünce ise, endüstriyel kapitalizm İngiltere'de doğmuş, buradan Birinci Dünya Savaşı'na gelinirken ABD ve beyazların yerleştiği ülkelere yayılmıştı. Aynı yayılma Üçüncü Dünya için söz konusu olamazdı. Bu egemen iki düşünceyle Asya ülkeleri demokrasiye geçişi sosyalizmde arama, bu yolla geçişin gelişmiş ülkeler proletaryasının da yardımıyla daha sarsıntısız olacağına karar verdiler. Daha sonraki gelişmeler bu düşüncelerin zamanın gerisinde kaldığını gösterdi. İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen ve 70'li yıllara kadar süren hızlı gelişme kapitalistler tarafından hep övünülerek anlatıldı ve zengin ülke halklarının yaşam düzeylerini.oldukça yükseltti. Dahası Üçüncü Dünya ülkelerinin birçoğu da kapitalizm yörüngesinde kaldıkları halde aynı mutluluğu yaşadılar. Gerçekten kapitalist Üçüncü Dünya da tarihinde görmediği bir gelişme yaşamıştı, ama burada emperyalist dünyadan boşanmasında rol oynadığını düşünen Marksistler bir düşünce sıkıntısı içine düşmediler. * Bu makaleyi yazan Prabhal Patnaik, Hindistan'da Jawaharlal Nehru Üniversitesi'nde ders vermektedir. Dipnotlar için yazının sonunda şu notlar var: "Bu yazının notlan Monthly Review dergisinden sağlanabilir." 61

Page 57: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Marksist teori bu ülkeler eğer sosyalizme geçerlerse değişmenin daha hızlı, daha sürekli ve daha kökten olacağını söylüyordu. Bu kanıt sosyalist ülkelerle, diğer Üçüncü Dünya ülkelerinin durumu kıyaslanınca doğrulanıyordu. Marksist perspektif için problem yaratan emperyalizmin yürekten müşterisi olmuş Asyalı birkaç Üçüncü Dünya ülkesinin kaydettiği hızlı gelişme idi. Bir süre bu ülkelerin (Güney Kore, Taiwan, Singapur ve Hong-Kong) çok küçük olmalarına bakıp kafayı pek takmadılar. Dediler ki "bunlar tek bir stratejinin sonucu değildir". Ancak, kocaman ülkeler emperyalizmi ile bütünleşerek aynı başarılı sonuçlara varınca Marksist teori gölgelendi. Bu ikinci dalgadaki ülkelerin özelliği farklıydı. Birinci ülke grubu -emperyalizmle yakınlığı bir yana bırakılırsa- yönetimde güçlü milliyetçiler, ülkeyi keskin "dirigisme", yani liberal olmayan bir yolda yönetiyorlardı. Bu dirigisme, kuşkusuz aynı terimi kullanan Nehru'nunkinden farklıydı. Buna karşılık ikinci kademedeki ülkeler (Tayland, Endonezya, Malezya ve Filipinler) emperyalizm ile daha sıkı bir bütünleşme içinde idi. Bu durum emperyalizm ile el ele vermenin büyük avantajlar sağlayacağı fikrini güçlendirdi. Kapitalizmin başarılı yayılmasıyla Üçüncü Dünya da sisteme alınmıştı. Tuhafı şu ki, binyıl biterken zafer kazanan anti-Marksizm, ciddi bir krize uğradı. İşte burada bu krizin ve anti-sosyalist başarının irdelemesi yapılacaktır. Kapitalizmin savaş sonrası yaşadığı "boom" çeşitli yazarlarca çeşitli biçimlerde açıklandı. Bunlardan pek azı bu gelişmede en büyük payın talep yönetimi şeklinde kendini gösteren devletin müdahalesine ait olduğunu yadsıyabilir. Bu uygulama kapitalist ülkelerde ortak uygulama idi. Bu politika savaş sonrasında sınıfların oransal gücü sayesinde yaşam buldu: İşçi sınıfının kapitalistlere oranla gücü eskisinden fazlaydı ve bunun sonucu kapitalistler arasında mali çıkarların gücü azalmıştı. Çok önemli olan son nokta, gereğince değerlendirilmiş değildir. Mali çıkarların ekonomik çalışma düzeyine karşıt oluşu bilinmektedir. 62

Page 58: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Keynes ünlü kitabı General Theory'de kapitalizmin yeniden yapılanması için "rantiyenin bitkisel yaşama" girmesi gereğini ifade ediyordu. Kalecki, kapitalistlerin ekonominin tam çalışma (yani herkesin iş bulması) durumuna karşı olduklarını, çünkü bu durumda işçilerin "kontrolden çıkacağını" anlatırken şu noktaya da dikkati çeker: "Fiyatların yukarıya doğru yükselişi küçük ve büyük rantiyelerin aleyhinedir, onları boom yorgunu haline getirir". İlerlemiş kapitalist ülkeler istihdam yüksekliğini sınıfların karşılıklı güç ilişkisiyle sağlamıştır. (Özellikle mali [faiz-Ç.N.] çıkarların zayıflığı ve dekolonizasyon sayesinde.) Dekolonizasyon sonucu, koloni pazarlarının kaybı bir yana bırakılsa da (ki bu olumsuzluğu önlemek için devlet bazı önlemlerle müdahaleye gitmiştir) hammadde fiyatlarının artacağı tahmininin tam tersi gerçekleşmiştir. Gelişme isteyen yeni bağımsız ülkeler, kalkınmaya gerekli dövizi elde etmek için birbirleriyle rekabete girince, W. Arthur Lewis ve diğerlerinin tahminlerinin aksine, hammadde ithalatında gelişmiş ülkeler kötü bir sonuçla karşılaşmadılar. Kısaca savaş sonrası boom için koşullar tamamdı ve daha iyisi olamazdı. Mali çıkarların (faiz getiren sermaye çıkarlarının) arka planda kalmasının sonuçları Almanya ve Japon "mucizelerinde", onlardan da fazla Üçüncü Dünya kalkınmasında en açık şekilde görülür. Üçüncü Dünya ülkelerinde bu olumlu etken, seçtiği yol ister güdümlü ekonomi, ister liberal politikalar olsun, hızlı gelişmede en büyük itici olmuştur. Japonya sıfıra yakın, hatta bazen negatif faizlerle çalışmış, Kore'den Hindistan'a hemen her ülke (Türkiye de-Ç.N.) aynı yolu izlemiştir. Finansal sistemin özgün çizgileri her ülke için farklı olsa da hemen her ülkede ana çizgiler aynı idi. Bu ana çizgiler, uluslararası mali akımlardan soyutlanma; ucuz kredi; spekülatif olma yerine üretici alanlara kredileri yöneltme çabası. 63

Page 59: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Doğu Asya (bazıları Güneydoğu'daydı) "kaplanlarının", hızlı kalkınmalarında dikkat çekici durumlar var. Şunlar: Toprak reformu; yüksek bir okuma yazma oranına ulaşılmışlık; ABD tarafından bu ülkelere, jeopolitik durumlarından dolayı, komünizm tehlikesi düşünülerek verilmiş ayrıcalıklar; Japon kalkınmasından civara taşan ucuz Japon fonları; kendine özgü, kapitalistlerin en küçük birimine kadar uzayan, neo-merkantil devlet yönetimi. Ama unutmayalım, ek olarak faizci çıkarların kısıtlanması; yabancı fon akımlarından yararlanmayış, iç mali sistemin üretici ekonominin gereklerine bağlı olması.

II

Savaş sonu kapitalizminin Boom dönemini kundaklayan bir konjonktür geldi. En önemli olay, kuşkusuz, finans kapitalin yükselişi ve yeni bir oluşumla hâkim duruma geçişidir. Bu yükseliş öyküsü üzerinde biraz duralım. Öykünün bir perdesinde ABD'nin 1950 ve 1960'larda verdiği yüksek dış ticaret açıklan var. Bunun sonucu Bretton Woods anlaşması gereği "altın gibi geçerli" dolarlar piyasaya taşmaya başladı. Bu bir Euro dolar piyasası doğması ve bütünüyle Bretton Woods sisteminin çöküşü sonucuna vardı. Diğer perdede petrol bunalımından sonra ortaya çıkan petro dolar mevduatı var. Bunlar gelişmiş ülkelerin petrole verdikleri paranın aynı yere dönmesi "Recycling" sürecini ortaya çıkardı ve IMF'nin rolünü "uluslararası sermayenin jandarmalığına" kadar indirdi. Küreselleşmiş finans kapitali kral yaptı. Bu finans kapital Lenin'in vaktiyle yazarak anlattığından en az üç noktada farklı. Birincisi, Lenin'in anlattığı ulusal devletten yardım gören bir sermayeydi. Şimdiki enternasyonaldir. Parayı birçok ülkeden toplar ve birçok ülkeye borç olarak verir. Her ülkedeki finans kapital tek bir dev finans kapitalin birleştirilmiş parçasıdır. Bunu belirtmek metropol ülkelerin hâkim rolünü yadsımaz, ama bu rol bütünün parçalan hareket ettirilerek yerine getirilir. İkincisi, finans kapital Lenin zamanında olduğu gibi uluslararası çekişmeler içinde değildir, emperyalist ülkeler tek bir ses çıkarırlar. Bu, onlar arasında çatışma olmadığı veya geleceğe dönük kopuşmalar olmayacağı gibi anlaşılmamalı. Ama bugün için daha büyük bir ittifak içindedirler. Hele Lenin zamanındaki gibi Üçüncü Dünya'ya tutumları bu niteliktedir. 64

Page 60: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Üçüncü olarak, finans kapital "bankalarca kontrol edilip sanayicinin kullandığı (Lenin Hilferding'den alarak böyle tanımlamıştı) bir sermaye değildir". Herhangi bir emperyalist ülkenin "banka ve sanayici sermayesinin koalisyonu" (Buharin böyle tanımlamıştı) da değildir. Ya nedir? Birçok yerden toplanmış ve kolay, çabuk kâr arayan (özellikle spekülatif işlerden) bir sermayedir. Kısaca finans kapital "sıcak para" işlemleri ile çalışır. Uluslararası finans kapitalin egemenlikte ön plana geçmesiyle, ileri kapitalist ülkelerin ekonomileri gerilemeye ve işsizlik artmaya başladı. Kuşkusuz, bu gerileme herkes için aynı olmadı, İngiltere ile ABD daha elverişli durumdalar. Kuşkusuz gelişmelerde başka etkenler de bulunmuş olabilir. Ancak anlattığımız etken eksik değerlendirilmemelidir. Bu etken ulus devletin talep yönetimindeki etkisini azaltır. Bir ülkede mali çıkarlar, Keynes ve Kalecky'nin belirttikleri gibi talep yönetimine düşmandır. Finans kapital uluslararası karakterde olunca bu düşmanlık daha da etki kazanır. Devletin ekonomiyi genişletme yolundaki çabalan, spekülatörleri enflasyon uyarısına sevk eder. Paranın dış değeri düşer, sermaye yurtdışına kaçar; bu mevcut enflasyonu ve paranın değer kaybını daha hızlandırır; devlet bu durumda ekonomiyi geliştirmeden vazgeçer; spekülatörler de rahat 'nefes alır. Devlet müdahalesi devletin bir "kontrol alanı"dır, devlet iradesi onunla ortaya çıkar. Finansın globalizasyonu bu olanağı mahveder. Eğer Miterand'dan Schröder'e her solcu kapitalist lider seçilirken vaat ettiklerini yapamıyorsa, neden sadece budur, başka yerde aranmamalıdır. Bu aynı zamanda, sosyal demokrasiden, Keynesçiliğe, Üçüncü Dünya milliyetçiliğine, hatta eski komünizme kadar bütün ideolojilerin başarısızlık nedenidir. Çünkü hepsi de ulus devleti, devlet müdahalesinin aracı olarak görür; finansın küreselleşmesi devletin müdahale gücünü kısıtlama yoluyla, tutarlılığı ortadan kaldırmıştır. 65

Page 61: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Faaliyet ve istihdam düzeyi, gelişmiş kapitalist dünyada şu koşulla, bu derece düşük düzeyde olmazdı: Eğer ABD toplam talebi hepsi için yükseltebilseydi. Hatta bu ülkelerde talebi yönetme yolunda hiç devlet müdahalesi bulunmasa da bu yeterli idi. Dolar en kuvvetli para olduğundan (Bretton Woods koruması olmasa da bu böyledir) ABD'den bütçe ve ticaret açıklarını daha da artırarak kurtarıcı liderlik rolü oynaması beklenirdi. Paradoks şurada ki, Amerika finans kapitali daha fazla yumuşatma ihtiyacında bulunma gereksimi-ni hafif göremezdi. Bu gerçeklere karşın ABD bütçe açığını düşürdü, bir ölçüde cari işlemler açığını da reel olarak daha düşük düzeye çekti (Doların uluslararası piyasada değer kazanmasıyla-Ç.N.). Bütün bunların sonucu mali sermaye Britanya ve ABD'ye aktı, bu iki ülkede sermayeyle ilgili gelirler, sonuçta da toplam gelirler arttı. Kapitalist dünyanın kalan kısmı durgunluğa mahkûm hale düştü. Üçüncü Dünya'ya bu dönemdeki emperyalist atak bu çerçeve içinde düşünülmelidir. Üçüncü Dünya pazarları açılmaya zorlanarak metropol ülkelerdeki Stagnation giderilmek istenmiştir. Seçilmiş bu yol iki bakımdan avantajlıydı: İlk yarar; gelişmiş ülkelerde eski "talep yönetimi" politikalarının akla gelmesi ve radikal devlet müdahalelerinin önlenmesiydi. İkinci yarar; Üçüncü Dünya endüstrileşme hareketi geriye götürülerek (İngilizce deyimiyle Deindustrialisation), onlar sadece hammadde ihracına bakar hale gelince metropol ülkelerde enflasyon kontrol altında tutuluyordu. Daha da önemli olan şudur: Üçüncü Dünya, böylece sınırsız bir şekilde uluslararası finans kapitale açılmış oluyordu: Elde edilen sadece yığınla faiz geliri değildi. Üçüncü Dünya'nın değerli maden kaynakları ve önemli endüstri kuruluşları da (çok ucuza özelleştirilmeye zorlanan kamu işletmeleri) finans kapitalin kontrolüne giriyordu. Buradan bakılınca liberalizasyon, kısaca dünya sermayesinin merkezileşmesi oluyordu: Metropoliten üretim sermayesi Üçüncü Dünya üreticilerini dışarı atarken, bu arada metropoliten sermaye mali olarak (ki küreselleşmiş finansı meydana getiren bir parçaydı) Üçüncü Dünya kaynaklarını ve sanayi işletmelerini uluslararası finans kapitalin yükselişiyle, yeni bir döneme sokmuş oldu. 66

Page 62: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Savaş sonu kapitalist ekonomilerdeki Boom ile değerinden yitirdiği sanılan, savaş sonu Marksist teori taze bir geçerlilik kazandı. Sadece kapitalizm durgunluk ve krizin pençesine düşmekle kalmıyor, "işletme" de "spekülasyon" tarafından ucu kesilen bir mum gibi söndürülüyordu (benzetme Keynes tarafından). Ama bu durgunluk ciddi bir şekilde (sanayi tesisleri de ellerinden giden) Üçüncü Dünya'ya büyük zarar veriyordu. Bu, özellikle gecikmiş bir biçimde (ama dramatik olarak) kendisini Doğu ve Güneydoğu Asya'da gösteriyordu. Bu ekonomilerdeki kriz bazı politik hatalarla meydana gelmiş hastalıklar değildi. Uluslararası finans kapitalin ipleri eline aldıktan sonra doğan yeni konjonktürün zorunlu yansımasıydı. Kapitalist dünyadaki durgunluk ve bu ülkelere gelen küresel finans fonları (sıcak para-Ç.N.) bu krizin altında yatan nedenlerdi ve bu iki nedeni de uluslararası finans kapital yaratmıştı.

III

1990'ların başında Doğu ve Güneydoğu Asya ekonomilerinde bir liberalizasyon dalgalanması vardı. Bu dalgalanma yerel finansal ajanların, fon talebiyle uluslararası mali piyasalara yaklaşmasını sağladı. Endonezya ve Malezya uzun bir süreden beri açık kapital hesaplan bulunmakla beraber dış kapital işlemleri de facto devlet kont-rolündeydi; 1990'larda dış kapitalde özel girişler önemli ölçüde arttı.

Bu değişmenin doğrudan yansıması ülkelere göre farklı oldu: Tayland ve Filipinler'de doğrudan yatırım girişlerinde azalma oldu; Endonezya ve Malezya'da mali gereksinimleri nedeniyle bir boom meydana geldi; Güney Kore'de Chaebol adı verilen büyük şirketlerin dış pazarlardan aldıkları krediler uzatılarak yerel kredi piyasasının ayakta kalması sağlandı. Bu oluşumların meydana gelmesinde iki temel etken vardı. 67

Page 63: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Birincisi; dış finansmanın kullanılmasındaki büyük kolaylık. Olay IMF tarafından özendiriliyordu, faizler de iç piyasa faizlerinin çok altındaydı. İkinci etken ise, eski sistemdeki çatlaklar idi. Bu sakat ekonomik durumda, dış sermaye ile bağlantıyı sağlayan ve dış fonların ülkeye girmesini sağlayan spekülatör ve mali işlemciler sınıfı durumlarını güçlendirdi. Bunlar yeni bir komprador sınıftı. Sermaye sahibi olmaları zorunlu değilse de, eski sistemdeki mali kuruluşların memuru durumundaydılar. Bu mali kuruluşlar da eski sistemde devlet malı olmalıydı. Liberalizasyonu güçlendirme ve uluslararası bağlantıları artırma çabalarında, IMF ve Dünya Bankası'nın desteğindeki bu neo-komprador sınıf eski dirijizm yönetimine muhalefet ediyorlardı. (Aslında eski düzenin yöneticileri de otoriter ve rüşvetçilerle kol kola olduklarından yurtiçinde radikal ve demokratik insanlar bunların karşısındaydı.) Neo-kompradorlar bu radikallerle birlik oldular. Doğu ve Güneydoğu Asya, 1996'ya kadar sermaye hesaplarının liberalizasyonunda üç sonuç gördüler: Birincisi; yabancı fon akım girişindeki esaslı artış idi. İkincisi; fonlardan kısa vadeli ödünç fonların, uzun vadeliler aleyhine artması, üçüncü olarak, yabancı borçlanmada artışın hemen tamamının özel sektöre ait olması. Özel kesimin yüzünü yabancı borçlanmaya dönmesi, iç mali kesim aleyhine olması bir yana, bir özelliği de imalat sanayii dışındaki alanlara da kaymış olmasıydı: Taşınmazlara (bazı iş hanları ve konutlara), bazı altyapı çeşitlerine ve mali hizmetlerinin geliştirilmesine. Eski "dirigiste" rejimlerin aklı hep ihraç mallarını artırmadaydı ve yukarıdaki kesimlere kredi pek gitmiyordu. Yabancı borçlanmanın artmasında bunun da payı oldu. Dış kredilerin son kullanımına gelince, yabancı para rezervlerinin artırılmasında kullanılmakla beraber, zaten yüksek olan yatırım oranlan da yükselmeye yaradı. 1986'dan 1990'a kadar olan dönemle 1991-1995 dönemi ya-tırım sayılarının karşılaştırılması şöyle: Malezya'da sırayla yüzde 23,4'e karşılık yüzde 39,1, Endonezya'da yüzde 26,3 ve 27,2; Tayland'da yüzde 33 ve 41,1, Filipinler'de yüzde 19 ve 22,2; Güney Kore'de yüzde 31,9 ve 37,4. 68

Page 64: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Yüksek yatırım oranları yüksek kazanç ticaret açıklarını, sonuçta daha çok dış borçlanmayı getirdi. Kuşkusuz akımların böyle çalışması, bazı az gelişmiş ülkelerdeki şu işleyişten daha iyidir: Gelen dış paraların ülke parasının dış değerini aşırı yükseltmesi (Türkiye'de böyle oldu. Ç. N.). Bu gibi ülkelerde ihracat zorlaşır. Yabancı mal yerli malı piyasadan kovar. Bu gibi ülkeler, böylece kendi ulusal işletmelerini özelleştirenlerin finansmanlarına da kendileri finansör olurlar. Bunlara bakınca Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri, yatırım oranlarını yükselterek dış fonları daha iyi kullanmışlardır. Hem de para değerlerini korumuşlardır. Bu gidişle yabancı fon akımları daha hızlandı. Kuşkusuz krize yapılan çağrı da. Her şeyden önce kısa vadeli borçlanıp, uzun vadeli yatırım yapmak, başka deyimle "kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli yatırma" özel kesim borçlularını likiditesizlik riskine açık tutuyordu. İkinci olarak, bu vade uyumsuzluğu ötesinde başka uyumsuzluklar da vardı. Borçlanılan dövizdi ama proje dövizle satılacak mal üretiyor muydu? IMF ve Dünya Bankası, ülkelere döviz açığı vererek yatırım ve refah harcamalarını artırmaya izin vermiyordu. Hatta ülkenin hatırlı bir döviz rezervi olsa da. Ama Doğu ve Güneydoğu Asya'da özel sektörü, hatta üretilecek malın bir değişim, ticaret konusu olduğuna bile aldırmadan borçlanmaya özendirmişti. Krize hemen çağrının, başlayıp yayıldığı Tayland'ın yüksek cari işlemler açığı olduğundan çok söz edildi, kabahat böylece belirlenmiş sayıldı. Oysa geçmiş yıllarda Tayland daha tehlikeli açıklar vermişti: Milli hasılaya oranla en yüksek dış ticaret açığı 1990 yıIındaydı. Aslında krizi o zamanki durumlar doğurmalıydı. Ancak kriz çok dikkate değer bir krizdi. Olay, yatırımcıların paraya güveninin çökmesi ve bu yolla dış para değerinin hemen çökmesinde kalmıyordu. Dış para piyasaları ile aktif değerler piyasası birbirine karışmıştı. 69

Page 65: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Her ikisinin birden krize düşmeleri, bu krizi sadece kendine benzeyen ve asılması güç bir kriz haline getirdi. İşletmeler ya doğrudan ya da bankalar aracılığıyla her geçen gün daha kısa vadelerle borç almışlardı. Böyle bir durum üç önemli çizgiyle kendisini ortaya vurdu. Birincisi bu krizin son bulması, hem döviz hem de hisse senedi piyasalarında bir düşüş beklentisiyle yavaşlayabilirdi. Bunlardan birisinde fiyat düşüş beklentisi diğerinde de aynı beklentileri harekete geçirir. Bu iki grup beklenti, kısır bir döngüde, karşılıklı birbirini besleyince fiyatlar öyle düşer ki, firmalar iflas eder ve üretim kesintiye uğrar. Firmalar sabit değerlerini veya hisselerini satarak borcunu ödemek isteyince her iki piyasa da bir daha dengeye gelemeyecek uçurumlara düşer. Çünkü bu iki (döviz ve hisse senedi) fiyatta her düşüş her iki piyasada aşırı arz doğurur. Üçüncüsü, Bretton Woods sisteminin, aslında bir döviz kıtlığı krizi için tasarladığı mekanizmalar, halka karşıt olmaları bir yana bu durumlarda etkisiz kalır. Döviz için aşırı talebi kısma amacıyla ulusal ekonomide deflasyona gidilirse, durum daha da ciddileşir, çünkü dış alacaklı parasını hemen ister. Bu aynen oldu. Bretton Woods kuruluşu uzmanlarının birçoğunun da kabul ettiği gibi, IMF reçeteleri durumu daha da ağırlaştırdı. IMF'nin yanıldığı nokta, bunalımın Latin Amerika'daki krizler gibi algılanmasıydı. Oysa bu kriz 1980 Latin Amerika ve 1995 Meksika'da olanlardan farklıydı. IMF buna karşın ve kriz özel borçlanmadan doğduğu halde deflasyonda, bu borçların deflasyonuna neden olduğu halde, diretti (bu krizi ağırlaştırdı); özel borçlanmalara devlet garantisi getirerek, hesapsız borç-lanmayı teşvik etti. Hiçbir şey gerçekten öteye geçemez. IMF’nin buradaki rolü Güneydoğu Asya Krizi'ne çözüm bulmaktan çok, metropoliten sermaye ve özellikle uluslarası finans kapitalin çıkarlarını kollamaktadır. Bir insancıl örgüt değil, finans kapitalin aracı ve ajanıdır (ancak emperyalizmin ideolojisi öylesine mükemmel çalışır ki, pek çok Üçüncü Dünya aydını bunu görmez). Bu açıdan bakılınca IMF'nin Güneydoğu Asya'daki müdahalesi oldukça başarılıdır: 70

Page 66: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Güney Kore'de Chaebol'leri çözerek devlet müdahalesi olanağı bırakmamış, devlet ile endüstrinin ilgisini kesmiştir; yabancı alacaklılar için devlet garantisi sağlayıp onları korumuştur (en azından Güney Kore ve Tayland'da); yine bu iki ülkede finans kuruluşlarının tüm sermayelerinin yabancı sermaye olabileceğini, finans kesiminin liberalizasyonunu kabul ettirmiştir. Gerçi Endonezya ve Malezya'da henüz direnci kıramamışlardır; ama bu keskinlikte kriz sürerse ona da ulaşacaklardır. Böyle olunca krizin şiddeti IMF'nin bozgununu değil, başarısını gösterir. Finansal kapitalin sultasını kurmayı engelleyen dayanaklar ortadan kalkmıştır. Her ülkede çıkan her çeşit kriz için aynı reçetelerin kullanılması, amacın ülkeleri kurtarmaktan çok finans kapitali daha da güçlendirmek olduğunu ortaya çıkartıyor. Bu arada kriz, halkı yaman vurdu. Fakirlik daha çok arttı. Endonezya ve Tayland'da, 1999 yılında 25 milyon insan yeniden fakirliğe düştü. Bu süreç sürmekte. Asya'daki kriz Rusya ve Latin Amerika'ya, özelikle Brezilya'ya sıçradı. Bütünüyle az gelişmiş ülkelerde büyüme, 1998'de yüzde 3.2 iken, 1999'da yüzde 0,4'e düştü. Otuz altı ülkede (gelişen ülkeler gelirlerinin yüzde 40 ve dünya nüfusunun yüzde 25'inden fazlasında) 1998'de büyüme hızı negatif oldu. 1997'de bu ülkelerin sayısı 21 idi (gelişen ülke gelirinin yüzde 10'u ve nüfusunun yüzde 7'si).

IV

Asya krizinin neden ortaya çıktığı daha olayın başından bu yana örtülmeye çalışılıyor. Oysa aslında bu kriz ve benzerlerinden bugünkü emperyalizm içinde kaçınılamaz. Krizlerle şiddetlenen üretim düşüklüğü küreselleşmiş finans çerçevesinde bölgenin kaderidir. Bu gerçek, mali bütünleşme hedef tutulduğundan ısrarla gizleniyor. Krize neden olarak da "ahbap işi kapitalizm" ve krize uğrayan ülkelerin kurum ve politikaları gösteriliyor, küresel finansın payı hiç anılmıyor. 71

Page 67: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu açıklama gerçeklere uymaz: Her şeyden önce kapitalizmin her türlüsü "ahbap işi"dir: Oğulları ve kızlarıyla kapitalizmin yakınlarını gözetir. İkinci olarak, küresel mali piyasaların kendileri, verdikleri büyükçe kredilerin sağlam temellere dayanmadan verilmiş olmasından sorumludur. Çürük olan kredilerde sadece borçluları sorumlu tutamayız, onlara borç verenlerle ve hele bazı ülkelere eli açık davranılmasını söyleyen IMF bu sorumlulukta pay sahibidir. O krediler bol keseden verilirken kimsenin ahbap çavuş kapitalizminden söz etmek yoktu. Üçüncü olarak her ülkedeki kapitalizmin (ülkenin özelliği gereği fark etse de) ülkede güdülen gelişme stratejisinin, özellikle "güdümlülüğün" farkına uygun olarak, getirdiği bir sonuçtur. Ancak unutulmamalıdır ki, bu aynı güdümlülük bu ekonomilerin, bir zamanlar mucize denerek göklere çıkartılan, hızlı kalkınmalarını da sağlamıştı. Bu bir ahbap çavuş kapitalizmi değil, kendi biçiminde, krizi de doğuran kapitalizmdi. Böyle bir "güdümlülüğün" uluslararası mali yapıdaki hızlı değişme olmasa da tek başına, sonucu elbette otoriterizm ve rüşvetçilik olacaktı. Kızılacak şey, sonuç değil, bunu doğuran nedenlerdi. Demokrasiye ve hesaplılığa geçmek için ille krizden geçmek koşulu da yoktu. Görüldüğü gibi bu krizin "ahbap çavuşluk" sonucu olduğu yargısı doğru değildi. Bu sanı, uzun süredir Rusya'da süren krizin komünizmin sonucu olduğu yargısı gibi yanlıştır. Daha sonraları 'uluslararası kapitalizmi kutsayıp kabahati borç alan ülkelere" yükleyen görüş terk edildi. Alternatif açıklamalar ileri sürüldü. Finansal liberasyonun bunalımda payı olduğunun kabulüyle suç borç alanlar ile IMF arasında paylaştırıldı. Bu yazının başlarında biz IMF'nin konumunu inceledik, krizi harekete geçiren çarkın onun tutumu olduğunu anlattık, şimdi de yerel hükümetlerin hatalarına gelelim. 72

Page 68: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu tezi kabul edenlere göre. bu ülkelerde krizin nedeni cari dış ticaret açıklarının çok yükselmesine izin verilmesiydi. Aslında özel yatırımların, özel tasarrufların bu ölçüde aşmasına izin vermemek gerekirdi. Bu görüş ekonomi dinamikleriyle liberalleşmiş uluslarası finans ilişkilerini hesaba katamıyor. Böyle bir ekonomide hükümetler sermaye akımını önlemede pek az şey yapabilirler. Burada en etkili silah elbette faizleri düşürmektir. Ancak böylece ülkeye giren kapital azalsa da. bir başka riskin, yani ülkeden sermaye kaçışının tetiği çekilmiş olur. Böyle bir durumda ülkeye sermaye girişlerinin boyutuyla oynanamaz. Yapılacak tek şey cari dış açığı kontrol ederek ülkenin dış para rezervlerini artırmaktır: birden sermaye girişiyle karşılaşınca yapılacak tek şey budur. Ama bu da sonuçta boş bir çabadır, çünkü rezervi artırmak için çok yüksek faizle, düşük, hatta sıfır gelir getirecek yerlerde kullanmak üzere borçlanmak gerekir. Öte yandan rezervler artmamışsa (ki bu durumda cari dış açık artmış olur), açığı kontrol altında tutmak için ya iç özel yatırımlar artırılacak, ya da iç özel tasarruflar kısılacaktır. Çünkü ancak böylece liberal ekonomide mali açıktan korunulmuş olur. Özel iç tasarruf ise ancak iki yolla sağlanabilir: Ya yoğun bir yabancı mal tüketim artışıyla, ya da gelen dış sermaye akımına göre bir kambiyo değerlemesi yapılmakta ise, endüstri kaybetmek (deindustrialization) yoluyla. Özetle, liberalize bir ülkeye birden bir sermaye akımı olmuşsa ortada dört opsiyon vardır: rezervleri artırma -ki "verimsiz"dir-: yatırımları artırma -ki "kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli yatırım" sonucu getirir-; tüketimi kısa vadeli dış borçlanmaya dayanıp tüketimde savurgan bir artış ya da endüstrisini feda etmek. Bunların hepsi de kriz için bir nedendir. Kuşkusuz satılabilir malların kısa sürede gelir getiren projelerinde yatırımı artıran yol en az zahmet verici almaşıktır. Fakat kamunun yatırımdan el ayağını çektiği liberalize bir ekonomide, özel yatırımları yönlendirme olanağı da elden çıkarıldığından bu fırsatı elde etmek zordur. 73

Page 69: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Asya ülkelerine yüklenen kabahatler dayanıksızdır ve asıl gerçeği gözden gizlemeye yöneliktir. Kuşkusuz Asya hükümetlerinin de suçları yok değildir. Ama bunalımın asıl nedeni Bretton Woods kurumlarının ve Kuzey'in zengin kapitalist ülkelerinin dayattığı uluslararası küresel mali düzendir. Doğu ve Güneydoğu Asya'daki bunalım aslında daha derin ve daha önemli bir olayla iç içe gelmiştir. Bölgede birçok ülkenin vaktiyle ulaştığı gelişme hızlarına, artık bir daha ulaşma olanağı kalmamıştır. Emperyalizm günümüzde, sadece genel olarak değil, özellikle Üçüncü Dünya'da bir stagnation (durgunluk) eğilimi içindedir. Bu ortak çizgide emperyalizme bağlı olanlarla olmayanlar arasındaki eski farklılık ortadan kalkmıştır. Durmadan krizle uğraşınca bu daha önemli olay gözden kaçtı, ancak krizin uzaması olayı göze batar hale getirdi. IMF ve Dünya ve Batılı hükümetler bunalımdan çıkmanın anahtarının yatırımcının güveninin yeniden sağlanması olduğunda birleşmişlerdir. IMF de reçetelerini bu tanı (teşhis) çerçevesinde hazırlamıştır. Ancak ulusların çoğunda (en iyi örnek Tayland'dır) bu güvenin geri geldiği söylenemez. Bir Dünya Bankası uzmanına göre "yapısal reformların etkisini göstermesi ve halkın çoğunluğunun ölçülebilir bir mutluluğa ulaşması" on yıl alabilir. Hatta gelen sermaye ve rezerv artışlarına bakılarak bu güvenin yeniden geldiği yargısına varılan Güney Kore'de bile, kullanılabilir rezervler 1997'deki 9 milyar dolardan 1998 Ağustos'unda 40 milyar dolar düzeyine yükselmişse de, ekonomide küçülme devam etmiştir. 1998 yılının ilk üç çeyreğinde GSMH artışı negatif yönde ve sırayla, yüzde -3,9; -6,8 ve -6,8'dir. Bu olumsuz sonucun bir nedeni, yatırımcı güvenini getirmek için başvurulan yerel deflasyonun gelişme hızını kesmesiyse diğer ve daha önemli neden, özellikle Güney Kore Örneğinde, Üçüncü Dünya ülkelerine yapılan ihracattaki azalmadır. 74

Page 70: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bunun nedeniyse bütün Üçüncü Dünya ülkelerinin deflasyon ve durgunluğu yaşamalarıdır. Her iki etken, söz konusu dönemde her ülke için geçerlidir. Spekülatif sermaye hareketlerine açık ülkelerin hepsinde yatırımcıya eski güveni yeniden aşılama her şeyin üstünde bir önemdedir. Ancak unutulmamalı ki, sermaye (metropol veya periferi kaynaklı olması önemli değil) her koşul eşit ise kalesi olan metropole akmayı yeğ tutar. Bu durumda yatırımcıya gerekli güveni verebilmek için Üçüncü Dünya ülkesinin ek önlemler alıp dengeyi sağlaması gerekir. Başta sermayeye metropolden daha yüksek faiz sağlanması, sonra da ekonomide sürekli deflasyon uygulaması gerekir ki, bunlar da durgunluğu çağırır. Öykü bu kadar da değil. Liberalize bir dünyada büyüme ihracatı artırma ile olasıdır ki, bu da gelişmiş ülkelere ihracatı artırarak gerçekleştirilebilir. Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinin gelişmeleri gözden geçirilince, bunların ihracatlarının çağdaş manifaktür ürünlerinin pek azıyla sınırlı olduğu görülür; sadece bazı taşıt araçları ve motorları, büro makineleri ve telekom ekipmanları gibi. Güneydoğu Asya ihracatını artırınca, bu, Doğu Asya'nın zararına oldu. Ve Çin de ihracatını büyük ölçüde artırınca, Güneydoğu Asya'nın dışsatım performansı azaldı. Gelişmemiş ülkelerin ihracatı kendiliğinden artmaz. Bunun için gelişmiş ülkelerde gelişmenin hızlanması zorunludur. Daha önce belirtildiği gibi, küresel finans kapital bütünüyle metropol ülkelere ekonomik durgunluk getirdiği için, önceden dışsatımda başarılar sağlayan bölge ülkeleri buna bu kez ulaşamayacaklar ve elbette bunun da sonucu eski kalkınma hızlarına ka-vuşamayacaklar. Ekonomi mucizeleri yaşadığı söylenenlerle beraber Üçüncü Dünya, metropoliten ekonomiler liberalleşirken yavaşladıkları için, büyümelerinde yavaşlama göreceklerdir. Vardığımız bu sonucu iki ek neden daha da açık hale sokuyor: Birincisi metropoliten ekonomilerin büyüme hızları düştükçe, herkese verdikleri öğütleri unutup korumacılık yoluna girmeleri. Bu nokta özellikle tekstil ve konfeksiyon alanında çok açık bir şekilde görülmektedir. 75

Page 71: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde büyük bir fırsat oluşturan bu alanda, metropol ülkeler çok sıkı bir korumacılık uyguluyor. İkinci nokta komünizmin Rusya ve Avrupa'da çökmesiyle bu ülkelerin, diğer birçok ülkeyle beraber stratejik önemlerinin azalması. Gerçekten ekonomik kurtarma sırasında bu açıkça görülmüş, IMF'nin Asya ülkelerine karşı takındığı sert tavır, Meksika ile olanla tam bir çelişki oluşturmuştur. Bu tavır bu ülkelerin artık emperyalizm için eski değerinden uzak olduğunu göstermiş ve elbette büyüme oranında eksilme nedeni olmuştur. Kısaca kapitalizmin tarihinde yeni bir döneme tanık oluyoruz. Deflasyon artı değeri küçülttükçe, fakirlik bütün Üçüncü Dünya'da yaygınlık kazanacaktır ve sanayi, turistik tesisler metropol ülkelerin eline geçecektir.

VI

Bu yeni dönem aynı zamanda burjuva ekonomik milliyetçiliğinin Üçüncü Dünya'da uygulanabilir bir proje olarak sonu olacaktır. Üçüncü Dünya burjuvazisi artık kendi beyliğini sürdüğü, emperyalizmden bağımsız bir kapitalizm kuramayacaktır. Asya'da bu amaca dönük iki "model" var: Hindistan ve Güney Kore. Hindistan burjuva ekonomik milliyetçiliğinin klasik örneği idi. Ülkede burjuvazi, bir sınıf olarak Asya'nın diğer ülkelerine göre daha çok gelişmişti. Sömürge dönemindeki güçlü endüstrileşme dolayısıyla güçlü bir üretici taban vardı. Sınıfın sosyal gücü de kurtuluş için savaşımda büyük pay almıştı. Öte yandan da iyice örgütlenmiş bir proletarya, küçük burjuvazi ve depresyonun militan hale getirdiği köylülerle karşı karşıya idiler. Devleti daha çok özerk bir kapitalist gelişme yolunda kullanmakla beraber, kendilerini hem ekonomik ve hem de politik yönden emperyalizme karşıt gösterdiler: Yabancı besin ve sermayeye karşı korunma (sonuncusuyla işbirliği yapsalar da), siyasi bloklara yanaşmama, ödünsüz demokrasi politikası ve güçlü bir kapitalist sektör ve güdümlü politikanın ana çizgileriydi. 76

Page 72: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ancak burjuvazinin toprak ağalarıyla uzlaşması ve toprak reformunun yapılmayışı nedeniyle tarımdaki üretici güçler çalışamadı. Yığınla üretime yanıt verecek bir piyasa aynı nedenlerle oluşamadı; özel kesim de kendine genişçe bir pazar geliştiremedi; halktan özveri yoluyla fon toplamayı demokrasiye uygun bulmadılar. Bir de yöneticilerin yatırımlarda kendilerini zenginleştirme çabaları ön plana geçince yönetim gerekli güven ve esleği de yitirdi. Bretton Woods kurumları her güdüm kokan ekonomi gibi, Hindistan'a da sırt çevirmişlerdi. Ama ülke özellikle Sovyetler Birliği ve sol bloktan dış kredi alıyordu. Sol bloktaki olumsuz gelişmeyle bu yol da kesildi. Güney Kore'deki güdümlülük ise tutum ve çelişkileriyle daha farklıdır. Emperyalizmin dayatmasıyla kurulmuş olan devlet bir "müşteri devlet" idi. Burjuvazi bu oluşumu devlete borçluydu ve doğrudan otoriter ve diğer sınıflara meydan okuyan bir yapıyı seçti. Ancak bu "güdümlülük" (ki bu burjuvazinin mikro düzeyde aldığı her karara karışıyordu) aynı zamanda ekonomik milliyetçilikten güç alıyordu. Son derece kapalı işleyişini emperyalizm ile kullandı. Kendisi komünizme karşı cephe savaşı veren bir özveri ülkesi olarak pazarlara daha kolay giriyor, kendi burjuvazisine pazarları açıyor, onu yükseltiyordu. Metropoliten ülkelerin büyüme hızlarındaki yavaşlama, Çin ve diğer Asya ülkelerinin ihracata yönelmesiyle, komünizmdeki son gelişmelerle politik önlemlerin azalması aynı zamana rastladı. Chaebol denilen dev firmalar işte bundan sonra dünya piyasalarının tozunu atmaya başladı. Banka kredilerinin bü-yük kısmı bunlara yöneldi, hak etsin etmesin krediler onlara verilince, adeta ekonomi dışı bir kaynak ve elbette kriz için bir neden yaratılmış oldu. Güdümlülüğün her iki şeklinin de, kendi yapılarına uygun milli projeleriyle birlikte günleri geçti. Artık finans kapitalin salt egemen oluşu, metropol ülkelerdeki yavaşlama ve komünizm çöküşünün Üçüncü Dünya'daki milli burjuvaziye açtığı yollar bir daha açılmamak üzere kapandı. Bu kapanışla birlikte Üçüncü Dünya'da etnik, bölgeci, şeriatçı kökenli bir sürü çetrefil problem ortaya çıktı. 77

Page 73: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ama burjuva milliyetçiliğinin çökmesi, antiemperyalist projeler kalmadığı için umut kalmadığını göstermez. Aksine bu projeler son elli yıldaki en gerekli sorundur. Ama işin perspektifi değişti.

VII

Sermaye akımları ve finans kesiminin liberalizasyonunun getirdiği deregülasyonun kısıtlanmasında uluslararası finansın girdabına düşülmez. Bu birçok kişinin görüşüdür. Bu anlaşılması kolay bir formüldür. Her ülke bu fikirde birleşir ve bu kısıtlamayı yaparsa iş, hiçbir ülkeden sermaye kaçmadan çözülmüş olur. Ama küreselleşmiş finans kapital böyle bir şeye dişiyle tırnağıyla karşı kor. İleri kapitalist ülkeler de bu çabalan destekler ve muhalefeti ezer. Ne kadar namuslu ve bilgili memurlarla çalışmış olsa da Bretoon Woods kurumları da aynı yola girer. Diğer taraftan bu kısıtlamaları koyan ülkelerden sermaye kaçırılır, bazı fon akımları ülkeye uğramaz, zarara uğrarlar. Kısacası tuzakta kalmak olsun, kurtulmak olsun Üçüncü Dünya ülkeleri için bir hayli zahmetlidir. Buradan kurtulmak ancak halk desteğiyle olur. Yani sermaye hareketlerine kısıtlama getirmek, halka yeni ve artı şeyler getirecek yeni ekonomik programlar düzenlemek ve gerçekleştirmekle olasıdır. Bu programların neleri içermesi gerektiği her ülkeye göre değişir. Sosyalistler için küreselcilikle savaşım açısından ulus gerçeğinden vazgeçme olanağı yoktur. 78

Page 74: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

JAPONYA'DA SAVAŞ SONRASI SİSTEMİ ÇÖKTÜ William K. Tabb* Ekonomik mucizeler (Alman, Japon, Kore) monoton bir düzenlilik içinde sonuna geldi. Ama bu çöküşlerin kriz sonucu olduğu çok iyi görülmedi. Bunun yerine, uzun yıllar gemisini kurtarmaya çalışan Japonya'nın çabalarına dikkat verildi. Şimdi bu Japonya'nın, içinde bulunduğu durumdan nasıl çıkacağı ya da bunu başarıp başaramayacağı, bize kapitalizmin geleceği hakkında çok şey öğretecektir.

Japon Krizi Japon savaş sonu düzeninin sonunun hangi tarihe rastladığını yakalamak zor. Ama ülkenin uyguladığı mali ve parasal politikaların on seneden fazla süren ekonomik slump (gerileme) için bir çare olmadığı kesin. Eskinin tutunması o kadar zor ise, neden Anglo Amerikan tarzı kapitalizmin istenmediği bilinirken, sürekli stagnasyon dışında yaşayacak bir model olmadığı korkusu ağır basmaktadır. Japonya örneği şunu göstermiştir: Hafif gibi görünen bir kriz uzun sürünce, başka alternatiflere açık siyasal yapılar mevcut olmadığından, ağır ve ciddi sorunlar doğurmaktadır. Japon ekonomisi 1991'den bu yana durgunlukta, bu belki ülkede dramatik değişmeler doğurmayabilir. Ama benim kanımca, ülkede mevcut düzeni ayakta tutacak, gemiyi kurtaracak politikalar yine bulunacak, ama bu durumdan ülke kurtulamayacaktır. * Bu makaleyi yazan William K. Tabb, New York City Universitesi'nde Siyaset Bilimi ve Queens College'de Ekonomi okutmaktadır. 79

Page 75: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Japon Başbakanı OBUCHİ tarafından son kez ilan edilen 200 milyar dolar büyüklüğündeki kurtarma paketi (ki Japon GSYİH'sının yüzde beşine eşittir) Kasım ortasında uygulamaya konacak. Bu paket de, Japon ekonomisinin iki başlıca derdi olan "Japon ekonomisindeki aşırı yatırım" ve "mal için talebin azalması"nı etkileyemeyecektir. Mount, Fuji ölçüsündeki çürük borçlar sorununu çözme yolundaki planlar öylesine iktidar partisi çevrelerini ve politikalarını kurtarmaya yönelmiştir ki, bu konulardaki konuşmalar, bu ciddi durumda bile her yerde kuşkuyla karşılanıyor. Gerçekte uygulanacak politikaların hangisinin yararlı olduğu, hangisinin ülke ekonomisini yaralayacağı belli değildir. Hastalık klasik olarak üretimde aşırı kapasiteler ve art değeri sindirme arasındaki dengesizliktir. Klasik politikalar sorunları çözeceğe benzemediği gibi, Japon halkının umutsuzluğunun da kolay dağılacağı umudu belirmiyor. Japon hükümeti gösterilen her yolu çok da başarıya ulaşmadan önemli ölçülerde denemiştir. Ülkenin en ücra köşelerine kadar yollar, demiryolları yapmış bu uğurda on milyarlarca dolar harcamıştır, bunların ekonomiye bir yararı olmamıştır. 800 milyar dolarlık vergi indirimi yapılmış, fakat halk bu yolla biriken parayı elinde tutmuş, harcamamıştır. Hükümet bütçesindeki açıklar yeni yeni rekorlar kırıyor. Tam hesabı bitirilmemiş olmakla beraber, bu açığın 1998 bütçesinde Japonya GSMH'sının yüzde onuna ulaşacağı bekleniyor ve borç toplamı ilk kez ulusal hasılayı geçecektir. Japon imalat tesisleri değerini gitgide yitirmektedir ve Japon Kalkınma Bankası tahminlerine göre Amerikan tesislerinden çok daha geridedir. Daha yüksek harcama politikalarıyla bir çözüme varma olasılığı yoktur. Para yine çok yanlış değerlendirilen oldukça pahah katnu projelerine gidecek (inşaat arttıkça iktidar partilerindekilerin komisyonları da artmakta. Pek az insanın yaşadığı adalara pahalı köprüler yapılıyor ki, alınacak geçiş ücretlerinin bu giderleri karşılaması olanaksız). 80

Page 76: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ulusal borç hacminin önlenemez artışı, kamu borçlanmalarının faiz maliyetini artırmakta, para politikasının ekonomiyi canlandırma olanağı da böylece elden kaçmaktadır. Hatta bu baskı olmadan da para politikası (faiz oranlarını indirip yükseltme) maliye politikası kadar olsun etkili değildi. Güvensizlikten gelen şoklarla ülkede faizler yüzde birin yarısına kadar indi. Sonbaharda devlet bonoları faiz ödememeye başlayınca, kış içinde reel faizler negatife döndü. Yorumcular Japon para politikasını Zen felsefesi gizlerine benzettiler. Ellerinde yen güdümlü değerler tutanlar, özel sektör yatırımları yerine devlet bonolarına gitme yolunu seçtiler. ABD hazine bonolarının faizleri sadece 1930 büyük bunalımında sıfıra düşmüştü. Burada da durum aynı ve aynı nedenle: Bankalara güven kalmaması ve batma endişesi, Japon bankalarını parya (en düşük sosyal sınıfa Hindistan'da verilen isim-Ç.N.) durumuna getirdi. Yabancı mali kurumlar para yatırmıyor, aksine yen fazlalarını hazine bonolarına yöneltiyorlar. Durumu belirlemek için uzmanlar "radikal kötümserlik" deyimini kullanıyor. Maliye Bakanlığı uzmanları çürük alacakları gitgide daha zor gizler durumda. Sorunları üstünkörü kapatma çabalan sonuç vermiyor artık. Halının altına o kadar pislik saklanmış ki, artık bu halının üzerinde yürümek hayli zor. Maliye ve para politikalarıyla böylesi bir atıl kapasite ve aşırı borç genişlemesini önlemede aciz kalınınca iç talep zayıf kaldı ve deflasyon keskinleşti. Halk "biraz daha ucuzlasın da o zaman alayım" durumuna girdi. Vergilerin hafifletilmesiyle de elde kalan paralar bile, iş kaybedince lazım olur düşüncesiyle bir tarafta biriktirildi. Kârlar düşüyor, yatırımlar daha da azalıyor, atıl kapasite artıyor, ücretler düşüyor. Herkes işini yitireceğinden korkuyor. Aileler ve firmalar, geleceklerine korku ile bakıyor; yaş ortalaması yüksek bir toplumda emekliliğin de elden kaçacağından korkuluyor. 81

Page 77: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Japonya düşük işsizlik ve diğer ülkelere göre daha eşit bir gelir dağılımıyla son OPEC fiyatları artışından doğan bunalımda, yenin dramatik yükselişinde ve diğer şoklarda ekonomisini başarıyla ayarlamıştı. Yaratıcı bir esneklikle de, on yıllarca Anglo-Amerikan modeline bir kontrast oluşturmuştu. OECD ortalamasının iki katı hızla artmıştı. Peki bu kargaşaya nasıl düştü ve kurtulamıyor? Savaş Ertesi Japon Sistemi

Japonya'nın ekonomide yeniliklerle dolu sistemi savaş sonrası özel durumlarla anlaşılabilir. ABD'nin bu ülkeyi Asya'da bir anahtar müttefik olarak inşa isteğiyle, ülkeye Amerikan modelinden farklı politikalar izleme izni verildi. Ekonomik fazlayı seferber edip yatırıma yöneltmedeki ustalık, Japon büyümesinin temelini oluşturdu. Firmalar çok büyük miktarlarda borç para aldılar. Keiretsu diye anılan aile şirketleri (Mitsubishi vb.), bir esas banka, bir çelik fir-ması, sektörel örneğin bir elektronik firması, sigorta işletmesi bazen yanında bir bira işletmecisi topluluğuydu. Topluluğun her birimi tercihli biçimde ötekisine pazar açıyordu. Dışarıdan gelene kapalı olan bu sistem, hükümetle sıkı finans ilişkileriyle yan yana gelince dünyada eşi görülmemiş bir hızla büyüme ortaya çıktı. İç pazarını koruyup, yüksek katma değerli üretimlere sübvansiyon vererek yabancı yatırımcı ve bankalara karşı korunarak, iç birikimlerin dışarıya kaçmasını önleyerek ve hükümet rehberliğinde en iyi şekilde değerlendirerek, Japonya laissez faire yerine ekonomik milliyetçilik yolunu tutuyordu.

Bu sistem Japonya'yı 38 yıllık Liberal Demokratik Parti iktidarınca yönetti ve yöneltti. Aslında parti, isminin gösterdiğinin aksine ne demokrat ne de liberaldi. Parti olduğu da su götürür bir politikacılar koalisyonu idi. Bu politikacılar bazı yerlerde yer kapmak için birbirleriyle çetin seçim savaşları verir, rejim büyük işverenlerden yardım alır, bunun karşılığı onlara özel işlem görme hakkı tanırdı. 82

Page 78: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Var olan birbirine sıkı sıkıya sarılmış bir hükümet iş dünyasının çekirdeğiydi. Bu model kendine özgü bir yönlendirme modeli ortaya çıkarıyordu. Geniş tabanlı özellikle sınıf bilinçli sendikaların ezilmesiyle kurulabilecek bu sistem, bir devlet kapitalizmi, işçiyi dışlayan bir korporatif sistemdi. Bu sistem savaş sonrası Amerikan politik sistemince desteklenmekteydi. Çünkü soğuk savaş süresince ABD'ye güçlü bir antikomünist müttefik sağlıyordu. Tutucu devletle iş âleminin birbirine karıştığı bu düzen bir yarım yüz yıl sürdü. Ama hiç muhalefetsiz değil. İlk muhalefetler solcu parti ve sendikalardan, tasarruf sahibinin parası üstüne konan düşük faiz baskısına karşı oldu, çünkü sistemin en büyük dayanağı buydu. Bu politika karşısında çalışanlar ve küçük girişimcilerin kaybı çok büyüktü. Örneğin 1992 yılı sonuna göre 1993'te Japon hükümetinin uyguladığı bu negatif faiz dolayısıyla hane halkının ortalama kaybı yüzde 13 dolayındaydı. Küçük girişimciler, bankadan borç alacakları zaman kendilerine bir mevduat blokajı uygulanırdı. Böylece bu girişimcilere uygulanan faiz, büyük girişimciye yönelik faiz maliyetinin dört katını bulurdu. Bunu protesto eden Japon Komünist Partisi 1960'ların sonu ile 1970'lerin başlarında büyük ölçüde küçük burjuva oy desteği sağladı. Bankalar elbette sıkı sıkıya iktidardaki Liberal Demokrat Partiye (LDP) sadıktı. Küçük girişimcileri kazanmak için bankalar özel bir kredi biçimi uyguluyordu. Bu usulde küçük girişimcilere tutucu Ticaret ve Sanayi odaları aracılığıyla kredi vermekteydi. Bu odalar ise LDP'nin şemsiyesi altındaydı. Böylece de bankalar LDP'nin seçmen tabanına ulaşıyordu. Bu konuyu inceleyen Kent Calder'in dediği gibi, "sistem bütünüyle politik idi".1

l Kent A. Calder, Assault on the Bankers Kingdom: Politics, Markets, and Finance, • Capitals Ungoverned: Liberalizing Finance in Interventionist State, Cornell Univesity Press, s.43. 83

Page 79: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu sistem, iktidarın muhalefeti sınırlamak için kabul edip uyguladığı yöntemler topluluğunun sadece bir tanesiydi. Muhalefetin genişlemesini önlemek için LDP daha bir nice meslek ve iş gruplarına para döküyor, sistemler kuruyordu. Doktorlar, otelciler, balıkçılar, inşaatçılar seçimlerde LDP'ye sadık kalarak büyük çıkarlar elde ettiler. Kırlarda yaşayanların sayısı kent seçmeninin dört katıydı. Doğal ki daha çok korundular. Ürünleri dışalıma karşı korundu. Öyle ki, Japonya'da pirinç fiyatları dünya ortalamasının altı katına kadar yükseldi. Küçük satıcılar, ekonomide zor duruma düşenler, birçok grup bir biçimde korundu. LDP tarafından korunan ve beslenen çıkar koalisyonları büyük sermaye ile hiç takışmadılar. Durum 1970'lerin ilk yıllarında değişmeye başladı. Bilindiği gibi, Nixon, Bretton Woods anlaşmasına son verdi, OPEC hammadde fiyatlarını artırdı. Bu durumda yüksekçe olan yen-dolar paritesi Japonya endüstri ve mali kurumlarını yapısal değişiklikler yapma zorunda bıraktı. Yeni mali düzen Japonya'ya bazı avantajlar getirmekteydi. 1970'lerde Japon şirketleri Euro Market'e girerken kambiyo kontrolleri kalktı. 1972'de Japon Maliye Bakanlığı ülke bankalarına Londra ve New York'ta bono çıkarma izni verdi. Finansın en-ternasyonalleşmesi sadece piyasa güçlerinin değil, fakat baskı gruplarının Japon bürokrasisi üzerine yaptığı baskı sonunda gerçekleşen bir zafer oldu. 1984 yılına kadar Japonya'da çıkarılan şirket bonolarının yarısı, iç pazarda değil Euro Market'te idi. Burada bütün bu işler olurken dışarıdan hiç dış baskı olmadığını, söylemiyoruz. Özellikle Wall Street'i temsilen ABD'den de baskılar oldu. Uluslararası İmalatçılar Federasyonu Japonya'dan yakınarak, bu ülkenin düşük faiz sübvansiyonunun dürüst bir uygulama olmadığını, ticaret yöntemlerine aykırı olduğunu ilan etti. Amerikan Semi Conductor Üreticileri Federasyonu da bu alanda sıkı lobi yapanlardandı. Bu baskılarla gidilen deregülasyon sonucu Japon üreticilerinin düşük faiz avantajları ortadan kalktı. Ne var ki dikkat bu baskılara verildi; ama Japon sermaye çevrelerinin, bu liberalizasyon sürecinde sadece baskılara kapılarak bu yolu seçtiği söylenemez. 84

Page 80: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Büyüme sürdükçe, borçlara bir problem gibi bakılmadıkça ve kredi kolaylıkla alınabildikçe, menkul kıymet borsalarının çizdiği eğri hep yukarı doğruydu. İyi bağ kurmuş politikacılar da şirket içinden (insider) bilgilerle neyi, nasıl alacaklarını öğrenip borsa alışverişleri yapıyor, hatta bunun için spekülatif şekilde borçlanıyorlardı. Borsada hisse senetleri böylesine elverişli olunca şirketler de boyuna hisse satıp alarak, normal ticari işlerinin çok üstünde para kazanıyorlardı. Bu arada emlak fiyatları da roket hızıyla yükseliyordu. Öyle ki, Tokyo'da küçük bir parkın rayiç fiyatı bir Kaliforniya eyaleti emlak fiyatlarının üstüne çıkıyordu. İnsanlar üç kuşak boyunca ödemek üzere ipotekle ev alıyorlardı. (Fiyatlar öyle bir düzeye ulaşmıştı ki, bedel ancak, örneğin normal gelirli bir ailece yüz yılda ödenebilirdi. Ama hayret verici bir şekilde yükseliyordu.) Gerçeklere böylesine uzak bir dünya ayakta duramazdı elbette ve köpük ekonomisi çöktü. Emlak ve hisse senetleri yarı yarıya, 1990'ların ortasında oradan da aşağıya düştü. Borçlar başa çıkılamaz hale geldi. Hükümet gelecekteki büyümeyle durumun önlenebileceği inancıydaydı, bu nedenle kredileri kısacağına önlerini açtı. Eski kurallara göre her bankaya devlet kefildi. Hiçbiri batmasın diye. Gerçekten de hiçbiri batmadı. Düzenleyicilere bankalarda yüksek pozisyonlar sağlanmıştır. Bunlar bir batış doğurmayacak düzenlemelere girmişlerdir. Bankaların işlerinde epeyce döküntü olduğu, kimin ne kadar ödeyemeyecek kadar borcu olduğu kimsenin umurunda değildir. Japon sisteminde, bankaların kendi hisse senetlerini ve emlakini almalarına ve rezerv olarak tutmalarına izin verilmiştir. Bunların on hatta yirmi katı kadar borç verme yetkileri de vardır. Borsaların yukarıya doğru hareketi halinde, bankalar verdiği borçlan artırabilirler. Bu paraları ise borsadan, durmadan yükselen ve konjonktürü yükselten bu kurumdan bulurlar. Sade yurttaşlar paralarını posta tasarrufu hesabına yatırırlar, faiz o kadar büyük olmasa da vergi ba-kımından cömert davranılır, devletçe garantilidir. 85

Page 81: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Krediler devletçe seçilmiş yatırım projelerine aktarılır ve bu, ekonomik kalkınmaya yardımcı olur. Bölgedeki ülkeler bu sistemi kopya etmişlerdir. Daha yavaş kalkınma ve bunun yanında vadesi daha uzatılmış spekülasyon, elde edilen sonuçtur. Japonya hâlâ büyük ihracatçıdır. O kadar büyük atıl kapasiteyle çalışmasına rağmen (içeride durgunluk olduğundan), yine de kolay rekabet edebiliyor. Ödemeler dengesi fazlası, Amerikan sanayicilerini imrendirir. Hâlâ bu ihracat fazlasıyla dünyanın en büyük alacaklısıdır. Japon siyasetçileri bu yolla eski günlere zamanla ulaşacaklarını 1990'dan beri ileri sürerler. İdari müdahalelerde azalma, firmalara iflas izni verme ve reform yapma vaatlerinde bulunuyorlar. Aslında elit tabakanın güç, ayrıcalık ve servetine dokunan pek az şey yaptılar. Bunun yerine durmadan banka kurtarıp, problemlerinin çapını gizlediler. Mükelleflerden yüz bulamayıp, vergileri artıramadılar. Vergi mükellefleri büyüme sürerken onları hoşgördü. Ama şimdi yolsuzluklardan, siyasetçilerin beyanlarından ve tartışmaların gerçek durumu yansıtmayışından kırgındırlar.

Reform Yapılabilir mi?

Bilinen şudur: Demir üçgen (şirket çıkarları, LDP ve bürokrasi; özellikle maliye, endüstri ve dış ticaret bakanlıkları bürokrasisi) elli yıldır Japonya'yı yönetmiştir ve köpük ekonomisi sonundan bu yana bu derin bunalım hakkında hiç konuşmamıştır. Evet, ne yazık ki reform çalışması, demir üçgenin gücünün sona ermesi ve belli başlı aktörlerinin servetlerinin artmasının olanağının ortadan kalkması sonucunu verecek. Ama durmadan borçlanmaya dayanan gelişme de, hemen bütün sanayi kesimlerinde, otomotivden tüketici elektroniğine, küresel bir atıl kapasite yaratmıştır. 86

Page 82: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

1998'de şirket kârları bir yıl öncesine göre üçte bir oranında gerilemiştir ve ülke dünya üretiminin hâlâ yüzde 16'sını gerçekleştirdiği halde, borsa değerleri dünya borsaları kapitalizasyonunda ancak yüzde 10 oranında kalmıştır. Bu değer 1980'deki en yüksek değerin yüzde 45 gerisinde bulunmaktadır. Son seçim sonuçlarına göre yönetici elite duyulan güvende de gerileme var. Oy kazanan partiler ise komünistler (onurlu ve disiplinli muhalefetlerine hürmetle), popülist sağcılardır. Japonya'daki reformcuların (Rusya ve diğer yerlerdekinin aksine) para ve güçlü dostları var. Bunlar serbest piyasa ekonomisi yönünde reformdan söz ediyorlar. Böyle bir reform, güçlüleri daha da güçlendirecek zayıf ve korunması gerekli sınıf ve tabakaların zararına olacaktır, Japon ÇUŞ'ları önlemleri yurtdışı firmalarla birleşme yolunda alıyorlar (Mazda, Ford ile; Toshiba, Motorola ve Simens ile) iç firmalarla ve bürokrasiyle pek işleri kalmamış gibi. Artık ilgililere rüşvet ödememe, LDP'den para desteğini çekme niyetindeler. Hükümet, politikacı ve bürokrat olarak onlara eskisi gibi görünmüyor. Onları rüşvetçi ve etkisiz buluyorlar. ÇUŞ'ların artık bunlara gereksinimi yok, daha az para harcayan ve ekonomik olarak zayıflara sübvansiyon niyeti olmayan hükümetler istiyorlar. Japonya'da artık meslekler rağbet görmüyor. ABD'deki gibi, insanların her yerde çalışacak şekilde yetiştirilmesi isteniyor. Borsa işlerinde, telekomda çalışanlar rağbette. Ulusal demiryolu ve hava yollarıyla telefon ağının özelleştirilmesiyle mali kesim 1990'dan bu yana deregüle edilmekte. Japonların sahip olduğu ÇUŞ'lar için artık ulusal kalkınma eski önemini yitirdi, kârlarını ve üretimini istediklerini yerlere kaydırıyorlar. Bu noktayı T.J. Pempel şöyle anlatıyor: "Dünyanın her yerine öylesine dağılmışlar ki, sadece isimleri Japon. Personeli, üretim tesisleri ya da şirket ortaklıkları değil. Kaderlerinin belirlenmesinde Tokyo artık bir gölge, kaderi uluslararası güçler çiziyor."2

2 T.J. Pempel, Regime Shift, Comparative Dynamics of the Japanese Political Economy, Cornell University Press, s.2 87

Page 83: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Sistemin ne zaman temelinden değişeceği bilinmez, ama eski şirket dayanışması çökmüşe benzer. Örneğin Toyota Motor Corporation başkanı, bir müttefik firmaya, sıkıntıya düşen Sakura Bank'a yardım etmedi. Bu hareketin nedenini bir demeçle açıkladı. Böyle birçok örnek daha vardır. Özetle Japonya'da savaş sonu kapitalizm tamamıyla değişmiştir. Çıkar sahipleri ABD'deki gibi hissedar egemenliğine gidiyor.4 3 "Toyota Rules Out Bailout of the Troubled Affiliate Bank" New York Times. 19 Aralık'1998. s.2. 4 Ronald Dore. "Asian Crisis and The Future of the Japanese Model", Cambridge Journal of Economics, Kasım 1998. 88

Page 84: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

BUGÜNÜN AVRUPA KAPİTALİZMİ EURO VE "ÜÇÜNCÜ YOL" ARASINDA Greg Albo-Alan Zuege* 1970 sonlarından bu yana. ekonomik gelişmede Batı Avrupa'nın Altın Çağı sona erdi. "Europessimizm", "Euro Hastalığı", "Euro Duraklaması", 20. yüzyıl kapanırken, Avrupa'yı en iyi anlatan kitabeler olacak. Birikimi yeniden canlandırmaya dönük neoliberal projeler, piyasa esnekliği, hükümetin kısıtlanması ve "Hollanda Hastalığı"ndan sonra bir atak olarak İngiltere ve Almanya'da sıcak para politikaları gündemde. Bunlar, dışındaki çabalar ise, reflasyon (enflas-yona varmayan para basımı), kamu kesiminin genişletilmesi, aktif gelir dağılımını düzeltme çalışmaları gibi sosyal demokrat projelerdir. Bu projeler özellikle Palme döneminde İsveç'te ve Mitterand döneminde Fransa'da uygulanmıştır. Ama bu politikaların hiçbiri, eski yitirilen hızlı gelişmenin yakalanması için yeterli olamadı. 1990'larda ise, ekonomik ilişkilerin uluslararasılık derecesinin artmasıyla Avrupa farklı bir akış içine girdi. Ticaretin, yatırımlar ve hele para akışlarının küreselleşmesi, Avrupa'yı dünya ekonomisine daha sıkı biçimde bağladı. Ancak ekonomik küreselleşme, ağırlıklı şekilde bölgesel biçimde, Avrupa sınırları içinde para akımları şeklinde kaldı. Bugün bölgesel ve kıta çapında ekonomik bloklar, kapitalist bloku birleştiren öğelerdir. Asya'da Japonya'nın taşeronlarının gevşek bir biçimde içinde yer aldığı bir blok var. Kuzey Amerika'da ise, ticarette tercihe dayanan sistemle çalışan bir blok. Bunlar, Avrupa'da daha şekilci uluslarüstü kurumlarla çalışırlar. * Greg Albo, York ve Toronto Üniversitelerinde Politik Bilimler bölümlerinde öğretim görevlisi: Alen Zuege, York Üniversilesi'nde doktora öğrencisi. 89

Page 85: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Kırk yılı aşan bir süredir Avrupa Birliği (AB), birleşmiş bir Avrupa ekonomisini yerleştirmeyi öngörüyor. Bu amaçla 1993 Ocak'ında tek bir pazar ve 1999 Ocak'ında da tek bir paraya gitmeyi hedefliyor (bu arada İngiltere, Danimarka, İsveç ve Yunanistan'ın karşı çıkışlarıyla). AB'nin kucakladığı on beş Avrupa devleti, Gayri Safi İç Ürün ölçüsüyle, dünyadaki en büyük bölgeyi oluşturuyor. Bölge üretimi, ABD ve Japonya gibi en büyük kapitalist ülkelerin üretim toplamlarına fark attı.1 AB bugün zenginlik olarak (ve 370 milyonu bulan insan nüfusu bakımından da) dünyada en ileride.2 İnsan başına üretim artış hızı, dünyada her ülkeden yüksek. Ne var ki, savaş sonu dönemin aksine, bugün, 1990'lardaki karışıklığı atlatan ABD'nin gerisinde kaldı. Yine de AB ülkelerinin karşılıklı bağlılığı ve entegrasyonu ne derecede önemli ve ileride olsa da, içindeki ulusal ve bölgesel politikaların farklılığını ve eşitsiz gelişmeleri gözlerden gizleyemez. Bir tek Avrupa Pazarı imajı, Reggio Calabria, Baden Würtemberg ve Donegal bölgelerinin ekonomik durumlarının, sınıf ilişkileri bakımından ne kadar farklı olduklarının görülmesini engelleyemez. Bu bakımdan AB, yabancılaşmış yurttaşların Brüksel bürokrasisine karşıt duyguları görmezden gelinse bile, büyük ölçüde bir "hayali topluluk"tur. "Avrupa toplum modeli", gerek Avrupa kültürü içinde ve gerekse ötesinde efsaneleşen bir tanım olmuştur. Bu tarım, daha eşitlikçi ve Kuzey Amerika'nın kutuplaşmış ve bireyler için sosyal güvenliğin bulunmadığı kapitalizmiyle ölçülünce daha katılımcı bir kapitalizmi akla getiriyor. Bu anlayış, halen AB'nin on beş devletinden (İspanya ve İrlanda dışındaki) on üçünde iktidarda bulunan Avrupalı sosyal demokrat partileri kucaklıyor. Onların projeleri olan "ilerici rekabetçilik-progressive competitiveness" -ki rekabetçi korporatizm denebilir- birçok şekilde görünür: İşbirlikçi çalışma ilişkileri yolunda karşılıklı güveni yerleştirmek üzere işçilerle firmalar arasında yapılmış "üretim paktları"; ulusal ve uluslar üstü düzeylerde tek pazarın ekonomik tutarlılığına paralel "Sosyal Tutarlılık-Social Cohesion" politikaları. 1 Birlik, Orta Avrupa dışında yalnız İsviçre, İzlanda ve Norveç'i kapsamıyor. 2 Sadece Yunanistan ve Portekiz, Dünya Bankası'nın zengin ülkeleri dışında kalıyor. 90

Page 86: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Rekabetçi korporatizmin politik ifadesi (ki buna İngiltere'de Tony Blair "Üçüncü Yol" ve Almanya'da Gerhard Shröder "Neue Mitti" diyor) ve AB'nin kıtasal yapısı bininci yıl sonu Avrupa'nın geleceğini çizecek: Ufukta yeni bir şekillenme var. Ancak tarihsel engeller, politik ikilemler ve ekonomik belirsizlikler Avrupa kapitalizminin yeniden yapılanmasında genel olarak bilinenden çok daha ciddi rol alacak. Ekonomik Engeller: Küreselleşme ve Tek Pazar Avrupa kapitalizmi ve ekonomik entegrasyon konusundaki tartışmalar, gitgide anlatım ve analitik olarak da işin özünden uzaklaşmaktadır. "İşlevsel" düşünüş şunu gösteriyor: Piyasa ilişkilerinin yaygınlaşması —ki tarihsel olarak kaçınılamaz— az çok otomatik biçimde bunlara uyan politik işlevler tarafından yaratılır. Ortak Pazar'ın ilk günlerinden bugünkü tek paraya kadar işleyişler hep böyle olmuştur. Bunun dışındaki diğer yaklaşımlar -ki burada Jean Monnet ve Jacques Delors'un yüksek diplomatik çabalarının altı çizilmelidir- bir gerçekçilik dozu içerir. Ama bu gerçekçilik daha yüksek bir idealizmle belirsizleştirilmiştir. Bu idealizm şuradadır: Ana rahmindeki bir federal "Birleşik Avrupa Devleti" içinde kahramanca bir egemenlik reformu. Bu idealizm, eskiler ortadan çekildikçe, küreselleşmenin artan etkisi altındadır. Avrupa'nın entegrasyonu, aslında daha çok, daha geniş bir tarihsel içerik içinde incelenmelidir... Kapitalizm yükselir ve tarihte kendine özgü yöntemlerle sosyal ilişkilerini yeniden üretirken, onun rekabetçi süreci, birikimi coğrafyada genişleme yolunu gütmüş ve hu durum dünyanın uzaydaki biçimlenişini değiştirmiştir. Hany Magdoff un işaret ettiği gibi, çekişme ve karşılıklı bağımlılık dünya kapitalizminin birbirinden ayrılamayacak iki öğesidir. Bunlardan birisinin eksikliği durumunda kapitalizm gelişemez. 91

Page 87: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

"Kapitalizm gelişirken onu oluşturan bileşenler arasında işbirliğinin var olduğu düşünülmüştür ve bu, gerçekten gerekli bir koşuldur... Ulusal birleşenlerin kendilerini daha öne geçirme yolundaki çekişmelerin kesildiği hiçbir zaman görülmüş değildir. Dışa fırlatan ve merkeze çeken güçler, kapitalist sürecin çekirdeğinde birlikte var olmuşlardır. Bunlardan bazen biri bazen öteki gidişe daha çok egemen olmuştur."(3) AB gibi blokların oluşmasını da, kapitalist gelişmenin bu genel süreci içinde gözlemlemek gerekir. Birinci olarak, oluşumun merkezinde gruplaşmış devletler (İngiltere, Fransa vb.) var ki, bunlar bir hegemonik merkezin (Almanya) çevresinde toplanmış bulunuyor. Bunlarda özel bir birikim oluşturabilecek rekabet kapasitesi zaten mevcut. Bu grup dışında, ekonomileri daha zayıf ülkeler (Portekiz, Yunanistan ve Orta Avrupa) toplulukta yer alıyor. Bu ülkelerin bütünü, çeşitli ulusal ekonomiler ve ulus devletler arasındaki içsel ekonomik ve politik hiyerarşiye uydukları bir blok içindeler. Başka bir anlatımla AB, merkezkaç ve merkezcil güçleri uluslar ve örgütler olarak birleştirmiştir. Tıpkı Magdoff un anlattığı gibi, bu güçler, uluslar ötesi işbirliği ve ulusal birlik arasında bir işleyiş içine girmişlerdir. Avrupa'da devletlerin böylece enternasyonalleşmesindeki tartışmalı konulara, ancak bu açıdan bakılırsa açıklık getirilebilir. Avrupa'da yönetici kurumlan oluşturan uluslararası anlaşmalar, Avrupa ulusal burjuvazilerinin ve ulus devletlerin dışında veya üstünde oluşmuş şeyler değildir. Aksine, bu anlaşmaların hepsi, bu devletlerde meydana gelen içsel değişmelerden doğmakla kalmamış, kapitalist üretimin uluslararası hale gelişi ile konsantrasyonu yükselen bu içsel çelişkileri giderme amacına dönük olagelmişlerdir.4

3 Harry Magdoff, "Globalisation To What End?" Social Register'te 1992'de yayımlandı (Londra, Mirlin 1992), s.45. Bu yazı aynı zamanda 1992 yılı Ocak ve Şubat sayılarında yayımlandı. 4 Bu noktaya Ernest Mandel işaret etti. "International Capitalism and Supranationality", Socialist Register, 1967. (Londra, Merlin 1967.) 92

Page 88: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Savaş Sonu Kapitalizmi ve Avrupa Topluluğu

Savaştan sonra Avrupa'nın ayağa kaldırılması önemli güçlüklerle karşılaştı. Her bir devlet, fabrikalarını yeniden kurma, asi işçi sınıfını yeniden işe koşma, yatırım ve tüketime uygun para politikası koşullarını sağlama ve dış ticaret döngüsüne yeniden girme konusunda farklı ve kendine özgü güçlüklerle karşı karşıya bulunuyordu. Savaş sonrası ilk yıllar gerçekten çetindi. Yenilmiş Almanya halâ kargaşa içinde, İtalya bütçe açıkları ve döviz sıkıntılarıyla bir enflasyon sarmalındaydı. Buralarda işgal gücü tutan ülkeler ve hatta yengi kazanmış İngiltere de sanayiilerini yeniden çalıştırmada çeşitli sıkıntılar içindeydiler. En önemli sorun ödemeler dengesiydi. 1946 ve 1947 yıllarında ithalat her ülkenin döviz olanakları sınırlarına çekildi ve doğal olarak iyileştirme sürecine girilmedi. Üstelik Avrupa ülkelerindeki siyasal belirsizlikler nedeniyle ABD'ye büyük ölçüde sermaye göçü söz konusuydu. Yapılabilecek kambiyo kontrolleri Bretton Woods protokollerinin izin verdiği sınırlarda kalıyordu. Bilindiği gibi aynı anlaşmaya göre anahtar para olan dolar hiçbir kısıtlama içinde değildi. "Avrupa kapitalist sınıfının, ekonomik ve politik olarak, bir bağımsız kalkınma politikasına girmek için elverişsiz bir durumda olduğu açıktı.”5 Ulus-devletleri stabilize etmek (sağlamlaştırma) ve yeni bir ekonomik düzen kurmak, hepsi için en başta gelen sorundu. İşte Marshall Planı bu her iki amaca hizmet eden bir yardıma yönelmişti: ABD hem sermaye ihraç ederek ve yardım vererek Amerikan makinelerinin Avrupalılarca satın alınmalarını sağlayacak, hem de Bretton Woods anlaşması çerçevesi içinde gerekli likiditeyi oluşturacaktı. Bunların yanında Avrupa'da ABD hegemonyasında ve rakip Sovyet etki sahası dışında bir siyasal blok oluşacaktı. 5 Philip Armstrong, Andrew Glyn ve John Harrison, Capitalism since 1945, Oxford, Blackwell, 1919, s.70. 93

Page 89: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Marshall Planı bir noktada amacına ulaştı: Avrupalıların ödeme sorununu çözdü. 1950 yılında Avrupa'da ilk ekonomik kalkınma eşgüdüm kurumu olarak Avrupa Ödeme Birliği oluşturuldu ve Bank Of International Settlements ile özdeşleşen birçok paralel eşgüdüm kanalları bulundu. Uluslararası geçerli para kıtlığı en önemli sorun olunca bu, Avrupalılar arasında ve o sınırlar içinde işbölümünü birinci sorun olarak ortaya çıkardı. Kendini besleyen uzun soluklu sermaye birikimi için bu temele dayanılacaktı. Böylece birbirini tamamlayan milli kapitalist ekonomiler kurulması yoluna gidildi. Yatırım mallarını Almanya sağlıyor, bunlara karşılık blokun mamul ürünlerini alıyordu; bu arada tarım alanında yeterlilik olabildiği kadar paylaşılıyordu. İşleyişte önemli olan, Almanya'nın (daha az derecede Fransa ve İtalya'nın) üretim kapasitesiydi. Çünkü bu kapasiteyle hem iç pazar gelişecek hem de Almanya Dünya dış ticaretinde belli bir paraya el koyacaktı. Yüksek kalkınmanın başlangıcındaki Almanya'nın reka-bet avantajı, işçi örgütlerinin daha önceleri çökertilmiş olduğu için sağlanan ücret düşüklüğüne ve hünerli emeğin fazlalığına dayanıyordu. Bu sayede eski sabit sermayesiyle endüstri altyapısını yeniden inşa ettiği gibi eldeki fabrikalarını da genişletti. Elverişli talep koşullarında, Alman ihraç mallarının toplam üretim içindeki payı 1950 ile 1974 arasında üç kata çıktı.6 Almanya'nın sağladığı ihracat fazlası, böylece hem Avrupa'nın talebini karşılayan yabancı ödeme aracını sağladı, hem de kıtadaki Boom'a yardımcı oldu. Bu arada Almanya, ihracattaki yarışabilirliğini sürdürmek için üretimde sabit sermaye üretme çabalarını sürdürdü, ABD'yi yakalama yarısıyla parasını güçlendirdi. Savaş sonu Avrupa'sında ekonomik büyüme yılda yüzde 5 düzeyine ulaştı. Birikimin hızı ve birbirini tamamlamaya dayanan tarzı Avrupa ülkelerini ekonomik işbirliğine zorladı. Örneğin 1951 Avrupa Demir Çelik Topluluğu, Benelüks ülkeleriyle, Almanya, Fransa ve İtalya arasında rasyonalizasyon ve sektör içinde ortak planlamayı getirdi.

6 Robert Brenner, "The Economics. of Global Turbulance", The New Left Review, sayı 229, s.69. 94

Page 90: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bütün bunlarla birlikte ilk altı ülke arasında imzalanan ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) oluşturan 1957 Roma Anlaşması bambaşka bir şeydi. Kısaca, Ortak Pazar, basit bir gümrüksüz bölge, ortak bir gümrük tarifesi ve ortak tarım politikası idi.7 Başlangıçtaki stratejistleri Adenauer, Hallstein, Monnet, Schuman, Spaak idi. Hepsi de Fransa'nın ve Almanya'nın seçkin yöneticileriydi. Şöyle düşünüyorlardı: Anlaşmanın sayılan hedefleri kısa zamanda uygulamayla aşılacaktı. Özellikle Monnet, anlaşmanın hem para birliği ve hem de Avrupa'nın büyük kısmını kavrayacak bir politik federasyonla tamamlanacağını düşünüyordu. Bir serbest ticaret anlaşması, tek başına bir uluslar üstü komisyon, Adalet Divanı, bir nominal parlamento gerektirmez, ama bunlar anlaşmanın organları olarak mevcuttu. AET'nun bu organlarının hepsi de Almanya, Fransa ve ABD'nin politik gündemlerinde zaman zaman yer aldı. Avrupa'yı kapitalist bir çerçevede yaşatmak için hepsi de gerekli bulundu. AB'yi bugünlere kadar yaşatmış bulunan herkesçe paylaşılmış diğer ilkeler, ticari mal dolaşımını olabildiği kadar genişletme yolundaki laissez-fair ilkeleriydi. Bu, dört özgürlükle sağlanacaktı: Malları, hizmetleri, insanları, sermayeyi serbestçe dolaştırma. Ortak Pazar'ın etkisi çok büyük oldu. İlk on iki yılda pazar içi ticaret yüzde 650 arttı ve ticaretin yüzde 60'ı üye ülkelerin ticaret düzeyine geldi.8 Ticaretin liberalizasyonu ve entegrasyon günün düzeni oldu. Süreç bir kez başlayınca hiçbir Avrupa ülkesini bunun dışında bırakmak olası değildi. Sisteme girmek için baskılar 1960'ta başladı ve 1973 yılında AET, İngiltere'yle İrlanda ve Danimarka'yı üyeliğe kabul etti.

7 Stuart Holland, Uncommon Market: Capital, Class and Power in the European Community, Londra, Macmillan, 1980; George Ross, Jacques Delim and European Integration, Oxford University Press, New York, 1995; Loukas Tsukalis, The New European Economy Revisited: The Politics and Economics of Integration, Oxford University Press. Oxford, 1997. 8 Bernard Moss ve Jonthan Michie Yayınları, The single European Currency in National Perspective: A Community in Crisis?''. Londra, Macmillan, 1998,s.ll. 95

Page 91: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Başka sonuçlar da doğdu. AET, 1960 GATT görüşmelerinde Avrupa kapitalistlerinin çıkarlarını ABD'ye karşı koruma gereğini duydu. Bu, İngiltere'nin Ortak Pazar'a karşı çıkması sonucunu getirince, özellikle De Gaulle Fransa'nın ABD'ye karşı daha açık bir politika izlenmesi yolunda çıkış yaptı. Aslında o sıralarda ABD'nin artan bir hegemonya tehdidi yoktu, ticari ilişkiler o kadar artmış da değildi. Çekişmenin kaynağı, Avrupa ölçek ekonomilerinden yararlanmaya başlayınca, ABD'nin Avrupa'daki pazar payının daralmasıydı.

Durgunluk ve Avrupa Birliği

1970 ekonomik krizi, Avrupa'nın yaşadığı Boom'a ortak pazar avantajına karşın son verdi ve Avrupa'yı zora soktu. 1974'ten sonra bütün kapitalist ülkelerin büyüme hızları eskisinin yarısına indi. En büyük yavaşlama Japonya'da ve ondan sonra ABD'de meydana gelse de, en kalıcı etkisini Avrupa'da gösterdi ve bu etki 1980'den sonra da sürdü. İşsizlik rakamı ikiye katlandı ve 1970'te yüzde 4 iken 1980'de yüzde 9 oldu. Avrupa'nın ABD'yi yakalama çabası da hem üretim ve hem de ürün düzeyinde yavaşladı. Ekonomide bu gerilemeye karşı önlemler her ulus için çok farklı oldu. Örneğin Almanya, parada Bundes Bank'in tutucu uygulayıcılığı ile markı sağlam tutmayı yeğledi. Üretim artmaya devam ettikçe birim maliyet düşük ve ihracat rahat oldu. Ancak petrol bunalımı sonucu dünya ticareti hacim olarak düşünce, ülke ekonomisi geniş ölçüde dünya ticaret hacmine bağlı olduğundan, 1970'lerin ortalarında ihracat düştü. Bunun sonucu olarak da kârlarda ve gelişmede düşüş, işsizlikte yükseliş oldu. Avrupa ekonomisinin lokomotifi böyle sendeleyince, Avrupa durgunluğu kaçınılmaz hale geldi. İsveç, Almanya'nın aksine, rekabete dönük devalüasyon ve istihdamı artırıcı vergi politikaları uyguladı; ihracata yönelik ve işsizliği düşük tutmaya dönük bir politika izledi. İngiltere farklı bir yola girdi ve Thatcher ile neoliberal ortodoks politikalar izledi. 96

Page 92: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Maliye ve işçilik politikalarında zorlama başladı ve Avrupa rekabetçiliğine düşük vergi, düşük ücret karşımı politikalar eklendi. Enflasyon yüzde 17'ye yükseldiğinde İtalyan hükümeti adeta felce uğradı ve işsizlik tırmanmaya başladı. Güney Avrupa'daki diktatörlükler çöktü ve durgunluk bu ülkelere de yayıldı. 1970 ile 1980 arasında Avrupa ülkeleri farklı politikalar izleyince Avrupalı kurumlar umutsuz bir sıkıntıya girdiler. Bretton Woods sistemi çökünce (Amerikan dolarının altınla değiştirilmesi zorunluluğu kalkınca-Ç.N.), Merkez Bankaları desteğiyle kambiyo değerlerini korumaya dönük Yılan (para dalgalanmalarını belli sınırlar içinde tutan) ve daha sonraları da Avrupa Para Sistemi kabul edildi. Bunları uygulamak öylesine kolay bir iş değildi. Rekabet kapasiteleri ve paraları zayıf İrlanda, Danimarka ve İtalya, bu yüzden ödeme ve para bunalımlarına girdiler. İngiliz sterlini daha 1972 yılında bu koruma uygulamasının dışına atılmıştı. Bu politikanın aksine para genişlemesinden korkmayan Fransa devalüasyonlarla ekonomisine kazanımlar sağladı. Resmi değerleri gerçek değerlerinin altında kalan (buna İngilizce "Undervalued" deniyor-Ç.N.). Hollanda ve Alman paralan büyük güç kazandılar. 1980'lerde Avrupa bir D. Mark bölgesi oldu denebilir. Kıtanın işleyiş ritmini Almanya'nın rekabet gücü ve para politikası belirledi. Fransa'nın sermaye hareketlerine kontrol getirme önerisi de reddolununca Euro'da parasal işbirliği Bundesbank (Alman Merkez Bankası) hegemonyasında sağlam para şeklinde belirlenmiş oldu. Rekabetçi çekişmelerin petrol bunalımıyla tekrar ortaya çıkması, 1969 La Haye doruğunda ortaya konan ekonomik ve parasal birlik yoğun tasarılarına karşın, entegrasyonda daha ileri çabaları zayıflattı. AET ile diğer ülkeler arasında gönüllü ihracat kısıtlamaları anlaşmalarıyla yeni bir korumacılık ortaya çıktı. Euro'nun içinde bile tarife dışı ayrım önlemleri ve endüstriyel sübvansiyonlar öylesine alıp yürüdü ki, 1970'lerde dünya ticareti genişlediği halde birlik içi dış ticaret durgunluğa girdi. 97

Page 93: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Aktif sanayi politikası için yapılan öneriler, 1960'larda ve 1980'lerde reddedildi. AET'nin endüstri ile ilgili yetkilisi, "Bir üye ülkenin aktivizmi... Topluluğa karşı meydan okuma demektir" diyordu.(9) Petrol şoku içinde ortak bir enerji politikasına gidilemezken, Thatcher'ın özelleştirme planları komisyonca (AB'nin yürütme organı) çarçabuk onaylandı. Biriken tereyağı dağlan, bağımsız ve gevşek işbirliği politikalarının sembolü olarak ortaya çıkmış, koordinasyonsuzluğun göstergesi olmuştur. Ekonomik büyümenin aşağıya düşüşünün süreklilik kazanması Avrupa kapitalizminde yeni bir dönem açtı. 1980'lerden bu yana Avrupa'nın ekonomik büyümesi, hep üç büyük blokun gerisinde kaldı. Bu oran 1995'in iyileşme yıllarında bile yüzde 3 düzeyinin altındaydı... Japonya'da işsizlik görece düşük ve ABD'de durmadan düşüş halindeyken, Avrupa'da çalışmayan insanlar yıldan yıla arttı. 1980'den bu yana işsizlik oranı yüzde 10 dolayları içindedir; nüfus artışı hiç yokken bu durum süregidiyor. Finlandiya, Fransa ve İspanya'da işsizlik felaket halindeyken, bu alanda başarılı görülen ülkelerde işçi rezervleri (yani iş bulamayanlar-Ç.N.) başka biçimlerde kendisini göstermekte: Gönüllü yarım çalışma, kısa çalışma gibi. Avrupa entegrasyonunun genişlemesi, Avrupa kapitalizminin içinde bulunduğu zor durumda daha geniş bir küreselleşme aranması dışında düşünülemez. Avrupa'nın ileri gelmiş ekonomilerine bağlı ülkelerin, AET dışında kalması olanaksızdı. 1981 'de Yunanistan ve 1986'da İspanya ve Portekiz'in Birliğe girmeleri hem maliyeti düşük (özellikle Alman firmaları için) bölgeleri kazanmak ve hem de ticaret blokunun genişlemesi anlamındaydı. Bu arada, hem pazarlarda rekabet yapılan alanların genişlemesi ve hem de daha istikrarlı bölgelerde yatırım avantajı sağlanması için Avusturya, Finlandiya ve İsveç de Birliğe alındı. Aynı mantıkla Birlik doğuya doğru genişletilmek isteniyor. Yine Birlik'teki zorlukların artması Topluluk Başkanı Jacques Delors'u tek pazar ve tek para projelerine itti. 9 Tsoukalis alıntı yapmış, The New European Economy Revisited., s.30. 98

Page 94: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Pazarı derinleştirme amacıyla yapılan girişimler içinde önemli en büyük atılım, 1987'deki TEK AVRUPA YASASI'dır. Bu yasa Tek Pazar'ın 1992'de gerçekleşmesini amaçlıyordu. Bu projeyle üye ülkelerin yasa ve teknik standartları uyuma sokulup, tarife dışı engeller kaldırılmış ve Avrupa içinde sermaye hareketleri üzerindeki kontroller sona ermiştir. Böylece birlik içi ticaret liberalize edilmiştir. Bu sonuç, Avrupa çokuluslularının ülkelere girmeleri ve uluslararası rekabet için bu pazarları açma isteği sonucuydu. Ülkelerin ekonomik gelişmelerini eşitleştirme önlemleri olmadığı için Almanya, Avrupa devletlerinden elde ettiği ticaret fazlasını artırdı. Hele tek pazarın getirdiği rasyonalizasyon ile ülkenin motor, taşıt ve kimya sanayilerine büyük bir destek geldi. Bütün bunlara karşın, entegrasyon daima çekişmeli ve muhalefet hep inatçı ve güçlü kaldı. Tek Pazar'ın eşitsiz yapısı, Avrupa kapitalizminin, çeşitli parçalarının kırılabilir bir bütününden biraz daha iyisi olduğunu gösteriyor. Bu, bütün tek pazarın gittikçe artan mimarisi ile ayakta kalıyor. 1992 Maastricht Anlaşması ve ortak para EURO, Avrupa'nın yeni düzeninin direği olmak üzere kabul olundu. Avrupa Para Sistemi bir derecede paralar arasındaki yakınlığı sağlarken, bir yandan da rekabet için devalüasyon yapılmasına sınırlar getirmektedir. Birlik içinde sermaye hareketlerine getirilen kambiyo kontrollerinin Tek Pazar Yasası gereği kaldırılması paralarda yaklaşımı hızlandırdı. Mali serbestleşme, her yerde, Delors'un da ifade ettiği gibi, Avrupa'daki mali merkezleri dünyanın en önemli merkezleri haline getirdi.(10) Maastricht'in para birliğine girmek için koyduğu yaklaşım ölçüleri oldukça sertti ve Almanya'nın egemenliğini göstermekteydi. Faizler ve enflasyon oranlan için çok dar sınırlar konulmuştu. Bütçe açığı için konan sınır, Gayri Safi İç Hasıla'nın yüzde 3'ü ve kamu borçlarının ise yüzde 60'ıdır. Danimarka, İsveç ve İspanya'nın bu oranlara gelemeyeceği açıkça görülüyordu ve bu gerçek, önemli para bunalımlarına neden olurken, İngiltere hemen sistemin dışına atıldı. 10 Eric Helleiner, States and Remergence Global Finance, Ithaca, Comell University Press, 1944, s.161. 99

Page 95: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Para birliği daha sıkı politikaları gündeme getirdi. Örneğin İtalya 1990'larda büyük sıkıntılara düştü. Bu uğurda ülkenin bazı kısımlarının ulusal birlikten ayrılma tehlikesi bile göze alındı. Ama Birliğin 11 ülkesi durumu sırtladılar. 1996 Dublin ve 1997 Amsterdam doruk toplantılarında büyüme ve istikrar paktı onaylandı ve Almanya'nın bastırmasıyla gelecek yüzyılda da sürmesi kabul edildi. 1 Ocak 1999'da Avrupa Merkez Bankası (AMB) kurulunca, istikrar ve liberalizasyon yolundaki Avrupalı politikalar kurumsal bir destek kazandı. Bankanın Başkanı Wim Duisenberg kısıtlama politikasını daha da ileriye götürüp enflasyon hedefini yüzde 2 olarak saptadı. Böylece AMB, eski Alman Merkez Bankası'nın rolünü sürdürüp daha da artırarak, kısıtlayıcı ve politik açıdan "savunulabilir" olsa da, bunlara katılmayan daraltıcı politikaları öne geçirdi. Alman Maliye Bakanı Oscar Lafontain tarafından 1999 yılı başlarında önerilen çok ılımlı faiz indirimi bile AMP'nin direncine takıldı. Onun karşılaştığı muhalefet ve sonra sol politikalarına karşı çıkışlar, Avrupa'nın yeni düzeninin ikilemini ortaya koymaktadır. Politik İklim: Sosyal Demokrasinin Yeni Konumu Avrupa kapitalizminin yeniden yapılanış ve entegrasyonundaki derinleşme, sosyal demokrasinin politik tasarılarında paralel gelişmelere yol açtı. Savaş sonu döneminin mutlu günlerinde sosyal demokrasi bir hızlı büyüme, yükselen ücretler ve genişleyen devlet ikliminde çiçek açmıştı. Bu genişlemeye uygun kurumsal modeller sosyal demokrasiyle yönetilen ilk ülke İsveç'te ve sonra Avusturya'da farklı şekiller almıştı. Sosyal demokratlarca yönetilmeyen İtalya ve Fransa'da onlar kadar olmasa da bu yönde değişiklikler olmuştu. Bu ülkelerin hepsinde toplu iş pazarlığı, daha az gelirli kişi ve bölgelere devlet bütçeleriyle yardım edilmesi gibi, bu özellikler hiç de kararlı değildi, ama yaşamaktaydı. 100

Page 96: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ancak 1970'lerde birikimin yavaşlaması ve rekabetin yoğunlaşması, gerilimleri farklı düzeylere taşıdı. Ulusal işçi hareketleri bu değişikliğe farklı boyutlarda yanıt verdi: Bir kısmı savunmada kalırken, bir diğer kısım daha yaratıcı yaklaşımlara geçti. Yeni yaklaşımlar dikkatle gözlenip, baş-ka yaklaşımlara model alındı. Bunlardan Fransa, İsveç ve Almanya'nın verdiği örnekler çok önemlidir ve geleceği belirleyicidir. Bunlar, savaş sonu önemli stratejilerin sağdan ve soldan gelecek önlemlere karşın yaşama şansını gösterecektir. Çözüm Bulamayan Ulusal Reformizm 1980'lerde, savaş sonu Avrupa'sında egemen doktrin olan ortodoks Keynesçilik, Mitterand deneyimiyle ağır bir darbe aldı. İşçi sınıfının hareketliliği ve 1970 ortak programıyla güçlerini birleştiren sosyal demokrat ve komünistlerden oluşan bir temele dayanan Mitterand iktidarı, devletin genişlemesi, gelirin geniş ölçüde yeniden dağıtımı ve millileştirmeye dayanan bir politikada odaklanmıştı. 1981 yılından sonra bu programın uygulanması sermayenin sert direnci ile karşılaştı ve bunun sonucu ülkeden dışarıya büyük sermaye kaçışı oldu. Direnç hem yerli, hem de dış sermayeden geliyordu. Hükümet bu direniş karşısında geriledi, 1982'den sonra frank devalüe edildi vergiler artırılıp, ücretlerin enflasyona endekslenmesine son verildi. Mitterand'ın bu "U Dönüşü" Keynesçiliğin bütünleşmiş ve durgun bir küresel ekonomi karşısındaki sınırlarını belirledi.11 Fransa modeli Avrupa'daki toplu kayma hareketinin iki tarafını da gözler önüne sermiştir. Durgunluk ve küreselleşme içinde artık ulusal burjuvazi tam istihdam için çekişmeyi göze almamaktadır. 11 Danile Singer Is Socialism Doomed? The meaning of Mitterand, Oxford University Press, New York, 1995; George Ross and Jane Johnson, "France Triumph or Tragedy", Perry Anderson ve Patrick Camiller'in derlediği Mapping The West European Left adlı kitaptan (Londra 1994). 101

Page 97: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Kapitalistlerin politik saldırısı aynı yöndeki sosyal demokrat liderlerin niyetleriyle radikal bir değişiklik isteği içermekteydi. Mitterand'ın mirası komünist oyların sosyal demokrat partilere kayması sonucunu verirken, bu partilerde de bundan böyle kapitalizmle uyuşma yanlılarına güç verdi. Fransız solunu "modernleştirme" projesi ise, partiyi bürokratik ve daha merkezileşmiş bir seçim makinesi haline getirdi. Sınıf dili ve "eski model" politikaların, plancılığın yerini yeni ideoloji ve ulusal sermayenin yarışabilirliği politikasının, ulusun iyiliğinin ancak bu şekilde gerçekleşeceği dü-şüncesinin hegemonyası aldı. Refah devleti, esnek, verimli bir işgücüne ulaşmayı kolaylaştırma olarak yorumlandı. Ulusal radikal alternatifin yenilgisiyle, yerine daha Avrupacı bir politika geldi. Bunun mimarı da, U dönüşü sırasında Maliye Bakanı olan Jacques Delors oldu. Kendisi sosyal demokrat nitelikte bir "Avrupa Entegrasyonu" projesi hazırlamıştı. Mitterand'ın U dönüşü, Avrupa'nın birçok yerinde etkisini gösterdi ve bu arada İngiliz İşçi Partisi de "Yeni Sol" programıyla daha az köktenci bir yola çekildi. Bu, Portekiz ve Yunanistan'ın sol parti iktidarlarını da etkiledi. Durgunluktan kurtulmak için radikallikten uzaklaşan iki strateji daha uygulandı. Bunlar, 1980'lerdeki Avrupa sol düşüncesini daha iyi yansıtmaktadır. Bunlar, Fransız "güdümlü" uygulamadan olsun, İngiliz liberal piyasa uygulamalarından olsun epeyce farklı. Hem kapitalizme, hem de sosyal demokrasiye eğilimli bu modeller, dış satım ve istihdam konularında bazı çözümler getirdikleri için daha dayanıklı ve sürekli oldular. Bu iki model İskandinav ve Ren modelleridir. İsveç, Avrupa sosyal demokrasisinin lider modeli olarak saygı kazanmıştı. 102

Page 98: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

İsveç modelinde, Keynesçi talep yönetimi ile endüstri için ucuz kredi, aktif emek piyasası, kapsamlı refah devleti ve merkezileştirilmiş pazarlık politikaları birlikte uygulanıp, göreceli gelir eşitligi ve dış satımda verimin yükseltilmesi amaçları güdülürdü.12 Ancak, ekonomi gerilemeye başlayınca toplu pazarlık kurumu, birikim ve verimliliği baltaladığından ülke sıkıntılara girdi. İş bulanların artışı sadece kamu kesiminin büyümesine kaldı. Bu durumda sermayeyi adım adım sosyalize etmek üzere bir "Meidner Planı" hazırlandı. Buna İsveç sanayicileri şiddetle karşı çıktı ve 1976 seçimlerinde ilk kez genel seçimleri kaybeden Sosyalist Parti iktidardan düştü. 1982'de yeniden iktidara geldiler, ama Meidner Planı'nın çok ayıklanan bir programı ile. Bu programda, ekonomi politikası, istihdamı kamu kesimine yıkmak için yüksek vergilendirme esasına dayanıyordu. Bu arada, organize işçi kesiminin parti yönetimindeki rolü azalmıştı. Yoğunlaşan entegrasyon ve rekabet havası içinde İsveç işverenleri emeğe verilmiş ayrıcalıkları ve toplu pazarlığı reddettiler. Toplu pazarlık yerine yerel olarak verimlilik ölçüsüne dayanan bir düzeni kabul ettirdiler. İsveç kapitalistleri, aynı zamanda dış yatırımlara yönelerek, bu yatırımlarını 1980'lerin ilk yarısında üç katına çıkardılar. Bu koşullar içinde İsveç sendikaları ücret dayanışmasını sürdüremediler, kendilerini yeni düzenin gereklerine uydurma yoluna gittiler. Sosyal Demokrat Parti ise, sermaye hareketlerini serbestleştirip, tam istihdam politikasından vazgeçip, AB ile entegrasyonu yeni sosyal demokrasinin zorunluluğu olarak görme yoluna gittiler. Meslek dayanışmasına dayanan ve Kohl'ün neoliberal politikalarıyla ayakta kalan Alman sistemi de aynen İsveç'teki süreci yaşadı. Ekonominin gerilemeye başlamasıyla, Alman işverenler toplu pazarlığa karşı atağa geçtiler. Alman kapitalistleri, tehditlerinin boş olmadığını göstermek için yatırımlarını yurtdışına kaydırdılar. Bu durum ve zorlamayla İsveç'teki aynı sonucu aldılar.13 12 Jonas Pontusson, "Sweden: AfterThe Golden Age". Torben Iversen'in derlediği Mapping the West European Left'ten. 13 Doğrudan yabancı sermaye yatırımları 1990'da on milyardan 1985'te 30 milyar markın üstüne tırmandı. Bakınız Brenner. The Eıvnomics o] Global Turbulence, s.229. 103

Page 99: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

"Sosyal Avrupa": Bir "İnsancıl Yüzle" Küreselleşme

Solun "Sosyal Avrupa" projesi, entegrasyona paralel olarak, gelişmeyi eşitlemek, ekonomi politikalarını eşgüdüme sokmak ve emeği yeni bir düzene koymak gibi mütevazı çabalara dönüktü. Ancak 1980'lerin son yıllarında tartışma koşulları değişti. Sosyal demokrasi yeni konumlara girip, sosyal reform Delors başkanlığındaki komisyonca benimsenince terim genişlik kazandı. Birçok Avrupa solcusunun gözünde, küreselleşme ulusal düzeyde reformu engellediğinden, yerel düzeyde sınıf uzlaşmasını sağlayabilecek bir alan yaratmanın yolu budur. Strateji, birçok cepheden reformları içeriyordu: Uluslararası anlaşmalarla, emekle sosyal ve çevresel standartları iyileştirmek; ulus ötesi kurumlarda emeğin ve toplulukların temsilini güçlendirmek: istihdam ve refahı sağlamak üzere reflasyon politikalarını (yani parasal genişleme politikalarını) uluslarüstü bir kurum eliyle uyuma sokmak. Mevcut ulusal modellerin (ne kadar yıpranmış da olsa) yaşayan öğeleri genelleştirilip, genişletilerek, Avrupa içinde bir sosyal reform gündeminin oturtulacağı aynı çevrelerde ileri sürülüyordu. Aynı zamanda Avrupa'nın üstünlükleri güçlendirilerek, endüstride yenilik getirerek, nitelikli işgücü ve kaliteli ürünlerle küresel piyasada da başarı sağlanabilir, bu başarının verdiği ağırlıkla liberal kapitalist bloklara ve kalitesiz üretime karşı bir ağırlık kazanılabilirdi. Böylece şekillenen "Sosyal Avrupa", derece derece Sosyal Demokrat, Ilımlı Hıristiyan Demokrat ve Yeşil Partiler tarafından benimsendi. Emekçilerden, çevreci ve diğer hareketlerden ve ayrıca Avrupa Komisyonu'ndan destek alındı.14 Sosyal boyutu geliştirme hamlesi ilk adımlarda başarı kazandı. Ama daha sonra 1980'lerde harcanan çabalara karşın sosyal, sendikal ve endüstriyel politikalar sınırlı kaldı. 14 Liesbet Hooge ve Garry Marks, "The Making of a Polity: The Strugle over Europen Integration", Herbert Kitschell'in Continuity and Change in Contemporary Capitalism derlemesinde yer alıyor. (New York, Cambridge University Press 1999, s.89-91.) 104

Page 100: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

ABD'den daha yüksek istihdam, ücret ve bölge gelişmişliği farkına karşın, Avrupa'nın merkezileşmiş bütçesinin yüzde 1,5 oranı özendirme ve gelir eşitlemesine ayrıldı.15 Sosyal Şart ve benzeri emeğin sosyal standartlarını geliştirme önlemleri de bir işe yaramadı. İşçi ve işveren sendikaları arasındaki diyalog, sektörler ve sektörlerin grubu içinde kamu işletmeleri arasında "sosyal diyalogun" geliştirilmesi, toplu pazarlık ve politika saptanması konularında sendikalar birleşemeyince etkisiz kaldı.16 Hatta Avrupa'nın "artan rekabet gücü"nü artırmayı amaçlayan kamusal projeler bile (ESPRIT, Eureka ve Avrupa Uzay Programı) bir sonuç getirmedi. Avrupa solunun, Sosyal Avrupa projesiyle ulusal devletin "yetersizliği"nin aşılacağı inancı iki nedenle yanlıştı. İlk olarak, sembolik kazanımlara büyük umutlarla bağlanıp, içinde bulundukları dönemde entegrasyonun gerçek kavramını anlamadaki saflıkları.17 AB'nin rekabetçi mantığı içinde, bugünkü durumda kısıtlayıcı makro ekonomi mantığı ve ulusal rekabetin egemen ortamında ücretleri ve sosyal giderleri hep geriye çeken mekanizmalar işler. Parça bölük tedbirlerle bunların önlenmesi olanağı yoktur. Bir gözlemcinin haklı tespitiyle "Sendikalar AB'de (eğitim programlan, iş konseyleri, sağlık ve sosyal güvenlik yasaları ile) kazandıklarını, yine AB'nin önderliğini yaptığı deflasyon ve deregülasyon ile kaybetmiş bulunmaktadır."18

Maastricht'in mimarları, sanayicisinden merkez bankacısına ve maliye bakanlarına kadar hepsi de Batı Avrupa'nın emekçi ve sosyal standartlarının tehlikeye düştüğünden ciddi şekilde endişeli idiler. 15 Andy Robinson, "Why Employablity Won't Make EMU Work". Bu yazı The Single European Currency'de yayımlandı. 16 Andrew Martin, Emu and Wage Bargaining: The Americanization of the European Labor Market? Harward Üniversitesi, Avrupa Araştırma Merkezi tarafından yayımlandı. Eylül 1998, s.23. 17 Örneğin Bakınız: Hooghe ve Marks, The Making of a Polity. 18 Bernard Moss, "Is the European Community Politically Neutral? The Free Market Agenda" Bu yazı da The Single European Currency'de yayımlandı, s. 161. 105

Page 101: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ama bu standarttan dünya piyasasının yükselen baskısından korumak için bir şey yapmadılar. Aksine asıl düşündükleri ise, bu baskıyı yoğunlaştırmak ve faturayı refah devletinde bozulmaya karşı çıkanlar üzerine yıkmaktı. Yüksek düzeyde sosyal koruma, "emeğin esnekliği ve uluslararası rekabete engel" olarak görülüyordu. Yerleşmiş çıkarlara karşı çıkmak, (özellikle sol hükümetler için) belirsiz ve pahalı olduğu için "piyasa güçlerini, ulusal refah devletinin aktörleri üzerinde baskı yapmada kullanmayı ve piyasa güçleriyle yeni bir uyuma girmeyi... Politik olarak daha çekici buldular".19 İkinci zayıflık, Avrupacı solun, ulus-devletin güçsüz olduğu ve bu nedenle ancak ulusüstü kurum ve güçlerle bir yere varılabileceği konusundaki inancıydı. Maastricht anlaşması üzerine İtalya'nın bir gözlemcisi bunu şöyle anlatıyor: "...Ulus-devletin gücünü azaltma yolunda anlaşmaya konan şeyleri İtalyan hükümeti, devlet içinde karar mekanizmasını güçlendireceği inancıyla kabul etmişti... İtalya eğer bir ekonomi ve para birliğinin bir parçası olmak istiyorsa, ekonomiye müdahale etmenin koşullarını değiştirmelidir. Ve bunu sağlamak için İtalyan hükümeti, her türlü politik kısıtlamalardan uzak politikalar izleyecek güce sahip olmalıdır... Partizan, ideolojik ve politik düşünceleri bir yana atmalıdır."20 Eşitsiz gelişme mirası ve ulusların farklılığı bu sonucun aslında temel dinamikleridir. İngiliz sermayesinin uluslararası dolaşıma girmesi, Kuzey ile Güney arasında büyük verimlilik ve ücret farkları ve endüstriyel ilişki rejimlerinin büyük ölçüde farklı oluşu, AB bölgesini değişik ve çelişkili yönlere itti. 19 Andrew Martin, EMU and Wage Bargaining, s.32. Burada EMU sürecine katılanlarla bir röportaj yapılmıştır. Vincent della Sala, "Hollowing Out and Nardening the Stıte: European Integration and the Italian Economy", West European Polilia, c.20, no l, 1997. Bu yazıda konu önemle ele alınmıştır. Bu süreci teorileştirmek isteyen çabalar için bakınız: Leo Panitch, Globalisation and the State; Stephen Gill, The Emerging World Onler and European Change. 106

Page 102: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Dışa çeken gerginlikler uluslarüstü bir devletin oluşmasını önledi. "AB daima vücutsuz bir baş olarak kaldı."21 Avrupa'nın zayıf ve bölünmüş merkezi, sosyal demokratik vizyonun gerektirdiği mali, düzenleyici ve politik devce işleri yapabilecek kapasiteden yoksundu ve kötü örgütlenmişti. İdeolojik ve diğer farklı nedenlerle bölünmüş; her biri kendi köklü kurumlan ile çalışan organize emek ise, sermayeden uluslar üstü düzeyde temel ödünleri alamayacak kadar zayıftı. Organize iş çevreleri ise, Avrupa çapında sonuçlar elde edecek kadar ileri düzeyde bulunuyorlardı. Avrupa entegrasyonunun geometrisinde 1990'larda liberalizasyon ve durgunluk süreçleri zorlanınca, Sosyal Avrupa'yı gerçekleştirme zorlaştı. Avrupa üretiminin sadece yüzde 10'u dışa satılıyordu. Bu durumda kıta içinde düşük emek maliyetli Akdeniz ülkeleriyle, yüksek ücret ve yüksek verimli Kuzey ülkeleri arasında rekabet yoğunlaştı. Avrupa'nın gelişmesinde eşitleştirme maksadıyle konulan fonlar azalınca her ulusal devlet ve bölge, dış dengelerini ve yeterli istihdamı sağlama yolunda kendi başlarına kaldılar. Ve bu yolda her şeyi unuttular. Durgunluk İçin "Üçüncü Yol"lar

Bir yandan Sosyal Avrupa projesinin bozguna uğrayışı, öte yandan rekabetçi kısırlaşma (daralma) yolunda Maastricht anlayışının yeni zorlamaları, ulusal düzeyde yeni denemelerin baskısını artırdı. Savaş sonrasında uygulanan stratejiler, hep üretimi rasyonalleştirmeye ve istihdamı artırmaya dönüktü. Ama bugün buna olanak yoktu. Tek piyasa bu politikalara yeni engeller getirmişti ve tek para devalüe edilemezdi. Sermaye kaçışı ve eldeki rekabetçi üstünlüğü yitirme korkusu, vergi indirimi dışında vergi politikalarını sınırlamıştı. 21 Moss, The Single European Currency, s. 12. 107

Page 103: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

İhracatı ve istihdamı artırmanın tek yolu, emek esnekliği ve işgücü maliyetlerini düşürmede görülüyordu. Gerek düşük, gerekse yüksek gelirli Avrupa ülkeleri için başka çare görülmüyordu. Bu uygulamayı Keynesyen ve korporatist yapıda uygulama olanağı bulunamamıştı. Bu nedenlerle "üçüncü yol"lar arandı. Ama İngiltere'de Blair, İtalya'da d'Alema ve Almanya'da Schröder'in "Üçüncü Yol"ları, Avrupa kapitalizminin ve sosyalizminin yolunda bir işaret niteliğinden uzaktır. Sonuç: Bugünün Avrupa Kapitalizmi Avrupa ekonomisini karakterize eden duraklama (stagnation), aslında derin köklere sahiptir. AB'nin yarışmaya en elverişli ve Avrupa içinde en güçlü ülkesi bunu görmek için en iyi örnektir. Bu ülkede emeğin verimliliği ne artan ve ne de azalan bir tempoda gelişiyor, ama Alman işverenleri ihracattaki durumlarını korumak için maliyetleri kıstılar ve yabancı imalata yoğun yatırım yaptılar. İçteki daralmayı Alman Merkez Bankası destekledi. Avrupa çapında ticaret rakamları bir hayli karışık. Avrupa içi ticaret artmakta devam ediyor. Ama dünyada Avrupa'nın payı, büyükçe bir ticaret fazlası olsa da, azalmakta. Yani Avrupa, dışarıyı kendi malları için kullanıyor, ancak bunu sağlamak için kıta içinde uygulanan politikalar onu daralmaya sokuyor. Avrupa kapitalizmi böyle. Avrupa sosyalizmi biraz daha iyi görünmekte. Ancak sosyalist partilerin kazandığı basanlar, ortaya koydukları yapıcı tezlerden çok. Avrupa iş-çilerinin neoliberal politikalardan kurtulma yolundaki yoğun isteklerine dayanıyor. Maastricht'e karşı başta Fransa ve Yunanistan olmak üzere her yerdeki protesto toplantıları bunun kanıtı. Ancak solun liderleri ve aydınları hâlâ kapitalist bir Avrupa içinde kendilerine bir yol açma çabasında, "büyük fikir" bu. 108

Page 104: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

BUGÜNKÜ RUS KAPİTALİZMİ Stanislav Menshikov* Rus Kapitalizminin Tarihi Karakteristikleri

Bu yüzyılda kapitalizm Rusya'da üç ayrı zamanda gelişti. İlki Çar monarşisi dönemindeydi. Bu dönemde endüstri en yüksek noktaya yükseldi ve Stolipin kırsal reformu yapıldı. Birçok ülke büyük ölçüde geri kalırken, büyük endüstriyel kuruluşlar ve bankalar tomurcuk verdi ve daha çağdaş bir kapitalist toplumun temelleri kurulmaya başlandı.

Bu kendine özgü Rus kapitalizmi, Bolşevik devrimiyle yıkıldı. Devrim ilk yıllarında, en azından kentsel alanda her şeyi toptan millileştirme yolunu tuttu. 1920'de iç savaş bitince, Lenin, sınırlı ölçüde bir kapitalizm uyguladı. Bu yolla sosyalizm yerleşinceye kadar ekonomiyi güçlendirmeyi bekliyordu. "Yeni Ekonomi Politikası" (Rusça kısaltılmış ünlü terimle NEP) birkaç yıl sürdü ve 20'li yıllar biterken Stalin bu uygulamaya son verdi. 1980'li yılların sonuna kadar legal bir kapitalizme ve özel girişime rastlanmadı. * Stanislav Menshikov, ABD ve Rus ekonomileri hakkındaki değerli inceleme ve kitaplarıyla tanınmıştır, bu konuda otorite sayılan bir addır. Başlıca yapıtları aracında yer alan ve 1969 ve 1973 yıllarında baskısı yapılan Milyonerler ve Menecerlet; Amerikan finans kapitali hakkında klasik bir değere sahip bulunuyor. Son yapıtı New Economist ise Rus Ekonomisi okuyanların ders kitabı olmuştur. Halen Moskova Matematiksel Ekonomi Ehstitüsü'nde Birinci Araştırma Şefi Yardımcısı, Rusya Silah İndirimi Ekonomistler Birliği'nde Başkan Yardımcısıdır. Kendisi şimdi Rus kapitalizmi hakkında yeni bir kitap yazmaktadır. 109

Page 105: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu gelişmeye bakılarak, yüzeysel bir incelemede, 1990'ların kapitalizminin, iki kapitalist dönem içinde sağlam ve belirgin bir kökü yok gibi görünür. Hatta eski kapitalist sınıfın temsilcileri komünist rejim altında fizik olarak yaşamış olsalar bile, işlevsel olarak kayboldular. Yeni Rus kapitalizmi paradoksal biçimde planlı bir ekonomi ve sosyalist bir toplum temeli üzerinde (hem nesnel ve hem de öznel olarak) konumlanmış görünüyor. Böyle bile kabul edilse, bu yüzyıldaki üç kapitalizmin ortak çizgileri vardır. Birincisi her üçü de, üretim alanından çok, ara kesimlerin sömürüsüne dayanmıştır. İkincisi, arkasında devlet kayırmasının kendisini göstermesidir. Eskiden en başarılı kapitalistlerin, kendilerine devlet tarafından bir maden veya ticaret izni ve hele köle emeği kullanma izni verilmiş kişiler olduğunu bilmekteyiz. Ekim Devrimi'nin patlamasına yakın günlerde bile Rus kapitalistleri ima-latı (tekstil ve silah dışında) pek sevmezdi ve büyük firmaların (kömür, çelik, metal işleme, makine) çoğu yabancı sermaye kontrolündeydi. NEP günlerinde sermaye yine imalata rağbet etmemiş, gözdesini ticaret ve cömert devlet ihaleleri oluşturmuştur. Bugün Rus oligarkları yine bankacılık, mali spekülasyon ve devletten kopartılan cömert izinlerle yükseldi. Bu ilkel ortak özellikler, bir rastlantı mı, yoksa Rus kapitalistinin genine mi yerleşmiş? Bu pek açık değil. Ama Rusya'daki son kapitalizmin, ortak özellikleri hepsinden çok taşıdığı kesindir. Rusya'da sekiz yıldır bir tek fabrika kurulmuş değil, Rus ekonomisi hala sosyalist düzenin kurduğu tesislere dayanıyor. Böyle bir ekonomi elbette ayakta kalamaz. Çünkü fabrikaların ekonomik ömrü amortize olmuştur. Bugün amortismanlar, gayri safi iç hasılayı yüzde 30 oranında aşmıştır. Net sabit sermaye yatırımı yıllar boyu hep negatif olmuştur. Yatırım stoku gitgide azalmaktadır. Çağdaş dünyada böylesine bir intihar görülmüş değildir. Yirminci yüzyılın başındaki kapitalizm, en azından büyümeyi sağlarken, NEP, sosyalist ekonominin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Bugünkü Rus kapitalizmi ise, ülke ve halkı yiyip bitiriyor; yakıp yıkıyor.(1) 1 Kapitalizme sadece 40 yıl ara verilen Doğu Avrupa'da da, eski kapitalizmden kalmış kimseler 1990'lann yeni kapitalizminin doğuşunu görmüşlerdir. (Örneğin ünlü BATA fabrikalarının sahibi olan aile, yeni imparatorluklarını kurmak üzere ülkelerine dönmüşlerdir.) Kalanlardan birisi de Madeleine Albright. Tek üstün devletin liderlerinden olma avantajı ile Atlantik ötesinden, eski doğduğu bölgeyi ekonomik ve askeri bakımdan avlamaya geliyor. 110

Page 106: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Devlet Bürokrasisi İçinden Mafya Kapitalizminin Doğuşu

Yukarıda anlatıldığı gibi, bugünkü Rus kapitalizminin kökleri dünkü sosyalist ekonomidedir. Öncülü, ilk olarak, yer altında yada hayalet (gölge) olarak kumanda çarkları arasında gelişmiştir. Bugünün büyük patronları, Mihail Gorbaçov zamanında iktidar olmuştu ve masa altından Rus ekonomisinin yüzde 15'ini elinde tutuyordu.2 Önemli olan, bu spekülatif işleri çevirenlerin sadece hükümet dışında iş çeviren spekülatörlerle sınırlı olmamasıydı. Çarkın içinde, kamu ekonomisinde bir tacir gibi çalışan kamu menejerleri ve yüksek makamlara çıkmış hükümet adamları da yer alıyordu. Pratik bir şekilde, devlete ait üretici değerleri, kendi özel çıkarları için kullanıyorlardı. Bu kişiler sanki eski düzenin kapitalistleri gibi devletin zenginliklerini devralmaya hazırlanıyorlardı. Piyasa reformu, bu yeni sınıfın çıkarlarının yansıması olarak ve onların açık, legalleşmiş biçimde iktidara gelişiyle gerçekleşti.3 2 Sovyetler Birliği'nin gölge ekonomisindeki payları bulurken yararlandığım teorik temeli ve kullandığını yöntemleri, Catas Trophe Or Catharsis? The Savlet Economy Today kitabında açıkladım. Inter-Verso, 1990-1991. 3 Milovan Djilas. ünlü Yeni Sınıf kitabında, bu sınıfı. Sovyet Nomenklatura'nın aynısı olarak anlatır. Kamu mülkiyetindeki üretim araçlarının yönetim ve kontrolü¬nü elinde tutanların sömürüyü gerçekleştirdiğini anlatır. Bir kısmı kamu dışında sömürüyü doğrudan gerçekleştiriyordu. Rusya'da durum böyle idi. 111

Page 107: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

İkinci olarak, geçmişteki derin illegal yaşamlarının sonucu yeni sınıf, hiçbir ahlak ve yasa sınırı tanımadan, bunlara karşı hiçbir silahı olmayan topluma anlatılamayacak suçlarla dolu bir işleyiş getirdiler. Rejim böylece yiyiciliğin bir aracı oldu. Bugün Rusya'da önemli bir işte, rakiplerden biri vurulmuş, asılmış olarak bulunursa kimse şaşmıyor. Ülkede en büyük maden ya da petrol şirketlerinin ele geçirilmesi en büyük şiddet kullanılarak mümkün olmuştur. Şid-detin bu kertede yaygınlaşması, bazı liberal çevrelerce değerlendirildiği gibi, yeterli yasal önlemlerin yokluğundan değil, yeni sınıfın bu yöntemler dışında iş başarmayı bilmemeleri ve en kestirme yol olarak cürümü görmelerindendir. Onları sadece kısa vadedeki sonuçlar ilgilendiriyor. Bu işleri kurallarıyla yürütenler, ticari kuruluşların ancak küçük bir azınlığıdır; asıl yol verenler, yönlendirenler illegallerdir. Üçüncü olarak, eskiden devlete ait iken özelleştirilen işletmeler yok pahasına yeni sahiplerine devredilmiştir. Hatırlatalım ki, özelleştirme hakkındaki yasayı kabul eden, çoğu solcu ve anti-kapitalist üyelerden oluşan meclis, sırf bu nedenle, Ekim 1993'te zor kullanılarak dağıtılmıştır. Bu yasa, kamu işletmelerinin çoğunluk paylarının oradaki çalışanlara, kalan kısmının ise eşit paylarla halka satılmasını öngörüyordu. Böylece kapitalist olmaktan çok sosyalist modellere uygun bir yönetime gidilecekti. Gözü kara kapitalist hükümetlerin yönetiminde tam aksi yola gidildi. Önemli hisselerin çoğu eski yöneticilere ya da onların kontrol ettiği kişilere satıldı. Böylece hisselerin kontrolü bu kişilerde kaldı. Kalan hisseler ise, dağıtılacağına, üstündeki bedelle (müthiş enflasyonla bu değer sıfıra yaklaşmıştı) satıldı. Bunları da spekülatör yatırım şirketleri satın aldılar. Örneğin, Rusya'daki bir suçlular grubu, Londra'daki bir sermaye grubuyla Sibirya'daki alüminyum izabe tesislerinin en büyüklerini satın aldı ve kontrolünde tutuyor. Ancak gelişmenin bu döneminde yöneticiler arasında tek tük yabancı bulunsa da, çoğunlukla eski "kızıl müdürler" işin patronudur. 112

Page 108: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Daha sonraki dönemde, hükümet bazı işletmeleri büyük önemleri nedeniyle özelleştirme dışı bırakan bir program geliştirdi. Büyük nikel konzerni bunlar arasındaydı. Bu tesisler sonradan kredi karşılığında özel bankaların işletmesine verildi. Ertesi yıl hükümet borçlarını ödeyemeyince ilişki mülkiyete dönüştü. Özel bankalar böylece birer endüstriyel-finans konzerni, sahipleri de oligark oldu. Bu iki dönemli işlemler sonucu, devletin sahip olduğu işletmelerin hemen tamamı hiçbir gelir sağlanmadan yeni ellere bedavadan geçmiş oldu. Mültimilyon ve mültimilyar dolarla ifade edilecek paralar ABD'de birkaç on yılda hırsız baronlara geçmişti, Rusya'da ise, olay beş yıla sığdı. Doğal ki bu kadar ucuza sahip olunan bu fiziksel üretim birimlerinin sahipleri de bunların işlevini layıkıyla değerlendirmediler. Kapitalistlere özelleştirme dışında da devlet gelirlerinden pay verilme yoluna gidildi. Bunun birçok yolu bulundu. Örneğin birkaç şirket özel kayırma ile petrolü, bazı maden ve metalleri tek başına ihraç ayrıcalığı elde etti. Bu ihracattan elde edilen kârlar vergi dışı tutulup dövizlerin ülkeye getirilmemesi hakkı tanındı. Birkaç firmaya tütün ve alkol ürünlerini ülkeye ithal ayrıcalığı, vergi dışı (Tax Free ve Duty Free) bırakılarak tanındı. Bu ayrıcalıklı firmalar, elde ettikleri geliri kendi işlerinde kullanma hakkına sahip oldular. Hükümetler bu hakları ve ayrıcalık verdikleri firmaları kendi amaçları için kullandılar. Bugüne kadar, oligarklardan en aktif ve saldırganı görünen Boris Berezowsky hakkında çok şey yazıldı. İnandırıcı kanıtlarla Rusya'nın "en üst ailesi"nin kasadarı olduğu birçok defa yazıldı.4 Kendisinin ilk on milyonu nasıl kazandığı burada bir daha anlatılmaya değer. 4 Berezowsky ve bir diğer oligark Aleksander Smolensk halen ceza kovuşturması altında. Yalnız Yeltsin ile ilişkilerine bakılarak, suçlamaların cezaya çevrileceği hakkında ciddi kuşkular var. Nitekim bu suçlamalardan sonra Başsavcı karşı suçlamalarla Yeltsin tarafından görevden alındı. Berezowsky hakkındaki tutuklunu kararı kaldırıldı. Kendisi şimdi 1999-2000 seçimlerine daha vakit varken, yeni şirket satış operasyonlarına çalışıyor. 113

Page 109: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Başlangıç noktası, Rusya'nın Lada marka arabalarını üreten AVTOVAZ fabrikasıyla imzalanan özel ürün satış kontratı oldu. Bu sözleşme ile Berezowsky, fabrika üretiminin önemli bir kısmının satışını Logovaz adlı firması adına sağladı. Bu firma bugün de bu imparatorluğun merkezidir. Bu hakkı elde edince, bazı kolay kazanç yollarını bulup denedi. Arabaları özel, sübvansiyonlu ihracat fiyatlarıyla alıyor, ama ihraç edeceğine piyasa fiyatına ülke içinde ve vergi dışı kalarak satıyordu. Sonra, hiç hisse almadan bir firmayı özelleştirme yolunu keşfetti: Bir firmanın başındakileri ücrete bağlayıp, bir kuruşluk hisse almadan şirkete sahip olma yolu. Bu yolun en açık iki örneği, Rusya'nın en büyük hava yollarından AEROFLOT ile ORT/Rusya Televizyonu Birinci Kanalıdır. AEROFLOT'un başına kendi müdürlerini geçirerek Berezovvsky, firmanın sağlam para gelirlerinin bir kısmını İsviçre'deki bir şirketine devrettirdi. Aslında her iki firmanın çoğunluk hisseleri Rus Hazinesi'ne aitti. AEROFLOT firmasındaki, Yeltsin'in damadı ve Berezowski'nin maşası olan müdür, firmanın eski kadrosunu temizlemeyi başarmıştır. 5 Yeni oligarkların sahip olduğu bankaların yükselmesinde de devlet parasının kullanılmasının payı büyük olmuştur. Ticari bankaların pasif toplamında devlet mevduatının payı sadece yüzde 2 veya 3. Ama devlet gelirlerinin nakit hareketleri yüzde 90 oranında bankalardan yapılır. Bankalar, hükümetin özel ajanı olarak, yapılan her para transfer işleminden yüzde 7 komisyon aldıkları gibi, hükümet fonlarından kullanılmamış paralan da yine kendileri kısa va-deli kullanarak büyük paralar kazanmaktadır. Bankalar, öyle ticari işlerini genişleterek kârlarını artırma yolu arayacakları yerde, büyük fonlar kullanan hükümet kuruluşlarının tek (exclusive) ajanı olma yolunda uğraş vermeyi daha yararlı buluyorlar. 5 Soruşturma sırasında Berezowsky. Rus Aeroflot hakkındaki sorulara, kurumda 'hiç hissesi bulunmadığı ve bu nedenle hiçbir işlemden sorumlu tutulamayacağı cevabını vermiştir. 114

Page 110: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu kurumlardan biri, Rus silah dış satımını kontrol eden Rosvooruzhaniye, diğeri ise yakın zamana kadar bütün gelirlerini Potanin'in kontrol ettiği Unex-ximbank'a aktaran6 Federal Gümrük İdaresi'dir. 1998 Ağustos ayına kadar, bankaların en tatlı gelirlerinden biri de Hazine bonolarından geliyordu. Bunların faizleri 1995 ve 1996 yıllarında yüzde 85 le yüzde 160 arasındaydı. Ama bu gelir kaynağı, hem Rus Hazinesi'nin ödemeleri zamanında yapamaması, hem de hükümetin yeni bir dağıtım sistemi kurmasıyla eski değerini yitirdi. Özetlersek, 1990'lı yılların Rus kapitalizmi geniş ölçüde geçmiş "komünist" düzenin illegal ve yeraltı ekonomisinden doğmuştur. Yeni düzen, sosyalist dönemin ekonomi işletmelerini hemen hemen bedelsiz olarak kapitalistlere devirden başka bir şey yapmadı. Böylesine hızlı bir değişiklik, Yeltsin'in başını çektiği kapitalizmden yana bir yönetim olmasa mümkün değildi. 1991'den 1998'e Büyük Gelir Uçurumu Bugünkü Rus kapitalizminin en kalın çizgilerinden birisi, hemen hiçbir işçi muhalefetiyle karşılaşmamış olmasıdır. Çar rejiminde güçlü sendikalar yoktu; komünist düzenin sendikaları ise, devletin verdiği sosyal hakların uygulanmasında işçiden yana çalışsa da, geniş ölçüde militan olmaktan uzak ve ayrıca emeğin çıkarları için savaşım geleneğinden yoksundular. Sovyet rejiminin yıkılmasıyla gözleri korktu ya da dağıldılar.

6 Oligarklardan biri olan Viiadimir Potanin, genç sayılabilir bir kişidir. Eski Dış Ticaret Bakanlığı'nda çalışırken sağladığı iyi ilişkileri özel bir bankaya sahip olurken kullanmıştır. Diğer bankacı oligarklar Viladimir Gusinsky (Most Bank), Aleksander Smolensky (SBS Agro Bank), Mikhail Khodorkovvsky (Menatep Bank); hepsi de zenginleşirken devlet maliyesi olanaklarını kullanmışlardır. Bu oligarklardan Aleksander Smolensky, tıpkı Berezowsky gibi, güya ceza kovuşturması altındadır. Oysa kendisi yakın zamana kadar savcının elinin kolunun ulaşamayacağı bir yerde Viyana'da zevk ve sefa içinde yaşamaktadır. 115

Page 111: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Kurulan yenileri dağınık ve etkisiz çalışıp, her şeyi yeni kapitalist sınıftan değil hükümetten istediler.7 Doğal ki, böyle bir düzen içinde sömürü oranı yükselirken, reel ücretler büyük bir hızla ve durmadan düşecekti. Resmi istatistiklere göre, 1998 ücretleri 1991'deki düzeyinin sadece yüzde 49,3'ü kadar idi (1991 Sovyetler'in son yılıdır). Fakirlik çizgisinin altındaki insanlar nüfusun yüzde 24,1'ine eşitti. Reel ücretler 1998 Ağustos krizinden sonra daha da düştü.8 Ortalama gelir böylesine düşerken, yeni zengin tabakasının geliri roket hızıyla yükselince, gelir adaletsizliği birkaç yılda inanılmaz boyutlara ulaştı. 1990'da Rusya'da en düşük gelirli yüzde 10 ile en yükseği arasındaki fark dört kat idi. 1995 sonunda bu yirmi üç kata yükseldi. Bir istatistik ölçü olarak GİNİ katsayısıyla açıklayacak olursak, bu katsayı 80'li yıllar sonunun .27'sinden 90'lı yıl ortalarındaki .48 düzeyine ulaşmıştır. İleri endüstri ülkelerindekinden çok uzak; en adaletsiz ülkelerin verileri arasında bir katsayı. Marksist açıdan önemli olan katma değerin nasıl değiştiği konusunda ise, Rusya milli gelir ve muhasebelerinde, özellikle ücretlerin çok büyük kısmının çok geç ödenmesi ve ücret hesaplarındaki önemli karışıklıklar nedeniyle, büyük hesap güçlükleri bulunmaktadır. Bir örnek olmak üzere, Rusya'daki 1995 ücret hesabında, ABD'ye yaklaşan olumlu fakat olanaksız verilere rastlanmaktadır.9 7 İşçi hareketlerinin bütünüyle etkisiz kaldığını sanmak da yanlış olur. 1997 yılında resmi kayıtlara geçen on yedi bin grev ve altı milyon kayıp iş günü vardır. Ancak bu grevlere katılan dokuz yüz bin emekçi, çalışanların sadece yüzde 1,4'ünü oluşturmaktadır. Açlık grevi yapanlarla, ücretlerin geç ödenişini protesto edenler ve benzeri yığınsal eylemlere katılanlar, bu sayılara dahil değildir. 8 Yer darlığından, hızla arlan ve gerek işçilerin ve gerekse bütün nüfusun fakirleşmesini artıran işsizliğe değinemedik. 1998 sonunda resmi işsiz oranı yüzde 11,8 idi, ama çalışanların bir diğer yüzde 10 oranı ya kısa süre çalışıyor ya da çalıştığı halde ücret alamıyordu. Bunların sadece yüzde 2.7 oranı kayda geçmişti, çünkü işsizlik ödemesi peşinden koşmaya değmeyecek kadar düşüktü. 9 Rusya verileri, Russian Statistical Yearbook for 1997, 8'inci kesimden. ABD verileri, Economic Report of the President of the United States 1997'den. 116

Page 112: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Emekle katma değerin ekonomideki oranlarını daha iyi gösterebilmek için 1991 ve 1995 yıllarının yayımlanmamış "Girdi-Çıktı" tablolarını karşılaştırdım. Bu tablolar her kesimde artı değerleri, ücretleri, işveren sigorta paylarını, vergiden önceki net kârı, "karma gelirleri" göstermektedir. Karma gelirler, özellikle tarım, inşaat ve perakende ticaretteki küçük girişimcilerin gelirlerini gösteriyor. Rakamlar, doğrudan üretici kesimlerden alındığı için, Goskomslat (Federal İstatistik Bürosu) tarafından çeşitli makyajlara uğramış milli gelir rakamlarına göre de daha sağlıklıdır.10

10 Artı değeri birçok ülkede gerçek boyutlarıyla hesaplamak, gerek verilerdeki eksiklik ve karışıklık ve gerekse Marksistler arasındaki farklı tanımlar nedeniyle çok güçtür. Bu nedenlerle, buradaki sayıların bazı trendleri yaklaşık olarak saptama dışında bir iddiası yoktur. 117

Page 113: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bu hesaplara göre emeğe ödenen pay, Gayri Safi İç Hasılanın (GSİH) yüzde 56,7'sinden, yüzde 30'una kadar düşmüştür. Düşüş daha çok ücret ödemesinde. Sosyal sigorta payından düşüş o kadar yüksek değil. Bu arada geçirilen resesyon dolayısıyla kârlar da azalmıştır. Kaldı ki, eski düzende, elde edilen kârların tamamı bugünkü gibi özel kişilere değil yine kamuya gitmekteydi. Küçük girişimcilerin kârlarında da büyük artış var. Tabloda amortismanlar ile vasıtalı vergiler de var. Bunlar da hesaba katılınca girişimcilerin emrindeki cash flow, GSİH'nın yüzde 59'4'üne yükselmektedir. Bu, gelişmiş ülkelerde uzun yıllar işitilmemiş yüksek bir orandır. Bu olaya ve Rusya kapi-talizminin dinamiğinden ortaya çıkan şeylere ileride döneceğiz. Artı değer oranını zaman içinde belirlemede, sosyal sigortaya işveren katkısı olmadan sadece ücret maliyetini temel almak mümkündür. Tablo l'deki verilere göre katma değer oranında, 1991'deki yüzde 60,6'dan 1995'te yüzde 109,2'ye varılmış olmaktadır." Catastrophe or Catharsis (Felaket ya da ishal) adlı kitabımda belirttiğim gibi, artı değer oranı, Sovyetler zamanında ABD'den daha yüksekti. Bu dönemlerde (Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen ilk birkaç on yıl içinde) Sovyet işçisi milli gelirdeki payını bir hayli geliştirdi. Ama Rus kapitalizmi devraldıktan sonra, sınıfın durumu, herhangi bir Batı ülkesiyle ölçülemeyecek derecede kötüleşti. 1995 yılından sonra artı değerdeki (kâr oranıyla ekonomideki ücretlerin oranı olarak) değişmeler Tablo 2'de gösterilmiştir. 1995, ekonomideki son stabilizasyonun başlangıcını gösterir. Genel gerileme dönemi içinde eskisine oranla hızını yitirmişti. İşlerdeki gerileme, her alanda kârları vurmuş ve artı değerde de ılımlı düşüşler getirmişti. 1998 en zor yıl oldu. Reel ücretlerde daha fazla olmak üzere, kârlar düştü. Böylece artı değer yüzde 49,3'e kadar düştü. Ancak 1999 yılında ücretler de yükselmekle birlikte, kârlar çok hızlı yükseldi ve artı değer ise yüzde 65 dolayında yükselebildi.

11 Buradaki yüzdeler, 1991'de 369,1 sayısı 609,1'e ve 1995 için 392,0 sayısı 358,9'a bölünerek bulunmuştur. 118

Page 114: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Tablo 2 Rusya'da Artı Değer Oranları

1995 1996 1997 1998 1999 Sadece Ücretler (Milyar rub.) 375,7 569,4 663.9 786,9 1117,9

Net Kârlar (Milyar rub.) 378,8 519,5 589.3 390,8 723,3

Katma değer oranı (%) 100,8 91,2 88,8 49,7 64,7

Kaynak: Rus input-output hesapları. 1995 verileri. Milli Muhasebe'deki değişiklik nedeniyle Tablo l'den farklıdır. 1998 verileri ilksel, 1999 verileri ise kestirim (projeksiyon) durumunda.

Sovyetler'den Rusya'ya: Sanayide Gerileme, Hizmet Sektöründe Yükseliş Çeşitli nedenlerle artı değer, Rus kapitalistleri arasında eşil olmayan şekilde dağılmakta. Ekonominin çalışmasından doğan kârlara zaten büyük kısmıyla korumalı kesimler sahip çıkmaktadır: Petrol ve maden ürünleri (petrol, doğalgaz ve çeşitli madenler) dış satımcıları, bankacılar ve ithalatçılar. Bir gerçek de imalat sanayiinde; tekstil ve hafif sanayi ile birlikte güçlü Sovyet silah sanayiinin temeli olan metal işleme ve makine sanayiinde ciddi bir gerileme vardır. Buralarda çalışanlar bu savaşın kayıplılarıdır. Bu şekilde belirlenen artı değer dağılımı, 1995 input-output tablosuna göre Tablo 3'te gösterilmiştir. 119

Page 115: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Tablo 3 Bazı Endüstri Dallarında Artı Değer Oranları (ADO) ve

Toplam Artı Değere Oranları (TADO) ADO TADO Elekt. Ener 221,4 4,7 Petrol ve Doğal Gaz 422,0 6,4 Demir Metaller 315,1 4,3 Diğer Metaller 269,5 4,1 Kimya ve Petrokimya 301,5 5,0 Makine ve metal işleme 116,5 8,5 Gıda 193,9 5,4 TOPLAM END. 178,6 46,0 İnşaat 32,6 4,3 Ticaret 312,1 29,1 Bankacılık ve Mali işler 498,9 16,1 TOPLAM EKONOMİ 109,2 100,0 Çıkarılacak sonuçlar açık. Birincisi, ihracata dönük dört endüstri gerçekten ayrıcalıklı. Şu anlamda ki, ADO'ları, endüstri ortalamasından iki üç kat ve ekonominin genel ortalamasından dört kat daha yüksektir. İkincisi, buna rağmen yarattıkları artı değer, endüstrinin yüzde 43'ü ve ekonominin bütününün sadece. 19,9'udur. Üçüncüsü, mali ve ticari aracı sektörler gerçekte aşırı derecede ayrıcalıklıdır. ADO yüzde 300 ile 500 arasında değişiyor. Ekonomideki kâr payları yüzde 44,2'yi buluyor. Bu pay, endüstrininkine eşit ve ayrıcalıklı endüstrilerden yüksektir. Dördüncüsü ayrıcalıksız ekonomi kesimleri üretimin yüzde altmışını gerçekleştirirken, aldıkları artı değer, toplamın yüzde 36'sı oranında kalmaktadır. 120

Page 116: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Buradan bir sonuç daha ortaya çıkıyor: Rusya'da ayrıcalıklı sanayi kesimlerinde çalışmayan geniş bir kapitalist kümesi, işçilerin yarattığı artı değerden bayağı büyükçe bir pay almaktadır. Rus kapitalistleri -ki sadece kayırılmış bir oligark sınıfı ile sınırlı değildir-, çok yüksek, yüzde yüzü aşan bir katma değerden yararlanırlar. Buradan bakınca Rus kapitalistleri diğer endüstri ülkelerinin kapitalist sınıflarına çok benzer. Tablo 4, Rusya, ABD ve eski Sovyetlerdeki kâr dağılımını gösteriyor. Kapitalist Rusya ile Sovyetler Birliği'ndeki kâr dağılımı arasındaki fark, imalat sanayiindeki payın esaslı şekilde azalıp, ticaret ve hizmetle, özellikle de bankacılığın payının yükselmesidir. Maden ve enerjinin payı eskisinden biraz yüksektir, ne var ki, kamu elinden özel ellere geçmiştir. Rusya bu arada maddi olmayan hizmetlerde ABD'nin kâr oranlarına ulaşamamıştır ve bunun belli bir açıklaması da vardır.12

Tablo 4 Toplam Kârda Sektör Payları; Sovyetler Birliği,

Rusya ve ABD'de (yüzde olarak) SSCB 1991 Rusya 1995 ABD 1994 Maden ve enerji 11,5 12,4 8,6 İmalat 48,6 33,6 34,4 Maddi diğer 31,8 36,0 31,3 Maddi olmayan 8,1 18,0 25,8 TOPLAM 100 100 100 12 National Income and Product Accounts of the United States/1929-94, Cilt l'den hesaplanmıştır. 121

Page 117: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ne olursa olsun, Rusya ve ABD'deki imalat endüstrilerinin kâr paylan eşite yakındır. Bu, Rusya'da kapitalizmin temelinin endüstri olmasının ortadan kalkmadığını doğrulamaktadır. Bazılarının tanıttığı gibi, madencilik ve rant yönetimli, yolsuzluklara boğulmuş, spekülasyonların yön verdiği değil, banka-endüstri kanatlarıyla uçan, kapitalist devletlerdeki amaçlarına varmaya uğraşan bir kapitalizm.13 Rus Kapitalizmi "Tam Bir Kısır Yaratık Haline Gelmiştir" Ulusal gelirinde böylesine çok büyük artı değer payı bulunan herhangi bir kapitalist ekonominin en büyük problemi, ürünlerini yurt içinde satabilme olasılığıdır. Bu, Marksistlerin bu yüzyılın başında çok tartıştıkları "realizasyon problemi"ni ortaya koyar. Rosa Luxembourg, bunun çaresinin ortaya çıkan mal fazlasının daha az gelişmiş ülkelere ihracı olduğu ve bu yapılamazsa kapitalizmin büyüyemeyeceği kanısındaydı. Tugan-Baranowsky, çözümün, artı değerin daha büyük oranının yatırıma yöneltilmesinde yattığı savındaydı. Lenin ikisinden de farklı düşünüyordu. Lenin, kapitalistlerin kendi ürünleri için iç pazar yaratabileceklerini, ancak süreç içinde dönemsel aşırı ürün bunalımları yaşanacağını düşünüyordu. Yüzyıl içinde kapitalist devletler problemin çözümü için iki yol ürettiler: Birincisi, devleti devreye sokup onun gelirleri yeniden dağıtma politikasıyla yeni devlet harcamaları yoluyla, yanlış yatırımları takas etmek; ikincisi hizmet kesimini büyüterek ondan, fazla artı değeri emme yolunda yararlanmak. Her iki yol da birçok ek insana iş sağlayınca emeğin milli gelirden aldığı pay artarken, kârların payı geriledi. 13 Örneğin, Davic M. Kotz 1999 Ocak'tnda American Economic Association'ın yıllık kongresinde New York'ta Is Russia Becoming Capitalist başlığıyla bir tebliğ sundu. Yazar bj tebliğinde anormal durumları nedeniyle Rus kapitalizminin gerçek kapitalizm olamayacağını, farklı bir oluşum olduğunu ileri sürüyordu. 122

Page 118: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Böylece dönemsel bunalımlar seyrekleşirken iç pazarlar da esaslı büyümeler sağladı. Ne var ki, yukarıda anlatılan süreçler on seneler istiyordu ve yeni doğmuş Rus sermayesinin kendini ayarlamaya ne zamanı ne de isteği vardı. On yıllarca önce tartışılan soruna bir çare bulmak zorundaydı. Tugan'ın düşündüğü yol, ancak ücretlerin ve büyük yığınların gelirlerinin arttığı bir iç pazar ile geçerli olabilirdi. Bu yoksa Tugan'ın önerdiği yatırımların payını artırma neye yarardı? Bugünkü Rusya'da ücretler durgun. Rusya'daki gibi, iç pazarın daralmasının ve ücretlerin gerilemesinin en kalın çizgi olduğu ekonomide bu imkânsız. Bugünkü ABD ve Rusya ekonomilerini karşılaştırmayı sürdürürsek, 1996'da ABD'li işverenlerin işçiler için ödedikleri, ülke gayri safi iç gelirinin yüzde 58'iydi. Ayrıca kira ve rant gelirleri de yüzde 9 idi. İkisinin toplamı GSİH'nın üçte ikisini tutuyor ve aşağı yukarı tamamı kişisel tüketime gidiyor. Kalan üçte bir, şirket kârları, amortismanlar ve dolaylı vergiler olup, sermaye yatırımı, hükümet mal ve hizmet alımları ve dünya ile borç alacak düzenlemelerine gider. Gelirlerle kullanımları arasındaki denklik kuralı her ekonomiye uygulanabilir. 1996 ve 1997'de Rusya'da, toplam emek gelirleri, Gayri Safi İç Hasıla'nın yüzde 35-36'sı (ABD'de yüzde 58) iken, mülk ve girişim gelirleri yüzde 17-18 (ABD'de yüzde 9) idi. Bu karşılaştırma, Rusya'da emeğin durumunun ABD'ye göre ne kadar gerilediğini gösteriyor. Ama bir adım daha atalım. Bu iki kalemin toplamı Rusya'da yüzde 49-50 tutar (ABD'de aynı toplam yüzde 67); ki, Rusya'daki toplam kişisel tüketim bu orandadır. Yani, üçte ikiye karşılık olan GSİH'nın sadece yarısı, zengin fakir bütün Rusların tüketimi oluyor. Ve bütün diğer yarı (ABD'deki üçte bire karşılık), yatırım ve devlet harcamalarına kalıyor. Bütün bu sayısal verilere bakarak, Rusya'nın, yaratılan değerlerin çok daha fazlasını yatırım ve sosyal güvenlik için harcayıp, ABD'den daha hızlı kalkınabileceği düşünülebilir. 123

Page 119: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ancak genç Rus kapitalizminin işleyişi bu yolda değil; yatırımlarla büyüyecek bir pazar umudu, bu yolda hiçbir teşvik olmadığı için, Rus kapitalizmi, sanayi yatırımı yerine "mali yatırımı" yeğliyor: Şirket hisse senetleri alıyor, faizleri yüzde 60-70'ten aşağı düşmeyen devlet tahvilleri alıyor ya da Rusya'dan daha güvenli ülkelere sermaye kaçırıyor. Çok yüksek artı değer nedeniyle, gitgide artan bütçe açıklarına rağmen (ki özel tasarruftan net indirim demektir), yine de Rusya'da yatırımların çok üstünde bir birikim var. Ve bu birikim, içerde spekülasyon ve ülkeden sermaye kaçırma yoluyla, yatırıma aç bu ülkeden kaçırılıyor. İç sermaye yatırımları da oransal olarak büyük görülüyor. Gerçekten, yüzde 20 oranı hızlı büyüyen bir ülkenin oranıdır. Bu oran, yılda yüzde 3 gibi bir oranla büyüyen ABD'de 1996 yılı için yüzde 14,3 idi. Rusya gibi küçülen bir ülke için bu sayıları kuşkulu bulan yazarlar vardır. İki etken göz önünde tutulmalıdır. İlkin sermaye yatırımları, fiyat yükselişleri ortalama endeks rakamlarından daha yüksektir, bu nedenle sermaye yatırımlarını oransal olarak şişirir. Bu faktör düzeltildiğinde, sermaye yatırım oranı GSİH'nın yüzde 8-9'una iner. Reel hesaplamalara göre 1990 yılıyla 1996 arasında yatırımların aslında yüzde 75 azaldığı görülmektedir. En hızlı azalanlar özel ve kamu binaları inşaatıdır. Buna karşılık sürekli tüketim malları sanayii yatırımında oran yüzde 3,6-4 (ABD'de aynı 1995-1996 yıllarında yüzde 7,2 ve 7,4) kalmıştır. Endüstrideki yatırımların yarısı petrol ve gaz (boru hattı) yatırımındadır, imalatta değil. 124

Page 120: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Tablo 5 Rusya'da Tasarruf ve Yatırım (1995-1999)

(GSİH'nın yüzdesi olarak) 1995 1996 1997 1998 1999 Kişi tasarrufu 5.8 5.0 2.8 1.5 2.0 Net kâr vergisi (cash flow) 32.7 37.3 37.7 34.4 39.4 İlk kamu açığı -6.7 -9.7 -8.5 -7.8 -1.0 TOPLAM TASARRUF 31.8 32.6 32.1 28.1 40.4 G. S. sermaye yatırımı 20.2 20.5 20.3 19.3 20.0 Stok Net değişimi 3.3 2.7 2.7 2.4 2.1 Net ihracat* 4.3 4.5 3.3 5.3 7.9 TOPLAM MADDİ YATIRIM 27.7 27.7 26.3 27.0 30.0 Tasarruf fazlası (%) 4.1 4.9 5.8 1.1 10.4 -milyar rub. 66.8 111.5 150.0 29.3 417.8 -milyar dol. 14.6 21.8 25.9 2.9 19.9 NOTLAR: 1998 ilk veriler, 1999 tahmin. İlk Kamu Açığı: Devlet faizleri ödenmeden önceki açıktır. * Milli Muhasebe İstatistikleri'nde görülen net mal ve hizmet ihracatı ülkenin dış yatırımlarına eşittir. İkinci göz önünde bulundurulacak nokta, enflasyonla şişmiş Gayri Safi sermaye rakamlarının bile, amortisman toplamından yüzde 5 veya 10 ölçüsünde geride olduğudur (yıllar itibariyle-Ç.N.). Bundan, negatif yöndeki bu gidişin alarm verici olduğu sonucu çıkarılabilir. Rusya'nın yeni kapitalizminde yeni yatırım yapılmıyor denebilir. Tam bir kısır yaratık haline gelmiştir. 125

Page 121: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Batı'ya Bağlanarak İntihara Gitme Bu kısırlığın bir diğer yanı da, normal işleyen bir para ekonomisi yaratmada aciz kalışıdır. Sovyet sosyalizminde paranın kısıtlı mahiyeti hakkında neler söylense de, paranın bir değişim aracı işlevi gördüğü inkâr edilemez. Kamu kuruluşları, gelirinin tamamını bir devlet bankasında kendi hesabında tuttular; ödemelerini de buradan yapma zorunluluğundaydılar. Bu kuruluşlar arasında ödeyememe ve arriyereler mümkün olsa bile, bunların toplamı önemli olmadığı gibi, sonuçlar devlet bankasının işlemleriyle hafifletilebiliyordu. Güya, "Piyasa Reformu" dedikleri bugünkü bu işleyişle bunlar tahrip edildiği gibi, yerlerine yeni araçlar da konulmamıştır. Sözüm ona Piyasa Reformu'nun içinde, bir para ve değişim ekonomisinin öğeleri yoktur. Özel ticaret bankaları, borsa işlemleri ve karanlık para piyasası işlemlerine yoğunlaşmış; finans-endüstri imparatorluğunda asıl makro ekonomik işlevi olan parasal ödemeleri kolaylaştırma ve yatırım kanallarını açma işlevlerini bir yana bırakmıştır. Sadece toplam ruble mevduatının banka pasiflerindeki yerinin yüzde 39,1 (ve bunun da yüzde 12,5'nin iş dünyasına ait) olduğunu söylersek, bu yargının haklılığı ortaya çıkar. Firmalara verilen krediler toplamı, banka aktiflerinin sadece yüzde 36,3'ünü oluşturuyor. Banka kredileri ve hizmetleri o kadar pahalı ki, firmalar, ya olabildiği kadar bundan kaçınmakta, ya da "firma içi" denilen, hem kontrol edebildikleri hem de bazı tercihlerden yararlandıkları bankalardan ihtiyaç gidermektedirler.14 Rus bankacılığının bu anormal işleyişi ülkeye pahalıya mal olmakla beraber, mali sektör, kârlılıkta ve artı değeri sahiplenmekte birinci gelmektedir. Bu ters gelişmenin doğal sonucu, Rus ekonomisinin demonetizasyonu olmalıydı. Oldu da. 14 1998 Temmuz-Eylül aylarında yıllık borçlandırma faizi yüzde 45,2 iken, bir ay vadeli mevduata verilen faiz oranı yüzde 16,3 idi. Havaleler de çok pahalıydı. Bir Rus iş adamı, yazara, bu ülkenin bir yerinden diğerine dolar havale giderinin yüzde 20 olduğunu anlattı. Moskova bankaları yüz doları yine dolar olarak daha küçük birimlerle bozmak için yüzde 5 komisyon alıyor. 126

Page 122: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Yıllar boyu firma işlemleri, trampa ve firmanın "Promissory Note"u, yani cirosu, mümkün emre yazılı kâğıtlara hızla kaydı. Endüstri firmalarının 1992'de (Yeltsin reformunun ilk yılı) trampalarının (trampa: iki malın birbiriyle değiştirilmesi-Ç.N.) oranı sadece yüzde 6 iken, 1993'te 11; 1994'te 18; 1995'te 26; 1996'da 40; 1997de 47 ve 1998 yılı sonunda ise yarıyı geçerek 52 oldu.15 Toplam para arzı (M2) ise, GSİH'nın yüzde 9,5'inden, 1998 sonunda 12,6'sına yükseldi ki, bu yüzde, ABD'deki yüzde 49,7 oranının dörtte birine yakın. Bu durum, bazı yazarların, normal piyasa ilişkileri olmadığından fiyatların gerçeği yansıtmaması nedeniyle Rus ekonomisini "Sanal Ekonomi" ve bazı Rus firmalarını da değer yıkıcı olarak betimlemeleri sonucunu doğurdu. Bu yazarların buradan ulaştıkları mantıksal sonuç ise, Rus endüstrisinin tamamen kapatılması tavsiyesidir. Hem de Rus emekçilerine getireceği ölümcül son hiç düşünülmeden.16 Oysa yukarıdan beri ortaya konan sonuçlar bu tezlerin tam karşıtıdır. Evet Rus endüstrisi, sadece bir değer üreticisi olarak değil, bir hayli yüksek artı değer üreticisi olarak da yaşamını sürdürüyor. Ancak ekonominin demonetizasyonu, değer ve artı değerlerin, diğer kapitalist ülkelerdeki modellere uygun şekilde Rus firmalarına dağıtımına engel olarak olumsuz sonuçlara neden oluyor. Şöyle ki: İlk olarak, amortismanla artı değerlerin paraya çevrilmesi zorunlu olmadığından ve aynı (mal olarak) kaldığından, hükümet vergi almakta, diğer parasal yatırımcılar da yatırımlarını geliştirmede sıkıntıya düşmektedir. Demonetizasyon, kapitalizmin en önemli ilkesi kârın maksimizasyonuna yolları kapamakta. Burada vergi konusu oldukça önemli. Gelirlerin sadece yüzde 40 düzeyinin paraya çevrilebildiği bir ülkede, bir firmanın vergilerini ödemesi gerçekten çözümü güç bir problem oluşturuyor. Ödemeyi gönülden istese bile, bir şirket için vergiyi ödemek son derece güç oluyor. 15 Russian Economic Trends, Russian Center for Economic Policy. 1998. 16 Foreign Affairs dergisinin I998 Eylül-Ekim sayısında Cliffbrd G. Gaddy ve Barry W. Ickes, "Russia's Virtual Economy", yani'"Rusya'nın Sanal Ekonomisi" başlıklı bir yazı yazdılar. Bunu eleştiren yazımı "yer yokluğunu" ileri sürerek reddettiler. 127

Page 123: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Ödemek istemezse, bu rüşvetçi ekonomide kaçırma olağanüstü kolay. Benim hesap modelime göre, kâr üzerinden alınan vergiler, defacto trampa oranı düşüldükten sonra alınabiliyor. Trampa oranı düşükse kârdan alınan vergiler daha yüksek oluyor. Aynı işleyişin diğer vergiler için de geçerli olması gerekir. Bu işleyiş sonucu büyük borç takıntıları ve yetersiz vergi gelirleri ortaya çıkıyor. Bunun makro ekonomideki anlamı, devletin refah devleti harcamalarında olsun, ekonomiyi hızlandırmada olsun aciz kalmasıdır (Bu yüzyılın içinde birikmiş ve kullanılmayan firma tasarrufları toplanıp toplam talep artırılarak realizasyon sorunu çözülmüş ve devlet kapitalizmi kurtarmıştı). İkinci olarak, demonetizasyon, tipik Rus firmasının çalışma biçimini değiştirmektedir. Firmanın en önemli amacı, kârı değil para gelirini artırmaktır. İhracat "sıcak para" sağladığından, bu nedenle en gözde çalışma alanını oluşturmaktadır. Elinde mal bulunan bir firma, sıcak para elde etmek için. yurtiçi fiyatı daha yüksek de olsa, malı dışarıya satmayı yeğlemektedir. Bunun gibi, ithal mallarını içerde satmak da gözde bir alan. Çünkü, bu malların alıcıları zengin kişiler olduğundan, hem daha yüksek ve hem de peşin para ödeyebiliyorlar. Bankacılık da gözde bir alan. Çünkü, satışı zorunlu mallarla değil, parayla uğraşıyor. Bütün bunlara karşın, Rusya'da, ulusal pazarda mal alıp satma zorunluluğunda olan bir Rus kapitalist çoğunluğu var. Bunların satış gelirlerinin büyük kısmı (yüzde 70-80) trampa ile oluştuğundan, başlıca amaçları, çalıştırdıklarının ücretlerini ödemeden kaçılamayacak kısmıyla, kendilerinin -doğal ki işçilerinkinden çok yüksek-yaşam düzeylerini karşılayacak kadar bir para geliri sağlamaktır. Tipik bir Rus firmasının ücret faturası, satış tutarının 6,5'i, kârı ise yüzde 11,5'i oranındadır. Bu iki rakama yüzde 5,5 vasıtalı vergileri eklersek, firmanın ihtiyacı (o da eğer ücretleri ve vergileri tam olarak öderse) sadece toplam satışların yüzde 23 u olarak kalır. Bu sağlandıktan sonra kalan tek iş, üretimin kalan kısmını sağlayacak trampaları bulmaktır. 128

Page 124: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Anlattıklarımız basit bir teorik model değildir. GASPROM gibi çok güçlü bir doğalgaz devinde ve RAO EES elektrik devinde bile durum böyledir. İkisinde de yarı hükümet mülkiyeti olan bu iki firma, gelirlerinin sadece yüzde 20'sini nakit olarak tahsil edebilirler.17 Ülkenin en büyük çimento tesisi bile, çalışanlarının ücretlerini, bir yan kuruluşu olan şeker firmasının gelir tahsilatına bağlı olarak, gecikmeli bir şekilde öder. Çimento bu firmaya büyük para getirmez. Hem de çok kârlı ve çok talep olunan bir mal olmasına karşın. Birçok Rus işadamı aynı modeli izlemektedir. Eğer peşin nakit sağlayan bir kısmet kapabilmişsen, onun yanında, nakit getirmeyen büyük işleri büyük risk almadan yönetir ve kapitalist yaşamını sürdürebilirsin. Akla hemen gelen soru şu: Nakitsiz iş alanları acaba neden hiç küçülmüyor? Çünkü sahibini güçlü ve prestijli hale getiren, işlerinin nakde dayanmadığı kısımdır. Trampa malları eğer çıkarları için iyi kullanırsa, sahibine büyük kudret sağlar. Hatta ünlü AVTOYAZ bile mallarını, kendine metal, lastik, cam ve elektrik malzemesi gibi oto üretiminde kullandığı ilk maddeleri sağlayan bayilerine bu yöntemle satar. Bunun bir nedeni de AVTOVAZ yöneticilerinin, bayilerle bu işin yağlı ballı kârını paylaşan birer ortak olmalarıdır. Bugünkü Rusya kapitalizminin, kumanda ekonomisi ile kapitalizmin çirkin bir melezi olduğu saptaması, olgunun dinamiği hakkında bize tarihsel bir iç görünüş vermez. Rus kapitalizminde bugün varılan durum hakkında, tarihsel kökleri ne olursa olsun, bir bulguya varmak ve karar vermek için daha verimli yargı şu olmalıdır: Çağdaş dünyanın dışındadır ve büyüme için zorunlu mekanizmalara sahip değildir. Beklenecek en iyi olasılık, doğal ki eğer bu kısırlık içinde kalırsa, durgunluğu ve gerilemeyi sürdürmesidir. Sağladığı normalin çok üstündeki artı değere karşın olabilecek budur. 17 Ücret, kâr ve dolaylı vergilerin toplamının elektrik enerjisi endüstrisinde toplam satış bedeline oranı yüzde 29,3 iken, petrol ve gazda aynı oran yüzde 12.3'tür. Böyle olunca elektrik endüstrisinin ülkenin her yerinde yüklü vergi borçları varken, gaz ve petrol kuruluşlarının Rusya'da tahsil edilen vergilerin büyük kısmını ödemelerine şaşmamalı. 129

Page 125: 2000li Yıllara Girerken Kapitalizm - Arslan Başer Kafaoğlu

Bugünkü gidişiyle bir de yoksulluk batağında kalma ve Batı kapitalizminin sömürüsüne daha çok uğrama durumundadır. Bugünkü Rus yöneticileri de, ülkenin dünyadaki yerini değiştirme ve ilerletme gibi herhangi bir emperyalist ülkenin izlediği ve izlemek zorunda olduğu çabalara ilgisizdir. Denebilir ki, Rusya'nın da diğer gelişmekte olan ülkelerle durumu aynıdır: Tek kutuplu Amerikan emperyalizminin müşterileri... Evet veya hayır... Diğer ülkeler bu işlevlerinde kendi halkını fakirleştirmiyor, kendi ulusal ekonomisini ve endüstri potansiyelini geriletmiyor. Rus kapitalizmi ise, kendi endüstriyel potansiyelini akıntıya verircesine satıyor. Ve tek yolun bu olduğunda kuşkusu da yok. Tarihte böylesine bir intihara rastlanmamıştır. 130