2018 dijital 05 oabt din tg cozum kit - uzman kariyer...anlamda ibadetin zikir, fi kir ve şükür...
TRANSCRIPT
05
ÇÖZÜMLER
KAMU PERSONELKAMU PERSONELSEÇME SINAVISEÇME SINAVI
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ
TÜRKİYETÜRKİYEGENELİGENELİ
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ
1. B 26. C
2. B 27. A
3. B 28. E
4. E 29. B
5. E 30. A
6. C 31. B
7. A 32. D
8. B 33. C
9. A 34. E
10. B 35. E
11. D 36. A
12. B 37. A
13. A 38. E
14. B 39. D
15. D 40. B
16. E 41. C
17. C 42. B
18. D 43. C
19. C 44. B
20. C 45. E
21. B 46. D
22. D 47. B
23. C 48. A
24. B 49. C
25. E 50. B
1. İbadetin biri geniş diğeri dar olmak üzere iki anlamı var-dır. Geniş anlamda ibadet, mükellef yani yükümlü olan her-kesin Allah’a karşı duyduğu saygı ve sevginin sonucu olarak O’nun rızasına uygun ve iradeye dayalı bütün davranışları-nı içine alır. Buna göre tamamen dinî olan görevler yanında, kişilerin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fi il, niyet, düşünüş ve söz ibadet olarak nitelendirilir. Bu amaç-la fert ve toplum yararına gerçekleştirilen her olumlu davra-nış dinî ve manevî bir anlam kazanır ve ibadet sayılır. Allah’ın emirlerine itaat edip yasaklarından kaçmak da ibadettir. Bu anlamda ibadetin zikir, fi kir ve şükür olmak üzere üç boyutu vardır. İbadetin zikir boyutu, Allah inancını zihinde canlı tut-mak, O’nu anmak ve varlığını benliğinde duyabilmektir. Fi-kir boyutu, Allah’ın sıfatları ve evrende yarattığı eşsiz eserle-ri hakkında düşünmektir. Şükür ise, bütün bu nimetlerine kar-şı minnettarlığını bildirmektir. Dar ve özel anlamda ibadet ise, Allah ve Hz. Peygamber tarafından yapılması istenen, niye-te bağlı olarak yaratana karşı saygı ve boyun eğmeyi ifade eden ve yapana sevap kazandıran belirli davranış biçimleri-dir. Fıkıh literatüründe ibadet yaygın olarak bu özel anlam-da kullanılmaktadır. Buna göre ibadet, dinî içerikli belli ve dü-zenli yapılan davranış biçimleridir. Bunlara sistematik ve şek-le bağlı ibadetler (ibâdât-ı mersûme) de denir. İslam’ın temel şartlarını oluşturan namaz, oruç, zekât, hac bu tür ibadetle-rin belli başlılarıdır. Bunların yanında, kurban kesme, i‘tikâf, Kur’an-ı Kerim okuma gibi davranışlar da bu anlamıyla iba-
detin en meşhur örnekleridir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
2. Mekkelilerin Hz. Peygamber’in tebliğine yönelik tepkile-
ri, onlarla iletişim kurabilmesine imkân vermez duruma gel-
mişti. Hz. Peygamber’in amcası Ebû Talib vefat ettikten son-
ra diğer amcası Ebû Leheb Hâşimoğulları’nın lideri olmuştu.
Ebû Leheb, başından beri Hz. Peygamber’in getirdiği dine
karşı çıkmıştı. Kabile lideri olduktan sonra bir süre lider ol-
manın gerektirdiği şekilde Hz. Peygamber’i koruduğu imajını
verdiyse de daha sonra desteğini geri çekti. Hz. Peygamber
Taif’e giderek burada yaşayan Sakif kabilesi mensuplarından
destek almaya karar verdi. Yanına evlatlığı Zeyd b. Hârise’yi
alarak Taif’e gitti (Nübüvvetin 10. yılı/M. 620). Şehrin ileri ge-
lenleriyle görüşerek desteklerini istedi. Ancak umduğu deste-
ği bulamadı.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
3. Hükümler konulurken bireyler değil, toplum; parça değil
bütün düşünüldüğünden, bazı durumlarda yüklenen sorum-
luluklar bazı kimseler hakkında sıkıntı ve zorluklar doğura-
bilir. Böyle durumlarda Şâri bu kimseler için zaruret halinde
zararı ortadan kaldırmak ve ortaya çıkan sıkıntıyı gidermek
üzere ruhsatlar koymuştur. Ruhsatta asıl olan hafi fl etmek ve
sıkıntıyı ortadan kaldırmaktır. İşte ruhsat, insanların özürle-
rinden dolayı kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üze-
re ikinci derecede meşru kılınan şeydir. Örnek: Allah Rama-
zan ayında oruç tutmayı farz kılmış, ancak seferde olanlar,
hastalar, hamile olan ve çocuğunu emzirmek zorunda olan
kadınlar için oruç tutmama ruhsatını koymuştur. Aynı şekilde
ayakta namaz kılamayan kimseye, oturarak ya da gücü yetti-
ği şekilde namaz kılması için ruhsat koymuştur. Seçeneklerde
ruhsat ile karıştırılabilecek seçenek azimettir. Şâriin mükellef-
lerin tamamı için her durumda bağlayıcı kıldığı, genel bir kural
olarak baştan itibaren koyduğu hükümlere azîmet denir. Örne-
ğin, namaz bu şekilde konulmuş bir hükümdür. Her mükelle-
fi , bütün hallerde bağlayıcı bir özellik taşımaktadır. Oruç, hac,
zekât gibi, Allah’ın kullarını sorumlu tuttuğu bütün dinî vecibe-
ler azîmete örnek olarak gösterilebilir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
4. “ed-darûrât tubîhu’l mahzûrât” ilkesinin Türkçe karşılığı,
“zaruretler, yasaklanmış ve sakıncalı olan şeyleri mubah kı-
lar.” İslam fıkhı, zaruret halinde mahzurlu olan şeyleri de mu-
bah kılmıştır. Bu sebeple, bu hüküm İslam fıkhında, genel bir
ilke haline gelmiştir.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
5. Hz. Peygamber’in Sünnet’i, Kur’anda yer alan ancak ye-
teri kadar açık olmayan hükümleri açıklar, onların mahiyeti-
ni izah eder. Örneğin, Kur’anda “Namaz kılınız.” “Zekât ve-
riniz.” “Haccediniz.” vb. şekilde emirler bulunmaktadır. An-
cak bu ibadetlerin nasıl yapılacağı açıklanmamıştır. Nama-
zın rekâtları, nasıl kılınacağı, zekâtın hangi maldan ne ka-
dar verileceği, Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Hz.
Peygamber’in, Kur’an’ı açıklayan Sünnet’ine örnek olarak,
“Haccı nasıl yapacağınızı, “Menâsikini benden alın.” “Ben
nasıl namaz kılıyorsam siz de namazlarınızı öyle kılın.” ha-
disleri gösterilebilir. Bu Sünnet’e de, “Sünnet-i mübeyyine/
açıklayıcı sünnet” adı verilmektedir.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
6. Sünnet’in, Kur’an’ı açıklayıcı öneminden dolayı hadis
âlimleri Hz. Peygamber’in hadislerini korumaya ve tedvine
büyük bir önem göstermişlerdir. Sahabîler, Hz. Peygamber’in
sözlerini, yemesi, içmesi, uykusu, oturması, kalkmasına va-
rıncaya kadar bütün fi illerini nakletmişlerdir. Daha sonra ge-
len âlimler, Hz. Peygamber’in hadislerini musannef, müsned
ve sünen türü eserlerinde toplamışlardır. İşte Fıkıh bâblarına
göre telif edilmiş hadis mecmualarına sünen adı verilir. Sü-
neni ile meşhur olan bazı âlimler şunlardır: Ebû Dâvûd, İbn
Mâce ve Tirmizî’dir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
7. Tilavet Secdesi, Kur’an ’da secde kelimelerini içeren
ayetlerden birini okuduktan veya dinledikten sonra yapılan
secdeye denir. Kur’an -ı Kerîm ’de 14 secde ayeti vardır. Ha-
nefi lere göre secde ayetini okuyan ve dinleyen kimseye ti-
lavet secdesi vacip olur. Aynı secde ayetinin aynı mecliste
tekrarlanması secdenin tekrarlanmasını gerektirmez. Tilavet
secdesi yapılırken ayakta durulur, kıbleye dönülür, niyet edi-
lir, eller kulaklara götürülmeden “Allahu Ekber” diyerek sec-
deye gidilir, secdede üç kere “Subhane rabbiyel a’la” denir,
tekbir alınarak ayağa kalkılır. Ayağa kalkıldığında “Semi’na
ve eta’na ğufraneke Rabbena ve ileyke’l masir” denir ve ti-
lavet secdesi tamamlanmış olur. A şıkkındaki yanlışlık tilavet
tekbir alınırken eller kulaklara götürülmez.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
8. Mantık hakkında pek çok tanım yapılmaktadır. Bu tanım
çokluğunun kaynağı, farklı bakış açılarının olmasıdır. Bunun
yanında her bilimin belli bir konusu, amacı ve yöntemi olma-
sı açısından mantık bilimi de konusuna, amacına yöntemine
göre de tanımlanmaktadır. Mantık konusuna göre şu şekilde
tanımlanır: “Bilinenden bilinmeyenin elde edilmesine vasıta
olan bilimdir”; “hakikata sevk eden zihin işlemlerinin bilimi-
dir.” Mantığın amacına göre tanımı ise şöyledir: “Mantık zihni
hatadan koruyan bir fen, bir alettir; “Mantık şeylerin bilgisin-
de aklını iyi kullanma sanatıdır.” Burada mantık bir düşünme
sanatı olarak görülmektedir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
9. İslam’ın doğup yayılmaya başladığı dönemde kulla-nılan ve harfl erinin tamamı düz, köşeli, hendesî ve donuk olan Arap yazısına, Ma’kilî hattı denmektedir. Bu yazı hem İslam öncesi, hem de İslâm sonrası dönemde âbide hattı olarak kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in ilk hattatları olan va-hiy kâtiplerinin Kur’an yazımında kullandıkları yazı çeşidi de Ma’kilî hattı idi. Sülüs, kelime olarak üçte bir anlamına gelir. Sülüs yazıda harfl erin üçte ikisi düz; üçte biri ise yuvarlak-tır. Muhakkak türde harfl erin kalınlığı Sülüs yazısı ile aynı-dır. Ancak düzlük ve yuvarlaklık oranı farklıdır. Reyhânî hat-tı, Muhakkak hattına tâbidir. Muhakkak yazıdan şekil bakı-mından değil imlâ yönüyle farklılık gösteren Reyhânî yazı-da uzun harfl er amûdî, yassı harfl er ise ufkî istikâmette uza-tılmıştır. Daha çok Kur’an-ı Kerim ve dua kitaplarının yazı-mında kullanılmıştır. Siyakat ise İranlıların şikeste, Türklerin kırma, Arapların da siyakat adını verdikleri hat çeşididir. Os-manlı arşiv belgelerindeki yazılar içinde, okunması en güç olan bir yazıdır. Bir nevi şifreli yazı kabul edilen siyakat hattı-nın okunmasında kelimenin öncesi ve sonrası yani sibak ve siyakı ipuçları verir.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
10. Hz. Peygamber döneminde Müslümanlar arasında önemli kelami bir sorun ortaya çıkmamıştı. Çünkü Müslü-manlar ortaya çıkan sorunları Peygamberle çözüyorlardı. Ancak onun vefatından sonra imamet, büyük günah ve ka-der gibi önemli sorunlar ortaya çıkmıştı. İlk kelami tartışma-lar bu alanlarda yapılmıştı. Bunlara daha sonra Kelâmullâh ve sıfatlar sorunu da eklendi. Dolayısıyla nübüvvet yani pey-gamberlik ilk kelam tartışmalarından değildir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
11. Allah’ın kelam sıfatı kelam ilminde önemle tartışılan ko-nulardandır. Öncelikle Kur’an Allah’ın insanlara gönderdiği hidayet rehberi ilahi bir kelamdır. Kur’an Allah’ın kelam sıfatı olarak kabul edilir. Selef uleması kelam sıfatını Allah’ın eze-li sıfatlarından saydığı için, bu sıfatın somut bir ürünü duru-mundaki Kur’an’ı da ezeli ve kadim saymıştır. Bunun karşı-tı olarak Mutezile, meseleye beşer idrakine sunulmuş somut Kur’an noktasından yaklaşmakta ve eldeki bu metni mahlûk (yaratılmış) saymaktadır. Maturidî çizgisindeki âlimler kela-mı, ‘nefsi’ ve ‘lafzi’ olmak üzere ikiye ayırmıştır. Nefsi kelam diğer sıfatlar gibi Allah’ın zatı ile kaim bulunan, harf ve ses gibi beşeri unsurlar taşımayan, başka varlıklar tarafından al-gılanması mümkün olmayan kadim kelamdır. Lafzi kelam ise bu nefsi kelamın insan idrakine uygun olarak ses ve harfl e ifade edilmiş biçimidir, yani Kur’an’dır. Dolayısıyla D seçene-ği yanlıştır. Çünkü selef bilginleri Kur’an-ı Kerim’i ezeli ve ka-dim saymıştır.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
12. İslam düşüncesinde Gaye ve Nizam, İhtira ve Hikmet,
İnayet Delili olarak bilinen Teleolojik Delil, evrende gözlenen
düzenin kendiliğinden meydana gelemeyeceğine, bu varlığın
arkasında hikmetiyle buna yön veren bir kudretin var olduğu-
na dikkat çekmektedir. Bu delil Hudûs delilindeki gibi yaratma-
yı değil, âlemdeki ince ayar giden düzeni vurgulamaktadır.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
13. Herhangi bir akıl yürütme ya da delillendirmeye gerek
olmadan zihinde oluşan bilgidir. Zorunlu bilgiye ulaşmak için
herhangi bir istidlal yöntemine başvurulmasına gerek yoktur:
zira kişi acıktığını, susadığını, üzüldüğünü ya da sevindiğini
bilmek için herhangi bir vasıtaya ihtiyaç duymaz; bunlar ki-
şide doğrudan ve aracısız ortaya çıkmaktadır. İslam litera-
türünde bedihi veya zaruri olarak yer alan bu bilgi çeşidinin
Batı felsefesindeki karşılığı a priori bilgidir. A priori yani zo-
runlu bilginin iki temel özelliği vardır: zorunlu ve evrensel ol-
ması. Zorunlu bilginin türleri de şunlardır: Bedihi olanlar (ev-
veliyat ve fıtriyyat): Bedihi bilgi, aklın hemen kavradığı bil-
gidir: Bir, ikinin yarısıdır; bütün bekârlar evlenmemiştir, gibi.
Bekâr kavramının, evlenmemiş olmayı içermesi sebebiyle,
başka bir ifadeyle, yüklem yani evlenmemiştir ifadesi özne-
yi yani bekârı da içerdiği için bu önermelere analitik önerme
adı verilmektedir. Duyu Verileri (Müşahedeler ve Tecrübeler):
Dış duyularla elde edilen bilgiler: Ateşin yakıcılığına hükmet-
mek gibi. Mütevatir Haber: Farklı kişilerden duyduğumuz ha-
berleri, ayrı bir soruşturmaya gerek kalmadan zorunlu olarak
kabul ederiz: Bir ülkenin varlığına dair haberler gibi.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
14. Kur’an akıldan değil akletmekten bahsetmektedir. Aklet-
mek de insanın bütün bilme yetilerinin aynı anda devreye so-
kulması demektir. Bu bilme yetileri Kur’an’da kalp, fuâd (gö-
nül), sadr, lübb, nühâ (insanı kötülük yapmaktan alıkoyan),
hicr (insanın kötü bir konuma düşmekten engelleyen) gibi te-
rimlerle ifade edilmektedir. Bütün bu yetileri bir çarkın dişlile-
ri gibi düşündüğümüzde, akletmek de bu çarkın bir bütün ha-
linde çalıştırılması demektir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
15. Kur’an, Bilgi, Hikmet ve Kitap kelimelerini, çoğu zaman
birlikte kullanmaktadır. İlim, öğretileni alabilme yeteneğini,
hikmet ise öğretilmeyeni kendi kendine keşfetme gücünü
gösterir. Kur’an’ da bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Kime
hikmet verilirse, ona gerçekten büyük bir hayır verilmiş olur”
(Bakara 2: 269). Bilgi sadece bir keşif değil, aynı zamanda
inşa çabasıdır. Allah insana sadece bilgiyi değil, hikmeti de
vermektedir. Hikmet, verilen bilgiyi kullanarak bize verilme-
yeni de keşfetme, böylece asırlara yayılan kollektif bir bilgi
birikimi inşa etme imkânı demektir.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
16. Hadislerin az da olsa yazıldığı erken dönemden sonra,
onları “derleme, toparlama, belli bir defterde biraraya getir-
me, divan oluşturma” anlamına gelen ‘Tedvin’ dönemi baş-
ladı. Herhangi bir konuya yahut râvîye göre gruplandırmak-
sızın yapılan bu tedvin faaliyeti, İbn Şihâb, Salih b. Keysân,
Abdullah b. Zekvân gib özel gayretlerle yapıldığı gibi, halife
Ömer b. Abdulaziz’in (99-101/717-720) emri ve Medine Vali-
si Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm’a ve Medine hal-
kına talimatında olduğu üzere resmi görevlendirmeler şeklin-
de de gerçekleşmiştir. Tedvin faaliyetinin en güzel örneği hiç
şüphesiz, Hemmâm b. Munebbih’in, hocası Ebû Hureyre’den
yazdığı Sahîfetu Hemmâm b. Munebbih adlı 138 hadis ihtiva
eden derlemedir. Hadislerin tedvin edilmesinden sonra hic-
ri ikinci asrın ilk çeyreğinden itibaren ‘tasnif faaliyeti’ başla-
dı. Kısaca hadislerin sınıfl andırılması, belli bir yöntem çer-
çevesinde planlı bir şekilde derlenmesi anlamına gelen tas-
nif, farklı şekillerde gerçekleştirildi. Her dönemin âlimleri ken-
di şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda tasnifl er ortaya koy-
dular. Dolayısıyla hadislerin tedvin ve tasnifi yle ilgili verilen
bilgiler içerisinde Resmî tedvin faaliyetinin halife Ömer b.
Abdulaziz’in emri ile başlamışı seçeneği doğrudur. Diğerle-
ri yanlıştır.Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
17. Hadislerin sıhhatini tespit etmekte yahut onların hata-
lı veya uydurma olduğunu belirlemede başvurulan yöntem-
lerden birisi de “Metin Tenkidi” denilen ameliyedir. Diğer bir
ifade ile bu, çeşitli kriterler doğrultusunda bir metnin Hz.
Peygamber’e ait olup olamayacağını değerlendirmektir. Bu
konuda yaygın kullanılan kriterler ise Kur’an’a, sarih sünne-
te, tarihi verilere, dil ve mantık kurallarına ve fıtrata arzdır.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
18. Hadisin Türkçe karşılığı şudur: “Allah’ın kadın kullarının
mescide gitmelerine mani olmayınız; ancak onlar da (cami-
ye) koku sürünmemiş olarak gitsinler.” Dolayısıyla hadisin te-
mel mesajı kadınların camiye gitmelerine engel olunmama-
sıdır.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
19. Hadis metinlerinde görülen ihtilafl ar ile müşkiller hadis
ilminin müstakil bir dalı olan muhtelifu’l-hadis alanının esas
konusunu teşkil eder. Dış görünüşü itibariyle birbirlerine ay-
kırı manalar taşıyan iki hadis ile bunların arasını birleştirmek
ve birleşmesi mümkün olmayanlardan birini tercih etmeye
muhtelifu’l-hadis denir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
20. Bugün meydana çıkarılmış otuz kadar Emevi sarayla-
rının en önemlileri, Ürdün’ün doğusunda, Lût Gölü’nün ku-
zey kıyısı hizasında bulunan Kusayru Amra, yine aynı gö-
lün doğusunda bulunan Kasru’l- Mişatta ve Tedmür şehri
yakınlarında bulunan Kasrü’l hayri’l- garbî ve Kasrü’l-hayri’ş-
şarkî’dir. El-Hamra Nasriler dönemine aittir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
21. Felsefenin diğer alanları gibi ahlak/etik de kendisini be-
lirleyen, alanını tanımlayan bir takım temel kavramları araş-
tırır. Bunlar, iyi, erdem, özgürlük, vicdan, sorumluluk, ahlaki
eylem, ahlaki doğruluk gibi kavramlardır.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
22. Natüralizm, doğa dışında hiçbir varlığın bulunmadığı-
nı, doğanın, doğa dışındaki sebeplerle açıklanamayacağını,
doğa-üstü bir gücün varlığının iddia edilemeyeceğini savu-
nan, doğayı Tanrı yokmuşcasına ele alan görüştür; bu an-
lamda natüralizm, materyalizm ve ateizm ile kardeş bir gö-
rüştür.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
23. Ahlak kelimesi Arapca ‘hulk’ veya ‘huluk’ kelimesinin ço-
ğulu olup Türkçede tekil olarak kullanılmaktadır. Batı dillerin-
de ahlak karşılığında kullanılan ethics ve moral kelimeleri, Yu-
nanca ve Latince’den türetilmiş iki kelime olup, ‘ethics’, Yunan-
ca ‘ethos’dan; ‘moral’, “Latince ‘moralis’ kelimesinden türetil-
miştir. İslam düşüncesinde ahlak kelimesi, nefsin bir melekesi
veya hâli olarak görülmüştür. İrade dışı ve gelip geçici durum-
ların meleke ile dolayısıyla ahlak ile ilgisi yoktur. Bu tür psiko-
lojik olaylar ile nefes almak, kalbin çalışması, ani ışıktan gözün
kamaşması gibi biyolojik olaylar “iyi” veya “kötü” gibi ahlakî de-
ğerlendirmelere konu olmaz. Çünkü bir davranış veya duru-
mun “ahlakî” değerlendirmeye konu olmasının öncelikli şartı,
iradî olarak yapılmış olmasıdır. Bundan dolayı ahlak, “fertle-
rin iradî hareketleriyle ilgilenen bir alan” olarak da tarif edilebil-
mektedir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
24. Bilindiği gibi Kur’an ayetleri gerekli sebepler ortaya çık-
tıkça nazil olmuştur. Bunda gözetilen amaç, yeni hükümlere
insanları hazırlamak ve yeni hükümlere uymalarını kolaylaş-
tırmaktır. Tedrîc, hükümlerin bir defada değil, insanların ihti-
yaçlarına göre parça parça inmesidir. Örneğin, içki ve kumar,
Araplarda yerleşmiş bir alışkanlıktı. İslâm bunları yasaklamak
istediğinde, insanın yaratılışına/fıtratına uygun olarak birden-
bire yasaklamamıştır. Zina fi ilinin cezası da başlangıçta söz
ile eziyet vermek ve evde hapsetmekti: “Kadınlarınızdan fu-
huş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik
ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah on-
lara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.” (4. Nisâ, 15.)
Daha sonra bu cezadan daha ağır ve adalete uygun hüküm
nazil oldu: “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her biri-
ne yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız,
Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız
tutmasın. Mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya
şahit olsun.” (24. Nûr, 2.) Namaz da aynı şekilde ilk zamanlar-
da sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit ve iki rekât
olarak farz kılınmıştı. İnsanların gönlü buna ısınınca ve günde
iki vakit namaza alışınca, beş vakit namaz farz kılındı.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
25. Sedd-i zerâi, kötülüğe/mefsedete götüren yolların ya-
saklanması demektir. Zerâî, “vesîle”, “yol” anlamına ge-
len zerîânın çoğuludur. Kötülüğe giden yolları kapamaya
“seddü’z-zerâi”, iyiliğe giden yolları açmaya da “fethu’z-zerâi”
denmektedir. İslam Hukukunda hüküm koymada şerî delil
olarak kabul edilen seddu’z-zerâi şer’an yasak olan bir so-
nuca yol açması sebebiyle aslında caiz olan fi illerin yasak-
lanması anlamına gelmektedir. Sedd-i zerâi, şerî hükümle-
rin belirlenmesinde esas alınan dayanaklardan biri olarak bü-
tün İslam Hukukçuları tarafından kabul edilmiştir. Hanefi le-
rin de kullanmış olmalarına rağmen hüküm çıkarırken, sedd-i
zerâi esasını en geniş şekliyle yorumlayarak uygulayanlar
Mâlikîler olmuştur.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
26. Osmanlı döneminde berid posta, şurta polis-güvenlik,
kethüdalik hazine, şehreminliği ise belediye hizmetlerini yü-
rüten kurumlardır. Kazaskerlik ise yargı mensuplarının tayin
işlerini yürüten kurumdur.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
27. Hindu inancına göre ölüm, iyilikle kötülük arasındaki
dengeyi ve evrenin hiyerarşisini korumak, yerde ve gökyü-
zünde aşırı kalabalıklaşmayı engellemek veya yalnızca insan
hayatına ölçü ve değer vermek için bir araçtır. Ölüm, aynı za-
manda acılı ve ıstıraplı hayattan kurtulmanın da bir aracıdır.
Hindu görüşüne göre ölümsüzlük, hayatın sonsuzluğu değil,
hayatın tadının çıkarılmasıdır. Tanrılar da dâhil olmak üzere,
her varlık, zamanı geldiğinde mutlaka ölümü tadar.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
28. Dine ilişkin olarak din bilimcilerinin savunduğu görüşler
şunlardır. Din, müntesiplerini “cemaat halinde ibadet” faaliye-
tine sevk etme özelliğine sahiptir. Kierkegaard ve Whitehead
gibi dinin “ferdî ve özel” karakterine dikkat çekenler de söz
konusudur. Soren Kierkegaard’a göre dinî imanın hakikati;
her ferdin “varoluşsal olarak ve varoluşu içinde” kavraması
gereken bir şeydir; iman, kişinin özel bir meselesidir. A. North
Whitehead için de “din, bireyin kendi başına yaptığı şeydir.
Buna göre din, bireylerin, içinde hakikatleri kendilerine mal
ettikleri ve bu hakikatlerin hayatlarını şekillendirmesine izin
verdikleri bir yolun adı olmaktadır. Bunlara ilave olarak, di-
nin müntesiplerine “kurtuluş” vaat etmesiyle temayüz ettiğine
vurgu yapanlar da vardır. James Henry Leuba’ya göre din’in
ne olduğunu belirleyen özellik, bu kurtuluşa erdiren unsurdur.
Dinin üzerinde durulan diğer iki özelliği de, “kutsallık” ifade
etmesi ve değerlerimizin somutlaştığı bir alan olmasıdır. Nat-
han Söderblom kutsallığın, dinde en önemli kavram olduğu-
nu, hatta onun Tanrı kavramından daha temel bir kavram ol-
duğunu yazar. Rudolf Otto da kutsallığı, ‘din alanına has olan
bir değerlendirme ve yorumlama kategorisi’ olarak görür. Do-
layısıyla din bilimcileri tarafından din sadece değer koyma ve
değer biçme olarak değerlendirilmez.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
29. Tusî 13. yüzyılın en aktif ve üretken; matematik, astro-
nomi, felsefe, mantık, ahlak, edebiyat, kelam ve diğer dini bi-
limler alanlarında 70’den fazla eser vermiş ansiklopedist bir
İslam bilgini olarak şöhret bulmuştur. O 1201 ile 1274 yıl-
larında yaşamış olup Meraga rasathanesinin kurucusu ola-
rak tanınmıştır. Tusî, hem bir fi lozof hem de bir bilim ada-
mıdır. Tusî, matematik ve astronomi alanlarında yazdığı te-
lifl er yanında Arşimed, Batlamyus ve Öklid gibi ünlü bilgin-
lerin eserlerini düzeltmelerle yazdığı tahrirleriyle ünlüdür. İs-
lam Felsefesi tarihinde başarılı bir İbn Sina yorumcusu ola-
rak kabul edilen Nasireddin Tusî’nin İşârât şerhi ise Râzi’nin
tenkitlerine cevap niteliğini taşımaktadır. Tusi, Râzi’nin eleşti-
ri ve tenkitlerine karşı İbn Sina’yı savunmuş ve onun eserinin
doğru anlaşılmasını amaç edinmiştir. Dolayısıyla Tusi ile ilgili
verilen bilgilerden Gazalî’nin Tehâfüt’üne yazdığı Tehâfütü’l-
Felâsife adlı eseriyle tanınması seçeneği yanlıştır. Söz konu-
su eser zaten Gazali’ye aittir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
30. Es-Samed kelimesi Kur’an-ı Kerim’de özellikle İhlas
sûresiyle bütünleşmiş bir kelimedir. İhlas sûresinin ikinci aye-
tinde Yüce Allah’ın Samed olduğu bildirilir. Yüce Allah’ın Sa-
med olması her şeyin O’na muhtaç olduğu O’nun hiçbir şeye
muhtaç olmadığı anlamına gelir.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
31. Her toplum, kendi nesnelleşmiş manalarını, değerleri-
ni, davranış kalıplarını sonraki kuşaklara aktarır. Sosyalleş-
me adı verilen bu süreçte birey, nesnelleşmiş manaları öğ-
renmekle ve onlara sahip olmakla kalmaz, onları hem ifade,
hem de temsil eden biri olur.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
32. Şiilik, Hz. Ali ile Emeviler arasında vuku bulan ihtilafa
dayanmaktadır. Üçüncü halife Hz. Osman’ın şehit edilmesi
Müslümanların ikiye ayrılmasına yol açmış, Muaviye’nin Hz.
Ali’ye isyanı ve mücadelesi bu ayrılığı güçlendirmiş ve Ali ta-
raftarları Şia-i Ali olarak adlandırılmıştır. Hz. Ali’nin şehit edil-
mesi ve hilafetin Emevilere geçmesi, Ali taraftarlarının, hila-
fetin Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğuna dair nazari-
yeler geliştirmelerine imkân vermiş, bu arada Hz. Hüseyin’in
Kerbela’da şehit edilmesi konunun dini niteliğe bürünmesini
teşvik etmiştir. Şu halde Şiilik, sosyal ve siyasi olaylar sonu-
cu İslam’da ana dini gruptan ayrı bir cemaat olmaya çalışır-
ken, cemaatleşmesine doktriner yönden takviye etmek için
İmamet, Mehdilik, Takiyye, Velayet, Rucu vb. gibi nazariyeler
geliştirmekten de geri kalmamıştır.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
33. Arapça bir kelime olan ibadet sözlükte “boyun eğmek,
alçak gönüllü olmak, İtaat etmek, kulluk, tapmak, tapınmak,
çalışmak” gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak ibadetin
genel anlamı, her şeyin yaratıcısı olan Allah’a içten gelerek
ve gönüllü olarak yönelmek, boyun eğmek ve itaat etmektir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
34. İbadetlerin temel özelliklerinden birisi de sürekli oluşla-
rıdır. Şekil ve şartları belli olan namaz, oruç, zekât ve hac
gibi ibadetlerde zaman önemli bir unsurdur. Diğer bir ifade
ile bu ibadetlerin belli zaman dilimi içinde ifası öngörüldüğün-
den, zaman tekrarlandıkça farz ibadetlerin de zamana bağ-
lı olarak tekrarlanması zorunludur. Hz. Peygamber’in “Han-
gi amelin daha faziletli olduğu?” sorusuna verdiği “Az da olsa
sürekli olanı.” (Buhari, İman, 32) biçimindeki cevabı, ibadet-
lerde sürekliliğin önemini vurgulamaktadır.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
35. İslâm, iktisadî gelişmelerin ve davranışların sağlıklı bir
çizgi izlemesine çok önem verir. Bireysel servetin amaçsız
harcanmasından ve israftan sakınılmasını öngörür. Aynı za-
manda, ülke iktisadının vurgunculuk, karaborsacılık, kumar,
dolandırıcılık, kötüye kullanma gibi yollarla çökmesinin önü-
ne geçilmesini ister. Bunun İslâm, zekât, sadaka, fi tre baş-
ta olmak üzere çeşitli konularda getirdiği malî yükümlülük-
lerle Müslümanlar, hatta Müslüman olmayanlarla bile ekono-
mik dayanışmanın yollarını açmıştır. Şöyle ki: Zekât ve sa-
daka: Zekât bir bağış veya ihsan değildir. Aksine sosyal bir
haktır. Bunun yanında zekât miktarı düşük derecede tutuldu-
ğu için milletin çoğunluğunun katılabileceği bir sosyal daya-
nışma ve yardımlaşma aracıdır. Sadaka ise kişinin isteyerek
yaptığı yardımdır. Daha çok maddî yardım olmakla beraber,
güzel sözden güler yüze kadar sadakanın alanı geniştir. Fı-
tır sadakası da bir şükür nişânesi olarak verilir. Vakıf: Bir çe-
şit sadaka-i câriye niteliğindeki vakıf da sosyal dayanışma
kurumlarının başında gelmektedir. İslam dünyasının hemen
her yerinde çok çeşitli alanlarda -din hizmeti, eğitim ve kül-
tür, askerî amaçlı, ekonomik amaçlı, sosyal amaçlı, su ile il-
gili, spor ile ilgili vb. vakıfl ar kurulmuştur. Defi neler, Hazine-
ler: İslâm yeraltında keşfedilen, bulunan maden ve paralar-
dan sosyal yardım için harcanmak üzere bir miktar ayrılma-
sını öngörmüştür. Nezirler: Müslüman, Allah için - meşrû ola-
cak şekilde- bir şeyin belli bir miktarını adarsa bu nezrini ye-
rine getirmesi gerekir. Bu hususta ortaya konulan kurallar ta-
mamen sosyal dayanışmaya yöneliktir. Kefâretler: İslam me-
deniyetinde kefâret dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kişinin
hem ceza, hem de Allah’tan mağfi ret dilemek amacıyla yü-
kümlü tutulduğu köle azat etme, fakiri doyurma ve giydirme
gibi malî nitelikli ibadetlerin de yer aldığı bir sosyal dayanış-
ma vesilesidir. İslam’ın öngördüğü köle azad etmek, sadaka
vermek gibi maddî yükümlülükler bir şekilde sosyal yardıma
dönüşerek topluma yansımıştır. Kurban: Hali vakti yerinde
olan Müslümanların yılda bir defa kestikleri kurban, muhtaç-
ların yararlanmalarına sunulduğu için tam anlamıyla bir sos-
yal dayanışma aracıdır. Pay Ayırma: Tarım ürünlerinin ha-
sat mevsiminde - özellikle meyve devşirme zamanı - maddî
imkânsızlıkları sebebiyle alıp yiyemeyenlere bedava dağıtıl-
ması Kur’an tarafından öngörülmüştür (En’âm Sûresi, 141).
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
36. Tefsir ilminde Kur’an-ı Kerim ayetleri açıklanırken ta-
rih, dil, hadis gibi birçok ilimlerden yararlanılır. Ancak bütün
bunlardan önce Kur’an-ı Kerim’in kendisine bakılır. Çünkü
Kur’an’da yer alan bir ayet bir başka ayetle açıklanmış olabi-
lir. Ancak bu aşamadan sonra diğer ilimlerin verilerinden ya-
rarlanmak gerekir.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
37. Hz. Peygamber, Kıyâme Suresi’nde işaret edildiği gibi kendisine inen vahyi ashaba okuyor ve vahiy kâtiplerine de yazdırıyordu. Yazıldıktan sonra da ayetlerin korunmasının sağlamlığı için kâtibe yazdığını okumasını istiyordu. Hz. Pey-gamber her sene Ramazan ayında, o ana kadar inen Kur’an-ı Kerim ayetlerini Cebrail ile mukabele ederdi ki buna “arza” de-nilmektedir. Vefatından önceki son Ramazan ayında bu arza
iki defa gerçekleşmişti ki buna da “Arza-i Âhire” denmektedir.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
38. Vücûh, yani eş adlılık, bir dil içinde, birbirinden ayrı iki ya
da daha çok kavramın ses ya da yazım açısından aynı nitelik-
teki göstergelerle dile getirilmesidir. Yani bir göstergenin birçok
anlama sahip olmasıdır. Eşanlamlılık da anlama yakın öğeler
ayrı ayrı göstergelerle dile getirilmektedir. Yani yazılışları ve
söylenişleri (gösterileni) aynı fakat anlamları (göstereni) fark-
lı kelimelere denilmektedir. Istılahi olarak da “bir kelimenin bir
ayette ifade ettiği mana ile yine aynı kelimenin diğer ayetlerde
ifade ettiği anlamların aynı olmamasına” vücûh denilmektedir.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
39. Mukatta’a harfl eri Kur’an-ı Kerim’de 29 sûrenin başın-
da yer almaktadır. Bu harfl erin tek bir harften ibaret olanla-
rı olduğu gibi, iki, üç, dört veya beş harften meydana gelen
şekilleri de vardır (Nûn, Kâf, Yâsîn, Elîf Lâm Râ, Elîf Lâm
Mîm Râ, Hâ Mîm ‘Ayn Sîn Kâf, Kâf Hâ Yâ ‘Ayın Sâd gibi).
Kur’an-ı Kerim’in sûre başlarında yer alan bu harfl erin tama-
mı 14 farklı harf olup 14 ayrı şekil altında görünmektedirler.
Mukatta’a harfl eriyle başlayan sûrelerin 27’si Mekkî, ikisi de
Medenî’dir. Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri Medine’de, diğerle-
ri ise Mekke’de nazil olan sûrelerdir.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
40. İslam eğitim tarihinde Nizamülmülk tarafından Bağdat’ta
kurulan sistemli medreselerden önce İslam dünyasında eği-
tim ve öğretim faaliyetleri başta Mescid/camiler olmak üze-
re Küttâblar, kitapçı dükkânları, bâdiye/çöl, ulema evleri, ilim
ve edeb meclisleri ve Beytü’l-Hikme gibi tercüme kurumları
ve kütüphanelerde yapılmıştır. Dâru’l-Huffâzlar ise medrese
sonrası dönemde açılmış ihtisas medreselerindendir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
41. Günümüzde dini, araştırma konusu edinen, özellikle din
psikolojisi ve din sosyolojisi gibi, sosyal bilim alanlarında dinin
beş farklı boyutta kendini gösterdiği kabul edilmektedir. Bun-
lar: a) İnanç boyutu b) Uygulama boyutu (ibadetler, ritüeller) c)
Bilgi boyutu d) Dini tecrübe boyutu ve e) Etki boyutudur.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
42. Tasavvufun başlangıçtan itibaren birçok tanımları yapıl-
mıştır. Genelde Kur’an ve sünnet merkeze alınarak yapılan
tanımlardan bazıları şunlardır: Tasavvuf zühddür. Tasavvuf
güzel ahlaktır. Tasavvuf tasfi yedir, kalp temizliğidir. Tasavvuf
tezkiyedir; nefs ile mücâhededir. Tasavvuf, kitap ve sünnete
sarılmak ve edebe riâyettir. Tasavvuf İslamî ruh hayatıdır.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
43. İfrat ve Tefrit İslam ve klasik felsefi ahlakta erdemsiz-
lik olarak kabul edilen ve aşırılıkları ifade etmede kullanılan
kavramlardır. İfrat, herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçü-
yü aşma, aşırı davranma manasına gelir. Tefrit ise herhangi
bir konuda geri kalma, yeterli ölçüde olmama durumudur. Ör-
neğin çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. İslam dininde
ifrat ve tefritin yeri yoktur. İslam orta yolda olmayı emreder.
Bir hadiste “İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.” buyrulur.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
44. Erdal Öğretmen’in öğrencilerinin karar verme yetileri-
ni geliştirerek din ve ahlakla ilgili karşılaştıkları problemle-
ri üst düzey bilişsel fonksiyonları kullanarak çözmelerini he-
defl emesi ifadeleri problem çözme becerisinin özellikleridir.
Bu beceriyi kazandırmak için Erdal Öğretmen din derslerin-
de problemi fark etme, problemi tanımlama ve sınırlandırma,
problemin çözümüne yönelik hipotezler ortaya koyma, hipo-
tezleri test etmek için veri ve kaynak araştırması yapma ve
hipotezleri test etme ve çözüme varma aşamalarını izlemesi
gerekir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
45. A, B, C ve D seçeneklerinde verilen ifadeler dua ede-
bilme becerisiyle ilgilidir. Ancak bu becerisiyle ilgili en temel
ilke, istediği dilde her zaman ve her yerde dua edebileceği-
dir. Bu ilke, dua öğretiminde öğrenciye kazandırılması gere-
ken en temel ilkedir.
Doğru yanıt “E” seçeneğidir.
46. Karakter eğitiminde öğrencilere sözlü törel ölçülerin an-
latılması, buna ilişkin kitaplar okutulması, alıştırmalar yapıl-
ması ve bazı kalıpların verilmesi de önemlidir. Ancak kar-
şılaştığı törel/ahlaki sorunlarında öğrenciye kılavuzluk yap-
mak, karakter eğitimindeki en etkili yoldur. Diğer seçenekler
de etkili olabilir. Fakat etkisi öğrencinin yaşadığı bir problem
üzerinde konuşup onlara rehberlik etmek kadar etkili değildir.
Çünkü karakter eğitimi sadece bilişsel bir süreç değildir.
Doğru yanıt “D” seçeneğidir.
47. Piaget’ye göre Filiz ahlaki gerçekçilik dönemindedir. Bu
dönemde olan bireyler olayın altındaki niyetleri ve genel ilke-
leri yorumlayamazlar. Sadece dışsal somut gerçekliğe odak-
lanırlar. Filiz’in cevaplandırılan soru ile cezanın doğru orantı-
lı olması konusundaki vurgusu bununla ilgilidir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.
48. Beyin fırtınası tekniği uygulanırken süreç sonuna kadar
ortaya çıkan fi kirler ve öneriler konusunda değerlendirme ya-
pılmaz. Çünkü değerlendirme yapılması öğrencilerin yaratıcı
fi kirler bulmasını engelleyeceği için değerlendirme kısmı sü-
recin sonunda yapılır. Dolayısıyla beyin fırtınası uygulanır-
ken dersin başlangıcında öğrencilerin birbirlerini değerlendir-
mesi gibi bir tutum ve davranış bu teknikle uyuşmaz ve uy-
gun değildir.
Doğru yanıt “A” seçeneğidir.
49. Soru-cevap yöntemi daha çok öğretmenin bir konunun
tekrarını sağlama, öğrenme düzeyini belirleme gibi amaç-
larla kullanılır. Tekniği etkili kullanmak için sorular aşamalı-
lık ilkesine uygun, kolaydan zora, basitten karmaşığa doğru
bir düzen içinde hazırlanmalı ve öğrencilerin sahip oldukla-
rı hazırbulunuşluk düzeyleri dikkate alınmalıdır. Bu sebeple
Sinem Öğretmen öğrencilerin hazırbulunuşluklarını dikkate
alarak kolaydan zora, basitten karmaşığa doğru soruları sor-
maya dikkat etmelidir.
Doğru yanıt “C” seçeneğidir.
50. Metin Öğretmen, öğrenci takımları başarı grupları tek-
niğini kullanmıştır. Bu teknikte sınıfta önce heterojen grup-
lar oluşturulur ve öğretmen konuyu sunar. Daha sonra takım
üyeleri konuyu birbirlerine öğretirler. Tüm gruplar öğrenene
kadar çalışma sürer. Takım üyeleri bireysel olarak sınava gi-
rer ve her üyenin aldığı ilerleme puanına göre takım puanı
hesaplanır. En çok ilerleme kaydeden takım ödüllendirilir.
Doğru yanıt “B” seçeneğidir.