30 · sanımızın kaderi, cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. vatan toprağı...

32
ŞÜN VE SANAT DERGİSİ EYLÜL - EKİM 2007 a¤›n

Upload: others

Post on 08-Sep-2019

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ

EYLÜL - EKİM 2007

aa¤¤››nn

Page 2: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ

SahibiAğın Kültür ve Dayanışma Derneği AdınaAhmet DEVİREN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüAltan İLTER

Yazı KuruluAltan İLTERAhmet DEVİRENMevlüt ÖKSÜZOĞLUMehmet ERGÖNÜL

Teknik YönetmenÖmer ÖZTÜRK

Yönetim Adresi:Ağın Kültür ve Dayanışma DerneğiHoşdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 AY.Ayrancı / ANKARATel:(0.312) 426 75 90 Faks:(0.312) 354 78 38

Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği,PTT 101843 no.lu Çek HesabıT.C. Ziraat Bankası Ankara Yenişehir ŞubesiHesap No: 39775168-5002

Gönderilen yazılar yayımlansın, yayımlanmasıniade edilmez ve telif ücreti ödenmez.

Bu dergide yayımlanan yazılardaki fikirleryazarlarına aittir.

Dergimiz Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir.

Ağın Düşün ve Sanat Dergisi, Ankara Valiliği’nin12.09.1991 gün ve 8202 yazıları ile ayda bir çıkar.

Yayın Türü: Yaygın süreli

Yıl: 17 Sayı: 189 - 190EYLÜL-EKİM 2007 Baskı Tarihi: 15/12/2007

Grafik&Tasarım: Banu KAHRAMAN0 543 782 23 74

Baskı: HAS-SOY Matbaacılık Bas. Tas. Tan. Ltd. Şti.Kazım Karabekir Cad. 95/60 İskitler- ANK.Tel: 0 312 341 59 94 / 384 03 04

Ağın Düşün ve Sanat Dergisi muhabirleri:Sait UYANIK : AğınAhmet SAMUR : İstanbul

Ön Kapak : Mehmet KABASAKAL

3-4 . . . . . . . . . . . . . . . . . . .‘Cumhuriyet Benim Karakterimdir’İ. Gürşen KAFKAS

5 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Yurt, Emekle YaratılırAdnan BİNYAZAR

6-8 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Bir Aydınlanma Savaşçısı veSanatçı Olarak Zafer Gençaydın

İsmail ATEŞ

8 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Vahşen-V (Şiir)Mustafa KAYA

9-10 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .KestanelerÖzden BAYTAŞ

10 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Boğazın Suları (Şiir)Fatma Yaşar ÇAKAR

11 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .ManilerAv. Fikret MEMİŞOĞLU

12-14 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Bir Mehmet Kabasakal Vardı...Hüseyin KABASAKAL

15 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Cumhuriyet Bayramı (Şiir)Dr. Galip UZUNCA

16 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Genç Kyros’un YazgısıMutahhar AKSARI

17 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Salkım SumakGürol KORKMAZ

18-19 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .HediyeFeridettin ATATUĞ

20-23 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Sekiz Sütuna Bir ZarfŞerif AYDEMİR

24 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Sarıcan Çobanları (Şiir)

Hüsnü AYDOĞMUŞ

25 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Neden Aydınlatamadık?Hasan Güner GÜLER

26 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Türküler Dolusu (Şiir)Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

27 . . . . . . . . . . . . .Ağın Kaymakamlığına Soner Zeybek Atandı

27 . . . . . . . . .Cumhuriyet Bayramı Ağın’da Coşkuyla Kutlandı

28 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Hipertansiyon

29 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .FıkralarFevzi ŞENER

30 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Haberler

31-32 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Doğumlar-Evlenmeler-Ölümler

SAYFA İÇİNDEKİLER

Page 3: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 3Eylül-Ekim 2007

84 yıl önce gücünü ulusundan alan, insanhaklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyalbir hukuk devleti olan Cumhuriyet kurulmuş-tu. Asırlarca teba olan insanımız, demokrasiy-le çağdaş bir yurttaş/birey olmuştu.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti dö-nüştürücü bir değişim sürecinden geçiyordu.Birey Cumhuriyetle serbest düşünce yanlısıolmuştu. Mustafa Kemal’e göre: “Demok-rasi ilkelerinin en çağdaş ve mantıksal uy-gulamasını sağlayan hükümet şekli Cum-huriyetti.” Kamunun yarar ve çıkarı düşün-cesinin öncelikle görüldüğü bir yönetim şek-li olan Cumhuriyet, onca güçlükler aşılarakkuruldu.

Cumhuriyet yönetiminde egemenlik ko-şulsuz ulusundur. “Misak-i Milli” ile ulusalandını; “Teşkilat-ı Esasiyle” de ülkenin belir-gin biçimi anayasa ile şekillenmişti. MustafaKemal 84 yıl önce, “Beyler yarın Cumhuriye-ti ilan ediyoruz” demişti. Bu tarihi duyuruulusal egemenliğimizi müjdeliyordu. Ülkeninöz kaynaklarının kullanım ve yönetim şeklihalkın temsilcileriyle olacaktı. Bugün, siyasive ekonomik erkin birlikteliğiyle halkın özkaynaklarının satılması, paylaşılması, içte vedışta teslimiyetçi duruşu ülkeyi güç durumdabırakmaktadır.

Laiklik ilkesinin temel alındığı Cumhuri-yet, yargı bağımsızlığı ile biçimlenip teolojiye

(dinsel) geçit vermezliğiyle bilinir. Ne yazıkki bu kavramlarda da yönetilmemizde sis per-desi yer almaktadır. Cumhuriyetin oluşumşeklinin zedelenmemesi için “hukuk devletiniegemen kılmak” ilkesi 1961 Anayasası’na ko-nulmuştu. Amaç, dinin siyasete alet edilmesi-nin önlenmesiydi.

* * *Cumhuriyetin içeriği, laik, demokratik ve

sosyal bir hukuk devleti ilkesiydi. Bu temeldüşünce, Mustafa Kemal’in İstiklal Sava-şı’nın başlangıcında Samsun’da söylediği“Halk için/Halka doğru/Halkla beraber” kav-ramlarıydı. O, toplumun (halkın) gönencini(huzurunu) istiyordu.

Ulusumuz, içten ve dıştan gelebilecek ge-rici, bölücü ve yıkıcı tehlikelere karşı her za-man dikkatli olmalıdır. Dün olduğu gibi bu-gün de emperyalist güçler birleşerek, her tür-lü entrika, karmaşa, yüzsüz davranış, kışkırtı-cı ve karıştırıcı yöntemleriyle ülkemizin kimiinsanını başkaldırmaya yönlendiriyorlar. Et-nik ulusçuluk ve şeriat özlemi, aymazları te-röre doğru itiyor. Sömürgecilerin maşası bir-takım çıkar çevrelerinin laikliğe ve ülkeninbölünmez bütünlüğüne saldırıları, ülkeninsabrını taşırmaktadır.

“Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi” olanbir yönetim biçimidir. Hizmet etmek, kul ol-mak ve emre uymaktan öte görevi olmayan in-

CUMHURİYET BENİM KARAKTERİMDİRİ. Gürşen KAFKAS

Page 4: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurdaşehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-lerin yanı sıra, ırmaklar dolusu kan aktı, nicecana mal oldu. Mustafa Kemal’in “en büyükeserim” dediği Cumhuriyet, bugün gölgeli, islive puslu duruşuyla ülkenin içinde bulunduğuterör çıkmazına ve şehitlerine ağlıyor…

Kardeşin kardeşe kırdırıldığı bugünkü or-tamı yaratan ABD ve AB ülkeleri, bıyık altın-dan gülüşleriyle amaçlarına ulaşma tuzakları-nı kurmaktadırlar. Dün Cumhuriyetin kurul-masında ve korunmasında canlarını feda edenTürk ulusu, bugün de aldığı bu kutsal emane-ti korumak için ölümü pahasına karşı koya-caktır. Kars’tan Edirne’ye kadar her ilde ve il-çede teröre tepki, şehidine saygı toplantılarıulusal direnişin birlik sesidir. Türk ulusu,Atatürk’ü sevgiyle yüreğinde taşıyarak veonun kurduğu Cumhuriyeti, çağdaş ve saygınkonumda yücelterek yoluna devam edecektir.Hiçbir tuzak ve amaç Cumhuriyete zarar ve-remeyecektir. Atatürk’e, onun ilke ve devrim-lerine yürekleriyle inanan Türk ulusu, güç-lükleri birlik ve dayanışmayla aşacaktır. Ulus-ça Atatürk’ün izinde yürümek, Cumhuriyetiyaşatmaya ant içmek, 73 milyon insanımızınyükümlülüğüdür.

* * *Cumhuriyet coşkumuz, ülkemiz insanının

içini dağlayan terör vahşetiyle gölgelenmiş-tir. İç ve dış işbirlikçilerin yeniden diriltmekistedikleri “Sevr ve ayrılıkçı girişim” ülkemi-zi bölme istek ve çabalarıdır.

Çağdaş, yenilikçi ve yenileşmeci yönüy-le Türk ulusunu, dış etmenlerin sinsi proje-leriyle “ılımlı İslam devleti” kimliğine dö-nüştürme uğraşı adım adım ilerlemektedir.Koşullar ne olursa olsun, ülke olarak Ata-türk ilke ve devrimlerinden, aydınlanma fel-sefesinden, laiklikten, devlet ve ülkelerinbölünmez bütünlüğünden ödün verilmeye-cektir.

Cumhuriyet ile birlikte bilimin ve kültü-rün yol göstericiliği; çağdaş bir ulus olma-nın temelini oluşturmuştur.

Türk ulusu birlik ve beraberliğini boza-cak her tür girişim, teröre ve başkaca tuzak-lara karşı ayakta duracak güçtedir. “Cumhu-riyet benim karakterimdir” diyen Atatürk,özgür yaşamını, davranışını ve onursal yapı-sını yüce Türk ulusunun özlemleriyle örtüş-türerek dile getirmiştir.

Ulusumuzun kültürel değerlerini, dirençnoktalarını kırmak isteyen çıkarcı, küreselgüçlerin politik hedeflerine ve ateşli istekle-rine malzeme olmaya izin verilmeyecektir.Sömürgeci güçlerin yayılmacı-çıkarcı istek-lerini gerçekleştirmek için ürettikleri kirlipolitik ve dini eylemler, söylemler boğazla-rına dizilecektir.

Bugün söz konusu olan Türk ulusununvazgeçilmez bütünlüğüdür. Ulusal birlik, bü-tünlük ve dayanışma Cumhuriyetimizin 84.yılının vazgeçilmezidir.

84 yaşındaki yüce devlet çınarımızı süsle-yen Cumhuriyet Bayramımızı en içten duygu-larla kutluyorum.

4 ağın Eylül-Ekim 2007

Page 5: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 5Eylül-Ekim 2007

Uzakta mor dağlar.Ege sularının ipiltisi çamların arasından odala-

ra vuruyor.Sonsuzu göster deseler, gök boşluğuna bak-

mam, denize bakarım.Oturduğumuz terasta, dalgaların kayalara çar-

pan serinliği tenimizi okşuyor.Bu yaz teni okşananlar arasında Ahmet Ka-

basakal yok! Yaşamın sonsuz ışığı, dünyanın kirinden pa-

sından aldı, iç aydınlığında eritti onu.Evinin dingin salonunda oturur, diktiği çamla-

ra bakardık. Yel estikçe odalara melisa kokularıdolardı.

Onsuz bir öğle sonu, koku arka balkonlardaesti. Eşi Ülker Kabasakal,

“Ahmet’in diktiği melisalar çiçek açtı!” dedi.Öyle anlar var ki, en sıradan söz, insanı hüzne

boğuyor…* * *

Ahmet Ağabey’le, kendi diktiği çamlarla se-rinleyen kıyı evlerinin salonunda denizin sesinidinlerken, Pablo Neruda gelirdi gözümün önüne.

Neruda, ölmeden birkaç dakika önce, “Deni-zin sesini duymak istiyorum,” demiş, yatağınınpencere önüne çekilmesini istemişti.

Hep düşünürüm; insan, son anında bakar dane görür denizde, kulağında göç davulu çalar-ken?..

Yüz yıl da yaşansa, hayat anlık görüntülerdir.Andre Gide, yıllar önce okuduğum “Dünya

Nimetleri” adlı romanında “Mutluluk anlardadır”diyordu.

Neruda son anlarında hangi mutluluğun ardın-daydı, neyi görmek istemişti?

Toprak, sözün üstünü örter. Ahmet Ağabey neler görüyordu da, uzun dalıp

gitmelerinde gözünü ayıramıyordu Ege’nin dirisularından?..

Çamların esintili deniz maviliğinde, Neru-da’nın melisa kokulu sesini mi?..

* * *Ege’nin bir kıyısında, mavi beyaz dalgalı baş-

ka bir koy.

Yılları birlikte geçmiş kişiler toplaşıp o koydamekân tutmuşlar.

Her evin küçük bir bahçesi, o bahçelerde nar,limon, portakal ağaçları var. Daha ilk gençlikleri-ni yaşayan ağaçların narin dallarından limonlar,bebek yüzlü narlar sarkıyor.

Onları üretenlerin yüzlerinde, sevdikleri can-da can bulmuşların mutluluğu.

Şükrü Berber’in bahçesi, bahçelerin en ba-kımlısı. Çimeni ışık saçıyor. Bahçede bir-iki mey-ve ağacı da var. Ötesi çam ormanı…

Orman diyorsam; gözünüzün önüne avuçiçi kadar plastik kaplar getirin. Kapların her bi-rine çam yavrusu fidelerin dikildiğini görecek-siniz.

Sanki çam fideleri değil onlar, toprağın dölyatağında üretilmiş ağaçbebekler…

Kimse ondan böyle bir şey istememiş. O, gö-nüllü yetiştirdiği binlerce fideyi, dikilir hale ge-lince götürüp orman dairesine bağışlıyor.

Böylece bir ormanın daha temeli atılıyor dağyamaçlarında.

* * *İki yıl sonra… Kıyıyı kucaklayan dağlara ba-

kıyorum. Yeşil yamaçların yerini kel dağlar almış. Yan-

gın, kavrulmuş iskeletlere döndürmüş çamları.Önümüzdeki yıllarda da dağları alevler sara-

cak.Dün olanın yarın da olacağını kimse aklından

geçirmiyor.Gün kurtarılsın yeter!İftar çadırları aldatmacasında nasılsa öyle…Ramazanda doydu; on bir ayda ne yiyecek, ne

içecek bu halk?..Açlığa mahkum et; sonra önüne üç-beş kap

yemek koy, doyurdum de onu!Yurt, erdemle, emekle yaratılır, sadakayla de-

ğil!Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın ardından

başlattığı Aydınlanma devrimi, halkın erdemiyleayakta kalmış, emekle bugünleri bulmuştur.

Sonsuza da çamlarda emeği olan gerçek yurt-severlerin emeğiyle erecektir.

YURT, EMEKLE YARATILIRAdnan BİNYAZAR

Page 6: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

(Geçen sayıdan devam)

O halde, özgür insan yetiştirmenin en ekono-mik ve kısa yolu sanat eğitiminden geçmekte-dir. Sanatın, sezgi nedeniyle bilime de öncü-lük yaptığını biliyoruz; çünkü özgür düşünce,üstün sezgisel güç, her şeyin itici gücüdür.Bundan 150 yıl önce Jules Verne “Ay’a Seya-hat”i yazdığı zaman alay konusu olmuştu. Sa-nat eğitimi aynı zamanda ahlak eğitimi ile deilgilidir. İnsanın ruhu, insanın duyguları hazla(sanattan kaynaklanan estetik haz) beslendiğizaman kötülük düşünemez”11 der.

Gençaydın’ın ayırt edici özelliklerindenbirisi de; hem sanatında hem derslerinde çizi-me ve “desen”e ayrı bir önem vermesidir. Birsanatçının kullandığı sanatsal dil ne olursa ol-sun, soyut, figüratif veya kavramsal, onun do-ğa objesini iyi tanıması gerektiğini düşünürGençaydın. Plastik sanatlar alanında yeterlialtyapıyı kurmadan, formasyon sahibi olma-dan nesneyi deformasyona uğratma, bir başkadeyişle doğa nesnesini sanat nesnesine (for-muna) dönüştürebilmek olası değildir. Sanat-çıların çoğu; desen, portre, eskiz, etüt gibi ya-pıtların arka planına ait görsel notlarını pekgöstermezler. Sanat izleyicisi de bu durumukanıksamış durumdadır. Gençaydın, tuvallerive karışık malzeme ile kağıt üzerine yaptığırenkli resimleri ile açtığı çok sayıda kişiselsergisinin yanı sıra, 1984’de Dokusanat Gale-risi’nde12 ve 1990 yılında Galeri Sanat Ya-pım’da “desen” sergileri de açar. Belki de, ha-

reket alanını genişlettiği ve onu rahatlattığıiçin, desen çalışmalarında da tuvallerinde ol-duğu gibi büyük boyutlu yüzeyleri terciheder. Doku Sanat Galerisi’nde sergilenen veçoğu sanatçının yakın çevresindeki kişilerinportre-desenlerinden oluşan sergi için KayaÖzsezgin: “Gençaydın’da ışığın ve karanlığınoluşturduğu karşıt etkiler, bu desenlerin yalınkompozisyon şeması içinde de varlığını sür-dürüyor. Boğuntulu ve karabasanlı ilişkiler-den, trajik deneylerden türemiş olan bu siyahdesenler, kalemin kâğıt üzerindeki parlakyansımasını ışıkla birlikte emiyor ve ona kü-çücük bir aralıktan, bir ‘dizonans’ dışarı gön-deriyor. Dingin; fakat oldukça yüklü bir olu-şumun, sınırsız mekânlar içindeki gizligücü,bu ışıkla varlığını kanıtlama, etkisini dışa vur-ma olanağını da ele geçirmiş olur” der ve budesenlerin “sanatsal anlamdaki çizim seçkin-liğinin olduğu kadar, çağdaş resmimizdeki di-namiğe de bir yönüyle ışık tuttuğunu”13 vur-gular. Galeri Sanat Yapım’daki sergide ise sa-natçının 1970’li yıllarda yaptığı çok sayıdakideseninden özellikle nü çalışmaları arasındanseçilerek oluşturulan 20 adet nü deseni yeralır. Rengin çeldirici üstünlüğünden arınık,salt kurşun kalemin olanakları ile yaratılan budesenler; “nasıl usta sanatçı olunabilir” soru-suna bir yanıt olarak gösterilir.14 Gençaydın,Devlet Resim ve Heykel Sergileri ile DYO veTPAO Resim Yarışmaları gibi jürili sergiler-den aldığı pek çok ödülün yanı sıra 1983 yılın-

6 ağın Eylül-Ekim 2007

BİR AYDINLANMA SAVAŞÇISI VE SANATÇI OLARAK ZAFER GENÇAYDIN

İsmail ATEŞ

Page 7: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 7Eylül-Ekim 2007

da Meteksan’ın düzenlediği desen yarışmasın-da da “Büyük Ödül” alır. Gençaydın’ın desençizimleri ile boya çalışmaları ve karışık mal-zeme resimleri arasında, sanatsal üslup ve elealış bakımından pek bir fark görülmez. Bir tür“resimsel yazı” dili geliştirmiştir sanatçı.Spontan ve hızlı çalışma yöntemi ile karşılaş-ma anında izleyiciyi konunun özüne çeker.“Devingen yaşam kesitleri, zıt renklerin karşıtetkileri ile iç gerilimi yükseltirken, çevreyisaran renk tonlarının yumuşak geçişleri, ko-nuyu dingin ve dengeli anlatıma ulaştırmakta-dır.15 Gençaydın’ın sanatı için doğa nesnesiçıkış noktası olmasına karşın, resmini yapma-ya başlar başlamaz zihninde soyutlar onu. Si-multane çeviri yapar gibi, doğa nesnesini sa-nat formuna dönüştürür. Kalabalık içerisindeyürürken bile sel gibi akan insanları bir nevilekeler düzeni” olarak gördüğünü söyler sa-natçı.16

Gençaydın’ın resimlerini, “dünyayla uzla-şamıyor olmanın gizli günlükleri” olarak nite-leyen İnci Aral, 1983’te Ankara Kibele SanatGalerisi’nde açılan sergiyi izledikten sonra:“Kendini ele vermemek için sakınık duran;ama aynı zamanda bağırarak kendine çağıranbir hırçınlıkla dolu hem çekici hem itici olabi-len bu resimlerle ilişki kurabilmek amacıyla,onları kendim için yeniden yaratmayı deniyo-rum: uzun uzun dolaşıyorum üzerlerinde -Akira Kurasowa’nın 1990 tarihli Düşler fil-minde Van Gogh (oyuncu Martin Scorsese)son resmi ‘Buğday Tarlası” tablosu içinde do-laşır. (İ.A.) Yollar yürüyor, bayırlar aşıyor, ır-mak boylarında geziniyorum. Bir ağaç yap-raklarını döküyor içime. Sarı bir çiçek açıyor

zamansız. Bir tel ses veriyor incecik. Bir bu-lut çabucak biçim değiştiriyor. Beklenmedikbir yağmur başlıyor. Koşuyorum”17 diye sür-dürdüğü yazısında izleyici-sanat yapıtı özdeş-leşmesinin ilginç bir örneğini ortaya koyar.Aral, aynı yazının devamında, romancı kimli-ğinden bir parça sıyrılarak sergideki resimlereilişkin nesnel bir değerlendirme yapmayı dadener: “İnsanın doğadaki benzersiz uyumakatılmak için duyduğu güçlü istek acı dolu biruyumsuzluğa dönüşebilir her zaman. ZaferGençaydın, bilgece bu dönüşüm anını yakala-yabiliyor işte. Bunu yaparken olabildiğinceyerel bir tavır takınıyor. Canlılığıyla, sıcaklı-ğıyla, dokusuyla, ayrıntısıyla, tuval üzerindeoluşturduğu dramın dozuyla, güncelliğiyleyerli onun resmi; ama aynı zamanda çağdaşda, insanı kavrayış ve özgünlüğüyle.”18

Hareket noktası ‘insan - doğa - yaşam’olan Gençaydın’ın resimleri son tahlilde doğabiçimlerinin sanat biçimlerine tercüme edildi-ği renk ve organik biçim ilişkilerinin ön pla-na çıktığı, dolayısıyla da ırk, eğitim ve kültürfarklarından bağımsız olarak, “insanın temelgüdülerine” yönelen soyutlamacı veya soyutsanat kategorileri içinde konumlandırılabilir.Soyut resim, bir yandan çağdaş yaşamın mad-di unsurlara daha fazla ağırlık veren yönünekarşı ortak bir panzehir oluştururken, diğeryandan da farklı yapıdaki insanların iletişimkurabilecekleri ortak bir dil, evrensel bir ifa-de tarzı oluşturmaktadır. Gençaydın’ın sanatıile örtüşen bu ortak ifade biçiminin “teknolo-ji ve insan karşıtlığının dengelenmesi” bakı-mından, kaçınılmaz bir şekilde yaşamın bütünalanlarına etki etmiş olan makinalaşmaya, bir

Page 8: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

yandan tepki verirken, diğer yandan da onainsani bir boyut katar ve makine yaşam kar-şıtlığını dengeleyen yaşamsal işlev yüklenir.“Entelektüel yoğunluğu yüksek, soylu vekendi türünde benzersiz resimlerin”19 ya-ratıcısı Zafer Gençaydın, dünyanın her yerin-deki insanı derinden kavrayabilen güçlü vediri bir sanatın yaratıcısıdır.

8 ağın Eylül-Ekim 2007

DİPNOTLAR* Prof. Dr. Mehmet Cemil Uğurlu (1926-2003), Ankara

Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi. (Şiir, Ocak1989’da “Zafer Gençaydın’a saygıyla” ibaresiyle yazarıtarafından sanatçıya ithaf edilmiştir.

1 Erzen, Jale. “Gençaydın ile görüşme”, Boyut Dergisi,Haziran 1984, Ankara.

2 6 Nisan 2007’de sanatçıyla, Beytepe’de yapılan sözlü gö-rüşme.

3 Aynı görüşme.4 Erzen, Jale, “Gençaydın ile Görüşme”, Boyut Dergisi,

Haziran 1984, Ankara.5 Aynı Yazı.6 Aynı Yazı.7 Aral, İnci. “Zafer Gençaydın”, Aydınlık Gazetesi, 26 Mart

1979, İstanbul.8 Aynı Yazı.9 Aynı Yazı.10 Canpolat, Naci. “Zafer Gençaydın’la Söyleşi”,

Asomedya Dergisi, 2002, Ankara.11 Aynı Yazı.12 Adnan Turani ile Ortak Sergi.13 Özsezgin, Kaya. “Sergiler”, Milliyet Sanat Dergisi, Ekim

1984, İstanbul.14 Erinç, Sıtkı. “Zafer Gençaydın’ın Desenleri”, Sanat

Çevresi, Mayıs 1990, Ankara.15 Giray, Kıymet. “Sergi Değerlendirmeleri”, Boyut

Dergisi, Mayıs 1985, Ankara.16 Önal, Günseli, “Resimde Coşku, Gerilim, Çelişki”,

Cumhuriyet Gazetesi, 12 Şubat 1989, İstanbul.17 Aral, İnci. “Zafer Gençaydın’ın Resimlerine Bakarken”,

Cumhuriyet Gazetesi, 17 Haziran 1983, İstanbul.18 Aral, İnci. “Zafer Gençaydın’ın Resimlerine Bakarken”,

Cumhuriyet Gazetesi, 17 Haziran 1983, İstanbul.19 Karaesmen, Erhan “Plastik Sanatlar”, Gösteri Dergisi,

Nisan 1987, İstanbul.

VAHŞEN-VMustafa KAYA

dolunayın düştüğü geceydiköye geldiğim günvahşen turuncu gülümsüyorköy o mistik sessizliğinde ve bir orkestraağustos böceklerinden..

müşide abla’nın balkonuna dizildiksaatler nasıl geçti bilmedikyarı yıkık yarı ev sokak aralarındanselam vere vere geçtikherkes eşikteydiherkes birbirine sordugece dolunayla uzundu…

cirik’ten gelen sudaha azalmıştıve kaya dayının evi yokturahmetli babamın evi dekerpiçleri taze üç katlı evimizyerle bir olmuşyılların içinde…

karşı harmanlarda evlergurbetin çocuklarışehri taşımışlardoktor kemal ve yahyaabdülkadir abihasan fehmi’nin kardeşi ihsanve oğlu coşkun’unosmik gillerden cahit’inhakkı’nınmehmet karaoğlu’nun daha ismini hatırlamadığımevler çil çilziyaret ettim bir bir...

ne zaman önünden geçsemdedemin olmayan evininiğde ağacını venar ağaçlarını hatırlarımyerinde başka yeni bir evimam gilin ibrahim’in dediler...

hakko üniversitesi’ne uğradımaçık oturum-forum-panelhararetli bir akışoluk sayınca çeşmenin konuklarçınarın yaşını tartışıyorlartebessüm ettimseslerin yükselmesindenaskere gittiği yıl dan mış falanınyok filanın evlendiği yıl mış dikilmesiçınarın.saatlerce dinledim kararsız dağıldılar…

Page 9: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 9Eylül-Ekim 2007

Evimizin kış odasını, yıllar geçmesinerağmen çok iyi hatırlıyorum. Köşk deni-len, iki basamakla çıkılan bir oda, dahaaşağıda bir başka oda... Köşkün altı ahır...İçinde inekler, tavuklar, bir horoz ve bireşek yaşıyor.... Köşkte yeşile boyanmış,kabara denilen çivilerle süslü tahta birsandık. Üzerinde, her akşam serilip günağarınca toplanan yatak, yorgan ve yastık-lar yığını... Yerde 3-4 kanat yan yana seril-miş Antep kilimleri, bir tahta sedir. İçinehasır otu doldurularak yapılan duvar yas-tıkları var. Yastıkların örtüleri kanaviçe iş-lemeli ve dantelli.

Aşağı odada kapı arkasında “çark” de-nilen, gerektiğinde içinde banyo yapılıp elyüz yıkanan, gerektiğinde bulaşık yıka-nan, kenarları betondan yapılan bir çu-kur...

Çarkın üzerinde üç sıra halinde tahta-dan raf... Bakır kaplar ve dışı kapkara, içigümüş gibi parlayan birkaç tencere. Kap-ların altında gazete kâğıtlarından dilimlidilimli kesilmiş örtüler... Bir kenarda, sa-dece komşular akşam oturmasına geldik-lerinde yakılan teneke soba... Yerde cicimdenilen turuncu siyah çizgili bir yaygı.Kenarlara dizilmiş, her biri başka desenliyüzlerle kaplanmış çaput minderler... Kar-şıda köy ocağı, ocağın iki yanında içinekepek basılmış iki yastık, davlumbazın ra-fında bir çalar masa saati, reyhan ve kurumaydanoz kutuları, yanında nereden gel-mişse Fevzi Çakmak’ın posteri... Baba-

mın, hakkında hiçbir bilgisi olmadığı Fev-zi Çakmak... sadece “babayiğit” diye sev-diği Fevzi Çakmak.

Duvardaki çivide 5 numara gaz lamba-sı... Direkteki çiviye takılı gazyağı şişesi...Öbür direkte tahta bir kaşıklık asılı, içindeev halkına yetecek kadar tahta kaşık vekepçe var...

Duvarlar bembeyaz ve tertemiz. Aynızamanda ders çalışırken masa yerine dekullandığımız, iki büklüm çalıştığımız ek-mek tahtası duvara dayalı.

Karşı duvarda saatli maarif takvimi…Günde bir yaprak koparılıp okunan tekeser.

Sobanın kenarında evin sevimli kedisi,diğer kenarında ayakabıdan su çektiği içinıslanan ve her akşam yeniden yıkanıp ku-ruması için serilen yün çoraplar...

Kış odamızı böyle tanıttıktan sonra, ya-şadığımız bir olayı anlatmak istiyorum:

Yıl 1956… Ortaokul öğrencisiyim. Ta-rih öğretmenimiz Bursalı Mehmet TaşkınBey... Ağın’a bekâr olarak gelmiş. Anne-annem (Şehirli Bacı) öğretmenin yemeği-ni pişiriyor. Bazen bizim evde Ağın’ın de-yimiyle nakışlı bir yemek pişerse bir tabakda öğretmene götürüyor ikram olsun diye.

Derken yarıyıl tatili geliyor, öğretmenBursa’ya gidiyor. Döndüğünde hediyeolarak bir kesekâğıdı dolusu kestane geti-riyor bize... ‘Bunları kızgın küle gömün,pişince kabuklarını soyun ve yiyin’ diyede tarif ediyor.

KESTANELERÖzden BAYTAŞ

Page 10: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Ocakta yarı kor, yarı kızgın kül. “Kö-pürköz” deriz ya... Kül yığınının ortasınıçukurlaştırıp içine kestaneleri boşaltıyo-ruz. Üzerini kızgın külle kapatarak, piş-meye bırakıyoruz tarife uygun olarak...

Hepimiz merakla bekliyoruz kestane-ler pişecek diye... Ne tadını biliyoruz, nehuyunu...

Çeyrek saat geçmeden “bum!” diye birtanesi çarkın duvarına çarpıyor, kurşunatılmış gibi bir delik açılıyor. Arkadan biridaha... Bacaya doğru gümleyip gidiyor.Derken, ev savaş alanına dönüyor. Pat,pat, pat!...

Kestaneler özgürlüğüne devam ediyor,hepimiz şaşkın şaşkın birbirimize bakıyo-ruz. Bu arada dedem her patlamada:

- Ullaaaaaa!.. diyor.Babam, köşedeki kepek yastığı pence-

reye bastırıyor cam kırılmasın diye.... Biryandan da bize:

- Ocağa arkanızı dönün, gözünüze mu-kayyet olun! diye bağırıyor. Annem:

- Arada ortada kala böyle kestane, ge-tirmez olaydın herif, duvarlar hep yere in-di! diye söyleniyor.

Kestanelerin tamamı görevlerini bitir-diklerinde, tertemiz ev kül yığını, toz, top-rak, kömür parçaları ile rezil durumda....Savaştan yara almadan kurtulan, sadecebabayiğit Fevzi Çakmak ile zilli masa sa-ati...

Devrisi gün anneannem yemek yap-maya gittiğinde öğretmen soruyor:

- Şehirli Bacı, kestaneleri yediniz mi,beğendiniz mi?

Anneannem:- He anam he!.. Hele sus, hele sus!..

10 ağın Eylül-Ekim 2007

BOĞAZ’IN SULARIFatma Yaşar ÇAKAR

Boğazın suları…Al götür İstanbul’unTüm günahlarını,Sinsi sinsi akarken derinden derineBin bir ağıt, bin bir öyküVar koynundaNasip alan, nasip veren oldunYine de sen kazandınHer öykünün sonunda.Ayışığında, yılankavi, parlayanPürüzsüz bir yol gibi yüzünNe tatlı şarkılar doğarGecelerinden sabahaÂşıklar sende bulurArzulanan teselliyi.Sen mavi çiçek tarlasıMartıların beyaz kelebekBeslenirlerArıların çiçeğindenBal alırcasına sendenKıyıların erguvan çiçekliPembe pembeCoşkulu yaşatırlar baharıGönüllerimizde.Yasemin, hanımeli kokuluYediveren gülleri bahçelerindeBir gece geçersen tekneyleKıyılarındanHazin şarkılar taşarEvlerden, yalılardanRenk renk ışıklarlaDonanmış kafelerindenBilmem ömür uzar mıBu güzelliklerdeUmut etmeli miÖmrün sonu gelenler de.

Dönmek yok, artıkHiç kimse için artık geriye.

14 Aralık 2006 - Ayvalık

Page 11: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 11Eylül-Ekim 2007

Alma yanı, alma yanıKızarmış alma yanıNasıl kabre koyarlarMuradın almayanı

Bahçemi yar, bahçemi yarŞenelttin bahçemi yârAğzından gül kokuyorİçerim bahçe mi yar

Böyle bağlar, böyle bağlarYâr başın böyle bağlarGül açmaz bülbül ötmezYıkılsın böyle bağlar

Buda beni, buda beniKes beni buda beniZülfün ejderha olmuşKorkarım yuda beni

Budala, budalaBülbül konmuş bu dalaOlmuşum yâr delisiBana derler budala

Düşmemeye, düşmemeyeAk süt em, düş, memeyeDüşenin dostu olmazCeht eyle düşmemeye

Dil yare, dil yareDudak yare, dil yareGözüm yâri görürseNeler söyler o yâre

Acıyaydı, acıyaydıYâr bana acıyaydıSineme ok değmediBu nasıl acı yaydı

Bayah geldim, bayah geldimSinene dayah geldimDilim der bin yaşadımGönlüm der bayah geldim

Bahtiyarım, bahtiyarımGönülde tahdı, yarımYüzünde göz izi varSana kim bahtı yârım

Ben diyemem, ben diyememÖlürüm ben diyememAl yanakta diş yeriBen buna ben diyemem

Çimen yerde, çimen yerdeSu çıkar, çimen yerdeYârıma daldalanamSoyunup çimen yerde

Dolan gözler, dolan gözlerDalanmış dolan, gözlerBana derler ağlamaDurmuyor dolan gözler

Dil meze, dil mezeDudak meze, dil mezeGönül verdim bilmedimKadir kıymet bilmeze

MANİLER*

Av. Fikret MEMİŞOĞLU

* Harput Halk Bilgileri, Elazığ Kültür Derneği Yayınları No: 2, Elazığ 1995, sh. 120-121

Page 12: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

(Geçen sayıdan devam)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜMA. ÖLÜMDEN YAŞAMA1. Ağın’dan Ayrılış4:Ağın’dan ayrıldıktan sonra içimden, “bu

belki de son ayrılışımdır” diye düşünüyor-dum. Kalbimdeki sızı, bu son ayrılığın yarattı-ğı uğursuz bir önseziden kaynaklanıyordu.Dolayısıyla kurtuluş umuduyla gittiğim İstan-bul’a varışıma sevinmem gerekirken, neşele-nemiyordum. Yüzüm gülmüyordu...

Bu üzüntülerle Elazığ’a geldim. Belki der-dime çare gösterir diye Vehbi (Çoker) Bey’ebaşvurdum. Olumsuz karşılık alınca, son hız-la canımı trene atmak suretiyle kendimi avut-muştum. Tren son hızıyla gidiyor, dağlar, tar-lalar yuvarlanıp geride kalıyordu. Yolcular,kompartmanlarında şarap içerek neşelenirkenbenim içimi burkan üzüntülerim sürüp gidi-yordu. Acaba durumum ne olacak sorularıylahayale dalıyordum.

“Tren çabucak İstanbul’a varıyor,Benim kalbim içerimde eriyor.Zalim derdim yüklenmiş de yüzümeYüreğimi didik didik eziyor.”

7/8 Şubat 1935 gecesi saat 03.00’te dün-yanın güzellik ve şirinliğiyle tanınan İstan-bul’a vardım. Pırıl pırıl ışıklar altındaki iç açıcıgörünümü anlatabilmek için kalemim yeter-siz kalır. Kavuştuğum bu sonsuz güzelliklerkarşısında bile gönlüm kırık, duygularım bu-

ruktu. Kendimi avutacak bir ışık görmektenyoksunluğum altında, perişan durumumlaamcalara (Yusuf Akın) indim:

2. Umuda Doğru Koşma:O sabah perşembe günü, hemen Gülha-

ne’ye (o dönemde bu hastane Sarayburnu’ndabulunuyordu) gittim. İlaç kokan muayene sa-lonunda dolaşırken, kendimde bir korku, sıt-ma ürpermeleri duyuyor, doktorun gelmesinibekliyor ve düşünüyordum.

“Dünyaya gelmiştim gülmem içinBen hep ağlıyorum bilmem ne içinYetmez mi artık çektiklerim?Şu iki günlük ömrüm için.

Şu dünyada hiçbir vefa görmedimŞirin bahçelerinden güller dermedimNimetiyle bir lahzacık gülmedimNedir çektiklerim Yarab bilmedim.

Gurbet eli oldu benim meskenimAcep şifa bulacak mı şu zalim derdim?Yoksa bu dert nedeniyle ölecek miyim?Felek pençesiyle bir gün, gidecek miyim?

3. İlk Muayene:Mim Kemal Bey’in muayenesiyle hastalı-

ğın geri teptiği, ameliyata gerek olmadanröntgen tedavisi yapılması, bunun için ŞişliEtfal Hastanesi’ne gitmemin gerektiği ortayaçıkmıştı.

Önü pazar (hafta tatili) olduğundan, cu-martesi günü Beyoğlu’na giderek orada nice

12 ağın Eylül-Ekim 2007

BİR MEHMET KABASAKAL VARDI…Hüseyin KABASAKAL

4 Birinci bölüm, B bendi 2. fıkrada belirtilmiş olan rahatsızlığın geri tepmesi dolayısıyla tedavi için Ağın’danayrılışıdır.

Page 13: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 13Eylül-Ekim 2007

acılarla boğuştuğum şu yaşamı uzatmaya ça-lışacağım.

“Sabahtan okunur ezanAcep kimdir mezar kazan?Azrail’in yoktur suçuTanrı’dır yazıyı yazan.”

Cumartesi günü Etfal Hastanesi’ne gittimve doktorları gördüm. İki tane ilferd filmi is-tediler. Aldım, getirdim. Çenemin filmini çek-tiler. İşlemi ertesi güne attılar. Pazar günü ho-calarına götürdüler. Bu, bir Alman idi.

İyi bir muayene ve incelemeden sonraFransızca bir şeyler konuştular. Bundan son-ra röntgen odasına götürdüler. On beş daki-kalık ışın masajında tuttular. 12 Şubat1935’de başlatılan bu tedavi, cumartesi, pa-zar tatil günleri dışında, 28 Şubat’a kadarsürdürüldü.

Masajlardan sonra kimi kez dayanılmazacılar duyuyordum. Şiş de yavaş yavaş yu-muşuyordu. Röntgen kabul görevlisi dört re-sim getirmemi istemişti.

Sağ tarafta hafif ağrılar başlamıştı. Baka-lım Mevla ne gösterecek?

Gâh Mevlüt Efendilerde gâh Yusuf Amca-larda kalıyordum. Nerede yatarsam o yöredekikahvelerde akşamı yapardım. Öğle yemekleri-ni dışarıda yiyordum. Günler bu biçimde geçi-yor, iç sıkıntılarım, acılarım benden ayrılmıyor-du. Ağrılarım bazen diniyor, bazen sürüyordu.

“Alın yazım şu dünyada karadırHicranlı kalbim tedavisiz yaradır.İstanbul’a geldim derdim azıyorAcep Mevlam bana neler yazıyor?

Kendim İstanbul’da hayal Ağın’daNe cazibe vardır kuru dağında

Yaşam saklı bostanında, bağındaNe güçler var kaymağında, yağında.

Ey Mahmut’um özlerim seniHüdaya emanet eylerim seniBir kerecik hatırladın mı beni?Aklına gelmezsem olursun deni (alçak).

Kadir Mevlam affet beni buradaCehennemde yakma, kaldım aradaDertli Mehmet, söylemek de pek acıDoktor bile bulamıyor buna ilacı.

Yarab ne vakit olacağım sılacıMemlekette annem bana duacıEy Allah’ım göster bana inayetDayanamıyorum acıyor gayet.

İlaç senden olsun eyle hidayetÜç yavruyu sana ettim emanet.”

Hava soğuk, dışarıda durulmuyor. Gidiyo-rum Şişli’ye, geliyorum Fatih’e. Üzgün ve garipgönlümle günlerim böyle geçiyor. Yalnız cumagünleri Hüseyin ile vaktimizi geçiriyoruz.

“Ağın’dan ayrıldım çok itibarlaHelallık almadım yârü ağyarlaHazreti Hızır’la gani SitarlaKendimi atayım duman var bugün.

Hatçe ile Mahmut ne halde bugün?Ellere keyif vermiştir düğünBizlere de yaslı karadır bugünDünyaya kazık çak öğle öğün.

Annem bana ağlar daim oradanHasretlik perdesini kaldır aradanElbet kavuşturur bizi YaradanÖlmez kurtulursam ben bu yaradan.

Page 14: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Kalem alır her gün yazarım derdimBelirsiz olmuştur durağım, yurdumBüyük Tanrım sen eyle bana yardımİstanbul içinde duman var bugün.

Şiirler yazarım Şişli Parkı’ndaBu dertten kurtulamam pek de yakındaHakka canım vermek hem zor, hem çetinRabbim kurtar beni bakan var bugün.”

Tanrı’nın verdiği ufacık bir ilham ile şu sa-tırları karalıyorum:

“Haftada bir Hüseyin gelir yanımaErişir garip yerde tatlı canımaOnun kanı benzer kendi kanımaFelek hançer vurmuş figan var bugün.

Dünya beni şu cihana hakim eyleseDoksan sene ömrü müjde eyleseEmret feleklere diye söyleseMihnet kapısını kaparım bugün.

Kalp ağrılarım durmuyor bir demKısacık ömründe ne bulur adem?Gidip meyhanede çeksem mi bir dem?Güleyim halime sarhoş var bugün.”

Can sıkıntısının etkisiyle bunları yazıyo-rum. Başka yolla tedavisi elimde olmayankederi; kâğıt, kalem ile dindirmeye çalışıyo-rum.

Kalp ağrılarıma yaranın ağrıları da ekleni-yor. Sarsıntılar geçiriyorum.

Günden güne şişler büyüyor. Dayanma vedirenme gücüm kalmıyor. Şu belâdan kurtar-ması için Tanrı’ya dileklerde bulunuyorum.

“Hastalardan pek çoğunu görürüm,Hepisi de umutsuzdur bilirimÖylesi var odasında gezemezHiçbirinin derdi bana benzemez.

Dünyada ne gördün deseler bana.Suyunu bile içmedim kana kana.Gözlerimin yaşı döndü umman’aEllere sağlık vermiş ben batmışım dumana.

Hararetle Hüseyin’imi beklerim,Bu gidişle dünyayı da teklerim,Sararmış tenim solmuş yüzümleAllahımdan her an iyilik dilerim.

Yazdığım destana ben de gülerim,İyileşir isem diyar diyar gezerim,Bu derdimden kurtulamaz gidersemKalanların yüreğini didik didik ederim.

Tahammül kalmadı derdi çekmeyeYarab neden verdin derdi çeneyeSabah olsa da karanlığım gitmiyorBu halime ağlayan insan var bugün.”

Baharın parlak güneşi tabiatı aydınlatıyor.26 Şubat 1935 gününün bu güzel sabahı bilebana bir parça olsun neşe vermiyor. Herkesşen, şakrak işlerine gidiyor. Ben boynu bü-kük, dertli... Şu satırları karalıyorum:

“Yine merak sardı bugün gönlümü,Sevdalara saldı bir an aklımı.Umut var ki, bu dert benden gidecekYoksa bir lahzada kaçırırım aklımı.

Her günüm bir sene olur buradaHasretin perdesi vardır aradaİyilik ver Allahım acı da banaDoktorlar elimden bıkmıştır bugün.

Anacığım derdim hayli derindir.Üşüyorum havalar da serindir.Narin cismim, her şeyden geri kaldımBeni genç çağımda dertlere saldın.

(Devam edecek)

14 ağın Eylül-Ekim 2007

Page 15: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Dr. Galip UZUNCA

CUMHURİYET BAYRAMI

ağın 15Eylül-Ekim 2007

Bugün seksen dördüncü yılı Cumhuriyet’inAta’nın Türk halkı’na sunduğu hürriyetin

Bugün bittiği andır esaret zilletininAyini var her yerde yüce Türk milleti’nin.

Yediden yetmişe dek halk coşmakta onurlaEllerinde bayraklar kutlamakta gururla

Yurdun her köşesinde görkemli bir bayram varCaddelerde bitmeyen ilâhi bir seyran var.

Yad edelim Mustafa Kemal’in dehasınıVe arkadaşlarının gönülden vefasını

O Başkomutan’la tarihin seyri değiştiTürk halkı esaretten hürriyete erişti.

Kurtuluş Savaşı’nda akmıştı nice kanlarŞevkle şehit olmuştu binlerce nevcivanlar

Analım o cefakâr kadın yiğitleri deGaziliğe ulaşan tüm civanmertleri de.

Sayenizde kurtuldu bu vatan topraklarıSayenizde yeşerdi bu irfan yaprakları

Gönülden selam olsun size ey nevcivanlarSeksen dördüncü yılı bize lütfeden canlar.

Yeriniz toprak değil ilâhi bir mekândırCennet-i Alâ da en yücelmiş bir makamdırMübarek ruhlarınız şad olsun dilşad olsun

Aziz mekânlarınız nur âlâ nurla dolsun.

Page 16: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Ahmet Yıldız, öyküleriyle yeni tanıştığım bir ya-zarımız. “Edebiyat ve Eleştiri Dergisi”nin her şeyiaynı zamanda…

Size, “Üçlü Kavşak” ve “Kadın ve Boğa” adlıöykü kitaplarından sonra yayımlanan üçüncü öykükitabı “Genç Kyros’un Sonu”ndan söz edeceğim.Öncelikle şaşırtıcı öykülerle oluşturulmuş bir kitap.Satır aralarına ülkemizin gerçeği çok iyi sıkıştırılmış.Her an dikkatli olmak, tetikte durmak gerekiyor buyüzden. Yeterli sayıda benzetme ile kotarılmış öykü-ler. Abartıya rastlamadım hiç. Dengeli ve tasarruflubir dil kullanımı egemen öykülerde.

“Köpek” adlı öyküde; toplumun tümünün kor-kutulduğu, çok yakın geçmişte yaşanmış ürkütücübir gerçeği insancıl değerlere yaslanarak anlatmış birköpeğin gözünden. İçim ürperdi. Derinden sarsıl-dım. Acaba kısa bir film olamaz mı diye de düşün-düm.

Yorulmuş ikili ilişkilere bir örnek, “Hera Mo-tel”… “Yalnızca cinselliği” ve “anıları” ile ilişkileri-ni sürdüren iki sevgilinin kısa, sıradan bir yaz tatiliöyküleştirilmiş…

Kitabın en uzun öyküsü “Genç Kyros’un Sonu”,Pers Kralı’nın iki oğlunun arasındaki taht kavgasınıişliyor. Tam da 2400 yıl öncesinden seçilmiş.

Bir banka güvenlik görevlisinin gözünden “ban-ka” aracılığı ile “devlet soyma”nın betimlemesi,“Güvenlik Görevlisi” adlı öykü. “Devleti söğüşle-mek için bankadan iyisi yok. Sonuçta olan mudileredeğil, devlete oluyor elbet. Al buyur, bu piç çocuğuemzir, ne yaparsan yap diye kucağına atacaklar dev-letin. Devlet güvencesiyle dümen çevirmek dünyadanerede var?” cümleleri ile güvenlik görevlisinin ağ-zından -bir yerde yazarın- sisteme yönelik eleştirile-ri seslendirilir. Çok yakın geçmişte yaşanılan bankahortumlamaların tutanağı tutulmuştur bu öyküyle biryerde… Başlangıçta hiçbir şeyin farkında olmayangüvenlik görevlisi, sonunda bilinçlenir ve…

Şaşırtıcı bir sonla biten bir öykü, “Kan Yoktu”.Sanki “ava giden avlanır” atasözüne denk düşer gi-

bi! “Günlerdir; aslında evlendiklerinden beri -yıllar-dır- eşinin ve kayınvalidesinin şefkatli baskıları al-tında” yaşamakta olan bir ressamın “Gençliğindengeriye tortuları kalmış macera duygusu”nu çarpık birbiçimde yaşadığı bir yaşam kesiti/deneyimi de deni-lebilir bu öyküye… Polisiye bir gerilim yaşatıyor in-sana.

“Zehir Zemberek Bir El E-mail”, internette kul-lanılan ve Türkçe olmayan bir dille yazılmış. Yazar,günümüzün internet diline gönderme yapıyor belki!Belki de eleştiriyor bizi usul usul dalgasını geçer-ken. Farkında bile olmuyorsunuz okurken. Hiç de-nenmemiş bir yaklaşım. İlginç ve farklı…

Emeğe saygının küçük bir çocuğun gözündendile gelişi, “Hızarcılar”. Ders kitaplarına girse, yeri-dir. Şu cümlelerde emeğe saygı nasıl da güzel betim-lenmiş: “Çalışılmış bir bedenden yayılan ter kokusu,temiz, oksijen dolu bu açıklıkta yeni oluşmuş hızartozlarının, yongaların, çürümüş geniş bitkilerin ko-kularına karışıyordu. Hızarın çelik gövdesinden çı-kardığı çınlamaları ve inlemeleri, hızarcıların bir ağıtgibi tekrarladıkları, ormana yayılan “hoh”larını say-gıyla dinledim.”

Öykünün kahramanı Zafer Bey, “…sokak, büro,ev, iş denen alıp-vermeler arasında tükenip” geç-mekte olan ömrünün muhasebesini yaparken, günü-müz Türkiye gerçeğine “Televizyonda doların yinearttığı alt bandı geçiyordu. IMF Türkiye masası şefi,elinde çantasıyla bir hırsız gibi utangaç ve sahte biryüzle, sıvışırcasına başbakanlığın merdivenlerindeniniyordu.” diyerek, yazar yine büyük bir ustalıkla bi-zi tanık yapar “Gidiyorum İşte”de. Sürpriz bir sonlabiter öykü. Havada asılı kalabilir sorularınız…

Küçücük bir yaşam dersidir, “Dört Kişi” adlıöykücük. Elbet dikkatli iseniz, anlayabileceksiniz…

Yıldız; birbirinden farklı konuları ustaca öyküleş-tirmiş. Yaşamdan, Türkiye’nin gerçeğinden hiç kop-mayan öyküler yazmış. Safını da açık ve cesur bir bi-çimde ortaya koymuş. Kutluyor ve yeni öykülerinidört gözle bekliyorum…

16 ağın Eylül-Ekim 2007

GENÇ KYROS’UN YAZGISI*

Mutahhar AKSARI

* Genç Kyros’un Yazgısı, Ahmet Yıldız, Everest Yayınları, Birinci Basım: Temmuz 2002, İstanbul, 112 sayfa.

Page 17: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 17Eylül-Ekim 2007

Sabahattin Erol Ağabeyim, ağustos ayısonlarında Ankara’dan bana telefon etti. “Gü-rol, Malatya'da bulabilirsen, bana 2 kg. kadarsalkım sumak gönderir misin? Şeker hastalığı-na çok iyi geldiğini söylüyorlar” dedi.

Ben, sumağı biliyordum, ancak sumağınsalkımını yeni duyuyordum. İşlenmişini deAdana'da kuru soğan salatasında görmüş vetatmıştım. Lezzeti çok hoşuma gitmişti.

Malatya'daki Büyük Baharatçı’nın hercins baharat ve tedavi edici bitkiler bulundur-duğunu bildiğim için, satış sorumlusu FatoşHanım’a, “Salkım sumak istiyorum” dedim.O da hemen ilgili elemanı çağırdı. Eleman,“Şu anda yok, ama tahminen on gün sonra ge-lecek" dedi. Ben, o tarihlerde Ağın'da olacağı-mı; eğer gelir ve tükenirse tekrar nasıl teminedebileceğimi sordum.

Fatoş Hanım tekrar söze girerek, “SizAğınlıysanız neden bizden alıyorsunuz ki?Esasen sumak marketimize Ağın ve Çemişge-zek'den geliyor” dedi.

Şaşkınlığım ve bilgisizliğim birbirine ka-rışmıştı. Ben 60 yaşıma kadar hemen hemenAğın'dan hiç kopmamıştım. Ama sumağınAğın'da yetişip ve bunun ticari boyutuyla Ma-latya'nın bir marketinin rafına taşındığını bil-miyor ve buna inanamıyordum.

Eylül ayında Ağın'a gittiğimde annemesordum. Annem, sumağın Küşne yöresindeolabileceğini söyledi. Hemen, can dostum vearkadaşım Vedat Atalay’ı telefonla aradım.Meğerse sumak, Beyelması Köyü’müzde yıl-lardır sofralarda yerini alırmış. Sevenler, ken-di ihtiyaçları kadarını toplayıp tüketiyorlar-mış. Ticaretini ise hayır...

Birkaç gün sonra Vedat’la sözleşip Küş-ne'ye gittik. Daha önce toplananlardan arta

kalanı da biz topladık. Vedat’a, sumağın Küş-ne'den Malatya'ya gidişini sordum. Vedat da,yörede bağ kazan Diyarbakırlı işçilerin, su-mak ağacını görünce mevsiminde bunları top-layıp, işleyerek pazarladıklarını söyledi.

Aradan günler geçti. Koçan’daki kahvedekalabalık bir grup oturmuşuz, hem sohbet edi-yor hem de tavşan kanı çaylarımızı içiyoruz.Kimi avcılıktan, kimi bağcılıktan, kimi eskianılarından… söz ediyor.

Sohbetin koyu bir anında, birden günler-den beri kafamı kurcalayan sumak konusu ak-lıma geliyor. Malatya’daki market olayından,Vedat’la dağlarda sumak toplama girişimleri-mizi bir bir anlatarak, bu konudaki şaşkınlığı-mı çevremdeki arkadaşlarla paylaşmak isti-yorum.

Yaman avcı, çevre ilçeler de dahil nere-deyse yöremizde ayağının basmadığı yer kal-mayan eski Belediye Başkanımız Orhan Er-can söze giriyor. “Biz sürekli ava gittiğimiziçin sumağı çok iyi biliyorum. Hatta, Havzayöresinde de bol miktarda bulunur. Kanı su-landırdığı da bilinmektedir. Avda gezerken tü-ketiriz, ama birbirimize de, ‘Sakın ha fazlayemeyin!.. Kaza sonucu düşüp bir yeriniz ka-narsa, kanınızı durduramayız.’ ikazını da yap-madan edemeyiz” diyor.

Ben avcı olmadığım için ve Ağın'daki sof-ramıza sumak girmediğinden bilgisizliğimiitiraf ediyorum. Ancak yöremizde yüzlercesenelik geçmişi olan sumağın, Ağın'da oturanDiyarbakırlılar tarafından Malatya'daki birmarketin rafına taşınması bana gerçekten çokilginç geldi.

Size göre de öyle değil mi?

Ağın-26.09.2007

SALKIM SUMAKGürol KORKMAZ

Page 18: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Ayakları çıplaktı... İri, lacivert gözleri,morarmış derisinin içinden, yeni açılmış ba-har çiçekleri gibi gülüyordu.

- Kömürünüzü taşıyabilir miyim? dedi.Böyle çocuklar bir iki değil, yüzlerceydi.

Güzel bildikleri bir su birikintisinde, çamur-lu, tozlu sokaklarda hep oynadıklarını sanırla-dı...

O da bunlardan biriydi, diye düşündüm.Aslında, “Kömürü taşıyayım” diyerek benim-le alay ettiğini sandım. Yüzümü buruşturdum.Yoksa, içimdeki çocukluk daha ölmemişti.Minik kafasını okşar, “Buna gücün yetmez”derdim.

Konuşmasına devam etti:- Çabuk ve temiz taşırım, dedi.Bu defa alay sırası bendeydi.- Tane tane taşıyarak mı? dedim.Sustu. Geri geri gitti. İri gözleri, donuk-

laştı. Sadece:- Sen bilirsin, dedi.Baltayı taşa mı vurmuştum? Bilmiyor-

dum. Ama gittikçe soğuyan havada, kovanındemiri elime yapışıyordu. Bin kiloluk kömüryığınının biteceği yoktu. Hani utanmasaydımoturup ağlayacaktım.

Biraz sonra, küçük bir elin kovaya uzandı-ğını gördüm. Başımı kaldırdığım zaman, yineo çocuktu. Bana göz kırptı:

- Denemesi bedava, dedi.Cevap verecek halim mi vardı?Her şeyi oluruna bırakmıştım. Tane tane

de taşısaydı, akşama kadar da devam etseydi,kabulümdü.

Sıcak odamın penceresinden, biraz öncepes ettiğim işin, nasıl gittiğine baktım. Gözle-rime inanamıyordum. Kömür yığını bitmeküzereydi.

Şaşırmıştım...

Olanlara inanmak için, kömürlüğe koş-tum. Olamaz, kömürlük dolmuştu. Yerler ter-temizdi... Bir an kendi kendime, “Neydi bube, bir Herkül mü, bir Hızır mı?” diye düşün-düm.

Hemen sobanın üzerine bir çaydanlık ko-yarak, kahvaltı hazırlamalıydım. Öyle yaptım.

Masayı en değerli misafirlerime mahsusbir özenle hazırladım. Sofraya kızarmış ek-mek dilimi, sucuk, reçel, yağ ve peynir koy-dum.

Belki de ilk defa yediğimin tadına vara-caktım.

Ona baktım. Kara kömür tozlarının kapla-dığı yüzündeki gözleri, emeğini haketmeninmutluluğu ile parlıyordu. Minik dudakları, be-yaz dişlerini sergileyerek açıldı:

- Benim işim bitti. Güle güle ısının.Onu kucaklamak, öpmek istiyordum. An-

cak:- Yüzünü yıka, birlikte kahvaltı yapacağız,

diyebildim.Dışarıda kar yağıyordu.O çoktan yüzünü yıkamış, odanın kapısın-

da bekliyordu.- Ben gitsem, dedi.- Olmaz, kahvaltıyı birlikte yapacağız, di-

ye ısrar ettim.Kabul etti. Masaya birlikte oturduk. Ya-

şından umulmayan bir olgunlukla çayını içi-yor, ekmeğini yiyordu. Arada bir başını kaldı-rarak çevresine bakıyordu. Kitaplıktaki kitap-larım ilgisini çekmişti.

- Ne kadar çok kitabınız var.- Senin de var mı?- Bu kadar değil.- Demek okuyorsun.- Zamanım olunca.Ayağa kalktı. Kitaplığa doğru yürüdü.

18 ağın Eylül-Ekim 2007

HEDİYEFeridettin ATATUĞ

Page 19: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 19Eylül-Ekim 2007

Sonra da:- Kitapları çok seviyorum, dedi.Kafam karıştı. Bugün bana bir şeyler olu-

yordu. Ya da bana öyle geliyordu. Önce gü-cüyle beni yanıltan, şimdi de kitaplara olansevgisiyle şaşırtan bu küçük yaratık, gerçek-ten var mıydı, yoksa rüya mı görüyordum?Sobanın üzerindeki kaynar sudan elime akıt-tım, “Of yandım” çığlığı ile rüyada olmadığımıispatladım. Rüya değildi. Hayal, hiç değildi...

- Okula gidiyor musun? dedim.- Gidiyorum, dedi, ortaokul son sınıfta

okuyorum.Soracağımı tahmin ettiği sorunun cevabını

deyiverdi:- Cumartesi, pazar günlerini de işte böyle

kömür taşıyarak, odun kırarak, anlayacağınızçalışarak değerlendiriyorum.

Uykudan uyanır gibi irkildi birden. Ustacabir dönüş yaparak konuyu yine kitaba getirdi.

- Kitabı çok seviyorum. Hele, kilo ile ki-taplarını satanlara çok kızıyorum. Bazen aldı-ğım helvanın, peynirin bir roman sayfasına sa-rıldığını görünce, iştahım kesiliyor, dedi.

Dalıyorum.Penceremden, sokağın yanyana karşılıklı

dizilmiş evlerine bakıyorum. Çoğu evlerinönündeki çöp bidonları, kâğıtlarla, ekmekparçalarıyla dolu... Sonra kendi kendimi sor-guya çekiyorum. İçlerinde benim de bulundu-ğum bu insanlar, yiyecekleri kadar ekmek al-salar, kitap alacak paraları olurdu diye düşü-nüyorum.

Tekrar gitmek için ayağa kalkıyor. Kararıkesin. Bu defa gidecek...

- Borcum kaç lira? diye soruyorum.- Bir kitaplık, diyor.Zor durumdayım. Durumu düzelten yine o

oluyor:- Bir kitap da verseniz olur, diyor.Ona bir değil, beş kitap verdim. Üstelik

para da. Ama parayı almadı. Dostça ayrıldık.

* * *Yine yalnızdım. Yanan soba, kaynayan

çaydanlık ve odamın dört duvarına sinmiş ço-cuk misafirimin sesleri...

Paltomu giydim ve dışarı çıktım. Yağankarın altında dolaşmak istiyordum.

Dükkânlar alışveriş yapan insanlarla do-luydu. Düğün salonlarına, hastanelere çiçektaşıyan insanları görüyordum. Öte yanda kah-veler tavla oynayan, sigara içen insanlarla do-luydu. Caddelerde vitrinlere bakan, elleri ce-binde volta atan avare insanlar, zamanı tüket-mek için adeta yarışıyorlardı.

Oysa zaman; kitaplarla zevkli, kitaplarlagüzeldi. Ne yapmıştı elin oğlu? Hastasına ki-tap, dostuna kitap, çocuğuna kitap götürmüş-tü. Gezerken, otururken, dinlenirken kitapokumuştu. Hani bu, “oku yaz adam ol”u, in-san onuru bilen toplumumuz için ayıp olmu-yor muydu?

Acıydı ama kütüphanelerimiz de, kitapçıdükkânlarımız da bomboştu...

Üşümüştüm. Bir dostuma gitmek için du-rakta bekleyen otobüse bindim.

Biri bana:- Buyurun oturun, dedi.Konuşan, sabahki kömür taşıyan çocuktu.

Sevinmiştim.- Nereye gidiyorsun? dedim.- Hastaneye, arkadaşımı ziyarete gidiyo-

rum, dedi.- Arkadaşına neler götürüyorsun?- Kitap götürüyorum...O zaman hastanelere, günlere ve düğünle-

re götürülen çiçekleri hatırladım. “Vazolardakaç gün sevindirdi” diye, düşündüm. Aslındaçiçekler saksısında, bahçesinde ve dalında gü-zeldi.

Hani kitabı seven bu küçük yaratığın filiz-lenip dal budak salacağını bilseydim, onu birsaksıya dikip odamın en güzel yerine koyar-dım. Bu mümkün değildi tabii. Ona gıpta et-tim.

Page 20: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Fabrikanın evrak kayıt servisinde dört kişi çalı-şıyoruz. Siz, servis dediğime bakmayın, görkemdenuzak avuç içi kadar bir odaya sıkış tıkış dolmuşuzhepimiz. Saman kâğıttan yaprakları olan çizgili, ka-lın bir defterin başındayız işte… Yer bulunamadığıiçin mi, yoksa yaptığımız işin dişe dokunur yanı ol-madığından mıdır nedir, koridorun son kirişinden ar-tanı suntayla çevirip oda yapmışlar. Unutup da ma-azallah duvara yaslanmaya kalksak iki saniyedekendimizi sırt üstü dışarıda buluruz. Ana kolonlar-dan biri de beklenmeyen misafir gibi ortadan içeridalınca odamızın geometrisi bozulmuş. Hani; bele-diye otobüslerinde kalabalıktan ayak bile değiştire-mezsiniz, ama dinelen yolculardan kimileri planya-ya vurulmamış vücutlarını bir yerlere sığdıramazlar,dirsekleri süngü gibi dolanır ortalıkta… işte onun gi-bi masalarımız bir türlü sığmıyor odamıza. Köşelerisivrilip sivrilip gözümüze batıyor, yan yana, uç ucagetiremiyoruz. Yeni bir usül keşfedip üçayaklı ma-salar yaparlarsa belki yerleşeceğiz.

Ama bir taburemiz var üçayaklı. Kapının arka-sında dede yadigârı gibi tutuyoruz. Kışın paltolarımı-zı, kabanlarımızı ıslak kuru fark etmez onun üstünefırlatıyoruz şilte gibi. Buruşmaları önemli değil deçoğu defa kaşkollerimiz itişip kakışıyor. Allahtan kiKızılay’dan dağıtılmışçasına hep aynı renk, aynı ku-maştan oldukları için karışıklık sayılmıyor, yani kav-ga çıkmıyor. Ertesi gün herkes kendi kokusundan ta-nıyıp malını seçiyor. Yazın öyle bir sıkıntımız olmu-yor ama bu defa da odacığımıza günışığı lütfeden tekkanatlı pencereyi açamıyoruz. Birimizin göğsünüyalayan incecik yel öbürünün nazlı sırtını bıçak gibideliyor. Belki de sebebi bu olsa gerek, bizim odadaöksürük hiç kesilmez.

Peki, şikâyetimiz mi var? Asla!.. Hâşâ!.. Aksinederin bir şükran hissi içerisindeyiz. Dördümüzün de(acaba üçümüzün mü deseydim) beyninde bekleşen,topaklaşan bir korku var olmaya var ama şükür ki, okorktuğumuz başımıza gelmiyor. Allah korusun! Ya,

“işe adam değil, adama iş” bulunur da birini dahaodamıza gönderirlerse…

Söylemeyi nasıl da unuttum, bizim servisin şefi-yim ben. O yüzden masam en dipte. Odadan içeri gi-rince oraya ulaşabilmem uğruna önüme çıkan neolursa üstünden pire gibi atlayıp zıplayarak geçiyo-rum. Yıllardır idmanlı olduğumdan kimsenin özelmalına, ya da kaleme kâğıda, ne bileyim başka bireşyaya çarpıp döktüğüm görülmemiştir. Benim ma-samı diğerlerinden ayıran, belki biraz farklı kılan birtelefon makinesiyle bir de tozlanmış, renkleri uçmuşplastikten çiçeklerin tutunduğu bir vazo, işte hepsi okadar…

Dedim ya, öylesine iç içeyiz ki birbirimizdengizlimiz saklımız kalmıyor. Girişteki Niyazi Beyspor toto oynasa, Fenerbahçe’ye mağlubiyet verdi-ğini anında fark edip, “olur mu öyle şey canım!” di-ye homurdanıyoruz. Veya orta masanın gediklisiSerpil Hanım çaktırmadan gazetedeki bulmacayı çö-züyorsa, sıra Afrika’da bir nehir sorusuna geldiğin-de, etimizi sıkmışlar gibi hep bir ağızdan:

- Nil, diye bağırıyoruz.İçimizde bir tek Ahmet Sarıca ekşiye tatlıya ka-

rışmaz. Biz yedi iklim dört köşeyi gezer geliriz amao bir adım öte gitmez. Sarıya çalan yeleli saçları ikide bir gözlerinin üstüne yığılınca nereyi gözetler, ne-yi takip eder anlayamayız. Bütün simasına hakimolan uçukluk bile ara sıra kaybolur, hatta esmerleşir,o esmerlik ta kravatının boğumuna kadar cılız kavis-lerle inen damarlarını gider kapatır. Ancak o zamananlarız ki söylenenleri onaylamıyor, gönlü bizdenyana değil. Başkaldırısı o kadardır. Bize yakınlığı,bizden kaçışı, kendini belli etmesi o kadar… O ka-darla yetinir.

Halbuki biz birbirimizin her şeyini biliriz. Yedi-ğimiz içtiğimiz bellidir. Oturup kalktığımız, giyinipkuşandığımız, borcumuz alacağımız (alacağımız hiçolmaz), kiramız veresiyemiz, balkonumuzdaki çiçe-ğin cinsine kadar… Her neyse işte, akşam kimin

20 ağın Eylül-Ekim 2007

SEKİZ SÜTUNA BİR ZARFŞerif AYDEMİR

Page 21: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 21Eylül-Ekim 2007

evinde ıspanağa yumurta kırıldığı cümleye aşikârdır. Hangi partiye oy veririz, hangi takımı destekle-

riz, hangi rengin şavkı gözümüzü alır, hangi türkügönlümüzü karartır, tastamam bellidir. İçimiz, oda-mızın içidir. Orda ne varsa hepsi o…

Mızmızlanan inat eşlerimiz, halden anlamayantutumsuz çocuklarımız, kıskanç ve hatta dedikoducuakrabalarımız her mevsim, her gün, belki her saatodamızın içindedirler. Bazen küçük haşereler gibivızıldaya vızıldaya silik duvarlarımıza konup göçer-ler. Masalarımızın, oturaklarımızın kenarlarına buru-şuk buruşuk abanırlar. Bazen de gelip göz hizamız-da dikilir öylece bekleşirler, birbirimizi seçmemiziengellerler. Onca emeğimizin mahsulü; göz kırpma-larımız, kaş oynatmalarımız, dudak bükmelerimiz,nice tiyatro ustalarına taş yedirecek burun çekmele-rimiz güme gider.

Biz her şeyi biliriz. Her işin hakkını veririz, ta-rifini yapar yolunu yordamını çizeriz. Dünyada olupbiteni; ülkemizin sosyal, siyasal ve de ekonomik gi-dişatını; şehrimizin gün be gün çoğalan sorunlarını;iş yerimizdeki haksızlıkları, vefasızlıkları… Evreniüç gün bize bıraksalar; ne yıldız kayar, ne güneş tu-tulur, ne de afet yağar başımıza… Hele ki savaş di-ye bir kavram kalmaz yeryüzünde. Zaten şu enflas-yonu kim azdırıyor, kişnesin diye önüne kim yematıyor bize sorsunlar. Trafik keşmekeşi de, terör de,kap-kaç da bir el atmamıza bakar…

Üç gün çok fazla, çoook… Çobanın havaya attı-ğı asası yere düşünceye kadar padişahlık versinleryapacağımızı biliyoruz. Bursa’nın kestanelerini hay-rat etmek kimsenin aklına gelmiyor. Halbuki o tak-dirde kurt kuzuyla yayılır, dünya gül gülistanlık olurvesselam… Şu dünya dedikleri çok mu büyük san-ki? Karpuz çekirdeği kadar ya var ya yok. Onu biziğde çubuğuyla üç günde güz çifti gibi süreriz. Hat-ta tersini yüzüne çeviririz de görenin gözleri kama-şır, aklına da bir haller olur.

Güler misin, ağlar mısın? Bizim servisin “verimidüşük”müş. Geçenlerde patron söylemiş. Dua etsinki sendikaya bağlı değiliz, yoksa görürdü gününü.Serpil Hanım cevap yetiştirmekte hiç gecikmedi, nede güzel söyledi:

- Biz küçük işlerin adama değiliz, dedi.Gene dua etsin ki; nezleydim de, burnum şıp şıp

akıyor diye lafa ben karışmadım. Yoksa söz neredengelirse gelsin, mahiyeti ne olursa olsun, onu ben alıreski İpek yolu üzerinden Hindistan’a taşırım evvelAllah. Yavuz’un Sina Çölü’nü geçtiği gibi geçer gi-derim. Hem de sarı ışıkta hazırlanıp, yeşilde yürü-mek kaydıyla…

Söylemesi ayıp, meziyetli adamımdır. Kurban Bayramlarında çok gördüm; sekiz kişi

kurbanlık bir sarı öküzü; sekiz yular, sekiz satır, se-kiz odun eşliğinde yolun bu tarafından karşı tarafageçiremiyorlar. Üstelik vatan hainiymiş gibi başınavura vura… Onları gördükçe; nasıl kabiliyetli, nasılyiğitbaşlı, nasıl donanımlı adam olduğumu fark edi-yor, şiştikçe şişiyorum. Bir sarı öküz nedir karde-şim! Versinler emrime “Altıncı Filo”yu, zayiatsızÜmit Burnu’ndan öteye bırakıp döneyim.

Allah için doğruya doğru; Niyazi Bey de hanioturaklı, biçimli adamdır. Moritanya’dan SibiryaYaylası’na, Ural Dağları’ndan Viktorya Gölü’ne ka-dar dünya ahvali üzerine söyleyeceği çok sözü varve söylüyor da…

Efendim, bir ekonomi dergisinde buyrulmuş ki: “Etrafımızdaki 8 komşu ülkenin toplam ithalatı

200 milyar dolar… Ama biz 8 komşuya toplam 2,5milyar dolar ihracat yapıyoruz… Onlara asıl malı sa-tanlar Fransızlar, Almanlar… Oysa bizim satmamızlazım…”

Yediği içtiği anasının ak sütü gibi helal olsun Ni-yazi Bey’e… O derin, sessiz ve kılı kırk yaran tefek-kürüyle konuyu çarçabuk iki ehemmiyetli sebebebağlayıp çıktı işin içinden:

“-Sultanahmet’te başıboş bırakılan ayıcılar varya, o ayıcılar… Yok, kocakarılar nasıl hamur yoğu-rurlarmış, yok tamirciler eski ayakkabılara nasıl pen-çe çakarlarmış?.. Bunlardan turistlere ne canım?İmajımız bozuluyor, bizi sevmiyorlar.

Bir de Darphane’nin işgüzarlığı… Kalitesiz, pa-çavra gibi kâğıttan para basarsan sonu böyle olur iş-te… Paramız cebimizde iki günden fazla dik duramı-yor. Borçlarımızı kapattıktan sonra artan olursa bak-kal manav arasında el bezine dönüyor. Yapış yapış…

Page 22: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Bu parayla elin gâvuru seninle alış-veriş yapar mı?”Hangi gündü hatırımdan çıktı… Başka servisten

biri, ocağa kahve sürer gibi getirdi gazeteyi NiyaziBey’in önüne sürdü. Sonra da tek laf etmeden çekipgitti. Acaba hangi haberi gözüne tutmak istiyordu?Biz de yardımcı olduk, aradık taradık, orta sayfanınta dibinde yakaladık vallahi…

“Türkiye bir yılda elektrik üretmek için doğal-gaza 8 milyar dolar para ödüyor. Halbuki sadeceÇoruh Nehri üzerine 8 baraj kursak, bu para cebi-mizde kalacak. Böyle bir imkân hangi ülkeye nasipolur? Gürül gürül akan nehirler varken termik sant-rallerle elektrik üretmek, nimete kıçını dönmektir.”

Niyazi Bey’in hiddetini görecektiniz! Aydın efe-si gibi hop oturup hop kalktı mesai bitinceye kadar.Üç defa kravatını söküp bağladı. Art arda içtiği nes-kafeler kesmedi, hiddeti yumuşamadı bir türlü. Kıl-ları dökülmüş delik delik bir fırçayı andıran lekelibaşını tırnaklayıp durdu uzun süre. Her hiddetleni-şinde gözlerinin önünden kayıp kemerli burnuna dü-şen kalın mercekli gözlüğü yedi yiyeceğini. Hırsınıondan çıkardı hep. Homurdandıkça, ceketinin ilikle-rini zorlayan göbeğine inat yayvan çenesi, çil du-dakları titredi de titredi:

“- Azizim!.. Bu akıl kârı mıdır şimdi? Elindekihazır liraları kömür cürufu gibi götürüp Çoruh’a dö-keceksin…Şuna bak şuna sen!.. Acelen ne? Nasıl ol-sa bir gün barajları yapar çatarsın. Çoruh, Artvin’invadilerinde nazlı nazlı akıp duruyor işte.. Ne yani;Çoruh IMF’mi ki kızsın da suyumu vermem desin?Yahut pılısını pırtısını toplayıp vatan haini gibi başkaülkeye kaçsın… Hortumcu mu o? Ne sanıyorsunuzÇoruh’u? Akıyor işte akacağı kadar.”

Gazetelere, magazin dergilerine, televizyonlaraSerpil Hanım da çok içerliyor.

Haksız mı, hangi biriyle uğraşsın kadın?Bunca ilmine irfanına, bunca görgüsüne rağmen

bulmacaları tam tekmil çözemiyor. Arı duru şeylersormuyorlar ki…

Dizileri uygunsuz saatlere atmaları mı dersin,sülün gibi ince belli kızları manken diye zırt vırt ek-ranlara getirerek balıketinden azıcık taşırmış SerpilHanım’ları kıskandırmaları, yürek çatlatmaları mı

dersin, dizideki Aliye’ye bir an olsun gün güneşgöstermedikleri mi dersin… Yoksa Avşar kızının lilârenkli tişörtünden zoraki moda yaratıldığına mı ya-narsın?..

En iyisi, Serpil Hanım’a bu mevzuları hiç açma-yın, akşam olur. Döner bir daha akşam olur.

Benim, Niyazi Bey’in, Serpil Hanım’ın ortakyanlarımız da var elbette. Aklın yolu birdir demişler,boşuna mı demişler?

Mesela, üçümüz de insan sarrafıyız. İğnenin yıl-dızından Hindistan’ı seyreder, Çin’i-Maçin’i de do-lanır geliriz. Yeter ki bir adama alıcı gözle bakalım,gerisini sormayın, biz tane tane anlatırız. “İnsan kı-sım kısım, yer damar damar”mış, öyle mi? Olsun!Kimin mide suyunda çakır nohut gezinir; kimin yü-zü melek içi şeytandır; fitne fücurla kim kol koladır;EMAR makinesinden kaçar, bizim gözümüzdenkaçmaz.

İşte şu etyemez, ot çiğnemez hımbılın ne mal ol-duğunu biliyoruz. Ahmet Sarıca’nın… Nice haltlarkarıştırdığını güya bizden saklıyor. İki adım, en fazlaüç adımda ensesindeyiz. Kaçabilir mi? Sarılık geçi-riyor gibi ikide bir niye benzi açılıyor, sonra durupdururken boyun damarları esmerleşiyor? Yüzündekaç kırık çizgi var kendini ele veren, görmüyor mu-yuz?

Kolay kolay tahminimde yanılmam, bana kalır-sa bu adam tarikatçı… Bulanık gözlerinde bir ikircikgeziniyor, gün boyu dur durak bildiği yok. Dudakla-rı kıpır kıpır… Neyi sayıklıyor, neyi hatmediyor, ah-tım var bulacağım! Kesik kesik öksürükleri hep sah-te, viziteye çıkmak için bahane… Hele ay buluttanbir çıksın; kim şeyh, kim mürit anlarız.

Niyazi Bey benim gibi dolambaçlı yollara gir-miyor. Onun aynasına yansıyan gölgelerin adı sanıbelli:

“- Tarikatçılığına kesin diyemem, ama uyuşturu-cu kuryesi olduğu kuşku kaldırmaz.”

İnandım vallahi!.. Hafta sürmüyor ki, postacımektup yetiştiriyor adama. Aynı kirli zarf, aynı yazı,aynı gönderici… Takip ediyoruz, koşup koşup tuva-lette okuyor şiş gözlerle. Niyazi Bey bir kere denkgetirip göz atmış öylesine, mektuba benzer yanı

22 ağın Eylül-Ekim 2007

Page 23: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 23Eylül-Ekim 2007

yokmuş. Üç beş satır eğilmiş bükülmüş kanca gibiyazılar, onlar hep şifreymiş.

İlahi Serpil Hanım!.. Hangi hadiseye keskin bı-çakla yaklaşmıyor ki?

“- Bu Ahmet Sarıca var ya, kız kaçırmış billahi!Dikkat edin, ne zaman viziteye çıksa ardından birigelip soruyor. Demek şüpheleniyor, onlar gelmedentoz oluyor.”

Her neyse, her ne cehennemin dibiyse… Amaöyle ama böyle, bu adamın eli ayağı temiz değil iş-te… Olmaz ya; hadi ben yanıldım, benim çarşı paza-rım dağınık, mütefekkir Niyazi Bey’le gül gibi Ser-pil Hanım da mı yani?..

Bizim serviste günler ne tez akıp gidiyor? Say-maya kalksan, ardına düşsen yetişemezsin.

Bu haftayı da tez tükettik. Çarşamba milli maçvardı, ertesi gün meteoroloji “kar geliyor” diyeanons edince, öyle yemeğini atıştırıp erken çıktık.Derken, cumayı çatıdan düşen martı yavrusu gibiönümüzde bulduk.

Ahmet Sarıca hastaneye gitmişti gene. Âdeti de-ğildi, geri dönmezdi, ama bugün geri geldi neden-se… Yüzü yumuşamış, pelte pelte olmuştu. Cereya-na tutmuşlar sandık. Çünkü toprak sarısı yanaklarıseğiriyordu. Dudağındaki kıpırtılar nasıl ritmik, nasılsaniyeler içinde üst üste biniyordu.

Şeyhi icazet vermedi mi acaba?.. Polis iz sürüpulaşmış olamaz mı?.. Kız tarafı geldi yakaladı belkide, vurup öldürecekler…

Ahmet Sarıca ceketinin cebinden bir zarf çıkarıpönümüze bıraktı. Zarfı tutan elleri titriyordu. Titre-mesine mani olmak istiyordu ama gücünün yetmedi-ği belliydi. Soyunsa belki bütün vücudunun sendele-diğini izleyebilirdik. Servise geleli neredeyse bir yılolacaktı. Bugüne kadar başını kaldırıp bize bakma-yan, bakamayan adam, gözleriyle odanın içinde se-ke seke gezindi bir müddet. Sanki duvarlarla, masa-larla, an be an hısımlık kurduğu eşyalarla ve bilhas-sa üçayaklı tabureyle vedalaşıyordu. Sanki bana öy-le geldi, masamdaki vazoya kükürt gibi toz bakışla-rıyla “Allahaısmarladık” dedi. Sonra sesi ulaştı bize,tırtılın yürümesi gibi. Küflü borudan gelen su gibikirli, boğuk, zoraki bir ses:

“- Arkadaşlar ben gidiyorum. Daha dönemem her-halde. Ben hakkımı helal ettim, ne olur sizde edin!”

Demek kapıda polisler bekliyor, ellerine kelepçevuracaklar!

Aynı ses bu defa nemlenmişti, çatıdan düşenmartının yarası gibi kan sızıyordu:

“- Tahlillerim iyi çıkmadı. Ciğerlerimi kist kapla-mış. Ciğerlerim tükenmiş, geç kalmışım… Çok geç…”

Niyazi Bey, ben, Serpil Hanım donup kaldık.Ahmet Sarıca bizi öylece bırakarak çekip gitti.Ayılır ayılmaz arkasından seğirttim, yakalaya-

madım. Yetişebilseydim diyecektim, mutlaka söyle-mek azmindeydim:

- Biz var ya, biz…Ahmet Sarıca gitti.O öksürüklü ciğerlerini yakıp kavuran kistlerle

boğuşmaya, pençeleşmeye gitti. Bizim niyetimizde-ki, zihnimizdeki, kauçuk damlayan amelimizdekikistleri bize bırakarak. Bir de zarf bırakarak… Ozarfı açmaya korktuk, tıpkı içimizdeki zarfları açma-ya korktuğumuz gibi. Hiç zarf açmamışız gibi…

Ahmet Sarıca’nın bize bıraktığı zarf, gözlerimi-zin önünde büyüyen, büyüdükçe de kıvılcımlananbir ateş topuna benziyordu. Elimizi yakar diye sakı-nıyorduk herhalde. Tutarsak elimizde eriyip yüreği-mize akar diye, yüreğimizi doldurur diye…

İçinde ne bırakmıştı bize?.. Zikrini mi?.. Aylardırkuryeliğini yaptığı esrar poşetini mi?.. Yoksa; yoksaköyünden söküp uzaklara getirdiği, illet düşmüş canı-na duvaksız gelin aldığı o mahcup kızın çeyizini mi?..

Kim cüret etti, kimin aklına ziyan bulaştı, hangi-mizin yüreği el verdi de nasıl açıp bakabildik?

Örselenmiş bir kâğıtta hepsi hepsi üç beş satıryazı. Kendisine gelen mektuplardaki yazıların aynısı.Kancalı, ıslak, titrek… Ama bu defa şifresiz…

İnsanlar vardırBirbirinden uzakYad ellerde…İnsanlar vardır Birbirinden uzakAynı evlerde…Her gönülde bir hasretHepsi kendi derdinde. (*)* Hikmet S. OMAY

Page 24: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

24 ağın Eylül-Ekim 2007

Hüsnü AYDOĞMUŞ

SARICAN ÇOBANLARI

Gazik yaylalarının kepenekli bozkurduSürü peşinde gezen Sarıcan çobanları

Anan seni yaylada, kıl çadırda doğurduKırlar, yaylalar senin, Sarıcan çobanları.

Ömrün geçer dağlarda, yücelerin başındaYetmişe vardın ama sinin otuz yaşında

Issız yerler hep senin, otur pınar başındaSürü sürü kızlarla, Sarıcan çobanları.

Yanında karabaşın, sağlam ağaçtan asanNe şehir temaşası ne de geçinme tasan

Cebinde yoktur kalem, önünde süslü masanDön dolaş uzun uzun, Sarıcan çobanları.

Dizilirler yollara sürü sürü yaldızlarKülekler kollarında, terden dudaklar sızlarYengeler, bacılar, komşu kızlar, baldızlarDön dolaş uzun uzun, Sarıcan çobanları.

Hayat sizden çok uzak, bütün ömür dağlardaNasibin yok ne çare, bahçelerde, bağlarda

Yanık kaval öttükçe, yüreğini dağlar daOvalar kararınca, Sarıcan çobanları.

Kış demez, yaz demez dolaşırsın bu yerdeÜç beş kişi olunca oynarsınız lo berde

Kekik kokan şu dağlar devadır binbir derdeYağız çehreli yiğit, Sarıcan çobanları.

Page 25: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 25Eylül-Ekim 2007

1966 yılının Kasım başı (1 Kasım 1966), Denizli’nin Kaleilçesine Edebiyat grubu öğretmeni olarak atandım.

Kale’ye gelirken büyük düşler kuruyordum. Ege bölge-sinde bir ilçe, Doğu Anadolu’ya göre daha farklı olmalıydı.Birtakım tabuların yıkılmışlığının daha da ileriye dönük olduğu-nun düşleriydi bu.

Kale’de yaşamım sadece okul-ev arasında sıkışmadı. Sü-reç içinde bulunduğum yerin ekonomik, sosyal ve kültürel ya-pısını da irdeliyordum. Bu çalışmalar sonucu; o yıllar Kale in-sanının geçim koşullarının ilkel el tezgâhlarına bağlandığına ta-nık oldum. Ayrıca ufak çapta sebze ve bağcılık çalışmaları dayapılıyordu.

Sosyal anlamda ise bir arpa boyu yol alınmamış, kabu-ğundan çıkmak için hiçbir çaba da harcanmamıştı. Altmış kilo-metrelik uzaktaki kent merkezinden kopuk, kendi halinde ya-şayan insanlar topluluğu...

Arkadaşlarımızla memur lokalinde söyleşirken, lokaleöğrencimizle birlikte bayanlı erkekli bir grup geldi. Öğrencimyanıma yaklaşarak, “Hocam bu konukları Belediye Başkanı İs-met Kuran size gönderdi” diyerek ayrıldı.

Şaşırmıştım... İsmet Bey tiyatroya sıcak bakmayan biriy-di. Yedi kişilerdi. Hiçbirini tanımıyordum. Masaya davet ettim,kendimi tanıttım. İçlerinden biri, “Ben Özdemir Yücel, bunlarda arkadaşlarım. Tiyatro topluluğuyuz. İlçenizde -Alo OrasıTımarhane mi?- adlı oyunu sahnelemek istiyoruz. Bu nedenlede size geldik” dedi.

Çayları yudumlarken, onlara ilçenin genel yapısı hakkındabilgi verdim. Aydınlıktan yoksun bırakılmış bu ilçede, oyununsahnelenmesinin zor olacağını dile getirdim. İşin ilginç yanı,başlangıçtan 1967 Mayıs’ına dek Kale’de hiçbir tiyatro oyunu-nun sahnelenmemiş olmasıydı.

Halkın tiyatroya bakışı farklıydı. Onlara göre tiyatro çıplakkadınların dansözlük yaptığı bir şeydi.

Uzun bir söyleşi sonrası bir hafta sonra cumartesi akşamıoyunun sahnelenmesine karar verdik. Bu kararı verirken hertürlü olumsuzluğu göze almıştım. İşin parasal boyutu bir yana,saldırıların olabileceğini bile düşünmedim değil. Ancak bir öğ-retmen olarak görevimi yapmalıydım.

Biletleri bastırdım. Oyunun içeriğini anlatarak satışa baş-ladım. Kimse oralı olmuyordu. Tiyatro onlar için bulaşıcı birhastalıktı. Kızamıyordum onlara. Bugüne dek onları bundanyoksun bırakanlaraydı kızgınlığım.

Bilet satışları iyi gitmiyordu. Ama bu oyun oynanmalı di-yordum. Ben bunları düşünürken belediye başkanının kahve-haneye girdiğini gördüm. Hemen arkasından ben de içeri gir-dim. “Hoş geldin hocam” diyerek çayımı söyledi. “Hayırdırbirkaç gündür telaştasın. Bir şeyler duydum. Doğru mu?” de-di. Hiç yanıt vermedim. Sanki tiyatro topluluğunu bana yön-lendiren kendisi değilmiş gibi... Söylediklerine aldırmaksızınbaşkandan bir miktar para istedim, nedenini bile sormadan çı-kardı verdi. Ben de karşılığında yirmi bilet verdim. Bir bana bir

de elimdeki bilete baktı “Ben gelmem hocam” diye bastı yay-garayı. “Geleceksin başkanım” diyerek orayı terk ettim.

İşler yoluna girmişti. Gittiğim işyerlerinde, diğer kahve-hanelerde, belediye başkanının bilet aldığını, geleceğini dillen-direrek; bilet satışlarında istenilen düzeyde olmasa da epeyceyol aldım. Bir gün sonra Kaymakam Güngör Aydın’dan rande-vu alarak, ona tiyatro oynanmasıyla ilgili gelişmeleri anlatarakyardımcı olmasını istedim.

“Öncelikle Müftü Bey’e bilet satmalıyız” dedim. Hemenmüftüyü çağırdı. Müftü Bey, “Ben gelmem,” dediyse de oralıolmadım. Ama bileti aldı.

Halk içinde Belediye Başkanı İsmet Kuran ile MütfüBey’in tiyatroya bilet aldığını o denli işledim ki bayağı biletsattık. Buna karşın istediğim hedefe ulaşamadım. Tüm istedi-ğim halkın büyük çoğunluğunun katılımıydı.

Oyunun oynanacağı cumartesi günü öğleden sonra Özde-mir Yücel ve arkadaşlarıyla memur lokalinde buluştuk. Biletsatışlarının nasıl gittiğini sordu. İyi olmadığını belirterek, hemenyakında Karaköy adlı bir köy olduğunu söyledim. “Oyuncular-la gidip bir görünelim, sizleri de görünce belki etkilenirler” de-dim. “Hemen hocam, tiyatro adına her şeye katlanırız.” dedi.

Köyde bizi çok iyi karşıladılar. Meydanlık yere sandalye-ler çekildi. Bayanlı erkekli söyleşiye başladık. Köylüler me-raklı yüzlerle bizi süzüyorlardı. Daha sonra ayağa kalkarak,“Gördüğünüz sanatçılar bu akşam, ilçemiz sinema salonundabir oyun sahneye koyacaklar. Tümünüzü bekliyoruz” diyerekköyden ayrıldık.

Saat 19:30... elimizde tiyatro için bastırılan biletlerin tü-mü bitti. Olmazı olur kılmış, olağanüstü bir çabayla halkı tiyat-roya yönlendirmiş ve izleme olanağı sağlamıştık.

Tüm karşı çıkışların sonrası aldığımız tepkiler bizi sevin-dirmişti. İzleyenler, ayıp etmemişti, onlar yanlış yapmamıştı.Onları bu karanlıkta bırakanlardı ayıp edenler. Işığı onlardanesirgeyenlerdi...

Anadolu’da insanlar bu tür olanaklardan yüzyıllarca yok-sun bırakıldı. Onların yaşamı tanımasına bizler öncü olamadık.

1968 yılı eylülünde öylece bıraktım Kale’yi ve Kalelileri.Askere gittim.

Aradan yıllar geçti. İzmir Karşıyaka Lisesi’nden 1992yılında emekli oldum. 1995 yılı mayısında Kale’ye gittim.Yirmi yedi yıl sonra öğrencilerimi buldum. Çoluk çocuğakarışmışlar. Dertleştik, geçmişi yad ettik. Neden sonra onlara,benden sonra bir tiyatro oyununun yaşama geçirilip geçirilme-diğini sordum. “Hayır” dediler. Yüreğime hançer saplandısanki. Sus pus oldum.

Yirmi yedi yıl, dile kolay. Yüzlerce aydın geldi geçtiKale’den. Yüzlerce öğretmen. Bu süreçte ne yaptılar buaydınlar? Koca bir hiç!

Bu nedenledir ki Türkiye’m aydınlanmasını tamam-layamıyor. Bu nedenledir ki soluk alamıyoruz, çağı yakala-yamıyoruz.

NEDEN AYDINLATAMADIK?Hasan Güner GÜLER

Page 26: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına İlmik ilmik, damar damar Yerliyim. Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım. Yurdumun taşından toprağından şurup

gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine hasına İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü, kör topal kabulüm Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

Hey hey, yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek İnsancasına, erkekçesine 'Bana bir bardak su' dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasız, çırılçıplak Dişisi dişi, erkeği erkek Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara Bıçağı bıçak. Ah bu türküler, köy türküleri Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi Kiminin reyhasından geçilmez Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleriOlgun bir karpuz gibi yarılır içim Kan damlar ucundan, mürekkep değil İşte söz, işte ses, işte biçim: 'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar' İliklerine kadar işlemiş sızı Artık iflah olmaz kavak ağacı Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri Ne düzeni belli, ne yazanı Altlarında imza yok ama İçlerinde yürek var Cennet misali sevişen Cehennemler gibi dövüşen Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen Nasıl unutur nasıl Ömründe bir kez olsun Halk türküsü dinleyen...

26 ağın Eylül-Ekim 2007

TÜRKÜLER DOLUSUBedri Rahmi EYÜBOĞLU

Page 27: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 27Eylül-Ekim 2007

1979 yılında Manisa’nın Alaşehirİlçesinde doğan Soner Zeybek; ilk veortaöğretimini Alaşehir’de tamamla-dı. 2001 yılında Gazi Üniversitesi Ka-mu Yönetimi Bölümü’nü bitirerek,2003 yılında Kaymakamlık mesleğinebaşladı.

Manisa-Kula ve Soma, AfyonkarahisarÇobanlar, Eskişehir Mihalıcçık ve Konya Hü-yük İlçelerinde Kaymakam Vekilliği görevle-rinde bulunan Zeybek, İngiltere Leicester'de

1 yıl süre ile yabancı dil eğitimini ta-mamladı. Daha sonra, Afyonkarahi-sar’ın Hocalar İlçesi Kaymakamlığıgörevine, 28.09.2007 tarih ve2007/9316 sayılı müşterek kararnameile de Elazığ İli Ağın İlçesi Kayma-kamlığına atanmış olup, 18.10.2007

tarihinde görevine başlamıştır. Yeni Kaymakamımız Soner Zeybek’e

‘Ağın’ımıza hoş geldiniz’ der, görevinde ba-şarılar dileriz.

Belediye Çarşısı önünde düzenlenen törene,Ağın Kaymakamı başta olmak üzere, Belediye Baş-kanı Mustafa Yentür, ilçede görev yapan tüm mülkierkân, öğretmenler ile ilk ve ortaöğretim öğrencilerikatıldı.

Ağın Kaymakamı Soner Zeybek tören alanındayaptığı konuşmada:

“Değerli mesai arkadaşlarım, sevgili öğrenci-ler, kıymetli Ağınlılar. Bugün 29 Ekim 2007…

84 yıl önce, bugün, tutuşturulan meşalenin tümyurdu aydınlattığı gündür.

84 yıl önce, bugün, yeni Türk Devletinin temeli-nin atıldığı gündür.

84 yıl önce, bugün, Türk ulusunun kendi adınave Cumhuriyet adına bir yaşındaymış gibi genç vedinamik, bin yaşındaymış gibi köklü ve sağlam Tür-kiye Cumhuriyetini kurduğu gündür.

Mutluluğumuz bundandır. Heyecanımız bundandır. 29 Ekim 1923'de Türk ulusu geçmişten aldığı güç-

le, Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün liderli-ğinde ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’ demiş ve genç TürkiyeCumhuriyeti için ileri ve aydınlık hedefler seçmiştir.

Ulusumuz, Cumhuriyet rejimi ile kudretini ve te-melini halktan alan bir idareye kavuşmuş, Türkiye’yisömürmek isteyen düşman devletlere gerekli cevap ve-rilmiştir. Özgürlük ve bağımsızlığın Türk insanının ay-rılmaz bir parçası olduğu, yönetim şeklinin Cumhuri-yet olduğunun tespitiyle bir daha ifade edilmiştir.

Değerli Ağınlılar, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti-nin birer ferdi olarak uğruna canlar verilen devleti-mizi, bağımsızlığımızı, birlik ve beraberliğimizi her

zaman olduğu gibi bugün ve gelecekte de korumaklamükellefiz. Çünkü varlığımız ve güzel Türkiye’mizingeleceği buna bağlıdır.

Son günlerde sınırlarımızda yaşanmakta olanhain saldırılardan ve oyunlardan Türkiye Cumhuri-yeti ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü dahada sağlamlaştıracak, bu oyunları bozacak ve bölge-sinin en güçlü devleti olmaya devam edecektir.

Sevgili öğrenciler, ailelerimizin olduğu gibi mil-letimizin de övünç ve güven kaynağısınız. Emanetçi-si olduğunuz Türkiye Cumhuriyeti, sizlerin gayret vesadakatiyle var olmaya devam edecek, daha ileriyeve mükemmele ulaşacaktır. Üzerinizdeki bu sorum-luluğun, bu şerefli vazifenin bilincini asla unutma-yın. Şunu bilin ki, gelecek nesiller atalarını ve bü-yüklerini eğer üzerlerine düşen görevi yapmamış-larsa lanetle, yapmışlarsa rahmet ve şükranla ana-caklardır.

Sözlerimin sonunda, eşsiz Komutan MustafaKemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarına, bu ülkeiçin canını feda eden aziz şehitlerimize, cephededüşmanla savaşan şerefli gazilerimize sonsuz şük-ran ve minnetlerimi arz ediyorum.

84. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin veCumhuriyet Bayramımızın tüm ulusumuza hayırlı ol-masını diliyorum. Bayramınızı kutluyor ve en iyi di-leklerimi sunuyorum.” dedi.

Daha sonra; ilköğretim ve lise öğrencileri tara-fından şiirler okundu, İbrahim Uçkunkaya Lisesi öğ-rencileri tarafından halkoyunları gösterileri düzen-lendi. Tören geçitleriyle kutlamalar sona erdi.

AĞIN KAYMAKAMLIĞINA SONER ZEYBEK ATANDI

CUMHURİYET BAYRAMI AĞIN’DACOŞKUYLAKUTLANDI

Page 28: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Hipertansiyon ya da tansiyon yüksekliğinedir?

Tansiyon ya da kan basıncı, kalbin kanı pom-palarken damar duvarında oluşturduğu basınçtırve mm civa (Hg) olarak ifade edilir. Bu basıncınistenilen değerlerin üzerinde olması durumu isehipertansiyon olarak tanımlanır.

Kan basıncı sistolik (halk arasında büyük tan-siyon) ya da kalbin kanı pompalarken oluşturdu-ğu basınç ve diyastolik (halk arasında küçük tan-siyon) ya da kalbin kan pompalamaya ara verdiğidönemdeki basınç olarak iki farklı değerden olu-şur. Normal kan basıncı değerleri sırasıyla sistolikiçin en çok 120 mmHg, diyastolik için ise en çok80 mmHg olmalıdır, bu değerler normal kan ba-sıncı değerleridir.

Hipertansiyon sık görülen bir hastalık mı-dır?

Evet, Türkiye’de 28 yaşın üzerindeki erişkinerkeklerin %49’unda, erişkin kadınların %56’sın-da kan basıncı yüksekliği vardır. Bir başka deyiş-le ülkemizde yaklaşık 16.3 milyon insanın hiper-tansiyonlu olduğu söylenebilir. Bu nedenle toplu-mun her yaş grubundan bireyler yılda en az birkez tansiyonlarını kontrol ettirmelidir.

Hipertansiyonun ne gibi zararları vardır?Hipertansiyon beyin kanaması ve felç, kalp

yetersizliği ve kalp krizi, böbrek yetersizliği, gör-me kaybı gibi hastalıklara neden olabilir. Kan ba-sıncı değerleri normal sınırlarda tutulan hipertansi-yon hastalarında bu hastalıkların oluşması önlene-bilir.

Hipertansiyon tedavi edilebilir mi?Evet edilebilir. Ancak hipertansiyon tedavisi

ömür boyudur, tedavide kullanılan ilaçlarla kanbasıncı normal sınırlara düşer, ancak tedavi kesi-lirse kan basıncı yine eski değerlerine ulaşacaktır.Bu nedenle tedaviye ara verilmemeli, en az yıldabir kez doktora kontrole gidilmelidir.

Bazı özel durumlarda hipertansiyon bir böb-rek hastalığına veya hormon artışına bağlı olabilir.Bu durumlarda böbrek hastalığının veya hormonalbozukluğun tedavisi ile kan basıncı düzelebilir ve-ya daha az sayıda ilaçla daha rahat kontrol edile-bilir hale gelebilir.

Hipertansiyonda kullanılan ilaçlar alış-kanlık yapar mı?

Hayır yapmaz; damar elastikiyeti nedeniylekan basıncı kontrolü için alınan ilaç sayısı ya dadozu az gelebilir, bu durumda yeni ilaç eklenme-si veya kullanılan ilacın dozunun arttırılması gere-kebilir.

Bir yakınımda hipertansiyon var, benimkullandığım ilacı ona da verebilir miyim?

Hayır, kesinlikle böyle bir davranışta bulun-mayınız, bulunanları da uyarınız. Sizin için uygunolan bir ilaç bir başkası için zararlı olabilir, bu ne-denle yakınınızın bir doktora başvurmasını öneri-niz.

Kan basıncımı kendim ölçebilir miyim?Evet ölçebilirsiniz; ancak kan basıncının nasıl

ölçüleceği konusunda yeterli bilgiyi bir doktor ve-ya eğitim programından öğrenmeye çalışınız. Bilekve koldan kan basıncı ölçen elektronik aletler dekullanılabilir; ancak bu aletlerin güvenilirliğini an-lamak amacı ile civalı bir tansiyon aleti ile alınandeğerlerle karşılaştırmasının yapılması uygun olur.Ayrıca bilekten ölçen cihazların, kabaca fikir ver-mekle birlikte, güvenilirlikleri sınırlıdır. En doğrusonuç veren aletler civalı ölçüm cihazlarıdır.

Kan basıncımı ölçerken nelere dikkat et-meliyim?

Kan basıncı ölçülmeden önce en az 5 dakikadinlenmelisiniz. Son yarım saat içinde kahve, ko-la gibi kafeinli içecekler veya sigara içmemiş ol-malısınız.

Tansiyon aletiniz kolunuzun çevresini ve bo-yunu yeterli olarak sarmalıdır, dinleme cihazını(Stetoskop) tansiyon aletinin manşonu altına sok-mamalısınız.

Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaç-lar böbrek ve karaciğer bozukluğu yapar mı,cinsel fonksiyonları etkiler mi?

Her ilacın kendine özgü yan etkileri olabilir.Kullandığınız ilaçların yan etkileri konusunda

doktorunuza danışınız, ancak genel olarak söyle-mek gerekirse, tedaviden elde edilecek yarar ila-cın olası zararından çok daha fazladır. Bu nedenlehipertansiyon tedavisi için verilen ilaçlar düzenliolarak kullanılmalıdır.

28 ağın Eylül-Ekim 2007

HİPERTANSİYON

Bu yazı, Türk Kardiyoloji Derneği tarafından hazırlanan “Kalbiniz ne kadar genç?” adlı broşürden alınmıştır.

Page 29: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 29Eylül-Ekim 2007

Önüne Bak da Namazını KıldırBeyelması Köyü’nde Ezem Hoca imamdır. Bir

gün farz namazına hazırlanırlar. İmam; namaza dur-madan önce cemaate döner, safları doldurmalarınıve düzgün durmalarını söyler. Bir bakar ki LütfiAmca (Özpek) safa girmez. Safa girmesi için ihtareder ama o hiç aldırış etmez. Tekrar ikaz eder, rah-metli Lütfi Amca yine dinlemez. Sebep de saftakiboş yerde konuşmadığı kişi vardır, onun için orayıdoldurmak istemez.

Hoca tekrar ısrar edince, Lütfi Amca dayana-maz:

- Önüne bak da namazını kıldır, der.

Bu Sene de İdare EtBu da bizim yöreden. Transistorlu radyolar ye-

ni çıkmış, evin çocuğu hevesleniyor ve ısrarla baba-sına radyo almasını söylüyor. Adamın parası yok,çocuğa da param yok diyemiyor. Çocuğun ısrarlarıise hiç bitmiyor. Adam sonunda artık dayanamıyorve:

- Oğlum, bu sene ısılıkla idare et, seneye radyoalırım, diyor.

Ne Çabuk Geldin MehmetBeyelması Köyü’nden rahmetli Kadir Yılmaz

Amca, bir kış günü Ankara’ya oğlu Mehmet Yıl-maz’ın yanına gelir ve birkaç ay kalır. Tabii köyü-nün hasretine dayanamaz ve:

-Oğlum Mehmet, beni gönder ki gidem, der. O da, daha kal, acele etme dese de babasını ik-

na edemez ve göndermeye razı olur. Havaalanınaarabasıyla götürür ve Elazığ uçağına bindirir. VeElazığ’daki kardeşi Ergün Yılmaz’a da karşılamasıiçin telefon eder.

Fakat hava muhalefeti nedeniyle uçak Elazığhavaalanına inemediği gibi, keza Malatya ve Diyar-bakır havaalanına da inemez. Kaptan pilot Anka-ra’ya döneceklerini anons eder, ama bu anonsu rah-metli Kadri Amca duymaz. Zanneder ki Elazığ ha-vaalanına geldi.

Uçak Ankara Esenboğa havaalanına iner veMehmet Yılmaz karşılar. Oğlu Mehmet’i tekrarkarşısında görünce:

-Anam Mehmet ne çabuk geldin Elazığ’a, der. Olayı anlatınca durum anlaşılmış olur.

Ağa En İyisi SenKonuşma Beyelması Köyü’nde, Gotikgil’in ev-

de geçer.Derler ki Azrail şu anda gelse, dese ki birinizin

canını alacağım, kimin canını alayım? Rahmetli Nu-rife Bacı, gocası Ağa Dayı, kaynanası ve çocuklarıher biri bir aday gösterir, ama en iyi ölü adayını Nu-rife Bacı bulur ve gerekçesini de söyler:

- Ben deyim ki: anamı alsa onun maaşı var ölür-se parası kesilir. Beni alsa, çocuklar daha çok küçükyetim kalırlar. Ağa en münasibi sensin, der.

Dizi SarılıRahmetli Hüseyin Ateş’in gençlik yılları, köyde

ağır rençberlik yapıyorlar. İşin gücün biteceği yok,her gün iş; yoruluyor, usanıyor, bıkıyor. Bir gün işegitmemek için şöyle bir düşünce geliyor aklına.Gündüzden, ‘bacağım (diz kapağım) çok ağrıyor’diyor. Ve gece yatarken bacağını sarıyor. Sabahleyinkalktığında, diz kapağında yara olduğunu ve bu ne-denle işe gidemeyeceğini söyleyip, tekrar yatıyor.Ev halkının hepsi işe gidiyor.

Ertesi günü yine ekin biçmeye gideceklerdir,gene aynı numarayı yapar ve o gün de gitmez.

Rahmetli Reşit Amca (Ateş) bir şeyler sezer veHüseyin’in gece uyurken diz kapağındaki sargıyıçözer ve öbür dizine bağlar. Sabah kalkınca, ‘dizinnasıl oldu’ diye sorarlar. Cevabı gene aynıdır:

-Çok ağrıyor, işe gidemem. Babası Reşit Amca der ki:-Dün sağ dizinden şikâyetçiydin, bugün sol dizi-

ne mi geçti ağrısı? deyince şaşırır. Bakarki sargının ye-ri değişmiş ve böylece numarası meydana çıkmış olur.

Ne Gadar BenzirBu fıkra da Erzurum’dan. Bayburtluyla İspirli

karşılıklı oturmuş konuşuyorlar. Bayburtlu İspirliyesorar:

-Ula dadaş, bu oçey demeç ne demeç? İspirli:-Oçey demeç peçey demeç, dadaş.”-Ula o zaman oçey demek peçey demeçse bu

Bayburtça Amerikancaya ne kadar benziyır, n’olur.

FIKRALARFevzi ŞENER

Page 30: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

* Ağın Belediyesi’nin yaptığı girişimlersonucunda Balcılar (Apuşma) Mahallesi ni-hayet içme suyuna kavuştu.

* Ağın-Karamağara Köprüsü’nün Ağınyakasındaki ayağının demir ve beton dökmeişlemlerine başlandı.

* Ağın İlçe Tarım Müdürlüğü’nde Ş. FıratErkal’ın başkanlığında yapılan toplantıda;Ağın Üzüm Üreticileri Birliği çalışmaları baş-latıldı ve geçici yönetim kurulu Fevzi Şe-ner’in başkanlığında Gürol Korkmaz, TanyolGençosman, Mustafa Şimşek ve Veli Yıl-dız’dan oluşturuldu.

* Değerli hemşerimiz İbrahim Taşbaşı ta-rafından Elazığ Gazi Huzurevi ek bina inşa-atında bodrum kat dahil 2. kat imalatına baş-landı. 34 konuk odalı (toplam 44 odalı) olacakşekilde inşa edilen ve yapımı hızla sürdürülenek binanın Şubat 2008 ayı sonunda hizmeteaçılacağı tahmin ediliyor.

* Ağın-Akpınar Mahallesi’nden değerlihemşerimiz Sofugil’in Neşe Yıldırım Acar’ınoğlu Oktay Acar ile Özlem Özomak, 22Ağustos 2007 tarihinde Ankara Hilton Ote-li’nde yapılan düğün töreniyle evlendiler.

* Ağın-Kuzgeçe Mahallesi’nden değerlihemşerilerimiz Nedret-Hasan Sait Türk’ünkızları Ayşen ile Ufuk Ulu, 1 Eylül 2007 Cu-martesi günü saat: 19.00’da İnceler DüğünSalonu Altıparmak - Bursa’da düzenlenen dü-

ğün töreniyle, mutlular kervanına katıldılar.Yıldırım, Özomak, Türk ve Ulu ailelerini

yürekten kutlar, genç çiftlere yaşam boyumutluluklar dileriz.

* Ağın-Balcılar Mahallesi’nden HaticeUğur’un eşi, Mete Uğur ile Mehtap Alioğ-lu’nun babaları, Mehmet, rahmetli Ahmet, Et-hem ve Ayşe Uğur’un kardeşleri Ağın SayımMüdürü Mustafa Uğur, 20 Ağustos 2007 tari-hinde yaşamını yitirmiş ve Ağın’da toprağaverilmiştir.

* Ağın-Konak Mezrası’ndan değerli hem-şerimiz Zerrin Kılıççöte’nin eşi, Mehmet Ce-mil, Halit Kılıççöte ile Berrin Akmeşe’ninsevgili babaları Cavit Kılıççöte, 24 Ağustos2007 tarihinde A.Ü. Tıp Fakültesi Hastane-si’nde yaşamını yitirmiş ve ertesi günü Anka-ra-Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilmş-tir.

* Ağın-Samançay Köyü’nden Necmi Özerile rahmetli Sıdıka Baykut’un kardeşi, rah-metli Osman Türker’in (Topal Osman) değer-li eşi, Gülcihan, Seyhan, Ceyhan Türker ileHanife Avcı’nın sevgili anneleri, Metin, Meli-ha, Nebahat Türker ile Nusret Avcı’nın kayın-valideleri Fikriye Türker, 8 Ekim 2007 tari-hinde Malatya’da yaşamını yitirmiş ve ertesigünü Küzne’de toprağa verilmiştir.

Ölenlere Tanrı’dan rahmet, tüm yakınları-na başsağlığı dileriz.

30 ağın Eylül-Ekim 2007

HABERLER

ağın DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ

gelecek kuşaklara bırakacağımız en değerli kültür hazinemizdir.Dergimizin yaşaması / yaşatılması için lütfen çaba harcayalım.

AĞIN

Page 31: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

ağın 31Eylül-Ekim 2007

DOĞUMLARMAHALLE/KÖYÜ ÇOCUĞUN ADI SOYADI BABA ADI DOĞUM YERİ DOĞ. TARİHİYedibağ Köyü Nehir ÇAKAR Mehmet Şişli 19.07.2007Yedibağ Köyü Metehan KAYA Mete Karşıyaka 02.08.2007Dibekli Köyü Nevra SEZER Temel Fatih 09.08.2007Bademli Köyü B. Kaan ÖZDEM Şamil Yenimahalle 27.08.2007Saraycık Köyü Zafer YALÇIN Nadim Bahçelievler 30.08.2007Demirçarık Köyü Selim ÖZTÜRK Selçuk Fatih 30.08.2007Kaşpınar Köyü S.Sergen KARAKAŞ H. Akif Fatih 30.08.2007Kaşpınar Köyü K. Efe KARAKAŞ H. Akif Fatih 30.08.2007Saraycık Köyü Mahmut YALÇIN Yusuf K.Çekmece 31.08.2007Akpınar Mah. N. Kaan UZUNOĞLU Engin Ağın 01.09.2007Kaşpınar Köyü S. Erçin SELÇUK Hüseyin Elazığ 03.09.2007Başpınar Mah. Kayra YAPICIOĞLU D.Kaya Elazığ 05.09.2007Beyelması Köyü Boran AKBAŞ Uğur Şişli 08.09.2007Pul Köyü G. Sena ÖZER Abdullah Buca 08.09.2007Şenpınar Mah. Mehmet BAŞIBOZUK Hüseyin Kırıkkale 10.09.2007Başpınar Mah. G. Yalçın SELÇUK Bülent Seyhan 11.09.2007Modanlı Köyü Deniz ALPER Hüseyin Denizli 11.09.2007Saraycık Köyü Eylül ŞAHİN Ziya Ağın 12.09.2007Kaşpınar Köyü Begüm GEDİKOĞLU Ali Antalya 15.09.2007Altunayva Köyü Kerem ÖZER Hüsnü Üsküdar 15.09.2007Tatarağası Mah. M. Demir DAYIOĞLU H. Levent Kadıköy 15.09.2007Pul Köyü Ecrin BULUT İbrahim G.Osmanpaşa 17.09.2007Şenpınar Mah. Emir KAYA Uğur Altındağ 20.09.2007Saraycık Köyü S. Emirhan İKİNCİ Ahmet Denizli 21.09.2007Müd. Hüs. Efendi Mah. Aydın KOÇAR Mehmet Seyhan 23.09.2007Dibekli Köyü Efe YÜCE Serdal G.Osmanpaşa 24.09.2007Pul Köyü M. Bedirhan KARAKAŞ Mustafa Alanya 27.09.2007Saraycık Köyü İpek YALÇIN Kenan Malatya 28.09.2007Altunayva Köyü Şeyla YILMAZ Eyüp G.Osmanpaşa 28.09.2007Bahadırlar Köyü Demir ÖZER H. Kıvanç Çankaya 28.09.2007Şenpınar Mah. M. İrem ERBEN H. Vedad Marmaris 29.09.2007Kuzgeçe Mahallesi M. Yusuf DELİKANLI Nadi Ağın 30.09.2007Modanlı Köyü M. Deniz AKSOY M. Fatih Kadıköy 05.10.2007Pul Köyü Zeynep ÖZER Selim Konak 09.10.2007Pul Köyü M. Selim YILMAZ Yavuz G.Osmanpaşa 11.10.2007Kuzgeçe Mahallesi Salih FIRAT Mesut Konak 12.10.2007Pul Köyü Hayrunnisa KARAKAŞ Çetin Eminönü 13.10.2007Saraycık Köyü Irmak ERZURUMLU İsmet Pendik 13.10.2007Beyelması Köyü M. Kerem AKSOY Özkan İskenderun 15.10.2007Altunayva Köyü Beyza DEMİREL Mahmut Güngören 15.10.2007Bahadırlar Köyü M. Taha AVCU Mustafa Elazığ 16.10.2007Beyelması Köyü Kerem ŞAHİN Hakan Kırklareli 17.10.2007Pul Köyü Ekrem KARAKAŞ Bilal Altındağ 25.10.2007Pul Köyü Şengül YALÇIN Harun Yenimahalle 25.10.2007Akpınar Mah. Seda KORKMAZ Orhan Çankaya 27.10.2007Kaşpınar Köyü Pelin KARAGÖZ Oktay Üsküdar 29.10.2007

Dünyaya yeni gelen yavrularımıza yaşam boyu sağlıklar dileriz.

EVLENENLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI EVLENENİN ADI SOYADI EVLENME YERİ EVL. TARİHİKaşpınar Köyü Kadri ÖZCAN Esma BAYKAYA Kadıköy 01.09.2007Modanlı Köyü Ergin ASLAN Ebru YAŞAR Eminönü 02.09.2007Saraycık Köyü Nail ŞAHİN Nursel TOK Ağın 03.09.2007Şenpınar Mah. G. Ebru ÖLMEZ Özkan ŞEKERCİ Elazığ 04.09.2007Altunayva Köyü Hatice ÇETİNKAYA Ramazan ÖZTÜRK K.Çekmece 05.09.2007Kuzgeçe Mah. Serim SAKAGİL Yaşar KARADAŞ Konak 06.09.2007Saraycık Köyü Meral KAYA Nevzat YAYLA Kadıköy 06.09.2007Bademli Köyü Hatice YURTMAN Cevdet GÖNGENÇ Malatya 07.09.2007

Page 32: 30 · sanımızın kaderi, Cumhuriyetin bireysel özgür-lüğü ile sonuçlandı. Vatan toprağı bu uğurda şehitlerin kanıyla yıkandı, tepeler dolusu şehit-

Yedibağ Köyü Şerif ULUŞAN Zeliha GÜLER Konak 07.09.2007Hacıyusuf Mah. Nihal YILMAZ Turgay EMİR Kocaeli 08.09.2007Müd. Hüs. Efendi Mah. Ergin NERKİZ Aslı OĞUZ Bakırköy 08.09.2007A.Yabanlı Köyü Hasan GENCER Nurhal ÖNGÜL Buca 08.09.2007Demirçarık Köyü Meltem UZUNOĞLU S.Fazıl KAR Maltepe 08.09.2007Yedibağ Köyü Tamer ORHAN Hanım KÖMÜRCÜ Ağın 12.09.2007Beyelması Köyü Gülşah ÖZDEMİR Aykut TOKDEMİR Elazığ 20.09.2007A. Yabanlı Köyü Hüseyin GENCER Canan AKAR Etimesgut 26.09.2007Öğrendik Köyü Günseli GÜDER Serkan USGU Keçiören 28.09.2007Kuzgeçe Mah. Ayşen Müzeyyen TÜRK Ufuk ULU Bursa 01.10.2007Pul Köyü Güldane KARAKAŞ Recai DEMİR Bağcılar 17.10.2007Öğrendik Köyü Mustafa KARACA Gamze ÇETİN Çankaya 21.10.2007Pul Köyü Şule KARAKAŞ Adnan YILDIZ Eyüp 25.10.2007Saraycık Köyü Vedat YALÇIN Yeşim YALÇIN Bahçelievler 25.10.2007Yedibağ Köyü Dilek YILMAZ Turgay BACAK Buca 26.10.2007Dibekli Köyü Hacer EYCAN Yavuz KÜTAHYA Üsküdar 27.10.2007Uzungil Mah. Nurcan GÜVEN Burak ERMUT Çankaya 27.10.2007Balkayası Köyü Özer ERGÜL Rukiye UÇAKYILDIZ K.Çekmece 28.10.2007A. Yabanlı Köyü Savaş TOPALOĞLU Şule YALVAÇ Tekirdağ 30.10.2007

Çiftleri kutlar, yaşam boyu mutluluklar dileriz.

ÖLÜMLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM YERİ ÖLÜM TARİHİBeyelması Köyü Nazife ÇAKARALMAZ 01.08.1947 Malatya 30.08.2007Altunayva Köyü Hatice PERKTAŞ 01.07.1930 Ağın 07.09.2007Altunayva Köyü Yusuf AKTAŞ 06.04.1959 Ağın 08.09.2007Samançay Köyü Recep AYAN 25.12.1943 Malatya 14.09.2007Şenpınar Mah. Nasuh ERCAN 09.06.1942 Elazığ 20.09.2007Balkayası Köyü Osman ERCAN 06.04.1936 Ağın 03.10.2007Samançay Köyü Fikriye TÜRKER 31.08.1927 Malatya 08.10.2007Bademli Köyü Fatma ÖZDEM 11.05.1924 Esenler 09.10.2007Dibekli Köyü Hayati AYDIN 04.05.1952 Üsküdar 14.10.2007Tatarağası Mah. Ali KINACI 03.05.1962 Elazığ 17.10.2007Demirçarık Köyü Münevver UZUNOĞLU 03.06.1931 Ağın 18.10.2007Altunayva Köyü A.Anakız KAYAR 01.07.1930 Fatih 30.10.2007Saraycık Köyü Fatma ŞAHİN 15.06.1937 Arapgir 31.10.2007

Ölenlere Tanrı’dan rahmet, tüm yakınlarına başsağlığı dileriz.

DUYURUDeğerli hemşerilerimiz,

Kurban Bayramı’nın 3. günü (22 Aralık 2007)Saat: 13.00-16.00 arasında,

Kent Koop Kültür Merkezi Batıkent/ANKARAbayramlaşma toplantısı yapılacaktır.

Hemşerilerimize duyurulması konusunda yardımlarınızı bekler,hepinizin bayramını kutlarız.

AĞIN