‘ak parti devam etmeli’...

1
GÜNDEM 18 PAZARTESİ 16 Şubat 2015 Editör: Nurhan FIRATLI ‘AK Parti devam etmeli’ Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Bay- burt’ta yaptığı konuşmada “Anayasa’nın mutlaka değişmesi için AK Parti’nin gümbür gümbür ikti- dara devam etmesi gerekiyor” diye konuştu. ‘Törenlerde siren müziği çalınmasın’ AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu, törenlerde saygı duruşunda çalınan ve “Ti sesi” olarak adlandırılan siren müziğinin 12 Eylül âdedi olduğunu belirterek uygulamanın iptal edilmesi gerektiğini söyledi. SİZE basit bir sorum var: Anayasa’ya göre (m. 114), adalet, ulaştırma ve içişleri bakanlarının seçimden önce görevlerinden ayrılmaları gerekiyor. 7 Haziran seçimi öncesinde diğer iki bakanla birlikte İçişleri Bakanı Efkan Âlâ da çekilecek mi? Efkan Âlâ partili değil, hatta milletvekili sıfatı da yok; bakan olmadan önce devletin en yüksek bürokratıydı. Seçim öncesinde istifa eden partili bakanların yerine genellikle üst düzey bürokratlar atanır; bakan olmasaydı, ayrılacak bakanın yerine pekâlâ o getirilebilirdi. Ne dersiniz, Efkan Âlâ yerinde mi kalır, yoksa o da Bekir Bozdağ ve Lütfi Elvan ile birlikte ayrılır mı? Konuyu kendisine açtığım bir siyaset adamı, “Bence ayrılacak, ama farklı sebepten” dedi. Sebebi, Hakan Fidan’ın milletvekili olmak üzere görevinden istifasından sonra boşalan MİT Müsteşarlığı’na Efkan Bey’in atanması ihtimaliymiş... “Yüksek bir ihtimal” dedi aynı kişi... Araştırınca, karşıma, siyasete yakın pek çok kişinin bildiği bir gerçek çıktı: Emre Taner’in emekli olmasının ardından MİT’in başına kimin geleceği arayışı başladığında, o sırada başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın aklına gelen ilk isim Hakan Fidan değilmiş... Evet, Tayyip Bey’in MİT için düşündüğü ilk isim Efkan Âlâ imiş... Ne olmuşsa olmuş, başbakanlık müsteşarını MİT’in başına getirememiş; onun yardımcısı MİT Müsteşarı olmuş... Hakan Fidan aday olacak başkalarından birkaç gün önce, 7 Şubat günü görevini bıraktı. Hemen herkes, “7 Şubat olayına nazire” yakıştırmasını yaptı erken istifa için... 7 Şubat’ta (2013), Oslo görüşmeleri yüzünden hakkında dava açılıp tutuklanması gündeme gelmişti MİT Müsteşarı’nın... Bir savcı “Gel, görüşelim” demişti; gitseydi, Hakan Fidan tutuklanacaktı. Şimdilerde şöyle bir şehir efsanesi dolaşıyor: Hakan Fidan önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çıktı, o ‘Hemen savcıya git’ aklını verdi. Yetinmedi, Başbakan Tayyip Erdoğan’a da danıştı; o gün ameliyata girecekti Tayyip Bey, bir dostuna nezaket ziyareti için uğramıştı ve o sayede kendisine ulaşılabildi. Tayyip Bey, ‘Sakın ha!’ dediği ve ardından gerekli adımları attığı için komplo tersine döndü.” Tayyip Erdoğan’ın ameliyatı 7 Şubat değil, 10 Şubat gecesiydi. Daha da önemlisi, Cumhurbaşkanı Gül, MİT Müsteşarı’na, “Sakın ha!” diyen ilk kişiydi. Sadece sözde de kalmamış, sonradan Anayasa Mahkemesi üyeliğine atayacağı Genel Sekreter Yardımcısı Emin Kuz’u sorunu çözmekle de görevlendirmişti Cumhurbaşkanı Gül. Galiba 7 Şubat, “devlet içinde devlet” yapılanmasıyla en çarpıcı biçimde karşı karşıya geldiği ilk olaydı Cumhurbaşkanı Gül’ün... HSYK’ya kendi atadığı üye bile, yeni savcı atanmasına direnmişti çünkü. MİLLETVEKİLİ adayı olmayı düşünen devlet memurları, istifalarını verdiler. Aralarında kamuoyunun bildiği isimler vardı, işgal ettiği koltuk sebebiyle önem verilenler de... İstifasını veren 600’e yakın bürokrattan ancak ünlülerin isimlerini duydunuz. Dilek Ertürk ünlü biri değil, fakat ilginç biri: Ülkemizin “ilk görme engelli diplomatı” çünkü... Kendisine “İleride ne olacaksın?” diye soran Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a, küçük Dilek “Hukukçu olacağım” cevabını vermiş; Özal ise, “O alanda çok görme engelli var, sen başka dallarla ilgilen; ülkemizin ilk görme engelli diplomatı niye olmayasın” demiş ilkokul öğrencisi Dilek’e... Pek çok uluslararası toplantıda ülkemizi temsil eden Dilek Ertürk, Viyana’daki AGİT Daimi Temsilciliği’nde insan hakları danışmanı olarak görev yapıyordu; milletvekili olabilmek için istifa edenler arasında o da var. Efkan Âlâ istifa mı eder MİT’in başına mı gider? İlginç bir milletvekili adayı: Dilek Ertürk’ü tanıyalım NE kadar da meraksız insanlarız. İsviçre’deki HSBC bankasında 3 binden fazla Türkiye kaynaklı hesap bulunduğunu öğreniyoruz, ancak “Acaba kim bu kişiler?” sorusunun peşine düşüp isimleri öğrenmeye kalkışanımız çıkmıyor. Açıklanan tek isim, bilinen biri değil; ancak gerisi mutlaka gelecektir. Sebebi şu: HSBC’nin İsviçre şubesinin, dünyanın dört bir tarafından açılan hesaplara yataklık yaptığı yeni bir iddia değil. 100 milyar Euro’dan fazla bir para, kaynağına bakılmaksızın, hesaba dönüştürülmüş... İyi niyetlerle bankacılık sektörüne girmiş bir bilgisayar uzmanı, Hervé Falciani, 2007 yılında HSBC’nin müşteri bilgileriyle birlikte ortadan kaybolmuştu. Falciani o gün bugün elindeki bilgileri gerektiğinde paylaşıyor. Sığındığı Fransa’nın istihbarat örgütü de bilgileri kopyalamış. İki yıl önce, Yunanistan’da bir gazeteci, “Lagarde listesi” adıyla bir Yunan bakana teslim edilmiş isimlerden bazılarını yayımlamıştı da kıyamet kopmuştu... Bakanın, kendisinin ve yakınlarının isimlerini listeden yok ettiği de ortaya çıkmıştı... Dün, HSBC-İsviçre’nin en üst düzey yöneticisi, Stuart Gulliver, çalışanlara hitaben bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Bizler bazen içinde yer aldığımız toplumun bizden beklediği standartlar konusunda acze de düşebiliyoruz” özeleştirisi yapılıyor. İsviçre bankalarının daha temiz yıkadığı biliniyor. Oraya yatırılan paralar vergiden de kaçırılmış oluyor. Bu sebeple ABD, İsviçre’nin kalın korunma duvarlarını tanımıyor; istediği bilgileri almak için zorluyor. Avrupa Birliği de öyle... “Lagarde’ın listesi” öyle ortaya çıkmıştı; iyice kirlenmiş bir AB ülkesini (Yunanistan) kendine getirme amaçlı. Meraksız olmamız, 3 binden fazla Türk’e ait İsviçre HSBC’deki hesapların sahiplerinin ilelebet gizli kalacağı anlamına gelmiyor. Falciani’de ve Fransız istihbaratında olan bilgiler bugün olmazsa yarın bizim elimize de geçecektir. CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın Güney Amerika gezisinin en çok konuşulan bölümü, Küba’da geçen günlerdi. Türkiye, Diyanet eliyle Küba’da cami yaptıracakmış... Küba’da Müslümanlar varmış, ama cami yokmuş; oysa Kristof Kolomb Amerika kıtasına giderken Küba açıklarından geçmiş; geçerken bir dağın üzerinde cami görmüş... Neresini düzelteyim, bilemiyorum. Son yıllarda dünyaya açılma amaçlı gevşemelere sahne olsa da temelde komünist bir rejimi var Küba’nın; bu sebeple dine hor bakılır orada, ateizm teşvik edilir. Yeni gevşemeden en fazla yararlanan gruplardan biri, adada sayılarının 10 bin kadar olduğu bilinen Müslümanlar... Bunlar daha çok Altkıta’dan (Hindistan, Pakistan) buraya gelmiş insanlar... “Arap Evi” diye bilinen 1940’larda Endülüs tarzında yapılmış bir mekânda cuma namazları kılınabiliyor artık... Ancak yönetim aslen Kübalı olmayanlara namaza katılma izni veriyor; sadece turistler ile diplomatlar katılabiliyor cuma namazına... Kristof Kolomb’a gelince... Küba açıklarından geçerken gözüne çarpan bir tepeciğin güzelliği karşısında çarpılıyor Kolomb ve 29 Ekim 1492 akşamı geminin seyir defterine düştüğü notta, o tepecikten “Hoş bir mescit gibi duruyor” diye söz ediyor... Kolomb’un “Yeni Dünya”yı keşfiyle sonuçlanan seyahatine, kısa süre öncesine kadar camilerle dolu İspanya’dan başladığını unutmayalım... İçinde namaz da kılınabilecek bir kültür merkezi, daha makul bir dini yatırım olurdu Küba için... İsviçre’de parası olanlar, dikkat!.. Küba’ya cami yakışır da... Hervé Falciani Dilek Ertürk Efkan Âlâ

Upload: others

Post on 29-Sep-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ‘AK Parti devam etmeli’ GÜNDEMim.haberturk.com/images/others/2015/05/09/htgzt_20150216_18.pdf · ‘AK Parti devam etmeli’ Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Bay-burt’ta

GÜNDEM

GÜNDEM

18 PAZARTESİ 16 Şubat 2015 Editör: Nurhan FIRATLI

‘AK Parti devam etmeli’Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Bay-burt’ta yaptığı konuşmada “Anayasa’nın mutlaka değişmesi için AK Parti’nin gümbür gümbür ikti-dara devam etmesi gerekiyor” diye konuştu.

‘Törenlerde siren müziği çalınmasın’AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu, törenlerde saygı duruşunda çalınan ve “Ti sesi” olarak adlandırılan siren müziğinin 12 Eylül âdedi olduğunu belirterek uygulamanın iptal edilmesi gerektiğini söyledi.

SİZE basit bir sorum var: Anayasa’ya göre (m. 114), adalet, ulaştırma ve içişleri bakanlarının seçimden önce görevlerinden ayrılmaları gerekiyor. 7 Haziran seçimi öncesinde diğer iki bakanla birlikte İçişleri Bakanı Efkan Âlâ da çekilecek mi?

Efkan Âlâ partili değil, hatta milletvekili sıfatı da yok; bakan olmadan önce devletin en yüksek bürokratıydı. Seçim öncesinde istifa eden partili bakanların yerine genellikle üst düzey bürokratlar atanır; bakan olmasaydı, ayrılacak bakanın yerine pekâlâ o getirilebilirdi.

Ne dersiniz, Efkan Âlâ yerinde mi kalır, yoksa o da Bekir Bozdağ ve Lütfi Elvan ile birlikte ayrılır mı?

Konuyu kendisine açtığım bir siyaset adamı, “Bence ayrılacak, ama farklı sebepten” dedi. Sebebi, Hakan Fidan’ın milletvekili olmak üzere görevinden istifasından sonra boşalan MİT Müsteşarlığı’na Efkan Bey’in atanması ihtimaliymiş... “Yüksek bir ihtimal” dedi aynı kişi...

Araştırınca, karşıma, siyasete yakın

pek çok kişinin bildiği bir gerçek çıktı: Emre Taner’in emekli olmasının ardından MİT’in başına kimin geleceği arayışı başladığında, o sırada başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın aklına gelen ilk isim Hakan Fidan değilmiş...

Evet, Tayyip Bey’in MİT için düşündüğü ilk isim Efkan Âlâ imiş... Ne olmuşsa olmuş, başbakanlık

müsteşarını MİT’in başına getirememiş; onun yardımcısı MİT Müsteşarı olmuş...

Hakan Fidan aday olacak başkalarından birkaç gün önce, 7 Şubat günü görevini bıraktı. Hemen herkes, “7 Şubat olayına nazire” yakıştırmasını yaptı erken istifa için... 7 Şubat’ta (2013), Oslo görüşmeleri yüzünden hakkında dava açılıp tutuklanması gündeme gelmişti MİT Müsteşarı’nın... Bir savcı “Gel, görüşelim” demişti; gitseydi, Hakan Fidan tutuklanacaktı.

Şimdilerde şöyle bir şehir

efsanesi dolaşıyor: “Hakan Fidan önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çıktı, o ‘Hemen savcıya git’ aklını verdi. Yetinmedi, Başbakan Tayyip Erdoğan’a da danıştı; o gün ameliyata girecekti Tayyip Bey, bir dostuna nezaket ziyareti için uğramıştı ve o sayede kendisine ulaşılabildi. Tayyip Bey, ‘Sakın ha!’ dediği ve ardından gerekli adımları attığı için komplo tersine döndü.”

Tayyip Erdoğan’ın ameliyatı 7 Şubat değil, 10 Şubat gecesiydi. Daha da önemlisi, Cumhurbaşkanı Gül, MİT Müsteşarı’na, “Sakın ha!” diyen ilk kişiydi. Sadece sözde de kalmamış, sonradan Anayasa Mahkemesi üyeliğine

atayacağı Genel Sekreter Yardımcısı Emin Kuz’u sorunu çözmekle de görevlendirmişti Cumhurbaşkanı Gül.

Galiba 7 Şubat, “devlet içinde devlet” yapılanmasıyla en çarpıcı biçimde karşı karşıya geldiği ilk olaydı Cumhurbaşkanı Gül’ün... HSYK’ya kendi atadığı üye bile, yeni savcı atanmasına direnmişti çünkü.

MİLLETVEKİLİ adayı olmayı düşünen devlet memurları, istifalarını verdiler. Aralarında kamuoyunun bildiği isimler vardı, işgal ettiği koltuk sebebiyle önem verilenler de... İstifasını veren 600’e yakın bürokrattan ancak ünlülerin isimlerini duydunuz.

Dilek Ertürk ünlü biri değil, fakat ilginç biri: Ülkemizin “ilk görme engelli diplomatı” çünkü...

Kendisine “İleride ne olacaksın?” diye soran Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a,

küçük Dilek “Hukukçu olacağım” cevabını vermiş; Özal ise, “O alanda çok görme engelli var, sen başka dallarla ilgilen; ülkemizin ilk görme engelli diplomatı niye olmayasın” demiş ilkokul öğrencisi Dilek’e...

Pek çok uluslararası toplantıda ülkemizi temsil eden Dilek Ertürk, Viyana’daki AGİT Daimi Temsilciliği’nde insan hakları danışmanı olarak görev yapıyordu; milletvekili olabilmek için istifa edenler arasında o da var.

Efkan Âlâ istifa mı eder MİT’in başına mı gider?

İlginç bir milletvekili adayı: Dilek Ertürk’ü tanıyalım

NE kadar da meraksız insanlarız. İsviçre’deki HSBC bankasında 3 binden fazla Türkiye kaynaklı hesap bulunduğunu öğreniyoruz, ancak “Acaba kim bu kişiler?” sorusunun peşine düşüp isimleri öğrenmeye kalkışanımız çıkmıyor.

Açıklanan tek isim, bilinen biri değil; ancak gerisi mutlaka gelecektir.

Sebebi şu: HSBC’nin İsviçre şubesinin, dünyanın dört bir tarafından açılan hesaplara yataklık yaptığı yeni bir iddia değil. 100 milyar Euro’dan fazla bir para, kaynağına bakılmaksızın, hesaba dönüştürülmüş...

İyi niyetlerle bankacılık sektörüne girmiş bir bilgisayar uzmanı, Hervé Falciani, 2007 yılında HSBC’nin müşteri bilgileriyle birlikte ortadan kaybolmuştu. Falciani o gün bugün elindeki bilgileri gerektiğinde paylaşıyor. Sığındığı Fransa’nın istihbarat örgütü de bilgileri kopyalamış. İki yıl önce, Yunanistan’da bir gazeteci, “Lagarde listesi” adıyla bir Yunan bakana teslim edilmiş isimlerden bazılarını yayımlamıştı da kıyamet kopmuştu...

Bakanın, kendisinin ve yakınlarının isimlerini listeden yok ettiği de ortaya çıkmıştı...

Dün, HSBC-İsviçre’nin en üst düzey yöneticisi, Stuart Gulliver, çalışanlara hitaben bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Bizler bazen içinde yer aldığımız toplumun bizden beklediği standartlar konusunda acze de düşebiliyoruz” özeleştirisi yapılıyor.

İsviçre bankalarının daha temiz yıkadığı biliniyor. Oraya yatırılan paralar vergiden de kaçırılmış oluyor. Bu sebeple ABD, İsviçre’nin kalın korunma duvarlarını tanımıyor; istediği bilgileri almak için zorluyor. Avrupa Birliği de öyle... “Lagarde’ın listesi” öyle ortaya çıkmıştı; iyice kirlenmiş bir AB ülkesini (Yunanistan) kendine getirme amaçlı.

Meraksız olmamız, 3 binden fazla Türk’e ait İsviçre HSBC’deki hesapların sahiplerinin ilelebet gizli kalacağı anlamına gelmiyor. Falciani’de ve Fransız istihbaratında olan bilgiler bugün olmazsa yarın bizim elimize de geçecektir.

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın Güney Amerika gezisinin en çok konuşulan bölümü, Küba’da geçen günlerdi. Türkiye, Diyanet eliyle Küba’da cami yaptıracakmış...

Küba’da Müslümanlar varmış, ama cami yokmuş; oysa Kristof Kolomb Amerika kıtasına giderken Küba açıklarından geçmiş; geçerken bir dağın üzerinde cami görmüş...

Neresini düzelteyim, bilemiyorum.Son yıllarda dünyaya açılma amaçlı

gevşemelere sahne olsa da temelde komünist bir rejimi var Küba’nın; bu sebeple dine hor bakılır orada, ateizm teşvik edilir. Yeni gevşemeden en fazla yararlanan gruplardan biri, adada sayılarının 10 bin kadar olduğu bilinen Müslümanlar... Bunlar daha çok Altkıta’dan (Hindistan, Pakistan) buraya gelmiş insanlar...

“Arap Evi” diye bilinen 1940’larda Endülüs tarzında yapılmış bir mekânda cuma namazları kılınabiliyor artık... Ancak yönetim aslen Kübalı olmayanlara namaza katılma izni veriyor; sadece turistler ile diplomatlar katılabiliyor cuma namazına...

Kristof Kolomb’a gelince... Küba açıklarından geçerken gözüne çarpan bir tepeciğin güzelliği karşısında çarpılıyor Kolomb ve 29 Ekim 1492 akşamı geminin seyir defterine düştüğü notta, o tepecikten “Hoş bir mescit gibi duruyor” diye söz ediyor... Kolomb’un “Yeni Dünya”yı keşfiyle sonuçlanan seyahatine, kısa süre öncesine kadar camilerle dolu İspanya’dan başladığını unutmayalım... İçinde namaz da kılınabilecek bir kültür merkezi, daha makul bir dini yatırım olurdu Küba için...

İsviçre’de parası olanlar, dikkat!..

Küba’ya cami yakışır da...

Hervé Falciani

Dilek Ertürk

Efkan Âlâ