acılar denizi 2015 04 24 ekli

46
1 Acılarla yoğrulmuş bir tarih: Türk- Ermeni çatışması Prof. Dr. Ali Demirsoy, 24.04.2015 Büyük devlet olmanın ölçütü sadece ekonomisi mi? Yoksa insanlarının kişilikli davranışı mı? Büyük devlet büyük devlet dediğimizde, çoğunluk, coğrafik büyüklüğünü, nüfus büyüklüğünü, ekonomisinin büyüklüğünü, tarihteki etkisini ve benzer özelliklerini göz önüne alırız. Bugün isterseniz başka bir ölçütü alalım; bakalım daha önceki tanım ve yargıları tamamlıyor mu? Yazılarda avam dilinin kullanılmasına hiçbir zaman sıcak bakmadım. Ancak her halde dil haznem yeterli gelmedi ki, açıklayacağım durumu tanımlaması bakımından yine de bir avam sözcük olan “yalakayı” kullanmak zorunda kaldım. Büyük ülkeler olarak tanımlanmış, Amerika, İngiltere, Almanya, Rusya, Çin, Fransa gibi ülkelerde, bugün ya da tarihlerinin her hangi bir döneminde, halkının bir kısmı Türkçü diye tanımlanmış mıdır? Bildiğim kadarıyla bu ülkelerin hiç birinde böyle bir tanım yoktur. Türkleri sevenler ya da sevmeyenler

Upload: demirsoy

Post on 22-Jul-2016

219 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Değerli Kardeşlerim 2008-2009 geçişinde yeni yılınızı kutlarken, büyük devlet ile küçük devlet arasındaki önemli bir ölçütü ve Ermeni olaylarına bizzat tanık olanların (ve ailemin) gözüyle bir değerlendirmeyi ve bu olaylara çeşitli şekillerde müdahil olanların kimliği ile ilgili bir yazı göndermiştim. İlk gönderdiğim yazı, 2014 Nisanı’nda Amerika’daki malum oylamalar ile ilgili olarak tekrar ele alınarak yeni bilgilerle okuyuculara gönderildi. Ne yazık ki 2015 yılına gelindiğinde, tehcir olayının 100’cü yılında, dünya, Ermeni sözde soykırımını birer birer parlamentolarından geçirmeye ve tarihin er kirli iftirasını Türk ulusuna atma hattat kabul ettirme gayreti içine girmiş bulunmaktadırlar. Her 24 Nisan’da ısıtılan bu acılı çorbayı ister istemez yemek zorunda olanlar ve bir de tarafsız inceleyenler anlayabilecektir. Yeterince araştırmacı yetiştiremeyen ülkeler, haklarını uluslararası arenada elde etmekte zorlanırlar. Bu nedenle 24 Nisan ülkemizin boynunda kılıç gibi asılmaktadır.

TRANSCRIPT

Page 1: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

1

Acılarla yoğrulmuş bir tarih: Türk- Ermeni çatışması

Prof. Dr. Ali Demirsoy, 24.04.2015

Büyük devlet olmanın ölçütü sadece ekonomisi mi?

Yoksa insanlarının kişilikli davranışı mı?

Büyük devlet büyük devlet dediğimizde, çoğunluk, coğrafik

büyüklüğünü, nüfus büyüklüğünü, ekonomisinin büyüklüğünü, tarihteki

etkisini ve benzer özelliklerini göz önüne alırız. Bugün isterseniz başka

bir ölçütü alalım; bakalım daha önceki tanım ve yargıları tamamlıyor mu?

Yazılarda avam dilinin kullanılmasına hiçbir zaman sıcak bakmadım.

Ancak her halde dil haznem yeterli gelmedi ki, açıklayacağım durumu

tanımlaması bakımından yine de bir avam sözcük olan “yalakayı” kullanmak zorunda kaldım.

Büyük ülkeler olarak tanımlanmış, Amerika, İngiltere, Almanya,

Rusya, Çin, Fransa gibi ülkelerde, bugün ya da tarihlerinin her hangi bir

döneminde, halkının bir kısmı Türkçü diye tanımlanmış mıdır? Bildiğim

kadarıyla bu ülkelerin hiç birinde böyle bir tanım yoktur. Türkleri sevenler

ya da sevmeyenler vardır. Ancak bunlar Türkiye’nin yalakaları, tetikçileri,

provokatörleri, kışkırtıcıları, ajanları olmamıştır; böyle bir tanım büyük

devletlerin literatüründe yoktur.

Tarihimize baktığımızda Tanzimat’tan bu yana, bu ülkede, özellikle

aydınlar arasında “İngiliz yanlısı, Amerikancı, Almancı, Fransız yanlısı,

Rus yanlısı, Çin yanlısı; yerine göre Maocu, Marksist, Kapitalist, Liboş,

say sayabildiğin kadar” bizim dışımızdaki ülkeleri, ekonomik modelleri,

kategorileri temsil eden ya da savunan bir kesim türemiş, türetilmiş.

Demokrasiye geçtikten sonra da iktidara gelen partileri, bu devletlerin el

Page 2: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

2

altından destekledikleri ve organize ettikleri yönetimler olarak görüyoruz

(bazen de damgalıyoruz). Gelişmiş ülke olarak bildiğimiz ülkelerde acaba

bu partiyi Türkler başımıza getirdi, bu yönetimi Türkler seçtirdi diye bir

kavram halk arasında var mıdır? Bu nasıl aşağılık bir durum ki, ağzımızı

açar açmaz, bir insanı ya da bir yönetimi, bu ülkenin dışındaki bir ülkenin

ya da bir modelin uzantısı olarak görüp, suçlamaya kalkışıyoruz. Pekâlâ,

gerçekte durum bu söylediğimiz gibi mi? Gönül istiyor ki hayır densin.

Ancak Tanzimatçılara (İngiliz-Fransız), Jön Türklere (Fransız),

İttihatçılara (Alman) bakıyoruz, her birinin bizim dışımızdaki ülkelerle

göbek bağı var ve model bizim dışımızdaki bir ülke. Bu kesimlerin hizmet

ettiği ülke de –bilinçli ya da bilinçsiz- bizim dışımızdaki bu ülkeler.

Osmanlı Türkçesinde “bilmem ne ülkesinin Muhipbanı” (yani körü körüne

seveni) diye bir terim var. Bu bir ülke ve halkı için ne kadar aşağılayıcı bir

sıfat. Dünyada Türk Muhipbanı diye bir kesim tanımlanmış mı? Cemiyet-i

Muhipban-ı Amerikiyyan (Amerika’yı her şeyi ile sevenler cemiyeti), İngiliz Muhipleri

Cemiyeti (İstanbul’u İşgal eden İngilizleri sevdirme cemiyeti) diye kuruluşlar acaba

büyük ülke diye tanımlanan ülkelerde kurulmuş mudur?

Cumhuriyet kuruldu, Atatürk durumu gördü ve bu yalaka grubun

göbek bağlarını belirli bir süre kesti. Kişilikli, aydın ve gerçek milliyetçi bir

kesimin egemen olmasını sağlamak için gerekli kurumların temelini attı;

vicdanı hür, fikri hür bir nesil yetiştirmenin yolunu açacak tüm önlemleri

aldı. Ancak ömrü vefa etmedi. Ölümünü izleyen günden itibaren sürü

tersine döndü ve Atatürk’ün tamamen temizleyemediği bu kesim yeniden

yeşermeye başladı. Çocuğunu –bu ülkenin sorunlarını çözerek diğer

çocukların da gitmezliklerini ortadan kaldıracağına- yabancı ülkede

okutan, yabancı ülkede yüksek lisans yapmayı finanse eden, orada iş

kurmasını ve çifte vatandaşlık edinmesini, olmaz ise vatandaşlığını

değiştirmesini onaylayan (burada suçlanması gereken kesim ailelerden

çok görevlerini yerine getirmeyen yönetimlerdir); eğitim modeli

Page 3: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

3

dendiğinde, Amerikan eğitimini anlayan, bütün dünyanın bugün hayran

olduğu özgün eğitim modelini (Köy Enstitülüleri Modelini) ağır ithamlarla

bitiren, mezunlarını komünist vs. gibi sıfatlarla damgalayan; ekonomik

model dediğinde kapitalist sistemi; insan hakları dendiğinde Amerikan-

Avrupa anlayışını benimseyen; müzik ve sanat dendiğinde yine batı

zevkini ön plana alan; ağzını açtığında –kendi halkını görmezlikten

gelerek- Avrupalı bize ne der diye söze başlayan; batı ağzıyla konuşan;

her söze “bizden adam olmaz” diye başlayan; akademik yükseltme için

yabancı bir ülkenin dilini bilmeyi birinci koşul koyan; akademik yükseltme

için yabancı bir dille yazılmış dergilerde yayın yapmayı ve yabancı

dergide yayın yapmayı ölçüt koyan; özgün daktilo klavyesini (F klavye),

terk edip yabancı bir dilin klavyesini (Q klavye) kullanan; dilindeki tamam

kelimesi yerine “okey” diyen; hoşça kal yerine “bay bay” diyen; ticaret

hanelerinin adlarını yabancı dildeki kelimelerden seçerek koyan;

herhangi bir uygar hizmeti kendi halkına layık görmeyip de “sonra

turistler bize ne der diye” bu olumsuzluğu düzeltme yoluna giden;

bununla da yetinmeyip, batının her zaman üçüncü dünya ülkeleri için

sinsi sinsi hazırlamış olduğu yıkıcı planların gizli ya da açık Truva atları

olmayı üstelen bir kesimin egemen olduğu toplumların gelişmiş toplumlar

ve gelişmiş ülkeler olduğunu söyleyemeyiz. Esasında bu yalaka ve

işbirlikçi kesim hep vardı; biraz tarih okunduğunda bu kesimin kimlerden

oluştuğunu anlamak ve yaptığı tahribatları görmek mümkün. Doğan

Avcıoğlu’nun “Milli Kurtuluş Tarihi” adlı kitapları okumak bile bu kesimi

anlamak için yeterli.

İşte büyük devlet ile küçük devlet arasındaki bir kriter de bu olmalı;

eğer böyle bir kriter siyaset tarihinde yok ise, bu yazı ile birlikte bu kriter

siyaset tarihine eklenmeli.

Büyük devlet unvanı, genel bir tanımla kendisi olan; yani düşünce

sistemi özgür ve kendi uygarlığı içinde kendi modelini geliştiren bir halkı

Page 4: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

4

olan; başka inançların, ekonomik modellerin, yönetim modellerinin körü

körüne esiri olmayan; başka ülkelerin ve yönetimlerin sözcüsü olmayan,

onların yönlendirmesini doğru analiz edebilen, başkalarının modelini

kopya edeceğine, kendi özgün modelini geliştiren; başkaların modelini

hep örnek gösterme yerine kendi geliştirdiği modellerle övünebilen

kişilikli, gerçek aydın kişilere sahip olmayla kazanılıyor.

Gelişmemiş ülke sıfatı ise–aydın diye adlandırılmış olsalar dahi-

kişiliksiz, yalaka, ülkesinin ve halkının çıkarlarını ikinci plana alan, bu

nedenle hep alınıp satılabilen, belirli bir çıkar sağlamak ya da bir unvan

ya da kariyer alabilmek için birilerinin sözcülüğünü yapan, bunun için her

fırsatta ülkesini kötüleyen ya da ona zemin hazırlayan, duruma göre

yakınan insanların cirit attığı ülkeler oluyor. Bir taraftan bakın Yakındoğu

coğrafyasına, diğer taraftan bakın büyük devlet olarak tanımlanmış

ülkelerin yapısına, bu tanımlara uymayan bir ülke var mı?

Ermeni olaylarının ortaya çıkışı, uygulanışı, sonuçları bağımsız

tarihçilerin inceleyeceği bir konudur; ancak bu konuda bu günkü

tartışmaların seyri, esasında, Tanzimat’tan başlayarak günümüze kadar

uzanan bir tarihsel yapılanmanın bir daha gözler önüne serilmesi ve en

önemlisi yaklaşık iki yüz yıldır görmemezlikten geldiğimiz “içimizdeki

birilerinin nitelikleri” üzerindeki yorganı kaldırarak –bu ve buna benzer

olaylardaki- gerçek yüzleri bir daha görebilmemiz açısından önemlidir.

Ermeni olayı özgür ve evrensel düşüncesi olanların yargılayacağı tarihsel bir olaydır

Bu yazı ermeni olaylarını anlamaya katkıda bulunacak bazı bilgileri

içerdiği için önemli taşımaktadır. Bu satırların yazarı Erzincan’ın

Kemaliye eski adıyla Eğin ilçesinin bir köyünde doğmuş, orada büyümüş

ve Ermeni olaylarına gözleriyle tanık olmuş, müdahil olmuş bir nesli

dikkatle dinleyen bir bilim adamının kaleme aldığı bir yazıdır. Kasaba ve

Page 5: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

5

köylerinin büyük bir kısmı 1915 tarihinde önce neredeyse yarı yarıya ya

da bir bölü üç oranında Ermenilerden oluştuğu söylenebilir. Her ne kadar

Ermeni kalkışmasının tarihi 1800’lü yılların ortalarına kadar uzanıyorsa

da, Eğin’de Ermeniler ile Müslümanlar arasında ciddi bir çatışmanın

olmadığı biliniyor. Ermeniler, taş işleri, yapı işleri ve kuyumculuk başta

olmak üzere sanatkâr, üretici; bir kısmı Fransa ve Amerika ile doğrudan

ticaret yapacak kadar dışarıya açık, dil bilen hatta yabancı ülkelerde

eğitilmiş; çeşitli çalgı aletlerini (keman ve klarnet başta olmak üzere)

çalabilin; dokuma sanatını geliştirmiş bir halk. Eğin’in mimarisine çok

büyük katkıları olduğu açık. Mimari dergilere geçmiş olan Eğin evlerinin

ustalarının önemli bir kısmının Ermeni olduğu bilinmektedir; yabancı

ülkelerden getirmiş oldukları çiçeklerle bezendirdikleri havuzlu, sekili

bahçelerinin peyzajı bilimsel çalışmalara konu olmuştur. Kiliselerinin

yapımına Müslüman halkın parasal olarak yardım ettiği, kasabaya

yapılan yolları önemli ölçüde parasal olarak destekleyen Ermeni bir

halkın kol kola, ustaca bir yaşamı yürüttüğü bir kasaba. Bugün uygar

dünyanın ulaşmak istediği çok inançlı, çok toplumlu, huzur içinde

yaşayan bir birliktelik. Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Eğin’de de

yıllarca önce bu uygarlık sağlanmış. Her iki kesim de bu huzurlu

birliktelikten önemli yararlar elde etmişler. Benim babamın lakabı

“Kuyumcu Mehmet”; çok iyi bir kuyumcuymuş; Ermeni ustaların yanında

yetişmiş; yaptıkları antika olmuş, birçok kuyumcu çırak yetiştirmiş; bugün

Ankara’da bile bu çırakların çırakları olarak hizmet veren göz ardı

edilemeyecek sayıda sanatkâr var. Bununla da kalmamış; köydeki

kilisede piyano çalınırmış; önemli günlerde Müslümanlar da kilisedeki bu

şölenlere katılırmış. Fransa’da Sorbon’da hukuk tahsili ve doktorası

yapmış bir Ermeni diğer Ermeni çocuklarla birlikte isteyen Müslüman

çocuklara, bu arda babama derseler; hatta Fransızca dersleri vermiş.

Page 6: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

6

Eğin, bu gün 16 ili kapsadığı söylenen ve Ermenilerce hayal edilen

Batı Ermenistan’ın baş şehri olarak düşünülmüş ve bugün de bu hayalin

sürdürüldüğü söylenmektedir.

Dedem “Sarıbey” lakabı ile bilinen Hüseyin Sabri, Arapça, Farsça

ve Fransızca biliyormuş, Üçüncü Ordu Komutanının danışmanlığını

yapmış; Elazığ, Harput ve Eğin başta olmak üzere birçok yere posta

teşkilatı kurmuş. Ancak en önemli özelliği iyi bir “Bektaşi” olması ve bu

aydın yapısı nedeniyle de birçok olay hakkında dikkatli not tutmuş

olmasıdır. Hatta ne zaman kar ya da yağmur yağdığını bile not etmiştir.

Eve, birçoğu el yazması olan çok sayıda kitap toplamıştır.

Ermeni olayları, dedem Hüseyin Sabri Beyin Posta Müdürü olduğu

sırada patlak veriyor. Her ne kadar geçmişte yani 1800’lerin ortasından

beri, çeşitli kışkırtmalar nedeniyle yer yer (Van başta olmak üzere)

Ermenilerin küçüklü ve büyüklü saldırıları olduğu ve bu saldırılar sonucu

onlarca hatta binlerce Müslüman’ın öldürüldüğü ve Osmanlı güvenlik

güçlerinin kendi tabası olan bir kesimi yani Müslümanları koruyamadığı

ve katledilmelerini önleyemediği bilinmesine karşın, esas Ermeni olayları

olarak bilinen en kapsamlı kalkışma 1915 yılında ortaya çıkmıştır.

Ortaya çıkış nedenleri, bu halk düşmanlığının yaratılmasından

yarar bekleyenlerin kimler olduğu, kimlerin kalkışmaya destek olduğu,

kimlerin alet olduğu hemen hemen tarihi belgelerle her iki kesim

tarafından yani Müslümanlar ve Ermenilerce bilinmektedir. Bu konuda

fazla ayrıntılı bilgi vermeye de gerek yoktur. Ortada kendi halkını dahi

saldırılardan koruyamayacak kadar zayıflamış bir Osmanlı yönetimi, dört

bir taraftan saldıran ve Osmanlıyı bölme planları yapan Emperyalist

ülkeler ve içte arkası ardı kesilmeyen isyanlar ve bu arada Anadolu’ya

saldıran askerlerin içerisinde (özellikle Rusya ve Fransa ordusunda) yer

alan Osmanlı Tabasından Ermeniler; bu kargaşalıktan çıkar uman ve her

Page 7: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

7

türlü kötülüğü yapmaya hazır büyük bir çapulcu takımı bulunmaktadır.

1915’in görünen manzarası bu.

Osmanlı, Galiçya (1914), Kafkasya (1914), Çanakkale (1915),Van

(1915), Suriye-Filistin (1915), Hicaz-Yemen, Irak (1915) Cephelerinde

vuruşurken, yöreyi iyi bilen, Türkçeyi iyi konuşan, bu topraklarda yetişmiş

Ermeni gençleri, Rusların ve o sırada Osmanlı Meclisinde milletvekili

olan Ermeni milletvekillerinin rehberliğinde Doğu Anadolu’ya saldırtılıyor.

Türkçe konuştukları ve yöreyi iyi bildikleri için çok güçlü bir tehdit

oluşturuyorlar.

1914 yılında seferberlik ilan ediliyor. Ermeni halkının yarısı Rus

tarafında, yarısı Anadolu’da kalıyor. Bu tarihte Van belediye başkanı bile

Ermeni’ydi.

Aslında Anadolu Ermenilerin önemli bir kısmı, Fatih’in kurduğu

Ortodoks kilisesine değil, Erivan Ortodoks kilisesine bağlıydılar. Yani

göbek bağıyla İstanbul’a değil, Erivan’a bağlıydılar.

Osmanlı ne yapabilirdi? Yakın zamanda 11 milyon km kare

toprağını yitirmiş; 780.000 km kareye sıkışmış; bu da yetmiyormuş gibi

bunun 380.000 km karesinin de Ermenilere verilmesi talebiyle karşı

karşıya kalmıştı (Prof. Dr. Yusuf Sarınay’dan sözlü). Osmanlı, bu

bölgede (diğer bölgelerde değil) yaşayan Ermeni halkı yine kendi

toprakları içinde; ancak daha güvenli olan bir yere göndermeye (tehcire)

kalkıştı. Tehcir kararı alınırken (1915), Osmanlı Meclisinde 13 Ermeni

asıllı milletvekili vardı ve bunların kayda geçen itirazları da olmamıştı

(Prof. Dr. Hikmet Özdemir’den sözlü). Bu insanları sınır dışına (bugün

birçok yerde yaşandığı gibi) sürgün etmiyordu; sadece ülke içinde yer

değiştiriyordu. Ancak o gün toprakları içinde bulunan bu yerlerin kısa bir

zaman içinde elinden çıkacağını tahmin etmemişti. Dolayısıyla tehcir, bir

zaman sonra sanki sınır dışına sürülmüş gibi görülmeye başlandı.

Page 8: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

8

Tehcire gönderilenlerin malı, geri döndüklerinde almaları için, bir

tutanakla kayda geçiriliyor ve bir nüshası da kendilerine veriliyordu.

Ancak bu bölgeyi terk edenler o denli büyük katliamlara karışmışlardı ki,

buralara geri dönemediler. Ancak İstanbul’a yerleşenlerin önemli bir

kısmı mallarının bu tutanaklarla geri alabildiler.

Tehcir süreci, sözlü ve belgeli tarihe göre bir faciadır. Önemli

katliamlar ve rezillikler yaşanmıştır. Nitekim Osmanlı yönetimi, bu tehcir

sırasında kötü davranan, soygun yapan 1673 subay ve asker hakkında

soruşturma açmış, cezalandırmış; bunlardan 57’sini idam cezasına

çarptırmış; 3’ünü infaz etmiştir.

Nitekim Talat Paşa tuttuğu günlüğünde bu tehcirin yeteneksiz

insanların yönetiminden dolayı zarar olarak faiziyle birlikte geri

döndüğünü yazar.

Daha sonra İngilizler tarafından ittihatçılar Ermeni Katliamı

suçlamasıyla tutuklanıp Malta’ya sürüldüler. İki yıl boyunca süren

soruşturmada ve yargılamada, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, Osmanlı

arşivlerinin yanı sıra Mısır’da, Irak’ta, Kafkasya’da katliama kanıt aradı;

ancak bulamadı... Başsavcılık, “eldeki kanıtlarla” Malta’daki Türklerden

hiçbirinin Ermeni katliamı gerekçesiyle cezalandırılamayacağını İngiliz

Hükümeti’ne bildirdi. Bunun üzerine İngiliz Hükümeti, tutuklu Türkleri

serbest bırakmak zorunda kaldı... Dava bile açmadılar.

Ermeni kalkışması daha doğrusu katliamı, 1915 yılında başta

Erzurum olmak üzere aynı zamanlı birçok ilde başlatılıyor. Taşnak

Teşkilatı’ndan emir alan Ermeni çeteleri kadın, kız, yaşlı, çoluk çocuk

demeden öldürmeye başlıyorlar. Evlerini yakıyor; mallarını talan

ediyorlar. Osmanlı Ordusu, bir taraftan düşmanlarla bir taraftan içteki

çetelerle uğraştığından ve zaten güçsüz olduğundan, son yüzyılda

olduğu gibi bu sefer de tabasını bu saldırılardan ve katliamdan yetirince

koruyamıyor. Bu nedenle doğuda ailesinden birkaç kişiyi bu katliamda

Page 9: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

9

yitirmemiş hiç kimseyi göremezseniz. Bu nedenle de bu bölgelerdeki en

ağır hakaretlerden biri, bir insana “Ermeni, Ermeni gavuru ya da Ermeni

uşağı-çocuğu (tığası ya da dığası)” demektir. Hâlbuki bu aşağılama

Anadolu’nun batısında yoktur.

Kalkışma ve katliam yaygınlaşınca, Erzurum’dan posta müdürü

Dedem Hüseyin Sabri Bey’e gizli bir şifreyle telgraf geliyor: “Burada

Ermeniler, Taşnak Teşkilatı, katliama başladı sizde de olabilir dikkatli

olun”. Dedem bu telgrafı yetkili yerlere gizlice bildiriyor; ancak iki halkın

birbirine girmemesi için ulu orta duyurmuyor. Daha sonra aynı anlamda

bir telgraf daha geliyor. Dedem yine aynı uyarıları yapıyor. Daha sonra

durumu anlatan bir telgraf daha geliyor; bu sefer yardımcısı, bu telgrafın

içeriğini herkese sızdırıyor ve bunun üzerine Müslüman kesimde büyük

bir tepki doğuyor; aklıselim insanlar önlemeye çalışsa da yapısı itibariyle

vurdukırdıya yatkın çapulcu sayılacak bir kesim hatırı sayılır sayıda

Ermeni öldürüyorlar (tam doğruyu yansıtmasa da Barbaros Baykara’nın

Şırzı Köprüsü romanı bu olayları yansıtmaktadır). Osmanlı güvenlik

güçleri bu şiddeti önleyemiyor.

Daha sonra 1966-1977 yıllarında Erzurum Atatürk Üniversitesinde

görev yaptım. Mesleğim ve alışkanlığım gereği Doğu Anadolu’da sık sık

gezilere çıktım. İlgi alanlarımdan biri, bu bölgede savaşa katılmış, Ermeni

olaylarından zarar görmüş ya da Ermeni olaylarına şu ya da bu şekilde

karışmış yaşı ileri olan görgü tanıklarının anılarını dinlemek olmuştur.

Hepsinin anlatımı ya da öyküsü farklı olsa da ana fikri aynıydı. Ermeniler

kanlı bir kalkışmayı başlatmış, ardından askeri güçler bastırmak için

gelmiş; sürgün yaşanmış. Sürgün sırasında da bin bir rezalet ve sıkıntı

yaşanmış.

Erzurum ve civarı illerde hemen hemen bir aile görmedim ki

geçmişte ailesinden birini (bu, çocuk, kadın ya da yaşlı da olabilir) ya da

ailenin kendisinin dışındaki bireylerinin tümünü Ermeniler katletmemiş

Page 10: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

10

olsun. İyi de bugün burada Ermeniler niye kalmamış sorusuna hiç kimse

net bir yanıt vermedi, veremedi ve sadece –birlikte yaşasaydık ne iyi

olurdu duygusunu belli ki hala taşıyarak- acı bir gülümseme ile yetindiler.

Belli ki Artin’in de Mehmet’in de kemiklerinin sızladığını hissediyorlardı…

Galiba Anadolu’nun özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun

birçok yerinde (Hacin, Van, Maraş, Elazığ) benzer olaylar cereyan etmiş

olmalı ki; herkesin Tehcir olarak bildiği Ermenilerin hem kendileri hem de

Osmanlı Ordusu için güvenli olacak yerlere sevk kararı alınıyor. Batı

Anadolu’da böyle bir karar uygulanmıyor.

Güvenlik güçlerinin (özellikle Hamidiye Alaylarının) korumasında

sevk başlıyor. Ermeniler günlük kullanabilecekleri eşyaları ve değerli

eşyalarını ya yanlarına alıyorlar ya da güvenli bir yere gizliyorlar

(çoğunluk gömüyorlar) ya da güvendikleri Müslüman komşularına teslim

ediyorlar.

Konvoylar yola çıkıyor. Örneğin Erzurum’da konvoyun bir ucu

Ilıca’da iken (Erzurum merkezden yaklaşık 15 kilometre uzakta) şehirdeki

konvoyun çıkma işlemi devam ediyor. Doğal olarak bu kadar büyük bir

konvoyun korunması yeterli güvenlik gücü istiyor; Osmanlı belli ki

yeterince güvenlik gücü tahsis edemiyor; en azından düzenli ordu

mensuplarını gönderemiyor.

Bundan sonrasını ailesi ile birlikte bu konvoya katılan; ancak yolda

ailesini yitiren ve bin bir zorluk içerisinde Eğin’de bir kümese sığınan 17

yaşındaki Sophi’den (ya da Sophie) dinleyelim. Sophi Erzurum’da zengin

bir ailenin kızı, ailesi ile bu sevke katılıyor. Değerli eşyalarını

Erzurum’daki evlerinin içinde bulunan tandırın arkasındaki duvara

gömüyorlar. Jandarmalar çok iyi davranmasa dahi, insan onurunu

incitecek fazla bir şey yapmıyorlar. Ancak Erzincan’a girerken (büyük bir

olasılıkla Sansa Boğazı’nda) ve daha sonra Erzincan çıkışında (büyük bir

olasılıkla Kemah Boğazı’nda) karanlıkta, kendi aralarında Türkçe

Page 11: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

11

konuşmayan insanların saldırısına uğruyorlar ve değerli eşyalarını

kaptırıyorlar; genç kızların bir kısmının ırzına geçiliyor; bir kısmı da

öldürülerek Karasu’ya atılıyor. Jandarmalar bu saldırıları önleyemiyor.

Soldan sağa: Ali Demirsoy, Kardeşim Ayten Güven, Safiye, Yeğenim Mustafa Haşim Demirsoy,

Oturan, Amcamın kızı Nilüfer Karacagil, yeğenim Hatice Betül Demirsoy

Sophi, ailem tarafından kurtarılıyor. Adı Safiye’ye çevriliyor; uzun

süre ailemin yanında “Safiye Bibi” sıfatıyla kalıyor ve sonunda köydeki bir

insanla evlendiriliyor; kendi ailesi oluyor. Safiye Bibi, ölümüne yakın bu

olayları anlattı ve bana, “bana büyük yardımlarınız oldu, size borçluyum;

Erzurum’da Yağmur Dere Mahallesine git, ….duran panjurlu evin içine

gir, tandırın arkasına taraf olan duvara doğru bir bucuk adım at; toprağı

bir metre kaz; bir küpün içen konmuş ailemizin takılarını bulacaksın.

Onları al ve ananın helal sütü gibi kullan” dedi. Erzurum Atatürk

Üniversitesi’nde çalışırken lojmanlarımıza bakan bir kapıcı vardı,

Kahraman Efendi. Kendisine sordum, Erzurum’da Yağmur Dere

Mahallesi var mı? diye. Var hocam dedi; niye oraları soruyorsun ki; oralar

çok makbul insanların oturduğu yerler değildir. Pek ala Kahraman Bey,

…. yanında panjurlu bir ev var mı? Var hocam dedi. Ben 13 yıl

Erzurum’da kaldım ve o mahalleye ayak basmadım. Çünkü ağlayanın

malı gülene hayır etmez (bu cümleyi unutmayın, özellikle Ermenilerden

özür dileyenler).

Page 12: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

12

Benzer olayı Bulgaristan’da yaşadım. Almanya’dan 1975 yılında

Türkiye’ye dönerken, gümrük girişinden Leva bozdurarak kupon

almadığım için benzin alma hakkım olmuyormuş ve yolda da benzin bitti;

bir petrol istasyonunda çakılı kaldım. Ne olacağımı bilmeden ser sefil

beklemeye başladım; gece yarısı kelli felli olan birisi geldi; oldukça net bir

Türkçe ile konuşmaya başladık. Durumu anlattım, o zamanlar doçenttim,

mesleğimi, çalıştığım yeri, dünya görüşümü vs çay içerken konuşma

içerisinde ayrıntılı olarak anlattım. Sonunda adam bana, ben buranın

yetkilisiyim; sana istediğin benzini vereceğim. Ancak seninle biraz daha

özel konuşmam gerekiyor dedi. Geçmişini anlatmaya başladı. Erzurum

Ermeni’siymiş ve Erzurum’un birkaç zengin ailesinden birine

mensupmuş. Bu sevk sırasında paralarını ve özellikle altınlarını

Erzurum’da saklamışlar. Ailenin hiç birinin Türkiye’ye girme hakkı

yokmuş. Bana dönerek: Bu kadar süredir buralarda bulunuyorum; yoldan

geçenlerin hemen hiç birini gözüm kesmedi; ilk defa güvenebileceğim bir

izlenim bırakan bir insana rastladım. Erzurum’da da çalışıyorsun. Şimdi

ben bu altınların yerini sana söyleyeceğim. Bu altınları çıkarıp, yarısını

sen alacaksın; onlar sana ananın sütü gibi helal olsun; geri kalan yarısını

da bana getireceksin dedi. Bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Bir ara

toparlanarak Safiye Bibi’nin öyküsünü anlattım ve bunu

yapamayacağımı; bana yerini de söylememesini rica ettim. Anlayışla

karşıladı ve bana bazı hediyeler verdi. Bugün olsa yerini öğrenir miydim?

Emin değilim…

Sevk Eğin’deki Ermenilere de uygulanmış. Galiba güneye daha çok

da Lübnan’a gönderilmişler. Bu sevk sırasında da benzer olaylar

yaşanmış. Hamidiye Alayları ve yine çapulcu, ekşiye takımı sevk alayına

saldırarak hem katliam yapmışlar hem de yağma yapmışlar.

Dedem Hüseyin Sabri, bu zorunlu sevke yollanan bazı Ermenilere

gidecekleri yere sağlam ulaşabilmeleri için yardımda bulunmuş ve hatta

Page 13: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

13

onlara altın lira olarak destekte bulunmuş. Onlara: “Bizim her zaman sizin

bilgi ve sanatınıza ihtiyacımız olacak; bu ülkeyi birlikte imar edeceğiz

demiş”. Bu yardımı alanlardan biriyle daha sonra tanışma fırsatım oldu.

Paris’in ve Marsilya’nın iki büyük elmas mağazasının sahibi, Türkçe

söylenişi ile Davut, kendi dillerinde David Şükrü. Dedem onun gideceği

yere sağlıklı ulaşması için elinden geleni yapıyor. İşleri iyi gitmiş olmalı ki,

önemli bir elmas tüccarı oluyor. Yıllar sonra Kemaliye’de evimizi ziyaret

ederek bir süre kaldı; dedemin oturduğu köşe minderine kapanarak

ağladı. Vaftiz edildiği yıkık kilisenin içinde uzun süre donuk gözlerle

dolaştı, herhalde papazın oturduğu yer olmalıydı, dizlerini yere koyarak

uzun süre öyle kaldı. Babam ve ben ne orada ne de sonra hiçbir şey

sormadık. Anasıyla su suladığı bağa gittik, otları ve ağaçları sevdi; ancak

içi oyulmuş asırlık bir dut ağacının içine girerek öyle kala kaldı; belli ki bu

ağacın çevresinde ya da içinde diğer çocuklarla oyunlar oynamıştı.

Fransa ve Amerika ile doğrudan ticaret yapan, dünyaca ünlü Eğin

halılarını ve mensucat satan, Eğin’i dünyaya açan, o günkü konuşmalar

arasında sadece herhalde lakabı “Pilavlar” olarak aklımda kalan bir

Ermeni iş adamının “Bakik” denen mevkide yıkılmış ve ancak o haliyle

bugün birçok şehrimizde bile çok zor görünecek bir saray yavrusunun

içinde epeyi dolaştı. Belli ki anıları vardı. Bize dönüp: Bu adam

yaşasaydı, dünyanın zenginlerinden biri de Eğin’de oturuyor olacaktı

dediğini anımsıyorum. Bahçesinin peyzajı için Paris’ten bitkiler getirtirmiş;

evinde piyano çalınırmış; kapının girişinden itibaren insan boyu

şamdanlar ve duvarlarda tablolar bulunurmuş. Böyle bir kapışmanın

Doğu Anadolu’nun ekonomisini ve sanatsal gelişimini ne ölçüde

etkilediğini bugün daha iyi anlıyorum…

Babam beni okuturken hem sağlık hem de maddi acıdan çok zor

durumlara düştü. Ortak bir dostumuz, bu durumu bizim bilgimiz dışında,

bir rastlantı olarak David Şükrü’ye aktardığında: “Benim ve bütün ailemin

Page 14: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

14

şu anda yaşıyor olmasını Sarıbey Sülalesine borçluyuz. Ancak kilisede

alınmış bir yeminimiz vardır”: “Biz ne olursa olsun Taciklere

(Müslümanlara) hiçbir zaman yardım edemeyiz. Bu nedenle (babamı

kastederek) Mehmet’e yardım edemeyeceğim” diyor. Belli ki birileri bu

intikamı milli bir hedef olarak koymuş.

Kemaliye’de komşu köyde asıl adının ne olduğu bilinmeyen, konan

bir Türkçe ad ve bir de “Hoppana” olarak bilinen takma adla tanınan bir

bayan da Safiyi Bibi ile benzer acıları yaşamış; sığındığı evin insanlarına

sadakatle hizmet etmiş ve onları ailesi olarak görmüştü; ev sahibi aile de

onun acısına belli ki ortak olmuş ve ona ailenin bireyi gibi davranmıştı.

Ancak tehcir sırasında, delikanlı olan iki oğlunu, Erzincan civarına

geldiğinde Bayburt’a göndereceklerini söyleyerek ondan ayırmışlardı. Bu

kadın yarım yüzyıl, çocuklarım yaşıyor mu, ne olur onları bulur musunuz,

bir kere yüzlerini göreyim ondan sonra öleyim diye gözyaşı döktü.

Uzaklara bakarak öldü…

Erzurum’da asistan olduğum 1966 yılında bu kargaşalığı yaşayıp da

anımsayanların yaşı 55-60’dan aşağı değildi. Bu sefer tanıdığım acı

çekenlerin kimliği Türklerdi. Her biri bir diğerinden acı olan çeşit çeşit

öyküler anlattılar. Meslektaşım, o zaman botanik asistanı olan Orhan

Özbay’ın babasınınkini anlatmadan geçemeyeceğim.

“Erzurum’da kalkışma başlayınca, sokaklar silah sesleri ile inlemeye

başladı, evlerden acı çığlıklar yükseliyordu. Annem, babam, kız kardeşim

ve 5 yaşlarında olan ben, alt katta mereğin içindeki otların içine

saklandık. Büyük bir çarpma sesi duydum ve hemen akabinde Ermenice

bazı küfürlerle birlikte (komşularımız Ermeni olduğu için küfürlerini

kısmen biliyordum) yanımda bazı hışırtı ve garip sesler duydum. Çok

yakınımdan bir süngü zemine kadar girmişti. Sesler kesildi; otların

arasında epeyi bir süre sessizce bekledim ve daha sonra çıktım. Kapı

kırılmıştı, sokaktan acı kadın, çocuk ve insan sesleri geliyordu. Otları

Page 15: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

15

deliler gibi kaldırmaya, daha doğrusu eşelemeye başladım; önce anamı,

daha sonra babamı ve en sonunda da kız kardeşimi kanlar içinde

gördüm; ölmüşlerdi. Otları kaldırıp anamım yanına yattım; vücudu

sıcaktı; ona sarıldım; ağlayamıyordum; çünkü ses çıkarmaktan

korkuyordum; ağzım dilim kurumuş, dilim âdete keçeleşmişti. Akşam

karanlığı basarken, anamın vücudu da soğumuştu. Onu son olarak terk

ettim. Sokakta koşmaya başlamıştım; ilk defa gözümden yaş o zaman

gelmeye başladı; sesim de kısık olsa bile çıkmaya başlamıştı; deliler gibi

koşuyor; hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Teyzemin evine gidip onun bağrına

sığınmak istiyordum. Eve girdiğimde teyzem ve kuzenlerim merdivenin

basamaklarından sarkmış durumda kanları hala damlıyordu. Biraz daha

uzaktaki amcamın evine koştum; evi bulamadım; herhalde korkudan

şaşırdım diye düşündüm; ancak alevler ve yanık kokuları beni kendime

getirdi; mahalle yakılmıştı. Onları bir daha göremedim… Dünyada

kimsem kalmamıştı. Karanlıkta, ağlayarak, titreyerek, çılgınlar gibi

dağlara doğru koştum. Ailemin zaman zaman eğlenti için (piknik için)

götürdüğü değirmenler bölgesindeki boğaza ulaştım; birkaç gün

kovuklarda sadece kuru kuru hıçkırdım; çünkü gözyaşım bitmişti.

Saklanarak şehre doğru yanaşmaya başladım; sokakta Türkçe

sesler geliyordu. Cesaretimi toplayıp ortaya çıkınca, jandarmalar beni

alıp güvenli bir yere götürdüler. Anasız, babasız, akrabasız bir yaşam

sürdüm. Acım hiç dinmedi; rüyalarım benim için birer kâbus oldu; çoğu

zaman uyumaktan bile korktuğum oldu; hiçbir zaman katıla katıla

gülemedim… Anamın, babamın, kız kardeşimin, teyzemin, amcamın,

kuzenlerimin; çeşme başında su kavgası yaptığımız, çeşitli oyunlar

oynadığımız Artin’in, Hacaturun, Kirkor’un; bize yemiş ikram eden

analarının yüzlerini artık hayal meyal hatırlıyorum…”

Bütün bunları niye anlatıyorum diye merak etmiş olabilirsiniz. Bu

konuda birkaç söz söyleme hakkını kendimde buluyorum; çünkü resmi

Page 16: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

16

tarihin dışında bizzat benim edindiğim ve ailemin tanık olup bana

aktardığı bilgi ve gözlemler var. Bu nedenle Hüseyin Sabri Dedemi ve

Safiye Bibiyi anlattım. Onlar bu olayları kendi pencerelerinden görebilen

canlı tanıklarıydı. Ben ve benim kuşağım, bu acıyı bizzat bire bir yaşamış

insanları tanıma fırsatını yakalamış, onlarla konuşma şansını bulmuş bir

kuşak olduğu için, geç kalınmış olsa bile, yine de bir kısım olayları

gelecek kuşaklara iletme şansını yakalamıştır. Benzer öyküleri

kitaplardan okumakla birçok bilgiyi alabilirsiniz; ancak alınması gereken

duyguyu bizzat yaşayanların gözlerinin içine bakarak edinebilirsiniz. Her

iki kesimi dikkatle dinleyen son kuşak olarak bu insanların gözlerinin

içindeki acıları “ne yazık ki utanarak, acıyarak” ibretle gördüm. Bugün

istesek de bu olayları yaşayan insanları karşımıza alıp konuşma

şansımız artık yok.

Nerden biliyorsunuz bugün Ermenilerden özür dileyen bir kesimin

de benim gibi aileden gelen tanıklarının ve bizzat “yaşanan”

gözlemlerinin olmadığını? Dedelerinin ve babalarının onlara ilettikleri

belki de bizzat katıldıkları bu insanlık dışı kanlı olaylardan dolayı özür

dilemek erdemini duymuş olabilirler; bu durumda “ailelerinin kefaretini

ödemek için” bu kesimin özürleri haklı görülebilir…

Her beladan çıkarılması gereken bir ders olduğunu da

unutmayalım. Geçmişte ister kendi irademizle ister kışkırtma ile bu acı

öyküyü yaşadık. Ancak bu topraklar hala benzer toplulukları bağında

birlikte barındırmaktadır. Benzer olayları yeniden yaşamaya izin

vermeyelim. Ancak durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. İç ve dış

kışkırtmalar, beceriksizlikler, yönetim aksaklıkları, dini ve ırksal

bağnazlıklar sanki bizi benzer öyküye doğru sürüklemektedir. Bu

topraklar üç büyük dinin ve onların alt gruplarının, kıtalar arası köprü

olması nedeniyle 72 milletin vatanı olmuştur. Çeşitli odun parçalarının

sıkıştırılmasıyla oluşturulan tahtanın yekpare tahtaya göre daha sağlam

Page 17: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

17

ve dayanıklı, daha estetik olduğunu biliyoruz. Dileriz bu toprakların

insanları bir daha geçmişteki hataya düşmezler.

Bütün bu anlatılanların ışığı altında, bugün çok sıcak bir gündem oluşturan “Ermenilerden ya da birilerinden özür dileme” hoş görülebilir mi?Sanırım dört kesimin Ermenilerden özür dilemesi hoş görülmeli. Bunlar:

1. Dört bir tarafta savaşmasına, askerleri perişan durumda olmasına

karşın yine de tabasını (Ermenileri, Türkleri, Sünni Müslümanların

dışındaki Müslümanları vd) yeterince koruyamadığı, Hamidiye

Alaylarının insafına bıraktığı, eşkıyaların, çapulcuların saldırılarından

koruyamadığı için Osmanlı’nın o günkü –Alman denetimindeki-

yönetimi.

Kaldı ki bu sevk sırasında, hiçbir saldırı bile olmasa, yiyeceklerini ne

kadar yanlarına almış olurlarsa olsun, kıtlık içerisinde kıvranan bir

ortamda yine büyük ölçüde telef olacaklardı.

2. Yüz yıllarca Osmanlı egemenliğinde dilini, dinini, ticaretini serbest

yapan; her çeşit yönetimde yer alabilen, Mutana (ayrıcalıklı) Azınlık

olarak tariflenen Ermenilerin, yabancıların kışkırtmasına kanarak, bir

gün önce halay tutmuş, aynı masada yemek yemiş, benzer gelenek

ve görenekleri olan Müslüman komşularını, yaşlı, çocuk, kadın

demeden katleden; sadece Müslümanları değil, bu ülkede o güne

kadar Müslüman halk ile uyum içerisinde yaşayan ve uyum

içerisinde yaşamayı sürdürmeyi arzu eden kendi halkındaki

insanların da suçsuz yere yer değiştirmesine ve öldürülmesine

zemin hazırlayan Ermeniler.

3. Çıkar için milletleri, dinleri, ırkları, birbirine düşüren; ayırımcılığa

sürükleyecek her hareketin arkasında duran, kışkırtan ve daha

Page 18: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

18

sonra da piposunu tüttürerek, uygarlıktan, insanlıktan, insan

haklarından, kardeşlikten dem vuran emperyalist ülkeler ya da

kesimler.

4. Hiçbir tarihi bilgiye dayanmadan, olayları bire bir incelemeden,

dünyadaki karalama kampanyasına kapılanları, belirli lobilerin

etkisine girenleri, belirli kaynaklardan fonlananları, bu karalamayı

bazı unvanları ve payeleri almak için yapanları bir tarafa bırakırsak

(bunlar halkını ve vicdanlarını çıkar için satan kesimi temsil eder), bu

gün özür dileyen –vicdanlı- başka bir kesimin olduğunu da

söyleyebiliriz. Resmi kayıtlardan Ermenilerin sevkine ilişkin emirler

bilinmesine karşın, öldürülme emrine ilişkin tek bir resmi kayıt

mevcut değildir (böyle bir kayıt bulunmuş olsaydı zaten dünya ayağa

kalkacaktı). Bu nedenle resmi bir katliam için elimizde resmi bilgi

yoktur diyebiliriz. Ancak çok sayıda Ermeni’nin öldüğü de bir gerçek.

Kim öldürmüş bunları? Hamidiye Alayındaki emir dinlemez fanatik

insanlar ve eşkıya, çapulcu, soyguncu takımı. Bu gün özür dileyenler, vicdan azabı çekiyor olmalılar ki, belirli bir riski de göğüsleyerek Ermenilerden özür diliyorlar. Çünkü babalarının ve dedelerinin, Ermenileri yollarda nasıl katlettiklerin ilişkin çok sayıda anılarını dinlemiş olmalılar.

Türk ulusundan bir gün özür dilemesi gereken bir kesim de var mı? 1. Yıllarca Anadolu insanını aşağılayıp, hor gören; yatırımlarını

bugünkü Türkiye sınırları dışındaki topraklarda yapmış; Anadolu

insanını dini istismarın ve aşiretlerin pençesine bırakmış; Hamidiye

Alayları ile Sünni kesimin dışındaki insanlara eziyet etmiş ve Ermeni

kalkışması sırasında tabasının hiçbir katmanını koruyamayan

Page 19: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

19

Osmanlı yönetimi ve belki bugün onlara kol kanat geren “Osmanlıcı”

olarak bilinen kesim

2. Emperyalist ülkelerin kışkırtmalarına kanarak, yıllarca iyi bir işbirliği

içinde yaşamış Müslüman komşularını katleden Ermeniler ve onların

çocukları.

3. Çıkarları için dünyanın dört bir tarafında yaptıkları gibi, her türlü

ayırımcılığı tezgâhlayan, tetikleyen ve destekleyen, halkları birbirine

düşman eden, kırdıran; sonra da karşılarına geçip suçlu ilan eden

emperyalist egemen güçler. Bunlar Ermenilerin de Türklerin de

katledilmelerinin birinci dereceden suçlularıdır.

4. Yeterince araştırmadan, özellikle kendi dininden diye, yapılacak

araştırmaların önünü kapatacak tarzda ve nitelikte,

parlamentolarından soy kırımı kararı ve yasası çıkaranlar. Bu

kararlarla gerçeğin araştırılmasını yasa yorganı ile örtmeye

çalışanlar.

4. Paye edinmek, belirli yerlerden proje desteği altında menfaat sağlamak, dünyadaki lobilerin takdirini kazanmak, her türlü çıkar ilişkisini ön plana alarak, tarihi gerçekleri yeterince bilmeden sadece bir kesimin acısını dile getirmeyi aydın tavrı olarak sunduğunu zanneden (henüz kanı kurumamış Kıbrıs ve Karabağ katliamlarında tek bir söz söylememiş; tepki göstermemiş); yeterli kanıt ve araştırmaya dayanmayan bu beyanları ile Türk Ulusunun Ermeni politikalarının geleceğini şu ya da bu şekilde çıkmaza sokacak, zarar verecek kesim. Yani çıkarcı özürcüler…

5. Bugüne kadar dünyanın dört bir tarafını tarayıp, bilimsel araştırmalar

ve yayınlar yapması gereken, her ortamda gerçeği dünya

kamuoyuna etkin bir şekilde duyuramayan üniversitelerimiz.

Page 20: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

20

6. Çok sayıda şehit vermesine ve içlerinde Ermeni meselesini

inceleyen ve derli toplu yayınlar yapan birkaç uzman yetiştirmesine

karşın, dünya kamuoyunu yeterince ikna edemeyen dış politikadan

sorumlu bakanlığımız (ya da bakanlıklarımız).

7. İster ülke içinde ister ülke dışında (bizim dışımızdaki ülkelerde),

halkların birbirine düşman olmasına zemin hazırlayan kökten dinciler

ve ırkçılar.

8. Türk ulusunun bilimsel açıdan gelişmesine ayak bağı olan ve kendi

inancı dışındaki inançları görünürde kabul etmesine karşın hiçbir

zaman benimsemeyen bağnaz dinciler; ırkçılığı milli bir korunma gibi

sunarak ulusun içindeki çeşitli kesimleri bir birine düşman eden ve

bu yüzden bir türlü gelişmenin birinci koşulu olan huzur ortamının

oluşmasına fırsat vermeyenler. Böylece bu ülkeyi kendi kararlarını

verebilecek ve savunabilecek; başkalarını iç içlerine karıştırmayacak

yetkinliğe ve güce ulaşmasına mani olanlar.

Ancak eski anlayışın devam ettiğine ilişkin son zamanlarda yine

güçlü gözlemler bulunmaktadır. Bir bayan milletvekilimiz “Ermenilerden

özür dileyenlere taviz verdiği için” Cumhurbaşkanının bu tutumunu yanlı

olarak değerlendirmiş ve bu durumu ailesinde “olası bir Ermeni

bulunmasına” bağlayan bir açıklamada bulunmuştur. Birkaç gün

içerisinde cumhurbaşkanlığından böyle bir şey olmadığını, bunun

hakaret olarak değerlendirildiğini belirten bir açıklama yapılmıştır. Böyle

bir söz düellosu bile uygar bir ülke için ürkütücü olmuştur. Çünkü –

cumhurbaşkanının doğru bir tavır koymuş olduğunu onaylamamız söz

konusu olmasa bile- bu ülkedeki bir insanın etnik kökeninden dolayı

taraflı ve kasıtlı davranacağını peşinen kabul etmek ve suçlamak pek

doğru görülmüyor. Ancak savunma saldırıdan daha vahim. Çünkü bunu

bir hakaret olarak kabul ederim diyor. Yani bir insanın ailesinden birinin

Page 21: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

21

başka bir etnik kökenden olması aşağılatıcı bir durum mu? Nerede kaldı

cumhurun başkanı olmak? Bu cumhurbaşkanı aynı zamanda bu ülkede

yaşayan Ermenilerin de cumhurbaşkanıdır ve o kitleye de en az bizim

kadar saygılı olmak, koruyucu olmak zorundadır. Neresinden bakarsanız

bakın yüzyılların yönlendirmesinden kurtulamıyoruz…

Türk milliyetçiliği Anadolu’da doğan bir hareket değildir (Yusuf

Akçura). Balkanlardan bize yapılan itiş kalkışın ürünüdür. Bu nedenle

Türk milliyetçiliğinde başlangıçta batının yönlendirmesi yatar. Aslında

Türk milletçiliği, kendini tanıma ve tarif etme gereksinmesinden

doğmamıştır. Türk milliyetçiliğinin güçlenmesi Ermeni olaylarının da

sertleşmesine neden olmuştur.

Tarihe doğru bakalım…Yeniköy Anlaşması ile Paris Anlaşmasının metnine (gizli)

bakarsanız, bir yönetimin, yani Osmanlının birbirinin tam zıddı olan bu iki

anlaşmaya imza atmasını bir rezillik olarak görebilirsiniz. Paris

anlaşmasına hiçbir dahli olmayan Amerika’nın başkanı Wilson davet

edilmiş; fotoğraf çektirilirken de tam ortaya oturtulmuş. Bu andan itibaren

Ermeni sorunu Amerika’ya ciro edilmiştir. Nitekim Wilson Amerika’ya

döndükten sonra Doğu Anadolu’da kurulacak devlet ile ilişkin Ermeni

isteklerine, bu haritaya mühür basıp, bir çeşit onaylayarak olur vermiştir.

Bu tehcirden kurtulan ve Amerika’ya sığınanlar, arşivlerdeki belgelerden

ziyade yaratmış oldukları öykülerle (bir kısmı gerçek bir kısmı abartılmış)

Amerikan halkını yıllarca etkilediler; zehirlediler.

Türkiye bu sırada tabiri caiz ise uyudu. Tarih bölümlerinin

mezunları iş bulamadıkları için, en düşük puanla öğrenci aldılar ve kural

olarak dil bilmeyen öğrencilerle tarihçi yetiştirilmeye çalıştılar. Bu

donanımla hiçbir uluslararası arşiv yeterince taranıp, gerçekçi belgeler,

zamanında ortaya konamadı. Yani meydan acı çekmiş Ermenilerin

Page 22: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

22

insafına bırakıldı. Ünlü bilim adamı Pasteur’ün “bir katliamdan sağ

kurtulan varsa, gerçeği hiçbir zaman tam öğrenemezsiniz” dediği

bilinmektedir (Prof. Dr. Hikmet Özdemir’den)

Yaşanan tüm sürgün ve tehcirler, buna Türklerin Balkanlardan

Anadolu’ya sürülmesi de dâhil, insanlık suçlarıyla ve acı öykülerle

örülmüştür. Buna kimsenin itirazı olamaz. Kaldı ki bu tehcirlerde acı

çekmiş sağ kurtulanlar, en acı anılarını ve zaman zaman sanal

duygularını da katarak anlattıkları için gerçeği hiçbir zaman hiç kimse

öğrenemeyecektir.

Böyle bir karmaşık olayı, özellikle Büyük Dünya Harbi (1. Dünya

Savaşı) olaylarını değerlendirirken, ırklara, milletlere, ülkelere, dinlere,

cemaatlere göre yola çıkarsanız yolun sonunu göremezsiniz. Benim ölüm

bana, senin ölün sana; benim acım bana, senin acın sana diyemeyiz. Bu

coğrafyada herkes o dönemde ıstırap çekti. Bu ıstırabı her kesimin

hissetmesini sağlamamız gerekiyor. Beş milyon insanı yitirdikten sonra

haksız yere ülkemize saldıran askerleri bile bağrına basıp, “bu topraklar

artık sizin de anavatanınız, bu çocuklar bizim de çocuklarımız” diyen

Atatürk; aslında evrensel bir hoşgörünün örneğini veriyordu. Ne yazık ki

şu anda kin ve nefretle yetiştirilmiş bir karşı grup; ne olup bittiğinden ne

olup biteceğinden haberi olmayan bu tarafta başka bir grup var.

Son yıllarda bu konuda Türkiye tarafından çalışmalar başlatılmıştır.

Ancak başka bir tuzağa düşmek üzereyiz. Bu sorunları sivil toplum

örgütlerince ve bir de 2014 yılında yasayla düzenlenen ve özel yetkilerle

donatılan MİT aracılığıyla çözme gibi bir yola girmiş gibi görünüyoruz.

Eğer çözme işini sivil örgütlere ve MİT gibi devletin bazı kurumlarına

verirseniz, meşruiyet sorunu çıkar. Bunu sadece alacağı kararlarla Büyük

Millet Meclisi çözmelidir.

Bu soruna resmi olmayan çözüm önerileri; ne şiş ne kebap yansın

Page 23: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

23

Hep aynı dert “Cahillik”: Osmanlı tarihi belirsizliklerle doludur. Çünkü

Osmanlı, insanını okutmaya önem vermemiştir. Bu nedenle savaşa

katılanlar ne günlük tutabilmişlerdir ne de ailelerine, eşlerine ve

tanıdıklarına mektup ya da ayrıntılı mektup yazarak durumu ve

duygularını anlatabilmişlerdir. Çoğunluk bir alayda tek bir okuyup yazan

ya varmış ya da yokmuş; onu da mecburen yazıcı yaparlarmış. Benim

babam alayında tek okuyup yazan olduğu için alayın yazıcısı olmuş.

Alayın girdisi ve çıktısını ve bir de çok acil durumlarda arkadaşlarının bir

iki cümle ile er mektubunu yazayım derken, derli toplu anıları ve

duyguları anlatan bir mektubun ya da belgenin yazılması belli ki

olanaksız hale geliyormuş. Bu nedenlerle savaşlarda neler olup bittiğini,

insanlar nasıl acılar çektiğini, duygusal dünyalarını tam olarak

öğrenemiyoruz. Öğrendiklerimiz sadece askeri nedenlerle tutulan bazı

belgelerle sınırlı. Aynanın arkasında neler oldu, onları hiçbir zaman

öğrenemiyoruz. Bu dönemde bu nedenle yazılan birkaç mektup tarih

açısından altın değerini taşıyor.

Savaştan dönenler, savaş anılarını anlatsa da, bu bilgileri yazılı not

haline getirmediğimiz için, bu notların gelecek kuşaklar için çok önemli

olduğunun bilincini taşıyanlar az olduğu için, anlatılanlar kuşaktan

kuşağa ya silikleşiyor ya da abartılı bilgilerle aslından saptırılıyor. Bizim

tarihimiz, resmi (ordunun) rakamlar ile gittikçe abartılan “mit” tarzında

öykülerden oluşmaktadır. Durum böyle olunca da tarihimizi

yabancılardan öğreniyoruz. Çanakkale Savaşı’nın ayrıntılarını

Anzaklardan öğreniyoruz. Çünkü Çanakkale arşivi araştırıcılara sınırlı

sayıda açılmış durumdu. Bir kişi ancak galiba 200 belgeye bakabiliyor.

Ermeni tehcirinde yaşanan acı olayları, belli ki daha iyi eğitilmiş

Ermeniler çoğunluk birey birey yazmışlar. Biz ise ölülerimizi sadece

tesadüfen bulduğumuz toplu mezarlardan öğreniyoruz. Dolayısıyla bir

Page 24: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

24

sürü haklı-haksız suçlamalar karşısında “biz yapmadık” demekle

yetiriyoruz.

Sarılması olanaksız bir acı yaşandı; çözüm ne?Bazen alacak verecek defterini muhasebeyi tamamlamadan

kapatmak taraflar için daha iyi olabilir. Türk-Ermeni çatışması da böyle

görünüyor. Ancak yine de:

Ermenilerin önemli bir kısmının anavatanı tarihsel olarak bu

topraklardır. Evleri, dükkânları, tarlaları, bahçeleri vardı. İmparatorluğun

gözde azınlıklarıydılar. Türklerle yakın ilişkileri vardı. Bu ilişkiler düzgün

olarak yürütülebilseydi bu ülkenin kaderi çok daha iyi olacaktı.

Siyasi kararsızlıkların tetiklediği din-ırk kıskacıyla kısa bir zaman

içinde birbirlerine düşman edildiler. Kol kola halay çektikleri meydanlarda

birbirlerinin gırtlağına sarıldılar. Birinin soluğu kesildi; diğeri ise bitap

düştü. Zaman geriye çevrilemeyeceğine göre olsa olsa defteri kapayıp

yeni bir sayfa açmak gerekir.

Malını satıp ya da yanına alıp bu ülkeyi terk edenler mal talebinde

bulunamazlar. Ancak isterlerse “Osmanlı” değil Türkiye Cumhuriyetinin

vatandaşlık hakkını talep edebilirler. Cinayet ve katliam olaylarına

karışmamışlara bu hak verilmelidir.

Malını tutanakla devlete teslim edip, daha sonra geri almışlarsa,

bunlar da sadece vatandaşlık hakkı için talepte bulunabilirler.

Malını tutanakla devlete teslim etmiş; ancak geri alamamış olanlar:

Hala devletin elinde olanları alabilmeli; eğer devlet tarafından satılmış ise

bu malların da bedelini geri alabilmelidir.

Malını komşusuna emanet etmiş ve geri alamamış ise, bunların da

devletçe geri verilmesi sağlanmalıdır. Dolaylı olarak “bilmeden, kasıt

olmadan” Ermeni malını almış olanların bedeli “yapılan ek yatırımlar

hariç” asıl sahibine şu andaki mal sahibince ödenir.

Page 25: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

25

Bu koşullarda ve Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlığını kabul

edenler anavatanlarına kavuşurlar. Bu niyeti ve yaklaşımı siyasi bir

kaldıraç gibi kullanmak isteyenlere bu hak verilmez.

Ermenistan ile sınır kapıları açılır; ekonomik bağlantılar güçlendirilir;

serbest dolaşım hakkı her iki tarafa da verilir.

Kutsal yerler ve vakıflar hiçbir koşul ileri sürülmeden Ermeni

cemaatine geri verilir. Kiliseden camiye ya da tersi camiden kiliseye

döndürülen tapınaklar için anlaşma zemini aranır. Anlaşma

sağlanamadığı durumlarda kışkırtmaları ortadan kaldırmak için bu

mekânlar her iki cemaatin de yararlanacağı alanlara ya da mekânlara

çevrilir.

Gerek Ermeniler ve gerekse diğer din mensupları gerekirse bu

dinlerin içindeki mezhepler arasındaki ezeli sürtüşmeyi ortadan kaldırmak

için devletin dini kimliği tümüyle ortadan kaldırılır. Sözde değil, özde

laikliğe geçilir. Böyle bir adil düzene geçiş ilk olarak vergi düzenlemesi ile

yapılır. Öyle ki:

Hiçbir vatandaş başka bir dindeki kişinin dini giderlerini, binasını,

eğitimini, memurunu, ücretlisini karşılamak zorunda bırakılmaz. Din için

devlete vergi ödenmesi tümüyle ortadan kaldırılır. Bu ödenti yasalarla ve

yönetmeliklerle cemaatlere bırakılır. Bu, farklı dinlerdeki insanlar için

değil, aynı din içindeki insanlar için de geçerli kılınır. Öyle ki bir kişi kendi

dininden hizmet almak istemiyorsa, kendi dininin bina, eğitim, memur,

ücretli, hizmetli ve diğer giderlerine katılmayabilir. Gerek devlet gerekse

cemaatler tarafından kişiler dini giderler için ödeme yapmaya

zorlanamaz. Bu kişilerin hakları ve güvenlikleri devlet tarafından titizlikle

sağlanır.

Dini eğitimlerin tümü cemaatlere bırakılır. Devlet yaygın öğretimin

hiçbir aşamasında dini eğitimle ilgili bir düzenleme yapamaz. Dini hizmet

almak isteyenler bedelini öder. Devletin hiçbir kademesinde dini

Page 26: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

26

hizmetler için bir kadro bulunmaz. Eğer anlaşma sağlanırsa bu

eğitimlerin cumhuriyetin temel ilkelerine aykırı olmaması için dini

mensuplardan oluşan ve devletin de temsil edildiği bir kurul tarafından

sadece denetlenebilir.

Mezarlıklar onarılır ve sahiplerine geri verilir

Yapılabildiği kadarıyla, arşivlere de bakılarak, nüfus kütükleri

yeniden güncelleştirilir.

Her iki tarafın ölenleri için ortak bir anıt yapılır ve belirli bir gün

“Günahlardan Arınma Günü” olarak ilan edilerek ortak olarak törenle

anılır.

Bütün bunlardan sonra zamanı geriye döndürebilseydim ne olmasını isterdim.

Keşke sözünü hiç sevmem. Çünkü bir insanın aptallığını ortaya

koyan bir kelimedir. İş işten geçmeyi simgeler. Zamanında yapılmamış

bir işin, verilmemiş bir sevginin, yaşanmamış bir aşkın, alınması gereken

bir dadın zehre dönüşmesini ifade eder.

Ermeniler, Rumlar, Süryaniler bu toprakların en eğitilmiş, sanata,

yatkın, üretici, çalışkan ve müziğe, edebiyata, politikaya, devlet

yönetimine en yatkın unsurlarıydı. Binlerce defa keşke diyorum, keşke

kalsaydılar, bu ülkenin sanatına, üretimine, edebiyatına, müziğine,

estetiğine, tarımına, yapılaşmasına binlerce yıl yaptıkları gibi katkı

vermeye devam etselerdi. Ne olurdu yani mahallemizde ya da

köyümüzde çan çalan bir kilise, iki üç dili konuşan çocuklarımız, aynı

coşkuyla kutladığımız bayramlarımız olsaydı. Acılarımızı ve

sevinçlerimizi paylaşsaydık. Sanat, edebiyat, müzik gelenek ve

yetenekleri ile bize destek olsaydılar. Şehirlerimiz ve konutlarımız daha

estetik ve yaşanabilir olsaydı. Bir bütünün ayrılmaz parçaları olsaydık,

keşke…

Page 27: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

27

İç politikada siyasilerimizce hoş görünmek için sürekli gündeme

getirilen Dersim Harekâtı ve Ermeni Olayı sonunda olumsuz meyvesini

vermeye başladı. Yaklaşık 1,5 milyarlık Katolik dünyasının lideri Papa,

daha sonra 450 milyon insanın temsilcisi olan Avrupa Parlamentosu

Ermeni Soykırımını 2015 Nisanında kabul etti. Hem de ilk soykırımı

yapan millet damgasıyla. Bunun sonu gelecektir. Oturacağımız

uluslararası her masada bu dosyalar önümüze konacaktır. En yetkili

yöneticilerimizin meydanlarda uluorta Dersim soykırımından üstü açık ya

da kapalı dem vurması batı dünyasında yankılanmıştır. Yarın 1938’de

Dersim’de soykırım uygulayan bir millet, 1915’de haydi haydi soykırım

uygulamıştır demelerine hazırlıklı olun. Bir defa adınız çıkmaya görsün,

bu topraklarda yaşanmış her etnik çatışma ve sürtüşme korkarım ki

hanemize soykırım olarak yazılmaya çalışılacak. Tarih ve diplomasi

bilincinden yoksun, ağzına geleni söyleyen yöneticilerden ne yazık ki bu

ülke büyük darbe almıştır. Sayın yöneticilerimizin bu kararlar bizi

bağlamaz, yok hükmündedir diyerek geçiştirmeleri de doğrusu dünya

diplomasi tarihine geçecek niteliktedir.

Sonuç: Ben böyle bir özre “Ermenilerden Özür Dileme Kampanyasına” kesinlikle katılamayacağım. Hiç kimsenin benim ve

ülkemin adına özür dilemesine de izin vermeyeceğim. Çünkü ailem ve

bildiğim kadarıyla bu gün mensubu olmaktan hep gurur duyduğum

Türkiye Cumhuriyetinin ilk günden bu yana yönetimi ve bu cumhuriyeti

kuran değerli insanların hiç biri bu kalkışmanın ne tetikleyicisi ne

destekleyicisi ne de bastıranı olmuşlardır. Aydın, araştırıcı ve benzer

kimlikler arkasına sığınarak, küçük çıkarları için, batının bitmeyen bu hain

isterisine alet olanların tüm sinsi girişimlerine karşın, deneyimli Türkiye

Cumhuriyeti bu tuzağa düşmeyecektir. Tarihin doğduğu ve serpildiği bu

topraklar, 72 milletin anavatanı olarak tarihteki yerini hep koruyacaktır.

Page 28: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

28

Prof. Dr. Ali Demirsoy

24.04.2014

Birinci yazı: 01.01.2009

Dip Not: Hamidiye Alayları, 1915 Ermeni sürgünü ve o zamanki Türk ordusunu yöneten Alman subayların teklifiyle gündeme gelmiştir. Çünkü Osmanlı ordusu; İttihat ve Terakki tarafından Alman genelkurmayının yönetimine bırakılmıştı. Bu yönetimin çekirdeği 42 kişilik Alman subay heyetinin başında bulunan Limon von Sanders’ti. Rusların zayıflatılması amacıyla, Ermenilerin içeride iyice etkisizleştirilmesi için sürülmeleri bu Alman heyetinin planıdır. Bu sürgünün yürütülmesi, 2. Abdülhamit tarafından büyük bir çoğunluğu Sünni Kürtlerden ve az bir kısmı da Sünni Türkmenlerden oluşturulmuş Hamidiye Alaylarına verilmiştir. Kemal Süphandağ kitabında bunu açıkça belirtiyor: 'Ezidi (Yezidi), Alevi, Şii ve Dürziler müracaatlarına rağmen Hamidiye Alaylarına kabul edilmemişlerdir. Hamidiye Alaylarının da zulmüne uğramışlardır.

Yol boyunca özellikle ve Osmanlı Jandarmasının kontrol edemediği yerlerde Kürt aşiretleri Ermeni köylerini basıyor, mallarını yağmalıyordu, Osmanlı Devletinin normal askeri kuvvetleri ise Ermenileri korumaya çabalıyordu. Bunun için Kemal Süphandağ'ın sunduğu belgelere bakılabilir (Sayfa: 342, 345 vb.)

Sunuş yazısı:

Değerli Kardeşlerim2008-2009 geçişinde yeni yılınızı kutlarken, büyük devlet ile küçük devlet

arasındaki önemli bir ölçütü ve Ermeni olaylarına bizzat tanık olanların (ve ailemin)

gözüyle bir değerlendirmeyi ve bu olaylara çeşitli şekillerde müdahil olanların kimliği

ile ilgili bir yazı göndermiştim.

İlk gönderdiğim yazı, 2014 Nisanı’nda Amerika’daki malum oylamalar ile ilgili

olarak tekrar ele alınarak yeni bilgilerle okuyuculara gönderildi.

Ne yazık ki 2015 yılına gelindiğinde, tehcir olayının 100’cü yılında, dünya,

Ermeni sözde soykırımını birer birer parlamentolarından geçirmeye ve tarihin er kirli

iftirasını Türk ulusuna atma hattat kabul ettirme gayreti içine girmiş bulunmaktadırlar.

Her 24 Nisan’da ısıtılan bu acılı çorbayı ister istemez yemek zorunda olanlar ve bir

de tarafsız inceleyenler anlayabilecektir.

Page 29: Acılar denizi 2015 04 24 ekli

29

Yeterince araştırmacı yetiştiremeyen ülkeler, haklarını uluslararası arenada elde

etmekte zorlanırlar. Bu nedenle 24 Nisan ülkemizin boynunda kılıç gibi asılmaktadır.

Aslında 24 Nisan bu ülkenin yabancılara ve suçlulara taviz verme günüdür. Dersim

harekatını meydanlarda sürekli ısıtarak gündeme getirip, onu bir soykırım gibi

gösterme gayreti içine girmiş yöneticilerin ülkeyi buraya getireceği akil adamlar

tarafından biliniyordu. Şimdi yöneticilerimizin bu ipsiz sapsız açıklamalarını gündeme

getirerek, Ermeni soykırımını parlamentosunda geçirmiş ülkeler bize sormazlar mı?

Dünyada büyük bir savaş ve çatışma henüz yokken, aynı dinden ve büyük ölçüde

aynı soydan gelen kendi insanına 1938’de soykırımı yapmış bir ülke, 1915 yılında

Birinci Dünya Savaşı gibi her yerin kana bulandığı bir zamanda, farklı dinden ve

soydan gelen insanlara soykırım uygulamaması için inandırıcı bir neden olabilir mi?

Dışişlerimiz sert yanıt verdi, bu karar bizi bağlamaz, yok hükmündedir gibi suya tirit

açıklamalar ile olsa olsa gözü kapalı oy verenleri kandırabiliriz. Bu kararlarla bizden

hiçbir şey alamazlarsa da saygınlığımızı aldıkları açıktır…

Yetmiş iki milletin kardeşçe bir arada saygı ve sevgiyle yaşaması dileğimle

saygılarımı sunuyorum…