ahmed bin mahmud ii - turuz...ahmed bin mahmud'un (selÇuk-name ii) kervan kİtapÇilik basin...
TRANSCRIPT
Ahmed bin Mahmud SELÇUK-NAME
II
TERCÜMAN GAZETE Sİ'nin bir kültür hizmeti olarak yayınladığı
1001 TEMEL ESER'in 102. kitabı
Ahmed bin Mahmud'un (SELÇUK-NAME II)
KERVAN KİTAPÇILIK BASIN SANAYİİ VE TİCARET A Ş.
Ofset tesislerinde dizilmiş ve basılmıştır.
Tercüman1001 TEMEL ESER
102
Ahmed bin Mahm&d
Selçuk - Nâme IIHazırlayan
ERDOĞAN MERÇİL
İSTANBUL1977
7007 Temel Eser i iftiharla sunuyoruz
Tarihimize m ânâ, millî benliğimize güç katan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliş tiren,ona yön veren konularda "Gerçek eserler" elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol açm ış, dil değişmiş, yazı değişmiştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutm uş -Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.
Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan, kültürümüzde "K öşetaşı" vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1000 Temel Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlığınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınlamaya karar verdik. "1000 Temel Eser" serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'ın yayın hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulunuyor. Millî değer ve m ânâda her kitap ve her yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelim, mayasını gözler
önüne sermek, onları lâyık oldukları yere o turtmaktır.
Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gurur, iftihar, hizmet zevki olacaktır.
KEMAL ILICAK
Tercüman Gazetesi Sahibi
NİZÂMÜ'L-MÜLK'ÜN DURUMU,KATL OLUNMASI VE SEBEBİ: Nizâmü'l Mülk'ün adı Haşan ve ba- l>asınmki, ise Ali idi ve çok gayretliydi. Beyhak nâhi- yesinden sanat erbâbı bir kişinin oğlu idi. Gençliğinde fakir durumda idi (1) ve hadis ve fıkıh ile meşguldu. Belh'in emiri Ebu Ali b .Şâdân 'ın hizmetini görür, her zaman onun zulm ve eziyetini çekerdi. O sırada Çağrı Bey Dâvud b.Mikâil'in devleti zamânıydı. Sonra Haşan, Ali b .Şâdân 'ın yanından kaçıp, Çağrı Bey'in yanma vardı. Çağrı Bey, Hasan'm kendi hizmetine geldiğini anlayınca, elinden tutup, oğlu Alp Arslan'a teslim etti ve "Yâ Muhammed, bu Hasan-ı Tusi'dir. Rey ve tedbirde örnektir, buna önünce saygı göster. Bunu baba yerine tut, rey ve tedbirin gözet. Bııııa muhalefet etme, bunun tedbirine muhalif yola gitme" dedi.Sonra Haşan, Alp Arslan'ın hizmetinde kaldı, pâdişâh oluncaya kadar yanında bulundu. Devlet Alp Arslan'ın idaresine geçtiğinde Haşan on yıl ona hizmet edip(2), vezirlik yaptı. Alp Arslan bu dünyadan gittiği zaman, evlâdı ülke ve hükümdârlıkda birbirleri ile anlaşmazlığa düşüp, aralarında uyuşma olmadı. (3) Nihâyet Hasanin iyi tedbiri ile Melikşâh atası yerine sultan oldu. Haşan, Melikşâh'a o şekilde vezirlik etti ve halka belli bir derecede saygı gösterdi ki, bütün emirler ve devlet ileri gelenleri ona hizmetinden dolayı şükr ettiler. Hattâ bir gün Haşan, Emirü'l-Müminin Muktedi'nin huzuruna gitti. Muktedi, "Otur yâ Haşan" diyerek, ona saygı gösterip, yüceltdi. "Yâ Haşan, Emirü'l-Müminin senden râzı olduğundan, Allah da senden râzı olsun" diyerek, orada bulunanlara medh edip, çok övdü. Ülke işlerine ihtimâm ile bakdığı, dünya olgun bir düzen ve hüküııı- dârlık ve devlet tanı bir intizâm üzerine olduğu için "Nizâmü'l-Mülk" diye ad vermişlerdi. Nizânıü'l-Mülk'- ün meclisi bilginler ve sâlihler ile şenlenmiş ve onların sözleri ile nurlanmıştı. Bilginler ve sâlihlerin onu hü-
- 9 -
kümdârlık ve mühim işlerden alıkoyması çok vâki olurdu. Bir gün kâtiblerden birisi, "Bu grupa çok açılıp, bunlara iyilikle muamele yoluna gidersiniz. Bunların sizin üzerinize girmesi, sizi halkın işlerinden uzak tutar. Bunlardan gizlenip, istediğinize kapıyı açsanız. Emr eyleseniz, meclisinize sıkıntı vermeyip, bir tarafa o tursalar. Her birisinin dileğini yerine getirdikten sonra durmasalar" dedi. Nizâmü'l-Mülk bu sözü işitip, "Yazık sana, bu grup islâmm direkleri ve bunlar dünya ve âhi- retin hammâlıdır. Herkes olgunluğu bunlar ile bulur. Eğer gelip. her birisi başnnın üzerine otursa, kendimi büyük ve bunu da çirkin ve çok görmem" dedi. Nizâmü'l-Mülk'ün meclisine ne vakit bilginlerden Ebu'l- Kâsım Kuşeyri (4) ve Ebu'l-Me'âli b.Cuveyni (5) gelseler, bunlara ayağa kalkıp, yanma alır, ondan sonra sohbet edip, konuşurdu. Ancak Ebu Ali Fârmezi (6) geldiği vakit kalkar, ona yerini verir, kendisi geçer karşısına otururdu. Sonra Kuşeyri ile İbn Cuveyni bu durumdan usanıp, Nizâmü'l-Mülk'e haber gönderdiler ve "Biz, Ebu Ali'den üstün ve saygıya değer iken, ona ar- tuk (fazla) hürmet etmesinin sebebi nedir?” diye sordular. Nizâmü'l-Mülk, "Kuşeyri ve İbn Cuveyni ve onlann emsâli kimseler bana gelseler, bende olmayan vasıflar ile beni öğüp medhimde mübalağa ve beni azdırıp teşvik ederler. Fârmezi geldiği vakit, bana va'z ve nasihat edip, ayıbımı ve zulmümi anıp, beni yaptığım işlerden dolayı bozar. Sonra onun sözünden kırılıp, işlerimden yasaklanmış olurum. Onun için ona fazla saygı gösterip, güzel karşılarım" dedi.
Nizâmü'l-Mülk sufilere çok sevgi gösterir, ikrâm ve hürmet ederdi. H attâ kendisine mensub olan sufiler- den bir sufiye her defa geldikçe para verirdi. Bütün verdiği seksenbin dinara ulaşmıştı. Bir gün Temimi, Ni- zaıııü'l—Mülk'e, "Sufîleri bu derece güzel karşılamamsa ve saygı göstermenize sebeb nedir?" dedi. Nizâmü'l-
- 10-
Mülk, "Sufllere bu karşılamayı yapmama ve saygı göstermeme sebeb; geçmişte ben bir emirin yanında idim, gece ve gündüz onun hizmetini görürdüm. Bana bir sufi gelip, sana faydah olan kimseye hizmet et, yarın köpeklerin parçalayacağı kimseye hizmet edip, ne yaparsın? boş yere hizmetini kayıb edersin, dedi. Bu su- finin sözünün mânâsını ve murâdını anlayamadım. O hizmet ettiğim emir devamlı şarab içmeye ve sonra akılsızlığından sarhoş olmağa ahşıkdı. O emirin yavuz, yırtıcı köpekleri vardı, gece ve gündüz çadırını korur ve garib bir şekilde diş vururlardı. Yabancı kimse görseler yırtıp yaralarlar ve taşradan geleni paralarlar idi. Tesadüf o gece emire sarhoşluk üstün gelip, geceleyin çadırından dışarı çıkar, köpekler onu tanımayıp, parça parça ettiler. O sufinin ermiş ve kerâmet sâîıibi olduğunu anladım. O zamandan beri sufllere sevgi gösterip, arar ve bu grupun olgunlarını sorarım, onun gibi bir kimseye bir daha kavuşayım ve yüzünü göreyim derim!' dedi. Nizâmü'l-Mülk ezân okunduğu vakit, ezâm dinlerdi. Namaz vakitlerine riâyet eder ve ezânı işittiği gibi, her nesneden vazgeçerdi. Pazartesi ve Perşembe günleri daima oruçlu idi. Çok sadaka verir, hayır ve ihsân ile devâmlı meşgul olurdu. Yumuşak huylu, ağırbaşlı ve Müslümânlarin işlerinde zorluklara karşı sabırlı idi ve her şehirde medreseler yaptırır, dâima hayır ve bağış yoluna giderdi ve evkâf tayin etmişti. Her ne kadar, Isfahân ve diğer şehirlerde vakıfları ma'mur idiyse de, Bağdâd'daki medresesine daha fazla sarf edip, onun vakfı hepsinden çok idi. O medreseye üstün kitablar koymuş, "Okuyucu ve nahiv bilginlerine vakıf olsun" demişti. Her yıl Bağdâd'da fakirlere yirmibin dinar ve beş mud (7) buğday dağıtırdı. Yaptırdığı medrese ler, yollardaki rıbatlar, köprüler ve binaların kapısın; M elikşâhin adını yazmış ve taşların üzerine pâdişâ hm ismini kazdırmıştı. Nizâmü'l-Mülk bıı kadar binâ
- 11 -
lar .yaptırmasına, fakirlere ve bilginlere bu denli bağış- da bulunmasına rağmen, düşmanları onu Sultân'a gammazlayıp, kötülük ile andılar. "Müsrif ve yok edicidir, malları yok yere harcıyorI' dediler. Melikşâh bu gam- mazlayanlarm sözünü doğru sanıp, Nizâmü'l-Mülk'e "Niçin malları gereksiz yere harcıyorsun?" diyerek, azarladı. Nizâmü'l-Mülk "Ey dünyânın pâdişâhı, senin için bir bölük asker hazırladım ki, gündüz senin önünde dıırup, senden düşmanı uzaklaştırırlar. Bir bölük asker de gece için hazırladım, sen uyurken ayak üzerine ve saf durup senin için duâ ederler. Eğer dilersen, bu bi- nâlara harcadığım servet kadarını sana vereyim, kapılardan adını yok edeyim ye kendi adımı yazdırayım. Bu suretle kıyâmete değin hayır ile anılayım" dedi. Melikşâh bu sözleri işittiği zamân, "Vallâhi ben adımın hay- râtdan (sevab için kurulan müessese) yok edilmesini istemem, ancak kıyâmete dek hayır ile anılıp, kalmasını isterim'.' dedi.
Bir zamândâ Melikşâh Ceyhun'u geçip, Mâverâün- nehr'e giderken, gemicilerin onbin dinâr kirasını Antakya Amiline havale etti. Gemiciler gidip kirâyı Antakya Aınili'nden aldı. Sultân'm kullarının elbise parası olan onbin dinarı Bizans Imparatoru'ndan alsın diye emretti. Mâverâünnehr'den o parayı almağa adam Kos- tantiniyye (İstanbul)'ye gitti. Nizâmü'l-Mülk'e "Yanında para var iken, dün gemicilerin kirasını Antakya’dan, bugün elbiselerin parasını İstanbul'dan emretmenin sebebi nedir?" diye sordular. "Murâdını hizmetinde olduğum Sultân'm heybetini göstermek ve büyüklüğünü yaymaktır. Hiç bir sultân bu dereceye ulaşamadı ve bir kişiye bunun gibi saltanat olmadı. Melikşâh'ın bu büyüklüğü illerde meşhur ve tarihlerde zikr edilsin" dedi. Nizâmü'l-Mülk'ün nice bin kulu vardı ve serveti lıesablananıayacak kadar çoktu. Ancak kendisi Allâh'a ibâdet için istekli idi, "Bir köy ile mescid yeter" der
12
di. "Dünyâdan el çeksem, o mescidde ibâdetle meşgul olsam'.' deıdi. Bundan sonra, "Bir parça yer olsa onun ile kanâat etsem ve bir dağda bir mescidde ibâdet edip, el çekme yoluna gitsem'.' der oldu. Daha sonra da, "Günde bir pide ile yetinip, bir mescidde otursam, gece ve gündüz Allâh'a secde etsem'.' der olmuştu.
Nizâmü'l-Mülk'den hikâye olundu, "Bir gece rüyamda Şeytân ' gördüm, Allâh seni yok iken yarattı. Sonra sana secde emretti, sen inâd edip, secde etmedin, isyân ettin. Ben Hasaıı im , Allâh bana secde emretti, ben Allâh'a günde nice secde ederim, itâat yoluna giderim, dedim. Şeytân, Allâh'a yakın olmayan bir kimsenin bütün iyilikleri ve yaptığı herşey günâh olur',' dedi.
Temimi'ye göre;Nizâmüi—Mülk Hind,Bizans veTürk devletlerinin her birine vergi tayin etmişti.O vergiler her yıl o ülkelerden gönderilirdi. Balasagun, Çin ve İstanbul'un teşkil ettiği hududlar ortasında olan ülkelere vergi kararlaşmıştı. O alman vergiler, askere, Sultânin gulâmlanna ve saray halkının elbiselerine sarf olunurdu. Bu denli ülkelere hiikm etmek, hiç bir zamân bir halifeye, bir vezire ve bir sultâna nasib olmamıştı.
Nizâmü'l-Mülk'ün öldürülmesinin sebebini bir kaç şekilde hikâye etmişlerdi. Bir sebeb bu idi: Nizâ- müi-Mülk'ün ömrü uzun olup, yirmidokuz yıl Alp Arslan'a ve Melikşâh'a vezirlik yapıp, tâlih ve saadet üzerine oldu. Sayısız mal ve hazine sâhibi idi. Melikşâh kapısında düşmanları çoğaldı, Nizâmü'l-Mülk'ün üzerine bir fedâi gönderip, işini bitirdiler. Bir sebeb de bu idi: Melikşâh kendi kullarından birini Merv'e emir ve halkın işleri üzerine tayin etmişti. Nizâmü'l- Mülk'ün oğlu (Şemsü'l-Mülk Osman) Merv'de sâkin ve o ülkeyi yurt edinmişti. Bu Melikşâh'ın kulu haksızlık ve zulüm ile meşgul oldu. Nizâmü'l-Mülk'ün oğlu, halkın feryâdıııdan üşenip (rahatı kaçmak, usanmak) bu kulu zindâna attı. Sultân tarafından, niçin
- 13 -
böyle yaptın, diye suâl sorulduğunda, sebebini bildirip, zindândan gönderdi. O kul Sultân'a vardığı zamân, mâcerâyı hikâye ve kendisini suçsuz çıkarıp, Ni- zâmü'l-Mülk'ün oğlundan şikâyet etti. Melikşâh bu kulunun şikâyetini dinlediği zamân, sözünü doğru samp, kızdı. Nizâmü'l-Mülk'e haber gönderip, acı şekilde hi- tâb ve türlü paylamalarda bulundu ve "Saltanatda benim ile ortaklığın mı vardır? Niçin haddinden tecâvüz edersin ve edebsizlik yoluna gidersin? Oğullarının her birisi bir ülkeye vâli ve hâkim oldular. Saltanat hürmetine ve devletin şerefine bozukluk getirmeğe başladılar. Şimdi haddini bil, dairenden tecâvüz etme, benim kaldığım yerde ve dilemediğim yerde olma. Vezirlik divitini önünden kaldırıp, senin hüküm ve hükümetini halkın üzerinden gidermemi mi istersin?"dedi.Tâcü'l- Mülk'ü gönderdi. Tâcü'l-Mülk, Nizâmü'l-Mülk'e bu sözleri, Sultân'm dediğinden daha fazlasını söyledi. Ni- zâmü'l-Mülk'ü çok kederlendirdi ve "Sultân'a deyin ki, Allâh devletini dâim ve saltanatını bâki eylesin. Şimdiye dek ülkede Sultân ile ortaklığımı bilmezdim. Sultân böyle buyurunca, öğrendim. Benim Sultân'm hizmetinde kusurum olmamış ve yapmadığım hizmet kalmamıştır. Sultân bu dereceye benim tedbirim ile ulaşmıştır. Sultân'a bu şekli ile devlet, benim yardımım ile elvermiştir. Babası öldüğü vakti bilmez mi? Halkı etrâ- fma nasıl topladım, amcası ve kardeşlerini bu yol ile nasıl önledim? Bütün düşmanların fesâdını üzerinden uzaklaştırdım. Ona bütün ülkeleri zahmetsizce feth edip, dünya hükümdârlarım ortadan kaldırdım. Bü,tün hükümdârlar âlemini ona tâbi kılıp, devletine bir engel bırakmadım. Sultân'm saltanatı benim vezirliğim ile bâki ve devleti benim ile devâmhdır. Eğer benim vezirlik divitimi hükümsüz bırakırsa, onun da hüküm- dârhk tâcım başından götürürler," dedi. Sultân'a Nizâmü'l-Mülk'ün sözlerini haber verdikleri zamân, korku
- 14 -
ve öfke arasında şaşırdı. Çünkü Nizâmü'l-Mülk'ün yir- mibinden fazla kulu vardı ve bütün asker ona tâbi ve dost idi. Sonra Tâcü'l-Mülk ile öldürülmesi için tedbir aldı.
Bir sebeb de bu idi: Melikşâh, Halife (el-Muktedi)'yi giderip, emr ve yasak etmede kendisine muvâfık ve her hususda emrine uygun olsun diye, kendi tarafından Bağdâd'a bir halife tayin etmek istedi. Nizâmü'l-Mülk, Melikşâh in bu fikrini işidip, "Bu akılsızca bir görüşdür ve bu işde çok kabâhat vardır. Akıl ve şeriat bakımından izin yokdur, bu işden çekinmek gerekdir" dedi. Melikşâh, Tacü'l-Mülk ile konuştu. O bu görüşü uygun görüp, Sultân i bu işe isteklendirdi. Sultân "Ya Nizâ- mü'l-Mülk'ü ne yapalım? Bu hususda bize usanç ve işimize düzensizlik verir" dedi. Tâcü'l-Mülk de, "Öldür kurtul, muhâlefetinden râhat ol" dedi. Sultân da râzı oldu.
Bir sebeb olarak bunu söylemişlerdi: M elikşâhin Hâtunu (Terken Hâtûn), Melikşâh'dan oğlu Mah- mud'u veliahd edinip, kendisinden sonra yerine sultân tayin etmesini istedi. Sonra Melikşâh da bu hususu Ni- zâmü'l-Mülk'e danışdı. Nizâmü'l-Mülk ma'kul görmeyip muhalefet etdi ve "Büyük evlâdın var iken, bir avrat ile bir küçük oğlanı Müslümânlar'ın üzerine sultân edersin, yarın Allâh'a ne yüz ile kavuşursun',' dedi. (Terken) Hâtûn bu sözü işidip incindi, Melikşâh ve Tâ- cü'l-Mülk ile Nizâmü'l-Mülk'ün öldürülmesi hususunda anlaştılar.
Nizâmü'l-Mülk'ün öldürülmesi bu şekil üzerine oldu: Sultân Ramazan in birinci günü (5 Ekim 1092) Halife'- yi Bağdâd'dan gidermek niyeti üzerine Isfahân'dan yola çıkdı. Nizâmü'l-Mülk, Sultân in ardınca gelirdi, işlere ilgisizlik duyuyor, Sultân in niyetini biliyordu. Nilıâ- vend köylerinden bir köye (7 a) ulaştı, Ömer b.Hat- tâb zamânmda (634-644) o mevzide Kafirler ile savaş-
- 15 -
.nıştı.Oraya konakladığı zaman, "Hu imibarek bir ıııev- zidir, burada Peyganıber'in esbabındım ne kadar şelıid vardır. Ne mutlu burada şehid olup, âlıiretini hazırlamış kimselerle olan kişiye'.' dedi. Ni/.ânıü'l-Mülk böyle dedikden sonra gelip yerine oturdu. Emirler karşısında durdu, Perşenbe günü idi ve oruçlu idi. Çünkü önceden o günün oruçuna alışıkdı. Allâh korkusuyla günâh işlemekden çekinenlerden bir kişi gelip, Nizâmü'l- Mülk'e, "Peygamber'i bu gece rüyamda gördüm. Sen bir mahaffenin içinde imişsin, geldi seni alıp gitdi ve gözümden yok oldui' dedi. Nizâmü'l-Mülk "Peygamber'in gelip beni alması, benim dileğim'.' deyip memnun oldu Divân yemeği yendiği zamân, devlet ileri gelenleri dağıldılar, her birisi çadırlarına gittiler. Nizâmü'l-Mülk'ün ayağında nikris (ayak parmaklarında, mafsallarda ve topuklarda meydana gelen ağrılı hastalık) vardı, bu sebeble ayakları kendisine yarduncı ve yürümesine destek değildi. Sonra Hâtûnlar onu çadırına iletmek için getirdiler ve çadırının yanına yatırdılar. Sufî kılığında bir Deylemli (İran'ın kuzeyinde bugünkü Gilân eyâletinin bir kısmını teşkil eden dağlık arazide yaşayan kimse) gulâmın (7 b) elinde bir kâse ile geldiğini gördüler. Nizâmü'l-Mülk'e duâ ve medh etdi. Fakirlik ve hâlinin kötülüğünü bildirip, para dilendi. Nizâ- mü'l-Mülk de bir nesne vermek için yanma davet etdi. O yanma geldiği zamân, Nizâmü'l-Mülk'ün yakınında durdu. Elini uzatdı, bıçağı ile Nizâmü'l-Mülk'ü kalbi üzerinden vurdu, Nizâmü'l-Mülk'ü çadırına götürdüler, dünyâdan âhirete göç etdi. O Deylemli gulâm firâr ederken, ayağı çadır ipine dolaşıp düşdü, Nizâmü'l- Mülk'ün kulları başına üşdü, keskin kılıçlar ile parça parça etdiler. Nizâmü'l-Mülk Ramazân'ın onuncu, Cuma gecesi (14 Ekim 1092), şehidlik mertebesine eriş- di. Bütün ömrü yetmişaltı yıl, on ay ve bir kaç gün olmuş idi. Ondan sonra şehidliğe erişip, gömüldü. Alp
- 16 -
Arslan ile Melikşâh'a yirmidokuz yıl vezirlik yapıp, devletde oldu.
Nizâmü'l-Mülk'ün ölümü haberi Bağdâd'a Rama- zân'm onsekizinci, Pazar günü (22 Ekim 1092) geldi. Amidü'd-Devle (8) ve diğerleri yas ve mâtem tutup, sızlanıp bağrıştılar. Halife (el-M uktedi)'ye de Nizâ- nıü'l-Mülk'ün ölümünden çok hüzün ve sıkıntı geldi. Çünkü Halife'yi Sultân'm yanında saygı ile anar ve hakkında iyi şeyler söylerdi. Lüzumundan fazla önem verip, Sultân'm Halife'nin üzerine yürümesini önlerdi. Sultân'm Halife'ye tayin ettiği iktâdan başka bağışlarda da bulunurdu. Nizâmü'l-Mülk isnâd-ı hadis etmiş ve râviler (râvi: rivâyet eden, söyleyen, hikâye eden, anlatan) yoluna gitmiştir. Râviler ve inanılır kimseler grıı- bundandır. Merv, Nisâbur, Rey, Isfaiıân ve Bağdad'da medresesinde ve Mehdi Câmi'inde hadis rivâyet ve hadisle uğraşanlarla sohbet etmişdir. Kendisi, "Ben Peygamberimize âit kutsal sözlerin rivâyetinde lâyık ve usta olmadığımı biliyorum. Ancak onların yolunu takib etmek istiyorum" dedi. Nizâmü'l-Mülk'den Ebu'1-Fazl Ürmevi ve Ebu'l-Kâsım Ekberi hadis rivâyet ve hikâye ettiler. Şâirlerden çok kimse Nizâmü'l-Mülk hakkında mersiye söylemişdir. Ancak İbn Mikâil b. Atıyye'nin ki, hepsinden daha güzel olmuşdur.
Bazı devlet büyüklerinin toplamış olduklan bir kitab gördüm. O kitabda güzel ahlâkını, iyi inançını, yaratılışının cömertliğini, adaletini, şefkatini ve sabrını tarif etmişler aşırı derecede övgü ve lüzumsuz tafsilat yoluna gitmişlerdi. O kitabda zikr olunmuş ki, bir gün elinde boyanmış ve cilalanmış deriden yapılmış bir kırba (su kabı, saka tulumu) bulunan bir fakir Nizâmü'l- Mülk'ün kapısına geldi. Nizâmü'l-Mülk Divân'dan geldiği zamân, önüne varıp, "Sen cömertlerden ve sâlih- ler ile fakirlerin dostu imişsin. Eğer öyle ise benim şu kırbamı dinâr (altın para) ile doldur, beni memnun
- 17 -
edip, güldür!' dedi. Nizâmü'l-Mülk bunu çok sanıp, "Bir—iki kese sikke yeter, fakir olan bu kadar altım ııe yapar?" dedi. O fakire ne kadar söyledilerse, o kırba dolusu altından eksiğine râzı olmadı. "Kurbanı dolusundan eksiğini almam ve kabul kılmam'.' dedi. Sonra Nizâmü'l-Mülk emr eyledi,o kabı altm ile doldurdu- lar.O fakirin o kırbayı alıp gitmeğe kudreti ve yerinden kımıldatmağa kabiliyeti olmadı. Sonra Nizâmü'l-Mülk kullarma kırbayı alıp, fakirin evine götürmelerini eııır etti. İş bu dereceye vardıktan sonra, o fakir bağırıp, "Cömertlik, ancak bu kadar olur, Allâh'a iyilik et ki, kabul kılsın.Benim maksadım seni iıııtihân idi. Yoksa fakir olan altını ne yapsın?" dedi, kırbayı başaşağa et- di, altını döktü ve kırbasını alıp çıkıp gitdi. Nizâmü'l- Mülk, "O fakiri görün ve bulun" dedi. Yokladılar aslâ iz bulunmadı.
Nizâmü'l-Mülk bütün binâlarının üzerine Elnı Sn'd Sufi durmuşdur ve bütün binâlann işiııi o görmüşdür. Nizâmü'l-Mülk, Ebu Hanife'nin kabri üzerine türbe ve yanında bir medrese yaptırmış ve onları da Ebu Sa'd Sufi binâ etmişdi. Şerif Beyyâz da Ebu Hanife'nin türbesinin kapısı üzerine beyitler yazmış ve mermerin üzerine kazımış idi. Askere ulufe ve timâr tayin etmek Ni- zâmü'l-Mülk'den kalmış ve medreseler binâ eylemek önce ondan olmuşdur.
Nizâmü'l-Mülk'ün emirlerden dostlan vardı, her birisi gece-gündüz ona arkadaş ve dost idi. Memleket işlerinin tedbirinde onlara danışır ve onların görüşünü gözedirdi. Onlardan birisi, Sâhib-i Divân-ı İnşâ olan ve Sultân tarafından beğenilen Kemâl ed-Din Ebu'r-Rızâ Fazlullâh b. Muhammed (9) idi. Sultân'dan hiç ayrılmaz ve Sultân onsuz bir yere gitmezdi. Bir gün tesâdüf bir engel olup, Sultân ile görüşmedi. Sultân mektub gönderip, "Siz bizi görmemek ile incinmezsiniz. Çünkü siz bizden başkalan ile dost olursunuz, bizden başka
18 -
eğlence bulursunuz. Ancak biz sizsiz eğlenenleyiz. Biz sizin gibi dost ve sohbet eden bulamayız'.' dedi. Nizâ- mü'l-Mülk'ün bir dostu da Divân-ı İşrâf-ı Memâlik sâhi- bi olan ve Sultân'm yakınlarından Hâce Şerefü'l- Mülk idi. Bu Hâce Şerefli'1-Mülk'ün yılın adedince üç- yüzaltmış kıymetli elbisesi vardı. Çok kıymetli bu elbiselerin her birisi, dört mevsimin günlerinden bir güne münâsib ve uygundu. Bir gün giydiğini diğer gün arkasına almaz ve iki gün bir elbise ile olmazdı. Eğer bir kimseye bir hil'at bağışlasa, yine yerine daha güzelini koyardı. Ömrü bu hâl üzerine giderdi.
Nizâmü'l-Mülk'ün kendisini öven şâirleri vardı. Her birisi kendisine şiir ve kasideler söyleyip, överlerdi. O şâirlerden birisi, şiirde son derece mâhir ve sihir dâiresine iletmeğe kudretli olan Ebu Tâlib Ali b. Haşan Alevi idi. Nizâmü'l-Mülk'ü şaşılacak beyit ve şiirler ile tarif etmiş ve kendi olgunluğunu göstermişti. Nizâ- mü'l-Mülk'ün şâirlerinden birisi de Ebu'1-Fazl Muzaffer Ahmed-i Tabib idi. Hamâse'ye (10) karşı gelmiş, her beytinin karşılığında beyt söylemişdir. Nizâmü'l-Mülk'ün Isfahân'da güzel kitablar ile dolu bir kütübhânesi vardı. Muzaffer'in Hamâse'ye naziresi olan kitab da orada saklanmakta idi. Nizâmü'l-Mülk'ün yakınlarından birisi de Ebu Abdullah Keyâ idi. O Nizâmü'l- Mülk'ün dostu ve arkadaşı olup, kitablanna hazine- dâr (kitablan muhafaza eden kimse) idi. O Keyâ'mn Şah-ı Merzübân admda bir oğlu vardı. O da Nizâmü'l- Mülk'ün şâiri idi. Nizâmü'-Mülk'ün şâirlerinden birisi de kend isine dost ve Ebu Nasr Zevzeni demek ile meşhur kimse idi. Nizâmü'l-Mülk'ün bir şâiri de Es'ad b. Ali Zeruni idi. Nizâmü'l-Mülk'ün bir kaç oğlu vardı.(11) Her birisi halifeye ve hükümdârlara vezir olmuş, doğruluk ve akıl ile şöhret bulmuştu. Onlardan birisi(12) (Selçuklu Sultânı) Muhammed Tapar b.Melik- şâh 'a ve Halife Müsterşid'e vezirlik yapmıştı. Fahrü'l-
- 19 -
Mülk denilen Ali adındaki oğlu (Suriye Solluklu Sultanı) Tutıış'a vezir idi. Lakabı Müeyyedii'l-Miilk olan bir oğlu daUbeydullâlı'dır ki,(Selçuklu Sıılt;mı)Berky;ı- rıık'un veziri ve işlerinde yol göstereni idi. Sonra Berk- yaruk, Müeyyedü'l—Mülk'ü azledip, Fahrii'l Miilk'ü vezirliğe kabul etti. Bir müddet yanında o makbul oldu.
Celâlü'd—Devle Melikşâh'ın ölümü:Melikşâhın künyesi Ebu'l—Feth ve lakabı Celâlü'd—Devle idi. Kendisi çok heybet sahibi idi, çok iyilikler yapar, bağış yoluna giderdi.*Doğruluk ve insâfda bambaşka idi. Mazlumun hakkını,zâlimden alırdı. Ülkesinde 2.000.000 dinâr iltizâm olunmuş mülk vardı. Yüzü ve ahlâkı güzeldi, çok cömertti. Çok ata biner, ava ve gezmeye giderdi. Dâima hareket hâlinde idi, bir yerde kalmazdı. Hâl ve tavırları güzel ve nitelikleri beğenilmişti. Fakirlere mâllar bağışlar, susuz yerlere sular getirip, nehirler kazdırırdı. Bağdâd kapısında bir câıııi yaptırıp, Ebu Hanife'nin türbesi karşısında bir medrese inşâ ettirmişti. Ebu Hanife mezhebinde ve ehl-i sünnet yolunda idi.
Melikşâh avlanmayı çok severdi. Hattâ gazâllerin boynuzlarından Maverâünnehir ve Kufe'de minâreler yaptırmıştı. Bir gün, "Kendi nefsim için avladığım hayvanları sayın, haddini bilelim, ona göre sadaka verelim. Çünkü etini yemediğim hayvanın kamnı ve ruhunu boş yere yok etmekten dehşet duyar ve Allâh'dan korkarını" dedi. Sonra hesâb edip gördüler ki, bin av olmuş, Melikşâh bunun için onbin dinâr sadaka verdi.
Türk ve Çin ülkelerinin sonundan Yenıen'in ucuna dek olan yerlerde Melikşâh adına hutbe okunur ve onun adına sikke basılırdı. Kendisinden önce gelen sultânların mâlik olmadığı bir çok ülkeleri idâresi altına almıştı. Her kuluna bir vilâyet ve ülke vermişdi. Bir kulunu Bizans'a gönderdi. O kul Bizans İmparatoru'nu yılda 337.000 dinâra cizyeye kesdi. Bizans İmparatoru
- 20 -
her yıl o cizyeyi Melikşâh'ın hâzinesine gönderirdi. Melikşâh Suriye'ye gitdi ve Suriye Meliki'ni öldürüp, Şam'ı aldı ve Suriye'nin çoğunu kendi ülkesine katdı. Orada adâleti tesis etti ( 13),İstanbul üzerine varıp, mu- hâsara etti, BizanslIlar çâresiz kalıp, sulh yoluna gitdi- ler. Her yıl 1.000.000 dinar göndermek üzere onlarla barış yaptı. Bizans İmparatoru her yıl o kadar malı Me- likşâh'm hâzinesine gönderirdi (14). Konya, Aksaray ve Kayseri'yi aldı, kendi ülkesinden kıldı. Oralarda olan ülkelerin hepsinin üzerine hâkim oldu. Melik Rüknü'd- Din Süleymân b.Kutalmış b. İsrail b.Selçuk'u kendi tarafından o ülkelerin üzerine hâkim eyledi. Antakya'yı da aldı ve Süleyman b. Kutalmış'a teslim etti (15).Melikşâh kardeşi Tutuş ile Şam'a varıp, Mısır ve Mağrib'i almak niteyinde iken ecel geldi ve o isteğine erişeme- den dünyadan gitdi. Haleb Beyi Aksungur ve Urfa Beyi Bozan'a (Tutuş'a itaat etmelerini emretti). Sa'dü'd- Devle Gevherâyin'i sayısız asker ve büyük bir ordu ile Yemen'e gönderdi. O Yemen'e vardığı zamân, zafer kazanıp, Yemen vilâyetinin çoğunun fethi kolaylıkla oldu. Gevherâyin ömrü yetmiş yaşında iken Yemen'de öldü (16). Sonra Gevherâyin'in yerine Yarınkıış'u Yemen üzerine hâkim eyledi. Melikşâh Harkâvat (17) ülkesine geldi ve orasını da aldı. Taraz Emiri Sürlıâb da Sultân'a itaat etti. Sultân Rey'de hazırlık yaparak Mâ- verâünnehr'e yürüdü, Semerkand'ın üzerine gitdi. Se- merkand'ı muhâsara ve Beyi'ni (18) esir etti. Semer- kand hükümdârmı tahkir etdi, tahtına gelinceye kadar gâşiye omuzunda, önünce yürütdü. Bütün o ülkeyi kendi idaresi altına aldı. Kâfir olan Türk Pâdişâhı Yakub (19) gelip, Sultân'm emrine boyun eğdi. Melikşâh Arrân ülkesi üzerine de yürüdü ve vardığı gibi oraa da sâhib oldu. Şirvânşâh da muhalefet ve inadı bırakıp Sultân'm emrine boyun eğdi (20). Her yıl Şirvân'dan70.000 dinâr gönderecekdi.
- 21 -
Sultân Melikşâh gâyet iyi ok utar, kendisi savaşa girmekten çekinmezdi. Melikşâh'ııı ııiyeti dâima doğruluk ve bağış üzerine idi, her zamân lıılf ve cömertlik ateşi ile yanardı. Onun zamânmda yollarda ziyâna uğrayan kimse yokdu. Yollar çok emindi, kervanların yoluna hırsızlar çıkmaz, kimseye zarar ve ziyân olmazdı, bir kişi Kâşgar'dan Yemen'e mâl ve eşyâ ile yalnız gider, hiç hırsızdan iz görmezdi. Bir kimsenin yoluna hırsız geldi diye, onun zamânmda kimse haber vermezdi. Bütün emirler, bilginler, fakihler, sâlihler, şâirler, edib- ler, zenginler ve fakirleri bağışlara boğmuştu. Cesur, eli açık ve merhametli idi. Islâmdan önceden o zamâna gelinceye kadar, bu vasıfda şâh ve bunun gibi yaratı- hşda sultân gelmemişti. Bağdâd’da Bayram namâzmda tekbirleri Ebu Hanife mezhebi üzerine okutturan ve na- mâz kıldıran önce o olmuştur. Ebu Hanife mezhebi üzerine Bağdâd'a Bayram namazını önce o kılmıştır. Ülkesinin uzunluğu Kâşgar'dan Kudüs'e, genişliği İstanbul'dan Hind Denizi'ne ulaşan hiç bir sultân olmamıştır. Bütün Mâverâünnehr, Bâb-ı Ebvâb (21), Hayâtıla ülkesi (22), Diyârbekir, Cezire, Haleb, Suri- >e ve Anadolu bile onundu. Kâşgar'dan Kudüs'e kadar, onun adına hutbe okundu ve sikke basıldı. Ni- zâmü'l-Mülk'den nakledilmiştir ki; Bizans, Lân (23), Hazer,Zâbic (24), Sind, Hind, Çin, Suriye, Yemen, Fars, Ahvâz ve diğer ülkelerin elçilerinin geldiği ve hepsinin biraraya toplandığı çok gün olurdu. Mekke yolunda havuzlar yaptırdı ve Mekke ve Medine'ye su akıtdı, çok mâl verdi. Yollarda rıbâtlar ve hanlar yaptırdı. Şilâ (25) ve İshâki (26) nehirlerini birleştirip, Nehrevân'a akıtdı. Mekke ve Medine'de ve komşu olarak yaşayanların işleri için tedbirler alıp, her birisine erzâk dağıttırdı. Ceyhun'dan Suriye'ye kadar bütün ülkede zinâyı, çeşitli kötülükleri, ahlaksızlık ve şarab içmeyi ortadan kaldırdı. Kadınlar, zayıflar, mazlum
- 22 -
lar ve garibleri önüne getirir, işlerini kendisi görür ve bitirip gönderirdi.
Melikşâh, kardeşi Tekiş ile savaşa gittiği zamân, Tus'a varınca, Ali b.Musâ er-Rızâ'nın (27) türbesini zi- yâret etti. Nizâmü'l-Mülk de oıumla türbeye girip, na- mâz kıldı ve duâ etti. Âİeviler'e mal bağışladı. Melikşâh türbeden çıkdıktan sonra Nizâmü'l-Mülk’e "Yâ Haşan nasıl yalvarıp, ne şekilde duâ etdin?" dedi. Ni- zâmüi-Mülk, "Allâh'ın seni muzaffer ve üstün kılması, kardeşini ise mağlub etmesi için duâ etdim'.' dedi. Melikşâh, "Yâ İlâhi, eğer kardeşim Müslümânlar için iyi ise onu gâlib, beni mağlub eyle, Eğer ben faydalı isem, onu mağlub, beni gâlib eyle dedim" dedi.
Melikşâh'm şaşırtıcı olayları ve garib hikâyeleri vardır. Onlardan birisi şudur: Bir gün ava gider iken, te- sâdüf bir köylü ile karşılaştı ve onun ağlayıp sızladığını, feryâd ettiğini gördü. Sonra Sultân durup, o köylüye, "niçin ağlarsın?" diye sordu. Köylü de Sultan i emirlerden birisi sanıp, "Yâ hayl—başı askere satacak bir yük karpuzum vardı. Satıp parasından faydalanacaktım. Askerden üç gulâm gelip, elimden zorla parasız aldılar. Bana zulm ve haksızlık ettiler" dedi. Sultân "Asker içinde bir kızıl çadır vardır. Ben gelinceye kadar onun yanında dur, sakın oradan ayrılma. Benim dediğime uygunsuz iş yapma, sana nafaka olacak nesneyi vereyim ve işini göreyim!' dedi. Sonra o köylü askerin içine girdi, Sultânin dediği kızıl çadırı gördü. Kimseye söz söylemeyip, varıp çadıra yakın yerde durdu. Sultân avdan geldikten sonra, Şarâbdâr'a "Gönlüm çok karpuz arzu etti. Askere sorsan, ola ki, bulur parasını verip, alıp gelirsin'.' dedi. Şarâbdâr gitdi, "Sultân karpuz arzu etmiş'.'diye askeri teftiş etti. O köylünün karpuzunu alanlarda karpuzu buldu, karpuz ile Sultân'ın yanma döndü. Sultân "Bu karpuzu nereden buldun ve nasıl bir kimseden aldın?" dedi. Şa-
23 -
râbdâr "Falan Hâcib'in çadırında buldum, ondan aldım" dedi. Sultân o Hâcib'in getirilmesini eııır etti, huzura getirdiler. Sultân o Hâcib'e "Bu karpuzları nereden buldun, nasıl bir kimseden aldın?" dedi. Hâcib "Benim oğlanlarım getirdi, bana onların elinden ulaştı." dedi. Sultân "Oğlanları, karpuzları kimden aldıklarını sormak için, bu saatde huzura getirmek gerekir." dedi. Hâcib çadırına geldi, oğlanların olayı duyup, öldürülmek korkusuyla firâr ettiklerini gördü. Hâcib yine Sultân'a gelip, "Sultân'm öfkesinden korkup kaçmışlar. Her ne denli aratdımsa da bulmağa imkân olmadı" dedi. Sonra Sultân eıtır eyledi, o köylü otağa girdi ve Sultân'm huzuruna geldi. Sultân "Bu karpuzlar senin midir, tanıyabilir misin?" dedi. Köylü, "Bunlar benim karpuzlarımdır tanırım!' dedi. Sultân o karpuzları alan gulâmlann efendisi için "Bu Hâcib benim babamın memlukudur. Bunu sana bağışladım, senin olsun. Bu da etdiğini bulsun. Eğer alıp gitmezsen, senin boynunu vururum, bir an fırsat vermem, öldürürüm. Kulları kaçtığı için, bunun sana kul olması gerekiri' dedi. Sonra köylü, Hâcib'in elini tutarak, dışarı çıkdı. Hâcib bin belâ ile kendi nefsini o köylüden üçyüz dinâ- ra satın aldı. Sonra köylü yine Sultân'm huzuruna girdi, üçyüz altına Hâcib'in nefsini satm aldığını haber verdi. Sultân "Râzı oldun mu? teselli buldun mu?" dedi. Köylü, "Râzı oldum" dedi. Sultân da "Şimdi paranı al da git, duâ eyle'.' dedi.
Hikâyelerden birisi de şudur: Bir gün Sultân bir topluluk ile dik bir yokuşta gider iken, bir grup tüccâra rast geldi. O tâcirlerin yanında ii/.eriııde ağır yükler ve eşyalar bulunan katırlar vardı. Sultân'm kulları, "O katırları dağdan tarafa sürüp, Sultân'ın yolundan ayırın!' dediler. Sultân bırakmadı, "Benim dağa çıkmağa imkânım var. Ancak o kalırların ü/.eıinde ağır yükler bulunduğundan dağa çıkmasında tehlike vardır. Muh
24
temelen bir zarar olabilir',' dedi. Kendisi kullan ile dağa yöneldi, kervân geçip gitdi. Sultân ondan sonra inip, yola devâm etti.
Bir hikâye de şu idi: Bir gün Melikşâh yolda gider iken, yolda yaya giden bir kadın gördü. Kadın zayıflık- dan tükenmişti. Sultân o kadına, "Nereye gidersin? Hangi tarafa sefer edersin?" dedi. Kadın "Niyetim hacca gitmek, Ka'be'yi ve Medine'yi ziyaret etmekdir" dedi. Sultân, "Bu yol uzun bir yoldur, yürümeğe nasıl tâ- kat bulursun ve kendini Ka'be'ye nasıl ulaştırırsın?"dedi. Kadın, "Ne hâl ise, kendimi Bağdâd'a attıktan sonra, orada bağış sâhibi olanlara durumumu açıklarım, beni götürecek bir kimse bulurum. Onun ile bu yolda gidip, hac ederim;' dedi. Sonra Sultân kesesinde ne kadar dinâr var ise, çıkarıp o kadına verdi ve "Şu dinâr- lan harçlık eyle ve bizim için o kutsal yerde hayır ile duâ etV dedi.
Bir diğer hikâye de şu idi: Bir Türkmen, bir Türkmen'in eteğine yapışıp, Sultânin huzuruna getirdi ve "Ey Şâh-ı Cihân şu Türkmen'i kızımla yaramazlık eder iken buldum, alıp huzuruna geldim. Bu benim nâ- musumu parçaladı. Emr eyle ben de bunu öldürüp, pis vücudunu dünyâdan kaldırayım'.' dedi. Sultân, "Öldürme, bu bozukluğu düzelt, kızı ona nikâh eyle. Ne kadar ağırlık gerekse, biz hizaneden verelim, ikisini bir biri ile evlendirelim" dedi. O Türkmen, "Böyle yapınca kalbimin yarası gitmez, öldürmeyince gönlüm kanâat etmez" dedi. Sultân kılıcını eline alıp, kınından çıkardı. O Türkmen'i yanına çağırdı, kılıçı eline verdi. Sultan kılıçın kınını elinde tutup, Türkmen'e "Bu kılıçı bu kının içine sok'.' dedi. Türkmen kılıçı kına koymak istedikçe, Sultân kını döndürdü, koymağa imkân olmadı. Sultân, "Niçin kılıçı kınına koyamazsın?" dedi. Türkmen, "Ben koyayım dedikçe, siz kını döndürür, bırakmazsınız. Öyle olunca, koymak
- 25 -
mümkün olmaz'.' dedi. Sultân, "tştc senin kı/.ııun da durumu böyledir. Eğer o râzı olmasa, /.iııâ edebilmek mümkün değildi'.' dedi. Sonra Türkmen, Sııltân'ın bu işine hayrân oldu ve "Emir Sultânındır" dedi. Sonra ikisini biribirine nikâhlayıp, başlık parasını hâzineden verdiler. O ikisi murâdlanna erdiler.
Bir hikâye de şöyle idi: Bir gün bir vâiz (ibâdet yerlerinde dini öğütlerde bulunan) Melikşâh'ın huzuruna gitdi. Bu vâiz Melikşâh'a bir hikâye anlattı. Buna göre; Bir gün eski İran Şâhlan'ndan birisi askerinden ayrılarak* bir bostamn yanına geldi ve su istedi. Küçük bir kız çocuğu bir kâse ile şeker kamışı suyu getirdi. Sultân elinden alıp içti, gâyet hoşuna gitdi, o kıza "Bunu nereden buldun, nereden aldın?" diye sordu. Kız, "Bizim şeker kamışımız vardır, ondan sıkarız'.' dedi. Sultân kızdan bir daha istedi. Kız bostan içine getirmeğe gitdi. Kız gidince, Sultân kalbinden, bosta- m bunların elinden alarak yerine bir karşılık vermeği, düşündü. Sultân bunu düşündüğü zamân, kız onun Sultân olduğunu bilmeyip, bostamn içine ulaştı. Şeker kamışım ne kadar sıkdı ise de, bir nesne elde edemedi. O bulduğu şerbeti bulamadı.Ağlayarak dışarı geldi. Sultân'ı kuyunun önünde buldu. Sultân kıza "Nedir bu bağırıp çağırma?" dedi. Kız, "Sultânımızın bize karşı niyeti değişmiş ve iyilikten kötülüğe dönüşmüş" dedi. Sultân, "Neden bildin ve nasıl anladın?" dedi. Kız, "Önce kamışı sıkardım, ne kadar istesem çıkardı. Şimdi ne kadar sıkdımsa, bir damla su bile damlamadı'/ dedi. Sultân kızın yüreğinin temizliğini anladı ve düşündüğü fikre peşimân oldu. O niyetinden vazgeçti ve kıza "Git bu kerre yine sık, inşallâh şerbet çok olur, öncekinden fazla gelir'.' dedi. Sonra kız gidip, önceki gibi şeker kamışından şerbet akıdıp, Sultân'a getirdi. Bu olay ve bu hikâyeden anlaşıldı ki, Sultân'm halkın iyiliğini istemesi gerekmiş. Melikşâh vâizden bu
- 26 -
hikâyeyi işittiği zamân, vâize hitâb ederek, "Bu hikâyeyi anlatırsın, ancak niçin şu hikâyeyi de rivâyet etmezsin?" dedi. Melikşâh'ın anlattığı hikâye şöyle idi: Bir gün Kisrâ (28) yalnız başına bir bostanın kapısına ulaştı, atını sürerek içeri girdi, bostancıya "Şu bağdan bana bir salkım üzüm alıver, susuzlukdan öldüm’.' dedi. Bostancı, "Veremem, çünkü daha aşşâr gelmedi bu bağdan sultân için öşr alınmadı"dedi. Ayrıca Melikşâh, "Sultân in halkı himâyet etmesi lâzım ise, halkın da sultânın hukukuna saygılı olması gereklidir'.' dedi. Orada hazır bulunanlar vâize cevâb için hemen Melikşâh'dan bu hikâyeyi işittikleri zamân, aklının kuvvetini ve anlayışım delil ile anladılar.
Bir zamân 100.000 asker ile Ceyhun'dan Antakya'ya geçtiği ve o kadar mesâfeye sefer yaptığı halde, bir kimsenin bir kimseden bir avuç samanı parasız aldığım, zulüm ve adâletsizliğini kimse görmedi ve işitmedi. Üç kerre Bağdâd'a girdi, bir kimse bir kimsenin evine girmedi. Gece-gündüz çarşılar bir karar, herkes alış ve- rişde idi. Satıcılar askerin arasında gece gündüz gezer, tavuk, yumurta ve ekmek satardı ve kadınlar çadırlar arasında gezer, hiç kimse başını kaldırıp bakmazdı. Bir kimsenin bir kimseye taarruz etmesi mümkün değildi, kimsenin kimseye zulüm etmeğe kuvveti yokdu. Melikşâh, 2.000.000 zamânları halkdan düşürüp, almadı. Nâibler mektublar yazıp, "Ey zamânın ve dünyanın sultânı bu akçeleri kaldırmakla işler görülmez oldu." dediler. Sultan mektubun üzerine yazdı ve "Bilin ki. mal Allâh'm malı, kullar Allâh'm kulları ve ülkeler Allâh'ın ülkesi, ben ise arada vâsıta ve ancak bir bağım. Sizin ile bundan başka sözüm yokdur. Bir daha bu hususda bana müracaat ederseniz, boynunuzu vururum, bilmiş olasınız'.' dedi.
Irak'dan iki kişi gelip Sultânin*önüne durdular ve üzengisine yüz sürdüler "Biz Vâsıt in aşağısında otur
- 2 7 -
maktayız. O ülke Humartegin'in (29) lım.ıııılıı. Hakkından artuk (fazla) bizden 1.600 dinar aldı. Ilize zulüm kıldı ve haksızlık etti. Ey zamanın ve dıınyamıı sultânı,-senin doğruluğun halk içinde duyulımışlıır ve cömertliğin herkesçe bilinmektedir. Bizim hakkımızı düşmanımızdan alasın diye sana geldik. Eğer Allâlı'ın senin üzerine gerekli kıldığı gibi, bizim hakkımızı alıverir- sen, Allâh senden râzı olsun. Eğer almazsan, Allâh senin ile bizim aramızda kâdı olsun'.' dediler. Sultân bunların sözlerini ve dileklerini tamâmen dinleyince, canına tesir edip, hemen orada atından yere indi. Bu iki kişiye "Gglin benim iki tarafımdan, ikiniz iki yenime yapışın, Haşan (Nizâmü'l—Mülk)'ün çadırından yaııayü- nıvün, beni çekip sürüyün." dedi. Bu iki kişi korkup, gayret etmediler, Sultân'm yenine yapışıp, yedemedi- le (Yedmek: çekmek, yedekte götürmek). Sultân "Elbette yapın, gelin beni yenlerimden yedin',' dedi. Sultân'ın ısrârından sonra, onlar da gayrete geldi ve Sultân 'ın iki yenine yapışıp, yetdiler. Nizâmü'l-Mülk'ün çadırına doğru gitdiler. Nizâmü'l-Mülk'e haber ulaştı ki, Sultân yaya olarak senin çadırına doğru geliyor, iki kişi iki yenine yapışıp çekerler, durum nedir ve haber ne nesnedir? bilmeyiz',' dediler. Hemen Nizâmü'l-Mülk yalın ayak kalkıp, seğirdip çadırdan dışarı çıktı. Sul- tân 'ı gördüğü zamân, önünde yüzünü yere sürdü ve "Ey ulu Sultân bu ne hâldir? ve utanılacak durumdur. Bu hâli ne gerektirdi?" dedi. Sultân ağlayıp, "Bu hâl kı- yâm et gününün oluşu ve halkın bize yapışıp da Al- lâh'ın huzuruna çekmelerinin işâretidir. Ey Haşan, halk beniın eteğime yapışıp götürdükleri zamân durumun ne olur? Niçin Müslümanların hizmetini yapmazsın ve halka hürmet etmezsin? Halk hususunda ben sana itim ât ediyorum, iyilik ve kötülükleri senden bilirim. Allâh benden suâl sorduğu zamân, ben de durumu senden sorarım.İkimizinde j>azâlxla iştiraki ve halka
2N
zulüm olduğundan dolayı ölmesi nıuhakkakdır" dedi. Sonra Humartegiıı'in tinıârım elinden alarak azlettiler ve o malı o kişilere geri vererek mıırâdlarını yerine getirdiler. Onlar da Sultân'a duâ edip, övdükten sonra gittiler.
Bir diğer olay şu idi: Sultân Rey'de iken gâyet güzel bir şarkıcı getirterek dinledi. Sultân bu şarkıcıya meyi edip, onunla görüşmek ve birlikte yaşamak istedi. O şarkıcı bundan çekinerek, "Ey dünyanın Sultânı ve zamânın Hâkâni, bunun gibi güzel yüzü ateş ile işkence ettirip, Cehennem'de harâb etmek mi istersin? Harâmın helâl olmasına imkân var. Hemen bir söz ile, Allâh'm emri yerini bulur" dedi. Sultân "Doğru dersin'' diyerek onunla evlendi.
Melikşah'ın ölüm sebebi hakkında ihtilâf vardır. Bazıları,'"Ramazan Bayramı namazım kıldıktan sonra, ava çıkdığını, yediği av etinden hazımsızlığa uğradığını, bunun üzerine kan aldırdığını ve sıtmaya tutularak öldüğünü" söylediler. Bazıları ise, "Vücudundaki bozuk madde sebebiyle ansızdan ateş nöbetine tutularak, iki- üç gün içinde öldü" dediler. Bir kısmı da "Hurdik isminde bir gulâm bir hilâli (hilâl: diş, kulak karıştıracak âlet) zehirledi. Sultân da onun ile karıştırınca, bir kaç gün hastalanarak öldü," dediler. Sultân h.485. yılı şevvâl ayının ortasında Cuma gecesi (18 Kasım 1092) öldü. Merv'de babasının mezarı yanında gömüldü. Nizâmü'l-Mülk'ün ölümü ile Sukâıı'ın vefâtı arasında 33 gün vardı. Melikşâh in bütün ömrü 37 yıl, beş ay olup, ondan sonra göçtü ülkeyi ve hükümdârlığı bırakıp gitti. Bütün saltanat müddeti 19 yıl, 6 ay idi. Ölüsünü gizlediler, gece saraydan iki kişi alıp gitti. Yakınlarından bir kişi bile nam âzını kılmadı, kimse öldüğünü bilmedi, ansızın yok oldu. Onun için atların kuyruğu kesilmedi ve gözyaşı dökülmedi. Kimse feryâd etmedi ve âh-vâh demedi. Dört oğlu kaldı; Ebııi-Muzaffer
- 29 -
Rükne'd-Din Berkyaruk,Giyâse'd-Diıı Muhammed (Tapar), Ebu'l-Hâris Sencer ve Mahmud. Hepsinin küçüğü Mahmud idi, atası yerine ve Melikşâh'ın ülkesine sultân oldu.
SULTAN MAHMUD B. MELİKŞÂH'IN SALTANATI: Sultan Melikşâh dünyadan göçtüğü zamân, yanında küçük oğlu Mahmud'dan başka oğlu bulunmadığından tahta o oturdu. Bütün asker ona biat edip, emrine itâat ettiler. Çünkü Mahmud'un annesi Terken Hâtûn, Melikşâh'ın sağlığında, Melikşâh'ın işlerine ve hâzinesine hâkimdi. Sultân'm askerine dâim â lütf ve iyilik ederdi. Bütün asker can u gönülden ona bağlı idi. Terken Hâtûn, Türk aslından ve Afrâsyâb neslinden idi. Sultân Melikşâh öldüğü zamân yanında 1.000.000 di- nâr vardı, bütün hepsini askere dağıttı. Sultân'm yüzüğünü Kıvâmü'd-Devle (30) ile Isfahân'a gönderdi. Kaleyi teslim ettiler ve Sultân'm emri sanıp, itâat yoluna gittiler. Terken Hâtûn, Mahmud'un saltanatını tasdik etmek için Halife (Muktedi)'ye haber gönderdi. O sırada Mahmud Hân beş yaşında ve on aylık bir çocuktu. Halife ikrâm ve hürmet ederek, Amidü'd-Devle b. Cu- heyr ile değerli hil'atler gönderdi ve Sultân'm ölümünden dolayı Mahmud'a baş sağlığı diledi. Mahmud adına sikke bastırıp, Bağdâd'da minberler üzerinde onun ismine hutbe okuttu. Melikşâh, Nizâmü'l-Mülk öldürüldükten sonra, vezirlik hil'atini Tâcü'l-Mülk Ebu'l-Ga- ııâim Merzübân b.Husrev için hazırlayarak, Nizâmü'l- Mülk'ün yerine oturtacakdı. Sultân ölünce, Terken Hâtûn o hü'atleri Tacü'l-Miük'e giydirip, oğlu Mahmud'a vezir yaptı. Bundan sonra Terken Hâtûn yanında oğlu Mahmud, Tacü'l-Mülk ve askerler olduğu hâlde, Şev- vâl'in üçüncü günü (26 Kasım 1092) oğlu Mahmud'u tahta geçirmek için Isfahân'a gittiler.
Diğer taraftan Vezir Nizâmü'l-Mülk'ün kulları ve He- medân'da geri kalan askerler,Sultân'm ölümünü ve Ter
- 3 0 -
ken H âtun'un askere hazine üleştirdiğini, askerin de Mahmud'u sultân yaptığını işittiler. Onlar da Rükne’d- Din Ebui-Muzaffer Berkyarukiı alarak Rey'e geldiler, orada ne kadar asker var ise, hepsi bir yere gelip ittifâk ettiler. Terken Hâtûn oğlu Mahmud ile Isfa- hân 'a girdiği zamân, Berkyaruk'un topluluğunu haber aldı. Sonra Hâtûn askere 300.000 dinâr dağıttı, Tacü'l-Mülk'ü o askere kumandan yaptı, cebe-haneyi açarak sayısız silah verdi ve Berkyaruk'un üzerine gönderdi. Tesâdüf bu esnâda h. 487. yılının Muharrem ayının 15. Cumartesi günü (4 Şubat 1094) Halife Muktedı birdnbire öldü. Üç gün sonra Halife Must;ı/- hir Billâh'a biat olunup, bütün halk ona itâat ettiler. Berkyaruk'un yamnda olan Beyler Rey'den Mustazhir Billâh'a mektup gönderdiler, sonra Mustazhir'den "Berkyaruk'un Sultân ve atası yerine hân olmasını" bildiren bir mektup aldılar.
Bu taraftan Tacü'l-Mülk, H âtun'un gönderdiği asker ile Rey'e geldi, Zilhicce'nin 10. günü (11 Ocak 1093) Berkyaruk askeri ile karşılaştı, iki taraf askeri birbirini gördüğü zamân hamle edip, kılıç ve balta vurdular. Bir müddet savaşdıktan sonra, Tacü'l-Mülk'ün askeri Berkyaruk'un tarafına geçti. Böyle olunca, Tâcü'l- Mülk'ün durmağa gücü kalmadı, mağlub oldu. Kaçmağa çalıştı ise de, Nizâmü'l-Mülk'ün kullan yolunu kestiler, önce burnunu ve kulağını kesip, askerin içinde gezdirdiler, sonra parça parça ettiler. Çünkü Nizâmü'l- Mülk'ün ölümüne onun sebeb olduğuna inanmışlardı. Bundan sonra Terken Hâtûn ile Bekyaruk'un arasını düzeltip, sulh yoluna gittiler. Fars ve Isfahân Mah- mud'un, geri kalan ülkeler Berkyaruk'un olmak ve Berkyaruk'u sultân tanımak suretiyle, sulh yaptılar. Bunlar bu durumda iken, Berkyaruk'un amcası Tâ- cü'd-Devle Tutuş, "Kardeşim yerine ben hân ve tahta ben sultân olurum, memleket benimdir" diyerek sal-
- 3 1 -
tanatda hak iddia etti ve savaş için Berkyaruk'un üzerine yürüdü. Sonra Berkyaruk Tutuş'dan korkarak, kardeşi Mahmud'dan yardım istemek için süratle Isfa- hân'a geldi. Mahmud Berkyaruk'u karşılayak, saygı gösterdi. Sarâya geldiği zamân, tahtı Berkyaruk'a teklif etti. Berkyaruk'da geçip o tahta oturdu. Birkaç gün sonra Mahmud öldü. Ölümüne hummâ (ateşli hastalık, sıtma) ve bir rivâyete göre de, Berkyaruk'un gözüne mil çektirmesi sebeb oldu,dediler, Mahmud'un annesi Terken Hâtûn da öldüğü zamân (31), Berkyaruk başlı- başına sultan oldu.
SULTAN BERKYARUK B. MELİKŞÂH’IN SALTANATI: Berkyaruk Sultân olduğu zamân, bu taraftan Tutuş Hân Nusabbin'e geldi.O kalenin Emiri kaleden çıkıp, Tutuş'a ve emrine uydu. Ancak orada olan asker muhâlefet ettiler. Sonra Tutuş kaleyi savaş ile aldı, askerleri bütün halkı kılıçtan geçirdiler. Câmilere ve mescidlere sığınanlar bile kurtulamadılar. Kızlara ve kadınlara tecâvüz ederek zulüm yoluna gittiler.Kâfir- lerin bile helâl görmediği işleri Müslümânlar'a işledi ler (32). Nusaybin'i feth ettikten sonra, Tutuş,Musul' da bulunan Ibrâhim b.Kureyş üzerine yüriidü. Savaş sonunda İbrâhim b. Kureyş ve Beni Ulkayl'in bütün ileri gelenleri öldürüldü. Büyük bir savaş oldu, iki taraftan 12.000 kadar insan kılıca geldi. Bu savaş Aıııid (Di- yarbekir) kapısında oldu. Arab kadınlarının çoğu rezil olmak korkusundan hançer ile kendilerini öldürdüler. Sonra Tutuş Amid, Meyyâfârikin, Cezire, Musul ve Sincâr'ı alârak, o yerlerin hepsine sultân oldu.
Aksungur ile Bozan Tutuş'un huzuruna varmışlar ve hükmüne itâat etmişlerdi. Tuüış Miisliimânlar'a kılıç çektiği ve feth ettiği ülkelerde çok fazla zııliim yaptığı için, âdil olan ve zulme râzı olmayan Aksungur bu durumu görerek Tutuş'dan yüz döııdiirdii. Sonra Aksungur ile Bozan Berkyaruk'un yanma gelerek itâat ettiler.
- 3?
Berkyaruk bunların gelmelerinden memnun oldu. Bunlar da Tutuş'un çirkin davranışlarım ve işlerini ve aldığı ülkelerindeki durumunu ve saltanata tâlib olduğunu ve Müslümânlar'a zulüm yaptığını hikâye ve "ortadan kaldırılması lâzımdır" diye şikâyetler ettiler. Sonra Berkyaruk yerinden kalkıp, bunlar He Musul'a geldi. Aksungur bir bölük Beni Ukayl'den asker, biraz da Berkyaruk'un askeri ile Haleb’e giderken, Berkyaruk Musul'da kaldı. Sultân Berkyaruk oradan Bağdâd'a yürüdü. Tutuş Han ise Şam 'a giderek asker topladı, Haleb'in üzerine geldi ve etrâfını harâb etti. Aksungur ile Urfa Beyi Bozan, Berkyaruk'a haber gönderip, Tutuş'un kötülüklerini bildirerek Berkyaruk'dan yardım istediler. Berkyaruk'un atabeyi Gümüştegin Cândâr'ın işi-gücü fazla şarap içip, kötülük yapmaktı. Ancak Berkyaruk'un yanında hoş karşılanmakta ve o da onun ile gece ve gündüz şarap içmekle meşguldu. Berkyaruk'un annesi Zübeyde Hâtun'un Gümüştegin Cân- dâr ile uygunsuz durumu vardı. Aksungur'dan haber geldiği zamân, Gümüştegin hiç önem vermeyerek, "Siz gidin bir mikdâr savaşa durun, ben de eğlenmeden size ulaşayım'.' şeklinde bir cevâb gönderdi. Sonra Aksungur Haleb kalesinden çıkarak, Bozan ile ikisi Aksaray'a(33) yakın bir yerde karşılaşıp, Tutuş ile büyük bir savaş yaptılar. Askerlerin çoğu öldü, nihayet Aksungur ile Bozan esir oldu. Tutuş, Aksungur'u huzuruna getirtip. "Eğer ben senin elinde esirin olsam bana ne yapardın, benim ile ne yola giderdin?" dedi. Aksungur "İdâııı edip, işini tamamlardım" dedi. Sonra Tutuş da emr etti, Aksiıngur'u öldürdüler ve durumu biitiin askere bildirdiler. Tutıış oradan gidip, Haleb'i aldı. Sonra Fırat'ı geçip, Urfa'ya geldi. Urfa halkı isyâıı ve ınıı- hâlefet ettiler. Bunun üzerine Bozan'ı öldürerek başını lıisâra attılar. Ilisâr halkı bu durumu görerek, lıisârı teslim etti.
- 33 -
Aksungur'un ölümü h. 487. (1094) yılında oldu. Halife Muktedi Bağdâd'da ve Mısır Sultânı Mııstansır ve Hayâtıla ülkesi (22), Diyarbekir, Cezire, lhıleb, Suriye ve Anadolu bile onundu. Kaşgar'dan Kudüs'e ka- lifeler senesi" ve "Emirler yılı" dediler. Yıldızla uğraşanlar "O yıl Merih ve Zühal'in Esed burcunda birbirlerine yaklaşması yüzünden bu kadar emir ve sultân dünyadan âhirete göç ettiler" dediler. O yıl Muharrem ayında (Ocak-Şubat 1094) akşam ile yatsı arasında büyük bir zelzele oldu. Onun arkasından Muktedi ve Mustansır öldü. İmâde'd-Din, Emir Aksungur ile Bo- zan in öldürülmesi üzerine iki beyit yazarak, Berkyaruk'u ayıpladı.
Sonra Tâcü'd-Devle Tutuş, Rey kapısından Kudüs'e varıncaya kadar olan bütün ülkeleri idaresi altına aldı. Berkyaruk şarâbdan baş kaldırmayıp, Tutuş'- un ortadan kaldırılması ile meşgul olmadı. O günlerde Berkyaruk'un veziri olan Müeyyedü'l-Mülk Ubeydullâh b. Nizâmü'l-Mülk Tutuş'un bu durumunu ve onun öcünden ülkenin düzensizliğini gördü. Biraz asker toplayarak Tutuş'a karşı yürüdü. Berkyaruk da bu durumu göriip, İsfahan'a vardı ve gücü yettiği kadar asker toplayarak Müeyyedü'l- Mülk'ün ardından gitti. O Tutuş ile karşılaşmadan Emir Bedrü'l—Cemâli Mısır'da o yıl içinde öldüler. O yetişti. Rey'e 12 fersah yakınlıkta olan Daşılu denilen köyde, Tutuş askeri ile Berkyaruk'un askeri bir- birleriyle karşılaştılar ve şiddetle savaştılar. Neticede Tutuş'un askerinin yüzü döndü ve çok kötü bir yenilgiye uğradı. Hicretin 488. yılı Safer ayında (Şubat—Mart 1095) Tutuş esir oldu ve sonra da öldürüldü.(34). Bu suretle devlet Berkyaruk'a elverdi, atası yerine hân ve Melikşâh in ülkelerine sultân oldu.
Sultân Alp Arslan'm oğlu Melik (Arslan) Argun o sırada Hemedân ve Sâve taraflarında oturur, o diyârda beylik sürerdi. Berkyaruk bu savaşlar ve hususlar ile
- 34
meşgul iken Arslan Argun fırsat bularak Nisâbur': geldi. Hisârın Beyi'nden hisarın teslimini istedi, için dekiler Berkyaruk'a muhâlefeti uygun görmeyerek, hisân vermediler. Arslan Argun oradan giderek Merv'e geldi, biraz savaştıktan sonra Merv'i aldı. Sonra o tarafta olan ülkelerin hepsini zabt etti. Melik Argun'un memleketi büyüyüp, genişledi. H attâ Belh ve Tırmiz'e mâlik oldu. Mahmud aradan gidip, Berkyaruk Sultân olunca, Arslan Argun bütün Horasan'ı zabt etti. Sonra Arslan Argun, Berkyaruk'a mektup gönderip, "Ben dedem Melik (Çağrı Bey) Dâvud'un memleketine mâlik oldum. Ben sana ve başkasına tâbi değilim. Elimde olan memleketten fazlasını istemiyorum ve senin ülkene taarruzum yoktur, bilmiş olasın. Görüşün ne ise öyle kılasın" dedi. Mektup Berkyaruk'a ulaştığı zamân, Arslan Argun'un murâdını bildi, hile yapmak istedi ve râzı olmuş gibi görünerek sözünü kabul etti.Sonra Berkyaruk amcası Börii-Bars'ı Horasan'a hân yaptı, Emir Mesud kumandasında biraz asker vererek, Argun'un üzerine gönderdi. Böri-Bars da acele gidip, Horasan hududuna ulaştı ve Arslan Argun'un nerede bulunduğu hususunda haber ahp, Horasan'a girdi. Arslan Argun da Böri-Bars'ın geldiğini işidip, askerini bir yere toplayarak hazırlık gördü. Sonra Böri-Bars'ın üzerine yürüdü. İki taraf askeri birbiri ile karşılaştı ve şiddetle savaştılar.Neticede Böri—Bars, Arslan Argun'u bozguna uğrattı. Arslan Argun kaçıp, Belh'e gitti. Böri-Bars Merv'i ve Horasan'ın çoğunu idaresi altına aldı. Bu taraftan Arslan Argun Türkmenler ve diğer grublar- dan tekrar sayısız asker toplayarak, Merv'in üzerine geldi, savaşarak zorla Merv'i aldı. Merv'in kalesini yıkarak halkının çoğunu öldürdü. Böri-Bars o zamân Herât'da idi, bu durumu işitip, tekrâr asker toplayarak Arslan Argun'un üzerine gitti. Merv'e ulaştığı zamân birbirleri ile karşılaşıp, şiddetle savaştılar. Neticede Böri-
- 35 -
Bars ıııağlub ve esir oldu. Böri-Barsi Arslan Argun'un önüne getirdiler.Tırnıiz kalesinde hapis edip,sonra boğup işini bitirdi. Böri-Barsin veziri Nizâmü'l-Mülk'ün oğlu İmâdü'l-Mülk de esir olmuştu. Arslan Argun300.000 dinârını aldıktan sonra onu astırdı. Arslan Argun, Böri-Barsi öldürdükten sonra ülke halkına zulüm ve eziyete başladı. Merv, Serahs ve Kuhendiz-i Nisâ- bur'un kalelerini yıktırdı. Neticede Horasan'da kale bırakmadı. Hicretin 490.yılı Safer ayının 17.Salı günü (3 Şubat 1097) Melik Argun abdest almağa kalkıştı. Kendisinin delikanlı bir gulâmı vardı, yalnız kaldığında hizmetkârı idi. Ancak gâyet âsi ve zorba idi, gelip o gu- lâm abdest alması için Melik Arslan Argun'a ibrik verdi. Melik Argun da o gulâma meyi ederek okşamak istedi ve ona el vurdu. O gulâm da o anda bir hançer çekerek, Melik Argun'un karnına vurdu. Melik Arslan Argun kan revân içinde düşüp, hemen o anda öldü.Oğ- lan bu durumu göriip, benzi korkusundan safrana döndü, sür'atle kasırdan aşağa indi.Nöbetçiler gulâmın durum ve hareketinden ve benzinden uygunsuz bir hal olduğunu bildiler. Oğlanı tutup, yanlarına alarak kasra geldiler, Melik Arslan Argun'un kan deryâsı içinde cansız yattığını gördüler. O gulâma "Niçin bunun gibi kötülüğü yaptın?" dediler. "Halkı zulümden kurtarayım, râhat edeyim diye yaptım," dedi. Melik Arslan Argun'un bütün ömrü yimıialtı yıl oldu, o müddetden sonra öldü.
Bu taraftan Sultân Berkyaruk amcası Arslan Argun'un Horasan'ı idaresi altına alarak, Böri-Barsi öldürdüğünü işitince Horasan'ı Sencer'e verdi, sayısız asker ile Horasan'a gönderdi. Sencer de o tarafa gitmekte iken, Berkyaruk'a amcası Arslan Argun'un öldürüldüğü haberi geldi. Berkyaruk da Sencer'in ardından Horasan'a yöneldi. Sencer Dâmağân'a geldiği zamân,orada Arslan Argun'un ordusunun onun küçük çocuğunu ye-
36
.ine emir ilân ettiklerini haber aldı. Sonradan Sencer ile Berkyaruk'un geldiğini öğrenen Arslan Argun'un adamları emir ilân ettikleri, henüz yedi yaşındaki çocuğu berâberlerine alarak Merv'den 5000 atlı ile harekete geçip, Berkyaruk'u karşıladılar. Arslan Argun'un bütün hâzinesini Berkyaruk’un hizmetine getirdiler. Arslan Argun'un oğluna timar ve ülke istediler. Berkyaruk da iltimâslannı uygun görüp, Hemedân taraflarını bağışladı. Kardeşi Sencer'i Horasan'a hân ve kendi tarafından sultân eyledi.
Sencer Horasan'a geldiği zamân, Habeşi (b. Altuntak) adındaki bir şahsın Horasan'ın bir kısmı ile Taberistân ve Girdkuh kalesini idaresi altına almış olduğunu gördü. Sencer de 20.000 asker ile Belh'den harekete geçerek, Habeşi'nin üzerine gitti. Habeşi'ye yakın bir yere ulaştığı zamân, Sencer Bâtmiler'den Ta- bes (35) hakimi Ismâil Kelkeli'nin 5.000 atlı ile Habeşi'ye yardıma geldiğini ve bu sebeble Habeşi'nin kuvvet bulduğunu haber aldı. Sencer'in ordusu Habeşi askerinin çokluğundan korku üzerine oldular. Bu sırada Berkyaruk Nisâbur'a gelmiş, Sencer'e yakın olmuştu. Sencer'in askeri Berkyaruk'un geldiğini işidip, yine kuvvet buldular, her birisi bir arslan oldular. Sonra Sencer, Habeşi'nin üzerine doğru ilerledi. İki asker karşılaştığı zamân, birbirlerine kılıç ve balta vurdular. Sencer'in askeri az olduğundan önce yüzü döndü ve bir mikdâr bozguna uğradı. Sencer bu durumu gördü, yanında olan meşhurlar ile atını sürerek tekrâr hücum etti. O şekilde saldırıp, savaştı ki, Habeşi ordusunun başına dünyayı dar etti. Habeşi'nin ordusunu o surette kılıçtan geçirdiler ki,çok az kimse kurtuldu.Habeşi kendisi kaçıp bir köye sığındı. Arkasından yetişerek, tutup getirdiler. Kendi nefsi için bedel olarak100.000 altın verdi. Sencer kabul etmeyip, boynunu vurdu. Bundan sonra Sencer bütün Horasan'a ve şehir
- 3 7 -
lerine başlı başına hâkim oldu ve gittikçe kııvvct buldu. Berkyaruk'dan sonra Muhammed Tabar zamanında da Horasan'da hakimiyeti devâm etti, hazine ve askeri çoğaldı.
Bu sırada tesâdüf, Berkyaruk bir hususdan dolayı veziri Miieyyedü'l-Mülk'e incinip, vezirlikten azletti. Müeyyedüi-Mülk kaçıp, Muhammed Tapar'ın hizmetine girdi, Muhammed Tapar’a "Hükümdârlığa ve devlete istekli olacak zamândır. Çünkü kardeşin Berkyaruk şarap içmekle meşgul, ülke kendi hâline bırakılmış ve hükümdarlık işleri bozulmuştur!' diyerek tahrik etti. Muhaınmed Tapar, Müeyyedüi-Mülk'ün tahriki sonucu Berkyarukia savaşmak üzere beraberinde az mikdârda asker olduğu hâlde Arrân'dan yola çıktı. Tesâdüf Berkyaruk da o sırada Irâk'da idi, Muhammed'in isyâm haberi işittiği zamân, biraz asker ile Rey'den çıkarak Muhammed Tapar'ın üzerinegiddi.Mu- iıamıııed Tapar ise Berkyaruk'un Rey'den çıktığını işitince, bu şehre geldi. Rey'i aldı ve tahta geçip oturdu. Birkaç gün Rey'de durdu. Berkyaruk'un anası Zübey- de H âtun'u getirtip, öldürdü. Çünkü (Gümüştegin) Cân- dâr ile olan mâcerâsmı işitmişdi.Ondan sonra Muhammed oradan gidip, Hemedân'da kardeşi Berkyaruk ile karşılaşarak savaştı. Büyük bir savaş oldu, iki tarçıf askeri birbirinin başına dünyayı dar ettiler. Vezir Müeyyedüi-Mülk de savaş meydanında idi, öldürüldü. Neticede Muhammed Tapar fenâ bir şekilde bozguna uğrayarak firâr etti (36).
Berkyaruk'un emri ile Horasan'a vâli olan ve o ülkeleri idare eden Sencer, Muhammed Tapar ile son derecede sevgi üzerine idi. Berkyaruk'un şarap içliğini, kötülük ve yakışıksız işlerini, Muhammed ile olan durumunu ve savaşı işittiği zamân, Berkyaruk ile Muhammed'in arasındaki bozukluğu düzel (inek için Horasan'dan Irâk'a geldi. Muhammed Tabar ile buluştu. Bir
3 S
birlerine ikrâm edip, saygı gösterdikten sonra Bağdâd’a gittiler. Bağdâd’a ulaştıkları zamân Halife Mustazhir Billâh ile buluştular. Halife bunlara çok hürmet etti ve bunların her birine birer sancak verip, ağır hil'atler giydirdi. Sonra Sencer ile Muhammed Tapar yine Halife'ye vedâ ederek, gittiler. Sencer, Berkyaruk ile Muhammed'in arasını düzelttikden sonra yine Horasan'a döndü. Bu durum üzerine kısa bir süre geçtikten sonra, Berkyaruk ile Muhammed'in arasındaki barış gidip, uyuşmazlık oldu. Sonra Muhammed Tapar Berkyaruk ile savaş için yine asker silâhlandırdı. İki taraf askeri bir yere gelip, savaşa niyet ettiler. Daha henüz savaş başlamadan, aralarında sulh oldu, anlaşmazlık banşa dönüştü. İki taraf askeri savaş olmadan birbirinden ayrıldılar (37). Bundan sonra arala- nnda olan sulh yine bozuldu, savaş oldu. Yine Muhammed Tapar bozguna uğradı, kaçıp İsfahan'a geldi.Berkyaruk da ardından gelip, İsfahan'ı muhâsara etti.O muhasarada Muhammed Tapar çok şiddet,belâ ve sıkımı çekti. Selçuk neslinden ve Arrân beyi olan Mevdııd o. İsmail, Muhammed Tapar'ın bu belâsını ve hisardaki sıkıntısını işitince, merhamet ederek Muhammed Ta- par'a haber gönderdi ve "Eğer bana gelirsen sana gereği gibi yardım ederim',' dedi. Bu haber Muhammed Ta- par'a vâsıl olduğu zamân, kalbine sevinç doldu. Hemen bir gece gizlice Isfahân kalesinden çıkarak Arrân tarafına gitti. Muhammed daha henüz Arrân'a varmadan Melik Mevdud dünyadan âlıirete göçtü. Sonra Mu- lıammed Arrân'a ulaştı ve hisara girdi.Melik Mevdud' ün bütün askeri Muhammed Tapar ile ittifâk ettiler. Bu taraftan Berkyaruk, Muhammed Tapar'ın Arrân'a ulaştığını ve orada hisâra girdiğini öğrendi, ardından Arrân'a doğru sürdü. Muhammed Tapar da Berkya- ruk'u askeri ile karşılayarak Doviıı Kapısı'nda (38) buluşup, h. 496. yılı Cemaziyü'l-âhiri (Mart-Nisan
- 39 -
1103)'nde birbirleri ile savaştılar. Neticede Muham- med'in askerinin yüzü döndü ve yine bozguna uğradı. Muhammed kaçıp Ani kalesine geldi (39), içine girip kapısını sağlamlaştırarak bir müddet orada kaldı. Neticede tekrâr Berkyaruk ile sulh yapıp, bunun üzerine sözleştiler. Sefidrud denilen nehir ve onun ötesi, Musul ve Suriye'ye Muhammed Tapar; Horasan ve Mâ- verâünnehr'e Sencer; Irâk-ı Arab ve Irâk-ı Acem'e de Berkyaruk hâkim ve sultân olacak, Berkyaruk'dan sonra hükümdârlığa Muhammed Tapar geçecekti. Bu sözleşme ve karârın üzerinden çok zamân geçmeden, Sultan Berkyaruk h. 498. yılının Rebi'ü'l-âhir ayında (Aralık 1104—Ocak 1105) Bürucird'de öldü. Hüküm- dârlık müddeti 12 yıl 4 ay idi. Bütün ömrii 25 yıl oldu. O müddetden sonra öldü.
Bekyaruk sürekli şarap içerdi, sarhoşluğa alışmıştı. Hiç ayık olmaz, bir an kendini bilmezdi. Mâverâün- nehr'e gittiği zamân, Semerkand'a girdi. Hâzin Tegin b. Süleymân'ı Semerkand'a hân tayin etti, sonra onu azledip Mahmud Tegin'i, sonra da Hârun Tegin'i o ülkeye hükümdâr yaptı (40). Gazne Sultani (İbrahim) ona itâat ederek emrine uydu. Sultan Berkyaruk'un nice kıymetli veziri vardı. Sonuncu veziri Hatirü'l- Mülk Ebu Mansur Muhammed b. el-Hüseyin idi. Bu şahıs çok bön, câhil ve şişmandı. Bu bakımdan onun hakkında beyitler söylenmiştir. Berkyaruk öldüğü zamân, Melikşâh adında bir oğlu kaldı. Ayaz Ata diye anılan meşhur bir emir Melikşâh in atabeyi idi. Melik- şâh'ın hizmetinde durmakta ve işlerini görmekte idi.
MUHAMMED TAPAR b. M ILİK ŞA H IN SALTANATI: Berkyaruk öldükten sonra hicretin 498. yılında (1104—1105) saltanata Muhammed Tapar geçti. Atabey Ayaz Ata daha Berkyarııkim ölümünden önce oğlu Melikşâh'ı Muhammed Tapar'dan korumak için şehirlerde gezdirirdi. Berkyaruk ölünce Ayaz Ata, Me-
40
likşâh'ı alıp, Muhammed'in huzuruna gelerek onun hizmetine girdi. Sultân Muhammed biraz sonra bir hususuna incinip, Ayaz Ata'yı öldürdü. Melikşâh’ı da kendi yanında muhâfaza etti. O sırada Isfahan cıvânnda Şâh- diz isimli sağlam bir kalede Bâtmiler oturmakta olup, reisleri Abdü'l-Melik Attaş idi. Sultân Muhammed o kaleyi zabt ederek, içinde bulunan Bâtıniler'e türlü eziyetler yaptı. Abdü'l-Melik'i kendi önünde işkencelerle öldürttü. Sultân Muhammed Tapar dürüst ve sert bir kimse olup, Bâtınileri hiç sevmezdi. Kuvvet ve kudret sâhibi emirleri hemen cezalandırırdı. Isfahân civarındaki Hân-ı Lincân isimli kaleyi de ele geçirerek, içindeki Bâtmiler'in hepsini yok etti.Sultan Muhammed Tapar, hicretin 501. yılının Rebi'ü'l-âhiri'nin sonunda (Aralık 1107) Bağdâd'a gitti ve bir müddet orada kaldı. Bu sırada Numâniyye'nin Seyfü'd-Devle Sadaka b. Mansur b. Dübeys b. Ali b. Mezyed ismindeki ve halk arasında "Emir-i Arab" olarak şöhret bulmüş beyi, Sultân'a isyân etmişti. Sultân Muhammed isyânı işitince onun üzerine yürümek istedi. Seyfü'd-Devle, Sultân'm niyetini haber aldığı zaman; Kürd, Türk, Deylem ve Arab askerlerinden topladığı 20.000 kişi ile onu beklemeğe başladı. Sultân Muhammed'in askeri Hemedân'a gitmiş olduğundan yamnda ancak 1000 kadar kölesi kalmıştı. Seyfü'd-Devle Hille de oturur ve Sultân ile savaşmak için beklerdi. Daha sonra kış geldi ve şiddetli soğuklar başlayıp, yerler batak oldu. Askerin hareketi ve savaşması mümkün değildi. Sultân Muhammed, Seyfü'd-Devle Sadaka'ya haber gönderip, tekrar itâata çağırdı. Seyfü'd-Devle, Sultân'm yanındaki askerin azlığını bildiğinden bu çağrıyı kabul etmedi. Askeri de kendisini destekledi. Sultân Muhammed onun itâat etmediğini haber alınca, Hille'ye geldi. İki taraf askeri çok bataklık bir yerde savaştılar. Türkler yaya olarak, Sultan Muhammed Tapar'm ya-
- 4 1 -
nıııda ve onun atını götürmekte idiler. Sonra Seyfü'd- Devle askerinin üzerine ok atmağa başladılar ve birçok kimseyi öldürdüler, az kişi sağ kaldı.Seyfü’d ,D evleiıin askeri mağlub oldu, kendisi de firâr etti, ancak fazla uzaklaşamadı, arkasından atılan bir okla o da öldürüldü (40 a). Bu savaştan çok az kimse kurtuldu. Seyfü'd- Devle, Mezyediyye emirlerinin içinde fâzıl ve âdili idi. Fikrinde dürüst ve sert olup, çok cömertti. Ancak şii zümresindendi, şii mezhebine itikadı çok kuvvetli idi. İbn Hâzim onun ölümüne üzülmüş hakkında mersiye ve kaside söylemiştir.
Sultân Muhammed Tapar hicretin 501. yılı (m. 1107 -1108)'nda veziri Nizâmü'l-Mülk'ün oğlu (41) ile Emir Cavh'yı Alanuıt kalesindeki Bâtmiler üzerine gönderdi. Giden kuvvet orada büyük savaşlar yapıp, Bâtıniler'den bir çoğunu öldürdüler. Hicretin 503. yılı (m. 1109—1110)'nda Gürcüler, Sultân'a isyan edip,Gence'ye yürüdüler. Sultân Muhammed Tapar biraz kuvvet gönde- rek onların İslâm ülkesine girmelerine engel oldu. Halife Mustazhır Billâh hicretin 504. yılı (m. 1110-1111)'nda Sultân Muhammed Tapar'ın kız kardeşi (42) ile 100.000 dinâr ağırlık karşılığında evlendi. Gelin görülmemiş bir çeyizle İsfahan'dan hareket ederek Şâbaıı ayı (m. Şubat-Mart l l l l ) 'n d a Bağdâd'a girdi. Sultân Muhammed Tapar, hicretin 511. yılında, Zilhicce ayının 11. günü (m. 5 Nisan 1118) vefât etti. 13 yıl, 9 ay saltanat sürdü. Muhammed (43), Tuğrul, Me- sııd, Süleym ân-şâh ve Selçuk—şâlı adlarında bir kaç oğlu kaldı. Kendisinden sonra Selçuk-şâh hariç hepsi sultân oldular.
Sultân Muhammed’in halka ve saltanata ait işlerde gidişi iyi idi. Adâleti sever, daimâ binâ ve imaret yapardı. Beytül-ıııâl ve sadakati muhafaza edip, daima hayır ve iyilik yoluna giderdi, liıitiin işlerinde dine ve akla müracaat ederdi, lııaııçı I lıl-i sünnet mezhebi
- 42
üzerine olup, Bâtıni ve Râfıziler'e karşı sonsuz düşmanlığı vardı. Kardeşi Berkyaruk zamanında veziri Müeyyedü'l-Mülk idi ve onunla savaş sırasında öldürülmüştü. Müeyyedü'l-Mülk'ün ahlâkı iyi olduğundan Sultân Muhammed onu severdi ve öldürülmesine üzülmüştü. Yerine oğlu Nasr'ı vezir yaptı. Bu Nasr âlim olup bilhassa felsefede bilgisi fazla idi. Vezirliği zamanında Sultân Muhammed, Berkyaruk ölünceye kadar rahat edemedi. Muhammed sultân olunca vezirliği Sadü'I-Mülk (44)'e verdi. Sadü'I—Mülk dindar olup çok hayrı vardı ve yerinde tedbirleri sebebi ile uzun /âm ân Muhammed’in vezirliğini yaptı. Ancak Isfahan kadısı Abdullah (45). Sultân Muhammed'e oııun batini akidelerine inandığını ihbar etti. Sultân Muhammed doğruluğunu tahkikden sonra onu astırdı. Yerine sıra ile Ziyaü'l-Mülk b. Nizâm el-Mülk ve Hptırü'1- Mülk Ebu Mansur Muhammed b. Haşan (46) vezir oldu. Bir müddet sonra Emir-i Hâcib Ömer b. Karategin'i vezir tâyin etti, sonra onu da azletti. Bir kaç kişi daha vezir olduktan sonra Sultân Muhammed.
Bağdat Halifesi'ııden bir vezir istedi. Halife de Rebibü'd-Devle Ebu Mansur'u gönderdi. Rebibü'd-Dev- le, Sultân Muhammed'in vefâtından iki ay önce geldi ve onun ölümüne kadar Irâk'da kaldı. Sultân Muhammed'in ölümünden sonra saltanat Irâk'dan Horasan'a geçti. Sebebi bu oldu ki, ölünce Melikşâh'ın oğullarının en büyüğü Sencer idi. Sencer'in elinde bir çok ülke hazine ve asker vardı. Sultân Muhammed ölünce oğlu Mahmud sultan davasında bulundu, Sencer ile yaptığı savaşlarda başarı kazanamadı. Sencer sultân oldu ve Horasan'da oturduğu için saltanat merkezi Irâk'dan oraya nakl edildi.
SENCER’İN SULTAN OLUŞU VE HORASAN’DA OTURMASI, MAHMUD’UN SULTAN SENCER TARAFINDAN IRAK’DA SULTANLIĞA TAYİNİ:
- 4 3 -
auitân Muhammed öldükten sonra yerine oğlu Mıı- gıse'd—Din Mahmut tahta geçti. Onun işlerini Hâcib Ali Bâr ve kâtibi Ebu'l-K âsım Dergüzini görmekte idiler. Bu ikisi Sultân Mahmud'a gurur verip, "Baban ve ecdâdın zamânmdan beri saltanat merkezi Irâk'dır. Lâyığı senin sultân olup, Irâk'da oturman ve amcan Sencer'in senin tarafından Horasan'a hân olmasıdır. Şimdi Horasan'a Sencer'in üzerine yürüyüp savaşmadan bu iş olmaz" dediler. Sultân Mahmud onların sözünü kabul etti. Aralarında tedbir alıp, Semerkand Hânı'na (47) mektup gönderip Sultân Mahmud'un amcası Sencer üzerine yürümek istediğini, O bu harekete başladığı zamân Hân'ın da Sencer'in arkasından Horasan'a yürümesinin yazılmasını kararlaştırdılar. Ancak Sencer üzerine yürümek kararı asker arasında ihtilâfa sebeb oldu. Emirlerden bir kısmı bıı fikri kabul, bir kısmı muhâlefet ettiler. Sultân Sencer, Mahmud'un tahriklere kapıldığım ve askerin ihtilâf üzerine olduğunu duyunca, ordusunu toplayıp Horasan'dan Irâk 'a göçdü. Sultân Mahmud da kendisine itâat eden askerlerini bir yerde topladı. Sipehsalâr Ali Bâr ve Atabeg Mengü Pars'da beraberdi, iki ordu, hicretin 512. yılı (m. 1118-1119)'nda, karşılaştı (48). Sultân Mahmud'un askerlerinden çoğu öldürüldü. Neticede Sultân Sencer gâlip geldi, Malınıud firâr etti. Sultân Sencer ona, "Ben Irâk'a omın durumunun düzelmesi için geldim. Kendisine muhâlefet eden beyleri yok edip, yerlerine kendisine uygun beyleri verdikten ve bütün işini iyi şekilde yaptık tan sonra yine Horasan'a gideceğim'.' diye iıaber gönderdi. Mahmud'un veziri Nizâme'd-Din (49), Sultân Sencer'in sözlerini haber verdi ve "Amcandır, baban yerindedir, büyük hân ve ulu sultandır. Ona muhâlefet c :ıi/ değildir. Uymak gerektir. Ben gidip senin için komı.^ııp, aranızı düzelteyim" dedi. Sultân Mnhımıd, Vc/.ir Nizâme'd-Din'i
44
Sultan Sencer'e gönderdi. Nizâme'd-Din Isfahân'- dan kalkıp Rey'e gitti. Rey'e ulaştığı zamân, Sultân Sencer'e onun gelişini haber verdiler. Sencer bütün emirlerine karşılanması için emir verdi. Sultân Sencer Vezir'in hatırına gelmeyen ikramlarda bulundu. Sultân Sencer ile Vezir otağda konuştular. Daha sonra Mahmud'a gelmesi için elçi gönderildi. Mahmud, Is- falıân'dan kalkıp Rey'e geldi ve Sultân Sencer ile buluşmadan önce Vezir Nizâme'd-Din ile görüştü.Ni- zâme'd-Din ona çeşitli nasihatlarda bulunup, "Sultân Sencer'in huzuruna dâhil olduğun zaman saltanat usullerini terket, itâat yoluna git. Saltanat âdetinden üzerine kırmızı giymek nevbetini terk et, karşısında yer öpüp oturma. Söyleyeceğin şeyi tevâzu ile söyle. Günde beş kere nevbet çaldırıııakdan vazgeç. Bir nevbet karalar ve bir nevbet aklar giy, bu dediklerimi tutarsan sana hayırlıdır" dedi. Sultân Mahmud, Sultân Sencer ile buluşunca vezirin söylediklerine göre hareket e tti. Sultân Sencer ona ağır hil'âtler giydirip, ikrâmlarda bulundu ve Irâk vilâyetine sultân yaptı. Emir Karate- giıı Kassab ve Atabeg Mengü Pars'ın boynunu vurdu. Sultan Sencer, Mahmud'un şefâatı ile Ali Bâr'ı a ffe tti. Ona. kâtib Ebu'l-Kâsım ve Vezir Nizâme'd-Din Sıımuyremi'ye lıil'âtîer verdi. Sultân Sencer, Mâzen- darân, Taberistân, Kumis (50), Dâmağân ve Rey şehirlerini Horasan'a kendi ülkesine kattı. Bütün Irâk'ı Sultân Mahıııud'a; Sâve, Ave (51), Sârık, Sâman (52), Kazvin, Ebher, Zencan, Gilân (53), Deylem ve Tâle- kân'ı onun kardeşi Melik Tuğrul'a, Fars eyâletini ve Is- fahânin bazı yerlerini yine Mahmud'un kardeşi Selçuk—şâh'a (54) verdi. Karaca Sâki'yi de ona atabeğ tâ yin edip, Horasan'a gitti.
Sultân Sencer işlerinde başarılı ve gazâlarıııda muzaffer idi. İki savaşda belâ geçirmiştir. Sultân Sencer memleketlerin çoğuna sahibdi, yeryüzünün çoğunu al
- 4 5 -
mıştı. Sencer'in hâkimiyetindeki ülkelere Melikşâh haricinde hiç kimse sultân olamamıştı. Berkiyaruk'ıın Muhammed Tapar ile savaştığı günlerde Sultân Sencer Horasan'da idi. Mâveraünnehr Sultânı Kadir Hân (55)ı beylerinden bazısı tahrik edip, Berkyaruk ile Muhammed birbirinin üzerine asker çekip, düşmandırlar ve Sencer ise daha küçük olup saltanata liyâkati yoktur, fırsat ganimettir. Eğer Sencer'in üzerine varırsanız Horasan'ı almanız muhakkakdır" dediler. Kadir Hân onların sözüne inanıp 100.000 atlı ile Ceyhun'u geçip Horasan'ın-üzerine yürüdü. İki ordu birbirine yakın konakladılar. Bü sırada Kadir Hân av için az mikdarda adamla askerlerinden ayrıldı. Sultân Sencer, Kadir Hân'ın askerden ayrıldığım haber alıp, Sipehsalâr Bozkuş'u biraz asker ile o tarafa gönderdi. Bozkuş, Kadir Hân'ı ve yanında olanları esir edip Sultan Sencer'in önüne getirdi. Sencer, Kadir Hân'a serzenişde bulunup, boynunu vurdurdu. Kadir Hân'ın askerleri durumu bilince e trafa dağıldılar, Sencer de Mâ'verâünnehr'in zaptı ile meşgul oldu.
Muhammed Tapar'ın Irâk'da sultân olduğu zaman, Sencer Horasan'da idi. GazneCde Sultân Mahmud b. Se- büktegin evlâdından İbrahim (56) sultân idi. Onun kardeşi Behrâm (57), Sultân Sencer'e gelip, "Kardeşim A rslan-şâh 'm insâfı yok, atanım bütün memleketini aldı, bana nesne vermedi,zulüm etti"diye şikâyetde bulundu ve ondan yardım istedi. Ayrıca "Gazne'yi bana alıverin, vilâyet sizin olsun. Ben sizin tarafınızdan nâib- lik yapayım." dedi. "Sultan Sencer, Belıranı—şâh'ın sözünü kabul edip, asker topladı ve Gazııe üzerine yürüdü. Sencer'in Gazne'ye hareketini haber alan Muhammed Tapar, "Sultan Mahmu’d h. Sclniktcgiıı ıılü sultan idi.O hânedân eskidir" diye bu işe asla razı olmadı ve kardeşinin yanına gitti. Sencer omı istikbâl etti. Muhammed Tapar, Sencer'e nasihat edip, î)iı seferden vazgeçi-
46
remedi. Sencer "Bir kardeş bir kardeşe zulüm etmiş elbette giderim, o zulmü ortadan kaldırırım'.' dedi. Sencer, Muhammed Tapar’dan ayrılıp yola çıktı. Bir müddet sonra Gazne’ye geldi. Sultân Arslan-şâh da askeri ile Gazne’den çıkıp, ordugâh kurdu saf ve alay bağlayıp Sencer'in karşısında durdu. Ordusunun önünde 50 fil bulunmaktaydı. Fillerin üzerinde ok ve kılıçlı yiğitler vardı. İki ordu karşılaşınca, Sultân. Sencer'in askerinin atları fillerden ürktü ve Gazne ordusuna yanaşamadılar. Bu sebebden Sencer'in askeri mağlup olmak ve firâr etmek üzere idi. Sicistan Beyi Emir Ebu'1-Fazl atından indi. Fili vurmak için bir hançer hazırlamıştı. Bütün askerin önünde savaşarak, fillerin önünce gelen büyük file yaklaştı ve altına girerek o hazırladığı hançer ile böğrüne vurdu. Büyük fil bir kere bağırarak geri döndü. Diğer filler de ürkerek Gazne ordusunu çiğnediler. Gazne ordusu fillerin ayaklan altında kalıp, bozuldu. Sağ kalanlar kaleden tarafa kaçtılar. Sultân Sencer'in askerleri arkalanndan yetişti ve kaleden içeri girdi. Bu suretle Sencer, Gazne'yi ve Sultân Mahmud b. Sebüktegin zamânından beri orada bulunan hâzineyi aldı. Ondan sonra Behram—şâh i tahta oturtup, kendisi tarafından o ülkenin hâkimi tâyin eti. Behram-şâh her yıl Gazne gelirinden Sultân Sencer'e 250.000 dinâr gönderecekti. Gazne fethi hicretin 510. yılı (m. 1116— 1117)'nda oldu. Sultân Sencer, hasta olan Muhammed Tapar'a fetih haberini gönderdi. O Gâzne fethinden bir yıl sonra hastalıkdan öldü.
Sultân Sencer bir diğer seferden sonra Semerkand üzerine yürüdü. Oramn hâkimi Türk sultanlarının büyüklerinden Ahmed Hân (58) idi. Askerleri ve hâzineleri muazzam idi, diğer askerinden başka her birisi kahramanlıkta meşhur- 12.000 kulu vardı. Türkleriıı kökünü kesmiş (59) ve iki aylık mesafedeki ülkelere gitmiş ve göçebelerle uğraşmıştı. Sultân Sencer,
- 4 7 -
Semerkand'ı muhasara ederek, Ahnıed Han'ı kaleden indirdi. Ancak Ahmed Hân çok ihtiyar ve felçli idi. Kullan bir mahaffenin içine koyup gelirdiler. Sultân Sencer'in huzuruna ulaştırdılar. Bir saat malıaffe ile önünde durdu. Sultân, felçli, konuşacak halde olmayan ve ağzının salyası akan bir yaşlı insan gördü. Sultân Sencer, eşi Terken Hâtun'un Ahnıed İlân ile akrabalığı olduğu için, onu aff etti (6 )). Limr etli gittiler ve yerine oğlu Nasr Hân (61)'ı Sultân Seııceı kendi tarafından Semerkand hanlığına geçirip, tekrar merkezine döndü.
Gazne Sultân'ı Behrâm-şâh, Gazne'niıı uzaklığı sebebi ile Sultân Sencer'in sefer yapamayacağını düşünüp, ona olan yıllık vergisini göndermedi. Sultan Sencer onun anlaşmaya aykırı hareket ettiğini anlayınca, mevsimin kış olmasına ve şiddetli soğuğa bakmadan Gazne'ye yürüdü. Yolda çok zahmet ve sıkıntı çekip, saman gümüşten kıymetli oldu. Bu sıkıntılar ile Sencer Gazne'ye vardı. Behrâm-şâh onun geldiğini duyunca kaçtı. Gazne halkı kaleyi kuvvetlendirip, muhâlefet ettiler. Sencer kaleyi zorla aldı ve yağma etti. Sonra halka aıııân vererek, bir müddet Gazııe'de durdu. Orayı imâr ettirip, kendi tarafından bir bey bırakarak yine Horasan'a döndü (62).
Sultân Sencer bir çok memleketin sultânı idi. Ni- lıâvend, Irâk, Semerkand, Horasan, Taberistân, Kirmân, Sicistân, Isfahân, Hemedân, Rey, Azerbaycan, Ermeniyye, Arrân, Bağdâtl, Mıısııl, Diyarbekir, Re- bia. Suriye, Mekke, Medine ve Yemen'de Sultân Sencer ismine hutbe okıııuıp, sikke basılırdı. Sultân Sencer'in hicretin 536. yılı (m. 1 141-1 142)'nda tâlih yıldız./ dönmeğe başladı. Karink denilen Tiirk yöriiklerin- >le;: bir grup çok sayıda sıınısıı ile Semerkand civarına > r ılmışlardı ve gittikçe çoğalmakta idiler.Semerkand ^pehsalârı(63)bunlardan korkarak durumu Sultan Sencer'e bildirdi.Bunlar hakkında Sııllan'ı kızdıracak sözler
4N
söyledi. Sultân Sencer onların Semerkand'dan sürülmesini emretti. Bunlar da 5.000 deve, 5.000 at, 50.000 koyun verelim. Durumumuzu Sultân Sencer'e bildirin, bizi yerimizde bıraksın'.' dediler. Sultân kabul etmedi. Bunları o ülkeden çıkarıp, hepsini sürdüler. Hitâ, Ho- len ve Yağma'nm Gürhân denilen bir sultânı vardı.Gür- lıân, Çince büyük hân, sultan demektir.Bu kâfir Türk- leri'nin eıı büyüklerinden olan kuvvet ve kudret bakımından muazzamı idi. Çin hududuna kadar ülkeler onun elinin altında idi. Karluk yörükleri onun huzuruna geldiler, Sultân Sencer'e verecekleri hediyeleri Gürhân'a verip, onu şikâyet ve kendilerini ülkeden sürdüğünü hikâye ettiler. Ayrıca "Sencer'in eskisi gibi kuvvetli olmayıp, hâzinesinin zayıf ve askeri arasında ihtilâf bulunduğunu ve ona itaat etmediklerini, eğer Sultân Sencer'in üzerine asker çekip gidilirse gâlip gelmek ve memleketi elinden almak mulıakkakdır" dediler. Hitâ Sultânı Gürhân bu sözleri işitince. Sultân Sencer'e mektup yazıp, Karlıık Türkleri için şefâat ve onlara merhamet ve şefkat taleb etti. Bu mektup Sultân Sencer'e ulaştığı zaman, Gürhân in sözünü kabul etmedi. Gürhân in mektubuna yazdırdığı ce- vâbda onu islâma davet edip, ordusunun çokluğunu belirtti. Tehdit edici sözler söyleyip, "Bizim askerimizde şunun gibi yiğitler vardır ki, her birisi ok ile kılı ikiye ayırır',' dedi. Sultân Sencer'in veziri Nizâmü'l- Mülk'ün torunu Zâlıir bu mektubun gönderilmesini uygun bulmadı, ama Sencer onun sözlerini dinlemeyip gönderdi. Elçi Sultân Sencer'in mektubunu Gürhân'a götürdü. Gürhan mektupu okuyup mânâsını anlayınca, gazaba geldi ve elçinin sakalının yolunup eline bir iğne verilmesini emr etti. Elçiye sakalının kılım iğne ile yarıp öbür tarafa geçirmesini söyledi. Elçi buna muvaffak olamadı. Gürhân, "Sen bir kılı iğne ile yaramayınca, ya senden başkaları okla nasıl yarar?
- 4 9
Bunun gibi yalan sözler neye yarar? Padişah’a yalan söylemek ve aslı olmayan sözler konuşmak yakışır mı?" dedi. Elçiyi yine Sultân Sencer'e gönderdi. Ondan sonra asker toplamağa başladı. Etrâfdaki memleketlere mektuplar, emrindeki vilâyetlere adamlar yolladı. Kısa bir zamân içinde deftere yazılan askerin 700.000 süvari olduğu görüldü. Sonra Gürhân kibir ve heybet ile Sultân Sencer'in vilâyetleri üzerine yürüdü. Toz-toprak dünyâyı bürüdü.
Bazı tarihçiler dediler ki; Sultân Sencer, Hârezmşâh Atsız b . . Muhammed'in bir oğlunu öldürdü (64), Hârezmşâh ile düşmanlık yoluna gitti, kiârezmşâh da Gürhân'a haber gönderip, Sultân Sencer'in üzerine gelmeğe tahrik etti. Kendisinin oğlunu öldürdüğünü söyledi. Gürhân in gelmesine sebeb o idi. Bu taraftan Sultan Sencer'e, Hitâ Hânı Gürhân'm büyük bir ordu ile gelip ülkeye girdiği, haberi geldi. Sultân Sencer de can kaygusu ile yanında hâzır olan ancak 70.000 askeri bir yere toplayıp, hazırlık gördükten sonra Gürhân'a karşı gitti. Sultân ile Gürhân Katvân adındaki bir yerde karşı karşıya geldiler, çadırlar kurup oturdular. Sabandan iki taraf askeri hazırlıklarını gördüler.lki taraftan da kimsenin gözüne uyku girmedi, huzur ve rahat bulmadı. İki orduda bin korku ile birbirlerine karşı durdular. O gece geçip sabah olduğu zamân, iki taraftan beyler atlara bindiler ve bayraklar açıldı. İki taraftan asker saf olup, birbirini karşı dizildi, davullar vuruldu. İki ordu birbirinin üzerine doğru ilerlediler, önce pehlivanlar meydana girdiler, bir müddet birer-ikişer savaştılar. Gittikçe savaş ateşi yakıcı olup, iki taraf askeri korkuyu bırakarak, bir aradan birbirlerine hıicıım ettiler. Keskin kılıçlar, ok ve mızraklar meydanda gezindi. Oklar göğüsleri nişan alıp, temrenler (okun ııcıına geçirilen kemik veya demir parça) yüreklerde yeı elli. Kılıçlar şimşek gibi oynar ve kanlar yeıe yagımır gibi
- 50
.nerdi. Yiğitler denize girmiş timsah gibi can ile savaşıp, her birisinin üzerine kan ve beyin sıçramaktan pantere dönmüşdü. İki taraf askeri kılıç ve baltayı öyle vurdu ki, kan gövdeyi götürdü.Bir savaş oldu ki. sanki kıyamet gününden örnekdi. O gün o askerler öyle savaştılar ki, birbirlerinin başına dünyâyı dar ettiler. Neticede Sultân Sencer'in askeri az ve aralarında anlaşmazlık bulunduğu için mağlubiyet alâmetleri belirdi. Sultân Sencer bu durumu görünce, korkudan aklı başından gitti. Sicistan Meliki Ebu'1-Fazl (65) bu durumu görüp, Sultân Sencer'e "Çadırın altına kölelerinizden birini koyun, seni zannetsinler, sen de askerin bir tarafından çıkarak başını kurtarasın. Zanıânla fırsat bulup, arzusunu yerine getirirsin V dedi. Sultân Sencer bu görüşü kabul etti, çadırın altına kendi yerine bir oğlan koydu (66) ve kaçtı. Kâfirler çadırın altında duranı Sultân Sencer sanarak, onun arkasından gitmeyip, savaşa devâm ettiler. Sonra gelip Sultân Sencer sanıp,0 gulâını esir ettiler. Sultân Sencer'in hâtunu Arslan Hân kızı Terken Hâtûn, Emir Kamac ve oğlu, Emir Sungur Aziz de esir olanlar arasında idi. Emir Ablak, Emir Kureyş b. Zengi, Ömer b. Üner, Emir Barankuş el-Kâri ve Emir Mahmud Kâşâni de öldürüldüler.1 oridü'd—Din Kâtib, Sultân Sencer'i teselli için iki be- vit söylemiştir. Sultân Sencer, Gürhan ile savaşa başlamadan önce Seyyid Çelil diye meşhur olan Emir Seyyid Sipâhsâlâr korkusundan Karluk elbisesi giyip Gürhâr 'ın hizmetine girdi. Sultân Sencer bütün askeri ile Dcrğâııı vâdisi denilen bir derede kuşatılıp, hicretin 536. yılının Safer ayının 5. Sah günü (m. 9 Ey- liil 1141) mağlup edildi. Sultân Sencer mağlup olduktan sonra Belh'e doğru gitti. Savaşın olduğu Der- ğanı vadisinin her tarafı dağlık ve taşlıkdı. Ancak bir yerinden çıkış noktası vardı. Bu yüzden Sultân Sencer, kaçarken Gürhân'ın önünden geçti. Gürlıân, Sultân
- 51 -
Sencer'in önünü alamadı. Sebebini sorduklarında "Ka çan ile savaşmak câiz değildir. Çünki canından bıkmıştır, ölünceye kadar savaşır. Öyle.olunca fırsat bulup bize gâlip gelebilir',' dedi. Sultân Sencer kıırtuldukdan sonra Gürhân'a adam gönderip, 500.000 altına Terken H âtuniı, 100.000 altına da Emir Kaıııac ve oğlunu satın aldı. Gürhân, Sicistan Meliki Ebıı'l-Fazli İliç bir şey almadan serbest bıraktı. Gürhan'ın beyleri buna çok şaşırdılar ve "Eğer dileseydiniz bu da kendisi için çok Jinâr gönderirdi.Böyle yapmanızın sebebi nedir?" diye sordular. O da "Bunun ülkesi bizim ülkemize yakındır ve yiğit ve kindâr oğulları vardır. Eğer biz bunları incitirsek bizim ülkemizi vururlar. Daima düşmanlık edip ikide birde üstümüze yürürleri dedi. Gürhân kendi önünde Seyyid el-îmâm Şerefü'z-Zamân Muhammed el—İlâki Hakim es—Seıııerkandi ve imam Sadr Hüsa- ıııe'd-din Şehid'i şehid etti.
Gürhân, Sultân Sencer'i yendikten sonra bütün Mâ- veraünnehr'i aldı. Gürhân'dan sonra kızı ve müteâki- ben G ürhânin Hatunu ve ardından amcası oğlu sultân oldular (67). O ülke hicretin 612. yılı (m. 1215 — 1216)'nda Alâ ed-din Muhammed alıncaya kadar, kâfirlerin elinde kaldı. Bu G ürhânin heybeti ve büyüklüğü vardı. Askerine kendi ulufe öder, zulüm ederler diye tinıâr vermeği uygun görmezdi. Yanlarında çok adam toplanırsa isyan ederler düşüncesi ile her beyin yanına yüz kişiden fazla asker vermezdi. Askerin zuliim ve kötülüğünü önler, ama zinaya ıııaııi olmazdı.
Sultân Sencer, Gürhân ile savaşa gidince Hârezmşâh Alâ ed-din (Atsız b. Muhammed) fırsat bularak Merv'e geldi. Sultân Sencer'den koı kınayıp,savaşarak Merv'i zorla aldı ve büyüklerim oldurdu. Sonra Sultan Sencer'in tahtına oturdu. Bıılıııı hâzinesini ve kıymetli taşların olduğu sandıklan yarmaladı. Oradan Nisâbur'a geldi ve onu da aldı. Nisabın lakihleri ve zâ-
52
nidleri Merv'deki hareketlerini tekrarlamaması için ondan himaye olunmalarını istediler. Hârezmşâh bunu kabul etti. Ancak Sultân Sencer'in mallarını teftiş edip, aldı ve onun nâmına olan hutbeyi kaldırdı. Kendi adma okutdu. Hatib, Sultan Sencer'in ismini oku- mayıp, Hârezmşâh adını söyleyince halk feryâ- da ve ağlamağa başlayıp,ayağa kalktılar. Bir karışıklığın olmasına az kalmıştı ki, yine büyükler müdahale ederek halkı yatıştırdılar. Sultân Sencer Hitâ savaşından mağlup olarak Merv'e ulaştığı zamân, Hârezmşâh firâr ederek kendi ülkesine gitti. Sultân Sencer o savaşta emirler ve büyüklere verdiği hil'atler- den başka askere 3.000.000 dinâr sarf etmişti. Bu se- bebden hâzineye muhtaç, asker yalıncak (çıplak) ve aç idi. Hârezmşâh'm yaptığı kötülükleri ve hâzinesini ve sandıkları aldığını duyunca ordu toplayıp, Hârezmşâh'm üzerine yürüdü. Hezâresp (68)'e gelip burayı muhasara etti,m ancınıklar kurup j savaşla kaleyi aldı. Hazine sandıklarını kendi mührü ile aynı şekilde buldu. Sultan Sencer'in devlet, asker ve memleketleri hicretin 548. yılı (m. 1153—1154)'na kadar fazlalaştı.
SULTAN MAHMUD.'UN SALTANATI:Sultan Muhammed Tapar öldükten sonra yerine Sul
tân Sencer tarafından oğlu Mahmud Irâk tahtına oturtuldu. O sırada İmam Mustazhır Billâh da vefat etmiş, halifelik makamına Müsterşid Billâh geçmişti (69),Miis- terşid, Mahmud'u Irâk'da sultân olarak tanımıştı. Bir müddet bu hâl üzerine güven içinde oldular. Sultân Mahmud'un kardeşi Mesud daha küçüktü ve Sencer ona Emir Çavuş'u vezir tâyin etmişti (70). Emir Çavuş Bey, Musul'da oturur ve Mesud'un işlerini görürdü. Sultân Sencer Suriye ve Diyarbekir askerini omın emrine vermişti. Memleketinin sınırı magrib (Batı) olduğu için Melik—i Magrib diye meşhurdu. Daha sonra Mes'ud'un atabeyi Çavuş Bey, Sultân Malımud'la an
laşamadı ve Mes'ud'u ona karşı harekete geçirmek istedi. Bir çok asker topladı ve Sultân Mahmud'un üzerine yürüdü. Sultân Mahmud, Emir Çavıış'ım asker toplayıp üzerine yürüdüğünü öğrendi ve gelmesini bekledi. İki asker karşı karşıya gelip, saf bağladılar. Gâyct küçük olan Mes'ud ağabeyini .jörünce "ici ici" (ağabey) diye Türkçe bağırıp, hemen atını Sultân Mahmud tarafına sürdü. O kadar âni hareket etti ki, ona ninni olamadılar, gidip Sultân Mahmud'un yanında durdu. Arkasından yetişip, tutamadılar. Mes'ud'un askeri beysiz kaldı, karşı durmağa güçleri kalmayıp, mağlup oldular. Sultân Mahmud'un askeri onun her şeyini yağmaladılar (71).
Sultân Mahmud ile Halife Müsterşid arasında, hicretin 520. yılının Zilhicce ayının 10. günü (m. 27 Aralık 1126), Bağdâd'da düşmanlık ve savaş oldu. Sultân Mahmud askerini Dâr—ı Hilâfet üzerine yürüdü, Halife ile savaş ve mücadele etti. Halife de köşkün üstünden savaşdı. Sonunda Müsterşid'in veziri Celâle'd-Din Ebu Ali Haşan araya girip ikisini barıştırdı. Hicretin 521. yılı (m. 1127)'na girilmişti. Henüz Sultân Mahmud Bağdâd'da idi, sulh olduktan sonra Sultân Mahmud ölüm deresinde ağır hastalandı. Bıı hastalığına Halife ile harb etmesinin sebeb olduğunu sandı şaşa kaldı. Hemedân'a gitmek istedi, bir mahaffeye koydular. Sultân Mahmud önce halifelik sarayının önüne götürülmesini eııır etti. Çevre yanını asker kuşattı, Müster- şid'e "Yaptığım savaşı bana helâl etsin ve bana dua da bulunsun, benden rızâ üzerine olsunl' diye haber gönderdi. Halife'deıı râzı olduğu, günâhlarının bağışlandığı ve onun için dua edileceği haberi geldi. Sonra Sultân Mahınıid da. memnun oldu. Oradan Hemedân'a gitti ve Hemedân'a ulaştığı zamâıı hastalığı iyileşti.
Aynı yılda Sultân Sencer, Rey'e geldi ve Tuğrul'un atabeği Emir Şirgir'i azledip yerine Karasungıır'u ;ıta-
54
beg yaptı ve Arrân'ı da onun idaresine verdi. Ayrıca Tuğrul ve Mes'ud ile görüşüp tekrar Horasan'a döndü. . Sultân Sencer zamânmda saltanat merkezi Horasan'da olduğundan Irâk'da devlet zaiyıflanıış ve hazine hemen hemen boşalmıştı. Şeyh İmâde'd-din Ebu Hâ- nıid Muhammed Isfahâni'nin amcası Azizü'I-İslâm'daıı naklettiği rivâyete göre, Sultân Muhammed Tapar öldüğü zaman hâzinesinde 20.000.000 dinâr, sayısız altın ve gümüş âletler, elbiseler, mücevherat ve çeşitli kumaşlar bulunmakta idi. Sultan Mahmud zamanında şerbetçinin aylığını hâzinede ödeyecek kadar para bulunmadığından hazine sandıklarını satıp mevcud paraya ilâve yaparak, ancak ödeyebildiler. Bir gün Sultân Mahmud, babası Muhammed Tapar'a da hazine- dârlık yapmış olan Sâbur Hadim'deıı bir giiıı gâliye (72) misk kokusu istedi. Sâbur hâzinedeki miskin azlığından şikâyet edip, "Bir mikdâr vakit verin olanını toplayıp huzurunuza getireyim'.' dedi. Bir müddet sonra 30 ıııiskal kadar misk getirdi. Sultân Mahmud "Babanı zamânmda haziııede ne kadar misk vardı?" diye sordu. Sabur "Isfahân hâzinesinde altın ve gümüş kablar içinde 180 ratl misk vardı. Her zamân bu ıııikdar eksilmezdi'.' dedi. Sultan Mahmud utandı ve yanındaki beylere "O zamân ile bu zamânın farkına bakın ve gaddar felekden örnek almV dedi. Sultân Mahmud, ara’oça bilgisi bakımından çok âlim ve fâzıl
idi. Arabça şiirler, meseller, tarih ve siyeri mükemmel derecede bilmekte idi. Hicretin 525. yılının Şevval ayı (m. Ağustos—Eylül 1130)'nda vefât etti. Saltanat müddeti 13 yıl, 8 ay, bir kaç gün sürdü. Saltanat tahtına geçmeyen Muhammed, Melik-şâh ve Davud adlarında üç oğlu kaldı.
SULTAN TUĞRUL'UN SALTANATI:Sultân Mahmud vefât edince Vezir Dergüziııi ve ku-
- 55
nıandanlar Rey'e gidip durumu Sultan Sencer'e haber vermeği de onun seçeceği kimsenin Irâk'da hâkim olmasını kararlaştırdılar. Rey'e gelip kışı orada geçirdiler ve Sultân Mahmud'un ölüm haberini Sultân Sencer'e gönderdiler.Sultân Sencer bu haberi işitince hicretin 526. yılının Rebiü'l—âhir ayı (m. Şubat—Mart 1132)'nda Horasan'dan sefer ederekRey'e geldi.Irâk ordusu kendisini karşıladı ve saygı gösterdi.Onun gelişinin ikinci günü Tuğrul Hân geldi.Sultân Sencer ikrâın edip, onu hü- kümdârlığa tayin etti. Ondan sonra Hemedan'a göçtü ve üç gün orada oturdu. Bu sırada Sultân Tuğrul'un kardeşi'Melik Mes'ud'un asker toplayıp saltanat dâvası ile harekete geçtiği ve Fars hâkimi Selçuk-şâh'm atabeyi Karaca Sâki'nin de ona itâat ettiği haberi geldi. Bu haber geldiği vakit henüz Rey'de bulunan Sultân Tuğrul bilhassa önünde savaşılmaz bir kişi olan Karaca Sâki sebebiyle korkuya kapıldı. Sultân Sencer yardım için Tuğrul Hân'a bir ıniktar asker gönderdi. O asker ulaştığı zamân, Tuğrul memnun oldu. Ancak o gece Tuğrul Han'a şiddetli bir ateş nöbeti geldi ve gittikçe şiddetlenerek onu zayıflattı. Sultân Sencer Hemedân'- dan Nihavend'e geldi. Tuğrul da yanındaki askerler ile ona iltihâk etti. Mes'ud da Karaca Sâki ile gelip, Sultân Sencer ve Tuğrul ile karşılaştı. Bir miktâr savaştan sonra Tuğrul Hân'ı ınağlup edip, geriye sürdüler. Ancak Sultân Sencer askerinin hücumu karşısında Melik Mes'ud taraftarları mağlup ve Karaca Sâki ile arkadaşı Yusuf Çavuş ve Melik Mes'ud'un veziri Tâce'd-Din b. Dârest esir oldular (73). Melik Mes'ud'un durmaya gücü kalmayıp, kaçtı. Sultân Sencer kaçanların ardından takip ettirmedi, gelip çadırlarında konakladılar üç günden sonra bir ayak divânı neticesi Sultân Sencer Karaca Sâki ve Yusuf Çavuş'un boyunları vuruldu Sultân Sencer, Sultân Tuğrul ve diğer beylere hil'at- lar verip vasiyetler etti. Sultân Tuğrul'u Vezir Dergüzi-
- 56 -
ni'ye ısmarlayıp, vedâ ederek Horasan'a döndü.Sultân Tuğrul hicretin 526. yılının Cemâziyü'l-âhiri
(m. Nisan—Mayıs 1132)'nde tâlihi mesud olup, tahta oturdu. Halife Müsterşid'in elçileri ve mektupları gelip Bağdâd'a davet etti. Ancak Tuğrul daha önce ona gücenmiş olduğu için daveti kabul etmedi. Emir Mengü Bars'a Fars ülkesinin idaresini verdi ve oğlu Alp Ars- lan'ı da onunla gönderdi. Bu taraftan Sultân Mhınud'un veliahdı ve oğlu Melik Dâvud, atabeyi Emir Ayaz ve yakın adamlarının tahrikine uyup saltanat davasına kalkıştı. Ayaz ve adamları önce Tebriz'de toplandılar. Melik Dâvud bunlar ile Hemedân'daki Sultân Tuğrul'un üzerine yürüdü. Sultân Tuğrul'da Heıııe- dân'dan çıkarak, iki taraf hicretin 526.yılı Ramazan ayı (Temmuz-Ağustos 1132)'nda karşılaştı. Kısa bir savaşdan sonra Melik Dâvud'un askeri kaçtı. Bu işde Aksungur (74) kabahatli olduğundan Sultân Tuğrul ona kin bağladı. Emir Barankuş (Zekevi) ve Safi- ye'd-Din Müstevfi esir oldular. Emir Barankuş 70.000 dinâr ve Kazvin elinden alınmak şartı ile, Safiye'd- Din 200.000 dinâr karşılığında serbest bırakıldı.
Melik Mes'ud hicretin 527. yılında (1132—1133) tekrâr saltanat davâsı ile harekete geçti. Melik Mes'ud, Melik Dâvud ve Aksungur iltifâk edip, Azerbaycan'da toplandılar, Sultân Tuğrul ile savaşmak üzere anlaştılar. Sultân Tuğrul da askerini toplayıp, bunlar ile karşılaşmak için Merağa'ya geldi. Melik Mes'ud, Halife Müsterşid ile buluşmak üzere Bağdâd'a girdi. Halife Müsterşid ikrâmda bulunup,hürmet ve kendisini Darü's- Saltanat'da misafir etti. Ziyafet verdi. O yılın Muhar- remi'nin son Cuması (Aralık 1132)'nda hutbeyi Mes'ud adına okuttu. Halife, Rebi'üi-evvel'in 5. Pazar günü (14 Ocak 1133), Sultân Mes'ud'a hil'atlar giydirip, hediyeler verdi ve "Bu nimetleri şükür ile karşıla, açık olarak Allâh'dan kork ve günahdan kaçın" dedi. Mes'ud'a
- 57 -
giydirdiği hil'atler yedi kaftân idi, her birisi bir cins- den ve renkdendi. Yedinci hil'at siyah ve güzeldi. Kıymetli taşlar ve yakutlar ile süslü bir taç giydirdi. Her bir koluna altından iki bilezik ve boynuna altından bir gerdanlık takdı. Kendi eli ile iki mücevher kılıç kuşattı. Yeğeni Melik Dâvud'u kendisine teslim etti ve Anuşir- vân b. Hâlid'i de vezir yaptı. Melik Mes'ud'un Bağdâd 'a gittiğini duyan Sultân Tuğrul o sırada Hemedân 'a gitmişti. Tuğrul'un atabeyi Karasungur da yanında emirler ve bir mikdâr asker olduğu halde Azerbaycan'da idi. Sonra Melik Mes'ud, Azerbaycan'a girdi ve beylerinden Aksungur'u oranın idaresine ve valiliğine memur etti. Sonra Erdebil'i kuşattılar (75) ve ülke halkına zulüm yoluna gitiler. Erdebil'in halkı kuvvetli ve çoktu. Ayrıca A tabey. Karasungur da burada oturmakta idi. Karasungur muhasara edenler ile savaş- mayıp, bunların ihtiyatsızlığım ve müsâit bir fırsat gözetmekteydi. Tuğrul'un veziri Dergüzini'nin mektubla- rı gelir "Niçin savaşmıyorsun, yoksa Sultân Tuğrul'a muhâlefet mi ediyorsun?" derdi. Emir Karasungur bu haberleri işitince "Allâh bizi bu akılsız fellaha nasıl müptelâ etmişdir. Düşmamn çokluğunu ve bizim niyetimizi bilmeden sultâna isyanımıza hükm eder]' demekteydi. Neticede zorunlu olarak vezirin korkusundan geceleyin bir mikdâr asker ile Erdebil'den çıktı. Yanında olan beyler ve asker ile 20 fersah kadar gittiler. Biraz asker de kalede bırakıldı ve onlara, "Biz çölden gelir gibi yapacağız, savaşa başlayınca siz de kaleden çıkıp arkalarından gelin. İki taraftan ortaya alalım'.' dediler. Ondan sonra Emir Karasungur kendi yanında olan asker ile gelip, Melik Mes'ud'un askerleri ile karşılaşıp savaşa başladılar. Kaleden de asker çıktı. Savaş sonunda askeri fazla olan Melik Mes'ud'a karşı mukavemet gücü kalmayan Karasungur kaçtı. Melik Mes'ud kaçanları Sultan Tuğrul'un bulunduğu Heme-
- 58 -
dân kapısına kadar kovaladı. Sultân Tuğrul korkusundan Hemedân'da oturamadı, oradan çıkarak Ervend kalesine sığındı. Orada bir kaç gün oturdu. Melik Mes'ud savaşmak için arkasından geldi. O sırada Sultân Tuğrul şiddetli bir hastalığa tutularak sıhhati bozulduğundan çabuk harekete gücü kalmadı. Bir şehirden bir şehire geçemedi, Mes'ud ardından yetişti ve savaşa girdi. Neticede mağlup olan Sultân Tuğrul zorlukla Isfahân'a kaçabildi. Oradan Rey'e gitmek istedi ancak çok zayıflamıştı. Şaşılacak belâ, meşakkat ve çok''zahm etler çekti. Vezir'ine "Bana bu sefillik senin Müslümânlar'a zulmün ve eziyetindendir'.' dedi. Vezir kızdığını görünce, Tuğrul Hân'a "Alamut kalesi halkına, Aksungur ve sizin düşmanlarınız ile savaşmaları ve dünyayı onların başına dar etmeleri için emir verdim." dedi. Sultân Tuğrul, bâtıni olduğunu anlayınca onu astırdı. O sırada ip koptu ve Vezir yere düştü, halk başına üşüştü. Emir Şirgir'in bir kölesi orada bulunmaktaydı. Onun yere düştüğünü görünce bir bıçakla vurup öldürdü. Halk da parça parça edip, her uzvunu bir şehre götürdüler. Vezir'in Isfahân'da öldürülmesinden sonra Bâtıniler'in Karategin'de Aksun- gur'un çadırını basıp, onu öldürdükleri ve askerini kırdıkları, geri kalanların kaçarak Melik Mes'ud'u az bir kuvvet ile bıraktıkları haberi geldi. Sultân Tuğrul bu durumu öğrenince asker toplamak için 3.000 atlı ile Rey'e yürüdü. Mes'ud da bunu duyup, 6.000 atlı ile onun peşinden gitti. Sonra yine buluşup savaştılar ve Sultân Tuğrul yine firâr etti. Emir Belek ve Zencân sâhibi Emir Sungur , Mes'ud'dan aıııân istediler. O da aınân verdi, onlar da emrine itâa t ettiler. Bu olay hicretin 527. yılının Receb ayının 8. günü (15 Mayıs 1133) oldu. Sultân Tuğrul oradan Taberistân'a kaçtı. Emir Ispehbed (Ali)'nin yanma geldi. Emir İspehbed Ali, Tuğrul ve adamlarına ikramlarda bulundu. Tıığ
- 59 -
rul'un yanında Dubeys b. Sadaka da vardı. Emir Is- pehbed bunların ikisine de kıymetli hediyeler verdi. Sultân Tuğrul kışı orada geçirdi ve baharda askerini topladı. Sultân Tuğrul'a tâbi olan beyler; (Aynü'd- Devle) Hârezmşâh ve Fars sahibi olan Alp Arslan'ın atabeyi Emir Mengü Bars yanma geldiler (76). Sultân Tuğrul Hemedân'a giti. O sırada Melik Dâvud Merağa ve Mes'ud da Azerbaycan'da idiler. Sonra Sultân Tuğrul'un atabeyi Karasungur, Merâğa'ya Melik Dâvud'un üzerine yürüdü. Kısa bir savaştan sonra Melik Dâvud mağlup oldu, güçlükle kaçtı. Sultân Tuğrul'un bu gâli- biyetden sonra biraz gönlü rahatladı. Tesâdüf o sırada iyileşmek için içtiği bir müshil ilaçı kulunç hastalığına ve hicretin 528. yılının Muharrem aymın ilk günleri (Kasım 1133)'nde ölümüne sebep oldu. Saltanat müddeti iki yıl bir ay idi.İki oğlu kaldı.Onlardan birisi Ars- hııı-şâh sultan oldu. Alp Arslan ise devlet idaresinde bulunmadı. Sultân Tuğrul'un vezirlerinden bir tanesi Ktvâmü'd-Din Dergüzini olup,onu öldürtdü.Sonra Şerefe'd-Din Ali b. Rucâ'yı vezir yaptı. Nizâmü'l-Mülk'- den Selçuklu sülalesinin vezirlerinden hiç bir vezir Der- güzini'nin derecesine yükselemedi. Bu vezir, Dergüzin (77) köylerinden Enesâbâd isimli köyden olup, bir fel- lâtıın oğlu idi. Vezirlik zamânmda da babası fakir bir fellâhdı.
SULTAN MES'UD'UN SALTANATI:Sultan Tuğrul'un vefâtmdan sonra Irâk'da tahta
Mes'ud geçti. Muhammed Tapar hicretin 505. yılı (111 —1112)*nde Mesud'u,Eıııir sipehsâlar Mevdud'a ve Musul'u da ona tiıııâr vermişti. Emir Mevdud'un Şam’da öldürülmesinden sonra Sultan Muhammed Tapar, ona Aksungur'u atabey yaptı, ayrıca Musul ve Ce- zire'yi tiıııâr olarak verdi. Sultân Mes'ud Irâk 'da Sul
tân olduğu zamân Emir Barankuş Bâzdâr, S u l t â n
- 60 -
Tuğrul zamanından beri emr ve yasak etmede Mes'ud'a itâat etmekte idi. Sultân Tuğrul'un atabeyi Karasun- gur ise Mes'ud'a isyân üzerineydi.Karasungur,Berkyaruk'un kızı olan Sultân Mes'ud'un eşi Zübeyde Hâtûn'a çeşitli hediyeler takdim edip, hizmetinde bulundu. Zübeyde Hâtûn Sultân Mes'ud'un yanında Kara- sungur'a olan saygı güç geldi, Sultân Mes'ud'a gücendi, "Bir hâine neden bu kadar saygı gösterir? Yolunda dostluk gösteren ile düşmanlık eden de beraberdir?" dedi. Emirlerin ileri gelenlerinden bir kısmı ona itâat ve Sultân Mes'ud'a karşı isyân ettiler. Sultân Mes'ud- dan ayrılarak Burucird'e gittiler. Sultân Mes'ud bunların ihanetini ve düşmanlığını görünce, kendisine tâbi olan beylere haber gönderip, biraraya topladı. Karasungur, Harezmşâh ve Horasan'dan Emir Sâbıke'd-Din (Reşid) gelerek, Sultân Mes'ud'un askerine katıldılar. Oradan Sultân Mes'ud bunların üzerlerine gelerek savaştı. Barankuş mağlub olarak firâr etti ve Bağdâd'a gitti. Sultân Mes'ud o savaşta Barankuş ile olan beylerden bir çoğunu esir aldı ve o beylerin ulufe ve ti- mârlarını kesti. Barankuş, Bağdâd'da Halife Müsterşid'i "Sana düşmanlığı vardır, maksadı seni halifelikten uzaklaştırmaktır" diyerek, Sltân Mes'ud aleyhine kışkırttı.
Bu o dereceye ulaştı ki, halife Müsterşid asker toplayarak, Sultân Mes'ud'un üzerine yürüdü. İki taraf birbirleri ile karşılaştılar. Kimsenin ölmediği kısa bir savaştan sonra Halife Müsterşid veziri Şerefe 'd-D in ve devlet ileri gelenlerinden birçok kimse esir oldu (78). Ancak yine araya girenler Sultân Mes'ud ile Halife Müsterşid Billâh in arasını düzelttiler ve sulh yoluna gittiler. Bu sulha göre, Halife Müsterşid bir daha asker toplamayacak ve Sultân Mes'ud'a muhâlefet etmeyecekti. Bu sırada bunlar durur ve yine Bağdâd'a gitmek üzere çadırlarda oturur iken, Sultân Sencer'den E mi r-
-61 -
iCuran Han (79) elçilik görevi ile geldi. Sultân Mes'ud onun geleceğini haber alınca,bütün kumandanlar ile karşılamağa çıktı. Halife Müsterşid'in çadırı yanında az adam kaldı. Bâtıniler bunu fırsat bilerek çadırı bas- dılar ve hicretin 529. yılının Zilhicce ayının 9. Pazar günü (20 Eylül 1135) Halife Msterşid'i şehid ettiler. Yirmiden fazla yerinden yaralayıp, burnunu ve kulağım kesip çıplak halde bırakarak kaçtılar. Diğer bir rivâyete göre; Zilhicce'nin 17. Perşembe günü (28 Eylül 1135) kati edilmiştir. Bu iş Halife Müsterşid'e Merağa kapısında yapıldı. Mes'ud'un askerleri bütün Bâtınileri yaralayarak öldürdüler. Halife Müsterşid'in hırıstiyan hekimi Ebu'l Berekât b. Melik onun öldürülmesi üzerine müslümân oldu. Sultân Mes'ud onun İslâmî kabul etmesine sevindi ve ikramlarda bulundu. Barankuş (el-Kâri) oradan Horasan'a kaçtı. Sultan Mes'ud Müsterşid öldürülüp, Barankuş firâr ettikten sonra Bağdâd'dan Hemedân'a gelip, orada Irâk ve Azerbaycan'ı zapt edinceye kadar kaldı. Diğer taraf- dan Bağdâd'da halk Müsterşid'in veliâhdi Râşid Billâh (80)'a biat ettiler. Musul Beyi Atabey İmâde'd- din Zengi b. Aksungur onun hizmetine Bağdâd'a geldi ve 6 ay Bağdâd'da Halife Râşid'in işlerini gördü. Sultân Mes'ud, Irâk'ı zapt edip, Azerbaycan'a yürüdü. Merağa'nm üzerine gitti. Buranın hâkimi Aksungur (el-Ahmedili) idi, Sultân Mes'ud'un şehri 2 ay muhasarası sonunda âmân dileyerek teslim oldu. Sultân Mes'ud, Aksungur'a Merağa, Tebriz ve Ruyin-diz (81) isimli kale ile o diyardaki hâzinesini bırakarak, Hemedân'a gitti. Oradan Bağdâd'a hareket edip Hulvân'a geldi. Halife Râşid onun Hulvân'a geldiğini işitince, korktu ve Bağdâd’daki hâzinelerini alarak Emir İmâde'd-Din Zengi ile Musul'a gitti. Bunlar Musul'a ulaşınca,Sultân Mes'ud,Bağdâd'a geldi.Emir tmâde'd- Diıı'e mektup ve elçi göndererek, Halife Râşid i
- 6 2 -
yanma alarak huzuruna gelip itâat etmelerini istedi. Halife Râşid elçinin bu şekilde bir haber getirdiğini duydu. Emir İmâde'd-Din'in kendisini Sultân Mes'ud'a teslim edeceğinden korkup, Sultan Sencer'in yanma gitmek maksadı ile Musul'dan Horasan'a doğru yola çıktı. Melik Davud ve Emir Togan-yürek (82) "Çık karşı dur, korkuyu bırak',' dediler. Ancak Râşid'in veziri Alâe'd-Din Ebu'l Kâsım, "Çıkma, gözükmeV diye nasihat ederdi. Diğer tarafdan Sultân Mes'ud Bağdâd'a gelince, ehl—ı hail ü akd toplanarak Muktefi li—Emril- lâh (83)'a biat ettiler. Mktefi'nin adı Muhammed olup, Muztazhır Billâh'm oğlu idi. O sırada Halife Râşid Billâh, Dâmağân'a varmış ve Muktefi'ye biat olunduğunu ve kendisinden halifeliğin gittiğini duymuştu. Sultân Sencer'e hicretin 531. yılının Ramazan ayının ilk on günü içinde (Mayıs-Haziran 1137) yazdığı bir mektup ile kendisine olan işleri hikâye ve Sultân Mesud’u şikâyet edip "Askerinizle bana yardım edin'.' dedi. Sultân Sencer, "İslâm askeri Ceyhun tarafına sefer etmiştir. Şimdi o tarafa geçmeğe imkân yoktur. Halife, Allâh'dan yardım istesin. Allâh için savaşanlar gâlib gelir'.' şeklinde haber gönderdi. Halife Râşid bu haberi alınca Sultân Sencer'den yardım gelmeyeceğini anlayarak çok kaygılandı, Dâmağân'dan Azerbaycan'a geldi. İl ve ülke vurup, memleketleri almağa ve yağmaya kalkıştı. Isfahân'a gelip savaşla aldı. Bir gün yanındakiler ile bir tarafı almağa sefere giderken, fırsat bekleyen o ülkenin beyleri ve askerleri ansızın Halife Râşid'i basıp, hicretin 532. yılının Ramazan ayı (Mayıs-Haziran 1138)'nda öldürdüler.
Sultân Mes'ud, Muktefi'yi Bağdâd'da Halife yap- tıkdan sonra, Fars ülkesi sahibi Atabey Mengü Bars'm isyân edip, asker topladığı haberini aldı. Sultân Mes'ud, Karasungur'u asker toplamak için Isfahân'a gönderdi.Karasungur Isfahân'a giderken düşmanı Ba-
- 6 3 -
rankıış Bâzdâr'a rast gelip, onu öldürdü. Oradan geçip İsfahan'a gitti. Emir Çavlı Candar ve Zencân sâhi- bi Sungur onunla İsfahan'da birleştiler. Onlar yaz oluncaya kadar orada kaldılar, hazırlık gördüler. Bunlara Mengü Bars'ın Türk ordusu ile Fars'dan Sultân Mes'ud üzerine yürüdüğü haberi geldi. Bunlar da Isfahân'dan Hemedân'a gelip Sultân Mes'ud'la birleştiler. Mengü Bars yapılan savaş neticesi (84) esir oldu ve Sultân Mes'ud'un önünde öldürüldü. Mengü Bars'ın yanında olan beylerinden Huzistan'daki nâibi Boz-Aba cesur ve güç işleri y'apmağa muktedir idi. Yanındakilere "Başımızın kurtulduğu ganimet ve büyük saadetdir. Biz yine düşmanı bulur, bize yapdığım ona yaparız'.' dedi. Ona, Mengü Bars'ın esir olduğunu ve askerin beysiz kaldığını haber verdiler. Boz-Aba Mengü Bars'a acıyıp onu kurtarmağa veya kendisi de ölmeğe and içti. Sultân Mes'ud düşman yenildi sanıp, konaklamıştı. Bütün asker de düşman yok sanıp, ihtiyatsız idi. Boz-Aba da yenilen ordudan bir mikdar asker toplayıp, bunların boş bulundukları zamâna kadar bekledi. Boz-Aba'nın yiğitleri öyle hücum ettiler ki, Sultân Mes'ud askerinden kimse silâha yapışacak zamân bulamadı. Sultân Mes'ud'un askeri mağlup oldu. Sultân Mes'ud kendisini güçlükle kurtardı. Yanındaki beylerden 12 kişi esir oldu. O esir olan beylerin içinden Emir-i Arab Sadaka b. Dübeys, Zencân sâhibi Sungur ve Emir-i Hâcib Ar- gan, Muhammed b. Karasungur ve Emir Anter el-Ca- vâni, Boz-Aba'nın önünde öldürüldüler. Bu olay hicretin 530. yılının sonunda (Ağustos 1136) oldu (85). Ondan sonra Boz-Aba, Fars'a giderek Mengü Pars'ın yerine geçti. Bu tarihde Sultan Mes'ud'un Melik Selçuk-şâh ile arası düzeldi. Sultân Mes'ud; Malazgird, Hilât (Ahlat) ve Sökmen b. Artuk'un ülkesini Selçuk- şâh 'a verdi. Silâhi (86) demek ile meşhur emiri, Sel- çuk-şâh'ın işlerini düzeltmesi için atabey tayin etti.
- 6 4 -
Silâlıi'ye de Tebriz'i tiıııâr olarak verdi.Sultân Mes'ud'un veziri Kemal ed-din Muhammed,
(97) hicretin 533. yılı (1 138-1 139)'ıııla, onunla Karasuııgur'un arasını, Boz-Aba ile dostluğu var diyerek bozdu. Karasungur'a bu haber ulaştığı zamân Azerbaycan'da idi. Hemen öfkelenip, 10.000 atlı ile Azerbaycan'dan kalkıp, Hemedân'a gitti. Ahlat'daıı Melik Selçuk-şâh'ı davet edip, "Fars'ı Boz-Aba'nm elinden alıp, seni oraya vali yapacağını',' dedi. Melik Selçıık-şâlı Melik Dâvud ve atabeyi Ayaz ile Hemedân’a doğru gittiler. Ondan sonra Kaıasungıır, Melik Selçuk-şâh ve kendi ağzından Sııltaıı Mes'ud'a bir mektup göndererek, "Bizim isyanımız vezirden korkıımuzdandır. Yoksa sana düşmanlığımızdan değildir. Eğer veziri öldürürsen biz senin eııırindeyiz'.' dedi. Sultân Mes'ııd Vezirin öldürülmesine bahâııe bulamadı, ancak vezirlikten azl etti. Bu olay hicretin 533. yılının Şevvali (Haziran1139)'ııde oldu. Ondan sonra Karasungur. Melik Selçuk-şâh ve Melik Dâvud ile Sultân Mes'ud'un huzuruna geldiler. Karasungur, Sultân Mes'ud'a Ebu İzz Kâ- tib'i vezir yapmasını söyledi. O da bunu kabul etti. Sonra Karasungur yanında iki Melik ve biiyük bir ordu ile Nevbendecân’a (88) geldi. Boz-Aba oııun bu kadar kuvvet ile geldiğini haber alınca kaçarak Huzistâıı'la Fars arasındaki bir kaleye kapandı. Melik Selçuk-şâh, Şirâz şehrine geldi ve orada tahta oturdu. Yanında bir miktlar asker bulundurmak istedi. Atabeyi Emir Silâlıi "Ben sana yeterim',' dedi. Karasungur bu sözü beğend i . t 'ulardan ayrılıp Hıızistâıı yolu ile Hemedân'a gitti im lik Dâvud'la beylerden bir kısmım biraz asker ile b. ısk. ı yoldan gönderip, Boz-Aba hangi tarafdan gelirse (in ine kesmek istedi. Ancak onlar ayrıldıktan sonra Melik Selçuk-şâh'm yanında az asker kaldığını öğrenen Boz-Aba fırsatı ganimet bilerek, Selçuk-şâh'm ihtiyatsız zamânıııda bir baskın yaparak askerinin ço
- 65 -
ğunu öldürdü. Boz-Aba fırsatı ganimet bilerek, Selçuk- şâh 'ın ihtiyatsız zamanında bir baskın yaparak askerinin çoğunu öldürdü. Melik Selçuk-şâh'ı esir alıp Ispid- diz kalesine (89) hapis etti (90). Boz-Aba yine memleketine gitti. Heybet ve halk içinde büyüklüğü arttı. Bütün halk korkar, bir tarafa gitse askerler önünden ürker oldu. Karasungur bu durumu haber alınca Boz- Aba'dan çok korktu, Bürucird'e kaçtı ve bir daha memleket ve saltanat işlerine karışmamağa and içti. C sırada büyük bir yer sarsıntısı neticesi Curreh (91) ve köyleri harab oldu.
Çavlı Cândâr, hicretin 534. yılının (11391140)'nda Sultân Mes'ud ile Boz-Aba arasında geçenleri işitti. Arrân ve Azerbaycan'dan sayısız asker toplayıp Sultân Mes'ud'un huzuruna gitti.
Sultan Sencer, Rey şehrini kendisi için ayırdığı zaman, oraya yakınlarından Cevher isimli bir has kulunu tayin etmişti. Cevher de Abbas adlı bir kulunu kendi yerine Rey'e gönderdi. Sonra Cevher, Bâtmiler tara- fırdan öldürülünce, Abbâs efendisi yerine vâli oldu. Ab- bâs kendi kullan ile tam bir kudret sahibi olup, kendisinin at ve silâhı tamam 4.000 gulâmı vardı. Bunlara dışardan da asker biat edip, Abbâs çok kuvvet bulmuştu. Önce efendisinin kanı için Bâtmiler'in öldürülmesi ile meşgul oldu. O kadar çok öldürdü ki, başlarından bir minâre yaptınp, üzerinde ezân okuttu. Bu sırada Abbâs, Sultân Mes'ud'un hizmetine girmişti. O esnâda Sultân Mes'ud bir suçunu gördüğü Hâcib Tatar'ı hâciblikten azl edip, yerini Abdurrahman b. To- ğan-yürek'e verdi. Hâs Bey b. Belengeri de Sultân'ın huzuruna gelmiş, yanında kalmıştı. Bu kadar beyler o yıl Sultân Mes'ud'un yanında toplandılar ve onunla görüşüp, itâatlerini bildirerek memleketlerine döndüler.
Sultân Mes'ud, Melik Dâvud'a kızım vermiş, Tşb-
- 6 6 -
riz'de tahta çıkarmıştı. Melik Dâvud, hicretin 538. yılı (1143 — 144)'nda aynı şehirde Bâtmiler tarafından şehid edildi.
O yıl Rey hâkimi Abbâs ile Boz-Aba birbirine mektup ve elçi göndererek, Mes'ud'u sultanlıkdan uzaklaştırıp, yerine Selçuklu ailesinden olmayan birisini geçirmek üzere anlaştılar. Aynca Sultân Mes'ud'a dostluk göstererek askerleri ile onun huzuruna gitmeği ve âni bir hücumla öldürmeği kararlaştırdılar. Sonra Boz- Aba, Sultân Mes'ud'a mektup göndererek, isyan ettiğine pişman olduğunu, bundan böyle Sultân'm hizmetinde bulunmak istediğini, yazdı. Kendisi de Sultân Mes'ud'un iki kardeşi Muhammed ve Melikşâh'ı yanına alarak, bütün askeri ile Şirâz'dan hareket etti. Ab- bas da bütün askeri ve yanında Sultân Mes'ud'un diğer kardeşi Süleymân-şâh olduğu halde Rey'den çıktı. Bu sırada Sultân Cavlı'nm veziri Ebu'l-tzz'i ondan izinsiz azl etmiş, vezirliği başka kimseye vermişti. Cavlı'nın Sultân Mes'ud'a düşman olduğunu anlayan Abbâs ve Boz—Aba ona yazarak kendileri ile birleşmesini istediler. Bu taraftan Sultan Mes'ud, Boz-Aba ile Abbâs'ın niyetinden haberdâr oldu, hemen Hemedân'dan kalkıp, süratle bir kaç gün içinde Bağdâd'a gitti. Yanında emirlerden Hâcib-i Kebir Abdurrahman b. Togan- yürek vardı. Abdurrahman ile Cavlı'nın arasında hâ- tunu tarafından akrabalık vardı. Sultan Mes'ud ile olan beylerden birisi de Has Bey Belengeri idi ve Sultân'm ser-askeri idi. Bunlar ile Sultân Mes'ud Bağdâd'da toplandılar. Diğer taraftan Abbâs ile Boz-Aba, Hemedân'a geldiler, Sultân Mes'udu Hemedân'dan gitmiş buldular, aldıkları tedbirler ve istedikleri olmadı. Bunlar Heme- dân'da iken Emir Nâsır ed-din (92) de bunlara tâbi olup, kötü isteklerine uydu. Ondan sonra hepsi Cavh Cândâr'a mektup yazıp, "Sen bizim büyüğümüzsün, sen gelip bize tâbi olur ve görüşümüze uyarsan bu şeh
- 6 7 -
zadelerden hangisini istersen saltanat tahtına geçiresin. Kumandansın, hiç birimizin sana muhalefeti yok. Hepimiz sana itâat üzeıineyiz" dediler. Çavlı mektubu
> ılıııca, beylerin her birine duâ edip onları övücü bir mektup yazdı. Ondan sonra asker topladı. Melik Dâ- vud'un tarafından atabeyi olan Emir Ayaz ve Aksuıı- gur'un oğlu Emir Şirin de onun yanma geldiler. Çavlı Cândâr bu kadar beyler ve büyük ordu ile Sultân Mes'ud'a, düşmanlarıyla savaşda yardım için Hemedân'a gitti (93). Ancak şiddetli bir kış askerin kımıldamasına imkân vermediği için Hemedân'da kışladı. Balıar gelince Çavlı, Sultân Mes'ud'a "Acele baıia yetişsin" diye haber gönderdi. Sultân Mes'ud süratle Kara Beli derbendinden geçerek Merağa'ya doğru gitti, kısa sürede Çavlı Cândâr ile bıılıışdıı. Sultân Mes'ud Cavh'ya çok ikramlarda bulundu. Sultânin yanında olan beyler, Cavlı'nm büyüklüğünü kıskandılar, kalb- leriııden düşman oldular. Çavlı Câııdâr'ı bir ziyafete çağırıp öldürmek üzere ittifâk ettiler. Bunlar hile fikrinde iken, Çavlı duyup, durumu gördü, çadırını Sultân Mes'ud'un askerinden uzakda kurdu. Ayrı konar, ayrı göçer, bunlardan çok korkardı. Sultân Mes'ud'a haber gönderip, "Benim sana itâatim şüphesizdir. Ama seninle bir yerde olmanı tasavvur edilemez. Ancak ikimiz birer ata binip, yalnız görüşürüz. Çünkü Beyleri'niıı bana düşmanlığı var. Beni öldürmek için fırsat ararlar. Eğer hizmetinde kalmamı istersen beni önden gönder.Düşmanlarına neler yapacağımı gör ve o vakit beııim sadâkatimi ve sana itâatiıııi ve sevgimi anla" dedi. Sultân da Cavh'ya haber gönderip "Ben de ona sadâkat ve iyi niyet üzerineyim'.' dedi. Cavh'ya bir Berât-ı hümâyin verdi, bütün tayin ve azilleri ve işi neticelendirmeyi elinde bıraktı. "Bütün beyler ona tâbi olsunlar ve emrine itâat etsinler ve hükmünden dışarı çıkmasınlar" dedi. Sonra Çavlı, Sü
68 -
leyman-şâiı'a mektup gönderdi. "Kardeşinle düşman ve kardeşine hâin olanlara tâbi olma. Kardeşine dost olan beyler ile birleş!' dedi. Sultân Mes'ud tarafından da hil'atler gönderip, iki kardeşin arasını düzeltti. Bundan sonra Hârezmşâh ve kardeşi ile diğer beyler de Cavlı'nın yanında toplaııdılar.O ser-asker oldu.Diğer tarafdan Boz-Aba ile Abbâs kendilerine tâbi olacaklarını umdukları beylerin hepsinin, Sultân Mes'ud'a uyduklarını görünce birbirlerinden ayrıldılar. Boz-Aba Fars'a, Abbâs da Rey'e döndü. Sonra Sultân Mes'ud "Arkalarından nereye giderlerse gidelim", dedi. Boz- Aba ve Abbâs'm ardından Sicâs (94) şehrine geldiler. Mes'ud, Cavlı'ya "Sen askerin çoğıı ile Boz—Aba'nın arkasından git. Çünkü onun yanında çok asker vardır, büyüklüğü fazladır. Ben Abbâs'm peşinden Rey'e doğru gideyim'.' dedi. Sultân Mes'ud yolda kardeşi Süleymân-şâh'a rastgeldi. Yakalayıp Sercihan kalesi (95)'ııe hapis etti. Bu taraftan Boz-Aba, Cavlı'nın geldiğini ve niyetini öğrenince,bulunduğu Hemedân'dan, hâzinelerini de bırakarak, kaçtı. Çavlı, Hemedân'a geldi ve Boz-Aba'nm bütün hâzinesini aldı. Ancak Sultân Mes'ud'un, kardeşi Süleyman-şâh'ı hapis ettiğini işittiği zamân, hayretinden aklı başndan gitti ve "Bir kişi kendi öz kardeşi ile barışıp, hil'atler giydirip sevgiler gösterdikten sonra böyle yaparsa, ben kendi akrabası ve kavmi değilim. Bana ne yapmaz? Böyle kişinin andına itibâr yok, dostluğu sağlam değildir. Uygun olan bana zararı dokunmadan bundan ayrılayım bana faydalı iş ne ise onu yapayım, "diye düşündü.Boz-Aba- ya mektup gönderip onunla dost olmak istediğini ya/dı. Boz-Aba da onun dostluğuna işaret olarak aldıklarını ve hâzinelerini geri istedi. Cavh malları gönderdi. Boz- Aba, Abbâs ve Çavlı arasında dostluk sağlamlaştı. Çavlı, Boz-Aba'ya "Sultân Mes'ud'un üzerine yürüyelim, savaşarak hakkından gelelim. Saltanat tahtına Mu-
- 69
tıammed b. Mahmud b. Muhammed Tapar'ı geçirelenı, Sultân Mes'ud'un yerini ona verelim'.' dedi. Bunlar ile Sultân Mes'ud arasında tam bir düşmanlık oldu Hiciv tin 541. yılının Cemaziyü'l-evvel ayında (Ekinı-Kasın 1146) Sultân Mes'ud ile savaşmayı kararls ş i trdılar. Ancak gaddar feleğin o zam âna kadar ne yapacağım ve kazâ ve kaderin ne göstereceğini bilmezlerdi. Sultân Mes'ud'a da haberler göndererek, gelecek yıl onunla savaşacaklarım ve hazır olmasını söylediler. Kışı Mi- şâhe (96—:re geçineli Çaylı, Emir T a tâ ri Boz-Aba'ya göndererek, kararlaştırılan zamânın geldiğini hatırlatıp hazır olmasını istedi. Emir Abdurrahman b. To- gan-yürek, Emir Tatar'ın Boz-Aba'ya haber vermek için Fars'a gittiğini öğrenince, gideceği yerlere asker koyarak, hiç geçecek yer bırakmadı. Emir Tatâr hiç bir tarafa gidemeyip, şaşırdı kaldı. Çavlı, Boz-Aba ve Ab- bâs'dan hiç haber alamayınca, 20.000 atlı ile, Sultan Mes'ad'la savaşıp yerine başkasını geçirmek için,Fars tarafına yürüdü, sonra Zencân'da çadır kurdu. Bahar vakti idi, bu zamanda kanın hareketi fazladır deyip, sıhhatini korumak maksadı ile bir kan alıcı getirtip, kolundan kan aldırdı- Sonra ata binip giderken, önüne bir tavşan çıktı. Çavlı Cândâr tavşanı görüp; eline ok ve yay aldı. Bir ok atınca, acı duydu, kolu şişti. Şiş boğazına ve göğsüne, gittikçe artarak memesi altına kadar yürüdü. Hicretin 541. yılının Cemaziyü'l-evvel ayında {Ekim-Kasım 1146), Sultân Mes'ud ile savaşmak için sözleştikleri ayda öldü, o neşter yarasından can verdi. Muzaffer b. Seyyid (Zencâni) bu hususta bîr kaside söylemiştir. Cavlı'dan önce yanındaki beylerden Sa'dü'd-Devle (Barankuş)^ Emir Kızıl ve başkaları birer sebeble ölmüşler, Sultân Mes'ud'u öldürme niyetlerim kendi başlannda bulmuşlardı. Bu kadar beylerin ölmesi üzerine asker dağıldı ve herkes yerlerine jptti. Sultân Mes'ud düşmanlarından kurtuldu.
Emir Tatâr'ın Fars'a gitmesini önlemiş olan Hâcib
- 70 -
Abdurrahman, Çavlı ve diğer beylerin öldüğünü ve askerin dağıldığını işitince, Tatâr'a haber göndererek, "İşte Cavh öldü, asker perişân oldu, Boz-Aba ile Ab- bâs'ı alıp, Sultâna gelesin. Sultân'ınyine aff ve iyilik etmesi muhakkakdır. Sultân'm aff eylemesine ben kefil, sen de iyiliğe yol gösterici ol. Kötülük iyiliğe dönsün." dedi.
Tatâr'a bu haber ulaşınca; beğenerek Boz-Aba'ya gitti ve "Sultân ile barışmak akla uygundur."dedi.Sözün kısası ne derse deyip, Boz-Aba ve Abbâs barışma teklifini kabul ettiler. Sultân Mes'ud’la da haberleştiler, Sultân da râzı oldu. Boz-Aba ve Abbâs Sultân Mes'ud'un olduğu yere geldiler ve bazı şartlar ileri sürdüler. Sultân hepsini kabul etti. Bu şartlara göre; Boz- Aba'nın kâtibi Tâce'd-Din b. Dârest, Sultân Mes'ud'a vezir olacak, Cavlı'nın hâkim olduğu Arrân, Ermeniye ve Azerbaycan bölgeleri kendilerine verilecek, memleket ve askerin işlerini de nöbetleşe bu üç kişi Boz-Aba, Abbâs ve Abdurrahman b. Toğan-yürek idare edecekti. Sonra Sultân Mes'ud ister istemez görünüşte bunların şartlarına râzı oldu. Ondan sonra Boz-Aba Fars bölgesine, Abdurrahman halkın işlerini görmek için ülkeyi dolaşmağa, Sultân da Abbâs ile Bağdâd'a gittilr. Sultân Mes'ud hareket etmeden önce Has Bey'e "Fırsatını bulursan Abdurrahman'ı öldür, boynunu vur" dedi. Abdurrahman b. Togan-yürek ve Has Bey gittiler,bir şehirde oturdular. Bir gün Abdurrahman beyleri ve asr kerteri Gürcüler ile savaşmak üzere gönderdi, bütün emirler gittiler. Abdurrahman yalnız kaldı. Has Bey fırsat buldu ve yarımda kumandam Zengi Cândâr vardı. Has Bey ona söylemiş Abdurrahman'ı öldürmeği kararlaştırmışlardı. Zengi Cândâr hemen Abdurrahman'm başına vurup yaraladı, "Hey ne yapıyor" deyince ikinci bir darbe ile başı gövdeden ayrıldı, işi bitti. Ondan sonra Has Bey, Arrân ve diğer ülkeleri zapt
- 71 -
ederek Erdebil'e geldi, muhasara etti. Kale hâkimi Aksungur amânla kaleyi teslim etti.
Diğer tarafdan gizli olarak Bağdâd'a Abdurrahman'm öldürüldüğü haber verildi. Sultân Mes'ud müşâ- verede bulunmak için Abbâs'ı saraya çağırdı, enir etti boynunu vurup, öldürdüler. Abbâs'm ölüsünü dışarı attılar. Bu olay hicretin 541. yılının Zilkade ayının 5. günü (8 Nisan 1147) oldu. Abbâs'm askerleri durumunu öğrenince kumandanları (Aksungur el) Firuzkuhi ile Sultân Mes'ud'un sarâyına hücum ettiler. Sultân Mes'ud'un askerleri de sarayı korudular. Sonra Sultân Mes'ud, Firuzkuhi'yi çağırdı ve ona Rey emirliğini verdi. O da kabul edip oradan Rey'e gitti. Sultân bahara kadar Bağdâd'da kışladı. Kış geçip, yaz olduğu zamân, Sultân Mes'ud'a, Boz-Aba'mn Abdurrahman ve Abbâs'm kanını dâva ederek sayısız asker ile Fars'dan ayrıldığı haberi geldi. Sultân Mes'ud da hazırlıklarını yaparak Boz-Aba'dan önce Hemedân'a gitmek üzere asker ile ittifâk etti. Sultân Mes'ud Has Bey'e de kendisinden önce Hemedân'a gelmesi ve Sultân'm onu orada bulması için mektup gönderdi. Bu taraftan Boz-Aba Fars'dan göçüp, yanında Sultan Mahmud'un iki oğlu Muhammed ve Melikşâh olduğu halde Isfahân'a geldi. Geldiği gibi İsfahan'ı aldı. Şehri Sadre'd-din Hocen- di'ye teslim etti. O iki Şehzâde'yi İsfahan'da tahta oturtdu, onlar için beş nevbet çaldırdı. Oradan Hem edân'a gitti ve şehre bir konak mesafedeki Karategin'e geldi. Rey sâlıibi Abbâs'm oğlu da Boz-Aba'nm niyetini bilip, asker.toplamıştı. Boz-Aba, Abbâs'm oğlunu Karategin'de buldu. Sultân Mes'ud, bunlardan önce Hemedân'a gelmişti. Bunların geldiğini işitip, bunları şehre sokmamak için savaşa hazırlandı. Has Bey savaşdan önce Sultân Mes'ud'a yetişti. İki düşman askeri birbiri ile buluştu, bir müddet savaştılar. Boz-Aba kendisi Sultân Mes'ud tarafına hücum etti.
askerin arasına girdi. Savaşarak askeri birbirine vurdu. Sultân Mes'ud'un askeri mağlup olmak üzere idi. Ancak Boz-Aba'nın atı sürçüp, yüzü üzerine yıkıldı. Boz- Aba'nın üzerine üşüp, sıkıca bağladılar. Sultân Mes'ud'un önüne getirdiler. Sultân ona kötü sözler söyleyip, azarladı. Boz-Aba ne bir incinme şekli gösterdi ve ne bir cevap verdi. Sonra Has Bey'in işareti ile boynu vuruldu (97). Abbas'ın oğlu da savaş meydanında ölüler arasında bulundu. Melik Muhammed ve Melikşâh in o savaşta hâlleri berbat olup kaçtılar. Bir müddet sonra Mes'ud, kardeşi oğlu Melik Mu- haınmed'e mektup göndererek, Huzistân'ı ona verdi ve kızını nikâhladı. Bu suretle aradaki düşmanlık dostluğa dönüştü. Bu kadar ulu beylerin ölümü ile Has Bey'e hüküınetde mâni olacak kimse kalmadı. Has Bey de geçmişteki düşmanlığı sebebiyle, hicretin 543. yılı (1148—1149)'ııda Hâcip Tatâr'ı yakalayarak öldürdü.
Boz-Aba'nın öldürülmesinden sonra dağılan ordusundan geride kalan bir kısmı yine bir yerde toplandılar. Melik Melikşâh'ı yanlarına alarak Bağdâd'a geldiler. Bağdâd'ı Halife'nin elinden alarak, Bağdâd ve civarına sahip olmak istediler. Bağdâd halkı bunlarla yaptığı kısa bir savaşdan sonra kaçmak zorunda kaldı. Sonra Bağdâd halkı yine gayrete gelerek o grupun üzerine hücum ettiler ve onlardan 500 kişi öldürerek Bağdâd üzerinden geri püskürttüler. Bu grup Bağdâd'd;ın uzak bir yerde konaklayarak Halife Muktefi li-Enıril- lalı'a haber gönderip, 30.000 dinâr verdiği takdirde gideceklerini söylediler. Sonra Muktefi 30.000 din a rın verilerek, o grupun Bağdâd üzerinden uzaklaştırılmasını emr etti. Bağdâd Sâhib-i Divânı olan Yahyâ b. Hübeyre, Halife'nin o parayı vermesine mâni oldu ve "Bu kadar ınâlı ziyân etmektense, bu para ile asker tutup onları kovmak daha hayırlıdır. Eğer şimdi bu
- 7 3 -
kadar dinâr verirseniz Bağdâd'ı tim âr edinirler. Sultân Mes'ud'un düşmanına mal vermek ona düşmanlıktır. Hem o asker ile Türkler'e Bağdâd'a yol vermeyiz, Bağdâd'a düşman eli ermez olur'' dedi. Halife, Yahyâ nin sözünü kabul etti. Sonra o para ile çok asker toplayıp, o grupu Bağdâd üzerinden dağıttılar. Halife, bu görüşünden dolayı, tedbir sâhibidir diye hicretin 543. yılının Rebi'ü'l-evveli'nin 14. Çarşamba gün i (2 Ağustos 1148), Yahyâ'ya kendisine vezir tayin etti.
Bu tarafta Sultân Sencer; Sultân Mes'ud ile Boz- Aba, Ab.bâs ve diğer beylerin savaşını ve Irâk'da karışıklıklar meydana çıktığını, halkın huzurunun gittiğini, Abbâs'm ve kendi tayin ettiği beylerin kiminin azledildiğini ve bütün işlere Has Bey'in hâkim olduğunu duydu ve hicretin 543. yılının Şaban ayında (Aralık 1148—Ocak 1149), Horasan'dan Rey'e yürüdü. Sultân Mes'ud bunu işitince korktu ve Hemedân'dan kalkarak, süratle Bağdâd'a gitti. Sultân Sencer, Horasan'a dönene kadar Bağdâd'a kapanmaya, eğer lâzım gelirse asker toplayıp, Sultân Sencer ile savaşmağa karar verdi. Sonra Şerefe'd-Din Hâdim, Sultân Mes'ud'a "Bu görüşün hatalıdır, Sultân Sencer ile savaşmağa ne gerek?. Sakın bu işi yapma!, başına hayır gelmez, Sultân Sencer ile karşılaşman iyi olmaz. Çünkü amcanın kuvveti ve askerinin çokluğu öyle bir derecededir ki, sen ona mukavemet edemezsin.Doğru görüş; amcana giderek, kardeşinin yaptığı gibi senin de muktedir olduğun hizmeti yapmandıri' dedi. Sultân Mes'ud bu fikri kabul etti, Has Bey ve Vezir de yanında olduğu halde Sultân Sencer'e karşı gitti. Sultân Mes'ud amcası Sultân Sencer ile buluştuğu zamân, muktedir olduğu hizmet ikramları yapı.Sultân Sencer de Sultân Mes^ud'un yüzünü görünce, her yaptığı günâhı unuttu, içine sevgi ve gözlerine yaş doldu. Sultân Mes'ud da, Sultân Sencer ile ilişiği olan ve kimi ma'zul
- 74 -
ve kimi savaşlarda ölen beylerin her birisinden şikâyet ve kendisine isyân çderek, üzerine geldiklerini hikâye etti. Sultân Sencer onun bütün yaptıklarım affedip, hil'atler verdi. Sultân Mes'ud, Has Bey için Sultân Sencer'e aracılık edip, yine yerinde bıraktı. Sultân Sencer bir nice gün Sultân Mes'ud ile durduktan sonra vedâ ederek, yine Horasan'a gitti.
Sultân Mes'ud oradan Bağdâd'a geldi ve kışı orada geçirip, Hemedân'a gitti ve hicretin 547. yılında (1152) Hemedân'da öldü. Bütün halk yas ve mâtem tutup, Hemedân'da Cemâle'd-Din (98)'in binâ ettiği medreseye gömüldü. Sultan Mes'ud'un saltanat müddeti 16 yıl oldu. Ahlâkı iyi ve vasıfları herkesçe sevilmişti. Gammazlamaktan ve bir kimse hakkında kötü söz söylemekten çok nefret,fd&rdi, herkese değerince saygı gösterirdi. Kardeşi Sultân Tuğrul'a karşı çıktığı zamân; Karaca Sâki ve Tâce'd-Din b. Dârest veziri idi. Hicretin 527. yılında (1132—1133) kardeşinin hüküm- dârlığı zamanında Bağdâd'a girdiği vakit,vezirliği Anu- şirvân b. Hâlid'e verdi. Ondan sonra İmâde'd-Din Ebu'l-Berekât Dergüzini vezir oldu. Ancak tedbirleri yerinde olmadığı için yine azledildi, yerine Kemâle'd- Din Muhammed b. Hâzin er-Râzi vezir oldu. Vezirlerin en mükemmeli ve yerinde tedbir alanı idi. Vezir Ke- mâle'd-Din; Karasungur, Melik Dâvud ve Melikşâh, Sultân Mes'ud'u öldürmek için birleştikleri zamâna kadar vezirlikte durdu.Sonra Mecde'd—Din İzzü'l-Mülk (Ebu'l-îzz el-Bürucirdi)vezir oldu.Mecde'd—Din tedbir sahioi ve mal ve mülkü sayısızdı ve 400 köyü vardı. Hicretin 539. yıhnda (1144-1145) Mecde'd-Din azledildi. Yerini Müeyyede'd-Din Merzubân (b. Abdullâh el-Isfa- hâni)'ye verdi. Müeyyede'd-Din çok şarap içer, bir an ayık olmaz, kendini bilmezdi. (Sultân Mes'ud), Müeyyede'd-Din'i boğdurup öldürttü. Yerini yine Boz-Aba'- nın kâtibi olan Tâce'd-Din b. Dârest'e verdi. Bunun ardından Şem se'd-D in Ebu'l—Necib Assam Dergüzini'
- 75 -
yi vezir tayin etti. O vezir iken öldü. Sultân Mes'ud zamanında İrak ve Horasan tam bir düzen ve intizâm üzerine idi. Halk rahat ve refah içinde idi.
SULTAN SENCER'İN OĞUZLAR A ESİR OLMASI:
Sultân Mes'ud öldükten sonra Sultân Sencer'in devleti sona erdi. Sebebi bu oldu: Türklerden Guz (Oğuz) denilen bir grupun sürüleri çoktu, onun ürünlerini yerlerdi. Türk ülkesinin sonundan Guz taraflarından gelmişler ve Mâverâünnehr'de yerleşip, kalmışlardı. Çok kalabalık olup, bir kaç tane beyleri vardı. Bunlara Tuti, Bahtiyar, Çağrı,Dinâr, Arslan ve Mahmud Hân derlerdi. Hepsi nıüslümân ve Allâh'ın birliğine inanmıştı Gürhân Mâverâünnehr'i SıffCaıi Sencer'in elinden aklı ğı zamân, Karluk Türkleri Oğuzları oradan sürdüler. Mâverâünnehr'den sürülen Oğuzlar, Horasan'a in ineği arziı ettiler. O tarihde Sultân Sencer'in beylerin den Emir Zengi (99) Toharistan valisi idi.Belh vnlisı Kamac ile Emir Zengi'nin arasında düşmanlık vardı. Hükm ettikleri ülkeler komşu olduğundan birbirlerine karşı düşmanlıkları gittikçe artmakta ve karşılıklı üstünlük kurmak istemekte idiler. Sonra Emir Zengi Oğuzlar'dan yardım alabilmek ve düşmanı üzerine, kuvvet bulmak için onları ülkesine çağırıp yer verdi. Oğuzlar Emir Zengi'nin ülkesine yerleştiler. Emir Zengi Oğuzlar ile kuvvetlendikten sonra asker toplayıp, Emir Kamac üzerine gitti. Emir Kamac bunu işiterek, el altından Oğuz beylerine çetr ve hil'at gönderip, va'dler- de bulundu. Onlar da Emir Kanıac'a meyi edip, sözünü kabul ettiler. İki asker karşılaşınca kısa bir savaştan sonra, Oğuzlar Emir Zengi ve oğlunu tutup, Kamac'm eline verdiler. Diğer askerlerden bir çoğunu öldürdüler. Emir Kamac da Emir Zengi'nin oğlunu öldürüp, etini ona yedirdi. Sonra da Emir Zengi'nin boynunu vurdu.
- 76 -
Bundan sonra Emir Kaıııac kendi ülkesinde Oğuz beylerine tinıar ve il verdi. Oğuzlar Emir Kamacin ülkesinde dururlar, sürülerini meralarda otlatıp, yaşarlardı. Sencer tarafından Gazne Sultânı olan Hüseyin b. Hn- •>an Guri ( 100) Belli 'i almak maksadı ile Kamacin üzerine geldi. Oğuzlar'dan bir grup Hüseyin ile birleşti. Hüseyin ile savaşta, Kaıııac hezimete uğradı. Hüseyin Belli'i Kamacin elinden aldı. Sultân Sencer bunu işitip, Belh’in üzerine geldi. Hüseyin kısa bir savaştan sonra kaçtı (101). Ancak yaptığı işler için özür diledi, Sultân Sencer de kabul etti. Hüseyin, Sultân Sencer'in hizmetine vâsıl oldıis Sencer Gazne'yi yine Hüseyin'e verdi (102), sonra Oğuzlar. Tolıaristan tarafından kaldılar. onun meralarında oturdular, namazlarını kılar, zekâtlarını verir, kimseyi incitmezler ve kötü yola gitmezlerdi. Ancak Emir Kaıııac, Hüseyin Guri ile birleştiklerinden ve kendisine yaptıkları işden dolayı onlara kızgındı. Bıı sebebdeıı Oğuzlar'ı ülkesinden sürmek istedi, bunlara haber göndererek, "Memleketimden başka bir yeıe göç edin" dedi. Oğuzlar bunu işitip, sözüne uymadılar, gitmekten vazgeçerek diğer Türkler ile beraber hepsi bir yerde toplandılar. Emir Kaıııac da 10.000 atlı ile savaş için bunların üzerine yürüdü. Bunlar da Kanıaciıı gayret ve ısrarını görerek, beyleri ona gelip yalvardılar ve "Her yıl ev başına 200 dirhem gümüş göndersinler, buradan göç edin diye emir vermeyin" dediler. Emir Kaıııac kabul etmeyip, "Çabuk gidin.” diye onları tehdit etti. Oğuzlar da iııâd edince, savaşa başladılar. Bir gün sahalıdan gece karanlığına katlar süren savaş neticesinde Kamacin askeri mağlup oldu. Oğuzlar Kaıııac ve oğlu Ebıı Bekr'i esir ettiler. İkisini de getirip beylerinin önünde öldürdüler.
Soııra Oğuzlar, Belli civarını istilâ ettiler, yağmada bulundular, asker ve halkdan bir çoğunu, ulemâ ve fakilıleri öldürdüler. Çocuk ve kadınları esir alıp
- 77 -
sürdüler, medrese ve mescidleri harâb ve virân ettiler. Bu haber Sultân Sencer'e ulaştığı zamân, çok üzüldü, sonra 100.000'den fazla asker toplayıp Oğuzlar'm üzerine yürüdü. Oğuz beyleri, Sultân Sencer'in üzerlerine geldiğini işidip, çok mal hazırlayıp, ona gönderdiler ve yaptıkları işlerden dolayı özür dileyip yine yerlerinde oturmaları için izin, merhamet ve şefkat dilediler. Sultân Sencer kabul etmeyip, üzerlerine yürüdü. Ebu Bekr'in oğlu Muhiyü'd—din Kamac, Müeyyed Ay- Aba ve diğer beyler Sultân Sencer ile beraber 548 yılı Muharrem ayı (Nisan 1153)'nda Oğuzlara karşı yürüdüler.
Yemine'd-Din Azizi ve Müeyyed Barankuş Herevi, Sultân Sencer'in sözü geçen büyük ümerâsından idiler.
Mengli Tegin denilen bey, Yemine'd-Din'in dostlarından idi. Bozkuş Hâdim de Müeyyed Borankuş'un emirlerinden ve hâdimlerinden idi. Mengli Tegin ile Bozkuş Hâdim arasında düşmanlık olup, ikisi Nişâ- bur'da savaştılar. Mengli Tegin yenildi. Bu sebebden Emir YemiYıe'd-Din huzursuzdu ve bunu Sultân Sencer'den bilerek ona kin bağlamıştı. Tesadüf bu esnada Yemine'd-Din'e tâbi bey ve askerler, Guzlar ile yapılan savaşta ihmâl üzerine oldular ve onların ihmâli hezimete sebeb oldu.
Sultan Sencer, Oğuzlar ile şiddetle savaştı. Oğuz- lar'm hepsi ölümü tercih ederek, savaşda sabır gösterdiler. Neticede sabır ile Sultân Sencer'e karşı zafer buldular. Sultân Sencer yenilerek Belh'e doğru kaçtı. Oğuzlar arkasından kovalayıp yetiştiler. Tekrâr bir daha savaştılar, Sultân Sencer yine yenilgiye uğrayarak, Merv'e firâr etti. Oğuzlar, yine ardından gittiler. Horasan askeri korkusundan Oğuzlar'a karşı duramadı. Oğuzlar kendilerine, Sultan ve askerden karşı duracak kimse bulamayınca Merv'e girdiler. Şehri tamamen yağma etdiler ve halkının ço
- 7 8 -
ğunu öldürdüler. Zulüm yoluna gittiler. Bilginler, sâ- lihler, zâhidler fakihlerden kimi buldularsa, öldürdüler, boyunlarını vurdular, Merv'de öldürülenler arasında bilginlerden Kâdıü'l-Kudât Hüseyin b.Muham- med Ersânidi ve Kâdi Ali b. Mes'ud da vardı. Sultân Sencer Merv’den de kaçtı ise de,Oğuzlar ardından yetişerek yakaladılar (103). Nişâbur halkım öldürdüler, mallarını aldılar ve akla gelmeyecek işler yaptılar. Ölüler sokaklarda yığıldı, tepeler gibi oldu, halkdan çoğu câmiye sığındı. Oğuzlar arkalarından ytişerek câmi içinde kimseyi sağ bırakmadılar ve bu şekilde Horasan'ın büyük bir kısmını yağmaladılar ve harabeye çevirdiler. Hiç bir dayanıklı kale kurtulamadı. Nisâbur'da öldürülen bilginlerden birisi de şâfî fakihi olan Muhammed b. Yahyâ idi. İlminden faydalanmak için doğu ve batıdan ona gelirlerdi. Bir çok kimseler ona mersiye söylemiştir. Ali b. Ebu'l Kâsım Beyhâki ve Ali b. 1b- râhim Kâtib onun için mersiye söylemişlerdir. Hâkâ- ni (104) de şiir söyleyenler arasındadır.
Sultan Sencer hicretin 548 yılı (1153)'nden 551 yılı Ramazam'na kadar (18 Ekim 1156) Oğuzların elinde esir kaldı. Sultân Sencer bunlar ile biner ve bunlar ileinerdi, yanında muhafızları vardı. Müsaade olmadan bir yere gidemez ve iş göremezdi.Kendisine "Sultân ” diye hitab edip, önünde yer öperler ve "İşimiz sana itâattir biz senin halkınız" derlerdi. Hürmet edip, ikramda bulunurlardı. Ancak elinde hiç bir nesne yok- du, bunların emrinde idi. Oğuzlar, Sultân Sencer'e gâ- lip olunca onun bütün mal ve memleketlerini ele geçirdiler ve bütün işleri üzerine hâkim oldular. Sultân Sencer'e seyisine yetmeyecek kadar ulufe tâyin* ettiler.
Sultâıi Sencer hicretin 551 yılı Ramazan ayında (Ekim—Kasın 1156), bir yolunu bularak, Öğı zlar'ın elinden kurtuldu. Sultân Sencer Belh'den çıktı ve Ceyhun'u geçip, Tırrniz kalesine ulaştı. O kale ve civarına
- 79 -
Emir İmâde'd -Din Ahmed b. Alâe:ri- j)fn Ebtı Bekr b. îCûüıâc nakımdi. Sultân Sencer buraya gelince, Nisâ- bıır hâkimi Emir Ay.Aba Müeyyed (105 jde Tırmiz'e geldi. Sultân Sencer, Müeyyed Ay-Aba'yı bir mikdar asker ile bir iş için Sağaııiyan (106)'a gönderdi. Yanında emir İm âde'd—Din'iıı dedesi Kamac’ın evlâdından Kay Aba da vardhSııltâıı Sencer ona karşı kingütmekte itli \ e gizlice Ay-Aba'ya"Fırsatmı bulursan İmâde'd-Diıı den korkıııayıp, Kay-Aba'yı öldür!' dedi. Sonra Emir Müeyyed Ay-Aba ile Kay-Aba istenilen yere ulaştılar. Emir Hüeyyed Ay-Aba eğlence ve içki meclesi teıtib- lerdi. Kay-Aba'yı da çağırdı. Aralarında tavla oynarken Emir Müeyyed Ay-Aba'ııın daha önce teııbilıde bulunduğu köleleri, ansızdan vurarak, Kay-Aba'yı öldürdüler. Emir İmâde'd-Diıı'e onun öldürülmesi haberi geldiği zamân çok kızdı. Sultân Sencer'in bulunduğu eve gitti, içeri girdi ve ondan korkmadan yakınlarını ve bazı beylerini öldürdü. Emir Müeyyed Ay-Aba'ııın adamlarından da birkaç kişi öldürüldü. Daha sonra Emir Müeyyed'iıı geleceğini bilen Emir İmâde'd-Diıı kale kapılarını sağlamlaştırarak oturdu, korkuyu ortadan götürdü. Emir Müeyyed yine Tırmiz'e ulaştığında durumu gördü; soıııa askeriyle harekete geçti ve Emir İmâde'd-Diıı'in üzerine saldırdılar. Sultân lıisâ- rııı içinde kaldı, asker ise dışardan hisânıı çevresini sardı. İmâde'd-Diıı, Sultân Sencer'i askere vermedi, lıi- sâr içinde muhafaza etti. Neticede son hücumdan İmâ- de'd-Diıı üstiin çıktı. Bunun üzerine sulh oldu; İıııâ- de'd-Diıı. Sultân 'i bunlara teslim edecek, bunlar da İmâde'd-Diıı ve kalesine taarruz etmeyip, gideceklerdi. Yine bu sö/. ü/eıine İmâde'd-Diıı, Sultân'ı kaleden çıkararak askere teslim etti. Sultân Sencer hicretin 551 yılının Ramazan ayında (Ekim - Kasım 1156) Merv'e geldi. Her taraftan beyler ve askerler gelip yine etrafında toplandı. Sultân kısa zamanda eski kudretini buldu.
SULTAN SENCER’İN ÖLÜMÜ:Sultân Sencer hicretin 479. yılının Receb ayının
5. günü (16 Ekim 1086) dünyaya geldi. Oğuzlar'daıı kurtulduktan sonra kuluııça tutuldu, ardından ishal oldu ve hicretin 552. yılının Rebi'ül'l-evvel ayının 14. Pazartesi günü (26 Nisan 1157) öldü. Kendisi gömülmek için bir kubbe (türbe) yaptırmış ve o kubbeye "Dâr-ı âlıiret” diye ad vermişti, orada gömüldü. Müstakil saltanat süresi 40 yıl kadar olup, bütün devlet müddeti 62 yıl sürdü. 72 yıl, 8 ay, 10 gün yaşadı. Sultân Seıı- ıvr'in mâlları ve hâzineleri çoktu, 1030 ratı ağırlığım ila kıymetli taşları vardı, her birisi bir yadigâr idi. Bıı denli kıymetli taşa sâhib olmak kendisi için çoktur Ancak Sultân Mahıuud b. Sebüktegin'in hâzinesini Sn i tâıı Sencer aldı. Nitekim yukarıda Gazııe'niu fethinde zikredildi. Ayrıca Al-i Büveyh'in ırkını da bunlar ortadan kaldırdı ve onların hazîneleri de bunlara geçti. Su! tân Sencer Selçuklu ailesinin eıı fâzıl ve âdillerinden ohıp, hepsinin âlimi.akıllısı ve olgunu idi.Bilginlere sev gi ve saygı gösterir ve cömerd davranırdı. Sultân Sen cer'iıı Hâzini (Hazinedarı) Zahire'd-Din'den nakl ve fli kâye olunmuştur ki, birbiri ardına 5 günde 700.000 dinâr bahşiş verdi. Askerlere, emirlere ve büyüklere at ve diğer hü'atteıı başka 1000 kırmızı atlas kaftan hediye etti.
Sultân Sencer'iıı bilginler ile arasında geçen olayların birisi şu şekildedir; Nisâbur'da Şâfiler vc Haneliler arasında bir ihtilâf, karışıklık ve kavgada, Haııe- filer'deıı 70 kişi öldü. Sultân Sencer bu ıııevziye yakındı. Bu tuhaf olayı işitince Hacib-i Kebir (Büyük Hâcib) Mahmud Kâşâııi’yi çağırdı ve ona "Şâfiler'iıı reisi Muhammed b. Yahya'ya git. Sultân sana dedi ki. bu şehir benim midir? Yoksa onun mudur?. Şimdi edeb üzerine durmadığına göre bu şehirden gitV diye söylemesini enir etti. Hâcib şehre geldi, Muhammed b.
- 81 -
Yahyâ'yı Nisâbur camiinde buldu. Muhammed'in kaygısızca okuma ile meşgul olduğunu gördü. Muhammed ise Hâcib'i görüp, iltifât etmedi ve karşılamadı. Hâcib-i Kebir gelip oturdu ve "Es-selâmu aleyküm" diye selâm verdi. O da "Ve alâ ibâd'ullah is-sâlihin" diye cevâb verdi. Hâcib önüne diz çökerek, "Sultân buyurdu ki, bu olan olayları duyduk. Bu olan çekişme ve ihtilâ f neydi ki, bu kadar bilgin öldürüldü ve sebebsiz yere kan aktı? Bu şehirlerde sizler dilediğinizi yaparsınız sizin hükmünüze kimse itirâz etmez. Biz Allâh'dan yetiştiğimiz nimete sizin duânız ile ulaşır ve devlet buluruz. Size böyle yapmak, bunun gibi zararlı yola gitmek yakışır mı?" dedi. Hâcib bundan fazla söz söylemedi, Sultân'ın dediklerini nakletmedi. Hâcib döndüğü zaman, Sultân Sencer'i çok pişman ve üzgün bir şekilde buldu. Sultân Sencer ona "Ne yaptın ve Şeyh Muhammed'e ne söyledin?" dedi. Hâcib de Şeyh Muhammed'e Sultân'ın dediklerini söylemediğini, iyilikle konuştuğunu söyledi. Sultân da "Şimdi böyle dediğine benim başıma yemin eyle, iyilik ile söylediğini bileyim'.' dedi. Hâcib'in yemininden sonra Sultân memnun oldu ve kalbi rahatladı. "Ne iyi kişi imişsin'.' diyerek rütbesini yükseltti ve Nisâbur'u tımarına ilâve olarak verdi.Hâcib bir âlime saygı göstererek itibâra kavuştu. Sultân Sencer öldükten sonra, Selçuklu sülâlesinin devleti sona erdi. Hükümdarlığın Bağdâd, Mâverâünnehr ve Sultân Sencer'in hükm ettiği vilayette, yani Horasan'da nüfuzları kalmadı. Sultan Sencer'in memleketlerine Hârezmşâh (107) hâkim oldu.
SULTAN MUHAMMED B. MAHMUD'UN TAHTA GEÇİŞİ: (108)
Irâk'da Sultân Mes'ud öldüğü zanıan yerine geçecek oğlu yoktu.Sultân Mes'ud'un hükümdarlığı zamâmnda ülkeye, askere ve bütün işlerin üzerine Has Bey b
- 82
Belengeri hâkimdi. Sultân Mes'ud'un ona sevgisi olduğundan bütün işler elinde ve Sultân'm ser-askeri idi. Sultân Mes'ud vefât edince, beyler Has Bey'in etrafında toplandılar. O söyledi, onlar dinlediler. Şehzâdele- rin hangisini Sultân yapalım diye ortalıkta nice konuşmalar oldu. Nçticede beyler arasında anlaşmazlık çıktı. Sultan Mahmud'un oğulları Melikşâh ve Muhammed Huzistân'da oturmakta idiler. Sultân Mes'ud ölünce,- Muhammed Hemedân'a, Melikşâh'da Isfahân'a gitti. Has Bey ile Zengi Cândâr, Melikşâh'm sultân olmasını istemekte idiler. Diğer beyler de "Sultân Mes'ud'un yerine Muhammed'in tahta geçmesi gerektir." dediler. Sonra Muhammed acele edip, Hemedân'a geldi. Bütün asker ve emirler Hemedân'a gelmiş ve orada toplanmış idiler. Muhammed Hemedân'a yaklaştığı zamân, bütün emirler karşılayarak saygı gösterdiler. Has Bey ve Azerbaycan Emiri Zengi Cândâr, Sultân Muhammed'i karşılamayı ihmâl ettiler. Sultân Muhammed, Hemedân kapısına gelince, Has Bey ve Emir Zengi Cândâr mecbur olup istikbâl ettiler. Sultân Muhammed bunlara diğer beylerden fazla hürmet gösterdi. Has Bey yine Sultân Mes'ud zamânmdaki gibi atabey ve ser-asker oldu, halkın bütün işlerinin idaresi ile görevlendirildi. Bir müddet bu durumda Hemedân'da kaldılar. Has Bey hergün Sultân Muhammed'in huzuruna gelirdi. Sultân Muhammed de ona hürmet, ikrâm ve ihsanlarda bulunmakta idi. Has Bey de şeklen itâat göstermişti. Nihayet Sultân Muhammed, Has Bey'in Melikşâh'a mektub yazarak hükümdârlığı ona vermek için Hemedân'a davet ettiğini haber aldı. Sultân Muhammed bunu tam olarak öğrendiği zamân, bir ziyafet hazırlayıp Has Bey ve Emir Zengi'yi dâvet etti. Önceden kullarına ısmarladı, ziyâfet sırasında Has Bey ve Emir Zengi'ye kılıç vurup, ikisini öldürdüler, başlarını kesip dışarı attılar. Onların kullarından kimisini öldürdüler, bir kısmı da kaçıp
- 83 -
gitti. Bunlardan kalan at, silah, çadır ve mâllar yağma edildi. Sultân Muhammed korkusuz olarak Heıne- dân'da tahta oturdu. Melikşâh, İsfahan'a gelmişken. Emir Has Bey ve Zengi Câııdâr'ın öldürüldüğünü işitince yine Huzistâıı'a kaçtı.
O sırada Arrân'm emiri meşhur Şeıııse'd-Din İl- Deııiz idi. O bölgenin hazine ve gelirini zabt etmiş, bu sebeble çok mâlları, hâzineleri ve T.'irkmenler'den ordusu vardı. Sultân Muhammed ve Melikşâh arasındaki ihtilâf zamânında ve Has Bey ile Zeıvii Câııdâr'ın yaşadığı şifada, Şemse'd Diıı ildeniz Nahcııvân'da oturur dıı. İş bir tarafın lehine sonuçlanıncaya kadar durdu, o kendisinde bulunan mâl ve hâzineyi muhafaza etmeği düşünmüştü. Hükümdarlık Muhammed-de kararlaşıp, beyler ona itâa t edince. Şemse'd-Din İldeniz de mektub gönderip, emrine uygunluk gösterdi ve "Eğer Sultân beni hizmetine dâvet ederse geleyim ve İslâm dini düşmanlarından birisine karşı gönderirse karşı durayım ve her ne eııır ederse göreyim." dedi. Sultân Muhammed cevâb yazıp, "Şimdi senin gelmene lüzum yok. Yerinde dur, müslümânlarııı işini gör." dedi Sultân Mes'ud zamânıda Rey vâlisi İnanç isminde niı bey idi. Sultân Muhammed yine İnanç’ı Rey'de bıraktı. Nihayet bütün Irâk memleketlerinin beyleri Sultân Muhammed’e itâat ettiler. Musul, Diyarbekir, Ah- lât ve diğer yerlerde onun adına hutbe okundu ve sikke basıldı.
HALİFE MUKTEFİ Lİ EMRİLLAH'IN SELÇUKLULARI BACDAD'DAN SÜRMESİ VE SULTAN MUHAMMED’İN BAGDAD ÜZERİNE GELMESİ VI ŞEHRİ ELE GEÇİRMEKTEN ÜMİDİNİ KESMESİ: Sultân Mes'ud Muktefi li-Emrillâlı'ı Bağdâd'da halife tayin ettiği zamân,halkı ona biat ettirdi.Halk halifeliğe Mııktefi'yi kabul ve itâal ettiler. Sultân Mes' ııd. Mııktefi'deıı Türk köleler satın almaması ve kııllanma-
84
ması hususunda söz alınıştı. Halife Muktefî de bu sözünde durmuştu. Çünkü Selçuklu ailesi Türkler'den olduğu için Türk evlâdının kul olmasından Selçuklu emirleri utanç ve onları kullandıklarından büyüklük hissi duymakta idiler. Sultân Mes'ud Bağdâd'a kendi tarafından, aklı az ve dinle ilgisi çok olmayan hadimler zümresinden, Mes'ud Bilâli ismindeki bir kulunu ııâib tayin etmişti. Sultân, Mes'ud yine merkezine gitmişti. O gulâm aklının ve dinle ilgisinin azlığından, iyilikten çok kötülük yapardı, işleri siyâsi kaidelere ııy- ıııayıp, Bağdâd'da kötü tasarruflarda bulunur ve şer'e muhalif yola giderdi. Yaptığı işler sebebiyle, Halife Muktefi ile aralarında anlaşmazlık vardı. Muktefi bunları engellemek ister, onun bu çabası boşuna olıırdıı. MesVd Bilâli, Muktefi'yi incitmek ister ve her zamân muhâlefet yoluna giderdi. Halife Muktefi de durmadan Sultân Mes'ud'a mektublar gönderip,Mes'ud Bilâ- li'den şikâyet ve yaptığı ve şeriata uymayan işleri hikâye ederdi. Sultân Mes'ud bazen önler, Mes'ud Bilâ- li'ye haber gönderir, bazen tınmayı-erir ihmâl ederdi. Ihından dolayı Halife Muktefi li-Emrillâh sıkıntıda idi ve kalbinde Selçuklular'a korku ve düşmanlık uyanmıştı. Ancak Sultân Mes'ud'dan korktuğu için göstermez, ve muhâlefet yoluna gitmezdi. Sultân Mes'ud veSencer öldükten sonra, Halife Muktefi fırsat buldu ve Arap olmayanları Bağdâd'a sokmamağa çalıştı.
Halife Muktefi'nin Ermeni ve Rum'dan kendi kulları vardı, her birine âdet üzerine sancak verip,memleketlerinden bir tarafa hâkim eyledi. Mes'ud Bilâli'yi taraftarları ile döğüp, Bağdâd'daıı sürdü. Sonra Mes'ud Bilâli etraftan biraz asker toplayarak Bağdâd'a hücum etti. Vezir Avııe'd-Din Yahyâ b. Hiibeyre karşı çıktı, Mes'ud Bilâli yenilerek kaçtı. Bundan sonra Mes'ıul Bilâli asker toplayıp, Hille'yi zaot etmek isle di, ancak Yahyâ b. Hübeyre karşısında tekıâr yenildive kaçarak bir müddet Lilıf < 109)'de oturdu. Durumu
- 85 -
Sultân Muhammed'e bildirip, "B ağdadi yine almağa gayret gerektir" dedi. Sultân Muhammed kendi emirlerinin büyüklerinden Emir Salâr Cür b. ez-Zuheyri'yi, Bağdâd halkı ite savaşta, Mes'ud Bilâli'ye yardım için gönderdi. Emir Salâr, Mes'ud Bilâli ile birleşti ve HiUe'- yi almak istediler. Yanlarında asker çoktu. Vezir Yahya b. Hübeyre de Bağdâd'da olan beyler ile ittifâk ederek, savaşa hazırlık yaptılar. Bü tarafta Mes'ud Bilâli, Emir Salâr'm gelişini kendisi için iyi görmedi, "Eğer Bağd âd ’ı alırsak, Emir Salâr büyük emirdir, Bağdâd'a0 em ir olur." diye kıskandı, hile yoluna gitti. Sonra1 mir Salâr’a bir ziyafet tertibledi. Mes'ud Bilâli bütün askeri ve Hille'in batı tarafına, Emir Salâr da doğu tarafına ordugâh kurmuşlardı. Fırat suyu ikisinin ortasından akmakta idi. Mes'ud Bilâli bir gemi ile karş?/İsrafa geçip, Emir Salâr'ı ziyafete davet etti: O da kalkıp, Fırat suyunun yanma indi. Mes'ud Bilâli ile gemiye bindi, suyun ortasına gelince Mes'ud Bilâli kullarına karşı Emir Salâr'ın elini ve ayağını sıkıca bağlattı ve suya indirdi. Emir Salâr hemen boğuldu, kullan ve askeri suyun kenarından bakarlar yardım edemeyip dururlar, dizlerini ve göğüslerini vururlardı. Salâr boğulduğu zamân, askeri dağılıp gittiler. Mes'ud Bilâli de oradan Hemedân'a kaçtı. Sultân Muhammed'e Emir Salâr'- dan şikâyet etti, "Entir Salâr'ın sana hıyâneti ve Muk- tefi'ye itaati vardı. Onunla beni ele vermek için anlaşması vardı, onun için böyle yaptım'.' dedi. Sultân Muham m edi inandırabilmeli için yenlin etti. O da Mes'ud Bilâli'nin sözüne itimâd edip, kini giderdi.
Mes'ud Bilâli, dâima Sultân M uhammedi tahrik ederdi. "Bağdâd'ın alınması gayet kolaydır. Bağdâd'a yüfümek istediğin zamân, Bağdâd askerinde sana karşı durur kimse yoktur. Onlar savaş görmüş değillerdir. Benim onlar karşısında yenilgime, yanımdaki askerin azlığı sebeb olmuştur. Eğer Sultânin yakınlarından
- 86 -
1000 atlı olsa, onların savaşacak gücü yoktur, dünya başlarına dar olur',' derdi. Sultân Muhammed, Mes'ud Bilâli'den bu çeşit sözleri işidir, ancak hiç iltifât e tmez, telkin ettiği yola gitmezdi. İşe yolundan vâsıl olmak ve eve kapısından girmek dilerdi.Bağdâd Halifesi nin rızâsı ile şehre savaşsız girmek isterdi. Sonra Sultân Muhammed, Halife Muktefl'ye mektub ve habeı gönderdi. O mektubun mânâsı bu idi: Benim Bağdâd'a girmem sırasında size muhâlif iş yaptıracağımı düşünmeyin. Beni geçen sultânlar ve sâbık hânlar gibi sanmayın.Ben Halife'ye itâat ve hükmüne uygunluk üze- rineyim. Benim, siz ne derseniz inadım yoktur.Halife' nin emrine tecâvüz etmem ve onun gitmedediğiyola gitmem. Eğer Halife benden râzı olursa, zannederim ki Allâh katında makbul olurum, benden nefret ederse, Allâh katında reddolunmıış sayarım. Şimdi Halife bana izin versin, Bağdâd'a varayım, huzuruna ulaşayım." dedi. Halife'yi inandırmak için bu dediği husus üzerine mektubun içine nice yeminler etti. Halife Muktefı'den Sultân Muhammed'e râzı olacak cevâb ve Bağdad'a girmesine izin gelmedi. Sultân Muhammed bu hâl üzerine durdu. Mes'ud Bilâli işin uzadığını ve Sultân Muhammed'in Bağdâd üzerine harekette ağır davrandığını gördü. Mes'ud Bilâli, Sultân Muhammed'den izinsiz oradan Tekrit hisârına gitti. Sultân Tuğrul'un o kalede bulunan henüz küçük yaştaki oğlu Arslan-şâh'ı Tekrit hisarından alarak Lihf'e geldi. Sultân Mes'ud'un beylerinden Alpkuş adındaki bir emir orada idi ve yan ın d a çok asker vardı. Onun ile biraz durdu. Bağdâd hususunda Sultân Muhammed'e dediği sözleri ona da diyerek, neticede sözüne uydurdu. Sonra yanlarmda olan askerden başka, Türkmenler'den de biraz asker topladılar. Kalabalık ordu ile Bağdâd'a doğru yürüdüler. Bunlar gelmekte iken, bu tarafta Muktefi'ye, Mes'ud Bilâli'nin Alpkuş ile sayısız asker toplayarak
- 87 -
geldiğini ve vilâyetin sınırına girdiğini haber verdiler Halife Muktefi'nin can başına sıçrayıp, etrâfdaki bey lere mektublar gönderdi. Her birine, acele edip, düşman gelmeden önce ulaşmaları için adamlar gitti. Ilille'niıı beyi Muhelhil bir çok Kürd askeri ile geldi llalife'niıı hizmetine ulaştı. Sultân'm emirlerinden Emir Kuveııdân, Basra ve İrâk ordusu ile Mengü Baıs (cl—Müsterşidi), Vâsıt ve oraya tâbi yerlerin emirleri ve orduları ile Emir Kutluğu Pars ve Garraf ve Batâyılı (11) ordusu ile Emir Bedr b. Muzaffer (b.Hammâd) da ueldiler. .Sözün kısası; Bağdâd'da kimsenin duymadığı ve görmediği büyük bir ordu toplandı. Sonra Halife Mııktefı bu kadar asker ile Bağdâd'da dışarı çıktı.
Bu taraftan Mes’ud Bilâli, Arslan-şâh ve Alpkuş beraberlerinde 30.000 silahlı asker olduğu halde gelip, bunlara karşı çadır kurdular ve korkmadan oturdular. Ertesi sabah kalkıp, iki ordu birbirine karşı durdular, saflar tertiblediler. Halife Muktefi'nin sağ tarafınla Emir Kuveııdân, Ibn Selıııet (el—Kummi) ve Bedr
liammâd bulunuyordu. Sol tarafta Kutluğ Pars ve ' ı/ı şöhretli beyler durdu. Halife Muktefi kendi kul
İm . yakınları ve Basra Beyi Mengü Baris ile merkezde durdu. Bu Mengü Bars, Müsterşid öldürüldüğü vakit Suriye'ye gitmiş ve orada yiğitliği ile şöhret kazanmıştı. Mengü Bars'm bulunduğu orduyla hiçjbir asker sa- vaşaıııazdı. Frengistan (111 >'a korku salmış ve nice Freng beylerini esir almıştı. Her birisi Mengü Bars'dan çok korkmakta idi. Suriye'de iken Şam Beyi Muine’d- Din (Üner)'in kızını almış ve ona güveyi (daıııad) olmuştu. Muktefi Irâk'ı zabt edince, Mengü Bars'ı Suriye'den getirmiş ve ona Basra'nın beyliğini vermişti. Asker tertibleıneyi gâyet iyi bilir ve çok iyi savaşırdı Sonra iki asker birbiri ile savaşa başladılar. Emir Mengü liars sallar arasında gezer, alaylar düzenlerdi. "Alayı bozup yerinizden ayrılmayın, hepiniz biraradan hü
- 88 -
cum edin. Size izin verildiği zaman hepiniz top olup düşmanın üzerine gidin',' diye tenbih ederdi. Sonra Mes'ud Bilâli'nin bulunduğu Alpkuş'un sol kanadı, Mulıelhil'in olduğu Halife'nin sağ tarafına hücum ederek yenilgiye uğrattılar ve geriye sürdüler. Bunlar savaş yerinden Bağdâd'a kadar kaçtılar. Halife Muktefi'nin sağ tarafı Alpkuş'un sol kanadına hücum ederek o taraftaki Türkmen beylerini yerinden ayırdılar ve dağıtarak geriye sürdüler. Kimini öldürüp, kimini esir ettiler. Mengü Bars, Halife Muktefi'nin önünden gitmedi, katırının önünü terk etmedi. Bu durumda Alpkuş'un merkezi Halife'nin merkezine hücum ettiler. Hattâ Alpkuş'un askerinden bir topluluk, Muktefi'nin önüne ulaştılar. Bu durumu gören Halife'nin merkezindeki askerler dağıldılar. Alpkuş'un askeri kaçanların eşyalarını yağma etti, her birisi bir tarafa gitti. Alpkuş'un merkezi boş kaldı. Hemen Mengü Bars bu durumu görerek fırsat buldu, Vezir Yalıyâ b. Hübeyre ile Alpkuş'un üzerine sürdü, gereği gibi kılıç vurdu. Alpkuş bunların önüne duramayarak kaçtı. Bağdâd askeri ardlan- na düşüp, yetiştiler ve imkân vermeyerek öldürdüler. Alpkuş'un askerinin çoğu öldürüldü, kimisi ise esir edildi. Alpkuş askerinden o yağmada bulunanlar, arkadaşlarının yenildiğini görünce, aldıkları eşya ve malları ve kendilerinde olan ağırlıkları döküp, kaçtılar. Her birisi baş kurtarmak için dere ve geçitler geçtiler. Kimisi yakasını kurtardı, kimisi esir oldu. Halife'nin askeri sağ ve ganimet alarak döndüler. Çok mala ve ganimet eşyasına sâhib oldular. Halife Muktefi gâlib ve muzaffer olarak yine Bağdâd'a döndü. Irâk Mes'ud Bilâli'nin ve Türkmenlerinin elinden ve kötülüklerinden kurtuldu. Bu olay hicretin 550. yılında (1155) oldu.
Alpkuş hezimete uğradıktan ve kaçıp kurtulduktun sonra, Arslan—şâlı'ı alarak Azerbaycan'a Şemse'd Din İldeııiz'in yanına geldi. Arslan—şâh in annesi Emir
- 89 -
Şemse'd-Din'in zevcesi idi.Emir Şemse'd-Din o H atunu almış, nikâh kılmışdı ve ondan iki oğlu daha vardı. Her birisi şöhretli bir emirdi.Biri Muhammed Atabey Pehlivan ve dfiğeriOsman Muzaffere'd—Din Kızıl Ars- lan'dır. Şemse'd-Din Udeniz'in bir de kızı vardı, onu Merağa Beyi ile nikâhlandırmış, onun ile akrabalık kurma yoluna gitmişti. Arslan—şâh sultân oluncaya kadar Şeıııse’d-Diri İldeniz'in yanına kaldı.
Sultân Muhammed, hicretin 552. yılında (1157), kendisi asker hazırlayarak Bağdâd'ı almağa niyet etti. Bütün Irâk ve Azerbaycan ordusu ile gitti. Ancak Şem- se'd-Din ildeniz Gürcüler üzerine gittiğinden gelmemişti . Emir İnanç da Oğuzlar'dan korkusundan Rey'de oturmuş, bu seferden geri kalmıştı. Bu taraftan Halife Muktefi, Sultân Muhammed'in geleceğini işiterek, et- râfdaki ülkelere mektublar gönderdi. Kısa sürede her taraftan Halife Muktefi'ye tâbi olan beyler ve hükm e ttiği ülkelerde olan askerlerin hepsi Bağdad'a geldi. Bağdâd hisârı asker ile doldu, bütün askeri hisâra koyarak hazırlık gördü. Sultân Muhammed Bağdâd'a ulaştığı zaman Bâb üş—Şemâsiye tarafında konakladı.Bir müddet savaşmadan durdu, Halife Muktefi'ye haberler gönderir, "Ben Halife'ye itâat ederim ve Abbâsi halifelerinin halifeliğine inanmaktayım. Maksadım onlara düşmanlık ve isyân değildir. İsteğim Halife ile buluşup biraz görüşmektir. Benden râzı olduktan sonra dönüp, gideyim. Etrafda olan beyler Halife'nin benden râzı olduğunu ve bana sevgi gösterdiğini bilsinler. Halife'nin benden râzı olduğunun nişanı ve delili, Halife'nin adı ardından minberler üzerinde benim de adımın, babalarımın adı gibi anılmasıdır. Böyle olunca, ben de Bağdâd'- dan gideceğim, kendi tarafımdan bir vâli ve nâib tayin etmeyeceğim. Halife’nin râzı olmadığı yola gitmeyeceğim. Bağdâd'da bütün işler ve hükümet Halife'nin elinde olsun'.' derdi. Bu yolda durmadan mektub gönde-
- 90 -
lir ve Muktefi'ye sevgi ve dostluk haberlerini verirdi. Savaş olmadan Bağdâd’ı alıp, dileğine kavuşmaya gayret ederdi. Ancak gönderdiği haberlerin hiç birisine Sultân Muhammed'i memnun edecek haber gelmez ve Muktefi, Sultân Muhammed'in sözlerine uymazdı. "Sultân durmasın, Hemedân'a gitsin. Biz Sultân in işi için tedbir alarak, kendisini memnun edecek cevâb ve isteğine uygun haber gönderelim * şeklinde haberler gelirdi. Sultân bu söz ile kanâat etmez ve kalkıp Bağdâd üzerinden gitmezdi. Hergün Bağdâd'dan beyler çıkar, Sultân in askerine karşı durup, savaşırlardı. Bazı günlerde iki taraftan biraz insan ölür veya yaralanırdı. Sultân Muhammed Bağdâd üzerinde savaşmadan bu şekilde iki ay kadar oturdu. Emirlerine danışır ve savaş işini konuşurdu, Halife ve Bağdâd halkı Üe savaş mağa râzı değildi. Emir Zeyne'd—Din Ali Küçük deııi len Musul Beyi!ne süratli bir peyk ile mektub gönderdi ve hizmetine davet etti. O da Sultân i n emrine uyarak, Türkler ve Kürdler'den oluşan kalabalık bir ordu ve sayısız silâh ile geldi, Bağdâdin batı tarafından konakladı. Halife'nin veziri Yahyâ b. Hübeyre, Sultânin beylerine gizlice mektublar gönderip, hediyeler verir "Bunlar Halife'nin size vereceği hediyelerin en azıdır Hepsinin gönderilmesine imkân olmadığından bu kada gönderildi',' derdi. Mektublarında ise "Bilmiş oiun ki Halife'ye iyilik Allâh'ı hoşnut eder. Halife'ye iyilik ey lemek her müslümânın üzerine farzdır. Halife'ye tâbi olmak gereklidir. Nass-ı Kur'ân'da vâsıl olan ve Peygamberin hadisleri ona şahiddir ki, ona inâd, düşmanlık ve isyân Ali âh'm gazabına lâyık olur. Bu hususta hak ne ise açık ve meşhurdur ve ona uymak gerektir, bâtıl köhne ve redolunmuştur, ondan çekinmek lâzımdır. Siz Sultân in yakın adamlan ve dosttansınız, gerekli olan; Sultân'a her zamân iyi olup, ona nasihat ve hak yoluna davet etmektir. Halife'ye isyânını açıkça
gösterdi. Halifelik merkezi olan Bağdâd,Peygamber'in yakın akrabalarından imamlar ile Abbâsi sülâlesinin oturduğu yerdir. Üzerine gelip kılıç çekmek ve zulüm etmek diler. Böyle yapmak imân ve islânıa lâyık olana uygun mudur?.Bu kadar ülkeye salıib ve elinde servet ve hazineler çok iken, böyle yapmak ancak bedbahtlık işâretidir. Sultân'ın başına toplanıp, nasihat verseniz, bazı mantıklı ve meşru sözler ile uydursanız. Bu defa kalkıp, Bağdâd üzerinden gitse. Biz de Halife ile iyi bir tedbir alırdık. Sultân da murâdma kavuşurdu. Böyle yapmakla Halife’ye iyilikte ve büyük hizmette bulunurdunuz. Bunun karşılığında Halife'nin nice hediye ve bağışlarını görürdünüz. Ancak Sultân Bağ- ılâd'ı alıp arzusuna ulaşırsa size ihtiyacı kalmaz ve ilti- kıt etmez. Halife de size gücenir, bağış ve hediyelerini keser. Bu hususda etraflıca düşünün. Din ve dünyamıza hangisi faydalı,ise, ona tâbi olun", derdi. Yahyâ I). Hübeyre Sııltân'ın emirlerine bu akla uygun haberler ve herbirine durmadan hediyeler gönderdi. Sonra Sııltân'ın beyleri bu bahşişlerinden utanır oldular ve Yahyâ b. Hübeyre'nin sözleri canlarına tesir ederek, <> yaptığı öğüte uydular. Sultân her kerresinde bir işleği olması için bir işe yapışsa, bir yol ile Sultân'ı o işe bırakmazlar ve suret—i lıakdan görünü, ne eylerlerse eyleyip önlerlerdi. Dileği olmasın, Bağdâd'ı almasın derlerdi.
Emir Zeyrie'd-Din Ali Küçük Bağdâd'm batı tarafında konakladığı zamân, çadır ve ordugâh kurdu. Sultan da bâzı yakınları ile bulunduğu taraftan, Emir Zeyne'd-Din'in tarafına geçti. Bağdâd'm iki tarafından savaşa başladılar. Hergün sabahdan akşama kadar savaşırlardı. Allâh yardımıyle Halife'nin askerini korurdu. Bunlar bu hâl üzerine savaşırlarken. Beni Esed’- den beyler, kumandanları Ali b. Dübeys'in olduğu birçok asker ve beşyiizden fazla gemi ile Sııltân'ın hizmeti
- 92 -
ne geldiler. Gemilerden çıkıp, Bağdâd'ın bir tarafına konakladılar. Ali b. Diibeys'in amcası oğullarından Haşan Mutrib diye meşhur bir emir vardı. O yıldızlarla uğraşanların sözlerine itinâ ve itibârı ile meşhurdu. Bağdâd'a geldiğinde yine yanında bir müneccim vardı. Ona hayli itibâr ecler, her nereye adım atsa onun ile atar ve her işde onun dediğini yapardı. Birgün müneccim, Haşan Mutrib'e ''Eğer sen yarın savaşırsan Bağdadi alırsın ve Bağdâd halkına çok işler yaparsın. Eğer isteğin Bağdâd halkı ile savaş ise yarını öldürme, M>nıa teessüf yoluna gitme" dedi. Sonra müneccimin sözüne uyan Hasaıı Mutrib askeri ile ittifak ederek, sabaha kadar bütün hazırlığını gördü. Bağdâd askeri bunların kımıldamasından, yarın savaşacaklarını duyarak, ertesi güne kadar hâzır ve bunların hareketlerine nezâret ettiler. Vezir Avııe'd-Din (Yahyâ) o gece sabaha kadar yatmadı ve gemiler hazırlayarak Dicle kenarından gitmedi. Sabah olduğu zamân Haşan Mutrib kendi askeri ve biraz da Sultân'ın askeri ile Dicle kenarına mı indiler ve gemilere bindiler. Sonra gemileri ilerleterek, Bağdâd askerinin üzerine ulaştılar. Bağdâd askeri düşmanın Dicle'nin ortasından geldiğini görünce, ne kadar gemileri varsa sürdüler ve Dicle'nin ortasında karşılaştılar. Gemileri birbiren rampa ettiler ve içinde olan askerler birbirine kılıç ve balta vurdular. İki taraftan çok adam öldü, nehir leş ve baş ile doldu ve semâ kan buharından görünmez oldu. Kanlar Dicle'ye aktığından, Dicle sanki kandan bir denizdi. Neticede o gün güneşin doğuşundan batışına kadar şiddetli bir savaş oldu. O savaşta Hille halkından ve Sultân'm askerinden çok kimse öldürüldü, nlıayet nıağlub oldular. Hille halkından bazı kimseler ve Hasaıı Mutrib'in kendisi esir oldular. Gemiler birbirinden ayrıldı ve Bağdâd halkı Haşan Mutrib'in gemilerinin çoğunu aldı. O alman gemilerde bulunan asker .kurtulmak için kendilerini
- 93 -
Dicle'ye attılar, kimisi kurtuldu ve kimisi boğuldu. Haşan Mutrib'i Halife'nin önüne getirdiler, emr eyledi, askerine karşı bir gemi direğine astılar, vücudunu dünyadan kaldırdılar. O müneccimin bütün sözü yalan oldu.
Bu hâdiseden sonra Bağdâd halkı ile Sultân askerinin arasında bir nice gün savaş durdu. Meğer o sırada Irâk'ın Emir Bedre'd-Din Muzaffer b. Hammâd denilen bir hâm vardı. Garraf ve Batayih ile oraya bağlı yerler onun idaresinde idi. Halife Muktefi, Emir Bedre'd-Din için her yıl bir mikdâr asker ve biraz mal tayin etm işti, Halife'ye gönderirdi. Ancak her zamân, "Bana bu kadar mal çokdur, memleketiminin ona thammülü yok- dur'.' diye şikâyet eder, Halife'ye mektublar göndererek bir mikdâr azaltılmasını rica edip, yalvarırdı. Halife azaltmak istedikçe, Vezir Avne'd-Din (Yahyâ) engeller ye şimdi vergi eksiltecek zamân değil diyerek savardı. Bedr b. Muzaffer de bu hususda gücenmiş ve Halife'ye karşı keder üzerine idi: Ancak gö&termeyip, sabr eder ye fırsat gözlerdi. Bedr b. Muzaffer, Sultân Muhammed'in Bağdâd'a geldiğini işittiği zamân, hemen Sultân Muhammed'e mektub gönderdi; Mektubunda "Eğer benim her yıl verdiğim malı azaltırsanız, size tâbi olurum. Askerim ile hizmetinize gelip, size kâdir oldukça yardım ederim" dedi. Mektub Sultân Muhammed'e ulaştığı zamân, onun dediklerinin hepsini kabul etti. Sonra Bedr'e mektub göndererek iyi şeyler söyledi ve onun memleketine yakın yerlerden biraz daha verip, beyliğine ilave etti ve bu hususda bir tevki yazıp, Emir Bedre'd-Din'e gönderdi ve yeminler ederek inandırdı. Sonra Emir Bedre'd-Din de ülkesinden birçok asker topladı. Ayrıca Irâk'da gemiler hazırladı ve kendi ülkesindeki her şehre gemiler göndererek, "Gemiler çabuk hâzır olsun" diye tenbih edip, bir zamân tayin etti. Belirtilen zamânı&a bütün
- 9 4 -
beyler ve asker Vâsıt'a gelip hazır ve Emir Bedr'i beklediler. Emir Bedr de kendi askeri ile bu yere geldiler. Hepsi Bağdâd'a yöneldiler. Bu tarafta bu haber Halife'ye ulaştığı zamân çok üzüldü. Sonra Emir Bedr'e mek- tub ve haber göndererek "Ne için böyle yaparsın, isyan ve nıuhâlefet yoluna gidersin. Senden alınan malı azaltıp, senin ülkene ilâve edeyim, râzı olduğun yola gideyim. Senden isteğim, ne bize gelesin, ne de bizim düşmanımıza yardım edesin" dedi. Emir Bedr de haber gönderip, "Benden bir daha size tâbi olmak yoktur. Vezir Avne'd-Din Hubeyre'yi benim elime vermeyince sizin ile dost olmak mümkün değildir. Eğer benim ile dost olmak dilerseniz, Vezir Avne'd-Din'i elime veresin, nihayet ben de onun hakkından geleyim ve zararını halkın üzerinden gidereyim" dedi. Bedr'den bunun gibi mantıksız cevâb gelip, Halife'ye ulaştı. Ondan çâre olmayınca Halife, Sultân in beylerine adam gönderip, her birisine hediyeler ve paralar ulaştırdı ve teşekkürler edip, "Bu gâilenin giderilmesi sizin için çok kolaydır. Sultân'a diyesiniz ki, bu Bedr. Halife'nin hizmeinde terbiye bulmuş ve onun iyiliği ile yetişmiştir ve Arab'dandır. Halife ile aynı cinsiyettendir. Yaptığı hile olsa gerektir. Gemiler ile Bağdâd'a girip ona yardım eder, onun gelmesi ile düşman çoğalır. Bu hususta tedbir; ona Sarsar nehrinden gelmesi için haber göndermektir. Öyle olunca bizim yanımıza gelir, Halife ile ittifâkı varsa da iş kolay olur1' diye hile öğrettiler. Sultân in emirleri de Sultân'ın yanına toplandılar, bu m ânâyı Sultân'a bildirdiler. Sultân'ı sözlerine uydurup, Bedrin Dicle'den gelmesine mâni oldular. "Sarsar nehrinden geliniz" diye mektub ve elçi gönderdiler. Elçi, Emir Bedr'e Derzicân'da (111 a) ulaştı.Bedr mektubun manâsım anlayınca,çok huzursuz oldu.Dercizân'da oturup,Sultân'a tekrar haber gönderdi. "Eğer ben Sarsar nehrinden gelirsem, o gemiler
- 95 -
ile Bağdâd'a girmek için güçlü olamam. Onların düşmanlarına zafer ve fırsat bulamam. Sultanin hizmetine geldiğimin eseri görünmez. O gemiler ile savaş olmayıp. hepsi battal kalır." dedi. Yine Bedr'e "Elbette S a r s a r nehrinden gelesin, bize oradan vâsıl olasın."diye ha- ı>er geldi. Emir Bedr'e tekrâr bu haber gelince, bu sözü bunlardan duyduğuna şaşakaldı, çok cam sıkıl- ci. Nihayet mecbur olup, o gemiler ile Sarsar nehrinden gitti. Bağdâd'a geldiği zqmân, o gemiler ile savaşamadı, hepsi battal oldu.
Halife tarafından Emir Şemse'd-Din İldeniz'e haber gönderdiler ve "Azerbaycan'dan harekete geçerek Sultân'ın memleketleri üzerine yürüyesin ve öıuıne gele ııi vurasın. Biz de sana gereği gibi yardım edelim. Melik Arslan-şâh'ı Sultân Muhammed yerine Sultân yapalım',' dediler. Emir İnanç'a da mektub gönderdiler "Eğer bize tâbi olup, Sultân in memleketleri üzerine yürürsen ve önüne geleni vurursan, sana Irâk'dan istediğin yeri verelim ve senin her hususunu kayıralım', dediler. Bu haber .Şemse'd-Din İldeniz'e ulaştığı zamân, memnun olup Sultânin memleketleri üzerine yöneldi, Irâk'ı almağa niyet etti. İnanç da Sultân'ın ülkesini almak için Hemedân üzerine gitti. Bu taraftan Sultân'm askeri ve beyleri, Bağdâd üzerinde uzun müddet kalındığından ve bir çare bulunmadığından, her birisi ülkesine çekilmeye başladı. Askerin huzuru kalmayıp, kalbleri ıztırâb ile doldu. Bu durumda iken, Emir Şemse'd—Din ile İnanç in Sultân'ın memleketlerine yürüdükleri haberi Sultân'a geldi, çok üzüldü.Sultân da bu durumları o hain ve alaca (hilekâr) beylere söyledi, her birisi ile nıüşâvere etti. Hepsi gitmeği ve Şemse'd-Din ile İnanç'ı savmayı öne sürdüler. "Onları savdıktan sonra tekrar gelip, B ağdadi alırsınız',' dediler. Sonra Sultân emr etti, Bağdadin iki tarafından asker kalkıp, göç ettiler ve Hemedân'a doğru gittiler. Eşya
- 9 6 -
ve ağırlıkları ile goç edemeyip, bıraktılar. Bütün hepsini Bağdâd halkı aldılar, çok doyumluk kıldılar, (ganimet aldılar). Bu olaydan sonra Selçuklular'ın Bağ- dâd'dan ümitleri kesildi, kendileri bir daha varıp Bağ- dâd'ı almanın gayr-i mümkün olduğunu anladılar. Sultân Muhammed Hemedân'a geldi. Azerbaycan'a Şemse'd-Din üstüne gitmeğe karar verdi. Sultân Muhammed Tapar'm "Melik Müstecir" denilen, oğlu Sü- leymân-şâh, Sultân Muhammed ile Halife arasındaki düşmanlığı görerek,-Muhammed'in elinden ülkelerini almak niyetiyle Halife'nin huzuruna gitti, Halife'nin yamnda saygl gördü, bütün Bağdâd askeri onun yanında toplandı. Sonra Melik Müstecir Bağdâd askeri ile harekete geçip, Sultân Muhammed niyetiyle Azerbaycan'a doğru yürüdü. Sultan Muhammed'n memleketlerini vurmak naksadı ile harekete geçmiş bulunan Atabey Şems< 'd-Din de Azerbaycan ve Arrân ordusu ile gelerek, Süleymân-şah ile birleşti. Bu taraftan Sultân Muhaırmed b. Mahmud da bunlann topluluklarını haber aldı ve Halife nin işareti ile kendi ülkelerini yağmalamağa kalkışan Fmır İnanç ile barıştı, onu davet ederek bütün askeri ile hizmetine getirdi, yine Rey vilâyetim ona verdi. Onun ile Azerbaycan'dan kalkarak Nahcuvan'a yakın geldi, Aras isimli yerde Süleymân-şâh askeri ile Sultân Muhammed askeri birbiriyle karşılaştı ve savaşa başladılar. Öyle bir savaş oldu ki, onun gibisini dünya görmüş ve kimse haber vermiş değildi. Kılıçlar parçalandı, oklar kırıldı, ölülerden tepeler oldu, meydân leş ve baş ile- doldu. Kan o şekilde akdi ki, vâdi kan ırmağı olup aktı. Kanın buharı ve meydânın tozu havaya yağıp, gökyüzünü kara bulutlar kapladı. Kılıçlar şimşek gibi oynayıp, ışıklarından dünya aydmlamrdı. Oklar yağmur gibi dökülür ve gürzler yıldırım gibi iner ve başlan ufalardı. Peh- livânların gök gürlemesi gibi sesleri ile meydân yeri gür
- 9 7 -
lerdi. Atların ayağından yer o şekilde titrerdi ki, sanki zelzele saatmdan örnek verirdi. O kadar savaş oldu ki, meydâmn ortasındaki ölülerden, diriler yürüyecek yer bulamadı ve esir boynuna vurmaktan zincir kalmadı. Sultân Muhammed sabır ile dayandığından isteğini elde etti ve zaferi kazandı. Şemse'd-Din İldeniz bir- mikdâr yaralı asker ile başını alıp kaçtı. Süleyman-şâh ila birkaç yarar adamı ile askerin bir tarafından çıkıp ölümden kurtuldu. Sultân Muhammed ve askeri o savaşta sayısız ganimet, mal ve eşya elde ettiler. Sultân bk müddet Nahcuvân'da istirâhat etti, Nahcuvân' da iken Gürcüler'in elçisi gelerek Sultân Muhammed ile sulh yapmak istedi. Sultân Muhammed de isteğince mal tayin etti, o malı teslim edip, oradan barış ile dönüp gittiler.
Atabey Şemse'd-Din İldeniz Sultân Muhammed ile savaşdıktan sonra, yaptığı işe pişman oldu. Sonra Sultân Muhammed'e yaptığı işden özür dileyerek, suçu için tövbe etti. Elçi ve mektub gönderip, "Ben senin babalarının kulu ve o hânedânm kölesiyim. Ancak bu küstahlığa sebeb şu îd i; senin muzaffer bayraklarından önce, amcan Süleymâtt-şâh bana geldi. Benden yardım istedi. Ben de onu zor durumda bırakıp, kaçmaktan atandım. Sonra halk, Sultân Mes'ud'un kardeşi Süley- m ân-şâhin durumu böyle berbat oldu. Şemse'd-Din, Sultân Mes'ud'un kuluydu, onun iyiliği ile yetişmiş ve onun yanında büyümüşdü. Kölelik hakkına saygı gösterip, ona yardım etmedi derler. Şimdi yaptığım işden tamamen utandım, içim pişmanlık ile doldu. Şimdi, Sultân'a tâbi olmakdan ve emrine itâattan başka nesnem olmadığı bilinsin. Eğer Sultân günâhımı affederse, lu tf ve iyilik yoluna giderse, düşmanlığımı gördü, dostluğumu da görsün. Bu kulu yolunda baş ve can versin" dedi. Şemse'd-Din İldeniz'in mektubu okunup, tamam olduğu zamân, Sultân Muhammed affedici ve
- 98 -
sevici idi, özrünü kabul ve affetti. Sonra Sultân Muhammed, Şemse'd-Din lldeniz'e mektub göndererek, yeminler ve sözler aldı. Öyle yeminler verdi ki, hiç o yeminlere muhâlefete ve bundan sonra kendisine düşmanlık yapmağa imkân yoktu. Sultân Muhammed'in mektubu Şemse'd-Din'e ulaştığı zamân, bütün o yeminlerin hepsini etti, Sultân Muhammed ne yola dedi ise gitti. Sultân Muhammed yine Emir Şemse'd-Din'e Arrân'ı, Merağa sâhibi Arslan b. Aksungur (el-Ahme- dili)'ye Azerbaycan'ı verdi. Sonra Sultân Muhammed kuvvetlenmiş ve gâlib olarak Nahcuvan'dan Hemedân'a geldi, bir müddet orada kaldı. Niyeti, yine Bağdâd üzerine, varıp, Bağdâd'ı alarak, Halife'yi oradan ayırmaktı. Süleym ân-şâh kaçıp gittiği zaman, adamlarından sağ kalanları yanma topladı, Halife'nin huzuruna giderken, Musul Beyi Zeyne'd-Din Karabeli Derkendi'nde arkuru çıktı (önüne çıktı), Süleymân-şâh'ın yolunu aldı, tu tup Musul kalesinde muhafaza ederek, Sultân Muhammed'e bir mektub gönderdi. Sultân Muhammed, Süleymân-şâh 'ın tutulduğunu öğrenince, haber gönderdi ve "Hapis etmesin, ancak kaleden dışarı çıkıp gitmesin. Nerede isterse orada otursun. Saygı gösterip, ik- râmda bulunsun',' dedi. Sultân Muhammed Bağdâd'ı almak için yazm gelmesini bekliyordu. Bu fikir üzerine iken hasta oldu, hastalığı gittikçe fazlalaştı. Sultân Muhammed hicretin 553. yılında (1158) öldü. Bütün hükümdârlık müddeti dokuz yıl oldu. Sultân Muhammed âdil, merhametli ve şefkat sahibi idi. Halife, Sultân Muhammed'in ölümünü işitince, "Allâh Muhammed'e rahmet etsin, akıllı bir düşmandı',' dedi. Sultân Muhammed'in kendisinden sonra yerine sultân olacak çocuğu kalmadı.
Irâk emirleri ve asker, kimse olmadığından çâresiz kalarak, Musul'a geldiler, Emir Zeyne'd-Din'den Süleym ân-şâh’ı. aldılar. Emir Zeyne'd-Din, Süleymân-şâh'ı
- 9 9 -
bunlara teslim ettikten sonra, önünce gâşiye omuzunda yürüdü, sayısız mal, silâh, at, katır, çadır ve kullar verdi ve Musul Beyleri'nden nice kimseleri yanlarına katarak, Musul kâlesi vâlisi Sârimü'd-Din'i o askere kumandan yaptılar ve Hemedân'a gittiler. Hemedân'a ulaştıkları zamân, bütün beyler Süleymân-şâh'ı istikbâl ederek, saygı gösterdiler. Sonra Süleymân-şâh Hemedân'da tahta’oturup, Sultân oldu (111 b). Biraz müddet Hemedân'da bu hâl üzerine kaldı. Bu Süleymân-şâh şarap içer ve eğlence ile meşgul olur, maskaralar toplayarak onlar ile görüşürdü. Emir ve askerlere iltifatı yok, hü- kümdârlık işlerinde kusuru çoktu. O sebebden beyler ve askerler kapısına gelmez ve ona hürmet etmez olmuşlardı. O beylerin içinde çok kuvvetli ve kudretli görüş sâhibi bir emir vardı, Emir Şerefe'd-Din Gürd- Bâzu Hâdim derlerdi, büyücü ve hilebâzdı. Emir Şerefe'd-Din Gürd-Bâzu, Süleymân-şâh ile anlaşamadı ve ona sevgi ve dostluk gösteremedi. Sebebi bu idi; birgün Süleymân-şâh'a nasihat edip, sefahat ve kötülükden uzaklaştıracak sözler söyledi. Süleymân-şâh maskaralara emr eyledi, Emir Şerefe'd-Din'i alaya aldılar, maskaralıklar yapıp, eteğini başına bürüyerek edeb- sizlik yoluna gittiler. Emir Şerefe'd-Din de bu husus- dan çok huzursuz oldu, Süleymân-şâh'dan nefret etti, hükümdârhktan gidermek için tedbir aldı. Bu Emir Şerefe'd—Din ile Emir Şemse'd-Din tideniz arasında dostluk vardı ve ikisi de Sultân Mes'ud'un kuluydu. Emir Şerefe'd-Din, Emir Şemse'd-Din'e Azerbaycan'a mektub gönderip, "Arslan-şâh'ı yanına alarak, Hemedân 'a gelesin. Süleymân-şâh'ı hükümdârhkdan giderip, yerini Arslan-şâh'a veririz',' dedi ve bunun gibi nice sözler söyledi, inandıracak yeminler etti. Süleymân-şâh Muhammed ile savaşdıktan sonra, Şemse'd-Din Sultân Muhammed ile barışmış, Süleymân-şâh'da Musul kalesinde hapis olmuştu. O zamândan beri Süleymân-şâh
- 100 -
ile Şemse’d-Diıı arasındaki sevgi ve dostluk gidip, Sü- leym ân-şâhin kalbi Şemse'd-Din İldeniz'e karşı kin ve düşmanlık ile dolmuştu. Sultân olduğundan, Şemse'd- Din huzursuzdu. Emir Şerefe'd-Din'in bu şekilde bir mektubu gelince, memnun olup, hemen hazırlık gördü. Arslan-şâh'a at, silâh ve ihtiyacı olduğu kadar mal vererek, kendini atabey ve oğlu (Nusrete'd-Din) PeTılî- vân'ı emir-i hüccâb ve oğlu Muzaffere'd-Din Kızıl Ars- lan'ı emir-i silâh, idaresi altında olan beylerden her birisini ise Sultâna ait memuriyetlerden birisine tayin etti. Sultân Arslan-şâh ile Azerbaycan'dan harekete geçerek, Hemedân'a doğru yürüdü. Hemedân'a yaklaştığı zamân, bu taraftan Hemedân’da olan beyler Şemse'd- Din'in Arslan-şâh ile bu şehre yöneldiğini öğrendiler. Emir Şemse'd-Din'in kendiliğinden gelmediğini, Hemedân tarafında olan beylerden tahrik olmayınca bu işi yapmadığım bildiler. Emir Şemse'd-Din'in Hemedân'a yöneldiği duyulunca, Emir Şerefe'd-Din, Süleymân- şâh'dan ayrıldıktan sonra, emirlerin büyükleri hepsi yanına gelerek toplandı. Geri kalan beyler bu durumun neye varacağını bildiler, hepsi Süleymân-şâhin yanından ayrıldılar. Emir (İbnû'l) Bâzdâr kendi ülkesine, Emir İnanç Rey'e, Emir Satmaz (b.Kaymaz el-Ha- râmi) Kum'a ve Emir Akkuş Erdebil'e gittiler. Sonra Sultân Süleymân-şâh kendi yakınlan ve kulları ile He- m edân'da kaldı. Süleymân-şâh bu duruma gelince, Emir Şerefe'd-Din Gürd-Bâzu Hâdim müşâvere etmek sureti ile gece Süleymân-şâhin huzuruna girdi. Süley- m ân-şâh'ı tutup bir yay kirişi ile boğarak öldürdü (112). Sabah Süleymân-şâh'm ölüsü bulundu, beyler arasında bu haber duyuldu. O zamana değin Emir Şemse'd-Din de Hemedân hududuna gelmiş, şehre yakın olmuştu. Emir Şerefe'd-Din Gürd-Bâzu Hâdim, Irâk ve Arrân beylerinin hepsi, askerler ve Şemse'd- Din İldeniz, Arslan-şâh'ı karşılayarak, önünde yaya
- 101 -
olarak yürüdüler ve Hemedân'a girdiler. Arslan-şâh'm tâlilıi mes'ud olup, saadet ile tahta oturdu. Emir Şemse'd-Din İldeniz'in gönlünün dileği oldu.
SULTAN ARSLAN-ŞAH b. TUĞRUL'UN SALTANATI:
Arslan-şâh hükümdârlık tahtına oturduktan sonra, devleti kuvvetli oldu. Bütün beyler divânda toplanıp, emrine itâat ettiler. O gün Emir Şemse'd-Din İldeniz, Irâk ve Arrân beylerine ağır hil'atler giydirerek, atlar ve katırlar verip, her birine görevine göre ikrâm etti. O gün Arslan-şâh hükümdârlığı elde ederken, Emir Şemse'd-Din İldeniz'e atabeylik bildirilmişti. Bu hâl üzerine bunlar Hemedân'da kaldılar. Ancak oeylerin ayrıldığını görerek memleketlerine gitmiş olan İnanç, İbııü'l- Bâzdâr, Satmaz b. Kaymaz Harâmi ve Akkuş, Süley- m ân—şâh'ı bu yol ile öldürdüklerini işittikleri zamân, bir yere geldiler. Birbirleri ile Atabey Şemse'd-Din'e ve Arslan-şâlı'a itâat etmemek için sözleştiler ve yemin ettiler. Şirâz'da Atabey Sungur'un (113) yanında bulunan, Arslân-şâh'm kardeşi, Melik Muhammed'i sultân yapmaya karar verdiler, toplanıp Şirâz'a Atabey Sungur'a gittiler. Bunlar gelince Atabey Sungur da Melik Muhammed'in hazırlığım tamamlayarak, kendi askerinden de yanına 1000 ath kattı. Bunlar acele ile ilerleyerek Isfahân'a ulaştılar. Para dökerek, hazırhk yaptılar ve 20.000'den fazla asker topladılar. Atabey Sungur da Şirâz askeri ile bunların ardından gelerek, Is- fahân'da bunlara vâsıl oldu. Melik Muhammed'in yanında çok asker toplandı, Isfahân'dan harekete geçerek Hemedân'a doğru gittiler. Bu taraftan Atabey Şemse'd-Din de bunların topluluklarım işiterek, hâzır ve.gelmelerini beklemekte idi. Sonra iki taraf askeri hicretin 555 yılında (1160) (114) Karategin çayırlığında karşılaşarak savaşa başladılar. Yerler atlarm
- 102 -
ayaklan altında toz-toprak olup, havaya çıktı ve kan- saçan kılıçlardan kanlar yere yağmur gibi yağdı. Ceng değirmeni iki grupun üzerinde döndü ve o gürültüde nice başlar öğiittii. Kan, değirmen oluğundan akar gibi aktı. Meydân leş ve baş ile doldu. İnanç'm sol tarafı Şemse'd-Din İldeniz'in sağ kanadına saldırdı, yenilgiye uğratarak geriye sürdü.İnançin sağ tarafı İldeniz'iıı sol kanadına hücum etti, onlarda karâr edemeyerek kaçtılar. İnanç kendisi merkezden yürüyerek, İldeniz'in üzerine gitti ve İldeniz'in kendisine saldırdı. İldeniz, İnanç'ın hamlesini savarak, onun suratına dokundu, İnanç geriye döndü. İldeniz'in oğlu Pehlivan bu durumu görerek atasını ahkoydu, kendisi İnanç'a karşı sürerek, atına vurdu ve düşürdü. Meğer Pehlivan, İnançin güveyiği idi, İnanç'a "Eğer seni vurmak dileseydim; vurur, imkân vermez öldürürdüm. Ancak sana hürmet olsun, durma başını al git, kendini kurtarV dedi. İldeniz'in sağ ve sol kanadları, İldeniz'in yerinden ayrılmadığını ve inançin attan yıkılıp,kaçtığını gördüler. Hemen yine geriye döndüler, İnançin askerini araya alıp, öldürdüler. Bir kısmı da yaralı ve perişan bir şekilde firâr ettiler. Atabey ildeniz kaçanların ardına düşüp, kovaladı. Bir kısmı öldürüldü ve bir kısmı da esir edildi. Atı kuvvetli olup, eşya ve mallarını bırakıp kaçan kimseler kurtuldu. İldeniz ile askeri sayısız mal ve eşyaya sâhib oldular. Oradan bütün beyler ve asker hâili hâlince ganimet ve mal alarak, ülkelerine gittiler. Şemse'd-Din İldeniz de sağ ve ganimet alarak He- medân'a geldi. Hemedân'da şenlik yaparak donattılar, yediler içtiler. O savaşta yenilerek firar eden İnanç yine Rey'de oturmuştu. İldeniz Hemedân'da biraz durduktan sonra İnançin üzerine gitmek, onu yakalayarak boy nunu vurmak, yâhud Rey'i elinden almak istedi. İnanç onun bu niyetini öğrenince, Rey'den çıkarak Bistâm'a gitti. Oradan Harezmşâh İl-Arslan'a mektub
- 103 -
yazarak, Süleymân-şâh'a ettikleri zulümü hikâye ve kendisine yapılan zorlamayı şikâyet etti, "Ben sizin kullarınızdan bir kul ve devlet kapınızda bir köleyim. Eğer bana bir mikdâr asker göndererek yardım ederseniz; fırsat bizim olup, Irâk ülkesini zabt edersek, Irâk bütünüyle ülkelerinizden olur. Nihâyet beni yerinizde nâib lalarsınız" dedi. İnanç'm mektub ve elçisi Ha- rezm şâh'a ulaştığı zamân, kabul ederek güzel bir ce- vâb verdi. Dihistân Beyi'ne, "inanç geldiği gibi.ona Di- histân gelirinden 30.000 dinâr ver, yenilip gelmiş insandır, ekşiğini ve gereğini gör. İnanç işi bitene kadar Dihistân'da dursun" diye emr etti. İnanç'a Harezmşâh ’ın mektubu geldiği zamân, Bistâm'dan kalkarak Dihistân'a gitti, bir müddet orada durdu.
Bu taraftan Şemse'd-Din İldeniz, İnanç gidince, Ars- lan-şâh'dan Rey'i kendisi için isteyerek aldı, oğlu Peh- livân'ı oraya vâli yaptı. İnanç ile olan Irâk Beyleri, Atabey İldeniz'e mektublar göndererek âmân dilediler ve suçlarını bağışlanmasını ricâ ettiler. Emir Şere- fe'd-Din Gürd-Bâzu Hâdim 'den şikâyet ederek "Bize timârlanmızı zabt ettirmez. Bu işi onun öcünden yaptık'.' diyerek özür dilediler ve günâhlarına tövbe ettiler. Sultân'a ve Atabey'e bunların m ektublan vâsıl olduğu zamân, özürlerini kabul ederek, bu beylere mektub yazıp, yemin edip, söz vererek inandırdılar.Sonra o beyler de Hemedân'a Sultân'in huzuruna geldiler ve Sultân'm hizmetinde kaldılar. Atabey İldeniz de bir mikdâr Irâk 'da durduktan sonra Azerbaycan'a gitti. Sultân Irâk'da kaldı, Irâk ordusu, Sultân ile Save'de durdu. Atabey İldeniz ise A rrân'da idi ve ülkenin işlerini oradan götürdü. Durmadan Gürcü kâfirleri ile elçileri birbirine gider-gelirdi. Aralarında zaman zaman barış ve vakit vakit de çekişme vardı.
Bu taraftan Harezmşâh II—Arslan askerinin çoğunu İnanç'a gönderdi ve atların Cürcân'da beklenmesini,
- 104 -
ondan sonra Irâk 'a, Arslan-şâh ve Atabey Şemse'd-Din üzerine, gitmelerini emr etti. Karluk emirlerinden Şem- sü'l-Mülk b. Hüseyin (Ayaz Bey) denilen şöhretli bir bey vardı, Harezmşâh'm güveyisi idi. Babası Semer- kand'a sâhib olmuş, orada öldürülmüştü. Şemsü'l-Mülk kaçıp Harezmşâh'a gelmişti. Harezmşâh'm yanında Şemsü'l-Mülk çok muhterem ve değerli ve onun ser-as- keri idi. Irâk 'a gönderilen askere de Şemsü'l-Mülk'ü kumandan yaptı. "Irâk 'a almağa çok gayret gösterin ve mümkün olan ihtimâmı yapın" diye ısmarladı. Emirlerin büyüklerinden Şikâr (115) Han adındaki bir emiri de gönderdi. Atlar tam beslendikten sonra gittiler, süratle ilerleyerek kısa süre içinde Irâk hududuna erdiler. Atabey İldeniz'e, işte inanç, Harezmşâh'm kalabalık ordusu ile geldi, Irâk hududuna ulaştı, diye haber geldi. Atabey de bunlarla buluşmak için askerleri bir yere getirip, süratle yürüdü, toz cihânı bürüdü. Ancak İnançin askeri Rey'e, Atabey askerinden önce geldi, Oradan ilerleyerek Sâve'ye vâsıl oldu, Irâk ordusu ile A rslan-şâh orada idi. Daha önce zikr olunduğu üzere Irâk emirleri inanç ile ittifak ederek, Atabey ile savaşmışlardı. O sebebden Atabey ile aralarında uyuşmazlık olup, onlar da özür dilemişler, Sultân ve Atabey özürlerini kabul ettiğinden uyuşmazhk barışa dön- ımişdü. Harezm'den inanç ordu getirince,Sultân bu işi Irâk ordusunun ittifâkı ile oldu sanarak,Atabey ildeniz gelmeden iki taraf askeri karşılaşırsa Irâk ordusunun hıyânetinden şüphelendi. Sultân, Atabey'in oğlu Pehlivân ile inanç 'm ordusuna karşı durmayarak bir tarafa çekildiler, Atabey'i beklediler. Irâk ordusu, Sultân'ı yerinde durur sanıp, İnanç ile gelen Harezmşâh ordusuyla karşılaşıp, şiddetle savaştılar. Sonradan S u ltân in olmadığını ve çekildiğini gördüler, ağırlık ve eşyalarını bırakarak, Sultân'dan yana gittiler. Ha- rezm askeri ve İnanç o ağırlık ve eşyalardan, her ne
- 105 -
varsa, yağmaladılar. Ondan sonra Sultân Arslan-şâh'i kaçtı sanarak, ardınca gittiler. Irâk ordusu Sultân'a vâsıl olduğu zamân, Sultân da bağlılıklarını anladı. Beş gün sonra Atabey ildeniz de geldi ve Harezm ordusu ile karşılaştılar, kısa zamanda savaş olmadan Ha- rezmliler kaçtılar, inanç Rey'e gelerek kaleye (116) kapandı. Harezmşâh'ııı ordusu ^'Çık kaçalım." dedilerse de, sözlerine uymadı ve onlar ile yol arkadaşlığı yapmadı. Onlar Atabey Ildeniz'in ardlarmdan geldiğini görünce kaç.tılar. inanç ise o kaleyi sağlamlaştırarak oturdu. Sonra Atabey ildeniz onları biraz kovaladıktan sonra gelip, Rey kalesindeki inanç'ı muhâsara etti, her tarafım kuşattı, inanç için kale feth olduğu (akdirde kurtulma ihtimâli kalmadı, inanç kalede hapis olmanın sıkıntısı içinde kaldı, her güıni snııki bir yıldı. Atabey askeri hergün hisâr askeri ile savaşır ve dünyayı başlarına dar ederlerdi. Nihayet inanç Atabey'e sulh yapmak için, haber gönderdi. İnanç 'in yanında itibâr sâhibi olan Sade'd-Din Eşel denilen bir veziri vardı. Atabey inanç'a haber göndererek "Benim onun ile sııllı yapmam ihtimâli yoktur. Ancak Sade'd-Din Eşel bana gelirse.ontın eli ile sulh olur."dedi.inanç sulha çok istekli ve çâresiz kaldığından, mecburi Sade'd-Din'i gönderdi. Sade'd-Din Eşel kaleden çıkarak, Şemse'd-Din İldeniz'iıı çadırına ve huzuruna geldi. Atabey, Sade'd- Din'i meclisinde bulundurup, yalnız kaldılar, ikisinden başka çadırda kim varsa gitti. Sonra Atabey Şemse'd-Din İnanç'a olan kinini meydana çıkarıp, ortaya otuz cüz Kur'ân getirip, o cüzlerinin başından sonuna her birine, sadakalar ve yalın ayak hac etmeğe yemin etti, "Madem ki, ben hayattayım inanç ile sulh yapmak mümkün olmaz, benim onun ile biraraya gelmem ihtimâli yoktur, inanç 'in ‘işinin düzelip, Rey'de oturacağını umarsın. O fikir kalbinden geçmesin. Sen de iki nesnenin ortasında seçmeye bağlısın, her hangisini is-
- 106 -
tersen kararlaştır. Eğer İnanç kurtulursa, onunla belâ ve sıkıntı ile gurbete gidip, zahmet, meşakkat ve belânın esiri ol. Eğer dilersen benim ile bir olarak onu öldürmek için tedbir alalım. Oğlum Pehlivân ile bulun, Rey, Isfahan ve Azerbaycan ülkeleri üzerine hâkim ol. Sana kaba yeminler vereyim ki, benim ile olasın. Bu sözü sakla, sana üç güne kadar zamân var, düşün taşın . sana faydalı olan yol ne ise ona git'.' diyerek Sade'd- Din'e öğüt verip, bu sırrı kimseye açıklamayacağı hususunda sağlam yemin ettirdi. Sade'd-Din de "Düşüneyim, yine huzurunuza geleyim'.' diyerek yanından kalkıp gittj. Yalnız başına düşündü "İnanç şimdi bir kalede mahbus ve her taraftan asker kuşatmış, kurtulmaktan ümidini kesmiş, eğer kurtulursa asker ile gidemez, yalnız ise değersiz ve hakir, kalede durursa sonunda yenilmiş olur. Hasını bu kadar kuvvetli ve kudretli, o ise bu dâirede perişan, İnanç'm işi tamam oldıı. Akıllılık odur ki, bana faydalı ne ise onu yapayım. Atabey İldeniz'in dediği sözler üzerine olayım ve kaleye girip, İnançin öldürülmesi için tedbir alayım. Kendime faydhlı yola gideyim',' dedi. Böyle düşündükten sonra, A tabeyin çadırına geldi. A tabeyin o dediği sözleri üzerine tekrar yemin etti. Ayrıca "İnanç'm yakınlarından her kim bu hususta bana yardrnı ederse, ben ne şekilde dersem saygı gösterilecek'.' dedi. Atabey de bu hususta and içerek râzı oldu. İki taraftan uyuşma olunca, Sade'd-Din kaleye girerek İnanç ile buluşup, "Senin ile onun arasında sulh olması mümkün değildir. Çünkü o, senin kaleden inerek Sultânin huzuruna gelmeni ve kendileri ile buluşarak yemin etmeni ister. Bundan başka uzlaşmaya râzı değil. Şimdi ya kaleden aşağı inip, buluşmayı seç, ya da bu kalede durum bir sonuç verene kadar kal'.' dedi. Bu sözü dedikten sonra, İnançin yanından çıkarak, odasına geldi, İnanç'm öldürülmesi için tedbir aldı. İnanç'm, hiç bir
- 107 -
beyin hizmetinde bulunmaz, Türklerden şöhretli kullan vardı, Bu kullar hergün Sade'd-Din’in hizmetine gelirlerdi. Bu kullann harçlıkları ve diğer bütün ihtiyaçlarım Sade'd-Din karşılardı. Onlardan bir topluluk, Sade'd-Din'in evinde yemekte hâzır bulunduktan sonra giderken, Sade'd-Din çok itimâd ettiği üç kulu alıkoydu. Bunlara sırn açıklayarak, bütün mâcerâyı, Atabey ile olan yeminleri ve va'dleri anlattı, "İnanç'in durumu düzelmekten uzak, şimdi işi tamam oldu. Eğer bunun yanında duracak olursak, biz de bunun gibi ölürüz, yâ- hud sıkıntı içinde kalırız. Şimdi görüş budur ki, bunü öldürerek teşekküre hak kazamr ve yine eski dostumuzdan devlet buluruz'.' dedi. Sonra bu üç kul da Sade'd- Din’in sözlerine tâbi oldular ve inanç'ı öldürebilmek için uygun bir zamân beklediler, inanç korkusundan her gece hisârın bir burcunda yatardı. Bir gece yine İnanç âdetince bir burca çıkıp yattı, bir. m ikdâr şarâb da içmiş aklı başından gitmişti. Tesâdüf bu üç kul o gece nöbetçi idiler, ikisi kapıyı bekleyip, birisi İnanç'm üzerine gelip, İnanç'm kendi bıçağı ile inanç'ı boğazladı (117). Örtüsü ile ölüsünü sanp gizledi, iki yoldaşına haber verdi. Üçü hisâr duvarından gece vakti ip ile inerek Atabey'in çadırına ulaştılar. Kendilerini bildirip, durumu haber verdiler. Atabey, bunların içeri bırakılmasını, emretti. İçeri girince, Atabey'e ettiği yemini ve Sade'd-Din'in dediği sözleri söylediler. Atabey İldeniz "Eğer sizin sözünüz doğru ise, biz yeminimiz üzerine kararlıyız'.' dedi. Bunlar da "Bu sözümüzün doğruluğu meydana çıkıncaya kadar oturalım V diyerek durdular. Bir sâat geçmeden, kaleden feryâd ve ağlama göründü. Sade'd-Din Eşel o gece kaleden çıkıp, geldi. Atabey'e durumu ve İnanç'ı nasıl öldürdüklerini açıkladı. Atabey İldeniz de Sade'd-Din'e değerli hil'atler ve yüksek rütbeler verdi. Rey'i oğlu Pehlivân'a verip, Sade'd- Din'i de o ülkenin işlerinin idaresiyle görevlendirdi. O
- 108 -
üç kulu Sade'd-Din'in hizmetinde önemli işlere tayin etti. Sade'd-Din ölünceye kadar huzur ve refâh içinde oldu. Bu Sade'd-Din, İnançin veziri iken çok zâlim idi ve işi gücü zulüm etmekti. Pehlivân'ın hizmetine girdikten sonra çok âdil, şefkat, insâf ve merhamet sâhi- bi bir kimse oldu. Uzun müddet yaşadı ve doğru-yoldan ayrılmadı.
Bütün Iı â, Azerbaycan ve Arrân Atabey İldeniz'in oldu, çok kuvvet ve kudret buldu. Atabey, Bağdâd'a Halife'ye çeşitli yalvarma ve yakarmalar ile mektub- lar ve haberler gönderir "Biz bu devlet ve büyüklüğü Abbâsi Devletinin kulu olmak ile bulduk ve kul itâati- ni üzerimize farz biliriz, ona muhâlefet ve isyândan çekiniriz. Düşmanlara karşı kazandığımız her başarı, Abbâsi devletine olan bağlılığımızdandır. Allâh bu devleti sâbit, ve kıyamet gününe kadar dâim eylesin" derdi. Atabey İldeniz, Inanç'mUşini bitirdikten sonra Rey'den göç ederek İsfahan’a gitti ve orada ikâm et etti. O esnâda Atabey Sungur öldü ve yerine kardeşi Emir Zengi o diyarların üzerine vâli oldu (118). Daha önce zikredilmişti; bu Atabey Sungur, İnanç ile itti- fâk ederek, Irâk emirleri ile Sultân Muhammed b. Tuğrul'u alıp, Atabey İldeniz ve Arslan-şâh'm üzerine gelerek uğraşmışlardı. O zam ândan beri Atabey İldeniz'in kalbinde bu keder saldı idi, gönlünden intikam almak isterdi. Atabey Sungur öldüğü zamân, Atabey onun ölümüne memnun olup, şiir söylemiştir.
Halife Muktefi Li-Emrillâh hicretin 555. yılının Re- bi'ü'l-evvel ayında (Mart-Nisan 1160) vefât etti. Hilâfet müddeti 24 yıl, 3 ay, 16 gün oldu. Bütün ömrü 66 yıldan 28 gün eksikti. Muktefi li-Emrillâh öldüğü zamân yerine oğlu Müstencid Billâh (119) halife oldu. Bütün halk itâat ve biat ettiler.
ARSLAN-ŞAH'İN EMİR ZENCİ Yİ İSFAHAN'A DAVETİ: Atabey Sungur öldüğü zaman, yerine karde
- 109 -
şi Emir Zengi bey oldu. Atabey Sungur ile Atabey İldeniz arasında düşmanlık olduğu sebebden; Atabey İldeniz Sultân Arslan-şâh’ı tahrik ederek, geldiği zamân bir bahâne ile ya azl etmek veya öldürmek için, Emir Zengi'yi dâvet ettirdi.Davet haberi Emir Zengi'ye ulaştığı zamân korku üstün geldi ve korkudan kendinden geçti. Çünkü mâcerâyı ve Atabey Şemse'd-Din'in Atabey Sungur'a olan kinini bilmekte idi. Sonra cevâb gönderip, "Ben Sultân'm kulu ve kapısında kölesiyim, emrine muhâlefetim yok, hükmüne tamam itâat üzeri- neyim. Eğer kardeşimden bir alçaklık olduysa, Allâh Sultân'm intikamım aldı, ömrü sona erip, ettiğini buldu. Kardeşimden ötürü Sultân'ın bana kini ve Atabey'in kötü niyeti olmasından korkarım. Eğer öyle ise, bana olan kinlerini gidersinler, düşmanlıklarını dostluğa değiştirsinler. Bana âmân versinler, korkumu emniyete döndürsünler. Acıma, şefkat, iyilik etsinler. Ben de hizmetlerine varayım, ayağımn toprağma tozuna yüzümü süreyim'.' dedi. Elçiye türlü türlü hediyeler, her cinsden elbiseler, köleler, Arab atlan, katırlar, hizmetkârlar ve cariyeler gönderdi. Elçiye, kendisini inandır- malan için bu hususda eline bir âmân mektubu verilmesini ısmarladı. Zengi'nin elçisi Sultân'ın ve Atabey'in hizmetine ulaştığı zamân, mektubu ve hediyeleri verdi. Sultân ve atabey iyi bir surette kabul edip. "Her ne derse yanımızda geçerlidir." dediler.İsteği üzerine âmân mektubu yazarak elçinin eline verdiler, tam bir ikram ile gönderdiler. Emir Zengi, elçi geldiği zamân, isteğinin olduğunu öğrendi. Sonra yine bir çok hediyeler düzüp, yola girdi ve Isfahân'da bulunan Sultân 'm hizmetine ulaştı. Atabey emr etti, bütün askerler ve beyler silâh ve eşyalanm kuşanıp Emir Zengi'yi karşılamak ve saygı göstermek için bölük bölük geleceği yolda durdular. Emir Zengi her bölüğü gördükçe Sultân 'ı onların arasında sanır, atından inmeğe hazırlanır-
- 110 -
dı. Sultânin olduğu yere ulaştığı zamân gördüğü bolluk ve süsden dehşete düştü. Sonra atından inip, Ata- bey'e karşı yürüdü. Atabey de Emir Zengi'yi gördü ve hürmet edip, atım bir parça ondan yana sürdü. Emir Zengi de A tabeyin atının ayağına yüz sürdü. A tabeyin emriyle hâcibler yetişerek kaldırdılar. Emir Zengi Atabeyin ayağını öperek ağladı "Sizin yemin ve sözünüze itimâd ettim'.' dedi. Atabey de "Memnun ol, işin dilediğin gibidir',' dedi. Atabey, Emir Zengi'nin Sultân'a götürülmesini emretti. Sultân in çadırım her taraftan emir ve sipâhi araya almış, Sultân in otağı askerler içinde kalmışdı. Beyler yaya olarak Emir Zengi'nin önüne düşüp, o halkanın içine girdiler. Emir Zengi'ye dehşet üstün gelir, adımda bir yer öper, yüzünü yere sürerdi. Emir Zengi Sultân'a yaklaştığı zamân, Sultân yerinden kalkarak, Emir Zengi'ye bir-iki adım karşı geldi. Sonra Emir Zengi ilerleyerek, Sultânin ayağını öptü ve oradân dönerçk atma bindi. Önünde çavuşlar ile gelip, çadırına indi. Sultân, Emir Zengi'ye her çeşitten sayısız yiyecek ve içecek şeyler gönderdi. Ondan sonra Emir Zengi'yi meclisine çağırarak, beraberce şarap içip, ziyâfet verdi ve ağır hil'atlar giydirdi. Emir Zengi'ye altın ve gümüş oyan (gem, dizgin, yular) ve eyerler ile at ve katırlar ve bir mücevherli bir kılıç bağışladı. Emir Zengi Sultân'ın meclisinden çadırına bu denli şereflendirilme ile gitti. Sıiltân, Irâk beylerine; her birisi Emir Zengi'ye başka Pbaşka ziyafetler vererek kudretleri olduğu kadar ikramda bulunmalarını, emretti. Sonra her biri ziyâfet verdi. O beylerden birisi de Emir İzze'd-Din Satmaz b. Kaymaz Harami idi, 150.000 dinâr hare ederek ziyâfet tertibledi. Ziyafetten sonra da 70.000 dinâr verdi. Emir Zengi, İsfahan'dan Hemedân'a gidinceye kadar Sultân'm hizmetinde kaldı. Sultân Hemedân'a- giderken, Emir Zengi'ye tekrâr hil'at giydirerek, Fars vilâyetini ve bağh
- 111 -
bölgeleri ona verdi, "Halka adâlet ve insâf yoluna git, zulmü terk et'.' dedi. Emir Zengi Sultanin hizmetinden ayrılarak Fars'a gitti.
Sultân ile Atabey İldeniz Hemedân'a yöneldiler ve kısa bir müddet orada oturdular. Sultân'a bir feryâd- cı "Gürcü Kâfirleri gelip Dovin'i yağmaladılar, mal ve eşyadan ne buldularsa aldılar. Sayısız asker toplamışlar ve diğer İslâm ülkelerine de hücum niyetleri varl' diyerek haber getirdi. Atabey bunu işiterek Azerbaycan'a geldi, Gürcüler'e sefer etmek niyetiyle asker topladı. Bu esnâda tesâdüf Erdebil ve Bürucird'in Beyi Emir Nasıre'd-Din Akkuş öldü. Atabey İldeniz Erdebil'i kendi oğlu Pehlivân'a, A kkuşiın oğlu Muhammed'e de Erdebil yerine Hemedân'ı verdi. Atabey Gürcüler üzerine gitmek niyetinde iken, Gürcü (Kıralı III. Giorgi'den) elçi ve haberci geldi ve Azerbaycan'da A tabeyi buldu. Giorgi "Biz Gence ile Beylekân'dan her yıl şu mikdâr harâc alırdık. O hârâc yıllardan beri toplanıp, hâzinemize vâsıl olmaz. O harâc kaç yıllık oldu ise, hepsini gönderesin. Eğer göndermez isen, işte geliyoruz. Er isen kaçmayıp, karşı durasın" diyordu. Atabey Gürcü Kıralı'nm mektubunun mânâsını anladığı zamân, cevâb yazdırıp "Beniıı gelmekten murâdını seııiıı hükümdarlık merkezin olan Tiflis'i almak ve sana ve ülkene dünyâda olmayan işleri apmaktır. İşte ben geliyorum. Iıuner odur ki, karşı durasın, var kuvveti pazıya veresin. Sana 11e işler yaptığımı göresin. Ben senin üzerine öyle bir asker ile geliyorum ki, o askeri hiçbir nesne ile gidermek ve bir hile ile önlemek kâbil değildir. Ancak gürz, kılıç, mızrak ve ok ile olabilir* dedi. Atabey Gürcü elçisine cevâb verdikten sonra, Ars- lan-şâh'a gelmesi için bir peyk gönderip, Gürcülerin mektubunu, kavgasını ve mektuba verdiği cevâbı bildirdi. "Doğru görüş, hemen asker toplayarak, gelmenizdir" dedi. O sırada Irâk ask :rleri çok iyi ve son
- 112 —
derecede beğenilmekte, kudret ve kuvvet üzerine idi. Sultân Mes'ud zamâm gibi, belki de daha iyi olmuş, son derece olgunluğa ulaşmıştı. Arslan-şâh Gürcüler'i yok etmek için Irâk'dan öyle bir asker ile harekete geçti ki, gözler bakmaz kamaşır, yürekler korkar ve görenler korkudan ürkerdi. O askerde şunun gibi erler vardı ki, her birisi bin kişiye bedeldi. Her birisi tecrübe anasının memesinden süt emip, zamanın içinde terbiye bulmuş ve harp ocağında pişip yetişmişti. Hiçbir zamânda Irâk 'da böyle seçme ve silâhlı bahadırlardan ordu toplandığı görülmüş değildi. Sonra Sultân bu kadar asker ile ilerleyerek Atabey ile Nahcuvân'da birleşti. Oradan Gence'ye geldiler, bir müddet orada kaldılar. Gürcü kıralı, Sultân'ın bu kuvvet ve kudret ile geldiğini haber alınca, süratle elçi göndererek yalvardı ve "Ben o istediğim harâcdan Vazgeçtim.Bundan sonra her ne derseniz,emrinize itâat üzerineyim."dedi. Meğer o sırada Ermenşâhlar'dan Sökmen b.İbrahim! 1 20) de sayısız ordu,ve silâh ile Sultân'm hizmetine gelmişti. Sultân ona ikrâmlarda bulunarak ağırladı. O e s m ı d a Atabey İldeniz’e Gürcüler'den elçi geldi. Atabe\ d e elçinin geliş haberini Sultân'a bildirdi. Sultân d;ı d i v â n toplayarak bütün beyleri bir yere getirdi. Gım u l e r ' i n elçisine ne cevâb verelim diye fikir sordu.-He; <m Atabey îldeniz'in yüzüne bakarak "Rey şenindir, tükenin durumunu sen iyi bilirşin" dediler. Beyler böyle d e d i k leri zamân, Atabey'de gönlündekileri bunlara bildirdi. Atabey îldeniz'in Gürcüler ile sulh yapmak fikrimle olduğunu anladılar. Irâk beyleri ayağa kalkarak. Snl tân'ın önüne geldiler ve yüz sürdüler, "Biz bu katlar asker toplayıp, silâh ve gereç hazırlayarak para harcadık. Kâfirler ile savaşmadan, onlara belâ yetiştirmeden, ve onların Müslümânlar üzerindeki isteğini kesmeden, Kâfirler'in kalbine korku bırakmadan nasıl döneriz',' dedi. Ermenşâh (Sökmen) da "Doğru cevâb
- 113 -
ve görüş budur. Çünkü Gürcüler Müslümânlar'ın üzerine karanlık bir gece gibi çökmüştür. Geçende gelip, Dovin'i harâb ederek yağmalamış ve müslümânları esir etmiştir. Eğer bu kadar para hare edip, bu kadar asker toplanmış iken onlar ile savaşmadan dağıhrsak, Kâfir- ler'in Müslümânlar üzerindeki istekleri artar. Sultân Irâk 'a döndüğü zamân, Kâfir topluluğu ile ilerleyip, Islâm ülkesine girmesi ihtimâli vardır. Asker dağılmış ve yoluna karşı durur kimse olmadığından Islâm halkına zarar ulaşır, Islâm ülkelerini yağmalarlar, yine bu kadar para hare olup ve asker toplanıncaya kadar Kâ- fîrler'in ayağı altında kalır. Gerekli olan, bu kadar gelmiş ve asker toplanmış iken, Allâh'a sığınıp Kâfirler ile ile savaşmaktır” dedi. Atabey ildeniz bu sözleri işittiği zamân, biitüıı beylerin dileğinin Kâfir’le buluşmak olduğunu anladı, kalkıp beylerin her birisinin boynuna sarıldı, "Kâfirler ile ve Allâh'm düşmanları ile savaşa gayretli olduğunuzu anladım. Şimdi silâhlanın, sizin ile cihâda gidelim ve nefsimizi Tanrı yolunda fedâ edelim." dedi. Sonra Gürcü Kırah'nın elisiııe uygun cevâb verdiler, savaşdan vazgeçmiş gibi göründüler. Hemen elçinin ardınca gittiler, Kâfir'den yana yürüdüler. Gürcü Kıralı bunların kendi ülkesine geldiğini anladı. O da asker toplayarak, sayısız kâfir askeri ile karşı çıktı. Sanki demirden deniz gibi aktı. At ve asker sesi e trafa dehşet verirdi, iki taraf askeri kin ile gelerek, birbirlerine yakın oldular. Atabey Şem se'd-D in İslâm askerini üç kısma ayırdı. Bir kısmını savaşmak için Kâ- firler'in karşısına koydu. Bir kısmına "At ata, er ere karşı ve savaş tam olgunlaşıncaya kadar durun. O sırada siz de hücum ederek, kılıç vurun. Bu suretle Müşrikler (Allah'a şerik,ortak koşan) kendileri ile savaşan askerden başka, tekrâr dinç askerin savaşa girdiğini bilsin ve zayıflasınlar',' dedi. Kendisi de üçüncü kısımda, her birisi çok kerre savaşa girmiş ve darbe yemiş
- 114 -
kulları ve yakınları ile beraber kaldı. Bunlar Atabey’i ve Sultân'ı kuşatarak durdular, meydân yerine göz urdular (baktılar). Gürcü Kıralı da ordusunu tertibleye- rek, İslâm askerinin karşısında durdu. İki taraf da askerini tertibledikten sonra savaşa başladılar. Birbirine karışıp, kılıç vurdular ve ok attılar. Bir müddet böyle devam etti, kanlar akıp çok kişi can verdi. Savaş tam kızıştığı zamân.o birinci kısmı güçsüz kaldı. Atabey Irâk Beyleri'nin bulunduğu ikinci kısma emr etti,bunlar bir aradan tekbir getirerek sel gibi Kâfîrler'in üzerine aktılar, Kâfirleri kıhç ışıkları ile yaktılar. Müslümân- lar'm arasına karışıp öyle savaştılar ki, dünyayı Kâfirlerin başına dar ettiler. Hemen Atabey ildeniz de yanında olan kendi kulları ile K âfirlerin üzerine yürüdü. toz-toprak dünyayı bürüdü. Öyle zamân oldu ki, sanki kıyamet gününden bir örnekti. Sabahdan öğle vaktine kadar büyük bir savaş oldu, neticede Kâfirler mağlub oldu. Gürcü Kıralı, Müslümân ordusunun bölük bölük durmadan geldiğini ve gittikçe fazlalaştığını, ardlarım ve önlerini kılıç aldığını gördü, durmağa gücü kalmadı, birkaç yarar adamı ile başını kurtarmak sev- dâsına düştü. Askerin bir tarafını yararak memleketlerine gittiler. Geri kalan askerin erkenden kaçabileni kurtuldu, kaçamıyanlardan kimisi öldürüldü ve kimisi esir oldu. Kâfirlerden 12.000 kişi kıhca geldi, savaş yüzünden öldü. Sonra İslâm askerleri K âfirlerin sayısız mal ve eşyalarını yağma ettiler. Islâm askerlerinin elleri ganimetler ile doldu, inci gibi köleler, cennet kızları gibi câri/eler onların eline geçti, koyunları ve koltukları mal ile doldu. Gürcü Kıralı’mn yemek yediği altından çanak, büyük tepsi, tabak ve sahanlar ile atlara su verdikleri gümüşten kovaların hepsi Müslümânlarin eline geçti. Hâzinesinde sayısız kıymetli taşlar, akik ve mercan incisi bulundu. Bu savaş hicretin 556. yılında (1161) oldu (121). Savaş bittikten sonra Müslümânlar
- 115 -
birkaç gün dinlendiler ve Gürcü ülkesine girdiler. Her şehre ve'köye ulaşarak, zarar-ziyân verdiler ve yağmaladılar. Büyükleri öldürüp, ç ocu klan İslâm ülkesine sürdüler. Bu yol ile Gürcü ülkesinde varabildikleri yere kadar yakıp, yağma ve harâb ettiler. Asker tabir olunmaz şekilde ganimete kavuştu. Sonra Sultân ve Atabey İldeniz Gence 'ye geldiler, birkaç gün orada kaldılar. Atabey Gence'yi muhâfaza etmek için, orada güvenilir bir emir ve biraz asker bıraktı.Ermenşâh (Sökmen) da oradan memleketine döndü.Atabey ile Sultân,Nah- t tıvâııla gittiler, biraz orada kaldılar. Sonra Herne- daıı'a yöneldiler. Sağ ve ganimete kavuşmuş olarak Hemedân'a geldikleri zamân, şehir halkı karşılamağa çıkarak, Sultân'a saygı gösterdiler, donanma yapıp, şehri süslediler.
Hicretin 562. yılında (1166-1167) Nisâbur Meliki Müeyyed Ay-Aba'dan Atabey İldeniz’e bir mektub ve elçi geldi, "Harezmşâh İl-Arslan'm Nisâbur’a gelmeğe niyeti var. Bana yardım edin. Eğer Nisâbur'u alırsa, bunun ile kanâat etmez, Irâk 'ı almağa kasd eder, sizin üzerinize gider, bu ülkeyi feth etmekle kuvvet bulur. Siz erkenden bu belânın ve güçlüğün önüne geçin',' diyordu. Ay Aba'nın bu mektubu geldiği zamân, Atabey Hemedân'da idi, göçüp Rey'e geldi. Harezmşâh'a mektub ve elçi gönderdi ve "Müeyyed Ay-Aba Sultân'm memlükü; Horasan ve senin memleketin, Sultân'm ve babalarının ülkesidir. Sen Nisâbur'a saldırıp, bu kötülüğü edersen, sayısız asker ile senin üzerine yürüyeceğim muhakkakdır. Sen benim ile savaşırsan ne duruma düşeceğini ve dünyanın başına dar olacağını da kendin biliyorsun. Şimdi düşünüp, kendine faydah yola gide- sin'i dedi. Atabey İldeniz'in mektubu Harezmşâh'ın huzuruna ulaştığı zamân, Harezmşâh daha beter kin- lendi ve öfkelendi, Nisâbur'a gitmek kasdı bir iken bin oldu. Hemen hazırlık görerek, hicretin 562. yılında
- 116 -
(1166-1167) Nisâbur'a gitti. Tamâm iki ay Nisâbur'un üzerinde savaştı, almağa imkân bulamadı. Atabey İldeniz de Harezmşâh'm Nisâbur'a geldiğini öğrendi, o da Harezmşâh ile savaşmak niyeti üzerine Bistâm'a yürüdü. İl—Arslan bunu işiterek Nisâbur'u bırakıp gitti, Cürcân'a ulaştı. Sonra Nisâbiır Meliki Ay—Aba,Atabey gittikten sonra ll-Arslan yine gelerek,bizi yağmalar diye korkup, Kâdi Fahre’d-Din Kufî'yi ll-Arslan'a gönderdi ve "Bu kadar mal hare ettiler, yine bir nesne elde edemeden gittiler. Biz bu durumdan utandık. Şimdi biz onlara ve emirlerine itâat üzerine olduğumuzu bilsinler. Bundan sonra bu ülkede sikke onların adına basılsın ve hutbe onların ismine ve bizim hareketimiz, onların emr ve yasak etmesi üzerine olsun" dedi. Bu haber ll-Arslan'a gelince, Ay-Aba'dan utanarak râzı oldu. İki taraftan bu husus üzerine anlaşma olunca, ll-Arslan Kâ- di'ye değerli hil'atler giydirerek, ikı*âm ile gönderdi. Yanma bir elçi de katarak, Ay-Aba'ya birçok hediyeler, altın ve gümüş eyerli at ve katırlar ile diğer nefis eşyalardan yolladı. Atabey İldeniz bu sulhu işittiği zamân, Ay-Aba'ya incinerek yardıma gelmiş iken vazgeçti, Bistâm'dan dönerek Rey'e gitti.
İldeniz oradan Azerbaycan'a ulaştı, Musul Beyi'ne mektub ve haber göndererek, Musul'da sikke ve hutbenin Arslan-şâh adına olmasını, o ülkeden Selçuklu Sultanlarına gönderilenlerin bunun da hâzinesine ulaştırılmasını istedi. Musul Beyi Atabey'in mektubu vâsıl olunca, bütün dediğini kabul etti. Neticede Musul'da ve diğer ülkelerde, Diyârbekir ve Cezire'de sikke ve hutbe Arslan-şâh adına oldu. O ülkelerden Arslan-şâh'a hediyeler, Arab atlan ve Rum katırlan, her cinsten elbiseler ve kumaşlar geldi. Musul Beyi Atabey Kutbe'd- Din Mevdud b. Zengi ile Atabey Şemse'd-Din İldeniz arasında sevgi ve dostluk kuvvetlendi, Sultân Arslan-şâh hizmetinde birliğe ulaştılar. Fars sâhibi (Zen-
- 117 -
gi), Sultân Mes'ud'a verdiği (vergiyi) her yıl Sultân Arslan-şâh'a gönderirdi.
SULTAN ARSLAN—ŞAH IN EMİR CEMALE'D- DİN'İ GÖNDEREREK, KİRMAN T KİRMAN MELİKİ'NİN ORTANCA OĞLUNA VERMESİ: Hicretin 563. yılında (1167-1168) Kirmân Meliki öldü (122). Üç oğlu vardı (123), birbirlerine düşman oldular. Her birisi hân ve atası yerine sultân olmak diledi. Ortanca oğlu (124) ihtilâf sırasında kaçarak, Hemedân'a Sultân* Arslan-şâh'm hizmetine geldi, kardeşlerinden şikâyet etti, atasının tahtını kardeşlerinden alması için Sultân'dan yardım bekledi. Sultân ve Atabey de yardımı kabul ederek, saygı gösterdiler, yetecek mikdârda asker verdiler. Hemedân'm vâlisi Emir Ce- m âle’d-Din Muhammed Akkuş’u kumandan yaptılar. Hicretin 564. yılında (1168-1169) (125), İlemedim'daıı hareket ettiler, kısa sürede Guvâşir (126)’e ul.ısîîlar. Guvâşir Kirman Melik'nin merkezi idi, bunlar gelince Kirmân Şahı (Behrâm-şâh) firar ederek Ni- sâbıır'a gitti. Emir Cemâle'd-Din şehri aldı, Kirmân Meliki'nin oğluna (Arslan-şâh)'a teslim etti. (127). ı \ısl;m-şâh)'hâzineye girdi, kardeşinin alıp gittiklerinden başka her ne buldu ise,getirip Cemâle'd-Din'e verdi,
Hâzinede mâl çoktu, kardeşim firâr edince almış." iliş erek, özür diledi. Şehre salgın (Keyfi vergi) salarak, topladıklarını Emir Cemâle'd-Din ile gelen askere durumlarına göre verdi, "Bu memleket Sultân hazretleri- nindir, ben onun ııâibi, kulu ve devlet kapısında bir kölesiyim. Bu ülkeden elden edilen servetin, askere harcanandan, fazlasını her yıl Sultân'a göndereyim" dedi. Sonra Emir Cemâle'd-Din Kirmân'dan dönerek, Irâk'a geldi.
(IRAK'DAKI OLAYLAR, ATABEY İLDENİZ İN
- 118 -
VE SULTAN ARSLAN-ŞAH'IN ÖLÜMÜ:) O yılın sonunda Heınedân'a ulaştı. Sultân emr etti, bütün beyler ve askerler Emir Cemâle'd-Din'i karşılayarak, saygı ile şehre ve Sultânin hizmetine getirdiler. Sultân Yrslan-şâlı ile buluştuğu zamân, Sultân ikrâııı ederek
değerli iıil'atlergiydirdi. Çarşıları ve bütün şehri donatıp, eğlence sesleri gök yüzüne çıktı. Emir Cemâle’d- Diıı Sultânin yanında hürmet gördü. Atabey de çok saygı gösterip, onu yüceltti. Hicretin 567. yılının Re- ceb ayının 9. günü (8 Mart 1172) (128) Harezmşâh İl-Arslan öldü. Tarih yazarlarının söylediğine göre, bütün Irâk ve Azerbaycan Sultân Arslan-şâh ile Şemse'd- Din İldeniz'in hükmünde idi. Ancak Arslan-şâh ülkesinde görünüşte, Atabey ise hakiki mânâda hüknr ediyordu. Atabey Şemse'd-Din İldeniz bütün memleketin alanı vereni idi, bütün hükümleri o yürütür, bütün işleri o görürdü. Her istediğini eyler ve hâzineleri dilediği yere sarf eder ve askeri her nereye dilerse alır giderdi. Sultân ona karşı gelmeğe ve önlemeğe güçlü değildi. Sultân Arslan-şâh zamân zamân A tabeyin böyle alıp verdiğine darılır ve bu malları müstakil tasarruf ettiğine huzursuz olurdu. Atabey'in hâtunu, Arslan-şâh'm :m:ısı idi. Arslan-şâh anasına söyler ve şikâyet eylerdi. Anası Arslan-şâh'a nasihat eyler ve "Bu kişi seni ileri çekti getirdi, luikümdârlığı alıp sana verdi. Selçuk- lular'dan ne kadar kimseler var ki, senden büyük, hapislerde ve kurtulmaktan ümitsiz yatarlar. Hiçbirisinin harekete imkanı ve yerinden kımıldama ihtimâli yok. Sen ise hükümdarlık, tahtında ve tam kudrettesin. Bu kişi kendisi ve iki oğlu sana hizmetteler, senin yolunda kaç kerre savaşlar yaptı. Kendini nice tehlikeli işlere attı ve en güzel mallarını senin yoluna sarf e tti.- Kullarını senin düşmanların ile yaptığı savaşlarda kaybetti. Seni hükümdârlık tahtına oturtuncaya kadar ne zahmetler, belâ ve zorluklar çekti. Senin düşmanlarına
- 119 -
karşı durur, sana muhalefet edenlerin boynunu vururdu. Bütün belâları o görür, sen rahat ve refâh içinde oturursun. Birisine mal verir, birisine vermezse, hepsi senin devletinin ve hükümdârlığının iyiliği içindir. Şimdi oğul, onun işine tasalanma, ondan ötürü gam çekme'.' diyerek, daima anası bu çeşit nasihat ile ıztı- râbım giderirdi. Hicretin 566. yılının Rebi'ü'l-evveli'nin sekizinci Cumartesi günü (19 Kasım 1170), Halife Müs- tencid Billâh öldü. Aynı yılın Rebi'ü'l-âhiri’nin onuncu günü (21 Aralık 1170),halifeliğe oğlu Müstezi bi-Nurul- lalı (129) geçti ve Ona biat olundu.
Atabey Şemse'd-Din İldeniz hicretin 570. yüında (1174-1175), Nahcuvân'da öldü. O zamân Sultân Hem edân'da ve Muhammed Pehlivân da yanında idi. Babasının öldüğünü işittiği zamân, Sultân'ın babası sebebiyle kaygısı olduğunu bilirdi, Sultân'm haberi yok iken kaçarak, Azerbaycan'a gitti. Azerbaycan'a ulaştığı zamân, babasının makâmında oturup, hazine ve mallan zabt etti ve askerleri yanma topladı, herbirinin gönlünü yaptı. Bu taraftan Sultân, Atabey İldeniz'in öldüğünü ve Muhammed Pehlivân'm babası yerine geçerek hâzineleri zabt ettiğini ve beylerin ona yöneldiğini duydu s Sonra hazırlık görerek, Azerbaycan'a gitmeğe ve orasını Muhammed Pehlivân'm elinden kurtarmağa niyet etti. Beylerin çok gayreti ve ihtimâmı ile, Irâk 'da hiç misli görülmeyen sayıda asker toplandı. Beyler Sultân'a "Azerbaycan'ı Pehlivân'm elinden, aldıktan sonra dönüp, Hemedân'a gelesin, oradan Bağdâd'a yürüyesin. Musul sahibi Kutbe'd-Din Mevdud senin kulundur, her hususda sana itâati sağlamdır, gelir vardım eder. Böylece Bağdâd feth olup, senin için halifelik mihberi üzerinde hutbe okunursa, sana kimse itiraz edemez ve hükmüne mâni olmaz. Bütün ülkede sultân ve bütün memleketlerde hân olursun, "dediler.Sonra bu niyet ile Sultân Arslan-şâh sayısız asker ile göçe
- 120-
rek, Zencân'a geldi. Tesadüf Zencân'da Sultân şiddetli bir hastalığa tutuldu. Öyle ki, harekete ve kımıldamağa tâkat kalmadı. lyişelip, tekrar yola devam etmek niyetiyle Zencân'da kaldı. Hastalık gittikçe fazlalaştı, neticede ecelin yetiştiğini gördü, "Beni Hemedân'a götürün'* dedi. Asker döndü, Sultân çok zayıfladı, yolda bir konak yerinde konakladı. Hemedân'a varmadan orada vefât etti, dünyâdan gitti, ölüsünü Hemedân'a götürdüler. Babası Rüknejd-Din. Tuğrul'un gömüldüğü türbeye gömdüler. Hicretin 570. yıhnda (1174-1175) Atabey Şemse'd-Din ildeniz ölümünden iki ay sonra, öldü (130).
Arslan-şâh'm oğlu Melik Tuğrul Nahcuvân'da Muhammed Pehlivân ile idi. Pehlivân, Sultân Arslan- şâh'm öldüğünü işitince, Melik Tuğrul'u hükümdârlık tahtına geçirdi, Nahcuvân'dan Irâk 'a gitti. Pehlivân Muhammed de, Sultân (Arslan-şâh) zamanındaki gibi atabey liğe tayin olundu, babası İldeniz'in kudretine kavuştu. Diğer taraftan Arslan-şâh'm, Huzistân'da bulu- nan,büyük kardeşi Melik Muhammed ölüm haberini işittiği zaman.atabeyi ve Huzistân hakimi Şerefe'd-Din (Emirânb.Şumla)'ya "Askerleri topla,Irak'a gidelim,saltanatı talebedelim."dedi. Şerefe'd-Din "Atabey Pehlivân' m yamnda asker çoktur.Ben hu kadar bin kılıç ve oka karşı koyup, Pehlivân ftf savaş edecek güçte değilim. O gün görünmesin. Babanı onunla Karmasin'de yaptığı savaşta yenildi, kendisi olduriildü. Şimdi bütün Azerbaycan, Irâk ve Arrân askerleri onunladır, 50.000'den fazla at ve askere sâhibdir. Ben onun ile nasıl savaşayım. Ancak sen yalnız İsfahan'a git, belki orada Sultân Arslan-şâh askerinden sana uyar kimse bulunur. Eğer öyle olursa, ben de ardından gideyim, sana yardım edeyim'.' dedi. Melik Muhammed bu sözü işittiği zaman yalnız kendi adamları ile Isfahân'a gitti. Beyar- lerden biraz kimse Isfahân'da ona itâat etti ve Emir Kafşud b. Kaymaz el-Harâmi Hemedân'dan gelerek tâ
- 121 -
bi oldu. Isfahân'da Melik Muhammed'in yaranda 1000 kadar adam toplandı. Bu haber Hemedân'da bulunan Atabey Pehlivân'a geldiği zaman, kendi yakın adamları ve köleleri ile beş günde Isfahân'a ulaştı. Melik Muhammed'e atılmış ok gibi erdi, yanında olanları öldürdü. Melik Muhammed erkenden kaçarak Hu- zistân'a gitti. Emir Şerefe'd-Din Emirân, Atabey Peh- livân'dan korkarak, Melik Muhammed'in Huzistân’a girmesini önledi. Melik Muhammed Huzistân'a giremeyince, oradan Vâsıt'a gitti. Vâsıt Meliki onun şehre girmesine izin verdi. Pehlivân ardından gelerek, Vâ- sıt'm karşısında, doğu tarafında konakladı, Vâsıt Meliki bu durumu gördü, üç gün oturduktan sonra Melik Muhammed'e "Ziyâfet üç gün olur, üç günde nihâyet bulur. Bundan sonra başımızdan korkarız, nereden geldiniz ise oraya gidin. Bizi korkudan kurtarın'.’ dedi. Sonra Melik Muhammed "Ben Halife'ye giderim, nıü- bârek eşiğine yüz sürerim" dedi. Vâsıt Meliki, "Ben sana mâni değilim, gönlün ne dilerse onu yap, her nereye gitmek istersen git." Melik Muhammed Vâsıt'dan çıkarak süratle ilerleyerek Bağdâd'a yaklaştı. Halife’ye mektub ve haber göndererek,Bağdâd'a girmek için izin ve kendisine yardım isteyip,çok yalvarıp yakardı.Hali- te'den Bağdâd'a girmesine izin verilmedi,ayrıca Bağdâd'dan asker çıktı. Halife bunlara "Tutun!’ diye emr etti. Melik Muhammed durumu öğrenince, Bağdâd askerinin önünden kaçarak yine Huzistân'a gitti. Hu- zistân Emiri (Şerefe'd-Din Emirân) şehre bırakmadı. O da Ş irâz'da bulunan Atabey Zengi'nin yanına gitti. O kabul ettiğinden birkaç gün Şirâz'da Atabey Zengi'nin yanında durdu. Sonra Atabey Pehlivân, Zengi'- e mektub gönderip, "Eğer Melik Muhammed'i tutup, Sultân Tuğrul'un hizmetine göndermezsen sayısız asker ile üzerine yürümem muhakkakdır. Eğer bana karşı durursan, ölümüne karşı durursun. Eğer kaçıp gi
- 122 -
dersen ülkenin mahvolduğu gündür',' dedi. Atabey Zeıı- gi’ye bu mektub gelince, Melik Muhammed'i tutarak Pehlivân ve Sultân Tuğrul'un huzuruna gönderdi. Pehlivân da Melik Muhammed'i Sercihân kalesinde hapis etti. Bütün ülke Pehlivân'a kaldı. Sultân Tuğrul'u tahta oturtup, kendisi beylik kıldı.
Hicretin 575. yılının Zilkade ayının 10. günü (7 Nisan 1180), Halife Müstezi bi-Nurullâh öldü. Bütün halifelik müddeti 11 yıl, 6 gün oldu. Yerine oğlu Nâsir li-Dinillâh Ebu'l-Abbas (131) halife olup, biat olundu.
SULTAN TUĞRUL'UN SALTANATI: Arslan-şâh öldüğü zaman oğlıı, Tuğrul çocuk olduğundan halkın gözünde itibarı yoktu, iltifât olunmazdı. Ancak Atabey Pehlivan’ııı askerler ve etrâfdaki beyler arasında büyük heybet ve haşmeti vardı.Bütün beyler ve asker ondan korkardı. Sonra Pehlivân Azerbaycan'a ve Arrân'a gitti ve Gürcü ülkesine girdi. Kimsenin ona karşı durup, savaşacak kudreti olmadı. Bütün herkes emrine itâat ve hükmüne tâbi oldular. Sonra dönüp, Irâk 'a geldi. Kardeşi Kızıl-Arslan Azerbaycan ve Arrân'da yerine nâib oldu. Etrâfdaki beylere mektub gönderdi, hutbe Sultân Tuğrul adma okundu ve sikke de onun ismine basıldı. Bütün herkes emrine itâat ederek, sözüne uydular. Nihayet Musul ve tâbi yerlerde, Ermeniyye, Ahlat, Fars ve Hüzistân'da hutbe ve sikke onun adma oldu. Bu zikr olan ülkelerin hepsine Rükne'd-Din Tuğrul sultân oldu. Pehlivân Harezmşâh'a (132) da mektub göndererek aradaki anlaşmazhğı giderdi, iki taraf- da hoşnutluk üzerine idiler. Bağdâd'a Halife'ye mektublar göndererek bağlılığını bildirirdi. Halife'den de devamlı hil'atlar ve hediyeler gelirdi. Pehlivân hayatta olduğu müddetçe, her zamân durum bu şekil üzerine idi. Halife'nin yanında Sultân Tuğrul hürmetle anılırdı. Sultân Tuğrul güzel görünüşlü, iyi
- 123 -
ahlâklı, heybet sâhibi ve temiz inançlı idi. Güzel şiir yazardı. Akıl ve anlayışta eşsizdi.
Pehlivân'm, Azerbaycan'da Türk ordusuna ser-dâr olan, kardeşi Kızıl-Arslan in çocuğu olmadığından, (Pehlivân'm oğlu) Ebu Bekr'i oğul yerine görürdü. Ebu Bekr, Kızıl—Arslan ile durur ona arkadaşlık ederdi.Atabey Pehlivân hayatta iken, Ebu Bekri Azerbaycan ve Arrân'a vâli tayin etmiş ve ancak Kızıl-Arslan'm himayesinde bırakmıştı. (Diğer oğullarına da ülke idaresinde görevler verdi. Buna göre;) Rey, Isfahân ve Irâk'ın geri kalan kısımlarını İnanç Mahmud ile Emir Emirân Ömer'e vermiş ve Özbek'i Hemedân'a tayin etmiş, onu da bu yol ile kayırmıştı. Bunlara "Eğer ben ölecek olursam, hepiniz amcanız Kızıl-Arslan'm hükmünde olasınız. Aslâ muhalefet etmeyiniz'^ diye emr etti. Ayrıca bunlara "Sultan Tuğrul'un hizmetini görmelerini ve onun buyurduğu yola gitmelerini,* ona karşı gönüllerinde düşmanlık olmamasını, hiçbirisinin ona muhalefet etmemesini'.' vasiyyet etti. Diğer bir va- siyyeti de "Halife'nin itâatından çıkmaktan korkun, başınıza bir düşmanlık geldiği vakit ona gidin." şeklinde idi. Atabey Pehlivân öldüğü zaman (133), Mü- zafere'd-Din Kızıl-Arslan Azerbaycan ve Arrân ordusu ile Hemedân'a gitti. Sultan Rükne'd-Din Tuğrul orada dururdu. İnanç Mahmud ve Emir Emirân Ömer de Sultân in yanında olup, hizmetini görürlerdi. Mahmud ile Ömer'in anneleri (Emir İnançin kızı İnanç Hâtûn) Rey'de otururdu. Kızıl-Arslan asker ile Hemedân'a yaklaştığı zamân, Sultan Tuğrul bütün askere, onun bir günlük yoldan karşılanmasını ve çok saygı gösterilmesini, emr etti. Sonra bütün ümerâ Atabey Pehlivân i nasıl- karşılarlarsa, Kızıl-Arslan'ı da o âdet üzerine karşıladılar. Kızıl-Arslan şehre gireceği sırada, Sultân in kendisi de Hemedân'dan dışarı çıktı. Atabey Kızıl- Arslan atından indi, Sultân in karşısında durdu, yüzünü
- 124 -
yere sürdü. Sultân'da Kızıl-Arslan'ı at üzerinden kucaklayarak, gönlünü hoş etti. Sonra Kızıl -Irslan atma bindi ve kumandanlar ve şöhretli emirler de hepsi bindiler. Oradan Hemedân kapısına gelince, Kızıl-Arslan yine atından inerek, Sultân'm önünce gâşiyesini götürdü. Beyler ve asker hepsi yaya, her birinin elinde yalın kılıç bu yol ile Sultân'ın sarayına ulaştılar. Sultân'ı sarayında bırakarak, her birisi yerli yerine gittiler. Ertesi günü Kızıl-Arslan, Sultân'a türlü türlü hediyeler verdi. Bir aya yakın, bu usul üzerine Sultân'a günden güne artan hediyeler verdi. Bütün bu hediyelerin kıymeti150.000 dinâr, belki de daha fazla idi ve ayrıca para olarak 100.000 altın verdi ve beylerin her birine hil ’at- ler giydirdi. Bütün beyler ile bir oldu, babasının ve kardeşinin mertebesini buldu.
Tarih yazarları dediler ki; Pehlivân’m hâtunu olan İnanç kızı Hâtûn, bütün beylerin Kızıl Arslan'a tâbi olduğunu gördü. Ayrıca Pehlivân'm câriyedeh olan oğlu Ebu Bekr'in Kızıl-Arslan yamnda itibârının fazla olduğunu ve Kızıl-Arslan'm ona, Hâtun'un oğullarından daha çok değer verdiğini anladı. Bu duruma gönlü râzı olmadı. Atabey Pehlivân'ın Hemedân'da bulunan Ay-Aba ve Rus adındaki meşhur kullarına mektub yazarak "Bir câriyenin oğlunun makbul ve benim oğullarımın gözden uzak olması sizlere hoş gelir mi? Şimdi yanımda size ve askerinize yıllarca yetecek ve artacak kadar hazine ve mâl vardır. Şimdi sizden ricâm, gelip benim oğullarımı ata bindirip, bütün hazırlıkları görün. Efendiniz Atabey Pehlivân'm da askeri yanınıza gelerek, sizinle birleşsin, Kızıl-Arslan'ı atabeylikden giderip, o makamdan ayırın',' dedi. Ay-Aba ile Rus'a Hâtun'un bu mektubu ulaştığı zamân, hemen ikisi de bir ân durmayıp, yola girdiler, acele ilerlediler. Üçüncü günü Rey'e ulaştılar. Hâtun'un iki oğlu, Hâtun'un yanında idiler. Sonra Hâtûn, çıkıp, bunlar ile buluştu.
Pehlivân'm kullarından orada bulunanlar, gelip tâbi oldular, sayıları çoğaldı. Atabey Muzaffere'd-Din Kızıl- Arslan bunların topluluğunu işitince, arkalarından Rey'e geldi. Kızıl-Arslan gelince, Ay-Aba ile Rus karşı duramayıp kaçtılar ve Dâmağân'a gittiler. Kızıl-Ars- lan birkaç gün Rey'in dışında oturdu, Hâtûn ile iki oğlunu kaleden indirerek huzuruna getirtti.
Sultân Tuğrul da Kızıl-Arslan ile Rey'e gelniiş ve kale alınıncaya kadar birkaç gün kalmışdı. Sonra Kızıl- Ârslan'm bazı tavırlarına incinip, Kızıl-Arslan'dan ayrılarak Dâmağân'a Ay-Aba ile Rus'un yanma gitti ve onlar ile Kızıl-Arslan'ı yerinden ayırarak, atabeyliği İnanç Mahmud'a vermek üzere, sulh ve ittifâk etti (134). Sultân Tuğrul bu ittifâki yaptıktan sonra, Dâ- mağân çevresinde bulunan Bâtmiler'in üzerine hücum etti. Önlan yağmaladı, askerin eline çok mal ve ganimet geçti.
Bu taraftan Kızıl-Arslan, Sultân Tuğrul gittikten sonra Rey'de birkaç gün kaldı. Ondan sonra Hâtûn, Mahmud ve Ömer oradan Sâve'ye geldiler. Hâtûn, Kızıl-Arslan'dan Sercihân kalesine gitmek için izin istedi. O da izin verdi. Hâtûn, Kızıl-Arslan'dan ayrılarak Sercihân kalesine gitti. İnanç Mahmud da Sultân Tuğrul'un Ay-Aba ve Rus ile ittifâkm ı işiterek, Kızıl- Arslan'ın yanından kaçıp, Sultân'm yanma geldi. Kızıl-Arslan da Rey'den Hemedân'a göç etti ve bir müddet orada oturdu. Kızıl-Ârslanin Rey'den Hemedân'a gelişi Sultân Tuğrul'a ulaştığı zaman, Sultân Tuğrul yine Rey'e döndü, bir müddet orada kaldı. Ebher Beyi Bahâe'd-Din Şerefü'd-Devle, Zencân Beyleri Kaf- şud oğullan ve Merâğa Beyi de kendisine katıldılar. Rey'de çok beyler ve sayısız asker toplandı. Kızıl-Ars- lan bu topluluğu işitince, acele ile Hemedân'dan kaçarak, Azerbaycan'a gitti ve Bağdâd Halifesi (Nâsır)'a elçi ve mektub gönderip "Ben onlann babadan oğula
- 126 -
kullan ve devlet kapısında kölesiyim. Şimdi durum şuna vardı ki, askerler Rükne'd-Din Tuğrul ile beni gidermek üzere ittifâk ettiler. Eğer bunların kötülükleri önlenmez ve sed çekilmezse, büyük felâket olur. Dünya savaş ve öldürme içinde kalır. Beni gidermekten maksadları, Bağdâd'ı ele geçirerek Halife üzerine hüküm ve hükümet kılmaktır. Eğer Halife bir mikdâr asker ile bu kuluna yardım ederse, düşmanın kuvveti kırılır, dünyâ rahatlık bulur, bütün Irâk Halife'nin olur'.' dedi. Kızıl-Arslan'ın mektubu Halife'ye ulaştığı zamân, iyi bir şekilde kabul ederek, hâzineden600.000 dinâr çıkardı. Kızıl-Arslan'a gitmek üzere bir ordu hazırlayarak Celâle'd-Din b. Yunus'u o askere kumandan tayin ederek gönderdi. Hicretin 583. yılında (1187-1188) Bağdâd'tan çıkarak, Kızıl-Arslan ile sözleştikleri şekilde buluşmak üzere, Hemedân'a yöneldiler. Ancak Kızıl-Arslan söz zam ânında bunlarla buluşamadı. Vezir Celâle'd-Din, "Kızıl-Arslan'ı bekleyecek ne var? Biz Tuğrul'a cevâb verip, askerini dağıtmağa ve sancağını ters döndürmeğe yeteriz. Yürüyün Hemedân'ı alalım, Kızıl-Arslan'ı orada sultân kılalım'»' dedi. Sonra Kırmânşâh'dan Hemedân'a gittiler, Dây- merg'e ulaştılar. Sultân Tuğrul bütün Irâk Beyleri ve askeri, İnanç Mahmud ve Atabey Pehlivân'm askeri ile Hemedân'dan çıkarak yürüdü, toz cihânı bürüdü. Sonra her iki taraf askeri birbiriyle buluşup, Öyle bir savaş oldu ki, yer atların ayaklan altında toz-toprak olup, havaya yükseldi. Dünya tozdan ve kan buharından karanlık ile doldu, kanlar yere yağmur gibi yağdı. Vezir Celâle'd:Dm'in sol kanadında Emir Mahmud b. Bercem ile Türkmen ve Kürd askerleri vardı. Emir Mahmud onlara kumandan idi. Sultân Tuğrul onların üzerine ilerledi, çok kılıç vurup, öldürdü. Emir Mahmud yenildi, askerinin yüzü döndü, hiç birisi sebât edemeyip, Karmasin'e kadar kaçtılar. Vezir Celâle'd-Din mer
- 127 -
kezde durdu, kendisinin yakın adamları ve kullan ile Sultân Tuğrul'un askerine kılıç vurdu, ikindiye kadar savaştılar, hepsi ölüp gittiler. Vezir Celâle'd-Din yalnız kalınca, Sultân Tuğrul, Halife'ye hürmet kasd ederek Celâle'd-Din'e saygı gösterdi. Celâle'd-Din ile kendisi konuştu ve "Kimsen kalmadı, kendi canına kıyma. Var kullann ile Bağdâd'a git',' dedi. Beyler'e Vezir Celâle'd- Din'in çadırına götürülmesini emr etti. Halife'ye hürmet için saygı gösterdiler. Sonra Celâle'd-Din sağ kalnn askerleri ile Bağdâd'a gitti (135).
Halife Nâsir li-Dinillâh askerinin hezimete uğramasından utanç duydu, çok para hare ederek, hazırlık yaptı ve tekrar asker toplayarak Emir Mücâhide'd-Din Hâlisü'l-Hâsi kumandan tayin etti. O yılın soıumd.ı (1188) Bağdâd'dan yine bu şekilde asker çıkarak Hemedân'a doğru gitti. Bunlar Hemedân'a yaklaştığı /a mân, Sultân Tuğrul'un askeri dağılmış, her biri yerine gitmişti. Sultân gelen askerin çokluğunu ve kumandanın kuvvetli ve şiddetini öğrenince, karşı durmayarak Isfahân tarafına gitti. Bağdâd askeri Hemedân'a ulaştı. Zahmetsiz ve bir mâni olmadan şehre girdi, bir müddet orada dinlendiler. Kızıl-Arslan da Hemedân'a gelerek, Bağdâd askeri ile buluştu. Kızıl-Arslan'a saygı ve ik- râından sonra, Halife'nin selâmını söylediler ve "Halife seni bu vilayetlere naib ve ser-asker yaptı" dediler.
Isfahân'dan Azerbaycan'a gitmiş olan Sultân Tuğrul'un yanma askeri ile (Îzze'd-Din) Haşan b. Kıfçak geldi. Sultân Tuğrul'un da Türkmenler'den askeri çoğaldı, 50.000 kadar askeri oldu. Onlar illeri ve vilayetleri vurup, yağmaya başladılar. Sonra Uşnu (136), Urmiye, Hoy ve Selmâs'ı (137) yağmaladılar. Kızıl- Arslan da Hemedân'dan döndü ve kardeşinin oğlu İnanç Mahmud ile aralanndaki dargınlık gidip, banş üzerine oldular, inanç Hâtûn da gelip Kızıl-Arslan ile buluştu. Kızıl-Arslan Hâtûn ile Hemedân'da evlendi,
Hâtûn orada kaldı. Sultan Tuğrul Türkmen askerleri ile ülkeyi harabeye çevirmişti. Kızıl-Arslan Hemedân'- dan harekete geçti, öncü olarak kardeşinin oğlu Ebu Bekr bulunuyordu. Irak beylerinden Emir Bâr, Nure'd-
Din Kara ve Rey Emiri Sirâce'd-Din Kaymaz da bu orduda idiler. Hemen bunlar Sultân Tuğrul Türkmen askerleri ile saf tertip etmeden yetiştiler ve ikiye bölüp aralarına girdiler, çoğunu öldürdüler. Türkmenler'in mallarım yağmaladılar, nelerini buldular ise aldılar. Kızıl-Arslan askerinin eline çok mal girdi. İzze'd-Din Haşan (b.Kıfçak) ile Sultan Tuğrul yenilerek, kaçtılar. Haşan b.Kıfçak'ın kalesi olan Kerhâni'ye (138) gittiler, oradan Hâlife'ye mektup göndererek, yalvarıp yakardılar, "Sultan Tuğrul'un Celâle'd-Din ile yaptığı savaştan ötürü olan suçunu affedin. O çaresiz kaldığından bunu yaptı. Esirgeyin, acıma ve şefkat yoluna gidin. Halife'ye itâatı sağlam ve muhakkaktır. " dediler. Sultân Tuğrul, itim ât ve itâatine inansm diye, oğlu (Alp Arslan’ı) Halife'ye rehin gönderdi. Ayrıca "Eğer Halife bir vilâyete nâib olarak lâyık görürse tayin etsin. Halife her ne emr ederse, emrine itâa t ederim." diyordu. Elçi Bağdâd'a ulaştığı zamân (139) karşılayıp Bağdâd'a girmesine izin verdiler ve sözünü kabul ettiler. Sultan Tuğrul'un oğlu (Alp Arslan'm) bir elinde yalın kılıç ve bir elinde kefen gelip, Halife'nin karşısında durdu, ayağına yüz sürdü. Bir yer tayin ettiler, orada durdu ve saygı gördü. Sultân Tuğrul'a, sana haber gelinceye ve Halife işini görünceye kadar yerinde durasın şeklinde bir mektup yazdılar. Sultân Tuğrul, Haşan b. Kıfçak'm kalesinde durup, onun kızını nikâhlamak istedi. O da kızını nikâhladı. Sultan Tuğrul bir müddet orada kaldı ve o kızdan çocuğu oldu. Sonra bunlar Azerbaycan'a geldi.
Kızıl-Arslan bunların Azerbaycan'a geldiğini işittiği
- 129-
zamân, asker toplayarak üzerlerine yürüdü. Sultân Tuğrul, Kızıl-Arslan'ın geldiğini duyunca, Hemedân'a gitti. Orada Kızıl-Arslan'm çok askerî vardı. O sebepten Hemedân'a giremedi. Sultân Tuğrul oradan dönünce, Kı- zıl-Arslan onun arkasından yetişti. Sultân Tuğrul da kendisini Kızıl-Arslan'a teslime mecbur oldu. Sultan Tuğrul, akrabalığa bakarak Kızıl-Arslan'm merhamet ve suçunu affedeceğini, kardeşi Pehlivan gibi atabey olacağını ve düşmanlığı giderip, dostluk göstereceğini umardı. Kızıl-Arslan öyle yapmadı, Sultan Tuğrul'u tutup bağladı (140) ye Azerbeycan'da Tebriz'e yakın bir kalede'(141) hapsetti. O hapsettiği kalenin sahibi Kızıl- Arslan'ın yakınlarından ve ona tamâm itâat üzerine bir bey idi. Sultan Tuğrul hapis olunca; karışıklık ortadan kalktı, dünyâ uyudu râhat'oldu.
Kızıl-Arslan engel ve rahmetten kurtuldum, pâdişâh oldum, sandı. Kendi adına beş nevbet çaldırıp, sevindi. Devletinin bâki kalacağına inandı, kazâ ve kaderden gâfil ve saltanat berbât olacağından cahildi. Sonra Atabey Kızıl-Arslan bu hâl üzerinde Hemedân'da kaldı, Sultân Tuğrul'un bütün ülkelerini istilâ etti, inanç Hâ- tun'a iltifât etmez ve onunla konuşup görüşmezdi. Genç köleler ile yaşayıp, içer ve sarhoş olurdu. Ayık az bulunurdu, çoğu zaman da kendinden geçerdi. İnanç Hâtûn onun bu hareketlerini çekemedi, kölelerinden birini tahrik etti. O köle sarhoş yatar iken vurup öldürdü (142).
Emir Ebu Bekr, Kızıl-Arslan'ın öldürüldüğünü öğrendiği zamân, gece atma binerek Azerbeycan'a yöneldi. Nahcuvân'a ulaştı. Ebu Bekr, Atabey Pehlivân'm zevcesi Zâhide H âtun'un elinde terbiye bulmuştu. Zâhide Hâtûn, Ebu Bekr'i kendi oğlu yerine saymıştı. Ebu Bekr geldiğini Zâhide H âtun'a haber verdi. Zâhide Ebu Bekr'i Nahcuvân'a aldı, şehrin Beyi'ni huzuruna çağırdı ve ona "İşte şehrin ve ülkenin Sultân 'ı budur" dedi.
- 130-
Alınca kalesinin Beyi'ni de getirtti ve onunla da aynen böyle konuştu. Ebu Bekr o kaleleri zaptettikten sonra, hepsi Gence'ye gitti. Gence'ye ulaştığı zamân, şehrin Beyi itâat ederek, şehri verdi.Bu yol üzerine şehirden şehire gezerek, ulaştığı yerleri zaptetti. Bütüıı Azerbey- can'ı ve Arrân’ı aldı. Bütün asker onun etrafından toplandı, babası ve dedesinin yolunu tu ttu , halkı koruyup şefkat etti.
Diğer taraftan Sultan Tuğrul iki yıl o kalede* hapis ve kurtulmaktan ümidini kesmiş olarak kaldı. O kalenin yanında Türkmenler'den Mahmud b. Anasıoğlu denilen bir emir vardı. Geçmişte, Atabey Pehlivân ile sevgi ve dostluk üzerine idi. Emir Mahmud, Sultân Tuğrul’un bu belâya yakalanmasından ve esir olmasından huzursuz ve daima üzgündü. Sonra Emir Mahmud hile yoluna giderek, ne eylerse eyleyip o kalenin Beyi ile, Sultan Tuğrul'u kurtarmak için, ittifak etti. Sultan Tuğrul'u hapisten koyuverdiler.Bunlar; Emir Mahmud'un emir-i bâr, kalenin Beyi'nin ise emir-i hâcib olarak, Sultân’m hizmetini görmesi üzere anlaştılar.Şultân Tuğrul kaleden kurtulduktan sonra Tebriz’e geldi. Ancak Tebriz'e sokmadılar, 500 kadar kimse Tebriz'in çevresini dolaşıp, muhafaza ettiler. Ebu Bekr, Sultan Tuğrul'un kurtulduğunu ve Tebriz üzerine yürüdüğünü işitince, acele ardından gitti. Sultan Tuğrul yenilerek firâr etti. Irak'a gidip, Zencân'a ulaştı. Türkmenler'den Kafşud oğulları Zencân'ın beyleri idiler, askerleri ile Sultân Tuğrul'u karşılayarak saygı gösterdiler, hepsi emrine itâat ettiler.
Bu tarafta Kutluğ İnanç Mahmud, kardeşi Emir Emiran Ömer ve anaları İnanç Hâtûn Rey'de idiler. Onlar da Sultan Tuğrul'un kurtularak, tekrar hükümdarlığı ele geçirmek istediğini haber aldılar. Irak ordusu ve beyleri yanlarında idi. Sultan Tuğrul, Kafşud oğulları ve Türkmen askerleri ile Hemedân'a gider iken,
- 131-
Kazvin'e geldi. Nure'd-Din Kara orada idi. Birçok asker ile gelerek, Sultân'a iltihak etti. Sonra İnanç Mahmud5.000 asker (143) ile Kazvin'in dışında Sultan Tuğrul ile karşılaştı. Sultan Tuğrul'un yanında ancak 3.000 asker vardı, askerini güzel tertip ederek, bir müddet savaştılar. Neticede İnanç Mahmud ile askeri yenildi (144). Kendisi kaçarak Azerbeycan'a gitti. O savaşta Sultân Tuğrul'un eline sayısız mal ve eşya geçti. O sırada İnanç Hâtûn Sercihân kalesinde idi, Sultan Tuğrul'a mektup göndererek "Atası yerine şâh ve tahtına sultan oldu. Bilmiş olsun ki, ben ona sevgi ve düşmanlarına düşmanlık üzerineyim. Beni alsın evlensin, benim yanımda çok hazine vardır. Eğer beni alırsa, hepsini yoluna saçayım'.' dedi. İnanç H âtun 'un bu mektubu Sultan Tuğrul'a ulaştığı zamân, sözünü kabul ederek İzze'd- Din Ferec Hâdim'i gönderdi. Elçi nice gün H âtun'un yanmda durdu, çeyiz hazırlıklarım gördü. Oradan Hâtûn, İzze'd-Din Ferec Hâdim ile Hemedân'a yöneldi. Hemedân'a yaklaştığı zamân, bütün beyler ve asker karşılayarak şehre girdiler. Beyler huzurunda nikâh oldu, (145). Bundan kısa bir müddet sonra İnanç Hâtûn öldü.
H âtun'un oğlu İnanç Mahmud, Sultan ile görüşmek ve aralarındaki anlaşmazlığı gidermek üzere hazırlık yapıyordu. H âtun'un ölümünü işitince, Su ltân in hile yaparak, annesini kasten öldürmüş olduğuna inandı. Sonra korkarak Sultan'la buluşmadı, Harezmşah (Tekiş b. İl-Arslan)'ın yanma gitti. Bir müddet onunla durdu, onlardan ayrılıp, Azerbeycan'a vardı, Tebriz'e yaklaştı. Babasının kullarından bir topluluk ile kardeşi Emir Emirân Ömer de o seferde kendisi ile idi. Tebriz'e vâsıl oldular ve şehre girmek için izin istediler. Kimse engel- lemeyip, kabul ettiler. Tebriz halkı da yardım edince, İnanç Mahmud'un askeri çoğaldı. Nahcuvân'da bulunan Emir Ebu Bekr'in üzerine gittiler. Onun ile sabah-
- 132-
tan öğleye kadar büyük bir savaş yaptılar. Neticede fırsat Ebu Bekr'in oldu, bunları çok kötü bir şekilde hezimete uğrattı, ardlanna düşüp, öldürdü. Birazını esir aldı. İnanç Mahmud kaçarak Irak'a, Emir Emirân Ömer ise Şirvân'a gitti. Şirvânşâh (146), Emir Emirân Ömer'i karşılayarak, hürmet etti ve ikrâmda bulundu. Sonra Ömer, Şirvânşâh'e durumu hikâye ve kardeşi Ebu Bekr'den şikâyet etti. Şirvânşâh, Ömer'e atlar silahlar ve mâllar bağışladı. Kızını Ömer ile nikâhladı. O sırada Gürcüler'in bir kadın pâdişâhı vardı (147). Şirvânşâh ile dostluk üzerine idi. Şirvânşâh harâc verip,ona tâbi idi.Sonra Ömer mahiyyetinde olanlar ile ona gittiler, Gürcü Melikesi'nin vilâyetine ulaştılar. Gürcü Melikesi (Tamara) bunların geldiğini işitince, beylerine emretti. Bunlara akçe, altın, elbise ve her neye ihtiyaçları varsa verdiler, her birisi ziyafetler tertiplediler ve niye geldiklerini sordular. Emir Emirân Ömer, "Düşmana yenildikten sonra kaçıp, kardeşim Ebu Bekr'in yanma geldik. Bize saygı göstermedi ve düşmandan sakınıp, himâye etmedi. Akrabalık hakkım gözetmedi. Bizimle düşmana gidecek yerde, düşmanla birlik, oldu. Bize dünyada olmaz işler kıldı, iş te bu hâle geldik, ülkemizden ayrılarak gurbette kaldık. Size, bize yardım etmeniz için geldik. Düşmana kılıç vuracağız, eğer bulunduğu memleketten sürüp çıkarırsak, ülkemizden istediklerinizi alın, sizin olsun." dedi. Gürcü Melikesi ve diğer beyler, bunların bu sözlerim kabul ederek, hazırlık ve asker toplamakla meşgul oldular. Şirvânşâh’a da mektup göndererek "Asker topla ve hazır ol, bizleri karşıla" dediler. Ömer'e tâbi olan Arran askerlerinden ve Türkmenler'den de bir topluluk geldiler, bunlarla birleştiler. Soma büyük bir ordu ile Ebu Bekr'in üzerine yürüdüler. Atların ayaklan altında yerlerden kalkan tozlar bulut gibi havaya çıkar. Zırhlar
- 133-
tozdan bulut içinde şimşek gibi parlardı. Beylekân'a yaklaştıkları zaman, Emir Ebu Bekr de karşı çıktı, iki taraf askeri birbirine girdiler, kılıç ve balta vurdular. Ömer'in ordusu Ebu Bekr'in üzerine topluca hücum ederek, geriye sürdüler. Ebu Bekr'in askeri dağıldı, hezimete uğradı. Ebu Bekr kaçmak istedi, imkân bulamayıp biraz daha savaştı. Nihayet kurtulmanın mümkün olmadığını gördü, ölüler arasına düşüp, yattı. Ömer'in kölelerinden birisi üzerine geldi, onun diri olduğunu anladı, öldürmek isteyince; kendisinin Emir Ebu Bekr olduğunu bildirdi, "Beni sakın öldürme, seni çok gözetirim'.' dedi. Sonra köle atından inerek, Emir Ebu Bekr'i kendi atma bindirdi ve köle yedeğe bindi. Görenler esir almış, gidiyor sandı. Bu yol ile Beylekân 'a gittiler, orada durup, etrafâ adamlar gönderdiler. Kaçanlan bir yerde toplayarak, oradan Nahcuvân'a gittiler.
Bu tarafta Emir Emirân Ömer, Gürcü ve Müslüman askerleri ile Gence'ye ulaştılar, Gence Beyi'ne haber gönderdiler.Kaleden,"Eğer sen yalnız gelsen,kaleyi sanateslim ederdik. Fakat senin yanında bu kadar kâfir askeri var. Kaleyi almalarından, ülkemizi istilâ etmesinden ve bizim kadın ve çocuklarımızı esir etmelerinden korkarız. Bu kale boğazdır, bunu alırlarsa diğer İslâm ülkelerine giderler. İslâm'ın esaslarını bozarlar ve nurunu karanlık ile örterler." diye cevâp verdiler.Ömer "Kaleyi bana verin, gireyim. Kâfirleri sizin üzerinizden ayırayım',' dedi. Sonra kale halkı bu söze ve Ömer'in yalnız kaleye girmesine râzı oldular. Gürcü Melikesi ve beyleri, kale halkı ile Ömer'in ittifâkım ve yalnız kaleye girmesi üzerine anlaştıklarını işittiler, aralarında konuştular. Ömer "Ben yalnız olmayınca, kaleye girmek için izinleri, bizde ise kaleyi fethe kudret yok. Ben içeri gireyim, her yıl askerin masrafından fazlasını haraç
- 134-
olarak vereyim ."dedi. Gürcüler "Şim di kaleye bizim beylerimizden bazısının girmesi ve seni tahta oturtması şartıyla kabul ederiz'.' dediler. Sonra bu yol üzerine şehrin içine girdiler. Gürcüler'den üç bey ile saraya ulaştılar, Ömer'i tahta oturtup, sözleşip yemin ettirdiler. Ondan sonra kaleden çıkan Gürcü Beyleri, Melike'- niıı yanına gittiler ve sözleşmeyi haber verdiler. Emir Emiran ıhı kaleden çıkarak, tekrâr Melike ile buluştu. Gürcü askeri Gence'nin üzerinden çekip gitti. Gürcü askeri gittikten sonra Emir Emirân Ömer 22 gün yaşadı, ondan sonra öldü.
Gence halkı Ebu Bekr'e haber gönderip getirdiler, hisarı ona verdiler. O da Gence'yi oğlu Emir'e teslim ederek, kendi Nahcuvân'e gitti. Genç köleler, içki ve eğlenceyle meşgul oldu. Bu taraftan Gürcü Melikesi (Ta- mara), Ömer'in ö'düğünü, Ebu Bekr'in Gence'yi zapt edip oğlu Emir'e verdiğini işittiği zaman, Gence üzerine yürüdü, etrafın: yağmaladı. Emir Kâfirler gâfil iken, kaleden çıkarak hücum etti, birçok kişi öldürerek yine kaleye girdi. Gürcüler kleyi onun elinden almaya güçleri olmadığını anlayınca, Nahcuvân'a ilerlediler. Emir Ebu Bekr, Gürcüler'in geldiğini işitince, Nahcuvân'dan firâr ederek, Tebriz'e gitti. Gürcüler Nahcuvân üzerine geldikleri zamân, Zâhide Hâtûn bir miktar mal vererek sulh yaptı. Gürcüler oradan ayrılarak köyleri vurup, ha- râb ve virân ettiler. Elleri ganimet ile doldu, çok esirleri oldu. İslâm ülkelerinden at, katır, sığır, koyun ne buldularsa alıp götürdüler. Kalelerin çoğunu istilâ ettiler, kendileri tarafından hâkim ve vâli koydular. Nah- cuvân'ı ve Beylekân'ı haraca kestiler. Gürcüler bu halde gezip, İslâm ülkelerini alıp yağmalarken Emir Ebu Bekr de sefâhat ve şarab içmekle meşguldü. Gürcüler ile uğraşmayı, hâciblerine ve beylerine ısmarlamış "Gürcü- ler’in durumundan bana bahsetmeyin ve Islâm ülkelerine yaptıkları işleri söylemeyin" derdi. Gürcüler kendi
- 135-
lerine bir engel ve karşı koyan olmadığım görünce, bütün Arrân ülkesini zabt etti. Gence'den başka bir köy ve şehir kalmadı. Oradan Erdebil'e geldiler, zorla onu da alarak, yağma, harâb ve virân ettiler.
Bu tarafta Kutluğ İnanç Mâhmud'u yendikten sonra, annesi ile evlenmiş olan Sultân Rükne'd-Din Tuğrul b.Arslan—şâh bütün Irak'ı istilâ etti.Bu sırada Harezmşâh Alâe'd-Din Tekiş b.ll—Arslan Rey'i almış, kendine mal etmişti. Sultân Tuğrul bütün Irak'ı zabt ettikten sonra, Harezmliler'in elinden Rey'i almaya gitti, oraya ulaşıp, konakladığı gün şehri aldı, kaleyi muhâsara etti (148). Harezmliler'den kalede kim varsa âmân diledi- ler.Bu da âmân ve söz verdi. Harezmliler kaleden çıkıp gittikleri gibi, sözünde durmadı, arkalarından yetişti, kaçamıyanlan öldürdü ve mallarını aldı. Ondan sonra tsfahân'ı istilâ etti ve Isfahân'a İzze'd-Din Ferec Hâ- dim'i vâli yaptı. Bu hâl üzerine Sultân Tuğrul Irak'da hâkim oldu, emrine bir engel ve hükmünü savan bir kimse yoktu.
Yukarıda zikr olunmuştu ki, İnanç Mahmud kardeşi pbu Bekr ile savaşıp yenildikten sonra, kaçıp Zencân'a gelmiş, orada da duramayıp Simnân'a firâr etmişti. Meğer Tuğrul'un hapis olup, halk beysiz kaldığı zaman, Irâk Beyleri, Harezmşâh Alâe'd-Din Tekiş'e gitmişler ona sığınmışlardı. Gayeleri onu Irâk 'a götunip, Tuğrul'un yerine sultân yapmaktı. Harezmşâh da yerinden kalkmış, bunlara uyarak, Irâk 'a yönelmişti. Irak ordusu, Harezm ordusunun öncüsü idi, Simnân'a gelmişler, Harezmşâh'ı beklemek üzere orada durmuşlardı. İnanç Mahmud da o esnada Simnân'a geldi, Harezmşâh ordusuna ulaştı, Alâe'd-Din Tekiş Dâmağân'a gelinceye kadar Simnân'da durdu. Dâmağân'a geldiğini işiterek huzuruna vardı, tahtına yüzünü sürdü, hâlini bildirdi, kendisine yapılan işleri söyledi. Harezmşâh da ona iyi va'dlerde bulundu, iyi sözler söyledi. Yiyecek
- 136-
ve içecekler göndererek, saygı gösterdi. Kendisine ve adamlarına ağır hil1 atlar giydirdi. Harezmşâh'm görüşü, Rey'in üzerine sefer yaparak, orayı Sultân Tuğrul'un elinden almaktı. Sultân Tuğrul da bunu işiterek, askerlerini topladı ve Rey'e yöneldiler. tzze'd-Din Ferec Hâ- dinı İsfahan'da, Kafşud oğullan Zencân'da kalarak, Sultân ile gelmediler, askerlerim toplamadılar. Sonra Harezmşâh, Sultân Tuğrul'un yanında az asker olduğunu işitince,acele etti ve süratle Hâr'a( 149) yürüdü.Ri- vâyet eden der ki,Rey'de mevâli nâibi olan itibâr sahibi bir kimse vardı.Emine'd-Din Muhammed Zencâni diye anılır ve Rey'de meşhur şahıstı. O hikâye eder; Harezmşâh Hâr'a ulaştığı zaman, orada iki gün durdu. Harezmşâh'm hâcib-i kebiri olan Şihâbe'd-Din Mes'ud b. Hüseyin gizlice Sultân Tuğrul'a mektup ve haber göndererek ''Gerçi ben Sultân Alâe'd-Din'in kuluyum, onun nimetiyle beslendim ve hizmetinde yetiştim. Ancak benim öyle olmam, size nasihat etmemi engellemez. Çünkü siz sultân oğlu sultân ve hân oğlu hânsınız. Hiç bir sipahi yoktur ki, başına sipâhi tacını alsın, sizin hânedâmnızm onun üzerinde hakkı olmasın. Sizin atalarınız senin gibi bütün dünyaya hükmeden sultânlardı. Bütün ülkelerde saltanatlan umumi idi. Bütün halk onlara hizmet ederlerdi. Şimdi benim size nasihatim, Rey'in üzerinden gidip, Sâve'ye varmanız ve orada durmanızdır.Sonra Harezmşâh'a sulh için haber gönderiniz. Biz sizin aranıza girerek, sulhu tamamlar, Alâe'd- Din'i sözünüze boyun eğdiririz. Alâe'd-Din'in nihâyet sizden istediği Rey'dir, onu vererek sulh yapmak sizin hakkınızda iyidir. Çürikü Rey'e önceden Harezmliler hakimdi. Şimdi o elinden gitti, yine gayret eder. Eğer siz Rey'den vazgeçerseniz, oğlunu Rey'de bırakıp, sizin ile barışarak, döner gider. Yine oğlu sizin elinizin altında olur, ne emr ve yasak ederseniz onu yapar. Eğer bu dediğime râzı olarak giderseniz, Müslümânlar'm kanlan
- 137-
boş yere akmaz, sevâb işlersiniz." dedi.Hâcib-i Kebir Şihâbe'd-Din'in mektubu Sultân Tuğrul'a ulaştığı z.a- mân, okuyarak mânâsını anladı. Sonra divân toplayarak, beylerin büyüklerini getirtip, Hacib-i kebir'in mektubunu ellerine verdi. Mânâsı anlaşılınca, Kazvin sâhibi Emir Nure'd-Din Kara, "Hâcib'in dediği fikir doğrudur. Bizim için yapılması gerekli olan, Rey'den vazgeçerek, Sâve'ye gitmektir. Isfahân'dan ve Zencân'dan bizim ordumuz gelinceye kadar orada dururuz. Sonra HârezmŞıâhin Sâve ile Müşküye (150) arasında yolunu alırız. O dar yerlerde hakkından geliriz. Eğer zafer bulursak buluruz, eğer bulamazsak dönüp Isfahân'a gireriz. Oradan Hemedân'a varırız. O ise memleketim terk etmez, şehir ve şehir bizim arkamızdan gelmez, mecburi sulha râzı olur. O zâman Müslümânlar'a yarar hizmet ne ise beyler araya girer, görür" dedi. Sultan Tuğrul, Emir Nure'd-Din'in bu sözlerini işitip, "Bu sözler hep makul ve doğru görüşlerdir. Ancak gönlüm halkın bu husustaki, Sultân Tuğrul Harezmşâh'm önünden kaçmış, diye söyleşmesini hiç kabul etmez. Hem Rey halkı bana sevgi ve dostluk gösterdi. Diğer şehirler halkından fazla bana istikbâl ve hürmet etti. Şimdi onları bırakıp g itm e y e ,Harezmli'lerin gelmt sine ve orada hükümet etmelerine zulüm yoluna gitmelerine gönlüm râzı olmaz. Ben bu işi yapamam" dedi. Ondan sonra Rey'- den çıktı yanında hâzır olan asker ile Horasan Kapısı'n- da durdu, Harezmşâh'ı bekledi.
Sultân Alâe'd-Din şehre yaklaşınca (151), Sultân Tuğrul da iki fersah kadar karşı gitti. O gelen İnanç Mahmud ile Irâk ordusu idi. Bunları gördüğü zaman Şehnâme beyitlerinden beyitler okuyup "Bre hâinler!" diyerek hemen savaşa girdi. Sultân Tuğrul bu beyitleri okuyarak savaşa girdiği zâman, yanında 60 kulu vardı. Her tarafa kılıç vurdu, öyle bir savaştı ki, askeri birbirine kattı. Hemen oradan İnanç Mahmud'un üzeri
- 138-
ne gitmek için, atım merkeze doğru sürdü. Ansızın bir ok ile gözünü vurup, çıkardılar. O yaradan aklı başından gitti, kendine hâkim olamayarak attan yıkılıp, yere düştü. Düşman ordusunun içinde idi, bir kişinin yanma varabilmek ihtimâli olmadı. Ne kadar gayret ettilerse, kimse kurtarmaya imkân bulamadı. Sonra Kutluğ inanç Mahmud atından indi, Sultân Tuğrul'un üzerine geldi. Sult n Tuğrul, Mahmud'a "Sana yararlı olan, beni öldürmeyip bırakman, buradan götürüp, Harezm- şâh'a ulaştırmandır" dedi, inanç Mahmud sözünü kabul etmeyerek, başını kesti, alıp Harezmşâh'a götürdü. Sultân Alâe'd-Din, Tuğrul'u öldürdüklerine incindi, "iyi yapmamışsın, ulu nesildi, sultân oğlu sultândı. Eğer diri getirseydin, ben sevinirdim ve sen de yanımda sevilirdin" diyerek çok hayıflandı ve kederlendi. "Ancak ne yapalım eceli gelmiş, onu eceli bu hâle getirdi" dedi.
Bazı tarih kitaplarında şöyle zikredilmiştir: Sultân Tuğrul Harezmliler'den Rey'i aldığı ve şehre girdiği zamân, şarâb içmekle meşgul oldu. Rey'i aldığına ve Ha- rezmliler'i yenilgice uğrattığına mağrur olup, iki beyit yazdı. Tuğrul gurur ile devamlı şarâb içip, sarhoştu. Harezmşâh'm kendisinin geleceğinden gâfil olup, asker toplamayı ihmâl etti. Vezir'i ona nasihat ederek iki beyit söyledi. Harezmşâh geldiği zamân, Sultân Tuğrul gurur ve ordusu ile Harezmşâh'a karşı durdu. Kısa sürede savaş olmadan, Sultân Tuğrul sarhoşlukla kendi atının başına bir gürz vurdu, at yüzünün üstüne yıkıldı ve Sultân da düşüp, altüst oldu. Kutluğ İnanç üzerine geldi. Tuğrul "Sultânım bana kıyma" dedi. İnanç "Ölüm vaktinde ululuk taslama.Bu savaş ve gavgadan nıaksad senin öldürülmendir',' diyerek göğsüne bir harbe (kısa mızrak, süngü) vurdu, başını gövdesinden ayırdı.
Hikâye olundu ki; Sultân Tuğrul b. Arslan-Şâh, Alâe'd-Din Tekiş ile savaşa hazırlanırken, beyler "Eğer
- 139-
galip olursak, bizim düşmanımızdan kurtuluruz. Ancak yenilecek olursak, kaçtıktan sonra birbirimizi nerede buluruz? Birbirimiz ile nerede toplanırız?" dediler. Sultân Tuğrul "Siz nerede toplanırsanız toplanın. Benim belirtilen yerim atların ayaklarının altı oluyor. Beni öldürülmüş olarak orada bulun'! dedi. Murâdı ölümü seçelim, firâr etmeyelim demekti. Düşündüğü başma geldi, dediği oldu. Sonra Sultân Alâe'd-Din Tekiş, Sultân Tuğrul'un başmı Bağdâd'a Halife'ye gönderdi. Bir mektup yazarak durum ne oldu ise bildirdi. Gövdesini Ebu Tâlib Tuğrul b. Mikâil b. Selçuk'un türbesinde gömdürdü. O zaman şâirler Sultân Tuğrul'a acıyıp, üzüldüler ve beyitler söylediler.
Alp Arslan b. Çağrı Bey Mikâil b. Selçuk evlâdının hükümdârlığı Sultân Tuğrul'da sona erdi. Sultân Tuğ- vaktinde ululuk taslama. Bu savaş ve kavgadan maksad (4 Mart 1194) oldu (152),Sultân Tuğrul Irâk 'da Selçuklu Sultânlan'nın sonuncusu idi. Devletleri onunla nihâyet buldu. Saltanat o nesilden gitti, Harezmliler'e geçti. Selçuklu emirlerinden ve Atabeylerden onlara muhâlefet edenlerin her birisi bir belâya tutuldu. Selçuklu sülâlesinin devlet bağları bozuldu ve saltanatları tamamen soldu. Bir zamân onlar da bu fâni dünya bizimdir diyip, dünya harmanında esip savururken .rüzgâr küllerini göğe savurdu,orak devletlerini rüzgâra verdi. Şöyle oldu ki, sanki dünyaya gelmediler ve nice zâ- man, devlet ve saltanatta olmadılar. Dünyada iyilik ve kötülükleri ve yaptıkları eserleri kaldı. Dünyadan vazgeçtiler, âhirete gittiler. Her kim ne yaptı ise cezâsmı görecek, bütün işler ve sözlerinin hesâbmı verecektir.
SELÇUKLU SULTANLARININ DURUMLARININ KISA OLARAK ZİKRİ:
Hicretin 426. yılında (1034—1035) Selçuklu Emirle- ri'nden (Musâ) Yabgu, Çağrı Bey, Dâvud ve Tuğrul Bey Muhammed, Nur-ı Buhara'dan göçtüler. Horasan tarama geçtiler. Bunlar Mikâil b.Selçuk'un evlâdı idi-
- 140-
lor. Bunlardan biri de Kutalmış b. İsrail b Selçuk idi. Horasan'a geldiklerinde Nesâ hududuna indiler. Türk- ıııenler bunlara karıştı, hizmet ve yardım etti..Hicretin 428. yılının Rebi'ü'I-evveli'nin ilk Cuma'smda (24 Aralık 1036), Sultân Mes'ud b. Mahmud b. Sebüktegin bunların üzerine ser-askerini göndererek savaştı. Ser-as- keri yenildi ve bunlara karşı duramayıp, yüzü döndü, lliir olay da Dandânakân'da oldu. Selçukluları mülk ve luikümdârlığa bu olay ulaştırdı, Selçuklular Devleti'ne bu olay sebep oldu. Bu olay hicretin 431. yılının Ramazan ayının 8. Perşembe günü (23 Mayıs 1040) vuku'- Inıldu. Hicretin 455. yılının Ramazan ayının 8. günü (4 Eylül 1063) Sultân-ı Mu'azzam Rükne 'd-Din ebu Tâlib Tuğrul b. Mikâil b. Selçuk öldü. Onun kendisinden sonra evlâdı kalmadığından, yerine kardeşinin oğlu Sultân-ı Mu'azzam Adudü'd-Devle Alp Arslan geçti. Hicretin 465. yılının Rebi'ü'I-evveli'nin sonunda Cumartesi günü (14 Kasım 1072), Alp Arslan Semer- kand'ın dışında öldürüldü. Yerine oğlu Sultân-ı M uazzam Celâlü'd-Devle Melikşâh sultân oldu ve hicretin 487. yılının Cemâzi'ü'l-evveli'nin 29.Salı günü (16 Haziran 1094) öldü (153).Berkyaruk,Muhammed Tapar ve Sencer adında üç oğlu kaldı (154). Bunlar, Irâkeyn, Horasan, Azerbaycan, Fars, Kirmân, Mâzenderân, Di- v;ırbekir ve Suriye’de birbiri ardınca hükümet ettiler, devlet ve saltanat sürdüler. Sultân Muhammed ölünce, onun evlâdı birbiri ardınca bey oldular ve beyliğe Sul- I:m-ı Mu'azzam Mu'izze'd-Din Ebu'l-Hâris Sencer elinden sahip oldular. Beyliği Sultân Muhammed'in evlâdına o verir, azl ve tayin ve diğer hükümdârlık işlerini o görürdü. Sultan Sencer de, Horasan, Harezm, Gazne ve Mâverâünnehr'de sultân ve bütün o memleketlerin hânı idi. Hicretin 552. yılının Rebi'ü'I-evveli'nin 25. Salı günü (7 Mayıs 1157), Sultân Sencer Merv'de öldü. Sultân Sencer ölünce, Selçuklular'ın Horasan'da hükümleri so
- 141-
na erdi. Sadece Irak'da kaldı, ancak orada da görünüşte idi. Manâda başkaları hâkim, bütün işlerin üzerinde atabeyler duruyordu. Çünkü atabeyler hükmeder, bütün işleri görürdü. Selçuklular hemen şöyle sultan adına otururdu. Hicretin 590. yılında (1194), Sultân Tuğrul Rey'de öldürülünceye kadar durum böyle oldu, Selçuklular bu hâl üzerine kaldılar. Selçuklular Horasan'a geçtikleri tarihten Sultân Tuğrul öldürülünceye kadar 164 yıl oldu. Bunlar Horasan'a hâkim olup, Sultân (Mes'ud) b. Mahmud b. Sebüktegin'in yenildiği tarihten, Sultan Tuğrul’un öldürülmesine kadar 161 yıl, 4 ay ve 23 gün oldu. Hülefây-ı Râşidin'den sonra gelen sultânların çoğu bir ayıp ile ayıplanmıştılar. Beni Ümeyye'nin kimisi zındıklık ve kimisi mutezile ile vasıflanmış, kimisi hâricilik ile meşhurdu. Beni Abbâs'ın bazısı mu'tezileye, Beni Leys ve Al-i Büveyh râfıziliye düşkündü. Sebükteginliler ve Harezmliler'de de hor görme cevheri vardı, soylu değillerdi. Diğer Sultânlar da her biri bir ayıp ile ayıplanmıştı. Ancak Selçuklular Afrasyâb neslinden ve bunun gibi ayıplardan uzak, saf tabiatlı, sünni ve iyi inançlı, hayır ve şefkat sahibi ve cömert idiler. Selçuklu sultânları zamanında onların vücudu ile ülke m â'm ur ve erdemli vücudları ile halk memnun idi. Müslümânlar adâlet ve emniyet üzerine idi. Sultan Sencer'in ölümü ile Horasan harâb ve virân, Sultân Rükne'd-Din Tuğrul b. Arslan-şâh'm öldürülmesi ile Irak yağma oldu. Kendileri gitti, âdillerin doğruluk ve iyiliği, zâlimlerin zulmü söylenir.
SELÇUKLU MEMLÜKLERİ'NİN DURUMLARI NİN KISACA ZİKRİ:
Selçuklular'dan önce geçen emir,sultan ve halifelerden hiç kimsenin kulları ve kullarının oğulları, Selçuk- luları'nm kullan ve oğulları kadar yükselmemişti. Bunlardan birisi Sultân Melikşâh'ın kulu olan Aksungur idi, o Haleb ve etrafına emir ve vali idi. Aksungur'un oğlu Atabey Zengi Suriye, Diyâr-ı Rebi'a ve Mudar ve
- 1 4 2 -
Musul'a vâli oldu. Selçuklular'm kullarından birisi de Aksungur Ahmedili idi. Kendisi ve oğullara Merâga'ya bey olmuşlar ve ölünceye kadar devlet üzerinde kalmışlardı. Onlardan birisi de Müeyyed (Ay-Aba) idi, kendisi ve oğulları Horasan'da hân idiler. Birisi de Anuştegin idi, kendisi ve oğulları Harezm'e ve sonra birçok ülkeye hâkim oldular. Birisi de Atabey Zahire'd-Din Tuğtegin idi, Şam ve etrafına hakimdi. Sökmen ve evlâdı ise Er- meniyye'ye vâli olup, o ülkeyi istilâ etmişti. Birisi de Sultân Giyâse'd-Din Mes'ud'un kulu olan Atabey İldeniz idi, Irak ve Azerbeycan'a hâkimdi, sonra Sultan Arslan-şah'a atabey oldu. Bağdat'tan başka bütün memleketler ona tâbi idi, emrine karşı koyan kimse yoktu. İldeniz öldüğü zaman, yerine oğlu Pehlivân, sonra Pehlivân'm kardeşi Kızıl Arslan atabey oldu. Sultan Tuğrul, Harezmşâh (Alâe'd-Din Tekiş) ile savaşta öldürülünce, memleketler Pehlivanoğullarının elinde kaldı. Nihayet Sultân Celâle’d-Din (155) zamanına kadar Pehlivânoğulları'ndan Özbek kaldı. Bu Özbek Gence ve o yörelerde olan memleketlerde sultân idi. Özbek ölünce, İldeniz evlâdının da devleti sona erdi.
MELİK KEVURD EVLADININ DURUMLARININ KISACA ZİKRİ:
Çağrı Bey'in oğlu Melik Kavurd hicretin 433.yılında (1041-1042) Kirmân'a vâli ve 32 yıl o ülkeye hâkim oldu. Hicretin 455. yılında (1063), Deylemliler elinden Şirâz'ı alarak oraya da hâkim oldu.Sonra kardeşi Alp Arslan’a muhâlefet etti, fakat yine barışıp başeğdi. Hicretin 465. yılında (1072-1073), Melikşâh ile savaştı ve esir oldu. Bir kısım tarihçilere göre zehirle, bazıları^ na göre de iple boğularak öldürüldü. Melikşâh Kirmân'ı Kavurd'un oğlu Sultan-şâh'a vererek, babası yerine o ülkenin ve Müslümânlar'm işi üzerine geçirdi. Sultân- şâh 12 yıl Kirmân'da hân oldu ve hicretin 466* yılında (1073-1074) öldü. Sultân-şâh'dan sonra oğlu Turan < -şâh) 13 yıl Kirmân'a han oldu ve hicretin 489. yılın
- 143-
da (1096) öldü. Turan-şâh ardından oğlu Iran (-şâh) hân oldu ve S yıl o ülkede hüküm sürdü. Ancak kötü iti- kâd üzerine olması sebebiyle Kirmân'a zulüm eyledi. Sonra hicretin 494. yıhnda (1100-1101) Kirmân halkı ayaklanarak işini bitirdiler. İrân-şâh'ıri amcasının oğlu Arslan-şâh b. Kirmân-şâh b.Kavurd’,ondan korkusundan gizlenmişti. Onu getirip sultan yaparak, gönlünü sevindirdiler. Arslan-şâh da 42 yıl pâdişâhlık yaparak adâlet ile hüküm sürdü, hicretin 536. yıhnda (1141- 1142) öldü. Yerine oğlu (Muhammed) hükümdar oldu, 14 yıl pâdişâhlıktan sonra hicretin 550. yılında dünyadan göçtü. Yerine oğlu Tuğrul-şâh saltanata geçti, o da12 yıl pâdişâhlıktan sonra hicretin 562. yılında (1166- 1167) öldü. Tuğrul-şâh'm; Arslan-şâh, Behrâm-şâh ve Turan-şâh adlarında üç Oğlu kaldı (156). Her birisi Kir- m âo'ın bir tarafım aldı, hükümdârlık sebebiyle 20 yıl birbiri ile savaştılar. O harblerde Kirmân'm çoğu harâb ve yağma oldu, onlar da öldükten sonra, Behrâm-şâh'- ın oğlu Muhammed-şâh tahta geçti. Ona Mübârek-şâh ve bazı akrabası muhâlefet ettiler. O da Arslan-şâh b. Tuğrul'a ilticâ etti. O da asker gönderip, onları uzaklaştırdı, Muhammed-şâh'ı hükümdarlığa geçirdi. Mübârek-şâh yenilerek kaçtı. Muhammed-şâh Kirmân'da bir yıl pâdişâh oldu. Ondan sonra Sultan Sencer Oğuzlar'- ın elinde esir , olduğu zaman, hicretin 583. yılında (1187—1188) Oğuz Beylerinden Melik Dinâr geldi. Kirmân'ı Muhammed-şâh'm elinden aldı. Kirman saltanatı Melik Kavurd evlâdından gitti, devletleri Muhanı- med-şâh'da son buldu.
KUT ALMIŞ B. İSRAİL'İN EVLADININ KISACA DURUMLARI VE SALTANATI BEYANI:
Selçuk'un oğlu İsrail'in oğlu olan Kutalmış saltanat da'vası ve devlete hâkim olmak isteği ile Alp Arslan'la savaşmış, fakat murâdına kavuşamadan ölmüştü. Alp Arslan, Kutalmış'ın oğlu Süleymân (-şâh).ı ve diğer maiyyetini öldürerek dünyâyı fitne ve
- 1 4 4 -
kötülükten temizlemek istedi. Nizâmü'l-Mülk önleyerek, Suriye'ye gönderdi ve o diyârda Süleyman-şâh'a bazı ülkelerin beyliğini verdi. Alp Arslan öldüğü ve Melikşâh Sultân olduğu sırada, Antakya'nın bir Kâfir Beyi (157) vardı. Melikşâh’a tâbi ve haraç vermekte idi. Tesadüf o esnada o bey İslâmî kabul etti ve hâtunıı ile Ka'be'ye yöneldi. Süleyman-şâh fırsatı ganimet bilerek, boş bulduğu Antakya'ya gelip zabt etti (158). Melikşâh'ın beylerinden Şerefü'd-Devle Ali Haleb'e hâkim ve Antakya'nın harâcmı tahsil ile görevli idi. Süley- man-şâh'dan o islâme gelen Kâfir Beyi'nin verdiği haracı istedi. "O ne verir ise, yine siz de onu verin" dedi. Süleymân-şâh "Antakya'nın Beyi îslâma geldi, Müslüman haraç vermez. Bu senin söylediğin sözü, müslümân olan uygun görmez'.' dedi. Şerefü'd-Devle'ye bu cevâp gelince, hemen asker çekerek, Süleyman'ın üzerine geldi, savaştı. Askeri yenilgiye uğrayan Şerefü'd-Devle'nin kendisi de öldü (159). Süleyman-şâh ilerleyerek Haleb- in üzerine geldi, Haleb'i de aldı (160). Ondan sonra Melikşâh'a mektup göndererek, geçen durumu bildirdi. Daha henüz Süleyman-şâh'ın mektubu Sultân 'a vâsıl olmadan ve Sultân'dan haber gelmeden, Melikşâh'ın kardeşi Tâcü'd-Devle Tutuş, Şerefü'd-Devle'nin öldürüldüğünü işittiği zamân, Süleyman-şâh'm üzerine asker çekip geldi, onu öldürmeğe kasdetti. Süleyman- şâh 'ı aldatarak Tutuş'a ilettiler. Bu Tutuş acıma ve şefkatten uzak, şiddet sahibi idi. Süleyman-şâh Tu- tuş'un huzuruna geldiği zaman, Tutuş'un kendisine öfkesini bildiğinden, işkence şiddetinden korkarak, orada hemen göğsünü hançer ile parçalayarak kendisini öldürdü (160 a). Bu tarafta, Süleyman-şâh'm mektubu Melikşâh'a ulaştığı zaman, özrünü kabul etti.Sultân, Antakya ve Haleb'i Süleyman-şâh'ın idaresine verdi.
- 145-
Süleyman-şâh'm elçisi, Sultân'm menşuru (fermân) ile gelir iken, yolda Süleyman-şâh'ın öldüğünü işitti, dönüp yine Sultân'a giderek durumu bildirdi. Sultân, Süleyman-şâh'a olan işe çok üzüldü ve kardeşi Tutuş'a gücendi. Yine Antakya ve Haleb'i Süleym an-şâh'm oğlu Dâvud'a bağışlayarak, o ülkeye hân etti (162).
O sırada Danişmendiye denilen bir topluluk vardı, Zünnun Danişmend denilen bir kimse onlara ser-dâr idi. Tokat, Amasya, Niksar, Sivas ve Kayseri ve nice şehir onun idaresinde idi. Sonra Kayser; Danişmendli- ler'in hükm ettikleri Tokat, Amasya ve Kayseri'yi almak, buraları İslâm ülkesi iken, Kâfir diyarı yapmak istedi. Danişmendliler de Melik Davud ve yanlarına yakın olan İslâm Beyleri'nden Kayser'i ülkelerinden uzaklaştırmak için yardım istediler. Melik Davud diğer İslâm Beyleri'ni de yanma alarak, Kayser ile savaştı ve onu hezimete uğrattı (162). Kayser'in idaresinde olan Konya'yı elinden aldı (163). Hicretin 484. yılında (1087—1088) talihi mesud olup, Melik Dâvud Konya- da Kayser'in tahtına oturdu ve 20 yıl pâdişahlık yaptı, hicretin 500. yılında (1107) öldü (164).Sonra kardeşi Kılıç Arslan b. Süleyman b Kutalmış pâdişâh oldu, 40 yıl saltanatda vedevlo! te kaldı.Onun zamanında adalet ile ülke mamur ve halk memnun oldu. O sırada Musul' un Çökürmüş isminde bir emiri vardı. Hicretin 500. yılında (1107), Emir Cavh 1000 atlı ile Musul'un üzerine yürüdü. Çökürmüş de 2000 atlı ile çıkıp, Musul'a yakm bir yerde Emir Cavh ile karşılaştı. Emir Çavlı çok meşhur ve iktidâr sahibi idi, kendisi Çökürmüş'ün merkezine hücum etti. Çökürmüş'ün askeri Çavlı'ya karşı duramayarak kaçtılar. Çökürmüş çok yaşlı ve inmeli idi, nereye gitse mahaffe ile gider,mahaffesini birçok kimse götürürdü. O sebepten firâr edemediğinden, Çavlı'- ran askeri gelip tuttular ve Cavlı'nm huzuruna götürdüler. Emir Cavh, Çökürmüş'ün sağlam bir şekilde muhâ-
- 146-
tazasını emretti. Çökürmüşün esir olduğu haberi Musul'a geldiği zamân, halk Çökürmüş'ün oğlu Emir Zengi'yi tahta geçirdiler, beyliği ona verdiler. Musul kalesini silâh ile donatıp, her tarafım sağlamlaştırdılar. Bu tarafta Çavlı, Musul Kalesi'nin üzerine gelerek savaştı. Hergün Çökürmüş’ü bir katıra bindirirler ve hi- sârın karşısına getirerek, bağırırlar "Hisârı verin, Beyi'- nizi kurtannV derlerdi. Sözünü kimse dinlemezdi. Çö- kürmüş kendisi de "Hisâr\ verin beni kurtarın'.' derdi. Sözünü dinlemezler ve emrine uymazlardı. Çökürmüş’ü her gece bir kapıya koyarlar, kalenin feth olmasını ümid ederlerdi. Bir müddet böyle yaptılar, neticede bir gün Çökürmüş'ün ölüsünü buldular. Musul halkı bu durumu gördü, Konya Sultânı Kılıç Arslan'a Cavh'yı gidererek Musul'u alması için, mektub gönderdiler. Kılıç Arslan da Musul'a yakın geldi, Emir Zengi onu karşılayarak hürmet ve şehri teslim etti. Kılıç Arslan Musul'da tahta oturup, şehri zabt etti. O sırada sultân, Muhammed Tapar idi. Kılıç Arslan Sultan Muham- med'in hutbesini keserek, kendi adına okuttu. Ondan sonra Cavlı'nm ardından gitti. Çavlı, Kılıç Arslan'ın kendi üzerine geldiğini işitince, Kılıç Arslan'ın beylerine mektuplar ve haberler göndererek iyi va'dlerde bulundu, "Eğer bize uyarsanız çok fazla kuvvet ve kudret bulursunuz. Muhâlefet ederseniz, kendinize zarar edersiniz, sonra pişmanlık yoluna gidersiniz',' diyerek, bunun gibi sözlerle onları kendi tarafına çekti. Kılıç Arslan, Cavlı'nm üzerine yürürken, Çavlı Rahbe'de idi. Hâ- bur nehri yanında iki taraf askeri birbirine girdi, kılıç vurdu. Kılıç Arslan'ın beyleri hiyânet üzerine bulunduğundan, kısa zamanda savaş olmadan Kılıç Arslan'ın askeri hezimete uğrayarak firâr ettiler. Kılıç Arslan kendisi kaçıp, atı ile H âbur'a girdi, Cavlı'nm askeri de ardından yetişti. Kılıç Arslan su içinde durur, ok ile yanma kimseyi yanaştırmaz vururdu. Tesadüf atının
- 147-
ayağı suyun bir derin yerine rast gelip, battı. Su Kılıç Arslan'ın başında aştı gitti. Hicretin 539. yılında (1144-1145) boğularak öldü (165)»Birkaç gün sonra ölüsü bulunup, Şemsâniyye'de gömüldü. Bazı tarih yazarları dediler ki, Kıhç Arslan'ı kendi beyleri tutup, Hâbur nehri'nde boğdular, hıyânet yoluna gittiler. Meyyâfârıkin'de gömdüler. Sonra Çavlı askeri ile gelip Musul'u aldı ve mâlik oldu.
Bu tarafta Kıhç Arslan'ın ölümü haberi Konya'ya ulaştığı zaman, oğlu Mes'ud bu şehirde tahta oturdu. Melik Mfes'ud Danişmendliler ile sulh yoluna gitti ve 39 yıl hükümdârlıktan sonra hicretin 558. yıhnda (1162- 1163) öldü (166).
Oğlu İzze'd-Din Kılıç Arslnan yerine tahta geçti,20 yıl hükümdârlık yapıp, hükümet sürdü (167). On oğlu vardı (168), her birisi kendisine yardımcı idiler. İsimleri, Rükne'd-Din Süleyman, Nâsire'd-Din Berkyaruk, Kutbe'd-Din Melikşâh, Nure'd-Din Mahmud, Muizze'd- Din Kayser-şâh, Gıyâse'd-Din Keyhüsrev, (Muhiye'd- Din Behrâm-şâh, Mugise'd-Din Tuğrul, Argun-şâh ve Sencer-şâh) idi. Sultân İzze'd-Din Kılıç Arslan bunlar ile kuvvetlendi. O sırada Danişmendliler zayıflamış, asker ve hâzineleri az kalmıştı. İzze'd-Din Kılıç Arslan onların memleketlerini ellerinden almak isteyerek, ordu topladı. Sivas ve Kayseri'yi aldı. Aksaray şehrini İzze'd-Din Kılıç Arslan kendisi yaptırıp,o tarafları mamur etti.Sonra Zünnun Danişmend (169).Suriye Meliki Atabey Nure'd-Din tarafına mektup göndererek, Kılıç Arslan'dan şikayet ve kendisine yardım talep etti. Atabey Nure'd-Din de Zünnun'un isteğini kabul edip, kendi beylerinden Abdü'l-Mesih adında bir beyi biraz asker ve mektupla gönderdi. Bunlar gelip, Kılıç Arslan'ı hezimete uğrattılar (170)^ Sivas ve Kayseri'yi yine aldılar. Atabey Nure'd-Din hayatta oldukça, Abdül-Me- rih orada durdu, memleket işlerini Zünnun ile beraber
- 148-
gördü. Çok zamân geçmeden, Atabey Nure'd-Din ve Zünnun öldüler. İzze'd-Din Kılıç Arslan Danişmendli- ler'in hükm ettiği memleketlerin hepsini aldı, Zünnun'- un oğlu İsmail'i öldürdü (17Ö). Kılıç Arslan o memleketleri aldığı zaman ülkesi genişledi. Hükm ettiği vilayetleri bölerek, oğullarına bağışladı. Her birine bir memleket ve her birine bir vilayet tayin etti. Bütün oğullarından en küçüğü olan Giyâse'd-Din Keyhüsrev'i kendisinden sonra hükümdarlığa veliahd kıldı. Kılıç Arslan ülkeyi bölüştürdükten sonra, oğulları yanmda itibârı kalmadı. Oğullarının her birini gezdi, hiçbirisi kabul ve ikrâm etmediler. Saygı göstermediler. Nihayet Giyâse'd-Din Keyhüsrev'e gitti, onun yanında hürmet ve ikrâm bulup, onun askeri ile varıp, Konya'yı aldı. Bir müddet Giyâse'd-Din ile Konya'da oturdu, sonra hicretin 568. yılında (1172—1173) öldü (171).Giyâ- se'd-Din Konya'da atası yerine sultân oldu. Bu Küıç Arslan güzel siyâset sahibi idi, adâlet ve iyiliğe rağbet ederdi, büyük heybet ve haşmeti vardı, Rum ülkelerine çok gazâlar yapmış ve Kâfirler'den birçok şehirler almıştı.
Giyâse'd-Din Keyhüsrev tahta geçtiği zaman, bunun büyük kardeşi Rükne'd-Din Süleyman onunla uzlaşamadı. Rükne'd-Din, kardeşlerinden Giyâse'd-Din'e itâat etmeyenleri öldürdü ve babasının onlara verdiği memleketleri aldı. Kendisine uyan ve Giyâse'd-Din'e muhalefet eden kardeşlerini ise babasının verdiği memlekette b raktı. Sonra birçok asker toplayarak, Konya- nın üzerine geldi ve savaştı. Konya halkı Giyâse'd-Din'- den râzı olduklarından, sulh olmadı. İki taraf çok savaştılar, sonunda sulh yoluna gittiler (172). SülhTşu şarta göre oldu; Rükne'd-Din sultân ve Giyâse'd-Din Keyhüsrev'e âmân olacak sonra Maraş yanında olan El- bistân'a gidip, orada oturacaktı. Keyhüsrev (Konya'dan) çıkıp, Elbistan'a göçtü. Rükne'd-Din tahta geçti,
- 149-
Dİr zaman bu hâl üzerine oldular. Ancak Giyâse'd-Din Keyhüsrev daima Süleyman'dan korkardı, Irâk'a kaçmak istedi, kaçamadı. Çünkü o sırada- Selçuk'lu Sultânları' mn devletleri sona erdi. Saltanat Harezmli- ler'in eline geçti. Sonra İstanbul'a firâr etti. Bizans İmparatoru (173) da kabul edip, onun yanında oturdu. Sultân Süleyman'ın Anadolu'da durumu kuvvetlendi. Hilâfet merkezi olan Bağdâd'dan ona "Sultânül-Kâ- hir" diye lakab verildi, sonra Erzurum'u da aldı, bir kardeşine verdi (174).Sultan Süleyman oradan Gürcistan'a gitti, Kâfirler ile savaştı. Tesâdüf sancak götüren kimsenin atının durduğu yer yarılmış, çukur olmuştu. Ansızın atının ayağı o çukura düştü. Askerler sancağın yıkıldığını görünce her birisi şaştı, hezimete uğrayıp firâr ettiler ( 175).Süleyman bir daha Gürcüler üzerine giderek intikâm almak istedi, fakat fırsat bulamadı, zaman müsâit olmadı. Hicretin 602. yılında (1205-1206) öldü (176). Yirmidört yıl hükmü dünyadan geçti.
Yerine küçük yaştaki oğlu İzze'd-Din Kılıç Arslan tahta oturdu. Birbuçuk yıl atası yerine sultân oldu. Neticede beyler, İzze'd-Din Kılıç Arslan'ın küçüklüğü sebebiyle, halkın gözünde itibârsız olduğunu, hükümdarın emrine ve memleket nizâmına bozukluk geldiğini gördüler. Sonra Atabey Yarınkuş, İstanbul'a Giyâse'd- Din Keyhüsrev'e adam gönderip, onu getirdiler ve saltanatı verdiler. İzze'd-Din'in karşı koyacak gücü olmadı- dığındaıı Konya'dan çıkıp kaçtı. Giyâse'd-Din Keyhüsrev tahta geçti, İzze'd-Din'in ardından asker göndererek yakalattı ve kalede hapsetti. İzze'd-Din o kalede öldü.
Giyâse'd-Din Keyhüsrev 6 yıl hükümet sürüp, saltanatta kaldı. Karaman ülkesinden kendi idaresi altında olmıyan birçok şehir ve kalelere sahip oldu. Laskaris adında bir kâfir ile savaşa gitti. O kâfir ile savaşırken, hicretin 609. yılında (1212-1213) şehid oldu (178)
- 150-
Oğlu İzze'd-Din Keykâvus yerine sultân oldu. Biı yıl pâdişahlık yaptı, bir yıldan sonra verem hastalığından öldü (179).
Kardeşi Alâe'd-Din Keykubâd Fırat kenarında Min- şâr (Masara) kalesinde hapisti. Izze'd-Din'in oğlu kalmadığından onu zindândan çıkararak sultân yaptılar. Alâe'd-Din 26 yıl (180) Anadolu ülkesinde pâdişahlık yaptı. Hükümdarlığa uygun ve o hanedanının pâdişâhlarının meşhurlarındandı. Kardeşi Rükne'd-Din Süleyman kendisine muhâlefet ederek, nice kerre savaştı. Nihayet esir olup, Hoşyâr kalesinde hapsedildi ve o kalede öldü. Hicretin 627. yılında (1230), Sultan Alâ- e'd-Din ile Celâle'd-Din Harezmşâh arasında savaşlar oldu, Harezmşâh yenildi, Sultân Alâe'd-Din galip geldi. O savaşların sebebi şu idi: O sırada Ahlat, Melik Eşrefin elinde idi ve kardeşi Takiye'd-Din Abbâs, Ahlat ve ona tâbi yerlere hâkimdi. Sonra Celâle'd-Din Harezmşâh Ahlat'ın üzerine geldi, şiddetle muhâsara etti. Orada kışladı ve Ahlat'ın üzerine göl tarafından 20 mancınık kurup, savaştı. Kalede o derecede kıtlık oldu ki, köpek eti yediler ve Suriye ratlı (181) ile bir ratl domuz bir Mısır diııânna oldu. Neticede mecbur kalarak kaleyi teslim ettiler, itâat yoluna gittiler. Celâle'd-Din, Melik E şrefin kardeşi Takiye'd-Din \bbâs'ı esir ederek,Bağdâd Halifesi Mustansır'a hediye
gönderdi. Mustansır da Takiye'd-Din'e saygı göstererek yerine döndürdü. Melik Eşref bu hususta çok acı çekti ve Alâe'd-Din Keykubâd'a haber göndererek, Harezm- şâlı üzerine yardım istedi.Sultân Alâe'd-Din de bütün askeri ile kalkıp, Melik Eşref ile birleşti ve Ahlat üzerine geldiler. Harezmşâh da 40.000 kadar asker ile karşı çıktı. Cuma günü yapılan şiddetli savaşta, Harezmşâh mağlup oldu. Askerlerinden çoğu çldürüldü, bir o kadar da esir alındı. Harezmşâh askerinden 1500 kişi korkularından kendilerini korkunç bir vâdiye atarak,
- 151-
öldüler. Harezmşâh kendisi bir gün bir gece at boynunda güçlükle kurtuldu. Acem ülkesinden Hoy'a ulaşarak kurtuldu.
Bu olaydan sonra Harezmşâh, Cengiz Han'ın kendi eşyenihreh Conlagoh (Noyan)'ı büyük Bir ordu ile
Harezmşâh'm ardından gönderdiğini "Elbette yakalamadan dönmiyesin'.' dediğini haber aldı. Harezmşâh bunu işitince korkusundan titreyerek, şaşakaldı. Melik Eşref ile Sultân Alâe'd-Din'e haber gönderip, "Fitne ve fesâd baştan aştı'.' diye yardım istedi. "Ben Tatar ile sizin aranızda İskender şeddiyim. Beni alınca, siz ona karşı duramayıp, sizin de memleketinizi elinizden alıp, öldürmesi muhakkaktır!,' dedi. Melik Eşref ve Sultân Alâe'd-Din önem vermediler ve yardım etmediler. Hicretin 630. yılında (1232-1233) , Sultan Alâe'd-Din Keykubâd Kaan'a elçi gönderip itâat gösterdi. Moğol Kaan'ı elçiye "Biz Alâe'd-Din'in sağlam görüş ve doğru fikir üzerine olduğunu işittik. Eğer kendisi bizim huzurumuza gelirse, bizden kabul ve büyük ikrâmlar bulur, yine memleketinde hüküm sürer" dedi. Sultân Alâe'd- Din'in elçisi Kaan'ın bu sözleri ile gelince, işitenler Kaan'ın büyüklüğüne şaşakaldılar. "Nasıl Sultân Alâe'd-Din'i ayağına davet eyleye ve bü çeşit sözler söyleye?" dediler. Sultân Alâe'd-Din bir gün beylerine davet ve büyük bir ziyâfet verdi. Bütün emir ve büyükler geldiler, reisler ve askerler hâzır oldular. Sultân Alâe'd-Din kendisinin saltanatına, kudret ve devletine ve askerinin çokluğuna mağrur olup, ferâh ve sevinçli iken, ansızın yüreğinde ve içinde bir ağrı ve hemen kanlı ishal oldu. O gelen kan çok fazla miktarda idi, çok ağrısı vardı. Neticede kuvvetten düştü ve hicretin 634. yılında (1237) öldü. Bütün hükümdarlık günleri ve devlet müddeti 18 yıl oldu. Bu Sultân Alâe'd-Din sert ve akıllı, fikir ve görüşünde, kullarına ve beylerine davranışında şiddet sahibi idi. Kılıç Arslan'ın evlâdı
- 152-
birbiri ile çekişip savaştığından, Selçuklu Devleti'ne usanç ve memleket nizâmına ihtilâl gelmişti. Sultân Alâe'd-Din pâdişâh olunca; yine Selçuklu Devle ti' ni yeniledi ve hükümdârlık usullerini düzeltti. Halkın kalbine heybet saldı ve bütün beyler ona tâbi oldu. Ülkesi genişledi ve dünya halkı ona itâa t kıldı. Ona "Sultân-ı âlem" derler, bütün hükümdârlar yanında hâzır olup, hizmetini ederlerdi.
Sultân Alâe'd-Din dünyadan göçtükten sonra, oğlu Giyâse'd-Din Keyhüsrev tahta geçti. Hicretin 638. yılında (1240—1241) Amasya'da bir Türkmen meydana çıktı. Peygamberlik daveti kıldı, hile ile yanıcı şekilde nesneler gösterip, çok kimseyi cehâletten azdırdı, başına hayli adam topladı. Sufi ve şeyh görünüşlü Ishak admda bir kimse vardı, kendisine kötülük ve rezillikde arkadaş idi. OnuSümeysât'a (182) gönderdi,gidip Baba'nm davetini açıkladı. Çok kimse tâbi oldu ve Türk- menler'den çok azgınlar toplandı. Yayadan başka6.000 atlı bunlara katıldı. "Lâ ilâhe illallah Baba Resul Allah” demeyen ve kendilerine muhâlefet edenlerle savaştılar. Hısn-ı Mansur, Malatya ve o tarafta olan şehirlere giderek, harb ettiler. O şehirleri davet edip, her birinde nice gün durdular. Müslüman ve Hıristiyanlardan kendilerine tabi olmaymlardan çok kimse öldürdüler. Bu yol üzerine gezerek, Amasya'ya ulaştılar. Sonra Sultân Giyâse'd-Din bunların üzerine bir grup asker tertip etti. Sultân Gıyâse'd-Din'in yanında bir bölük Freng askeri de vardı. Onlar ile kendisi savaştı, topluluklarını bozguna uğratıp, öldürdüler. Baba ile Ishak esir edildi. İkisini de Sultan Gıyâse'd-Din'in huzuruna getirdiler, boyunlarını vurdular (183),dini ve halkı kötülüklerinden korudular.
Hicretin 640. yılında (1242-1243); Moğol Kaam, Emir Baycu (Noyan) admda bir beyi kalabalık bir ordu ile Anadolu'ya gönderdi. Bu taraftan Sultan Giyâse'd-
- 1 5 3 -
Din de Rum, Freng, Gürcü, Ermeni ve Arab'dan yer- gök götürmez asker toplayarak Tatarlar’ın üzerine yürüdü. Erzincan taraflarında iki ordu birbiri ile karşılaştı ve hemen savaşa başladılar (184),Giyâse'd-Din'in askerinin kalbine Tatar'dan dehşet ve korku düşüp, hiç birisinin savaşa gücü kalmadığından, henüz savaş ateşi kızmadan soğuyup firâr ettiler. Sultân Giyâse'd-Din bu durumu görüp, Allâh'm hikmetine hayrân ve şaşakaldı. Nihayet bütün otağ ve çadırları bırakıp, "Selâmet der kenar" diyerek firâr etti. Sonra Kayseri'den hâtûnlarım ve evlâdını alarak Ankara hisarı sarb oldu- ğundaa oraya gitti, içine kapandı. Tatar bunların bu kadar muhtelif grublardan çokluk asker ile savaş olmadan kaçtıklarım gördükleri zamân, hile sanıp, tuzak vardır diye yerlerinden ayrılmayarak alaylarım bozmadılar, o gün emin oldular. Ertesi günü bunların hezimetlerini öğrenince Anadolu'ya dağıldılar, her bir bölüğü bir şehrin üzerine yürüdüler.Önce gelip,Sivas'ı anıân ile aldılar, halkını öldürmediler. Mal ve eşyaları yağmaladılar, savaş aletlerinden bulduklarını yaktılar ve surlarını yıktılar. Ondan sonra Kayseri'ye geldiler. Bir nice gün savaştıktan sonra zorla aldılar. Halkını öldürdüler, çocukları esir edip, sürdüler. Devlet ileri gelenlerine ve zenginlere mallarını göstersinler, diye işkence ettiler. Olan eşya ve malları yağmaladıktan sonra, surunu ha- rab ve virân ettiler. Erzincan'ı da savaşla aldılar, ona da Kayseri'ye yaptıklarım kıldılar, oradan geri döndüler. Diğer Anadolu şehirlerine girmediler. Sultân Giyâse'd- Din Tatar'a mukavemette aczini anladı, her yıl bir mik- tâ r mal, atlar ve eşyalar vermek üzerine sulh yaptı. Anadolu Sultanı Tatar'ın idaresinde ve Tatar Anadolu'ya mâlik oldu. Bundan sonra Sultân Giyâse'd-Din Tarsus'u feth için büyük bir ordu gönderdi. Bu ordu Tarsus'u muhasara edip, kale halkım tazyike ve savaşa başladılar. Tesadüf o esnada hicretin 644. yılında (1246)
- 154-
Giyâse'd-Din Keyhüsrev öldü. Sultân'm ölüm haberi o askere erişince, hisârın fethinden vazgeçerek, yine ülkelerine döndüler. Bu Sultân Giyase'd-Din kötü huylara sahipti, eğlence ve şaraba ve şehvete düşkündü. Gürcü kıralı'nm kızı ile evlenmişti. Onunla çok kaynaşıp, son derecede sevgi göstermişti. Hatta o derecede sevmekte idi ki, onun resmini akçe ve dinarlar üzerine tasvir ettirmek ve ona halk arasında itibâr kazandırmak diledi. Sonra yakınları akla uygun görmeyerek bunu terk ettiler. Dirhem ve dinarlar üzerine bir arslan ve onun üzerine de güneşin resminin yapılmasını ve bunun o kızın talihine işaret sayılmasını ve bıı suretle Sultâıı'- m isteğinin yerine getirilmesini kararlaştırdılar.
Giyâse'd-Din dünyadan göçtüğü zamân yerine oğlu Rükne'd-Din Süleyman geçti (185). Onun veziri ve işlerinde yol göstereni (Muine'd-Din) Pervâne Kâşi idi. Sonra Moğol Kaanı (Mengü "Möngke"), Rükne'd-Din'i hizmetine davet etti. Rükne'd-Din "Düşmanlarım vardır, o tarafa sefer edersem, memleketin elden gitmesi muhakkaktır" diyerek özür diledi, Kaan'ın hizmetine kardeşi Alâe'd-Din Keykubâd'ı gönderdi. Alâe'd-Din Kaan'ın huzuruna ulaştığı zamân, Kaan ona çok hürmet etti. Alâe'd-Din bu saygı ve hürmet ile Kaan’ın huzurundan dönüp geldiği ve Anadolu hududuna ulaştığı zamân, Rükne'd-Din, Alâe'd-Din benim üzerime yükselir, diyerek Kaan'dan korkmadan ona zehir verip, öldürdü. Rükne'd-Din'in kardeşi (İzze'd-Din) Keykâvus bunu görünce, o da yersiz korkuya kapılarak, kaçıp Moğol ordusuna gitti, Berke Han ordusu Keykâvus'u Kaan'a ulaştırdılar. Keykâvus, Kaan'ın huzurunda Rük- ne'd-Din'den şikâyet ve kardeşine yaptığı işi hikâye etti. Kaan Keykâvus'u hoş görüp, Rükne'd-Din yerine onu Sultân yaptı. Keykâvus, Kaan'dan dönüp Anadolu'ya gelir iken, öldü. Gidip-gelmesi 18 yıl oldu. Hicretin 664. yılında (1265-1266), kardeşini zehirlediği içi ıı
- 1 5 5 -
Abaka Han emri ile Rükne'd-Din öldürüldü. Yerine oğlu (Giyâse'd-Din) Keyhüsrev hükümdar oldu. Ancak Keyhüsrev çok küçük yaşta olduğundan bütün işler Vezir Hâce Muine'd-Din (Süleyman) Pervane Kâşi'nin (187) elinde idi. O Moğol Divâm'nda itibâr buldu. Keyhüsrev'in annesi ile evlendi. Keyhüsrev 18 yıl devlet ve saltanatta idi. Moğol Sultanlarından Ahmed Han'ın düşmanı olan Şehzâde Kongurtay (Noyan) ile Keyhüsrev arasında yakınlık vardı. Ahmed Han da Keyhüsrev'i getirtip, AzerbeyCan'da öldürttü (188).
Sonra İzze'd-Din Keykâvus'un Kırım'da oturan oğlu Giyâse'd-Din Mes'ud'u, Argun Hân'ın fermânı ile, Anadolu'dasultân yaptılar. Anadolu'nun durumu onun zamanında ıztırâb ve karışıklık üzerine oldu. Osman'ın dedesi (Er) tuğrul-şâh evlâdı ve askerleri ile gelip, Antakya, Alâiye ve Lazkiye'yi alarak, çok iş yaptı. Eşref- oğlu Beyşehir'e han ve o taraflara sultân idi. Beyşehir'de beyden murâd Eşrefoğlu'dur. O da Akşehir'i, Selçuklular'ın ve Moğollar'm tasarrufundan, kendi idaresi altma aldı. Sonra Moğol şehzâdeleri Geyhatu ve
Hülâgü'yu Anadolu’ya gönderdiler ve vezirliği Hâce Fahre'd-Din Muhammed Müstevfi'ye verdiler. O da iyi tedbirler ile o hıyanet sahiplerinin kimisini öldürüp, kimisini itâat ettirdi.Sonra Argun Hân'ın Sa'dü'd-Devle- denilen bir yahudi veziri vardı, onun işareti ile Hace Fahre'd-Din'i şehid ettiler (189). Anadolu'nun vezirliği sâhiblik ile meşhur Fahre'd-Din Ahmet Lâkuşi'ye verildi. O da elden ele düşerek harab olmuş ve mahsul vermeyen Divan'a ait emlâki münâsib kimselere sattı. Bayındır hale getirdikten sonra üzerlerine timâr etti.Bu tedbir ile Divân'a ait emlâkin tamamını bayındır hale getirdi ve mahsullerini çoğalttı. Hicretin 697. yılında (1298) Giyâse'd-Din Mes'ud öldü (190). Yerine kardeşinin oğlu Keykubâd b. Feramürz, Gazan Hân fermanı ile tahta geçti. Bu (III. Alâe'd-Din) Keykubâd
- 1 5 6 -
b. Ferâmürz'dür. Bunun zamanında Sultân Osman Kâfirler elinden çok memleket aldı ve günden güne kuvvet bııldu. Keykubâd, Anadolu ülkesine GazanHân yarlığı ile sultân olmasına rağmen ona itâatten çıkarak, muhâlefet yoluna gitti. Gazan Han asker gönderip Keykubâd'ı tu ttu ve işini tamam etti (191). Anadolu saltanatı Selçuklular elinden gitti. Kıyılarda ve uçlarda onların emirlerinden bazı kimseler kaldı. Aydın, Menteşe, Saruhan ve Hamid gibi, her birisi müstakil beyler oldular. Sonra Osmanlı Devleti meydana çıktı, o beylerin hepsi yok olup, Osmanlı sülâlesine intikâl etti.
Tarihlere baktım ve bakanlarca da bilinmektedir ki, bunların zamânında olan nizâm ve intizam, adâlet ve doğruluk, uğur ve bereket ve Peygamber şeriatına riayet ve halkı himaye, geçmiş pâdişâhlar zamanında olmamıştır ve bunlar gibi temiz kalb ve inançlı şâhlar gelmemiştir. Allâh devlet ve saltanatlarım dâim ve kıyâmete kadar devâm ettirsin.
- BİBLİYOGRAFYA VE KISALTMALAR -
Abbâs İkbal,
Ahbâr:
Aret, R. R.,
A teş, A.,
Barkan, Ö.L.,
Barthold, W., Barthold, V.,
Vezâret der Ahd-ı Selâtin-i Buzurg-ı Selcukî, Tahran, hş. 1338.
Sadr-ed-Din Ebi'l-Hasan Ali b.Abi'l-Fevâris Nâsır b. Ali el-Hüsey’nî, Ahbâr üd-Devlet is- Selcukıyye (nşr. Muhanınıed İkbâl, Lahor 1933 — trk. trc. N. Lügal), Ankara 1943.
Batman, mad. İA.
Hâkâni, mad. İA.
Timâr, mad. İA.
Çegâniyân, mad. İL.Kara-Hıtaylar, mad. İA.
Demirkent, I., Sümeysât mad. İA.Devellioğlu, F., Osmanlıca-Tiirkçe Ansiklopedik lügat, Ankara
1970.Gâşiye, mad. İA.
Halil Edhem(Eldem), Düvel-i İslâmiye, İstanbul 1927.Hamâse, mad. İA.
Hinz, W, Islamische Masse und Gewichle, Leiden 1955,Handbuch der Orientalistik Ergânzungs band 1.
Huart, Cl., Gilân, mad. İA.Huart, Cl., Kisrâ, mad. İA.Hua>-t, Cl., Kumis, mad. İA.
-159-
Huart, Cl., Tabes, mad. İA.İA.: İslâm Ansiklopedisi
Kafesoğlu, Melikşâh: İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953
Kafesoğlu, İ., Harezmşahlar Devlet Tarihi (485-617/1092— 1221), Ankara 1956.
Kafesoğlu, İ., Kür-Boğa, mad. İA.Kafesoğlu, İ., Nizâm-ül-Mülk, mad. İA.Kafesoğlu, İ., Selçuklular, mad. İA.
Köprülü, M.F., Hâcib, mad. İA.Köprülü, M.F., Ata, mad. İA.Köprülü, M.F., Hil'at, mad. İA.
Köymen, İkinci İmparatorluk Devri: M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi (İkinci İmparatorluk Devri) II, Ankara 1954.
Köymen, M.A., Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 1963.Köymen, M.A., Tuğrul II., mad. İA.
Kramers, J.H., Kirman, mad. İA.
Merçfl, Selçuk-şâh: E. Merçü, Fars Meliki Selçuk-şâh'ın Hayatı ve Paralan, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 4-5, İstanbul 1974.
Merçil, Salgurlular: E. Merçil, Fars Atabeyleri Solgurlular, T.T.K.Y. Ankara 1975.
Merçil, E., Emir Savtegin, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 6, İstanbul 1975.
Minorsky, V., Selmes, mad. İA.Minorsky, V., Tus, mad. İA.
Mirza Bala, Gürcistan, mad. İA.
Nüzhetü'l-Kulub: Hamdullah b. Ebi B ekrb. Muhammed b. Nesr Müstevfi Kozvini, Nüzhetü'l-Kulub (nşr. De- blr-i Siyâki), Tahran hş. 1336.
Pakalın, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,1—11, İstanbul 1946.
Pritsak, O., Kara-HanJılar, mad. İA.
Sevim, Suriye Selçukluları: A. Sevim, Suriye Selçukluları I (Fetihten Tutuş'un ölümüne kadar). Ankara 1965
Strange, The Lands: G. Le Strange, The Lands o f the Eastren Caliphate, Cambridge 1930. 2
Streck, M., Batiha, mad. İÂ.Streck, M., Kaîe-i Sefid, mad. İA.
Sümer, F., Kızıl-Arslan, mad. İA.Sümer, F., Mes'ud b. Muhammed Topar, mad. İA.Sümer, F., Pehlivan, mad. İA.
Tarih-i Güzide: Hamdullah b. Ebi Bekr b. Nasr Müstevfi Kazvi-ni, Tarih-i Güzide (nşr. Abdü'l-Hüseyin Neva'i) Tahran hş. 1336-1339.
Turan, Selçuklular Tarihi: O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk- İslâm Medeniyeti, Ankara 1965.
Turan, Türkiye: O.Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971.
- 161-
Turan, O., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul1973.
Turan, O., Keyhüsrev I. mad. İA.Turan, O., Keyhüsrev II., mad. İA.Turan, O., Süleyman-şâh I. (B. Kutalmış), mad. İA.
Uzunçarşılı, İ.H., Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, T.T.K.Y.Ankara 1970. 2
Yâkut: Şıhâbe'd-Din Ebi Abdullah Y âkut b. Abdul-lâh el-Hemevi, Mu'cemü'l-Büldân, Beyrut 1955-57.
Yınanç, M.H., Arslan-şâh, mad. İA.Ymanç, M.H., Danişmendlüer, mad. İA.
Zettersteen, K.V., Sadaka, mad. İA.
- 162-
-A Ç I K L A M A L A R -
1. Nizâmii'l-Miilk'ün babası N ûkân d ihkâm A li b. îshâk olup, servet sahibi idi, bk. 1. Kafesoğlu, Nizâmü'l-Mülk, mad. lA .
2. Nizâmü'l-M ülk 7 Aralık 1063'de A lp Arslân'a vezir oldu. Su ltan A lp Arslan 24 Kasım 1072'de öldüğünde, Nizamü'l-Mülk'- ün h izm eti dokuz y ıl oluyor, bk. Kafesoğlu, aynı eser.
3. Su ltân A lp Arslan öldüğü zaman oğlu M elikşâh tahta geçti. A ncak amcası Kirman hâkim i M elik Kavurd hükümdarlığı ele geçirmek için isyan etti. Neticede Kavurd öldürülerek (1073) M elikşâh Selçuk lu tahtında rakibsiz kaldı, fazla bilgi için bk.'1. Kafesoğlu, Sultan M elikşâh Devrinde Büyük Selçuklu İm paratorluğu, İstanbul 1953, s. 20-23.
4. Z eyn ü ’l-lslâm Ebu'l-Kâsım K uşeyri 986-1072 tarihleri arasında yaşamış, devrinin m eşhur din adamlarındandır, fazla bilgi için bk. Kafesoğlu, aynı eser, S. 1 72-1 73.
•>. Büyük şâ fii fatihlerinden ve devrinin m eşhur şahsiyetlerinden olan Imamü'l-Haremeyn Z iyâ üd-Din Ebu'l-M e'âli Cüveyni 1025-1085 tarihleri arasında yaşamıştır, bk. Kafesoğlu, aynı eser, s. 175-176.
6. Büyük Sûfüerden olan E bu A li Fazl b. M uhammedi'l- Farmezi 1016-1084 yılları arasında yaşamıştır, bk. Kafesoğlu, aynı eser, s. 184.
7. O devirde 1 m ud 2,5 litre, yaklaşık olarak 1,9 kg. idi. bk. W. Hinz, Islamische Masse und Geıvichte, Leiden 1955, s. 47.
7a. B u yerin ismi Suhne'dir, bk. Kafesoğlu, M elikşâh, s.203
7 b. B u şahsın ismi E buTahir-i E yvân i (veya Errâni) ’dir. bk. Ka-
- 163 -
fesoğlu, M elikşâh, s. 203.
8. Amîdü'd-Devle, A bbasi vezirlerinden Fahrii'd-Devle M uham m ed b. M uhamm ed b. Cuheyr (1063-1078)'in oğludur, bk. Kafesoğlu, aynı eser, s. 46.
9. Kemâlii'd-Devle Ebu'r-Rıza Fazlullah M elikşâh devrinin m eşhur devlet adamlarından olup, Tuğra Divânı reisi idi, fazla bilgi için bk. Kafesoğlu, aynı eser, s. 148, 197-198
10. Hemâse: Y iğitlik. Savaşlarda gösterilen kahramanlığı yüceltm ek için yazılar şiirler. Bu şiirlerden meydana gelen antolojilere kısaca Kitâbü'l-Hamâse adı verilmektedir, bk. Hamâse, mad, İA.
11. Nizamü'l-M ülk'ün 15 tane olan erkek ve kız çocuklarının adlan için bk. A bbâs İkbâl, Vezâret der ahd-ı Selâttn-i Buzurg-i Selcukt, Tahran 1338 s., 320'inci sayfadan sonraki soy kütüğüne.
12. Nizamü'l-M ülk'ün bu oğlunun ismi Ahm ed'dir. bk. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-îslâm M edeniyeti, Ankara 1965, s. 229.
13. Burada Sultan M elikşah ile T u tuş karıştırılmıştır. Sultan Me- likşah kardeşi T u tuş 'u Suriye 'ye göndermiş ve Tutuş, Suri-- ye hakim i A ts ız 'ı öldürmüştür, bk. A li Sevim , Suriye S e lçu kluları I (Fetihten T u tuş'un ölümüne kadar), Ankara 1965, s. 59-60.
14. Kaynaklarda Selçuklu-Bizans münasebetleri için birbirini tutm ayan bazı haberler vardır, bu da onlardan birisidir, fazla bilgi için bk. Kafesoğlu, M elikşah, s. 105 n. 10
15. Süleym an-şâh Aralık 1084'de A n ta lya 'y ı kendisi fe thetm iş-tir. Fazla bilgi için bk. Kafesoğlu, Melikşah, s. 83 ve O. T u ran, Selçuklular zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 71-72.
16. Y em en 'de ölen Turşek isimli kumandır, bk. Kafesoğlu, Me lik-şâh, s. 127-128.
I 7 Harkavat kelimesi ile; Türkistan bozkırları ve Göçebeler ü lkesi kasdedilmiştir, bk. Ahbar, trk. frc. s. 50 not. I T u r a n , Selçuklular Tarihi, s. 154.
164 -
18. O zaman Sem erkand hâkim i Kara-Hanlılar’dan Yakub b. Süleyman idi. Su ltan 'm geldiğini duyunca şehirden kaçm ışsa da, sonradan yakalanıp huzura gönderilmiştir. Bk. O. Prit- sak, Kara-Hanlılar, mod. IA.
19. M uhtem elen yukarıda adı geçen Yakub b. Süleyman'dır.
20. Bu sırada Şirvân-şâh Feriburz (1065-1092) idi ve Selçuklu emiri Sevtegin'in bu bölgedeki başarısı karşısında Selçuklu- lar'a yıllık haraç ödem eğe başlamıştı, fazla bilgi için bk. E. Merçil, Em ir Savtegin, Tarih Enstitüsü Dergisi sayı 6, İstanbul 1975, s. 68 ve 72.
21. Ş irvan eyaletinin en kuzeyinde, Arablar'm D erkend dedikleri Hazer denizi üzerindeki m eşhur liman, bk. G .Le Stran- ge, The Lands o f the Eastern Caliphate, Combridge 1930 2 s. 180.
22. H aytal ( çoğulu, Hayâtila), İslâm kaynaklarında A k-hun vey a Eftalitler'e verilen isimdir, bk. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 179.
23. M etinde bu şekilde geçm ektedir. M uhtem elen Erm eniyye'- de D erkend'e yakın Hazar civarında geniş bir bölge bk. Şihâbe'd-D in Ebi A bdullah Y â k u t b. A bdullâh el. Hemevi, M u'cem ü’l-Büldân, B eyru t 1955-1957, IV , s.8
24. M uhtem elen ez-Zâbic olup, Hindistan'la Çin hududunda bir adadır, bk. Yakut, III, s. 124
25. Ş ilâ , K ufe civarında bir nehir, bk. Yakut, III, s. 386.
26. Ishâki, Nehreven civarında bir nehir, bk. Strange, The Landa, s. 52.
27. A li er R ızâ b. Musâ (765 ?-818) şiilerin sekizinci imamıdır. O nun türkesi, N ekân arazisinde Sanâbâd köyündedir, bk. V. M inorsky, Tus, mad. İA.
28. Kisrâ; Sâsâm ler'den iki Husrev'in isimlerinin arapça şekli olup, sonradan bütün İran şahlarını ifade eden bir cins ismi olm uştur, bk. Çİ. Huart, Kisre, mad. İA-
- 165
29. Bu Selçuk lu emirlerinden Humertegen Savâb'dır ve Basra'yı da yılda 100.000 ve 100 a t verm ek suretiyle kendi uhdesine almıştır, bk. Kafesoğlu, M elikşah, s. 197.
30. Gönderilen Kıvâmü'd-Devle adındaki şahıs, Selçuklu kum andanlarından ve M usul emiri olan Kür-Boğa'dır. bk. İ. Kafesoğ lu, Kür-Boğa, mad. İA.
31. Terken H âtûn hicretin 487. Ramazan ayında (Eylül/Ekim 1094) İsfahân'da ölmüştür, bk. Sevim, Suriye Selçukluları, s. 117.
32. T u tu ş 'u n N useyb in ’i zabtı hicretin 486. yılının Sefer ayında (Mart 1093) olm uştur, bk. Sevim, Suriye Selçukluları, S. 106
33. M etinde bu şekilde geçm ektedir. Savaş, Haleb'e 7 fersah uzaklıkta bir k ö y olan Seb 'in civarında olm uştur, bk. Sevim, aynı eser, s. 114.
34. Suriye M eliki T u tu ş 26 Ş u b a t 1095'de şiddetli bir savaş sonucu, ordusunun yenilgiye uğramasıyla, Sungurca adlı bir emir tarafından öldürüldü, fazla bilgi için bk. Sevim , aynı eser, s. 121.122.
35. Tabes; Horasan eyâletinde bulunan bir İran şehridir, bk. CI. Huart, Tabes, mad. İA.
36. Bu savaş 7 Nisan 1001'de olm uştur, fazla bilgi için bk. M .A. Köym en, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 1963, S. 84.
37. 1001 yılı sonunda Nihavend civarında karşı karşıya gelen iki kardeş H alife'nin aracılığı ile savaşmadan sulh yaptılar, K ö ymen, aynı eser, s. 90; Turan , Selçuklular Tarihi, S. 167.
38. M etinde bu şekilde geçm ektedir. Aslında savaş H ey önünde olm uştur, bk. K öym en, aynı eser s. 92, Turan, aynı eser, s. 167.
39. M uhamm ed Topar Ahlat'a kaçm ıştır, bk. K öym en, aynı eser s. 92.; Turan, aynı eser, S. 167.
40. Berkyaruk, Batı Kara-Hanlı devletinden sırasıyla, Süleym an
b. Dâvud, Ebu'l-Kâsım M alımud (1097-1099) ve Cibrâil b. Ömer (ölümü 1102 )'i tahta çıkarmıştır, bk. O. Pritsak, Kara- Hanlılar, mad. t A.
40a. Seyfü'd-Devle sadaka b. Mansur, 1108 M art ayı başında ya pılan savaş sonunda 59 yaşında iken öldürülmüştü, bk. K. V. Zetterste'en, Sadaka, mad. İA.
41. Bu şahsın tam adı Z iyâ ü ’l-Mülk A hm ed b. N izâmül- Mülk 'dür bk. Ahbar, 81 (trk. trc., s. 57.)
42. Sultan M uhamm ed Topar'm kız kardeşinin ismi Seyyide idi. bk. Ahbar, aynı yer.
43. M etinde yanlışlıkla M uhamm ed olarak yazılm ıştır, aslında M ahmud olacaktır.
44. Bu vezirin tam ismi, Sadü'l-Mülk Ebu'l-M ehâsm Sad b. M uham m ed el-Ani'dir, bk. Ahbâr, 83 (trk. trc, s. 58 ve not. 1)
45. M etinde A bdullah olarak geçen Isfahan kadısının ismi, Ubeydullah el-Hatibîidi, bk. Ahbâr, aynı yer.
46. Vezir Hetirü'l-Mülk'ün babasının ismi Hüseyin'dir, bk Ahbar, aynı yer.
47. Bu sırada Batı Kara-Hanlı devleti H âkânı II. M uhamm ed b. Süleyman'dır, bk. O. Pritsak, Kara-Hanlılar, mad. İA.
48. Bu savaş Sâve'de 2 Cemâziyü'l-evvel 513 (11 A ğustos 1119) de olm uştur, bk. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 171; 1. Kafesoğlu, Selçuklular, mad. İA.
49. Vezir'in tam ismi, N izâm e'd-D in Kemâlül-Mülk es-sumeyre- mi'dir, bk. Ahbâr, 88-89 (trk. trc., s. 62.)
50. Kumis; Irak-ı A cem ile Horasan ve Taberistan arasında bulunan bölge, bk. C I. Huart, Kumis, mad. İA.
51. K um 'un batısında, buraya yakın mesafede bir kasaba, bk. Strange, The Lands, s. 211.
52. Sâman, Irak-ıA cem bölgesinde Harrakâneyn havâlisinde büyük bir köy, bk. Hamdullah b. E b i B ekr b. M uham m ed b. Nasr M üstevfi Kazvini, Nüzhetü'l-Kulüb (nşr. Debir-i S iyâki),Tahran hş. 1336, s. 82.
53. Gilân, Hazer denizinin güneyinde ve Elburz dağ silsilesinin güneyinde bir İran vilâyetidir, bk. C l , Huart, Gilân, mad. İA.
54. Selçuk-şâh hayatı hakkında fazla bilgi için bk. E. Merçil, Fars M eliki Selçuk-şâh hayatı ve Paraları, Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı 4-5, İstanbul 1974, s. 23-29.
55. Bu Kara-Hanlı H âkân 'ı Cibrâil b. Ömer'dir, 22 M ayıs 1102'- de Sencer tarafından idam edilmiştir, bk. O. Pritsak, Kara- Hanlılar, mad. İA.
56. Bu sırada Gazne Su ltân ı Arslan-şâh b. İH. M es'ud (1155- 1118) idi.
57. M etin bu şekilde geçm ektedir. Aslında Behrâm -şâh (1118- 1152) 'dir.
58. B u Batı Kara-Han'lılar devleti H âkânı M uham m ed b. Süley- mân (ölümü 1132)'dır, bk. D. Pritsak, Kara-Hanlılar, mad. IA
59. Buradaki Türkler müslüman olmayan Türkler'dir. M uham med b. Süleym an M emluklardan 12.000 kişilik bir ordu m eydana getirm iş ve "k â fir" Tiirkler'e karşı sık sık akınlar yapmıştır, krş. O. Pritsak, aynı eser.
60. Sultan Sencer bu seferinde M uhamm ed b. Süleym an'ı esir etm iş (1130) ve M erv'e göndermiştir, bk. O. Pritsak, ayn{ eser.
61. M uham m ed b. Süleym an'ın Nasr adında bir oğlu varsa da, m uhtem elen ondan önce (1129?) ölmüştür. Sultan Sencer, el-Hasan 6. A li'y i Sem erkand'a tayin etm iştir, bk. O. Pritsak, aynı eser.
62. Su ltân Sencer'in bu seferi 1135-1136 yıllarmdadır, Beh- ram-şâh'ı a ffe tm iş ve tekrar G azne'ye Su ltân bırakarak geri
- 168 -
dönmüştür, fazla bilgi için bk. M .A. K öym en, Büyük S e lçu klu İmparatorluğu'Tarihi, II, İkinci İmparatorluk Devri, A n ka ra 1954, s. 306 v.d
63. M etinde Sem erkand Sipeksaları olarak görünen şahıs, Kara- Hanlı hâkânı M ahmud b. Arslan M uhamm ed idi ve Sultan Sencer'den Karahataylar'a karşı yardım istem işti, bk. K ö ymen, aynı eser, s. 327.
64. Harezmşâh A ts ız 'm oğlunun ismi A tlığ olup, Su ltan Sen- cer'in eline esir düşm üş ve onun em ri ile öldürülmüştür, bk. İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar D evleti Tarihi (485-617/ 1092- 1221), Ankara 1956, s. 48.
65. Sicistan (Sistân) M eliki'nin tam ismi Zâce'd-D in Ebul- Fazl Nasr'dır, bk. K öym en, İkinci imparatorluk Devri, s. 331.
66. Bir rivayete göre Sencer'in yerine S istân M eliki tâce'd- Din Ebul-Fazl durm uştu, bk. K öym en, aynı eser, s. 331.
67. Sultan Sencer'i mağlup eden Kara-Hıtayla hükümdarı ve onun halefleri hakkında fazla bilgi bk. W. Barthold, Kara- Hıtaylar, mad. İA.
68. Hezâresb'in yeri iç in bk. 1. kitap, not. 70.
69. Müsterşid Billâh 1118-1135 yıllarında halifelik yapmıştır.
70. Su ltân Sencer, Em ir Çavuş B ey 'i vezir değil, atabey tayin etm iştir, bk. Ahbâr, 96 (trk. trc., s. 68)
71. Bu olay 14 Haziran 1120'de oldu. bk. F. Sümer, Mes'ud, mad. İA.
72. Galiye: M isk ile anberden yapılm ış siyah kokulu bir madde olup, boya olarak kadınlara saçlara ve başlara sürülür, bk. Ferit Devellioğlu, Osmanlıcı-Türkçe-Ansiklopedik lügat, Ankara 1970 2, s. 328.
73. Bu olay 25 Mayıs 1132'de oldu, bk. Merçil, Selçuk-şâh, s.26.
- 169
74. Bu şahıs A tabey A ksungur A hm edili olup, savaştan soııra Melik D âvud'u kaçırmağa m uvaffak o lm uştur, bk. Köym en, İkinci İmparatorluk Devri, s. 207.
75. Burada m etinde bir atlama .var. A hbâr (trk. trc., s. 72) da "m elik M es'ud Azerbeycan'a g ittiğ i vakitte Em ir A ksungur Zencân'a , Aynü'd-D evle H ârezm 'e ve Em ir Belek Erdebil'e gittiler. M elik Mes'ud, D âvud ve A ksungur bu m em leketlerde hüküm sürdüler ve sonra Erdebil'e inip orasını muhasara e ttiler." şeklindedir.
76. Bu beylerden başka, M ehm ed b. Şahm elik, Haydar b. Şirgir ve S a ’düJd-Devle Barankuş da Su ltân Tuğrul'a iltihak etm işlerdir, bk. K öym en, İkinci İmparatorluk Devri, s. 240 not. 2.
77. Irak-ı A cem bölgesinde A lem kasabası m ukabilinde bir k ö y dür, bk. Nüzhetü'İ-Kuliib, s. 82.
78. Savaş 10 Ramazan 529 (24 Haziran 1135) da olm uştur. Daha fazla bilgi için bk. Köym en, İkinci İmparatorluk Devri, s. 255-284.
79. K öym en (aynı eser, s. 279. not. 3), bu kum andanın esas adını Barankuş olarak vermektedir.
80. R âşid Billâh'ın halifelik yılları 1135-1136'dır.
81. Ruyin-diz, Erdebil civarındaki Seblân dağı üzerindedir, Nüz- hetü'l-Kulub, s. 92.
82. B u isim Togan-Yürek, Tugan Yürük ve Toğayürük gibi m uhte lif şekillerde okunmaktadır.
83. Halife M uhtefi 1136-1160 yılları arasında halifelik yapm ıştır.
84. Savaş Gurşen frih denilen m evkide oldu, bk. Ahbar, 110 (trk trc., s. 77)
85. Bu olay m etinde belirtildiği iizere h. 530 yılında değil, daha sonra tşaban 532 (Niaan/Mayıs / I38)'de olm uştur, bk. E.
Merçil, Fars A tabeğleri Solgurlular, Ankara 1975, s. 19.
- 170
86. B u emirin ismi O ğuzoğlu es-Silâhi'dir, bk. Merçil, Selçuk- şâh, s. 29.
87. Sultan M es'ud'un bu vezirinin tam ismi, Kemâle'd-D in M uham m ed b. A li el-Hâzin er-Râzi şeklindedir, bk. Ahbâr, s. 111 (trk, trc., s. 77)
8-8. Nevbencân, Fars bölgesinde Şiraz'ın K uzey batısına düşen büyük bir şehirdir, bk. Nüzhetü'l-Kulüb, s. 124.
89. İspid-diz kalesi (veya Kale-i Sefid), İran'ın Fars eyaletinde bir kale olup, Kahra vadisinin doğu kenarında yükselen bir dağ üzerinde inşa edilmiştir, bk. M. Streck, Kale-i Sefid, mad. İA.
90. Boz-Aba, Selçuk-şâh 'ı hicretin 534 yılında (1139-1140) hapsetti. M elik Selçuk-şâh orada öldü, faka t onun ne za
man öldüğü hususunda bir kayda raslamak müm kün olmadı. bk. Merçil, Selçuk-şâh, s. 29.
91. Curreh, Şiraz'ın takriben 60 km. güney-batısında bir kasabadır, Merçil, Solgurlular, s. 80. n. 5.
92. Bu emirin tam ismi, Nâsire'd-Din Kutluğ-aba el-Bâzdâri'- dir, bk. Ahbar, 114 (trk. trc., s. 79)
93. Bu ifâdeden Çavlı Cândâr'm Boz-Aba ve A bbâs taraftarlarının çağrısını kabul eder gibi görünüp, onları gâfil avlamak istediği ve aslında Su ltân M es'ud'a sâdık kaldığı anlaşılmaktadır.
94. Irâk-ı A cem bölgesindeki Sultâtıiye şehrinin güneyinde ve 5 fersenglik mesafededir, bk. Nüzhetü'l- Kulüb, s. 60 ve 69.
95. Sultaniye'nin doğu tarafında olup, bu şehre 5 ferseng uzaklıktadır. bk. aynı eser, s. 70.
96. M iyânic (veya M iyâne), Azerbeycan şehirlerindedir, bk. Strange, The hands, s. 170.
97. Savaş ve Boz-Aba'nın ölümü h. 542 (1147) yılında o lm uştur, fazla bilgi için bk. F. Sümer, M esud b. M uhamm ed T opar, mad. İA. ve Merçil, Salgurlular, s. 25-26.
171 -
98. Bu şahsın tam ismi, Cemâle'd-Din İkb â l el-Cândâr ell i âdim şeklindedir, bk. Ahbâr, S. 122 (trk. trc., s. 85)
99. Bu emirin tam ismi Zengi b. Halife'dir. K öym en, İkinci İmparatorluk Devri, s. 406 not. 2.
100. M etinde Gazne sultânı olarak gösterilen şahıs, bor hii‘ kûm dan A lâe'd-D in Hüseyin Cihansuz (1149-1161)'dur.
Belki de onun vh. 545 (1150-1151)'de G azne'yi zab t etm esinden dolayı m etinde bu şekilde gösterilmiştir.
101. 17. Rebi'ü'l-evvel salı günü (24 Haziran 1152) vuki bulan bu savaş neticesi A lâe'd-D in Hüseyin esir olmuşsa da, Su ltân Sencer daha sonra onu atfetm iştir, bk. K öym en, aynı eser, s. 379 v. dd.
102. Sultan Sencer, A lâe'd-D in H üseyin'e G azne'yi değil, yine Gur ülkesini idaresini vermiştir, bk. K öym en, aynı eser, s.
382.
103. Sultan Sencer Oğuzlar tarafından savaş alanından esir edilmiştir, bk. K öym en, aynı eser, s. 413, not. 2; Kafesoğlu, Selçuklular, mad. İA.
104. H âkâni, Efdale'd-Din İbrahim Bedii b. A li Şirvani (1126? -1199?) İran şairlerinin kaside türünde en büyüklerindendir, fazla bilgi için bk. A . A teş. H âkâni, mad. İA.
105. K öym en (İkinci İmparatorluk Devri, s. 411), M üeyyed A y- A ba 'n ın m eşhur Kam ac'm torunu olduğunu belirtiyor.
106. Sagâniyân (veya Cağâniyân), Amü-Derya (C eyhun)'nın y u karı mecrasında bulunan bir ülkedir, bk. W. Barthold, Çağâ- niyân, mad. İA.
107.Bu sırada Harezmşah, İl—Arslan (1156—1172) idi, bk. Kafesoğlu, Harezmşâhlar D evleti Tarihi, S. 73 vdd.
108.Irak Selçukluları Sultan R ükne 'd—Din II. M uhamm ed b. M ahmud 1153—1160 yılları arasında saltanat sürmüştür.
109.Lihf, Bağdad karakollarından biridir.
1 lO .Batâyık; K uzeyde Vasıt ve güneyde Basra arasında Fırat ve D içle'nin aşğı mecrasını işgal eden ç o k geniş bir bataklık araziye verilen isim, bk. M. Streck, Batika M ad.İA.
111.Frengistan; lügat manası Avrupa'dır, ancak burada Frengistan ve Freng beyleri ile o sırada Suriye'de bulunan H açlılar kasded’lmiş olmalıdır.
111 a. Derzican, Bağdad'ın aşağısında, Dicle'nin batı tarafında büyük bir köy, bk. Y âku t, II, S. 450.
1 1 1 b . Süleym anşâh 1160 yılında Irak Selçukluları tahtına o turmuştur.
112.Sultan Süleym an—şâh 1161 yılında öldürülmüştür, bk. T u ran Selçuklular Tarihi, S. 185; Kafesoğlu,Selçuklular,M ad.İA
113. Şiraz m erkez olmak üzere Fars bölgesinde Salgurlu Devletini kurm uş olan A tabey Sungur 1148—1161 yılları arasında hiiküm sürmüştür, fazla bilgi için bk. Merçil, Salgurlular, s. 34—40
114.Bu savaş 1160 yılında değil, 1161'de olm uştur, bk. M.II. Yinanç, Arslan Şah b. Tuğrul, med. İa ve Merçil, Salgıırlu- lar, s. 39
115.Kesinlikle bu ismin okunuşu tespit edilemiyor. M uhtem elen Harezmşâh il—Arslan'ın emirlerinden Şem se 'd—Din Ş ik â r Bey olabilir, bk. Kafesoğlu, Harezmsâhlar Devleti Tarihi,S. 76, not. 13
116.Bu Taberek kalesidir, bk. Yınanç, Arslan—Şah b.Tuğrul, med, İA.
117.Em ir İnanç'ın öldürülmesi 1169 yılındadır, bk. Y ınanç,aynı eser; Kafesoğlu, Harezmşâhlar D evleti Tarihi, s.80
' /.v Atabey Sungur 1161 yılında öldii ve yerine kardeşi Zeııgi geçti, bk. M erçil Salgurlular, s. 4 0 ~ 4 l
119.Müstencid Billâh 1160—1170 yılları arasında halifelik yapmıştır.
120. Bu Erm en—Şahlar (Veya A h la t—Şahlar) hükümdarı II.S ö kmen (1128—1185) dir. Fazla bilgi için bk. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973, S .92 v.
- 173
121.Bu savaş 1163 yılında olm uştur. Fazla bilgi için bk. Yinanç Arslan—Şah b. Tuğrul mad. İa.; Turan, aynı eser,S.94—95
122.Bu ölen Kirman M eliki M uhiye 'd—Din Tuğrul—şâh idi.
123. Tuğrul—Şah'ın dört oğlu vardı. Bunlar Arslan—Şah (Ölümü 1176—1177), Turan—Şah (Öl. 1183—1184), Behrâm — şâh (Öl. 1174—1175) ve Terken—şâh (Öl. 1170—1171) idi, bk. Merçil, Salgurlular, S. 46.
124.Selçuklular'ın Kirman kolundan olup, bu karışıklık sırasında kaçan A rsla n -şâ h idi, bk. Yinanç, Arslan—şah b. Tuğrul mad. İA .
125. Bu olay 1172 tarihinde olm uştur, bk. M erçil Salgurlular, s.49.
126.Guvâşir (Veya Berdesir) m uhtem elen bugünkü Kirman şehri olup Kirman eyaletinin kuzeydoğusundadır, bk. S.H.Kramers Kirman, med. IA.
127. Em ir Cemâle'd—Din M uhamm ed b. A k k u ş idaresindeki ordu Guvâşir (Berdesir)in altı ay muhasara etm iş, neticede .lrs- lanşah ve Behrâm —şah Kirman'ı bölüşmek suretiyle m üşterek saltanat sürmek hususunda anlaştılar (1172), bk. M ençil, Salgurlular, S. 49
128. II—Arslan'ın ölüm tarihi 19 Receb 567 (19 Mart 1172) idi, bk. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, S. 83.
129. M üstezi bi—Nürullâh'ın halifelik yılları 1170—1180 arasında idi.
130.Sultan Arslanşah hicretin 571 yılında (1175—1176) öldü,' fazla bilgi için bk. Merçil, Salgurlular, s. 49, not. 7
ISI . Nasır li-Dinillâh'm halifeliği 1180—1225 yılları arasımla idi.
132. Bu sırada H arezmşâh A lâ e 'd -D in Tekiş (1173—1225)dir. Ayrıca A tabey Pehlivan ile m ektuplaşmaları hususunda bk.
- 174 -
Kafesoğlu, Harezmşahlar D evleti Tarihi, s. 109—110
133.A tabey N usrete’d—Din Ebu Cafer M uham m ed Cihan Pehlivan hicretin 581 yılının son ayında (Şu b a t 1186) ölm üştür, bk. F. Sümer, Pehlivan, mad.IA.
134.Sultan 11. Tuğrul'un K ızıl—Arslan'm yanından kaçarak bu iki kumandan ile birleşmesi 1187 yılında olm uştur, bk. M. A. Köym en, Tuğrul II. mad. IA.
135. Sultan II. Tuğrul ile Abbasi Halifesi'nin ordusu arasındaki bu savaş Mayıs 1188'de olm uştur, bk. K öym en, aynı eser.
136. Uşmu, Tebriz'e 30 ferseng mesafede bir yerleşm e m erkezidir. bk. N üzhetü'l—Kulüb, s. 91 ve 98.
137. Selmas; Iran A zerbeycan'm da bir idari bölge olup, Urmiye gölünün ku zey—batısında bulunmaktadır, bk. V. M inorsky, Selmes, mad. IA.
138.Kerhâni, Azerbeycan'da Zob nehrine yakın bir kale, Ahbar, 179 (Trk. trc., 126).
139.Sultan II. Tuğrul'un elçisinin ve oğlunun Bağdad'a geliş tarihi 14 Ş u b a t 1190'dır, bk. K öym en, Tuğrul II. mad.IA.
140. Bu olay Kasım 1190'da olm uştur, bk. K öym en, aynı eser.
141.Sultan II. Tuğrul'un hapsedildiği kaleyi; M. K öym en (Aynı eser), Kehran ve F. Sümer (Kızıl—Arslan, mad. IA .) ise Diz- m âr olarak göstermişlerdir.
142. Kızıl—Arslan'm ölüm tarihi 1191 yılındadır, fazla bilgi için bk. F. Sümer, Kızıl—Arslan, mad. İA.
143. Bu sayı A h b â r (S. 182, trk. trc., s .l28 )'da 15.000 asker olarak geçm ektedir.
144.Bu savaş Haziran 1192'de olm uştur, bk. Kafesoğlu,Harezmşahlar D evleti Tarihi, s. 118; K öym en, Tuğrul II, md.İA.
14 5. B ir evlilik Eylül 1192'de olm uştur, bk. K öym en, aynı eser.
- 175 -
146. Bu sırada Şirvânşâh E bu ’l—M uzaffer Merıcehr b. Kisrân 1155? — 1205) idi, bk. Halil Edhem, Düvel—i Islâm iye, İstanbul 1927, s. 245.
147.Bu sırada Gürcü Melikesi, Tamara (1184—1213) idi, bk. Mirza Baba, Gürcistan, mad. İA.
148. Sultan II. Tuğrul'un Taberek Kalesini kuşatması 1193 baharında olm uştur, bk. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 124.
149. Hâr; Tebristan bölgesinin küçük şehirlerinden birisi, bk. M üzhetü'l—Kulub, s. 200
150. M üşküye; R ey ile Sâve yolu üzerinde, R ey 'e iki konak uzaklıkta bir kasaba, bk. Y âku t, V. s. 135.
151. Tekiş büyük bir ordu ile R ey 'e 24 M art 1194'de gelmişti, bk. K öym en, Tuğrul II. mad. İA.
152.Sultan II. Tuğrul 24 M art 1194'de Tekiş ile yaptığ ı savaşta öldürüldü, bk. K öym en, Tuğrul II. mad. İA.
153.Sultan M elikşâh 20 Kasım 10 9 2 'de öldü, bk. Kafesoğlu, M elikşah, s. 208.
154.Sultan M elikşah'ın 4 oğlu kalmıştır, M ahmud burada zikr- edilmemiştir.
155. Harezmşahlar Devleti Sultanı olan Cela'le'd—Din 1220— 1231 yıllarında hüküm sürmüştür.
156. Bu hususta bk. not. 123.
157. Bu kâ fir beyi ermeni Filaretos (Philoretos) idi, bk. T u ran, Türkiye, s. 68 —69.
158.A n takya II Şaban 477 (13 Aralık 1084) tarihinde fe tho lun- m uştur, bk. O. Turan, Süleym an—Şah I. (B. Kutalm ış), mad. İA. ve Turan, Türkiye, 72.
159. Savaş ve Ş en fü 'd —Devle Müslim b. K ureyş'in ölüm tarihi 20 Haziran 1085'dir, bk. Kafesoğlu, M elikşâh, s.87; Turan, Türkiye, s. 74
1 76 —
160. Süleym an—Ş â h hakikatte şehri alamamış, sadece kuşa tmıştır. bk. Kafesoğlu, Melikşâh, s. 87; O. Turan, Süleym an— Şah I. (B. Kutalm ış) mad. İA.
160 a. Süleym an—Şâh , Tutuş'dan korkm am ış, onunla yaptığı savaşı kaybettik ten sonra intihar etm iştir. (5 Haziran 1086), bk. Kafesoğlu, M elikşâh, s. 88—90; Turan, Türkiye, S. 75—76.
161. Metin bu hususta daşaya düşmüştür. Sultan M elikşâh, Ha- leb valiliğine Kâsımü'l—Devle Aksungur'u, A n ta k y a ’ya Em ir Yagısıyan'ı tayin etm iş, Süleym ân—Ş û h 'ın oğulları ve ailesini de beraberinde İsfahan'a götürmüştür. Süleym an—Ş â h ’ın Dâ- vud isminde bir oğlu varsa da, Sultan M elikşâh 'm 1092 yılın daki ölümünden sonra A nadolu 'ya gelmiş, ancak Sultan olmamıştır, bk. Kafesoğlu, M elikşâh, s.92—93; Turan, Türkiye, s. 76, 955—96; A yn ı müellif, Süleym an—Şah l. (B. Kutalm ış) mad. İA.
162.Selçuknâm e müellifi bu bilgileri Tarih—i Güzide'den nakletmektedir. Tarih—i Güzide ise Türkiye Selçukluları hakkında verdiği bilgilerle sık sık hataya düşm ektedir. Burada Kayser olarak ifade edilen şahıs ile, ona karşı birleşen Anadolu B eyleri arasındaki savaş Haçlı Seferlerine bir işaret olsa gerektir. Türkiye Selçuklu Sultanı ise bu sırada M elik Dâvud değil, l. Kılıç Arslan ( 1092—1107) 'dır.
163. Konya 1067'den itibaren Selçuklular tarafından fethedilmiştir. Sultan I. Kılıç Arslan ise, I. Haçlı Seferi sırasında İznik 'i kaybettik ten (1097) sonra, K onya'da yerleşerek orayı kendisine başkent yaptı, bk. Turan, Türkiye, s. 20 ,104—105.
164. Burada tekrar M elik Dâvud ile I. Kılıç Arslan karıştırılmış- tır.
165. Daha önce de belirtildiği üzere Sultan I. Kılıç Arslan 1107 yılında ölmüştü, bu hususda fazla bilgi için bk. Turan, Türkiye, s. 109.
166.Sultan I. M es'ud 40 yıl gibi uzun bir devrede hükümdarlık etm iş ve 1155 yılında ölmüştür, bk. Turan, Türkiye, S. 148 v.dd.
167.Sultan II. K ılıç Arslan 1155—1192 yılları arasında 37 yıl saltanat sürmüştür.
- i 77 -
168.Sultan II. Kılıç Arslan'ın 12 oğlu ve isimleri için, bk. I.K afesoğlu, Selçuklular, mad. İA. Şecere cedveli.
169. Danişmendliler'in Sivas şubesinden olan İm âde 'd—Din Zünnun birincisi 1142, İkincisi de 1168—1174 yıllarında olmak üzere iki kez hükümdarlık yapm ıştır, bk. Halil Edhem, Düvel—i İslâmiye, s. 220—222.
1 70.Sultan II. Kılıç Arslan ve N ure’d—Din M ahm ud'un orduları Ceyhan nehri olm ak üzere karşı karşıya geldilerse de, oraya girenler bir savaşı önlediler, bk. M.H. Yinanç, Danişmendliler mad. İA .; Turan, Türkiye, s. 204.
170 a.İsmail Danişmendlilerden İbrahim 'in oğlu olup, şiddetli bir kışta aç kalan halkın ayaklanması sonucu, S ivas’da öldürüldü. (1173); bk. Turan, Türkiye, S. 204.
171.Daha önce belirtildiği üzere II. Kılıç Arslan 1192'de .ölmüştü.
172. Bu anlaşma 1196 yılında olm uştur, bk. Turan, aynı eser, s. 246.
173.Bu sırada Bizans İmparatoru A lexis II. Angelus (1195— 1 203)'dur.
174. Sultan R ükne 'd—Din Süleym an—Ş â h 1202 yılında Sal- tuklularm elinden Erzurum 'u almış ve kardeşi M elik Mu- gise'd—Din Tuğrul—şah'a vermişti, bk. Turan, aynı eser, s. 253.
175. Gürcüler ile savaş 1202 yılında olm uştur, fazla bilgi için bk. Turan, aynı eser, S. 254—259.
176. Sultan R iikne'd—Din Süleym an—Ş â h 1204 yılında öldü, bk. Turan, aynı eser, s. 262
177. Sultan R ükne 'd—Din Süleyman Şûlı 1196-120-1 yılları arasında 8 y ıl hükümdarlık yapmıştır.
178. I. Gıyase'd—Din Keyhüsrev'in ikinci saltanatı 1025—1211 yılları arasında olmuş, İzn ik İmparatoru Laskaris ile yaptığı savaş sırasında şehid düşmüştür, bk. O. Turan, Keyhüsrev I. mad. İA. ve Turan, Türkiye, s. 288—290.
179. İzze 'd —Din K eykâvus 1211—1220—1237 yılları arasında takriben 18 y ıl saltanat sürmüştür.
- 178 -
180. Su ltân Alâe'd-D in K eykubâd 1220-1237 yılları arasında takriben 18 y ıl saltanat sürmüştür.
181. Bir Şam ratlı dâim i olarak 600 dirhem: 1,850 kg.dır. bk. W. Hinz, Islamische Masse und Gevrichte, s. 30.
182. Süm eysât, bugünkü Samsat olup, Adıyam an vilâyetine bağlı bir kaza merkezidir, bk. I. D em irkent, Süm eysât, mad. İA.
183. Su ltân II. Giyâse'd-Din Keyhüsrev zamanında (1237-1246) Devlete isyan eden Babailerin reisi Baba ishak burada iki ayrı şahıs olarak gösteriliyor. Aslında Baba Ishak 1240 yılı sonlarındaki bir savaştan önce öldürülmüştü, fazla bilgi için bk. Turan, Türkiye, S. 420-427; A yn ı müellif, Keyhüsrev II, mad. İA.
184. Bu 1243 yılında olan m eşhur Kösedağ Savaşıdır, fazla bilgi için bk. Turan, Türkiye, S. 431 v.dd.
185. Su ltân II. G iyâse'd-D in’in ölümü ile karşımıza Rükne'd-Din Süleyman tekrar çıkmaktadır. H albuki II. G iyâse'd-D in’in ye rine II. İzze'd-D in K eykâvus sultân olm uştur, bk. Turan, Türkiye, S. 458-459.
186. M etinde Su ltân II. İzze'd-D in K eykâvus (ölümü 1279, K ırım'da), II. A lâe'd-D in K eykubâd (ölümü 1254) ve Su ltân Rükne'd-Din IV. Kılıç Arslan (ölümü 1266) arasındaki olaylar tamamiyle birbirine karıştırılmıştır.
187. M uine'd-Din Süleyman Pervane'nin hayatı hakkında fazla bilgi için bk. N ejat Kaymaz, Pervâne M u'inü'd-Din Süleyman, Ankara. 1970.
188. Su ltân III. Giyâse'd-Din Keyhüsrev (1266-1284), Argun Han tarafından, Kongurtay ile işbirliği yaptığı düşüncesi ile Erzincan'da öldürüldü, bk. Turan, Türkiye, S. 583-584.
189. Hace Vahre'd-Din M üstevfi'nin ölümü 1291 yılında Tebriz'de olm uştur, bk. Turan, aynı eser, S. 594.
190. Sultan II. M es’ud bu tarihde ölmemiş, yerine yeğeni III. Alâe'd-D in Keykübad Selçuklu tahtına geçirilmiştir. bk.Tu- ran, aynı eser, S. 594.
191. Su ltân Gazan bir m uhakemeden sonra Su ltân III. Alâe'd-D in'i h. 701 (1301 /1302 )’de İsfahan'a göndermiş, Alâe'd- Din ölünceye kadar orada yaşamıştır. Ondan sonra S e lçu klu tahtına II. M es'ud tekrar o turm uş ve onun saltanatı tahminen 1310 yılına kadar sürmüştür. Türkiye Selçuklu Sultanlığı ise 1318 yılında sona ermiştir, fazla bilgi için bk. Turan, Türkiye, S. 634 ! ■ ' ’ 645.
179 -
İNDEKS& b a k a H a n : 1 1 — 156A b b â s ( R e y V al i s i ) ; 1 1 — 6 6 — 6 7 , 6 9 — 74A b b a s i D e v l e t i : 1 6 5 ; 1 1 — 1 0 9A b d u l l a h ( I s f a h a n K a d ı s ı ) ; 11— 4 3A b d u l l a h — â b â d ; 5 5A b d u ' l — M e s i h ; I ! — 1 4 8A b h â Z ; 76— 78A b d u r r a h m a n ( G a z n e l i S u l t a n M u h a m m e d ' i n o ğ l u ) ; 3 0 A b d u r r a h m a n b. T o ğ a n — y ü r e k ; 11— 6 6 — 6 7 ; 7 0 — 72 A b d ü ’ l— M e l i k A t t a ş ; M— 41A b d ü r r a h i m ( G a z n e l i S u l t a n M u h a m m e d ' i n o ğ l u ) ; 3 0 — 3 2A b d ü r r e ş i d ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 3 2 — 3 3A c e m ( İ r a n ) ; 9 2 ; M— 1 5 2A f r â s y â b ; 11— 3 0 , 1 4 2A f ş i n ; 8 1 , 8 3 , 8 8 — 9 1 , 1 0 4A h m e d ( G a z n e l i S u l t a n M u h a m m e d ’ in o ğ l u ) ; 3 0 — 3 2A h m e d ( S u l t â n M e l i k ş â h ' m o ğ l u ) ; 1 4 1 , 1 5 8A h m e d b. A b d ü s s a m e d ( G a z n e l i l e r v e z i r i ) ; 2 9A h l â t ; 8 0 , 9 0 , 9 5 , 9 7 ; M— 6 4 — 6 5 , 8 4 , 1 2 3A h m e d b. M a h m u d ; X I , X I I , X I I I , X VA h m e d b. M u h a m m e d B u r s e v i ; XA h m e d H a n ( M o ğ o l S u l t â n ı ) ; I I — 1 5 6A h m e d H a n ( K a r a h a n h H ü k ü m d a r ı ) ; İ t — 4 7 — ^48A h s a r t â n ; 7 6 — 7 8A h t a m a r ; 7 6 — 7 8A h v â z ; 1 3 7 ; 11— 2 2A k a r k u f ; 1 5 3A k s a r a y ; 11— 2 1 , 3 3 , 1 4 8A k s u n f u r ; 1 5 9 — 1 6 0 , 1 6 2 — 1 6 3 ; 11— 2 1 , 3 2 — 3 4 , 6 0 , 1 4 2A k s u n f u r A h m e d i l i ; I I — 5 7 — 5 9 , 6 2 , 7 2 , 1 4 3A k s u n f u r el— F i r u z k u h i ; I I — 72A k ş e h i r ; I I — 1 5 6A l — i B ü v e y h ; 11— 8 1 , 1 4 2A l â e ' d — D i n E b u ' l — K â s ı m ; 11— 5 6 3A l â e ' d — D i n M u h a m m e d ( H a r e z m ş â h ) ; 11— 5 2I. A l â e ' d — D i n K e y k u b â d ; I I — 1 5 5I I I . A l â e ' d — D i n K e y k u b â d b. F e r â m ü r z ; 11— 1 5 6 — 1 5 7A l â e ' d — D i n T e k i ş b. İ l — A r s l a n ( H a r e z m ş â h ) ; t l — 1 3 2 , 1 3 6 — 1 4 0 , 1 4 3A l â i y e ; I I — 1 5 6A l a m u t Kal es i ; 11— 4 2 , 5 9A l â ü ' d — D e v l e E b u C a ' f e r ( I s f a h â n e m i r i ) ; 1 4 — 15A l ı n c a kalesi ; 11— 131A l i ( N i z â m ü ' l — M ü l k ’ün b a b a s ı ) ; I I , 9A l i B â r ( H â c i b ) ; I I — 4 4 - - 4 5A l i b. D ü b e y s ; 11— 9 2 , 9 3A l i b. E b u ' l — K â s ı m B e y h a k i ; 11— 7 9A l i b. H ü s e y i n B a h a r z i ; 5 1 — 53A l i b. İ b r a h i m K â t i b ; 11— 7 9A l i b. M u s â e r — R ı z â ; 11— 2 3A l î b. Ş â d â n ; 4 6 — 4 7 ; 11— 9A l l a v e r d i ; 6 2A l p A r s l a n ; 4 0 — 4 1 , 4 5 ^ 6 , 4 8 — 4 9 , 5 1 — 5 6 , 5 8 - 6 0 , 6 2 — 7 3 , 7 5 — 76
- 181
7 8 — 8 7 , 9 0 — 9 3 , 9 0 — 1 0 4 , 1 0 6 — 1 1 6 , 1 2 1 ; 11— 9 , 1 3 , 1 6 , 3 4 ,1 4 0 — 1 4 1 , 1 4 3 — 1 4 5
A l p A r s l a n ( S u l t â n I. T u ğ r u l ' u n o ğ l u ) ; 11— 5 7 , 6 0 A l p A r s l a n ( S u l t â n II . T u ğ r u l ' u n o ğ l u ) ; I I — 1 2 9 A l p k u ş ( E m i r ) ; 11— 8 7 — 8 9 A l t u n t a k H â c i b ; 2 7 — 3 1 , 5 5 A l t u n t a k H â c i b ; 2 7 — 3 1 , 55 A m a s y a ; I I — 1 4 6 , 1 5 3 A m i d , b k . D i y a r B e k r .A m i d ü ' d — D e v l e C u h e r y r ; 11— 1 7 — 3 0 A m i d ü ' l — M ü l k A b u Na s r K ü n d ü r i ; 4 9 — 5 4 A n a d o l u ; I X ; 11— 2 2 , 1 5 0 — 1 5 1 , 1 5 3 — 1 5 7 A n a d o l u S e l ç u k l u l a r ı ; X I , X V A n i ; 6 5 ; 1 1 - 4 0 A n k a r a ; l i — 1 5 4A n t a k y a - * 1 0 6 , 1 3 1 , 1 3 8 , 1 5 1 — 1 5 2 , 1 6 1 ; I I — 1 2 , 2 1 , 2 7 , 1 4 5 — 1 4 6 , 156A n u ş i r v â n b. H â l i d ; 11— 5 8 , 7 5A n u ş t e g i n ( H a r e z m ş â h ) ; 11— 1 4 3A r a b ş a h ; XA r a f â t ; 1 2 5A r a ş ( S u y u ) ; 8 0 ; 11— 9 7A r g a n ( E m i r — i H â c i b ) ; 11— 6 4A r g u n H a n ; I I — 1 5 6A r g u n — ş â h ; I I — 1 4 8A r r â n ; 11— 2 1 , 3 8 — 3 9 , 4 8 — 5 5 , 6 6 , 7 1 , 8 4 , 9 7 , 9 9 , 1 0 1 — 1 0 2 , 1 0 4 , 1 0 9 ,
1 2 1 , 1 2 3 — 1 2 4 , 1 3 1 , 1 3 3 , 1 3 6 A r s l a n ( O ğ u z B e y i ) ; 11— 76 A r s l a n A r g u n ; 5 8 — 5 9 , 6 9 , 1 1 5 ; I I — 3 4 — 3 7 A r s l a n B e s â s m ; 3 7 — 3 9 , 4 1 — 4 4 , 1 2 9 A r s l a n ( C a z i b ) ; 6A r s l a n — ş â h ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 11— 4 6 — 4 7A r s l a n — ş â h ( S e l ç u k l u S u l t â n ı ) ; I I — 6 0 , 8 7 — 9 0 , 1 0 0 — 1 0 2 , 1 0 4 — 1 0 6 ,
1 0 9 — 1 1 0 , 1 1 2 — 1 1 3 , 1 1 7 — 1 2 1 , 1 2 3 , 1 4 3 A r s l a n — ş â h ( K i r m a n h ü k ü m d a r ı ) ; I I — 1 1 8 , 1 4 4II. A r s l a n — ş â h ( K i r m a n H ü k ü m d a r ı ) ; I I — 1 4 4 A r s l a n Y a b g u ( İ s r a i l ) ; 5, 8, 1 1, 2 3 — 2 4 A r s l a n b. A k s u n g u r el— A h m e d i l i ; I I — 9 9 A t a b e y N u r e ' d — D i n ; I I — 1 4 8 — 1 4 9 A t a b e y S u n g u r ; 11— 1 0 2 , 1 0 9 - 1 1 0 A t a b e y V a r ı n k u ş ; I I — 1 5 0 A t â ' i , bk . N e v ’ i— z â d e A t s ı z b. M u h a m m e d ; I I — 5 0 A t s ı z H a r e z m ı , b k . A t s ı z b. V â k A t s ı z b. V â k ; 1 0 8 , 1 3 1 — 1 3 6 A v e ; 11— 4 5A y — A b a ; İ t— 1 2 5 — 1 2 6 A y a s o f y a ; 93 A y a z ; 1 1 5 , 1 2 3 A y a z A t a ; 11— 4 0 — 4 1 A y d ı n ; 11— 1 5 7A y n ü ' d — D e v l e H â r e z m ş â h ; 11— 6 0A y n ü ' z — Z e m â n ; 1 3 8A y t e g ı n S ü l e y m â n i ; 9 0 , 1 5 6 , 1 5 9 — 1 6 0A z e r b a y c a n ; 3 6 ; 11— 4 8 , 5 7 — 5 8 , 6 0 , 6 2 — 6 3 , 6 5 — 6 6 , 7 1 , 8 9 ) 9 0 , 9 6 “ 9 7 ,
182 -
9 9 — 1 0 1 , 1 0 4 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 2 , 1 1 9 — 1 2 1 , 1 2 3 — 1 2 4 , 1 2 6 , 1 2 8 — 1 3 2 , 1 4 1 , 1 4 3 , 156
A z i z ü ' l — İ s l â m ; I I — 5 5 B a a l b e k ; 1 4 2 B â b — i E b v â b ; 11— 2 2 B a b ü ' ş — S e m â s i y e ; I I — 9 0 B a d i E f e n d i ( E d i r n e ) K ü t ü p h a n e s i ; X — X I B a g r a t ; 7 6 , 7 8 — 8 0B a ğ d â d ; 3 7 — 3 9 , 4 1 — 4 4 , 6 2 , 8 7 , 9 2 , 9 5 — 9 6 , 1 0 7 — 1 0 8 , 1 1 4 , 1 3 1 , 1 5 0 ,
1 5 2 — 1 5 4 , 1 5 8 — 1 5 9 , 1 6 1 — 1 6 5 ; I I — 1 0 , 1 5, 1 7, 2 0 , 2 2 , 2 5 , 2 7 , 3 0 , 3 3 — 3 4 , 3 9 , 4 1 - ^ 4 2 , 4 8 , 5 4 , 5 7 — 5 8 , 6 1 — 6 3 , 6 7 , 7 1 — 7 5 , 82, 8 4 — 9 7 , 9 9 , 1 0 9 , 1 2 0 , 1 2 2 — 1 2 3 , 1 2 7 — 1 2 9 , 1 4 0 — 1 4 3
B a ğ d a t l ı İsmai l Paşa; XB a h â e ' d — D i n Ş e r e f ü ' d — D e v l e ( E b h e r B e y i ) ; I I — 1 2 6B a h t i y a r ; M— 76B al as a g u n ; I I — 13Basr a ; 5 7 , 1 3 3 , 1 3 7 , 1 6 5 ; 11— 88B a t â y ı h ; 11— 8 8 , 94B â v e r d ; 16B a y c u N o y a n ; 11— 1 5 3 B e d â y e ; 83B e d r ü ' l — C e m â l i ; I I — 3 4 B e g T o ğ d i ; 1 0 — 11B e h r â m — ş â h ( G a z n e l i l e r s u l t â n ı ) ; 11— 4 6 — 4 8 B e h r â m — ş â h ( K i r m â n h ü k ü m d a r ı ; ; I I — 1 1 8 , 1 4 4B e t h ; 14, 2 3 , 2 7 — 2 9 , 3 7 , 4 6 , 1 2 3 , 1 2 6 — 1 2 8 , 1 3 9 , 1 4 6 ; 11— 9, 3 5 , 3 7 , 5 1,
7 6 — 7 7 , 79 B en i B ü v e y h ; 3 9 B e n i E s e d ; 11— 9 2 B e n i K i l â b ( A r a b kabi l es i ) ; 8 4 B e n i L e y s ; I I — 1 4 2 B e n i ü m e y y e ; I I — 1 4 2 B e n i Z u â b e ; 1 3 7 B e r d e a ; 7 6 , 80 B e r k e H a n ; 11— 1 5 5B e r k y a r u k ; 5 8 ; 11— 2 0 , 3 0 - ^ 0 , 4 3 , 4 6 , 6 1 , 141 B e s â s î r ; 3 7 B e r z e m ; I I I B e y h a k ; I I — 9B e y l e k h â n ; 11— 1 1 2 , 1 3 4 — 1 3 5B e y ş e h i r ; I I — 1 56B e y t u l l â h ( K a b e ) ; 1 2 5B i s t â m ; 11— 1 0 4 , 1 1 7B i z a n s ; 6 0 , 6 5 , 8 1 , 1 0 6 ; 11— 2 0 , 22B i z a n s D e v l e t i , I XB i z a ns l I l ar ; 9 5 , 1 0 0 — 1 0 2 , 1 3 1 , 1 4 2 ; 11— 21 B o d l e i a n ( O x f o r d ) K ü t ü p h a n e s i ; I X , X B o z — A b a ; 1 1 - 6 4 - 6 7 , 6 9 — 74 B o z k u ş ( S i p e h s a l â r ) ; 11— 4 6 B o z k u ş H â d i m - , 11— 7 8 B ö r i — B a r s ; 5 8 , 1 1 5 , 1 2 4 ; 11— 3 5 — 36 B u h â r â ; 5 — 3 7, 4 8 , 1 0 9 — 11, 13 8 B u r s a — X I I IBur sal ı M e h m e d T a h i r ; X I
- 183 -
B ur sa l I Ş e y h î Ç e l e b i ; X I I IB u s e n e ; 3 7B u ş e n g el — A b a d ı ; 2 4B ü r u c i r d ; 11— 4 0 , 6 1 , 6 6 , 1 1 2B ü s t ; 1 7 , 3 4B ü y ü k S e l ç u k l u l a r ; X V IB ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u ; I XC a b e r ; 1 5 0C a ' f e r ( H a l i f e M u k t e d i ' n i n o ğ l u ) ; 1 5 8 , 1 6 0 , 1 6 2 C a f e r e k ; 1 4 1 — 1 4 2 C e b e l e kadı sı ; 1 3 8C e l â l e ’d — D i n b. Y u n u s ; 11— 1 2 7 — 1 2 9C e l â l e ' d — D i n E b u A l i H a ş a n ( H a l i f e M ü s t e r ş i d ' i n v e z i r i ) ; 11— 5 4 C e l â l ü ' d — D e v l e ( M e l i k ş â h ' ı n l a k a b ı ) ; 11— 2 0 Cel î t e ; 3 3C e m â l e ' d — D i n ; t l — 7 5C e m â l e d d i n A l i b. Y u s u f Ktftf*; X IC e m ş i d ; 72C e n d ; 5, 6 9C e n g i z H a n ; 11— 1 5 2C e v h e r ; l i — 6 6C e y h u n N e h r i ; 6 — 7, 3 6 — 3 7 , 4 8 , 5 8 , 6 1 , 6 3 / 8 0 , 1 0 9 , - 1 1 0 , 1 1 3 ,
1 3 8 — 1 3 9 , 1 4 9 , 1 5 9 — 1 6 0 ; 11— 1 2 , 2 2 , 2 7 , 4 6 „ 6 3 , 7 9 C e z î r e ; 1 4 9 — 1 5 0 ; I I — 2 7 , 3 2 , 6 0 , 1 1 7 C i b â l — i E r m î n i y e ; 3 6 C i r u f t ; 71C o r m a g o n N o y a n ; I I — 1 5 2 C u r r e h ; 11— 6 6 C Û z c â n â n ; 2 3 — 2 4 C Û z c â n â n B e y i ; 17 C ü r c â n ; 3 7 ; t l — 1 0 4 , 1 1 7 Ç a ğ r t ( O ğ u z B e y i ) ; 11— 76Ç a ğ r ı B e y D â v u d ; 8, 1, 1 6 — 1 7 , 2 0 — 2 9 , 3 1 , 3 6 — 3 7 , 4 0 , 4 5 ) 4 9 , 5 8 ; 11— 9,
3 5 , 1 4 0 , 1 4 3 Ç i n ; 1, 1 5 0 , 1 5 6 ; 11— 1 3 , 2 0 , 2 2 , 4 9 Ç ö k ü r m ü ş ( M u s u l E m i r i ) ; I I — 1 4 6 — 1 4 7 D â m a g â n ; 1 4 9 ; I I — 3 6 , 4 5 , 6 3 , 1 2 6 , 1 3 6 D a n d â n a k â n ; 7, 2 6 ; I I — 1 41 D a n i ş m e n d i y e ; U — 1 4 6 D a n i ş m e n d l i l e r ; İ t— 1 4 6 , 1 4 8 , 1 4 9 D a ş l l U ; 11— 3 4D â v u d ( S e l ç u k l u S u l t â n ı M a h m u d ' u n o ğ l u ) ; M — 5 5 , 5 7 — 5 8 , 6 0 , 6 3 ,
6 5 - 6 8 , 7 4D â v u d ( S u l t a n M e l i k ş â h ' ı n o ğ l u ) ; 1 3 9 — 1 4 1D â v u d ( S ü l e y m a n - ş â h ' ı n o ğ l u ) ; H — 1 4 6D â y — m e r g ; 11— 1 2 7D e r b e n d ; 8 8 , 9 0D e r g â m V a d i s i ; 11— 51D e r g ü z i n ; I I — 6 0D e r g ü z i n i , b k . E b u ' l — K â s ı m D e r g ü z i n i D e r z i c â n ; H — 9 5 D e y l e m ; 11— 4 5D i c l e İ r m a ğ ı ; 1 6 2 ; 11— 9 3 — 9 5 D i h i s t â n ; 1 1 , 1 8 ; 11— 1 0 4
- 184 -
D i h i s t a n B e y i ; I I — 1 0 4 D i m a ş k ; 8 8 D i n a r ; â â — 7 6 , 1 4 4D i y a r B e k i r ; 1 3 4 ; 11— 2 2 , 3 2 , 4 8 , 5 3 , 8 4 , 1 1 7 , 141D i y â r M u d a r ; 3 6 ; 11— 1 4 2D o k a k ; 1— 3D o v i n ; M— 1 1 2 , 1 1 4D u b e y s b . S a d a k a ; M— 6 0E b h e r ; 1 1 - 4 5E b û A b d u l l a h K e y â ; I I — 1 9E b û A l i b. S m â ; 15E b û A l i F â r m e z İ ; I I — 10E b u B e k r ( K a m a c ' ı n o ğ l u ) ; 11— 7 7 — 7 8E b û B e k r ( A t a b e y P e h t i v a n ' ı n o ğ l u ) ; M— 1 2 4 — 1 2 5 , 1 2 9 — 1 3 1 , 1 3 3 — 1 3 6E b û B e k r NÎ sâ bGV Î ; 50E b û B e k r Ş â m î ; 1 5 3E b û e n — Na s r E s t e r â b â d i ; 1 2 5E b û e r — R ı z â ( A m î d ) ; 1 1 9E b û H a m f e ; 1 5 4 ; 11— 1 8 , 2 0 , 2 2E b û Na s r Z e v z e n i ; 11— 1 9E b û S a ' d S u f i ; 11— 18E b û S a î d ; 9 5E b û S e h l H a m d û m ; 7, 1 4E b Û S e m r e ; 6 3E b û Ş ü c â ( A b b a s i D e v l e t i V e z i r i ) ; 1 5 3 , 1 5 5 , 1 5 8 , 1 6 0 — 1 6 2E b Û T a l i b A l i b. H a ş a n A l e v î ; 11— 19E b û Y a ' I â K a l â n i s î ; 1 0 8E b û ’t— B e r e k â t b. M e l i k ; 11— 6 2E b u ' l — F a z l B e y h a k î ; 4 9E b u ' l — Fa z I M u z a f f e r A h m e d — i T a b i b ; I I — 1 9E b u ' l — F a z l ü r m e v i ; 11— 17E b û ' l — H a ş a n ( Ş e y z e r E m î r i ’n i n o ğ l u ) ; 1 5 2E b û ' t - f z z K â t i b ( S e l ç u k l u V e z i r i ) ; 11— 6 5 , 6 7 , 7 5E b û ' l — K â s ı m D e r g ü z i n i ; 1 1 - ^ 4 4 ^ 4 5 , 5 5 — 5 6 , 5 8 , 6 0E b û ' l — K â s ı m E k b e r i ; 11— 17E b û ' l — K â s ı m K u s e y r i ; I I — 1 0E b û ' l — M e ' â l i b. C u v e y n i ; 11— 10E b u ' L — M e h â s î n ; 1 4 2 , 1 4 4E d i r n e ; I XE d i r n e l i M e h e m m e d M e c d f ; X I V E l b i s t a n ; 11— 1 4 9 E l f î c ; 3 4 — 3 5E m i n e ' d — D i n M u h a m m e d Z e n c â n i ; 11— 1 3 7E m i r ( G e n c e h â k i m i ) ; 11— 1 3 5E m i r A b l a k ; 11— 51E m i r A ğ a c ı ; 5 5E m i r A n t e r el— C a v â n i ; 11— 6 4E m i r A y — A b a M Ü e y y e d ; 11— 8 0E m i r A y B u k a ; 5 5E m i r A y a z ( M e l i k D â v u d ' u n a t a b e y i ) ; I I — 5 7 , 6 5 , 6 8 E m i r b . M ü c â h i d ; 6 3 E m i r B â r ; 11— 1 2 9E m i r B a r a n k u ş B â z d â r ; 11— 6 0 — 6 1 , 6 4 E m i r B e r a n k u ş el— K â r i ; M— 5 1 , 6 2
- 185 -
E m i r B a r a n k u ş Z e k e v i ; 11— 5 7E m i r B e d r b. M u z a f f e r H a m m â d ; I I , 8 8 , 9 4 — 96E m i r B e l e k ; 11— 59 E m i r B e y A r s l a n ; 59E m ir B o z a n ; 1 4 6 , 1 5 2 , 1 6 2 —1 6 3 ; 11—2 1 —3 2 , 33E m i r B u l d a c i ; 55E m i r Ç a v l ı ; 11— 4 2 , 1 4 6 — 1 4 8E m i r C a v h C a n d a r ; I I — 6 4 , 6 6 — 71E m i r C e m â l e ' d — D i n M u h a m m e d b. A k k u ş ; 11— 1 1 2 , 1 1 8 — 1 1 9 E m i r Ç a v u ş ; I I — 5 3 — 54E m i r E b u ' l — F a z t ( S i c î s t an B e y i ) ; 1 1 — 4 7 , 5 1 — 5 2E m i r E m i r â n r Ö m e r ; 11— 1 2 4 , 1 2 6 , 1 3 1 — 1 3 5E m i r H a ş k â ; 4 8E m i r H e z â r e s b ; 7 5E m i r İ b n ü ' l — B â z d â r ; 11— 1 0 1 — 1 0 2E m i r İ m â d e ' d — D i n A h m e d ( K a m a c ' ı n t o r u n u ) ; 1 1 — 8 0E m i r İ n a n ç ( R e y V a l i s i ) ; I I , 8 4 , 9 0 , 9 6 — 7 , 1 0 1 — 1 0 9E m i r İ s p e h b e d A l i ; 11— 5 9 — 6 0E m i r K a f ş u d b. K a y m a z el— H a r a m i ; M— 1 2 1E m i r K a m a c ; I I — 5 1 — 5 2 , 7 6 — 77, 8 0E m i r K ı z ı l ; 11— 70E m i r K u r a n H a n ; I I — 6 2E m i r K u r e y ş b. Z e n g i ; I I — 51E m i r K u t l u ğ Pars; 11— 8 8E m j r M a h m u d b. B e r c e m ; I I — 1 2 7E m i r M a h m u d K â ş â n i ; 11— 5 1 , 81E m i r M e v d u d ; H — 6 0E m i r M i k â i t î 1 2 8E m i r M ü c â h i d e ' d — D i n H â l i s ü ' l — H â s ; I I — 1 2 8 E m i r N â s ı r e d — d i n ; 11— 6 7E m i r N â s ı r e ’d — D i n A k k u ş ; I I — 1 0 1 — 1 0 2 , 1 1 2E m i r P e h l i v a n ; 55E m i r P o r s u k ; 1 4 6E m i r S â b e k e ' d — D i n R e ş i d ; M— 6 1E m i r S a l a r C ü r b. e z — Z u h e y r i ; 11— 86E m i r S a t m a z b. K a y m a z el— H a r â m i ; İ t— 1 0 1 — 1 0 2 , 111E m i r S e y y i d S i p â h s â l â r ; 11— 51E m i r S u n g u r ( Z e n c â n s a h i b i ) ; I I — 5 9 , 6 4E m i r S u n g u r A z i z ; 11— 51E m i r S u n g u r c a ; 5 5 — 56E m i r Ş e r e f e ' d — D i n E m i r â n b. Ş u m l a ; I I — 1 2 1 — 1 2 2E m i r Ş i r g i r ; 11— 5 4 , 5 9E m i r Ş i r i n ; 11— 6 8E m i r T e m i r — E l H â c i b ; 6 4E m i r T e m i r e k ; 1 1 7 — 1 1 8E m i r T o g a n — Y ü r e k ; M— 6 3E m i r T u ğ t e g i n ; 6 0E m i r Z e n g i ( Ç ö k ü r m ü ş ' ü n o ğ l u ) ; 11— 1 4 7E m i r Z e n g i ( F a r s A t a b e y i ) ; 11— 1 0 9 — 1 1 2 , 1 1 1 7 , 1 2 2 — 1 2 3E m i r Z e n g i — 11— 76E m i r Z e y n e ' d — D i n A l i K ü ç ü k ; I I — 9 1 — 9 2 , 9 9 E m i r — İ ü m e r a ( K u t a l m ı ş ' m k a r d e ş i ) ; 5 5 E m i r Y a b g u , b k . M u s â E n e s â b â d ; 11— 6 0
186 -
E r — Basg a n; 8 1 , 8 8 — 9 0 E r c i ş ; 80E r d e b i l j 11— 5 8 , 1 0 1 , 1 1 2 , 1 3 6E r m a n u s , b k . R o m a n o sE r m e n i y y e ; 11— 4 8 , 7 1, 1 2 3 , 1 4 3E r t u ğ r u l — ş â h ; I I — 1 5 6E r v e n d ; 11— 5 9E r z i n c a n ; 11— 1 5 4E r z u r u m ; 11— 1 5 0E s ' a d b. A l i Z e r u n i ; 11— 19E ş r e f o ğ l u ; 11— 156E y v a n — ı K i s r â ; 1 5 4E z c â h ; 1 7F a d l u n ; 7 2 — 76F . B a b i n g e r ; X IF a h r e ' d — D i n A h m e d L â k u ş i ; I I — 156F a h r ü ' d — D e v l e E b u N a s r M u h a m m e d b. C ü h e y r ; 1 2 9F a h r ü ’l— M ü l k A l i ; I I — 1 9 — 2 0F ar s ; 3 7 , 7 2 — 7 3 , 8 0, ’ 1 1 2 , 1 2 1 — 1 2 2 ; 11— 2 2 , 3 1 , 4 5 , 5 7 , 6 4 - 6 5 , 6 9 — 7 2,
1 1 1 — 1 1 2 , 1 1 7 , 1 2 3 , 141 F e r â v e ; I IFer r as E d m e n i ; 1 1 2F e r r u h z â d ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 3 3 — 3 4 , 4 8 — 4 9 F e t h — â b â d ; 3 2F ı r a t S u y u ; 8 3 — 8 4 , 9 1 — 9 2 , 1 5 2 j 11— 3 3 , 8 6 , 151F i r d e v s ( C e b e l e H â k i m i ) ; 1 3 8 — 1 3 9F ı r ı z — k u h ; 1 4 9F r e n g i s t a n ; 11— 8 8F u d e y l E f e n d i ; X I I IG a r c i s t a n ; 1 2 4G a r r a f ; 11— 8 8 , 9 4G a z a n H â n ; I I — 1 5 7G a z n e ; 7 — 8, 1 0 , 1 2 , 1 4 — 1 5 , 2 2 , 2 7 , 2 9 , 3 2 , - 3 6 , 4 5 — 4 9 , 1 4 6 — 1 4 7 ;
I I — 4 6 — 4 8 , 7 7 , 8 1 , 141 G a z n e l i l e r ; 1 2 3G e n c e ; 7 2 , 8 0 ; 11— 4 2 , 112— 1 1 3 , 1 1 6 , 1 3 1 , 1 3 4 — 1 3 6G e v h e r H â t û n ; 3 5 , 1 2 3G e y h a t u ; 11— 1 5 6G i l â n ; 11— 1 6 , 4 5G i r d — k u h ; 5 6 ; 11— 3 7G ı r i ; 3 1I I I . G i o r g i ( G ü r c ü K r a l ı ) ; 11— 1 1 2 — 1 1 5I. G i y â s e ' d - D i n K e y h ü s r e v ; I I , 1 4 8 — 1 5 0II . G ı y â s e ' d — D i n K e y h ü s r e v ; 11— 1 5 3 — 1 5 5I I I . G ı y â s e ' d — D i n K e y h ü s r e v ; I I — 1 5 6I I . G i y â s e ' d — D i n M e s ' u d ; 11— 1 5 6 G u r ; 3 7 , 1 2 4G u v â ş i r ; 11— 1 1 8 .G u z l a r ( O ğ u z l a r ) ; 9 2 , 1 0 8 , 1 3 1 , 1 3 3 ; 11— 7 6 — 7 9 , 8 1 , 9 0 , 1 4 4G ü m ü ş t e g i n C â n d â r ; 11— 3 3 , 3 8G ü r c i s t a n ; 5 9 — 6 0 , 6 5 , 8 0 ; 11— 1 5 0G ü r g e n ç ; 4 7 , 6 9G ü r c ü M e l i k i ; 5 9 , 6 4 — 6 5G ü r h a n ; 11— 4-9— 5 2 , 76
- 187 -
H a b e ş i b. A l t u n t o k ; i l , 3 8H â b u r N e h r i ; l i — 1 4 7 — 1 4 8H â c e F a h r e ' d — D i n Mü s t e v f i ; I I — 1 5 6H â c e Şer ef t i ' l — M ü l k ; 11— 1 9H a c ı H a l i f e , b k , K â t i b Ç e l e b iH â c i b P â k — r u b ; 19H â c i b T a t a r ; 11— 6 6 , 7 0 — 7 1 , 73H a d i s e Kal es i ; 4 2H â k â n i ; 11— 7 9H â k i s t e r ; 5 4H a l e b ; ' 8 4 , 8 6 — 8 7 , 9 1 , 1 3 4 , 1 3 6 — 1 3 7 , 1 5 1 , 1 5 9 — 1 6 0 , 1 6 3 ; 11— 2 2 , 3 3 ,
1 4 2 , 1 4 5 — 1 4 6 H a m â ; 1 3 4 , 1 3 6 H a m i d ; 11— 1 5 7 H a n — » L i n c â n ; 11— 4 1 H â r ; 11— 1 3 7H â r e z m ; 1 4 , 3 7 , 4 7 ^ 8 , 5 8 , 1 1 1 ; 11— 141 H a r k â v a t ; 11— 21 H a r r â n ; 8 2 , ' 1 4 9 H a y â t ı l a ; ıı— 2 2H e m e d â n ; 4 0 ^ 4 1 , 8 0 , 8 5 , 9 4 , - 9 5 , 1 0 8 , 1 1 6 — 1 1 7 , 1 5 8 ; 11— 3 0 , 3 4 4 ,
3 7 — 3 8 , 4 1 , 4 8 , 5 4 , 5 6 — 5 9 , 6 2 , 6 4 - 6 5 , 6 7 — 6 9 , 7 2 , 7 4 — 7 5 , Q3, 8 6 , 9 1 , 9 6 — 9 7 , 9 9 — 1 0 4 , 1 1 1 — 1 1 2 r 1 1 6 , 1 1 8 — 1 2 2 , J 2 4 ~ 1 3 2 , 1 3 8
H e r â t ; 1 3 , 1 7 — 1 8 , 2 0 — 2 2 , 2 5 , 3 7 , 1 2 4 ; 11— 3 5H e r â t M u r g â b i ; 1 3 2H â r u n e r — R e ş i d ; 1 2 5H â r u n T e g i n ; 11— 4 0H a ş a n ( K a r a h a n h H ü k ü m d a r ı ) ; 1 3 8H a ş a n , b k . N i z â m ü ' 1 — M ü l kH a ş a n b. H ü s e y i n ( G u r H ü k ü m d a r ı ) ; 15H a ş a n b. M u s â b. S e l ç u k ; 3 7H a ş a n M u t r i b ; 11— 9 3 — 9 4H â s B e y b . B e l e n g e r i ; 11— 6 6 , 7 1 — 7 5 , 8 2 — 84 H â ş i m î ( H a l e b Rei s— i A l e m i ) ; 1 3 6 H â ş i m i y e ; 1 6 5 H a t i c e H â t û n ; 4 3H a t i r ü M— M ü l k E b u M a n s u r M u h a m m e d ; M— 4 0 , 4 3H e z â r e s b ; 4 7 ; I I — 53H â z i n T e g i n b. S ü l e y m â n ; 11— 4 0H . E t h e ; X , X IH ı s n — I M a n s u r ; 11— 1 5 3H i l â t , b k . A h l a tH i l l e ; I I — 4 1 , 8 5 — 8 6 , 8 8 , 9 3H i n d ; 1 4 , 3 0 — 3 1 , 1 2 5 , 1 4 7 ; t l — 2 2H i n d D e n i z i ; I I — 2 2H İ t â ; I ; 11— 4 9H o r a s a n ; I X , 6 — 9 , 1 2 — 1 6 , 1 8 — 2 0 , 3 1 , 3 6 , 4 1 , 4 4 — 4.6, 4 8 ^ 4 9 , 54, 6 9 ,
7 2 , 1 0 9 — 1 1 0 , 1 1 5 , 1 2 1 , 1 2 5 , 1 2 8 , 1 4 9 — 1 5 0 , 1 5 2 ; 11— 3 5 ^ 4 0 , 4 3 — 4 6 , 4 8 , 5 5 — 5 7 , 6 1 — 5 3 , 7 4 — 7 6 , 7 9 , 8 2 , U 6 , 1 4 0 — 1 4 3
H o r a s a n A m î d ? M u h a m m e d ; 5 3 , 5 7 — 6 0 , 6 7 H p ş y a r K a l e s i ; 11— 1 5 1 H o t e n ; 11— 4 9 H o y ; 11— 1 2 8 , 1 5 2
- 188
H u l v â n ; 6 9 ; 1 1 — 6 2
H u m e r t e g i n ; 11— 2 8 — 2 9H u m u s ; 8 4 , 1 3 5 , 1 6 0H u r d i k ; 11— 29H u z e y f e b. Y e m â n i ; 1 4 9H u z i s t â n ; 1 3 3 ; 1 1 — 6 4 — 6 5 , 7 3 , 8 4 , 1 2 1 — 1 2 3H ü l â g ü ; 11— 156H ü s e y i n b. H a ş a n . G u r i ; 11— 7 7H ü s e y i n b. M ü h e n n â ( M e d i n e E m i r i ) ; 1 3 2 — 1 3 3I r a k ; 3 6 , 3 9 — 4 0 , 5 4 , 9 2 , 9 7 ; 11— 2 7 , 3 8 , 4 3 - ^ 4 5 , 4 6 , 4 8 , 5 3 , 5 5 , 6 0 , 6 2 ,
7 4 , 8 2 , 8 4 , 8 8 — 9 0 , 9 4 , 9 6 , 1 0 1 — 1 0 2 , 1 0 4 — 1 0 6 , 1 0 9 , 1 1 1 — 1 1 6 , 1 1 8 — 1 1 9 , 1 2 0 , 1 2 3 — 1 2 4 , 1 2 7 , 1 3 1 , 1 3 6 , 1 4 0 , 1 4 3 , 1 5 0
I r â k e y n ; I I— 141 İ r a k — t A r a b ; 11— 4 0 I r â k — ı A c e m ; I I — 4 0I s f a h a n ; 1 4 — 1 5 , 3 5 ^ 1 8 , 6 8 , 9 2 , 9 7 , 1 2 2 — 1 2 3 , 1 4 0 , 1 5 0 , 1 5 3 , 1 5 6 ,
1 5 8 — 1 5 9 , 1 6 4 ; ! l — 15, 1 9 , 3 0 — 3 2 , 3 4 , 3 9 , 4 1 — 4 2 , 4 5 — 4 8 , 55, 5 9 , 6 3 — 6 4 , 7 2 , 8 3 , 1 0 2 , 1 0 7 , 1 0 9 — 1 1 1 , 1 2 1 — 1 2 2 , 1 2 4 , 1 2 8 ,1 3 6 — 1 3 8
I s tahr ; 72İ b n A m m â r ( C e l â l ü ' l — M ü l k ) ; 1 3 8 — 1 3 9 , 1 4 2 , 1 6 3İ b n B e h m e n y â r ; 1 4 J — 1 4 2İ b n E b Î H â ş i m ( M e k k e E m i r i ) ; 1 3 2İ b n F a z l a n ? 1 3 7İ b n H â n ; 8 4 , 8 8İ b n H â z i m ( Ş â i r ) ; M— 4 2İ b n M a v s a l â y a ; 1 6 2İ b n M i k â i i b- A t l y y e ; 11— 17İ b n M u h a l l e k â n ; 1 0 7i b n M ü l â ' i b ( H u m u s e m i r i ) ; 1 5 2 , 1 6 0İ b n S e l m e t el— K u m n i ; I I — §8İ b n ü l e m i n M a h m u d K e m a l i n a l ; —İ b r â h i m b. K u r e y ş ; 11— 3 2İ b r â h i m b. S u l t â n M e s ' u d ( G a z n e l i l e r S u l t a n ı ) ; 3 4 — 3 5 , 1 2 2 — 1 2 3 ;
f i— 4 0 , 4 6İ b r a h i m b. Y ı n a l ; 3 7 , 3 9 — 4 1 , 4 3 , 1 2 0İ l — A r s l a n ( H a r e z m ş â h ) ; 11— 1 0 3 — 1 0 4 , 1 1 6 — 1 1 7 , 1 1 9İ l d e n i z ; İ l — 8 4 , 8 9 — 9 0 , 9 6 — 1 1 0 , 1 1 2 — 1 1 7 , 1 1 9 — 1 2 1 , 1 4 3İ m â d e ' d — D i n E b u ' l — B e r e k â t D e r g ü z i n i ; M— 75İ m â d e ' d — d i n Z e n g i b. A k s u n g u r ( A t a b e y ) ; H — 6 2 — 6 3 , 1 4 2İ m â d ü ’l— M ü l k ( N i z â m ü ' l — M ü l k ' ü n o ğ l u ) ; 11— 3 6İ m a m E b u N a s r M u h a m m e d b. A b d ü l m e l i k B u h a r ı ; 9 9İ m a m Ş a d r H ü s â m e ’d — D i n Ş e h j d ; I I — Ş2İ m â m z â d e ( A h m e d b. M a h m u d ' u n l â k â b ı ) ; X I I Ii n a n ç H a t u n ; 11— 1 2 4 — 1 2 5 , 1 2 8 , 1 3 0 — 1 3 2i n a n ç M a h m u d ; 11— 1 2 4 , 1 2 6 — 1 2 8 , 1 3 1 — 1 3 3 , 1 3 6 , 1 3 8 — 1 3 9İ r a n ; 11— 16İ r a n — ş â h ; I I — 1 4 4İsâ P e y g a m b e r ; 7 9 , 93î ş f i z â r ; 3 4İ s h a k ( K a v u r d ' u h o ğ l u ) ; 1 1 8 İ s h a k ( B a b a i l e r ' d e n ) ; 11— 1 5 3 İ s h â k i ( N e h r i ) ; I I — 2 2 İ s k e n d e r ; 11— 1 5 2
İ smai l ( D a n i ş m e n d l i E m i r i ) ; 1 1 — 1 4 9
İ smai l Bei î g E f e n d i ; Xİ smai l b. H a r e z m ş â h ( A l t u n t a ş ) ; 14İ smai l Ke l kel i; 11— 3 7İ s p l d — d i z kalesi ; 11— 6 6İsr ai l ( S e l ç u k ' u n o ğ l u ) ; I I — 1 4 4İ s t a n b u l ; X I I I , 8 3 , 8 8 — 8 9 , 9 1 — 9 3 — 1 0 8 , 1 4 3 ; 11— 1 2 — 1 3 , 2 1 — 2 2 , 1 5 0 İ z z e ' d — D i n F e r e c H a d i m ; 11— 1 3 2 , 1 3 7 İ z z e ' d — D i n H a ş a n b. K ı f ç a k ; I I — 1 2 8 — 1 2 9I. İ z z e ' d — D i n K e y k â v u s ; I I — 1 5 1II . İ z z e ’d — D i n K e y k â v u s ; I I — 1 5 5 — 1 5 6II . İ z z e ' d — D i n K ı l ı ç A r s l a n ; I I— 1 4 8 — 1 4 9I I I . İ z z e ' d — D i n K ı l ı ç A r s l a n ; 11— 1 5 0 K a d i r H â n ( K a r a h a n l ı H ü k ü m d a r ı ) ; 5 — 6 , 31 K a d i r H â n ( M â v e r a ü n n e h r S u t t â n ı ) ; 11— 4 6 K â d ı A l i b. M e s ' u d ; I I — 79K a d ı F a h r e ' d — D î n KÛ f ? ; J I — 1 1 7 K â d î S î n î ( Gafznel i e l ç i ) ; 11— 12K â d i ü ' l — K u d â t H ü s e y i n b. M u h a m m e d E r s â n i d i ; M— 7 9 K a f ş u t ; 6 9K a f ş u d O ğ u l l a r ı ; I I — 1 2 6 — 1 3 1 , 1 3 7K â i m b i — E m r i l i â h ( A b b a s i H al i f es i ) ; 3 6 — 3 9 , 4 1 — 4 2 , 9 0 , 9 5 , 1 0 8 , 1 2 8 - 1 3 1K â l i c â r ( I s f a h â n h â k i m i ) ; 4 8K a r a A r s l a n b k . K a v u r dK a r a Bel i D e r b e n d i ; 11— 6 8 , 9 9K a r a b a ğ ; 4 5K a r a c a S â k i ; 11— 4 5 , 5 6 , 75 K a r a m a n ; I I — 1 5 0K a r a s u n g u r ( A t a b e y ) ; 11— 5 4 , 5 8 , 6 0 — 6 1 , 6 3 , 6 5 — 6 6 , 75K a r a t e g i n K a s s a b ; 11— 4 5K a r a t e g i n ; M — 5 9 , 7 2 , 7 2 , 1 0 7K a r m a s i n ; 11— 1 2 1 , 1 2 7K a r l u k ( l a r ) ; M— 4 8 — 4 9 , 5 1 , 7 6 , 1 0 5K a r s ; 6 5K a ş g a r ; 1 5 9 ; 11— 2 7K â t i b Ç e l e b i ; X , X I , X I I , X I I IK a t v â n ; 11— 5 0K a v u r d b. Ç a ğ r ı ; 6 8 — 7 2 , 1 1 2 , 1 1 5 — 1 2 1 , 1 2 4 — 1 2 5 , 1 4 2 — 1 4 4K a y — A b a ; I I — 8 0K a y s e r ; I I — 1 4 6K a y s e r i ; 11— 2 1 , 1 4 6 , 1 4 8 , 1 5 4K a z v î n ; M— 4 5 , 5 7 , 1 3 2K e f e r t â b ; 1 3 6K e m â l e d — D i n E b u ’r— R ı z â F a z l u i l â h b. M u h a m m e d ; 11— 1 8 K e m a l e d — d i n M u h a m m e d ( S e l ç u k l u v e z i r i ) ; 11— 6 5 , 7 5 K e r h â n i ; t l , 1 2 9I. K ı l ı ç A r s l a n b. S ü l e y m a n — ş â h ; 11— 1 4 6 — 1 4 8 K ı p ç a k ş â h i ; 4 7 K ı r ı m ; 11— 1 5 6K i r m a n - , 6 8 — 7 2 , 1 1 6 , 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 4 — 1 2 6 , 1 4 2 ; 1 1 - ^ 4 8 , 1 1 8 , 1 4 1 , 1 4 3 — 1 4 4K i r m â n ş â h ; I I — 1 2 7K o n y a ; 11— 2 1 , 1 4 6 , 1 4 9 — 1 5 0K o s t a n t m ı y y e , b k . İ s t a n b u lK ı v â m ü ' d — D e v l e ; 11— 3 0
190
K i r m a n — ş â h ( K a v u r d ' u n o ğ l u ) ; 1 2 0 K i s r â ; 11— 2 7K o n g u r t a y N o y a n ; 11— 1 5 6K u b â d i y â n ; 4 6K u d ü s ; 1 0 8 , 1 3 1 , 1 3 3 ; 11— 2 2K Û f e ; 1 5 4 , 1 5 6 ; 11— 2 0K u h e n d i z — I N i s â b u r ; M— 3 6K u h i s t â n ; 3 7K u m İ S ; 11— 4 5K u r e y ş b. B e d r â n ; 3 6 , 4 1 , 4 4
K u t a l m ı ş ; 8 t 3 6 1 4 1 , 5 4 — 5 7; 11— 1 4 1 , 1 4 4 K u t b e d d i n G ü l s a n ğ ; 4 8 — 4 9 , 55 K u t b e ' d — D i n M e l i k ş â h ; 11— 1 4 8K u t b e ' d — D i n M e v d u d b . Z e n g i ( M u s u l A t a b e y i ) ; 11— 1 1 7 — 1 2 0 L â n ; 11— 2 2La sk a r i s ( B i z a n s İ m p a r a t o r u ) ; 11— 1 5 0 L a z k i y e ; 11— 1 5 6 L i h f ; 11— 8 5 , 8 7 M a ' a r r e t ü n — N u m â n ; 1 3 5 — 1 3 6 M a ğ r i b ; 1 6 3 ; 11— 21M a h m u d ( M e l i k ş â h ' t n o ğ l u ) ; 1 5 8 ; I I — 1 5 , 3 0 — 3 2M a h m u d H a n ( O ğ u z B e y i ) ; I I — 76M a h m u d b. A n a s ı o ğ l u ( T ü r k m e n E m i r i ) ; I I — 1 3 1M a h m u d b. Z u â b e ; 8 4 — 8 8 , 9 0 , 1 3 1M a h m u d T e g i n ; 11— 4 0M a l a t y a ; II* \ 5 3M a l a z g i r t Sa v a ş ı ; X V I I , 80M a l a z g i r t ; 8 0 , 9 1 , 9 7 ; 11— 6 4M a ' l u l E m t V E f e n d i ; X I I IM a n g ı ş l a k ; 6 9M a r a ş ; 11— 1 4 9M â r i k a t a h ; 3 1M a ' r u f ; 1 5 4M â v e r â — i A k a b e ; 2 0M â v e r a ü n n e h r ; I X , 5— 6 , 1 2 t 5 0 , 1 0 9 — 1 1 0 , 1 1 2 , 1 2 6 , 1 3 8 , 1 5 9 — 1 6 0 ;
I I — 1 2 , 2 0 — 2 2 , 4 0 , 5 2 , 7 5 , 8 2 , 1 4 1 M â z e n d a r â n ; 11— 4 5 , 1 4 1 M e c d e d d i n b . M u h a m m e d ; X I I M e c d u d ( G a z n e l i S u l t a n M e s u d ' u n o ğ l u ) ; 14 M e d i n e ; 1 2 5 , 1 3 2 — 1 3 3 ; 11— 2 2 , 2 5 , 4 8 M e d i n e — i D â r üs— S e l â m ( B a ğ d a d ) ; 4 3 M e h d — i I r a k , b k . G e v h e r H â t û n M e h d i C a m i ; I I — 1 7 M e h m e d S ü r e y y a ; X M . Ş e m s e d d i n G ü n a l t a y ; X I M e k â b i r — i Ş ü h e d â ; 1 5 4 M e k k e ; 1 2 5 — 1 2 6 , 1 3 2 — 1 3 3 ; 11— 2 2 , 4 8 M e l i k E ş r e f ; I I — 1 5 2 M e l i k R a h i m ( B ü v e y h i E m i r i ) ; 3 9 M e l i k ş â h ( B e r k y a r u k ' u n o ğ l u ) ; 11— 4 0 — 4 1M e l i k — ş â h ( S e l ç u k l u S u l t â n ı M a h m u d ' u n o § l u ) ; İ İ — 5 5 , 6 7 , 7 2 — 7 3 , 7 5,
8 3 — 84 M e n b ı ç ; 9 1 , 1 3 1 Me n g l i T e g i n ; I I — 7 8
- 191 -
M e n g ü ( M o ğ o l K a a n ı ) ; 11— 1 5 5 M e n g ü Par s ( A t a b e y ) ; n — 4 4 - ^ 4 5 M e n g ü Bairs ( F a r s e m i r i ) ; i l — 5 7 , 6 0 , 6 3 — 6 4 M e n g ü Bar s e l — M ü s t e r ş i d i ; I I — 8 8 — 8 9 M e n t e ş e ; 11— 1 5 7M e r e ğ a ; 11— 5 7 , 6 0 , 6 2 , 6 8 , 9 0 , 9 9 , 1 2 6 , 1 4 3 M e r e n d ; 6 0M e r y e m ( D e r b e n d ' i i d a r e e d e n k a d ı n ) ; 8 8 , 9 0M e r v ; 1 7 , 1 9 , - 2 1 , 2 4 — 2 5 , 4 9 , 5 3 , 6 9 , 1 1 4 — 1 1 5 , 1 4 6 , 1 4 9 ; 11— 2 3 — 1 7,
2 9 , 3 5 — 3 7 , 5 2 — 5 3 , 7 8 — 8 0 , 1 4 1 M e r v — i R Û d ; 1 4 5 M e r v — i Ş â h i c â n ; 1 4 5 M e r y e m — n i $ î n ; 6 1 M e s c i d — i H a r a m ; 1 2 5I. M e s ' u d ( T ü r k i y e S e l ç u k l u S u l t â n ı ) ; I I — 1 4 8I I I . M e s ' u d ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 3 5 , 1 2 3M e s ' u d B i l â l l ? l l — 8 5 — 8 9M e s ' u d b. Y â h i z T ü r k m e n ; 1 4 5 — 1 4 6M e ş h e d — i H ü s e y i n ; 1 5 4M e ş h e d e y n ; 1 5 4 , 1 6 2M e ş h e d — i K Û f e ; 1 6 2M e v d û d ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 1 4 , 2 7 , 2 9 — 3 1 , 4 5 * ^ 4 8M e v d u d b. İ s m a i l ; I I — 3 9M e y y â f a r ı k t n ; 8 1 ; 11— 3 2 , 1 4 8M ı s ı r ; 3 8 , 9 2 , 1 3 2 — 1 3 3 , 1 3 5 , 1 6 0 , 1 6 3 ; 11— 21M i h â i l ; 8 8 — 8 9M i k â ' i l ( S e l ç u k ' u n o ğ l u ) ; 5 — 8 ; 11— 1 4 0M i l h V â d i s i ; 5 5M i n ş â r ( M a s a r a ) ; M— 151M i y â n e ; 11— 7 0M o l l a A r a b ; X I I IM u g i s e ' d — D i n T u ğ r u l ; 11— 1 4 8H z . M u h a m m e d ; 9 6 , 1 0 8 , 1 3 3M u h a m m e d ( G a z n e l i l e r S u l t a n ı ) ; 3 0 — 3 2 , 3 6M u h a m m e d b. A r s l a n — ş â h ( K i r m a n h ü k ü m d a r ı ) ; 11— 1 4 4M u h a m m e d b. K a r a s u n g u r ; I I — 6 4M u h a m m e d b . M e c d e d d m ; X , X I , X I VM u h a m m e d b . T u ğ r u l ( S u l t a n A r s l a n — ş â h ’ ın k a r d e ş i ) ; 11— 1 0 2 , 1 0 9 ,
1 2 1 — 1 2 3M u h a m m e d b. Y a h y â ; 11— 7 9 , 8 1 — 8 2M u h a m m e d P e h l i v â n ( A t a b e y ) ; M— 9 0 , 1 0 1 , 1 0 3 , — 1 0 5 , 1 0 7 — 1 0 9 , 1 1 2 , .
1 2 0 — 1 2 7 , 1 3 0 — 1 3 1 , 1 4 3 M u h a m m e d — ş â h ( K i r m â n H ü k ü m d a r ı ) ; I I — 1 4 4M u h a m m e d T a p a r ( S e l ç u k l u S u l t â n ı ) ; 1 2 6 ; M— 1 9 , 3 0 , 3 8 — 4 4 , 4 6 — 4 7 ,
5 3 , 5 5 , 6 0 , 9 7 , 1 4 1 , 1 4 7 M u h â r i ş U k a y l ı ; 4 2 M u h e l h i l ( H i l l e e m i r i ) ; 11— 8 9 — 8 9 M u h i t A l e v i ; 1 3 2M u h i y e ' d — D i n B e h r â m — ş â h ; I I — 1 4 8M u h i y ü ' d — d i n K a m a c ; M— 7 8M u i n e ' d — D i n P e r v â n e K â ş i ; I I — 1 5 5 — 1 5 6M u i n e ' d — D i n Ö n e r ; 11— 8 8M u i z z e ' d — D i n K a y s e r — ş â h ; 11— 1 4 8M u k t e d i bi — E m r i l l a h ; 1 2 9 , 1 3 1 - 1 3 2 , 1 3 7 , 1 3 9 ; 1 1 - 9 , 1 5 , 1 7 , 3 0 - 3 2 , 3 4
- 192 -
M u k t e f i li— E m r i l t â h ; 11— 6 3 , 7 3 , 8 4 — 9 1 , 1 0 9 M u s â Y a b g u ( S e l ç u k ' u n o ğ l u ) ; 5, 1 1 , 2 4 ; 11— 1 4 0 M u s â b. C a f e r ; 1 5 4Mu s t a n s ı r ( F â t i m î H a l i f e s i ) ; 3 8 , 4 2 - ^ 4 3 , 1 3 3 , 1 6 0 ; 11— 3 4 M u s t a z h i r B i l l â h ( H a l i f e ) ; 11— 3 1 , 3 9 , 4 2 , 5 3 , 6 3M u s u l ; 3 6 , 4 1 , 1 4 4 , 1 5 0 — 1 5 1 , 1 5 3 ; 11— 3 2 — 3 3 , 4 0 , 4 8 , 5 3 , 6 0 , 6 2 — 6 3 ,
8 4 , 9 9 — 1 0 0 , 1 1 7 , 1 2 3 , 1 4 3 , 1 4 6 — 1 4 8 M u v a f f a k N i s â b û r î ; 51 M ü ş k ü y e ; I I — 1 3 8 M u z a f f e r b. S e y y i d Z e n c â n i ; I I — 70M u z a f f e r e ' d — D i n K ı z ı l A r s l a n ; 11— 9 0 , 1 0 1 , 1 2 3 — 1 3 0 , 1 4 3M ü b a r e k — ş â h ; I I — 1 4 4M ü e y y e d A y — A b a ; 11— 1 1 6 — 1 1 7 , 1 4 3M ü e y y e d B a r a n k u ş H e r e v i ; 11— 78M ü e y y e d e ' d — D i n M e r z u b â n ; I I — 7 5M ü e y y e d ü ' l — M ü l k ( T e k r î t H â k i m i ) ; 1 5 0M ü e y y e d ü ' l — M ü l k U b e y d u l l â h ; 11— 2 0 , 3 4 , 3 8 , 4 3M . H . Y i n a n ç ; X I , X I I , X I I IMü s l i m b. K u r e y ş ; 1 3 6 — 1 3 7Mü s t e n c i d B i l l â h ( H a l i f e ) ; I I — 1 0 9 , 1 2 0Mü s t e r ş i d ( H a l i f e ) ; 11— 1 9 , 5 3 — 5 4 , 5 7 , 6 1 — 6 2Mü s t e z i b i — N u r u l l â h ; 11— 1 2 0 , 1 2 3N a ğ a r ; 3 0N a h c u v â n ; 11— 8 4 , 9 7 — 9 9 , 1 1 3 , 1 1 6 , 1 2 0 — 1 2 1 , 1 3 0 , 1 3 2 , 1 3 4 — 1 3 5 N a k i b — İ N u k a b â ; 8 5 — 8 7 N â s i r e ' d — D i n B e r k y a r u k ; I I — 1 4 8N â s i r li— D i n i l l â h E b u ' l — A b b â s ( H a l i f e ) ; 1 2 3 , 1 2 6 , 1 2 8Na s r b. M e r v â n ( M e y y â f â r ı k î n e m i r i ) ; 8 1 — 82Na s r b. M ü e y y e d ü ' l — M ü l k ( M u h a m m e d T a p a r ' m v e z i r i ) ; 11— 4 3Na s r H â n ( K a r a h a n h H ü k ü m d a r ı ) ; 11— 4 8N e h r e v â n ; 1 5 8 , 1 6 0 ; 11— 2 2N e m r u d b. K e n ' â n ; 80N e s â ; I I ; 11— 141N e v ' i — z â d e A t â ' i ; X — X I VN e v b e n d e c â n ; I I — 6 5N i h â v e n d ; 11— 1 5 , 4 8 , 56N i k s a r ; 11— 1 4 6N i s â b u r ; 9, 1 1 , 1 3, 1 6 — 1 8 , 2 0 — 2 1 , 2 5 , 3 6 , 5 3 , 5 5 , 5 8 , 1 1 5 — 1 1 6 , 1 3 9 ,
1 4 5 ; 11— 1 7 , 3 5 , 3 7 , 5 2 , 7 8 — 8 2 , 1 1 6 — 1 1 7 N i s â b u r C â m i ; 11— 8 2N i z â m e ' d — D i n S u m u y r e m i ( S e l ç u k l u S u l t a n ı M a h m u d ' u n v e z i r i ) ; H - ^ 4 4 —
1 45Ni z â m ü ' l — Mül k; X V I I , 47, 53, 55— 56, 58, 6 0 — 62 , 7 3 — 75, 79, 83, 86,94,
103, 113, 1 1 5 — 118, 1 2 0 — 123, 128, 128, 131— 1^ 2 , 137, 1 4 1 — 144, 147— 149, 1 5 3 — 159, 1 6 1 — 162, 164; 11— 9— 19, 2 3 , 2 8 — 3 1 , 4 2 , 6 0 , 1 4 5
N u r — ı B u h â r â ; 5; 11— 140 N u r e ' d — Di n Kara; 11— 129, 132, 138 N u r e ’d — D i n M a h m u d ; 11— 1 4 8 N u s a y b i n ; 3 9 ; 11— 3 2 N u ş t e g i n ( G a z n e l i k u m a n d a n ı ; 3 3 — 3 4 N u ş t e g i n M a ' m e r i ; 1 2 7O s m a n ( S u l t a n M e l i k ş â h ' ı n amcası ve E m i r ü ' l — ü m e r â ) ; 1-23, 1 3 2 O s m a n ( G a z n e l i S u l t a n M u h a m m e d ’ in o ğ l u ) ; 3 0
- 193 -
O s m a n T u r a n ; X IO s m a n l ı D e v l e t i ; X V I ; 11— 1 5 7Ö m e r ( G a z n e l i S u l t a n M u h a m m e d ' i n o ğ l u ) ; 3 0Ö m e r b. H a t t â b ; 11— 15Ö m e r b. K a r a t e g i n ; 11— 4 3Ö m e r b. ü n e r ( E m i r ) ; H — 51Ö z b e k ; 11— 1 2 4 , 1 4 3R â d g â n ; 6 9R â f î k a ; 8 2R a h b e ; 3 8 ; 11— 1 4 7R a h v e ; 9 7R â ş i d B i l l â h ( H a l i f e ) ; 11— 6 2 — 6 3R e b i a ; 1 1 - 4 8 , 1 4 2R e b i b ü ' d — D e v l e E b u M a n s u r ; I I — 4 3Rei s er — Rüesâ E b u ' l — K â s ı m ( H a l i f e K â i m ' i n v e z i r i ) ; 1 2 9 R . B i l ge ; X R e m l e ; 1 0 8R e y ; 3 9 , 5 4 — 5 5 , 5 7 , 9 2 , 9 7 , 1 0 8 , 1 1 6 , 1 2 2 ) 1 2 3 , 1 2 8 , 1 4 5 ; I I — 1 7 , 2 1 , 2 9 ,
3 2 , 3 4 , 3 8 , 4 5 , 4 8 , 5 4 , 5 6 , 6 6 , 6 9 , 7 2 , 7 4 , 8 4 , 9 0 , 9 7 , 1 0 1 , 1 0 3 — 1 0 9 , 1 1 6 — 1 1 7 , 1 2 4 — 1 2 6 , 1 3 1 , 1 3 6 — 1 3 9 , 1 4 2
R o m a n o s ( B i z a n s İ m p a r a t o r u ) ; X V I I , 8 0 , 8 2 , 8 8 — 9 5 , 9 8 — 1 0 0 , 1 0 3 — 1 0 8 R u h a ( U r f a î ; 8 2 R u m ; 6 0 , 6 5R u m Me l i k l e r i ( T ü r k i y e S e l ç u k l u l a r ı ) ; 54 R u s ; 11— 1 2 5 — 1 2 6 R u y i n — d i z ; 11— 6 2 R u z b â d ; 26II . R ü k n e ' d — D i n S ü l e y m a n ; 11-148— 1 5 0R ü k n e ' d — D i n S ü l e y m a n ( I . A l â e ' d — D i n K e y k u b a d ' ı n k a r de ş i ) ; l 1— 151R ü k n e ' d — D i n S ü l e y m a n ; I I — 1 5 5 — 156S a b ı k b. M a h m u d ; 1 3 6 — 1 3 7S a b r â n ; 6 9S â b u r H a d i m ; 11— 5 5S a d a k a b. D ü b e y s ; I I — 6 4S a d e ' d — D i n Eşel ( E m i r İ n a n ç ' ı n v e z i r i ) ; I I — 1 0 6 — 1 0 9 S a d r e ' d — D i n H o c e n d i ; 11— 72 S a d r ü ’d d i n E b u ' l — H a ş a n A l i b. N â s ı r ; X I V , l S a ' D ü ' d — D e v l e ( A r g u n H â n ' ı n v e z i r i ) ; 11— 1 5 6 S a ' d ü ' d — D e v l e B a r a n k u ş ; 11— 70S a d ü ' d — D e v l e G e v h e r â y ı n ; 1 0 3 , 1 1 2 , 1 1 9 — 1 2 0 , 1 6 3 ; 11— 21 S a ' d ü ' l — M ü l k ( M u h a m m e d T a p a r ' ı n v e z i r i ) ; 11— 4 3 S a f i y e ' d — D i n Mü s t e v f i ; 11— 57 S a ğ a n i y a n ; 11— 80 S a l ı b ; 78S a l i m ( b . M a l i k ) ; 1 51 S â m a n ; 11— 4 5 S â m â n ı Sül âl esi ; 1 1 5 S â r e H a t u n ; 31 S â r ı k ; 11— 4 5S â r i m ü ' d — D i n ( M u s u l kalesi k u m a n d a n ı ) ; 11— 1 0 0 Sar sar N e h r i ; I I — 9 5 — 9 6 S a r u h a n ; 11— 1 5 7 S a v â b H â d i m ; 1 6 0S â v e ; 5 4 , 1 4 4 ; 11— 3 4 , 4 5 , 1 0 4 , 1 2 6 , 1 3 7 - 1 3 $
194
S a v t e g i n ; 5 4 — 5 5 , 7 8 , 1 1 7 , 1 1 9 , 1 2 8 S a y k a l ( B a a i b e k e m i r i ) ; 1 4 2
S e b ü k t e g i n ; 4 9S e b ü k t e g i n H â n e d â n i ; 1 4 , 3 5 ,S e b ü k t e g i n ı l e r ( G a z n e l i l e r ) ; 8, 3 6 ; 11— 1 4 2 S e f i d r u d N e h r i ; 11— 4 0 S e l ç u k ; 1— 3 — 7, 6 9 ; H — 3 9 , 1 4 4 S e l ç u k â i l e s i ; 6 , 8, I I — 8 5 S e l ç u k l u D e v l e t i ; I X ; 11— 1 4 1 , 1 5 3S e l ç u k l u l a r ; 7— 8, 1 0 — 1 1, 1 4 — 1 6, 1 8 — 2 3 , 2 5 — 3 0 , 3 2 — 3 4 — 3 6 , 4 8 , 5 4 ,
5 8 ; 11— 8 4 , 9 7 , 1 1 9 , 1 4 1 — 1 4 3 , 1 5 6 S e l ç u k — ş â h ; 11— 4 2 , 4 5 , 5 6 , 6 4 , 6 6I I . S e l i m ( O s m a n l I P â d i ş â h ı ) ; X I I , X t V S e l m â n — ı F â r i s î ; 1 5 4 S e l m â s ; I I — 1 2 8S e m e r k a n d ; 1 0 9 , 1 1 0 , 1 2 6 — 1 2 8 , 1 3 8 , 1 6 1 ; 11— 2 1 , 4 0 , 4 7 — 4 9 , 1 0 5 , 1 4 1 S e n c e r — ş â h » 11— 1 4 8 Sepi ci — ş e h r ; 6 2Ser ahs ; 2 1 , 2 4 — 2 5 , 1 2 4 , 1 4 5 — 1 4 6 ; 11— 3 6S e r c i ha n Kal es i ; 11— 6 9 , 1 2 3 , 1 2 6 , 1 3 2S e y f ü ' d — D e v l e S a d a k a b. M a n s u r ; 11— 4 1 — 4 2S e y y i d el— İ m â m Ş e r e f i i ' z — Z a m a n M u h a m m e d el— İ l â k i ; I I — 52S e y y i d e ; 4 4Si c â s ; I I — 6 9Si c i s t ân ; 4 0 ; * I— 4 8S İ l â h i ; n — 6 4 — 6 5S i m n â n ; 136S i n c â r ; 1 4 9 ; 11— 3 2S i n d ; I I — 2 2S i r â c e ' d — D i n K a y m a z ( R e y E m i r i ) ; I I — 1 2 9Si vas; 11— 1 4 8 , 1 5 4S o k u l l u M e h m e d Paşa; X I I — X I I IS ö k m e n ; 11— 1 4 3S ö k m e n b. A r t u k ; 11— 6 4S ö k m e n b. İ b r a h i m ( E r m e n ş â h l a r ' d n ) ; 11— 1 1 3 , 116S u l t a n C e l â l e ' d — D i n H a r e z m ş â h ; I I — 1 4 3 , 1 5 1 — 1 5 2S u l t a n M a h m u d ( M u h a m m e d T a p a r ’ ın o ğ l u ) ; H ^ 4 3 - ^ 4 5 , 5 3 , 5 7, 7 2 , 8 3S u l t â n M a h m u d b. S e b ü k t e g i n ; 5 — 7, 1 2 , 3 0 ; I I — 4 6 , — 4 7 , 81S u l t a n M e l i k ş a h ; X V I I , 3 4 — 3 5 , 5 8 , 6 0 — 6 9 , 1 0 9 — 1 1 0 , 1 1 2 — 1 2 8 ,
1 3 1 — 1 3 4 , 1 3 7 — 1 4 0 , 1 4 2 — 1 4 3 , 1 4 7 , 1 5 0 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 8 , 1 6 1 , 1 6 3 — 1 6 5 ; 11— 9, 1 1 — 1 5, 1 7 , 2 0 — 2 3 , 2 5 — 2 7 , 2 9 — 3 0 , 3 4 , 4 3 , 1 4 1 — 1 4 3 , 1 4 5
S u l t a n M e s ' u d ( G a z n e l i l e r S u l t â n ı ) ; 7— 1 8 , 2 2 — 3 4 , 3 6 ; 11— 1 4 1 — 1 4 2 S u l t a n M e s ' u d ( M u h a m m e d T a p a r ' ı n o ğ l u ) ; 11— 4 2 , 5 3 — 7 6 , 8 2 — 8 5 , 8 7 , 9 8 ,
1 4 3S u l t a n M u h a m m e d ( S e l ç u k l u S u l t a n ı M a h m u d ' u n o ğ l u ) ; 11— 5 5, 6 7 , 70,
7 2 — 7 3 , 8 3 — 8 4, 8 6 — 8 7 , 9 0 — 9 1 , 9 4 , 9 6 - ^ 1 0 0 S u l t a n O s m a n ; 11— 1 5 6 — 1 5 7S u l t a n S e n c e r ; 3 5 — 3 6 , 5 8 , 1 4 9 ; 11— 3 0 , 3 6 — 4 0 , 4 3 — 5 6, 6 1 , 6 3 , 6 6 ,
7 4 — 8 2 , 1 4 1 — 1 4 2 , 1 4 4 S u l t a n S ü l e y m â n — ş â h ( M u h a m m e d T a p a r ' ı n o ğ l u ) ; 11— 4 2 , 6 7 — 6 8 ,
9 7 — 1 0 2 , 1 0 4 S u l t â n ş â h ; 1 1 8 , 1 2 0 , 1 2 4 — 1 2 6 , 1 4 2 ; 11— 1 4 3S u l t a n T u ğ u r u ( M u h a m m e d T a p a r ' ı n o ğ l u ) ; 1 1 ^ 4 2 , 4 5 , 5 4 — 6 1 , 75, 121
- 195
S Û r î ( G a z n e l î e m i r i ) ; 1 3 , 1 5 , 1 8S u r i y e ; 3 8 , 1 3 1 , 1 3 3 — 1 3 4 , 1 3 6 , 1 6 1 ; 11— 2 1 — 2 2 , 4 0 , 4 8 , 5 3 , 8 8 ,
1 4 1 — 1 4 2 , 1 4 5 S u b a ş ı ( G a z n e l î Ş e h z a d e ) ; 3 3 S ü l e y m a n P e y g a m b e r ; 7 2 , 7 8S ü l e y m a n — ş â h ( K u t a l m ı ş ' m o ğ l u ) ; 1 4 2 , 1 4 8 , 1 5 1 — 1 5 2 ; I I — 2 1 , 1 4 4 — 1 4 6S ü m e y s â t ; I I — 1 5 3S ü r h â b ( T a r a z E m i r î ) ; I I — 2J.S ü r m â r î ; 6 0 S ü v e y d â ; 8 2 Ş â d î ; 1 0 4Ş â h M el ik C e n d f ; 14 Ş â h — ı M e r z ü b â n ; 11— 19 Ş â h d i z — 11— 41Ş a m :8 6 — 8 8 , 9 0 , 9 2 , 1 0 8 — 1 0 9 , 1 3 3 — 1 3 6 , 1 5 1 , 1 6 3 , ;l 1— 2 1 , 3 3 , 6 0 , 8 8 , 1 4 3 S â v u ş k â n ; 17 Ş e k k î ; 7 6 — 78 Ş e m s a n i y y e ; 11— 1 4 8Ş e m s e ' d — D î n E b u ’l— n e c i b A s s a m D e r g ü z i n i ; I I — 7 5 Ş e m s e ' d — d i n İ l d e n i z , b k . İ l d e n i z Ş e m s ü ' l — M ü l k b. H ü s e y i n A y a z ; I I — 1 0 5 Ş e m s ü ' l — M ü l k O s m a n ; I I — 13Ş e m s ü ' l — M ü l k T e g i n b . T o g a n ( K a r a h a n l ı H ü k ü m d a r ı ) ; 1 0 9 — 1 1 2 , 1 2 6 , 1 3 8Ş e r e f e ' d — d î n ( H a l i f e Mü s t e r ş i d ' i n v e z i r i ) ; 11— 6 1Ş e r e f e ' d — d î n ( H a l i f e Mü s t e r ş i d ' i n v e z i r i ) ; 11— 6 1Ş e r e f e ' d — d i n A l î b. R u c â ; I I — 6 0 , 74Ş e r e f e ' d — D i n G ü r d H â d i m ; 11— 1 0 0 — 1 0 1 , 1 0 4Ş e r e f ü ' d — D e v l e A l i ; i l — 1 4 5Ş e r e f ü ' l — M ü l k E b u S a ' d ; 1 1 5Ş e r i f A h m e d ; 1 3 6 — 1 3 7Ş e r i f B e y y â z ; I I — 18Ş e y z e r E n i m ; 1 5 2Ş . Y a l t k a y a ; XŞ e y h İ m â d e ’d — d i n E b u H â m i d ; 11— 5 5Ş i h â b e ' d — D i n M e s ' u d b. H ü s e y i n ( H a r e z m ş â h ' m h â c i b — i K e b i r » ) ; l l —
1 3 7 — 138Ş i k â r H a n ; I I — 1 0 5 Ş i i â ; 11 —22Ş i r â z ; 1 1 2 ; 11— 6 5 , 6 7 , 1 0 2 , 1 2 2 , 1 4 3 Ş i r v â n ; 11— 1 3 3 Ş i r v â n ş â h ; I I — 2 1 , 1 3 3 Ş ü c â ( G a z n e l i Ş e h z â d e ) ; 3 3 T a b e r e k ; 3 9T a b e r î s t a n ; 1 4 , 3 9 ; 11— 3 7 , 4 5 , 4 8 , 5 9 T a b e s ; 11— 3 7T â c e ' d — D i n b. D â r e s t ( S e l ç u k l u v e z i r i ) ; 11— 5 6 , 7 1 , 7 5 T â c ü ' l — M ü l k E b u ' l — G a n â i m ; 1 4 3 , 1 6 4 ; l l — 1 4 — 1 5 , 3 0 — 31 T â l e k â n ; 11— 4 5T a m a r a ( G ü r c ü K r a l i ç e s i ) ; I I — 1 3 3 — 1 3 5 T a m g a ç O ğ l u , b k . Ş e m s ü ' l — M ü l k T a r s u s ; 1 4 2 ; 11— 1 5 4T e b r i z ; 9 2 ; 11— 5 7 , 6 2 , 6 5 , 1 3 0 — 1 3 2 , 1 3 5 T e g i n â b â d ; 1 4 , 1 7T e k i ş ; 1 1 5 , 1 2 2 — 1 2 3 , 1 2 8 , 1 3 2 , 1 3 8 — 1 3 9 , 1 4 4 — 1 4 9 ; 11— 23
- 196 -
T e k r i t ; 1 5 0 ; 11— 8 7T e l i — B a ğ d â d ; 81T e m i m i ; 11— 1 0 , 13T e r k e n H a t u n ; t l— 1 5 , 3 0 — 3 2T e r k e n H â t û n ( S u l t a n S e n c e r ' i n e ş i ) ; 11— 4-8, 5 1 , — 5 2 T ı r m i z ; 4 6 , 4 8 , 1 2 6 , 1 2 8 , 1 3 8 — 1 3 9 ; 11— 3 5 — 3 6 , 7 9 — 8 0 T i f l i s ; 7 8 ; 11— 1 1 2T o h a r i s t a n ; 4 6 , 1 2 3 , 1 4 8 ; 11— 7 6 — 7 7 T o k a t ; 11— 1 4 6 T r a b l u s ; 1 6 2 — 1 6 3I I . T u ğ r u l ( S e l ç u k l u S u l t a n ı ) ; ! 1— 1 2 1 — 1 2 4 , 1 2 6 — 1 3 2 , 1 3 6 — 1 4 0 , 1 4 2 — 1 4 3 T u ğ r u l B e y ( M u h a m m e d ( S e l ç u k l u S u l t a n ı ) ; 8 , 1 0 — 1 1 , 1 3 , 2 0 — 2 1 , 2 4 — 2 5 ,
3 6 - 4 5 , 4 9 — 5 2 , 5 4 , 5 7 — 5 8 , 1 1 4 ; 11— 1 4 0 — 141 T u ğ r u l B o z a n ; 3 2 — 3 3 T u ğ r u l — Ş â h ; 11— 1 4 4I . T u r a n — ş â h ( K i r m a n h ü k ü m d a r ı ) ; H — 1 4 3 — 1 4 4I I . T u r a n — ş â h ; 11— 1 4 4 T U Ş ; 2 1 , 1 2 1 ; 11— 23T u s B e y i ( A r s l a n C a z i b ) ; 8 T u t i ; 11— 76
T u t u ş ; 1 1 5 , 1 3 1 — 1 3 6 , 1 4 2 , 1 6 0 , 1 6 2 — 1 6 3 ; M — 2 0 — 2 1 , 3 1 — 3 4 , 1 4 5 — 1 4 6 T ü r k ( l e r ) ; I X , 1, 8, 3 7 , 5 3 , 1 0 8 , 1 1 2 , 1 3 8 , 1 4 0 ; 11— 2 0 , 3 0 , 4 1 , 4 7 , 4 9 , 6 4 ,
7 4 , 7 6 , 7 7 , 8 4 — 8 5 , 91 T ü r k m e n ( l e r ) ; 6 0 , 1 1 6 — 1 1 7 , 1 3 9 , 1 4 3 ; 11— 2 5 — 2 6 , 3 5 , 8 4 , 8 7 , 8 9 , 1 2 7 —
1 2 9 , 1 3 1 , 1 3 3 , 1 4 1 , 1 5 3 U m m â n ; 1 1 6 , 126U r f a ; 8 2 , - 8 3 , 8 7 , 1 0 6 , 1 3 1 , 1 5 2 , 1 6 3 ; 11— 3 3U r m i y e ; 11— 1 2 8U ş n u ; 11— 1 2 8Ü s k ü d a r ; 8 9V a h ş ; 4 6V â s i t ; 11— 2 7 , 8 8 , 9 5 , 1 2 2 V e l v â l e c ; 4 6 , 1 2 4 V e n e c Kal esi ; 1 4 6 Y a b g u ; 1 — 5Y a h y â b. H ü b e y r e ( M u k t e f i ' n i n v e z i r i ) ; 11— 7 3 — 7 4 , 8 5 ) 8 6 , 8 9 , 9 1 — 9 5Y a k u b ( T ü r k P â d i ş â h ı ) ; 11— 21Y a r ı n k u ş ; 11— 21Y â v e k i y y e ; 8 1 , 8 8Y a v u z S u l t a n S e l i m ; X I IY a z ı c ı — z â d e A l i ; X V , X V IY e m e n ; 1 3 1 , 1 6 3 ; 11— 2 0 — 2 2 , 4 8Y e m i n e ' d — D i n A z i z i ; 1 1 — 7 8Y ı l d ı r ı m Mahal l esi ( B u r s a ' d a ) ; X I I IY u s u f ; 16Y u s u f ( B e r z e m h â k i m i ) 1 1 1 — 1 1 2 Y u s u f Ç a v u ş ; 11— 56 Z â b i C ; I I — 2 2 Z â b u l i s t a n ; 7Z â h i d e H â t û n ( A t a b e y P e h l i v â n ' ı n eş i ) ; 11— 1 3 0 Z a h i r ( S u l t a n S e n c e r ' i n v e z i r i ) ; 1 1 ^ 4 9 Z a h i r e ' d — d i n ( H a z i n e d a r ) ; 81 Z a h i r e ' d — D i n T u ğ t e k i n ; I I — 1 4 3 Z e n g i Ç â n â r ; 11— 7 1 , 8 3 — 8 4
197 -
Z e n c â n ; 11— 4 5 , 7 0 , 1 2 1 , 1 2 6 , 1 3 1 , 1 3 6 — 1 3 8Z e y n i l e r Mahal l es i ( B u r s a ' d a ) ; X I I IZ İ y â ü ' l — M ü l k b. N i z a m ü el— M ü l k ; I I — 4 3Z ü b e y d e H â t û n ( S u l t a n B e r k y o r u k ’u n a n n e s i ) ; I I — 3 3 , 3 8Z ü b e y d e H â t û n ( H â r u n e r — R e ş i d ' i n e ş i ) ; 1 2 5Z ü b e y d e H â t û n ( S u l t â n M e s ’u d ' u n eş i ) ; 11— 6 1Z ü n n u n D a n i ş m e n d ; I I — 1 4 6 , 1 4 8 — 1 4 9
- 198 -
TARİHİ DEYİMLER
AKAR: Para getiren mülk.AKÇE: Gümüş para; XVI. yüzyıldan itibaren sadece pa
ra karşılığında kullanılan bir tabir.AMİD: Ortaçağ Türk—İslâm devletlerinde kullanılan
bazı ünvan ve memuriyet isimlerinde rastlanan bir tabir.
AMİL: Vergilerin tahsili ile meşgul olan memur için,bazen de vâli mânâsında kullanılan bir tabir.
ARZ DİVANI (VEYA DÎVANÜ’L-A R Z): Ordu mensuplarının defterlerini tutan ve tahsisatlarını dağıtan divân.
AŞAR: Toprak ürünlerinden alınaiı verginin adı.ATABEY: Sultan tarafından, henüz küçük yaşta olar
şehzadelere vasi ve mürebbi sıfatı ile seçilen bey lere veya büyük derecesine yükselmiş kumandan lara verilen ünvan.
B Âl: Vergi.BATMAN: Türkler ve Türklerle münasebette bulunan
diğer kavimlerde kullanılan ağırlık ölçüsü. Batman'm da diğer ölçüler gibi, muhtelif zamanlarda kullanılması kıymet bakımından farklı olmuştur.
BERAT: Bazı görev ve memuriyetlere tayin edilenlere pâdişâhın tuğrası ile verilen mezuniyet veya tayin emirleri hakkında kullanılan bir ıstılah.
BEYTÜ'L—MAL: Devlet Hâzinesi karşılığında kullanılan bir ıstılah.
Bİ'AT (BEY'A): Bir halifenin cülusunda (Oturma, tahta çıkma) onun eli üzerinde edilen sadakat yemini mânâsında kullanılan bir tabirdir. Bu merasim hükümdarın açık eline el konması ile yapılır.
BITRİK: 10.000 kişilik bir birliğin kumandam, kumandan, asılzâde.
CİZYE: İslâm devletlerinde Hıristiyan halkdan alman
199 -
himaye ve emniyet vergisinin adı.ÇAVU Ş : Sarayda muhtelif hizmetlerde bulunan bir sı
nıf memurlara ve orduda küçük bir askerî rütbeyi ifade eden bir İstılah.
ÇETR: Sultanların savaşa veya alayla bir yere hareketlerinde başları üzerinde tutulan ve hakimiyet sembolü olan şemsiyeye verilen isim.
DÂR—I HİLÂFET: Halifelik merkezini ifâde eden bir tâbirdir.
DİHKAN: Köy ağası, arâzi sâhibi; ayrıca arazi vergisinin tahsilini yapan kişi.
DİVAN: Devlet işlerinin idaresi ile alâkalı encümen. Bugünkü mânâsıyla "Büyük Divân" Bakanlar Kurulu demektir.
DÎVÂN—HÂNE: Eskiden dîvân kurulan dairelere verilen addır.
DÎVÂN-I İŞ R Â F -I M EM Â Lİ K:/ Devletin m âlî ve idari işlerinin yolunda gidip gitmediğini teftiş vazifesiyle görevli olan dîvâna verilen isim.
DÎVÂN—I RESÂİL (VEYA İNŞA): Selçuklu Sultanının diğer devletler ve eyaletlerle olan yazışmalarını yapan, araziye ve tayinlere ait vesikaları-veren dîvân.
DİVİT: Hokka ve kalem mahfazası görmek üzere kullanılan aletin adı.
EFRENÇ: Freng, AvrupalI.EMÎR—İ ÂHUR: Selçuklu Devletinde sultânın hayvan
larına bakan has—ahırın birinci âmirine verilen ünvan.
EMİR—İ BAR: Şer'î işlerden başka davalara bakan divânın reisine verilen ünvan.
EMÎR—İ HÜCCÂB (EM İR-İ HACİB): Baş haciblere verilen ünvan.
EMÎR—İ SİLÂH: Törenlerde sultanın silâhını taşıyan ve silâhhaneyi muhafaza eden silâhdarlann reisi.
200 -
EVKAF (VAKF'IN ÇOĞULU): Cami, medrese gibi hayratın idaresine ayrılan arazi, bina vesaire.
FAKIH: Asıl mânâsı birşey bilen yahut anlayan kimse; sonradan akaid alimi, şeriat alimi ve furug mütehassısı mânâsını almıştır.
FER R A Ş: Selçuklu saraylarında her türlü ayak hizme-A tini gören kimseler için kullanılan bir tâbir.
GASlYE: Örten nesne, özellikle eyer takım teçhizatından eyer altına konan keçe; ayrıca hükümdara mahsus gâsiye, hakimiyet sembollerinden birisi olup, gidiş olaylarında hükümdarın önünde taşınırdı.
GULAM: Köle, uşak, kul; küçük yaşlarda saray hesabına satın alman veya toplanan, sonra askerî ve göreceği diğer hizmetler için hususi surette yetiştirilen köleler.a ,
HACIB: Önceleri hükümdar saraylarında, Osmanlı Dev- leti'nin son yıllarına kadar devâm eden tâbir ile, mâbeyinci mânâsında kullanılan ve saray, ordu ve vilâyet teşkilâtında mühim vazifelere tayin edilen kimselere verilen ünvan.A a
HACIB—I BAB: Saray kapılarını muhafaza etmekle görevli kişi.
HÂCİB-İ KEBÎR (HÂCİBÜ’L-HÜCCAB): Büyük hâ- ciblere verilen ünvan.
HADİM: Hizmetkâr, Türkçe'de bu kelime ekseriya "Hadım ağası" mânâsında da kullanılır.
HARAÇ: Toprak mülkiyetinden dolayı devletçe ferd- lerden alman vergi. Ayrıca Müslüman olmayan halkdan alman vergiye de harâc denirdi.
HATIB: Camide hutbe okuyan kimse.HAZİNE—DÂR (HÂZİN): Kıymetli eşya ve malların
konulduğu yeri idare ve muhafaza memur olan kimse.
HİL'AT: Hükümdarın taltif etmek istediği bir kimseye
- 201 -
verdiği kıymetli elbise mânâsında kullanılır. Hil'at bu muayyen kostümden başka, memuriyetin önemine göre, külâh, kemer, kılıç, at, bayrak ve para gibi şeyleri de ihtiva ederdi.
HUTBE: Cuma namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatibin mnberle halka verdiği dinî öğüt. Hükümdârın hakimiyet sembollerinden birisi; idaresi altındaki ülkelere câmilerde Cuma namazları sırasında adının, ünvan ve lâkablarımnanılmasıdır.
İLTİZAM:.Devle te âit mülklerden bazılarının tahsili kefil gösterilmek ve bedeli belirli taksitlerle öden- mek üzere alınması yerinde kullanılan bir tâbir.
İMARET: Medrese talebesiyle, fakirlere yemek pişirilip yedirilen yerlere verilen isim.
İSNÂD—I HADİS: Hadîs râvileri zinciridir. Hadîsin muhtevâsım sıra ile birbirine nakletmiş kimselerin adlarını ihtivâ eden kısma isnâd adı verilir, haberin doğru ve sağlam olduğunu bildiren esas demektir.
KANTAR: Büyük bir ağırlık ölçüsü; ağırlık değeri hakkında rivayetler ise muhtelifdir.
KARAVUL: Öncü, ileri kol, keşif kolu..IAHAFTE: Deve, kadar gibi hayvanların sırtına konu
lan ve iki kişinin oturabildiği kapalı vasıta.MATBAH EMİNİ: Sarayda mutfak işlerine bakan rne-
rından sonra hatibin minberde halka verdiği diniMENŞUR: Tanıtma vesikası, irade, ferman ve bilhassa
iktâ fermam mânâlarında kullanılan tâbir.MEŞ'ALEDAR: Aydınlatma vazifesiyle görevli olan ve
meş'ale tutanlar hakkında kullanılan bir tabir.MİSKAL: Kıymetli madenlerin, mücevherlerin, ilâçla
rın ve bu gibi maddelerin ağırlığını ölçmeye yarayan ağırlık ölçüsü.
NAHİV: Gramer ve bilhassa gramerin sentaks kısmı.
NERİMAN: İran ünlü pehlivanı ve savaşçısı Rüstem'in dedesi olan Sâm'ın babası.
NÖKER: Kul, köle.NAKKARE: Çalgılardan bir çeşit küçük davulun adı.OTAĞ: Sultanlar ile vezirlere mahsus büyük ve süslü
çadırlara verilen addır.ÖŞR (ÖŞÜR): Lügat mânâsı onda bir olup, sosyal
yardım için alınan onda bir nisbetindeki vergi.PEYK: Memleketin her tarafından haber getirip götü
ren piyade postacı ve haberciler hakkında kullanılan bir tâbirdir.
RİBAT: Müstahkem müslümân zaviyesi. Başlangıçta ribât, cihada hazır bulundurmak üzere binek hayvanlarının toplandığı bir yer olup, sonraları kervansaray olarak bir mânâ kazanmış ve X. yüzyılın sonlarında ve XI. yüzyılın başlarından itibaren zâviye ve tekke haline getirilmiştir.
RÜSTEM: İran'ın ünlü kahramanı ve savaşçısı.SADAKA (ÇOĞULU, SADAKAT): İnsanın kendi ihti-
yârı veya arzusu ile sevap maksadıyla fakire hibe olarak verdiği mal için kullanılan bir tâbirdir.
SAHİB—İ DİVÂN: Divân reislerine verilen ünvan.SAHİB—İ DİVÂN—I İNŞA: Devletlerle ve eyaletlerle
olan muharebeleri yapan, arazi ve tayinlere âit vesikaları veren Tuğra veya İnşâ Divânı'nın reisine verilen ünvan.A >
SALAR: Reis, kumandan, serdâr.SÂM: İran'ın ünlü pehlivanı ve savaşçısı Rüstem'in de
desi.SİKKE: Devletin damgası ile damgalanmış madeni para.SUFİ: Tasavvuf ehli, tasavvufla uğraşan kimse.SUBAŞI: Türkçede sü ve baş kelimelerinden meydana
gelen ve "Ordu kumandanı—asker başı" mânâsında askerî bir ünvan.
A
ŞARABDAR: Sultanın içeceklerini hazırlayan ve her
203 -
hafta muayyen günlerdeki yemeklerde hizmetli görevli ve emri altında içeceklerin muhafaza edildiği bir kileri bulunan saray memuruna verilen ünvan.
ŞER ' (ŞERl'AT): Umumiyetle tâkip edilmesi gereken vâzıh yol, mü'minlerin gitmesi gereken yol, İslâm- da dinî tâbir olarak Islâmın müdevven kanunu A llah'ın emirlerinin bütünü manâlarına gelir.
TEVKİ: Hükümdârın kararı, bunun yazılı sureti, tayin berâtı, hükümdâra mahsus alâmet, tuğra, ferman mânâlarında ve mühür eş anlamında kullanılan bir tabir.
TIMAR: Geçimlerini veya hizmetlerine ait masraflarını karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili selâhiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan
A vergi kaynakları ve araziye verilen isim.ULUFE: Askerlere (Üç ayda bir) verilen maaş yerinde
kullanılan bir tâbirdir.VAKIF: Bir mülkü halkın yararına ve ebedi olarak tah
sis efhıek yerinde kullanılan bir tâbirdir.Y ABGU: Oğuzlar'm başında bulunan hükümdâra veri
len ünvân.ZAMAN: Başkasının üzerindeki vâcib bir hakkı iltizâm
etmek; birşeyin mislini veya kıymetini vermek için zarar veya ziyana karşı kefil olma.
204