ali Şeriati. ebû zerr el-gifârî

208
tebliğ yayınları : 17 inceleme, araştırma: 3 isteme adresi Tebliğ yayınları Boyacı Kapısı Sok. 1/3 Fatih - İstanbul Tel.: 525 70 95 dizgi ayyıldız baskı gümüş cüt kardeşler 1987

Upload: carlosamadorfonseca

Post on 07-Dec-2015

157 views

Category:

Documents


20 download

DESCRIPTION

in Turkish

TRANSCRIPT

tebliğ yayınları : 17inceleme, araştırma: 3

isteme adresi

Tebliğ yayınlarıBoyacı Kapısı Sok. 1/3

Fatih - İstanbulTel.: 525 70 95

dizgiayyıldızbaskıgümüş

cütkardeşler

1987

«Evinde ekmek bulunmadığıhalde, kınından sıyrılmış kılıcıylaisyan etmeyen adama şaşarım.»

(Ebuzer)

TürkçesiSalih Okur

EBUZER-i GIFARÎ

A. Cevdet Es-SAHHARDr. ALİ ŞERİATÎ

YAYINCININ ÖNSÖZÜ

Hakikatlann görünmesi için, İslâm tarihinin önemli nok-talarına ışık tutacak, gençliğimize örnek bir hayat felsefesiniverecek, cihada, hakka taraftarlığa vesile olacak bir kitabı ya-yınlamakla çok mutluyuz.

Kitabın girişindeki Sosyalist kelimesi, maddeci, mutlak eşit-likçi manasında değildir. İslâm'ın özünde olan, iktisadi ve içti-maî adalet ve ortaklık manasındadır.

Kitabın içindeki, rivayetlerin aslı vardır. Fakat, Emevile-rin, uydurma ve sansürlü rivayetleri karşısında, Şiiler, aslı olano haberlerde hissi davranınca, çok mübalağalar olmuştur.

İran kültürü, İslâm dünyasında azınlık kültürü olduğun-dan ayrıca İran'ın, milliyet ve medeniyetinin kuvvetli sahabe-ler tarafından parçalandığından, İslâm'ın saltanat kuvvetiylepekişeceğini savunan sahabelere karşı kin ile karışıktır.

İslâm'ın ruhunda saltanat bulunmadığını, başka milletlerehaksızlık etmek İslâm'da olmadığını belli etmekle beraber; ma-dem Resûlüllah ashabıma dil uzatmayın demiştir. Onlara ilişme-mek lazım. Çünkü onların küçük bir ibadet ve cihadı, bizim birömür boyu yaptığımız ibadet ve cihaddan üstündür.

Kitabın içinden, fikir olarak hiç bir şeyi sansüre tabi tut-madık. Biz konularm tartışılmasına muhtelif fikirlerin bilinme-sine, cevaplanmasına taraftarız.

Neticede anlaşılan odur ki; İslâm toplumu Resûlüllah'msünnetini harfiyen uygulayacak bir imam ve halifeye sahip ol-madığından, Hicretin 30. yıllarında ekonomik zihniyetini kaybet-miştir. Bundan dolayı da, toplumun bünyesi gevşeyince muh-telif kültürler, onun içine girmiştir. 1., 2. asırda onun ruhu hük-münde olan öz kültürünü yitirmiştir. Toplum, muhtelif fırka-lara bölünmüştür. Allah'tan arzumuz, bizi yine birliğe, o Öz kül-türümüze ve zihniyetimize vatdırmasıdır. Peygamber Efendi-miz, «.Ümmetin sonu, ilk müslümanlarm yaptığını yapmakla dü-zelir,» diye buyurmuştur.

Tebliğ Yayınlan

SUNUŞ

Bu çalışmanın asit, çağımızın Mısırlı yazarlarından, Ab-dülhatnit Cevdet El-Sehhar tarafından kaleme alınmıştır. AliŞeriatı, öğretmen okulunda öğrenci iken, Arapça aslından Fars-ça'ya tercüme etmiştir. Ancak Ali Şeriatı, Hz. Ebuzer hakkındasöylenen bütün sözleri de katarak tercümede ileri gitmiş ve onuniçin «Süsleme ve Tercüme» tabirini kullanmıştır.

Yukarıdaki kaygılardan dolayı Şeriatı, Hz. Ebuzer hakkın-daki ihtilajh konuları bilerek kaleme almış ve «Bu rivayetlerindoğruluğunu veya yanlışlığını tesbit etmek, tarik yazanın bile-ceği iştir.» diyerek işin içinden çıkmıştır.

Gerçekten de Hz. Ebuzer'in hayatının başlangıcı ve sonuile ilgili, birbirinden farkı ve efsaneleşmiş birkaç rivayet ol-duğu bilinmektedir.

Hz. Ebuzer hakkında ilk çalışmalar; Cezayir'in Fransızsömürgesi olduğu yıllarda, «Fazl'ül Cihad» adlı bir yeraltı teş-kilatı tarafından yapılmıştır. Hz. Ebuzer'in konuşmalarını ih-tiva eden bu eser; o devirde İslâmî olmayan bütün inanışlar vefikir akımları, serbestçe faaliyet gösterip yayın yapabildiği hal-de, müsadere edilmiş ve el altından yayınlanarak dağıtılmıştır.

Kitabın kurgusu roman ile piyes karışımıdır. Çevirisiniyaptığımız metnin aslı iki bölümden oluşmaktadır. Birinci ki-

sim, Ali Şeriati'nin kendi eliyle düzenlediği ilk nüshanın be-§inci baskıstdtr. Bu kısım, ilkin «Rebeze'den Biri» adı altındayayınlanmış, daha sonraları ufak tefek değişikliklerle yeni bas-kıları yapılmıştır.

İkinci ktsım, Ali Şeriati'nin Hüseyniye-i İr şad'da, Hz. Ebu-zer'i anlatan bir piyesten önce yaptığı, daha sonraları kasetler-den derlenen, iki konuşmayı içermektedir. Bu konuşmalar he-men hemen birbirinin aynı olduğundan biz okuyucuyu sıkma-mak için, bunlardan sadece birini aldık ve çevirimizin sonunaekledik.

Ülkemizde bugüne kadar, Ali Şeriati'nin on kadar eseriTürkçe'ye çevrilmiştir. Ancak çalışmamızın bunlardan farklıolduğunu sanıyorum. Eserde kahraman Hz. Ebuzer olmasınarağmen, olaylar İslâm'ın doğuşundan önce başlamakta ve Hz.Ebuzer'in adı etrafında; İslâm tarihinde bugüne kadar sürege-len ihtilaflı konular işlenmektedir. Sağlıklı bir çalışma olabil-mesi için, İslâm tarihim değişik kaynaklardan yeniden gözdengeçirmek zorunda kaldık.

Ali Şeriati'nin bahsettiği bütün konular bizdeki kaynak-larda da vardı. Fakat Hz. Peygamber'in irtihalinden sonra, Ha-life seçimi konusunda Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'e bilinen ta-rizlerde bulunması; Hz. Osman'a ve Sahabelere yakıştırdığı sı-fatlar, Ali Şeriati'nin Şii taassubundan kurtulamadığını göster-mektedir. Bu tarizlere cevap olmak üzere kısa bir sonuç bölümüeklemeyi uygun gördük.

Bu çalışmada, yazarın anlatmak istediklerini, bizden bir-şey katmayarak, Türkçe'ye kazandırmaya çalıştım. Eğer biraz-cık becerebildiysem kendimi bahtiyar sayacağım.

Beşiktaş, 7 Temmuz 1987Salih Okur

YAZARIN ÖNSÖZÜ

Ben, zarif seramik işlerinin hatemkârhğmt (*) seçenlerin ye-rine, sarp ve yüce dağlan, iktidarı yeri göğü inleten azgın fır-tınaları, sert ve vahşi çölleri sanatına sermaye edinenleri se-verim.

Ben, kafeste şakıyan binbir renkli kanarya veya gül bah-çesinde yetiştirilen çiçekler yerine, yüce dağların mağrur kar-talından, uzak ve ıssız çöllerin yabani çiçeklerinden ilham al-mış olan şiirde aşırı sanat ve heyecan hissederim.

Evet. Yüksek mahpushane duvarlarının ardında ve vahşicellatların bakışları altında, gururla söylenen şiir, bir mangalınçevresinde esrar dumanları altında veya içki dağıtılan bir masa-nın etrafında güftesi bağlanan şiirden daha güzeldir. Şairininşerefi daha yücedir.

İşlediği suçlardan titrememe rağmen, Wilhelm'in çirkinsaltanat yularının şehvetli patronlarının, Hitlerin ordularınınsert çizmeleri altında ezildiğini düşündükçe, onu övesim geliyor.

Tarihin olgun ve kokulu meyveleri olan bazı insanlar, yü-celik kalesine çıkabilmek için, büyük saadetleri derin çukur-

(*) Üzerine çeşitli şekiller oyulan bir düzeyin, benzeri bir ma-den veya madde ile doldurulmasıyla yapılan süslemecilik.

9

lara atmışlar ve acıya müptela olmuşlardır... Yüzleri yumuşak-lığını kaybetmiş, kırış kırıştır... Ayakları yumuşak salonlardadans etmek yerine, yakıcı taşlarda koşmayı tercih etmiştir...Büyüklüğü yaratanlar bunlardır. Peygamber, «Her dinin ruh-baniyeti vardır, benim dinimin ruhbaniyeti ise cihattır.» di-yor. ..

Bu kitabın sayfalarını gururla karalıyorum. Çünkü, bu hi-kâyenin kahramanı bir ressam veya çalıştığı sahnede seyirci-lerini şehvetten çıldırtan bir dansöz değildir. Pis kokulu birmeyhanede veya bir mangalın kenarında, duman sütunlarınıgöğe yükselten bir şair değildir. Piyer Luis'in yarattığı oyun-culardan da değildir.

Paris'in kötü adlı mahallelerinin, arka sokaklanndaki ka-barelerin vefadar dostları da değildir.

HoUvut'tan ilham alan kokuşmuş aşk hikâyelerinin, Kapriadasındaki, dünyanın her yerinden erkekleri şehvetle kendineçağıran, işveli ve tatlı esirleri olan kadınlar da değildir.

Her sabah süt. banyosunda uyuyan, yumuşak tenli ve mer-mer vücutlu, baldırları ve memeleri şehvetle titreyen ve yüz-lerce yazara şöhret kazandırmış olan bir «Yıldız» da değildir.

Bu hikâyenin kahramanı mağrur bir çölün oğludur. Sıkıntıve yoksulluğun az geldiği, göğün bile merhametli gözyaşlarınıüzerine gönderdiği mağrur bir çölün oğludur. Öyle mağrur birçölün oğludur ki, çağlar boyu sahillerinde güneşin altında otur-duğu halde, susuzluğunu giderebilmek için, denize baş eğme-miştir.

Buğday tenli ve güneş yanığıdır.

Onun cildi, çölün sertliğinin nakşolduğu, yartmadanm gü'nesi altında kurumuş, kermelenmiş ve siyahlamış bir köseleparçasıdır.

10

Çölün sıkıntıları ve dertler ince ve uzun boyunu bükmüş-tür.

Zayıf göğüs kemiklerinden, erkeklik ve dayanıklılık oku-nur. \ j

Bakışları, çölün kızgm güneşini yansıtan iki aslan gözü-dür.

Bu hikâye, ıssız çölde yaşayan kabilenin arasında kopanşiddetli bir rüzgârın macerasıdır...

...Gtfar'dan birinin macer asıdır...

Nisan 1959, AH Şeriati Mezinani

Piyer Luis, Yunanlı meşhur fahişe Bilitis'in karşılıksız sevgi-lerini ve açık saçık rüyalarını yazan Fransız romancı.

11

GİRÎŞ

ALLAH'IN ADIYLA

Muhammed, on üç yıl süren mücadele ve sıkıntı-lardan sonra Mekke'yi terkederek Medine'ye geldiğigün; İslâm'ın gizlenme ve güçsüzlük döneminin geridekaldığını, cesur ve fedakâr dostları yardımıyla, Allah'ındediği gibi, kendi siyasi rejiminin ve İslâm'ın azametlisarayının temelini atma zamanının geldiğini biliyordu.

Bu çağda, yarımadanın doğusunda, îran Şehin-şahının süslü ve cilalı büyük bir sarayı vardı. Bu sa-raydaki teşrifat (protokol) işlerinin görülebilmesi içinbirkaç bin köle, binlerce erkek ve kadın hizmetçi ça-lıştırılıyordu. Yoksul ve çilekeş insanların gelirleri busarayın idaresi için harcanıyordu.

Arabistan'ın kuzeyinde ise Herakliyus'un korkuluve azametli imparatorluğu göze çarpıyordu. İki mem-lekette kendini gösteren her şeyin, bu sarayların hakim-lerine ait olduğu söylenebilir: Sanat, edebiyat, savaşişleri, vergi toplama ve sabahleyin erkenden kalkma...bunların hepsi saltanatın ve imparatorluğun teşrifatve şevketinin daha fazla olması içindi.

13

Ama îslâm Peygamberi, Medine'ye girdiğinde birmescit ve yanında ufacık bir ev yaptı. Bu evin kapısımescidinin içine açılıyordu. îslâm hükümeti, Arabis-tan'ın her yerine hakim olmasına rağmen ömrünün so-nuna kadar kendi yaşayışında bir değişiklik yapmadı.

Memleketin mutlak hakimi olmasına rağmen, yok-sulların sofrasında horlanan bir köle gibi oturuyor vearpadan yapılan ekmek yiyordu. Çıplak bir bineğe bi-niyor ve genellikle ikinci bir kişiyi de terkisine alı-yordu.

İslâm Hakiminin bu davranışının sebebi, kendi re-jimiyle îran Şehinşahı ve Rum İmparatorunun rejimiarasındaki farkların ortaya çıkması ve halkın bunugözleriyle görmesi içindi. Yeni rejim ve yeni teşkilatı-nın iki ayağı bulunmaktaydı:

Burada hakim ile mahkum, emreden ile emredilen,köle ile efendi yoktu. Hepsi Allah'ın huzurunda adilceve eşitlikle aynı sırada yer alıyordu.

Bu rejimin kurucusu ortadan gittikten sonra, Ali'-nin mahrumiyeti ve siyasi gruplaşmalar; hilafet duva-rının temel taşının eğri konulmasma sebep oldu. Ebu-bekir'in, Ömer'i kendisine halife seçmesiyle îslâmî re-jime ikinci darbe de vurulmuş oldu.

Ömer ve Ebubekir'in bizzat kendileri bu yanlış adı-ma sebep olmalarına rağmen, İslâm'ın siyasi teşkilatıPeygamber'in bıraktığı gibi kalmıştı: Basitlik, eşitlikve servetin bir yerde toplanmasına engel olunarak adil-ce paylaşılması göze çarpıyordu.

Ömer de gidince, yaşlı, mukaddesmeap ve kifayet-siz bir adam olan Osman hükümeti eline aldı. îslâm hü-kümeti sarsılmaya başladı, İslâm kanunlarında yapı-

14

lan değişiklikler o kadar şiddetliydi ki Muhammed'inbinası kökten viran oldu. Onun zamanında hilafet, sal-tanata; îslâmî hakimiyet kulübesi, şahın sarayına; sa-delik şatafatlı teşrifata; Muaviye'nin ve Osman'ın ye-me içme sarayına dönüştü.

Ebuzer, islâm'ı kabul eden beşinci kişiydi, onunkıhcTîsIam'în doğuşu ve ilerlemesinde çok etkili olmuş-tu. Ali'nin bir takva ve hakikat heykeli gibi köşede kal-dığını, îslâm düşmanlarının hilafetin idaresine yol bu-larak, bir kurtçuk gibi; İslâm'ı içten içe kemirdiğini gö-rüyordu.

Özgürlükçüler ve hakikatçilerin herbiri bir köşe-ye kovulup susturuldular. Ebubekir, Ali'yi (na-civan-merdane) siyaset sahnesinden alaşağı ederek hilafeteoturduğu gün, Ebuzer endişe ve korkuya düştü, islâm'ıngeleceği, onun gözüne çok korkunç ve karanlık görü-nüyordu. Fakat, büyük bir hak yenilerek ayaklar al-tına alınmış olmasına rağmen, her halükârda islâmkervanı yoluna devam ediyordu. Ebuzer bütün bunlarıdüşündükçe içi içini yiyor, fakat dudaklarına suskun-luk mührünü vurmuş sesini çıkarmıyordu (1). Os-man'ın rejimi islâm'a musallat olana kadar sustu vesesini çıkarmadı. Yoksullar, çilekeşler ve güçsüzler,zenginlerin, köle tüccarlarının, faiz yiyenlerin ve eşra-fın ayakları altında eziliyordu. Bu adamlar Osman'ınve Muaviye'nin sarayını yol etmişlerdi. Sınıf farklılık-ları ve servetin tekellerde toplanması tekrar dirilmiş,islâm'ı büyük bir tehlike tehdit etmeye başlamıştı. Ebu-bekir ve Ömer, Peygamber'in sadeliğini ve saflığını de-

( 1 ) Ali Şeriati'nin burada hiçbir delili yoktur, çünkü kendi İfa-desiyle dahi Ebu Zer hiçbir haksızlığa karşı susmamıstir.Onu Hz. Ebu Bekir'e karşı susturan ve Hz. Osman'a Jcarşigaleyana getiren ne sebep olabilir ki?

İ S

vam ettiriyor, yoksul ve sıradan bir insan gibi yaşıyor-lardı. Bütün bunlar değişmişti. îslâm valisi Muaviyeşehinşahlann sarayına benzer yeşil bir sarayın yapıl-ması için binlerce dinar harcadı.

Ebubekir, kendi geçimini sağlayabilmek için biryahudinin keçilerini sağmasına rağmen, Peygamber'inhalifesi Osman'ın karısının gerdanlığının değeri, Afri-ka'nın vergisinin üçte biri kadardı...

Ömer, babasının kudretinden istifade ederek, zor-la aldığı bir at için; ordusunun başkumandanını oğ-luyla beraber sorguya çekerken; Osman Peygamber'insürgüne gönderdiği kişiyi —Mervan Hakem— kendinemüşavir tayin ederek, Hayber'in ve Afrika'nın kuze-yinden ele geçen geliri topluca ona bağışlıyordu.

Ebuzer, bu utanç verici sahneleri görünce kendinidaha fazla tutamadı ve suskunluğu sona erdi. înanıl-maz bir yiğitlikle isyan etti. Bu öyle bir itirazdı ki, bü-tün İslâm memleketleri baştanbaşa Osman'ın aleyhi-ne ayağa kalktı. Bu öyle bir ayaklanmaydı ki, insantoplulukların sahnesinde, onun coşkun dalgalarını bu-gün bile görüyoruz.

Ebuzer, İslâm'ın iktisadi ve siyasi ortaklığının ge-nişlemesi için çalışırken, Osman'ın rejimi eşrafiyetehayat veriyordu. Ebuzer, İslâm'ı çaresizlerin ve yoksulhalkın kurtuluşu olarak görüyordu. Oysa Osman, onu,sermaye sahiplerinin, faiz yiyenlerin, zenginlerin veeşrafın menfaatlerinin korunmasma alet ediyordu.

Bu çatışma, Ebuzer ile Osman arasında başladı so-nunda Ebuzer, canını bu yolda feda etti. Bu sermaye-ler, bu servetler ve topladığınız bu altın ve gümüşleribütün müslümanlarm arasında eşitçe dağıtmalı diyebağırıyor, İslâm'ın iktisadi ve ahlâhi sisteminin gölge-

16

sinde, herkes hayatın, ihsanlarından eşitçe faydalan-malı diye isyan ediyordu. Fakat Osman, İslâm'ı teşri-fat, zahiri törenler, zahiri takva ve kutsallık, çoğunluk-ların yoksulluğu ve azınlıkların zenginliklerinin hamisiolarak görüyordu. Ebuzer ise, îslâm'ın ortaklığının yay-gınlaştırılması ve genişlemesi için başladığı mücadele-sine ara vermeden devam ediyor, düşmanlarını rahatbırakmıyordu.

O günün toplumunda, Ebuzer'in, yoksul ve çaresizsınıfların taraftarı olarak yükselttiği bu sesi hemen ke-sildi. Bu ses, öyle bir yanar dağın ilk püskürtmesiydiki, kıvılcımları bin yıl sonra, 18. ve 19. yüzyılda Avru-pa'daki bütün memleketlerin eteğini'tutuşturdu.

Bu yanardağ, eğer bugün birazcık susmuşsa; aravermesinden ve sohıklanmasmdandır. Yakında da sus-mayacaktır. Ebuzer'in gırtlağından dışarıya çıkan bubüyük yanardağın kıvılcımları, daha sonraları; büyükFransız ihtilalinden sonra, dünyanın değişik yerlerin-de çeşitli ekonomi kitapları halinde ortaya çıktı. Fa-kat, Osman'ın iktidarı, onu nihayetsiz bir çölde söndür-meyi becermişti. Eşraf ve sermayedarlar, yoksullarınönderi, ezilenlerin koruyucusu Ebuzer'in ölümüyle; busınıflar tarafından kendilerini tehdit eden tehlikeninortadan kalktığını sandılar. Fakat görülen son ekono-mik devrimler, Osman'ın rejiminin zafer kazandığınıisbat etmektedir. Peki Ebuzer'in sosyalizmi ne oldu?

Yeni sosyalistler diyorlar ki :

Dünya, gerek kî sosyalist olsun,Ta ki yaşamaya layık olsun,Eşrafiyet, zorbalık ve yağmacılık,Ma'dum olsun, mahvolsun, yok olsun...

Biz de aynı düşünceyi Ebuzer'in bütün hayatı bo-yunca açıkça görüyoruz.

F. : 2 17

Eğer sosyalizmin şiarı: «Herkesin kabiliyetine gö-re ve herkesin işine göre» ise biz bunu, bundan bin üçyüz yıl evvel Ebuzer'in yiğitçe yaptığı, azametli kavga-sında görüyoruz.

Ben, ne zaman Ebuzer'in akıllara şaşkınlık verenhayatını düşünsem, onun tanrıtapıcılığmı görüyor vePaskal'ı hatırlıyorum. Paskal diyor ki: «Yüreğin öylebir delili vardır ki, aklın eli ona yetişemez. Allah'ın varlığına yürek şahitlik eder bu yol ne akıl ne de muha-kememe elde_edilir.»

Ebuzer de diyor ki: «Ben bu sonsuz varlıkta (alem-de) beni Allah'a götüren öyle bir (nişan) işaret bul-muşum ki akim ona tartışma ve incelemeyle yetişme-sine imkân yoktur. Çünkü O, onların (varlıkların) hep-sinden daha büyüktür, onun ihata edilmesi (kapsan-ması) mümkün değildir.»

Ebuzer de Paskal gibi Allah'ı yürek yoluyla bul-muş ve Peygamber'i görmeden üç yıl önce, Allah'ainanmıştır.

Ta o "zamanlar sermayedarlara, altın biriktirenlerekarşı çıkıyor ve yoksulları savunuyordu. Eşrafa, Şam'-da ve Medine'deki saraylarda oturanlara çatması aşırıbir sosyalist olan Proudhon'u hatırlatıyor. Ama gerçekolan şudur ki; Proudhon başka, Paskal başka ve Ebu-zer başkadır, Ebuzer Allah'a inandığı için, onun yo-lunda rahat yüzü görmedi; yaptıklarında ve düşünce-sinde bir an bile tereddüt etmedi. Ne Proudhon'da Ebu-zer'in dürüstlüğü, dindarlığı ve Allah'a olan inancı gi-bi bir inanç vardı, ne de Paskal'da Ebuzer'inki gibi birçalışma zevki vardı. Ebuzer îslâm memleketlerinde tek«İnsan-ı Kamil» olmuştur. Bu isim onun büyüklüğüneyeter.

18

İslâm tarihini okuyan pek çok kimsenin şu soru-yu kendi kendine sorması mümkündür: Acaba bu ha-reketin parlak neticesi, bir sürü kavga ve zaferden son-ra, büyük bir imparatorluğun kurulmasından —ki o dabir kaçyüz sene sonra devrildi— başka bir şey miydi?îslâmî hareketin böylesine hatta daha büyük, nizamive askeri zaferlere ulaşan siyasi hareketlerden farkıneydi? îslâmî hareketin başlangıcından itibaren siyasîihtilaflarla karşı karşıya olduğunu ve kendi yolundançıktığını görüyoruz. Bunu İslâm'ın gerçek önderlerininde itiraf etmiş olduğu bilinmektedir.

Peki öyleyse islâm ne yapmıştır? Peygambere veAllah'a inanan dostlarının yaptığı, şunca kavga ve fe-dakârlıkların neticesinden ne elde edilmiştir? Eğer diniaçıdan bakarsak, elde edilen zaferlerin hiçbir ehem-miyeti yoktur. Bilhassa Abbasiler, Emeviler ve benzerfsaltanatlar eliyle gerçekleştirilen bu fütuhatların İslâmgerçeğiyle hiçbir ilişkisi de olamaz.

Vardığımız bu karar şu açıdan da doğruluk göste-rir. Memleketi genişletmeyi, zaferler kazanmayı İslâmİmparatorluğunun kudretini arttırmayı, İslâm'ın esashedefi sanmamak gerektir. Böyle büyük bir hareketinneticeleri olarak sayamayız. Bu bakışla bakarsak buproblem kendiliğinden çözülecek hem de İslâm'ın ger-çek zaferleri, ilerlemesi ve parlak neticelerinden hay-retler içerisinde kalırız.

Din, insana yaratılışında görev yükleyerek ilerle-meye mecbur eden tek amildir. Bu sebep, cansız var-lıkların, bitkilere; bitkilerin hayvanlara; hayvanlarında insana tekamülünün gerçek sebebidir. Din, yaratı-lışın akıllara şaşkınlık veren hikayesinin sebebidir. İn-sanı, ruhunun yüksek irfan dağlarına ulaştıracak; hat-

19

ta ondan daha yükseğe götürecek, zamanı ve mekânıayağının altına koyabilecek tek sebeptir. Öyleyse dini,insanın tekamülü merdivenine çıkabilmek için tek uya-rıcı olarak tabir edebiliriz. Başka bir deyişle din, «Ger-çek İnsan» üreten bir fabrikadır. Bizim nazarımızdabundan başka bir şey de olamaz.

Şimdi, acaba İslâmiyet bu yolda birşeyler yapabil-miş mi, kendi ürettiklerinden (fabrikasında) insanlıkpiyasasına sürebilmiş mi? Araştırılması gereken budur.

Ancak böyle bir konuyu araştırabilmek için büyükbir heyecan ve merak olması gerekir. Çünkü araştır-maca, adları belirsiz kölelerin ve elden ayaktan düş-müş kadın - erkek kahramanların yanına tarihin eşli-ğinde, utanmadan gidebilmeli ve gerçeği yazabilmeli-dir. Tarih, çoğu zaman büyük ve şatafatlı saraylarınönünde, savaş meydanlarında zer (altın) ve zor sahip-lerinin önünde diz çökmüştür. Ama bu sefer o eşrafpe-rest ve egoist tarih, çürümüş ve köhne çadırlara, viranolmuş kulübelere ve mazlum kölelerin yanma gitmek-tedir. Arabistan çölünün isimsiz, Ebuzer gibi, önemsizkimselerin, Selman gibi İranlı bir avarenin ve Bilalgibi ucuza giden bir kölenin hayatını, büyük bir öfkey-le lime lime ederek yazmakta ve insanlığın gelecek ne-sillerine sınırsız bir övünçle takdim etmektedir. Fira-vunlaşmış tarihin bu kadar alçakgönüllü olmasınıngerçek sebebini araştırmak gerekir!..

Asya, Afrika ve güney Avrupa'da yapılan fütu-hatlara İslâmî hareketin gerçek neticesi olarak bakma-mak gerekir. Belki düşüncenin derinliklerinde, gönül-lerde ve beyinlerde yapılan fütuhatlara ilgi göstermekdaha doğru olacaktır. İnsanı ruhunun dolambaçlı, ge-çitvermez ve derin vadilerinde yapılan zaferlerdir ger-çek olan.

20

İslâm'ın zaferlerinin aynısı, Rum, İran ve benzeri ül-kelerin tarihlerinde; memleketini genişletmek isteyenCengiz, Napolyon ve Dara gibi «beyinsiz ünlüler» inmaceralarında da bulunmaz değildir. Ama isimsiz,imansız ve yarı vahşi bir insanı, mesela Cündeb-i Cü-nade'yi, Ebuzer-i Gıfari yapabilmek, her hareket veekole nasip olamaz. Acaba Islâmî hareketin gerçekzaferleri Ebuzer, Selman, Bilal ve Yaser gibi üç - beş«insan»ın eğitilmesi değil midir?

Ama ne yazık ki, İslâm tarihinin iftiharları sayılanbu üstün iradeli gönül insanlarının hakları zayi olmuş,bu öncülerin düşünceleri kılıç kuvvetiyle dünyada ta-nınmadan kalmıştır, insanlığın tekamülü yolunda çokyüksek örnekler olan bu insanlar anlaşılmamıştır. Bun-ların hayatlarını özet olarak da olsa anlatan, doğru bil-giler ne yazık ki elimizde yoktur.

Bu hak rehberlerinin, doğruluk ve cesaret heykel-lerinin haklarına öyle bir darbe vurulmuştur ki, bun-ları onarmamız çok zordur. Bu kusurda bütün müslü-marilar ortaktırlar. Ama büyük bir utanç ve esefle,Şiilerin bu konuda claha fazla suçlu olduğunu itirafetmeliyiz. Bu hakkın ayaklar altına alınmasında kendikardeşlerinden daha ileri gitmişlerdir. Çünkü, onlarson günlerde bu İslâm rehberlerinin hayat hikayele-rini kitapçıklar halinde yayınlayarak geçmişi onarma-ya çalışmışlar, fakat Şiiler kendi gafletlerinde olduklarıyerde kalakalmalardır.

Bu insanların çoğunun İslâm inkılabının önderle-rinden olması şaşılacak şeydir. Hükümet, Ebubekir'eve dostlarına verilip Şiilerin rehberi Ali'nin hakkı ye-nilerek mahrum bırakıldığı zaman, bunlar Ali'nin çev-resinde kelebek gibi dolaşıyor ve devrin hükümetleriy-le kavga ediyorlardı. Sonunda Ali'nin ayaklarının di-

21

binde tüylerini, kanatlarını ve canlarını yaktılar. Ye-min ederek söylemek gerekirse, onlar kendilerini yak-makla İslâm gerçeğini tarihin eline emanet ettiler. İs-lâm rejiminde yapılan değişiklikler karşısında yaptık-ları yiğitçe direnişleriyle, münafıkların engellemelerinerağmen, insanlığın hakikat ve marifet çeşmesine ulaş-masını sağlamışlardır.

Ebuzer, bugün insanlığın arzu ettiği hürriyetingerçek rehberlerinden ve kurtarıcılarından biridir. Bil-hassa teknolojinin büyük bir buhran ortaya çıkardığıve ekonomik problemlerin herşeyin başı sayıldığı bugünlerde insanlığın arzu ettiği hürriyetin gerçek reh-berlerinden olan üç - beş kişiden biridir. Onun fikirleribugün daha fazla revaç bulmaktadır.

Ebuzer, Şam ve Medine'de yoksulları ve ezilenlerietrafına toplayarak, faiz yiyenlerin, paraya tapanların,altın ve gümüş toplayan eşrafın aleyhine kışkırtmıştı.Şimdi bu hareketler yeniden tekrarlanarak hayat bul-maktadır. Dünya müslümanlan onun gönlünden ko-pan ateşli konuşmalarındaki nazariyelere kulak ver-mektedir. Tarihin derinliklerinde olduğu gibi yine ezi-lenleri ve çaresizleri bir mescitte etrafına toplamış, on-ları Yeşil Sarayda ve Osman'ın kirli sarayında yaşa-yanların aleyhine kışkırtırken görmekteyiz.

— «Altın ve gümüşü hazine edip de Allah yolundaharcamayanlan elem verici bir azapla müjdele.» (2)

— Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yap-tinyorsan israftır, yok eğer halkın parasıyla yaptınyor-san hıyanettir.

— Ey Osman, sen yoksulları daha yoksul, zengin-leri daha zengin ettin.

Meşhed, 1958 Ali Şeriati Mezinani

( 2 ) Tevbe sûresi, 34. âyet.

22

«Evinde ekmek bulunmadığı haldeKınından sıyrılmış kılıcıylaİsyan etmeyen adama şaşarım ben.»

Ebuzer

EBUZER-I GIFÂRİ

Birinci Bölüm

NUR ŞİMŞEĞİ

Ebuzer : Allah'ın Resulü'nü görmeden üçyıl önce namaz kıldım. Sordular: «Ki-min için?» Allah için, diye cevap verdim.Sordular: «Yüzünü hangi tarafa çeviripibadet ediyordun?» Hangi tarafa dönü-yorsam orada Allah'ı görüyordum,» diyecevap verdim.

Gıfar kabilesinin ileri gelenleri bir yere toplanmış,bağıra çağıra tartışıyorlardı. Çünkü, epeyi zamandanberi yağmur yağmamış, iyilik onları unutmuştu. Ça-resizlik ve yoksulluk hep üzerlerine geliyordu. Davar-ları kuraklıktan çelimsizleşmişti. Herkes birbirine, tan-rıları Menafin onları böyle sıkıntıda bırakmasının se-bebini soruyordu. Bu kadar kurbana rağmen tanrıla-rının onları terketmesinin sebebi neydi acaba? Acabaonlara düşman mı oldu?

Mevsiminin geçmesine rağmen, gökte bir tek bu-lut bile görülmüyordu. Ortalıkta yağmurdan hiç bireser yoktu. Acaba bulutlar kayıp mı olmuşlardı?!.. Yok-sa tanrılarının gazabına mı uğramışlardı?.. Hayır ha-yır; tanrılarını memnun etmek için bir sürü kurban

25

kesmişlerdi. Kanlar dökülmüş ve yeterince yalvarümış-ü!.. Ne yollarını şaşırmışlar, ne de şanlı tanrıları onlarıunutmuş ve lanet etmişti!.. Aslında bu işte ne yerin nede göğün suçu vardı!

Gıfar kabilesinin erkeklerinin ellerinden bir şeygelmiyordu. Ancak güçlü ve büyük tanrıları Menat'tanbaşka, kimse yağmuru yağdıramaz ve ölü yerlerin ye-şermesini sağlayamazdı. Eh artık Menat'a tekrar yal-varmaktan başka çareleri de kalmamıştı. Kadınlı er-kekli bir grup ağlaya inleye dışarı çıktı. Çaresizlik için-deydiler. Belki tanrıları onlara acır da, çorak toprak-larının yeşermesi için; bulutlan harekete geçirecek birrüzgâr estirirdi...

Kabile, Menafin bulunduğu bölgeye girmek üzereyol hazırlığına başladı. Sonunda herkes devesini almakiçin ahırlara gitti. Üneys de kendi devesine binip deh-leyince, hayvan çöktüğü yerden kalktı. Daha sonra ka-bile topluca Mekke ile Medine arasında bulunan ve Gı-far kabilesinin putları Menat'm dikili olduğu, Kızıl De-niz sahiline doğru hareket etti. '

Yola çıktıklarında, Üneys kendi etrafına bakındıve kardeşini göremeyince devesini çökertip telaş içeri-sinde evlerine geri döndü.

— Cündeb! Cündeb!Diye bağırarak eve girdiğinde, onu çok rahat bir

şekilde yatağmda keyif çıkarırken gördü.— Sen tellalın, «Herkes dışarı çıksın» diyen sesini

duymadın mı?— Niçin soruyorsun? Benim Menafi ziyaret etmek

gibi bir niyetim yok! Ancak, ondan tiksiniyorum.— Sus. Hemen ondan tövbe dilemelisin!.. Eğer bu

sözünü işitirse, başına bir bela geleceğinden korkmu-yor musun?!..

26

— Sen, onun bizi gördüğünü mü sanıyorsun?— ..,! Bugün sana ne olmuş? Cin mi çarptı?! Has-

ta mısm? Aman ha!.. Tövbe et! Belki tövbeni kabuleder!..

Ebuzer, hiç oralı olmadan saçını taradı. Tarağınıyatağın kenarına vurdu ve cevap vermedi.

Üneys:— Kalk, kalk! Kervan gitti ve herkes bizden uzak-

laştı. Diye bağırdı.

Daha sonra Ebuzer'i, kendisiyle birlikte gelinceyekadar orada bekledi. Üneys devesinin semerine hızlaatladı, fakat Ebuzer ağır ağır ve isteksiz, devesine doğ-ru yöneldi.

Üneys kardeşine döndü ve :— İnancını açıklayacağın zaman korkmalısın, çün-

kü herkes yağmurun yağmamasını ve tanrıların gaza-bını senden bilecek. îşte o zaman sana çok eziyet ede-cekler.

Daha sonra, Üneys, o devirde Araplar arasındaMenat için söylenen menkıbe, zikir ve övgüleri anlat-maya koyuldu. Ebuzer, bu sözleri gönülsüz dinliyor,fakat sesini çıkarmadan düşünüyordu.

Birkaç gün sonra Menafin huzuruna vardılar. Busırada, kabile Menat'a ulaştığı için sevinç ve coşkun-luk içindeydi. Develerini çökerttiler. Beraberlerinde ge-tirdikleri kurbanları helhele, zılgıt ve dualar okuyarak,tanrılarına sunup, •kanlarını kutsal Menat (D'm temiz

( 1 ) îslâmiyetten önce, Araplar arastada, Hnstiyanlık, Yahudi-lik, Mecusilik ve Sabittik gibi dini inanışlar da olmasına rağ-men, daha ziyade putperestlik yaygındı. Arabistan'ın çeşitliyerlerinde, her kabilenin ayrı bir putu vardı. Fakat baza bü-yük putlar da bütün Araplar tarafından tanınır, ilah olarakkabul edilirdi. Bunlar arasında en eski olanı Menat'tır. CÇev.)

27

toprağına döktüler. Çünkü Menat, yeryüzünü kana bo-yamalarından hoşnut oluyordu!

Ebuzer, bir kenara çekildi olup biteni görmezliktengeliyordu. Menafi ve kendi kabilesini göz ucuyla sey-rederken, onların basitlik ve cehaletlerine şaşıyor; butaş parçası tanrılarının önünde, gönüllerinin derinlik-lerinden dışa vuran tazim ve duayı; bu ateşli yakarış-ları bir türlü anlayamıyordu. Onların, kendi zihninetakılan, şu kadar soruya, uzun yıllar nasıl olup da ce-vap bulabildiğine ve inançlarını koruyabildiklerine akılsn* erdiremiyordu.

Akşam, siyah çadırını Menat'a ve ona inananlarınüzerine örttü. Gecenin siyah elbisesi her şeyi kaplamış,yalnız gökyüzünün derinliklerinde parlayan yıldızlarve kabilenin, yerlerini belirtmek için yaktığı, meşale-lerin gittikçe fersizleşen ışıkları görülüyordu.

Birkaç yerde öbek öbek hikaye meclisleri toplan-mıştı. Ebuzer de ileri gelenlerin bulunduğu meclise ka-tıldı. Yüce tanrılarının büyüklüğü anlatılıyordu: BiriMenat'tan bahsederken, diğeri de ballandıra ballandı-ra, Lat, Uzza ve tanrıların kızlarının (melekler) şefaa-tini hikâye ediyordu. Herkes yerini alıncaya kadar laforta yerde dönüp dolaştı. Bu sırada yüksekçe bir yerdeoturan ileri gelenlerden biri, diğerlerinin sözünü kese-rek:

— Sa'd'a meydan okuyan adamdan haberiniz varmı?

Kalabalık hep birden:— Hayır ne demiş?— Adamın biri, Sa'd'ın yanına develerini götürü-

yormuş, tam ona yaklaştığı sırada hayvanlar ürküpçöle dağılmışlar. Develeri götüren adam, hayvanlarıtoplamak için ne kadar çabalamışsa da elinden bir şey

28

gelmediğini anlayınca, kızgınlıkla yerden bir taş alıpona «Senden hayır gelmez» diyerek atıvermiş. Dahasonra da ona sırtını dönerek : «Sa'd'ın yanına bizi bir-birimizle barıştırsın diye geldik, oysa o bizi ayırdı! Bun-dan böyle Sa'd'a uymayacağız, ona tapınmayacağız.»diye söylene söylene develerinin peşine düşmüş. Biryandan da «Sa'd yeryüzüne düşen herhangi bir taş par-çası gibidir, onun elinden iyilik ve kötülük geleceğin-den kimse bahsedemez. O acizdir!..» diye söylenmesinedevam ediyormuş...

Biri var gücüyle ve öfke dolu bir sesle bağırdı:— Vallahi bu adam kâfir olmuş!!.. Peki sonra ne

olmuş?— Sonra mı?.. Sonra hiç bir şey olmamış...Bu hikâyeyi işiten herkesin başı önüne düştü. Şüp-

he ve endişe içindeydiler. Aralarında yalnız Ebuzer buhikâyeden memnun olmuş ve inancı bu olayla daha dapekişmişti. Bu gibi olaylardan korkmamaları ve düşün-meleri için, benzer hikâyelerin anlatılmasını bekliyor-du. İçlerinden biri:

—• Acaba, putperestlikten ve Fels'e tapınmaktanvazgeçip Hristiyan olan Adiy îbh Hakem'in hikâyesiniduydunuz mu?

— Hayır, neymiş hikâyesi?— Fels'in hizmetkârı olan Sayfi, onun huzurunda

kurban edebilmek için, Beni Alim Kabilesfnden Malikİbn Kulsüm'ün komşusunun devesini çalıyor. Deveninsahibi hayvanının kurban edilmesine engel olması için,Malik'e yalvarıyor. Malik de mızrağını yanma alarak,eğersiz bir ata atlayıp Sayfi'nin peşine düşüyor. Deveyihizmetçiyle beraber Fels'in yanmda görünce bağırıyor:

— Komşumun devesini bırak!— Tanrını küçümsüyor musun?

29

Malik elindeki mızrakla ona doğru bir hamle yapı-yor. Hizmetkâr korkusundan devenin yularını çözerekhayvanı serbest bırakıyor. Malik de deveyi alıp götü-rürken Sayfi, Fels'e sığınıyor. Bu esnada Sayfi ellerinidua eder gibi kaldırıyor ve Malik'i, Feîs'e göstererek:

— Ey tanrım! Malik İbn Kulsüm bugün senin içintuttuğum semiz bir deveyi elimden aldı. Sözünde dur-madı. Ey tanrım! Bugüne kadar kimse bana böylesinekötülük yapmamıştı.

Bunu yaparken Sayfi'nin niyeti, Fels'i kızdırarakMalik'e büyük bir ceza vermesini sağlamaktı.

Bu sırada Adiy İbn Hatem, başka biriyle Fels'e ya-kın bir yerde oturmuş olup bitenleri seyrediyor ve din-liyor. Adiy yanındakine dönerek:

— Bakınız bugün Malik'in basma neler gelecek!..Fakat, günler geçip, Malik'e birşey olmayınca,

Adiy putperestlikten vazgeçerek Hristiyan oluyor.»

Herkes yine başını aşağıya indirerek düşünmeyebaşladı, yüzlerini siyah bir bulut kaplamıştı. Ebuzer iseruhunda bir ferahlık hissetti.

Bu olayın hikâyesi bağrı yanık gönüllere dökülensoğuk ve lezzetli bir pınar suyu gibi Ebuzer'in içini ür-pertti.

Öbekler dağıldı, herkes Menafin etrafındaki yeri-ne uzandı. Gecenin sessizliği her yeri kaplamış, milletiuyku çoktan bastırmıştı. Etraftan horultular yüksel-meye başladı.

Fakat Ebuzer yatağında, gökyüzünün derinlikleri-ne dalmış yıldızlan seyrediyordu. Biraz önceki hikâye-leri ve putlara hiç inanmadığını düşünüyordu. Kendikendine mırıldanmaya başladı:

30

«Acaba bu Menat bir taş parçasından başka bir şeydeğil miydi? O iyilik veya kötülükten anlar mıydı?!»

Ansızın aklına bir fikir geldi. Yattığı yerden kal-karak, Menat'a kadar yavaş yavaş yürüdü, tam karşı-sında durdu.

Önünde hissiz ve kör bir heykel görünüyordu. De-nemek için yerden bir taş alıp fırlattı. Taşların çarpı-şırken çıkardığı sesten başka bir tepki görmedi. Derindüşüncelere dalarken şaşkınlık içindeydi.

Öfkeyle söylendi:— Sen acizsin; kadir değilsin! Sen yaratıksın; ya-

ratan değilsin! Senin ne gücün var, ne de yapabilece-ğin bir şey var! Öyleyse kabilem neden sana hayvan-larını getirip kurban etsin? Kabilem kelimenin tam an-lamıyla sapıtmış!

Ebuzer, yavaşça yattığı yere döndü, göz kapakla-rına bir ağırlık çökmüştü; çok geçmeden derin bir uy-kuya dahverdi.

Göklerin taze gelini gerdek kulübesinden gülüm-seyerek çıkınca, sabah oldu. Latif etekleriyle uyuyan-ların yüzlerine sürünerek, Menat'a tapınanları uyan-dırdı. Uyuyanlar coşkuyla canlandılar. Menat da busabah sessizliğinde yerinden doğrulmuş gibiydi. Ne bir-şey görüyor, ne de hissediyordu. Kadınlı erkekli grup-lar, onu tebrik ve tavaf etmek için etrafında dönmeyebaşlamışlardı. Fakat, Ebuzer onlara katılmadı; sırtınıdönerek devesine bindi.

Ebuzer'in uğursuz sayılan fikri varlık dünyasınayayılmıştı. Başını gökyüzüne kaldırmış,-onun derinlikve azametine dalmıştı. Kendi kendine: Bu gökler nasılböyle düzenlenmiş. Bunu düzenleyen kim? Diye mırıl-dandı. Gözleri kamaşınca artık hiçbir şey göremez ol-

31

muştu. Güneşi dipsiz fezada yüzerken buldu. Nasıl par-ladığını düşünmeye başladı. Nasıl olup da gökyüzününgöğsünden evlere kadar iniyor ve oradan ufka kaça-rak saklanıveriyordu?!..

Bu parlaklıktan sonra, siyah gecelerin nasıl geldi-ğini ve gece karanlığında parlak yıldızların ışıklarınınnasıl birbirinden aynlabildiğini düşünüyordu.

Daldığı düşünceler, kuru çalıçırpı yığınına düşenbir kıvılcım gibi benliğini sardı...

Tavafları bitince dönüş hazırlıklarına başladılar.Üneys, Ebuzer'in yanına yaklaştı, yüzyüze gelince; biran onu sessizce süzdü. Kendi düşüncelerinden alıkoy-mamak için, birşey söylemeden Gıfar'a doğru yöneldigitti. Ebuzer hâlâ daldığı düşüncelerden kurtulama-mıştı. Kervan bir uçuruma gelince araştıran gözlerleetrafındaki dağlan düşünmeye başladı: Acaba bu dağ-ları böyle yükselten kimdi ve nasıl yapmıştı? Bu dün-yanın bilinmezliklerine sanki ilk defa bakıyordu. Ba-kışlarını aşağıdaki ovaya çevirince dümdüz olduğunugördü ve hayreti bir kat daha arttı. Sorular beyninikemiriyor, içinde yeni ve bambaşka istekler peydahla-nıyordu.

Hidayet ışığından bir yalaz almıştı ki, bu alev yü-reğindeki hararet ve aydınlığı daha da arttmyordu.Ondan aldığı nur şualarıyla taze bir hayat, coşkunlukve diriliş hissediyordu. Uzun yıllar içinde yaşadığı sa-pıklıklardan; şüphenin karanlıklarını yırtarak kurtul-muştu artık...

Ebuzer, yoldaş olduğu kervanla birükte Gıfar'akadar, onlardan ayrı durarak geldi. Kafile kadınlı er-kekli, develerinden inerek dağılırken, Ebuzer de ses-sizce kendi evinin yolunu tuttu. Ev, bir ölüm sessizliği

32

hükmediyormuş gibi yalnız ve karanlıktı. Yol yorgun-luğunu üzerinden atmak; kısa bir süre de olsa uyuya-bilmek için yatağına uzandı. Fakat uykusu kaçmıştıbir kere. Bir yerden başka bir yere gittiğini hayal edi-yordu; bazen göğün derinliklerinde uçuyor ve kendikendine soruyordu : Kim yarattı? Yere bakarken deaynı soruyu kendi kendine soruyordu; kim yarattı?..Bazen de kendisini yaratan, öyle bir yaratıcı düşünü-yordu ki, o çok bağışlayıcıydı: Görmesi için bir çift gözvermişti; konuşması için bir dil vermişti; iyiyi ve kö-tüyü ayırması için, ona irade vermişti... Kendi ken-dine, «Bu gökleri yaradanm gökten daha büyük; insa-nı yaratanın insandan daha büyük olması gerekir» di-ye düşündü. Bizim varlığımızın sahibi muhakkak ki;Menat, Lat, Uzza, Asaf, Naile, Sa'd ve öteki putlarınhepsinden daha çok tapılmaya layıktır. Diğerleri taş-tan başka birşey değildir.

Şüphesiz ki onlar ne kudret sahibidir, ne de elle-rinden herhangi bir şey gelir... O yaratıcı, hem ilimsahibi; hem usta bir ressam; hem de, her işe gücü ye-tebilen, kudret ve azamet sahibi olmalıydı...

Gittikçe benliğini saran karanlıkları, «yakin nurla-rı» ile yırtıyor; şüpheleri aydınlanıyordu. Ağır bir yükünaltından kalkıyormuş gibi ferahladığını hissediyordu.Sevinç içindeydi. Göz pınarlarından süzülen yaşlar top-rağa dökülürken başını secdeye indirdi...

Ebuzer, gerçeğe susamıştı, İşte aradığı çeşmeyi so-nunda bulmuştu. Bu çeşmenin, soğuk ve lezzetli haki-kat suyundan kana kana içti.

Başını uzun süren secdeden kan ter içinde kaldır-dı. Elleri göz yaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Gözlerin-de melekuti ışıklar yanıyordu. Yavaşça ve bitkin bir

F. I 3 33

halde yatağına döndü. Allah, kendi ruhunu, ona apa-çık göstermişti; gözünü gören, ruhunu da uyanık yap-mıştı. Bu ağlayışlarla Allah'ın dergâhında ilk kez sec-de ediyordu. İçinde birikmiş olan uzun yılların hıçkı-rıkları, hep boğazını sıkıyordu; açıldı ve o gece, hergeceden daha hafif; daha tatlı bir uykuya dalıverdi.

Sabah olduğunda, Ebuzer parmak uçlanyla her-şeyi yokluyor ve ebediyet için bir delik bulmak ümi-diyle, dünyanın kapı ve duvarlarına el sürüyordu. Ya-vaşça yerinden doğruldu ve iki elini göğe doğru kal-dırarak, büyük bir istekle Allah'ı anmaya başladı. Busırada içeriye Üneys girdi ve kardeşinin halini görün-ce, onunla konuşmak istedi. Ancak, bu yeni ve dehşetlimanzara onu, o kadar şüphe ve hayretler içinde bıraktıki, kendini unutuverdi. Durdu ve kardeşini şaşkınlıklaseyre koyuldu. O, uzun bir zaman süren arayışlardansonra bulduğu dostuyla sohbete dalmıştı. Üneys'in gel-diğini farketmedi. Üneys'in şaşkınlığı daha da artmıştı,bir ara kendine geldi ve «Ne yapıyorsun?» diye ses-lendi.

Ebuzer döndü ve kardeşini karşısında görünce:— Namaz kılıyorum... Diye cevap verdi.— Kim için?— Allah için.— Yani tanrı?!.. Namazı, Nuhem veya Menafin

huzurundan başka bir yerde kılmak doğru değildir.— Ne Lat için, ne de başka bir put için namaz kı-

lıyorum.— O zaman kimin için namaz kılıyorsun?— ...Ben tabiatın içinde ve koca dünyada öyle bir

işaret buldum ki; o beni sizin tanrılarınızdan başka birtanrıya yöneltiyor. O, büyük ve her işe gücü yetebilen-dir. Tartışma, ders ve akıl yoluyla onu bulmak müm-

34

kün değildir. Bulamazsın... O, herşeyden daha büyük-tür, onun herşeyini anlamak imkansızdır.

— Görmediğin ve bilmediğin bir tanrı için namazmı kılıyorsun?!

— Onu görmedim, ama izini buldum.— Ne kadar saçma bir şey, kendi kendine tasarlı-

yorsun! Görebileceğin tanrıları bırakıp ona yöneliyor-sun! Senin bu sözlerin bana çok tuhaf geliyor Ebuzer!..

— Bahsettiğin tanrılar, taştan başka bir şey değil-dir. Ne bir şeyden anlarlar, ne de kimseye bir zararveya fayda verebilirler. Onlar hiçbir şey değildir.

— Babalarımızın ve atalarımızın akıllarını beğen-miyor musun?

— Ey kardeşim Üneys, bu benim günahım değilki?! Atalarımızın bilgisizliğidir o! Üneys, bizim dinimizbatıldır; örümcek ağı gibi dayanıksızdır. Mesela seya-hate çıkan biri, yolda dört tane taş görse ve bunlar-dan güzel olan birini alıp kendisine tanrı yapsa, diğer-lerini ateş yaktığında ocak taşı olarak kullanır! Neden?Çünkü birinden hoşlanmış, diğerlerini gözü tutmamış-tır! Esas tuhaf olan budur.

— Biz hiçbir zaman yolculuklarımızda böyle birşey yapmayız. Fakat, Ka'be'ye inandığımız için bu taş-ları yontuyoruz. Ama onlara yürekten tapmıyoruz.

— Ka'be'ye dikilen Asaf ve Naile, iki zinakârdanbaşka bir şey değildir. Sen iki zinakâra tapmayı mıtercih ediyor ve istiyorsun?!

— Ne biçim laf bunlar, Ebuzer?!..— Asaf, Yemen'de Naile'ye aşık olmuştu, ikisi zi-

yaret maksadıyla, Allah'ın evine giriyor; milletin da-ğılıp gözden ırak düşmelerinden sonra, orada zina ya-pıyorlar. Ertesi sabah Ka'be'yi ziyarete gelenler onlan

35

çok çirkin bir vaziyette görüyor ve herkese ibret olsundiye; içeriye hapsediyorlar. Aradan uzun zaman geç-tikten sonra tanrı oluyorlar! Sizin tanrılarınız bunlarmı?!..

— Peki, bugüne kadar bir sürü mucize gerçekleş-tirdiklerini biliyorsun, buna ne dersin?..

— Şimdiye kadar bir mucize olmadı ve bundansonra da olmayacak. Onlarda, ne güç var; ne de her-hangi bir işi yapmaya yetkileri var. Eğer yapılan bir-şey varsa; Allah'tandır, yanlışlıkla onlara bağlanmış-tır. Dün Menafi ziyarete gittik ve bulutları toplayıpyağmur yağdırsın diye koyunlarımızı kurban ettik, amahani ne yaptı?.. Hiçbir şey!.. Ne bize kızdığından, ne debizim görevimizi yapmayışımızdan. O bize kırgın ola-maz. Belki yapabileceği bir şey yoktur!

— Yeter!.. Yeter artık!.. Az kalsm senin sözlerineinanıp, kendi tanrımızdan şüphe edeceğim.

— îşte benim istediğim de budur. Ben dilerim kiputlardan tiksinip eşi ve benzeri olmayan; göklerin veyerin yaratıcısına dua ve niyazda bulunasın.

— Acaba dinimizi de eskiyince çıkarıp attığımızköhne bir elbise gibi istediğimiz zaman çıkarıp atabilirmiyiz?!..

— Evet Üneys, eğer dinimiz eski bir elbise gibi ol-saydı, o zaman bu iş çok kolay olurdu.

Anneleri Remle içeri girince, ikisi de sustular. Da-ha sonra onlara dönüp sordu :

— Oğullarımın düşüncesi nedir?Üneys:— Hangi konuda?Anneleri:

38

—Duçar olduğumuz olay; göklerin kapılarını bizekapatması, yağmurun yağmayışı, kuraklık ve şiddetlisıkıntılar...

Üneys:— Oy senin oyundur.— Benim fikrim; dayınızın yanına gidelim, o mev-

ki ve servet sahibidir.

Ebuzer:— Oy senin oyundur, ne olması gerekiyorsa Allah

onu önceden bilir...

37

EBUZER'İN ÖFKESİ

Ebuzer'in, utanması, büyüklüğü ve iyi-liği Meryem'in oğlu İsa gibidir.

«Muhammed.» (ASM.)

Ebuzer, ailesi ile birlikte, dayısının yanına gitmekiçin Gıfar'dan ayrıldı. Yolda, etrafına dikkatle baktı-ğında gördüğü her varlık, ona büyük yaratıcıyı anla-tıyor; böylece O'na olan inancı daha da artıyordu. An-sızın Mekke'nin dış duvarları göründü, içinden bir hisona sıkıntı ve güçlüklerin sona ereceğini fısıldıyordu.Develeri haylayarak daha hızlı gitmeye başladılar ki;sıkıntı, güçlük ve karanlık günler bir an önce yerinirahat ve huzura bıraksın...

Ebuzer, Üneys ve annesi, dayılarının yanına ula-şınca; rahatlık ve huzura gark oldular. Günler sakin-leşmiş; hayat onlara gülümsemeye başlamıştı. Dayısı,bu misafirlerini güler yüzle karşıladı, Onlara çeşitliikramlarda bulunuyor ve sohbet ediyordu. Bir süreböyle rahat bir hayat sürdüler. Fakat, bu sırada dayı-sının kabilesi, onların arasındaki muhabbet ve dost-luktan rahatsız olmuştu. Çünkü, bu dostluk, dayıları-nın kabilesini ihmal etmesine sebep oluyordu. Onları

38

kıskanmaya başladılar. Çünkü kendileri artık gözdendüşmüştü. Bu kıskançlıkları, daha sonra nefret ve şid-dete dönüştü. Sonunda, toplanarak bir plan yaptılar vebu planı gerçekleştirebilmek için; içlerinden birini gö-revlendirdiler. Bu adam, Üneys ve Ebuzer'in dayısınınevine geldi. Bir köşede sessizce oturdu. Etrafındakilerişüpheye düşürebilmek için de başını önüne eğerek ke-derle sallamaya başladı.

Ebuzer'in dayısı sordu:— Hayrola, neyin var?!..Büyük bir üzüntüyle:— Size önemli bir konuyu bildirmek için geldim.

Eğer biz seni sevip saymasaydık; bu haberi sana ver-meyi düşünmeyecek ve sana gelmeyecektik. Gözlerineörtülmüş olan kalın perdeleri yırtıp, sen yokken nelerolduğunu anlatmak istedik. İyiliğe kötülükle, güzelli-ğe çirkinlikle karşılık verildiğini görüyor ve bundanbüyük üzüntü duyuyoruz!

Ebuzer'in dayısı, bu işin içinde bir iş olduğunu an-lamıştı; bunların uzun bir hikâyeleri olduğunu da his-sediyordu. Yüreğini bir sıkıntı kaplamıştı. Sordu:

— Daha açık konuş, mesele nedir?— Üneys!..— Ne yapmış?— Sen evden ayrıldığın zaman, o karınla birlikte

oluyor!— Hayır, yalandır, iftira etme!— Biz de yalan ve iftira olmasını çok isterdik, ama

ne yazık ki gerçek olan bu!..

— Elinizde delil var mı?— İstersen herkesten sor, bütün kabilenin haberi

var, herkes gördü ve biliyor. Benden başka güvendiğinherkesten sorup, duyabilirsin!..

39

— Hayır, yeter!Utanç ve üzüntüyle başını önüne eğdi, içinde ince

bir sızı duyuyordu. Kızgın bir yılan gibi evinden dışa-rıya süzüldü. Kendisini ne kadar sakinleştirmek iste-diyse de başaramadı. Gece - gündüz derin bir üzüntüyedalmıştı. Artık Ebuzer ile Üneys'e sert davranmayabaşlamıştı. Birlikte oturdukları zaman, üzerlerini kor-kunç bir sessizlik kaplıyordu.

Ebuzer, bir gün dayısının yüzündeki bu tuhaflığıhissetti, içinden herşeyi anladı. Dayısına sordu:

— Bu halinin sebebi nedir? Seni kaç gündür üzün-tülü görüyorum. Az konuşuyor ve çok düşünüyorsun.Sanki bizden nefret ediyorsun. Bir şey mi var?

— Bir şey yok.— Yo, hayır, belli ki bir şey var. Neyin var? Söyle,

belki üzüntüne ortak olur, belki de azaltırım!— Kabilem, bana çok kötü bir konuyu anlattı.— Ne söylediler?— Bana anlatılana göre Üneys çok kötü bir iş yap-

mış.— Ne zannediyorlar?— Ne zaman evi terkedersem, Üneys benim ailem-

le düşüp kalkıyormuş!Ebuzer'in yüzü öfke doluydu, kızgınlığından iki gö-

züne kor basılmış gibiydi. Gözleri kan içindeydi sanki.Cevap verdi:

— Ne kadar iyilik yaparsan da kötüye çekiliyor.Bundan sonra bir araya gelmeyeceğiz...

40

SABAH OLDU

Ebuzer ve Üneys, Gıfar'da evlerinin önünde otu-rurken uzaktan bir adam geldi. Selâm vererek yanla-rına oturdu. Ebuzer sordu:

—• Nereden geliyorsun?— Mekke'den.— Ne haber?— Kendisine gökten haberler geldiğini söyleyen

adamın biri geldi, peygamberim diyor.— Ona nasıl davranıyorlar?— Sözlerini dinlemiyorlar, onu rahatsız ediyorlar,

herkes ondan kaçıyor ve yanından geçerken tehdit edi-yorlar.

— Niçin sözlerini dinlemiyorlar?— Nasıl dinlesinler ki? Onların fikirlerini saçma

buluyor; dedelerinin sapıklıklarına bağlıyor. Tanrıla-rına küfür ediyor!

— Bu işi o mu yapıyor?— Evet, tanrıların hepsine bir «Allah» diyor ki, bu

çok tuhaftır!Ebuzer başını aşağıya indirdi, sözde tanrıları ve

bir Allah'ı düşünüyor, fakat hayret etmiyordu. Çünkükendisinin de düşündüğü şey bu sözlerdeydi. Epeyi za-

41

man bu fikre takılı kaldı zihni. Yanındaki adam, Ebu-zer'e baktı, onu düşüncelere dalmış ve sakin görünce,izin alıp ayrıldı.

Ebuzer yüzünü Üneys'e çevirerek :— Hemen devene bin ve bu şehre git. Bu sözlerin

gökten geldiğini söyleyen adamı iyi dinle ve gelince ba-na anlatırsın.

Üneys, kalktı devesine bindi ve Mekke'nin yolunututtu. İlk önce Ka'be'yi tavaf etti, orada gördüklerin-den birine sordu:

— Bu şehirde ne haberler var?— Adamın biri, milleti yeni bir dine davet ediyor!..Adam sözünü daha bitirmeden, Üneys halka hitap

eden birini görünce, ona doğru hızlandı. Adam şöylediyordu:

— «Allah'a şükrediyorum, O'na tapıyorum, O'ndanyardım istiyorum ve O'na iman ediyorum, O'na daya-nıyorum ve diyorum ki, O'ndan başka ilah yoktur.»

Orada bulunanlardan biri:— Yalan söylüyorsun, dedi.O, cevap verdi:— «Kabilenin lideri yalan söylemez (1). Allah'a ye-

min ederim ki, O'ndan başka tanrı yoktur ve ben deO'nun tarafından siz© ve bütün toplumlara gönderil-dim. Allah sizi uyuduğunuz zaman nasıl öldürüyor veuyandığınız zaman da nasıl diriltiyorsa, öylece ne ya-parsanız hesaplıyor, ona göre de sonsuz bir Cennet veebedi bir Cehennem sizler için vardır.»

Birisi sordu:— Kemiklerimiz bozulup dağıldıktan sonra nasıl

dirileceğiz?

( 1 ) Bu cümle Araplar arasında bir deyimdir.

42

— «...Biz kemik yığını ve ufalanmış toz haline gel-diğimiz zaman biz mi yepyeni bir yaratık olarak dirilipkaldırılacağız?! De ki: İster taş olun, ister demir; ister-se gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun (herhalde dirilip kaldırılacaksınız). «Bizi kim diriltebile-cek?» derler. De ki: Sizi ilk defa yoktan var edip yara-tan...* (2)

Üneys, bu konuşmaları pür-dikkat dinleyip belli-yordu. Kalabalık dağılırken aralarında tartışma başla-mıştı:

— O, kâhindir!— Hayır, belki şairdir!— Hayır, belki sihirbazdır!Üneys, Peygamberin ve etrafmdakilerin sözlerini

dinliyor, bir yandan da, «Yemin ederim ki, onun söz-lerinde bir hakikat var, bu adamlar yalan söylüyor»diye düşünüyordu. Bası önüne düştü ve zihninde kav-gaya tutuşun fikirlere daldı.

Daha sonra devesine bindi ve Gıfar'a doğru yolakoyuldu. Yol boyunca sesi soluğu çıkmadı; Muham-medi ve hikâyesini düşündükçe hayretler içerisindekalıyordu. Gıfar'a vardığında, Ebuzer kardeşine koş-tu ve telaşla sordu :

—• Ne haberler var?— O adamla görüştüm, düşünceliydi, Allah ona

senin dinini göndermiş!.. İyiliği istediğini gördüm, kö-tülükten kaçmayı öğütlüyordu.

— Halk onun hakkında neler söylüyor?— Onun, sihirbaz, şair veya bir kâhin olduğunu

söylüyorlar. Oysa, o şair olamaz, çünkü ben şiir tür-lerini biliyorum. Onun sözlerini şiirle kıyasladım ama,

( 2 ) Isra sûresi, 50-51. âyetler.

43

kıyası mümkün değil. Sihirbaz da değil, çünkü ben, si-hirbazları da, sihirleri de gördüm. Kâhin hiç değil, benkâhin de gördüm, onların kafiyelerini ve secilerini debiliyorum, olamaz.

— Neler söylüyor?— Acaip sözler söylüyor.— Söylediklerinden birşeyler hatırlamıyor musun?— Sözlerinde gerçek birşeyler olduğuna yemin

ederim ama, şu anda hatırlamıyorum.

— Sen beni bu konuda tatmin etmedin. Sen bura-dayken ben gidip bakayım, haberlerin aslı nedir?

— Evet, ama kabilesinden uzak dur. Çünkü, onukendilerine düşman görüp, öfkeyle bakıyorlardı.

Ebuzer'in daha fazla takati kalmamıştı, eski ve ku-rumuş tulumuna su doldurarak devesine binip yola ko-yuldu. Yüreği sevinçle doluydu, bir sürü arzu canınısıkıyor, onu endişelendiriyordu. Kendi kendine değişikmanzaralar tasarlıyordu. Yeni dinin düşüncesi, onudalgaları altına almış, zihnini kurcalıyordu : «Nereyegidiyor? Nasıl bir adam ki, insanlara iyi davranışlarıtelkin ediyor? Ona nasıl ulaşacak? Kim kendisini onagötürecek? Eğer onu birilerine sorarsa, kendisini ra :

hatsız edecekler mi? Acaba düşmanların kötülüklerin-den kendisini koruyabilir mi?..» Sonunda doğruca mes-cide giderek, Peygamberi aramaya karar verdi,

Ebuzer Mekke'ye ulaştığında mescide gitti. Fakat,ne kadar aradıysa da Peygamberi bulamadı. Çaresizmescitte kaldı. Güneşin batışını bekliyordu; gecenin si-yah örtüsü yeryüzünü sarmaya başlarken ortalığa de-rin bir sessizlik ve huzur çöktü. Herkes uykuya dalmışve ortalıkta birkaç kişi kalmıştı. Onlar da Ka'be'yi ta-vaf etmiyordu. Bu sırada Ali, tavaf için içeriye girdi.

44

Mescidin bir köşesinde; siyah sarıklı, üstü başı toz top-rak içinde elbiseleri yırtık; zayıf ve uzun boylu birininoturduğunu görünce, ona yaklaşarak sordu:

— Buranın yabancısı olduğunu sanıyorum?!— Evet.— Benimle gel!Ali ile Ebuzer yola çıktıklarında, Ebuzer, ondan bir-

şey sormadı. Ali de ona bir şey söylemedi. Sonunda bireve ulaştılar, Ebuzer geceyi orada geçirdi. Sabahleyinerkenden, Peygamberi aramak ve onunla ilgili haber-ler elde etmek üzere, evden ayrıldı. Sokak ve pazarlarıdolaşarak yine mescide gitti. Ne kimse ondan bir şeysoruyor, ne de bir havadis işitiyordu. Araması uzunsürmüştü; o gün de sona ererken açlık onu rahatsız et-meye başlamıştı. Yanında azık getirmemişti, ekmek ala-cak parası da yoktu. Gece olunca yine eski yerine dön-dü ve kendi abasına sarmalandı. Uyumaya çalışırkenbelirsiz geleceğini düşünüyordu.

Ali, yine oradan geçerken, onu görünce durdu vesordu:

— Hâlâ kendi evinin yolunu tanıyamadm mı? Be-nimle gel, gidelim!

Ali, onu yerden kaldırdı, önceki gece gibi sessiz vesakin bir şekilde eve gittiler.

Üçüncü gece de Ali, misafirini evine götürdü, Ebu-zer hâlâ suskundu. Ali sordu:

— Ne iş yaptığını ve hangi sebeple şehire geldiğinisöylemeyecek misin?

— Eğer kimseye söylemezsen ve bana yardım eder-sen, sana söylerim.

— Tamam.— Burada kendine peygamber diyen adamın biri-

ni duydum, kardeşimi onunla konuşsun ve bana haber

45

getirsin diye gönderdim; gitti, geldiğinde işime yara-yacak bir haber getirmedi. Onu kendim ziyaret etme-ye karar verdim, fakat ne onu tanıyorum, ne de kim-seden sormaya cesaret ediyorum.

Ali'nin gözlerinde sevinç şimşekleri çaktı, yüzü ay-dınlandı, tatlı bir tebessümle bir süre Ebuzer'e baktıve sordu:

— Kimsin ve nereden geliyorsun?— Adım Cündeb-i Cünade'dir. Lâkabım Ebuzer'-

dir. Gıfar kabîlesihdenîm.

— Kurtuluşa erdin! Ondan ne gelirse hak olduğu-na ve onun peygamber olduğuna yemin ediyorum. Şim-di ben onun yanına gideceğim, sen de benim peşimdengel, nereye girersem sen de gir, eğer yolda tehlikeli bi-rine rastlarsam, ben duvara yaslanıp ayakkabımı dü-zeltirim, sen de yanımdan bir şey olmamış gibi geçer-sin... (3)

Ali ile Ebuzer, gece karanlığında yola çıktılar. Ebu-zer, tepeden tırnağa sevinç içinde olduğunu hissedi-yordu.

Bu mücadelesi onu, İslâm'ın önde gelenlerinden vePeygamber'in seçkin dostlarından yaptı. İslâm'ın yayıl-masına katkıda bulundurdu.

Ali, Safa yakınlarında bir evin önünde durdu vekapının tokmağını önceden kararlaştırıldığı gibi çaldı.Biri kapıyı açtı ve içeri girdiler. Ebuzer, sevinçten şid-detle çarpmaya başlayan kalbinin gümbürtüsünü işi-tiyordu. Uzun bir zamandır arzu ettiği şeye ulaşmıştı;sevdiği adam birkaç adım uzaktaydı, zihninde; onun-

( 3 ) Bazıları Ali'nin «Yarın sabah gidelim» dediğini söylüyor.

46

la nasıl konuşacağını, neler söyleyeceğini düşünüyorve kendini buna hazırlıyordu. Kavuşma anı gittikçeyaklaşıyordu. Ali bir odaya girince, Ebuzer de peşindengirdi ve Muhamnıed'i gördü.

— Selanıünaleyküm (4).— Aley kümes selam verehmetullahi veberekatü-

hü... Nerelisin?Ebuzer, mahcup bir sesle ve hafifçe; «Gıfar'dan»

dedi.Daha sonra Muhammed ile Ebuzer arasında çeşitli

mevzularda konuşmalar geçti. Sonunda Ebuzer güvendolu bir sesle :

— Bana islâm'ı verdiniz! Beni müslüman ettiniz!— Müslüman olmak için; «Ondan başka Allah

yoktur ve Muhammed O'nun tarafından gönderilmiş-tir» de ve namaz kıl.

— Ben de; «O'ndan başka Allah yoktur ve Mu-hammed O'nun tarafından gönderilmiştir» diyorum.

— Ebuzer!.. Bu konuyu bir sır olarak sakla, kendimemleketine dön ve İslâm'ı kendi kabilene tebliğ et,onların arasında yay. Ne zaman bizim ortaya çıktığı-mızı haber ahrsan, o vakit gel.

Bu sözü Peygamber kendi kabilesinin korkusun-dan söylemişti. Acaba Ebuzer kabul edecek miydi? Aca-ba yüreğini yakan imanın ateşini, içinde gizleyebilecekiniydi? İnancı yüreğini güvenle doldurmuştu. Dinininakidelerini iyice öğrenmişti. Tok bir sesle:

— Yemin ederim ki, Allah seni göndermiştir. Bunu herkesin önünde haykıracağım!

Ebuzer kızgınlığının yatıştığını, bu iman güneşininkalbine yansıdığını hissediyordu. Peygamber'in büyük-lüğüne ve cazibesine dalmıştı. Bu adamın kendisini sa-

( 4 ) Ebuzer; «Benim bu selâmım, İslâm'daki İlk selâmdır» diyor.

Âl

pıkhktan kurtardığını; susak gönlünü nur deryala-rına gark ettiğini düşünüyordu. Karşısındaki acabagerçek miydi?.. Nasıl bir adamdı acaba?.. Işıktan mı?..Yoksa soyut bir varlık rai? Bilinen insanlardan mı?Yoksa göklerden gelen melekûti bir varlık mı?.. Eliniyavaşça Muhammed'in omuzuna uzatıverdi... Ansızınbütün varlığında bir nur şimşeğinin çaktığını, nur selihalinde vücudunu kaplayan cereyanın; saadet, sıhhat,kuvvet ve huzur getirdiğini hissetti.

Ebuzer, kalktığında göğsü iman ve kararlılıkla do-luydu. Mescide doğru gitmeye başladı. Sıkıntıyı aklınabile getirmiyor ve kimseden korkmuyordu. Mescitte,Kureyşlilerden birkaç kişi gördü ve ansızın bağırdı:

—. Kureyş tayfaları! Ben yemin ediyorum ki, Al-lah'tan başka bir Allah yok ve Muhammed O'nun ta-rafından gönderilmiştir.

Ebuzer İslâm'a katılan beşinci kişiydi. Çok tehli-keli zamanlarda Peygamber'e yardım etti .O devirdehenüz başlayan genç ve taze İslâm hareketi, daha güç-lenmemişti. Halkın kulağı daha böyle sözlere alışma-mıştı. Bu yüzden, Ebuzer'in yiğitçe haykırışı karşısın-da kin ve öfke içinde öldürmek kasdıyla başına üşüş-tüler. Onun sesini boğmak istiyorlardı ki, bundan son-ra da kimse böyle bir şeye cesaret etmesin. Ebuzer bay-gın bir halde yere düşmüştü, kalabalık hâlâ başına vekarnına tekme atıyordu. Bu sırada Peygamber'in am-cası Abbas geldi, kalabalığı güçlükle yararak kendiniEbuzer'in üzerine attı. Feryat ederek:

— Sizi gidi vay!.. Bırakın bu adamı öldüreceksiniz.Siz onun, ticaret için Şam'a giderken (5) yanından geç-tiğiniz Gıfar'dan olduğunu bilmiyor musunuz?..

< 5) Gıfar kabilesi İslâm'dan önce Öteki Arap kabileleri gibikervanların yollarını kesip yağmacılık yapardı. Gıfar Mek-ke ile Şam ticaret yolunun üzerinde bir mevkide idi.

48 :

Etrafındaki kalabalık dağılınca, Ebuzer kanlı birheykel gibi, belini güçlükle doğrulttu. Yavaş yavaş yo-la koyuldu. Zemzem kuyusuna gelince vücudununkanlarını temizledi ve biraz su içti. Allah'ın evine doğ-ru yola koyuldu.

Ebuzer, Peygamber'in yanına gittiğinde, Ebubekir'i,onun yanında gördü. Ebubekir sordu :

— Ne zamandan beri buradasın?!..— Üç gündür.— Senin karnını kim doyuruyor?— Zemzemden başka yiyecek bulamadım!— Ey Allah'ın Resulü, izin ver, bu akşam onun kar-

nını ben doyurayım.

Üçü birlikte yola çıkarak Ebubekir'in evine vardı-lar. Ebubekir, kapıyı misafirlerine açtı; önlerine bii*-şeyler koydu. Bu Ebuzer'in Mekke'de yediği ilk ye-mekti.

Ertesi sabah Ebuzer, İslâm'ı herkese açıklamakiçin yüreğinde büyük bir şevk ve heyecanla uyandı.Küçücük kalbi ve zayıf göğüs kemikleri; içindeki ya-kıcı iman ateşini gizleyemiyordu. Karşısmdakilerin teh-didi, onun imanını daha da kuvvetlendiriyordu. Mes-cide doğru yola çıktı, oraya vardığında yine kalabalı-ğın karşısında var gücüyle seslendi:

— Ey Kureyş tayfası!.. Ey Kureyş güruhu!..Bedeviler yanma yaklaştığında, Ebuzer son nefesi-

ne kadar bağırdı:—• Ben yemin ederim ki Allah'tan başka tanrı yok-

tur ve Muhammed onun tarafından gönderilmiştir.

Kalabalığın içinden bir velvele koptu, tekrar başı-na üşüştüler ve onu bayıhncaya kadar kıyasıya döv-düler. Yere yığıldı. Bu sefer de Abbas, onu kalabalığın

F. : 4 49

elinden kurtardı, milleti dağıttı. Onun perişan halinigörünce başını okşadı. Ebuzer, canının acısından; «Ah!»diye inledi, fakat ruhunda bir hafiflik hissediyordu. Buhafiflik, ona çektiği işkenceleri unutturuyordu.. Kalktı,Mekke'deki tek ümidi, sevgili peygamberinin yolunututtu.

Ebuzer başından geçenleri Peygamber'e anlatınca :— Ben hurma ağaçları olan bir yere gideceğim ki,

oranın Yesrib (6)'den başka bir yer olacağını zannet-miyorum .Acaba sen de beni kendi kabilene tanıtır mı-sın? Belki yüce Allah, bu vesileyle sana mükâfatlar ih-san eder.

— Evet, yaparım.Ebuzer, yüce Allah'a ve onun elçisi Muhammed'e

iman dolu bir kalple; Gıfar'a doğru yola çıktı. Yoldabasından geçen macerasını; açlık, işkence ve sevgiliPeygamberle buluşmasını, ayrıca bu yolculuğunda di-ğer gördüklerini düşünüyordu. Çetin ve belirsiz gele-ceğini tasarlıyordu. Yüzünü bir sevinç dalgası kapla-mıştı. Dudaklarında kendine olan güvenini gösterenbir gülücük vardı. Mantıklı bir dine girdiğine, safa do-lu v© temiz canlan tanıdığına şükrediyordu. Bu dindeatalarının düşüncelerim küçümsüyor ve ruhunda son-suz bir serbestlik hissediyordu. Uzaktan Gıfar'm man-zarasını gördüğünde; annesi ve kardeşini düşünüp yü-reğini bir sevinç dalgası sardı. Bir an önce evine ulaş-mak istiyordu ki, onlara İslâm'ı kabul ettiğini müjde-lesin. Devesini haylayarak hızlandı ve Gıfar'a ulaştı.Hayvanından inerek yularını eline aldı, Üneys'in ya-nına kadar onu yedeğinde götürdü ve bağırdı:

— Teslim oldum ve kabul ettim!— Teslim oldun ve kabul mü ettin?!..

(6 ) Yesrib, Medine'nin eski adıdır.

50

— Evet Üneys, onun dini haktır ve ben seni onadavet ediyorum.

Ebuzer, kendi macerasını anlatmaya başladı; kar-deşini terkettikten sonra basma gelenlerin tamamınıhikâye etti.

Üneys, bir an babını önüne eğdi ve Peygamber'denduyduğu tatlı bir söz kulaklarında çınladı. Mekke'yegittiği günün hatırası tekrar gözlerinde canlanıverdi.Gönlünde tatlı, latif bir sevinç hissetti. Başını kaldırdı:

— Ben senin dinine karşı değilim... Ben de teslimoldum ve kabul ettim.

— Gel annemizin yanma gidelim, ona haber vere-lim.

Ebuzer ve Üneys, analarının yanına gittiler. An-nesi Ebuzer'i görünce, sordu:

— Ne gördün?— Bir adam gördüm ki, yiğitlikte herkesten daha

üstün, huyu herkesten daha güzel, tartışmada herkes-ten daha yaman, dürüstlükte herkesten daha büyük.Çirkinlik ve kötülüğü hiç yok; hiçbir zaman ondan birküfür duyulmamış, hiç kimse onun kavga ettiğini degörmemiştir. Bunlardan dolayı, ona El-Emin adı veril-miştir. Herkese iyiliği söylüyor ve kötülüğü menedi-yor. Ben yemin ederim ki, Allah'tan başka tanrı yok-tur ve Muhammed O'nun tarafından gönderilmiştir.İslâm'ı, sizlere getirdim. Kardeşim Üneys de müslümanoldu.

— Ben de sizin dininize karşı değilim... Teslim ol-dum ve tasdik ediyorum...

Ebuzer, ailesinin müslüman olmasına çok sevini-yordu. Fakat, bu Ebuzer'e yetecek miydi? Acaba evi-nin bir köşesinde ibadet etse, Allah ondan razı olur

51

muydu? Hayır, o böyle bir işle uğraşmayacak ve ka-bilesine bu Allah'ı anlatmaya gidecekti.

Ebuzer, evden çıktığında bir grup insanı kttbüereisinin (Haffaf îbn îyma İbn Rahse-i Gıfari) etrafı-na oturmuş, her telden sohbet ederken gördü. Selâmverip bir köşeye oturdu. Onların yanlarına gelmesininsebebi, konuşmak değildi tabii... Belki onlara yeni birsabahın doğduğunu anlatmak için... Öyle bir sabahki; onları kötülüklerden ve karanlıklardan, nur deryamsına çekecek; onları f akr ve zilletten kurtaracak, yük-sek hürriyet ve zenginlik dağlarına çıkaracak bir sa-bah...

Sohbet, kalabalık arasında yumuşak bir sabah rüz-gârı gibi geçiyordu. Ebuzer, kendi hikâyesini birden,onların arasına atınca fırtına koptu. Deli bir rüzgâresmiş, her taraftan korkunç uğultular yükseliyordu.Sert sözler etraftan duyulmaya başladı. Bu fırtına ya-vaş yavaş sakinleşti, batılın siyahı, hakkın ışığıyla da-ğıldı gitti. Hak zafere ulaştı. Ebuzer:

— Mekke'de bir peygamber ortaya çıktı ki, halka,bu gökleri, yeri ve yıldızlan yaratana tapmayı...

Kalabalıktan biri sözünü keserek sordu :— Sen, Lat, Uzza, Hubel, Menat ve Nuhem'den

başka bir tanrıdan mı bahsediyorsun?!..— O insanlığı mutlak bir hürriyet üzerine yarattı.

Siz ise taşlara tapıyorsunuz.

— Taşlar mı!? Sen de onun sözlerini mi söylüyor-sun?

— Evet, bu taşların size ne bir faydası, ne de za-rarı olabilir.

— Demek sen de onun sözlerine inandın?!— Onun anlattığı din, insana huzur veriyor, O in-

sanlar arasında kardeşlik ve eşitliği tebliğ ediyor. Onun

52

inancında; Allah'ın huzurunda köle ile efendi arasın-da bir fark yoktur. O, Allah'a ulaşabilmek için ara-daki engelleri kaldırdı; halkın, Hakk'a giden yolunuaçtı. Şimdi yaratılanlar vasıtasız olarak, ona yaklaşa-biliyorlar. O, diyor ki; «Allah yaratılanlara yakındır,şikâyet ve isteklerini duyar; gizli olan herşeyden ha-berdardır.» Muhammed hak dinini anlatıyor, ben nasılonu kabul etmiyeyim?!

— Ebuzer yolunu kaybetti!..Ebuzer:— Allah'a yemin ederim ki, Ebuzer doğru yolu bul-

du, siz yolunuzu kaybetmişsiniz.Başka biri öfkeyle:— Ebuzer, bu adamla tanıştıktan sonra sapıtmış

ve onun gibi olmuş! Atalarının inancını batıl sayıyor.Ebuzer cevap verdi:— Sabret ve izin ver! Anlatayım. Ben, Allah'ın Re-

sûlü'nü tanımadan önce de; Lat, Menat, Uzza, Hu-bel, Nuhem'e ve hiç bir puta inanmıyordum. Kendikendime, bunların taştan başka bir şey olmadığını, biz-lere ne fayda, ne de zararlarının dokunamayacağım an-lamıştım. Bunların bizi ne kurtaracağına, ne de yolu-muzu şaşırtacağına inanmıyordum. Ben ne zaman on-lara inandım?!.

Kalabalığın arasında bir velvele koptu. Gıffar ka-bilesinin erkekleri kendi inançlarına ve yüce tanrıla-rına hakaret edildiği için, öfkeyle bağrışıyorlardı.

Ebuzer, tok ve cesur bir sesle:— Sakin bir kafayla araştırmamız gerekir; bir de-

lili, başka bir delille reddedelim. Benim size yol gös-termekten başka bir arzum yok. Eğer izin verirseniz,sizlere bu putların bir şey yapamayacağına nasıl inan-dığımı anlatayım.

İçlerinden biri:

58

— Hayır çok uzun sürer.Tekrar bağrışmaya başladılar. Kabile reisleri Haf-

faf:— İzin verin konuşsun?. Hak aydın ve bellidir.

Sizin aklınızı almadılar ya!Ebuzer:— Müslüman olmadan önce, bir gün Nuhem adlı

putun önüne süt sunmak için gitmiştim. Büyük bir te-vazu ve huşu ile süt tuluğunu aldım, niyetim bu şekil-de onun rızasını kazanmak ve kızgınlığını yatıştırmak-tı. Sütü ona takdim ederek önüne koydum. Geri döner-ken, ansızın, gözüme korkunç bir manzara ilişti, bu gö-rüntüden daha korkunç bir şey olamazdı. Başıboş birköpek, tanrının önündeki sütü içiyordu. Ben şaşkınlı-ğımdan donakalmıştım. O, kutsal sütü korumak içinhiçbir şey yapmıyordu. Biraz sabredince, bir de ne gö-reyim!! Öncekinden daha korkunç bir manzara; köpek,içtiği süt yetmezmiş gibi, ayağını kaldırıp, kudret veazamet sahibi yüce Nuhem'in üzerine pislemez mi?!..İşte, Nuhem'in gücü, azameti ve yapabileceği budur!!..

Herkes başını önüne eğdi, korkunç bir sessizlik on-ları gölgesine almıştı. Ebuzer devam etti:

— Haa!.. Ne oldu, gönülleriniz bu tanrıların inan-cıyla doluydu? Şimdi yolunuzu kaybettiğinizi mi dü-şünüyorsunuz? ..

— Onlardan biri:— Kim böyle bir şey söyledi ki, sen neden bahse-

diyorsun?.. Hem, biz senin bahsettiğin peygamberin,doğru mu yalan mı söylediğini nereden bilebiliriz?

— Allah'ın Resûlü'nü görmeden önce, bu soruyuben de kendi kendime sormuştum. Ama, onu gördük-ten sonra böyle bir endişem kalmadı.

Birisi:

54

— O, ne zaman bizi davet etmeye gelirse, bu ko-nuyu o zaman karara bağlarız.

Ebuzer:— O, sizlere iyiliği emrediyor, güzel ahlâka, bir-

birimizle iyi geçinmeye davet ediyor. Sizlere merha-meti ve şefkati emrediyor. Kızlarınızı diri diri gömmeyiyasaklıyor. Küçücük ve masum bir kızcağızın suçu ne-dir ki, toprakta gizlensin? O, dünya ve ahiret saadeti-niz için gelmiştir.

Ebuzer, kabile reisi Haffaf müslüman oluncayakadar İslâm'a davetlerinden vazgeçmedi. Haffaf İbnRahsa müslüman olunca, adamlarının çoğu efendile-rinin peşinden, iman ederek müslüman oldular. Ebu-zer, bu işin toptan olmasını istiyordu, geri kalanları da,İslâm'a davet etmek için:

— Neden siz Allah'ın dinine sarılmaktan ve O'nun

gönderdiğinizden kendinizi menediyorunuz.Bu sefer ona, şiddetle karşılık vermediler; reddet-

mediler .Zaten bunu nasıl yapabilirlerdi ki? Batıl or-tadan kalkıyor, hak yerini sağlamlaştırıyordu. Kurtu-luş ve sapıklık açığa çıkmıştı. Bu yüzden ona yumuşakbir ses ve sükunetle cevap verdiler:

— Ne zaman peygamber gelirse, o vakit müslümanolacağız.

Kalabalık dağıldı. Gıfar, o gece, yeni dinin gölge-sinde sakin, güvenli ve huzur dolu idi.

55

ÇOBAN KAVALINIGELMEYEN TARAFA ÇALAR

Haffaf îbn îyma, kabilesiyle namaza durmuştu.Namaz bitince cemaat dağıldı. Ebuzer ile Haffaf yalnızkaldılar ve birbiriyle konuşmaya başladılar. Ebuzer:

— Çoktan beri Muhammed'den ve onun dostların-dan haber alamadım. Sence onların basma bir iş migeldi?

— Ona iman eden herkesi, düşünce ve inançların-dan vazgeçirebilmek için, zindana atıyor ve işkence edi-yorlar. Bazıları Habeşistan'a göçetmiş.

— Ben Şam'a giden bir kervandan bu haberi du-yunca yüreğim ezildi. Acaba daha sonra neler olmuş?Ben onlarla ilgili haberler duymak için sabırsızlanıyo-rum. Kâfirlerin, onlara işkence edebileceklerini düşün-dükçe, endişe ediyorum.

— Acaba kâfirler, müslümanlari; işkence zulümve baskıyla dinlerinden dönderip, tekrar putperest ya-pabileceklerini mi sanıyorlar?

•—İşkence, baskı ve tehdit insana ne zamana ka-dar etki eder ki? Kalplerine iman bir kere yerleşti mi,Allah yollarım şaşırmasınlar diye onlara yardım eder.

56

Müslümanları, kendi taraflarına çekebilmek içingünbegün artan çeşitli baskı ve işkenceler yaptılar.Fakat, sonunda kendileri rezil olup yenildiler. Son ok-larına kadar attılar. Müslümanları zindanlara atıp ezi-yet ettiler. Oysa attıkları oklar, kısa zamanda kendi-lerine dönecekti. Aksine, İslâm daha da yaygınlaşacak,revaç bulacaktı.

La ilâheillallâh diyen herkesin yüzünü, Allah karaçıkarmayacaktı. Allah'ın yüce dini çok kısa bir zaman-da açığa çıkacak ve yüksek sesle ilân edilecekti.

Bu sırada uzaktan biri geldi ve selâm verdi. Ebu~zer telaşla sordu:

— Nereden geliyorsun?— Mekke'den.— Muhammed'in ve dostlarının durumu nasıl?— Duymadınız mı, Peygamber'e ve dostlarına çe-

şit çeşit işkenceler yapıyorlar?— Hayır.— Müslümanlar, Habeşistan'a göç ettiler, orasını

kendileri için Allah'ın emniyetinde sayıyorlar. Eziyetçekmiyor, kötü sözler ve küfür işitmiyor; serbestçe iba-det edebiliyorlar. Kureyş'ten Amr îbn'ül As, Habeş krahNecaş'ın sarayına çeşitli hediyeleri, dinlerinden dönüpkendisine sığınanları geri versin diye, gönderdi. Fakat,Necaşi, Cafer'in ve dostlarının sözlerini dinleyince, on-lan Kureyşlilere teslim etmedi.

Haffaf:— Necaşi büyük padişahlara yaraşır bir davranış-

ta bulunmuş.Adam:— Belki daha da üstün, kendisine sığınanlara ik-

ramlarda bulunmuş, onları aziz ve büyük misafirlergibi ağırlamış.

57

Ebuzer:— Kureyş ne yaptı?Adam:— Cafer ve arkadaşlarının, Necaşi ile dost oldu-

ğunu duyan Kureyşlilerin, bu iş, çok zoruna gitti. Al-lah'ın Resûlü'ne ve dostlarına çok eziyetler ettiler.Onun için ölüm kemerini bağladılar, ahitnameler yay-dılar ortalığa. Haşimoğullarıyla konuşmayı, alışverişyapmayı ve evlenmeyi yasakladılar. Bu ahitnameleriKa'be'nin duvarlarının içine astılar. Sonra Haşimoğul-lannı Ebu Talib Deresi denilen yerde kuşattılar. Abdül-muttalib b, Abdül-Menaf oğullarını o derede bağladılar.

Ebu Leheb, Kureyşileri Haşimoğulları ve Abdül-muttaüboğulları aleyhine ittifak ettirdi. Onları susuzve yiyeceksiz bırakmak için üç yıl kuşattılar. Dere on-lara zindan oldu, yalnız yılda bir kere hac için Mekke'-ye girmelerine izin veriliyordu. Açlık ve sefaletten birderi bir kemik kalıncaya kadar zayıfladılar. Kadın veçocukların haykırışları dereden duyuluyordu. Bu çokfeci; yürek parçalayıcı bir durumdu! Kureyş'ten bir gü-ruh bu işten büyük bir zevk alıyordu. Diğer bir grupise hoşnut değildi, yapılanlara üzülüyordu. Bu sıradaAllah, peygamberini bu vaziyetten haberdar etti. Al-lah'ın elçisi, o andlaşmadan zulüm ve işkence satırla-rını güvelerin yeyip bitirdiğini içindeki Allah isimleriise baki kaldığını öğrenince durumu Ebu Talib'e anlat-tı. Ebu Talib:

— Kardeşimin oğlu, bu haber doğru mu? diye hay-retle sordu.

Peygamber .-— Evet, yemin ederim, diye cevap verdi.Ebu Talib bu konuyu kardeşlerine haber verince,

sordular:— Bu konuda senin görüşün nedir?

-58

Ebu Talib:— Onun bugüne kadar bana yalan söylemediğine^

yemin ederimr dedi.— Peki senin düşüncen nedir? diye sordular.— Bence, en güzel elbiselerinizi giyip Kureyş'e gi-

din ve onları her şeyden haberdar edin. Benim görü-şüm budur, dedi.

Hepsi birlikte mescide (Ka'be'ye) gitmeye kararverdiler, o vakit Kureyş'in bütün zenginleri ve ileri ge-lenleri burada oturuyordu. Kureyşliler onlara çok say-gılı davranıp yer gösterdiler. Oturduktan sonra, ne söy-leyeceklerini beklemeye başladılar. Ebu Talib:

— Bugüne kadar bana hiç yalan söylememiş olankardeşimin oğlu haber verdi: Güveler anlaşmamızınkötülük dolu bütün kısımlarını mahvetmiş, yalnız Al-lah'ın adı kalmış. Şimdi, eğer doğru söylüyorsa, bu kinve nefreti bırakın. Eğer yalan söylüyorsa, ben onu ken-di ellerimle size teslim edeceğim; ona istediğinizi yap-makta serbestsiniz; ister öldürün, ister öldürmeyin!

— îyi bir söz, diye cevap verdiler.Sonra üç kişiyi anlaşmayı getirmesi için gönderdi-

ler. Anlaşmayı açıp baktıklarında gördüler ki Allah'ınadından başka bir şey yok!..

Ebuzer:—• Tamam, tamam sonra ne yaptılar? diye sordu.Adam:— Mahcup oldular, başlarını önlerine eğdiler. Son-

ra Ebu Talib onlara dönüp:— «Niçin bizi hapsediyorsunuz? Bize güçlük çı-

karıyorsunuz? Halbuki her şey ortaya çıktı!..» dedi.Daha sonra dostlarıyla birlikte Ka'be'nin perdeleri

arasında durdular:— Ya Rabbi, bize kötülük edenleri ve kötü iş ya-

panları başarısız et, diye dua ettiler.

59

Daha sonra aşağıya indiler. Kureyşlilerden bir kaçkişi HaşimoğuUannın davranışlarını tartışmaya başla-dı. Silahlarını alıp Haşimoğullan'na ve Muttaliboğul-ları'na gidip dışarıya çıkmaları için izin verdiler. Müs-lümanlar üç yıldır kuşatıldıkları o kuru dereden dışa-rıya çıktılar.

Haffaf üzüntüyle:— «Ben Allah'ın Resûlü'nün bu kadar işkenceyi na-

sıl olup da kendi kabilesinden gördüğüne şaşıyorum?»dedi.

Ebuzer cevap verdi:— Şaşıracak bir şey yok!.. Çoban kavalını gelme-

yen tarafa çalar...

60

YESRÎB MÜSLÜMAN OLUYOR

Yesrib'in Müslüman olmasının haberi Gıfar'da,kuru bir ot yığınına düşen kor gibi, bir anda ortalığayayıldı. Sevinç ve mutluluk dalgaları herkesin yüzün-den okunuyordu. Araplar arasında en çok sözü geçenve kılıcı kuvvetli olan «Evs ve Hazreo kabilelerininmüslüman olduğu haberini duyan mü'minler birbirinitebrik ediyordu. Artık Allah, İslâm'ın açıkça yayılmasıve Peygamber'in başarısı için, iradesini göstermişti.

Üneys pür-heyecan Ebuzer'in yanma gelip müjde-sini verdi:

— İslâm hareketi Yesrib'de açığa çıkmış ve Evsve Hazrec kabileleri de müslüman olmuş..

Ebuzer:— Ben Peygamber'in oraya gideceğini önceden bi-

liyordum.

Üneys, kardeşinin bu sözü karşısında şaşkınlıkiçinde kalmıştı, merakla sordu:

— Duyduklarımdan başka haberler var mı?— Yok, bu haberi de ilk defa senden işitiyorum.

61

— Peki öyleyse Peygamber'in Yesrib'e gideceğinisana kim söyledi?

— Onu gördüğüm gün bana; «Hurma ağaçlarıolan bir yere gideceğim ve oranın Yesrib'den başka biryer olacağını zannetmiyorum» demişti... Allah'ın Re-sulü doğru söylemiş...

— Acaba kendi kabilesi, onun ve diğer müslüman-lann Yesrib'e göçetmesine izin verecek mi?

— Onlar istese de istemese de, müslümanlar ora-ya gidecektir, fakat ne zaman ve nasıl olacağını Allahbilir, biz bilemeyiz.

Ebuzer oradan ayrılmak için davranmıştı ki kar-deşi sordu:

— Nereye gidiyorsun?— Sevgili Peygamberimizden haber almak ve İs-

lâm'la ilgili gelişmeleri öğrenmek için Yesrib'e gitmeyidüşünüyorum.

Ebuzer devesine binerek Yesrib'e doğru yola ko-yuldu. Yesrib'e vardığında doğruca «Beni Zerîk» mes-cidine gitti. Ansızın yanık bir sesle okunan Kur'an'ıişitti ve hemen içeriye girdi. Her karşılaştığından Pey-gamberi soruyordu. Ona, Rafi' İbn Malik Zarkî'yi gös-terdiler. Ebuzer, yanına yaklaştı ve :

— Selâmünaleyküm verahmetullah ve berekatüh.— Aleykümesselâm verahmetullah.Ebuzer'in bu selâmı serbestçe söyleyebilmesi, is-

lâm'ın başarısı ve serbestliği demekti. Ruhunu bir he-yecan dalgası sarmıştı. Bir yere oturduktan sonra:

— «Ben senin kardeşin Ebuzer-i Gıfarî'yini-» dedi.— Hoş geldin, yapabileceğim bir işin var mı?— Senin müslüman olduğunu ve Evs ve Hezrec'in

de îslâm'ı kabul ettiğini işittim. Sevgili Peygamberimizile ilgili haberleri de duyunca ruhum göklere yükseldi.

02

Senin yanına yüreğimdeki bu heyecan ateşini az daolsa hafifletebilmek için geldim.

— Biz Peygamberi görünce müslüman olduk,şimdi bu şehirde; Allah'ın Resûlü'nü kabul etmeyenbir ev bile yoktur.

— Onu gördünüz mü? Nerede gördünüz? Nasıldı?..— Benimle birlikte Yesrib'den beş kişi, Mina'da

idik, o sırada Peygamber yanımızdan geçiyordu, dur-du ve bize:

— Yahudi müttefiklerinden misiniz? diye sordu.— Evet. Dedik.Bunun üzerine bize Kur'an okudu ve açıkladı İs-

lâm'ı anlattı böylece biz de müslüman olduk. Daha son-ra Peygamber bize dedi ki:

— Allah'tan emir gelene kadar benim peşimdeolun.

— Ey Allah'ın gönderdiği! Biz Allah'm ve O'nunPeygamberi'nin yolundayız, ama halen birbirimize düş-manız, eğer sen gelirsen hepimiz seninle olamayacağız.Şimdi kabilelerimize geri dönmemize izin ver, belki ge-lecek yıl Hac mevsiminde birbirimizi görünce barışı-rız. Uygun bir zamanda Hazrec kabilesinden on, Evskabilesinden bir kişi olmak üzere Allah'ın sevgili Pey-gamberini ziyarete Mekke'ye gittik. Müslüman olup;Allah'a ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayaca-ğımıza, zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürme-yeceğimize, birbirimize iftira etmeyeceğimize ve gü-nahlardan uzak duracağımıza, söz verdik, anlaşma yap-tık. Peygamber .-

«Eğer sözünüzde durursanız, muhakkak ki Cen-net'e gideceksiniz. Eğer verdiğiniz sözlerde kim dur-maz ise, onun akibeti Allah'ın elindedir; isterse bağış-lar, isterse ona azap verir.» dedi.

es

Daha sonra biz Medine'ye geri döndük ve Allah'ındini İslâm'ı tanıttık.

— Acaba daha sonra da Allah'ın Resûlü'nü gör-dünüz mü?

Evet, çünkü tekrar hac mevsimi gelmişti, hac yap-mak, birbirimizi görmek ve Allah'ın Resûlü'nü de da-vet etmek için bir araya geldik. Biz Evs kabilesindenyedi, Hazrec kabilesinden beşyüz kişi topluca Peygam-ber'in yanına vardığımızda bize:

— Ne zaman ortalıkta ses seda kesilirse o zamanMina dağının eteklerinden inin ve dağm arkasında sağtaraftaki mağaranın içinde yamma gelin. Daha sonra;«Kim uyudu ise uyandırmayın, kim gelmediyse onubeklemeyin, hemen gelin» diye emir verdi.

Yavaş yavaş, birer ikişer yola düzüldük, Peygam-ber bizden önce Abbas İbn Abdülmuttalib ile beraberoraya gitmişti. Herkes toplandığında, Abbas bize şöylehitabetti:

— «Ey Hazrecliler, siz Muhammed'i davet ettiniz;o kendi kabilesi arasında herkesten daha üstün sayılır,hatta onun fikirlerine inanmayanlar bile, kendisini des-tekliyorlar. Çünkü onun şeref ve namusu büyüktür.Sizden başka herkes ondan kaçıyor, eğer bir güç sa-hibi iseniz, eğer bağımsızlık mücadelesine yeterli niye-tiniz varsa; biraraya gelip fikirlerinizi danışın ve an-laşın, Arapların hepsi sizi oklarıyla vurmaya kalkışa-caktır; birbirinizle danışmadan bir işe kalkışmayın, herzaman birbirinize destek olun, sözleriniz bir olsun. Busözleri şimdiden söylüyorum çünkü en güzel söz doğruolan sözdür.»

Sonra, Ma'rur :

— «Ben ne söylediyse onu işittim, içimizde olup dasöylemediğimiz bir şeyin kalmadığına yemin ederim.

64

fakat bizde vefa ve dürüstlükten başka bir şey yoktur.Bizim kanlarımızı Allah'ın Peyganıberi'nin yolundadökmekten başka bir arzumuz yoktur.» dedi.

Daha sonra Peygamber, ilkin bize Kur'an okudu,peşinden de bizi Allah'ın dinine davet etti ve İslâm'ateşvik ederken, Berra b. Ma'rur onun davetini kabuletti ve müslüman oldu. Ve o zaman, dedi ki: «Ey Al-lah'ın Resulü sana biat ettik. Biz zenginiz. Bu zengin-lik bize büyüklerimizden miras kalmıştır.»

Ebül-Heysem:— «İslâm'ı, zenginliğimiz ve büyüklüğümüz gitse

bile kabul ediyoruz,» dedi.

Her taraftan, yüksek sesle Peygamber'in davetininkabul edildiğini belirten haykırışlar duyuldu. Abbas:

— «Sakin ve sessiz olun! Bazı adamlar bizi takipediyorlar; hep birden bağırmayın ve sesinizi kısın, du-yulmasın. Müsaade edin büyükleriniz öne gelsin ve bi-zimle konuşsunlar, bizim sözlerimizi sizlere iletsinler.Çünkü, bizimle birleştiğiniz için, düşman kabilemizinsizlere bir zarar vermesinden çekiniyoruz. Herkes ken-di yerine dönsün.

Abbas, daha sonra Peygamber'e dönerek şöylededi:

— Ey Allah'ın Resulü, ellerinizi yaklaştırınız! Oanda hepimiz onun elini sıktık ve biat ettik.»

Ebuzer:— Bu sırada Allah'ın Resûlü'nün durumu nasıldı?Rafi':— îyi ve rahat, Allah dostlarına; güçlü ve korku-

suz savaşçılar göndermişti.

— Kureyş'in kini ve düşmanlığı hâlâ azalmamışmı?

F.: 5 65

— Hayır Ebuzer! Bizim Peygamber'i ziyaret etme-mizden sonra, müşriklerin Peygamber'in dostlarını sı-kıştırdıklarım; onlara, işkence ve eziyet ettiklerini, buzulümlerinde daha da ileri gittiklerini duydum.

Ebuzer:— Bu eziyet ve işkencelerin sonucunda, müslü-

manlar Mekke'yi terkedip, Yesrib'e göçecekler.

Rafi':— Peygamber de onlarla birlikte gelecek mi?— Evet, yakında gelecek; Yesrib'e ve Yesriblilere

müjdeler olsun...

06

ALLAH'IN MAĞFİRETİGIFAR'IN ÜZERİNE OLSUN

Gıfar sevinç elbisesini giyiniş, saadet içerisindeyüzüyordu. Muhammed ve dostu Ebubekir'in onlaradoğru geliş haberini almışlardı.

Ebuzer, susuzluğunu giderecek, saadet çeşmesinielde etme vaktinin yaklaşmakta olduğunu; Hüma vedilek kuşunun kendisine doğru kanat açtığını hissedi-yordu. Halk, Peygamber'i görebilmek ümidiyle evlerin-den yola dökülmüş ve Ebuzer'in çevresinde halka oluş-turmuştu. Ebuzer gözlerini en uzak noktalara dikmiş,sevdiği insanın gelişinin dakikalarını sayıyordu. Halk,Peygamber'i tanıyan tek kişi sayılan Ebuzer'den, onunhakkında çeşitli sorular soruyor, sabırsızlık ve iştiyak-la bekleşiyorlardı: «O nasıl?.. Kıyafeti nasıl?..» Ebuzer,gözünü yoldan ayırmadan cevap yetiştirmeye çalışı-yordu :

— «Şimdi dünyanın en yüce, yeryüzünün en güzelinsanını göreceksiniz.»

Zaman faytonu, halkın önünden yavaşça geçer-ken, onu görmek için sabırsızlanan ve gecikmesiyle pe-rişan olan kabilesine, Peygamberin geliş haberinin

\.r 67

müjdesini verebilmek için; Ebuzer gözlerini yoldan ayır-mıyordu.

Zaman bir türlü geçmek bilmiyor, Gıfar kabilesi-nin üyeleri üzüntü ve endişe içerisinde bekleşiyorlardı.Ebuzer'in gözü, ansızın kendilerine doğru yaklaşmaktaolan bir deveye ilişti. Daha dikkatle bakmaya başla-yınca, etrafındakiler de bakışlarını o yöne çevirdiler.Ebuzer büyük bir coşkuyla bağırdı:

—• Peygamber geliyor!Birden, herkes «Peygamber geliyor!» diye haykı-

rarak sevinç çığlıkları atmaya başladı.Ebuzer Peygamber'i karşılayıp selâm verdi. Pey-

gamber sordu:— Ebu Remle misin?—• Hayır! Ben Ebuzer'im.Daha sonra kalabalık Peygamber'in etrafını sanp

bir halka oluşturdu. Büyük bir sevinç ve şaşkınlık için-de haykınyorlardı:

— Allahu EkberL Allahu EkberLKadınlar, işçiler ve çocuklar heyecanla «Allah'ın

Peygamberi geldi! Allah'ın Peygamberi geldi!» diye ba-ğırırken Peygamber devesinden indi. Müslümanlar,onu selâmla karşıladılar. Peygamber oturduğunda,Ebubekir, müslümanlarla ayakta konuşmaya devametti. Daha sonra Peygamber, Kur'an okuyup herkesiİslâm'a davet etti. Kalabalık, onunla tanışıp şereflen-mek ve «Evet» diyebilmek için yanma yaklaşıyordu.

Etrafını kuşatanlar onun nurlu yüzünü hayran-lıkla seyre koyulmuştu. Davranışları çok yumuşaktı;ne kimseyi rahatsız edecek kadar şişman, ne de gözle-re çelimsiz görünecek kadar zayıftı. Yüzü aydınlık göz-leri çekici; kirpikleri uzun ve siyah, hoşbakışlıydı. Kaş-ları ince ve çatık; saçları siyah; boynu uzun; çenesini

68

de sakalı örtmüştü. Sessizce otururken, zarafet ve ne-zaketi etrafına bir gölge gibi etki ediyordu. Konuşmasıbüyüklüğünü gösteriyordu; sesi çekici ve tatlı idi. Boşve yanlış telaffuzlu kelime söylemiyordu. Uzaktan ba-kıldığında herkesin içinde seçiliyor, yakından bakıldı-ğında ise çok sevimli görünüyordu. Normal bir yapısı(boyu) vardı; ne çirkin görünecek kadar uzun, ne degöze küçük görünecek kadar kısaydı.

Gıfarlı Haffaf İbn Ruhsa, Peygamber'den kendikabilesinin huzuru için bir mektup yazmasını isteyin-ce, Peygamber:

«Gıfar kabilesi, müslümanlarm basanlarında verahat bir hayat sürmesinde ve sıkıntılarında ortaktır-lar. Onların canlarını ve mallarını korumak Allah'ınResûlü'nün boynunun borcudur. Bir haksızlıkla karşı-laşır veya sıkıntıya düşerlerse, onları destekleyeceğinePeygamber söz vermiştir.

Peygamber, ne zaman Gıfar'dan İslâm'a yardımetmelerini isterse, evet cevabını vermeleri gerekir. On-lar artık Peygamber'in dostu ve arkadaşıdır. Bu anlaş-ma bir günah işlenmezse her zaman için geçerlidir»diye bir mektup yazdı.

Gıfar kabilesinin tamamı İslâm'ı kabul ediyordu.Ebuzer, kendi kabilesinin grup grup İslâm'a geçtiğinigördükçe yüreğinde bir ferahlık ve genişlik hissediyor-du. Ellerini yukarıya kaldırıp, dua etmeye başladı:

— «Bizi bu yüce saadete eriştiren Allah'a hamdol-sun, eğer Allah bizi eriştirmeseydi, kendiliğimizdendoğruyu bulup erişmiş olmazdık.» (1)

Daha sonra bu kazançlarından dolayı, Peygamberdudaklarında tatlı bir gülümsemeyle Ebuzer'e döndü:

— «Allah'ın mağfireti Gıfar'm üzerine olsun...»

(1 ) A'raf sûresi, 43. âyet.

69

YESRİB'E DOĞRU

Aradan epeyi zaman geçti. Ebuzer, oldukça kederlive sıkıntılı olduğu bir gün ikindi namazını kılmak üzeremescide gitti. Ayakta durmaya, mecali yoktu. İbadetinitamamladıktan sonra gam yüklü bir çehreyle, mesci-din köşesinde Kur'an okuyan adamın yanma yaklaştı.Yanındaki adam, ta yüreğinin içinden, yanık bir ses vetatlı bir makamla okumasına devam ediyordu. Başınıboynunun içine çekti ve dikkatle dinlemeye koyuldu.Vücudunun baştan ayağa ürperdiğini, tüylerinin di-ken diken olduğunu hissetti, sanki gökler dile gelmişti:

«Ey iman edenler. Sizi elem verici bir azabtan kur-taracak bir ticaret yolunu size göstereyim mi? Allah'ave Peygamberi'ne dosdoğru inanırsınız, Allah yolundamallarınızla canlarınızla cihad edersiniz. Bu, eğer bilir-seniz sizin için çok hayırlıdır. Bu durumda Allah, gü-nahlarınızı bağışlar ve altından ırmaklar akan Cennet-lere, Adn cennetlerindeki tertemiz, gönül açıcı konak-lara koyar. İşte bu büyük bir kurtuluştur.» Cl)

Ebuzer, Kur'an'ın bu âyetlerini dinlerken, ruhununpür-heyecan Cennet'e kanat açtığını hissediyordu. Bir-

(1 ) Saff sûresi, 10. 11 ve 12. âyetler.

70

den, Peygamber'in ve dostlarının yardımına koşmakiçin Yesrib'e gitmesine engel olan gündelik işlerini dü-şündü. Oysa Allah yolunun bir askeri olabilirdi! Bedir,Uhud ve Hendek savaşlarına katılmamıştı. Ah! Bu sa-vaşlarda Peygamber'in can dostları, er meydanlarındaşehit oluyorlardı. Peygamber savaşırken, Ebuzer kendievinde rahatlığın keyfini çıkarıyordu... Olacak iş miy-di? Peygamber kendi elleriyle hendek kazarken Ebu-zer yatağında mışıl mışıl uyusun!.. Müslümanlar, an-bean kanla, ölümle burun buruna iken Ebuzer, Allah'aşükrederek, ibadetle vakit geçirsin?!..

Onu, Gıfar'da kalmaya zorlayan sebep neydi?..Hangi sebep onu mücahit kardeşlerine, Allah'ın ve İs-lâm'ın dostlarına katılmaktan alıkoymuştu? Hiçbir şey!Öyleyse düşmanla savaşa girmesi gerekirdi. Bu savaş-ta, ya galip gelecek veya ölüm şerbetini, şehadetin ku-cağında içecekti. Kararlılığı ve azmi yüzünden okunu-yordu. Ansızın yerinden fırladı, doğruca bir solukta eveulaştı ve kardeşi Üneys'e, sert ve kesin bir sesle : «Benyarın Yesrib'e gideceğim,» dedi.

— Orada çok mu kalacaksın? Ne zaman geri dö-neceksin?

— Bir daha geri dönmeyeceğim.— Orada ne yapacaksın?—• Allah'ın Peygamberi'ne kavuşacağım ve bir da-

ha asla ondan ayrılmayacağım.— Kimin evinde kalacaksın?— Mescitten başka kalacak yerleri olmayan, Pey-

gamber'in dostlarıyla birlikte, aynı yerde kalacağım.— Sen müslüman oldun ve Allah'ın dinini kabul

ettin, artık bu kadarı senin için yeter. Herşeyden çoksana ihtiyacı olan aileni ve kabileni terketme. Seninailene bakman gerekiyor.

71

— Kardeşim, Peygamber'e ve onun candaşlannayardım etmek herşeyden önce gelir, şimdiye kadar ge-ciktiğim bana yeter. Peygamber Bedir savaşında mü-cadele ederken ben Gıfar'da idim. Uhud savaşındaPeygamberin dostları şehadet şerbetini içerken benevimin bir köşesine kurulmuştum, Hendek olayı ger-çekleşirken ben herşeyden habersizdim. Şimdi söylebakalım benim sevgili kardeşim?.. Üneys, bu kadar if-tihar vesilesini kaçırdığım bana yetmez mi?..

— Öyleyse, evinde otur ve ne zaman seni cihadaçağırırlarsa o zaman gidersin.

— Hayır, Allah bir yiğidin göğsüne iki kalp yer-leştinnemiştir. Bu canımı Allah'a bağışladım, dünya-ma hiçbir şeyinde gözüm yoktur. Dünyanın en iyi işiAllah'ı ve Peygamberi'ni memnun etmektir, hangi se-bep beni burada kalmaya zorlayabilir? Allah'ın adınayemin ederim ki ben Yesrib'e gideceğim. Allah banayardım edecektir.

Ebuzer yola çıktı fakat yanma hiç azık almadı.Bunu gören kardeşinin:

— Yanma hiç azık almayacak mısın? sorusuna,•— «Bu uğurda bana bir parça ekmek yeter.» diye

cevap verdi.

Ebuzer Yesrib'e hareket etti ve Muhammed'ine ka-vuştu. Onun ilim çeşmesinden kana kana içti, Peygam-ber'in yumuşaklık ve kibarlığım kendi üzerinde uygu-lamaya çalıştı ve etrafındakilere hikâye etti.

72

EHLİ. SÜFFA

Ebuzer, sürekli Peygamber'in mescidinde kalıyor,günlerini; dua, ibadet ve tefekkür ile geçirmekten baş-ka, Allah'tan bir şey istemiyordu. Bu dünyanın güzel-liklerinden lezzetlerinden ve maddi oyuncaklarındanelini eteğini çekmiş, doğruluk ve takvada karar kılmış-tı. Geceleri, kendisi gibi evi ve ailesi olmayan, Muham-med'in diğer dostlarıyla birlikte mescidin sofasındauyuyordu.

Bu askerler, her an Muhammed'e ve İslâm'a hiz-met için tetikte idiler; gönüllerini dünya bağlarındankoparmış, yalın kılıç, gözlerini kırpmadan savaştan sa-vaşa koşuyorlardı.

Gece olunca, Peygamber bunların bir kısmını yer-liler arasında paylaştırıyor, bir kısmını da kendi evinegötürüyordu. Ebuzer, bu ikinci gruptandı.

Allah, onu mutluluk ve saadete garketmişti. Yü-reğindeki sıkıntılar yerini, Allah aşkı, dürüstlük veferahlığa terketmişti. Onun konuşması doğruluğa, yü-reği temizliğe, duyguları saflığa; duymakta ve gör-mekte uyanıklığa dönüşmüştü; terbiye edilmişti artık.

73

Peygamberin bir sözünü bile kaçırmadan, can ku-lağıyla dinler ve başkalarına da anlatırdı. Savaşlardapek yaman; gözü kara bir muharip kesiliyor, maha-retle kılıç kullanıyordu. Barış zamanı da kendini ilmeadamıştı. Öylesine çalışıyordu ki, artık büyük alimler-den biri sayılıyordu. Büyük hadis ravilerinden ol-muştu. Peygamberin temizlik ve ibadetini anlatmadaen meşhur zahitlerden biri olmuştu. Ömer, bir gün mes-cide girdiğinde, Ebuzer'in, üzerinde siyah bir abayla,tek başına oturduğunu gördü. Ona, «Niçin yalnız otu-ruyorsun?» diye sordu.

— Otur!.. İyi dost, yalnızlıktan iyi; yalnızlık da, kö-tü bir dostla oturmaktan iyidir!..

Ebuzer ile Ömer kendi aralarında sohbete daldılar.Daha sonra, akşam namazı için, cemaat yavaş yavaşmescide gelmeye başladı.

Bilâl akşam ezanını okuyunca, Peygamber evin-den dışarı çıkarak namaz kıldırmak üzere mescidegeldi.

Namazdan sonra cemaat grup grup toplaşıp Pey-gamberin sözlerini dinlemek için etrafında bir halkaoluşturdular.

Ebuzer de gözlerini Peygamberin dudaklarına dik-miş, sözlerinden bir kelimesini bile kaçırmadan dik-katle dinliyordu.

Daha sonra cemaatte bulunanların çoğu yavaş ya-vaş evlerine dağıldı «Sofa Ehli» ve benzerleri sohbetedevam etti. Gece ilerleyince Peygamber evine gitmeküzere mescitten ayrıldı. Mescitte barınan sahabeler deuykuya daldı.

Vakit epeyi ilerlemiş, gecenin üçte biri geçmişti ki,Peygamber evinden çıkarak mescide geri geldi ve EbuHüreyre'ye «Dostlarıma buraya gelmelerini söyle» dedi.

74

Ebu Hüreyre herkesi yavaşça ve tek tek uyandırdı.Peygamber'in evinin önünde toplandılar. Ebuzer debunların arasında idi. Daha sonra kapının önünde du-rup izin istediler ve içeriye girdiler.

Yaklaşık otuz kişiydiler, Peygamber kendi eliyleyaptığı yemeği önlerine indirdi ve elleriyle yemeğinüstünü örterek:

— «Allah'ın adıyla başlayın. Muhammed'in canıelinde olana yemin ederim ki, Muhammed'in ailesininbu yemekten başka bir yiyeceği yoktur.» dedi.

Yemekten sonra, uyumak üzere, herkes mescidedöndü. Ortalığa tatlı bir sessizlik çökmüş, sahabileringözlerinden uyku akıyordu. Hemen derin ve tatlı biruykuya daldılar.

Ebuzer de uyumak üzereydi ki, birinin elbiseleri-nin hışırtısıyla gözlerini açtı. Peygamber, evinden ay-rılmış, mescide doğru geliyordu. Ebuzer, şaşkınlık için-de Peygamber'in mescide gelişinin sebebini bulmayaçalışıyordu. Bu sırada Peygamber namaza durdu.

Kulak, kabartınca Peygamber'in şu âyeti okuduğu-nu duydu:

«Eğer onlara azab edersen, şüphesiz ki, onlar se-nin kullarındır; bağışlarsan, doğrusu sen çok güçlü veüstünsün, hem de hikmet sahibisin.» (1)

Ebuzer, yattığı yerde, bu âyeti işitince şaşkınlığıbir kat daha arttı.

Gözleriyle Peygamberi izliyordu. Peygamber, rü-ku' ve secdelerle sabaha kadar namaz kılmaya devametti. Ebuzer hayretler içerisindeydi. Bu işin sırrını an-

(1 ) Maide sûresi, 118. âyet.

75

lamak istiyordu. Gece sona ererken Peygamber nama-zını bitirdi. Ebuzer kalktı ve Peygamber'in karşısınageçerek:

— Ey Allah'ın Resulü!.. Bu âyeti rüku' ve secdedeneden sabaha kadar okudun?!..

— «Allah'tan beni daha müşfik ve merhametli yap-masını niyaz ediyordum. Allah da bunu bana verdi.Eğer Allah isterse; kimse ona şirk koşmaz ve bu şefaat-ten faydalanır.»

76

VASİYET

Bizim Öyle bir evimiz var ki; değerli e$-yalanmızı, önceden oraya göndeririz.

«Ebuzer»

Zaman çarkını döndürürken, Ebuzer Hendek'tensonraki bütün savaşlarda Peygamber'in yanında yeralıyordu. Yiğit idi, düşmana acımadan saldırıyor, tekbaşına yola çıkıyordu. «Beni Lehyan ve Zi-kard» savaş-larında Peygamber ile birlikte kılıç sallıyordu. Hicriyılların altıncısında, Peygamber «Beni El Mustalik» mu-harebesi için dışan çıktı. Ebuzer'i de kendi yerine ve-kil olarak bıraktı. Bu davranış, Peygamber'in, onun dü-rüstlük ve olgunluğuna ne kadar itimat ettiğini gös-teriyordu. Ebuzer, Peygamber'in yanında çok yüksekbir makam elde etmişti. Her yerde ve her vakit onun-la sohbet ediyordu. Eğer onu bulamazsa hemen soruş-turuyordu. Bir gün Peygamber'in üzerinde beyaz birörtü ile uyuduğu sırada, Ebuzer yanına geldi ve onuuyandırdı. Peygamber uyandığında, Ebuzer'e: «LAİLAHE İLLALLAH dediği için, öldüğünde cennete git-meyecek kimse yoktur» dedi.

77

— Eğer hırsızlık ve zina etmiş olsa da mı öyle ola-cak?

—- Eğer zina ve hırsızlık etmiş olsa da.— Eğer zina ve hırsızlık etse de?!..Peygamber pekiştirdi:— Eğer hırsızlık ve zina etmiş olsa bile.Ebuzer çok şaşırmıştı, bu söze inanamıyormuş

gibi:— Ve eğer zina ve hırsızlık yapmış olsa da?!..— Evet Ebuzer, eğer zina ve hırsızlık etmiş olsa

da!..

Ebuzer düşüncelere dalmıştı. Daha sonra beraber-ce camiye gittiler. Camiye girdikten sonra Peygamber,Ebuzer'e:

— Ebuzer, başını yukarıya kaldır, dedi.Ebuzer başını yukarıya kaldırdığında, üzerinde

güzel elbiseleri olan bir adam gördü. Oradan birkaçadım uzaklaşınca, Peygamber yine:

— Başını yukarıya kaldır, dedi.Ebuzer tekrar başını kaldırdığında üzerinde eski

elbiseler bulunan bir adam gördü. Peygamber:— Ey Ebuzer! Allah'ın indinde üzerinde eski elbi-

seler gördüğün adam, ötekinin binlercesinden dahamakbuldür...

* * *

Ebuzer, Ümmüzer ile evlenene kadar mescitte kal-maya devam etti. Ümmüzer de Peygamber'in büyükeshablanndandı. Çektikleri sıkıntıların hepsinde cesureşiyle ortakta. Ebuzer'in bütün iftihar mücadelelerininen büyük desteği ve yardımcısıydı.

Ebuzer, Ümmüzer ile evlendikten sonra Eshab-ıSuffa ile birlikte yaşamayı terketti. Hayatını devam et-

78

tirmek üzere Medine'nin dışında kendisine küçük birhayme yaptı. Artık Ebuzer için yeni bir hayat başlıyor-du. Ebuzer, çölün tabiatına aşıktı. Onun büyük yüreğişehrin içine bir türlü sığamıyordu. Gözleri daima ufuk-larda gezinmek istiyor; önünde her an uçsuz bucaksızuzanan geniş ve düzgün bir çöl olmasını arzu ediyor-du. O yalnızlığa alışmıştı. Çoğu zaman kendi hayme-sinin önünde oturur; alabildiğine uzanan çölün sessiz-liğinin sırrına dalar, yarınlarını düşünürdü. Zihnindebelirsiz düşüncelerle günün batışını seyrederken duy-gusallaşır, güneşin doğuşu onu sevinçlere garkeder;mutluluk bahşederdi. Güneşin onun dünyasında bam-başka bir yeri vardı. Onu seyrederken ruhu; geçmişteçektiği acılar, kendi durumu, ailesi ve kabilesi ile ufuk-lar arasmda uçuşup dururdu.

Ebuzer, hırsızlık, yoksulluk ve vahşet içerisinde ya-şayaduran Arap kabilelerinin hüküm sürdüğü; Ara-bistan'ın nihayetsiz çöllerinde, artık eskisinden dahabüyük bir hızla yayılan inkılâbı, hâlâ yüreğinde hisse-diyordu. Haymesinden dışarıya baktığında; Peygam-ber'in önderliğinde çalışan insanları görüyordu. Çölünsessizliğinin sırrım düşündüğünde; kölelerin zincirleri-nin kırılışının çıkardığı sesi duyuyordu. Arapların, İs-lâm'ın gücüyle; İran ile Rum imparatorluklarının, zu-lüm ve baskısının altından kurtulurken, haykırdıklarıbağımsızlık ve hürriyet marşım işitiyordu.

Bu ebedi sessizlik içinde, sabah rüzgârı her esişin-de, beraberinde; dünya milletlerinin, hürriyet, daya-nışma ve beraberliği uğruna; İslâm'ın, İran'ın maddidünyaya tapan şanıyla, Rum'un dik kafalı imparato-ruyla yaptığı, savaşların zafer çığlıklarını Ebuzer'e ge-tiriyordu. Arabistan'ın başkenti Mekke'nin, İslâm'ateslim oluşunda Ebuzer, İslâm'm Hüma kuşunun Arap

79

yarımadasının üzerine gölge saldığını hissetti, Allah'ındini sağlamlamıyordu. Muhammed'in akıllı tedbirlerisayesinde, insanların ayrıcalığı ve birbirine olan düş-manlığı ortadan kalkmıştı. İnsanlar arasındaki, sınıfçatışmaları, kölelik ve patronluk yerini; birlik, beraber-lik, kardeşlik ve dostluğa bırakmıştı. Bu kazançlar Ebu-zer'in yüreğini sevinçle ve şevkle dolduruyordu. Yok-sul kabilelerin; fakirlerin ve kölelerin bakışlarında öy-le bir şimşek vardı ki, oradan onların ümitleri ve se-vinçleri akıyordu. Bu kurumuş gözlerdeki yoksulluk,cehalet ve çaresizlik kaybolmuş, yerine bambaşka biraydınlık ve parlaklık gelmişti. Geleceklerinden ümitliolmaları, onlara yeni bir çalışma heyecanı aşılamıştı.Ebuzer, evsiz barksız insanların ve yoksulların daharahat bir hayata kavuştuklarını görüyordu. Ama, Ebu-zer'in bu kazançları seyretmekten başka bir şeyde gö-zü yoktu. O, büyük önderlerinden olduğu yeni devlet-ten, başka bir şey beklemiyordu. Kendi yararına her-hangi bir şey almamıştı. Büyük hizmetleri olmasınarağmen şehrin dışında, çölde küçücük bir haymedenbaşka bir şey yapmadı.

Bir gün, haymesine eski dostlarından bir arkada-şı, onu ziyarete gelmişti. Adamcağız çevresine ne ka-dar bakındıysa da, haymede herhangi bir eşya göre-meyince; şaşkınlıkla Ebuzer'e doğru dönerek:

— Ebuzer! Senin evinin eşyaları nerede?— Bizim başka bir evimiz var ki, değerli eşyaları-

mızı oraya gönderiyoruz!— Sen uzun bir süredir buradasın, bir kaç parça

eşyanın olması gerekir!— Bu evin sahibi, bir an bile burada kalmaya izin

vermiyor.

Ebuzer daha sonra misafirine bakarak şöyle dedi:

80

— Allah'ın adına and içerim ki; benim bildiklerimisiz bilmiş olursanızkadmlarmızla beraber olamazsınızve yataklarınızda yatamazsınız. Dostum olan Allah'ınadına and içerim ki, O beni meyvesi tükenince kesiliportadan yokolan bir ağaç gibi yaratmıştır.

— Evet, ama bu konu seni dünyadan faydalan-maktan engelliyor mu?

Ebuzer:— Allah'ın Resulü bana; «O insana yazıklar olsun

ki; hem ahirete imanı vardır, hem de bu hilekâr dünya-dan faydalanmağa çalışır,» demişti.

Arkadaşı evinden ayrılırken, Ebuzer de mescidinyolunu tuttu. Mescide girdiğinde Peygamber'i tek ba-sma otururken gördü ve hemen selâm vererek yanmaoturdu. Peygamber yüzünü Ebuzer'e çevirerek:

— «Ev Ebuzer. mescide girdiğindetahivveti var-dır. Tehiyyat; iki rekat nama z kılmaktır.Kalk iki rekkat namaz kıl (1) Ebuzer, hemen yerinden kalkıp ikirekaat namaz kıldı. Sonra tekrar Peygamber'in yanı-na oturdu. Yalnız olduğu için iyi bir fırsatını bulmuş-tu, hemen sordu.

— Ey Allah'ın Resulü, sen beni namaz kılmayadavet ediyorsun. Namaz nedir?

— En güzel kanundur. Ne çok kılınsın, ne de az.— Ey Allah'ın Resulü, en iyi ve en güzel ameller

hangisidir?— Allah'a iman ve O'nun yolunda cihad etmektir.— Hangi mü'minin imam daha kâmildir?— Onların en iyi huylu olanlarının.— Ey Allah'ın Resulü, mü'minlerin hangisi müslü-

manlıkta en üstünüdür?

( 1 ) Tahiyet'ül Mescid : Camiye girildiğinde selâm manasına kı-lınan iki rekat namazdır. (Çev.)

F. : 6 81

— insanların, elinden ve dilinden zarar görmediğikimsedir.

— Ey Allah'ın Kesûlü, en üstün namaz hangisidir?— Kunut'u en iyi olan namazdır.— Ey Allah'ın Resulü, hangi hicret iyidir?— Günahlardan uzaklaşmak.— Ey Allah'ın Resulü, oruç nedir?— Allah'ın yanında mükâfatı en çok olan iştir.— Ey Allah'ın Resulü, en iyi cihad hangisidir?— O insanın cihadıdır ki; atını pey sürsünler, ka-

nını yerlere döksünler.

— Ey Allah'ın Resulü hangi köleyi serbest bırak-mak en iyisidir?

— Alimlerin yanında değeri çok fazla olanı ve se-vileni.

— Ey Allah'ın Resulü, insanın neyi bağışlamasıdaha iyidir?

— Kendi elinin emeğinden fakirlere bağışlaması.— Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana gönderdiği

âyetlerden hangisi daha büyüktür?— Âyet'ül-Kürsi... Ey Ebuzer, Kürsi ile birlikte ye-

di kat gök, Arş (kainat) çölüne atılmış bir halkadır.

— Allah kaç kitap göndermiştir?— Yüz dört kitap; Şife elli sahife, Nuh'a otuz sa-

hife, İbrahim'e on sahife ve Tevrat'tan önce Musa'yaon sahife, daha sonra Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an'ıindirmiştir.

—• Ey Allah'ın Resulü, İbrahim'e gelen sahifelerneden bahsediyordu?

—• Hemen hepsi öğüt ve hikmet idi: «Ey mağrurşah, kendini beğenmiş ve halkının sırtına yük olmuşkişi! Sen benim tarafımdan mazlumların yardımına ko-şasın diye seçildin...» Şöyle örnekler de vardı: «Akıl

B2

sahibi bir insanın belirli saatleri olmalıdır. Öyle birsaat ki Allah'a dua edecek, öyle bir saat ki Allah'ınkarşısında hesap verecek ve öyle bir saat ki insanınmuhtaç olduğu yeme içmeye ayrılmalıdır. Akıllı insanüç işten başka işe kalkışmaz: Ahiretin sıkıntısını dü-şünmek, hayata çalışmak ve haramdan başka lezzet-leri istemek. Akıllı insan zamanın kıymetini bilip ken-di işine yetişsin ve dilinin bekçisi olsun. İnsanın dav-ranışları fikirleri ve sözleri birbirine uymalıdır. Gerek-medikçe konuşmamalıdır...»

— Ey Allah'ın Resulü, Musa'nın sayfaları nedenbahsediyordu?

—• Baştan başa ibretlerle doluydu: «Hem ölümeinanıp hem de sevinene şaşarım, ateşe inanıp gülebi-lene şaşarım, kadere inanıp üzüntü acı çekene şaşarım,bu dünyayı görüp hilelerini kendi kavmi için düşüneneşaşarım. Hesap gününe imanı olup da iyi amel etme-yene şaşarım...»

— Ey Allah'ın Resulü, bana vasiyet et.— Sana takva (Allah'tan korkma) yi vasiyet edi-

yorum, o nimetlerin en yücesi olan şeydir.— Ey Allah'ın Resulü, bilgimi arttır.—• Kur'an oku. Kur'an okunduğunda, senin için

yeryüzünde bir nur, gökte de anılmaktır.— Fazla ıgülmekten sakın çok gülmek Kalbi öldü-

rür ye yüzün nurunu giderir.

— Hayır söylemekten başka sus. Çünkü, susmakşeytanı senden uazlaştırır, kendi dinine uymakta sanayardım eder, dost olur.

— Biçareleri ve yoksulları sev ve onlarla otur.— Kendi elinin altındaki adama iyi bak ve ona ezi-

yet etme, Allah'ın sana layık gördüğü bu nimeti hor-lama.

83

— Akrabalarını ziyaret et, onlar senden soğumuşolsalar da sen onlarla ilişki kur.

— Alan yolunda kınanmaktan korkma.— Acı da olsa doğruyu söyle.— Kendinde olmadığını bildiğin şeyleri başkasın-

da görünce ayıplama. Kendi yaptığın bir hata için baş-kasından şikayetçi olma, başa kakma. Kendinde gör-mediğin ayıp, senin için ayıp olarak yeter, öyleyse baş-kalarında ayıp arama. Kendi yaptığın işi başkalarındagörünce ayıplama.

Daha sonra eliyle Ebuzer'in göğsüne dokunarakbuyurdu:

— Ey Ebuzer, tedbir almak gibi, hiç bir akıl yok-tur. Sakınmak (haramlardan) gibi hiç dindarlık yok-tur. Güzel ahlâk gibi de iyi niyetlilik (soyluluk) yok-tur.

84

MEKKE'YE DOĞRU

«Hak geldi, batıl yok oldu. Çünkü, batılyok olmaya mahkumdur.» (1)

Kur'an

Muhammedi, etrafında kalabalık bir grup olduğuhalde, mescitte derin bir vecd içinde oturuyordu. Her-kes vahiy geldiğini sanarak onu kendi halinde bırak-mıştı. Zaman kıpırtısız ve mutlak bir suskunlukla geç-meye devam ediyordu. Zihinlerdeki hareketlerden baş-ka bir hareket görülmüyordu. Herkes nefesini tutar-casma susmuş, bu sessizliğin neticesini öğrenmek içinbekliyordu. Sanki başlarına bir kuş konmuştu; kımıl-dasalar veya bir laf etseler uçup gidecekti sanki. Buhal, bu suskunluk düzeni Ebuzer'in gelmesiyle bozul-du. Ebuzer kalabalığın arasından zorlukla kendisiniPeygamber'in yanma attı ve karşısına oturdu. Peygam-ber yüzünü ona çevirerek sordu:

— Ebuzer bugün namaz kıldın mı?— Hayır.— Kalk ve namaz kıl.

(1) îsra sûresi, 81. âyet.

85

Ebuzer kalkıp dört rekaat öğle namazını kıldı. Da-ha sonra Peygamber yüzünü ona çevirerek:

— Ebuzer, tos ve cin şeytanlarından Allah'a sığı-nının.

— Ey Allah'ın Resulü! İnsanlar içinde şeytanlarvar mıdır?

— Evet, ins ve cin şeytanları başkalarının kulak-larına güzel ve gerçek olmayan sözler söylerler.

— Peygamber susunca, Ebuzer de sustu. Muham-med'in bu sözü beyinlerde yatan yüzlerce hatırayı can-landırmıştı. Peygamber tekrar:

— Ebuzer, sana Cennet hazinesinden bazı kelime-leri öğreteyim, ister misin?

— Evet, canım sana feda olsun., — «Kuvvet ve kudret Allah'tan başkasmda yok-

tur» de.

Sessizlik tekrar ortalığı kapladı.Ansızın, Amr ibn Salim telaşla mescide geldi. Pe-

rişan bir vaziyette Peygamber'e doğru yaklaştı, karşı-sında durunca:

—• Ey Allah'ın Resulü, Kureyşliler Hudeybiye ant-laşmasını bozdular.

Kalabalık birden bağırmaya başladı:— Nasıl?.. Nasıl?..— Benim kabilem (Huzaa) sizinle, Bekr kabilesi

de Kureyşliler ile anlaşmıştı. Bildiğiniz gibi kabilemile Bekr kabilesi arasında eski zamandan beri çatışmave düşmanlık vardır. Bu düşmanlık sizin «Hudeybiye»antlaşmasını yapmanızdan sonra kesildi. Fakat siz«Mute» savaşmda Rumlardan intikam alamayınca, Ku-reyşliler bu savaştan sonra sizin belinizi bir daha doğ-rultamayacağınızı, kudret ve kuvvet sahibi olamaya-cağınızı sandılar. Bu fırsattan istifade etmek için Bekr

86

kabilesini bize karşı kışkırttılar. Bizim malımız sayılankuyunun olduğu yerde, ansızın bize hücum ederek, içi-mizden bir kısmını öldürdüler. Ey Allah'ın Resulü, on-ların bize yaptığı bu tecavüzüne karşı bize yardım ede-sin diye sana telaşla geldim.

Peygamber güven verici bir sesle:—• «Amr îbn Salim, yardım alacaksın.» dedikten

sonra uzun bir düşünceye daldı. Karşılaştıkları buönemli olayı düşünüyordu. Aralarındaki anlaşmayı bo-zan bu olay karşısında Mekke'yi almaktan başka ça-releri olmadığı görülüyordu. Peygamber, daha sonraArabistan yarımadasının her tarafına, müttefiki olankabilelere, kendilerini, daha sonraki emrini yerine ge-tirmek üzere hazırlamaları için haberciler gönderdi.Peygamber kendini büyük zafer için hazırlıyordu. Kandökülmeden Mekke'nin alınabilmesi için ne gibi tedbir-ler alabileceğini düşünüyordu. Mekkelilerin, verdiğikarardan haberleri olmasın diye, nereye gidileceğinibildirmeden halkı savaşa hazırlamaya karar verdi.Eğer Mekkeliler, yapılan bu hazırlıklardan haberdarolmazsa, kendilerini yapılmış bir işin karşısında görüpteslim olabilirlerdi.

Halk nereye gidileceğini bilmeden savaşa hazırla-nıyordu. Ordu hareket ettikten sonra, Peygamber ya-nma Ebuzer'i de alarak, Allah'ın evini ele geçirmekiçin, Mekke'ye gidildiğini haber vermek üzere şehrindışına çıktı. Yolda bir ağaca doğru giderek iki dalın-dan tutup silkeledi. Yaprakları yere döküldüktensonra:

— Ebuzer.— Evet Peygamberim.— «Müslüman bir kul, namazını Allah'ın hoşnut-

luğu için kılıyorsa, günahları bu ağacın yaprakları gibidökülür.»

87

Daha sonra birlikte yola çıkarak orduya yetiştiler.Peygamber, fetih merkez olmak üzere hareket edilme-sini emretti. Allah'tan, bilgi edinmek için yapılan ca-susluk faaliyetlerinin başarısızlığa uğramasını ve ha-zırlıklarının Mekkeliler tarafından anlaşılmaması içinyardım diledi. Orduya, bu zorluklarla dolu yolda cid-diyetle çalışmaları gerektiğini hatırlattı. Daha sonraordu Medine'den Mekke'ye doğru hareket etti. Medineo güne kadar böylesine azametli ve böylesine büyükbir orduyu hiç görmemişti. Ebuzer yol boyunca Pey-gamber'in yanından ayrılmadı ve ona, bir an bile gaf-lete düşmeden, hizmet etti.

Müslüman ordusu «Merr'üz-Zahran» bölgesineulaşmca, Mekke şehrine müphem bir korku ve endişegölge saldı. Mekke halkı savaş korkusuyla kendinikaybetmişti. Ebu Süfyan, Büdeyl ve Hakim'i haber el-de etmek için Mekke'nin dışına gönderdiler.

Abbas da Peygamber'in atma binmiş yol alıyordu.Birden önünde konuşma sesleri işitince kulak kabarttı,Ebu Süfyan ve Büdeyl kendi aralarında konuşuyor-lardı.

Ebu Süfyan:— Bugüne kadar böyle parlak bir ateş ve büyük

bir ordu görmemiştim!Büdeyl:—• Bunlar savaşmak üzere toplanan Huzaa halkı

olmalı.— Huzaa kabilesi bu kadar ateş yakabilecek ve

böyle bir orduya sahip olacak kadar kalabalık değil-dir, dedi. Ebu Süfyan.

Abbas Ebu Süfyan'm sesini tanıyıp seslendi:— «Ebu Hanzala!..»Ebu Süfyan da Abbas'ı tanımıştı.

88

— Evet Ebul FazlI Ne haberler var?— Bu Allah'ın Peygamberi'dir, zorlukla Mekke'ye

girerse, vay o halkın başına!..

Ebu Süfyan korkuyla titreyerek sordu:— Ne yapabiliriz? Anam babam sana feda olsun...Abbas, onu, bindiği Peygamberin atının terkisine

alarak yola çıktı. Halkın gözü Peygamberin atına ili-şince onlara yol açıyordu. Mekkelileri korkutmak içinonbinlerce askerin yaktığı ateşlerin arasından geçiyor-lardı. Ömer'in ateşinin karşısından geçerlerken Ömer'ingözü Ebu Süfyan'a ilişti. Abbas'ın onu koruduğunu an-ladı. Bunun üzerine kendini hızla Peygamberin hay-mesine attı. Peygamber'den Ebu Süfyan'ın boynunu vu-rabilmek için izin istedi. Tam bu şurada Abbas da hu-zura geldi ve:

— Ey Peygamberim, ben onu korumam altına al-dım!

Bunun üzerine Ömer ile Abbas arasmda şiddetlitartışmalar oldu. Bu sırada, sonunda Peygamber, Ab-bas'a:

— Ya Abbas onu sen bir gecelik yanında muha-faza et, sabahleyin yanıma getirirsin, dedi.

Ertesi sabah Ebu Süfyan'ı Muhammed'in yanmagetirdiler. Muhacirlerin ve Ensarm büyükleri de ora-ya gelmişti. Peygamber:

— Ey Ebu Süfyan! Daha henüz Allah'tan başkabir tanrı yoktur (Lâilâheillâllâh) diyeceğin vakit gel-medi mi?

— Anam babam sana feda olsun, ne kadar bağış-layıcı ve büyüksün, akrabalarına ne kadar iyi müşfikdavranıyorsun. Allah'a yemin içerim ki, eğer bir Al-lah'tan başka bir tanrı olsaydı şimdiye kadar mutlakabir şeyler yapmıştı!

89

Muhammed:— Ey Ebu Süfyan! Henüz benim Allah tarafından

gönderildiğimi anlayacağın vakit gelmedi mi?..

— Anam babam sana feda olsun, ne kadar bağış-layıcı ve büyüksün. Akrabalarına ne kadar merhamet-lisin. Allah'a, and içerim ki, ben senin boşuna olmadı-ğını düşünüyorum.

Abbas yüzünü Ebu Süfyan'a çevirerek ondan boy-nu vurulmadan îslâm'ı kabul etmesini istedi. Ebu Süf-yan da direniş göstermeden İslâm'ı kabul etti.

Ordu hareket ettikten sonra Muhammed, bir grupmuhacir ile birlikte Mekke'nin arka taraflarında bu-lunan bir tepeye çıktı. Karışıklıklarla, çalkantılarla do-lu yedi yıl gurbetlikten sonra önlerinde duran Mekke'-nin manzarasına baktılar. Muhammed bulunduğu te-penin üzerinden etrafa göz gezdirirken bir hatırası daona doğru hızla yaklaşıyordu : Yalnızlık ve suskunluk-la uzun geceler geçirdiği Hıra dağmdan derin bakışla-rını ayırmıyordu. Kendiisne ilk defa vahiy indiği gece-nin hatırası beyninde birden bire canlanıvermişti. Çölebaktığında kendi çobanlık ve tüccarlığını hatırlıyordu.Şehre baktığında ise gördükleri baskı ve işkenceler ge-liyordu aklına.

Şefkatli Hatice'nin evi ve Allah'ın büyük evi gö-rünüyordu. Şehrin her sokağından acı tatlı hatıralarayaklanmış ona doğru geliyorlardı. Muhammed'in ar-zu ve hasret dolu gözleri çevredeki dağların arasındadolaşıyordu. Mekke'nin evlerinin bulunduğu vadiyebakarken, etrafa sırlar saçan bir suskunlukla hatıra-larına dalmıştı. Ansızın yanaklarına dökülen iri göz-yaşları bu suskunluğu bozdu ve Muhammed secdeyevardı.

90

Peygamber'in istirahat etmesi için Hatice ve EbuTalibin mezarlarının yanında özel bir yer hazırlamış-lardı. Sordular:

— Acaba dinlenmek için kendi evinize mi gidecek-siniz?

— Hayır, Mekke'de benim için ev bırakmadılar!

Hatice ile Ebu Talib'in mezarlarının yanında hazır-lanan yerde dinlendikten sonra devesine binip dağdanaşağıya indi. Ebuzer etrafına hamur parçalarının ya-pıştığı bir kabı, su ile doldurup getirdi. Bir kumaş par-çasını Muhammed'in önüne tuttu ve Muhammed yı-kandı. Muhammed de öyle yaptı ve Ebuzer gusletti.Daha sonra yürekleri sevinçle dolu Ka'be'yi ziyaretekoştular. Peygamber atının üzerinden inmeden Ka'be'-nin etrafında yedi kere tavaf etti. Sonra da Ka'be'ninkapısını açtı. Artık tarihin bir dönüm noktasına ulaşıl-mıştı. Yakında Putperestliğin sonu ve Tevhid'in baş-langıcı ilân edilecekti. Putlar kendi kudret ve büyük-lüklerinin son anlarını yaşıyorlardı. Muhammed, Ka'-be'nin kapısında durdu ve yüzünü halka çevirdi. Ku-reyş'in ölüm kalım mücadelesi onun iki dudağının ara-sında görünüyordu. Bekleşenler bakışlarını oraya dik-miş, Muhammed'in, mağlup Mekke'nin geleceğim be-lirlemesi için, savaşın sonucunu ilân edecek sözlerinibekliyorlardı. İntikam tehlikesiyle, büyük olaylara ge-be suskunluk arasında dalgalanan kalabalıklar durul-du. Ansızın Peygamber'in dili çözüldü ve konuşmayabaşladı:

— «Ey insanlar! Hakikat biz sizi bir erkek ve birdişiden yarattık ve birbirinizle tanısasınız diye sizi mil-letlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah'ın

91

yanında en şerefli ve en itibarlınız, ondan (en çok say-gı ile) korkup, (fenalıklardan) sakınmazdır.» (2)

Buna rağmen Kureyşliler canlarını emniyette his-setmiyorlardı. İçlerindeki korku henüz geçmemiş, kor-kunç geleceklerini bekliyorlardı. «Acaba herkesi öldü-recekler mi? Acaba intikam mı alacaklardı?..» Dahasonra Peygamber sordu:

— «Ey Kureyşliler. Benden ne umarsınız, benimsizin hakkınızda nasıl muamele edeceğimi zannediyor-sunuz?»

— İyilik yapacaksın, sen büyük bir kardeş ve bü-yük bir kardeşin oğlusun.

— «Gidin. Hepiniz hürsünüz.»Muhammed güçlüyken affetmekten haz duyuyor-

du. Elinde bir sopa olduğu halde Ka'be'ye girdi. Yü-reği Allah'ın kudreti karşısında teslimiyetle dolu birşekilde Ka'be'nin içindeki putları işaret ederek:

— «Hak geldi batıl zail oldu. Çünkü batıl yok ol-maya mahkumdur.»

Bunun üzerine putlar etrafa; arkaya ve öne doğruyıkılmaya başladı. Bu hareketi herkes sevinç ve heye-canla tekrar ediyordu. Ebuzer de putların imhasındaçalışırken içinde kopan sevinç tufanı, dışarıya göz yaşıolarak dökülüyordu, etrafındakiler de onun ağlayışınakatıldılar. Bir yandan da haykırmaya devam ediyor-lardı:

— «Hak geldi batıl yok oldu. Çünkü batıl yok ol-maya mahkumdur.» (3)

( 2 ) Hucurat sûresi, 13. âyet.( 3 ) tsra sûresi, 81. âyet.

92

MELEKLER ALEMİNDE

«Muhammedi Seni peygamberliğe seçe-ne andolsun ki; Ebuzer, göklerdeki me-lekler aleminde, yeryüzünde olduğundandaha ünlüdür.»

Cebrail (A.S.)

Arap kabileleri grup grup, Peygamber'e yüz sür-mek ve Allah'ın dinine girmek için geliyorlardı. îslâmbayrağı yarımadanın bir ucundan diğer ucuna kadardalgalanıyordu. Peygamber, artık vergi ve zekât top-lamak için etrafa adamlar gönderiyordu. Müslüman-lar arasında servet ve zenginlik belirtileri görülmeyebaşlanmıştı. Açlar doyurulmuştu. Yoksulluk ve çare-sizliğin tuzağından kurtulmuşlardı.

Ama Ebuzer?!.. Ebuzer dindarlık ve dürüstlüktenelini eteğini çekmemişti. Kendi kendine arpadan yap-tığı yemeğinden başka bir şeyi yoktu. Bir ara Rebeze'-ye giderek orada bir süre eğleşti. Sonra Medine'ye geridöndü. Daha yoldan gelir gelmez sevgili Peygamberi-ne koştu. Yanında kıpırtısız ve tek laf etmeden oturu-verdi. Peygamber:

93

— Ebuzer! diye seslendi.Ebuzer, buna başını önüne sessizce eğip cevap ver-

medi. Muhammed:— Ebuzer! Annen matemini tutsun!Ebuzer büyük bir utanç içindeydi, alçak bir sesle :— «Temiz değilim.» dedi.Peygamber, kadın bir köle çağırıp su getirmesini

emretti. Ebuzer suyu aldı ve devesinin arkasında giz-lenerek gusletti. Daha sonra geri dönerek selâm verdive Peygamber'in yanına oturdu. Peygamber:

— Eğer yirmi yıl da su bulamazsan; toprak yeter-lidir. Ne zaman su bulursan hemen vücudunu yıkar-sın.

Peygamber, tatlı bir nağmeyle ve cana can katansözlerle Ebuzer'e nasihat ediyordu. Ebuzer de onu pür-dikkat dinliyordu. Tam bu sırada vergi toplama me-muru olan «İbn Leytiye» çıkageldi. Getirdiklerini gös-terdikten sonra bir kısmını kendine alıkoydu -. «Bu kı-sım sizin olsun, diğer kısmı da ben kendime ayırdım»,dedi. Peygamber'in yüzü öfke ateşiyle parladı. Bu man-zarayı gören Ebuzer, İbn Leytiye'ye doğru dönerek :

— Sana nasıl tarif etmişlerdi? diye sordu.Bu sırada Peygamber'in yüzünde ıstırap ve öfke

görülüyordu, «Allah'a şükürler olsun» dedikten sonra,halkı muhatap alarak:

— Allah tarafından bana verilen görevi yerine ge-tirmek için ben aranızdan bazı kişileri memur ettim.İçinizden biri gelip; «Bu kısım sizin, diğer kısmı da ken-dime götüreyim mi?» diyor.

— Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki; neolursa olsun, halka ait olan maldan, kim bir şey alır-sa, kıyamet gününde deve, koyun veya halka ait hangimal ise, boynuna binecektir. Mahşer çölünde, bu hay-

94

vanlar bir yandan feryat ederken, o kimse rüsvay ola-caktır.»

İbn Leytiye getirdiklerinin hepsini geri verdi ve hiç-bir şeye de el sürmedi. Ebuzer ona taraf dönerek:

— «îşte bu senin için daha iyidir.» dedi. Adam:— Ben bilmiyordum...Başını boynunu arasına çekti, utanç içindeydi ve

pişmanlık duyuyordu. Sıkıntılı bir suskunluğa gömül-müş, içinde zıt kuvvetler fırtınalar koparıyordu. Ebu-zer:

— Üzülmene gerek yok! Şunu bilmelisin ki, budünya başka bir evi olmayanın evidir. Servet ve mal,serveti olmayanındır. Bilgiden başka şeye çalışan boşu-nadır. Hemen Peygambere git ve özür dile.

İbn Leytiyye, Peygamber'in yanma giderek özürdiledi. Peygamber; «Allah diyor ki :

— Ey benim kullarım, hepiniz günahkâr olabilir-siniz, fakat benim terbiye ettiğim hariç. O zaman, siziaffedinceye kadar benden af dileyin. Benim bağışlayı-alığımı bilip, var gücüyle benden af dileyeni bağışla-rım. Sizin hepiniz yolunuzu kaybetmişsiniz, benim doğ-ru yolu gösterdiğim kişi hariç. Hepiniz fakirsiniz, be-nim zengin ettiğim hariç. Öyleyse bana, dua edin kisizi de zengin edeyim...»

Peygamber gittikten sonra, halkın arasında her ka-fadan bir ses çıkmaya başladı. Ebuzer de Allah'a duaederken dürüstlük ve dindarlığı için şükürler ediyor-du. Bu fani ve küçük dünyaya bağlanmayı aşağılıyor-du. Ebuzer, fakirler ve yoksullar ile anlaşarak malla-rını paylaşanları, sermayedarlık ve altın severliktenuzak duranları ebedi cennetle müjdeliyordu. Halk da-ğılınca, Ebuzer de evine gitmek üzere yola koyuldu.

95

Yolda Peygamber ile karşılaştı. Cebrail de bir erkeksuretinde Peygamber'in yanında idi. Ebuzer selâm ver-meden onların karşısından geçti. Cebrail:

— Bu Ebuzer idi, eğer selâm vermiş olsaydı, onacevap verirdim.

Muhammed:— Cebrail sen onu tanıyor musun?!.— «Senin peygamber olmana karar verene yemin

ederim ki, o göklerdeki melekler aleminde, yeryüzün-de olduğundan, daha meşhurdur.»

— Bu rütbeye hangi sebeple ulaştı.?— Bu fani dünyadaki dindarlığı, sadeliği ve dü-

rüstlüğü ile...

$6

EBUZER OLSA GEREK

Peygamber'e, Şam'da bir çok grubun bir araya ge-lerek İslâm'a karşı hazırlandıklarına dair haberler gel-di. Heraklius, Rum İmparatorluğunun askerlerini si-lahlandırmış; Lahnı, Cüzam, Amile ve Gassan kabile-leri de onunla elbirliği etmişlerdi. Heraklius Arabis-tan'ın kuzeyinde, Mute savaşının kötü hatırasını gide--rebilmek için, savaşa karar kılmıştı. Bu olaylar cere-yan ederken Muhammed, memlekette asayiş ve emni-yeti sağlamakla uğraşırken, bu güçlü düşmana karşıkoyabilmek için kendi kuvvetlerini hazırlamak zorun-da kaldı. Arabistan'ın havası; yazın sonunda, özellik-le sonbaharın başlangıcında çok sıcak oluyordu. Mu-hammed bu şartlara rağmen savaşmaya karar verdi.Adeta gökten ateş yağıyordu. Sanki güneşin yakıcıateşi ile yeryüzü arasındaki mesafe ortadan kalkmış;çöl yanıp kavrulmuştu. îslâm Ordusu, Rumlarla sava-şabilmek için, ülkenin dışına çıkıp, Şam'a gitmek zo-rundaydı. Yolda çölün sıcağı, insanın adeta beyninikavuruyor, damarlarındaki kanı kurutuyordu. İşteböylesine çetin bir yolculuk yapmaları gerekiyordu.İmanı zayıf bazı kişilerin iradeleri, bunları düşündük-çe daha da zayıfladı. Peygamber'i bu yolculuktan alı-

F.: 7 97

koyabilmek ve müslümanlarm ona itaat etmemeleriiçin çeşitli düzenbazlıklar yaptılar. Peygamberin aley-hinde çeşitli dedikodular çıkarmaya başladılar. Bu mü-nafıklara göre Roma İmparatorluğu'na karşı, bu deh-şetli çöl sıcağmda, sefere çıkmak çok tehlikeliydi. Hal-ka Peygamberin aleyhinde çeşitli propagandalar yap-tılar ve itaatsizlik için kışkırttılar fakat bütün bu ça-balan kendilerini ve toplandıkları yeri yaktı.

Peygamber, her sefere çıkışında, düşmanı gafil av-lamak için ordusunu en kestirme yoldan götürür vebaşlangıçta da nereye gidileceğini kimseye bildirmez-di. Fakat bu sefer yapılacak her şeyi daha ilk adımdaaçığa vurdu, çünkü bu çok zor ve dehşetli bir işti. Böy-lesine çetin bir mücadeleye, herkesin kendi iradesiyleve cam gönülden katılması gerekiyordu. Kabileler Me-dine'ye geldiler. Zenginler de orduyu donatmak içinçeşitli yardımlarda bulundular. Bu orduya karşılaştığısıkıntılar yüzünden «Zorluklar Ordusu» adı verilmişti.

Ebuzer, Peygamberin ordusu ile birlikte; Rum İm-paratoru ile savaşmak üzere, Tebük'e doğru hareketedeceğini öğrenince, onlarla beraber gitmeye karar ver-di. Devesinin çelimsiz halini görünce, Medine ile Te-bük arasındaki uzun ve zahmetli yolu, bu deveyle aşa-mayacağım anladı. Biraz düşündükten sonra kendikendine şöyle mırıldandı:

— «Ona birkaç gün ot verir ve kuvvetlendiririm,daha sonra da Peygamberin yanma yetişirim.»

Çölün kavurucu sıcaklığı ve bu uzun yolculuğun sı-kıntıları, baza imam zayıfların şehirde kalmak için, çe-şitli bahaneler aramasına yetiyordu. Oysa bu sırada,yolculuk için bir merkepleri bile bulunmayan yoksulmüslümanlar, iman ve Allah yolunda savaşabilmek için

98

yanıp tutuşuyorlardı. Ağlaya sızlaya, bu büyük saadet-ten mahrum kalmasınlar diye, Peygamber'den kendile-rini de birlikte götürmesi için yal varıyorlardı. Peygam-ber bunların mümkün olan bir kısmını sefere hazırla-dıktan sonra, geriye kalanlara yüzünü dönerek; «Sizibindirecek bineklerim yok» dedi. Geride kalanları sa-vaşa gidememenin uktesi boğazlarını sıkıyor ve yaşlıgözlerle, imrenerek mücahitlere bakıyorlardı. Muham-med çok çalışmasına rağmen yorulmadı. Rumlarla sa-vaşmak üzere otuz bin asker hazırladı. Ordu Medine'-nin dışında namaz kıldıktan sonra hareket etti. Hertaraftan büyük bir toz ve toprak bulutu göğe yükseldi.Çöl ortasında, damlara çıkarak onları uğurlayan ka-dın ve çocuklar, gözden kaybolana kadar, onları izle-diler. Daha sonra yaşlı ve ümitsiz gözlerle evlerinedöndüler.

Zorluklar ordusu, Allah'ın hoşnutluğunu kazan-mak ve Allah yolunda cihad etmek için; her deveninüzerinde iki veya üç asker olmak üzere, yol alıyordu.Münafıklar ise, şehirde Allah'ın gazabı ve utanç için-de boğuldular. Ordu çölün kalbini yararken, güneş gö-ğün göğsünden onlara ateşler yağdırıyordu. İmanı za-yıf olanlara bu sıkıntılar herkesten daha çok acı veri-yordu. Attıkları her adımda geri dönme fikirleri dahada kuvvetleniyordu. Ka'ab Ibn Malik ansızın Medineyoluna doğru geriye döndü. Sahabeler, Peygamber'e:

— Ey Allah'ın Resulü, Kaab îbn Malik döndü!..— Bırakın gitsin, eğer onda bir iyilik varsa, Al-

lah onu kısa zamanda geri döndürecektir. Aksi halde,sizleri onun kötülüklerinden kurtarmıştır.

Ordu yoluna devam ediyordu sahabeler bağırdılar :— Ey Allah'ın Resulü, Merare İbn Rebi' döndü.— Bırakın gitsin, eğer onda bir iyilik varsa, Allah

99

onu kısa zamanda geri döndürecektir. Aksi halde, sizionun kötülüklerinden kurtarmıştır.

Ordu gene yoluna devam etti. Biraz gittikten son-ra sahebeler tekrar bağırdı:

— Ey Allah'ın Resulü, Hilal İbn Ümeyye (1) dön-dü.

Peygamber önceki sözlerini tekrarlayarak yolunadevam etti. Çekilen sıkıntı ve meşakkat her an birazdaha artıyordu. Peygamber ansızm yeni bir haykırışduydu:

— Ey Allah'ın Resulü! Ebuzer döndü!!..— Bırakın gitsin, eğer onda bir iyilik varsa, Allah

onu kısa zamanda geri döndürecektir. Aksi halde, sizionun kötülüklerinden kurtarmıştır.

«Ooh! Ebuzer savaştan mı kaçıyor? Peygamber'ekarşı mı geliyor? Acaba Medine'ye mi dönecek? Ha-yır, nasıl olur da, Ebuzer sevgili Peygamberine karşıçıkar? Onu çölün ortasında güç durumda bırakıp şe-hire nasıl döner? Ebuzer, Medine'ye münafıkların ara-şma katılmaya nasıl döner? İmkânsız...

Ebuzer basma bir uğursuzluk geldiğini anlamıştı.Var gücüyle hayvanın hareket etmesi için dehledi. Bel-ki devesi bir gayrete gelir de sevgili Peygamberine ye-tişirdi. Ama bu çabalan hiçbir işe yaramadı. Çelimsizhayvan gücünün son damlasını da harcamış, artık biradım atacak hali bile kalmamıştı. Hiç bir çaresi yoktu.Kendisinin utancına sebep olan bu deveyi çölün orta-sında bırakıp, eşyalarını sırtına vurarak, savaşa ve yi-ğit kardeşlerine katılmak için, Muhammed'in ardı sırayürümeliydi.

(1) Bu üç kişi garip bir utanç içinde kalmıştı. EM gün kadarkimse onlarla konuşmadı ve onlarla hiçbir iş yapmadı. Taki hayat ve yaşamak onlara acı gelip tövbe ettiler. (A.Ş.)

100

Devesinden inerek üzerindeki eşyaları aldı ve hay-vanı kendi haline bıraktı. Eşyalarını sırtına vurduktansonra, çölün uçsuz bucaksız yolunu önüne aldı. Gök-ten ateş yağarken adeta taşlar eriyordu. Aşırı susuz-,luk ve güçlük bunaltmıştı. Yol uzun, çöl geniş ve kuru;hava da yakıcı ve sıcaktı. Her adımda ölümün soğuktebessümünü ve gölgesini ensesinde hissediyordu. Fa-kat, o adımlarını güven ve sebatla atmaya devanı edi-yordu. Yüreğini Allah'a dayamıştı. Onun lütfundanümidini kesmemişti. Belindeki kemerini daha dasıktı. Vicdanı ona siyah gecelerin sonunun aydınlık,her zorluğun bir kolaylık ve her darlığın sonunun ge-nişlik ve ferahlık olacağını fısıldıyordu.

İradesi daha da güçlenmişti, kendini sıkıntılarakarşı daha sabırlı hissediyordu. Güçlü iradeyi tanımış-tı. Ne olursa olsun, hedefe varmak zevki onu rahatla-tıyordu. Dolayısiyle yoluna devam etti. Çölün bu kavu-rucu sıcaklığı ve susuzluk ona Peygamberini hatırlatı-yordu : *Acaba şimdi o ne yapıyor? Başına neler geldi?Bu zahmetler ve sıcaklık ile nasıl başediyor?.. Mutlakabu nihayetsiz ve ateş yağan çölde su bulamamıştır, su-suz olmalı...» diye düşündü. Tam bu sırada göğün birköşesinde bulutlar gördü. Bu karaltılar orada yağmuryağdığını gösteriyordu. Ebuzer kendi yolunu o tarafaçevirdi. Sonunda yağmur sularının biriktiği büyük birtaşın yanma geldi. Yanındaki tulumunu doldurdu veyanık ciğerini serinletmek için birazcık içmişti ki (*),beyninde bir şimşek ansızın çakıverdi. Bu fikir şimşeği,onu fazla içmekten alıkoydu. Suya kanmadan, tulu-munu sırtına vurdu ve iradeli adımlarla yola koyuldu.

Muhammed'in ordusu da büyük güçlüklerle karşı-laşmıştı. Güneşin yakıcı ışınları, onları adeta yakıp ka-

( • ) Sahhar, Ebuzer'in çölde su bulduğuna kani değildir. (A. Ş.)

101

vurmuştu. Yanlarında getirdikleri su bitmiş; sıcaklık,sıkıntı ve susuzluk onları takatsiz bırakmıştı. Sonun-da bir yerde mola vererek, etrafta su aramaya koyul-dular. Fakat hiç bir şey bulamadılar, Müslümanlar,aşırı susuzluğun kendilerini mahvedeceğini ve kesin-likle öleceklerini sandılar. Fakat gökte birden bire birbulut kümesi görüldü. Biraz sonra da yağan yağmurmüslümanları suya kandırdı.

Ebuzer, çölün hareketü kumlarının bir yandan öteyana kaydırdığı tepeleri büyük bir azim ve kararlılık-la geçiyordu. Muhammed'in ordusunu gördüğünde öl-gün arzulan canlamverdi. Yüreği hızla çarpmaya baş-ladı. Allah'tan, sevgili Muhammed'e kavuşması için,kendisine iki kanat vermesini istiyordu. Dostu Mu-hammed'in kendisi için kötü düşüneceğini, düşünerekbüyük bir endişe hissediyordu. Kendisini de münafık-lardan ve muhaliflerden sanacağından korkuyordu.Ebuzer arzu dolu .bakışlarını Muhammed'in ordusun-dan hiç ayırmadan hızım arttırdı. Bu sırada askerlerarasından biri, çölde bir karaltının yaklaşmakta oldu-ğunu gördü. Biraz durduktan sonra:

—• Ey Allah'ın Resulü! Bu ıssız çölde bir kişi tekbasma yol alıyor!?

Peygamber:— Ebuzer olsa gerek...Oradakiler gelenin kim olduğunu anlamak için

merakla bekleşiyorlardı. Ansızın içlerinden biri ba-ğırdı:

— Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi bu Ebuzer'dir.Muhammed:— «Allah Ebuzer'i bağışlasın, yalnız yaşıyor, yal-

nız ölecek ve yalnız neşrolunacaktır.» dedikten sonraböyle vefakâr bir dostu olduğu için sevinç ve istekleona doğru koştu. Elini boynuna koyarak:

102

— Ebuzer! Bana doğru attığın her adım için Allahgünahlarını bağışlayacaktır. Daha sonra Ebuzer'in sır-tından eşyalarını alarak yere indirdi. Ebuzer, açlık, su-suzluk ve aşırı yorgunluktan yere yığıldı. Peygamber:

— Ebuzer'e su verin, çok susamıştır.— Benim yanmada suyum vardı...— Yanında su olduğu halde susuz musun?!..— Evet. Babam anam sana feda olsun, yolda yağ-

mur suyunun biriktiği bir taşla karşılaştım. Ondan bi-raz tattığımda çok soğuk ve lezzetli olduğunu anlayın-ca; kendi kendime, dostum Muhammed de bu sudaniçinceye kadar, içmeyeceğim diye karar verdim.

Muhammed:— Allah seni bağışlasın Ebuzer! Yalnız yaşıyorsun,

yalnız öleceksin ve yalnız haşrolunacaksm...

103

MÜJDE

Ebuzer, Peygamber ile beraber hacdan döndü. BuPeygamber'in son hac yolculuğu idi. Ebuzer, kendi ken-dine bu yolculuğu düşünüyordu. Peygamber, hac fari-zasını yerine getirdikten sonra, yaptığı konuşmada(hutbede) çok önemli şeyler söylemiş; ümmetindenyeni ve son isteklerde bulunmuştu.

Bu yolculukta bir olağanüstülük vardı, Ebuzer'inzihnindeki fikirler darmadağınık olmuştu. Peygam-ber'in tatlı sesiyle okuduğu; «Bugün sizin dininizi ke-mâle erdirelim, nimetimi üzerinize tamamladım. Siziniçin din olarak İslâm'ı beğendim» (1) âyeti kulağındatehlikeli çınlamalar yapıyordu. Üzerine ağır bir sıkıntıçökmüştü; bu yolculuğun Peygamber'in son yolculuğuolduğunu, görevini tamamlayan Peygamber'in kısa birzaman sonra bu dünyayı terkederek, göklerdeki dos-tuna kavuşacağını biliyordu. Ebuzer, Muhammed'denayrılma düşüncesine cesaret edemiyordu. Can sıkıcıkara düşünceler içerisine gömülüp kalmıştı. Yıllardırberaber olduğu, bir an bile yanmdan ayrılmadığı dostve liderinden, nasıl olup da ayrılacaktı? Belki de Al-

( 1 ) Maide sûresi, 31. âyet.

104

lah'ın Resulü daha hayatta iken, kendisi bu hayattankurtulacaktı. Ancak Allah'ın dediği olur diye düşündü.Ebuzer, ayrılığı düşününce bütün vücudunu, tepedentırnağa yakıcı bir ateş bastığını hissetti. Muhammedigörmek arzusuyla evinden ayrıldı. Peygamber, kendi-sini dikkatle dinleyen dostlarıyla birlikte, camide birköşeye oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada Ensar'daniki kişi, Peygamberin ashabı tarafından çepeçevre ku-şatıldığını görünce, biri diğerine:

— Şunlara iyice bak; bunlar her zaman birlikte-dirler ve birbirlerinden çok ender ayrılırlar. BunlarPeygamberin çok samimi ve candan dostlarıdırlar!

— Onların arasında büyük bir dostluk ve samimi-yet vardır.

— Fakat bugün aralarında birini göremiyorum!— Onun kim olduğunu tahmin edersin?— Bunların arasmda Ebuzer'i göremiyorum.— Belki de bir işi çıkmıştır.— Onu, Peygamberin ne kadar sevip saydığını

herhalde biliyorsun?— Acaba neden daima onunla konuşur ve olma-

dığı zaman da, gelmeyişinin sebebini sorar?— Doğrusu, Ebuzer, onun en samimi dostudur.

Çünkü, o dürüst ve temiz bir kişidir.

— Allah'ın Resulü, onu çok temiz ve dürüst birinsan olduğu için sever.

Tam bu sırada Peygamberin müezzini Bilâl, öfkelive canı sıkkın bir vaziyette Peygamber'e yaklaşaraktitrek bir sesle:

— Ey Allah'ın Resulü! Ebuzer ile benim aramdabir tartışma çıktı. Ebuzer bana; «Anası kızıl derili» dedi.dedi.

O sıra Ebuzer de çıkageldi. Peygamber, Ebuzer'e :

105

— Ebuzer! Arkadaşının annesine hakaret ettiğiniduydum?!..

— Evet, diye cevap verdi Ebuzer.— Ebuzer! Sen hâlâ cehaletten kurtulamamışsın,

başını kaldır da yukarıya bak. Hem şunu da unutmaki; iyi işlerde, kızıl veya kara derili insanlardan üstünolamazsın!

Ebuzer bu sözler karşısında büyük bir utanç duy-muş ve mahcubiyetinden boncuk boncuk ter dökmüş-tü. Bilâl de ona kötülük ettiğini anlamıştı. Muham-med'in kızgınlığı, Ebuzer'in yüreğine korku salmıştı. Oanda kendini yere attı ve yüzünü toprağa yaslayarak :

— Ey Bilâl! Bana doğru gel de ayağını yüzümekoy! dedi.

Bilâl, Ebuzer'in yanına koşarak selâm verdi ve onubağışladığını söyledi. Ebuzer, utancmdan boynunu bük-müş ve sesi sedası çıkamaz olmuş, mahzunlaşmıştı. Mu~hammed:

— Ebuzer, neden dostuna hakaret ettin?— Beni sinirlendirdi.— «Sinirlendiğinde; eğer ayakta isen otur, eğer

oturuyorsan bir yere yaslan» diye cevap verdi. Saha-biler kendi aralarında konuşmaya devam ederken, Pey-gamber tekrar Ebuzer'e dönerek:

— Sana yapması kolay fakat kân çok büyük olanbir iş öğretmemi ister misin? diye sordu.

— Nedir? Ey Allah'ın Resulü!— Susmayı tercih et, bu şeytanı senden uzaklaş-

tırır, dine uymakta sana yardımcı olur.

Kalabalıktakiler yavaş yavaş dağıldı. Peygamberile Ebuzer beraberce yola çıkıp çarşıya geldiler. Halkgünlük alışveriş ve ticaret faaliyetlerine dalmıştı. Pey-gamber yüzünü Ebuzer'e çevirerek:

106

— Ebuzer. Ben öyle bir âyet biliyorum ki, eğer in-sanlar yalnız onu bilip ona göre amel etseler bu onlarınkurtuluşu için yeterlidir:

«Kim Allah'tan korkar (da karşı gelmekten) sakı-nırsa, Allah ona bir çıkış imkânı sağlar. Ve ummadığı,hesaplayamadığı bir cihetten onu rızıklandırır.» (2)

Ebuzer, Peygamber ile birlikte yoluna suskun birhalde devam ediyordu. Peygamber, tekrar Ebuzer'e dö-nerek :

— Ebuzer sen dürüst bir insansın ve yakında bü-yük bir belaya duçar olacaksm.

— Allah yolunda mı?, — Allah yolunda.

Ebuzer, ileride Allah rızası için basma belalar ge-leceğini düşündükçe kendi kendine övünç duydu.Ahenkli, sağlam ve güven dolu bir sesle şöyle dedi:

— Ben o dostumdan gelecek her şeye razıyım...

( 2 ) Talak sûresi, 2. âyetin sonu ve 3. âyetin başlangıcı.

Skl tev^- .107

FİRAK (1)

Peygamber çok hastaydı, kendine geldiği bir gün,Ayşe'den dostlarını mescide çağırması için haber gön-dermesini istedi. Ayşe onlara haber verdiğinde, saha-biler selâm verip karşısında oturdular. Peygamber de-rin bakışlarını, bu saf, cesur ve cefakâr arkadaşlarınadikmiş, onları süzüyordu. Sonra, «Allah'ın rahmetiüzerinize olsun, Allah'ın bereketi üzerinize olsun, Al-lah rızkınızı ve gücünüzü arttırsm» dedikten sonra,sözlerine şöyle devam etti: «Size iyilik ve takva vasi-yet ediyorum. Allah sizi bana ısmarlamıştı, şimdi bende tekrar O'na ısmarlıyorum. Allah'tan korkmanızıemrediyorum. Sizi korkutuyorum ki, İslâm ülkelerineve Allah'ın kullarına kötülük ettiğiniz zaman övünme-yesiniz. O (Allah) bana dedi ki : «İşte ahiret yurdu.Onu yeryüzünde böbürlenip başkalarına tepeden bak-mak, fitne çıkarmak arzu ve isteğinde olmayana ve-ririz. İyi sonuç (Allah'tan) korkup (fenalıklardan) sa-kınanlarındır.» (2)

(1) Dostların ayrılması.( 2 ) Kasas sûresi, 83. âyet.

108

Peygamber susunca odaya bir sessizlik çökmüştü.Etrafındakilerden çıt çıkmıyordu. Sözlerine şöyle de-vam etti:

— Acaba sizce Cehennem'de dikbaşlüara yer yokmudur?

Odaya tekrar derin bir sessizlik çökmüştü. Pey-gamber'in can dostları, yaşla gözlerle ona bakıyordu.Tekrar devam etti:

— Ayrılık ve uzaklık yakındır. Allah'a dönme vak-tidir. Ebedi Cennet'e ve bitip tükenmeyen göklere eriş-me zamanıdır.

Odada bulunanlardan biri sordu :— Ey Allah'ın Resulü seni-kim yıkayacak?— Kendi ailemden hangi erkek bana çok yakınsa,

o yıkasın.

Başka biri:— Ey Allah'ın Resulü, sana nasıl bir kumaşı kefen

olarak hazırlayalım?—• Eğer isterseniz üstümdekilerle, olmazsa; ya Mı-

sır kumaşı veya Yemen Hüllesi (3) ile.

Üçüncü biri:—• Ey Allah'ın Resulü! Namazım kim kıldırsın? di-

ye sordu.

Bunlar olup biterken Ebuzer'in yüreği acı ve ke-derle parçalanıyordu; gözleri yaşlarla dolmuştu. Sükû-netini muhafaza etmeye büyük bir çaba sarfetmesinerağmen, sonunda kendini tutamadı. Boğazını sıkanyumruk, ölüm kokan bu konuşmalar sonunda gittikçebüyümeye başlamıştı; yüksek seslerle başlayan hıçkı-rıklar, hüngür hüngür ağlamaya dönüştü. Gözlerinden

( 3 ) Bir cins yöresel kumaş.

109

yaşlar boşalırken sevgili Peygamberi'ne hasretle bakı-yordu. Etrafındaki ashabın diğerleri ağlayınca, Pey-gamber de ağlamaya başladı. Sıkıntı, keder ve bir ölümsessizliği eve hakim olmuştu. Ebuzer'in yüreği ateşler-le doluydu, ayrılık vaktinin geldiğini anlamıştı. Ağla-mak ihtiyacını hissediyor, ancak ağlayamıyordu; gözpınarları kurumuş, boğazına da bir yumruk tıkanmıştı.Artık daha dayanamayacağını anlayınca başını önüneeğerek evden dışarıya çıktı.

Mescitte Ebubekir cemaate namaz kıldırırken an-sızın; basma beyaz bir sarık bağlamış olan, Peygam-ber içeriye girdi. Herkesin, bu güzel manzara karşısın-da, yüreği sevinç ve coşkuyla doldu. Ebuzer de Peygam-ber'i görünce, bütün vücudunu tepeden tırnağa bir se-vinç dalgasının sardığını ve yüreğinin heyecanla titre-diğini hissetti. Yüzünde sevinç ifadesi, gözlerinde birümit ışığı görülüyordu. Namaz bitince gönüllerinde bü-yük bir sevinç ve heyecanla ona doğru koşup selâmverdiler. Ebuzer de onu dinlemek ve yakından görmekiçin koşup, etrafındaki halkaya katıldı. Peygamber,evine çekildikten sonra cemaat dağıldı. Ebuzer çok ra-hatlamıştı, Peygamber'in iyileşeceğine dair içine bir hisdoğmuştu. Yüreği, sevinç ve ümitlerle yüklü evinin yo-lunu tuttu. Oysa, Ebuzer bunun son görüşme olduğu-nu ve Peygamberi bir daha böyle göremeyeceğindenhabersizdi. Ebuzer bilmiyordu ki; Peygamber, uzun yıl-lardır yanında yer alan, acı keder ve sıkıntı dolu gün-lerinde kendisini hep destekleyen dostlarıyla vedalaş-maya gelmişti. Bu acı gerçekten habersiz, saadet vemutluluk içerisinde evine dönerken, ümidi ve sığmağıPeygamber'den sonra kendisini nelerin beklediğinive rehberinin verdiği emri yerine getirirken başı-nın nasıl derde gireceğini bilmiyordu. Rehberi ona:«Ne kadar da acı olsa, daima hakkı söyle ve Allah yo-

110

lunda kimseden korkma» demişti. Ebuzer, yüreği acı-lardan arınmış ve rahat bir şekilde evine dönüyordu.Oysa kaderin ona nasıl kötü bir oyun oynayacağındanve ne gibi kötülüklerin planlandığından habersizdi. Al-lah'ın onu denemek için belâ girdabına tutacağını ne-reden bilebilirdi ki?..

Yolda akrabalarından birine rastlayınca sordu:— Kime gidiyorsun?— Sana, diye cevap verdi adam.— Niçin?— Hanımın bir kız doğurmuş.Ebuzer bir an için susmuştu. Adam :«Onlardan biri kız çocuğuyla müjdelendiğinde, Öf-

kesini yutarak yüzü kararır» (4) âyetini okuyunca:— Hayır, vallahi, ölmek için doğarlar ve yıkmak

için yaparlar ve... Sevilemeyen büyük iki dost: Ölümve fakr!..

* * *

Ansızın Peygamberin evinden taraf yürek parça-layan çığlıklar duyuldu. Halk büyük bir korku içindetitreye titreye Peygamber'in evine doğru koşuyor vebu esnada birbirine soruyorlardı:

— Allah'ın Resulü öldü mü?!..— Allah'ın Resulü öldü mü?!..Fatime'nin arka arkaya feryat çığlıkları duyulu-

yordu :«Babacığım ay babacığım?.. BabacığımDuan kabul oldu... BabacığımCebrail'in başı sağolsun... Ay babacığımFirdevs cennetinin de başı sağolsun... Ay babacığımAllahına ne kadar yakın... Ay babacığım.»

(4 ) NahI sûresi, 58. âyet.

XII

Halkın feryat ve şivanı mescitten göklere yükseli-yordu. Ebuzer, kendinden geçmiş; yağmur gibi gözyaşıdökerken, bağırıyor ve bu can yakıcı habere inanmakistemiyordu. Bu haberi düşünmek bile onu dehşete dü-şürüyordu. Bu sırada ashabtan bazıları kendi araların-da acı haberi konuşuyordu. Fakat, halk onları dinle-miyordu. Yüreklerine ve benliklerine düşen ateş, bir anbile sakinleşmelerine fırsat vermiyordu. Ömer, Pey-gamber'in başucuna gelerek yüzünü açtığında, onunsessiz halini görünce, bir an kendini kaybetti. Telaşlamescide geldi ve:

—• İçinizde bazı garazlı kişiler Allah'ın Resûlü'nünöldüğünü zannediyor! Allah'a yemin ederim ki, o öl-medi! Musa ve İsa gibi Allah'a doğru gitmiştir!

Bu sözlerle, Ebuzer'in kanlı yüreğine ince bir ümitışığı yansıdı. Ömer'in söylediklerinin doğru çıkmasınıistiyordu. Muhammed'in münafıkların ortadan kaldır-mak için geri gelmesini tasarlıyordu. Fakat, Ebube-kir'in gelişiyle, yüreğindeki bu ümit ışığı da kaybolu-verdi. Ebubekir:

— Sabret Ömer! Ey ahali susunuz! Her kim Mu-hammed'e tapıyor idiyse; bilsin ki Muhammed ölmüş-tür. Allah'a kulluk edenler ise bilsinler ki, Allah diridirve hiç bir zaman ölmeyecektir.

Ömer, Allah'ın Resûlü'nün öldüğüne inanıp ağla-maya başladı. Ebuzer, yürek parçalayan haykırışlarlagöğsünü döverken; «Arkadaşım dostum, Allah'ın Re-sulü öldü! Şefkatli ve hayırsever kardeşim öldü! Bü-yük ikram sahibi öldü. Allah'ın gönderdiği emin öldü.»diye ağıt yakıyordu. Ebuzer, yüreğinden dışarıya taşanateşi söndürecek, içini rahatlatacak bir su; teselli bu-lacağı bir ilâç arıyordu. Sonunda aradığı teselliyi Kur'-an'da bulup okumaya başladı:

112

— «Her canlı ölümü tadıcıdır (tadar). (Amelleri-nizin) karşılığını ancak kıyamet günü tam olarak gö-receksiniz.» (5)

Daha sonra ümitsiz bir şekilde yola koyuldu. Ken-di kendine şu cümleyi mırıldanıyordu:

— Hayatım elinde olana yemin ederim ki, Allah'ınResulü öldü. Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsuney Allah'ın Resulü!..

* * *

Peygamber'in mescidi gam tozuna bulanmış, kor-kunç olaylarla dolu gelecek dişlerini göstermeye baş-lamıştı. Ömer, Ebu Übeyd, Ebuzer ve diğer müslüman-lar oldukları yerde çakılı kalmışlardı. Üzüntü ve sıkın-tılarının izleri yüzlerinden okunuyordu. Bu esnada biriÖmer'e yaklaşarak:

— *Ensar Sakife'de toplandı, kendi kendilerine ha-life olarak Saad İbn Ubade'yi seçmek üzereler.» diyehaber verdi.

Ebuzer büyük bir şaşkınlık içindeydi, nasıl olur da,insanlar arasında en seçkini olan Ali'ye biat edilmez-di?! Bu şaşkınlık esnasında kendi kendine mırıldanı-yordu : «Bu iş için en uygunu Ali'dir. O, Peygamber'einanan ilk erkektir, aynı zamanda Peygamber'in am-casının oğludur, damadıdır. Acaba halk, ona biat et-mekten başka neyi düşünebilir ki?..» Ebubekir dışarı-ya çıktı. Ömer, Ebubekir'e:

— Senin haberin var mı? Ensar, Beni Saide'ninSofa (Sakife) smda toplanmış, halife olarak Saad İbnUbade'yi seçmek istiyorlarmış. Ebubekir bu haberialınca Ömer'le birlikte yanına Ubeyde (îbn Cerrah) 'yi

( 5 ) Al-i İmran sûresi, 185. âyet.

F. : 8 113

alarak Beni Saide'nin sofasına koştular. Ebuzer de on-ların peşine takıldı.

Bu sırada Ali, Abbas ve Beni Haşinı'den bazılarıPeygamber'in teçhiz ve tekfini (kefenlenmesi) ve gö-mülmesi ile meşgul olduklarından Beni Saide Sofa-sına gelmemişlerdi. Abbas, halkın Peygamberin veka-leti üzerine düşündüğünü ve saman altından bazı şey-lerin yapıldığını hissetmişti. Bunun üzerine Ali'ye yü-zünü çevirerek;

— Elini ver sana biat edeyim! Çünkü, o iki kişidenbaşka herkes, senin Peygamber'in amcasının oğlu ol-duğunu söyleyecek ve sana biat edecektir.

AH:—• Başkasının da bu işte gözü var mı?!Abbas:— En yakın zamanda anlayacaksın.Bu sırada, birinin telaşla kapıyı vurduğu işitildi.

Ali kapıya gidip:— Kimsin?— Ebuzer.— Ne haber?— Halk Ebubekir'e biat etti!Ali kapıyı açtı ve Ebuzer içeri girdi.— Nasıl?— «Ensar, Saad İbn Ubade'ye biat etmek için Beni

Saide'nin Sofası'nda toplanmıştı. Ebubekir, Ömer veEbu Ubeyde de oraya geldiler. Ebubekir orada bir ko-nuşma yaptı. Ona cevap olarak:

— «O halde bir sizden bir bizden Emir olsun.» de-diler. Ebubekir:

— Araplar bu fikri benimsemezler, Emir, ancakKureyş kabilesinden seçilmelidir. Sonuç olarak Emir

114

bizim aramızdan, vezirler (bakanlar) de sizin aranız-dan olur, diye cevap verdi. Ömer söze katılarak :

— Allah'ın adına yemin ederim ki, Arap milleti,Peygamber hangi kabileden ise, o kabileden halife ol-mazsa, itaat etmez ve bunu kabul etmez. Peygambersizin aranızdan değildi, siz onlara hükmedemezsiniz.Biz Muhammed'in kabil esindeniz. Bu herkes için apa-çık bir delildir. Kim karşı çıkarsa sapıtmış ve helak ol-muştur, dedikten sonra Ömer'in sesi tekrar işitildi:

— Ebubekir, elini ver! Ömer, Ebubekir'in elini sı-karken :

— «Ey Ebubekir, Peygamber sana müslümanlaranamaz kıldırasm diye izin vermedi mi? Sen Allah'ınResûlü'nün halifesisin, biz Peygamber'in dostları ara-sında en çok sevdiğine biat ettik.» dedi. Daha sonra EbuUbeyde de biat ederek şöy-le dedi:

— Sen muhacirler arasında en faziletlisisin. Al-lah'ın Resûlü'nün mağara dostu, Allah'ın Resûlü'nünhalifesidir. Bu konuda sen Peygamber'e en yakın olan-sın, bu konuda senden önde olacak hiç kimse var mı?»

Ebuzer'in sesi kesilince, başı önüne düştü ve derinbir düşünceye daldı.

Abbas ona bakarak:— Ben size dememiş miydim?.. Kulak asmadınız...«Sancağın dikildiği yerde emrettim ben onlaraKuşluktan başka aldıran olmadı bunlara.»

Ali:— Ne yapmalıyız?Ebuzer :— Mikdad, Selman, Ubeyde İbn Samit, Ebu Hey-

sem, Huzeyfe ve Ammar'ı, nasıl davranacağımıza ka-rar vermek için, çağırnıalıyız.

* * *

115

Gece oldu. Her zaman olduğu gibi karanlık heryeri kapladı. Fakat bu geceki karanlık; öbür geceler-den daha zifiri daha siyahtı. İlk İslâm hükümetinin te-meli atılmıştı. Bütün Ensar ne yapılacağına karar ver-mek için, mescidin önünde toplanmıştı. Ebuzer onlarahitaben:

— Şüphesiz ki bu milletin içinde halifeliğe en çoklayık olan Ali'dir. Bizler halifelik seçimini muhacirlerebırakalım. Onlar kendi aralarında bu konuyu bir ka-rara bağlasınlar. Sakife anlaşmasına bu şekilde engelolmalıyız.

Kalabalığın arasından biri sordu :— Nasıl?!Ebuzer:— Ensar, Muhammed'in kendi aralarından yaşa-

dığı için, halifelik konusunda bizden daha üstün ol-duklarını söylüyorlar. Oysa biz Ensar ve Muhacir ara-sında, Peygamberin hayatında ve ölümünde ona en ya-kın kişi olarak Ali'yi biliyoruz.

Kalabalığın arasında bir dalgalanma oldu, düşün-düler ve kendi aralarında tartıştıktan sonra bir kara-ra vardılar. Bu karara göre, göçmenler arasında yapı-lacak bir müzakere neticesinde halifelik seçimi yapı-lacak ve halife belli olacaktı.

Güneş doğunca Ebuzer, kendi evinden ayrılarakPeygamber'in kızı Fatma'nın evine, Ali'yi görmeye git-ti. Orada Ammar, Zübeyr, Mikdad ve Selman'ı görün-ce kendisi de onlara katıldı. O sırada Halit İbn Said çı-kageldi ve Ali'ye şöyle dediğini anlattı:

— Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in yerineinsanlar arasında senden daha uygunu yoktur.

110

Ebubekir ve Ömer Fatma'nın evinde yapılan top-lantıyı öğrenince, Ömer oraya giderek; Ali ve dostları-nın dışarı çıkıp herkes gibi Ebubekir'e biat etmesini is-tedi, fakat oradakilerden kimse davetini kabul etmedi.Bu sırada Ebu Süfyan gelerek ;

— Allah'a yemin ederim ki; öyle bir inkılâb görü-yorum ki kandan başka bir şey onu sakinleştiremiye-çektir (sonra Ali ve Abbas'a hitaben) :

— Ey dayanıksız! Yazıklar olsun sana. (Ali'ye dö-nerek) :

— Elini uzat sana biat edeyim. Eğer istersen Me-dine'yi Ebubekir'e (Ebu Füzeyi) karşı piyade ve atlı-larla kuşatırım.

Ali bu sözler karşısında sakındı ve dudaklarındaacı bir tebessümle şu iki beyti okudu :

«Aşağılanmayı kimse kabul etmez, ancakİki zelil ve alçaktan başka.Biri ipine mahkum edilen kabilenin eşeği,Tepesine vurulduğu halde ağlayanı olmayan çivi.»

Ebuzer, öfke dolu bakışlarla Ebu Süfyan'ı süzü-yordu. Çünkü bu sözleri Ali'nin dostlarının yolundasöylemediğini biliyordu. Belki müslümanlar arasındaikilik çıkmasını, onların zayıf ve perişan düşmeleriniistiyor olabilirdi. Bu hassas dönemi kendine ganimetbilmişti. Ali'nin dudakları konuşmak için davrandığın-da, Ebuzer gözünü oraya dikti ve zevkle bekledi. Duy-duğu bir kaç söz yüreğine su serpmişti.

Ali:— Ey Ebu Süfyan!.. Senin îslâm'a karşı kinin ve

zararın artmıştır. Senin atlılarına ve piyadelerine ihti-yacım yok...

117

EBUBEKİR

Ebuzer, elini yanağına dayamıştı. Göz pınarların-dan süzülen damlalar elini ıslatırken derin bir düşün-ceye daldı. Kaybettiği sevgili arkadaşı Muhammed'idüşünüyordu. Peygamberin ateşler içerisinde hasta ya-tağından kalkıp mescide geldiğini hatırladı. O gün :

— «Ey insanlar, Usame'nin ordusuna yol açın. Ba-zılarınız, onun emirlerine itiraz ediyorsunuz, babası gi-bi, o d a bu işe layıktır...» demişti.

Ebuzer, bu olayları zihninde tekrar canlandırırkenbir taraftan da kendi kendine soruyordu : «Acaba Ebu-bekir, Usame'nin ordusunu Kuzaa savaşma göndere-cek nü? Acaba sahabeler, onun sözlerini dinleyeceklermi? Çünkü Usame ordunun başına getirilmek için da-ha çok gençti; henüz yirmi yaşma bile gelmemişti. Oy-sa ordunun başına tecrübeli birisinin getirilmesi gere-kirdi... Ama İslâm'da yaş ne zamandan beri önemli iş-lerin yapılmasına engel olmuştu ki?.. Acaba Peygam-ber Ali'yi daha çocuk denecek yaştayken kabul etme-miş miydi? Onu kendisine halife etmemiş miydi? O sı-rada Ali daha 14 yaşındaydı. Acaba Peygamber:

— «Ömer ile İslâm iki misli daha güçlenecektir,»dediğinde, Ömer 26 yaşmda değil miydi? Acaba henüz

118

17 yaşındaki Saad Vakkas, Peygamberi müdafaa et-mek için, bir günde bin ok atan değil miydi? İnkarcı-larla savaşmamış mıydı?. İslâm gençlerin eliyle kuv-vetlenmişti. Öyleyse herkes, Usame'ye nasıl itiraz ede-bilirdi?! Hem de Peygamber, Allah'a kavuşmadan ön-ce onu seçmemiş miydi? Ebubekir'in başka çaresi deyoktu ki? Allah'ın izniyle Usame'nin ordusu gönderile-cekti... Bunun aksinin olması mümkün değildi...»

Ebuzer, olduğu yerde kımıldadı ve düşünceleri tek-rar Peygamberine doğru uçup gitti. Peygamberin ya-nma oturup vücudunun bütün zerreleriyle onu dinle-diği günü düşündü tekrar: Peygamber ona vasiyet venasihat, ediyordu. O, bu düşünceler arasındayken ye-rinden kalktı ve Ebubekir'in yanına gitmek üzere yolakoyuldu. Ebubekir'in etrafına müslümanlarm büyükbir çoğunluğu toplanmış, Usame'nin ordusunun yolaçıkışının engellenmesini istiyorlardı. Bunların çoğuPeygamberin ölümünden sonra her şeyin değişeceğinizannediyorlardı. Kimse Peygamberin ölüm haberininkabilelere ulaştıktan sonra, neler olacağını kestiremi-yordu. Ebuzer, Peygamberin kendisine yaptığı vasiyetiyerine getirmek için fırsat kolluyordu. Peygamberinvasiyeti şöyleydi: «Hak ne kadar acı da olsa söyle, kim-senin seni kötülemesinden korkma.» Kararını vermişti;eğer halife, Usame'nin ordusunu göndermek istemez-se, ona şiddetle karşı çıkacaktı. Fakat, Ebubekir ken-disinin yerine konuşunca, Ebuzer'in yüreği yumuşadıve sevince boğuldu.

Ebubekir:«Ebubekir'in cam elinde olana yemin ederim ki;

beni vahşi hayvanların parçalayacağını bilsem yinePeygamberin emrini yerine getirir; Usame'nin ordu-sunu gönderirim. Tek başıma kalacağımı bilsem yineo işi yaparım» dedi.

119

Bu sözler Ebuzer'in yüreğini ferahlattı, canına can-lar katan ümitler bağışladı. İçi sevinçle dolmuştu. Bir-den Ömer'in, ona doğru geldiğini gördü, merak içeri-sinde kaldı. Çünkü Ömer'in, Usame'nin İslâm ordula-rının başkumandanı olmasmı istemediğini biliyordu.Öte yandan Ömer, Ebubekir tarafından, büyük birşahsiyet olarak sayılırdı. Belki Ebubekir'i bu kararın-dan vazgeçirebilirdi. Neler olacağını bekledi. Ömer,Usame'nin ordusunun durdurulmasını istedi. Ebube-kir:

— «Eğer köpekler ve kurtlar beni parçalasalar bi-le Allah'ın Resûlü'nün emrini yerine getireceğim.» diyecevap verdi.

Ebuzer, büyük bir gönül hoşluğuyla dışarı çıktı.Yolda müslümanlardan bir grubun, Ömer'in yaptığıdavranışın sonucunu öğrenmek için bekleştiğini gör-dü. Ömer, gittiği yerden geriye dönünce Ebubekir'in,Usame'nin ordusunu göndermeye kararlı olduğunu öğ-rendiler. Fakat, yine Usame'nin değiştirilmesi için,Ömer'in Ebubekir ile konuşmasını istediler. Çünkü or-dunun kumandası için, Usame çok genç olduğundan,onu uygun görmüyorlardı. Askerler arasında bu iş içinen uygun olanların; Peygamber'in güzel sahabileri ara-sından biri, hatta Ömer'in bizzat kendisi kumandanlıkiçin layıktı. Geriye bunlar kalıyordu.

Ömer, tekrar Ebubekir'e dönerek Usame'nin de-ğiştirilmesini teklif etti. Ebubekir bu teklifi tekrar du-yunca, Ömer'e hiddetle:

— «Anan matemini tutsun ve senin yokluğunugörsün!.. Ey Hattab'ın oğlu, Allah'ın Peygamberi'ningörevlendirdiğini benim azletmemi mi istiyorsun?!..

Ömer, Ebubekir'in yanından ayrılırken : «Yumuşakhuylu Ebubekir nasıl olmuştu ki böylesine öfkelenip,

120

galeyana gelmişti?., diye düşünüyordu. Perişan ve mah-cup bir halde grubun arasına döndü. Utancı ve peri-şanlığı yüzünden okunuyordu, oradakiler bu halini gö-rünce her şeyi anladılar.

Halk Ömer'e koşarak; ne yaptığını sorunca, Ömerbağırmaya başladı:

— «Gidin! Analarınızın mateminizi tutmasmı isti-yorum! Sizin yüzünüzden Allah'ın Resûlü'nün halife-sinden nasıl muamele gördüm.

Ebuzer, Allah'a şükürler ederek yola koyuldu. Üsa-nıe'nin ordusuna katılmak için hazırlandı. Boru çalın-dığında, ordu harekete geçti. Ebuzer de onların ara-sında, Ebubekir'in politikasına güven duyarak, Allahyolunda savaşmaya gidiyordu.

Ebuzer, Ebubekir'in hilafeti süresince, İslâm ordu-larının; putperestliği ortadan kaldırmak ve İslâm'ın ge-lişmesi için, yaptığı bütün savaşlara katıldı. Bu savaş-larda İslâm'ın başarısı ve îslâm medeniyetinin tesisiiçin her türlü fedakârlıktan kaçınmadı. Hiçbir zamankendini kaybetmedi; daima dindar dürüst olmaya ça-lıştı. Ebubekir de, onun gibi dindar, dürüst ve temizbir insandı. Onun için hiçbir zaman ondan (Ebuzer'-den) itiraz duymadı. Her geçen günle birlikte İslâm'ınkudret ve azameti artıyordu. Ebuzer, çok basit ve sadebir hayat sürdürmeye devam ediyor; Alah yoluna kılıçsallıyordu. İslâm'ın sadeliğinin ve iman ruhunun ha-kim olduğunu gördükçe, müslümanların birlik ve be-raberliğinden lezzet ve şevk alıyordu.

121

FİTNE KİLİDİ

Ebubekir hastalandı ve bu dünyayı terk etmedenönce halifeliği Ömer'e bıraktı. Ebuzer, Ebubekir'in ölümhaberini alınca çok üzüldü. Birkaç gün Medine'de kal-dıktan sonra, karısı ve kızını da yanma ahp Şam'a gitti.Bir gün, Şam'da mescitte oturuyordu. Başka bir yerdekendi aralarında bir halka teşkil edecek şekilde otu-ran bir öbek insan her telden konuşuyorlardı. İçlerin-den biri:

— Ey Ebuzer! Acaba sen de Bahreyn hakimi (*)olan Ebu Hüreyre gibi, kendine bir makam edinmeye-cek misin?

— Bana günde bir bardak su veya süt ve haftadabir kilo buğday yetiyor! Başka ne isteyebilirim ki ha-kim olayım?

Ebuzer böyle söyleyince, başka biri:— Ömer'in Ebu Hüreyre'ye ne yaptığından habe-

riniz var mı?— Hayır! diye cevap verdiler.— Ömer, onun servetini hesaplayınca, «Seni Bah-

reyn'e bıraktığım zaman bir ayakkabın bile yoktu, fa-kat bana bugüne kadar gelen haberlere göre; aldığınatların her birine bin altı yüz dinar vermişsin. Doğru

( • ) Hakim : Bugünkü vali anlamında kullanılmaktadır. (Çev.)

122

mu?» diye soruyor. Ebu Hüreyre de şöyle cevap veri-yor : «Birkaç tane atım vardı, doğurdular. Hem bu sı-rada bazı hediyeler aldım.» Bunun üzerine Ömer; «Bensenin maaşını hesapladım, ona göre bunlar fazlaoluyor, onları geri ver!» Ebu Hüreyre de «Vermem» de-yince, Ömer «Allah'a yemin ederim ki belini kıraca-ğım» diyor ve Ebu Hüreyre'nin sırtına kırbaçla kan fış-kırıncaya kadar vuruyor, sonra da «Git ve onları ge-tir!» diye ona emir veriyor. Ebu Hüreyre, «Allah'tanyardım dilerim diyor. Ömer; «Eğer helal yoldan gelsey-di veya kendin vermiş olsaydın söylediğin doğru sayı-lırdı. Fakat sen Bahreyn'in son noktasından gelen ver-gileri bile müslümanlar için değil kendin için harcıyor-sun. Anan sana aptal çoban olmaktan başka bir şeyöğretmedi mi?» diye Ebu Hüreyre'ye çıkışmış.

Ebuzer:— Ömer ne yapmışsa, Allah'ın ve Peygamberinin

hoşnutluğu için yapmıştır. Çünkü amir olan bir kimsekendisi için değil, halk için çalışmalıdır.

Oturanlar arasında olay tartışılmaya başlandı. Busırada Şam valisi Hübeybe İbn Mesleme taraftarla-rından biri mescide girdi. Ebuzer'i arıyordu, onu bu-lunca :

— «Benim ağam (patronum) ihtiyacım gidermeniçin sana verilmek üzere bana üç yüz dinar verdi.»dedi.

— Acaba Allah'ın indinde bizden daha aziz insanbulamadı mı? Onu kendisine geri götür. Hakkımız olanbir dam ve bir hizmetçi verdiler, başka bir şeye de ih-tiyacımız yok!..

* * *

123

Ebuzer maaşını aldıktan sonra, Abdullah îbn Sa-mit ve onun hizmetçileriyle birlikte dışarı çıkıp pazaragittiler. Hizmetçiler alışverişini yaptıktan sonra para-sının üstünü Ebuzer'e geri verdiler. Ebuzer de bunuhemen fakirlere dağıttı. Olanları gözleyen Abdullah İbnSamit dayanamayıp:

— «Keşke onu dağıtmasaydın! Evde başka parayaihtiyacın olacaktır, belki de misafirin gelir!..» dedi.

— Benim dostum : «Bir kimse geriye ne kadar pa-ra bırakırsa sahibine büyük ateş olacaktır. Eğer parayıAllah için ne kadar harcarsa, Allah da onu o kadarbağışlayacaktır.» demişti, diye cevap verdi Ebuzer.

# * #

Ömer, halkının halini daha yakmdan görüp dert-lerini anlayabilmek için, Şam'a bir seyahat yapmayakarar vermişti. Şam halkı, onu sevinçle karşıladı veetrafını çepeçevre kuşattı. Ömer, Ebuzer ile karşılaştı-ğında; kucaklaşıp hararetle tokalaştılar. Ebuzer, şakayollu:

— Elimi bırak, ey fitne kilidi!— Ebuzer! Fitne kilidi de ne demek?!.— Bir gün Peygamber'le otururken sen çıkageldin.

Kalabalık çok fazla olduğundan, sen halkı rahatsız ede-rek bizim yanımıza gelmeyip en arka sıraya oturdun.İşte o zaman Peygamber, halka seni göstererek: «Buadam aranızda yaşadığı müddet zarfında sizin aranız-da fitne çıkmayacaktır.» dedi.

Artık Ebuzer ile Ömer birlikte geziyorlardı. Ebu-zer, bir gün Ömer'i düşünceli görünce sordu:

— Seni üzgün ve kederli mi görüyorum?!— Büşr'ü hazine vergilerini toplamak için görev-

lendirdim, fakat kabul etmedi. Onu gördüğümde; «Ne-

124

den görevi kabul etmedin? Yoksa bizim emirlerimizikabul etmiyor musun?» diye sordum. O da bana: «BenPeygamber'den işittim ki; «Müslümanlar arasında birkişinin bile bende hakkı olsa, kıyamet gününe kadarCehennem köprüsünde duracaktır, eğer iyi olursa kur-tulur, aksi takdirde düşer ve orada yetmiş yıl kalır.»

— Sen bunu Peygamber'den duymamış miydin?— Hayır!—• Ben de Peygamber'in; «Eğer halkı ilgilendiren

bir iş yapsam ve bir kişinin bende hakkı kalsa, bu hakkıyamet gününe kadar Cehennem köprüsünde dura-caktır. Eğer kişi iyi işler yapmışsa kurtulur, yoksa dü-şer ve orada yetmiş sene kalır.» dediğini duymuştum.

— Her ikisi de kalbime ağır bir dert yükledi. Biriolsa da (halifelik) onu benden alsa, benden ne isterseonu verirdim.

— Evet! Allah'ı unutanın sonu kötüdür, burnutoprağa sürtülür. Ama şu anda iyilikten başka bir şeygöremiyorum. Sen halifeliği, haketmeyen birine bırak-tığını düşün; o zaman hakettiğinden daha fazla cezaçekersin ve günahlarından hiç kurtulamazsın...

* * *

Ömer, halkın çeşitli işleriyle ilgileniyor; amir vememurları da denetliyordu. İnsanlar arasmda kardeş-lik, dostluk ve eşitliğin tesisi için çabalıyordu. Halk,Ömer'den; Bilâl'ın ezan okuması için, emir vermesiniistedi. Bilâl, Peygamber'in müezzini idi. Onun ölümün-den sonra dudaklarına kilit vurmuştu, cana can katanbüyüleyici ve etkili sesini artık kimse ruhunun derin-liklerinde duyamıyordu. Müslümanlar, sevgili Peygara-ber'in hayatındaki günlerin hatırasını tekrar canlan-

125

dırmak için; eski aşinaları Bilâl'in ezan sesini işitmekistiyorlardı. Ömer Bilâl'e doğru dönerek :

— «Bilâl, ezan oku.» dedi.Ayağa kalkan Bilal, mahzun ve ahenkli nağmesiy-

le ezan okumaya başladı. Bu ses, Medine'yi yıllarca ye-rinden sarsmıştı ve müslümanlar ona alışmışlardı. Buezan, Ebuzer'in yüreğine ateş düşürdü. Zihninde uçu-şan düşünceleri Medine'ye kanat açıverdi. HayalindePeygamber'i mescitte otururken gördü. Sahabeler et-rafında halka oluşturmuşlardı. İçini burkan hatıralarcanlanıvermişti.

— Eşhedüenne MuhammedenResûlallah.. Eşhedü-enne Muhammeden Resûlüllah...

Bilâl, daha fazla devam edemedi. Ebuzer de ağla-maya başladı, göz yaşlan yanaklarına bahar yağmur-ları gibi dökülüyordu. Ezan yarıda kaldı, Bilâl susmuş-tu. Ebuzer hüzünlü bir suskunluğa gömülmüş, sevgiliMuhammed'ini düşünüyordu...

126

MUHADDİS EBUZER

Yoksullar ve kimsesizler Ebuzer'in etrafında toplanmışlardı. Bu insanlar bütün vakitlerini onunla ge-çiriyorlardı. Ebuzer, Peygamber'in sözlerini ve yaşayı-şını anlatıyor; onlar da şevkle dinliyorlardı. Ebuzer, İs-lâm topluluğu içinde en güzel ve en açık biçimde ha-dis nakledenlerden biriydi. Kendisi çok temiz ve dü-rüst bir insan olduğundan, herkes onun sözlerini din-lemek istiyordu. Aralarında, bir konuda anlaşmazlıkveya şüphe olsa hemen Ebuzer'e müracaat ediyor veonun sözlerine kulak asıyorlardı. Her zaman olduğugibi, bir gün yine mescitte oturmuş sohbet ederken,halkın arasından biri hasretle; «Keşke ben de Peygam-ber'i görseydim» dedi.

Ebuzer:— Peygamber bana: «Kavmim arasında bana en

çok dost olan grup odur ki, beni görmek için bütün ser-vetini ve ailesini terketsin.» Ebuzer bu hadis ile adamacevap verdikten sonra, konuşmasına Miraç olayını Pey-gamber'in dilinden anlatarak devam etti. Bu esnadagarip bir adam gözüne ilişti ve:

— Kimsin? diye sordu.— Nafi'-i Tahî.— Hangi kabiledensin?

127

— Iraklılardanım.— Abdullah İbn Amir'i tanıyor musun?— Tabii, evet.— O, daima benimle birlikteydi ve Kur'an okurdu,

fakat mevki sahibi olmak istedi. Eğer Basra'ya gider-sen, onunla görüş. O, sana «Ne istiyorsun?» diye sora-caktır. O zaman, «Beni sana Ebuzer gönderdi» de veona selâmlarımı söyle. Ayrıca «Yemeğimizin hurma,şarabımızın da su olduğunu, bizim de onun da yaşadı-ğını» anlat.

Ebuzer konuşmasına devam ederken dostlarındanbiri gelerek selâm verip yanma oturdu. Ebuzer:

— Ne zaman Medine'den geldin?— Bugün.— Ne var ne yok?— Ömer, Ebu Süfyan'm Şam valisi olan oğlu Mua-

viye'nin yanından döndüğünü haber aldı. Muaviye'ninbabası ile birlikte kendisine büyük bir servet (vergi)göndereceğini zannediyordu. Ömer, «Bize bir şey ge-tirmedin mi?» diye sorunca, Ebu Süfyan, «Bize bir şeygelmedi ki sana verelim» dedi. Bunun üzerine Ömer,Ebu Süfyan'ın elini yakalayarak parmağındaki yüzü-ğü çıkarttı. Yanma bir haberci çağırıp, Ebu Süfyan'ınevine gitmesini ve hanımına bu nişanı kocasının gön-derdiğini ve getirdiği torbayı vermesini istediğini söy-ledi. Haberci, Ebu Süfyan'ın kansı Hind'in yanma gittive biraz sonra içinde on bin dinar olan bir torbayla geridöndü. Ömer de bu parayı devlet hazinesine teslim etti.

Ebuzer:— Vallahi bu insanların altın ve gümüş biriktir-

mek için, neden bu kadar çabaladıklarını anlayamıyo-rum! Onlar, Peygamberin; «Ben ve dünya? Benim vedünyanın misâli, sıcak bir yaz günü atma binip yola

128

çıkan süvarinin hikâyesine benziyor: Yola çıktıktanbiraz sonra bir gölgelikte bir süre dinlenecek ve orayıterkedecektir.» dediğini duymamışlar mı acaba?

içlerinden biri:— Allah'ın Resulü, «Servet ve çocuklar dünya ha-

yatının süsüdür.» demişti.Ebuzer:— Ne garip. Siz öteki dünyaya inanırken nasıl olu-

yor da, bu yalancı dünya için yalan söyleyebiliyorsu-nuz?! Buna şaşarım. Yüce Allah: «Baki kalan güzel-yararlı ameller ise Rabbinin yanında sevapça daha ha-yırlıdır, emel ve umutça da daha hayırlıdır...» (1) de-miyor mu?..

* * *Nafî-i Tahî Basra'ya gelince doğruca şehrin haki-

mi Abdullah İbn Amir'in evine gitti ve selâm verip içerigirdi. Abdullah, niçin geldiğini sorunca, Nafî:

— Ben Şam'da idim. Orada Ebuzer ile görüştük vebeni sana o yolladı...

Abdullah, Ebuzer ismini duyunca sahabilerin dü-rüstlük ve dindarlığını, Muhammed'in sade ve basit ya-şayışını; maneviyat ve dürüstlük deryasına garkolduk-lan günleri hatırladı. Nafî sözlerine devam etti:

— «Size selâmları var. Ayrıca diyor ki; «Bizim ye-meğimiz hurma, şarabımız sudur, oysa biz de yaşıyoruzsen de yaşıyorsun!»

Abdullah bu sözleri işitince çok etkilendi. Yüreğinihüzün sarmış, içini sıkıntı kaplamıştı; göğsünün düğ-melerini çözdü ve başını elbisesinin içine çekti. Öyle-sine ağladı ki, giydiği şey sırılsıklam olmuştu...

< 1 ) Kehf süresi, 46. âyet.Mal ve evlat dünya hayatının süsleridir. Hayattan maksatmal ve evlat değildir. Çünkü dünya, insanların ahirete ha-zırlanma ve orası için, eğitilme yeridir. (Çev.)

F . : 9 129

İNKILAB

Kûfe'den Medine'ye götürülen, İranlı Ebu Lülüadında bir kölenin Ömer'i namaz tekbiri getirirken öl-dürdüğü ve Ömer'in hilafeti, aralarında Ali'nin de bu-lunduğu; Osman, Talha, Zübeyr, Sad İbn Ebi Vakkasve Abdurrahman İbn Avf'tan oluşan bir şûraya (mec-lise) bıraktığı haberi Şam'a ulaştı. Ebuzer kendi ken-dine; «Hilafet Ali'nindir. Vallahi Ali'den başka kimsebu işe lâyık değildir» diye düşünüyordu. Ali hayattaiken Ebuzer sevgili Peygamber'in yanma Medine'ye git-meye karar verdi.

Hanımım ve kızını da yanma alarak Medine'ye gi-den bir kervana katıldı. Yol boyunca zihni hep Ali ilemeşgul oldu. Ali'nin güçlü bilekleriyle yapılacak par-lak geleceği tasarlıyordu. Müslümanlar arasında ger-çekleştirilecek birlik beraberlik, eşitlik ve adaleti dü-şündükçe bundan sınırsız bir haz duyuyordu. İslâm'ınparlak geleceğinden ümitli olmak, onu yüreğine rahat-lık ve kendine güven veriyordu. Cesur ve dürüst poli-tikacılarla yeni ve cesur bir müslüman toplumu düşü-nüyordu. Fakat Ebuzer'in bütün bu tatlı hayalleri vearzulan, yolda, Medine'den Şam'a giden bir kervanarastlayıncaya kadar sürdü. Bütün hayalleri ve arzuları

130

bir anda uçarak yokoldu. Bunların yerine korku vebunaltıcı bir iç sıkıntısı yüreğine gölge saldı. Osmanİbn Affan müslümanlarm halifeliğine seçilmişti. Başınıesefle önüne indirdi sıkıntılı bir suskunluğa dalarkenmırıldanmaya başladı:

«Osman mı? Osman'ın mukaddes bir insan oldu-ğuna kimsenin şüphesi yoktur. Ama bu yaşlı adam, li-yakat, sertlik ve ileri görüşlülük gerektiren, Ömer'inyerini mi alacak? Osman onun yerine nasıl geçebilir-di?!..»

Kervan Medine'ye varınca Ebuzer, Ali'nin yanmagitti ve selâm vererek oturdu. Ali ile biraz konuştuk-tan sonra, Osman'ın nasıl seçildiğim öğrendi. «Ali, ne-den hakkını almak için hiçbir davranışta bulunma-mış» diye düşünüyordu. Yüzünü Ali'ye çevirerek:

— «Allah'ın meramı böyleymiş, onun isteğine kim-se karşı duramaz.» dedi.

Ebuzer, daha sonra Medine'de kalmaya başladı.Osman'ın Beni Ümeyye'ye olan meyi ve rağbetini veonların da islâm devletine hızla nüfuz ettiklerini gö-rüyordu. Halifelik yönetimi şahlığa dönüşüyordu. Şah-ların teşrifat (protokol) ve şatafatı İslâm hükümetindede görülmeye başlanmıştı. İslâm rejiminde, dünya sev-gisi ve şehvetperestlik dindarlık ve dürüstlüğe galebeçalmıştı. Peygamber'in arkadaşlarının çoğunun da de-ğiştiğini görüyordu. Osman'a oy veren Zübeyr, Talhave Abdurrahman Avf, pek çok mal ve mülk elde et-mişlerdi. Sa'ad İbn Ebi Vakkas, Akik'de büyük bir bah-çesi ve salonları olan çok güzel bir ev yaptırmıştı.

Ebuzer bu bozulmaları gördükçe onlara karşı koy-maktan başka bir çare bulamıyordu. Sonunda ayak-landı. Devrinin halif esinden zerrece korkmuyordu. Hal-kı dindarlığa, eşitliğe ve beraberliğe davet ediyor, Os-

131

man'ın kötü davranışlarına şiddetli ve sert sözlerle kar-şı çıkıyordu.

Bir gün, Osman'ın, Hayber kalesinin ve Afrika'nınbeşte bir gelirini, (Peygamberin babasıyla beraber sür-güne gönderdiği) amcası olan Mervan-ı Hok'a (1) ba-ğışladığını öğrendi. Üçyüz bin dirhem, Haris İbn EbiEl-Ass'a ve yüz bin dirhem de Zeyd İbn Es-Sabit'e ver-mişti. Ebuzer bunları da öğrenince mescitte halka şuâyeti okumaya başladı:

«Altın ve gümüşü hazine edip de Allah yoluna har-camayanlan elem verici bir azab ile müjdele.» (2)

Mervan, Ebuzer'in kendisine ve Osman'a karşı çık-tığım duyunca, olayı Osman'a haber verdi. Osman, Nailadındaki kölesini Ebuzer'e göndererek yanına çağırdı.Ebuzer yanına geldiğinde, Osman yüzüne bakmadan:

— Ey Ebuzer, seninle ilgili bazı haberler duydum,bu davranışlarından vazgeçmelisin.

— Benimle ilgili sana ne söylediler?— Halkı bana karşı kışkırttığını duydum.— Nasıl?— Senin, mescitte «Altın ve gümüşü hazine edip

de Allah yolunda harcamayan lan elem verici bir azap-la müjdele» âyetinden başka bir âyet okumadığım duy-dum.

— Ey Osman, acaba Allah'ın Resûlü'nün halifesibeni Allah'ın kitabını okumaktan ve Allah'ın emirle-rini terkedenlere karşı gelmekten alıkoymak mı isti-yor? Allah'a yemin ederim ki, Osman'ın kızgınlığı ileAllah'ı hoşnut edeceğime sevinirim. Osman'ın hoşnut-luğuyla da Allah'ın gazaplanacağını çok iyi biliyorum!

(1 ) Mervan ibn Hakem'in kısaltılmış şeklidir.( 2) Tevbe sûresi, 34. âyet.

132

Osman'ın yüzü, öfkesinden alev alev yanıyordu,cevap vermedi. Sesini çıkarmadan bir müddet sustu.Ebuzer, güçlü bir irade ve kararlılık dolu bir yürekledışarıya çıktı.

Ali ile Ebuzer sık sık bir araya gelerek sohbet edi-yorlardı. Ebuzer'in, Osman'a ve onun yönetimine karşıyaptığı hamleler gittikçe sertleşiyordu. Osman ise buisyankârdan kurtulmak ve onu sürgüne göndermekiçin bahane arıyordu. Çünkü o, her an artan bir tehli-keydi ve yok edilmeliydi.

Ebuzer bir gün Osman'ın yanma gitti. Ka'ab El-Ah-bar, Osman'ın başbakanıydı, onunla sohbet ediyordu.Oysa bu adam aslen bir yahudi papazıydı ve Ömer'indevrine kadar da müslüman olmamıştı. Osman yüzünüKa'ab'a çevirerek:

— Halife aldığı bir malın karşılığını istediği bir za-man öderse bu caiz midir?

— Hayır bu doğru değildir, diye cevap verdi Ebu-zer.

Ka'ab:— Bunun hiçbir yanlışlığı yoktur.Ebuzer, (Ka'ab'a hitaben) :— Yahudizâde! Sen bizim dinimizi bize mi öğreti-

yorsun?!..Ka'ab şaşkın gözlerle Osman'a baktı. Osman :— Senin bize eziyetin ve arkadaşlarıma karşı yap-

tığın dilinin yarası ne kadar çoğalmış!Bunun üzerine Osman ile Ebuzer arasında şiddetli

bir tartışma oldu. Osman öfke dolu bir sesle:— Şam'a git...

133

SOSYALİZM

Ebuzer Şam'a gittiğinde Muaviye'nin Yeşil Saray'ıyapılmaktaydı. Binlerce işçi bu sarayın inşaatındaçalışırken, Muaviye onları zevk ve neşeyle seyrediyor-du. Oradan geçtiği bir sırada bu manzarayı gören Ebu-zer, yüzünü ona doğru çevirerek:

— Ey Muaviye! Eğer bu sarayı halkın parasıylayaptırıyorsan hıyanettir. Yok eğer kendi paranla yap-tırıyorsan israftır.

Muaviye'nin yüzü utançla kızarmıştı, bu soruyucevapsız bıraktı. Ebuzer de kendi yoluna devam ede-rek mescide gidip oturdu. Bir grup müslüman yanmayaklaşarak kendisine Muaviye'yi şikâyet ederek; birsüredir maaşlarını alamadıklarını söylediler. Ebuzer,başını önüne indirip, bir an düşündükten sonra yerin-den doğruldu ve halkın karşısına geçti:

— Ben şimdiye kadar meydana gelenleri bir türlüanlayamıyorum! Allah'a and içerim ki, bu ameller neAllah'ın kitabında var, ne de Peygamberin davranış-larında vardır. Allah'a yemin ederim ki, hakkın ayak-lar altına alındığını, batılm dîriltildiğini ve doğru dü-rüst konuşanların yalana diye gösterildiğini görüyo-

134

rum. Her şey birbirine karıştırılmış, ortalık toz dumanedilmiştir.

Ey servet sahipleri! Fakirlerle kendinizi eşitleyin,«Altın ve gümüşü stok edip de Allah yolunda harcama-yanları elem verici bir azab ile müjdele. Öyle bir gün-de ki, bunlar Cehennem ateşinde kızdırılarak onlarınalınları, yanları ve sırtları dağlanacak...» (i)

Ey sermaye sahipleri! Her malın üç ortağının bu-lunduğunu bilin: Biri alın yazısıdır ki, malmnı mahvol-masında senden izin almaz. Biri, başını öteki dünyanınyatağına koyacağm günü; malını çalmak için, bekle-yen varisindir. Sen Allah'a borçlu çıkarsın. Üçüncüsüde sensin, eğer kudretin varsa ve Allah'a borçlu çık-maktan korkuyorsan; diğer iki ortağından güçsüz ol-ma. Yüce Allah kitabında şöyle buyurmaktadır: «Sev-diğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, ger-çek iyiliğe elbette erişemezsiniz...» (2) Ey sermaye sa-hipleri! Acaba siz her insanın öldükten sonra hiçbiriş yapmaya kudreti olmadığını bilmiyor musunuz? Yal-nız kendilerinden sonra insanların yararlandığı bir ya-digar bırakanlar veya kendisini yad edecek temiz vedürüst evlâtlar bırakanlar müstesna. Peygamber debuyurdu ki: «Rabbim bana; eğer istersen senin içinMekke'nin putlarını altın yaparım» dediğinde, «hayır»dedim. Ben Rabbime, bir gün tok isem, bir gün aç ol-mak isterim: Aç olan günü senin huzurunda ibadet vedua etmek için, tok geçireceğim günü de sana şüküretmek için isterim, dedim.» Allah'ın Resulü hasır üs-tünde yattığı halde, sizler nazik bedenleriniz rahatsızolmasın diye; ipek kumaşlar ve diba perdeler seçiyor-sunuz. Allah'ın Resulü arpa ekmeğine doymadığı hal-

(1 ) Tevbe sûresi, 34. ve 35. âyetler.( 2 ) Al-1 tmran sûresi, 92. âyet.

135

de, sizler, birbirinden farklı çeşit çeşit yemekler yiyor-sunuz.

Ey sermaye sahipleri! Acaba sizler, her gün ikimeleğin yeryüzüne indiğini ve bunlardan birinin: «EyAllahun, yoksulları doyuruyorlar, ödül ver!» İkincisininde: «Ey Allahım, sermaye topluyorlar, toplayanlarıncanını al!» dediğini bilmiyor musunuz?!..

Halk Ebuzer'in konuşmasını dikkatle dinliyordu.Yoksullar söyledikleri karşısında, ona meczub oldular.Fakat sermaye sahipleri korkuya kapılıp, titremeyebaşladılar. Cündeb İbn Müslinıe-i Fahrî kendi kendine,«Bu bir fitnedir» diye düşündü. Daha sonra doğrucaMuaviye'nin yanma giderek: «Ebuzer Şam halkını ke-sinlikle sana karşı kışkırtacak, eğer Şam'ı istiyorsanhalkı anlamaya çalış.» diye olanları haber verdi.

Muaviye, başını önüne eğerek kara kara düşünme-ye başladı: «Acaba ona baskı mı yapmalıydı? Hayır,böyle bir davranış fitne ateşini daha da alevlendirirdi.Acaba onun yaptıklarını Osman'a mı şikâyet etmeliy-di? Osman ne diyecekti acaba? Kendi üzerine düşenbir görev olmadığını söylemez miydi? Hayır, hayır, ha-yır iyisi mi onu devam eden savaşlardan birine gön-derip Şam'dan uzaklaştırmalıydı. Çünkü, o Allah yo-lunda savaşmayı büyük bir sevinçle kabul eder.> diyedüşünen Muaviye, sonunda bu şekilde davranmaya ka-rar kıldı. Bir adamını onu çağırması için görevlendirdi.Ebuzer geldiğinde, Ebu'I-Derda, Şedad İbn Evs ve Uba-de İbn Samit Muaviye'nin yanında oturuyorlardı. Ebu-zer de onların yanma oturunca Muaviye konuşmayabaşladı:

— Ben Ömer'e, rahmetullahi aleyh, Humus vila-yetinin köylerinden birinden, Kıbrıs'tan köpek uluma-larının ve horoz seslerinin işitildiğini ve fethedilmesi

138

gerektiğini yazmıştım. Böylece oranın fethinin kolayolduğunu anlatmak istemiştim. Fakat Ömer, Allah'ınrahmeti üzerine olsun, Amr İbn'ül As'a, «Bana deni-zin ve gemilerin durumunu bildir.» diye mektup yazdı.Amr İbn'ül As da yazdığı cevapta; «Deniz, içinde çokküçük yaratıkların yol aldığı; göğün, ve suyun mavili-ğinden başka bir şeyin görülmediği, bir mahluktur. De-niz durgun olduğu zaman yelkenliler hareket edemez,yürekler korku içinde kalır; dalgalı ve fırtınalı olduğuzaman da akıllar perişan olur, durgunlaşır. Orada ümitazalır, korku artar. Denizde seyahat eden bir insan,küçücük bir çöp parçasının üzerindeki bir kurtçuk gi-bidir; eğer ağaç dönerse boğulur, eğer fırtınalardankurtulursa şaşırır kalır!» Bu cevabı alan Ömer: «Mu-hammed'i hak diye gönderene andolsun ki, böyle biryere asla müslümanları göndermeyeceğim.» Fakat, bendavetimi tekrarladım; Osman'a Kıbrıs'ın fethi için ısrarettim. O da bu konuyu, halkın onaylamasma bıraktı.Şimdi nasıl olmasını istiyorsanız birlikte karar veriniz.

Ebuzer:— Allah yolunda bir gün eğleşmek, başka amaç-

lar uğruna binlerce gün yol almaktan daha evladır.Bizler Allah yolunda cihad için çağırılmışız, bunu ka-bul etmekten başka bir şey bize yakışmaz.

Orada hazır bulunan bazı sahabiler, Ebuzer'in söy-lediklerini tasdik ettiler. Muaviye, Beni Fezare kabile-siyle anlaşan, Abdullah Ibn Kays'ı bu seferin komu-tanlığına tayin etti. Gemiler hazırlandıktan sonra ordukomutanı kareket emrini verdi.

Kürekler çalışmaya başlayınca İslâm'm deniz kuv-vetleri savaşmak üzere hareket etti. Gemiler dalgalarıyararak denizin ortasına kadar geldiler. Sahiller gö-rünmez olmuş; gök ve deniz mutlak ve ürkütücü bir

137

suskunluk içindeydi. Çepeçevre ufuklarda gökle denizbirbirinin üzerine oturmuştu. Yelkenliler bu ürkütücüsessizlik içinde yol alırken, ansızın görünmez sahil-lerden kopan bir fırtınanın gümbürtüsü yaklaşmayabaşladı. Sarhoş dalgalar, bir yandan alkış tutuyor, di-ğer yandan ayaklarını yere vurarak tepmiyor; cinnetiçkisini içmiş gibi, birbirinin üstünden atlayarak sefer-zâdelerin üzerine üzerine geliyorlardı. Ölüm İslâm or-dusunun karşısında cisimleşmiş; yokluk onları yutmakiçin dipsiz ağzını açmıştı.

Fırtına yavaş yavaş yorulunca deniz sakinleşti; çıl-gın dalgalar yerlerine dönüp oturdu ve vahşi fırtına eh-lileşiverdi. Ebuzer'in de dili çözülüp dudaklarından şuâyetler döküldü:

«Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman O'ndanbaşka taptıklarınız ortadan yok olur, derken O, sizikurtarıp karaya ulaştırınca yüz çevirirsiniz.» (3)

Müslümanların sağlıcakla kurtulup karaya çıkma-ları Allah'ın bir lûtfuydu. Mücahitlerle Kıbrıslılar ara-sında çatışma başladığında; kılıçlar öfkeyle şakımayabaşladılar. Müslümanlar korkusuz arslanlar gibi, düş-man saflarını yara yara adada ilerliyorlardı. Derkenkılıç şakırtıları kesilip, ortalık sakinleşti, Kıbrıslılar sa-vaşmaktan vazgeçip teslim oldular.

Ortak dış düşmanlar savaşı kaybedince Ebuzer'inorada kalması için, ortada bir sebep kalmamıştı. Kendimücadelesini yeniden başlatmak; Muaviye'yi korkutup,sermaye sahiplerini perişan edebilmek için tekrarŞam'a döndü. Abdullah İbn Sebe Ali'nin taraftan idive Şam halkını Osman'a ve onun yaptıklarına karşıkışkırtıyordu. Ebuzer'in döndüğünü öğrenince, onunyanma gelip:

( 3 ) İsra sûresi, 67. âyet.

138

— Ey Ebuzer! Sen gerçekten bu Muaviye'nin yap-tıklarına ve söylediklerine şaşmıyor musun?.. SankiAllah'a ait olmayan bir şey varmış gibi, benim elim-deki servete, Allah'ın malıdır diyor. Anlaşılan Mua-viye, halkın servetini de ele geçirmek ve müslüman-ları mahvetmek için bu sözleri söylüyor!

Ebuzer:— Sen onun bu sözü söylediğinden emin misin?— Evet, bütün konuşmalarında böyle söylüyor.— Allah'a yemin ederim ki, ona itiraz edeceğim.Ebuzer, hemen yerinden kalkarak telaşla Muavi-

ye'nin sarayına gitti ve izin isteyip içeri girdi.Muaviye Ebuzer'i sıcakkanlılık ve güler yüzle kar-

şıladı. Fakat Ebuzer, onun bu davranışlarını görmez-likten gelerek öfkeyle bağırdı:

— Ey Muaviye! Sen neden müslümanlarm malla-rının, Allah'ın malı olduğunu söylüyorsun? (4) Bun-dan maksadın nedir?

( 4 ) Dünyada bir taraf Allah, diğer taraf da O'ndan başka olanher şey vardır. Fakat toplumda ise, bir tarafta Allah ve halkvardır. Karşılarında ise, halka karşı olan kişiler gruplar vetekelciler vardır. Böyle durumlarda halkı, daima Allah'ınyerine koyabiliriz, çünkü halk anlamlıdır. «El-Hükmü Lillah,El-Ard-u Lillah, El-Mal-u Lillah, Fi-Sebilillah...» yani hükü-met, yeryüzü ve sermaye halkındır, kişilerden değildir. (Al-lah'tan olmayan nedir ki?)

Muaviyeler, herşeyin Allah'ın olduğunu ve halkın olma-dığım söylüyorlar. Allah'ın görüntüleri (yerdeki vekilleri) nin,yani kendilerinin olduğunu söylüyorlar. Ebuzer de, Allah'ıngörüntüleri halktır diyor. Kur'an'da bu konularda Allah'ınadı, halkın adının yerine getirilmiştir (kullanılmıştır):«Eğer Allah'a (faizsiz) güzel ödünç verirseniz, O, onu sizinlehinize kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah, şükredenlerearttırandır ve azab etmekte acele etmeyen, kullarına karşısabır ve şefkatle muamele edendir.» Teğabun sûresi, 17. âyet.(A.Ş.).

139

Buna karşılık Muaviye gülerek:— Ey Ebuzer! Allah seni bağışlasın... Acaba biz

Allah'ın kullan değil miyiz? Mal O'nun malı değil mi-dir?

— Sen böyle söyleme, müslümanlarm malı oldu-ğunu söyle!

— Peki, bundan sonra malın müslümanlarm malıolduğunu söylerim!

Ebuzer gitmeye davranmıştı ki, Muaviye :— Ey Ebuzer! Seni hangi sebepler bize karşı kış-

kırttı?— Ganimet, müslümanlarm haklarındandır ve sen

onlardan kendine hiçbir şey alıkoyamazsın. Peygam-ber'in söylediklerine, Ebubekir ve Ömer örneklerinerağmen, sen malları kendin ve Beni Ümeyye için top-luyor sun.

— Ebuzer! Senin zannettiğin gibi ben hiçbir maltoplamadım. Yalnız halk için harcanmak üzere maltopladım. Ben halkı servetten yoksun bırakmadım. Yok-sullara yardım gereken yerde yardım ettim.

— Senin bu bağışlarının ve yaptıklarının altmdayatan sebep Allah'ın hoşnutluğu değil. Sen halk tara-fından bağışlayıcı tanınmak istiyorsun. Öylece isimlen-dirilmek şöhret bulmak istiyorsun. Ey Muaviye, senzengini daha zengin, yoksulu da daha yoksul yaptın!

— Ey Ebuzer bu işten el çek! Sen halkı, sonunuAlim Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği bir inkı-lâba kışkırtıyorsun.

— Canım elinde olana and içerim ki, zenginler mal-larını yoksullarla paylaşana kadar davamdan vazgeç-mem!

Ebuzer bu sözleri söyledikten sonra hiddetle sırtınıdönüp dışarı çıktı.

140

Muaviye başını önüne eğip; «Acaba bu yaşlı ve inat-çı adamla nasıl başedebilirim?!» diye düşünüyordu.Daha sonra ayağa kalktı ve odanın içinde bir aşağı biryukarı yürümeye başladı. Sonunda kararını verip, için-de üç yüz dinar bulunan bir para kesesinin getirilme-sini emretti. Bir hizmetkârını da yanma çağırdı ve :

— «Hemen Ebuzer'in arkasından yetiş ve bu tor-bayı ona ver.» diye talimat verdi.

Hizmetçi Ebuzer'in arkasından koşarak, onu yoldayakaladı:

•— «Bunu Muaviye sana gönderdi.» dedi.Ebuzer, hizmetçinin torbayı tutan eline bir bakış

fırlattı:— Eğer bu benim gibi yoksul bırakılanların hakkı

olsaydı kabul ederdim. Fakat bağışlıyorsa, benim bunaihtiyacım yoktur!

Hizmetçi, torbayı tutan eli havada, Ebuzer'e bakıpşaşakalmıştı! Bu cevaba bir türlü anlam veremiyordu,acaba kabul mü ediyordu!? Ebuzer oldukça sert biredayla:

— Dön ve kendisine geri ver! Benim ona ihtiyacımyok!

Sonra öfke ateşiyle baştan ayağa yanar bir vazi-yette mescide gitti. Halk, özellikle Muaviye'nin eza vebaskısından Ebuzer'e sığman yoksullar, etrafım sarın-ca, tok bir sesle bağırdı:

— Ey sermaye sahipleri! Allah'ın size verdiği mal-lan yoksullara dağıtm! Bu dünya hayatı sizleri aldat-masın, mallarınızdan yoksullara da bir pay ayırın.

Allah'ın Resulü buyurdu ki : «İnsan, benim malım,benim malım der. Acaba senin yediğin yokolucu, giy-diğin eskiyen değil midir? Ancak bağışladığından baş-

141

ka geriye kalan malın var mı?» Ey zenginler grubu!Yüce Allah sermayedarlığı yasaklamıştır. Allah'ın Re-sulü : «Mahvolsun altın! Yokolsun gümüş!» diye buyur-muştur. Halbuki bu sözler sizlerin çok zoruna gidiyor.Onun dostlarının da ağırına gitmiş ve kendi kendile-rine «Acaba hangi malı alalım?» diye sormuşlardı.

Bunun üzerine Ömer onlara «Ben size Peygam-ber'in kararını bildireceğim» diyerek, Peyganıber'in ya-nma gitti; «Bu söz arkadaşlarımızın çok ağırına gitti.Kendi aralarında acaba hangi malı toplayalım? diyemünakaşa ediyorlar» dedi. Sevgili Peygamber cevabın-da «Allah'ı öven dil, şükreden gönül ve iman üzerindesizi destekleyen hanım...» diye cevap verdi.

Malların kıymeti halkın hakkıdır. Ama Muaviye,bu hakkın tamamını kendi büyüklük ve azameti; sara-yının koruyucu ve hizmetçileri için harcıyor. Muaviye,kendisi için iki elbise (biri kışlık, biri yazlık) den, Al-lah'ın evini ziyaretinin masrafı, yemeğinin masrafı veailesinin harçlığından fazlasının caiz olmadığını unut-muş mu? Tıpkı Kureyş halkı gibi yaşaması gerekmezmi? Ne herkesten daha fakir, ne de herkesten dahazengin olmaması gerekmez mi? Ömer'in davranışı, tavrıbuydu. Acaba Muaviye neden onun izinden gitmiyor?..Malların kıymetini herkesin arasında eşit bir şekildepaylaştırması gerekir. Bu şekilde paylaştırma; Peygam-ber, Ebubekir ve Ömer zamanında da vardı.

Oysa Muaviye çok sayıda mülkler edinip, onlarındöşenmesi ve düzenlenmesi için binlerce dinar harcı-yor. Müslümanları bir kenara itti. Ömer hacca gitti-ğinde, sadece onaltı dinar harcadığı halde oğluna; «Buyolculukta fazla harcadık.» demişti... Ömer, müsluman-lann önderi... Hac yolculuğunda onaltı dinar harca-dığı halde onu çok buluyor... Ama Muaviye, binlerce

142

dinarı Beni Ümeyye'ye bağışladığı halde, yaptıklarınıaz buluyor...»

Ebuzer bu sert ve ateşli konuşmasına devam eder-ken, bu söylediklerinin duyulmasından korkan bir kişi,Ebuzer'in kulağına eğilerek, yavaşça :

— «Muaviye'ye fazla dokundun, dikkatli ol!» de-yince, Ebuzer; «Benim arkadaşım Muhammed bana;«Ne kadar acı da olsa hakkı söylememi ve kimseninkınamasından korkmamamı» söylemişti. Ben onun herzaman okuduğu şu duayı okurum :

— Allahım, korkundan sana sığmıyorum. Kıskanç-lıktan sana sığınırım, hayatın aldatmasından ve ölü-mün işkencesinden sana sığınırım.»

Ebuzer'in bu sözleri üzerine, karşısındaki adamınsesi kesildi ve boğulup gitti.

Ebuzer, ihtiyatlı müslümanlardan bıkmıştı artık.Aldırış etmeden konuşmasına devam etti:

— Bunlar kendi yemeklerini hazırlamak için birsürü döşeme yapıyor ve uğraşlar veriyorlar. O kadarçok çeşitli yemekler yiyorlar ki, sindirebilmek için ar-dından bir ilaç içmek zorunda kalıyorlar. Halbuki Pey-gamber, bu dünyadan karnını iki çeşit yemekle doyur-madan gitti. Hiçbir gün hurma veya ekmeğe doyma-mıştı. Muhammed'in hanımlarının hiçbir zaman ard arda, üç gün arpa ekmeğine, sabah ve akşam yemeğindedoydukları olmamıştı. Allah'ın Peygamberi'nin ailesininevinde, aylarca ekmek veya herhangi bir şey pişirmekiçin, ateş yakılmadığı oluyordu.

Orada bulunanlardan biri şaşkınlıkla sordu :— Acaba neyle yaşıyorlardı?!— Hurma ve su ile. Allah'ın Peygamberi buyurdu

«İnsan karnından daha kötü hiçbir kabı doldurmamış-tır.» Ve yine buyurdu; «Çok yemekten uzak durun, na-

143

maz kılmakta tembelliğe sebep olur. Vücudu çürütürve hastalıkların oluşmasında en büyük etkendir.» Siz-lere, yemekte orta yolu tercih etmek vaciptir. Çünkühem israftan uzak durmuş olursunuz, hem vücudunuziçin daha menfaatli, hem de Allah'a ibadet etmekte da-ha fazla kuvvet vericidir.»

Peygamber'in arkadaşlarının harcayacak hiçbirşeyleri olmadığından, dindar olduklarım sanmayın! Ha-yır, fakat yalnız Allah'ın hoşnutluğu için ve Allah'ınvadettiklerinden ümitli olduklarından dürüstlük vedindarlığı kendilerine meslek edindiler... Daha sonra-ları, fethedilen ülkelerden, Medine'ye bir hayli mal top-landı. Bir gün Hafsa, Ömer'e; «Baba! Allah gelirimiziarttırdı, bu giydiğinden daha yumuşak elbise giysen;yediğinden daha yumuşak ve iyi yemekler yesen çokdaha iyi olur.» dedi. Ömer: «Ben seni kendime hakemtayin edeyim. Söyle bana; acaba Allah'ın Resûlü'nünkarşılaştığı zorluklara karşı nasıl tahammül ettiğiniunuttun mu? Ebubekir'in nasıl yaşadığını unuttunmu?!..»

Ömer'in verdiği bu örnekleri, kızının hatıralarınıcanlandırıp ağlamasına sebep olmuştu, babasına: «Sa-kın ha! Allah'a yemin ederim ki, saadetlerini anlarımdiye ben de onlarla geçim sıkıntısına ortaklık ediyor-dum. Allah'ın Resulü, gelirin beşte birini alıyordu; on-ları ne saklıyor ne de biriktiriyordu. Öyle ki eline negeçerse dağıtıyor ve yemek için bile bir şey ayırmıyor-du. Bir gün Ayşe, onu aç görünce, üzüntüsünden ağla-maya başladı ve:

— Ey Allah'ın Resulü! Acaba Allah'tan sana ye-mek vermesini dileyemez misin? diye sorunca, Peygam-ber :

— Ey Ayşe. Canım elinde olan Allah'a and içerimki, eğer ben Allah'tan yeryüzünün bütün dağlarını, ne-

144

reye gidersem benimle birlikte hareket edecek şekilde,altın yapmasını isteseydim, kabul ederdi. Ama ben dün-yanın açlığını, tokluğuna, fakirliğini, zenginliğine veçilesini, sevincine tercih ederim.

Ey Ayşe! Bu dünya Muhammed'e ve Muhammed'inhanımlarına layık değildir. Allah bütün büyük peygam-berlerinden dünyanın çirkinlik ve güzellikleri karşısın-da sabredilmesini ister, başkasından hoşnut olmaz. Be-ni de onlar gibi yükümlü kıldı. Bana; «Diğer peygam-berlerin sabrettiği gibi, sen de sabret.» buyurdu. Al-lah'a and içerim ki, O'nun emirlerine uymaktan başkaçarem yoktur. Allah'a yemin ederim ki, onlar gibi gü-cümün yettiği kadar sabredeceğim ve Allah'tan başkagüç ve kudret yoktur.» diye cevap vermişti.

Bir gün Kansir'in valisi olan Celam ibn Cündeb,Muaviye'nin yanına taraf giderken, sarayın önünde;uzun boylu, sırtı biraz bükülmüş, yanakları sarkmış,buğday renkli ve çıkık kemikli bir adamın öfkeyle ba-ğırdığını gördü.

— «Ateşin (Cehennem'in) yükleri sizler için geldi!Allahım! Nehyil münker'i tenkit edenlere Iânet et! EyAllahım, Emr'il ma'ruf'u terkedenlere lanet et!» (5)

Muaviye'nin yüzünün rengi uçuklamıştı. Korkuylatitriyordu. Yüzünü Celam'a çevirerek, dertli ve çilekeşbir tavırla:

( 5 ) Lanet sözcüğü akidevî Konularda çok tartışmalara sebepolmuştur. Kafirler için kullanılan bir beddua olduğu sanıl-mıştır. Yezid'e lanet edilir mi, edilmez mi? diye çok tartı-şılmıştır. Fakat Arap diline, âyet ve hadîslere dikkat edil-diğinde görülür ki, lanetten maksat «Allah'ın rahmet veyardımından yoksun kalmaktır. O'nun azabma uğramaktır.Bu kavram ise mü'minler için ve kâfirler için de geçerlidir.(Yayıncı).

F. : 10 145

— Bu bağıran adamı tanıyor musun?— Hayır.Muaviye çaresiz bir şekilde :— Kim beni Cündeb İbn Cünade'nin elinden kur-

tarabilir? Her gün tepemize dikilip, duyurmak istedik-lerini yüksek sesle söylüyor.

Daha sonra etrafındakilere:— Onu benim yanıma getirin! diye emir verdi.Ebuzer'i çeke çeke, sarayın önünden Muaviye'nin

yanına getirdiler ve karşısında ayakta durdurdular.

Muaviye;— Allah'ın ve Peygamberin düşmam! Her Allah'ın

günü tepemize dikilip bu işi tekrarlıyorsun. Peygam-ber'in ashabından birini, Osman'ın iznini almadan, nezaman öldürtmek istediysem karşımda seni görüyor-dum. Ama senin Ölümünle ilgili Osman'dan izin almamgerekiyor...

— Ben Allah'ın ve Peygamberi'nin düşmanı deği-lim. Sen ve baban Allah'ın ve Peygamberi'nin düşma-nıydınız. Görünüşte müslüman oldunuz, oysa gerçektekâfirsiniz (6).

( 6 ) Tabakat tbn Sa'd.Burada kâfir deyimi mutlak dinsizlik manasında değildir.İslâm dininin esas ruhuna inememişsiniz. Onu yaşamıyor-sunuz. Sadece İslâm safında yer alıp heva ve hevesiniz pe-şine gidiyorsunuz demektir. Yoksa eğer Ebuzer, Muaviye'yimutlak kâfir bilseydi, onun emrinde cihada çıkmazdı. Şiilerinbu gibi sözlere bakıp bazı sahabilerin küfrüne hükmetmeleritarafgirane ve yanlış bir iştir. Fitneye sebep olmaktan başkabir şeye yaramaz. (Yayıncı).

146

SÜRGÜN

«Ebuzer'den daha doğru konuşant negökler tammtş, ne de böyle biri yeryü-züne gölge salmıştır.»

«Peygamber.»

Ebuzer, zenginlere ve sermaye sahiplerine karşıyaptığı mücadelesine, hamlelerini daha da sıklaştıra-rak devam ediyordu. Varlıklılardan uzak duruyor, on-ları, mallarını ve servetlerini yoksullara dağıtmaya;eşitliğe davet ediyordu. Peygamber, Ebubekir ve Ömerzamanında olduğu gibi; eşitlik için, servetlerini yok-sullar arasında dağıtmaya çağırıyordu. Ebuzer'in buaydınlık fikirleri ve uyarıcı sözleri, zulmün kalesinisarstı. Yardıma muhtaçların ve yoksulların yüreğindeintikam ateşi yaktı. Bu ateş, Beni Ümeyye hanedanı-nın; zulüm rejiminin, ortadan kalkmasının belirtisiy-di. Yoksullar ve muhtaçlar ellerinden alınmış olan hak-larının farkına varmışlardı. Bu haklan elde etmek için;zenginlere, köleliğe, köle sahiplerine ve tüccarlarınakarşı ayaklandılar. Zenginler, yaklaşan inkılâp ve is-yanı hissedince, Muaviye'ye koşup, bu işe bir çare bul-masını istediler. Peygamber'in korkusuz ve yiğit yaveriEbuzer'in, düşünce ve görüşlerinin ortaya çıkaracağıetkiden ürkmüşlerdi. Muaviye'ye onun hakkında çeşitlişikâyetlerde bulundular. Muaviye de, onu bulup getir-meleri için adamlarını Ebuzer'i aramaya gönderdi. Ebu-

147

zer'in Şam'da yaktığı bu ateş, her gün biraz artarak,yeni zenginlerin ve eski eşrafın hayatını tehlikeye so-kuyordu. Zaten Muaviye de dini otoritesini sarsan,emellerine engel olacak bu inkılâp ateşini, bir an öncesöndürmek istiyordu.

Ebuzer ince uzun boyluydu, kararlılığı yüzündenokunuyordu. Yanına vardığında, Muaviye yerindenkalkarak, onu karşılamaya koştu. Ebuzer'e sevgi veilgiyle yanında yer gösterdi. Daha sonra hizmetçileri-ne yemek getirilmesini emretti. Ömründe ilk defa gör-düğü birbirinden güzel yemekleri, Ebuzer'in önüne diz-diler. Muaviye ne kadar ısrar ettiyse de Ebuzer kabuletmedi ve:

— «Allah'ın Peygamberi'nin zamanında, benim ye-meğim, haftada bir kilo arpa idi. Allah'a yemin ederimki, bu yemeğime başka bir şey ilâve etmeyeceğim. Al-lah'a kavuşuncaya kadar da böyle yemeye devam ede-ceğim.» diye karşılık verdi.

Yüzünü Muaviye'y© çevirip üzgün bir ifadeyle :—• Değişmişsiniz!.. Sizin için arpadan ekmek pişi-

riyorlardi; hamur konulacak yer yoktu. Ateşin dumanı-na tutulduktan sonra, iki parça etle yenilirdi. Oysa şim-di çeşit çeşit yemekleri değişik şekillerde pişirip yiyor-sunuz; sabah bir elbise, akşam ise başka bir elbise gi-yiyorsunuz, halbuki Peygamber'in zamanında böyle de-ğildiniz!..

Muaviye:— O devirler gerilerde kaldı! Şimdi biz, yabancı

bir ülkedeyiz. Bunların karşısmda ululuk ve azametledavranmazsak, bizi yoksul ve güçsüz sanacaklardır.

( * ) Daha evvel Hz. Ömer de, onu ipek elbiseler içinde görünce,ona sert çıkışmış. İmparatorlara benzediğini söylemiş... Bucevabı alınca susmuştur, tbn-i Haldun bu bilgiyi verdiktensonra Hz. Ömer, onu, iyi niyetli sanıp İlişmedi diyor.

148

— Sakın ha! Ben durumumu asla değiştirmeyece-ğim; öteki dünyada Allah'ın Resûlü'ne en yakın adamolsam bile... Peygamber'in «Kıyamet gününde bana enyakın olan insan, bu dünyayı ben nasıl terke ttiysemöylece terkedendir.» dediğini işitmiştim. Aranızda ben-den başka kimsenin böyle olmadığına Allah'ın adınayemin ederim.

Muaviye:— Ey Ebuzer, sermaye sahipleri seni bana şikâyet

ettiler. Söylediklerine göre, sen yoksulları kendilerinekarşı kışkırtıy örmüşsün. Doğru mu bu?

— Ben onları sermayedarlara karşı aydınlatıyor-dum.

— Niçin?— Çünkü Allah, Kur'an'da diyor ki : «Altın ve gü-

müşü hazine edip de Allah yoluna hare amayanlarıelem verici bir azab ile müjdele.» (1) îşte ben de, ser-vet ve mal peşinde koşanları şiddetli bir azapla müj-deliyorum.

— Bu âyet, kitap ehli için nazil olmuştur (indiril-miştir) (2).

— Hayır, bu âyet hem bizim için, hem de onlariçin indirilmiştir.

— Ben, sana bu işlerle uğraşmamanı emrediyo-rum!

— Vallahi halkı dürüstlüğe ve dindarlığa davet et-meye; zenginleri ve sermaye sahiplerini de şiddetli birazapla müjdelemeye devam edeceğim!

— Senin iyiliğin için bu işlere son vermeni diliyo-rum.

( 1 ) Tevbe sûresi, 34. âyet. Ayette, geçen infak; (nafaka vermek)sınıflar arasındaki sosyal çukuru kapatmak manasına gelir.Nifak, çukur demek. İnfak ise çukuru doldurmak demektir.

(2) . Kur'an'dan önce kitap ehli olanlar, Yahudi, Hrisüyan veZerdüştilerdir.

149

— Vallahi, servetler bütün insanlar arasında eşitolarak paylaş tırılıncaya kadar, benim mücadelem sonbulmayacaktır.

Muaviye tehditkâr bir sesle:— Ey Ebuzer! Bu iş ikimizin arasmda ayrılık do-

ğuracaktır, dikkat et!..Ebuzer soğukkanlılıkla:— «De ki, bize ancak Allah'ın (takdir edip) yaz-

dığı dokunur (zarar verir)» (3) âyetini okudu.Muaviye, Ebuzer'i sarayından kovarak kimsenin

ona yaklaşmamasını emretti. Ebuzer oradan ayrıldık-tan sonra doğruca mescide gidip abdest aldı ve Kur'anokumaya başladı. Bu sırada üzerinde kaba elbiseler bu-lunan kızı çıkageldi. Benzi sararıp solmuştu. Babasınınönünde durarak:

—• Ey babacığım. Mal ve sermaye sahipleri, seninparanın, öz gelirinden fazla olduğunu söylüyorlar?.,dedi.

— Kızcağızım! Sen onlara kulak asma. Allah'ınlûtfu ile birkaç kuruştan başka, altın ve gümüşten hiç-biri babanın yanında yer almayacaktır.

Ebuzer'in kızı geri döndü, Muaviye ve çevresin-deki elpençe hizmetkârları camiye girdiler.

Münadi (müezzin) halkı namaza çağırdıktan sonraMuaviye minbere çıkarak konuşmaya başladı:

— Mal bizim malımız, ganimet bizim ganimetimiz-dir. İstediğimize verir, istediğimizi de yoksun bırakırız.

Dinleyenlerden biri ayağa kalkarak, Muaviye'yekarşı, cesur ve tok bir sesle:

— Mal bizim malımız, ganimet de bizim ganimeti-mizdir. Kim bizi yoksun (mahrum) bırakmak isterse,Allah'ın huzurunda, hesabını kılıçlarımızla görürüz!

( 3 ) Tevbe sûresi, 51. âyet.

150

Muaviye başını önüne eğdi. Bu sözlerin, Ebuzer'inbaşının altından çıktığını anlamıştı, bunu başkası ya-pamazdı. «Acaba bütün ihtilalcilere örnek olacak birbiçimde, bu küstah adama, sert mi davranmalıydı. Böy-le davranırsa, kendisine karşı başgösteren isyanı dahada yaygınlaştırmış olmaz mıydı?..» Devrinin zeki poli-tikacısı, düşünüp taşındıktan sonra bu meseleyi en gü-zel halletmenin yolunun, halkı kandırmak olduğunakarar kıldı .

Namaz bittikten sonra Ebuzer'in yandaşı olan omüslümanın ayağının dibine bir adamını göndererekhalka; *Bu adam bana hayat verdi. Allah da ona hayatversin. Ben Allah'ın Resûlü'nün şöyle dediğini duymuş-tum : «Benden sonra gelecek iktidar sahiplerine kimsekarşı koyamayacaktır. Bunlar kendilerini maymun gibiateşe atacaklardır!» dedi.

Daha sonra Muaviye kendi sarayına döndü. Sini-rinden dişleri birbirine kenetlenmişti, bağırıp duruyor-du. Odasına birkaç akrabası girdiğinde halini görüpşaşakaldılar. Birisi dayanamayıp sordu :

— Hayrola, ne oldu?!— Ebuzer beni rezil etti! Vallahi, eğer onu serbest

bırakırsak halkı bize karşı kışkırtacaktır.— Vallahi, ben seni onun elinden kurtaracağım.— Çok zor, ona hiç bir şey kâr etmiyor.— Nereden biliyorsun?

Adam hemen Ebuzer'in evine koşarak kapıyı şid-detle çalmaya başladı. Ebuzer kapıyı açınca karşısın-dakini tanımadı. Fakat, kötülüğü yüzünden okunu-yordu.

— Hayrola? diye sordu.— Hayır Ebuzer! Serdir, eğer Muaviye ile çatış-

maktan ve halkı ona karşı kışkırtmaktan vazgeçmez-

151

sen, bugünden itibaren yeryüzünde bir adım daha ata-mayacaksın.

—. Ben ölmekten korkmuyorum.—• Ebuzer! Sen bu işten elini çekip Muaviye'yi kız-

dırmazsan senin için iyi olur!—- Muaviye'yi öfkelendirmek benim için Allah'ın

öfkesinden daha iyi ve hayırlıdır.— Kendi kendini tehlikeye atma, halkın gönlünü

bize karşı kışkırtıp, onları kendi tarafına çevirme!— Allah'a yemin ederim ki, bütün mallar ve ser-

vetler müslümanlar arasında paylaşılıncaya kadar, buişin peşini bırakmayacağım.

— Allah'a yemin ederim ki, biz senin neden göğ-süne taş bastığım biliyoruz! Vallahi bu işten el çekmez-sen azap kırbacını sana vurup işkence ederiz.

— Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın kitabının yö-nüne dönmenize kadar savaşmaktan vazgeçmeyeceğim.

Adam çaresizlikle başını önüne eğdi ve sustu. Ebu-zer'e ne yapacağını şaşırmıştı. Tehdit onu hiç etkilemi-yordu. Belki, istekleri tatmin edilirse bu işten vazgeçe-bilir diye düşündü.

— Ey Ebuzer, anan matemini tutsun! Ali, sana nefayda sağlayabilir, ne de zarar verebilir. Ama Muavi-ye'nin zenginliği denizin dalgaları gibi bitmek tüken-mek bilmez; senin elindedir.

—• Ben sizin paralarınıza muhtaç değilim. Allah'ınhoşnutluğundan başka bir şeyde gözüm yoktur.

— Benden söylemesi, sen kendi ayağınla ölüme gi-diyorsun!

— Benim için ölmek böyle yaşamaktan daha iyi-dir.

1 * *T* *p

152

Bela ve şiddet dalgaları Ebuzer'i dört bir yandankuşatmıştı, Beni Ümeyye'nin zulüm ve işkenceleri ara-lıksız devam ediyordu. Maaşını kestiler. Fakat, Ebuzermücadelesinden bir an bile vazgeçmedi ve zaaf göster-medi. Basma çevrilen olayların fırtınasında bir an biletitremedi. Aksine sermaye sahiplerine karşı sürdürdü-ğü mücadelesini daha da şiddetlendirdi. Muaviye"yeaçıkça hakaret ediyordu. Osman'ın hükümetinin elin-deki silahı; yüzlerindeki kutsanmış perdeyi yırtarak.ellerinden alıyordu.

Bir gün halkm arasında durdu ve :— Beni Ümeyye, beni fakirlik ve cinayetle tehdit

ediyor. Halbuki ben fakirliği, zenginlikten daha çok se-verim; toprağın altını üstüne tercih ederim!.. Ey zen-ginler! Allah'ın servetini, kölelere geri verin. Demeyinki Allah'ın eli açık değildir ve Allah fakirdir... «Herhalde mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır. Büyükmükâfat Allah katındadır. Gücünüzün yettiği kadarAllah'tan korkun, dinleyin, itaat edin. Kendi lehinize(mallarınızdan) hayırlı yollara harcayın; kim nefsininaşırı cimrilik, kıskançlık ve ihtirasından korunursa, iş-te onlar muradlanna eren, umduklarına kavuşanlar-dır. Eğer Allah'a (faizsiz) güzel bir ödünç verirseniz,O, onu sizin lehinize kat kat arttırır ve sizi bağışlar.Allah, şükredenlere arttırandır ve azab etmekte aceleetmeyen, kullarına karşı sabır ve şefkatle muameleedendir. Görüleni de görülmeyeni de bilendir. Çok üs-tündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.» (4) diye hay-kırmaya başladı.

(4 ) Teğabun sûresi, 14 -18. âyetler.Allah yoluna harcanan her para ve mal, Allah'a verilen birödünç sayılmıştır. Faizsiz olmak şartıyla. Fakat, Allah onukat kat arttıracaktır.

153:

Ebuzer, o gün sermaye sahiplerine karşı yaptığıhamlelerini daha da sıklaştırdı. Onları, servetlerini hal-kın arasında paylaştırmaya, gece olup evinin yolunututana kadar devam etti. Yola koyulunca, evde hastayatağında bıraktığı kızını hatırladı. Kızının hastalığı sonkertesine ulaşmıştı. Oysa, sabahtan beri kendi müca-delesi ve konuşmalarına dalıp kızını unutmuştu. Ansı-zın kulağının dibindeki bir sesin gönlünün derinlikle-rinde, şu âyeti okuduğunu hissetti: «Her halde malla-rınız ve çocuklarınız bir imtihandır... Her halde mal-larınız ve çocuklarınız bir imtihandır...»

İçindeki ses yavaş yavaş yükselerek, dilinden dışa-rıya kelimeler halinde döküldü. Ağzından çıkan keli-meleri iyice işitiyordu artık, başını önüne indirerek evi-ne ulaştı. İçeri girdiğinde kızının baştan ayağa bir par-ça kumaşa sarılı olduğunu ve boylu boyunca yattığınıgördü. Anası da yatağının bir kenarına ilişmiş, yüre-ğini yakan acının gölgesi yüzünü kaplamıştı. Göz yaş-ları gözlerini doldurmuştu, gözleri dolu dolu idi. Karı-sının bu halini görünce boğazını sıkan düğüm açıldı veağlamaya başladı. Göz pınarlarından yağmur gibi yaş-lar süzülüyordu. Ebuzer başını indirip, düşüncelere da-larken gözlerini sıkıca kapattı ve hafifçe mırıldandı:

— Biz Allah'tanız ve O'na geri döneceğiz.Daha sonra bir köşeye çekilerek başını önüne in-

dirdi. Eve kederli bir sessizlik çökmüştü. Ebuzer, Ku-reyş'in müslüman olmadan önceki günü hatırladı:Peygamber ile beraber Medine'de idi. Sabahleyin Me-dine'ye saldınldığmda, oğlunu öldürüp kaçmışlardı.Sevgili Peygamber, kendisini teselli ettikten sonra şöy-le mırıldanmıştı:

— «Kuvvet Allah'tan başkasında değildir. Ölmekiçin doğarlar ve yıkmak için yaparlar.»

* * *

154

Ebuzer saldırılarına tekrar başladı. Sermaye sahip-lerini acı bir azapla müjdeliyor ve Muaviye'nin iktida-rını sarsıyordu. Muaviye kendisini Ebuzer'in elindenkurtaracak bir çare arıyordu. Bu tehlikeli ihtilalciyinasıl meydanlardan uzaklaştırmalı? diye düşünüyordu.Sonunda, zenginlik ve sermaye sahipleri karşısındaşiddetle mücadele eden bu adamı halka nasıl rezil ede-ceğine karar verdi. Onun niyetinin mal ve altın oldu-ğunu isbat edebilirse, istediğini elde edebilirdi. Çünkütakva, mücahidin biricik silahıdır. Münafığın silahı isetöhmettir. Öyleyse bu işi nasıl becerebilirdi? Muaviyebir çare bulması gerektiğini düşünmekte haklıydı. Çün-kü iktidarını büyük bir tehlike tehdit ediyordu. Ebuzeryaptığı konuşmalarla, karanlıklarla kuşatılmış olanla-rın, çevresini aydınlatıyordu. Muaviye, sonunda iste-diğini elde edebileceği güvenilir bir yol bulduğunu san-dı. Geceleyin bir hizmetçisini çağırarak Ebuzer'e gö-türmesi için bin dinar verdi. Gece geçti, Muaviye sa-bah namazını kıldıktan sonra, habercisini çağırarak;«Muaviye beni öylesine dövdü ki vücudum yaralar içe-risinde, sana getirdiğim para başkasına aitmiş, benyanlışlıkla sana getirmişim de.» dedi.

Hizmetçi gidip Ebuzer'i gördü ve Muaviye'nin ken-disine söylediklerini tekrarladı. Ebuzer:

— Oğlum! Allah'a yemin ederim ki getirdiğin pa-radan bir dinarı bile sabaha kadar yanımda kalmadı.Bana o parayı toplayabilmek için, üç gün mühlet ver-mesini söyle.

Muaviye Ebuzer'in bin dinarı fakirler arasında pay-laştıracağını, hatta sabaha kadar yanında kalmayaca-ğını biliyordu. Ebuzer'in söylediği her şeyi yapacağın-dan emin olmuştu. Yumuşak davrandı, fayda vermedi.Sert davrandı, olmadı. Para vermekle onu harcamakistedi, gücü yetmedi. Son çare onu Şam'dan uzaklaştır-

155

malıyım, diye düşündü. Bu fikrini gerçekleştirmek için,Osman'a; «Ebuzer'in çevresinde bazı gruplaşmalar var.Bunlar benim işlerimi zorlaştırıp başımı ağrıtıyorlar.Onları sana karşı ayaklandırmasından korkuyorum.Eğer Şam halkı sana lazımsa Ebuzer'i ortadan kaldır.»diye bir mektup yazdı.

Osman da cevabında: «İnkılâp dişlerini göstere-rek, alevlerinin kıvılcımlarını etrafa saçmaya başladı.Sen bu yaranın üstünü açma. Ebuzer'i çelimsiz bir mer-kebe bindir ve ona en ağır şekilde, kötü davranarakbana gönder. Halka engel ol, elinden geldikçe soğuk-kanlı davran. Eğer halka karşı bir alıp vereceğin ol-mazsa, onlardan da sana ilişmezler.» diye Muaviye'yenasıl davranması gerektiğini yazdı.

Emir'ül Mü'minin'in Osman'ın mektubu, Muaviye'-ye ulaştıktan sonra halk Ebuzer'in sürgüne gönderile-ceğini öğrendi. Yoksullar ve kimsesizler sevdikleri ada-mın bu haberini alınca çok müteessir oldular. Yaşlıgözlerle fedakâr arkadaşlarının çevresine toplandılar.Bunlar, Muaviye'nin rejiminin korkusuyla, kendilerinipervasızca savunan dürüst ve sağlam sığmağa ilticaedenlerdi. Fakat şimdi bu sığınakları da gidince, ken-dilerinin Yeşil Köşk'te oturanlar tarafından tekrar esiralınacaklarını hissediyorlardı. Ona yapılan bu davra-nışa engel olmak istiyorlardı. Ebuzer, sevgi ve feda-kârlık dolu bakışlarını onların yüzüne dikerek :

— «Arkadaşlar! Ben size yararlı olanı tavsiye edi-yorum. Fitne ve ayrılığın yanında değilim, Allah'a şü-kür ediniz! (Kalabalık huşu içerisinde; «Allah'a şü-kürler olsun» dedi) Eşhedüenlailahe illallah ve eşhedüenne Muhammeden resulullah. (Kalabalık da kendisiy-le birlikte şehadet getirdi.) Arkadaşlar! Ben kıyametingerçek olduğuna şehadet ederim, Cennet gerçektir, Ce-hennem de gerçektir. Allah'tan gelen her şeyi onaylı-

156

yorum. Siz de bana şahit olun. (Oradakiler: Şahidiz.).Eğer bir kimse, sitemkâr ve günakâr dostları olmadanve böyle bir inançla ölürse, Allah'ın rahmeti ve Pey-gamberin şefaatiyle müjdelensin! Arkadaşlar! Ne za-man hıyanet edilirse, nasıl namaz kılıyorsanız ve nasıloruç tutuyorsanız öylece gazabnak olun. Siz Allah'ıngazabı ile bu reislerin ve dönemin iktidarını elinde tu-tanların sevinmesine fırsat vermeyin Eğer hıyanetederlerse, onlardan uzaklasın. Eğer işkence görür vesürgüne gönderüirseniz, o zaman Allah'ı sevindirirsi-niz. Alah daha yüce, daha büyük ve sevindirilmeye da-ha layıktır. Kulu sevindirmek için, Allah'ı kızdırmakyakışmaz.

Ebuzer'i, sert bir ağaçtan yapılmış palam bulunan,bir devenin üzerine bindirdiler. Bizans'tan kalan beşvahşi köleyi onu götürülürken refakat etmesi için me-mur ettiler. Bunlar Muaviye'nin emri gereği onu çokhızla götürüyorlardı. Dinlenmesine de hiç müsaade et-mediler. Sonunda bacaklarının derisi soyuldu ve ölümyüreğini sıkıştırmaya başladı. Büyük bir sıkıntı içeri-sindeydi. Bu beyaz derililerin kaba davranışları karşı-sında büyük bir sıkıntı içerisine düşmüştü. Bu yolcu-luğun verdiği sıkıntı bir yana, İslâm topluluğu içindekifesat dalgaları hepsinden daha kötüydü : Muhammed'intemelini sağlam attığı İslâm topluluğunun dayandığı;kardeşlik, birlik, beraberlik ve sınıfların eşitliği, halkınarasında çıkarılan fesat dalgalarıyla ortadan kaldırılı-yordu. Bunlar elbirliği ederek Ebuzer'i ümitsizliğe sev-kediyordu. Deve bir gemi gibi çölü hızla yararak yolalıyordu. Ebuzer suskun ve düşünceliydi. Çektiği şid-detli sıkıntının hüznü yüzüne vurmuştu. Basma gelenbunca sıkıntının, Allah'ın kitabının emrettiği her şeyinpeşinden gitmesinden ve halkı iyiliğe davet etmesindengeldiğini hissediyordu. Daha sonra Peygamber ile Me-

157

dine'de birlikte yürüdükleri günü hatırlayıverdi: Pey-gamber kendisine; «Benden sonra, çok yakında, seninbaşına bir belâ gelecek» demişti, o zaman; «Allah yo-lunda mı?» diye sormuş ve Peygamber de; «Allah yo-lunda» diye cevap verince «Allah'ın rızasına razıyım»diye cevap vermişti kendisi de. Bu hatıralar, kalbinigüven ve kararlılıkla doldurdu. Yüzüne gölge salanüzüntü ve sıkıntıların yoğun bulutlarını dağıtıverdi.Ruhunu bir rahatlık ve hafifliğin kapladığım hissedi-yordu. Birdenbire bu seçtiği yolda (mücadelesinde) ba-sma gelen sıkıntı ve eziyetlere karşı dayanma gücününarttığını hissetti.

Ebuzer'i bir dakika bile dinleme fırsatı vermeden,süratle götürüyorlardı. Oysa o, gördüğü bütün eziyetve sıkıntıları ruhunda yok ediyordu. Yüreğini Allah'adayamıştı. İleri gelenler, Osman'ın hükümeti ve Mua~viye'nin Yeşil Sarayı ile giriştiği çatışmayı; büyükservetler elde eden sermaye sahiplerini; yaşamak içingerekli olan her şeyden yoksun bırakılanları ve İslâm'ınürkütücü geleceğini; Muhammed'in ve ailesinin yok-sulluğunu, Ali'nin hakkının yenilmesini; kendi basmagelenleri ve tatsız kaderini düşünüyordu. Ebuzer, sev-gili arkadaşı Muhammed'in sevimli yüzünün, üzüntübulutlarının arasından ve ufukların kenarlarından,memnuniyet dolu bir tebessümle kendisine baktığınıgörüyordu. Bu düşünceler, Ebuzer'in zihnini o kadarmeşgul etti ki; ne kendisine yapılan zulüm ve bu vah-şilerin kabalıkları, ne de Osman ve Muaviye'nin ikti-darlarının baskıları hatırına bile gelmiyordu. Muham-med'in —sevgili rehberinin— hatırasının tekrar can-lanması, içindeki sıkıntıları ve zayıf vücudundaki, ya-raları tedavi etmiş, ona yeni bir can bağışlamıştı.

Gurubun eteğinde, Medine uzaktan göründü vecana canlar bağışlayan akşam ezanı Ebuzer'i kendine

158

getirdi. Sel dağının eteğinde halka oluşturan bir gru-bun oturduğunu görünce, uzaktan bağırmaya başladı:

—. Medine halkına tarihi bir isyanın başlangıcınımüjdeleyin!..

Atlı dağın eteğine yaklaştı.Osman, Ali ve birkaç kişi daha.Osman:— Allah, seni görmek için hiçbir göze ışık verme-

sin, ey Cüneydib! (5)— Ben Cüneydib'im, ama Allah'm Resulü beni «Ab-

dullah» diye isimlendirdi. Ben de Peygamberin seçtiğiadı, kendi adıma tercih ettim.

— Neden Şam halkı senin dilinin yarasından bukadar şikâyet ediyor?

Ebuzer:— Sermaye biriktiriyorlardı, ben de onlara ateşle

dağlanacaklarını müjdeledim.Osman:— Sen bizim «Allah fakirdir, biz ise zenginiz» de-

diğimizi zannediyorsun?—• Eğer böyle düşünmüyorsanız, Allah'ın servetini,

O'nun kullarına dağıtınız. Sana nasihat ettim beni hainsaydın. Arkadaşına da nasihat ettim, o da benim hainolduğumu kabul etti!

Osman:—• Yalan söylüyorsun. Sen ihtilâl çıkarmak istiyor-

sun ve onu seviyorsun. Sen, Şam'ı bize karşı ayaklan-dırdın.

—. İki arkadaşın (Ebubekir ve Ömer'in) rejiminidevam ettir ki; kimsenin senden bir alacağı kalmasın.

— Sana ne bu işlerden? Annesiz!

C 5 ) Cündeb'in küçültülmüşü ( : Cündebcik), Ebuzer'i tahkir et-mek için.

159

— Allah'a yemin ederim ki «Emr'il ma'ruf venehy'ü münker»den başka bende bulacağın başka birbahane yoktur. Bana karışamazsın.

Osman'ın kan beynine sıçramıştı yüzünde öfke dal-galan koşuşturuyordu. Bağırıverdi:

— Bu yalancı ihtiyarı ne yapacağımı bana söyle-yin?!. Söyleyin bana, döveyim mi? Öldüreyim mi? Müs-lümanları birbirine düşürdü. İslâm memleketlerindensürgün mü edeyim?

Ali:— Ben; kendi adamlarından birinin Firavun'a söy-

lediğinin aynısını sana söyleyeyim: «Eğer yalancı iseyalanı kendisine dönecektir. Eğer dürüst ise gelecekteolacağını söylediği şey başımıza gelecektir.» (6)

Osman, Ali'ye çok sert sözlerle cevap vererek ken-disini de Ebuzer ile ortak olmakla suçladı. Bunun üze-rine, Ali daha sert sözlerle Osman'a cevap verince tar-tışma daha da kötüleşti. Halk aralarına girerek ikisinide sakinleştirdi. Sonunda Osman; «Ben Ebuzer ile aynıyerde oturmayı ve konuşmayı yasaklıyorum» dedi. Ebu-zer, Osman'm yanma gittikten sonra; onun emrettiğinintam aksine, halk sanki o güne kadar onu hiç görmemişgibi, etrafına toplandı ve sözlerini hayranlıkla dinleme-ye başladı. Osman, ondan fetva sorulmasını yasakla-masına rağmen Ebuzer'in fetvaları peşpeşe çıkmayadevam ediyordu.

Yine bir gün mescitte otururken adamın biri gele-rek ona:

— Osman'ın memurları vergilerimi ağırlaştırdılar.Acaba daha fazla vergi vermemek için mallarımın birkısmını vergi memurlarından gizleyebilir miyim? diyebir fetva sordu. Ebuzer:

( 6 ) Mü*min sûresi, 28. âyet.

160

— Hayır, malını tut ve hakkınız olanı alıp hakkı-nız olmayanı bırakın» de. Eğer sana haksızlık yapar-larsa, kıyamet günü hesabı görülecektir.

Bu sırada Kureyş'ten bir genç :— Ey Ebuzer! Acaba Emir'ül Mü'minin seni fetva

vermekten alıkoymadı mı?Ebuzer:— Vay sen dedektif misin?! Canım elinde olana

yemin ederim ki; kılıcı buraya (boynunu işaret ede-rek) dayasalar, kanaat getirirsem; gücüm yeterse ba-şım kesilmeden önce yine Muhammed'den işittiğimisöylerim.

Ebuzer mücadelesini yeniden ele aldı. Hücumlarınıköle sahiplerine ve zenginlere karşı daha da şiddetlen-dirdi. Onları, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılma-sına, eşitliğe ve servetlerini halka dağıtmaya çağırıyor-du. Osman, fakirleri zenginlere karşı ayaklandıran âyetve hadisleri açıklamaktan uzak durması için Ebuzer'ehaber gönderdi. Fakat, Ebuzer buna aldırış bile etmedi.Kölelerin azat edilmesi, eşitlik ve servetin insanlar ara-sında paylaşılması için, Osman'ın hükümetine tekrarsaldırmaya başladı, hamlelerini sıklaştırdı. Osman, birgün Ebuzer'in etrafını saran kalaabhk bir halk kitle-sini tahrik ettiğini gördü. Yanına gelmesi için peşinebir adam gönderdi. Ebuzer, Osman'ın yanma geldiğin-de, orada Ka'ab'ül Ahbar ile birkaç kişi daha olduğu-nu gördü. Osman:

— «Ey Ebuzer! Ne zaman bu işlerden elini çekecek-sin?» diye sordu.

— Ne zaman yoksulların hakları zenginlerden alı-nırsa.

Osman (orada bulunanlara dönerek) :— Sizce bir insan zekâtını verdikten sonra başka-

sının onda bir hakkı kalır mı?

F.: 11 161

Ka'ab'ül Ahbar:— Hayır, Emir'ül Mü'minin. Malının zekâtını ver-

dikten sonra bir tuğlası altından, bir tuğlası da gümüş-ten bir ev yaptırsa bile onun boynunda kimsenin hiç-bir hakkı yoktur.

Ebuzer elindeki bastonu, Ka'ab'ın göğsüne şiddet-le vurarak bağırdı:

— Yalan söylüyorsun, ey Yahudizâde!Daha sonra da şu âyeti okumaya başladı:«Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz (ha-

kiki imanı yansıtan) iyilik ve erdemlilik değildir. Ama(gerçek) iyilik ve erdemlilik: Alah'a, ahiret gününe,meleklere, kitaba ve peygamberlere inananların, malı,ona olan sevgisiyle yakınlarına, yetimlere, yoksullara,yolda kalmışlara, dilenenlere, köleleri ve esirleri kur-tarmaya harcayanların, namaz kılan ve zekât verenle-rin; andlaşıp, andlaştıklan zaman verdikleri sözü yeri-ne getirenlerin; zorda, darda ve savaşın kızıştığındasabredenlerin (bu durumları ve imkânları) dir. İştebunlardır doğru olanlar ve bunlardır korunup sakınan-lar.» (7)

— Görmüyor musun, zekât vermek, akrabalaramal vermek ve yoksullar ile köleler arasında bir farkvardır. Bunlar arasında zekâtın en önce olduğunu gör-müyor musun? Servet biriktirmeyi yasakladığını vehayır yolunda nafaka vermeyi emrettiğini görmüyormusun?

Osman:— Ebuzer yeter! Halkı aşın zorlamayla takva sa-

hibi yapamazsın. Benim görevim Allah'ın hükümleri-ne göre karar vermektir ve halkı orta yola sevketmek-ür.

( 7 ) Bakara sûresi, 177. âyet.

162

Ebuzer:— Biz, zenginlerle, mallarını dağıtıp komşularına

ve kardeşlerine iyilik edene ve akraba ziyaretlerini ye-rine getirene kadar anlaşamayız.

Ka'ab:— Malının zekâtım veren bir kimsenin boynunda

başkasının borcu yoktur.Ebuzer, bastonunu bir daha kaldırarak Ka'ab'ın

göğsüne vurdu ve öfkeyle :— Eğer halkın servetini ele geçiren biri; onların

hakkım haksızlıkla elde ettikten sonra, bu servetin ze-kâtını verirse, sen onu üzerine düşeni yapmış mı saya-caksın? diye bağırarak dışarıya çıktı.

Osman, Ebuzer'in gönlünü almak için bir kölesineiki yüz dinar vererek:

— «Ebuzer*e söyle bu iki yüz dinarı alıp etrafında-kilere dağıtsın.» dedi.

Köle yanma vardığında, Ebuzer:— Acaba Osman bütün müslümanlara bu kadar

verdi mi?» diye sordu. Köle:— Hayır.— Öyleyse ben de müslümanlardan biriyim onlara

gelen her şey bana da ulaşacaktır.Köle:— Osman: «Bu paralar kendi malımdır ve hiç bir

haram karışmadığına yemin ederim. Ben helâl paradanbaşka bir şey göndermiyorum.» dedi.

— İhtiyacım yok, ben bugün en zengin insanlardanbiriyim.

Köle, Ebuzer'in bu cevabı karşısında şaşırmıştı:— Allah hayrım versin Ebuzer! Evinde az veya çok

herhangi bir eşya bile göremiyoruz!Ebuzer:

183

— Bu sepetin altında, arpa unundan yapılan bir-kaç günlük ekmek parçalan var. Öyleyse ben bu pa-raları ne yapayım? Sen onu efendine geri götür!

Osman bu işi bir kaç kere tekrarladıysa da hiç bi-rinden sonuç elde edemedi. Başka bir gün başka birköleyle yüz dinar göndererek şöyle söyledi:

— «Eğer Ebuzer bu parayı alırsa sen serbestsin!»Köle parayı alıp doğruca Ebuzer'in yanma geldi.

Fakat, Ebuzer bu teklifi de kabul etmedi. Bunun üze-rine köle:

— Ey Ebuzer! Allah seni bağışlasın, benim hürri-yetim senin bu parayı almana bağlıdır, diye yalvardı.Ebuzer:

— Benim köleliğim de bunu almaktadır.

* * *

Bir gün Abdurrahman İbn Avf'm mirasını Os-man'ın yanına getirdiler. Bu mallar halk ile Osman'ınarasmda birbirlerini görmelerine engel olacak kadarçoktu. Osman halka hitaben :

— Allah'tan Abdurrahman İbn Avf'a hayırlar ver-mesini dilerim çünkü, o sadaka verir misafirperverlikyapardı. Bu gördüklerinizi de geriye bıraktı.

Ka'ab:— «Doğru söylüyorsunuz yaEmir'ül Mü'minin. He-

lâl kazandı ve helâl harcadı ve geriye de helâl mirasbıraktı. Allah, onun hayrını dünyada ve ahirette ver-miştir.» diyerek Osman'ın söylediklerini tasdik etti.

Ebuzer, bu olayı duyunca öfkeyle evinden dışarıyaçıkarak sokaklarda Ka'ab'ın peşine düştü. Kızgın biraslan gibiydi, yolda gözüne bir deve kemiği ilişince onueline alarak Ka'ab'ı aramaya devam etti. Ebuzer tepe-

164

den tırnağa öfke ateşiyle yanıyordu. Ka'b, Ebuzer'inpeşine takıldığını duyunca, can havliyle kendini Os-man'ın yanına attı. Ebuzer de onun peşinden içeri girdi.Ka'ab, Ebuzer ile göz göze gelince yerinden kalkarakOsman'ın arkasına sığındı. Ebuzer elindeki deve kemi-ğini hışımla kaldırıp, öyle bir indiriş indirdi ki; Ka'ab'inbaşı yarılıp kan fışkırmaya başladı. Ebuzer bir yandanda bağırıyordu:

— Ey yahudizâde! Sen, öldüğünde bu kadar servetbırakan birine, Allah'ın dünyada ve ahirette hayırlarverdiğini mi söylüyorsun?!.. Sen Allah'a teklif (emir)mi ediyorsun?!.. Bir gün Peygamber ile birlikte Uhuddağına giderken, bana:

— Ey Ebuzer, diye seslenmişti.— Evet ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdim.— Sermaye sahipleri öbür dünyada öksüzdür, de-

dikten sonra tekrar:— Ebuzer:— Evet, ey Allah'm Resulü! dedim. Anam babam

sana feda olsun.— Uhud dağı kadar servetim olsaydı, bunu dağıt-

tıktan sonra, ölürken ondan iki kırat kalmasını bile is-temezdim.

— Ey Allah'ın Resulü! İki kantar mı?— Hayır iki kırat! diye cevap verdikten sonra:— «Ey Ebuzer, sen fazlayı istiyorsun, bense azı...»

demişti.— Ey çıfıt oğlu, Allah'ın Resulü böyle söylemiş-

ken, sen kalkıp, Abdurrahman İbn Avf'm geride bırak-tığı mirasının helâl olduğunu mu söylüyorsun? Söylebakalım nerden getirdi. Allah ona gökten mi gönderdi.Yoksa milletin emeğinden mi? Allah'a and içerim ki,bu malların sahibi olan kimse, kıyamet gününde; bumallar keşke akrep olup canımı soksaydı gönlümün

165

onlara olan bağını koparsaydı diye arzu edecektir. Pey-gamber; «Altın, gümüş ve her mal cimrilik ve tamah-kârlık gösteren sahibinin canına düşecek bir ateştir,ta ki onu Allah yolunda harcaymcaya kadar.» demişti.Sen şimdi Abdurrahman İbn Avf'm bu servetin sorum-luluğunu taşımadığını mı söylüyorsun?!.. Ka'ab! Val-lahi yalan söylüyorsun ve senin inancında olan her kimolursa olsun yalan söylüyordur.

Osman, Ka'ab'tan, Ebuzer'in bu davranışını bağış-lamasını istedikten sonra, Ebuzer'e dönerek öfkeyle:

— Bana yaptığın eziyet sınırı aştı ve ne kadar arttı.Artık yüzünü görmek istemiyorum. Vallahi seninle benbir yerde olamayız. Dışarıya çık.»

Ebuzer:— Yavaş (sakin ol) Osman! Acaba sen, Peygam-

ber'i, Ebubekir'i ve Ömer'i görmedin mi? Sen onlar gibidavrandığını söyleyebilir misin? Sen kırgın biri gibibana kaba davranıyorsun. Beni azarlıyorsun.

Osman ısrar ve öfkeyle:— Dışarı çık! Bizim ülkemizden ve komşuluğumuz-

dan uzaklaş. Dışarı çık!— Ooh! Senin komşuluğundan da ben ne kadar şi-

kâyetçiyim; güzel, peki nereye gitmemi istiyorsun?— İstediğin yere git!— Mekke'ye gideyim.— Hayır vallahi olmaz.— Sen benim Allah'ın evine gitmemi ölünceye ka-

dar, ziyaret edip orada ibadet etmemi yasaklıyor mu-sun?

— Evet vallahi.— Öyleyse savaş yeri (merkezi) olan Şam'a gide-

yim.— Hayır vallahi, olmaz, sen Şam'ı viran etmiştin.

Zaten ben seni bu sebeple oradan getirtmiştim. Şimdi

166

tekrar ikinci defa viran edesin diye, Şam'a mı gönde-reyim?

— Irak'a gideyim.— Hayır olmaz. Sen Irak'a da gidemezsin. Çünkü

Irak halkı herkesten daha fazla, halifeye ve memur-larına karşı, küstahtır.

— Mısır'a?— Hayır vallahi, bu şehirlerden başka birini seç

Ebuzer. j

Ebuzer'in kafasının tası atmıştı.— Hayır vallahi, bu saydığım şehirlerden başka

bir yere gitmem. Eğer bana kalsa ben Medine'den baş-ka bir yere gitmezdim. Öyleyse şimdi beni gönlününistediği yere sürgüne gönderebilirsin.

-— Seni çöle sürgün ediyorum.— Yani şehirlilikten sonra, çöl arabı mı olaca-

ğım?!..— Evet.— Çok güzel, öyleyse Necid çölüne gidiyorum.— Hayır kesinlikle olmaz, doğuda gidebileceğin

kadar uzak bir noktaya kadar gitmelisin. Haydi git ar-tık! Hemen bugün gitmelisin, seni Rebeze'ye gönderi-yorum. (Saraydaki görevlilere hitab ederek) :

— Ebuzer'i buradan hemen çıkarın. Onu örtüsüztahta bir semeri olan deveye bindirip, sertlikle mua-mele ederek Rebeze'ye kadar götürün. Oraya varınca-ya kadar kimse ona eşlik edip yarenlik yapmamalıdır.Allah isteyinceye kadar kimse onunla dostluk arkadaş-lık yapmamalıdır.

Mervan ve diğer saray dalkavukları sopayla Ebu-zer'i, Osman'ın sarayının dışına sürüklediler.

167

REBEZE'DE

Yalnız yaşar, yalnız ölür veyalmz haşrolunur.

«Muhammedi (ASM.)

Osman, Mervan'a; Ebuzer'i, yolculuğu boyuncakimse ile görüştürmeden, Rebeze'ye götürmesini em-retti.

Ebuzer ile Mervan develerine binip yola koyuldu-lar. Halk da Osman'ın emri üzerine ondan uzak dur-du. Ebuzer, derin bakışlarla etrafına göz gezdiriyor,bir yandan onlarla vedalaşıyor diğer yandan Peygam-ber'in zamanından beri süregelen rejim değişiklikleri-ni, bu şehrin her köşesinde gözleriyle görüyordu. Ha-tıralar beyninde karşı saldırıya geçmişti. Başını önüneeğip» elemli düşüncelere daldı: Kulağında, sevgili dos-tu Muhammed ile aralarında geçen bir konuşmanınçınlamalarını duydu: «Yakında, benden sonra, sana birbelâ gelecektir.»

— Allah yolunda mı?— Allah yolunda.— Allah'ın rızasına razıyım..Ebuzer, başını kaldırdığında çöl yolunda oldukla-

rını anladı. Kanlı ufuk, yine bu yaşlı adamı yanında

168

muhafızı ile birlikte çölde sürgüne götürülürken gö-rüyordu. Güneş, kızıl renkli ışıklarını dağların eteğin-den ve çöllerden toparlayınca, ufuk kanlı kirpiklerinikapayıverdi.

Ali, Ebuzer'in sürgüne gönderildiğini öğrenincehıçkırıklarla ağlamaya başladı. Hasret yüklü bir ton-da; «Peygamber'in vefalı dostu idi, ne yapıyorlar?!..»diye söylendi. Hemen yanma çocukları; Hasan, Hüse-yin ve kardeşi Akil ile birlikte, Abdullah İbn Cafer veAmmar İbn Yasir'i alarak Ebuzer'in peşinden hareketettiler. Şehirden ayrıldıktan sonra hızla ona ulaştılar.Ali, Ebuzer'le konuşmak için yanma yaklaştı. Mervanaraya girerek:

— Ey Ali, Emir'ül Mü'minin, Ebuzer ile birlikte git-meyi yasakladığını bilmiyorsan, bil!

Ali aldırış etmeden Ebuzer'e doğru ilerleyince, Mer-van tekrar yolunu kesti. Ali, elindeki kırbaçla devesi-nin basma vurarak:

— Kenara çekil!.. Allah seni ateşe atsm!Mervan, Ali'yi kararlı ve öfkeli görünce devesini

çevirdi. Ebuzer'i yanlarında bırakarak, onları şikâyetetmek üzere şehre geri döndü. Ali, beraberindekiler veEbuzer birlikte yola koyuldular. Rebeze'ye vardıkla-rında atlarından inerek bir yere oturup sohbet etmeyebaşladılar. Ayrılık vakti gelince Ali, yerinden kalktı.Ebuzer, kendisini çok kederli ve mahzun hissediyordu.Hasret dolu bakışlarla Ali'nin yüzüne baka baka onukucakladı. Ali, Sevgili Muhammed'in ve yoksullarındostu Ebuzer'in nisan yağmurları gibi dökülen göz yaş-larının sıcaklığım yanağında hissedince ondan ayrıldı.

Ebuzer'in gözlerinden boşalan göz yaşı yağmurlarıdinmek bilmiyordu. Özlemle ve istek yüklü susak ba-kışlarını; Ali, Hasan ve Hüseyin'in üzerinde dolaştıra-

169

rak doyasıya seyretti. Hüzün, dolu, perişan ve titrekbir sesle:

— Ey rahmet hanedanı, Allah sizi bağışlasın. EyAli, ne zaman sana ve iki oğluna baksam Peygamber'ihatırlıyorum. Benim Medine'de sizden başka mutlu ola-bileceğim kimsem yoktu. Medine'de ve Şam'da, Osmanile Muaviye'nin sırtına bir yüktüm. Osman, kendisininve dayısı oğlunun yanında kalmamı istemedi. Onlarıbaşlarına yıkmayayım diye beni Allah'tan başka birdostumun olmadığı bir yere gönderdi.

Ali, yıllardır dost olduğu bu vefakâr ve yaşlı ada-mı ıssız çölde yalnız bırakacağı için çok üzülüyordu.

— Ey Ebuzer! Allah için öfkelendin. Eğer öfkenherkes için idiyse ümidini yitirme. Bunlar dünyalarıiçin senden korktular. Sen ise dinin için onlardan kork-tun. Her ne için senden korkuyorlardıysa, onlara bırak;sen de onlardan ne için korkuyorduysan kendine sak-la. Yakında yarın kimin kazanacağını anlayacaksın veJcimin daha çok kıskanılacağını anlayacaksın. Eğer ye-rin ve göklerin kapıları bir kula kapanırsa, kul Allah'-tan korkuyorsa, Allah mutlaka ona bir yol gösterecek-tir. Ebuzer! Haktan başkasını tanıma ve günahtan baş-ka bir şeyden korkma. Eğer sen bunların dünyasını ka-bul etseydin, seni seveceklerdi. Eğer bir şey etseydinsana bir şey yapamazlardı.

Ali daha sonra Hasan ve Hüseyin'e bakarak:— Oğullarım, haydi amcanıza allahaısmarladık de-

yin. Akil! Sen de kardeşine veda et.Sessizlik ve karanlık düşünceler ortalığı kapla-

mıştı. Ebuzer ile vedalaştıktan sonra geri döndüler.Ebuzer, hasret yüklü derin bakışlarla, çölde göz-

den kaybolana kadar, onları izledi.Mervan, Ali'nin davranışını Osman'a şikâyet etti.

Osman öfke ile:

170

— Ey müslüman kardeşlerim, içinizden biri ba-na Ali'ye nasıl davranacağımı söylesin. Benim emrimihiçe sayarak, adamımı dövmüş. Allah'a yemin ederimki hakettiği cezayı vereceğim.

Ali, Medine'ye geri döndüğünde halk Emir'ül Mü'-minin'in kendisine, Ebuzer ile görüştüğü için kızdığınısöyledi!

Ali (alaycı bir gülümseyişle) :— Atın öfkesi tekmesine!., diye cevap verdi.Gece olup Ali mescide gelince, Osman :— Neden Mervan'a böyle davrandm? Hangi sebep

bana karşı gelmene vesile oldu? Niçin benim emrimive memurumu dinlemedin?

— Ama ilk önce Mervan beni dinlemedi, sonra daben onun yolumu kesmesini engelledim. Fakat ben se-nin enirini dinlemezlik etmedim.

— Peki, benim, Ebuzer'in yanına kimsenin yaklaş-maması için verdiğim emin duymadın mı?

— Acaba, gerçeğe aykırı ve Allah'ın emirlerineters emirler verirsen uymak zorunda mıyız? Allah'aand içerim ki biz böyle bir emre uymayız.

— Mervan'm karşılığını ver!— Ne karşılığı?— Sen onun devesinin kulaklarının ortasına kır-

baçla vurmuşsun!— tşte bu benim devem, isterse gelsin, benimkine

vursun. Ama Allah'a yemin ederim ki, bana küfür et-se, ona öyle küfür ederim ki yalan olmasın. Ben ger-çekten başka hiçbir şey demem.

— Neden sen ona küfür edince, o sana edemesin?!..Allah'a yemin ederim ki, benim nazarımda sen Mer-van'dan iyi değilsin (*).

( • ) Mervan, Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer'in sürgün ettiklerihabis bir adaradır. (Yaymcı).

171

Ali öfkeyle:— Sen bu sözleri bana mı söylüyorsun?! Mervan

ile beni eşit görmüyor musun? Vallahi ben ondan üs-tünüm, babam babasından ve anam da anasından da-ha üstündür.

Osman'm yüzü sinirinden kıpkırmızı olmuştu, kal-kıp evine gitti. Ali de kendi evine döndü. Ensar ve Mu-hacirlerden bir kısmı onun etrafına toplanıp öfkesiniyatıştırmaya çalıştılar. Ertesi gün sabah halk Osman'ınyanına gitti. Osman, Ali'yi şikâyet ederek:

— O, her zaman benim yaptıklarımı yanlış bulu-yor ve yanlış anlayanları destekliyor.»

Halk barışmaları için çalışıyordu, sonunda da ba-şardılar. Sonunda Ali Osman'a doğru yavaşça:

— Ben Ebuzer'in yanına Allah'ın hoşnutluğu içingitmiştim, bundan başka bir kastım yoktu.» dedi.

* * *

Ebuzer'in sürgün edilişi yürekleri yakmıştı. EbulDerda, Ebuzer'in sürgün haberini duyduğunda: «Val-lahi, eğer Ebuzer benim elimi veya vücudumun bir or-ganını kesseydi, yine sesimi çıkarmazdım. Çünkü, benPeygamber'den duydum ki; gökyüzünde ve yeryüzün-de Ebuzer'den daha doğru konuşan görülmemiş ve göl-ge salmamıştır.

Peygamber'in büyük sahabilerinden Abdullah İbnMesut, Ebuzer'in sürgün haberini duyunca bir yerdekonuşurken:

— Ey insanlar! Şu âyeti duymuş muydunuz?«Sonra siz şu kimselersiniz ki, birbirinizi Öldürü-

yorsunuz ve aranızdan bir kısmını yurtlarından çıka-

172

nyor ve aleyhlerinde günah ve haksızlıkla birbirinizeyardım edip birleşiyorsunuz.» (1)

Küfe valisi Velid, Osman'a bu olayı haber verdi.Osman da onun başkente gönderilmesi için emir verdi.Abdullah îbn Mesud Medine'ye getirildiğinde mescidegitti, Osman bunu görünce zenci kölesine onu dışanatmasını söyledi. Köle İbn Mesud'u mescidin dışına çı-karıp yere vurdu ve daha sonra da kendi evinde hap-settikten sonra öylece eceline kadar ona bir şey ver-medi.

* * *Muaviye, Osman'ın, Ebuzer'i Rebeze'ye sürgüne

gönderdiğini haber aldığında, hanımını da yanma gön-dermeye karar verdi. Ebuzer'in hanımı Ümmüzer elin-de para kesesiyle dışan çıkınca Muaviye, etrafındaki-lere para kesesini göstererek Ebuzer'i kastetti ve :

— Şuna bakınız, dünyada bu kadar züht ve takvagözetiyor, hem de elinde neyi var?.

Ümmüzer:— Vallahi bunlar ne dirhem ne de dinardır. Bun-

lar bir kaç kara paradır! Bunlar günlük harcamaları-mız için verilen maaşımız; alış - veriş yapmak için boz-duruyordum.

Ümmüzer, Rebeze'ye ulaştığında kocasını çöldemescit yaparken gördü.

Bir gün Nainı Riyahi Rebeze'ye gelip Ümmüzer'esordu:

— Ebuzer nerede?—• İşte orada, çiftliğinde.Naim gelmesini bekledi. Sonunda Ebuzer'in iki de-

veyi arkasına katarak geldiğini gördü. Develerin boy-nunda birer tulum vardı. Ebuzer tulumları yere indi-rince, Naim yanına yaklaştı ve :

( 1 ) Bakara sûresi, 85. âyet,

173

— Ey Ebuzer, halkan arasında benim kadar senigörünce hem üzülen hem de sevinen kimse yoktur!

— Allah babana rahmet etsin, bunların ikisi nasılbir yerde olur?!

—. Ben cahiliye devrinde kendi kızımı diri dirigömdüm. Seni görünce bana bir yol veya çare göste-receğini ümid ederek seviniyorum. Sonra da bana piş-manlığımın ve tövbemin geçersiz olduğunu söylemen-den korkarak üzülüyorum.

— Acaba, cahiliyet zamanında mıydı?— Evet.— Allah geçmişte olanı bağışlamıştır.

* * *

Hac mevsimi gelmişti. Halkın Rebeze'den geçişiarttı. Rebeze'den geçen hacılar mola vererek Ebuzer'inmescidinde namaz kılıyor, daha sonra da onunla otu-rup sohbet ediyorlardı. Bir gün yine bir grup hacı Re-beze'ye geldi, Ebuzer'in namaz kıldığını görünce, bitir-mesini beklediler. Ebuzer, yüzünü onlara çevirip :

— İyiliksever ve şefkatli kardeşinizin yanma koşundedi. Daha sonra da ağlamaya başladı, bir yandan daağlarken diğer yandan da :

— Özlediğim şeyleri görmeden ölüp gitmekten kor-kuyorum...

— Ulaşamadığın şey nedir, ey Ebuzer?— Büyük umutlar.

Gelenler etrafına oturdu. Bazıları onu mutlu etmekiçin Osman'ı kötülemeye başlayınca Ebuzer, onlardanbu işi yapmamalarını istedi ve hizmetçisi ile birlikteyanlarından ayrıldı.

174

Mağrur bir adam olan İbn Süveyd, Ebuzer'in hiz-metçisi ile benzer elbise giydiğini görünce şaşırdı veböyle giyinmesinin sebebini sordu. Ebuzer:

— Allah'ın Resulü bana şöyle demişti: «Uşakları-nız, sizin kardeşlerinizdir. Onlar Allah tarafmdan si-zin elinizin altına verilmiştir. Kardeşi elinin altındaolan birinin, ona kendi yemeğinden yedirmesi, kendielbisesinden de giydirmesi gerekir. Ayrıca kendinin ya-pamayacağı işi yaptırmamalı ve zor işlerde ona yardımetmelidir.»

Ebuzer, oradan ayrılarak çadırının olduğu yere gittive önüne çadırının önünde bir çuval parçasının üzerineoturdu. Adamın biri, Ebuzer'in karısını perişan elbise-lerle yüzü gözü toz toprak içinde ve sıkıntılı bir şekil-de görünce Ebuzer'in yanma gelip oturduktan sonra :yüzünü ona çevirerek yürek yakıcı bir sesle:

— «Sen erkeksin, fakat hiç oğlun yok» dedi.— Allah'a şükürler olsun ki, onları bu geçici dün-

yadan aldı ve Beka sarayında nzıklandırdı.

— Ey Ebuzer! Bundan başka bir kadın alsaydınd a h a iyi olurdu.

— İnsan kadını kendini daha iyi ve kibar yapması,için alır, yoksa mağrur olmak için değil!

— Daha rahat ve daha iyi bir hayat seçseydin da-ha iyi olmaz mıydı?

— Allah seni bağışlasın!.. Sana ondan ne ! Her nebaşına gelirse kabul et.

Hacılar ayrıldıktan sonra Ebuzer ile karısı Rebeze'-de yalnız kaldılar. Zamanın çarkı dönüyor ve bu olay-ları kendisiyle birlikte gelecekte yaşayacak olanlara gö-türüyordu. Ebuzer, gece ve gündüzlerini Allah'a ibadetetmekle geçiriyordu. Bu ıssız ve geniş çölde kendini Al-lah'a daha yakın hissediyordu. Osman'dan, Allah'ın evi-

175-

ni ziyaret etmek için, izin alınca Mekke'ye doğru yolakoyuldu. Ka'be'nin önüne gelince etrafındakilere ba-ğırdı :

— Ey ahali! Ben Cündeb-i Gıfariyim, iyilikseverve şefkatli kardeşinize doğru geliniz.

Kalabalık etrafına toplanarak bir çember oluştur-duktan sonra bağırdı:

— Acaba içinizden biri seyahata çıkacak olsa ken-disine yararlı şeyleri yanına almaz mı?

•— Evet, alır.— Çıkacağınız kıyamet yolculuğu, sizin düşündü-

ğünüzden daha zor ve daha uzundur. Yolda işinize ya-rayanı yanınıza alınız.

— İşimize ne yarar?— Önemli işlerinizi yapmak için Allah'ın evini zi-

yarete geliniz. Mahşer günü güneşin şiddetli sıcağın-dan korunmak için, sıcak ve yakıcı günlerde oruç tu-tunuz. Kabrin azabından ve dehşetinden kurtulmakiçin, gece karanlığında iki rekat namaz kılınız. Büyükgünde (kıyamet) söylediğiniz her sözden hesaba çeki-leceksiniz. Kıyamet gününün çetin zorluklarından kur-tulmak için malınızdan (zekât) veriniz, sadaka veriniz;belki rahat edersiniz. Dünyayı ikiye bölün, bir bölü-münde helâl olan şeyleri arayın, diğer bölümünde deahireti kazanmak için çalışın. Üçüncü sizlere zarar ve-rir ve fayda sağlamaz onu bırakın.

Servetinizi ikiye bölün, bir bölümünü aileniz içinharcayın ikinci bölümünü de öbür dünya için harca-yınız, üçüncü size zarar verir fayda sağlamaz.

Ebuzer haccını tamamlayınca Mina'ya. gitti. Os-man'ın yolculuk esnasında, namazını dört rekat kıldı-ğını haber verdiler. Ebuzer'in yüzü öfkeyle gerildi vesert çıkarak:

176

— Ben Allah'ın Resulü ile yolculukta namaz kıl-dım. O, hep iki rekat kılardı. Ben Ebubekir ve Ömerile de kıldım. Osman, nasıl olur da onu tam kılar?!..

Sonra kendisi de namaza durarak dört rekat kıldı.Orada bulunanlar çok şaşırmışlardı. Namazını bitirdik-ten sonra sordular:

— Emir'ül Mü'minin için kusur olarak gördüğünşeyi neden sen de yaptın!?

— Bozgunculuk daha kötüdür!Ebuzer, Rebeze'ye döndükten sonra onun için daha

sıkıntılı bir hayat başladı. Geçim sıkıntısı had safhayaulaşmış, karısı, oğlu ve kızı halsiz düşmüştü. Ebuzer'inbu sıkıntı, perişanlık ve işkenceler karşısında tesellibulduğu bir ümidi vardı: Basma gelen şunca sıkıntıve musibetler yoksul halkın özgürlüğü ve Allah'ın rı-zasj içindi... Bunu bilmek ona dayanma gücü veriyor-du. Geçimini sütlerine bağladığı birkaç koyunu vardı.Fakat onlar da birer birer ölüyorlardı. Yoksulluk veaçlık dayanılmaz ölçülere vardığında kızı öldü. Ancak,yoksulluk ve açlık kurdu bir can ile doymamıştı. Ba-basının göz yaşları daha kurumadan oğluna da saldır-dı. Ebuzer, oğlunun da bu ıssız çölde ölmesinden ken-disinin sorumlu olmasından korkuyordu. Kalkıp, Al-lah'ın Resûlü'nün halifesi Osman'ın dökülüp saçılan sa-rayına; Medine'ye gitti.

Uzun boyu, eğilmiş sırtı, yırtık pırtık elbisesi ka-derin garip cilvelerinin ve acı olaylarının aklaştırdığıparlak saçları; gönlündeki inanç ve dürüstlüğün yan-sıdığı şimşek çakan gözleriyle Osman'ın karşısındadurdu. Osman'm etrafındaki altuısever ve ikiyüzlü dal-kavuklar korku ve endişeyle ona bakıyorlardı. Ebuzerkapının eşiğinde durmuştu, Osman'ın yüzüne derin vemanidar bakışlar fırlattıktan sonra güvenli ve sert birsesle:

F.: 12 177

— Osman! Sen beni gönderdiğin memlekette neyiyecek var, ne de yeşillik. Hâlâ süt alamadığım koyun-lardan başka bir şeyim yok. Karımdan başka baha hiz-met edecek, benim çilelerime ortak olacak kimse deyok. Osman! Hayatımı devam ettirebilmem için, banabir hizmetçi ve birkaç koyun ver.

Osman, Ebuzer'in bu sözlerini duymazlıktan gele-rek yüzünü öte yana çevirdi. Ebuzer ona doğru yakla-şarak sözlerini tekrarladı.

Osman'ın maiyetinde bulunan Habib İbn Mesleme,Ebuzer'in bu haline acıdı ve :

— «Benim yanımda, senin bin dirhem, beş yüz ko-yun ve bir de uşağın var.» dedi.

— Paranı, koyununu ve uşağım benden daha çokihtiyacı olana ver. Ben, Kur'an'da benim için belirtilenhakkımı istiyorum!

Bu sırada içeriye Ali girdi.Osman, Ali'ye hitabederek:— Bu ahmağı başımızdan almayacak mısın?— Hangi ahmak? dedi Ali.— Ebuzer!— O ahmak değildir. Allah'a yemin ederim ki, Pey-

gamberin : «Ebuzer'in utanması ve dindarlığı ve dü-rüstlüğü, Meryem'in oğlu İsa gibidir.» dediğini duydum.

Oysa Ebuzer, Osman'm sözlerini duyunca hemenoradan ayrılmıştı. Arkasından ne kadar seslendilersede cevap vermedi. Kendi çölüne; Rebeze'ye geri dön-dü. Çadırının yanma vardığında, karısını oğlunun ba-şında, çaresizlikle ağlarken gördü. Ebuzer, o anda azizoğlunu ölümün ağzına aldığım anladı.

Bir an gözlerini yumdu, bu ciğerini yakan yavru-sunu Allah'ın kendisine emanet ettiğini düşündü, bir-den cesaret bularak gözlerini açtı. Bu ciğerini parça-

178

layan derdinin dermanının, Allah'ın hoşnutluğu oldu-ğunu düşünerek teselli buldu. Göz yaşlarını silip, ateşlialevler yüreğini yaka yaka, oğlunun cesedini aldı, ke-fenledikten sonra, toprağın göğsüne koyup üzeriniörttü.

Ebuzer, ne kadar fazla acı çekiyorsa, kendisini Al-lah'a o kadar yakın hissediyordu. Öyle bir an geldi ki,Allah'ı kendisinde, kendisini de Allah'ta buldu...

Oğlunun mezarının başında bir süre durdu, elinibaba şefkatiyle toprağına sürerek, güçlükle bir kaçcümle mırıldandı:

— «Yavrum! Allah seni bağışlasın. Hayırseverdin,ihtiyar ana ve babana hürmetle davrandın. Sevgili oğ-lum, senin ölümünden dolayı kendi içimde bir alçaklıkve kötülük hissetmiyorum. Senin için tahammül etti-ğim fedakârlıklar, senin ölümün için üzülmeme engeloldu, Allah'tan başka bir şey de istemem. Yavrum!..Eğer ölümün birinci gününden korkmasaydım, seninyerine ölmek isterdim. Oğlum! Keşke senin bu ilk mah-kemede neler dediğini ve sana neler sorulduğunu bil-seydim. Allah'ım! Senin onun üzerinde bir hakkın vebenim de onun üzerinde bir hakkımı vacib etmişsin. Al-lah'ım, ben onun boynundaki haklarımdan vazgeçtim,sen de onu bağışla. Sen, benden daha çok bağışlamayalayıksın.»

Daha sonra mezarın başından ayrıldı, gitti. Fakataçlık henüz yakalarını bırakmamıştı. Bu Peygamber'iniki vefakâr dostu; bu iki kahraman karı koca birkaçgün açlıkla başbaşa kaldılar. Ölümü beklerken samimibir şekilde hayatlarını devam ettiriyorlardı.

Çöl suskun ve yalnızdı, Rebeze'nin yeri ve göğüsanki bu iki samimi kahramana, kader mahkûmunagünlerce baktı durdu. Ah! Altın ve kuvvetin katil elleri

179

ne ciğer yakan sahneler yaratıyordu. Ölüm yaklaşıncaEbuzer, hanımına:

— «Haydi kalk, şu tepelerin üzerine gidelim, belkiyiyebileceğimiz ot ve benzeri birşeyler buluruz.» dedi.

Hemen dışarı çıktılar. Rüzgâr, sanki bu manzara-dan öfkelenmiş, şiddetle uluyor; ard arda ıslıklar çala-rak, sanki tabiatı bu korkunç olaydan haberdar etmeyeçalışıyordu. Karı koca bir süre arandıktan sonra, birşey bulamadılar. Ebuzer'in takati kalmamıştı, ölümünsoğuk terleri alnında boncuklanmaya başladı. Döndük-lerinde fırtına şiddetini daha da arttırmıştı. Ulumalarıkorkunçlaşmış; bir hurma ağacına bağladıkları hay-melerini bir yandan öte yana sarsıp duruyordu. Ebu-zer'in başı önüne düşmüş, iki kanadı kırık bir kartalgibiydi. Karısı, ölümün gölgesini Ebuzer'in gözlerindeve yüzünde okumaya başlamıştı. Ebuzer, memnuniyet,hoşnutluk ve fedakârlık akan gözlerle karısına baka-rak:

— «Ayrılık yakındır.» dedi.— Bugün sana neler oluyor?—• Allah'a and içerim ki, ben bugün dünyayı terke-

dip ebedi sarayıma gideceğim.Bu sözlerinden sonra, bayılınca karısı daha fazla

dayanamayarak, yağmurlar gibi, göz yaşları dökmeyebaşladı. Ebuzer, gözlerini açtığında karısının şiddetleağladığını görünce:

— Neden ağlıyorsun?— Neden ağlamayacak mışım? Senin bu ıssız çöl-

de ölüşünü görüyorum, fakat elimden bir şey gelmiyor.Sana kefen yapacak bir kumaş ne bende var ne desende.

Ebuzer'in eşinin bu sözleri üzerine, yüreği parça-lanmıştı. Karışma acıdı, onu teselli etmek istedi:

180

— Ağlama artık! Sana müjdeler olsun ben Peygam-ber'in «Eğer müslüman bir kan kocanın üç çocuğu öl-düğünde, onların ölümüne dayanıp Allah yolunda sab-rederlerse, hiç bir zaman ateş yüzü görmeyeceklerdir»dediğini duydum. Acaba biz de böyle yapmadık mı?Onları Allah'ın yolunda sayıp sabretmedik mi?..

Karısı biraz sustuktan sonra tekrar ağlamaya baş-ladı. Ebuzer, dostu Muhammedi düşünerek kendine veeşine teselli arıyordu.

— Peygamber, aralarında benim de bulunduğumbirkaç kişiyle konuşurken; «Sizlerden biri çölde ölecekve mü'minlerden bir kısmı onun ölümünde hazır bulu-nacaklar» dediğini duymuştum. Diğerleri çölden başkayerlerde öldüler. Ben kaldım geriye, işte çölde ölecekolan kişi benim. Allah'a yemin ederim ki ne ben yalansöylüyorum, ne de bana yalan söylemişler. Haydi kalkda şu yola bir bak.

— Nereye bakayım ki? Hacılar gitti ve yol kapalı.

— Bak, eğer kimseyi göremezsen bu hırkayı benimüstüme ört ve beni yol üstüne koy. İlk rastladığına; «BuPeygamber'in dostu Ebuzer'dir. Burada öldü, gelin onukefenlememe ve gömmeme yardım edin» dersin.

Kadın tepelerin üzerinde bir aşağı bir yukarı do-laşıp çölü gözetliyor, kimsecikler göremeyince geri ge-liyordu. Ebuzer ise birtakım insanların geleceğini (Pey-gamber'inden duyduğu için) «Git yola bak.» diye em-rini tekrarlıyordu. Hanımı da onu incitmemek için kim-seleri görmediği halde, tekrar tekrar gidip bakıyordu.Birden uzaklarda karaltılar gördü. Ümmüzer elbisesinisallayınca, yoldan geçenler ona doğru yaklaştılar.

— Ne işin var burada ey Allah'ın kulu?

181

— Burada bir müslüman ölmekte, onu kefenleyipücretini Allah'tan alınız.

— Kimdir?— Ebuzer.— Peygamber'in dostu mu?— Evet.— Ana babamız feda olsun sana ey Ebuzer!Daha sonra hızla haymeye doğru koştular. Ebuzer

hâlâ yaşıyordu. Selâm verdiklerinde, Ebuzer:— Eğer bana, yetecek kadar, kefen yapacak bezi-

miz olsaydı, onu seçerdik. Şimdi bana Allah'a yeminederek söyleyin, hanginiz devlet memuru, patron, po-lis şefi veya casus ise beni kefenlemesin!

Oradakiler şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, çünkühepsi de bu saydıklarmdandı. Yalnız aralarında Ensar'-dan bir genç vardx:

— Sevgili amca! Seni ya kendi üzerimdeki elbiseveya yanımdaki annemden kalan kumaşla kefenleyebi-lirim.

— Sen beni kefenle.Ebuzer kefen ve gömülme işini de hallettikten son-

ra rahatlamıştı, gözlerini yavaşça kapayarak, destansıçilelerle ve iftiharlarla dolu hayatının son adımını daatU. Onu gusledip kefenledikten sonra namazını kılıp,bir taşın dibinde çölün yumuşak kumlarının altına göm-düler.

Ensar'dan olan genç mezarının yanında durdu :— Allah'ım! Bu Allah'ın ve Peygamber'in dostu

Ebuzer'dir. Sana tapan ve senin yolunda müşriklerlecihad eden; savaşan bir kulundur. Allah'ım! Ebuzer,kendi imanından ve inanışında değişiklik yapmadı.Belki münkercüeri gördüğünde diliyle ve gönlüyle on-larla kendisine işkence edilip, sürgüne gönderilinceyekadar mücadele etti. Onu yalnız ve kimsesiz gurbette

182

bıraktılar, gurbette yalnız öldü. Allah'ım, Ebuzer'i yok-sul ve sıkıntıda bırakanları, onu Peygamberin haremin-den ve evinden uzaklaştıranları sen ondurma.

Bu anda, çölün bu noktasında yoldan geçenler el-lerini gökyüzüne kaldırıp saygı ve huşu ile «Amin.»dediler.

Abdullah İbn Mes'ud gözyaşlarıyla :— Ne kadar doğru söyledin ey Allah'ın Resulü!

«Yalnız yaşadı,Yalnız öldü,

Yalnız haşrohınacaktir.»

( 2 ) Ebuzer Hicri 32. yılda öldükten üç yıl sonra, Medine'nin is-yanı ve Osman'ın korkunç bir şekilde karısı ve çocuklarınınyanında katledilmesi gerçekleşti... (A. Ş.)

183

İkinci Bölüm

Not: Bu bölüm tamamen Ali Şerİatiiun'dir.

BAŞKA BİR EBUZER

Allak'a binlerce şükürler olsun ki,O'ndan ne istediysem gerçekleşti. (1)

Bu gece bizim milletimiz için, 1300 yıllık İslâm ta-rihinde, Ali'nin aşkının, Ali'nin hanedanının ve Ali'ninyolunun seçildiği gecedir. Bu gece, bütün engellere veolumsuz şartlara rağmen, İslâmi açıdan doğru bakışasahip olanların gecesidir. Onlar, insanlık uğruna, ilâhîgayeleri uğruna işkenceyi ve şehadeti göze almış, kendidinlerinin yolunu tutmuşlardır. Bu kurum, çağımıza vebu son nesile kendi sorumluluğunu göstermek için, baş-langıcından beri onların yolunu, onların tarzını ve on-ların hedefini benimsemiştir. Sizler, nice zamandan berisorumlu fertler olarak tuttuğunuz bu ilâhi kıvılcımın,bu hürriyet bayrağının ve bu insani bağımsızlığın bek-çisi oldunuz. Bu devirde bir öğretmen ve bir fert ola-rak sîzlere kendi kalbimle bağlıyım. Hem de imanımlasöz veriyor ve bu topluluğa güveniyorum. Bu gece bü-yük bir gecedir.

( 1 ) Seyircilerin alkış sesleri.

187

Bu gece gördüğümüz programdan da büyük olanEbuzer'dir. O, öylesine tanınmış bir yüz ki, Ali'nin yo-lundan, Ali'nin İslâm'ından bugünün muhtaç olduğu biryüz... Dünyada iktisadi beraberliğin, adaletin oluşturu-labilmesi için; bugün, o bilginin, o vicdanın bulunma-sına çaba sarfetmeliyiz. Öyle bir iman bulmalıyız kif

bütün gücüyle hem Huday'ı hem hurmayı tutsun (2).Bunun örneği Ebuzer'dir.

Bir kişi nasıl yalnız yaşayıp, yalnız ölüp ve yalnızhaşrolunacaksa; bu gece de, bir kere daha, sizin aranız-dan yalnız seçilecektir. O, îslâm Peygamberi'nin dave-tinden üç yıl önce, vahdetten tevhide ulaştı. Gıfar ka-bilesinin yaşadığı, Rebeze'nin sönmüş ve nihayetsiz çö-lünde, bilgisizliğin ıssızlığında ve yalnızlığında kendikendini yetiştirdi. îslâmîyetten üç yıl önce, yalnız Al-lah için namaz kıldı. İslâm Peygamberi'nin nübüvve-tini ilânından sonra, Peygamber'e Allah tarafından ne-ler geleceğini ve neler yazılacağını öğrenmek için, gün-leri beklemekle geçti. İslâm'ı kabul eden ve müslümanolan dördüncü kişiydi. Ali onu Peygamber'e götürdü.Bu on yaşındaki çocuk, Ebuzer'i Muhammed'e tanıttı.Peygamber'in evi Safa tepesindeydi. Peygamberin evin-den; Hıra dağından birlik ve beraberlik yazılarını; ima-nı, dinsizlerin arasında ilân etmeye iniyormuş gibi in-di (3). Putperestlerin tapmağının önünde durdu. Put-perestler, toplumun dinsizliğini, ayırımcılığı, soyluluğuve asil aile olduklarını konuşuyorlardı. Durdu... Yalnız,kimsesiz ve silâhsızdı. Putların ve putperestlerin karşı-sına geçip bağırdı:

— Ey taş parçalarına tapanlar, yonttuğunuz taşlarıkınn!

( 2 ) Bunlardan; ekmeği, aşkı, hayatı ve dini ayırmak, ne müm-kündü?

(3 ) Hz. Musa'nın Tur Dağı*ndan «On Emirn ile inişine benze-tiliyor. (Çev.)

188

O, kendi zamanının İbrahim'i oldu. O, İslâm'ın ilksesini —dinsizlik göğü altında— tek basma haykırdı.Putperestler ürktüler ve bu ilk isyan sesini bastırmakiçin, başına üşüştüler. Onu boğmak, öldürmek için hay-vanca saldırdılar. İşkence yaptılar ve azarladılar.

Fakat, iman ateşini zorla söndürebilirler miydi?Gene aynı sahne, gene aynı sahne... Muhammed, onunhayatının sonunun gelmesinden korktu. Ona; «Gıfar'agit, kendi kabileni ve memleketini doğru yola ulaştır.Daha sonra sessiz ol ve bekle. Ne zaman açıkça savaşbaşlarsa o zaman gel.» diye emir verdi.

Müslümanların işkence dönemi, tek tek kişileri ye-tiştirme ve tek tek savaşmalar Mekke'de sona erdi.Müslümanlar Medine'ye geldiler. İşte o zaman toplu-mun yetiştürlmesi ve kitlelerin eğitilme dönemi baş-ladı.

Ebuzer, o zaman Medine'ye gitti. Medine'ye; evlat-sız, azıksız, malsız, itibarsız ve yalnız bir şekilde girdi.Ancak Medine; şimdi aşk Medine'si, iman Medine'si veçalışma Medine'sidir (4). Burada aşk, itikat ve peygam-berlik savaşabilir, hayat bulabilirdi. Allah'ın evine gel-di, burası milletin evi idi, mescit seki şeklindeydi. Bumescidin tavan bölümünde Peygamber oturuyordu. Es-hab-ı Sufa, Ammarlar, Selmanlar da onunla birlikte.Bu insanların cihad karşısında şüpheye düşecekleri hiç-bir şeyleri yoktu. Ailesiz ve kimsesizlerdi. Ayrılma vevedalaşma zamanı, şüpheye düşecek bir şeyleri yoktu.Her birinin elinde bir kılıç vardı. Hepsinin önünde de,Bilâl. "Bilâl'in cihada çağıran tok sesi duyulduğunda;mücahitler şehri terketmeden, onların öncüsüydüler.

(4 ) Medine kelimesi burada şehir anlamına, cins isim olarakkullanılmıştır. (Çev.)Elbise kelimesiyle şeriat kastedilmekte. (Çev.)

189

Barış zamanlarında onlar, dua, ibadet ve ilim öğ-renmekle uğraşıyorlardı. Hayatlarını inanca, Peygam-ber'e ve cihada kurban etmişlerdi. Bunlardan biri deEbuzer'di...

Medine'nin on yıllık dönemi: Heyecan yılları, ka-ranlığı yoketme yıllan, ikiliği ortadan kaldırma yılları,putları kırma ve cehaleti aradan kaldırma yılları... Buyılların yalnız ve eli boş Ebuzer'i, yerini üstün başarıyave büyük zaferlere bırakıyordu.

Ne zaman ki Peygamber gitti (vefat etti).Birden her taraftan fırtınalar koptu: Cehalet, din-

sizlik, eşrafiyet, ayırdetme, kölelik ve efendilik başıezilmiş, fakat nefes almaya devam eden bir yılan gi-biydi. Medine'nin havası, kibir, bencillik, siyaset oyun-ları ve ayak çelmeleriyle birden bire ısınmıştı.

Yine çatlak, yine ikilik, yine ileri gelenler, yine bü-yüklük... Peygamber'in inkılâbının önemliliği ortadankalkmıştı. Tevhid kisvesi altında cehalet isyan ediyor-du. Peygamber'in sünnetinden dönmeler başladı.

Artık çöküş başlamıştı. Ali toplumsal hayattan vesiyasetten elini eteğini ilk kez çekti. İlk kez evinde otur-du. Ali'nin evinde oturmasının sebebi, adaletin dindenayrümasıydı. Din adaletsiz kalmış; adalet teknesi poli-tikadan ve toplumsal hayattan elini eteğini çekmişti.Bundan sonra işlerin çok zor olacağı belliydi. Tarihtede adaletin köşeye çekildiği çok olmuştu. Gerek-açık,,gerek kapalı biçimlerde yapılan dış ilişkiler ve hareke-tin çok genç olması, Ali'yi susmaya ve dayanmaya zor-ladı. Bu durum Ebuzer'i de susturup dayanmaya mah-kûm etti.

Ali'nin yenilmesi; Ebuzer'in, Osman'ın karşısındahaykırmasına sebep oldu. Osman'ın akrabaları, BeniÜmeyye, bütün önemli idare makamlarına getirildiler.

190

Adalet ve hürriyet uğruna müslüman olan milletlerinkaderi; İslâm elbisesi giymiş, İslâm'ın en azılı düşman-larının; fasık, ayırdedici eşraf tayfasının eline geçti (5).

Ebuzer, böyle bir durumda suskunluğu hıyanet say-dı; ama bu haykırışında da Mekke'deki gibi yalnızdı.Medine'de, Peygamber'in yardımcılarının ve göçmen-lerin arasında yine yalnızdı. Osman'ın altın sevgisinesaldırdı. Medine halkı yoksulluğa giderken, ortaya yenibir zümre çıkmıştı. Bunlar, halifenin yardımcıları veOsman'ın akrabalarıydı. Çarpık dağıtılan savaş gani-metleri ile zekâtlar, Medine'de altınsever ve kapitalistbir zümrenin türemesini sağlamıştı. Oysa muhacirlerve Peygamber'in yardımcıları, halis niyetleri uğrunasavaşmış ve dindarlığı meslek edinmişlerdi. Şimdi iş-ler değişmişti. Binlerce köle vardı. Tıpkı Rey, Mısır,Rum, Yemen ve İran hükümetlerinde olduğu gibi; bü-yük makamlarda zenginler vardı. En iyi kaynaklarınyağmalanmasının adı cihad ve zekât olmuştu. Ebuzer,insanların tekrar esarete ve açlığa mahkûm edildiğinigördü. Bütün bunlar, Allah'ın birliği adına (daha ön-celeri de dinsizlik adına) yapılıyordu. Müslümanların,bu yeni aldatmacaya; yoksulluğa, köleliğe ve horlan-maya, belki yüzyıllarca dayanmaları gerekecekti. Ebu-zer, dayanamadı ve haykırdı. Osman, Ebuzer'in kendi-sine karşı çıkmasına tahammül edemedi. Onu, Muavi-ye'nin akrabalarının yanma, Şam'a gönderdi. Çünküçok uzaklarda, Medine'nin dışında olacaktı ve Muavi-ye'nin eli Ebuzer'e karşı çok açıktı. Ya parayla satınalacak, ya tehdit edecek veya öldürecekti. Ali yenilmiş,Osman ise halifeydi; ondan taraf bir tehlike yoktu.Muaviye, Beni Ümeyye ailesinin bu esirini; bu hor görü-

( 5 ) Mervan, Yezid, Muaviye ve Amr İbn As gibileri kastediyor.Şiilerce bunlar, böyle biliniyor. (Yayıncı),

191

nüşlü adamı (Ebuzer) kendisine engel görmüyordu..Aklı fikri yeşil bir sarayın yapılmasındaydı. Rum veİran imparatorluğunun rüyasını görüyordu. Yeşil sara-yını; kendi ebediliği için, ileri gelenlerin oturması için;Peygamber'den sonraki İslâm ümmeti adına, Allah'ınbirliği adına yükseltsin diye, İran ve Roma'dan sanat-çılar, müzisyenler ve büyük mimarlar getirtti. O kadarsevinçliydi ki, hergün işçilerin, mimarların ve sanatçı-ların tepesine dikilir, çalışmalarında hazır bulunurdu.Onların çalışmalarını ve işlerin işleyişini gözetlerdi.Ebuzer de her gün, Muaviye'yi sorguya çekmek için,inşaat yerine gidiyordu. Bir gün herkesin önünde ba-ğırdı :

— Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yap-tırıyorsan, israftır. Eğer milletin parasıyla yaptırıyor -san, hıyanettir.

Muaviye; çok pişkin sabırlı bir politikacı, fettan veArapların en üstün zekâlılarından biriydi. Peygam-ber'in, Ebuzer'i sevdiğini biliyordu. O, Peygamber'ingözüydü, Peygamber'in aziziydi. Peygamber, Ebuzerhakkında şöyle söylemişti: «Utanma ve dindarlığı, Mer-yem'in oğlu İsa gibidir. Ebuzer, göğsündeki boş kabı,bileğinin hakkıyla doldurdu.»

Muaviye, ona korku ve vesvese verilemeyeceğinibiliyordu, fakat belki satm alınabilirdi. Çünkü, Pey-gamber'in büyük taraftarlarının çoğu yanındaydı (6).Onları, bugün ya Yeşil Sarayın çevresinde, ya Kûfe'ningenel evlerinde veya İran ve Roma taraflarında bula-

( 6 ) Sıffın'de Muaviye'nin yanında yer alıp, Hz. Ali'ye karşısavaşan grubu kastediyor. Nitekim bugünkü Türkiye'de da-hî bir çok hakiki müslüman gaflette bulunup haksız siyasîtarafları desteklemektedir. (Yayıncı).

192

bilirdi. Halbuki; zahiren bunların çoğu 10 senelik sa-habi idiler. Çoğu, Peygamber'in 23 yıllık risaleti sıra-sında, hep onunla birlikte yürümüşlerdi. Acaba Ebu-zer, Ebu Hüreyre'den büyük müydü? Ebu Hüreyre,Peygamber'in arkadaşıydı ve daima Peygamber'in dos-tu olmuştu. Peygamber'den en çok hadis nakledendi.Abdullah İbn Selam'ın dul karısına aşık olan Yezid'in,verdiği görevleri yerine getiriyordu. Vaktiyle Peygam-ber'in büyük sahabisi idi, İslâmiyet'i insanlığa söyle-yen olmuştu. Şimdi Yezid için, görücü oluyordu. Ye-zid'e bunları yapacağına söz vermişti. Öyleyse, Ebuzernasıl satın alınamazdı! İnsanların özgürlüğüne imanıolduğunu bildiğinden, ona meyleden bir kölesini Ebu-zer'e gönderirken, şöyle dedi r «Mescide veya evine gi-dip Ebuzer'e; ey Ebuzer bu torbayı, halife kendi para-sından gönderdi de. Eğer Ebuzer'e bu parayı verebi-îirsen, sen hürsün...»

Köle geldi ve yalvardı, fakat Ebuzer kabul etmedi.Köle: «Ey Ebuzer, Allah seni bağışlasın! Bu torbayı al.Benim hürriyetim, senin bu torbayı almana bağlıdır.»dedi.

Ebuzer:— «Eğer bu torbayı alırsam, ben de köle olurum.»

diye cevap verdi.

Ebuzer, mescitte sahabilerin hayatını, Peygam-ber'in hayatını ve sadeliğini; yapılan onca çalışmayı,onca büyük dindarlıkları; Peygamber'in ve İslâm'ı yö-netenlerin hasletlerini; halk için, ve halkın önünde an-latıyordu. Peygamber'in hadislerini anlatıyor, Kur'an'ınâyetlerini okuyor; daha sonra da bunları halka açıklı-yordu. Çünkü, Osman ve Muaviye de minberlerindenKur'an'ı ve hadisleri açıklıyorlardı. Halk, Allah'ın fa-kirliği istemediğini anlamıştı. Fakirlik, belki Muaviye'-

F. : 13 193

nin istediğiydi. Allah'ın gönderdiği, zilet, olamazdı.Allah'ın emri, insanları izzeti ve yüceliğiydi. Eğer horgörülüyorlarsa, aşağılanmayı kabul etmişlerse, bununsebebi onlardı.

Anlattıklarını peş peşe tekrarlıyordu. Durup din-lenmeksizin İslâm'ın ruhunu ve genel istikametini; ada-leti, takvayı, dünyanın birliğini, Allah'ın birliğini, ce-miyetin birliğini —bunların eskiden var olduğunu—anlatıyordu. Şam halkı, İslâmiyet'i ilk kez Ebu Süfyanve Muaviye'nin dilinden işitmişti. Ebuzer'in anlattığıİslâm'ı ilk kez işitiyorlardı. Şam kentini; isyan, başkal-dırma ve hoşnutsuzluk dalgası sardı. Muaviye, Os-man'a; «Eğer Şam kentine ihtiyacın varsa, Ebuzer'iyakala, artık ben bezdim,» diye haber gönderdi. Os-man, Muaviye'ye; «Yaranın üstünü açma, halka karşıyavaş ve yumuşak davran, onlarla anlaşmazlığın ol-masın. Ebuzer'i anlaşılmasın ve tanınmasın diye, tahtasemerli bir deveye bindir, yabancı kölelerin görevlile-riyle birlikte Medine'ye gönder. Emir ver. Şam'dan Me-dine'ye kadar dinlenmesinler.» diye haber gönderdi.

Ebuzer'i, Medine'ye yorgun, bacakları iki yana düş-müş ve kan revan içinde getirdiler. Ali, Osman ve di-ğer ileri gelenler, Sel dağının eteğinde oturmuştu. Ebu-zer uzaktan göründüğünde, Osman'ı görünce bağırdı:

— Medine'ye büyük inkılab ve direnme için müjde-ler olsun!

Ebuzer'in müjdesini verdiği înkılâb, 35. yılda ger-çekleşti. Medine başkaldırdı. Ebuzer'in ölümünden üçyıl sonra, Osman yatağında öldürüldü (7).

Ebuzer, Medine'ye geldiğinde, Osman kimseninonunla konuşmaması ve fetva sormaması için emir ver-

( 7 ) Ebuzer, 32. yılda Rebeze'de öldü.

194

misti. Fakat Ebuzer'in fetvaları birbirinin ardından çık-maya devam ediyordu. Bu kez Osman ona:

— Ne zaman bu isyan, başkaldırma ve huzursuz-luk çıkarmaktan vazgeçeceksin? diye sordu. Ebuzerkendi gırtlağını gösterdi ve :

— Bıçağı boğazıma dayadığında, eğer ben göğsüm-de bir nefes daha hissedersem, bu son nefesi de haki-kati söyleyerek çıkaracağım. Çünkü benim kılavuzum,insanlık kabilesinin klavuzu, ilk kez bana; «Ebuzerne kadar acı olsa da, kınayandan ve kınanmaktan kork-ma, gerçeği söyle!» demişti.» Ebuzer devam etti: «Mil-letin kanından topladığın mallan, halka paylaştınrsan.îşte o zaman elimi yakandan çekeceğim. Benim yol gös-tericim, Allah'ın resulünden duydum; kendisinde hiç-bir sermaye sabaha kadar kalmamıştır. Böyle sermayetoplayanın başında belâ vardır ve sermayesi ona belâolacaktır.

Ama mümkün müydü; Osmanları, Muaviyeleri, Ab-durrahman İbn Avflari; hadisle, âyetle ve konuşmayladoğru yola getirmek? Bu nasıl olabilirdi ki? Allah'ınResulü, vahiyle silâhlı olduğu zaman bile bunu yapa-madı. Oysa bunların bizzat kendileri, vahiyle, Kur'an'-la milleti yağma etmişlerdi...

Ebuzer, susarsa aldatmanın, hor görmenin, kulla-nılmanın halka yutturulacağım biliyordu. Hiç olmazsaben haykırayım da, halk nasıl bir alm yazısına dûçârolduğunu anlasın; ileri gelenleri (zenginler tayfasını),zilleti ve putperestliği, tanısm. Bunca yıl peygamber-liğini yaptığı (Allah'ın Resûlü'nün) genç ve güzel İs-lâm toplumu, gerçeği bilsin. Ebuzer, bir gün Şûra mec-lisinin başkanı olan Abdurrahman İbn Avf'm, Ali'yi hi-leyle halifelikten mahrum bırakarak, bir yana ittiğiniduydu. Bu Şûra meclisine başkan seçilirken; Abdurrah-

195

man İbn Avf'a Ömer veto hakkını vermişti, en bü-yük oy hakkı da Osman'daydı. Abdurrahman îbnAvf öldükten sonra, mallarını camiye getirdiler. Mal-lar o kadar çoktu ki, dağ ve tepe gibi, Osman ile halkınarasında bir engel teşkil ediyordu. Osman, Peygam-berin minberinden şöyle söylemişti: «Allah, İbn Avf'ıaffetsin; temiz ve iyi yaşadı ve şimdi öldü. Bu kadar malve serveti kaldı.» Ka'ab El Ahbar, aşağılık hoca, Os-man'ın halifelik koltuğunun en sadık ve en yakın müf-tülerinden biriydi, şöyle dedi: «Doğru söyledin dindar-ların büyüğü.» Ebuzer, bunu işittiğinde yalnız ve kim-sesiz bir vaziyetteydi. Bilâl, Şam kentinin bir köşesineçekilip susmaktan başka bir çıkar yol görmemişti. Ali,bir çaresizlik ve hassasiyet içerisinde kalmıştı, bağırıpçağırarak İslâmiyet adına bir yere varamazdı.

Ebuzer'in diğer can dostları da gitmişti. Bazılarıalüna satılmışlar; bazıları da; ya hakikat, ya barış içinsusmuşlar, ya da her nasıl olmuşsa yalnızlığa bir yolbulmuşlardı. Hiç kimse halkın ve İslâm'ın kaderini dü-şünmüyordu. Başka bir grup ise, Cennet'in yolunu bul-mak için, ibadet ve dua etmek uğruna bir köşeye sı-ğınmıştı. Ebuzer, Osman'a haykırdığı zaman silâhsızdı.Yalnızdı. Aceleyle Osman'ın sarayına gidiyordu —ger-çi silâhsız bulmuşlardı—, fakat sinirinden çılgın birhaldeyken sokakta bir deve kemiği gördü (Aslında Ebu-zer hakkın önünde yumuşak huylu idi, ama batılın kar-şısında kendini kaybediyordu) hiç tereddüt etmedendeve kemiğini yerden aldı ve hiddetle Osman'ın sara-yına girdi. Osman ve Ka'ab El Ahbar ayağa kalktı. Ebu-zer, feryat ederek:

— Ey Osman, senin adamın bu kadar serveti vesermayeyi nasıl topladı? Nasıl muhafaza etti?! Oysahalk şimdi açtır. Sen, ona Allah hayırlar versin diyor-

196

sun! Acaba Allah, onu affetmiş inidir? Allah'a karşı,görevleri ayırt mı ediyorsun?

Osman cevap verdi:— Ebuzer, eğer bir kimse zekâtını verirse; bir tuğ-

lası altından, bir tuğlası gümüşten saray yaptırsa, onagünah yoktur.

Ebuzer, ona karşılık:«Altın ve gümüşü hazine edip de Allah yolunda

harcamayanları elem verici bir azâb ile müjdele...» (8)âyetini okuduktan sonra:

— Zekât vermeyen kimselerin malı değil, hazinesive malı çok olanlara; zekât vermiş olsalar da, zekâttanfazlasını vermiş olsalar da, onlara saldırılmalıdır!

Ka'ab El Ahbar konuştu :— Ebuzer'in bu söyledikleri, yahudilerin büyük din

adamlarına ve rahiplere aittir. Başka dinlerin ve dev-letlerin, büyük din adamlarına aittir. Mü'minlerin emi-rinin söyledikleri doğrudur. Bir kimse nasıl yaşarsa venasıl servet yaparsa yapsm, zekâtını verdikten sonra,günahı yoktur.

Ebuzer çok sinirlenmişti. Deve kemiğini eline ala-rak, Ka'ab'a saldırdı:

— Ey yahudiden doğmuş, bizim dinimizi bize miöğretmek istiyorsun?!

Ka'ab El Ahbar, Osman'ın arkasına saklandı. (Bu-rada gösterdiğim gibi teslis (üçleme) her zaman var-dır. Altını olan, Abdurrahman; güçlü olan, Osman; din-sizliğe bulaşmış ve dinin sapık yolunu gösteren, Ka'abEl Ahbar. Üçü de birbirine sırtını dayamıştı. Onlaratek başına saldıran ise, Ebuzer idi.) Ama bu adama yolgöstericisi; «Ne kadar acı olsa da, hakkı korkmadansöyle» demişti. Ebuzer, Osman'ın arkasında Ka'b'm en-

( 8 ) Tevbe sûresi, 34. âyet.

197

sesine deve kemiğiyle öylesine şiddetli vurdu ki, kafa-sından kan akmaya başladı. Osman'ın sabrı tükenmiş-ti, daha fazla dayanamadı:

— Ebuzer, bizi rahatsız ettiğin yeter! Bizim yanı-mızdan uzak dur.» dedi. Ebuzer, cevap verdi:

— Seni gördüğünde kimse benim kadar, sendennefret edemez. Nereye gideyim? Şam'a? Hicaz'a?.. Ve-ya..?

Ebuzer'in söylediği değişik yerleri Osman kabul et-medi. Ona: '

— Rebeze'ye git. Sıcak, ıssızlık, yalnızlık ve ölüm(orada var).

Ebuzer, çaresiz boyun eğdi. Mervan İbn Hakem,Peygamberin sürgüne gönderdiği adam, Osman'ın baş-veziri olmuştu. Ebuzer'in ölüm sürgününe götürülmesigörevini üstüne almıştı. Ali, bunu duyunca sakalı ısla-nmcaya kadar ağladı; Hasan, Hüseyin ve Akil'i de ya-nma alarak onu uğurlamak istedi. Mervan, onların budavranışını engellemeye kalkışınca, Ali hışımla Mer-van'm atının kafasına kırbacını vurdu. Mervan, Ali'ninhiddetini görünce, efendisine sığındı. Ali; Hasan, Hü-seyin ve Akil ile birlikte, Ebuzer'i, Rebeze'ye kadar uğur-ladı. Ayrılık vakti gelmişti, Ebuzer'in yalnız kalması ge-rekiyordu. Onun efendileri, onun önderleri, İslâm'ınadaletini temsil edenlerin; Ali, Hasan, Hüseyin'in geridönmeleri gerekiyordu. Çölde, ağlayan bakışlarla, göz-den kaybolana kadar; Ali, Hasan ve Hüseyin'i uğurladı.Ali, ayrılırken şöyle demişti:

— Ebuzer, onlar senin ihtiyacın olmayan şeydenkorkuyorlar. Sen de, onların inanmadıkları şeyden kor-kuyordun. Ebuzer, doğruyu söylediğin zaman korkma.Başladığın yolun Allah yolu olduğunu biliyorsun.

Ali, amcalarına veda etmeleri için çocuklarını, Ebu-zer'in yanma gönderdi. Hasan, Hüseyin ve Akil veda-

198

laşıp geri döndüler. Ebuzer ile eşi Ümmüzer yalnız kal-dılar. Ümnıüzer, Peygamberin ashabındandı. Ebuzer'in,Ebuzer olmasında, bütün sıkıntılarında ve başarıların-da, ortağıydı. Orada, karısı Ümmüzer, oğlu ve kızı ilebirlikte kalıyorlardı. Aylık maaş kesilmişti, fakat Ebu-zer'in birkaç tane keçisi vardı. Ailesi bunlarla geçiminisağlıyordu. Açlık gittikçe artınca, bir süre sonra kızıöldü. Açlık oğluna da saldırınca, Ebuzer, acaba birey-ler yapabilir miyim diye düşündü. Fakat ne yaptıysada oğlunun ölümünü engelleyemeyecekti. Bu düşünce-ler, onu yine Medine'ye götürdü. Osman'ın yanma gittive ona:

— *Ey Osman, benim maaşımı haksız olarak kes-tin! Peygamberin bağladığı maaşı, bana tekrar ver,ona ihtiyacım var.» dedi.

Osman, cevap vermedi. Onun çevresinde oturan-lardan birisi; çölün tozuna toprağına bulanmış ve aç-lığı yüzüne vurmuş olan, Peygamber'in sevdiği bu ih-tiyar adama bakınca, yüreği burkuldu. Ebuzer'e:

— Senin beş yüz koyunun ve birkaç kölen benimyanımdadır, deyince, Ebuzer sinirlenerek başını ona çe-virmeden :

— «Benim sana ve efendilerine ihtiyacım yok! Köle-lerin ve koyunların senin olsun!» diye cevap verdi. Ebu-zer, burada kendi oğlunun ölümü karşısında vicdanigörevini yerine getirmişti (Gerçi sonuca varamamıştıama). Eli boş bir şekilde Rebeze'ye geri döndü. Ümmü-zer'i oğlunun cenazesinin başında ağlarken gördü. Buhal, ona hemen yol göstericisinin bir söylediğini hatır-lattı :

— «Ey Ebuzer, her kim ki Allah yoluna iki çocu-ğunu feda ederse ve onların ölümüne sabrederse, hiç-bir zaman ateşi görmeyecektir.

199

Bu sözleri Peygamber'den duydum diye, Ümnıü-zer'e müjde verdi:

— Biz burada iki çocuğumuzu Allah yoluna fedaettik. Onların acılarına sabrettik. Bu Peygamberinmüjdesidir. Ümmüzer böylece teskin oldu. Ebuzer, da-ha sonra kendi elleriyle Rebeze'nin bahçe toprağını ka-zıp, oğlunun soğumuş cesedini oraya gömdü. Bir babaşefkatiyle üzerini örttükten sonra, yüzünü Allah'a çe-virip:

— Ey Allah'ım, benim oğlumun boynunda benimhakkım var, senin de onun boynunda hakkın vardır.Ben bir baba olarak ona olan hakkımdan vazgeçtim,sen de hakkından vazgeç. Sen onu bağışlamada ben-den üstünsün.

Daha sonra Ebuzer ile Ümmüzer yalnız kaldılar.Açlık, Ebuzer'e de saldırınca, Ümmüzer'i yanma çağır-dı; «Kalk çölde biraz dolaşalım, belki otların tohumla-rıyla şu korkunç açlığımızı bastırırız» dedi. Ümmüzerile Ebuzer yola çıktığında hava fırtınalıydı, sanki bufaciaya dünya gazab ediyordu... Birşey bulamadılar,Ebuzer hayatının geri kalanını elden çıkarmıştı. Bütüngücünü ömrünü tüketmeye vermişti. Dönüşte kanat-lan kırık bir kartal gibi, şefkatli eşi Ümmüzer'in kol-larına yığıldı. Ümmüzer ağlamaya başlamıştı, Ebuzerkendine gelince, onu teskin ederek şöyle söyledi:

— Ey Ümmüzer, Allah'ın Resulü; «Sizlerden biriçölde ölecek» demişti. Bunu söylerken biz üç kişi idik,diğer iki kişi savaşta şehit oldu, bahsettiği kişi benim,Peygamber benim ölümümü haber vermişti. Çölde öle-ceğim; beni burada bırak, beni burada bırak, tepeye çıkbak, belki birileri geçer, onlardan beni toprağa verme-lerini istersin. Sana, beni kefenlemede ve toprağa ver-mede yardım etsinler. Ümmüzer ümitsiz bir şekilde; «Ey

200

Ebuzer, burası hacca gidenlerin yoludur, oysa şimdihac mevsimi değil, buradan daha kimseler geçmez.»diye cevap vermesine rağmen, Ebuzer, bu çölde cena-zesinin başında birilerinin bulunacağını kesin bir tah-minle bildiğinden, Ümmüzer'e tekrar emir veriyordu :

— Git, tepelerin üstünde dolaş, beni kefenlemekiçin birilerini bul. Sana yardım etsin!

Ümmüzer ümitsizdi, fakat Ebuzer'in emriyle tepe-leri dolaşırken ufukta kartallar gibi uçuşan üç kişiyigördü. Ümmüzer mendiliyle işaret ederek onları çağır-dı. Yolcular aceleyle geldiler.

— Ne oldu, ey Allah'ın cariyesi?— Ey kardeşlerim, burada benim kocam öldü, ge-

lin onu kefenlememe ve toprağa vermeme yardan edin,karşılığım da Allah'tan alın.

Kimdir diye sorduklarında «Peyganıber'in dostuEbuzer,» diye cevap verdi. Bu üç veya dört kişi ensar-dandı, Osman'ın da taraftarları idiler. Telaşla Pey-gamber'in dostu Ebuzer'in yanma yaklaştılar. Ebuzerdaha yaşıyordu, onlara yüzünü çevirip şöyle dedi:

— Hanginiz Osman'ın taraftan ise, yardımcısı ise,subayı ise, bana karışmasın. Osman'ın görevlisi iseniz,beni kefenlemeyin, toprağa vermeyin... Yalnız hangi-nizde bir parça kumaş varsa onu bana kefen yapmakiçin versin. Eğer benim veya karımın kumaşı olsaydı,size ihtiyacımız olmayacaktı... Ne çare ki yoktur.

İçlerinden genç olan biri, galiba Malik Ester, şöylededi:

— Ey amca, annemin eliyle ördüğü bir kumaşımvar.

Ebuzer; «Beni bununla kefenleyip toprağa verin.»dedikten sonra Allahaısmarladık diyerek gözleriniyumdu. Bu üç kişi, onu Rebeze'nin ıssız çölünde topra-

201

jça verdiler ve mezarının başında saygıyla durdular.Peygamberin genç Ensari; «Ey Ebuzer, sen haksızlığıgördün ve susmadın. Ruhunu hakikat ve Allah yolun-da kaybedene kadar bağırdın. Ey Ebuzer, sen rahat ol.Huzurlu ol. Allah'ın peygamberliğinin hiçbir meselesi-ne son vermedir. Ne doğru söylemiş Allah'ın Resulü :

«Ebuzer yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız haşre-dilecektir.»

Hem kıyametin ayağa kalkışında, hem de her dev-rin ayaklanmasında. Vesselam.

* * *

202

BİR NOT

Osman devrinde, onun vasıtasıyla, servet toplayan-ları ve bu servetlerin bir kısmı:

Bu kişilerin bazılarının elleri hükümet işlerindeydi.Bunu belirtmemizin yeridir. İslâm döneminde ve İslâm'-dan önce, Araplar Dirhem ve Dinar ile alışveriş yapı-yorlardı. Dinar altmdan, dirhem de gümüştendi. Altındinar, yaklaşık 4.55 gram, (bir süre sonra 4.25 gram)ağırlığında idi. Bir dinar on dirhem ediyordu (1). Bufiyat, bazen on dirhemden on beş dirheme kadar yük-selebiliyordu (2). Eğer bahsettiğimiz paranın değerini(Osman devrinde), üçüncü yüzyılın değeri kadar sa-yarsak; Cafer İbn Kuddame'nin elinde bulunan hesa-ba göre ve Hicri 225 yılının vergisine bağlı olarak; altıton buğday ve arpa karışımının fiyatı otuz dinar, genebu hesaba göre 200 kilo buğdayın fiyatının 1 (bir) di-nar olduğunu anlıyoruz.

Bu değerler göz önünde bulundurulursa, her dina-rın onbeş dirhem olması gerekir. Gene bu değerlendir-

( 1 ) Fars Ansiklopedisi, «Dinar» maddesi.( 2) Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, c. 1, s. 101;

Corci Zeydan, îslâm Medeniyeti Tarihi, c. 2, s. 246 ve 282.

203

melerden hareket ederek, Osman'ın ve kendi grubun-dan bazılarının servetlerinin miktarını hesaplayabiliriz.Rakamların söyledikleriyle, elimizdeki bilgileri de kar-şılaştırabiliriz.

Peygamberin, hastalanmadan önce, bir miktar parası vardı. Hasta olduğu zaman, bu parayı fakriler arasmda paylaştırsın diye Ali'ye gönderdi. Bu para bir ri-vayete göre yaklaşık olarak 6 veya 7 dinardı.

Ali'nin üzerinde, genellikle bir kadifeden başkaşey bulunmazdı. Kışın tir tir titrerdi. Bir ara kılıcım pa-zara götürüp sattı. Bununla ilgili şöyle demişti:

— «Eğer dört dirhemim olsaydı, ottan veya ağaç-tan birşeyler alsaydım, bu kılıcı satmazdım.» (3)

Osman'ın Bazı Adamları (Akrabaları)1 — Mervan İbn Hakem:

Mervan, Osman'ın bütün işlerini yapardı. Armoni-ye fethedildiği zaman, Osman onun beşte birini Mer-van'a bağışladı. Buna ek olarak, Ebubekir'in satın al-dığı ve Fatma'ya ait olan, Fedek arazisini de Mervan'averdi. Yüz bin dirhem hediye etti. Afrika'nın beşte birgeliri Medine'ye gönderildiği zaman, Mervan onu beşyüz bin dinara satuı aldı, fakat Osman aym miktarmeblağı ona bağışladı (4).

C 3 ) Zerrin Kub, İslâm'ın Sabahı, s. 51. Sîret-i Halebiye'den nak-len, s. 111.

(4 ) Cerdak, Corc : İmam Ali, İnsanlığın Adaletinin Sesi. Parsçatercümesi. C. 5, «Ali ve onun zamanındaki olaylar», S. 146-147 ve C. 4, S. 248.Kurşi, Mehdi: Halifeler Adalet Önünde, Farsça tercümesi.S. 221.

204

2 — Hakem, İbn Ass:

Bu adam öyle bir İslâm düşmanı idi ki, Peygamberonu kendinden uzaklaştirmıştı. Osman onu geri getirt-ti. Osman'ın yanma vardığında üzerinde yırtık ve peri-şan bir kıyafeti vardı. Dışarı çıkarken şık ve kıymetlielbiseler giymişti. Osman, ona da yüz bin dirhem bağış-lamıştı (5).

3 — Haris İbn Hakem:

Peygamber'in yaşlılar için vakfettiği pazarı, Os-man ona bağışladı. Zekât için Medine'ye gönderilen de-veleri ona verdi. Osman'ın kızıyla evlendiği zaman, ka-yınpederi önceden verdiklerine ilâve olarak, yüz bindirhem daha bağışladı. Tüleyt kazasının amirliğini onabıraktı. Haris İbn Hakem bu yolla yaklaşık üç milyondirhem kâr etti (6).

4 — Ebu Süfyan :

Osman, Mervan'a yüz bin dirhem verdiği gün, EbuSüfyan'a da yüz bin dirhem bağışladı (7).

5 — Beni Ümeyye:

Osman, Peygamber'in müslümanlarm hayvanları-na tahsis ettiği meraları, Beni Ümeyye'nin hayvanları-na vakfetti. Irak'tan Medine'ye gönderilen servetin ço-ğunu, Beni Ümeyye arasında paylaştırdı (8).

( 5 ) a.g.e (Yakubl tarihinden naklen) S. 223-224.( 6 ) C. Corc, a.g.e., S. 125, K. Mehdi, a.g.e., S. 223.( 7 ve 8 ) C. Corc : a.g.e., S. 125 -126.

205

6 — Abdulah Ibn Halit •.

Abdullah İbn Halit, İbn Esid Emevi'nin Osman'a,yardım etmesini sağladı. Osman, ona dört yüz bin dir-hem verdi (9).

7 — Abdullah İbn Sarh:

Bu adam Osman'ın üvey kardeşi ve Mısır'ın vali-siydi. Osman bütün Afrika'nın, Mısır'dan Tanca'ya ka-dar, müslümanlann elinde bulunan arazilerini savaşganimetleriyle birlikte Abdullah İbn Sarh'm amirliğinebıraktı. Bu adam müslüman olmadan önce, dinsizlerinbaşkomutanıydı... Bir keresinde de ölüme mahkûmedilmişti... (10)

8 — Sa'ad İbn Ebi El'as :

Osman, bu adama da yüz bin dirhem bağışladı (i l).

9 — Talha:

Talha'nm iki bin dinar ve elli bin dirhem gümüşborcu vardı. Osman milletin malından (Beyt'ül Mal)onun borcunu ödedi. Talha Kûfe'de bir saray yaptırdı.Mesudî'nin, üç yüz yıl sonra, Mürûc-üz-Zeheb adlı ki-tabında dediğine göre, burası Dara El-Talhateyıı diyetanınmış ve meşhur olmuştur.

Talha'nm günlük geliri Irak'ın Kınas bölgesindentemin ediliyordu. Bu gelir, bin dinar idi. Mesudî'ye gö-

( 9 ) Halebî, M, Ali; «Ali'nin Hayatı», S. 158/Kamil îbn EsirFarsça tercümesi, C. 3, S. 128.

(10) Kamil İbn Esir, C. 3, S. 143, Halifeler, S. 219.(11) Halifeler Adalet Önünde, S. 220.

206

re, Serah bölgesi için bundan daha fazla söylenmiş-tir (12).

Medine'de Osman'ın evine benzer bir evi vardı. Buev; kireç, tuğla ve Sac ağacından yapılmıştı (13).

10 — Zübeyr:

Osman, altı bin dinarı Zübeyr'e verdi. O, bu paray-la ev yaptırdı ve kiraya verdi. Medine'de 15 ev, Basra'-da 2 ev, Kûfe'de 1 ev, Mısır'da 1 ev yaptırmıştı. Mesudî'-nin dediğine göre; Osman devrinde, Zübeyr'in bin er-kek ve bin kadın kölesi vardı. Bütün bunlara ilâve ola-rak, ölümünden sonra büı tane de atı kalmıştı. Geriyeelli bin dinar bırakmıştı (14).

11 — Abdurrahman İbn Avf:

Abdurrahman İbn Avf m geniş arazili evleri vardı.Bu evlerin her birinin ahırında yüz at bulunurdu. Ahır-larında toplam olarak; bin at, bin deve ve onbinlercekoyun bulunuyordu. Nakit varlığı da yaklaşık beş mil-yon dinardı (15).

12 — Zeyd İbn Sabit:

Mesudî'nin dediğine göre, Zeyd'in ölümünden son-ra o kadar çok altm ve gümüş külçesi kalmıştı ki bal-tayla parçalıyorlardı. Söylediğimizden başka mallanve bağları da vardı. Malları ve arsaları yüzbinlerce di-

(12) Sac : Hindistan'da yetişen siyah renkli bir ağaçtır. Sütüngibidir ve toprakta çürümez.

(13) C. Corc, C. 5, S. 146-İbn Haldun Mukaddime'nin Farsçaçevirisi, C. 1, S. 603 - Halifeler, S. 229.

(14) Adı geçen eser.(15) a.g.e., S. 147; îbn-i Haldun, C. 1, S. 453.

207

nar değerindeydi. Geriye yüz bin dinar da nakit parabıraktı (16).

13 — Ye'li İbn Münebbih :

Öldüğü zaman beş yüz bin dinar serveti vardı. Yok-sullardan büyük miktarlarda alacağı vardı. Ayrıca çoksayıda arazisi kaldı (17).

14 — Sa'ad İbn Ebi Vakkas:

O, Akik'de üst kısmını toplantı salonu haline getir-diği, çok yüksek çatılı bir ev yaptırdı (18).

Osman öldürüldükten sonra, onun mal varlığınışöyle anlatmışlardır: Yüz elli bin dinar altın. Bir mil-yon dirhem gümüş de, hazinedarının elindeydi. Malvarlığının değeri: Huneyn'de (Mekke ile Taif arasın-da) ve Vadi El-Kari'de (Medine yakınlarında) ve baş-ka yerlerdeki mallarıyla beraber iki yüz bin dinarı bu-luyordu. Beyt'ül Mal'm değerli mücevherleri, altınlarıve değerli eşyaları kızlarının üstündeydi. İasanlar budavranışlarına karşı çıktığı zaman, Osman çok kızmışve minberden şöyle demişti: «Biz kendimize gerekenşeyleri Beyt'ül Mal'dan alıyoruz. Kim bu işten rahatsızolursa veya karşı durursa, burnu yere sürtülecek tir.»

Osman Medine'de büyük bir ev yaptırdı. Bu evinkapılan Arar ve Sac ağacındandı (19).

(16) a.g.e., S. 147; tbn-i Haldun, C. 1, S. 453.(17) ibn Haldun, C. 1, S. 404-C. Corc, C. 5, S. 147.(18) a.g.e., S. 404.(19) a.g.e., S. 403, C. Corc, C. 5, S. 148-163; Halifeler, S. 230.

Ar'ar : Dağ selvisl, dikenli ardıç ağacı. (Çev.).

208

İKİNCİ BİR NOT

Gerçek İslâmiyetin, Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in hi-lafetinden sonra yaşanmadığını, Hz. Ali'nin ve Ebuzergibi tarafdarlarının o yolda gitmek istediklerini, Eme-vilerin, haksız, hatalı, ırkçı ve saltanatçı olduklarını,sahabilerin, makamlarının, üstün olduğunu (Hz. Os-man gibi) kabul etmekle beraber, tenkide tabi tutula-bildiğini, üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin görüşle-rinde görebiliriz.. Fakat Bediüzzaman ve Seyyid Kutupgibi düşünürlerin kritiği ile, bir kısım Şiilerin tekfir vesövmesi bir değildir.

Sahabelerin, dünya ile ilişkilerinin, gerçek yüzü-nün açıklanmasını ve onların büyük çoğunluklarınınadil ve doğru olduklarının beyanmı ve aralarındaki sa-vaşın, bir iki yahudinin oyunu olmaktan çok daha bü-yük sosyal sebeplere dayandığını 15. Mektup ile 27.Söz'ün ekinde görebiliriz. Araştırmak isteyen okuyu-cularımızı, oraya havale edip, konu ile ilgili bir iki soruve cevabı buraya alıyoruz.

Biz Tebliğ Yayınları olarak, sahabelere, saygı vehürmet edilmesi gerekliliğini hatırlatmakla beraber,beşer oldukları için, eleştirilebileceklerini söylüyoruz.

F.: 14 209

%•

Bu, İslâm'ın esas ruhunun muhafazası ile usul ve akai-dimizin, gereğidir... Yoksa onlara ismet verirsek aki-devi bir yanlışa düşeriz. Neyin doğru, neyin yanlış ol-duğunu ayırt edemeyiz.

Tebliğ Yayınları

E ğ e r d e s e n : Hazret-i Ali (R.A.) zamanındabaşlayan muharebelerin mâhiyeti nedir? Muhariblereve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?

E1 c e v a p : Cemel Vak'ası denilen Hazret-i Ali ileHazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddika (Ra-dıyallahü Teâlâ aleyhim ecmaîn) arasında olan mu-harebe; adâlet-i mahzâ ile, adâlet-i izafiyenin mücade-lesidir. Şöyle ki:

Hazret-i Ali, adâlet-i mahzâyı esas edip, Şeyheyn(Hz. Ebubekir ve Ömer) zamanındaki gibi o esas üze-rine gitmek için içtihad etmiş. Muarızları ise : Şeyheynzamanındaki safvet-i İslâmiye adâlet-i mahzâya mü-said idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaif muh-telif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleriiçin, adâlet-i mahzânm tatbikatı çok müşkil olduğun-dan, «ehvenüşşerri ihtiyar» denilen adâlet-i nisbiye esa-sı üzerine içtihad ettiler. Münâkaşa-i içtihadiye siya-sete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Madem sırf«Lillâh» için ve İslâmiyetin menâfii için içtihad edilmişve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hemkatil, hem maktul ikisi de ehl-i Cennettir., ikisi de ehl-isevabdır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali'nin içti-hadı musîb ve mukabilindekilerin hatâ ise de, yine aza-ba müstahak değiller. Çünki: İçtihad eden hakkı bul-

210

sa, iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içti-had sevabı olarak bir sevab alır. Hatâsından mazurdur.Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkikkürdçe demiş ki:

Jı şerre sahaban meke kalu kîlLewra cennetine hem katil u hem katil

Yâni: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme.Çünki hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennet-tirler.

Adâlet-i mahzâ ile adâlet-i izafiyenin izahı şudurki:

«Kim, yeryüzünde bir fesad veya can karşılığı ol-maksızın; birini öldürürse sanki o, bütün insanları öl-dürmüştür.»

Âyetin mânâ-yı işârîsiyle : Bir masumun hakkı, bü-tün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumunselâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk'ın nazarı mer-hametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz.Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmetiiçin, bir ferdin rızâsı bulunmadan hayatı ve hakkı fedaedilmez. Hamiyet namına rızasiyle olsa, o başka mes'-eledir.

A d â l e t - i i z a f i y e i s e : Küllün selâmeti için,cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara al-maz. Evhenüş-şer diye bir nevi adâlet-i izafiyeyi yap-mağa çalışır. Fakat, adâlet-i mahzâ kabili tatbik ise,adâlet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

İşte İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, adâlet-i mahzâyıŞeyhayn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâ-fet-i Islâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabil-

211

leri ve muarızları ise, «Kabil-i tatbik değil, çok müşki-lâtı var.» diye adâlet-i izafiye üzerine içtihad etmişler.Tarihin gösterdiği sair esbab ise, hakikî sebep değiller,bahanelerdir.

E ğ e r d e s e n : Hilafet-i îslâmiye noktasındaİmam-ı Ali'nin fevkalade iktidarı, harikulade zekâsı veyüksek liyakatiyle beraber seleflerine nisbeten muvaf-fakıyetsizliği nedendir?

E l c e v a p : O mübarek zât, siyaset ve saltanat-tan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi.Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanatolsaydı; «Şâh-ı Velayet» ünvan-ı manidarını bihakkınkazanamıyacaktı. Halbuki zahiri ve siyasî hilâfetin pekçok fevkinde mânevi bir saltanat kazandı ve Üstad-ıKüll hükmüne geçti; hattâ kıyamete kadar saltanat-ımânevisi baki kaldı.

-F ^ K̂

Amma Hazret-i İmam-ı Ali'nin Vak'a-i Sıffîn'de,Hazret-i Muaviye'nin tarafdarlariyle muharebesi ise,hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yâni: Hazret-iİmam-ı Ali Ahkâm-ı dîni ve hakaik-ı îslânıiyeyi ve âhi-reti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve si-yasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda edi-yordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı iç-timaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye et-mek için azimeti bırakıp, ruhsatı iltizam ettiler, siyasetâleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercihettiler, hatâya düştüler.

Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in Emevîlerekarşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi.Yâni :Emevîler, Devlet-i îslâmiyeyi, Arab milliyeti üze-

212

rine istinad ettirip râbıta-i îslâmiyeti, rabıta-i milliyet-ten geri bıraktıklarından, iki' cihetle zarar verdiler.

B i r i s i : Milel-i sâireyi rencide ederek tevhiş et-tiler.

D i ğ e r i ı Unsuriyet ve milliyet esasları, adaletive hakkı takip etmediğinden zulmeder. Adalet üzerinegitmez. Çünki: Unsuriyet-perver bir hâkim, milletda-şım tercih eder, adalet edemez.

«İslâmiyet Calıiliyet ırkçılığını kökünden kesmiştir.Müslüman olduktan sonra Habeşî bir köle ile Kureyşîbir efendi arasında fark kalmaz» fermân-ı kat'îsîyle:Râbıta-i diniye yerine râbıta-i milliye ikame edilmez;edilse, adalet edilmez; hakkaniyet gider.

İşte Hazret-i Hüseyin, râbıta-i dîniyeyi esas tutup,muhik olarak onlara karşı mücadele etmiş, tâ makam-ışehadeti ihraz etmiş.

* * *

E ğ e r d e n i l s e : Bu kadar haklı ve hakikatliolduğu halde, neden muvaffak olmadı? Hem neden Ka-der-i İlâhî ve Rahmet-i İlâhiye onların feci bir akıbeteuğramasına müsaade etmiş?

£ 1 c e v a p: Hazret-i Hüseyin'in yakın taraftarlarıdeğil fakat cemaatine iltihak eden sair milletlerde, ya-ralanmış gurur-u milliyeleri cihetiyle, Arap milletinekarşı bir fikr-i intikam bulunması Hazret-i Hüseyin vetarafdarlarının safi ve parlak mesleklerine halel verip,mağlûbiyetlerine sebep olmuş.

Amma kader nokta-i nazarında feci akıbetin hik-meti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları venesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya

213

saltanatı ile mânevi saltanatın cem'i gayet müşkildir.Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkinyüzünü gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkalankalmasın. Onların elleri muvakkat ve sûrî bir saltanat-tan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâne-viyeye tâyin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktab-1 arın a merci oldular.

Ü ç ü n c ü S u â l i n i z : «O mübarek zatlarınbaşına gelen o fecî gaddarâne muamelenin hikmeti ne-dir?» diyorsunuz.

E1 c e v a p: Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, Haz-ret-i Hüseyin'in muarızları olan Emevîler saltanatında,merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan :«Hükümetin selâmeti ve asayişin devamı için, eşhasfeda edilir.»

İkincisi: Onların saltanatı, unsuriyet ye milliyeteistinad ettiği için, milliyetin gaddarâne bir düsturuolan : «Milletin selâmeti için herşey feda edilir.»

Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an'anesin-deki rekabet damarı, Yezid gibi bâzılarda bulunduğuiçin, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.

Dördüncü bir sebeb de: Hazret-i Hüseyin'in taraf-tarlarında bulunuyordu ki; Emevîlerin, Arab milliye-tini esas tutup, sair milletlerin efradına «memâlik» tâ-bir ederek köle nazariyle bakmaları ve gurur~u rnilli-yelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire Hazret-i Hü-seyin'in cemaatine intikamkârâne ve müşevveş bir ni-yetle iltihak ettiklerinden, Emevîlerin asabiyet-i milli-yelerîne fazla dokunmuş, gayet gaddarâne ve merha-metsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.

-fc T* -T

214