alisveris canavari
DESCRIPTION
alisveris canavari kitabiTRANSCRIPT
Figen BAHTOĞLU
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığının 01.11.1997 gün ve 2482 sayılı Tebliğler
Dergisi’ndeki yönergeye göre yayınlanmıştır.
2
ISBN- 978-605-89022-0-6 Birinci Basım Kasım 2009
Bandrol Uygulamasına ilişkin usul ve esaslar
yönetmeliğinin 5. Maddesinin 2. Fıkrası çerçevesinde bandrol taşıması zorunlu değildir.
T.C. Kültür Bakanlığı Yayıncı ön sayısı:978-605-4320 Editör: Sevgi BALCI Kapak Resmi: Figen BAHTOĞLU Basıldığı Yer: F.Özsan Matbaacılık Ltd. Şti-BURSA TEL:(0 224) 441 33 82
3
Küçük hanım alışverişten oldukça yorulmuştu.
Ancak yine de kendine uygun olan elbiseyi, şortu,
şemsiyeyi, ayakkabıyı, anahtarlığı, sandaleti ve
aklınıza gelebilecek yüzlerce şeyi bulamamıştı. Aslın-
da aradıklarının hepsinden bir belki de daha fazla
sayıda onda vardı. Ama yeni gördüğü şeylere, yeni
çıkan desenlere, kıyafetlere oyuncakları her zaman
alması gerektiğini düşünüyordu. Yorulmak bilmeden
4
bir dükkandan bir dükkana girip duruyor, yanında da
annesini koşturuyordu.
Evet, bu küçük hanım, tam anlamıyla bir alışveriş
düşkünüydü. Anneannesiyle alışverişe çıkmayı hiç
sevmezdi. Çünkü anneannesi ona her zaman, çok
istediği bir çantayı görüp almak istediğinde “Ama
bundan sende var, sadece renkli farklı” ya da şekli
çok hoşuna giden bir gitar kılıfı almak istediğinde,
“Onu ne yapacaksın ki, sen gitar çalmayı bilmezsin” ya
da yüzlerce tokası olduğu için bir yenisine daha
ihtiyacı olmamasına rağmen, en son çıkan modelden
almak istediğinde, “Bütün bu tokaları ne yapacaksın
ki? Şimdiye kadar satın aldığın tokalardan sadece
4’ünü taktığını gördüm” diye karşı çıkıyordu. O da
anneannesiyle değil, her zaman annesiyle alışverişe
çıkmaktan hoşlanıyordu. Çünkü annesiyle haftada
sadece bir gün beraber oluyorlardı. Ve o gün de en
5
güzel vakitlerini birlikte alışverişe çıkarak
geçiriyorlardı. Annesi bir mimardı ve çok çalışıyordu.
Kızıyla birlikte olduğu zamanlarda onun, yapmaktan en
çok hoşlanacağı şeyi yapmak istiyordu. Bu da tabi ki
alışverişti.
6
Küçük hanımın bütün bir hafta iple çektiği a-
lışveriş günü gelip çattığında yataktan kalkar kalk-
maz yüzünü yıkıyor, en sevmediği ve en eskimiş, gerçi
bütün kıyafetlerini sadece bir veya iki kere giydiği
için eskimesine fırsat kalmıyordu ama, ona göre en
eskisini giyiyor ve annesinin çayını içip kendine
gelmesine fırsat bile vermeden. “Hadi anne,
kahvaltımızı sana söylediğim, o yeni açılan yerde
yapacağız. Çabuk ol. Herkes oraya gittiği için yer
bulamayız yoksa” diye ekledi. “Ama kızım baksana ne
kadar güzel tostlar hazırladım ikimiz için. En sevdiğin
peynir ve salamdan koydum. Yanında da portakal suyu
var. Orada da bundan yemeyecek misin? Hadi
kahvaltımızı edip öyle gidelim” diyen annesine
gözlerini dikerek bakan Aslı:
7
-Orda yediğimin tadı başka oluyor ama. Bunlar
gibi değil. Hadi anne gidelim artık. Geç olacak sonra.
Üzüleceğim ama.
Annesi kızının bu durgun haline, dudak bükmüş
mahzun gözlerle bakan yüzüne hiç bir zaman
dayanamazdı. Hemen yumuşayıverdi. Çantasını
tezgahın üzerinden alırken, gözü hala özenerek ha-
zırladığı güzel kahvaltı sofrasındaydı. Ama yapacak
başka bir şey yoktu. Kızıyla vakit geçirebilmek için
onun istediği her şeyi yapacağına söz vermişti bir
kere.
Küçük hanımın bahsettiği meşhur kahvaltı sa-
lonuna geldiklerinde, gerçekten de içerisinin tıklım
tıklım dolu olduğunu gördüler. Kenarda bir masanın
boşalmasını bekliyorlardı. Küçük hanım gözlerini dört
açmış boşalacak masaya anında oturabilmek için
8
tetikte bekliyordu. Bir yandan da karnının gurultusu
neredeyse dışarıdan duyulacak gibi oluyordu. Gözünün
önünden bir an, annesinin hazırladığı güzel tost ve
portakal suyu geçmişti. Ama böylesine popüler bir
yerde kahvaltı etmenin keyfini, evde hazırlanmış bir
kahvaltıda bulamayacağına inanıyordu.
Zaman ilerliyor, insanlar birer ikişer yerlerinden
kalkmaya hazırlanıyorlar, hesaplarını istiyorlar,
garsonları çağırıyorlardı. Açlıktan neredeyse midesi
yapışmış olan küçük hanım, bir anda kendine geldi.
Annesinin kolundan çekiştirerek, hemen bir masaya
doğru yöneldi. Ama tam masaya oturacakken, bir
garsonun masanın üzerine “ayrılmıştır” yazısı
koyduğunu gördü.
-Bu da ne demek şimdi. Ama önce biz geldik. Nasıl
ayırabiliyorsunuz ki?
9
-Daha önce telefonla rezervasyon yapan bir
müşterimiz için ayrıldı efendim.
-Telefonla rezervasyon mu? Burası, alışveriş
merkezinin içinde yeni açılmış bir kahvaltı salonu. Lüks
bir lokanta gibi önceden rezervasyonla yer mi
ayırıyorsunuz?
-Evet efendim, kusura bakmayın, bu masa ay-
rılmıştır. Ama birazdan boşalacak şu ilerideki, kapı
yanındaki masayı size ayırabilirim, diyen garsona ters
ters bakan küçük hanım, annesini çekiştirerek masa
bekledikleri yere geri döndüler.
Aradan yaklaşık 15 dakika daha geçti. Garsonun
söylediği masa nihayet boşalmıştı. Ama hem annesi
hem de küçük hanım, açlıktan bayılmak üzereydi.
Neyse ki kendilerini masaya zor attılar.
10
-Hadi kızım, ne kadar çok vakit kaybettik burada
böyle. Hemen bir şeyler yiyip gidelim. Alışverişimize
başlayalım, diyerek garsonun verdiği menüyü
incelemeye başladı. bu arada küçük hanım da menüyü
ezberlemiş gibi siparişini vermeye başlamıştı.
-Karamelli çikolata topları, elmalı tart üzerinde
dondurma, dilimlenmiş kasar peynirli kulüp tostu, elma
suyu, portakal suyu, muzlu ananaslı süt, meyvelerle
süslenmiş çıtır kurabiye pastası, Hindistan cevizli mini
keklerden bir de zeytinli küçük kıtırlardan istiyorum.
Annesi hayretler içinde küçük hanıma baktı. Bu
kadar çok şeyi nasıl yiyeceğini anlamamıştı, herhalde
canı istedi diye sesini çıkarmadı. Kendisi ise sadece
bir fincan kahve söyleyerek menüyü garsona geri
verdi.
11
Az sonra garson, elindeki bütün o siparişleri
masaya koymaya başladı. küçük hanımın verdiği
siparişler yiyemeyeceği kadar çoktu. Onun yaşında bir
çocuğu bırakın, yetişkin biri bile bu kadar çok yemek
yiyemezdi. Annesi hayretler içinde ona bakıyor, küçük
hanımın parlayan gözlerini gördükçe, iştahının yerine
geldiğini, hepsini yiyemese bile oldukça kuvvetli bir
kahvaltı edeceğini düşünerek seviniyordu. Ama öyle
olmadı tabi ki, küçük hanım, bir tane karamelli
çikolata topunu alıp bir ısırık attı. Ardından da bir
yudum portakal suyu içti. Annesi kahvesini
bitirmeden, o kahvaltısını etmişti bile.
-Ne kadar güzel değil mi anne? İşte ben buranın
kahvaltısına bayılıyorum. Bütün arkadaşlarım buraya
geliyorlar. Buranın karamelli çikolata topları
meşhurdur. Sen de bir dahaki sefere yersin. Hadi
artık kalkalım istersen. Daha alışveriş yapacağız.
12
-Kalkalım mı? bir dahaki sefer mi? O kadar
bekledikten sonra, bir lokma çikolata parçası ve
portakal suyu içmek için mi bu eziyeti çektik? Ben de
senin söylediğin bütün bu yiyecekleri yiyeceğini
düşünüyordum. Ne yaptın böyle?
-Bütün bu yiyeceklerin hepsini yemek mi? an-
neciğim, lütfen biraz mantıklı ol. Bu yiyecekleri
yersem formuma nasıl özen göstereceğim söyler
misin?
-Formun mu? Sen daha dokuz yaşında bir ço-
cuksun. Büyüme çağındasın. Ne formundan bah-
sediyorsun? Yiyeceksin ki, büyüyebilesin. Gerçi bu
yiyecekler seni büyütecek yiyecekler değil, hepsi abur
cubur, ama madem buraya geldik, bunları sipariş ettin,
hepsini yemelisin.
13
-Anne bu moda, anlamıyor musun? Buranın
çikolatalarından, tostlarından, meyve sularından
sipariş etmezsen, gelip burada oturmazsan, modadan
uzak kalırsın. Arkadaşlarınla konuşacak hiçbir şeyin
kalmaz. Ben yarın Gülay’a neden bahsedeceğim söyler
misin?
-Seni hiç anlamıyorum kızım. gerçekten de ko-
nuşmamız gereken ciddi problemler olduğunu dü-
şünüyorum. Neyse istersen alışverişimize başlayalım
ne dersin?
-Harika, hadi o zaman gidiyoruz. Beni takip et.
-Seni takip mi edeyim? Şu yeni açılan büyük
mağazaya gitmiyor muyuz? Orayı zaten biliyorum ben.
-Hayır, o mağazanın yanında başka bir yer açıldı.
Bugün ilk önce oraya gitmek zorundayız.
14
-Zorunda mıyız? Alışverişin, gezmenin zorun-
luluğu mu olurmuş, anlamıyorum. İstediğimiz yerden
başlarız gezmeye, neden bu kadar büyütüyorsun?
-Canım anneciğim, bu iş gezisi yüzünden ayrı
kaldığımız günler, sen yeni şeylerden çok uzak
kalmışsın. Seni ben gezdireceğim. Sen de
arkadaşlarınla konuşacak bir sürü şey bulacaksın
böylece.
Küçük hanım, şaşkın şaşkın ona bakan annesini,
kolundan çekiştirerek söylediği yere götürür. Burası
da diğer açılan mağazalardan hiç farkı olmayan, yine
kıyafet, oyuncak, aksesuar ve bütün diğer bütün o
şeylerin satıldığı bir mağazadır. Ama sanki bunların
hiç olmadığı bir yerden geliyormuş gibi davranan
küçük hanım, kendini tutamayıp, kıyafetlere saldırır.
15
-İşte bundan istiyordum. Bir de bundan, sonra da
bundan ve bundan. Hemen gidip bunları deneyeceğim.
-Ama sende zaten bunlardan vardı şekerim. Niye
aynı şeyleri almak istiyorsun anlamadım.
-Hayır anne, bendekilerin arka kısımları fer-
muarlı, baksana bunlar düğmeli yapmışlar. En moda
olan
-Yani bunları, sadece düğmeli oldukları için mi
beğendin? Sende olmasının hiçbir önemi yok yani.
-Anne, artık fermuarlı hiç moda değil. Herkes
düğmeli giyiyor. Zaten sana da düğmeli bluz alacağız.
-Ama kızım, diye seslenen anne, maalesef sesini
duyuramamıştı. Küçük hanım elindekilerin hepsini
denemek üzere kabine girdi. Bir yandan da annesine
sesleniyordu.
16
17
-Bunlardan alman gerek anneciğim kesinlikle. O
kadar rahat ki, şu düğmeleri ilikleyemedim ama olsun.
Küçük hanım, kabinde denemek için yanına aldığı
kıyafetleri denemeye devam ediyordu. Bir yandan da
annesine sesleniyor, “Ayakkabı bölümüne uğrayacağız,
sandalet almam gerekiyor” diyerek, buradan sonra
nereye gideceğine karar verdiğini söylüyordu. Kendine
oluşturduğu takımı üzerine giydikten sonra, annesinin
fikrini almak ve tabi ki ilikleyemediği düğmeleri için
yardım almak üzere kabinden dışarı çıktı. Ama
annesini göremedi. Sağa, sola baktı, yandaki diğer
kabinlere seslendi. Ama hiç cevap alamadı. “Herhalde
o da kıyafet denemek üzere büyüklerin kıyafetlerinin
satıldığı bölüme gitti” diye boş verdi.
Fakat bir gariplik vardı etrafta. Önce ne oldu-
ğunu anlayamadı. Tuhaf bir sessizliğe bürünmüştü
18
mağaza. Biraz önce tıklım tıklım dolu olmasına karşın,
şimdi ne bir tezgahtar, ne bir müşteri, ne de kasiyer
görebiliyordu. Annesi de ortada yoktu. Neler olduğu
hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Bir iki saniye
geçmişti aradan ama ona sanki saatler süren bir
sessizlik gibi gelmişti. Gerçekten de korkmaya
başlamıştı. Önce kısık bir sesle seslendi.
-Herkes nereye gitti? Bu bir kamera şakası mı
yoksa? Hadi ama anne, çık ortaya. Kandıramazsın.
Ama hiç kimse ona karşılık vermiyordu. Ne
annesini bulabiliyor, ne de neler olduğunu anlamak için
soru soracağı bir görevliyi görüyordu. Herkes uçup
gitmiş gibiydi. Mağazadaki tek kişi kendisiydi. Aslında
rüyalarında hep bunu hayal ediyordu. En sevdiği
mağazayı tek başına, kimse olmadan, dilediği gibi
gezebilmek, istediği şeyi almak, kimsenin ona
19
20
karışmaması en çok istediği şeydi. Ama bu dileğinin
gerçekleşmesi hiç de sandığı kadar eğlenceli değildi.
-Sadece rüyamda olsaydı, daha iyi olacaktı, diye
düşünürken mağazanın diğer ucunda kıkırdamalar
duydu. “İşte tamam, ben biliyordum zaten, bu bir
şakaydı öyle değil mi?” diye o yöne doğru gitti. Ama
gördükleri karşısında bunun bir şaka olmadığını
anlaması da uzun sürmedi. Hiçbir şeye benzetemediği
garip, tuhaf, tüylü yaratıklar görüyordu. Hemen bir
mankenin arkasına gizlenerek onları izlemeye başladı.
ses çıkarmamaya çalışıyordu, çünkü eğer tehlikeli bir
durum olursa yalnız olduğunu biliyordu.
Bu tuhaf yaratıklar, sanki alışverişe çıkmış
gibiydiler. Mağazada ne kadar ürün varsa, hepsini
deniyorlar, birbirlerine fikirlerini soruyorlar, en moda
şeyler hakkında konuşuyorlardı. Yani tıpkı küçük
21
hanımın ta kendisi gibi. Kimsenin olmadığı bu mağaza-
da sadece alışverişi seven küçük hanım ve bu tuhaf
alışveriş canavarları kalmıştı.
-Bence bunu giymelisin, altına da şu siyah bantlı,
yeni çıkan ayakkabılardan denesen harika olur.
Saçların yok gerçi ama, tüylerine de şu tokalardan
takarsan, sonuna kadar modaya uymuş olacaksın. Ben,
şu uzun saçaklı olanlardan alıyorum. Aynı giymememiz
için sen de kısa saçaklı olanlardan al, diye birbirlerine
tavsiyelerde bulunan bu alışveriş canavarlarını
dinleyen küçük hanım, onların aslında hiç de korkutucu
olmadıklarını gördü. Sevdikleri tek şey alışveriş
yapmaktı. Bundan hiçbir zarar gelmez diye düşünen
küçük hanım, onlarla tanışmak için yanlarına gitmeye
karar verdi. Aradığı alışveriş arkadaşlarını bulmuş gi-
biydi. Ürkek bir sesle:
22
-Merhaba, benim adım Doğa, sizinle tanışabilir
miyiz? Aslında buraya annemle birlikte gelmiştim.
Yeni açılan hiçbir yeri kaçırmam. Her şey yeni oluyor.
-Demek Doğa sensin. Biz de alışveriş canavarları
Süpersin ve Denemelisin. Senin ne kadar alışveriş
tutkunu olduğunu biliyoruz aslında. Bizim oralarda hep
senin gibi alışveriş meraklılarından bahsederiz.
Gerçekten de tanıştığımıza memnun olduk.
-Süpersin ve Denemelisin mi? ne kadar güzel
isimleriniz var öyle. Harika! Sizinle tanıştığım için çok
mutlu oldum. Peki ama anlamadığım bir şey var. Neden
burada kimse yok? Sadece biz varız.
-Ah evet, en büyük problemimiz bu. Ne zaman
alışverişe çıksak, maalesef bütün dükkandaki alış-
veriş yapan herkes ve tüm görevliler kayboluyorlar.
Aslında biz, kalabalık yerlerde alışveriş yapmayı
23
seviyoruz ama işte bizim de şanssızlığımız bu. Ne
yapalım! Senin gibi birkaç alışveriş düşkünü, alışveriş
yapmaya devam ediyor, ama ilk konuştuğumuz kişi sen
oldun. Biz de seninle tanıştığımız için çok mutluyuz.
24
-Bu inanılmaz bir şey! Benim de hayalim gerçek
oldu. Ben de kimsenin olmadığı bir dükkanda, alışveriş
hayali kurar dururdum. Ama sizin gibi alışveriş
meraklısı iki canavarla alışveriş yapmak çok daha
keyifli olacak. Harikasınız!
-Hadi o zaman ne duruyoruz! Bir an önce denemek
istediğimiz her şeyi denemeye başlayalım. Bu yeni
mağaza, tam hayallerimdeki gibi. baksana her şey
yeni!
-Ben de aynı şeyi söylüyorum ama annem an-
lamıyor. Bu mağazanın diğerlerinden ne farkı var diye
bana kızıyor. İyi ki sizlerle karşılaştım. Hadi
alışverişe çıkalım o zaman. Nereden başlayalım?
-Ben, geçen gün bir dergide yeni çıkan çizgili
gözlüklerden görmüştüm. Onun her rengini almak
istiyorum. Gözlük reyonu şu tarafta mıydı?
25
Süpersin, Denemelisin ve Doğa birbirlerini
buldukları için mutluluktan uçuyorlardı. Alışverişi bu
kadar seven üç kişinin, birlikte alışveriş yapması
kadar muhteşem bir şey olamaz diye düşünüyordu
hepsi. O reyon senin bu reyon benim, bakmadıkları,
incelemedikleri, denemedikleri şey kalmaksızın,
yorgunluktan bitap düşene kadar gezmeye başladılar.
-Hey hemen ikiniz de buraya geliyorsunuz. Tenis
ayakkabılarının şu tenis raketleriyle uyumuna bakar
mısınız? Ne kadar güzel değil mi? Hemen almalıyız.
-Tenis raketlerini de mi alacağız, diye Deneme-
lisin’in yanına gitti Doğa. Ama ben tenis oynamayı
bilmiyorum ki, diye ekledi.
-Bir tenis ayakkabısı almak için, tenis oynamayı
bilmek zorunda değilsin. Hem raket de aksesuarı olur.
26
-Hiç böyle düşünmemiştim. Hatta geçenlerde çok
güzel bir basketbol ayakkabısı görmüştüm. Onu da
alabilirim o zaman.
-Tabi neden olmasın, yanında da bir basket topu.
-Harika! Sizinle alışveriş yapmak ne kadar gü-
zelmiş. Hiçbir şey düşünmeden alışveriş yapmak.
Annemle alışverişe çıkmak hep güzel oluyor, ama
bazen “Şunu ne yapacaksın? Bu ne işine yarayacak?”
diye hayıflanıyor. Ama kesinlikle anneannem gibi fazla
karışmıyor. Onu bir görseniz. Alışverişi hiç sevmiyor.
-Bilmez miyim? Neyse boşver bunları biz devam
edelim. Buraya alışverişe geldik değil mi?
-Haklısın. canımız istediği kadar alışveriş yapmak
için buradayız. Hadi ne duruyoruz o zaman, deyip
mutfak aletlerinin satıldığı yöne doğru gitti Doğa.
Mutfakla hiçbir işi olmamasına karşın, yeni çıkan, yüz
27
kez daha güçlü mutfak robotlarının marifetlerinin
yazan afişte yazılanları okuyordu.
-Bak Süpersin, burada ne var? Yepyeni bir mutfak
deneyimine hazır mısınız?
-Evet. Yepyeni bir mutfak deneyimi. Hiç mutfağa
girip yemek yapmam, ama bu alet bana sebzeleri,
meyveleri bir çırpıda doğramam gerektiğini
söylüyorsa, mutlaka bir bildiği vardır. Hadi hemen onu
da koy alışveriş sepetimize.
-İşte budur. Her zaman bunların önünden ge-
çerken, renkleri ve şekilleri çok hoşuma gidiyordu.
Ama bir türlü cesaret edip de anneme aldıra-
mıyordum.
-Artık annen burada olmadığına göre, gönül
rahatlığıyla istediğin şeyi alabilirsin. Sana karışan
kimse yok. Hadi o zaman daha ne duruyorsun, şu tost
28
makinesini de al. Baksana şeker pembesi yapmışlar.
Ne kadar güzel. Böyle bir makinede tost yemekten
daha güzel ne olabilir ki?
29
-Sana katılıyorum. Annem geçenlerde bir tane
almıştı, yenisinin sapı kırıldığı için. Ama onun da rengi
siyahtı. Hiç modaya uygun değildi yani. Gerçi babam
“Tamirciye verelim, sadece sapını değiştirecek, yeni
bir tane almamıza ne gerek var? Daha ucuza mal etmiş
oluruz” demişti. Ama annem o siyahı aldı. Halbuki
bunlar çok daha güzel. Bence buna bayılacak.
-Modaya uygun olmayan hiçbir şey hoşuma
gitmiyor, bir eksiklik hissediyorum, diye Doğa’ya hak
verdiğini söyleyen Süpersin, elindeki muhteşem güçlü
yapıştırıcıyı sanki reklamını yapar gibi Denemelisin ve
Doğa’ya gösteriyordu. İşte karşınızda, aklınıza
gelebilecek her şeyi yapıştıran, eskisinden yeni yapan
olağanüstü güçlere sahip yapıştırıcı! Hadi bir tane de
siz alın, kırılan hiçbir şeyi atmayın.
30
-Ben bunu sevmedim, diye araya girdi Dene-
melisin. Kırılan hiçbir şeyi atmazsak, yenilerini nasıl
alacağız? Hayır onu istemiyorum, yerine koy.
-Çok doğru, bu yapıştırıcı kırılan tokaları, ucu
açılmış ayakkabıları, çantanın sapını, yani aklına
gelebilecek her şeyi yapıştıracağını söylüyor. Hayır,
eğer bunu alırsak, yenilerini nasıl alacağız? Ben de
sevmedim. Denemelisin haklı, onun alışveriş sepe-
timize koymayalım, diyen Doğa, yapıştırıcıyı yerine
koydu.
Üç kafadarın alışverişi tüm hızla devam edi-
yordu. Üçünün de elinde ikişer alışveriş sepeti, ağ-
zına kadar dolu halde ilerlemeye çalışıyorlardı.
-Aslında daha alacak o kadar çok şey var ki, ama
ben çok yoruldum. Ne dersiniz? Bir yerde oturup bir
şeyler içelim mi?
31
-Evet benim de karnım çok acıktı. Gerçi sabah
annemle yeni açılan kahvaltı salonuna gittik, en moda
yiyeceklerden söyledim ama hiçbirini yiyemedim.
-Ben de her gittiğim yerde çok fazla sipariş ve-
riyorum ama yiyemiyorum. Ama moda olduğu için
masamda durmaları çok hoşuma gidiyor.
-Ben de anneme öyle söyledim. Ama beni hiç
anlamıyor, “Ne gerek vardı bu kadar şeye” diyor.
-Onlar hiç anlamaz zaten. Hadi gidip kendimize
bir sürü yiyecek alalım. İçlerinden beğendiklerimizin
tadına bakarız.
Alışveriş canavarları ve Doğa, bir şeyler yemek
için mağazanın içinde bulunan kafeye giderler. O-
turup sipariş vermek için birinin onlara bakmasını
beklerler ama unuttukları bir şey vardır. Onlara
bakacak bir garson yoktur.
32
-Peki şimdi ne yapacağız? Bize kim bakacak?
-İşte bu olmadı, diye şikayet eden Süpersin ve
Denemelisin kendi yiyeceklerini alamayacaklarını
söylerler. Doğa, onlar için garsonluk yapmak zorunda
kalır. O da bu durumdan hoşlanmamıştır ama en yakın
iki arkadaşının kalbini kırmak istemez.
-Siz merak etmeyin, ben şimdi size istediğiniz
şeyleri getireceğim, diyerek garson önlüğünü giyip,
onların siparişlerini almaya başladı.
-Ben az pişmiş, kapak kızartması üzerine, mantar
soslu, küp küp kesilmiş turuncu peynirli bir omlet
istiyorum. Ayrıca portakal, havuç, elma, limon,
greyfurt, ananas, çilek ve turp sularından oluşan bir
karışım içinde küçük kiraz şekerlemeleri olan bir
kokteyl, sonra da tatlı olarak karamelize edilmiş,
çikolata parçacıklarıyla süslenmiş, üstü iki, altı bir kat
33
34
olan, dondurma şelalesi almak istiyorum. Sonra diğer
siparişlerimi de vereceğim, diye ilk siparişi veren
Süpersin’in ardından Denemelisin de kendi yiyecek
siparişini vermeye başladı.
-Yağsız milföy hamurunda, yumurta akı sürülmüş,
ince kıyılmış maydanozla süslenmiş, oda sıcaklığında
peynir dolgulu, yassı şekil verilmiş börek sepeti,
yumurtasız, elma suyunda bekletilmiş kekinin içindeki
çikolata parçacıkları üçgen şekilde kesilmiş, havuç
dilimleriyle süslü pasta ve su.
Doğa, hayretler içinde, hayatında duymadığı
kadar uzun ve ayrıntılı yemek isimlerinin adını bile
yazmakta zorlanmışken, bunların nasıl hazırlandığını
ve neye benzedikleri hakkında bile fikri yoktu. Ama
yapacak başka bir şeyi de yoktu. Arkadaşlarına bunu
kendisi teklif etmişti ve üstesinden gelmesi
35
gerekiyordu. Hemen mutfağa yöneldi. Ne kadar çok
şeydi bu yemek hazırlamak. Annesini düşündü, işten
yorgun argın eve gelip bir de yemek derdiyle
uğraşıyordu. Babası zaten yemek yapmayı bilmiyordu.
Zaten en güzel yemekleri anneannesinde yiyordu.
Onun kıymetini şimdi daha iyi anlamıştı. Bu kısa
garsonluk deneyiminden öğrendiği şey, yemek
yapmanın, zor bir iş olduğuydu.
-Şimdi bakalım burada neler var, diyerek mut-
fağı karıştırmaya başladı. Süpersin’in istediği mal-
zemelerden oluşan bir yemek yapmaya kalkıştı. Ama
her seferinde başka bir şeyi unutuyor, hazırla-
dıklarını yanlış karıştırıyor, bütün çabalarına karşın
bir türlü üstesinden gelemiyordu. Denemelisin’in
yemeği diğerinden daha kolay göründü gözüne. İlk
önce bundan başlayayım bari, diyerek onun sipariş
ettiği yiyecekleri aramaya koyuldu. Ama bunda da
36
başarısız olmuştu, çünkü nasıl servis edeceği hakkında
en ufak bir fikri bile yoktu. Sonunda pes etti ve
alışveriş canavarı arkadaşlarının yanına elinde iki
bardak limonatayla birlikte gitti.
-Kusura bakmayın, ama mutfak kapalı olduğundan
ve hayatımda hiç, kendi başıma yemek ha-
zırlamadığım için sipariş ettiklerinizi hazırlayamadım.
Ama size birer limonata getirdim. Şimdilik bununla
idare edersiniz değil mi?
Süpersin ve Denemelisin, Doğa’nın önlerine
koyduğu limonatalara bakıp kahkahalarla gülmeye
başladılar.
-Demek hiç yemek hazırlamadın öyle mi? Yani
daha önce mutfağa girmedin. Anneni de izlemedin.
Yalnız başına yaşadığını düşünemiyorum bile. her-
halde aç kalırdın. Neyse ver limonataları da içelim
37
bari, deyip Doğa’nın bu çaresiz haliyle dalga geçtiler.
Doğa, yeni arkadaşlarını kaybetmek istemediği için
onların sözlerine karşılık vermemeyi seçti.
-Evet, üzgünüm, diyebildi.
Üç alışveriş çılgını mağazayı dolaşmaya devam
ettiler. Ta ki, hava kararmaya başlayana kadar. A-
lışveriş canavarları yorulmak bilmiyorlardı ama Doğa,
bu kadar yorgunluğa katlanacak durumda değildi.
Kendisininkiler yetmiyormuş gibi bir de Süpersin ve
Denemelisin’in arabalarını da sürüyordu. Sonunda
olduğu yere çöktü.
-Ben artık dayanamayacağım. Bu kadar alışveriş
yeterli diye düşünüyorum. Yarın devam ederiz ne
dersiniz?
-Bu kadar çabuk mu yoruldun. Hem daha en üst
kata, mobilyaların olduğu bölüme çıkmadık. Birbirinden
38
güzel kanepeler, koltuklar, yastıklar ve daha bir sürü
ev eşyası var orada. Oraya bakmadan şuradan şuraya
adımımı atmam ben, diyen Süpersin Doğa’nın yorgun
haline aldırış etmeden üst kata çıkmak için asansöre
doğru yöneldi. Doğa bir kez daha arkadaşlarını
kırmamak için, kalan son gücüyle arabaları itmeye
başladı.
-Siz çıkın, ben arkanızdan geliyorum, diye ses-
lenerek arabalarla beraber, onları takip etmeye
başladı. Arkalarından onu takip eden Doğa’yı işaret
ederek kıkırdayan Süpersin ve Denemelisin çoktan üst
kata varmışlardı bile. Mağazada kimsenin olmaması
yüzünden, bütün danışma masalarında da kimse yoktu.
-Keşke birileri bana yardım etse, diyerek alış-
veriş arabalarını sürükleyerek götüren Doğa’nın artık
gücü iyice tükenmişti. “Beni bekleyin” dese de
39
canavarlar hiç oralı olmuyorlardı. Doğa, her güzel
şeyin bir bedeli vardır anlamına gelen anneannesinin
“Gülü seven dikenine katlanır canım evladım” sözünü
duyar gibi oldu. “Ama ben alışveriş yapmayı seviyorum,
canavarlar sonradan çıktı. Gerçi onlar kadar alışveriş
düşkünü başka kimseyi daha tanımadım. Her zaman
mutlaka bir problem çıkarırlar. Yani demek oluyor ki,
alışveriş canavarları gül, onların bu umursamaz halleri
de diken demek ki” diyerek, yorgunluktan çömelip
kaldığı yerde bunları düşünüyordu.
Bu sırada canavarlar çoktan alışverişe başla-
mışlardı bile. Doğa’nın haline bir nebze olsun acımış
olmalılar ki, “Hadi sepetleri orada bırak da yanımıza
gel. Bak sana ne göstereceğiz” dediler. Doğa, onların
bu seslenişlerini duyar duymaz, sanki yeni pil takılmış
bir oyuncak araba gibi yerinden fırladı. Süpersin ve
Denemelisin, hiç de ihtiyaçları olmayan bir şeyin
40
yanında, bilmedikleri bir dilde, Flemenkce yazılmış, 67
ciltlik bir ansiklopedi setinin yanında duruyorlardı.
-Görüyor musun ne kadar güzel olduğunu?
Baksana her cildin ağırlığı neredeyse beş kilo. Ah,
bunu mutlaka almam gerekiyor.
Doğa, ansiklopedilerin yanına gittiğinde, bir an
duraksadı. Bir ansiklopedilere bir Süpersin’e baktı.
Hiç anlam veremedi.
-Ama siz Flemenkçe bilmiyorsunuz ki. Yoksa
biliyor musunuz?
-Tabi ki bilmiyoruz. Ama ben hayatımda bu kadar
güzel cildi olan bir ansiklopedi daha görmedim. Bakar
mısın? Her cildi ayrı bir renk. Üstünde yazanları
okuyamıyorum, ama herhalde renklerle bir ilgisi
vardır.
41
-Flemenkçe bilmiyorsunuz ve bunu almak mı
istiyorsunuz. Hem de 67 cilt. Peki bunu ne zaman
kullanacaksınız? Yani herhalde bu ansiklopedileri
okumak için Flemenkçe öğrenmeyi düşünmüyorsunuz.
-Kesinlikle hayır, bizim öyle onu, bunu öğrenmeye
ayıracak vaktimiz yok. Biz alışveriş düşkünleriyiz.
Senin hiç ihtiyacın olmadığı halde satın aldığın o, mavi
saklama kabı neyin nesi oluyor. Aynı şey. Ha
ansiklopedi, ha saklama kabı. İkisini de kullanılmak için
değil, sadece şekli, rengi hoşumuza gittiği için
aldığımız şeyler.
-Ama ben, belki ben o saklama kabını kulla-
nabilirim. Yani, mesela şey yapabilirim onunla.
-Ne yapabilirsin onunla? Yoksa hiç girmediğin
mutfağa girip, annenin aldığı eşyaları yerlerine
koymasına yardım etmeye mi karar verdin? Yoksa,
42
odanı toplamak mı aklına geldi bir anda? Orada mı
kullanacaksın o saklama kabını?
-Ama niçin böyle konuşuyorsunuz. Ben, arkadaş
olduğumuzu zannediyordum. Ama siz böyle
konuştukça, beni mutsuz ediyorsunuz.
-Arkadaşlar birbirlerine her zaman, her şeyi
söylemelidirler. Yoksa birbirlerine yalan söylemiş
olurlar. Mesela ben Denemelisin’e, bu üstündeki kürk
seni çok açmış, gerçekten dünyanın en güzeli
seçilseydi, sen seçilirdin deseydim, bu yalan olurdu.
Çünkü Denemelisin, dünyanın en güzeli değil. Sen bile
bizi ilk gördüğünde korkmuştun. Ya da sana, saçlarını
yeşile boyat, çok daha güzel olacaksın, dediğimde sana
kötülük etmiş olurum. Çünkü senin saçların bu rengiyle
çok güzel, diye yanıtladığında, Doğa’nın kafasında bir
anda şimdiye kadar hiç düşünmediği birçok sorunun
43
cevabı belirmişti. O, bunları düşünürken, bu sefer
Süpersin konuşmaya başladı.
-Biz alışveriş canavarlarıyız. Yani aslında senin de
bildiğin gibi canavar diye bir şey olmadığından,
alışveriş canavarı diye bir şey de yoktur. Bizler senin
istediğin şeyin, yani hiç kimsenin karışmadığı,
istediğin her türlü şeyi alabildiğin alışverişin içindeki
hayalleriniz. Baksana, gerekli olsun ya da olmasın,
hoşuna gitsin ya da gitmesin, her şeyden almak
istiyorsun. Aslında biz sana, bunun doğru olmadığını
göstermek için buradayız. Hayalini kurduğun
sorumsuzca alışveriş yapmanın hiç de güzel bir şey
olmadığını göstermek için. Aslında sen, tüm çocuklar
gibi alışverişe değil, sevgiye ihtiyacı olan bir
çocuksun. O güzel anlarını alışverişle değil, harika
oyunlar oynayarak geçirmelisin.
44
Doğa, yeni arkadaşlarının aslında bir hayalden
ibaret olduğunu anladığı an, önce üzüldü, ama sonra
kendisine iyilik yapmaya çalışan iki canavar olduklarını
düşündüğünde gerçekten de ne kadar şanslı olduğunu
anladı. Alışveriş Doğa için, harika vakit geçirdiğini
düşündüğü tek şeydi. Annesi onun her istediğini
alıyordu, ama birlikte alışverişe çıkmaktan başka,
beraber geçirdikleri tek bir an bile yoktu. Annesi
olmadığı zamanlarda ya dedesi, ya da büyükannesiyle
yapmak istediği de sadece alışverişti. Alışveriş
yapmayı neden bu kadar çok sevdiğini düşündü bir an
için. Aslında düşünmesine gerek kalmamıştı. Çünkü
karşısındaki alışveriş canavarları ona cevabı
söylemişlerdi. Yalnız olduğu için. Ama bir sürü
arkadaşı vardı Doğa’nın. Okuldan, oturdukları
sokaktan, kurstan. Ama onlarla konuştuğu tek şey de
alışverişti. Çünkü arkadaşları da onun gibi birer
45
alışveriş düşkünüydü. O yüzden başka hiçbir şeyden
bahsedemiyorlardı. Birlikte oyun oynamıyorlardı. Tek
yaptıkları, alışveriş hakkında konuşmak, dergilerde
gördükleri bütün o şeylerden satın alabilmek için
yarışmaktı. Doğa, çocukluğunun gerçekten de çok
sıkıcı geçtiğini düşündü. Bundan sonra yapması
gerekenin ne olduğunu biliyordu.
-Saat 10 oldu tatlım, hadi artık yataktan kalkma
vakti geldi. Bugün birlikte yeni açılan yere gidecektik
unuttun mu yoksa?, diye annesinin ona seslenmesiyle
birlikte göz kapaklarını aralayan Doğa, uykudan yeni
uyandığının farkına varmıştı. Gördüklerinin hepsi bir
rüyadan ibaretti. Aslında alışveriş canavarı diye bir
şey yoktu. Ama Doğa, bu rüyadan çok şey öğrenmişti.
46
Yatağından kalkıp, yüzünü yıkadıktan sonra,
telaşla bir şeyler atıştıran annesinin yanına, mutfağa
gitti.
-Uyandın mı tatlım? Ama üstünü bile giyin-
memişsin. Geç kalacağız. Hani bana dün söylemiştin ya,
geç kalırsak, yeni açılan kahvaltı salonunda yer
bulamayız diye.
-Bence kahvaltımızı evimizde edelim anneciğim.
Senin o harika omletlerini o kadar çok özlemişim ki?
Beraber kahvaltı edelim.
-Omlet mi? Ama ben üstümü giyindim. Gitmeye
hazırım. Seni bekliyordum. Neden fikrini değiştirdin
anlamadım.
-Çünkü seni çok seviyorum, diyerek annesine sıkı
sıkı sarıldı Doğa. Annesi olan bitenden hiçbir şey
anlamamış gözlerle Doğa’ya bakıyordu. O da, kızının bu
47
ani değişimi karşısında şaşırmıştı. Ama bugün, kızının
istediklerini yerine getirme günüydü onun için. O
yüzden tek kelime etmeden, ona en sevdiği omletten
hazırlamak üzere mutfak önlüğünü taktı.
48
Doğa içinden, “Şimdiye kadar gördüğüm en güzel,
kötü rüyaydı” diye geçirdi. Annesiyle vakit geçirmenin
alışveriş dışında, çok daha güzel olduğunu düşünürken,
beraber gülüp şakalaşıyorlar, annesinin pek de başarılı
olmayan omletiyle ilgili yorumlar yapıp eğleniyorlardı.
SON