almanya'nun susurluk'u mu?

20

Upload: zeki-genc

Post on 10-Mar-2016

222 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Almanya'nun Susurluk'u mu?

TRANSCRIPT

Page 1: Almanya'nun Susurluk'u mu?
Page 2: Almanya'nun Susurluk'u mu?

2 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

IMPRESSUM / KÜNYE

Yayıncı | Verleger:BIMBayerisches Institut für Migration e.V.Truderinger Strasse 280 d81825 München

Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291info(@)[email protected]/avrupagun

Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P):Osman Çutsay

Sanat Yönetmeni | Artdirektor:Ömer Yaprakkıran

İÇİNDEKİLER

3“Döner Cinayetleri”nin tek bileni mahkeme önündeNSU mu, başka bir şey mi?NSU denilen şebekeyle ilgili Kai Voss ve Jürgen Elsässer’in tezleri, tüm ka-lıpları kıracak cinsten. İki araştırmacı, gerek Alman gerekse Türk dünyası-nın, her iki ülkenin “derin devletlerinin”, milliyetçilerinin ve mafya bağ-lantılarının iç içe olduğuna dikkat çekiyor.

OSMAN ÇUTSAY

9Neonazilerin saldırılarıyla ilgili istatistikler birbirinden farklıAlmanya’da aşırı sağın “ölümcül marifetleri”

10Almanya’da bakıcı aileler ve Türk çocuklarıGerçek başka yerdeAKP hükümetinin medya başta olmak üzere çeşitli alanlardaki uzantıları,aylardır Almanya Gençlik Dairelerinin Türk çocuklarını ailelerinden zorlave keyfi olarak alarak Hıristiyan ailelere verdiği yolunda propaganda yapı-yor. Ama görünenlerin arkasında sanıldığından çok daha kirli bir gerçekyatıyor.

YÜCEL ÖZDEMİR

16Bir Türkiye dostu daha aramızdan sessiz sedasız ayrıldıGilles Veinstein ve vedasıFransa’da yaşayan bir numaralı Osmanlı Tarihi uzmanıydı. Üstelik çok ciddibir Türkiye dostuydu. Bu yazı, İlber Ortaylı hariç, onu ölümünde bile anmakdirayetini gösteremeyen Türk kamuoyuna bir tepki, değerli bilim insanıGilles Veinstein’a da bir vefa borcudur.

UĞUR HÜKÜM

19Zülfü Livaneli, Bulgarcada

ORHAN ÇALIŞIR

Page 3: Almanya'nun Susurluk'u mu?

“Döner Cinayetleri”nin tek bileni mahkeme önünde

NSU mu, başka bir şey mi?OSMAN ÇUTSAY

Kai Voss ve Jürgen Elsässer’intezlerine göre, gerek Almangerekse Türk dünyasının, her ikiülkenin “derin devletleri”, milliyet-çileri ve mafya bağlantıları iç içe.İki araştırmacı, ısrarla bu ilişkilerağının kaynaklarını ve yaratacağısonuçları irdeliyor. Böyle bir düşün-sel müdahalenin yanıtsız veetkisiz kalması zor.

Eğer her şey normal seyrinde gelişseydi,daha şimdiden söylemek mümkün olurdu: Fe-deral Almanya bir devlet krizinin eşiğindedir!17 Nisan’dan sonra büyük bir dönüşüm gün-deme gelebilir! Ama, öyle değil.

Çünkü başka bir şey oluyor. Yerleşik siste-min, tüm kurumlarıyla, tabii özellikle ana akımmedyanın öncülüğünde, kurbanlarının ezici ço-ğunluğunu Türkiye kökenli insanların oluştur-duğu bir cinayetler silsilesini açıklığa kavuştur-mak değil, adeta karanlıkta bırakmak için çabaharcadığı gözleniyor. Almanya’da yargıçların vegazetecilerin olup olmadığı birkaç ay içindeaçıklık kazanacak. Ama büyük yarışın üç-dörthafta içinde başlayacağı ve ne zaman biteceği bi-linmeyen uzun bir yolculuğa çıkılacağı anlaşıl-

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 3

BEATE ZSCHÄPE, UWE BÖHNHARDT VE UWE MUNDLOS

Page 4: Almanya'nun Susurluk'u mu?

4 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

mış bulunuyor. Avrupa’nın motor ülkesi , ka-muoyuna bilgi diye sunulanları “masal sayanla-rın” bile pek umutlu olmadığı bir sürecin içinde.

Karartma günleri

Aşağılayıcı bir adlandırmayla “Döner Cina-yetleri”nin, Federal Almanya tarihinin bu enbüyük seri cinayetlerinin üzerindeki örtü kal-kacak mı? 17 Nisan’dan itibaren Münih EyaletYüksek Mahkemesi salonlarında duruşmalaraçıkacak olan Beate Zschäpe, iki arkadaşıyla bir-likte 1998 yılından beri neler yaptıklarını tümaçıklığıyla anlatacak mı? Kökleri Türkiye’de 8küçük esnafın, 1 Yunan’ın ve 1 de kadın polisinöldürülmesinden belki Uwe Mundlos ve UweBöhnhardt’ın kısmen sorumlu olduğunu, ancakkendisinin bütün bu cinayetlerden hiç haberi ol-madığını mı anlatacak? Bütün bunları birkaçhafta içinde yaşamaya başlayacağız. Ya da herşey sır olmayı sürdürecek. Şimdiye kadar nasılolduysa öyle...

“Döner Cinayetleri”nin resmi versiyonu ka-baca özetlenebilir: Doğu Almanya’da 90’lı yıl-larda radikalleşen ve neonazi bir zihniyete sahipolan iki genç 3, 1998’de “yeraltına geçiyorlar” ve2007 yılına kadar kimsenin dikkatini çekmedenseri cinayetler işlemeyi başarıyorlar. Bunu dabirçok çevrede istatistikleri, kameraları, kayıtsistemiyle “mükemmel bir kontrol devleti” ola-rak tanımlanan Federal Almanya’da yapıyorlar.Neonazi oldukları ve “keyifleri öyle istediği için”

küçük esnaf Türkleri bizzat işyerlerinde “gide-rek daha ustaca” katlediyorlar. O kadar başarılıbir kamuflajları var ki, intihar etmeseler veBeate Zschäpe de hayatını kurtarmak için po-lise teslim olmasa, bu insanların yaşadığının bi-linmesi bile mümkün değil. Resmi versiyon bu.2012 yazından itibaren çıkarılan bazı kitaplardada anafikir “kötü ruhlu neonazilerin öldürdüğügöçmenler” şeklinde.

Berlin'de yargıçlar ve gazeteciler de var!

Ama başından beri bu işin arka planının çokkirli olduğunu söyleyen az sayıda yazar ve gaze-teci de yok değildi. Nitekim Münih Yüksek Eya-let Mahkemesi’ndeki duruşmalara bir ay kalabütün bu kuşkular, etkisini giderek artıran aylıkbir siyasal derginin özel sayısına konu oldu. Ko-nuyla ilgili kamu kurumlarında görevli, soruş-turma sürecinin tüm ayrıntılarına “içeridensahip”, gerçek kimliği şimdilik açıklanmayanKai Voss, Compact dergisinin Genel Yayın Yö-netmeni Jürgen Elsässer’in katkısıyla, kitaphacminde ancak dergi formatında büyük bir in-celemeyi duruşmaların başlamasına 3-4 haftabir süre kala piyasaya çıkardı. Olay yeri incelemekayıtlarının ve her düzeydeki kanıtın da birincielden ve “ideolojik saplantılardan uzak bir kri-minalistik inatla” gözden geçirildiği yeni açık-lama, resmi görüşü adım adım çürütüyor.Burada bütün resmi versiyonlar reddedilirken,ayrıntılı “kriminalistik” bir inceleme üzerinde

Page 5: Almanya'nun Susurluk'u mu?

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 5

Beate Zschäpe’nin ateşe verdiği ileri sürülenZwickau’daki evde, 1000 dereceyi bulan ve si-lahları bile eriten yangın sonrasında enkaziçinde bulunan Pembe Panter'li “itiraf DVD’leri”de bu çevrelerin marifeti: Aynı enkazda ele ge-çirilen ve aralarında cinayetlerin işlendiği Çekyapımı Ceska’nın da bulunduğu silahların bu üç-lünün üzerine yıkıldığı ileri sürülüyor.

Bir şey çok doğru: Hepsi Doğu Almanya'nınJena kentinde doğmuş Beate Zschäpe, UweMundlos ve Uwe Böhnhardt, 90’lı yıllarda ger-çekten de neonaziydiler. 13 yıllık “yeraltı döne-minde” büyük suçlar işledikleri, banka soy-dukları, hatta cinayetlere de karıştıkları tahminediliyor. Ancak son veriler ışığında, “Döner Ci-nayetleri”nin sadece küçük bir bölümünün buüçlünün marifeti olabileceği görüşü ağır bası-yor. Ayrıca, sadece banka soygunlarından eldeettikleri paralarla yaşamalarının ve hiç de yok-sul olmayan, sık sık tatil olanakları veren birhayat sürmelerinin mümkün olmadığı, dışarı-

yükselen açıklama biçimleri geliştiriliyor.Kai Voss ve Jürgen Elsässer, savcılığın Beate

Zschäpe hakkındaki iddianamesini son derecezayıf bulduklarını gizlemiyorlar. Bu alanda yal-nız değiller. Şubat ayı içinde Beate Zschäpe’ninavukatlarından Anja Sturm ve bu davaya bir-likte gireceği iki meslektaşı Wolfgang Heer veWolfgang Stahl üzerine ayrıntılı bir haber ha-zırlayan bu tür davalarda uzman, Der Spiegel’indeneyimli hukuk muhabiri Gisela Friedrichsende dergisinde iddianamenin pek dayanıklı ola-madığını satır aralarında dile getirmişti.

Kai Voss ve Jürgen Elsässer’in tezleri, gerekAlman gerekse Türk dünyasının, her iki ülkenin“derin devletlerinin”, milliyetçilerinin ve mafyabağlantılarının iç içe olduğunu işliyor ve bu ağındoğrudan sonuçlarını irdeliyor. Böyle bir müda-halenin yanıtsız ve etkisiz kalması zor.

Bu alternatif açıklama biçimine göre, Nas-yonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adı verilen örgüt,bir gizli servis ürünü. Sonradan yaratılmış.

Bir kamu kurumunda görev yapano nedenle gerçek kimliği açıklanma-yan Kai Voss, basının kendini parça-larcasına, birilerinin getirip önünekoyduğu “gerçekleri” propaganda et-mesinden çok rahatsız olduğunu vebu nedenle böyle bir araştırma hazır-ladığını belirtiyor. Başlangıçta, hiçdeğilse soruşturmayı yürüten ku-rumların bu karanlığa bir ışık tuta-cağı umudunda olduğunu belirtenVoss, bu çevrelerin medyadakilerdendaha muğlak hikayelerle olayı iyicekararttığı inancında. Bu yüzden “Bukitabı yazmak üzere harekete geç-meme neden olan şey, çok basit:Öfke. Ne adalet ne de medya, NSU ileilgili çok açık çelişkileri aydınlatmayaçalışıyordu” diye yazıyor. Voss, şunla-rı belirtiyor:

“Uwe Böhnhardt ve Uwe Mun-dlos’un sözde intiharları ne kadar ge-ride kalırsa ve Beate Zschäpe hapistene kadar uzun kalır ve susarsa, med-

yanın aralıksız biçimde anlattığı hi-kaye de o kadar pervasızlaşır. Oysa buhikayenin muğlaklığı ilk haftalardahalkın çoğunluğunun dikkatini çek-mişti. NSU’nun sözde açığa çıkarıl-masının hemen sonra yığınsalmedyanın internet portallarındakiokur yorumlarını izleyen, hemenhemen hiçbirinin resmi masalı birazbile olsun inanılır bulmadığını sapta-yabilirdi. Ama tüm medya acemicedevşirilmiş bu hikayeyi üstlendiğindeve resmi makamlar da kanıt yerineabuk sabuk tezler sunduğunda, bu,halkta daha güçlü bir tepki yarat-madı, tersine, tepki iyice tavsadı.

Bu aldatmalar, oyalamalar ve ya-lanlar ormanından geçen yol ne kadarzorlu olursa olsun, bu yolu kat etmek,eğer gerçek kendi tarafına yeterinceçoğaltıcıyı toplayabilirse mümkündür.NSU terörü denilen meselede, buCompact Özel Sayısı, doğru bilgiyeulaşmak için elinizdeki bir anahtardır.”

Anlatılan masallara duyulan öfkeKai Voss:

Page 6: Almanya'nun Susurluk'u mu?

6 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

dan kendilerine para geldiği anlaşılıyor. İşte buparanın kaynağı ve gerekçesi, esas düğümüoluşturuyor.

Görünen o ki, bu üçlü, CIA ve NATO bünye-sindeki Gladio yapılarının devamcısı bir büyükyeraltı şebekesine bağlı, oradan aldığı emirleriyerine getiren bir vurucu timdi. Gladio’nunkağıt üzerinde çözüldüğü ileri sürülüyor, ancakbu iddianın doğru olmadığı ortada. Asıl önem-lisi, mafya ilişkilerine de sahip bu şebekeye Tür-kiye’den yine Gladio yapıları üzerinden birçokcani ve “milliyetçi-mukaddesatçı” insan karış-mış durumda.

Kai Voss ve Jürgen Elsässer, ışığın bu ilişki-lere ve bunların Alman devleti ve istihbaratıiçindeki uzantılarına tutulmasını istiyorlar.Çünkü Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt, birproje çerçevesinde ortadan kaldırıldı. Bu süreçle

ilgili fazla bilgisi olanların tasfiye edilmesi ve birNSU hayaleti yaratılması gerekiyordu. Sahne-deki senaryonun dramatik düğümü, bu.

Gladio, mafya, milliyetçi-şeriatçıbataklık

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin 1990’-da Almanya Federal Cumhuriyeti’ne katılması,1970'lerde doğan Doğu Almanları şaşkına çe-virmişti. Siyasal ve toplumsal gerçekliğe yaban-cılaşmışlardı. Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt veBeate Zschäpe ilk gençliklerinde aşırı sağcı eği-limlere yakınlık duymaya başladılar ve ürin-gen eyaletindeki üringen Yurt Savunması(üringer Heimatsuchutz-THS) adlı aşırı sağörgütlenmede aktif rol aldılar.

Kai Voss ve Jürgen Elsässer'e göre, Beate

- Federal Almanya tarihinin en korkunç cinayetlerserisiyle ilgili resmi açıklamalar neden ikna edicideğil? Bir hedef şaşırtması mı yapılıyor?

JÜRGEN ELSÄSSER - Başlangıçta “Döner Ci-nayetleri”nden söz ediliyordu, sonra “NasyonalSosyalist Yeraltı” dendi. Her iki kavram da zarar-sızlaştırıyor. Açık konuşalım: 10 insan acımasızcakatledildi. 1945’ten sonra Almanya’daki en kor-kunç seri cinayetlerdi bunlar. Buna rağmen cezaitakibat, aşırı sağcı küçük bir grup üzerinde yo-ğunlaşıyor ve ajanların rolünü küçük gösteriyor.Daha önemli cinayetlerde (John F. Kennedy, Si-egfried Buback, Uwe Barschel) ve 11 Eylül2001’de gizli servis arka planı ancak biraz çabaharcanarak açığa çıkarılabilmişken, önümüzdekimeselede bu arka plan çok açık: Neonazi üçlününZwickau’daki evinde “gerçek ama sahte” kanıt ni-telikli belgeler bulundu; bu belgeleri ancak devletgörevlileri verebilirdi. Hessen eyaletindeki gizliservis görevlisi Andreas Temme (“Küçük Adolf”)en azından bir cinayet sırasında tam olay yerindeve 5 ayrı cinayet sırasında da olay yeri yakınla-rındaydı. Nihayet ABD gizli servsi DIA’nın bir iz-leme protokolu var. Buna göre Heilbronn’da2007’de bir kadın polisin kurban gittiği çatışmasırasında, en az bir Anayasayı Koruma Örgütüüyesi olay yerindeydi.

- Resmi açıklamaları yetersiz buluyorsunuz...

JÜRGEN ELSÄSSER - Kamu yetkililerininolayla ilgili versiyonunun doğru olmadığı açık:“Döner Cinayetleri”ndeki “Büyülü Ceska” Ken-nedy suikastındaki “büyülü mermi” gibi bir rolletarih kitaplarında yer alacak. NSU’nun Zwic-kau’daki örgüt evinin yangın sonrası enkazındahiç zarar görmeden bulunduğu söylenen itiraflarvideosu, New York’taki ikiz kulelerin erimiş te-melinde 11 Eylül’deki uçak korsanlarından biri-nin alev almaz pasaportunun bulunuşunuhatırlatıyor. Ayrıca Uwe Böhnhardt ve Uwe Mun-dlos’un intiharı Jürgen Mölleman’ın intiharıkadar olasılık dışı.

- Bir kanıt eksikliği yaşanmıyor yani...

JÜRGEN ELSÄSSER – Daha hangi kanıtlar is-teniyor? Neden her yontulmamış aşırı sağcı, terördestekçisi görülüyor, ama şu “Küçük Adolf” ser-bestçe dolaşmakla kalmıyor, devletteki görevinide sürdürüyor? Türkiye, Heilbronn’daki kanlı olayyerinde bulunan Mevlüt Kar adlı CIA mensubununeden teslim etmiyor? Kim, demokrasiye yöneliktehlikeleri sadece iktidarsız küçük bir partiNPD’de görmemizi istiyor, ama bu tehlikelerigüçlü gizli servislerde görmemizi istemiyor?

AMERİKAN ÇIKARJürgen Elsässer: NSU baş

Page 7: Almanya'nun Susurluk'u mu?

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 7

Zschäpe işte tam bu süreçte iç istihbarat örgütüolan Anayasayı Koruma Dairesi ile bağlantıkurdu. Genç kadının baskı altında bırakıldığı vegizli servislere muhbir olarak hizmet verdiği dü-şünülüyor. Bir zaman epey bulaşmış olmasınarağmen, yıllar içinde uzaklaştığı sanılan, dolayı-sıyla aktif bir neonazi militan olduğu kuşkuluBeate Zschäpe’nin aşırı sağcı çevrelerde etkinbir kuzenine hukuki yardımda bulunulacağıvaat edilmiş. Gizli servisin bir önerisiymiş bu.İşte Zschäpe bu dönemde bir defalık bir hiz-mette bulunmuş ve muhtemelen neonazi çev-relerle ilgili bilgi taşımış. Ancak daha sonraajanlar kendisine, “davaya ihanetini” ifşa edebi-leceklerini hatırlatmışlar ve bilgi alışverişidevam etmiş. Kai Voss ve Jürgen Elsässer'inbulguları bu yönde.

Nazileri kullananlar kimler?Ancak bir şey çok net: Nazizme eğilimli

Mundlos ve Böhnhardt, daha 90’larda bazı ey-lemler gerçekleştirdiler. Örneğin Jena Tiyatrosuönüne fünyesiz ve tahrip gücü düşük bir bavulyerleştirmeleri böyle bir şey. Bir tür tedhiş or-tama yaratmayı hedeflemişlerdi ve kendilerincegüçleri konusunda güvenlik birimlerini uyarı-yorlardı.

Yeraltına geçişleri de bu süreçte oluyorzaten: 1998 yılında güvenlik güçleri Zschäpe ta-rafından kiralanmış bir garaja baskın düzenli-yor, burada fünyesiz bombalar bulunuyor.Ancak polisler Uwe Böhnhardt’ın buradan kaç-masına adeta göz yumuyorlar. Üçlü, neonazi“Blood&Honour Hareketi”nin bir parçasıydı90’larda... Güvenlik birimlerinin hesabı, üçlüyüyeraltına zorlamak, ama eylemleriyle igili ola-

Teröristlerle ajanların bu ortak yaşamı karşı-sında “faşist devlet” türünden eski sol teorilerinyine revaç bulması şaşırtıcı değil. Ama bu hamlede çok yetersiz, çünkü gizli servislerin sadecesağcı yeraltı militanlarını değil, solcu yeraltı mili-tanlarını da desteklediğini, silahlandırdığını veyönlendirdiğini görmezlikten geliyor. Bu, Baader-Meinhof grubunun kuruluşunda açığa çıkacaktır,bilhassa Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar tarafındanöldürülmesi ve RAF’ın üçüncü kuşak saldırıla-rında da böyledir bu.

- İyi de, devletin ajanları, sol veya sağ devlet düş-manlarına, işledikleri cinayetlerde neden yardımcıolsun?

JÜRGEN ELSÄSSER – En basit açıklamaşöyle: Çünkü böylelikle tüm solu veya tüm sağıolanaksız kılmaya yardımcı olabiliyorlar. Bir za-manlar RAF’ın cinayet ateşi tüm komünist grup-ları gözden düşürmüştü, NSU’nun sonrakicinayetleri de bugün tüm ulusal akımlar üzerinedüşüyor. Odağın yer değiştirmesi ABD’nin çıkar-larıyla bağlantılı olabilir. 70’lerde Amerikan kar-şıtlığı soldan geliyordu, sağ ise NATO’ya sadıktı.Bugün solun ve Sol Parti’nin, ki Gregor Gysi deAmerikan büyükelçisine Wikileaks’e göre, güvenleiçini döktü bu konuda, ABD ile tek sorunu Afga-

nistan, o da ortadan kalkmak üzere. Suriye veİran konusundaki protestolarını Sol Parti usluuslu kayda geçirmekle yetiniyor. Sağcılar ise busavaşlara karşı protestolarını sokağa taşıyor. Bualanda, makul yurtseverler dehşete düşmüş birbiçimde evlerinde beklerken, neonazilerin sesi-nin yüksek çıkması ve olayları damgalaması,biraz da radikal eylemciler arasında onları yanlışyola kışkırtacak yeterli muhbir bulunmasıyla bağ-lantılı.

- Bu tuhaf işbirliğinin anlamı ne?

JÜRGEN ELSÄSSER – Bu, şu sıralarda devletiaşağılayan kesimlerin iddialarında olduğu gibi,belli bir devletin veya belli bir gizli servisin bütünolarak şiddet kullananlarla anlaştığı anlamına gel-miyor. Burada aynı kafadan olanların, aynı ipe sa-rılanların gruplaşması söz konusu. İstihbaratınbaşı Heinz Fromm görevinden ayrılırken, kendi-sine bizzat kendi kadroları tarafından “madik atıl-dığını” söylemişti. Böyle ışıktan korkan unsurlaracaba saptanamaz mı? Dergimiz Compact, buözel sayısıyla buna bir katkıda bulunmak istiyor.Biz yurttaşlar, ister devlet karşıtı ister devlet yan-lısı olsun, her renkten aşırı uca karşı cumhuriye-timizi korumak zorundayız.

RLARI DEÐİŞİNCEştan sona bir yalan kurgu

Page 8: Almanya'nun Susurluk'u mu?

8 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

rak da Beate Zschäpe üzerinden bilgi almayadevam etmekti. Bu hesabın sadece kısmen tut-tuğu anlaşılıyor.

Çünkü Beate Zschäpe zaman içinde işbirliğiyapmaktan kaçınıyor. İstihbarat içindeki bazıçeteler, muhtemelen Glaido'nun mirasçıları,yeraltı yıllarında bu üçlüden yararlandıkları içinpolisi ve cinayet masası memurlarını uzak tut-makta kararlı oldukları anlaşılıyor. Hatta UweBöhnardt’ın anne ve babasını polisin izlemesinekarşı uyarıyorlar. Zschäpe’nin uzaklığındansonra yeniden bağlantı kurmaları Tino Brandtadlı bir neonazi görevli ve muhbir üzerindenoluyor. Gizli servis parasıyla üçlüye sahte nüfuscüzdanları sağlandığı biliniyor. Üçlü, daha doğ-rusu iki Uwe, artık çok kirli başka işler için dekullanıma hazırdır. İşte bu dönemde karıştıklarısuçlar, son derece muğlak.

Zschäpe:Pandora'nın kutusu

Ama korundukları kesin.Çünkü haklarında diğer muh-birlerden sürekli sinyaller gel-mesine rağmen, bir el üçlü-nün tutuklanmasına engelolabilmişti. Bu yıllar içinde,Zschäpe, kuzenini kurtar-mak için muhbirlik yaptı-ğını iki Uwe’ye açıklıyor.Tartışıyorlar. Hatta Zschä-pe’nin teslim olması ve ikiUwe’nin yurtdışına kaç-ması kararlaştırılıyor. KaiVoss, gizli servis için-deki bazı güçlerin bunuengellemek üzere hare-kete geçtiğine dikkat çeki-yor ve bir gizli servis elemanının üçlüyebirlikte çalışmaları halinde kendilerine destekvereceğini bildirdiğini düşünüyor.

Soruşturma boyunca en ince ayrıntıları bi-rinci elden öğrenmeyi başaran Kai Voss’a göre,yukarıda sözü geçen istihbaratçının AndreasTemme gibi bir adam olmaması için ortada birneden yok. Yani Temme'nin inanmış bir nazi veistihbaratçı olarak, üçlü nazi çetesi karşısındabir inandırıcılığı olması normaldi. Voss, Gladiotipi bir örgütün burada parmağı olduğundanemin. Açıkça adını verdiği “Küçük Adolf” lakaplıTemme'nin bütün bu ilikiler ağı içinde merkeziönemde bir halka olduğunu düşünüyor ve buismin Türk gericileriyle “teşrik-i mesaisi” bugünartık saklanamayacak kadar aleni.

Abdullah Çatlı'dan Almanya'yaNATO’nun Soğuk Savaş’ta Türkiye’den Ab-

dullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca ve dostlarını daiçeren “Stay Behind“ yapılarının yeni dünya dü-zeninde de kendisine sığınacak ve etkinlikte bu-lunacak alanlar yaratabildiği belirtiliyor. GerçiAvrupa’da Gladio feshedilmiş gibidir, resmenöyle, ama mafyayla iç içe geçmiş durumda özerkyapılanmalarla varlığını sürdürdüğü, özellikleDaniel Ganser'in Türkçeye de çevrilen kitabın-dan sonra yalanlanamıyor. Abdullah Çatlı dö-neminin bağlantıları nasıl milliyetçi ve dinciyapılarca içselleştirildiyse, benzer gelişmeler Al-manya'da da yaşanmış olabilir. Olmaması içinpek bir neden bulunmuyor.

Kai Voss ve Jürgen Elsässer, Daniel Gan-ser’den alıntılarla eski gizli servis yapılarını,özellikle Türkiye ve Türk mafyasının gizli ser-vislerle yakın ilişkisini, bu arada öldürülenle-

rin hangi çevrelerle bağlantılarıolabileceğini de iş-liyorlar.UweMund-

los ve Uwe Böhn-hardt’ın kendile-

rine “iş bağlayan”örgütlenme bünye-

sinde Bozkurtlar veTürk mafyasının da

bulunduğunu, bunlar-la tanışmış, hatta “bir-

likte çalışmış” olabile-ceklerini iddia ediyorlar.

Voss ve Elsässer, nor-mal şartlarda bomba et-

kisi yaratması gereken bugerçekten yol açıcı çalış-

malarında, kilit isim olarakBeate Zchäpe'nin yanı sıra

Andreas Temme’yi anıyorlarve onun hem İslamcılardan

hem Bozkurtlardan muhbirdevşirmekle görevli bir istihbarat elemanı oldu-ğunun sık sık altını çiziyorlar.

Bütün bunların 17 Nisan’dan itibaren Almanve dünya kamuoyunun önüne çıkarılması, ge-lişmelerin ayrıntılarıyla irdelenmesi halinde,birçok şeyin değişeceği kesin. Belki de ana akımmedyanın neredeyse tamamen dışladığı araş-tırmacı ve hümanist bir gazeteciliğin gücünehep birlikte tanık olacağız.

Ya da her şeyin üzeri yine başarıyla örtüle-cek, sahne karartılacak.

Page 9: Almanya'nun Susurluk'u mu?

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 9

det potansiyeli olduğuna dikkat çeken Fried-rich, şiddete çok kolay başvurulmaya başlan-masından da yakınırken, eyaletlerle aşırı sağşiddetin saptanması konusunu görüşeceğini du-yurdu. Bu yolla çok farklı istatistiklerin engel-lenmesi amaçlanıyor. Federal hükümetin araş-tırmalarına göre, 1990 sonrasında aşırı sağınsaldırılarıyla hayatını kaybedenlerin sayısı şuanda 63. Ancak hükümet dışı kurum ve kuru-luşların rakamları 150’nin üzerinde insanınaynı dönemde arka planında neonazi zihniyetinyattığı bir saldırı sonucu öldüğünü gösteriyor.

Öte yandan Berlin merkezli Amadeu-Anto-nio Vakfı’ndan yapılan bir açıklamada, 1990 yı-lından bu yana Federal Almanya’da aşırısağcıların saldırısı sonucu hayatını kaybedenle-rin sayısının 183 olduğu kaydedildi. Bu rakamınfederal hükümetin ve günlük “Tagesspiegel” ga-zetesiyle haftalık “Zeit” gazetesinin verdiği 152rakamının çok üzerinde olması dikkat çekti. Bufarklılık, sözü geçen vakfın yetkililerine göre,ölümle sonuçlanan olayları gerçekleştirenlerinaşırı sağ bir motivasyonla hareket ettiğinin son-radan saptanmasından kaynaklanıyor. �

BERLİN - Almanya’da aşırı sağ gerekçeli ci-nayetlerin sayısı, sanıldığından ve kamuoyunabildirildiğinden çok daha yüksek. Etkili başkentgazetesi “Tagesspiegel” ile yine ülkenin en etkilihaftalık gazetesi “Zeit”ın yaptığı son araştırma-lar, cinayet istatistiklerinde, aşırı sağ tarafındanişlenen şiddet içerikli suçların bir biçimde ge-çiştirildiğini ortaya çıkardı. Aşırı sağın eylemle-rine gereken duyarlılıkla yaklaşmadığı ilerisürülen Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Fri-edrich, yaptığı bir açıklamada, neonazilerin gi-derek daha kolay şiddet kullanma eğiliminegirdiğini kabullendi. Friedrich, bu nedenle en-dişeli olduğunu da söyledi.

Son ististikler, 2012 yılında aşırı sağ gerek-çelerle işlenen suçlarda bir önceki yıla göreönemli bir artış gerçekleştiğini gösterdi. Fede-ral İçişleri Bakanı Friedrich, Tagespiegel’e yap-tığı açıklamalarda, sağcı gerekçelerle işlenen veceza hukukuna giren suçlarda 2011’e göre yüzde4’lük bir artış olduğunu, eldeki geçici verileregöre, 17 bin 600 civarında suç işlendiğini be-lirtti.

Neonazi çevrelerde ciddi boyutlarda bir şid-

Neonazilerin saldırılarıyla ilgili istatistikler birbirinden farklı

Almanya’da aşırı sağın“ölümcül marifetleri”

Page 10: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Avrupa’da Türkiye kökenli toplumdasuni bir tedirginlik yaratılmak iste-niyor. Aslında çok tehlikeli oyunlaroynanıyor. AKP hükümetinin medyabaşta olmak üzere çeşitli alanlardakiuzantıları, aylardır Almanya GençlikDairelerinin Türk çocuklarını ailele-rinden zorla ve keyfi olarak alarakHıristiyan ailelere verdiği yolundapropaganda yapıyor. Kaç Türkiyekökenli çocuğun kaç Hıristiyan ai-leye verildiğine dair herhangi bir ra-kamın telaffuz edilmediği bukampanyayla, sorunun nedenindençok Türkiye kökenli ailelerin Türk ço-cukları için koruyucu aile olması is-teniyor. Ama gerçeğin arkasısanıldığından kirli.

KÖLN - Son aylarda AKP hükümetinin ve Al-manya’da yayın yapan Türkçe gazetelerin enönemli gündemlerinden birisini Almanya’dakigençlik daireleri ve “koruyucu aileler” oluşturu-yor. İddialara göre Alman Gençlik Daireleri,Türk çocuklarını zorla ailelerinden alıp Hıristi-yanlara ve homoseksüellere veriyor. BöyleceMüslüman Türk çocukları Hıristiyanlaştırılıyor!Bunu engellemek için de Türklerin acil olarakkoruyucu Türk çocukları için koruyucu aile ol-ması gerekiyor...

Bu propaganda ve yayınlar doğal olarak, Al-manya’da yaşayan Türkiye kökenliler arasındaendişe, korku ve en önemlisi de içinde yaşadığıtopluma karşı ciddi bir güvensizliğin gelişme-sine neden oluyor.

Kabaca bu şekilde yürütülen “koruyucu aile”ve “Jugendamt” (Gençlik Dairesi) tartışmasınakaynaklık eden rakamlara bakıldığında, asılamacın gençleri kurtarmaktan ziyade bununüzerinden siyasi ve ekonomik bir rant eldeetmek olduğu anlaşılıyor.

10 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

Almanya’da bakıcı aileler ve Türk çocukları

Gerçek başka yerdeYÜCEL ÖZDEMİR

Page 11: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Türk gençlerinin ailelerindenzorla alındığı konusunda yürütülenpropagandalarda, çocukların nedenailelerini terk ettiği ya da gençlik dai-resi tarafından alındığı gerçeği ge-nellikle gizleniyor ya da yüksek sesleifade edilmiyor. Almanya’da yaşayanherkes biliyor ki, çocuklar ailelerin-den ya ekonomik nedenlerden ötürübakamadıkları ya da şiddetli geçim-sizlik, ölüm, eşlerin velayet konu-sunda anlaşamaması vb. nedenler-den ötürü, çocuğun huzuru tehdit al-tında olduğu için mahkeme kararıylaalınıyor.

Ancak, Türkiye kökenli ailelerarasında gençlerle ebeveynler ara-sında yaşam tarzı konusunda yaşa-nan farklılıklar da gençlik dairesinindevreye girmesine neden oluyor.

Örneğin Samanyolu TV’de yayın-lanan “Gündemin İçinden” progra-mına katılan İbrahim Atasoy, kızınıngençlik dairesi tarafından alınmasınışu şekilde anlatıyor:

“2005 yılında 17 yaşında olan kı-zımla giyim-kuşam konusunda tar-tıştık. Ben dini geleneklere bağlı birinsanım. Kızımın da ona göre yaşa-masını istedim. Ancak kabul etmedi.Bir baba olarak bunu sindiremedim.Eve geç gelmesinden, giyim ve kuşa-mından rahatsız oldum. En sonunda

her evde olan bir münakaşa oldu.Ama kırık, çıkık, kan, acil bir vaka ol-madı. Buna rağmen kızım karşı kom-şuya gidiyor ve durumu anlatmış.Onlar da alıp polise götürüyorlar.Polis de Judendamt’a yerleştiriyor.Velhasıl biz de birkaç saat arayıp bul-mayınca polise başvurduk. Polis benigözaltına aldı. 2-3 saat eve girme ya-sağı koydu. Buna rağmen ben eve gi-dince kelepçe takıp evden çıkardılar.Diğer çocukları da benden aldılar.Polis hakkında dava açtım. Bugünekadar bir sonuç alamadım.” (http://www.umutyildizi.de/news-item/real i te-pro g rami- i le - yak ind a-samanyolu-tv-avrupadayiz/)

İbrahim Atasoy’un anlattıklarıortada, kızına sahip olduğu yaşamtarzını zorla dayatma, bunu yerinegetirmeyince de şiddete başvurmayıçare olarak görmüş.

Elbette, ebeveynlerin çocuklarınaşiddet uygulamasının hiçbir haklı sa-vunusu olmaz. Aile hangi etnik kö-kenden olursa olsun, çocuklargüvenli ve huzurlu bir ortamda ya-şama hakkına sahiptirler. Buradasorgulanacak olan, çocuğun korun-ması adına yapılan yasal girişimdeğil, çocuğa-gence şiddet uygulan-ması ve diğer taraftan da aileyi böyledavranmaya iten sosyal koşullardır.

Aileler neden parçalanıyor?

Hollanda ve Belçika’dan konuyla ilgili uzmanla-rın ve psikologların katıldığı çalıştayda konuş-macı olarak Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin,Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru hazır bu-lundu.

YTB Başkanı Kemal Yurtnaç, çalıştayın ama-cını şu şekilde özetliyordu: “Biz Hasan’larınHans, Hans’ların da Hasan olmasını istemiyo-ruz, amacımız görev alanımızdaki sorunları il-gili bakanlara ileterek çözüm yolları bulmaktır.”(1)

İlk olarak Gülen Cemaati’ne yakınlığı bilinenZaman gazetesi tarafından, yazı dizisi halindegündeme getirilen, sonra da çocukları elindenalınan ailelerle yapılan söyleşiler ve haberlerledesteklenen gençlik daireleri karşıtı kampanya,gelinen aşamada daha geniş bir kesimi, özelliklede Türkiye’de AKP hükümetini içine alacak şe-kilde genişlemiş bulunuyor.

Yurtdışı Türkleri ve Akraba Toplulukları Dai-resi (YTB), meseleyi daha yakından incelemekiçin Ankara’da geçen yıl “Gençlik Daireleri veTürk Aileleri Çalıştayı” düzenledi. Almanya,

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 11

Page 12: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Ne kadar genç ailesinden alındı?

Devasa bir propagandaya neden olan ailele-rinden alınan gençlerin sayısı hakkında somutbir veri ise bulunmuyor. Bu konuda son aylardaöne çıkan ve Gülen Cemaati ile bağlantısı bu-lunduğu dile getirilen Umut Yıldızı Derneği’nintopladığı bilgilere göre, 2010 yılında toplam 33bin 600 çocuk devlet tarafından ailelerindenalınmış. Bunların yüzde 18’inin göçmen kökenliolduğu, bu göçmenler arasındaki Türkiye kö-kenli çocuk sayısının ise 4 bin civarında olduğudillendiriliyor.

Samanyolu TV’nin bir programına katılanTAVAK Başkanı Faruk Şen ise Almanya’da 130bin koruyucu aile olduğunu, bunların yanında 6bin-6 bin 200 Türk çocuğunun kaldığını ilerisürdü.

Konuyla ilgili Wikipedia’da yer alan yazıdaise 2005 yılında Almanya’da 8 bin 725 çocuğuntam gün koruyucu aile yanında kaldığı ifade edi-liyor. (2)

Görülebileceği üzere herkesin kafasına görebir rakam uydurduğu, ama yine de kesin bir ra-

12 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

kamın ortaya konulamayacağı, ancak bir tah-minin yapılabileceği de vurgulanarak muhtemelbir yanlışlık durumunda değiştirmeye de açıkkapı bırakılıyor.

Halbuki, bakanların, milletvekillerinin,resmi dairelerin ve basının bu denli üzerindedurduğu bir konu hakkında önce sağlam verile-rin toplanarak yola çıkılması daha isabetliolmaz mıydı?

Çünkü, her şeyin istatistiğinin tutulduğu Al-manya’da buna dair verilerin olmaması düşü-nülemez. Dahası Federal İstatistik Dairesi’nininternet sitesine girip arama motoruna “Pflege-familie” yazıldığında pek çok veri gösterildiğihalde...

Alman olmayan genç yüzde 8.5

İstatistik Dairesi’nin “Çocuk ve Gençlik İsta-tistikleri-2011” (“Statistiken der Kinder – undJugendhilfe”) başlığıyla yayınladığı bilgileregöre, 2011’de 33 bin 445 çocuğun velayeti ve ba-kımından gençlik daireleri sorumlu. Bunların

“Türk çocuklarının Hıristiyan koru-yucu ailelere verilmesine” karşı çıkan,buna çare olarak “Türk koruyucu aile”modelini önerenler bir taraftan Almandevletinin bu alanda yapması gerekenharcamaları azaltmaya talip olurken,diğer taraftan bu yolla yeni bir gelir ka-pısını da aralıyorlar. Edindiğimiz bilge-lere göre, gençlik dairesi tarafından ko-rumaya alınan bir gencin aylık maliyeti5 bin avro civarında. Pek çok alanda ol-duğu gibi bu alanda da sıkça kesintileryapılıyor.

Bu nedenle de gençlik daireleri de ko-rumaya alınan çocukların maliyetini dü-şürmek için “koruyucu aile” modelinigeliştirmenin derdinde. Ancak, bununiçin yeterli sayıda “koruyucu aile” olma-dığından şikayetçi.

Bu nedenle, Türkiye hükümeti veonun Almanya’daki uzantıları başlattık-

ları bu kampanyayla Almanya’nın yü-künü de hafifletmeyi amaçlıyorlar.

Ancak buna rağmen, “koruyucu aile”olunduktan sonra devletten çocuğun ya-şına göre belli miktarda bakıcılık parasıalınıyor. Köln Gençlik Dairesi tarafındanverilen bilgiye göre, 0-6 yaşları arası ço-cuklar için 630, 6-13 yaşları arası çocuk-lar için 693, 14-17 yaşları arasındakiçocuklar için 799 avro bakım parası ve-riliyor. 18 yaşından büyük olanlar için de799 avro veriliyor. Böylece “koruyucuaile” olanlar hem bu yolla gelir elde edi-yorlar hem de aldıkları çocukları kendidünya görüşlerine uygun yetiştirme fır-satı yakalıyorlar. Özellikle Gülen Ce-maati’nin bu konuyu son birkaç yıldırişlemesi, akıllara, farklı bir yoldan ör-gütlenme çalışmasını yaygınlaştırmakistediğini getiriyor.

Yeni bir gelir kapısı mı?

Page 13: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Elif ’in neden ailesinden ayrı yaşamak zo-runda kaldığı gerçeğine hiç değinilmedi. Anne-nin sınır dışı edilmesine gerekçe olarak da “işsizkalması” gösterildi.

Bir diğer örnek ise Belçika’da ailelerinden alı-nan üç Türkiye kökenli çocuğun lezbiyen aile-lere verilmesi oldu. TBMM İnsan Haklarınıİnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer tara-fından dillendirilen ve basın tarafından sıkçakullanılan bu iddia geniş yankı yarattı. Çocuk-lardan ikisi uzun mahkeme sürecinden sonraeşcinsel ailelerden alınırken, biri için hâlâ yargısüreci devam ediyor.

Özetle “Türk çocuklarının gençlik daireleritarafından zorla ailelerinden koparılarak Hıris-tiyan ve eşcinsel ailelere verilmesi” üzerindenyürütülen propaganda doğal olarak, seslenilen“muhafazakâr Müslüman” kesim arasındabüyük bir duyarlılık oluşturuyor. Ailelerindenkoparılan Türk çocuklarının, zorla asimile edil-diği propagandasının ikinci ayağını ise, “Koru-yucu Türk ailesi” sayısını arttırma çağrısıoluşturuyor.

Koruyucu Türk aile mi çare?

Hem AKP hükümetinin temsilcileri, hemhükümet çizgisindeki basın-yayın organları vedevletin Avrupa’daki uzantıları, Türk çocukları-nın ailelerinden alınmasına karşı çare olarak acilbir şekilde “koruyucu Türk ailelerin” artmasıiçin, Almanya’daki Türkiye kökenli ailelere ko-ruyucu aile olma çağrısı yapıyorlar. Bunun içindurmadan koruyucu aile olmanın şartlarını ya-yınlıyorlar.

Halbuki, eğer bir sorun varsa öncelikli ola-rak bu sorunun kökenine inme, nedenlerini or-taya çıkarma ve ona göre kalıcı çözümlerbulmak gerekmez mi? “Koruyucu Türk ailesi”çocukların ailelerinden alınmasına karşı bir al-ternatif olabilir mi?

Elbette hayır. Çünkü, bu “çözüm” de, asılçözüm olan çocukların kendi ailelerinin yanındakalmasını içermiyor. Tam tersine, alınıp Türk ai-lelerine verilmesi ve bu yolla siyasi ve ekonomikbir nemalanmaya zemin yaratılıyor.

Evet, sayısı az ya da çok, Almanya’da ve diğerAvrupa ülkelerinde binlerce Türkiye kökenliçocuk, aile içindeki ekonomik, sosyal, kültürelsorunlar ve çatışmalardan ötürü gençlik daire-leri tarafından korunma ve güvence amacıyla veçoğu zaman da yapılan suç duyuruları üzerin-den ailelerinden alınıyor, belli bir süre sonrauygun koşullar varsa koruyucu ailelere veriliyor.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken sorun,Türkiye kökenli aileler arasında ekonomik, sos-

30 bin 610’u Alman, 2 bin 835’i “Alman olma-yan” gençlerden oluşuyor. Yüzdeye vuruldu-ğunda ise “Alman olmayanların” oranı yüzde8.5. Bu da “Alman olmayanların” toplam nüfusiçindeki oranına yakın. İddiaları ortaya atan ke-simler, tam olarak göçmen çocukların sayısı ra-kamlarda yer almadığı için, bu rakamdan yolaçıkarak göçmenlerin toplam nüfus içindekioranı olan yüzde 18’e atıfta bulunarak, koru-yucu ailelerde olan göçmen çocukların oranınyüzde 18 olabileceğini söylüyorlar. Yani kesinbir rakam yok, sadece bir varsayımdan yola çı-kılarak yapılan tahmin var.

Görüldüğü gibi, yansıtılan ile gerçek ara-sında bir çelişki bulunuyor.

Yine dini ve milli duygular!

Ancak buna rağmen Zaman gazetesi ve Sa-manyolu TV başta olmak üzere pek çok gazete,TV ve internet sitesi son haftalarda dramatikşekilde çocukları ellerinden alınan aileleri öneçıkararak, gençlik dairelerinin ne denli keyfi vegaddarca hareket ettiği propagandası yapıyor.

Bunun için bir-iki çarpıcı örnek seçilerek,gençlik dairelerinin neden çocukları ailelerdenaldığından çok, çocuğun Hıristiyan bir aileye ve-rilmesi büyük bir felaket olarak gösteriliyor vebu sorunun tek çıkış yolu olarak da, “Türk ko-ruyucu aile sayısını artırma” gösteriliyor.

Sorunun kaynağına inme yerine yüzeysel,dini ve milli hassasiyetleri kaşıyan bir yaklaşımsergileniyor. Bunun için de ailesinden koparılançocuğun/gencin söylediklerinden çok, bu du-rumu kabullenmekte zorlanan ailenin duygusalve milli/dini hassasiyeti öne çıkarılıyor.

Son haftalarda bu konuda üzerinde en çokkonuşulan örneklerden biri de 19 yaşındaki ElifYaman oldu.

Son zamanlarda, Avrupa ülkelerinde yaşa-yan Türkiye kökenlilerin en küçük sorunuyladahi ilgilendiğini göstermeye çalışan YTB’nin gi-rişimiyle Elif Yaman, 7 yıldır ayrı kaldığı aile-siyle Kocaeli’nde buluşturuldu. Anne-kızınduygusal buluşması, tam anlamıyla devletinduygu sömürüsüne dönüştürüldü. Koruyucu birAlman ailenin yanında kalan Elif ’in Türkçe bil-memesi, “İşte çocuklarımız Hıristiyan koruyucuaileler tarafından bu hale getiriliyor” diye su-nuldu. Keza koruyucu ailelerin çocuklara domuzeti yedirdiği, dini ibadetlerini yerine getirmesiniengellediği, Türk arkadaşlarıyla buluşmasını is-tenmediğinden dem vuruldu. Üstelik Elif ’inbunların tersine açıklamalarda bulunmasına,koruyucu ailenin kendisine çok iyi sahip çıktı-ğını söylemesine rağmen...

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 13

Page 14: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Yani öz olarak, aile ve çocukların içinde bu-lunduğu sosyal koşulları göz ardı eden bu çev-reler, bununla da kalmayıp, Türkiye kökenliemekçilerin ve onların çocuklarının yaşadığıdramı suiistimal edip, malzeme yaparak siyasive örgütsel kazanç sağlama telaşındalar. �

NOTLAR:(1) http://www.ytb.gov.tr/index.php/2012etkinlikleri/561-40720122.html

(2) http://de.wikipedia.org/wiki/Pflegeeltern

14 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

yal ve kültürel sorunların giderek çoğalıyor ol-masıdır. Bu nedenle öncelikli olarak bu sorununçözülmesi gerekiyor. Rakamlar Türkiye kökenligöçmenler arasında işsizliğin, yoksulluğun,geçim sıkıntısının alabildiğine arttığını ortayakoyuyor. Buna bir de dini değerlerin baskın halegeldiği bir yaşam tarzı eklenince, aileler ile genç-ler arasındaki sorunlar, genellikle polis karako-lunda noktalanabiliyor. Bu sonuçların ortayaçıkmasında, “Koruyucu Türk ailesi” propagan-dası yapan kesimlerin birinci ve ikinci nesil üze-rinde yarattığı “mahalle baskısı”nın da büyükbir rol oynadığı ortada...

Alman Gençlik Dairesi (Jugendamt) milliye-tine ve kökenine bakmaksızın, çocukların men-faatini korumak ve çocuklarının yetiştiril-mesinde ve eğitiminde ailelere, boşanma ve ay-rılma durumlarında anne ve babaya yardımcıolmak amacıyla kurulmuş bir devlet dairesidir.Gençlik dairesi için önemli olan çocuğun men-faatidir ve anne-babanın velayet hakları ara-sında bir çatışma söz konusu olduğunda,çocuğun menfaatini ön planda bulundurmakzorundadır. Ayrıca önceden anne ve babayaçocuk eğitimi ve yetiştirilmesi konusunda yar-dımcı olmak da gençlik dairesinin görevidir.Ancak bundan bir sonuç alınmadığı zaman, sonçare olarak çocuğun anne ve babadan alınarakbaşka bir yere yerleştirilmesine de karar vere-bilir.

Gençlik dairesi bu kararı kendi başına vere-cek durumda değildir. Bunun hukuki boyutunuda dikkate almak zorundadır. Bu nedenle:

- Gençlik dairesinin tek başına çocuğu aile-den alma hakkı ve yetkisi yoktur. Bu yetki sa-dece ilgili mahkemeye aittir. Çocuk ancak veancak mahkeme kararıyla aileden alınabilir.

- Gençlik dairesi, çocuğun menfaatinin tehli-kede olduğu acil durumlarda istisnai olarak ço-cuğu aileden alsa bile en kısa zamanda yetkilimahkemeye bildirmek zorundadır.

- Çocuğun aileden alınmasını gerektiren du-rumlarda (genelde çocuğun velayetinin anne vebabadan alınmasını gerektiren durumlardır) Ju-gendamt durumu bir raporla mahkemeye bildi-rerek, çocuğun menfaatinin tehlikede olduğunuve gereken önlemlerin alınmasını talep eder.

- Mahkeme karar vermeden önce anne vebabayı, çocuğu, çocuk için mahkeme tarafındanatanan bilirkişiyi dinler ve ona göre karar verir.

- Ancak koşullar değiştiğinde çocuğun vela-yetinin tekrar anne veya babaya verilmesi için

mahkemeye başvurulabilir. Çocuk Almanya’dayaşadığı sürece, çocuğun menfaatini korumagörevi ve yetkisi devletlerarası anlaşmalara yet-kili makam Alman mahkemelerindedir.

- Jugendamt’ın çalışma yetkileri ve işleyişiSGB VIII’de (Sosyal Yardım Kanunu) düzenlen-miştir. SGB VIII göre; “çocukların bakımı ve ye-tiştirilmesinden birinci dereceden aile, anneveya baba sorumludur. Ancak bunun denetlen-mesinde ise devlet sorumludur.“ Devlet işte budenetleme ve gözetleme görevini Jugendamt’avermiştir.

- Jugendamt, koruması altına aldığı bir çocukiçin öncelikle onun ikamet edeceği yeri belir-leme hakkına sahiptir. Şayet çocuğun velaye-tine sahip olan anne ya da baba bu hakkıJugendamt’a devretmede herhangi engel çı-karmazsa, Jugendamt herhangi bir mahkemekararı olmadan da çocuğu koruması altına ala-bilir. Ancak çocuğun anne veya babası buna iti-raz ederse, Jugendamt mahkeme kararınasahip olmadığı için çocuğu en kısa zamanda, kibu bazen 4 hafta da sürebilir, ailesine geri ver-mek zorundadır. Bunu yapmıyorsa, o zaman gö-revli bir mahkeme kararı çıkartmak zorundadır.

Belirtildiği gibi Jugendamt’ın görev alanlarıve yetkileri bellidir. Ancak çocuğun gelişimiveya korunması kavramları yer yer keyfi du-rumların yaşanmasına da sebep olmaktadır. Ju-gendamt çalışanları görevlerini veya yetkileriniduruma göre abartabiliyorlar. Çünkü bunları de-netleyecek yasal herhangi bir üst kurum bu-lunmamaktadır. Çocuğun velileri Jugendamt’ınverdiği kararlara ilgili mahkemelere itirazda bu-lundukları zaman denetleme söz konusu ola-bilmektedir. Mahkemelere herhangi bir itirazyapılmadığı zaman Jugendamt kendi kararla-rını kendisi alıp ve bunu hayata geçirme yetki-sine sahiptir.

Alman Gençlik Dairesi (Jugendamt)

Page 15: Almanya'nun Susurluk'u mu?

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 15

Page 16: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Fransa’da yaşayan bir numaralıOsmanlı Tarihi uzmanıydı. Üstelikçok ciddi bir Türkiye dostuydu.Bu yazı, İlber Ortaylı hariç, onuölümünde bile anmak dirayetinigösteremeyen Türk kamuoyuna birtepki, değerli bilim insanı GillesVeinstein’a da bir vefa borcudur.

PARİS - Fransa’nın ünlü araştırmacı tarihçisive öğretim üyelerinden, ülkenin en saygın üstderecedeki eğitim kurumlarından College deFrance’da Osmanlı ve Türk Tarihi kürsüsü ku-rucu başkanı Profesör Gilles Veinstein vefat etti.İki yıldır amansız bir hastalıkla mücadele edendeğerli bilim insanı geçtiğimiz 5 Şubat’ta dün-yaya gözlerini yumduğunda 67 yaşındaydı. Çokverimli bir çağında yitirdiğimiz bu kişilik derinbilgisi, titiz ve eleştirel yaklaşımıyla olduğukadar olağanüstü nazik ve alçakgönüllü karak-teriyle de tam saygıyı hak eden bir insandı.Utangaçlığı ve güleryüzlülüğü, ilk izlenimin ak-sine bilimsel disiplin ve ciddiyetine asla gölgedüşürmedi. Osmanlı ve Türkiye tarihine bakı-şına karşıt olanların dahi, 12 Şubat’ta Père Lac-haise Mezarlığı Krematoryumu’nda düzenlenenveda törenine katılmaları bilim adamına duyu-lan saygının kanıtıydı. Ne acıdır ki, Profesör

16 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

Bir Türkiye dostu daha aramızdan sessiz sedasız ayrıldı

Gilles Veinsteinve vedası

UĞUR HÜKÜM

Page 17: Almanya'nun Susurluk'u mu?

zın belirli koşulları yerine getirmek kaydıylabütün yurttaşların yararlanabileceği, izleyebile-ceği bir müfredatın verildiği bu yapıda bir kürsükurmak ve/veya başına geçmek her “fani”yenasip olacak bir şans değildir. Pozitif bilimler-den sosyal bilimlere, güzel sanatlardan çağdaşsanatlara genellikle dünyaca ünlü, ordinaryüsprofesörlerin dizi konferanslar biçiminde eği-tim verdiği bu prestijli yapıda 1990’lı yılların ba-şından beri ciddileşen Osmanlı ve Türk TarihiKürsü’sünü kurmak üzere Gilles Veinstein adaygösterildi. Fakat Veinstein “Ermeni Soykırımı”konusunda İngiliz-Amerikalı tarihçi BernardLewis’in 16 Kasım 1993’te Le Monde gazete-

sinde yayınlanan bir söyleşisindeki resmiTürk tezi olduğu ileri sürülen savlarının ba-zılarına arka çıkmıştı. Ayrıca Fransa’nınönde gelen tarih dergisi L’Histoire’ın 187

numaralı 1995 Nisan ayı “Ermeni Kat-liamı” başlıklı özel sayısına yaz-

dığı “Bir Katliam Hakkında ÜçSoru” makalesiyle “soykırım”tezini savunanların boy he-defi haline gelmişti.

Gündelik gazetelerde ya-yınlanan makaleler, imzakampanyaları, özellikle ente-lektüel ve siyasi çevrelerdeyapılan çalışmalarla “inkârcı”Veinstein’ın bu göreve geti-rilmesine karşı ciddi bir se-ferberlik geliştirildi. Olay

dönemin milli eğitim, kültürbakanlarına ve hatta Cumhur-başkanı Jacques Chirac’a kadargötürüldü. Ancak Louis Bazin,Michel Cahen, Pierre Chuvin,

Robert Mantran, Pierre Nadel-Vaquet, MaximeRodinson, Alain-Gérard Slama gibi dönemin enönemli Doğu ve İslam Kültürü çehreleri belli ka-yıtlar da koysalar, nüanslar da ileri sürseler Ve-instein’ın bilimsel kimliğinden kuşku duyma-dıklarını, adaylığını desteklediklerini açıkladı-lar. Nihai oylamada karar, Collège de France ta-rihinde pek görülmemiş bir bölünmeyle de olsaVeinstein’ın lehine çıktı. Değerli bilim insanı 2çekimser ve 15 karşı oya rağmen 18 üyenin ona-yıyla Aralık 1998’de bu tarihi kürsüyü kurmaklagörevlendirildi. Veinstein tam bir yıl sonra, 3Aralık 1999’da verdiği açılış konferansında kür-sünün kuruluşuyla Collège de France’ın kuru-luşundaki bağlantılara, Kral 1. François ileKanuni Sultan Süleyman ve Fransa-Osmanlı/Türkiye yakınlığına değindi. (2)

İlber Ortaylı’nın 17 Şubat’ta Milliyet’te (1) ya-yınlanan makalesi ve iki gündelik gazetenin in-ternet sitesindeki kısa bir ajans haberinindışında (bildiğimiz kadarıyla) Türk basınında bubüyük insanın ölümüne dair tek kelime yazı çık-madı.

Türkoloji, Türkofoni ve Türkofili’yeadanmış bir yaşam

18 Temmuz 1945’te Yahudi kökenli bir aile-nin çocuğu olarak Paris’te dünyaya gelen GillesVeinstein, orta öğrenimini Fransa’nın en iyi li-sesi diye bilinen Louis-le-Grand’ta yaptıktansonra, ülkenin en prestijli yüksek okul-larından Ecole Nationale Supéri-eure’den tarih diploması aldı. Parlaköğrenciliğini Sorbonne, INALCO(Ulusal Doğu Dilleri ve UygarlıklarıEnstitüsü) ve EHESS’te (Sosyal Bi-limler ve İncelemeler YüksekOkulu) tarih doktorasıyla ta-mamladı.

1972’den itibaren ala-nında dünyanın en öndegelen okullarından EHESS’teArap Dünyası dışı “İslamâlemi âlimi” nitelenen Ruskökenli Fransız tarihçi Ale-xandre Bennigsen’in asistanıolarak mesleki kariyerine baş-ladı. Pertev Naili Boratav, LouisBazin, Robert Mantran gibi çokbüyük tarihçi, antropolog veTürkologlardan ders alan, dahasonra onlarla da çalışan Veins-tein sayısız bilimsel yayının sahibiolduğu gibi örgütçü ve yapıcı tavırlarıyla CNRS(Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi) Türk veOsmanlı Araştırmaları bölümünü geliştirdi veyönetti. Paul Dumont ile Türklük İncelemeleridergisi Turcica’nın eşmüdürü olmuş, İstanbul(Anadolu), Taşkent Fransız Araştırmaları ve Bo-ğaziçi Enstitüleri bilimsel kurulları, CNRS RusDünyası dergisi yayın kurulu, Academia Euro-paea , CNRS Oryantalistler Komitesi üyelikle-rini üstlenmişti. France Culture radyosuna aylarsüren Osmanlı ve Türk tarihi programları ha-zırlayıp sundu.

Collège de France sınavı

Fransız yüksek eğitim kurumlarının en üstderecede saygın yapılarından biri olan Collègede France Fransa kralı 1. François tarafından1530’da kurulmuştur. Diploma kaygısı olmaksı-

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 17

Page 18: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Veinstein suiistimaliBu büyük insan ölümü vesilesiyle kişiliği,

eserleri, gayretleri, görüşleri etrafında hatırlan-ması, anılması, değerlendirilmesi gerekirkenbazı çevreler vefat haberini dahi bir kavga,kendi davalarına pay çıkarma yolunda kullanı-yorlar. Böylesi suiistimaller yalnızca mevcut so-runların derinleşmesi, çelişkilerin ve çatış-maların vahimleşmesini körüklemekten öteyegeçemiyor.

Turquie-News isimli Fransızca-Türkçe birhaber portalı 14 Şubat’ta okurlarına şöyle birbilgi geçiyordu: “(Le Monde gazetesinin web si-tesi) lemonde.fr Osmanlı tarihi uzmanı GillesVeinstein’ı sansürledi.” Habere göre (Fransa’nınen saygın ve bağımsız gazetesi) Le Monde, ga-zetenin kültür sayfası yazarlarından ve tarihçiPhilippe-Jean Catinchi imzalı “Gilles Veinstein,historien, spécialiste de l’Empire ottoman” baş-lıklı makaleyi 12 Şubat saat 12:50’de siteye koy-duktan 14 dakika sonra aşırı milliyetçi Er-menilerin baskısıyla sansürleyerek yayındankaldırmıştı. (3) Turquie-News’un yazının kaldı-rıldığına dair haberi doğruydu. Ama aynı gazete16 Şubat’ta yayınlanan nüshasında makaleyiözüne dokunmadan az değiştirilmiş olarakkâğıt baskısı ve dolayısıyla internet baskısındaresmen kamuya sunacaktı. Turquie-News iseokurlarını bu gelişmeden yoksun bıraka-cak ve Ermeni-Türk çatışmasının değir-menine su taşımış olacaktı.

Halbuki Veinstein Collège de Fran-ce’a kurduğu kürsü etrafında göğüsgermek zorunda kaldığı taciz, saldırıve darbelere karşın iki halkın ne denliyakın olduğunu, karanlık çıkarlar uğ-runa kullanılan aşırı uçların diyaloğave yakınlaşmaya en ciddi engel ol-duğunu savunurdu. Sanırım 2002’-de Radio France Internationale içingerçekleştirdiğim bir söyleşininsonunda yaptığımız uzun bir soh-bette durumdan özetle şöyle ya-kınmıştı:

“Adı ister soykırım, ister kat-liam, ister tehcir, ne olursaolsun ortada işlenmiş bir in-sanlık suçu vardır. Bunun gü-nahı tümüyle bugünkü Tür-kiye’nin boynuna olmasa dailk adımı atması gerekenTürkiye’dir. 1915’te merkezigüç, otorite İstanbul’du. So-rumluluk Türklerindir. Karşı tarafısuçlamak yerine hiç olmazsa Ermeni halkındanözür dileyebilirler. Öte yandan konuyu tabulaş-

tırıp, en küçük farklı bir söylemi küfür gibi algı-layan bir kısım Ermeni diyasporası gücününyettiği her yerde tam bir entelektüel terör esti-riyor. Soykırım kavramı bu çevrelerin varlık ne-deni olmuş. Üstelik konu benim için tarihtir vetarih her bilim dalı gibi konularını daima yeni-den ele alacak, yeni verilerin ışığında gözden ge-çirecektir. Bu bakış bazı gerçeklerin inkârıdemek değildir. Dünü, bugünü nasıl daha iyi an-larız, yarını nasıl daha iyi kurarız demektir.” �

NOTLAR:http://www.milliyet.com.tr/ornegi-az-gorulen-ciddi-

tarihcilerden-gilles-veinstein/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/17.02.2013/1669828/default.htm

http://www.milliyet.com.tr/ornegi-az-gorulen-ciddi-tarihcilerden-gilles-veinstein/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/17.02.2013/1669828/default.html

http://www.college-de-france.fr/media/ lecons-inaugura-les/UPL52664_LI_150_Veinstein.pdf

http:/ /www.col lege-de-france.fr /media/ lecons-inaugurales/UPL52664_LI_150_Veinstein.pdf

http://www.turquie-news.com/rubriques/histoire/11299-censure-sur-lemonde-fr-gilles.html

http://www.turquie-news.com/rubriques/histoire/11299-censure-sur-lemonde-fr-gilles.html

18 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN

Page 19: Almanya'nun Susurluk'u mu?

Zülfü LivaneliBulgarcada

ORHAN ÇALIŞIR

SOFYA - Zülfü Livaneli’nin Türkiye’de satışrekorları kıran romanı Serenad, Bulgaristan’dada yayımlandı. Oldenburg Üniversitesi öğre-tim üyelerinden Silviya Dimitrova’nın Türk-çeden Bulgarcaya çevirdiği eser, Sofya’dakiKnigopis Yayınevi tarafından bu hafta piya-saya sürüldü.

Kitabın yayımlanması nedeniyle Sofya’yagelen Zülfü Livaneli, Sofya’daki Milli Kültür Sa-rayı’nda Bulgaristanlı okurlarıyla buluştu. Yak-laşık 150 kişinin izlediği okumaya, SofyaÜniversitesi’nden Türkologlar ve edebiyat me-raklılarının yanı sıra T.C. Sofya Büyükelçisi İs-mail Aramaz da katıldı. Kitabın tanıtımındaBulgaristan’ın tanınmış kemancısı Yosif Radio-nov ve eşi piyanist Zornitsa Radionova, roma-nın adının esin kaynağı olan Schubert’in Sere-nade adlı eserini seslendirdiler.

Toplantıda bir konuşma yapan Zülfü Liva-neli, “Bu globalleşen dünyada, komşu ülkeler ve

ortak geçmişi paylaşan ülkeler bile ne yazık kibirbirini tanımıyorlar. Bu yüzden karşılıklı ola-rak kitaplarımızın çevrilmesi ve okunması bir-birimizi anlamak bakımından çok önemli” dedi.

Knigopis Yayınevi’nin sahibi Georgi Alexan-drov da Serenad için “Eğer bir eser insancıl veiyimserse, bu mutlaka iyi bir eserdir, Livane-li’nin kitabı bu iki özelliğiyle hemen dikkat çe-kiyor” görüşünü dile getirdi. Alexandrov, Se-renad’ın Bulgaristan’ı da yakından ilgilendirenStruma faciasını işlediğini, bu nedenle Bulgarokurlar tarafından büyük ilgiyle karşılanacağınısöyledi.

Sofya’da iki gün boyunca yazılı basın, radyove televizyondan çok sayıda gazeteciyle söyleşiyapan Zülfü Livaneli, Bulgaristan’daki belli başlıbütün yayın organlarında geniş yer buldu. Bul-gar Devlet Televizyonu’nun çok izlenen politikaprogramı Panorama da Livaneli ile yapılmışuzun bir röportaja yer verdi.

AvrupaGüN | 25 Mart 2013 | 19

ZÜLFÜ LİVANELİ VE ÇEVİRMENİ SİLVİYA DİMİTROVA

Page 20: Almanya'nun Susurluk'u mu?

20 | 25 Mart 2013 | AvrupaGüN