bora yıldırım - 1407724
Post on 09-Feb-2017
195 Views
Preview:
TRANSCRIPT
T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
UIL5212 Avrupa Birliği ve Bütünleşme Dersi
Proje Çalışması
Avrupa Birliği’nin Ekonomik Krizi ve Son Yapılan Kurumsal
Düzenlemeler
Hazırlayan
Bora Yıldırım
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Selcen Öner
İstanbul 2015
1. Giriş: Avrupa Birliği Ekonomik Krize Giriş Süreci
Avrupa bütünleşmesi, 21. yüzyıla büyük başarılarla ve kapsamlı biçimde dönüşüm geçirerek girdi. İlk
olarak, Avrupa Birliği (AB) üyesi 11 ülke, ortak para birimi euroyu kullanmaya başladı. Euronun ortak
para birimi olarak tedavüle sokulması, ekonomik kazanımların çok ötesinde siyasi ve sosyolojik
mesajlar içeriyordu. Zira bir egemenlik simgesi olarak euro, federal Avrupa destekçileri tarafından,
ekonomik kazanımlarının ötesinde ortak bir siyasal yapılanma ve kimlik-inşa unsuru olarak
değerlendirildi.
Tek para birimi, pek çok uzmana göre, Maastricht Anlaşması ile 1990‟larda başlayan siyasallaşma
sürecini bir üst aşamaya taşıyan önemli bir basamaktı. AB‟nin diğer önemli başarısı, 2004 yılında
Birlik tarihinin en büyük genişlemesi olan Doğu Genişlemesi‟ni gerçekleştirmesiydi. Sovyetler
Birliği‟nin çözülmesinin ardından ekonomik ve politik rejimlerini kapsamlı bir dönüşüme tabi tutarak
Batı‟ya yönelen Doğu Avrupa ülkeleri, AB‟nin sert güç unsurlarına dayanmadan bir coğrafyayı
kapsamlı biçimde dönüştürmesindeki başarısı olarak literatüre geçmiş oldu. Yumuşak güç unsurlarıyla,
ilişkiye girdiği ülkeleri dönüştürebilme yeteneğinden yola çıkan Ian Manners gibi akademisyenler,
AB‟nin uluslararası sistemdeki reel-politik yapılanmaya alternatif oluşturabilecek “normatif güç” olma
yolunda ilerlediğini dahi iddia etmeye başladı.
Ancak, Avrupa bütünleşmesinin başarıları, gereken kurumsal dönüşümle desteklenmediğinden, kısa
sürede, kendi içinde yeni sorunları da biriktiren bir mekanizmaya dönüştü. İlk olarak, Anayasallaşma
sürecinin Fransa ve Hollanda‟daki referandumlar neticesinde kesintiye uğraması, AB‟yi varoluşsal bir
krizin içine itti. Yeni üyelerin Birlik işleyişini aksatmadan “hazmedilmesini” mümkün kılacak
kurumsal ve yasal değişimin gerçekleştirilememesi, genişleme yorgunluğunun yapısal bir karakter
kazanması sonucunu doğurdu. (Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 9, Say 33,ss. 3-22).
Böylece AB için asıl büyük sorun, 2007/2008 küresel ekonomik krizinin Avrupa‟ya da sıçrayarak kısa
sürede euro krizine dönüşmesiyle ortaya çıktı.
2008 yılının ikinci yarısında ABD‟nin finans sektöründe ortaya çıkan kriz, kısa sürede tüm dünyaya
yayılarak küresel çapta bir mali ve reel sektör krizine dönüşmüştür. Krizin olumsuz etkileri Avrupa
Birliği (AB)‟nde de büyük ölçüde hissedilmiş ve Euro Alanı 2009 yılında % 4,1 oranında küçülerek
tarihindeki en büyük daralmayı yaşamıştır. Yaşanan küresel kriz, AB ülkelerinde kamu açıkları ve
borç stoklarının ciddi boyutlarda artmasına ve birçok üye ülkede kamu maliyesinin
sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine neden olmuştur. Nitekim 2006 yılında 7,1 trilyon Euro olan
AB hükümetlerinin borç yükü 2009 yılı sonunda kurtarma paketlerinin de devreye girmesi ile 8,6
trilyon Euro‟ya yükselmiştir. Euro Alanı ülkelerinin ekonomik performanslarında son yıllarda
gözlemlenen gerileme ekonomik krizle birlikte daha da belirgin bir hal almış ve bu durum Euro‟nun,
dolayısıyla Ekonomik ve Parasal Birliğin ve nihayetinde AB‟nin geleceğine dair endişeleri artırmıştır.
Euro alanına dâhil olan Yunanistan‟ın iflas noktasına gelmesinin ardından, İrlanda ve Portekiz de
AB‟den yardım talebinde bulunmuş ve IMF‟nin de desteğiyle söz konusu ülkelere yönelik kapsamlı
mali yardım programları geliştirilmiştir. AB ülkelerinin hemen hemen tamamında krizin etkilerinin
bertaraf edilmesine yönelik tedbir paketleri uygulamaya konulmuş, ancak bu paketlerin
uygulanmasındaki başarı ve ekonomilerin buna verdiği yanıt her ülkede farklı olmuştur.
Bu makale de AB içinde ki aktörlerin krize verdiği tepkiler ve bu krizler sonrasında oluşan kurumlar
ve politikalara yer verilecektir. Bununla birlikte AB‟nin içindeki ilişkilerinin ne yönde değiştiğini ve
de ne yönde değişemediği hakkında bilgi verilecektir.
1.1 . Ekonomik Bütünleşme Aşamaları - Avrupa Birliği’nin Geçirdiği Süreçler
a. Tercihli Ticaret Anlaşması
Bu tür anlaşmalarda taraflar ya tek taraflı ya da karşılıklı olarak belirli mallar üzerndeki gümrük
tarifelerini indirirler. Tercihli ticaret anlaşmaları GATT sözleşmesinin 24‟üncü maddesinde
yasaklanmıştır. Bunun nedeni; terichli ticaret anlaşmalarında gümrük tarifeler ve kotaların tamamen
ortadan kaldırılmaması, dış ticaretin kısmi olarak serbestleştirilmesidir.
b. Serbest Ticaret Bölgesi
Bu birleşme türünde birliğe dâhil olan ülkeler, aralarındaki ticarette gümrük tarfileri ve miktar
kısıtlarını kadırmakta; bşrik dışında kalan ülkelere karşı kendi özel tarifelerini uygulamaktadırlar. En
başarılı örnekler EFTA, NAFTA.
c. Gümrük Birliği
Gümrük birliğine üye ülkeler arasındaticaretin tamamen serbest bırakıması; birliğe üye olmayan ülkere
karşı ortak bir gümbürük tarifi uygulanması söz konusudur. Gümrük birliğine üye ülkelerin serbest bir
dış ticaret politikası uygulaması sınıflandırılmıştır.
d. Ortak Pazar
Gümrük birliğinden daha ileri bir birleşim şeklidir. Gümrük birliğindeki kota ve tarifeler kalkmaktadır.
İş birliği dışındaki ülkelere ortak tarife uygulanır.
e. Ekonomik Birlik
İktisadi birleşme en ileri seviyede ki birleşme olarak görülmektedir. Ortak pazarın özelliklerine ilave
olarak, üye ülkeler arasında ekonomik ve mali poltikiların uygunlaştırlmasını söz konusundur. Böyle
bir bütünleşmenin geçilebilmesi için tek bir para birim, ortak bankacılık sistemi, ortak maliye poltikası
ve ülkeler üstü bir organın bulunması gerekir. Bu aşamların sonunda ise Siyasi Birlik oluşmaktadır.
Terichli Ticaret Anlaşması Tek taraflı ve karşılıklı olarak belirli mallar üzerinde
indirimler
Serbest Ticaret Bölgesi Üye ülkeler arasında gümrük vergilerinin kaldırılması ve
üçüncü ülkeye kendi gümrük tarifesini uygulaması
Gümrük Birliği Serbest bölge özelliklerini taşır ama üçüncü ülkeye ortak
gümrük tarifesi uygular
Ortak Pazar Gümrük Birliğine ilave olarak ülkeler arası; üretim
faktörlerinin serbest dolaşımı sağlanır
Ekonomik Birlik Ortak pazara ilave olarak üye ülkeler arası ekonomik ve
sosyal politikalar uyumlaştırılır
Siyasi Birlik Siyasi konularda ortak hareket etme
Avrupa Birliği, Gümrük Birliği ve Türkiye (Prof. Dr. Cihan Dura ve Prof. Dr. Hayriye Atik) Syf 8’den
alınmıştır
Ekonomik bütünleşme sürecinin aşamaları şu şekilde sıralanabilir: Serbest Ticaret Bölgesi-Gümrük
Birliği-Ortak Pazar-İktisadi Birlik-Ekonomik ve Parasal Birlik(Siyasi Birlik). Serbest Ticaret Bölgesi,
iki ya da daha çok ülke arasında malların ve hizmetlerin serbest dolaşımındaki engeller olan gümrük
tarifeleri ve miktar kısıtlamalarını kaldırılmasıdır. Gümrük Birliği üyeler arasında ticarete konu olan
her türlü engellerin (ithal ve ihraç yasakları, kota, gümrük vergisi vb.) kaldırılması, birlik dışı ülkelere
karşı da Ortak Gümrük Tarifesi‟nin uygulandığı aşamadır. Ortak Pazar, ekonomik entegrasyonlarda
gümrük birliğinden sonraki aşamadır. Ortak Pazar anlaşması üye ülkeler arasında iç ticarette tüm
tarifeleri ve diğer kısıtlamaları kaldırırken, ortak dış tarifeler koyar ve üye ülkeler arasına emek ve
sermaye ve bilgiyi içeren üretim faktörlerinin bölge içinde serbest dolaşımına olanak sağlar. İktisadi
Birlik, iç tarife engellerinin kaldırılması, ortak dış engellerin konması ve faktörlerin serbest
dolaşımının yanı sıra birlik içinde ekonomik ve sosyal politikaların koordine edilip, uyumlaştırıldığı
aşamadır. Siyasi birlikte ise, ülkelerin para ve maliye politikalarını uyumlaştırmaları, ekonomik olarak
tek elden idare edilmelerine yol açacaktır. Ekonomik konularda birlikte hareket eden birlik, güvenlik
ve savunma gibi konularda da birlikte hareket edecektir. Bu aşamayı bir önceki aşamadan ayıran yön,
bu aşamada ulusal ekonomik bağımsızlığın büyük ölçüde kaldırılması ve bunun yerini bir uluslar üstü
otoritenin almasıdır. (Seyidoğlu, Halil; Uluslararası İktisat,ss.20-52)
Avrupa Birliği, daha kuruluşunda ekonomik entegrasyon amacı taşımaktadır.1957 yılında altı
ülke(Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Lüksemburg) tarafından imzalanan ve Avrupa
Ekonomik Topluluğunu (AET) kuran Roma Antlaşması‟nda üye devletlerarasında önce bir gümrük
birliğinin, ardından da bir ortak pazarın kurulması öngörülmüştür. Bu çerçevede, öncelikle,1968
yılında üye ülkeler arasındaki ticarette gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarının kaldırılmasını
öngören Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir. Daha sonra,1987 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi
ile üretim faktörlerinin de serbest dolaşımının sağlandığı tek pazarın tamamlanması için 1992 yılı
hedefi kesinleştirilmiş ve 1993 yılının başında Avrupa Tek Pazarı yürürlüğe girmiştir. Tek Pazar,
Birlik içerisinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını öngören bu dört
temel özgürlüğü içermektedir.
Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB), Avrupa Birliği‟nin ekonomik bütünleşme sürecinin gümrük birliği
ve bütünleşmiş bir tek pazardan sonra en son ve en kapsamlı aşaması olarak nitelendirilebilir. EPB,
malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımının yanı sıra, üye devletlerin ulusal para
birimleri arasında sabitleştirilmiş kurlar ve nihai olarak da tek bir para biriminin kabulü anlamına
gelmekte olup, üye devletlerin daha önce ulusal nitelik taşıyan para politikası alanındaki yetkilerinin
ve bir anlamda egemenliklerinin de Avrupa Merkez Bankası‟na devredilmesini de içermektedir.
Bu hedeflere ulaşılabilmesi için başta maliye politikası olmak üzere ekonomi politikalarının
yakınlaştırılması da ekonomik ve parasal birliğin hedefleri arasında yer almaktadır.
EPB kapsamında para politikası, ulusal(bağımsız) merkez bankaları ile Avrupa Merkez Bankasından
(AMB) oluşan Avrupa Merkez Bankaları Sistemi tarafından yürütülmektedir. İlgili tüzüklerde, bu iki
kurumun hükümetlerden ve diğer Topluluk kurumlarından bağımsız oldukları belirtilmektedir
Ortak para politikası, yalnızca bağımsız ve uluslar üstü statüdeki AMB‟nin yetki alanında iken, diğer
ekonomi politikaları, özellikle de bütçe politikaları ile yapısal politikalar genel olarak ulusal aktörlerin
sorumluluğu altında kalmaya devam etmektedir.
1.2. Avrupa Birliği’nin Ekonomik Özellikleri ve Kritirleri
Bugün dünyanın en ileri ekonomik bütünleşme aşamasındaki bölgesel blok olan AB, kuruluşundan
bugüne kadar altı genişleme süreci yaşayarak 27 üyeli bir birlik haline gelmiştir. AB‟nin zaman içinde
gösterdiği performansla uluslararası ekonomide ulaştığı güç, diğer ülkeler için bu blok içinde yer
almayı cazip hale getirmiştir. Artan üyelik müracaatları, AB‟nin genişleme konusunda yeni stratejiler
geliştirmesine ve başlangıçta belirlenen AB‟ye katılım koşullarını gözden geçirerek ilave koşullar
getirilmesine neden olmuştur. Başlangıçta, AB‟ye tam üyeliğe kabul edilmek için Roma
Antlaşması‟nın 237. maddesine göre, sadece Avrupa Devleti olma koşulunu sağlamak yeterli iken,
Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin (MDAÜ) üyelik müracaatı ile AB, üyelik koşullarının daha
ayrıntılı hale getirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Nitekim üyelik koşulları, 1993 yılında yürürlüğe
giren Maastricht Antlaşması (MA)‟nın 49. maddesinde daha ayrıntılandırılmıştır. Bu koşullar Türkiye
gibi, MA yürürlüğe girmeden önce tam üyelik başvurusunda bulunmuş, ancak müzakerelere
başlamamış ülkelere de uygulanmaya başlamıştır. Söz konusu Antlaşma‟nın 49.maddesinde,
“Antlaşmanın 6. maddesinde yer alan ilkeleri sağlayan her Avrupa Devleti, Birliğe üye olmak için
başvurabilir…” hükmü yer almaktadır. Antlaşmanın 6. maddesinde ise, “Birlik, üye ülkelerde ortak
olan özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ilkeleri ve hukuk devleti ilkesi
üzerine kurulur” ifadesine yer verilmiştir. Böylece 1993 yılından beri, AB blokuna dâhil olmak isteyen
bir ülkenin sadece Avrupa devleti olması yeterli olmamakta, aynı zamanda bu ülkenin bir hukuk
devleti olması, demokrasiyi garanti altına alması, insan hakları ve temel özgürlüklere saygılı bir
kurumsal yapıya da sahip olması gerekmektedir. MA‟nın onaylanmasının ardından AB, Haziran
1993‟te gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesinde AB‟ye katılmak isteyen ülkelerin, liberal doktrin
bağlamında belirlenen bazı kriterleri yerine getirmelerini kararlaştırmıştır. Kopenhag kriterleri olarak
adlandırılan bu kriterler, siyasi, ekonomik ve uyum kriterleri olmak üzere üç grupta toplanmaktadır;
-Siyasi kıstas: Üyelik, aday ülkenin hukuk devletini, insan haklarını, azınlıklara saygı gösterilmesi ve
korunmasını ve demokrasiyi garanti altına alan bir kurumsal istikrarın gerçekleştirilmesini
gerektirmektedir.
-Ekonomik kıstas: Üyelik, hem işleyen bir piyasa ekonomisinin hem de Birlik içerisindeki piyasa
güçleri ve rekabetçi baskıyla başa çıkacak bir kapasitenin varlığını gerektirmektedir.
-Uyum kıstas: Üyelik, siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına bağlı kalmayı içeren, üyelik
yükümlülüklerini üstlenme gücü gerektirmektedir.
Ayrıca, 1995 yılında yapılan Madrid Zirvesi ile aday ülkelerin idari yapılarını ıslah ederek AB‟ye
entegrasyonu için uygun koşulları yaratması gerektiğinin altı çizilmiştir. Yani, Avrupa Topluluk
mevzuatının ulusal mevzuata aktarılmasının öneminin yanında, daha da önemlisi aday ülke tarafından
mevzuatın, uygun idari ve hukuki yapılar aracılığıyla efektif şekilde uygulamaya konmasının
gerekliliği vurgulanmıştır. Bu koşul, AB‟ye üyeliğin gerektirdiği karşılıklı güven ön koşuludur.
AB‟nin aday ülkelerin tam üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken Kopenhag kriterlerinin
yanında, hâlihazırda AB üyesi olan ülkelerin de yerine getirmeleri gereken başka kriterler vardır. MA
ile getirilmiş olan bu kriterler, AB üyesi ülkelerin ekonomik bütünleşmenin daha ileri aşamasına
geçerek Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) alanına dahil olabilmek için yerine getirmeleri gereken
kriterlerdir. Bu kriterlerle, üye ülkenin ekonomik ve parasal birliğe ilişkin yükümlülüklerini yerine
getirmede sağladığı ilerlemenin, ülke mevzuatı ve belirlenen ekonomik göstergeler bağlamında
değerlendirilmesi yapılmaktadır. EPB alanına dahil olmak isteyen üye ülkelerin, ulusal paralarından
vazgeçerek ortak parayı kullanmaları, eurosisteme dahil olmaları, para ve döviz kuru politikalarını
ulusal belirleme yetkilerini Avrupa Merkez Bankasına devretmeleri, döviz kuru mekanizmasına
katılmaları ve ulusal mevzuatlarının tüm bunları yapabilmek için uygun olması gerekmektedir. Buna
göre EPB alanına dahil olmak isteyen üye ülkenin Kopenhag kriterleri gibi üç grupta toplanan
(Maastricht yakınlaşma kriterleri, Mevzuata uygunluk kriteri ve diğer kriterler) kriterleri yerine
getirmesi beklenmektedir; Maastricht ekonomik kriterleri, ATKA‟nın 121. Maddesinde belirtilen, fiyat
istikrarı, faiz oranı, devletin mali durumu (bütçe ve borç kriteri) ve döviz kuru kriteri olmak üzere dört
kriterden oluşmaktadır. Bu kriterlerin üçü (enflasyon, faiz, döviz kuru kriterleri) parasal disiplini, diğer
kriter (devletin mali durumu) mali disiplini sağlamaya yöneliktir. Bu dört yakınlaşma kriterine,
ATKA‟nın eki olan 21 numaralı Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokolde detaylı olarak yer
verilmiştir. Bu kriterlerin belirlenmesinde, büyük ölçüde “…Almanya etkili olmuştur. Örneğin, „aşırı
açık prosedürü‟ Almanya tarafından sunulan bir görüştür…”. Böylece Birlik üyesi ülkelerin, yıllardır
disiplinli para ve maliye politikası uygulayan uzun vadeli fiyat istikrarını sağlamış olan Almanya‟nın
standartlarını sağlamaları amaçlanmıştır. Üye ülkeler, para ve maliye politikalarının belirme
aşamasında Birlik normlarına uyum sağlama hedefini gözetmek durumunda kalacaklar ve EPB‟ye
katıldıktan sonra yukarıda sıralanan şartları yerine getirmedikleri takdirde, nitelikli çoğunluk ile
MA‟da yer alan dört yaptırımdan bir tanesi veya hepsi uygulanacaktır. Bu yaptırımlar; üye ülkelerin
bonolarının sağlıksız olduğu yönünde bildiri yayımlanması, Avrupa Yatırım Bankasının ilgili ülkeye
borç vermemesi, Avrupa Birliğine faizsiz depozito yatırılması zorunluluğu ve para cezası şeklindedir.
Diğer kriterler kapsamında, EPB alanında ekonomik entegrasyon ve yakınlaşmayı etkileyen,
Maastricht kriterlerinin dışında kalan ekonomik unsurlar yer almaktadır. Bu unsurlar, ürün ve mali
piyasaların entegrasyonunu, dış ödemeler bilançosundaki gelişmeleri ve işgücü birim maliyetlerinde
gelişmeleri ve diğer fiyat istatistiklerindeki gelişmeleri kapsamaktadır. Aslında bu kriterler de
ekonomik göstergeleri içermektedir. Görüldüğü gibi AB‟nin ekonomik kriterlerinden Kopenhag
ekonomik kriterleri AB‟ye tam üyelik için gerekli kriterler iken Maastricht yakınlaşma kriterleri
AB‟nin üyesi olan ülkelerin EPB alanına katılabilmeleri için gerekli kriterlerdir.(AKÇAY, B. Avrupa
Birliği‟nin Ekonomik Kriterleri ve Türkiye)
2. Avrupa Ekonomik Krizi
Euro krizinin ilk ortaya çıktığı andan itibaren üye ülkeler arasında “suçlama yarışı” baskın kriz
yönetme stratejisi haline gelmiş ve sorunun çözümü konusunda başta Yunanistan olmak üzere çevre
ekonomilerine koşulluluk esasına dayalı kurtarma paketleri önerilmiş olsa da asıl sorun, euro
bölgesinin mimarisindeki yapısal asimetrilerdir. (Atik, Hayriye; Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği
ss:90) Buna göre, ortak para birimini kullanan üye ülke ekonomileri neoliberal küreleşmenin
dinamosunu oluşturduğu derin finansal bütünleşmeye ek olarak, ortak bir müktesebat geliştirerek,
ekonomik bütünleşme sürecini bir adım daha derine götürmeyi başarmıştır. Kapitalist Batı
ekonomilerinde 1980‟lerle birlikte yükselişe geçen yeni liberal küreselleşme süreci ile birlikte, finansal
serbestleşme, hızla artan özelleştirmeler ve devletin ekonomide azalan düzenleyici ve denetleyici rolü
Avrupa ekonomilerini de derinden etkilemiştir. Küresel politik ekonomideki bu değişimlere ek olarak,
Avrupa bütünleşmesi bir adım daha ileri gitmiş, ilk olarak Tek Senet (1987) ile birlikte mal ve hizmet
piyasaları üzerindeki her türlü engeli kaldırmıştır.(Akçay, Belgin; Avrupa Birliği ss;51) 1990‟lar
boyunca ise Birlik ‟in gündemi, Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) kurmak suretiyle tek para birimine
geçmek olmuştur. 1999‟da tek para birimi kullanmaya başlayan üye ülkeler arasındaki ekonomik
bütünleşme derinlik kazanmış, dünyadaki seyrine nispetle Euro bölgesi üyeleri arasında karmaşık bir
ekonomik ve finansal bütünleşme ortaya çıkmıştır.
Euro bölgesinin inşası ile birlikte üye ülkeler, para politikası ile ilgili her türlü tasarruf haklarını
topluluk düzeyine -yani ulus-üstü seviyeye- devretmiştir. Bu kapsamda, Avrupa Merkez Bankası
(AMB), tüm üyeler adına para politikası konusunda karar verme gücünü tekeline almıştır. Para
politikasının Birlik düzeyine devredilmiş olması, ekonomik bütünleşme konusunda Avrupa‟yı en üst
düzeyde ortaklığa taşıyan bir gelişme olmuştur. Ancak EPB, mimarisi itibarıyla asimetrik bir
yapılanmadır. Zira para politikasıyla uyumlu bir yetki transferi maliye politikası alanında
gerçekleştirilememiş, euro kullanan üye ülkeler başta vergi politikası, iş gücü piyasasının
düzenlenmesi ve rekabet politikaları olmak üzere, maliye politikasına ilişkin pek çok alanda ulus-
devlet düzeyinde yetkilerini kullanmaya devam etmiştir. Örneğin bu dönemde, Yunanistan, İspanya
gibi euro bölgesinin “çevre grubu” ülkeleri, tek bir para politikası nedeniyle “merkez grubu” ülkelerle
aynı politikaya tabi olmuşlar, ancak dış ticaret, iş gücü piyasası ve kamu borçlanma politikaları
açısından farklılaşan pratikler geliştirmişlerdir. Tek para birimine geçilirken para politikası ve maliye
politikası arasındaki potansiyel uyumsuzluğun yıkıcı etkileri olabileceğini öngören karar alıcılar, ulus-
devletlerin egemenliğini doğrudan kırmanın mümkün olmadığını gördükleri için maliye politikası
alanında, devletler-arasında eşgüdümü sağlayacak birtakım tedbirler almak yoluna gitmiştir. Bu
girişimin sonucunda her bir üye ülkenin maliye politikalarını disipline edeceği düşünülen İstikrar ve
Büyüme Paktı (Stability and Growth Pact) devreye sokulmuştur. Ancak söz konusu girişim iki
nedenden dolayı başarılı olamamıştır. İlk olarak, İstikrar ve Büyüme Paktı, ekonomik büyümeyi
yavaşlatan önemli bir engele dönüşmüştür. Bu nedenle ekonomik rekabetçilik ve yenilikçilik
konusunda ciddi sıkıntılar çeken AB üyesi ülkeler tarafından şiddetle eleştirilmiştir. İkincisi, zaten
AB‟nin önde gelen ülkeleri İstikrar ve Büyüme Paktı‟nı defalarca ihlal etmiş, bu ortamda Yunanistan
gibi çevre ekonomilerin konulan kurallara hiçbir dönemde riayet etmemesine imkân tanınmıştır.
Örneğin 2000–2007 döneminde Paktın kurallarını Almanya dört, Fransa üç kere ihlal etmiş,
Yunanistan ise hiçbir yıl kurala uygun bütçe ve borçlanma politikası izlememiştir.
Karşılaştırmalı bütünleşme literatürü açısından tarihsel bir perspektif ile konuya yaklaşıldığında
görülmektedir ki, euro bölgesi derinliğinde ekonomik bütünleşmeye giden ve ortak para birimi
kullanan her oluşum, başarılı olabilmek için “derin ekonomik bütünleşmesini” tamamlayacak “siyasi
bütünleşme” sürecine girmek durumundadır. Üst düzey ekonomik bütünleşmesini, buna karşılık
gelecek siyasi mekanizmalarla desteklemeyen girişimlerin dağılmayla sonuçlandığı da tarihsel
tecrübeler ışığında sabittir. Gelinen noktada euro bölgesinin içinde bulunduğu paradoks tam olarak
budur: Euro bölgesi ekonomileri derin bir ekonomik ve finansal bütünleşme sürecine girdikleri halde,
siyaseten ulus-devletlerin hâkim olduğu bir politik mimariye sahiptir. Söz konusu paradoksu ortadan
kaldırarak siyaseten daha federal bir Avrupa fikirini hayata geçirmeye yönelik her türlü adım ulus-
devletler ve onların halkları tarafından şiddetle reddedilmektedir. (Öniş, Z. ve Kutlay, M. “Ekonomik
Bütünleşme/Siyasal Parçalanmışlık Paradoksu: Avro Krizi ve Avrupa Birliği‟nin Geleceği”,
Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, Sayı 33;Mayıs 2012, ss. 3-22)
Euro bölgesindeki krizin beklenenden çok daha uzun sürmesi ve alınan tedbirlerin yetersiz kalması da
özünde bu paradoksun türevleri olarak değerlendirilmelidir. Eğer ekonomik bütünleşmeye paralel bir
siyasi bütünleşme gerçekleşmiş olsa idi karar alma süreçleri şu anki kadar yavaş işlemeyecek,
Optimum Para Bölgesi teorisinde öngörülen “kaynak transferi” sorunu, gerekli siyasi mekanizmalar
marifetiyle çok daha hızlı bir biçimde çözülmüş olacaktı. Ancak mevcut tabloda euro bölgesinin siyasi
parçalanmışlık içinde olması, başta Yunanistan olmak üzere, çevre ekonomilerin uzun süre krizle
kendi başlarına mücadele etmek zorunda kalmalarına neden olmuştur. Örneğin, Almanya halkının
yalnızca yüzde 20-30‟unun kurtarma paketlerine destek vermesi, buna mukabil toplam kurtarma
paketlerinin yüzde 25‟inin Almanya tarafından finanse edilmesi Alman halkına, “ötekinin” krizden
çıkmasını üstlenmek görevinin niçin Almanlara düştüğünü sorgulatmıştır. Euro bölgesinin sahipsiz
kaldığı hissine kapılan piyasaların tepkisi ise Avrupa‟daki krizin etkisini derinleştiren bir negatif
besleme sürecine ortam hazırlamıştır.
Son tahlilde, euro bölgesindeki krizin temelinde “ekonomik bütünleşme/siyasi parçalanmışlık” sorunu
bulunmaktadır. Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte, üye ülkelerin politika tercihleri ne olursa olsun,
mevcut paradoks çözülmedikçe euro bölgesinin geleceğinden emin olmamak gerekir. Ubide‟nin
vurguladığı gibi; Avrupalı liderler artık çok açık bir tercih yapmak durumundalar. Euronun varlığını
sürdürebilmesi için ya devam edip Ekonomik ve Parasal Birliki tamamlayacaklar ya da euro bölgesinin
mevcut haliyle çökmesi riskini kabul edeceklerdir. Euro krizinin geleceğine yönelik tartışmalarda
“iktisat” perspektif ağır basmakta, sorunun çözülmesi adına hâkim iktisadi değerler dizisi çerçevesinde
çözümler üretilmektedir. Hâkim iktisat perspektif ne göre üye ülkelerin ticari açıklarını azaltmaları,
kamu borçlarını ve bütçe açıklarını yönetilebilir düzeye indirmeleri gerekmekte, tüm bu süreçte ise
diğer üye ülkeler ve IMF zor durumdaki ülkelere kurtarma paketleri ile koşulluluk esasına dayalı
yardımda bulunmalıdır. “Koşulluluk” parametresi çerçevesinde öne çıkan maddeler, özelleştirme,
sosyal devlet anlayışında kesintilere gitme ve iş gücü verimliliğini arttırma olarak sıralanabilir. Hâkim
paradigmayı oluştursa da bu bakış açısı, euro bölgesinin politik ekonomisini anlamak açısından dar bir
bakış açısını temsil etmektedir. Euro bölgesindeki asıl sorun iktisaden hangi politikaların uygulanması
gerektiği noktasında değil, bu politikaların siyaseten uygulanabilir olup olmadığında
düğümlenmektedir. Dolayısıyla ortaya konulan “ekonomik bütünleşme/siyasi parçalanmışlık”
paradoksu ve bu paradoksa euro bölgesi liderlerinin verecekleri cevap euro bölgesinin geleceğini
belirleyecektir. Bir başka deyişle, “federalist Avrupa” fikri ile “Uluslar Avrupası” fikrinin iki farklı ucu
oluşturduğu bir eksende oluşacak politik ekonomi dengesi, euro bölgesindeki krizin çözümüne ilişkin
sürecin dinamiklerini oluşturacaktır. (Öniş, Z. ve Kutlay, M. “Ekonomik Bütünleşme/Siyasal
Parçalanmışlık Paradoksu: Avro Krizi ve Avrupa Birliği‟nin Geleceği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9,
Sayı 33;Mayıs 2012, ss. 3-22)
2.1 Avrupa Birliği Krizden Çıkma Çabaları
Ulusal düzeyde ABD‟den sonra ilk kurtarma paketini açıklayan ülke İngiltere olmuştur. Avrupa'nın
ikinci büyük ekonomisi olan İngiltere 691 milyar dolar tutarında bir kurtarma paketi açıklamış ve
bunun sekizde biri yani 87,8 milyar doları bankalara sermaye enjeksiyonu olarak kullanılmıştır: Bu
tutarın da yarısı hisse veya sabit getirili menkul kıymetlerin iktisabı için kullanmıştır. Devlet,
bankalarının kısa ve orta vadede borçlanabilmesi için 439 milyar dolarlık bir garanti tesis etmiştir.
İngiltere Merkez Bankası, ihale yöntemiyle bankalara 351 milyar dolar borç vermiş ve böylece likidite
sıkıntısını önlemiştir.
Uluslararası Para Fonu (IMF), AB ile Mayıs 2010‟da Yunanistan'ın krizden kurtarılması amacıyla
finansal yardım yapılması konusunda anlaşmaya varmış olup, toplamda 110 milyar Euro (yaklaşık 145
milyar dolar) tutarındaki paket kabul edilmiştir. Yunanistan ekonomisinin yeniden canlandırılması ve
modernizasyonu açısından önem taşıyan finansal yardım paketinin yaklaşık 30 milyar Euro „lük kısmı
IMF tarafından karşılanırken geriye kalan 80 milyar Euro lük büyük bölümünün ise Avrupa Birliği
tarafından finanse edilmesi kararlaştırılmıştır. (Bugün Gazetesi (2010); Avrupa‟daki Ekonomik Krizle
İlgili Korkutan Tahmin)
8-9 Aralık 2011‟deki AB Liderler Zirvesinde daha sıkı mali denetim getirecek anlaşmanın
imzalanmasında Almanya ve Fransa önemli pay sahibidir. Anlaşmaya göre bütçe açığı %3‟ün üzerine
çıkan ülkelere otomatik yaptırım uygulanacak, kamu borçlarının GSYH'ye oranı %60 ile
sınırlanacaktır. Ayrıca krizden en çok etkilenen devletleri kurtarmak için yapılacak yardım miktarının
arttırılması öngörülmektedir. İngiltere ve Çek Cumhuriyeti haricindeki üye ülkeler 2 Mart 2012‟de söz
konusu mali disiplin anlaşmasını imzalamıştır.
3. Sonuç
Avrupa Birliği bulunduğu ekonomik şartlardan dolayı kendini sürekli yenileyebilmeyi hedeflemiştir.
Kuruluş aşamasında aldığı Marshall yardımları birliğin kurulmasını sağladıysa aynı şekilde ABD‟de
çıkan bir kriz Avrupa Birliği‟nin geleceğini olumsuz bir şekilde etkilemiştir.
AB‟ye giriş önceliklerini tamamen karşılanmayan ülkelerin topluluğa alınması topluluk içinde
sorunların çıkmasına sebebiyet vermiştir. Sorumluluklarını yerine getiren merkez ve getirmeyen çevre
olarak 2 kutuplu hale gelmesini sağlamıştır. Ortak işlenen politikaların aslında tüm üye ülkelere aynı
şekilde uygulanmaması gerektiğini ve “Çoklu Vitesli” sistemin ülkelerin kalkınmalarına yardım
edeceği konusunda daha verimli bir politika uygulanabileceği görülmüştür.
AB‟nin hazmetme kapasitesinin ülkelere göre değişkenlik gösterdiğini ve Avrupa Kıtası içinde
bulunan ülkelerin buna dahil olduğu görülmüştür. Avrupa birliğinin genişleme politikasının ekonomik
anlamda başlarda başarılı olduğu fakat tam üyelik şartlarını sağlamayan bazı ülkelerin sadece siyasi
sebeplerden dolayı alınmasının hatalı olduğunu göstermiştir.
AB içinde bulunduğu ekonomik krizlere yardım paketleri ve İMF ile çözmeyi hedeflemiştir. Bu durum
günümüzde halen devam etmektedir. AB‟nin kriz geçiren ülkeler için uyguladığı uzlaştırmacı
politikalar süper rasyonel olarak karar almasını sağlamak ve ekonomik birliği tamamlayıp siyasi
birliğe geçmeyi amaçlamıştır. Fakat ülkelerin ulus-devlet anlayışlarına buna izin vermemektedir.
Bununla birlikte Avrupa Birliği‟nin dağılma tehlikesiyle karşılaşabileceği ihtimalini yükseltmektedir.
Fakat merkez grupların uzlaşmacı tavırları yapılan yardımlar bu tehlikeyi biraz daha ertelemiş
göstermektedir.
Avrupa Birliği‟nin geleceği; politika üreten, birlik için de daha çok söz sahibi olan, uzlaşmacı ve
bütünleştirici ülkelerin ekonomik birliğin sağlanmasına bağlıdır. Bu bağlılığın tam olarak
gerçekleştirilmesinden sonra siyasi birliği gerçekleştirme düşüncesi hız kazanacaktır. Fakat ülkelerde
çıkan krizler bu birliğin tam olarak hazır olmadığına işaret etmektedir.
AB mimarisine ilişkin tartışmalar avro krizinden çok daha önce ortaya atılmıştır. Hatta konuya ilişkin
hacimli sayılabilecek bir literatürün oluştuğunu dahi belirtmek mümkündür. Ancak bu literatüre temel
oluşturan görüşler, “çok vitesli Avrupa” fikri hariç, bugüne kadar somut uygulama alanı bulabilmiş
değildir. Avro bölgesi ve Schengen uygulaması açısından bakıldığında her ne kadar “içeride” ve
“dışarıda” olan üyeler bulunsa da, hukuki/kurumsal açıdan her bir üyenin belirtilen şartları
sağladığında bu alanlara dâhil olacağı öngörülmüştür. Bu nedenle, değişik Avrupa mimarisine ilişkin
tartışmalar bugüne kadar fi kir seviyesinde kalmış, bu fi kirleri somuta teşmil edecek kırılma noktaları
oluşmamıştır. Bu nedenle, avro krizinin mevcut fikirlerin zeminde yansıma bulabileceği ve hatta
bunun politik ekonomi açısından bir gereklilik olduğu konjonktürel sürecin içinden geçtiğimizi
belirtmek gerekir. Bu açıdan avro krizi, değişken mimarili Avrupa fikrinin inşası açısından önemli bir
kırılma ve yeniden inşa sürecine işaret etmektedir
Kaynakça;
Akçay, B. (2008, Temmuz). Avrupa Birliği’nin Ekonomik Kriterleri, Maliye Dergisi, Say 155, ss. 3-5.
Dura, Cihan ve Hayriye Atik (2007). Avrupa Birliği, Gümrük Birliği ve Türkiye; İstanbul: Nobel Yayınları.
Gilpin, R. (2011). Uluslararası ilişkilerin Ekonomi Politiği; (Murat Duran, Çev.) Ankara: Kripto.
Kardaş, Şaban. ve Ali Balcı. (2014). Uluslararası İlişkilere Giriş; İstanbul: Küre Yayınları.
North, D. (2010). Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Peformans; (Gül Çağalı Güven, Çev.), İstanbul;
Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Öniş, Ziya ve Mustafa Kutlay, (Bahar 2012). Ekonomik Bütünleşme/Siyasal Parçalanmışlık Paradoksu: Avro Krizi
ve Avrupa Birliği’nin Geleceği, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, Sayı 33, s. 3-22.
Öniş, Ziya, Liberal Demokrasiler Tehlikede, Akşam Gazetesi, 17 Ekim 2011,
http://www.aksam.com.tr/liberaldemokrasiler-tehlikede--73628h.html, (Erişim Tarihi: 13 Kasım 2015).
Seyidoğlu, H. Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulamaları; İstanbul: Güzem Can Yayınları.
www.ab.gov.tr
www.abhaber.com
top related