çetrefil 3. sayı
Post on 09-Mar-2016
235 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
3
ÇEVRİMİÇİ EDEBİYAT VE SANAT DERGİSİ
3İşte geliyoruz!
Geliyoruz işte;
Araçlarımızla arabalarımızla
Yirmibin megatonluk bombalarımızla
Kışkırtılmış açlığımız
Doyumsuz şehvetimiz
Üretim hatlarında bilenmiş
Köpek dişlerimiz
Ve azı dişlerimizle
Geliyoruz işte;
Yiyip bitirmek
Gülmek ve eğlenmek
Ezmek ve ezilmek
Tüketmek ve tükenmek için
Harmanlanmak ve savrulmak
Sapı samana
Unu kepeğe katmak
Yaşamın anasını satmak için!
ERDEM BAYAZIT
Bünyamin Kavrut-Mustafa Kadir Çelik-Halim Bekar-Mustafa Akyol-Nebiye Arı-Seher Ortaöner-Merve Şimşek- Fatma Nazlı Ulusoy-Furkan Yeşil- Muhammet Çelik
İki
Aylık
Çevrimiçi
Edebiyat
ve
Sanat
Dergisi
ED
İ TÖ
R› D
EN
s.2
çet- re- fil
Yayın Ekibi:Hikâye editörü:Gülnur Arı
Deneme editörü: Seher Ortaöner
Şiir editörleri:F. Nazlı UlusoyNebiye Arı
Kitap ve Film Edit:Hümeyra Özdemir
Fotoğraf Editörü:Şeyma Samur
tasarım: N. arı
ü ç ü n c ü s a y ı
2 0 1 2
e k i m k a s ı m
Kapak resmi
Ahmet Demir
Allah›ın selâmıyla.. esenlik ve barış sizlerle olsun.
Erdem bayazıt şiiri çağımızın hastalıklarını göz önüne seriyor, şehirleşmenin
bitmek bilemeyen arzularının yıkıp geçtiği erdemleri anlatıyor. Bizim de Şair gibi
yoruldu gözlerimiz beton yapılardan ve gri yollardan, sıkıldık parıl parıl
mağazalardaki kalabalıktan ve ahlâksız adamların yücelmiş çağından.
Kentsel Dönüşümle mahalleler dağıtılıyor, evlerin yaşam hakları ellerinden alınıp
apartmanların ruhsuzluğu sarıyor şehir insanını. Ahmet Demir dergimizin kapağında
yayınlanan çizimiyle de kelimelerden muaf bir şekilde anlatmış derdimizi.
Biz ‹insan›ı değerli görüyor ve hapishanelerde greve giren insanlar için ‹hayat haklı
çıksın› diyor, talepler konuşulsun, ölümler yerine yaşamlar sürdürülsün istiyoruz.
Suriye, Filistin, Kürdistan, zulüm neredeyse müslümanlar adil şahitler olarak orada
var olmalıdır.
Devrim be sevgilim, devrim bu dedikleriymiş
Ayaklanmamıza yeşil bayrak dikelim
Biraz da kırmızı yanak, pudralardan uzak
Beni de al, çatışmanın ortasında dikilelim
Uzaktan fantezi bizi iplere gerer sevgilim
Kurşun sıyırsın sevgimizi, samimiyet testine girelim
Olay mahalli süreli.
Nebiye Arı
"Sonra bir çağ geldi / baktım kafamda karıncalar vardı / Sonra yapılardan
yollardan bıkmıştım / Issız sokaklar beni ürkütüyordu / Kötü meydanlarda
boğuluyordum / Suları borulara almalarına kızıyordum / Hele hele hep düğmelere
basıp yaşamalarına çok çok ilerlemiştim / Sonra kalkıp Afrika'ya gittim / ohh
Afrikaya"
tasa
rım
: ne
biye
arı çe
lik
DERGİ İÇERİĞ
İ
s.3
Tiz (şiir) - Bünyamin Kavrut .4
Yırtılamam Dünyaya (şiir) - Mustafa Kadir Çelik .5
İsyana Övgü (deneme) - Halim Bekar .6
Mustafa Akyol Fotoğrafları .8
Meryem için Müldür şiiri (inceleme) - Nebiye Arı .12
Daha Fazlası Değil(deneme) - Seher Ortaöner .15
Neden Hafife Aldınız Kiraz Saplarını (şiir) - Merve Şimşek .16
Bumerang Macera (şiir) - Nebiye Arı .17
Ada (film yazısı) - Fatma Nazlı Ulusoy .18
Furkan Yeşil Fotoğrafları .20
İnsanın Yol Arkadaşı İnsan (deneme) - Muhammet Çelik .24
omurgamdaki metale tutun mariaçağa aykırı ve dik duralım beni terketti yerliler, rüyalarım yittibaşımdaki tohum büyüyorodamdaki dev posterden biliyorumdili kesilmiş yansımalar taşıyan ihtiyarkonuşma izin vermiyor
patikanın sonunda şeyhim vardısahnede kan. düştüm, balçık oldumtabureye çıktım- enel hak
feneri bulsam belki dağı aşardımaşardım ve bulurdum denizi gözyaşları dinsin diyeayette geçen mürekkebi salardım damarlarınaanne derdim gördümgöğün direkleri kişinin yüreğinde gizliağlama
T İ Z
B Ü N Y A M İ N K A V R U T
omurgamdaki metale tutun mariasaçlarımı kes, kurtar beni bu ağrıdangeceyi getiren gürültüyle koru rencberlerin suyunukendi cübbesi içinde kaybolan dervişlerle gelbeni kuyudan çıkar, beni yıka, kutsabeni sars, beni rahatsız et, uyutmauyursam atlar gider, dişlerim dökülür, sonradişlerim dökülür, atlar gider, imgeleri tutamam
konuşmama izin vermiyors.4
s.5
Şiirler böyle yazılacak değildi
Oturacak bir boşluk bile bulamıyorum
Daha mı iyi olurdu burjuva çocuğu olsam
Yeni yazılardan içini sızlatıyoruz dergilerin
Hangi umutla başlasam bir dil ancak bu kadar
bıçaklanabilirdi
Nefretimin ardında aldanışlarım var
Yıkıp gideceğim bir semt de kalmadı
Fakat bu bankalar yakılmalı
Daha duramam dünyaya
Ve gitmem martılar boğulmadan
Doğuyu yüzünle beraber öpüp
Islaklığınla duşlanırken her sabaha
Üstümdeki çelik yılgınlık kırıldığında
Sana veyl olsun seveceğim seni.
Çok bilendim
Bu kentte tabut yok bana
Modern askerleri vurmadan ölmeyeceğim
Haydi uzat yalnızlığını
Soğuk bir devrim al dolaptan
Suç da işleyebilirsin
Ama ben daha yırtılamam dünyaya
Y I R T I L A M A M D Ü N Y A Y A
m . K A D Ý R
Ç E L Ý K
s.6
İSYAN'A ÖVGÜ
halim bekar
Dünya bir düştür azizim. Ninnilerle, melodileri yanyana getirenlerin hakikatleri
tonlarında gizlidir ve ritimlerin uyuşamadığı ideal bir dünyanın kirlilerini, iki gün
önceden suda bekletenler temiz kalamazlar.
Dehada benzersiz, ruhta eşsiz, kalemde kelamsız, ülkede yoksul, akılda cahil, sürüden
aynı, görgüden habersiz, düşüncede kendi içinde çelişkiden ibaret, eksik varlığını
başkasının varlığına armağan haldeyken bulunan, cümbüşü bol egemenden yumurta ikizi
vatandaşın çok olduğu ahâlinin uğrak yerine hoş geldiniz.
Birazdan hakikatten, dolmalardan, kavramlardan, köftelerden, mısralardan,
mırralardan, yahnisi bol, emeği ucuz, kendisi yavan konulardan vakitler ayırıp, hafif
meşrep hale gireceğiz.
Kıvırmaların tarihi mekanındayız. Sözcük dizimlerinden korkan, utanan, sırtından kırk oku eksik
görmez inşallah.
Çağınız köleliğin, acının, yoksulluğun, vahşiliğin çağıdır. Zaman, kaba saba ingiliz tüccarının eski
gülüş, fötr şapka zenginliği değil; yeni ahlaksız bir rol modelin ve kabakalıp dökülmüş bir tuğla
dikicisinin, şimdiki nesile kahraman olarak pazarlandığı çağdır .
Ahlakı betonarme bir mermer katılığında, evrene fayans dikmeye gelmiş, ruhu pazarlığa hazır,
karnı tok, sırtı pek, yeşillikler içinde doğayla uyum sağlayamamış bu hormon artığı modern zaman
hacizcilerin, solgun yüzlere umut satmanın her daim kolay olduğu çağdır.
Zorbalığa hizmet etmekten geviş getiren bu çağın arkaik şahısları ise; şakağındaki terlerin izlediği
yollardan alnına hatlar açılmış; her sohbet başında mekanı cennetle şimdiden müjdelenen, az
yaşayacakları dünyanın çok kazma kürekle vakit harcayan marabanın bol olduğu çağdır.
Madem ki bu seyrüseferin sonu muhakkak bir toprakla sulanacaktır. Tanrısıyla kavga halinde olan,
sürekli varlığını kanıtlama peşinde koşan bu mahlukatın, terinin ürünü olan bu dünya nimetini, nasıl
olur da bu kadar pısırıkça terketmeye gönül koymaz, isyana gark olmaz..
Mana peşinde koşmanın sonucu elinde bitmeyen ayrık bir otken; maddeden bu kadar kaçmanın
ironisi ne? Sanki ilk neden arayışı; sofistike bir arayıştan, ekmeğin net olarak gramaj fiyatına
dönüşme ihtimalinden daha makbul hale gelecek. Sanki açlığın mideyle yapışık izi, görünüş ile
gerçeklik arasındaki yanılgıdan kurtarmayacak bizi.
Kırmızı başlıklı kızların kurttlarla fingirdeştiği çağda masal kahramanlarının zavallı olduğu
görülmemiştir. Kendilerine soytarı kılıklarını yakıştıranların üstüne giydiği her taç bir eskici
fiyatıyla satışa sunulacaktır ve düşmüş birinin daha da düşük fiyatta alıcı bulduğu bu çağda
öykülerin sonu büyükannelerin uzuvlarının garipliğiyle bitmeyecektir.
Hali vakti perhizlik bir durum içindeyken; işkembenin ağırlığı akli bölgesinden yarım öğün tok
olanlara methiyeler düzmekten mutluluk rüyaları görenler; ciğerleri hakkında bizden fiyat
istesinler.s.7
s.8
MUSTAFA AKYOL
FOTOgRAFLARI
s.9
s.10
s.11
s.12
Meryem
için
Müldür
şiiri
Nebiye Arı
Lale Müldür'ün Buhuru Meryem'ini Anemon kitabında yer aldığı Sadık Yalsızuçanlar'a göre Şair'in Buhuru Meryem'i onu, Meryem el-
şekliyle tanıdım ve okudum. Bu şiirleri okumak heyecan ve merak Basriyye adında Rabiat'ül Adeviyye'nin öğrencisine ulaştırır. Böylece
duygusunu da beraberinde getiriyordu daimi olarak. Meryem'den mısralarında şahısların yanı sıra tasavvufi imgelerden bahsettiğini
böylesi farklı tonlarda söz etmenin adı şiir olmalıydı elbette. star'daki köşe yazısında şöyle dile getiriyor:
Şiirlerinde yer yer dini ögeleri işleyen şair, bu bağlamda birçok özel “Müldür, her meleğin bizden öncesini ve sonrasını gördüğünü söyler. ismi konuk ediyor ve onları kendi hayatında farklı farklı konumlara,
Bitecek şeyin neden başladığını sorar. Muhammedi gülün neden ansızın mısralara oturtuyor. Müldür şiirinde Meryem'i kutsal kitapların ve tüm
bittiğinden dem vurur. Bu gül, Divan, Tekke ve Halk şiirimizin gülüdür. dinlerin birleştiği noktada 'yüce bir şahıs' olarak görüyoruz. Özenilen İbn Farıd, Mela Ciziri, Molla Cami ve Attar'ın bülbülünün aşık olduğu ve özlenen bir kadın olarak anılıyor ismi. sevgilidir. Bu hayretle şair gözlerini büyük büyük açar, meleğin üflediği
o cam parçacıklarının rüzgarına. Oysa sevgili gelmeyecektir. Meryem seçilmiştir, arın(dırıl)mış ve dünyadaki bütün kadınlara üstün “Her melek zalimdir. Meryem'in ipiylekılınmıştır. Geleneksel bilgelikte, Meryem makamı diye bir yetkinlik bağlı geçen o 13 ay. '13 aylı yıl'düzeyinden söz edilir.”
ayırdı bizi nedenini bilmediğim
korkunç melekler. Melankolimin 19. haftasıydı Lale Müldür Meryem'i anlatırken biraz haç çiziyor gökyüzüne,
seni tanıdım. Bir şeyler değişiyormuş gibibiraz dua ediyor, seccadesinde uyuyakalan bir kadın oluveriyor ve
oldu birden. Sanki artık kader denenayetlerle birbirine geçmiş şiirlerini ilahi metinlere benzeterek
o kudurmuş atın önünde sürüklenmiyordum.”yazmaya azmediyor. Lale Müldür'ün mistisizmi tek bir dine
dayanmıyor, bazen tüm kutsal kitaplara bağlıyken, bazen tamamen Şair, Meryem'i tanımasına özel bir anlam yükleyerek, hayatında büyük
onlardan bağımsız dinsel efsanelere yer veriyor şiirlerinde. Ama bunun bir değişim yapacak denli etkileyici olduğunun altını çiziyor ve sanki
üzerine Lale Müldür'ü mistik bir şair olarak nitelendiremeyiz. Şair, biraz huzur buluyor onun hikâyesinde.
tüm dinleri zihninde ve kalbinde 'insan' odaklı olarak barındırıyor,
kendisi için panteist denilmesi ise uygunsuz düşmez sanırım. “13 aylı yıl ayırdı bizi.
Kendisi de Sombahar dergisinin 15. Sayısında 1993 tarihli röportajında Neden bitecek şeyler başlatılır ki sevgilim
şöyle diyor:neden Muhammedi bir gül birdenbire büyür
"İnanca çekilmek, bu bende hep vardı... Kendi yitişi üzerine yas tutan neden gözyaşı büyüklüğünde dolular dökülür?
ve sonu gelmez bir tekilleşmeye doğru giden dünyanın kaotik özü ve Kara saten bir çarşafa
dağınık çekişmeleri yerine kendini bir üst-anlamda bulan ve ancak onda altın bir haç çiziyorum senin için.
derinleşen bir evrene çekilmek..." Yokluğunu böyle ifade edebilirim ancak.
Gözlerimi büyük büyük açıyorumŞair Meryem'i bir çok sıfatla birlikte anıyor yücelten ve acıyan; 'aşk
meleklerin üflediği o cam parçacıklarırahibesinin büyük yıldızı', 'zavallı Meryem', 'cennet kadınlarının
rüzgârına. Gelmiyorsun. Kara yağız atlarbirincisi', 'İmran'ın kızı', 'Düşünüp duran, genç, zavallı meryem',
geliyor soğuk odama. Düşen göktaşları'Zavallı ölü Meryem'.
geliyor. Gözlerini karalarla bağlamış
melekler geliyor. Sen gelmiyorsun.”s.13
s.14
“Aşk rahibesinin büyük yıldızı' Meryem,
Misafir beklemediği için Meryem'in dedelerinin alnında
Nasıl Cebrail'e kirli havlusuyla yakalanmışsa Bir parola yazıyordu: MHMD
Onlar da bizi birbirimize olan
Sıcak bakışlarımızdan yakalıyorlar öyle Onlar birbirinden gelen bir soydur.”
Ortada bir kirli havlu ya da voluptas varmış gibi”
Şair, -onlar birbirinden gelen bir soydur- derken
Şair, kimi zaman Meryem için üzülüp yas onların gerçek bir akrabalık/soy ilişkisi içerisinde
tutuyor, kimi zaman onu ulaşmak istediği yüce olmasından bahsetmiyor, hepsine bir hediye olarak
hedefi olarak gösteriyor. Meryem, Kur'an ve verilen peygamberlik/vahiy ilişkisini dile getiriyor
İncil'de özel olarak övülen ve yüceltilen nadir zannederim.
bir kadın olduğu için Şair'in Onu kendisine yakın
bulması şaşırtıcı değil. Meryem'in hayatını “ Tıpkı Nerval gibi
Kur'an'daki kıssa ile anlatırken, onun için bir Ben de yaratılanı Yaratan'a tercih etmiştim.
kilise duasını seslendirmeyi ihmal etmiyor. Aşk ve ölüm vizyonlarıyla, pişmanlıklarımı unutmak
Meryem'in şaşkınlığını karnında taşıyor ve onun İçin kırsal alanlarda yürüyüşlere çıktım.
ölüm isteğini anlıyor, anlatıyor. Nerval kilisede Zavallı Ölü Meryem'in önünde
Af dilerken üstünde Allah, Mohamed, Ali yazılı
“ o ıslak frambuaz ülkesinde Yüzüğü düşürünce birden bütün mumlar yanar”
Kudüs bakirelerinin elejisi başlıyor”
“Kudüs bakirelerine karışmak istiyorum ben Lale Müldür'ün mısralarında yer alan, Fransız şair
Gerard de Nerval'in şiirleri romantik deizm içerir. O ıslak frambuaz ülkesindeNerval, sevdiği kadını yıllar sonra evlenmiş ve ailesi ile Bir oğul doğurmak vebirlikte mutlu olarak gördüğü zaman bunalıma girer ve Sizi unutmak istiyorum.”hayatını sonlandırır. Şair'in şiirinde yer alan yaratılanı
Yaratan'a tercih etmenin açıklaması bu hikâyeye Elegy(eleji), ingilizcede -ağıt- olarak geçiyor.
dokunuyor olsa gerek. Ölülerin arkasından yazılan lirik şiir için de
Lale Müldür şiiri benim için bilim ve giz'in bir kullanılıyor kelime. Lale Müldür de kitabındaki
arada 'şiirleşerek' insanı şaşırtmasının adıdır. 'buhurumeryem' bölümünü sadece 'meryem'i
Şair bazen başka başka evrenlerden geçip geliyor, sanki anlatmak için yazdığını söylüyor. Böylece kendi
bir şiir nöbetine tutuluyormuşçasına ilerliyor mısralar. ağıdını sunuyor belki de bizlere. Bir oğul
Şiirlerini okurken çoğu zaman bir sözlüğe muhtaç oluyor doğurmakla toplumdan dışlanmayı arzu ediyor
insan, derinlemesine incelemek için garip bir heyecan duyuyor. Şiirdeki belki ya da bir mucize yaratmak istiyor kendi elleriyle. Günahkâr topluma
anlamı keşfettiğini sandığında, büyük bir hayranlıkla şiirsellikteki bilginin karşı günahsız bakirelerden biri olmayı arzu ediyor.
ustaca saklanışını görüyor. Çılgın bir senfoniden ayrılmışçasına allak bullak
bir kafa ile kitabın sonuna ulaşıyoruz, selamlaşıyoruz.
s.15
Denedim insanını dünyanın Sabah sabah Cimriliklerle dolu deriler yürüyordu Başka bir şey göremedim Sonra Kanaat kınından bir kılıç çektim Keskin tarafıyla onlardan Ümitlerini kestim. İmam Şafii
Ne zamandır günyüzüne çıkmıyor göğümü süsleyen kelimeler. Çok mu yaşlandı yoksa dünya,ya da derinlerde mi aradıklarımız? Ölümler yalın bekliyor bizi, biliyorum. Bin parçaya bölünmeye hâcet yok. '' Yaşayabilseydim ömrümü denizin kenarında / hurmanın gölgesinde / daha fazlası değil / daha fazlası değil. '› Uykulara dalınca tüm ikilemler, kırık bir keman onarıyor, en onulmaz yaraları. İkindi sonu, ekim başı. Ve kapı aralıkları. Ah ki hayallere kalın duvarlar ördü bu dünya masalları. Ve hayat girdi kollara, dünlerden yarınlara vadedilen keskin harfler adına. Yine de yanmak güzeldir, uzun soluklu bir bahar arefesinde. Yanmak güzeldir! Harfler tufandır bazen taşlaşmış kelimelere, bazen de daha çok nefes sunmaktır Sevgiliye. Her şey bahane aslında. Şimdi bize sabır gerekli en a'lasından. Tüm boşlukları dolduracak bir sabır. Oysa durdurak bilmezdik, külliyen tarumar bir haldeyken. Öyle bir dala tutunası gelir ya insanın, işte öyle. Beklemek zor üç noktaları. Her biri birbirinden ağır ve katı...
Ve artık mazgallardan aksın son kez bakmak istediğimiz büyük aldanışlar. Aminleyelim ruhumuzun fiyakalı halini. Gidişimiz Meryemce olsun ki, ümit saklı kırkikindiler yeşersin kalbimizde. Yeşersin ve soldurmasın acılarımızı. Dirilelim!
Hayat işte.
Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur. Daha fazlası değil!
seher ortaöner
Daha fazlasi degil
s.16
s.16
Bu sabah;
Kekik kokusu uyandırıyor zerreleri
Sanki kiraz saplarının ağırlığında eziliyoruz
Medine istasyonundayız
Ecelleri bekler gibi bekliyoruz vagonların demir iskeletlerini
Rüzgar bir haber getiriyor gün ortasında
“Narın ve incirin hakikatini neden aramadınız”
O an tam da taşın kalbini çatlatıyor kiraz sapı
Salondansa bir gürültü geliyor meger haber saatiymiş
Aydınlar bildirilerini gözlerimize sokuyorlar
Bir tarafta bir kamera öte yanda hiç görmeyen çocuklar
Ardından narsız nursuz geceler..
Tıpkı tamamlanamayan resim gibiyiz gölgeler gibiyiz
Ne gölgesi azizim aslında yaşamıyoruz biz
Ama ben yine de narı ve inciri övmek istiyorum
Şairler artık kiraz sapıyla yazacaklar şiirlerini
Kiraz sapları dokunacak sırlı ruhlara
Okul sıralarında kaybetmeyeceğiz aradığımızı
Bir köstebekten öğreneceğiz nasıl yaşanır
Bir gece bir avuç su koyacağız penceremize
Kuşlardan hakikatle susmayı öğreneceğiz
Acı bir kelime güzel bir kelimeye karışmayacak
Siyah iplikle beyaz ipliği ayırt ettiğimizde;
Ömür orucuna niyet edeceğiz
Bir yamacın kenarına kuru bir ağaç dikeceğiz
Her gün aynı vakitte su ile yanına varacağız
Yeşerecek ağacımız ve bağıracağız sükünetle
Dinleyin ilahi kelam vahşi bir atı eğitiyor
Şizofren dostlar anlayacaklar bizi
Ve başlayacak muhabbetimiz ..
Merve Simsek
neden
hafife
aldınız
kiraz
saplarını ?
s.17s.17
nebiye arı
bumerang macera
Bütün gece bir çayın başında nöbet tutacağımLale müldür'e selam ve bir kutu aspirinSisteme kırmızı bir nişane takacağım Köşelerinden kırpacağım sözleriminVe daha mutlu, daha karanlık Bir kadını alnından tanıyacağımHızlı yürüyerek sesleri yakınAşk şiirleri utandıran evliler gibiCilalanmıştı tüm tepsilerAh ne çok kutsalı var yerküreninÇimleri mesela asla ve asla basılmamalıKusura bakmayın ihtiyacım olanı almalıydımSiyah mustang ve arabesk kanala ayarlı radyoBir adamı tanıyacağım ellerinden Bitmeyen sorular peşindenGünahsız bir hainNeyin var diye üsteleyecekEn başından hepsine söveceğimLaleler ve caddelerde marş eşliğinde öğrencilerYüzleri yalnız ve taraksız saçlarından Karıştıracağım gökyüzünün yönünüTanımamalıydınız hiç beniBen hiç iç çekmedim Yalanlar beni hainAnlaşılmaz değil anlatılmazYalın kelimelerin kavgası çetinBitirilmesi beklenen ve yüzlenenŞarkı sözünün özünü bozan imla kurallarıBelki başa dönersek bu çayın tadıBasit ve olağan ülke yok Hepsi Yüce Tanrı'nın Çılgın ve ütülüZafere demirlenmiş bir sığır sürüsüÇoban da mızıkasına üflüyor Yer ve gök birleşince ani ve derinHepimiz sigaraları yakıyoruzYanıyoruz ve daha mutlu daha aydınlık bugün.
s.18
OCTPOB - Ada
Fatma nazli Ulusoy
s.19
Yönetmenliğini Pavel Lungin'in yaptığı filmde görsellik ilk planda gözümüze çarpıyor. Kilise olarak kullanılan bir adada, nedametiyle diğerlerinden farklı bir pederin hayatını anlatan dolayısıyla da yoğun Hıristiyan imgeleriyle dolu olan filmde sürekli dingin manzaralar gösteriliyor.
Film, Hıristiyanlığın ilk günah anlayışına gönderme sayılabilecek bir günahla başlıyor; arkadaşını vuran bir adamın günahıyla. Filmin temel konusunu da rahibin bu günahına tövbesi oluşturuyor.
Başrol oyuncusu Peder Anatoli bir adada yapılması gereken her şeyi yapıyor; taş kırıyor, kömür çıkartıyor, taşıyor, ateş yakıyor ve çayını demliyor. Kömürlükte yaşamayı bir azizle yaşamaya tercih ediyor, yanına gelenlere yardım edip, insanları sahip olduklarını elinden alarak sınıyor. En çok istedikleri karşısında bile ellerindeki basit şeyleri bırakamayanları şiddetle eleştiriyor. İnanan bir insanın Tanrısıyla arasına girecek şeylerin hepsinden sıyrılmaya ve yanına gelenleri de sıyırmaya çalışıyor. Bu anlamda eşyanın tanrılaştırılmasının karşısında duruyor.
Peder Anatoli, şahsi çıkarları için Kilisenin arkasında saklanan diğer pederleri muzip şakalar yaparak uyarıyor. Pederin duasıyla sakat bir çocuğun bir anda yürümesi gibi komik bir sahneyi içerdiğinden de bahsetmek zorundayım.
Filmin en hoş yanı ise pederin sürekli olarak YÜRÜYOR VE DUA EDİYOR olması. Her halinde dua ediyor. Dua etmek için bir zaman veya mekan belirlemek zorunda değil. Kilisenin lüzumsuz kurallarından sıyrılmış birisi o. “Benim gibi bir kulun önünde diz çökme, çökeceksen yalnız Tanrı'nın önünde diz çök” diyerek filmin Martin Luther King'i sayılabilir.
Bütün bu ayrıntıların da ötesinde film inancı temelinde tutuyor. Nedametin karşılığının huzurlu bir ölüm olduğunu göstermesi izlenmesi için yeterli bir sebep olmalı.
s.20
furkan yesil
fotograflari
s.21
s.22
s.23
s.24
“Irmağın bir tarafında biz balık tutarken diğer tarafından ağ atıyordu onlar..” Böyle tanımlıyor arkadaşım, sınır sayılan Aras'ı.. Çok ilginç değil mi? Aras'ın tam olarak hangi bölgesinde başlıyor Ermenistan? Suyun sabırsızlığı, dalgaların kıpırdanışı, bize bunu ölçme imkânı vermiyor. Balıkların bir kısmı Ermeni bir kısmı Türk olabilir mi acaba? Balıklar karaya çıkamadıkları için sınır ihlali yapamıyorlar, belki de ne Ermeni ne de Türk, ne Ezidi Kürt ne de Müslüman Kürt.. Ama bir gece bir ceylanın suyu yüzerek sınır hassasiyetini alt üst etmesini kim engelleyebilir? “Suya elektrik veriyor askerler” demişti bir başka arkadaş. Öyleyse nedir toprağı alttan birbirine, göğü üstten birbirine bağlayan devamlılık? Bir yol tabelası bile yok! Ermenistan'a beş adımlık mesafeden yol boyu git babam git, ama bir tek tabela bile göstermiyor o ülkeyi. Çünkü birbirimizi kırmış geçirmişiz, ırkçılık belasına bulaşıp dost geçindiğimiz yılları bir çırpıda silip atmışız, şimdi de küs olmuşuz birbirimize. Affetmeyi unutmuşuz. Erdem çiçekleri ezilmiş politika paletleri tarafından.. Türküler susturulmuş.. “Eskiden hayvanlarımızla işte şu dağın yamacındaki yaylalara gidiyorduk, ama şimdi sınır var, gidemiyoruz” diyor şoför ağabey. Ey insan, senin derdin ne? İşte Ağrı Dağı'nın etekleri serpilerek serildiği yerden düz ovalar halinde gidiyor ve karşı dağın eteklerine tırmanıp oralarla birleşiyor. Büyük bir sofra bezini tam ortasından bölmenin anlamı ne? Sınırın öbür yanından bakan insanlar Ararat diyorlar bu koca dağa. Ararat daha bir haşmetli görünüyor karşıdan. Bu dağ kalkıp yürüyemez, onlar da sınırı aşıp gelemezler buraya. Ama söyleyin kim durdurabilir sınırın ötesindeki gözleri, kim durdurabilir bu muhteşem dağı seyre dalmış bakışları? Şu ağaçlar gidemez gelemez, kayalar sabit durur yerlerinde, ama nefeslerimizdir havaya karışıp sınırda kucaklaşan. Dostum eğer bir kartal olsaydın, kimse karışamazdı senin sınırları aşmana. Hatta bir güvercin olsan bile yapabilirdin bunu. Her yıl sürüler halinde leylekler geçiyor bu sınırdan. Onların umurunda değil politika. Tam sınırdan geçerken belki bir askerin kalpağına da pislemiş olabilirler, ama bunu kötü bir niyetle yapmadıklarına eminim. Kim hayallerimizin bu dağdan o dağa zıplamasını yasaklayabilir. Şu lanet çizgiler ne işe yarar insan hayal kurabiliyorsa. Biz barış deriz, ihanetle suçlanırız ve Allah da barışanlarla beraber değilse biz neye inanıyoruz? Beni tutabilirsiniz aynasızlar ama hadi bulutları engelleyin de görelim! Orada buharlaşan sular geliyor buraya yağmur olup damlıyor, hiçbir şey de yapamıyorsunuz. Buradan da oraya taşınıyor sular, bulut kaçakçılarıyla. Bakın nasıl da yerle bir oluyor kanunlarınız. Ey insan, akıllanmaz mısın? Geçen gün Ağrı'nın yamaçlarından şu düşman ülkesine baktım, gâvur memleketi ne kadar da alımlıydı öyle! Bir de gökkuşağı belirdi tam olarak hangi iki şehri bağlıyordu emin değilim ancak bir hinlik vardı onun da kurduğu köprüde. Kurduğu köprüdeki hinliğini sevdim onun. Neden olmasın belki de Ermenistan'daki sarışın bir çocuğun ya da esmer bir kızın saçlarından süzülüp havalarda renklere bürünüyor ve Iğdır'daki bir kayısı ağacına boşaltıyordu güneşi. İçi aydınlanan cam bardağa baktım, son umut gibiydi. İnsanın insanla diyalogundan söz açıyorum, “sen müslüman değil misin kardeşim?” diyor bir kardeşim. Yoksa çıkıyor muydum dinden? İyi de nereye çıkıyordum ki? Haydi yoğurdu kaşıkla… “Qarabağ sorunu çözülmedikçe hudut gapısı açılabilmez” dedi birdenbire arka koltukta oturan Azeri arkadaş. Herkes sustu.. Araba langır lungur ilerliyor, asfalta az kaldı, yağmur şiddetlendi ve çok geçmedi doluya çevirdi, şoför yavaşlamayı düşünmüyor, bunun yerine ön cama yaklaşıp net görüntü almanın peşinde. Şu doluyla karışık yağmur ve insan dolu koltuklara üstten akan müzik ve müziğin içinde uğuldayan kadife ses.. Umut her daim vardır arkadaş. Barış vardır ve zordur arkadaş. “Kaptan müsait yerde..” dedi keçi sakallı genç, adam firene kökledi. Kalın fesli ihtiyar da aynı yerde iniyordu: “Ser çava..”
İNS
AN
IN Y
OL
AR
KA
DA
ŞI
İNS
AN muhammet çelik
s.25
Ağrı dağının Ermenistandan görünüşü
s.26
Bugün Laik devlet tarafından 'zorunlu' askerlik ve onun öğretisi Türkiye’de yaşayan tüm insanlara
dayatılıyor. Biz Bağımsız müslümanlar olarak her şehadet getirdiğimizde Allah'tan başka mutlak bir egemen
ve otorite tanımadığımıza inanıyor ve 'zorunlu' askerliği reddediyoruz.
Zorunlu askerliğin kaldırılmasını istiyoruz çünkü;
Militarizm’in ve sistemin insanlara karşı olan dayatmacı ve egemen tutumunu reddediyoruz.
Askerlik kurumunca yürütülen ‘Her Türk asker doğar’ ‘Ne mutlu türküm diyene’ propagandaları ırkçılığı
besleyen temel ögeler olarak Allah’ın şu sözlerine muhaliftir.;’ Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve
bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah
katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah,
bilendir, haber alandır.’ (49/13)
Buna mukabil, dini kavramları kendi faydası için sömürerek askerliği ‘peygamber ocağı’, vatanı ‘kutsal’ ve
ölenleri ‘şehit’ gibi kavramları kullanarak ı İslam’ı ve müslümanların duygularını istismar edemez.
Bir Müslüman sadece Allah’ın rızasını arayan bir orduya mensup olabilir, Nato ve AB gibi emperyalist ve
katil bloklarla işbirliği içerisinde olan bir ordu’da savaşmak ‘cihad’ olarak addedilemez.
Yine aynı ordu içerisinde askerlere karşı dayak, hakaret, orantısız cezalar, tehdit, kişisel işler yaptırmak
ve son beş yılda 405 askerin (şüpheli bir şekilde) intihar ettiği istatistiği mevcut iken, bu kuruma
mensubiyetin bize güven vermediği ortada.
Bunun dışında Yine Allah’ın ; “Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. Şeytanın
yoluna uymayı reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam dayanağa tutunmuşlardır.
Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” (Bakara 256) ayetine binaen bir insana ‘cihad’ dahi olsa silah ve
kanun yolu ile savaşmanın ve ya askerliğin zorunlu kılınmasına karşıyız. Dini, vicdani, ahlaki ve ya siyasi
sebeplerle askerliği reddetmek demek olan vicdani ret, hem insani hem de islami bir haktır.
Gelin Hep birlikte zorunu askerliği kaldıralım! Bir SÖZ’ünüz yeter.
İnan Mayıs Aru diyor ki:
‘ve hünkârım, beyim, paşam
yorma hiç o güzel ağzını emretmek için bana
hak sözünden gayrı bir buyruğa
tabi olmayacağım bundan sonra.’
Zorunlu Askerliğin Kaldırılması İçin Çağrı
Bağımsız Müslümanlar
s.27
ZORUNLU ASKERLİK SIRASINDA YAŞANAN HAK İHLALLERİ
www.askerhaklari.com sitesine Nisan 2011-Nisan 2012 döneminde gelen başvurular
Zorunlu askerlerin karşılaştıkları kötü muamelelerden, onlara kötü muamelede bulunanlar kadar bu sorunu görmezden
gelerek ve tartışmaktan kaçınarak devam etmesine izin veren siviller de eşit derecede sorumlu. Askerhaklari.com sitesi bu sorumluluğu yerine getirmek amacıyla sivil bir girişim
olarak 2011 yılı Nisan ayı başlarında kuruldu. Site, kurulduğu günden bugüne zorunlu askerlik sırasında kötü muameleye uğrayanlara destek vererek ve yaşanılan kötü muameleleri görünür kılarak, bu konuda kamuoyunun farkındalığını ve
duyarlılığını arttırmak için çalıştı.Askerhaklari.com sitesine Nisan 2011-Nisan 2012 arasında
geçen bir yıllık dönemde zorunlu askerlik sırasında kötü muameleye uğradıkları iddiasıyla 432 başvuru yapıldı. Siteye
gelen anlatılara dayanarak hazırlanan bu rapor, istisnasız toplumun tüm kesimleri üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkileri olan bir sorunu görünür kılmak ve zorunlu askerlik
yapan bireylere yönelik kötü muamelelerin sonlanmasına katkı sağlamak amacıyla hazırlandı. 122 farklı başvuru sahibine ait anlatılardan kesitlerin yer aldığı rapor, zorunlu askerliğin
sorunlu hallerini mağdurların anlatıları üzerinden dolaysız bir şekilde aktarıyor.
twitter.com/askerhaklari
facebook/askerhaklari
askerhaklari@gmail.com
www.askerhaklari.com
«Kimsenin efendisi değilsin kırlarda Kendinin bile Her şeyin kölesisin şehirlerde Kendinin bile!» e.bayazıt
BANKSY
top related