cevrÎ İbrah İm Çeleb İ ve h İlye-İ Ç İhÂr-yÂr-i gÜzÎn adli...
Post on 26-Jan-2020
4 Views
Preview:
TRANSCRIPT
T.C DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI
( TÜRK-İSLÂM EDEBİYÂTI) ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
CEVRÎ İBRAHİM ÇELEBİ VE HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN ADLI ESERİ
Sema GÜLMEZ
Danışman Prof. Dr. Hüseyin ELMALI
İZMİR–2006
I
Yemin Metni
Tezsiz Yüksek Lisans projesi olarak sunduğum “Cevrî İbrahim Çelebî Ve
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn Adlı Eseri” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak
ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve
yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf
yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.
Tarih
..../..../.......
Adı SOYADI
İmza
II
YÜKSEK LİSANS TEZ SINAV TUTANAĞI
Öğrencinin Adı ve Soyadı : Sema GÜLMEZ Anabilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları Programı : Tez Konusu : Cevrî İbrahim Çelebî ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı
Güzîn Adlı Eseri Sınav Tarihi ve Saati : Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün …………………….. tarih ve ………. Sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından Lisansüstü Yönetmeliğinin 18.maddesi gereğince yüksek lisans tez sınavına alınmıştır. Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini ………. dakikalık süre içinde savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin, BAŞARILI Ο OY BİRLİĞİ ile Ο DÜZELTME Ο* OY ÇOKLUĞU Ο RED edilmesine Ο** ile karar verilmiştir. Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır. Ο*** Öğrenci sınava gelmemiştir. Ο** * Bu halde adaya 3 ay süre verilir. ** Bu halde adayın kaydı silinir. *** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir. Evet Tez burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbrightht vb.) aday olabilir. Ο Tez mevcut hali ile basılabilir. Ο Tez gözden geçirildikten sonra basılabilir. Ο Tezin basımı gerekliliği yoktur. Ο JÜRİ ÜYELERİ İMZA ………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …………… ………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ………......... ………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ….…………
III
ÖZET
Tezli Yüksek Lisans Projesi
Cevrî İbrahim Çelebî ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn Adlı Eseri
Sema GÜLMEZ
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü
İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
17. yy Osmanlı İmparatorluğu için, içtimâi ve idârî hayat açısından bir gerileme
dönemi olarak görülse de, özellikle şâir sultanların himayesinde yetişen meşhur âlimler
sayesinde mimarî, mûsikî, şiir, coğrafya, tarih, tezkire alanlarında yükselişin devam
ettiği bilinen bir gerçektir.
Cevrî İbrâhim Çelebi de bu yüzyılın ilk yarısında hattatlığı ve şâirliğiyle şöhrete
kavuşan ve o dönemde adından lâyıkıyla söz ettiren önemli bir şahsiyettir.
Mevlevîlik Tarîkatı terbiyesiyle olgunlaşan Cevrî’nin eserlerinde, mensubu
olduğu tarîkatın tekkelerinden oldukça feyz aldığı âşikârdır. Cevrî kendi dönemini iyi
gözlemleyecek derecede, dînî ve tarihî bilgiye sahip birisidir. Bunun yanında lirik ve
didaktik üslûbuyla nazmettiği güzel beyitlerini Arapça, Farsça kelime ve terkiplerle
süsleyip sâde ve akıcı bir Türkçe ile ifâde etmekte mâhir, üretken, anlaşılır, sevilen bir
şairdir.
Dîvan Edebiyâtının nazım türlerinden gazel, kasîde, terkîb-i bend, tercî-i bend,
mesnevî, tarih beyitleri, tabiât kıt’aları tarzında eserler ortaya koymuştur.
Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’de Cevrî, Tevhîd, Nâ’t, ve Mukaddime’den sonra
dört halîfeyi tasvîr eden ve hadis kaynaklarından derlediği, Arapça mensûr ifâdelerle
konuya yaptığı kısa bir girişin ardından, bu ifâdeler ışığında onların övgülerle süslediği
şemâilini manzum olarak daha deteylı bir şekilde ele alır. Cevrî, yazdığı mesnevînin
hâtimesinde de kısmında; “Hz. Peygamber ve ashâbını överek dünyada sevap
kazanmayı murâd ettim” ifâdeleriyle amacını ortaya koyar. Şâir, 145. beyit olan tarih
mısrâıyla Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’’i tamamlar.
Anahtar Kelimeler: 1) Cevrî İbrahim Çelebî 2) Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn
3) Tasavvuf Edebiyatı 4) Mesnevi 5) Mevlevilik
IV
ABSTRACT
The Thesis of Master
Cevrî Ibrahim Celebî and His Text “Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn”
Sema GÜLMEZ
Dokuz Eylul University
Institute Of Social Sciences Department Of Islamic History And Arts
Although 17th century seems a regression period on social and administrative
life for Ottoman Empire, it is a known fact that the ascension continued in
architecture, music, poetry, geography, history, and bibliography fields thanks to
distinguished intellectuals grown up under the auspices of especially sultans who are
at the same time poets.
Cevrî İbrahim Çelebî is an important person who acquired a reputation and
made a name for himself by being a penman and poet in the first half of this century.
Cevrî made his living as a clerk in divan in the beginning and soon quitting his
duty he made a living by penmanship.
In Cevrî’s works, reaching his maturity with stern religious orders of Jalal al-
Din al-Rûmî, it is clear that he was inspired by dervish lodges of the mysticism that
he was related to.
He composed several works in the style of versification types of Dîvan
Literature such as; ghazals, encomiums, terkîb-i bent, tercîh-î bent, mesnevî,
historical verses and natural verses.
In Hilye-i Cihâr-Yâr-ı Güzîn, Cevrî after joinder, eulogy and preamble, praises
the four caliphs with poems after describing them shortly in prose in Arabic. In
conclusion part of his mesnevi, Cevrî states his aim telling that “I desired to acquire
good deed in the world by praising the prophet and his caliphs. The poet submits his
work to society’s appreciation regulating it with historical verse, completing in 145
verses.
Key World: 1) Cevrî İbrahim Çelebî 2) Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn
3) Sufistic Literature 4) el-Masnawi 5) Mawlawiyya
V
ÖNSÖZ
XVII. yy. Osmanlı imparatorluğunda sosyal ve siyasal alandaki zayıflıklar ve
otorite boşluğu, idârî ve mâlî düzensizlikten dolayı duraklamayı hazırlayan sebeplere
zemin hazırlarken, İstanbul’da özellikle de saray ve sarayla ilişkili çevrelerde
sanatçılar takdir ile ihyâ edilerek bir önceki devrin devâmı olarak sanat eserleri
üretilmeye devâm etti. Tekke-Medrese çatışmasının sürmesi, medresenin
işleyişindeki gerilemeler özellikle Mevlevî Tekkelerinin revaç bulmasında tesirli
oldu. Aynı zamanda şâirler, sundukları şiirleriyle sultanlardan gereken ilgi ve iltifatı
gördüklerinden Dînî –Tasavvufî Edebî türdeki eserlerini vermeye devam ettiler.
Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn de böyle bir dönemde, Cevrî tarafından, Hilye-i
Hakânî’ye gıpta edilerek, Peygamber ve ashâbını övmekle sevap kazanmak ve
gelecek nesiller tarafından hayırla anılmak arzusuyla yazılmıştır.
Tasavvuf Edebiyâtında, dört halîfenin vasıflarını anlatan ve Hilye-i Çâr-Yâr adı
verilen eserler oldukça önemli bir yer tutar. Cevrî’nin Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’
adlı mesnevîsi de Mesnevî tarzına göre yazılan, kısa olmasına rağmen Hulefâ-i
Râşidîn hakkında yazılan hilyeler arasında en meşhur olanıdır. Edebiyât tarihimizde
oldukça ilgi gören bir eser olması hasebiyle Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’in, edisyon
kritiğini yapıp günümüz Türkçesine uygun nesre çevirisi ve metin-muhtevâ ve
tahlîlinin yapılması düşüncesiyle bu çalışmayı hazırladık.
Bilindiği gibi, Türklerin İslâmı kabûlü, onların sosyal, siyasal, ekonomik,
mimârî vb. pek çok alanına tesir ettiği gibi edebiyâta da kaynağı, Kur’an ve Hadisler
olan edebî eserlerin yazılmasına sebep olmuştur. Allah ve peygamber sevgisiyle dînî-
edebî muhtevâlı, mesnevî, kasîde, gazel, murabbâ, kıt’a, terkîb-i bend, tercî-i bend,
müstezat tarzında Tevhîd, Münâcât, İlâhî, Nâ’t, Mevlîd, Mi’râciye, Hilye gibi eserler
veren çok sayıda şâir yetişmiştir. Bunlar eserlerinde aruzun çeşitli kalıplarını
mahâretle kullanmışlardır.
Manzum ve mensur olarak yazılan Hilyeler, edebiyatımızda önemli bir yere
sahiptir. Özellikle Hâkânî’nin(ö: 1606) Hilye-i Saâdet’i manzum hilyelerin en
mükemmelidir. Cevrî, Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’’ mesnevîsi ile Dînî-Tasavvufî
Edebiyât târihimizde Hâkânî’den sonra isminden ençok söz edilen şâirimiz olmuştur.
VI
Cevrî ve Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’ine de değinen birkaç çalışma yapılmıştır.
İlk defa ‘‘İbrahim Cevrî Çelebi’nin Hayâtı, Şahsiyeti-Eserleri ve Hilye-i Çihâr-ı Yâr-
ı Güzîn’in Edisyon Kritiği’’ adlı bir çalışma Sadık Erdem tarafından bitirme tezi
olarak yapılmıştır. Hüseyin Ayan, Cevrî’yi, hayatı, ve eserleriyle birlikte Dîvânının
tenkitli metnini ilmî bir çalışma olarak edebiyâtımıza kazandırmış, Eserlerinden
bahsederken Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’ine de yer vermiştir.
Kütüphanelerimizde Hilye-i Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’nin tesbit ettiğimiz birçok
nüshası vardır. Osmanlı Döneminde üç defa da basılmış olması halkımız tarafından
çok beğenildiğini göstermektedir.
Bugüne kadar yapılan çalışmalar sonucu ortaya konan bilgiler ışığında
Cevrî’nin hayatı ve eserleri hakkında birçok veri elde edilmiş ve yayımlanmıştır. Biz
de onun hayatı ve eserleri hakkında bilgi verirken bunlardan istifâde ettik.
Sadeleştirilmesi ve tahlîli üzerinde durmayı tercih ettik.
Cevrî ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn ile ilgili bu çalışmamız Giriş ve iki
bölümden oluşmaktadır:
Girişte, Türk Edebiyâtında önemli bir yere sahip olan hilye türü hakkında
bilgiler verdik.
I. Bölümde; Cevrî’nin, yaşadığı dönem hakkında sosyal-kültürel-siyâsî açıdan
bilgi verdik. Hayâtını, tahsili ve mesleği bakımından yetişmesinde tesiri olan
etmenlerle birlikte sunup, eserlerini tanıtmaya çalıştık. Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn
Mesnevîsi’nin kütüphanelerimizde mevcut nüshalarını sıraladık. Eserin basmaları
hakkında bilgi verip, Hilye ile ilgili olarak yapılan çalışmalara değindik.
II. Bölümde, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzin’in transkripsiyon metnini hazırladık,
nesre çevirdik ve tahlîli ile ilgili bilgiler verdik. Bu bölümde, transkripsiyon
metninden sonra, nesre çevirisi vardır. Hilye-i Cevrî’ de kullanılan Esmā-i Hüsnâ’yı,
metinde geçen ayetleri, hadisleri tesbit ettik ve kaynaklarını verdik. Ayrıca Hilye-i
Cevrî’nin asıl konusunu oluşturan dört halîfe hakkında peygamberimizin sözlerini de
tesbit ettik.
Böyle bir çalışmayla Cevri’nin bu eserinin günümüz insanının da
anlayabileceği şekilde geniş kitlelere sunmayı hedefledik. Yaptığımız bu çalışmayla,
Hilyesinin sadeleştirilmiş metninin bir bütün olarak ilk kez ortaya konmasıyla
edebiyat dünyasına katkı sağlamayı ümit ettik.
VII
Çalışmamızın eksiksiz olabilmesi için imkânlarımız nisbetinde bütün
çabalarımızı harcadık. Buna rağmen görülebilecek eksikliklerin yeniliğimize
verilerek müsâmaha ile karşılanmamızı dilerken, bu çalışmayı Yüksek Lisans Tezi
olarak yapmamızı öneren Hocam Merhum Prof.Dr. Halil İbrahim Şener’e,
çalışmanın doküman tesbitinde yardımcı olan Yrd. Doç.Dr. Alim Yıldız’a, tezin
akademik bir çalışma olarak sunulmasında bilgi ve desteklerini esirgemeyen ve bana
rehberlik ederek tez danışmanlığımı yürüten, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyât
Fakültesi Dekanı Sayın Hocam Prof. Dr. Hüseyin Elmalı’ya teşekkürlerimi sunarım.
Sema GÜLMEZ
İzmir 2006
VIII
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ ...................................................................................................... I
YÜKSEK LİSANS TEZ SINAV TUTANAĞI..................................................... II
ÖZET ................................................................................................................... III
ABSTRACT ......................................................................................................... IV
ÖNSÖZ...................................................................................................................V
İÇİNDEKİLER................................................................................................. VIII
KISALTMALAR ................................................................................................. XI
GİRİŞ
TÜRK EDEBİYÂTINDA HİLYE VE ÖZELLİKLERİ
1-Lügat Anlamı ..................................................................................................1
2-Istılah Manası..................................................................................................1
3- Hilyenin Doğuşu ve Gelişimi..........................................................................2
4-Konuları Bakımından Hilyeler .......................................................................5
a- Hz. Peygamber Hakkında Yazılan Hilyeler (Hilye-i Nebevî, Hilye-i Şerîfe) ...5
b- Diğer Peygamberler Hakkında Yazılan Hilyeler (Hilye-i Enbiyâ).................7
c- Dört Halife(Çehâr-yâr) ve Aşere-i Mübeşşere Hilyeleri................................7
d- Din ve Tarîkat Büyükleri Hakkındaki Hilyeler(Hilye-i Evliyâ/Ulemâ) .........8
5- Türk Edebiyâtında Hilye Türünün Özellikleri...........................................9
I. BÖLÜM
I) CEVRÎ İBRĀHİM ÇELEBİ’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI DÖNEM............12
A- Yaşadığı Dönem.........................................................................................12
1- Hayatı .....................................................................................................14
2- Tahsili .....................................................................................................14
IX
3- Mesleği ...................................................................................................15
II- ESERLERİ ......................................................................................................17
1- Divan...........................................................................................................18
2- Selimnāme...................................................................................................18
3- Hilye-i Çihār- Yār-ı Güzîn ...........................................................................19
4- Hall-i Tahkîkāt .............................................................................................19
5- Aynü’l- Füyūz .............................................................................................19
6- Melhame......................................................................................................20
7- Nazm-ı Niyâz ..............................................................................................20
III- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN..................................................................21
A- Hilye-i Cevrî’nin Yazmaları ........................................................................21
B- Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in Basmaları.......................................................24
C- Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn İle İlgili Yapılan Çalışmalar................................25
D- Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in Edebî Değeri ve Türk-İslam Edebiyâtındaki Yeri ........................................................................................................ 26
II. BÖLÜM
HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN-METİN-MUHTEVÂ-TAHLİL
I- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN-METİN.......................................................28
II- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN NESRE ÇEVİRİSİ..............................47
III-HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN EDEBÎ TAHLÎLİ ...............................56
a- Tertip Şekli ve Muhtevâsı.............................................................................56
1- Vezin .......................................................................................................57
2- Kâfiye......................................................................................................58
X
3- Dil ve İfâde Özellikleri.............................................................................59
b- Esmâ-i Hüsnâ ..............................................................................................61
c- Hz. Peygamber İçin Kullandığı Sıfatlar ........................................................67
d- Ayetler .........................................................................................................69
e- Hadisler .......................................................................................................70
f- Hz. Ebû Bekr’e Verilen İsim ve Sıfatlar ........................................................70
g- Hz. Ömer’e Verilen İsim ve Sıfatlar .............................................................71
h- Hz. Osman’a Verilen İsim ve Sıfatlar ...........................................................72
ı- Hz. Ali’ye Verilen İsim ve Sıfatlar ................................................................74
SONUÇ..................................................................................................................77
BİBLİYOGRAFYA ..............................................................................................79
XI
KISALTMALAR a.g.e. : Adı Geçen Eser
a.g.m. : Adı Geçen Makâle
a.g.t. : Adı Geçen Tez
A.K.M. : Atatürk Kültür Merkezi
Ansk. : Ansiklopedi
AÜİF : Ankara Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi
Bkz. : Bakınız
c. : Cilt
C.B.Ü. : Celâl Bayar Üniversitesi
Çev. : Çeviren
D.E.Ü. : Dokuz Eylül Üniversitesi
D.İ.A : Türkiye Diyânet İslâm Ansiklopedisi
D.No : Demirbaş no
DÜİFD : Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi Dergisi
Fak. : Fakülte
haz. : Hazırlayan
İ.A. : İslâm Ansiklopedisi
İst. T. : İstinsah Tarihi
İ.Ü :İstanbul Üniversitesi
K.B. : Kültür Bakanlığı
Ktp. : Kütüphânesi
MEB : Millî Eğitim Bakanlığı
No : Numara
ö. : Ölümü
S. : Sayı
s. : Sayfa
S. Ü. : Selçuk Üniversitesi
T.C. : Türkiye Cumhuriyeti
TDV : Türkiye Diyânet Vakfı
TDK : Türk Dil Kurumu
Th. : Tahrir eden
XII
Ts. : Tarihsiz
TTK : Türk Tarih Kurumu
TY : Türkçe Yazmalar
Ünv. : Üniversite
v. : varak
vb. : ve benzerleri
yk. : yaprak
Yay. : Yayınları
yy. : Yüzyıl
Yp. : Yaprak
1
GİRİŞ
TÜRK EDEBİYÂTINDA HİLYE VE ÖZELLİKLERİ
1-Lügat Anlamı
Hilye, Kamus-ı Türkî’de, süs, zînet, ,zîb, sıfat olarak güzellik, sûret güzelliği,
Fahr-i Kâinât Efendimizin mübârek vasıfları ve bundan bahseden kitap: Hilye-i
Hâkânî demektir.1
Hillî, olarak, kıymetli taşlarla süslemek. Hilye (isim) insanın medâr-ı temâyüzü
olan evsâf-ı hâriciyyesi, zînet, süs, hilye-i şerîfe Cenâb-ı Nebî’yi muhteremin evsâf
ve secâyâ-yı hâriciyyesini hâvî kitap ve levha2 anlamına gelir.
Arapça’da, hilye, süs, bezek, vasıflandırmak, yaratılış (halk), sûret (portre),
sıfat, zînet, gerdanlık, değrli taşlar, ve madenlerle yapılmış süs ve güzellikler
manzûmesi3 gibi mecaz manalarda kullanılmakta olup, klasik metinlerindeki orjinali
‘‘halk’’tır.4
2-Istılah Manası
Ku’an’da Hilye kelimesi, süs ve zînet anlamıyla kullanılmıştır.5 Hadislerde
de bu anlamıyla yer alır ki; Şemâil ve hilye geleneğinin oluşmasında etkisi
olmuştur. Bu, Hâkâni’nin de bahsettiği Hz. Ali’den nakledilen ‘‘Ya Ali hilyemi yaz
ki, vasıflarımı görmek beni görmek gibidir’’ rivayetidir.6 Bunun dışında
1 Şemseddin Sami, Kamus-u Türki, s. 558. 2 Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügatı, II, 563. 3 Fîrûzâbâdî, el-Kâmusu’l-Muhît ( Mütercim Asım Efendi), IV, 928. 4 Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 46. 5 Ra’d 13/17, Nahl 16/14, Fâtır 35/12, Zuhruf 43/18. 6 Hâkânî Mehmed Efendi, Hilye-i Hâkânî, Mahmut Bey Mat. Dersaadet, s. 11, 1307; ayrıca bkz. İskender Pala, Hilye-i Saâdet, TDV., Ankara 1991.
2
Peygamberimizin torunu, Hz. Hasan’dan nakledilen bir rivâyette de ‘‘Hilye’’
kelimesi Hz. Peygamberi tavsif için kullanılmıştır.7
Zülfikâr Güngör, Âşık Kadrî’den aldığı
Hilyenin ma‘nası ey hüsn-i melek
Vücûd-ı Nebî’nin ta‘rifi demek
beytindeki hilye kelimesinin ıstılahî anlamını açıkladığını ifâde eder. Hilye kelimesi,
hilye-i şerîf, hilye-i saadet, hilye-i nebî veya hilye-i nebevî gibi tamlamalar halinde
iken ıstılâh anlamı içerdiğini belirtir.8
Neclâ Pekolcay, ise hilye için ‘‘Hz Muhammed’in mübârek vasıflarını ve
güzelliklerini yazı ile tarif ve tavsîf eden manzûm veya mansûr eserlerdir’’ tanımını
yapıyor.
3- Hilyenin Doğuşu ve Gelişimi
İslâm Tarihi ve Hadis kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre, Hz.
Peygamber’in vefâtından sonra müslüman olan kimseler, O’nun ashabına dînî
anlamda birçok şeyin yanında Hz. Peygamberin fiziksel özellikleri ve alışkanlıkları
hakkında da sorular soruyorlardı. Bu nedenle Hz. Peygamberin hilyesi hakkında bilgi
veren rivayetler vardır. Hz.Peygamberi görenlerin anlatımları zamanla zengin bir
bilgi birikimi meydana getirmiş olup, bu sözlü tavsiflerin her birine ‘‘Hilye’’ adı
verilmiştir.9
Hilye kavramı zamanla Hz. Muhammed’in yaratılışını, vücudunun dış
görünüşünü, şeklini ve ruh özellikleri ile güzel sıfatlarını ifade eden bir anlam
kazanmıştır. Bu yüzden de Hilye-i Şerîf, Hilye-i Saadet, Hilye-i Nebî, Hilye-i Nebevî
şeklinde tamlamalar kullanılmıştır.
7 Prof. Dr. Ali Yardım, a.g.e., s. 65-66. 8 Zülfikâr Güngör, Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî Mehmed’in
Gülistan-ı Şemâili, s. 2 (basılmamış doktora tezi). 9 Ali Yardım, a.g.e., s. 47.
3
Anlaşılacağı üzere, ıstılah manasıyla hilyeler, hadis kaynaklarındaki Fezâil ve
Sıfatü’n-nebî başlığı altındaki Hz. Peygamber’in sîret ve sûreti hakkında bilgi veren
hadislere dayanır. Şemâil ve Hilyelerin esasını, çoğu Hz. Ali, Hz. Âişe, Hz. Hasan,
İbn Ebî Hâle, Enes b. Mâlik, Ebû Hüreyre, Ebû Tufeyl....gibi tanınmış ve güvenilir
hadis râvilerinden nakledilen hadisler teşkil eder10. Bu hadisler ve çeşitli eserlerden
derlenen rivayetler, ilk defa Tirmîzî(ö:279/892) tarafından Şemâil adındaki ilmi
oluşturmuştur. Tirmîzî’nin eş-Şemâilü’n-nebeviyye ve’l-hasâisü’l-
Mustafaviyye’sinden başka, Belhî, Bağdâdî, Müstağfirî, Bağavî’nin Şemâil kitapları,
Kādı İyâz’ın Şifâ-i Şerîf adlı eseri11 kendilerinden sonra Hilye türünün oluşmasına
kaynaklık etmiştir. Bu eserlerde genellikle, Hazreti Peygamber’in vücut yapısı,
kıyafetleri, tavır ve davranışları, ibâdet hayatı, ahlâkı, geçim tarzı, diğer bazı yönleri
ve hayatının sonu hakkında bilgiler verilirken, hilyelerde konu daha dar tutulmuştur.
Kütüb-i Sitte, Siyer ve Meğazî kitaplarında bu konularla ilgili olarak çok sayıda hadis
mevcuttur. Ayrıca sahabenin müşahedeleri doğrultusunda da pek çok malzeme tespit
edilmiştir.
Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre önce kızları Hz. Fâtıma: ‘‘Ya
Rasûlallah! Senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim’’ diye ağladığında
Peygamberimiz Hz. Ali’yi çağırmış ve: ‘‘Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek
beni görmek gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cenneti
haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak
haşredilmez’’ buyurmuştur. İşte bunun gibi hadislere binâen bu esas ve gayeye bağlı
olarak müstakil bir tür olarak hilyeler oluşturulmuştur. Ayrıca dini bir dayanağı
olmamasına rağmen hilye bulunan eve bir musîbet gelmeyeceği, hilyeyi üzerinde
taşıyanın kötülükten uzak olacağına inanılması Osmanlı Türk’üne has bir sanat
mahsülü olan levha tarzı Hilye-i Şerif, Hilye-i Saadet, ve Hilye-i Nebevî terkipleriyle
adlandırılan bir sanat anlayışının da gelişmesine sebep oldu.12
Hz.Peygamberi tavsîf edip överek, O’na olan sevgi, saygı ve bağlılığı
göstermekle berâber, insanlara onu tanıtarak sevap kazanmak maksadıyla
kültürümüzde Hilye geleneği oluşmuştur. Bu gelenek zamanla hilyenin konusunu
10 H. İbrahim Şener, ‘‘Neşâtî’nin Hilye-i Enbiyâsı’’, D.E.Ü.İ.Fak. Dergisi, I, 286, 1983. 11 Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 34-47.
4
Peygamberle sınırlı kılmamış, Hz.peygamberin dışında diğer peygamberleri vasfeden
ve öven Hilye-i Enbiyâ, dört halîfe için, Hilye-i Çihâr-yâr-ı Güzîn, Hz.Hasan ve
Hz.Hüseyin için, Hilye-i Hasaneyn, cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere için,
Hilye-i Aşere-i Mübeşşere, bazı mutasavvıflar için de Hilye-i Evliyâ adı verilen
mensur ve manzum eserler yazılmıştır.
Başlangıçta, Hz Peygamber’in vasıflarını layıkıyla sunabilmek için o
dönemin günlük Arapçasında pek sık rastlanmayan, adeta özel sayılabilecek
kelimeler icat edilmiştir. Bu yüzden Şemâillerin şerhlerine lügatçelerin ilave edildiği
de dikkatlerden kaçmaz.13
Hz. Peygamber(s.a.v.) için yazılan hilyeler:
Tirmîzî’in Şemâili’nin şerhlerinden en yaygın olanı, Ali el-Kārî’nin Cemu’l-
vesâ’il fî erhi’ş-Şemâ‘il’idir.14
Hoca Saadettin Efendiye nisbet edilen 988/1580’de kaleme alınmış, Hilye-i
Celiyye ve Şemâil-i Aliyye adlı eser en eski mensur hilye örneği kabul edilir. Bunun
dışında da hilye hadislerinin tercüme ve şerhinden ibaret olan ve artık hilye olarak
ifade edilen kitaplar oluşmuştur.
Arapça-Türkçe karışık bir dille yazılmış, mensur olmakla beraber manzum
bölümleri de ihtiva eden Aziz Mahmut Hüdâyi’nin Şemâilü’n-Nübüvveti’l-
Ahmediyyeti’l-Muhammediyye’si de bu konudaki ilk örneklerdendir.
Hakânî Mehmed Bey’in Hilye’si 1007(1598–1599) de manzum olarak kaleme
alınan ve daha sonraki hilyeler için örnek teşkil eden önemli bir hilyedir.
İran edebiyatında şemâil yahut hilye kitabı yazılmamıştır. Biraz da Şiîlik
sebebiyle olsa gerek hiçbir İranlı şair bu konuda kalem oynatmamıştır.15
Arap edebiyatında şemâil ve hilye özelliği gösteren pasajlara ilk devirlerde
siyer ve megazî kitaplarında rastlanır. Ancak bunlar ne şekil ne de yapı bakımından
12 H. İbrahim Şener, ‘‘Neşâtî’nin Hilye-i Enbiyâsı’’, D.E.Ü.İ.Fak. Dergisi, I, 287, 1983. 13 Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s.49. 14 Mustafa Uzun, ‘‘Hilye’’ mad., D.İ.A., 17, 44.
5
asla tam bir şemâil ve hilye kompozisyonu arz etmezler. Urve b. Zübeyr, Vehb b.
Hind, Ebû Muhammed Yahya b. Saîdü’l-Emevî gibi ilk siyer tarihçilerinin
eserlerinde Peygamberimizin gazâları anlatılırken onun tavır ve hareketleri ile yer
yer beden yapısına dair bilgiler verilmekte idi.16 Daha önce de belirttiğimiz üzere ilk
şemâil Tirmîzî tarafından yazılmış ve sonrakilere örnek teşkil etmiştir.
4-Konuları Bakımından Hilyeler
a- Hz. Peygamber Hakkında Yazılan Hilyeler (Hilye-i Nebevî, Hilye-i
Şerîfe)
1) Risâle-i Hilyetü’r-Resûl, Şerîfî mahlasını kullanan, muhtemelen, Zeyniyye
meşâyihinden Eğirdirli Seyyid Burhaneddin Efendi’nin oğlu, Şerîfî tarafından
yazılmıştır. Yazılış tarihi tesbit edilemeyen eser, methiye bölümünden anlaşıldığına
göre Kanūnî Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Beyazıt’a sunulmuş olmalıdır. Aruzun
‘‘Mefâilün mefâilün feulün’’ kalıbıyla yazılmış olup, 253 beyittir.17
2) Hilye-i Hâkānî, Hakânî Mehmed Bey’in 1007 (1598–1599) de kaleme
alıp, Çağalzâde Sinan Paşa’ya sunduğu hilyedir. Aruzun ‘‘ Feilâtün feilâtün feilün’’
kalıbıyla yazılmış olup toplam 712 beyitten müteşekkil bir mesnevîdir.18 İlki
İstanbul’da 1264/1848’de olmak üzere çeşitli baskıları bulunmaktadır.
3) Tercüme-i Hilyetü’n-nebî Aleyhisselâm, Zülüflü saray baltacılarından
Bosnalı Mustafa tarafından 1064(1654)’te yazılan bu eser, IV. Mehmed’e takdîm
edilmiştir. Münâcât, Methiye, ve Na’t ile başlar Hz. Muhammed’e ait her özellik
Arapçası verilip birer beyitle açıklanır.19
4) Hilyetü’l-envâr, Süleyman Nahîfî tarafından 1100(1689) yılında Hâkâniye
nazîre olarak yazılmış olup 2871 beyittir. Aruzun ‘‘Müfteilün müfteilün fâilün’’
kalıbındadır. Ayrıca Nahîfî’nin, Hicretnâme adlı eserinde Ümmü Ma’bed rivayetine
15 İskender Pala, Hilye-i Saadet, s.3. 16 İskender Pala, a.g.e. s.2. 17Şerîfî, Risâle-i Hilyetü’r-Resûl, Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr.330. 18 İskender Pala, Hilye-i Saadet, s.11. 19 Bosnalı Mustafa , Tercüme-i Hilyetü’n-nebî Aleyhisselâm, Nuruosmâniye Ktp., nr.2872, 4906.
6
dayanarak 154 beyitlik bir hilyesi daha vardır. Müellifin Ravzâtü’s-safâ fî sîreti’l-
Mustafa20 adlı siyerinin içinde manzum-mensur kısa bir hilyesi daha vardır.
5) Hilye, Seyyid Mehmed Efendiye ait olan eser 1159(1746)’da tamamlanmış
olup 294 beyitlik mesnevîdir. Aruzun ‘‘Feilâtün feilātün feilün’’ kalıbıyla yazılmıştır.
Nazîre-i Hilye-i Hakānî adıyla Süleymaniye Kütüphanesinde kayıtlıdır.21
6) Hilye, Mi‘râciyye sahibi Ârif Süleyman’ın Hâkānî’ye nazîre olarak aruzun
‘‘Feilâtün feilâtün feilün’’ kalıbıyla 1171/1758’de kaleme aldığı yaklaşık 460 beyitlik
bir mesnevidir.
7) Şerh-i Hilye-i Nebeviyye, Müstakîmzâde Süleyman Sâdettin
Efendi’in(ö:1202/1788) Nafia-i Şâfia adıyla da anılan bu eser, çehâryâr ile Hasaneyn
hilyelerini de içine almaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir eseri Hilye-i Nebeviyye ve
Hulefâ-i Erbaa adıyla kaydetmektedir.22
8) Hilye, Mevlevî Mehmed Necib Efendi’nin kaleme aldığı 700 beyitlik bir
eserdir. 1259/1843’de tamamlanmıştır. Ümmü Ma‘bed rivâyeti dışında muhteva
itibariyle Hâkânî’nin eserinin planını takip etmektedir.
9) Milâd-ı Muhammediyye-i Hâkâniyye-i Fethiyye-i Sultâniyye, Rusçuklu
Fethi Ali tarafından Sultan Abdülmecid’in isteğiyle 1259/1843’de kaleme alınmış
olup 164 beyittir.23(İ.Ü. Ktp., TY, nr.7368)
10) Nazmü’n-nûr fî silki’s-sürûr, Hızrî mahlasını kullanan Tırhalalı Muradoğlu
Ali tarafından kaleme alınan 70 beyitlik bir risâledir. Aruzun ‘‘Fâilâtün fâilâtün
fâilün’’ kalıbındadır.24
11) Hilye-i Fahr-i Âlem, Cumhuriyet Hükümetinin ilk şer‘iyye ve Evkaf vekili
Mustafa Fehmi Gerçeker tarafından kaleme alınmış olup türünün son manzum
20 Süleyman Nahîfî , Ravzâtü’s-safâ fî sîreti’l- Mustafa, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 252/5 21 Seyyid Mehmed Efendi, Nazîre-i Hilye-i Hakānî, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 813. 22 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, (haz. A. Fikri Yavuz, İsmâil Özen, II, s. 71-73), I,
168. 23 Rusçuklu Fethi Ali, Milâd-ı Muhammediyye-i Hâkâniyye-i Fethiyye-i Sultâniyye, İ.Ü. Ktp., TY,
nr.7368. 24 Tırhalalı Muradoğlu Ali, Nazmü’n-nûr fî silki’s-sürûr, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr.5427.
7
örneğidir. Aruzun ‘‘Mef’ûlü mefâîlün feûlün’’ kalıbıyla yazılmış olup 1197 beyitten
meydana gelmiştir.25
b- Diğer Peygamberler Hakkında Yazılan Hilyeler (Hilye-i Enbiyâ)
1) Hilyetü’l-enbiyâ ve Hilye-i Çehâr-yâr-ı Güzîn, Bekâyî mahlasını kullanan
Dursunzâde Abdülbâkî Efendi(ö.1015/1606) tarafından yazılmıştır. (Süleymaniye
Ktp., Fatih, nr.5427/4,yk.14)26
2) Hilyetü’l-enbiyâ, Şeyhülislam Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’ye ait
olduğu belirtilen eserin nüshası tesbit edilememiştir. (Şeyhî, Vekāyiu’l-Fuzalâ, c. III,
s.254)
3) Hilye-i enbiyâ, Neşâtî mahlaslı Ahmed Dede’nin yazdığı 187 beyitlik bir
mesnevîdir, bir çok yazma nüshası mevcuttur.
4) Hilye-i Peygamberân, Nûri mahlaslı bir şair tarafından kaleme alınan
ancak tezkirelerde yer alan Nûri mahlaslı on dört şairden hangisine ait olduğu
bilinmeyen eser aruzun ‘‘Mefâilün, mefâilün, feûlün’’ kalıbında olup 236 beyit ihtiva
eder (Hilye-i Peygamberân, Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 1715/5).
5) Hilye-i Peygamberân, müllifi belli olmayıp Topkapı Sarayı Müzesi Ktp.
Emanet Hazinesi, nr.1181 olarak kayıtlı, manzum-mensur hilyedir. Her sayfada bir
levha şeklinde bir peygamberi tasvir eder.27
c- Dört Halife(Çehâr-yâr) ve Aşere-i Mübeşşere Hilyeleri
1) Gülistân-ı Şemâil, Şeyhülislâm Esad Mehmed Efendi(ö:1034/1625)’nin
dört halifenin hilyesi hakkında kaleme aldığı eser, yaklaşık 1200 beyitten meydana
gelmiş, ‘‘mefâîlün mefâîlün feûlün’’ kalıbıyla yazılmış olup, Süleymaniye
Kütüphanesinde kayıtlıdır.28
25 Mustafa Fehmi Gerçeker, Hilye-i Fahr-i Âlem, İstanbul 1944. 26 Adem Ceyhan, ‘‘Eski Türk Edebiyatında Sad-Kelime-i Ali Tercüme ve Şerhlerine Dair’’, Celâl Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 1, s.238, Manisa 1997. 27 Mustafa Uzun, “Hilye” mad., D.İ.A., XVII, s. 46 28 Şeyhülislâm Esad Mehmed Efendi, Gülistân-ı Şemâil, Süleymaniye Kütüphanesi, Damad İbrahim Paşa, nr.3819.
8
2) Hilye-i Çehâr-yâr-ı Güzîn, İbrâhim Cevrî’ye ait olup 145 beyitlik bir
mesnevidir. Birçok nüshası vardır; ayrıca üç defa da basılmıştır.
3) Hilye-i Aşere-i Mübeşşere, Tezkire müellifi Edirneli Güftî’ye
(ö:1088/1677) ait olup ‘‘fâilâtün fâilâtün fâilün’’ kalıbıyla yazılan 294 beyitlik bir
mesnevidir. Bursalı Mehmed Tahir, Eimme-i İsnâ-aşer Hazretlerinin Evsâfı
Hakkında Manzume olarak, Safâî, Düvâz-deh İmam olarak kaydeder. 29
4) Hilye-i Aşere-i Mübeşşere, Na‘tî Mustafa Efendi’nin 1114(1702)’de
kaleme aldığı 200 beyitlik bir mesnevidir. Mesnevide dört halîfeden başka altı
sahabenin hilyesi vardır.
5) Hilye-i Çehâr-yâr, Cûdî mahlaslı iki şairden hangisine ait olduğu tesbit
edilemeyen eserin bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindedir.30
d- Din ve Tarîkat Büyükleri Hakkındaki Hilyeler (Hilye-i Evliyâ/Ulemâ)
Şairlerin bağlı oldukları tarîkat büyükleri ve mensubu bulundukları mezhep
imamları ya da büyük islâm âlimleri hakkında yazdıkları kasîdeler olup hilye özelliği
taşımakla birlikte daha çok şemâile yakın eserlerdir.
1) Hilyetü’l-evliyâ ve ravzatü’l-asfiyâ, Ahmed Vecdi Efendi’ye nisbet edilen
eser, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri adlı eserinde adı geçen eserin
nüshasına henüz rastlanmamıştır.31
2) Hilye-i Hâce Bahâeddin Şâh-ı Nakşibendi, Nakşî şeyhlerinden Neccârzâde
Rızâ Efendi’ye(ö:1159/1746) ait olan 76 beyitlik eserin Süleymâniye
Kütüphanesinde bir nüshası kayıtlıdır.
3) Hilye-i Mevlânâ, Mevlevî şairleri tarafından Mevlânâ için yazılan hilyeler
olup Nakşî Mustafa Dede(ö:1853)’nin 53 beyitlik (Mevlânâ Müzesi Ktp., nr.2163),
Bursalı Rızâ dede (ö: 1905) 45 beyitlik (Mevlânâ Müzesi Ktp., nr.2454), Tâhiru’l-
Mevlevî’nin 84 beyitlik (Mevlânâ Müzesi Ktp.,) hilyeleri en meşhurlarıdır.
29 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, s. 391; Safâî, Tezkire, vr. 237b; Süleymaniye Ktp.
Esad Efendi, nr.2549. 30 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Emânet Hazinesi, nr.1803.
9
4) Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn, Uşşâkî şeyhlerinden Abdullah Salâhî
Efendi’nin 1153/1740’te yazdığı yaklaşık 413 beyitlik eserdir32
5) Hilye-i Eimme-i Erbaa, Safhî mahlasıyla yazılmış eserin kime ait olduğu
tesbit edilememiş ve nüshası da bulunamamıştır.33
6) Hilye-i Hazreti Ebu’l Hasan İmam eş-Şâzelî, henüz nüshası bulunamayan
Rızâ adlı şair tarafından yazılmış bir eserdir.34
5- Türk Edebiyâtında Hilye Türünün Özellikleri
Türk Edebiyatında başlı başına bir tür olarak hilye önemli bir yere sahiptir.
Hilyeler, Hz. Muhammed’in vasıfları ve güzelliklerini anlatan eserlerdir. Müstakil
olarak yazıldığı gibi mirâciye ve mevlidler içinde de yer alabilir. Manzum ve mensur
olarak yazılırlar. Manzum olanlar mesnevi nazım şekliyle yazılırlar.35 Osmanlı
İmparatorluğu döneminde mevlid ve mi‘râciyeler gibi edebî ve sanatkârane bir
yapıyla hilye türü dinî ve didaktik bir özellik arz ederek kabul görmüştür.
Mesnevî nazım biçimi, Îranlılardan Arap ve Türk edebîyatına geçmiştir.
Beyitler halinde yazılır. Her beyitin dizeleri, kendi arasında kafiyelidir. Çünkü
mesneviler içerik itibâriyle çok uzun manzum hikâyelerdir. Binlerce beyitten
oluşabilir (Mevlânâ’nın Mesnevîsi yaklaşık 26.000 beyittir). Gazel ve kasîidelerdeki
gibi bütün beyitlerin birbiriyle uyaklı olması kaygısı taşımaz. Bu nedenle de aruzun,
Mef‘ûlü mefâ‘ilün fa‘ûlün
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
Fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün
Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün
Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fa‘ûlün
Fa‘ûlün fa‘ûlün fa‘ûlün fa‘ûl
31 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, s. 50. 32 Süleymâniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi, nr. 355. 33 Veli Aras, ‘‘Hilye ve Hilyeler’’, TDEA, IV, s. 238. 34 Mustafa Uzun,‘‘Hilye’’, DİA., XVII, s. 47. 35 Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Dînî-Tasavvufî Türk Edebiyâtı, s. 46.
10
şeklindeki kısa kalıplarıyla yazılır. Son kalıba, Firdevsî’nin Şeh-nâme’si de bu ölçüde
olduğundan şeh-nâme vezni denir. Mesnevîlerde konuya doğrudan girilmez. Kendine
özgü bir düzeni vardır. Mesnevî bölümleri genellikle şu sırayı izler:
1. Mensur ya da manzum Dîbâce(önsöz), şâir mesnevîyi yazmaktaki amacını
belirterek Allah’dan yardım dileğinde bulunur.
2. Tevhîd
3. Münâcât
4. Na‘t
5. Mîrâciye, bazı mesnevîlerde yoktur,
6. Medh-i Çihâr-yar-ı Güzîn, dört halîfe ve ya din büyükleri hakkında methiye
olabilir. Çoğunlukla mesnevîlerde bu medhiyeler bulunmaz,
7. Eserin sunulduğu kişiye medhiye
8. Sebeb-i Telif ya da Sebeb-i Nazm-ı Kitab, eserin yazılış nedeni,
9. Āğâz-ı Dâstan, Mesnevînin asıl konusuna geçilir, kendi içinde bölümlerden
oluşur. Bölüm başlıkları kimi zaman Farsçadır.
10. Hâtime(sonsöz), eserin bittiğini bildiren bölümdür. Burada mesnevînin bitiş
tarihi, adı ve son söz söylenir. Kimi mesnevîlerde hâtimeden önce, şâirin kendini
övdüğüğ Fahriye bölümü de bulunur.
Konuları bakımından, Aşk konulu, dînî ve tasavvufî konulu (hilyeler), ahlâkî
ve öğretici konulu, savaş ve kahramanlık konulu, bir şehri ve güzellerini anlatan
konulu, mîzâhî konulu mesneviler şeklinde sınıflandırılır.36
Edebiyâtımızda Hilyeler şekil olarak mesnevî özelliklerini arzeder. Hilye
türündeki ilk hilye kitabı ve en mükemmel eser, Hâkânî’nin (ö:1606), manzum
Hilye-i Hâkânî’sidir. Eskiden, hat sanatı öğretilirken Hakânî’nin yazısı da çok güzel
olduğundan ilk önce işe, ile Hâkâniye Hilyesi başlatılıp meşk ettirilmek gelenek
haline getirilmiştir. 37
Edebiyâtımızda Hâkânî’den sonra manzum ve mensur olarak yazılan hilyeler
kronolojik olarak şöyle sıralanır: Altıparmak Mehmed Efendi, Melâil-i Nübüvve fî
36 Cem Dilçin, ÖrneklerleTürk Şiir Bilgisi, s.167-202; Ayrıca bkz. Nihad Sami Banarlı , Resimli Türk
Edebiyâtı Tarihi, I, s.195-198. 37 Abdurrahman Güzel, a.g.e., s.563.
11
Şemâil-i Ahmediyye; Âşık Mehmed Hâfız-ı Rûmî, Şerh-i Şemâil-i Tirmîzî; Şeyhî
Sivâsî, Şemâil-i Şerîf (manzum-mensur); Vecdî Ahmed Efendi, Hilyetü’l-Enbiyâ ve
Ravzatü’l-Asfiyâ; Cevrî İbrâhim Çelebi, Hilye-i Çâr-Yâr-ı Güzîn(manzum),
Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi, Hilye-i Enbiyâ; Neşâtî Ahmed Dede, Hilye-i
Enbiyâ (manzum); Ahmed İshak Hocası, Ekûm-ı Vesâil fî Tercümeti’ş-Şemâil;
İbrâhim Vahdî Efendi, Tevşîhü’t-Takvîm fî Şerh-i Hilye-i Rasûli’l-Kerîm; Ahmed b.
Receb-i İstanbûli, Nüzhetü’l-ahyâr fî Şerh-i Hilyeti’l-Muhtâr; Süleyman Nahîfî,
Hilyetü’l-Envâr (manzum), Sahfî, Hilye-i Eimme-i Erbaa; Ahmed b. İbrâhim
Ereğlivî, Şerh-i Şemâil-i Şerîf; Ahmed Akkirmânî, Şemâil-i Şerîf Tercümesi; Arif
Süleyman Bey, Nazîre-i Hâkânî (manzum); Müstekîmzâde Sâdeddîn, Hilye-i
Nebeviyye ve Hulefâ-yı Erbaa; Eyüp Sabri Paşa, Tercüme-i Şemâil-i Şerîf; Hoca Raîf
Efendi, Muhtasar Şemâil-i Şerîf.38
İskender Pala bunların dışında, Ahmed Şemsî-i Halvetî, Hilye-i Şerîfe; Hoca
Hüsâmeddîn, Şemâil-i Şerîf; Selîmî Dede, Hilye-i Şerîfe (manzum); Mazlûmî, Şemâil
Tercümesi (manzum); Erzurûmî Mehmed Hanefî Efendi, Hilye-i Şerîfe; Abdülvahab
Dursun, Hilye-i Şerîfe (manzum); Müftî Abdulgaffar Efendi, Hilye-i Enbiyâ; Nesîmî
Mehmed Efendi, Gülistân-i Şemâil (manzum); Mustafa Bosnavî, Hilye-i Nebeviye
(manzum) sıralamasını yapar. Hâkânî hilyesinden sonra en çok takdîr edilen ve
tanınan hilyeler arasında, Cevrî’nin Hilye-i Çâr-Yâr-ı Güzîn’ini, Neşâtî’nin Hilye-i
Enbiyâ’sını, Nahîfî’nin Hâkânîye nazîre olan Hilyetü’l-Envâr’ını ve Nesîmî
Mehmed’in Gülistân-i Şemâil’ini sayarken bu eserlerin ilmî ve dînî yönden olduğu
kadar sanat ve edebiyât yönünden de Türk Edebiyâtının şaheserleri arasında
olduğunu ifâde eder.39
38 İskender Pala, Hilye-i Saadet, s.6. 39 İskender Pala, a.g.e., s.6.
12
I. BÖLÜM
I) CEVRÎ İBRĀHİM ÇELEBİ’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI DÖNEM
A- Yaşadığı Dönem
Cevrî İbrahim Çelebî, 17.yy.’ın ilk yarısında yaşamış Mevlevî
şâirlerdendir(ö.1065/1654). Bu yüz yıl genel olarak Türk tarihinin güçlü döneminin
sona erdiği ve gerileme devrinin yaşandığı bir yüzyıldır. Önceki yüzyılda başlayan
siyasî çekişmeler devam ettiğinden, Cevrî, Osmanlı İmparatorluğunun duraklama
devrinde, Sultan III. Mehmet (1595–1603), I. Ahmet (1603–1517), I. Mustafa(İlki,
22 Kasım 1617/26 Şubat 1618), II. Osman(Genç Osman-1618-22), I.Mustafa(ikicisi,
19 Mayıs 1622-10 Eylül 1623), IV. Murat(1623-40), Sultan Ahmet(1640-48) ve IV.
Mehmet(1648-87)’in saltanat değişikliğine şâhit olmuştur.
İmparatorluk, artık topraklarına artık yeni topraklar katamamakta, İran,
Avusturya, Venediklilerle savaşlara devam ederken zaman zaman da Karadenizde
Kazaklarla mücâdele ediyor, içeride de merkezî otoritenin zayıflaması fırsat bilinerek
çıkarılan Celâlî İsyanlarıyla ciddî sorunlar yaşıyordu. Bu durumda İmparatorluk
Zitvatorak Antaşmasını imzalarken Kânûnî’yle Avrupaya kabul ettirilen Türk
üstünlüğüne son vermiş, devletin Avrupa ülkeleriyle hukukî eşitliği süreci başlamıştı.
Artık İparatorluğun topraklarını genişletme politikasının yerini mevcut sınırları
koruma politikası alıyordu.40
Sarayda Çocuk Padişahlar tahta geçtiğinden kadınlar saltanatı hüküm
sürüyordu, bu da idâri zayıflığı berâberinde getiriyordu. Yönetimde otorite zayıflığını
dengeleyecek yeterince vezirin olmaması, Medresenin eski kudretini yitirmesi,
rüşvetin işleyişte açıkça alınır duruma gelmesi İstanbul’da İhtişâmlı bir hayatı teşvîk
ederken; harcamaların artmasına karşılık gelirlerin azalması, vergi toplarken halka
zulmedilmesi halkı bezginliğe, askeri isyâna, kadıları adâletten ayrılmaya, hakkıyla
alim yetiştirilmediğinden de batıdaki ilmî ilerlemeyi gözardı etmeye sevkediyordu.41
40 Müctebâ İlgürel, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, X, 403-501,V, 20-77. 41 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, II,463.
13
Devlet işleri zamanında görülmüyor, aylıklar ödenmiyordu. Bu hallerin sosyal hayata
olumsuz yansıması, toplumsal düzeni bozmuştur.
İstanbul’da saray ve köşkler yenileri ekleniyor, muhteşem bir mimâri saltanat
yaşanırken zevk, safâ ve eğlenceye düşkünlüğü de berâberinde getiriyordu.
Ramazan, bayram ve fetih şenliklerine bu yüzyılda ‘‘hall’’ ve ‘‘cülûs’’
çılgınlıkları da eklenmiştir. Bazı tabiat olaylarıyla ilgi müneccimlerin yorumları hayli
rağbet gördüğünden, halk arasında tedirginliğe sebep olup, ay ve güneş tutulmaları
‘‘melhame’’ kayıtlarına göre uğursuz sayılmış, bazı ileri gelenlerin rüyaları bile
tarihlere geçecek kadar, önem kazanmıştır.42
XVII. yy. Osmanlı Devleti için siyâsî-sosyal-iktisâdî sahada oldukça ciddî
çalkantıların, istikrarsızlıkların yaşandığı, ancak buna mukâbil edebî sahada ‘‘XVI.
yy.’da Türk Edebiyâtının zirvesi idrâk edilmiş, Fuzûlî ve Bâkî geçilmez şahsiyetler
olarak kabullenilmiş iken bu yüzyılın başlarında Nef’î (1572-1634)’nin kasidede
parladığı görülmüştür. Şeyhülislâm Yahyâ Efendi (1552-1644) gazel üstâdı olarak
kendini kabul ettirmiştir.’’43
Osmanlı Sahası Türk Şiiri, 17.yy.’da geleneksel yapısını sürdürmekle birlikte
uslûb açısından yeni akımların; ‘‘Sebk-i Hîndî’’ ve ‘‘Hikemî Şiir’’44 uslûplarının
tesiri altında eserler vermeye başlar. Nedîm-i Kadîm, Neşâtî-i Mevlevî, Vecdî,
Fehim-i Kadîm, Şehrî, İsmetî, Nâilî-i Kadîm, Nâbiî45 bu akımın bu yy.’daki belli
başlı temsilcileri olmuştur. Şairler, Sebk-i Hindî uslûbuyla, okuyucuyu derin
hayallere sevkederken, Hikemî Şiir uslûbuyla, düşünce dünyasına yönlendirir.
Cevrî İbrahim Çelebî, görüldüğü üzre, şâirlerin yine kendileri gibi şâir
sultanlarca korunduğu, teşvîk, takdîr ve iltifat edildiği bir devirde yaşamıştır. Devrin
önde gelen Dîvân şâirleriyle çağdaş olması, divân kâtipliğinin etkisiyle başlangıçta
hattatlığıyla tanınması, saraya ve sanatçılara yakın olması, ona da şâirliğini
sergilemesi fırsatını sunmuştur. Aynı zamanda Mevlevî Tekkelerinin revaçta olduğu
42 Hüseyin Ayan, Cevrî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, s. 2. 43 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 2. 44 Prof. Dr. Mine Mengi, Eski Türk Edebiyâtı Tarihi -Edebiyat tarihi-Metinler, s. 180. 45 Hüseyin Ayan,a.g.e., s. 2; Ayrıca bkz. Prof. Dr. Mine Mengi, a.g.e., s. 180.
14
bir dönemde mensubu olduğu bu tarîkatın tasavvuf terbiyesinden aldığı feyz de onun
gönlündekileri diliyle sâdır edip söze dizmesinde etkilidir.
1- Hayatı
Cevrî Çelebi, Cevrî Dede olarak da bilinen şairin asıl adı İbrāhim’dir. 17 yy.da
İstanbul’da yaşamış Türk şair ve hattatlarındandır. Divân-ı Hümâyūn kâtiplerinden
güzel yazı yazan(hoşnüvis) idi.46 Doğum tarihi hakkında kesin bilgi olmamasına
rağmen 1039’da (1629) reîsü’l-etıbbâ olan Emir Çelebi için istinsah ettiği bir
Mesnevî nüshasının sonuna düşürdüğü tarih mısraının gösterdiği 1029/1620 yılında
yirmi-yirmibeş yaşlarında olduğu düşünülürse 1004/1009 (1595/1600) yıllarında
doğduğunu söylemek mümkündür47. Şeyhî, Şakâyık-ı Nûmâniyyesinde, ‘‘İstanbullu
İbrâhim Efendi, Küttâb-ı Dîvân-ı Sultânî zümresinden iken 1065 tarihinde vefât etti,
ilim ve maârifetiyle ma’lum, pek çok bilimde mâhir, hoşnüvîs(güzel yazan), hüsn-i
kitâbette akranı nadir idi’’48 diye tanıtırken onun vefat tarihini verir.
Yapılan araştırmalarda ailesi hakkında, babasının ismi de dahil olmak üzere
yeterli bilgiye ulaşılamamıştır. Kınalızâde Hasan Çelebi, babasının, zurafâ-i acemden
olup, Sultan Selim ile gelip Edirne’de yerleştiğini, Cevrî’nin ulvî yaratılışta
olduğundan ilme yöneldiğini belirtir. 49 Cevrî’nin ne zaman ve ne sebeple İstanbul’a
geldiği, evliliği, eşi ve ya çocukları hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye
rastlayamıyoruz. Araştırmamız neticesinde onunla ilgili olarak ulaştığımız bilgiler
daha çok onun; Mevlevî tarikatine mensûbiyeti, Mevlevî tekkelerine müdâvimliği,
hat dersleri alıp, Cevrî hattatıyla şöhret bulması, hattıyla ün kazanmış bazı eserler,
bunlardan etkilenerek şâirliğini gösterip edebiyatımıza sunduğu kendi eserleri,
ismiyle özdeşleşen Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn ile ilgili bilgileridir.
2- Tahsili
Cevrî, bir süre Bostan Efendi ve Abdülkerimzâde’den ders almıştır. Aynı
zamanda Hasan Çelebi onun hakkında ‘‘Maarif ve fezâilinden fazla latif ebyâtı ve
46 Mehmet Süreyyâ, Sicilli-i Osmânî yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniye, (haz. Doç. Dr. Ayhan
Öztürk, Dr. Ramazan. Tosun), II, 97. 47 Hüseyin Ayan, ‘‘Cevrî’’ mad., D.İ.A., VII, 460-461. 48 Şeyhî, Muhammed Efendi, Şakayık-ı Nûmâniyye ve Zeylleri, III, 663-665.
15
müessir ve sūzinâk kemâlatı vardır’’ diyerek onun şairliğindeki mahâretlerinden de
övgüyle bahsetmektedir.50 Mevlevî dervişi hattat Abdî’den(v.1647) yazı dersleri
aldı.51
3- Mesleği
Cevrî, bir süre Dîvan kâtipliği yapmış, sonra bu görevden ayrılarak hattatlık
yaparak geçimini sağlamıştır. Muallim Nâci, Cevrî hakkında, ‘‘Kitap ve risâle
yazmakla geçinirdi. Yazısı hem letâfetli hem sıhhatli olduğundan devlet büyükleri
hattına rağbet ederek mûteber eserleri kendisine yazdırırlardı. Bu yol ile pek çok şey
yazmıştır. Yazdıkları sayılamaz denebilecek derecededir. Fevkalâde hızlı yazardı.
Hatta bir defa bahse girerek bir günde bin beyit yazıp bin akçeye satmıştır. “Cevrî
Küllî hattâtün câhilün’’ meşhur sözünü nakzedenlerin fâzıllarından sayılır’’52
sözleriyle Cevrî’nin hem hattatlıkla geçindiğini hem de bu işte çok hünerli oldunu
vurgular.
Cevrî, Galata Melevîhānesine intisap edip şeyhi İsmāil Ankaravî’nin
sohbetlerine katıldı53, ayrıca Beşiktaş ve Yenikapı Mevlevîhānelerine devamlı
mülâzemet üzere idi.54 İsmâil Ankaravî’nin derslerine katılması ile ilgili olarak,
Hüseyin Vassaf’ın Sefîne-i Evliya’sında ‘‘ Vecdî ve Cevrî gibi urefâ-yı şuarā bu
āvân-ı feyz-i iktirânda perveriş-yab-ı kemâl olan tâlibîn-i irfânın
mütemeyyizlerindendir.’’ şeklinde övgüde bulunulmuştur.55 Mevlevî dervişi hattat
Abdî’den(v.1647) yazı dersleri aldı.56 Ta’lik ve Kırma Ta’likte üstün başarı gösteren
ve çabuk yazabilen Cevrî, Sarı Abdullah Efendi, Reîsü’l-edibba Emir Çelebi,
Defterdar Mahmut Efendi(Paşa) vb. gibi devrin ileri gelenlerinin eserlerini yazmıştır.
49 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, (haz. Dr. İbrâhim Kutluk), I, 268-69. 50 Kınalızâde Hasan Çelebi, a.g.e., I, s. 269. 51 Müstakîmzâde, Tuhfe, s. 639. 52 Muallim Nâci, Osmanlı Şâirleri,( haz. Yrd. Dr. Cemâl Kurnaz ), Kültür Turizm Bakanlığı Yay.:
684, s. 272-273; Ayrıca bkz., Fâik Reşat, Eslâf, s. 78-81. 53 Esrar Dede, Tezkire, Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi No:E 67/9, s. 62-63. 54 Nâimâ, Tarih, II, 542-543, İstanbul 1147. 55 Osmanzâde Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya, (haz. Prof. Dr. Mehmet Akkuş, Prof. Dr. Ali Yılmaz),
V, 167; Ayrıca bkz. Fâik Reşat, Eslâf, s. 78-81. 56 Müstakîmzâde, Tuhfe, s. 639.
16
Ancak geçimini kıt kanaat sağlamıştır.57 Hatta günde bin beyit yazıp bin akçeye
sattığı da rivayet edilmektedir.58
Faik Reşat’ın Eslâf’ta kaydettiğine göre; ömrü boyunca yazdığı kitapların
haddi hesabı yoktur. Yalnız 22 Mesnevî-i Şerîf ile Şerh-i Mesnevî reisü’l-küttâb Sarı
Abdullah Efendi’nin ‘‘Fususu’l-Hikem Şerhi’’’nden ‘‘ Ahlak-ı ‘Ālâî’’den ‘‘Nefhatü’l-
Üns’’ den müteaddid nüshalar ve Ma‘nizāde’den menkul olduğu üzere ‘‘Şehnāme’’,
‘‘Künhü’l-Ahbâr’’, ‘‘Vassaf’’ tarihleri, bir çok risaleler, mecmualar dîvanlar yazdığı
gibi Abdullah Efendi’nin Havâs mensubiyetinden olmakla tamamını te’lif ve tebyiz
etmiştir.59 Ayrıca bununla ilgili olarak Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ’da
‘‘.....Sarı Abdullah Efendi merhumun hamele-i esrârı idi. Yazısı güzel imiş, sipariş
olunan bir hayli kitapları yazmıştır. Sarı Abdullah Efendi’nin ekserî asârını yazan bu
zattır. Tarikat-ı Bayramiyye’den müstefid olanlardandır.’’60 ifadesiyle Cevri’nin Sarı
Abdullah Efendi ile hem sırdaş hem de iş ilişkisi içerisinde olduklarını belirtir.
Cevrî’nin ölümü ve defni hakkında ise, Müstekîmzāde Risāle-i Mellāmiyye-i
Şüttariyye’sinde şunları anlatıyor: ‘‘ Cevrî, rahatsızlanınca Sarı Abdullah Efendi’ye
haber veriyor. Vefatından sonra mahallesindeki halk, onunla ademi ülfetlerinden
hakkında sû-i zan eshabından olmakla cenazesine gelmezler. Ev halkı ıstırabda iken
Sarı Abdullah, yirmi otuz ihvânıyla gelip cenaresini bizzat gasil ve namazını dahi
kendisi kıldırıp ‘‘Eğrikapı’’ haricine defnediyor, kabrinin yerini düzeltiyorlar.
Mezarının baş ve ayakucuna bilâhare servi dikiyorlar. Kabri mestur olduğundan
ancak ihvânının ma’lumudur61. Hüseyin Ayan , başka kaynaklarda bulunmayan bu
bilgiyi Sadettin Nüzhet Ergun’un da itimada değer bulmadığını belirtirtmiştir.62
Cevrî’nin vefātına,
‘‘Eyle yâ Rab Cevrî’ye firdevs-i a‘lâda mekân
Cevrî’yi memnūn-ı lûtf ede Cenâb-ı Kirdigâr’’
57 Türk Ansiklopedisi., Cevrî mad.,X, 294-295. 58 Safaî, Tezkire, İ.Ü. Ktp., nr. 3215, vr. 63a. 59 Faik Reşat, Eslâf, s. 78-81. 60 Osmanzâde Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya,(haz. Prof. Dr. Mehmet Akkuş, Prof. Dr. Ali Yılmaz),
II, 526-527. Ayrıca bkz. Abdülbâkî Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 25, 142, 149, 172, 206. 61 Abdulbakî Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 148-149. 62 Hüseyin Ayan, ‘‘Cevrî’’ mad., D.İ.A.., VII, 460.
17
mısraları tarih düşürülmüştür.63
Esrār Dede, Cevrî’nin Mevleviyye tarikatına intisab ettiğini ve Ankaravî’nin
mürîdi olduğunu söylüyor64. Sarı Abdullah Efendi’ye mensup olup onun
sohbetlerinde bulunduğunu ve eserlerini defalarca istinsah ettiğini Nâima’dan da
öğreniyoruz.65 Müstakîmzâde ve Abdülbākî Gölpınarlı ‘ya göre Cevrî Bayrāmî-
Melāmî tarîkatına mensuptur.66
Cevrî hattıyla yazılan eserler devlet ileri gelenleri arasında çok tutulmuş ve
hediye olarak başkalarına takdîm edilmiştir. Sâkıp Dede’nin ‘‘Sefine-i
Mevleviye’’sinde yazdığı üzere Cevrî’nin kendi hattıyla tahrir ettiği bir ‘‘Mesnevî-i
Şerîf’’i Sultan III. Selim, meşhur şâir Şeyh Gālip’e, hediye etmesine binaen, şâir
teşekkür için yazdığı kasîdede,
‘‘Aceb bir Mesnevî-i pür-bahā kim Cevrî hattıyla
Dîl-i uşşak-ı zāra cevr-i ger-dūn amān verdi’’
diyerek eserin değerini daha da arttırdığın ifade etmiştir.67
II- ESERLERİ
Cevrî İbrāhim Çelebi, divān ve tekke şiirine hakkıyla vâkıf olan bir şâir olarak
oldukça zengin bir şiir mirası bırakmıştır.
Şeyhî, Şakâyık-ı Nûmâniyyesinde Cevrî’yi tanıttıktan sonra onun eserleriyle
ilgili olarak, mürettep ve mükemmel dîvân-ı belâgat-ı ummânı vardır. Mesnevî-i
Şerîf’in 360 beytin her beyti şerîfini 5’er beyittle terkîb-i bend tarzında Cezîre-i
Mesnevî namıyla şerh etmiştir. Melhame tahrîr etmiştir. Hilye-i Hakâniye nazîre üzre
Resûl-ü Ekrem(s.a.v) Hazretlerinin meth-i şerîflerinde nazm eylediği na‘t-ı şerîfe ve
63 İsmail Beliğ, Nuhbetü’l-Asâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’ar, (haz. Prof. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu),
s. 62-64. 64 Esrar Dede, Tezkire, Halet Efendi, nr.109, vr.24a 65 Nâima Tarih, VI, 21. 66 Abdülbâki Gölpınarlı, Melâmilik ve Melâmîler, s. 148-151 67 Faik Reşat, Eslâf, s. 78-81
18
Hilye-i Çâr-Yâr-ı Güzîn ve manzumeleri de vardır.68 diyerek onun ne kadar üretken
bir şâir olduğuna dikkat çeker.
Cevrî’nin bilinen eserleri şunlardır:
1- Divan
Cevrî’nin Divânı’nda Kasîdeler, Gazeller ve Tarihler esas olmak kaydıyla ,
Terkîpler, Rubâiler, ve Tesdisler vardır. Bunlar; 84 kasîde, 5 terkîb-i bend , 2 terci-i
bend, 272 gazel, 5 matlā‘, 123 tarih(2’si farsça), 40 rubāî(37’si Farsça), 7 tahmis ve
8 tesdistir. Dîvan, Cevrî’nin hayatı, edebî şahsiyeti ve eserleri hakkında bir girişle
birlikte Hüseyin Ayan tarafından neşredilmiştir69
Dîvân’da bulunan kasîdelerden ikisi nâ’t olup, biri, velâdet sebebiyle
yazılmıştır. Birisi Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’ye methiyedir. Dört kasîde IV. Murat’a
sunulmuştur. Dört kasîde Sultan İbrâhim’e yazılmıştır. (Nevrûziyye, Şehzâdelerin
doğumu, fetih münasebetiyle). İki kasîde de Dödüncü Mehmed’e sunulmuştur. Diğer
kasîdeler de devrin devlet ricâline sunulmuş ve ya gönderilmiştir. Cevrî’nin
Dîvân’nındaki terkîb-i bendlerinde, tasavvuf yönüyle, seyr-i sülûkün ileri safhasında
olduğu anlaşılır. Dîvân’nının, tarihler kısmında devrinin her türlü hadisesini tesbit
eden tarih kıtaları vardır.70
2- Selimnāme
Selîmnâme, Bitlisli Şükrî’nin Koçi Bey’in takrîrleri çerçevesinde 930/1523 ’da
yazdığı aynı adlı mesnevîsinin yeniden telif edilmiş şeklidir. Cevrî’nin ilk vücûda
getirdiği mesnevîdir.71 Eserde Yavuz Sultan Selim’in menkabeleşmiş şahsiyeti ve
kahramanlıkları anlatılmaktadır. 1037/1627 ’de yazılan ve XVII. yy.’lın başarılı
mesnevilerinden olan mesnevinin bilinen tek nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir.72
68 Şeyhî, Muhammed Efendi, Şakâyık-ı Nûmâniyye ve Zeylleri, III, 663-665. 69 Hüseyin Ayan, Cevrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni Erzurum 1981. 70 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 10-12. 71 Saadettin Nuzhet Ergun, Türk Şâirleri, s. 1062. 72 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 12.
19
3- Hilye-i Çihār- Yār-ı Güzîn
Hilye-i Çihâr Yâr-ı Güzîn, Cevrî’nin en meşhur eserlerinden biridir. Pek çok
nüshası bulunan ve ayrıca 3 defa basılmış olan 145 beyitten ibâret bu küçük mesnevi,
Hākānî Mehmed Bey’in Hilye’sinden ilham alınarak 1040/1630’da yazılmıştır. Hilye-
i Çihâr Yâr-ı Güzîn, dört halifeyi değişik özellikleriyle tasvîr ederek onları öven kısa,
mesnevî tarzında yazılmış bir manzumedir.
4- Hall-i Tahkîkāt
Hall-i Tahkîkât, 415 beyitlik Türkçe terkib-i benddir. 1057/1647’de kaleme
alınan eserin adı ebced hesabıyla telif tarihini verir. Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’ya
ithaf edilen Hall-i Tahkîkât, 61 beyitlik başlangıç bölümünden sonra Mevlânâ’nın
Mesnevî’sinin ilk 18 beytiyle, eserden seçilen kırk beytin her birine beşer beyit
eklenmesinden meydana gelmiş, sonuna da altı beyitlik bir hatime kısmı ilâve
edilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde pek çok yazması mevcut olan eserin sadece
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde sekiz nüshası bulunmaktadır. Hall-i Tahkîkât
ayrıca Aynü’l-füyūz ile birlikte basılmıştır.73
5- Aynü’l- füyūz
Aynü’l- füyūz, Yusuf Sîneçāk Dede’nin, Mesnevî’den bir mana bütünlüğü
içinde seçtiği 366 beyitten meydana gelen Cezîre-i Mesnevî adlı eserinin manzum
şerhidir.
‘‘Cezîre-i Mesnevî’’, XVI.yy. Mevlevî şâirlerinden, Yusuf Sîne-Çak’ın,
Mevlânâ’nın 26.000 beyit tutarındaki Mesnevî’sinde, aralarında anlam bütünlüğü
olan 366 beyti seçerek, yine adını Mesnevîdeki bir beyitten alıp Cezîre-i Mesnevî
diye adlandırdığı bu eseri, özellikle Mevlevîler arasında çok beğenilmiştir.74
Abdülmecid Sivâsî, İlmî Dede ve Şeyh Gâlip gibi şair ve bilginlerce şerhi
yapılan eseri Cevrî de her beyte beş Türkçe beyit ilâve ederek şerhetmiştir. Başlıkları
73 Hüseyin Ayan, Cevrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, s.16. 74 haz.Yrd. Doç.Dr. Mehmet Vanlıoğlu, Yrd. Doç.Dr. Turgut Karacabey, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Atalay, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî; Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyât Fak. Yay. Erzurum 1996.
20
da manzum olan eser Sofu Mehmed Paşa’ya sunulmuştur. Aynü’l-füyūz ismi ebced
hesabıyla eserin yazılış tarihini yani 1057/1647’yi göstermektedir.75
6- Melhame
Melhame, Cevrî’nin çok tanınmış eserlerinden biri olan bu mesnevî, Yazıcı
Salih’in 811/1408 yılında yazdığı Şemsiyye adlı mesnevîsinin 1044/1635’te Cevrî
tarafından yeniden kaleme alınmasıyla meydana gelmiştir. Şemsiyye’sinin
anlaşılması güç olduğu gerekçesiyle, insanların okuyup faydalanması için, bir
dostunun ricâsı üzerine Melhame’yi yazmıştır. Melhame 3617 beyit olup, 4788 beyit
olan aslından daha kısadır.
Muhtevâsı zengin bir kitaptır. Tabii olayların, içtimâî olaylar üzerindeki
tesirleri daha açık ifâde edilmektedir. Zirâatla uğraşan insanların ihtiyaç duyduğu
meselelere çok yer verilmiştir.
Eserin birçok yazma nüshası vardır. Melhame, 1294/1877’de basılmıştır.76
7- Nazm-ı Niyâz
Nazm-ı Niyâz, 12 ayın özelliklerinden bahseden Mart ayından başlayarak, yılın
aylarını nazmeden mesnevî tarzında yazılmış bir kitaptır. Yaklaşık 200 beyitten
oluşmuştur. Bilinen tek nüshası İstanbul Üniversite Kütüphanesinde olan bu eser,
kötü bir yazıyla mensur bir eser gibi istinsah edilmiştir. Eserin adı ebced hesabıyla
yazılış tarihi olan 1058/1648’i göstermektedir.77
Bunların dışında, Târih-i Cevrî Çelebi, Terceme-i Pend-i Attâr, Terceme-i
Ahvâl-i Hâce Hâfız-ı Şirâzî, Terceme-i Şehnâme-i Firdevsî-i Tūsî adlı eserler de
Cevrî’ye isnâd olunmuştur. Ancak Hüseyin Ayan Cevrî ile ilgili çalışmasında bu
eserlerin Cevrî’ye âit olamayacağını gerekçeleriyle birlikte izâh etmiştir.78
75 Hüseyin Ayan, Cevrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, s.17. 76 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.21-27. 77 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.27. 78 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.29-30.
21
III- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN
A- HİLYE-İ CEVRÎ’NİN YAZMALARI
Cevrî’nin Hilye-i Çihâr-Yar-ı Güzîn adlı eserinin birçok kütüphanede çok
sayıda yazma nüshası mevcuttur. Biz bu çalışmamızla 17 kütüphanede 43 adet kayıtlı
nüshayı tespit ettik.
Bu nüshaların bulundukları kütüphaneler, istinsah tarihleri, demirbaş
numaraları, sayfa sayıları, aşağıda belirttiğimiz gibidir.
1) Yapı Kredi Bankası Kütüphanesi, D.No: 15919, Sayfa:1b-17b İst.T. : __.
2) Hacı Selimağa Kütüphanesi, Hüdâyi Efendi Bölümü, D.No:1282, Sayfa :
42-49, İst.T.: 1320.
3) Beyazıt Devlet Kütüphanesi, D. No:3342, Sayfa:26b-31b, İst.T.: __
4) Beyazıt Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi Bölümü, D. No:1548, Sayfa:
159a 163a yk. İst.T. : __.
5) Kütahya Vahit Paşa İl Halk Kütüphanesi, D.No:338, Sayfa: 4 İst.T.: __.
6) Kayseri Raşit Efendi Kütüphanesi, D.No: 99, Sayfa: 32b-46a Yazar Adı:
Cevrî İbrahim Dede b. Abdullah el-Mevlevî İst.T.(Bş.-Bt.):1050.
7) Nūruosmâniye Kütüphanesi, D.No:4959, Sayfa:380-389, İst.T. : __.
8) Nūruosmâniye Kütüphanesi, D.No:790/2, Sayfa:7 yp., İst.T. : __.
9) Nūruosmâniye Kütüphanesi, D.No:791/2, Sayfa: 26a- 29b yp.
İst.T.: __.
10-11) İ.Ü. Merkez Kütüphanesi, D.No: 96 ve 769, Sayfa:__, İst.T.: __ .
12) Köprülü Kütüphanesi, Mehmed Âsım Bey Bölümü, D.No:410, Sayfa: 24-
29, İst.T.(Bş.-Bt.): 1253.
13) İzmir Millî Kütüphanesi, Yazmalar Kataloğu, D.No:1725/2, Sayfa:18a-21a,
Dili:Arapça (edebiyat), İst.T.: __ Notlar: 23 satır; 205x140 (140x70 mm..)
14) Türkiye Yazmalar Katoloğu, Selçuk Üniversitesi, Ali N. Tarlan Bölümü,
D.No:038, Sayfa:28b-34a (Filibeli Mustafa Asım) İst.T. : __.
22
15) Manisa İl Halk Kütüphanesi, D.No:1643/7, Sayfa: 74-79, İst.T.: __
Notlar: 19 satır; 197x123; 174x70.
16) İstanbul Belediye Kütüphanesi, Belediye Bölümü, D.No:561, Sayfa: 39–43
(Türk Edebiyâtı -Türkçe) İst.T.(Bş.-Bt.):1050.
17–29).Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, D.No:3700,
Sayfa:88–93, İst.T.(Bş.-Bt.): 1128–1716.
30–32) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbî Bölümü, D.No:2089,
Sayfa: 43-49, İst.T.: __.
33) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Uşşakî Tekkesi Bölümü, D.No:07,
Sayfa:72-78, İst.T.: __, Müstensih: Muhammed b. Mustafa.
34) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü, D.No:365,
Sayfa:11-17, İst.T.(Bş.-Bt): 1123.
35) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Şazeli Tekkesi Bölümü, D.No:29, Sayfa:
76–81, Müstensih: Seyyit Aliyyüddin Ani el-HALVE, İst.T. : __.
36) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, D.No:2850,
Sayfa:11-15, İst.T.: __.
37) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, D.No:2755,
Sayfa:20-23, İst.T.(Bş.-Bt.)1075.
38) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Halet Efendi Bölümü, D.No:36, Sayfa:1-
7(İslam Tarihi Konusu), Eser Adı:Hilye-i Şerif, İst.T. : __.
39) Süleymaniye Genel Kütüphanesi, Halet Efendi Bölümü, D.No:355,
Sayfa:207-211 (Sahabe-Tabiûn Konusu), Eser Adı: Manzum Hilye-i
Çihar-yâr-ı Güzîn İst.T. : __.
40) Tire Kütüphanesi, Necip Paşa Vakfı Bölümü, D.No:136, Sayfa:6 (Konu:
Hulefâ-i Râşidîn), İst.T.: __.
41) İstanbul Merkez Kütüphanesi, Türkçe Bölümü, D.No:1905, Sayfa:50, Eser
Adı: Hilye-i Enbiya, İst.T.: __
42) İstanbul Merkez Kütüphanesi, Türkçe Bölümü, D.No:3807, Sayfa :__,
İst.T.(Bş.-Bt.): 1077. Eser Adı: Hilye-i Enbiya ve Cihâr-yâr-ı Güzîn
43) İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, D.No: 1921, Sayfa:__,
İst.T.: __, Eser Adı: Hilye-i Enbiyâ-i İzam Eser Adı: Hilye-i Nebî
Aleyhisselam ve Çihâr-yâr-ı Güzin.
23
Bunlardan başka, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in iki nüshası, Konya Mevlânâ
Müzesi Kütüphanesi, nr: 1175 ve nr: 4008 mecmualarda kayıtlıdır. Her iki mecmuâ
Cevrî İbrahim Çelebî’nin Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîni, Na‘tî’nin Hilye-i ‘aşara-i
Mubaşşara’sı, Nakşî Dede’nin Hilye-i Mevlânâ’sı, Neşâtî Ahmed Dede’nin Hilye-i
Enbiyâ’sından mürekkeptir.79
Ktp. Adı : Konya Mevlânâ Ktp.
D. No : 1175
Mecmua cilt : 125( 21x14.8)
Yazı eb’adı : 16x7.5
Kâğıt kaplı, Türkçe, manzum, kenarları surh cetvelli; başlıklar surhla yazılmış,
yazı güzel bir nesih.
Cevrî İbrahim Çelebî: Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn, 16 yaprak. Her yaprakta 21
satır var. Cevrî, Mevlevî olmakla beraber Melâmîliğe de (Hamzavî) intisab etmiştir.
1065 H.’de (1654/1655) vefât etmiştir.80
Ktp. Adı : Konya Mevlânâ Ktp.
D. No : 4008
Mecmua cilt : 821( 22x16.8)
Yazı eb’adı : 17.3x11.5
Üstü bez kaplı, köşeleri ve sırtı meşin mukavva ciltli, 22 yaprak. Her satırda 15
satır var. Yazı nesih. Başlıklar surh, sayfa kenarlarıyla mısra‘ araları surh cetvelli.81
79 Mecmua, D.nr: 4008, cilt: 821 için bkz.; A. Gölpınarlı, “Mevlana Müzesi, Yazmalar Kataloğu’’
III, 171-172, T.C: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müd. Yayınları. Seri:3 s.9.
Mecmua, D.nr:1175, cilt:125 için bkz; Abdülbâkî Gölpınarlı,“Mevlana Müzesi, Yazmalar Kataloğu’’, I, 113-114., MEB Eski Eserler ve Müzeler Genel Müd. Yayınları, Seri, II, No: 6.
80 bkz. Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, II,126-128; Ayrıca bkz., Abdülbâkî Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s.148-151, İ.Ü. Yay., Devlet Mat.-1931.
81 A. Gölpınarlı, “Mevlana Müzesi, Yazmalar Kataloğu’’, III, 171-172, T.C: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müd. Yayınları. Seri:3 s.9.
24
B- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN BASMALARI
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn , Cevrî’nin en meşhur eserlerinden biridir. Yukarıda,
bulundukları kütüphane isimleriyle birlikte verdiğimiz pek çok nüshası bulunan bu
eser üç defa da basılmıştır:82
İkinci baskını, Mektep Mecmuâsının 30 Kanunuevvel 1309, s.37-39 ve 13
Kanunussānî 1309/1891 tarihli s.74-77 de bulunan 1 ve 2. Sayısındaki ‘‘Nüsha-i
Matbua’’ diye ifâde ettiği nottan anlıyoruz. Hüseyin Ayan, Diyanet İslâm
Ansiklopedisi için yazdığı Cevrî Maddesinde, bu bilgiyle 1317 tarihini de birlikte
verir.
Üçüncü baskısı Tahir Olgun tarafından hazırlanmıştır.83 Cevrî Dede Merhûm,
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn, adıyla Karabet Matbaası baskısıyla 1317/1899’daki
İstanbul baskısıdır84
Biz bu çalışmamızda, Mektep Mecmuâsı, sayı:1–2, 1891 tarihli, Arapça
harflerle matbu risaleden istifâde ettik.85 Matbu olan risâlede bu küçük mesnevîde
belirtilen dipnotlardan anladığımıza göre bu çalışma birkaç nüsha karşılaştırarak
matbu hale getirilmiştir. Bu nedenle biz araştırmamız için çok sayıda nüshayı tek tek
karşılaştırmak yerine birkaç nüshanın karşılaştırılması sonunda matbua geçirilen
Mektep Mecmuasında yayımlanan metni incelememize esas aldık.
Ancak, Kültür Bakanlığı Süleymâniye Genel Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi
Bölümünde, bulunan nüshasıyla belirttiğimiz matbu olan Hilye-i Çihâr-Yâr-ı
Güzîn’i karşılaştırdık. Tesbit ettiğimiz farklılıkları ilgili yerlerdeki dipnotlarla
gösterdik.
Kütüphanelerdeki nüshaları bulmak için yaptığımız taramada, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde, D. No: 11208, Sayfa: 24,Yazar
Adı: Cevrî Dede, Bsm. T.(Bş.-Bt): 1317(Osmanlıca) kayıt bilgilerine ulaştık.
82 Hüseyin Ayan, ‘‘Cevrî’’ mad., D.İ.A., VII, s. 460; Ayrıca bkz., Adem Ceyhan,C.B.Ü.Fen-Edebiyat
Fak., Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1997, S.1, s.239. 83 Hüseyin Ayan, Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, s.15. 84 Adem Ceyhan, a.g.m., s.253.,Ayrıca bkz. Hüseyin Ayan, , a.g.e., s.15 85 Türk Edebiyâtı Araştırmaları, II, 58, 1891.
25
C- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN İLE İLGİLİ YAPILAN
ÇALIŞMALAR
Hüseyin Ayan, Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli
Metni adlı çalışmasında Cevrinin eserlerini tanıtırken, Hilye-i Cevrî’nin Mukaddime
ve Hâtime bölümlerinden bazı beyitleri örnek vermiştir. Burada Hüseyin Ayan,
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzînin edebî tertîbi konusunda kısaca bilgi verir sonra
Cevri’nin hilyesindeki tarih mısraı ile ilgili kanaatini delilleriyle ifade eder.86
Sadık Erdem mezuniyet tezi olarak ‘‘İbrâhim Cevrî Çelebi’nin , Hayatı-
Şahsiyeti- Eserleri ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in Edisyon kritiği’ni 1980 yılında
hazırlamıştır.87
Adem Ceyhan, “Eski Türk Edebiyâtı’nda Sad-Kelime-i Ali derleme Tercüme ve
Şerhlerine Dair makalesinde dört halîfe için yazılan hilyeler hakkında bilgi
verdikten sonra, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’de Hz. Ali’nin hilyesinin anlatıldığı
bölümü, metin ve nesre çevirisiyle birlikte vermiştir88.
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in yazılış tarihi ile ilgili farklı görüşleri ve bu konu
hakkındaki kendi tezini de burada ifade etmiştir.
Yrd. Doç Dr. Ahmet Yılmaz, Na’ti Mustafa, Ethem ü Hümâ(İnceleme-Metin)
adlı çalışmasında, Cevrî İbrâhim Çelebî’nin yarım kalan manzum Çâr-Yâr-Hilyesini,
Aşere-i Mübeşşereye âit bilgileri de derleyip eklemek sûretiyle tamamladığını söyler.
Eserin sadece Konya Mevlânâ Kütüphanesinde Kütüphanesi’nde bulunan bir
nüshasını incelediğini, belirttikten sonra, nüsha tavsifiyle ilgili;
Başı: Hamd bî-minnet olan Mevlâya
Hamd Ĥallaķ-cihan-pîrâya
Son: Na‘tî’ye lutf-ı firâvân eyle
Fazl u in‘amınâ şâyân eyle
86 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 31. 87 Sadık Erdem, İbrâhim Cevrî Çelebi’nin , Hayatı-Şahsiyeti- Eserleri ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’in
Edisyon Kritiği, İstanbul Üniversitesi, Edebiyât Fakültesi, Mezûniyet Tezi , İst.-1980. 88 Adem Ceyhan, Eski Türk Edebiyâtı’nda Sad-Kelime-i Ali derleme Tercüme ve Şerhlerine Dair, Celâl
Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyât Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1997, S.1, s. 232-254.
26
Türkçe nesih hatla,210x148(160x75) ölçüsünde 21 satırlı 4 yaprakta, 6a-10a
yaprakları arasında krem rengi kâğıda yazılmıştır. Başlıklar ve cetveller kırmızıdır.
Mecmua, mukavva bir cilt içindedir. İstinsah tarihi ve müstensihi belli değildir. Eser,
Nakşî Enbiyâsı ile birlikte ciltlenmiştir. Sâlim Tezkiresinde ‘‘Manzume-i bî-
nazîr’’(s.678)olarak nitelenen bu esrin sonunda aşağıdaki şu beytin yazılı olduğu da
ifâde edilmekteyse de, gördüğü nüshada bulunmadığını belirtir:
Umarum kim ola bu nazm-ı güzîn
Hüccet-i firdevs mesken-i berîn
(Bu eserin bir nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi Ktp. Nr.1175 ile kayıtlıdır:
vr.6a-10a )89
D- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN EDEBÎ DEĞERİ VE TÜRK-
İSLAM EDEBİYÂTINDAKİ YERİ
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’de Cevrî’nin bilgi birikimi bakımından hem İslâm
Tarihi, hem de dört halîfenin hayat ve ahlâkına dâir yeterli bilgiyi hâiz olduğu
görülür. Dili kullanmadaki hüneri, onun Arapça Farsça ve Türkçe kelime
zenginliğiyle beyit ve terkiplerinde farkedilir.
Cevrî’nin Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’de dili genelde sade olmakla beraber bazı
Farsça ve Arapça’dan mürekkep terkipler özellikle seçilerek oluşturulmuş gibidir.
Hakânî’nin Hilyesi’ne gıpta ettiğinden bu Cevrî’nin Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’i
yazdığını eserin Mukaddimesinde kendisi ifâde etmiştir. Ona göre bu haliyle
Hakanî’nin Hilyesini, dört halife hakkında olan, kendi hilyesiyle tamamlamıştır90. Bu
nedenle bir bakıma, dört halifeye isnad olunabilecek bazı terkipleri, özellikle onları
nitelemek amacıyla kullanmıştır.
89 Ahmet Yılmaz, Na‘ti Mustafa , Ethem ü Hümâ (İnceleme-Metin), I. Bölüm, s. 23-24, T.C. Selçuk
Üniversitesi Yay. Konya, 2001. 90 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 15.
27
Cevrî Çelebî Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn ile Edirne’de Mevlevî şeyhî Neşâtî’ye
(?-1674) tesir etmiştir. Neşâtî Hilye-i Enbiyâsını “Cevri’ye özenerek kaleme
almıştır”.91
Cevri Terkib-i Bentleriyle Bağdatlı Ruhi ile Ziya Paşa arasında köprü
vazifesini görmüştür. Çünkü onda Bağdatlı Ruhi’nin tesiri oldukça açıktır.
Gazel ve Kasidelerinde Nef’i (?-1634)’nin tesiri görülür. Lakin Cevri Nef’i
kadar tantanalı ve gümbürtülü değildir. Hatta onun şiirlerinde Hezli, hicvi, mizahı
çağrıştıran uzaktan yakından hatırlatan. Remiz ve mazmunlara rastlanmaz.92
Cevri’nin dilinde Arapça ve Farsça kelimeler 17. yy a kadar dilimize
yerleşenlerdir. Lakin üçlü ve dörtlü Farsça tamlamaları sık sık kullanır. Bu
imkânlarla Cevri’nin meydana getirdiği teşbih ve istiareler zengin mana yükü
taşırlar. Mecazlar dünyası ise Cevri’nin geniş kültürünün izlerini taşır.93
Medreselerde okutulan bilgilere sahip Mevlevi Tarikatı’na mensup divan ve
tekke şiirine vakıf ayrıca sağlam bir yazı tekniği olan Cevri, zengin bir şiir mirası da
bırakmıştır.94
91 İsmâil Beliğ, Nuhbetü’l Asar li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’ar, (haz. Prof. Dr. Abdülkerim Kadiroğlu,
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay.), s. 62-63, S:168, Tezkireler Dizisi: 4 [ I. Baskı; Gazi Üniversitesi, Ankara 1985;]
92 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 46. 93 Hüseyin Ayan, Cevrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, s. 50. 94 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.31.
28
II. BÖLÜM
HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN-METİN-MUHTEVÂ-TAHLİL
I- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN-METİN
ĤÎLYE-İ CEVRÎ
Minnet Allâh’a ki ber-vech-i kemâl
Adem’e ķıldı ‘atâ ĥüsn ü cemâl
Şekl-i zîbāsını bî miŝl ü nažîr
Eyledi levĥ-i vücūda taśvîr
Ķalem-i śun‘ı bedî‘i’l-eŝerî
Çekti çūn naķş vücūd-ı beşerî
Virdi pîrāye yed-i ķudret ile
İtdi zîbinde ānı ĥikmet ile
Ħalķ idüp aĥsen-i taķvim üzre
Yazdı ‘ünvānını ta‘zim üzre
Eyleyüp ‘ızzetini şānın a‘lā
Didi ĥaķķında ānuň ‘‘Kerremnā’’
29
Âdeme verdi ‘acîb ferr u bahâ
Ħalaķallâhu ‘alâ suretihî95
Geldi bu śūret ile çūn Âdem
İtdiler secde melâik ol dem
Hem idüp lâyıķ-ı ‘izzet bi’ź- ź ât
Vechini vechine ķıldı mir‘āt
Ĥabbeźā ķudret-i Ĥaķķ Celle Celâl
Ĥabbeźā śun‘ı-Ħüdâ-yı müte‘âl
DER-NA’T-I HAZRET-İ NEBÎ
Śallâllāhü ‘aleyhi ve sellem
Yarâşûr bulsa bu nazm-ı ġarrā
Na’t-ı Peyġamber ile ferr u bahā
Ĥilye pîrā-yı cemāl-i ma‘nā
Śūret-ārā-yı kemāl-i ma‘nā
Cevher-i āyine-i ĥüsn-i ezel
Pertev-i nūr-ı Ħüdā ‘Azze ve Cell
95 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada bu beyit vardır, matbuda yoktur.
30
Zînet-efzā-yı sarāy-ı imkân
Revnāķ efrūz-ı revāķ-ı dîl ü cān
Serv-i-bî-sāye-i büstān-ı vücūd
Naķş-ı pîrāye-i eyvān-ı96 vücūd
Aĥmed-i Mürsel ü maĥbūb-ı Ħüdā
Ki odur bî-bedel ü bî-hemtā
Yoġıdı āña melāhĥatde ‘adîl
‘‘Ene emleĥu’’ bu söze oldu delîl
Kendū ĥüsnünden îdüp āña naśîb
Eyledi Ĥaķķ ānı kendüye Ĥabîb
Sıfatı oldı śafā-yı dîl ü cān
Ĥilyesi ĥırz-ı beķā-yı îmān
Levĥ-i evśāfına tā rûz-i ķıyām
Ola pīrāye taĥiyyāt u selām
MUĶADDİME97
Bundan aķdem ķalem-i Ĥāķānî
Śūret-i ma‘naya vermiş cānî
96 Diğer bir nüshada ‘‘eyvān’’ yerine ‘‘dîvan’’ yazılıdır. 97 Süleymâniye Genel Ktp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada, ‘‘Der muķaddeme-i nažm-ı çâr-yâr-ı ‘ālî / Muķadder rađıyallāhu ‘anhüm’’ şeklindedir.
31
Olmış ōl şāir-i pākize-edā
Nāžım-ı ĥilye-i maĥbūb-ı Ħüdā
Bulmış ol devlete isti‘dādı
Ĥilye nažmında añılmış adı
Eŝer-i mu‘cize-i medĥ-i Resūl
Eylemiş ānı müsellem, maķbūl
Resm-i inśāfı îdenler icrā98
Olmasa āña muķallid-i evlā
Līk ben ġıbŧa idüp bu eŝera
Şevķim artırdı getürsem nažara
Şükr ü minnet baña da bu yüzden
Feyż-i cūd eyledi Zü’l-fażl u minen
Çār-yāruñ śıfat ü hey’etini
Yek-be-yek ĥilyesini śūretini
Cem‘ idūp bir yere tertîb itdüm
Lafz u ma‘na-y-ile terkîb itdüm
98 Bu beyit, Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada yoktur.
32
Nažm idüp ānī bi-ķadri’l-imkān
Eyledüm ĥilyelerin şerĥ ü beyān.
‘‘ĤİLYE-İ ŚIDDÎĶ-I ‘ATÎĶ’’
Kāne Ebū Bekr (Rađıya’llah ü ‘anhü) racülen ŧavîlen naħîfen, ħafîfe’l-laĥmi,
ebyađa, ħafîfe’l-‘āriżeyn, ma‘rūķa’l-vechi, nātiye’l-cebheti, ġāira’l-‘ayneyni, ‘âri’l-
aşāci’i, yaħżıbü bi’l-hınnāi ve’l-ketemi, lā yestemsikü niŧākahü yürħi ‘an ĥaķveyhi.
Naķl ile böyle olundı taĥķîķ
Hilye-i ĥażret-i śıddīķ-ı ‘atîķ
Ĥilyesin vaśf iden erbāb-ı süħān
Başlamış ķāmet-i mevzūnından
Ya‘ni itmişdi ānuñ śun‘ı Ħüdā
Ķāmet-i sidre ħirāmın bālā
Sürüdi gülşen-i śıdķa ol ķad
Ger ŧavîl olsa değil müsteba‘d
Mescid-i dîne iden ānı imām
Ķāmetin itdi sütūn-ı İslām
Teni olmışdı o ķāmet-ile naħîf
Öyle žann eyleme kîm ola żaîf
33
O neħāfetle o bālā ķāmet
Yarāşık merd idi śāĥib-i ķuvvet
Āz idi laĥm-ı laŧîf-i bedenī
İ‘tidāl üzre idi şaĥm-ı tenī
Vechinüñ olmuşıdı levnī sefîd
Reşk iderdī āña nūr-ı ħurşîd
Hem daħi böyle olmuşıdı bî- ŧaĥfîf 99
Rîşinüñ cānib-i bālāsı ħafîf
Hem daħî böyle olındī tahķīķ
Ki ola ruħlarınuñ cildi raķîķ
Dīdiler vaśf-ı cebīninde kibār
Meşriķ-ı śubĥ-ı hidāyet envār
Śun‘ı üstad-ı bedī‘u’l-ĥikmet
Ālnın itmişti muĥaddeb-hey’et
Görseñ ol cebhe-i pür-nūrı eğer
Žann iderdüñ ki ola cirm-i ķamer
99 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada bu ve bundan sonraki beyit
arasında takdim-tehir edilmiş.
34
Nūr ile ŧutsa n’ola meydānī
Gūy-ı ħurşîd idi ol pîşānī
Kāse-i çeşmi ‘amīķ olmuşıdī
Nūr ile bāśırası dolmuşıdī
Śūret-i ‘aybdan ol çeşm-i güzîn
Merdümin itmişidî dur-nişîn
Ol iki ‘ayn kerāmet baśarī
Ħalķa eylerdi keremle nažarī
Vaśf-ı engüştünī yazdıķta ķalem
Böyle ĥall eyledi bu ‘uķdeyi hem
Ol mefāśıl ki ķomış ānda Celîl
Eylemiş laĥmini ġāyet de ķalîl
Her benānı ķalem-i ķudret idi
Ol mefāśıl kürre-i ĥikmet idi
Zînet-i ĥilye iderdi her dem
Liĥye-i pākini ĥannā vü ketm
Śubĥ-ı śādıķ gibi ol riş-i sefîd
Şafaķ-ı surħle olurdı bedîd
35
Daħī ol merd-i kerāmet peyvend
Eylemezdi kemerin muĥkem bend
Mūy idi ża‘f-ı bedenle o meyān
Āña olurdı kemer bār-ı girān
Eylemişdi o kerîmü’l-aħlāķ
Kemer-i tāat-ı mevlāyı niŧāķ
ĤİLYE-İ PĀK-İ ‘ÖMER
Kāne ‘Ömeru (Rađıya’llāh ü ‘anhu) ādeme şedîde’l-üdmeti ve ‘aleyhi’l-ekŝerūn.
Ve ķīle: İnnehū kāne emheķa, kāne ŧavîlen cesîmen asle‘a şedîde’ś-śala‘i, ħafîfe’l-
‘āriżeyn şedîde’l-ĥumrati fī’l-‘ayneyni, kāne100 keŝŝe’l-liĥyeti a‘sera ve yesera
şāribühâ keŝīruş-şa‘ri fī etrāfihe śuhbetün101.
Vaśf iden ĥilye-i pāk-i ‘Ömerī
Virdi śıĥĥatle bu yüzden ĥaberi
Ki ola ġāyetle kendüm ġūn
Ĥabbeźā śun‘-ı Ħüdā-yı bî-çūn
İħtilāf eylediler bunda kibār
Ekŝerī virdi bu ķavl üzre ķarār
100 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada ‘‘Kâne’’ yoktur. 101Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada ‘‘fī etrāfihe śahbetün’’ ifadesi
yoktur.
36
Hem dinilmiş ki o vech-i rūşen
Ola revnāķ-ı şiken levn-i leben
Reng-i ruħsār bahār efrûzî
Dînüñ olmuşdı gül-i nevrûzî
Ānuñ itmişdi ħüdāvend-i celîl
Sidre-i ķaddini mevzūn ü ŧavīl
‘Alem-i dīn-i mübîn idi o ķad
Źılli olsa n’ola memdūd-ı ebed
İtdi çün maślaĥat-ı dīne ķıyām,
Ser-firāz oldı livā-yı islām
Hem bu ķāmet-ile cesāmetlū idi
Yāl u bāl ehli śalābetlū idi
Bu mehābetle görünse her bār
Āndan İblis o dem eylerdi firār
Bu muĥaķķaķ ĥabere itme gümān
Ki kaçar żıll-i ‘Ömer’den şeyŧān
37
Naķşına diķķat iden böyle didi
Mūydan pîş-i ser-i sāde idi
İki yanında ķatī az idi ķīl
Her biri eyler idi misk-i ħacīl
İki ‘ārıżları olmuşdı ħafīf
Böyle mevśūfdur ol źāt-ı şerīf
‘Ārıżı āb-ı ruħ-ı ‘izzet idi
Levn-i śāfı leben cennet idi
Daħi itmişti dū-çeşmin ķudret
İki yāķūtu şedîd-ü’l-ĥumrāt
Eylemiş sāķi-i śohbā-yı ķader
İki çeşmin iki la‘lin sāġar
N’ola sürħ oldı ise çeşmi müdām
Mest idi cām-ı maĥabbetle temām
N’ola sürħ olsa o çeşm-i gül-gūn
Ħavf-ı Ĥaķķ dāim iderdi pür-ħūn
Ol meĥāsin ki aña zīnet idi
Deste-i yāsemen-i cennet idi
38
Beñzemez āña reyāĥīn-i ciĥān
Dinilürse n’ola reyhān-ı cinān
Eylemişdi iki destin Yezdān
Śun‘ı ĥikmetle ‘amelde yeksān
Rast-girdār idi ol ĥūb-etvār
Bir idi āña yemin ile yesār
Sebletinde vār idi keŝret-i mū
Sünneti itmiş idi ‘ādet ü ħū
Hem didi şāribinüñ vaśśāfı
Ĥumrate māil idi etrāfı
HİLYE-İ PĀK-İ ‘OSMĀN
Kāne ‘Oŝmānü (Rađıya’llāh ü ‘anhü) rab‘aten ĥasene’l-vechi raķīķā’l-beşerati
keŝīra’l-lihyeti esmera’l-levni keŝīra’ş-şa‘ari żaĥme’l-keradīs-i be‘īde mā beyne’l-
menkıbeyni ve yeşüddü esnânehû bi’ź-źehebi bi-vecneteyhi nüktātü cüderiyyin
şa‘rahu ķad kesā zirā‘ayhi müşrefe’l-enfi min ecmeli’n-nāsi lehü cümmetün esfelü
min şahmeti üzüneyhi.
Ĥilye-i pāk ü latîf-i ‘Oŝmān
Oldı bu vechile taĥķīķ ü beyān
39
Vasaŧu’l-ķāme idi ol dānā
Ħayr-ı maĥż olsa n’ola ser tā-pā
İ‘tidāl üzre idi ķaddi temām
Bir sehî-serv idi mevzūn-i endâm
Gülbün-i cennet idi ol ķāmet
Ravża-i dīne virirdi zīnet
Hem dimişler o güzīn-i beşera
Hasenü’l vechi raķīķu’l-beşera
Gül-i ruħsār-ı ter u ħurrem idi
‘Araķ-ı şerm ü ĥayā şebnem idi
Gerçi kim ol gül-i gülzār-ı ĥayā
Ĥande itmezdi edebden ammā
Bir güzel yüzlü güzel server idi
Ĥüsnī dünyāyı esīr eyler idi
Hem olup liĥtesinüñ mūy-ı keŝīr
Āña āşüfte idi misk ü ‘abīr
40
Eylese rīşine ĥannā-yı ĥıđāb
Çemen-i ĥüsni olurdı şādāb
Esmeru’l-levn idi ol vech-i ĥasen
Cümle elvandan odur müstaĥsen
Dāim olmuşdı o vech-i pür-nūr
Burķa‘ı şerm ü ĥayāda mestūr
Edebinden nažar ittikçe āñā
Ķudsiyān eyleridi istiĥyā
Ŧavr-ı ādābına virmişdi ķarār
Ĥilmine zīnet idi ferr u vaķār
Gerçi ġāyet çoġıdı mūy-ı tenī
Nūr idi žulmet içinde bedenī
Cirm-i ħurşīd idi ol cism-i sefīd102
Mūyı olmuşdı şu‘ā-‘ı ħurşīd
Ķuvvet-i103 śun‘ı ħüdāvend-i ķadīm
Her ser ‘użvunī itmişti ‘ažīm
102 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada bu beyit yoktur. 103 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada ‘‘Ķudret’’ ifadesi geçiyor.
41
Daħī olmuşdı be-ŧaķdīr-i mecīd
İki düşānesi mā beyni be‘īd
Bend-i esnānı idi şedd-i źeheb
Āñā maħśūś idi bu ŧavr-ı ‘aceb
Cümle ża‘f üzre olan dişlerini 104
Ya‘ni ol dürc-i ĥikem cevherini
Eyleyüp rişte-i zer-ile beste
Böyle nuŧķ eyleridi peyveste
Cümle dendānı idi ĥāśılı bu
Tār-ı zerrine yine dizilmiş lü’lü
Görünürdi āñā itseñ nažārī
Vech-i pākinde nişānı cedri
Cā-be-cā bāġ-ı rūħında bu eŝer
Ĥüsnine virmişidi zīnet ü ferr
Mūy-ı bāzūsun iderdi mestūr
Vaśfı bu resme olunmuş mesŧūr
104 (Cümle źî ķıymet olan dişlerini). Nüsha-i Matbua
42
Tār-ı giysüsī irüp gūşına tā
Sünbül olmuşdı gül üzre gūyā
ĤİLYE-İ PĀĶ-Î ‘ĀLİ
Kāne ‘Aliyyün (Rađıya’llāh ü ‘anh) ādeme şedīde’l-üdmeti aķrabe ile’l ķıśari
mine’ŧ-ŧūli keŝīre’ş-şa‘ri ve liĥyetühü ‘arîżun ve aśferu aśle‘u ĥasenü’l-vechi
‘ažīmü’l-baŧnı māilün ile’s-simeni ed‘acü’l-‘ayneyni ‘ažmühā ‘arīżun mā beyne’l-
menkıbeyni lā yebînü ‘ażudün min sā‘ıdihi şeŝnü’l-keffeyni ‘ažīmü’l-kerādīsi kāne
‘unuķuhü ibrīķa fiżżatin leyse fî ra’sihî şa‘run illâ fî ħalfihî ve kāne izā
meşā tekeffee.
Levĥ-i āyine-i vech-i ezelî
Maĥrem-i rāz-ı nebî ya‘ni ‘Alî
Bu śıfatlarla olunmuş taśvîr
İdeyin şeklini naķl ü taĥrîr
Ānuñ itmişidi ĥaķīm-i bī-çūn
Levn-i pākizesini esmer-gūn105
Vech-i pākin görüp erbāb-ı nažār
‘‘Kerreme’llāh ü Teāla’’ didiler
Diķķāt olsa görünürdi baśara106
Kāmet-i ŧūlden aķrab ķaśara
105 Kendim gūn: Nüsha 106 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada ‘‘nažara’’ ifadesi geçiyor.
43
Ki ne kūtāh idi ol ķad, ne dırāz
Mu‘tedil-i ķāmet idi ol mümtāz
Liĥyesi şerĥin iden ehl-i hüner
Didi vaśfında: ‘arīż u aśfer
Gerçi ĥannā ile ol merd-i güzīn107
Nice dem rīşini itti tezyīn
Terk idūp śoñra bu mu‘tādī velī
Çekti tezyīn-i maĥāsinden elī
Mūyden yoġıdı başında nişān
Ħalf-ı re’sinde idi şa‘rı hemān
Ĥasenü’l-vechi idi ol māh-ı cemāl
Ħūblık bulmuş idi ānda kemāl
N’ola olsa şikemi pür-ĥikmet
Vār idi dāiresinde vüs‘at
Ol mübārek şikem-i pür-envār
Semine māil idi bir miktār
107 Serv-i güzîn: Nüsha-i matbu‘a
44
Çeşm-i şīrānesi heybetlü idi
Ķıyye bakışlū mehābetlü idi
Ed‘acü’l-‘ayn idi ol źāt-ı kerīm
Çeşminüñ olmuş idi cirmi ‘ažīm
Ya‘ni kim āġī beyāż īdi ķatī
Hem siyāhında da bil bu śıfātī
Yaśī yaġrınlu idi ol server
Sīnesı olmuşıdı peh-nāver
Hem olūp sā‘ıd ü pāzūsı ĥasen
Farķ olunmazdı biri birinden
Daħī keffeyni mülaĥĥam-ter idi
Her biri bir yemm-i pür-güher idi
Üstüħvān-ı beden-i şîr-i Ħüdā
Ekrem ü a‘žam idi ser-tāpā108
Hey’etin görse eġer Rüstem ü Sām
Ħavfından ol dem olurdı sersām
108 Süleymâniye Genel Kütp., Bağdatlı Vehbî Bölümündeki Nüshada ‘‘ A‘žam u ekber idi ser- tā-pā’’ şeklindedir
45
Gerdanı sīm-sıfat śāfī idi
Gümüş ibriķ diyen pāķ didi
Şem‘-i kāfūrī idi ol gerdan
Cāmi‘-i dīnī iderdi rūşen
Hem olurdı o ser-firāz-ı cihān
Öñüne meyliderek yola revān
Her-dem eylerdi tevāżu‘la ķıyām
Mütekebbir gibi itmezdi ħırām
Dāim ol naħl-i gülistān-śıfāt
İltiyām üzere iderdi ĥarekāt
Eyleyūp vaż‘ını dervişāne
Meylī düşmüşidi dīl-i şāhāne
Śūretinde vār idi nūr-ı Ĥüdā
N’ola meyl itse âña bāy ü gedā
ĦĀTİMETÜ’L-KİTĀB
Cümle aśĥābı Rasûlullāh’ın
O şehenşāh-ı felek dergāhuñ
46
Oldılar çerħ-ı Ħüdā’ya encüm
Rađıyā’llāh ü Teālā ‘anhüm
İtdiler ümmeti Ĥaķķ’a irşād
Buldılar bu şerefe isti‘dād
Her biri pīşrev-i meslek-i dīn
Her biri bedriķa-i rāh-ı yaķīn
Her biri peyrev-i sulŧān-ı resul
Her biri ümmete hādi-i sübul.
Ol sa‘ādetlūlerūñ ĥürmetine
Cāhına, rütbesine, ‘izzetine
Eyleyūp luŧf u ‘ināyet Mevlā
İde Cevrī’ye hidāyet Mevlā
Āñā şāyeste idūb ġufrānı
Cümleten ‘afv oluna ‘iśyānı
Ola dünyāda āña kâr śevāb
Medĥ-i Peyġamber u āl ü aśĥāb
§ § § §
47
Ķalem-i nāžım-ı pākize kelâm
Virdi biñ ellide bu nažma niźâm.
2- HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN NESRE ÇEVİRİSİ
1) Adem’e yüz güzelliği suretiyle onu mükemmel bir şekilde yaratan Allah’a
şükürler olsun, Allah’a hamd olsun. 2) Onun güzel, benzersiz şeklini varlık âleminde tasvir etti. 3) Örneksiz yaratan sanat kalemi eserini var kılmak adına insanın varlığını
nakış gibi işledi. 4) Onu kudret eliyle süsleyip, güzelliğinde onu hikmetle yarattı. 5) En güzel sûret üzre yaratıp saygıyla adını yazdı.109 6) Onun şan ve şerefini yükseltti, onun hakkında ‘‘biz onu şerefli kıldık’’
dedi.110 7) Ādem bu şekilde yaratılınca o anda bütün melekler ona secde ettiler.111 8) Onu bizzat izzet, şan ve şerefe lâyık kılıp, insanın zâtını kendi zâtına ayna
kıldı. 9) Cenāb-ı Hakk (c.c.)’ın Kudreti ne yücedir, Yüceler yücesi Hüdā’ın
yaratması ne güzeldir.
NĀ‘T-I HAZRET-İ NEBî(S.A.V.)
HZ. PEYGAMBERE NĀ’T
1) Bu güzel nazım, peygamberi tasvîr etmekle kıymet bulsa uygundur.
109 Tîn Sūresi, 95/4 –5 110 İsrā Sūresi, 17/70 111 Bakara Sūresi, 2/ 30 –34.
48
2) Hilye, mânâ güzelliğinin süsüdür, mânâ mükemmelliğinin göstergesidir. 3) O (Peygamber), ezelî güzellik aynasının cevherdir, Hüdâ Azze ve Celle’nin
nûrunun ziyâsıdır 4) İmkân sarayının en güzel süsü, can ve gönlün en parlak kubbesidir. 5) O, Varlık bahçesinin gölgesi olmayan selvisi(servi ağacı), Varlık eyvanını
süsleyen nakışıdır, süsüdür. 6) Ahmed Allah’ın peygamberi, elçisi ve sevgilisidir. 7) Güzelliğinde, şirinliğinde O’na denk yoktur ‘‘Ben en güzelim’’112 sözü
buna delil olmuştur. 8) Cenāb-ı Hakk, O’na kendi güzelliğinden nasip ederek, O’nu kendine sevgili
kılmıştır. 9) Tasvîri, gönül ve ruha safā veren, hilyesi, imanın bekâsını koruyan oldu. 10) Salât ve selâmın kıyâmet gününe kadar onun vasfının anlatıldığı levhaya
süs olsun
MUKADDİME
SUNUŞ
1) Bundan önce Hākānî113 kalemi, manānın sūretine hayat(can) vermiştir. 2) O temiz uslûplu şâir Hüdâ’nın sevgilisinin hilyesinin nâzımı olmuştur. 3) O hilye yazma devletine kâbiliyet(hüner) bulmuş ve Hilye-i nazmında
onun adı anılmıştır. 4) Resûlün övgüsünün mûcîzesi etkisi onu makbul ve beğenilir kılmıştır. 5) İnsaflı davranma adetini yerine getirenler, onu taklîd etmeseler daha iyidir. 6) Lakin ben bu esere gıpta ederek baktıkça şevkimi artırdı
7) Sonsuz minnet ve şükürler olsun ki Fazîlet ve ihsân sahibi Cenâb-ı Hakk bu sebeple bana çokça feyz ve bereket verdi.
112 Hadis Kaynaklarında bu ifâdenin geçtiği hadis yoktur. 113 Hākānî Mehmed Bey’in (1598-99) Hilye-i Hākānî adlı manzum eseri, 1007 de kaleme aldığı eseri, (Mustafa Uzun, Hilye mad., D.İ.A., XVII, 44).
49
8) Dört Halîfenin sıfat ve sūretini, tek tek hilyesini, şekl-i şemālini 9) Toplayıp bir yere, düzenledim, lafız ve mana olarak da terkîp ettim 10) Gücüm nisbetinde onu nazm edip hilyelerini açıkladım
EBŪ BEKR SIDDĪK-I ‘ĀTÎK’İN TEMÎZ HİLYESİ
Hz. Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun), uzun boylu nahîf, ince yapılı, sıska
etli, beyaz tenli, seyrek sakallı,ince yüzlü, çıkık alınlı, çökük gözlü, parmak dipleri
etsiz biriydi. Kına ve ketem otunu yakardı. Kemerini sıkıca bağlamaz, bel kısmında
sarkardı.114
1) Hazreti Ebû Bekir Sıddîk-ı Atîk’in hilyesi kesin olarak böyle nakledildi. 2) Hilyesini tasvir eden söz erbābı, onun uyumlu(ölçülü) boyundan başlamış
söze 3) Yani Allah’ın kudreti onun boyunu salınan sidre ağacı gibi uzun yaptı
4) O boy doğruluk bahçesine sürüdü, o uzundu çok da uzun değildi. 5) Dinin mescidine onu imam eden onun boyunu İslāmın direği kıldı 6) Teni o kadar boyuyla uyumlu olmuştu, zannetme zayıf olmuştu 7) O uzun boyuna ve ince yapısına rağmen cesur, yiğit ve kuvvet sahibiydi. 8) Latîf bedeninde eti az olup vücûdunun yağı normaldi.
114 Cevrî, hadis kaynaklarından derleyerek bu Arapça tasvîrleri yapmııştır. Bkz., Taberânî,Ebu’l-
Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemü’l-Kebîr, Th.Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, I, 56,
nr:17,21; Heysemî, Nûruddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman, Buğyetü’r-Râid fî Tahkîki
Mecai’z-Zevâid ve Menbai’l-Fevâid, Th. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, IX, 21, no: 14303; İbn
Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed el-Basrî ez-Zührî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, III, 188; Taberî, Ebū
Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd, Târîhu’l-Ümemi ve’l-Mülûk, II, 350: .
50
9) Yüzünün rengi bembeyazdı, güneşin nuru ona gıpta ederdi 10) Hem açık sakalının üst kısmı seyrekti 11) Hem böyle tahkîk olundu ki; yanaklarının derisi inceydi 12) Alnını tasvîr eden büyüklerin dediğine göre hidayet nurları saçan sabah
güneşinin aydınlığı gibiydi. 13) Allah’ın yaratmadaki hikmetindendir ki alnı çıkıkalınlı idi 14) Eğer görsen o nurlu alnı sanırsın ay gibi olmuş. 15) Onun sûreti keşke etrafı nurla doldursa. 16) Göz çukurları derindi gözleri nurla dolmuştu 17) Şeklen ayıp-kusurdan ārî seçilmiş gözlerdi göz bebekleri tastamam
oturmuştu 18) Onun keramet sahibi iki gözü halka kerem nazarıyla bakarlardı 19) Parmaklarını tasvîr ederken kalem yazdıkça bu düğümü böyle çözdü 20) Celîl olan Allah öyle uyumlu koymuş ki onda gayet az kılmış etini 21) Her parmağının ucu kudret kalemi gibi öyle uyumlu ki hikmet topu
gibiydi
22) Her zaman temiz sakalını kına ve ketem tohumuyla süslerdi. 23) O beyaz saçlı insan fecr-i sâdık gibi şafak kızıllığıyla ortaya çıkardı. 24) Öyle ince yapılıydı ki kemerni sıkı bağlamazdı. 25) Zayıf bedeniyle beli kıl gibiydi, kemer ona ağır yük gibiydi. 26) O yüce ahlâk sahibi Mevlâ’ya itaat kemerini bağlamıştı.
HİLYE-İ PĀK-İ ‘ÖMER
HZ. ÖMER’İN TEMİZ HİLYESİ
51
Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun), Birçoklarına göre o, esmerdi, koyu
esmerdi. Bazılarınca onun bembeyaz olduğu da söylenmiştir. O, uzun boylu, cüsseli,
saçı çok dökülmüş biriydi. Sakalları seyrek ve gözleri kan kırmızısıydı, bıyıklarının
uçlarında kızılllık vardı.115
1) Hz. Ömer’in temiz hilyesini tasvîr eden kişi bu konuda doğru bilgi verdi. 2) O son derece buğday tenliydi, Allah’ın benzersiz yaratması ne güzeldir! 3) Bu konuda büyükler ihtilaf ettiler çoğunluğu bu söz üzre ittifak ettiler 4) Hem denilmiş ki o parlak yüzlü, aydınlık yüzlüdür, (saçının) kıvrımları
parlak, süt (gibi) beyaz renklidir.
5) Yanaklarının rengi sanki baharın aydınlığı gibi dinin nevruz gülü olmuştu 6) Hüdāvend-i Celîl olan Allah onun boyunu posunu ölçülü ve uzun kılmıştı 7) O boy dini mübînin alemiydi sancağı), ebediyete kadar gölgesi etkisi
uzansa ne olur 8) Dinin faydasına çalışınca İslām sancağı yüksedi.
9) Hem bu boyuyla heybetliydi, bu kol-kanat sahibi sağlam yapılıydı.
10) Bu heybetiyle her ne zaman görünse İblis o anda kaçardı ondan
11) Bu haberin gerçekliğinden şüphe etme ki, Şeytan Hz. Ömer’in
gölgesinden bile kaçardı
12) Nakşına dikkat eden kimse, başının ön tarafı saçsızdı
13) İki yanında çok az idi kıl, her biri miski utandırırdı.
14) Yüzünün iki tarafında sakalları seyrekti, böyle tavsîf edilmişti o zât-ı
şerîf
115 Taberânî, a.g.e., I, 65, no:52; İbn Abdilberr, a.g.e., I, 354: ; İbn Asâkir, Ebu’l-Kâsım Ali b. El-
Hasen b. Hibetillâh ed-Dımeşkî, Târîhu Medîneti Dımeşk, Th. Muhhibbüddîn Ebû Saîd Ömer b.
Ğarâme el-Amravî- Ali Şîrî, XL, 17 ; İbn Sa’d, a.g.e., III, 323-324.
52
15) Yanağı su gibi izzetliydi, rengi saf cennet sütü gibiydi.
16) Kudret-i Teālā iki gözünü kıpkırmızı iki yākūt eylemişti
17) Kader şarabının sâkîsi, iki gözü iki kırmızı kadeh etmişdi.
18) Gözleri sürekli kırmızıysa ne zararı var, muhabbet kadehiyle tamamen
sarhoştu.
19) Ne olur ki gözleri gül renginde olsa Allah korkusundan gözleri kanlı
yaşlarla doluydu
20) Ona süs olan güzellikler, cennet bahçesinden bir demet yasemin idi.
21) Dünyanın kokuları ona benzemez cennet kokuları denilse ne olur
22) Allah onun iki elini hikmetli yaratmasıyla amelde tek eyledi.
23) O güzel tavırlara sahip kişi tutarlıydı, Ona sağ-sol birdi
24) Bıyıkları gür idi, sünneti kendine adet ve huy edinmişti.
25) Hem bıyıklarını tasvîr edenler dediler ki, onun uçları kızıla meyilliydi.
HİLYE-İ PĀKİ OSMĀN
HZ. OSMAN’IN TEMÎZ HİLYESİ
Hz. Osman (Allah ondan razı olsun), orta boylu, güzel yüzlü, ince derili, gür
sakallı, esmer, gür saçlı, eklemler iri yapılı(iri kemikli), geniş omuzlu, dişleri altınla
kaplı biriydi. Yanağında çiçekten eser benekler vardı. Saçı omzundan kulak
memelerinden aşağı düşerdi, burnu kemerliydi, o insanların en güzeliydi.116
1) Hz.Osman’ın güzel hilyesi şöyle beyan buyuruldu ki hakikatte 2) O âlim orta boylu idi, baştan ayağa sırf iyilikle doluydu 3) Boyu posu orta idi, endamı boyuyla ölçülüydü 4) Onun duruşu cennette gül ağacı gibiydi, dinin bahçesini süslerdi
116 İbn Abdilberr, a.g.e., I, 20, 323; İbn Asâkir, a.g.e., XXIX, s.17-20; Taberânî, a.g.e., I, 75.
53
5) O eşsiz insana güzel yüzlü ince tenli demişlerdi 6) Gül yanağı mesrur idi, haya ve edebin çiğ tanesi gibiydi 7) Gerçi o gül bahçesinin haya gülü, edebinden gülmezdi bile 8) Öyle güzel yüzlü bir selvi boylu idi ki güzelliği dünyayı esîr ederdi 9) Hem sakalları gür olup, ona aşıktı misk ü amber 10) Sakallarına kına sürse, suya kanmış çayır gibi olurdu 11) O güzel yüzü esmer tenliydi, bütün renklerden daha güzel idi 12) Her zaman o nurlu yüz utanma ve arlanmadan burka gibi örtülüydü 13) Edebinden dolayı ona melekler bile baktığında ondan utanırlardı 14) Davranışlarına bir karar vermişti, vakar ve ışığı yumuşak huyluluğuna süs
katardı. 15) Teni çok kıllıydı bedeni karanlıkta bile nurlu idi 16) Onun cismi bembeyaz idi güneşten parça gibi saçı güneşin ışıklı gibiydi 17) Hüdāvend-i Kadîm olan Allah yaratma kudretiyle başındaki uzuvların
hepsini yüce kılmıştı. 18) Mecîd olan Allah’ın takdîriyle iki omuz arası oldukça geniş idi 19) Dişlerinin dizisi altın sırası gibiydi, bu benzersizlik ona has idi 20) Kıymetli olan bütün dişleri birer inci tanesinin cevheri hükmündeydi 21) Altın tel ile bağlamış gibi birbirine muttasıl idi konuşurken 22) Hasılı bütün dişleri böyle altın tele dizilmiş inciler gibiydi 23) Yüzüne baktığında pak yüzünde çiçekten kalan izi görünürdü 24) Yer yeryüzündeki bu iz, güzelliğine bir ışık ve süs idi 25) Pazuların tüyleri örterdi, O’nun vasfı bu şekilde kaleme alınmıştı 26) Ta kulaklarına kadar telli giysi olup sanki gülün üstünde sümbül olmuş
54
HİLYE-İ PĀK-İ ‘ALİ
HZ. ALİ’NİN TEMÎZ HİLYESİ
Hz. Ali (Allah ondan razı olsun), Esmer, koyu esmertenliydi, boyu uzundan
kısaya yakındı, gür saçlı, geniş ve sarı sakallı, kılsız temiz ve güzel yüzlü biriydi.
Göbekli, şişmana meyleden, iri karagözlü, geniş omuzlu, , pazuları bilekleriyle
bir(aynı) kalınlıktaydı, sırtı enli, avuçları etli, iri kemikli(yapılı) idi. Boynu gümüş
ibrik gibiydi, başının arkası hariç başında saç yoktu. O yürüdüğünde önüne eğilerek
yürürdü.117
1) Ezelî olan Allah’ın yüzünün aynasının levhası, Hz. Peygamber’in gizli
mahremiydi yani Ali, 2) Bu sıfatlarla tasvir olunan Hz. Ali’nin şeklini naklederek ederek yazayım, 3) Eşsiz hikmet sahibi olan Allah onun temiz rengini esmer renkli yapmıştı 4) Bakmayı iyi bilenler, onun mübarek yüzünü görenler ona‘‘Kerrem’llāhu
Teālā (Allah yüce/kerim kıldı)’’ dediler 5) Dikkat edildiğinde boyu göze uzundan kısaya daha yakın görünürdü 6) Ki ne kısa boylu ne de uzun boylu idi, o seçkin orta boylu idi 7) Onun sakalını şerh eden mâhirlere göre, sakalı sarı ve geniş idi 8) Gerçi o mübârek adam çoğu zaman sakalını kınayla118 süslerdi 9) Fakat sonra bu adeti bırakıp güzellikler süslemekten vazgeçti 10) Başında saçtan eser yoktu, hemen başının arkasında saçları vardı 11) O güzellik ayı, güzel yüzlüydü, güzellik onda kemâle erdi 12) Onun karnı hikmet dolu olsa şaşılır mı? Çünkü karnı genişti 13) Nurla dolu olan o mübārek karın, şişmanlığa meyilliydi
117 Taberânî, a.g.e., I, 94, no:158; İbn Abdilberr, a.g.e., I, 342; İbn Asâkir, a.g.e., XLII, 12, 23. 118 nüsha-i matbuada, serv-i güzîn.
55
14) Aslan gibi gözleri, ok gibi bakışları heybetliydi 15) O mübârek zât iri siyah gözlüydü, gözleri azametli idi 16) Yani akı bembeyaz idi, hem siyahı da bir o kadar idi bunu bil 17) O serverin sırtı yassı, sinesi(göğsü) geniş olmuştu 18) Hem pazusu ve bilekleri güzel olup, birbirinden ayırt edilmezdi 19) Ayrıca iki avucu etliydi, her biri inci dolu bir denizdi 20) Allah’ın Aslanının bedeninin kemiği, baştan ayağa tam bir azamet ve
keremli idi 21) Heybetini Sām ve Rüstem 119 görseydi korkusundan o an olurdu sersem 22) Gerdanı(boynu) gümüş gibi temiz idi ona gümüş ibrik diyen doğru dedi 23) O gerdan(boyun) sanki süzülmüş beyaz bir mum gibiydi, dinin tamamını
aydınlatırdı 24) O cihanın başı dik, alnı açık galibi önüne eğilerek yolda yürürdü 25) Her zaman tevazu ile ayağa kalkardı, gururlu kimseler gibi naz ve eda ile
yürümezdi 26) O sıfat gül bahçesinin fidanı her zaman yumuşak hareket ederdi 27) Hareket ve tarzını da gayet mütevazıca olduğundan onun sevgisi sultanların
kalbine girmişti 28) Sūretinde Hüdā’nın nuru vardı, zengin fakir herkes ona meyletse ne olur,
buna şaşılır mı?
HĀTİMETÜ’L- KİTĀB
KİTABIN HĀTİMESİ 1) Rasūlullah bu evrenin padişahı olup Rasūlullāh’ın bütün ashābı onun
dergâhındadır 2) Her biri Hüdā’nın semasına birer yıldız oldular Allah onların hepsinden rāzı
olsun120
119 Hz. Nuh’un oğlu Sām ve meşhur cengāver İranlı Rüstem
56
3) Ümmeti Hakk’a irşād ettiler, bu yüzden bu şerefe nāil oldular 4) Her biri bir önderdir, din yolunda takip edilecek, hakikate rehberlik eden bir
kılavuzdur 5) Her biri resüller sultānının ardından giden olup, her biri ümmete yol
gösterendir 6) O saadet verenlere, malına, mevkisine (rütbesine), yüceliğine hürmetli ol! 7) Mevlā lutûf ve yardımını esirgemeyip, Mevlā’ya hidāyeti Cevrî’ye de nasîp
etse 8) Onu bağışlanmaya layık görse, tüm isyanı(günahları) affolsa, 9) Peygamber ve ashābını övmek ona dünyada sevap kazandırmış olsa.
**************** Sözün burasında kalem, bin elli senesinde nazma nizam verdi.
3-HİLYE-İ ÇİHÂR-YÂR-I GÜZÎN’İN EDEBÎ TAHLÎLİ
a- Tertip Şekli ve Muhtevâsı
Cevrî, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’i, mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır.
Mesnevî türü eserler genelde çok uzun yazılmalarına rağmen, Hilye-i Cevri çok
kısadır. Klasik mesnevîlerde görülen usûle uygun olarak, Tevhid, Na‘t, Mukaddime,
Hilye-i Çihâr-Yar ve Hâtime bölümlerinden oluşur.
Tevhid bölümünde, Cevrî, Âdem(a.s.)in, en güzel sûrette yaratılmasından
dolayı Allah’a hamderek söze başlar. Allah’ın yaratmasının ve kudretinin
mükemmelliğini över.
Na‘t bölümünde, Hz. Peygamber(s.a.v)’in tasvîriyle bu nazmın değer
kazanacağını ifade eder ve bunun gerekçesi olarak da Hz. Peygamberin, Hüdâ’nın
120 Deylemî, Ebû Şücâ’ Şiraveyh b. Şehredâr, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb, IV, 160, no:6497. İbn
Abbas (r.a)’dan rivâyet edilmiştir. Ayrıca bkz., Aclûnî, İsmâil b. Muhammed, Keşfü’l-Hafâ ve Mûzilü’l-ilbâs, I, 147, no:381.
57
nûrunun aynası olduğunu belirtir. Hz. Peygamber Ahmed-i Mürsel ve Habîbullahtır.
Salât ve selâm ile Hz. Peygamber’e olan övgülerini tamamlar.
Mukaddime bölümünde, bu manzûmenin yazılış nedenini ve muhtevasını izâh
eder. Buna göre, Cevrî, Hâkânî’nin hilyesinin makbul ve beğenilir olmasından
etkilenmiş, bu esere baktıkça gıpta etmiş, kendisi de şevke gelip dört halîfenin sıfat
ve sûreti hakkında bilgi toplayıp, onların hilyelerini tasvîr etmiştir.
Mukaddimeden sonra sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Alî
olmak üzere dört halîfeyi, Arapça birkaç cümlelik sûretleri hakkında bilgi verdikten
sonra, çeşitli yönleriyle tasvîr eder.
Son olarak Hâtimetü’l-Kitâb bölümüyle Cevrî kısa mesnevîsini tamamlar.
Burada Cevrî, ashâbın tamamına övgüler yağdırır. Onların Hz. Peygamberin yolunu
gösteren, birer yıldız birer klavuz olmalarıdan dolayı yüceliklerine gereken hürmeti
göstermeye dikkat çeker. Kendisine bu hilyeyi yazmakta lûtf ve inayetini
esirgemeyen Allah’a niyâzda bulunur: Peygamber ve ashâbını övmekle dünyada
sevap kazanarak günahlarının affını ister.
Hilyenin en sonunda ise tarih mısrasıyla 1050 senesinde bu nazmı
tamamladığını belirtir.
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn, 145 beyitir: Tevhid, 10 beyit; Nâ‘t, 10 beyit;
Mukaddime, 10 beyit; Hz. Ebû Bekir’in Hilyesi, 26 beyit; Hz. Ömer’in Hilyesi, 25
beyit; Hz. Osman’ın Hilyesi, 26 beyit; Hz. Alinin Hilyesi, 28 beyit; Hâtime de tarih
mısrâıyla berâber 10 beyittir.
1- Vezin
Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn,
‘‘Minnet Allâh’a ki ber-vech-i kemâl
Ādeme kıldı ‘atâ hüsn ü cemâl’’
Feilâtün (fâilâtün)/ feilâtün / feilün(fa‘lün) kalıbıyla yazılmıştır.
58
2- Kâfiye
Cevrî, Hilyesinde Türk Edebiyâtında kullanılan kâfiye çeşitlerinden, yarım,
tam ve zengin kâfiyeyi kullanmıştır. Hilye-i Cevrî’de kullanılan kâfiyeleri şöyle
sıralayabiliriz:
1. Yarım Kâfiye:
Şâir az da olsa beyitlerinde yarım kâfiyeyi kullanmıştır.
Lîk ben gıpta idüp bu esera
Şevkim artırdı getürsem nazara
Şem-‘i kâfûrî idi ol gerdân
Câmi‘i dînî iderdi rûşen
2. Tam Kâfiye
Hilye-i Cevrî’de çoğunlukla tam kâfiye kullanılmıştır. Bir sesli ve bir sessizden
meydana gelen tam kâfiyeler olduğu gibi sadece uzun vokallerle de tam kâfiye
meydana getirilmiştir.
Şekl-i zîbâsını bî misl ü nazîr
Eyledi levh-i vücûda tasvîr
Resm-i insâfı îdenler icrâ
Olmasa âna mukallid-i evlâ
3. Zengin Kâfiye
Cevrî, Hilyesinde kafiyeli kelimeler içindeki sesli ve sessizlerin birden
fazlasının benzerliği olan zengin kâfiyeyi de kullanmıştır:
Minnet Allâha ki ber-vech-i kemâl
Âdem’e kıldı ‘atâ hüsn ü cemâl
59
Geldi bu sûret ile çûn Âdem
İtdiler secde melâik ol dem
Dahî ol merd-i kerâmet peyvend
Eylemezdi kemerin muhkem bend
Eyleyüp rişte-i zer-ile beste
Böyle nutk eyleridi peyveste
Redif
Cevrî, şiirde ahengi sağlamada önemli yeri olan redifleri de kullanmıştır:
Ek Redif:
Kalem-i sun‘ı bedî‘i’l-eserî
Çekti çûn nakş vücûd-ı beşerî
Cümle za‘f üzre olan dişlerini
Ya‘ni ol dürc-i hikem cevherini
Kelime Redif:
Eyleyüp lutf u ‘inâyet Mevlâ
İde Cevrî’ye hidâyet Mevlâ
Gül-i ruhsâr-ı ter u hurrem idi
‘Arak-ı şerm ü hayâ şebnem idi
3- Dil ve İfâde Özellikleri
Cevrî, yaşadığı dönemin dil ve uslûp özelliklerini şiirlerine yansıtmıştır. Hilye-i
Çihâr-Yâr-ı Güzîn’de Cevrî, hem Dîvân şiiri hem de Halk şiiri özelliklerini birlikte
kullanmıştır. Ancak onun kullandığı dil, ne dîvân şiiri kadar sanat kaygısından dolayı
60
çok girift ve anlaşılmaz, ne de saz şairlerinin şiirlerindeki kadar mahallî bir lisan
gibidir. O, Divân şiirinin o güne kadar yerleşen Türkçe-Arapça-Farsça kelimeleriyle,
mesnevî nazım şekliyle bu hilyeyi yazmıştır. Ancak muhtevâyı anlatım bakımından
bazı Arapça ve Farsça kelimelerin dışında bu gün bile anlaşılabilir sade bir dil
kullanmıştır. Yani Cevrî, kitâbî bazı kelimelerin yanında halkın kullandığı kelime ve
deyimlere de yer vermiştir.
Dîvân şiirinin bir özelliği, şahıslarda ve bunların vasıflarında, kavramlarda
daima ideal ölçülere yer vermesi, her hususta daima aşırı hadleri kullanmasıdır.
Meselâ, büyük; en büyük, küçük; en küçük, güzel; en güzel, boy çok uzun,
kahramanlar; en akıllı, en bilgili, en cesur, en kuvvetli olarak takdîm edilir.121
Cevrî’nin Dört halifeyi tasvîrlerinde bu tesir görülür. Fakat tamamen realiden
uzak, hayâlî tasvirler değildir. O, İslâm Tarihi ve Hadis kaynaklarından aldığı
bilgileri, şiir diliyle ifâde etmiştir.
Divân şiirinde benzetme ve imaj aleminin ve mazmunların belirli ve sınırlı
olması şâirlerde tekrarlara ve taklîde yol açmıştır. Sanatkarlar orijinalliği bunları
kullanma ve ifâdede göstermişlerdir. Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn ile Cevrî aslında
mesnevî için hayli kısa olan bu manzumeyle kendi orijinalliğini göstermiştir. Allah,
Hz. Muhammed, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali için onların bilinen
isim ve sıfatlarının yanında kendi kelime ve usul bilgisinideki hünerini de
göstermiştir.
Tasavvuf şiirinin lirik ve didaktik şiir özelliği de Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn’de
görülür. Bu şekilde okuyucuya hitâbet, nasihat, sohbet havası içinde bilgi
sunulurken, süslü ve sanatlı tasvirler, terkipler ile de şâirin şiir gücü de gösterilir.
Bunların dışında şâir, sade Türkçe ile de muhtevânın gerektirdiği kadar okuyucuya
ulaşma amacındadır. Bunda Cevrî’nin mensubu olduğu tekkede halk ile içiçe
olmasının da etkisi vardır. Cevrî, bazı beyitlerde halkın kullandığı sade ve samimi
Türkçeyi açık ve anlaşılır bir şekilde kullanmıştır. Bazı beyitlerde de daha önce ifâde
edildiği gibi, hem Dîvân Şiirinin hem de Sebk-i Hindi akımının tesirleri Arapça-
Farsça terkiplerde oldukça etkisini gösterir.
61
Sonuç olarak Cevrî, zarif ve düzgün bir lisan ile o asrın hemen hiçbir şâirinde
görülemez bir uslûbu 122 Hilyesinde göstermiştir.
b- Esmâ-i Hüsnâ
Cevrî, Hilye’sinde Allah’ın isimlerini, zât isimleri ve esmâ-i hüsnâ olarak 13 farklı
şekilde kullanmıştır. Bu kullanış biçimlerinde, dönemin dîvân şiiri dilinin etkisi
açıkça görülür. Şöyle ki:
‘‘Dîvân şiirinde Esmâ-i Hüsnâların işlenişi, saz ve tekke şiirlerinde işleniş
özelliklerini birleştiren bir yol takip etmiştir. Kur’an ve Hadisler’de geçen Allah’ın
isim ve sıfatlarından bazıları aynen kullanılmış, bazan iki isim bir arada, bazan da
Türkçe, Farsça, Arapça isim ve sıfatların birarada kullanıldığı olmuştur. Ancak, daha
farklı bir husus vardır ki o da, Dîvân şâirlerinin, Esmâ-i Hüsnâları işlerken, dîvân
şiirine has bir uslûpla işledikleri, daha ziyâde Farsça-Arapça ağırlıklı Esmâ-i
Hüsnâlar meydana getirip onları kullanmış olmalarıdır.’’123
ALLAH
Cevrî, Allah’a minnet (şükür)ile söze başlar ki; Allah adı, İsm-i A‘zam olarak
Allah’ın en büyük ismidir. Lafza-i Celâl’in isimlerin en büyüğü olduğunda ittifak
vardır. Allah’ın diğer isim ve sıfatları Allah isminde toplanmaktadır. Bir kimse yâ
Allah dediği zaman O’nu bütün isim, sıfat ve fiilleriyle zikretmiş olmaktadır.124
‘‘Minnet Allah’a ki ber-vech-i kemâl
Âdeme kıldı ‘atâ hüsn ü cemâl’’
Lafzatu’llah’ın Husûsiyetleri:
a) Allah lafzından elif hazfedildiği zaman Li’llâh şaklinde kalır. ‘‘...oysa
göklerin ve yerin hazîneleri Allah’ındır, ama münâfıklar bu gerçeği
anlamazlar.(Münâfikûn, 63/7)’’
121Faruk Kadri Timurtaş, Tarih İçinde Türk Edebiyâtı, s.11-12. 122 Muallim Nâci, Osmanlı Şâirleri, (haz. Cemâl Kurnaz), Kültür Turizm Bakanlığı Yay.: 684, s. 272-
73. 123 H.İbrâhim Şener, a.g.e., s.109. 124 Şener, a.g.e, s.175-176
62
b) Li’llah lafzından ilk lâm kaldırılınca geriye Lehū kalır. ‘‘..hükümranlık
O’nundur, hamd O’na mahsustur’’ ayetinde olduğu gibi(Teğâbün 64/1)
c) Lehū’nün lâmı da hazfolununca Hū kalır ki bu da Esmâ-i Hüsnâ’dan biridir.
‘‘ Ey Muhammed! De ki: O Allah bir tekdir.’’(İhlâs 112/1)
d) Hū zamirindeki vav harf-i zâiddir. Tesniye ve cemisinde bu vav düşer.
Bunun tesniyesi Hümâ, cemisi hüm’dür. Şu halde, Hū zamirinden vav da düşünce
sadece He kalır ki bu da, insanın her nefes alış-verişinde, canlılık alâmeti olarak
çıkardığı ‘‘he’’ sesidir. Bunun da manası ‘‘O’’ yani Allah demektir. Demek ki, insan
her nefeste, ister istemez Allah’ı zikretmektedir. Allah lafzında yapılan bu
değişikliklere rağmen, mananın değişmeme özelliği yalnız Lafzatu’llah’a mahsustur.
Diğer isimlerde bu özellik söz konusu değildir.125
Allah ü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen 99 isminden bir tanesi İsm-i
A‘zam olarak kabul edilir. Bu isim gizlidir. İsm-i A‘zam ile yapılan duâların geri
çevrilmeyeceği bildirilmiştir. Rivâyete göre Süleyman Peygamberin mühründe İsm-i
A‘zam kazılı imiş. Bu sayede cinlere hükmedebilirmiş. İsm-i A‘zam’ı
Peygamberimizden başka yalnızca Hz. Ali bilmekteymiş.126 Yani Lafza-i Celâl
İsimlerin en büyüğü olup Allah’ın diğer isim ve sıfatları Allah isminde
toplanmaktadır.
Tasavvufa göre O; Vücûd-ı Mutlak (Salt varlık), Kemâl-i Mutlak (Salt
olgunluk), Cemâl-i Mutlak ve Hüsn-i Mutlak(Salt güzellik)tir. Bu yüzden aşk-ı zâtîsi
ile bilinmeyi istemiş ve kâinâtı yaratmak istemiştir. İnsan O’ndan bir cüzdür ve O’na
ulaşmak ister. Allah insanda tecellî etmiştir. Dîvan şâiri, devrin sultanını da bir zıll-i
Hak, Zıllu’llah, zıll-i Yezdân (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak anar. Allah ise
iki cihânın yegâne sultanıdır.127
125 H.İbrahim Şener, Türk Edebiyatında Manzum Esmâü’l Hüsnâlar, Doktora Tezi, s. 173 126 İskender Pala, Dîvan Şiiri Sözlüğü, s.120. 127 Pala, a.g.e, s.28.
63
HAKK CELLE-CELÂL
el-Hakk: Varlığı kendinden olan gerçek Zât demektir. ‘‘Bu, böyledir. Çünkü
Allah Hakk’tır(varlığı kendinden olan gerçek zât, yalnız O’dur)’’(Hac Sûresi,
22/62)128.
el-Celâl: Ku’an-ı Kerîm’de Zü’l-Celâl şeklinde geçen bu isim Allâh’ın selbî ve
sübûtî sıfatlarını ihtivâ eder. Allâh’ın zaman, mekân, eş ve zıtlıktan münezzeh olması
selbî; ilminin her şeyi kuşatması ve kudretinin her şeye şâmil olması da sübûtî
sıfatlarındandır. ‘‘Ancak, yüce ve pek cömert olan Rabbinin adı ne yücedir (Rahmân,
55/28)’’ ayetinde olduğu gibi.129
el-Celîl: Celîl, yücelik ve ululukla ilgili sıfatlara hak kazanan demektir. Daha
çok Hakk’ın kahr ile tecellîsine celâl denilmektedir. Evren O’nun kahrıyle lûtfu
imtizacı ile varlığını sürdürmektedir. Celâl beyitlerde cemâl ile birlikte zikredilirken
bu tecellî şekli ile birlikte kullanılmaktadır. Allah Celâl ve Kahriyle bütün mevhum
varlıkları ortadan kaldırır, böylece cemâlini ortaya koyar. Bu sebeple cemal celâlin
aynıdır. 130
Habbezâ kudret-i Hakk Celle-Celâl
Habbezâ sun‘ı-Hüdâ-yı müte‘âl
Ayrıca El- Celîl ismi şu beyitte tamlamasız kullanılmıştır:
Ol mefâsıl ki komış ânda Celîl
Eylemiş lahmını gâyet de kalîl
‘AZZE VE CELLE(‘AZÎZ VE CELÎL)
El-‘Azîz: Güçlü, şerefli, eşi ve benzeri olmayan, her şeye gâlip gelen demektir.
‘‘Göklerde ve yerde ululuk, yalnız O’na aittir.’’(Mâide, 5/118)131
Cevrî, Allâh’ın Azîz ismiyle Celîl isminden Yüceler yücesi anlamında ‘‘Azze
ve Celle’’ tamlamasını oluşturmuştur.
128 H.İbrahim Şener, age., s.224. 129 Şener, age., s.208. 130 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.177. 131 Şener,age., s.183.
64
Cevher-i âyine-i hüsn-i ezel
Pertev-i nûr-ı hüdâ ‘‘Azze ve Cell’’
el-HÜDÂ ve HÜDÂ-YI MÜTE‘ÂL
Allah’ın Hüdâ ve Hüdâvend isimleri Anadolu sahası dışındaki Türk şiirinde
daha çok kullanılan isimleridir.132 Daha önce de belirtildiği gibi Divân şiirinde
Allah’ın Arapça, Farsça ve Türkçe isimleri birleştirilerek bazı terkipler yapılmıştır.
Cevrî de Hüdâ ve Müteâl kelimelerinden mürekkep, Hüdâ- yı Müte‘âl’i oluşturmuştur.
el-Hüdâ: Farsça bir kelime olan Hudâ, Hudây iki kısımdır. Biri aslı hod ile
ây’dan mürekkeptir. Vâcibü’l-Vücûd manasına ve biri sahip ve mâlik manasına ism-i
müfrettir.133
El-Müteâl: Ayıp ve noksanlıklardan berî; zât ve sıfatlarındaki vahdâniyeti ile
de bütün yaratıklardan üstün olan demektir. ‘‘O, gizli ve âşikâr her şeyi bilendir,
büyüktür, yücedir(Râd, 13/9).’’134
Habbezâ kudret-i Hakk Celle-Celâl
Habbezâ sun‘-ı Hüdâ-yı Müte‘âl
Ki ola ğâyetle kendüm gûn
Habbezâ sun‘-ı Hüdâ-yı bî-çûn
ZÜ’L-FAŻL U MİNEN
Cevrî, Allâh’ı niteleyen iki Arapça sıfatı iyelik edatı ile birlikte bir tamlama
haline getirmiştir.
Zü: Arapça’da Sahip anlamında olup, muzâf olarak kullanılır.
Fazl: Arapça’da meziyet, hüner, ma‘rifet, kemâl, kerem, inâyet, ihsân anlamlarında olup tüm bu sıfatların birlikte olması demekir.
Minen: Arapça’da minnet demektir.
Şükr ü minnet bana da bu yüzden
Feyz-i cûd eyledi Zü’l-fazl u minen
132 Şener, a.g.e., s. 91. 133 Mütercim Asım Efendi, Burhan-ı Katı,( haz. Prof. Dr. Mürsel Öztürk, Dr. Derya Örs) s.365. 134 Şener, age., s.233.
65
HÜDÂVEND-İ CELÎL
Hüdâvend: Farsça bir kelime olup sahip olmak, mâlik, efendi ve kebîre-i hâne
manasındadır.
Cevrî, Arapça Celîl ismi ile Farsça hüdâvent kelimesiyle oluşturduğu
tamlamayı şu beyitte kullanır:
Ânun itmişdi hüdâvend-i Celîl
Sidre-i kaddini mevzûn ü tavîl
HÜDÂVEND-İ KADÎM
Kadîm: Arapçada eski, atîk, derîn, ibtidâsı olmayan, ezelî: Cenâb-ı Hakk
kadîmdir.
Burada Cevrî, Farsça , hüdâvend kelimesi ile Arapça kadîm kelimesini
birleştirerek, Ezelî Hükümdar, Ezelî Efendi anlamında bir terkîp oluşturmuştur.
Kuvvet-i sun‘ hüdâvend-i kadîm
Her ser ‘uzvunı itmişti ‘azîm
YEZDÂN
Yezdân: Farsçada Yaratıcı, Hâlik manasında olup Vâcibu’l-vücûd, ibadete
sezâ olan mâbud-ı bi’l-hak hazretlerine alemdir. Arabîde, Lafzatu’llah’ın mürâdifidir.
Seneviyye mezhebinde Yezdân, Hâlk-ı hayra; ehrimen; Hâlık-ı şerre mahsustur. Bir
fırkası der ki: Yezdân, Hâlık-ı Nûr’a; ehrimen, Hâlık-ı zulme mahsustur.
Eylemişdi iki destin Yezdân
Sun’-ı hikmetle ‘amelde yeksân
el-HÂKİM
el-Hâkim: El-Hakem ile El-Hâkim aynı mânâya gelmektedir. El-Hüküm
kelimesi men etmek, engel olmak demektir. Hikmet sözü de bundandır. Çünkü o,
aklı bir şeyde inad etmekten meneder; insanı da kötü işler yapmaktan alıkor. El-
66
Hakem: Hasımların biribirlerine tecâvüz etmelerine engel olan demektir. Allah’ın
hükmü küllî ve cüz’î her şeyde cârîdir. Her şey O’nun takdîri ve hükmü üzeredir.
Çünkü O, Ahkemü’l-hâkimîndir. ‘‘Allah, hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil
midir?(Tîn, 95/8).’’135
Ânun itmişidi hakîm-i bî-çûn
Levn-i pâkizesini esmer-gûn
SUN‘I ÜSTÂD
Sun‘: Arapçada iş, yapma, yapılan iş, ihsân anlamlarında olup Kur’an’da Kehf
Sûresi 104. Ayette ‘‘Halbuki (onlar) güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Her işi
muhkem yapan Allah’ın işidir.’’
Üstâd: Farsçada öğretici, muallim manasındadır ki ilim ve sair hüner ve sanat
talim eden kimsedir. Küllî ve cüz’î maarif ve sanayide arif ve mâhir kimseye dahi
denir.
Ûstâd: Üstad muallim va hâce mansınadır ki ilim sanat talim eden kimsedir.
Umûr-i külliye ve cüz’iyyenin ilmi ve amelî cihetlerine vâkıf, hâzık ve mâhir
kimseye denir.
Sun’-ı üstâd-ı bedî‘u’l-hikmet
Âlnın itmişti muhaddeb-hey’et
Burada Cevrî Allah’ın yaratma fiilinden yola çıkarak yeni bir tamlama zinciri
oluşturmuştur.
MEVLÂ
Anadolu Saz Şiirinde, Kur’an ve Hadis’de geçen Esmâ-i Hüsnâlar aynen
işlendiği gibi, bazen iki isim yanyana getirilmiş, bazen de biri sıfat diğeri isim, biri
Türkçe diğeri Farsça, yahut ikisi de Türkçe olduğu halde, Allâh’ın isim ve sıfatları
oldukça çok işlenmiştir. Mevlâ, Mevlâ-yı bî- çûn, Hâlik-ı Yezdân gibi...
Mevlâ: Sahip, mâlik, efendi, Hakk Teâlâ Hazretleri, velî; yani, kulların her
türlü işlerinde yardımcı olan ve dost manalarına gelmektedir. ‘‘Allah inananlrın
135 Şener, age., s.198.
67
dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır(Bakara, 2/257).’’ ‘‘Allah sizin
düşmanlarınızı daha iyi bilir. Dost olarak Allah yeter, yardımcı olarak da Allah
kâfîdir(Nisâ, 4/45).’’ 136
Eyleyûp lutf u ‘inâyet Mevlâ
İde Cevrî’ye hidâyet Mevlâ
c- Hz. Peygamber İçin Kullandığı Sıfatlar
Cevher-i âyine-i hüsn-i ezel: O ezelî güzellik aynasının cevheridir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), III.(IX.) y.y. da Ebû Saîd el-Harrâz ve Sehl
b.Abdullah et-Tüsterî tarafından Kur’ân gibi bir nûr olarak algılanmaya başlanmış,
onların ardından Halac-ı Mansûr, Kitâbü’t-Tavâsîn’de Nûr-ı Muhammedî Teorisini
geliştirmiştir. Buna göre Allah ilk önce Hz. Muhammed’in nûrunu, bu nûrdan da
diğer varlıkları yaratmıştır. Bu görüşle ilgili olarak, ‘‘Allah’ın ilk yarattığı
kalemdir’’; ‘‘Âdem ruhla beden arasında iken ben peygamber idim’’; ‘‘Allah’ın ilk
yarattığı şey akıldır’’ gibi hadisler rivayet edilmiştir. Burada akıl ve kalemden
maksat Hz. Peygamberin nûru olup onun manevî hüviyeti anlamına gelen bu nûra
Hakîkat-i Muhammediyye de denilmiştir. Hz. Âdem’den başlayıp bütün
peygamberlerde tecellî eden bu nûrun en son Resûlullah’ta gerçek sahibiyle
buluştuğu kabul edilmiştir.137
Cevher: Öz, maya demek olup, tasavvufta kendi kendine bir varlığı olan,
gerçekleşmesi için başka bir şeye ihtiyacı olmayan şeydir. Cevher Allah, ondan gayrı
herşey ârazdır.
Cevher-i evvel: Allah’ın ilk vücud verdiği ve her şeyin ondan sudûr ettiği
özdür. Bunun yerine, Cevher-i ahzâr, cevher-i ebyâz, akl-ı küll, nûr-ı Muhammedî,
nûr-ı izâfî tamlamaları da kullanılır.138
İbnü’l-Arabî, Allah’ın Resûlü Ekremin nûrunu ve bu nurdan halkı yaratmasını
ayna misaliyle anlatır. Ona göre Hakk’a nazaran bir aynadır; Allah isim, fiil ve
136 Şener, age., s. 215. 137 Süleyman Uludağ, ‘‘İslâm Kültüründe Hz. Muhammed ’’, D.İ.A., XXX, 449. 138 İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, s.85.
68
sıfatlarıyla bu aynada tecellî eder. Fakat insan yaratılmadan önce bu ayna cilâlı
olmadığından ilâhî tecellîleri net olarak yansıtmıyordu. Âdem(insan) bu aynanın
cilâsı olmuş, her şeyde tecellî eden Hakk, en mükemmel şekilde insanda tecelli
ettiğinden ona Halîfe adı verilmiştir. Şeyh Gâlip, Allah’ın diğer insanlara nazaran
Hz. Muhammed’de en mükemmel şekilde tecellî ettiğini, mutlak anlamda insan-ı
kâmil’in O olduğunu söyler.
Cevher-i âyine-i hüsn-i ezel
Pertev-i Nûr-ı Hüdâ ‘Azze ve Cell
Yani Hz. Muhammed ezelî güzellik aynasının cevheri olarak Allah’ın nûrunun
ziyâsıdır.
Ahmed-i Mürsel: Peygamber olarak seçilip gönderilen demektir.139 Resûlü
Ekrem’in Kur’an’ın muhtevâsında çok önemli bir yeri vardır. Kur’an’da çoğul
sîgasıyla gelip, Hz. Muhammed’i kapsayan 170 civârındaki ayette ‘‘resûl’’ ve
‘‘nebî’’ kelimeleri geçmektedir. Bunların bazıları ‘‘Yâ eyyühe’r-resûl’’ hitâbı
şeklindedir. Allah bütün peygamberlere kendi isimleriyle hitâp ederken Hz.
Muhammed (a.s.)’a ‘‘Ey resûl, ey nebî’’ diye hitâp etmesi onun diğer peygâmberlere
üstünlüğünün işareti olarak kabul edilir. Hz. İsâ’nın kendisinden sonra gelecek resûlü
müjdelerken onun adının Ahmed olacağını belirtmesi de Kur’nda Saf Suresi, 61.
ayette ifâde edilir.140
İbnu Hacer, Ahmed b. Hanbel ve Bezzâr’ın Müsnedleri gibi Kütüb-i Sitte
dışındaki bazı kitaplarda Resûlullâh’ın hasâisinden bahseden rivâyetlerde ‘‘Ahmed
diye isimlendirildim’’ hadisi yeralır.141 Yani Ahmed ismi ona Allah ‘ın verdiği bir
ismidir.
Mahbûb-ı Hüdâ: Allâh’ın sevgilisi
Habîb: Allâh’ın sevgilisi
139 Şener, a.g.e., s.8. 140 Bekir Topaloğlu, ‘‘Kur’an ve Sünnete göre Hz. Muhammed’’, D.İ.A., XXX, 439. 141 Prof. Dr. İbrâhim Canan ,Hadis Ansiklopedisi-Kütüb-i Sitte, XII, 200.
69
Kur’anda Allah’ı sevmek ve O’nun tarafından sevilmek için Peygamber’e itaat
şart koşulur. Resûlullah, Tirmîzî’de bahsedilen bir rivâyette Habîbullah; Allah’ın
sevgilisi, olarak nitenmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Muhammed’e yönelik ezelî sevgisi
olmasaydı hiçbir şey var olmazdı. Sûfiler için kutsî hadis kabul edilen bir rivâyet,
‘‘Sen olmasaydın eflâkı yaratmazdım’’ hadisi çok önemlidir.
Tasavvuf la ilgili kaynaklarda geçen ve kutsî hadis kabul edilen bir başka
rivâyet de ‘‘Ben gizli bir hazîne idim bilinmek istedim’’rivâyetidir. Buna göre, gizli
bir hazîne olan Cenâb-ı Hakk, bilinmeyi murâd etmiş ve ilk defa taayyunu-i hubbî
şeklinde, yani Hz. Peygamberin nûru ve sevgisi olarak tecellî etmiş, ardından diğer
varlıkların hepsini bu nûrdan yaratmıştır. Onun alemlere rahmet oluşunun (Enbiyâ
Suresi, 21/107) anlamı budur. Buna göre evrenin varoluş sebebi Allah’ın Hz.
Muhammed’e duyduğu sevgidir.142
Cevrî, bu durumu Hilye’sinde;
Ahmed-i mürsel ü mahbûb-ı Hüdâ
Ki odur bî-bedel ü bî-hemtâ
Kendū ĥüsnünden îdüp āña naśîb
Eyledi Ĥaķķ ānı kendüye Ĥabîb
beytlerinde ifâde etmiştir.
Ene Emlâh: ‘‘Ben güzelim’’ ifadesi de Hz. Peygambere atfedilen ancak sahih
hadis kaynaklarında yer almayan bir ifadedir. Yukarıda bahsedildiği gibi Allah’ın
Rasûlullah da tecellî etmesi, onun da insan-ı kâmil olması, en güzel olmasını zorunlu
kılar.
Yoğıdı âna melâhatde ‘adîl
‘‘Ene emlâh’’ bu söze oldu delîl
d- Ayetler
Halk idûp ahsen-i takvîm üzre
Yazdı ‘ünvânını ta‘zîm üzre
142 Süleyman Uludağ, ‘‘İslâm Kültüründe Hz. Muhammed’’, XXX, 449.
70
beytindeki ahsen-i takvîm ifâdesi ile ‘‘Şüphesiz ki biz insanı en güzel biçimde
yarattık.’’ 143ayetinden iktibas edilmiştir.
Eyleyûp ‘izzet-i şânın a‘lâ
Dîdi hakkında ânun ‘‘kerremnâ’’
beytindeki ‘‘ kerremnâ ’’ ifâdesi ile ‘‘Biz hakîkaten insanoğlunu şan ve şeref
sahibi(Kerremnâ) kıldık. Onları(çeşitli nakil vasıtalarıyla) karada ve denizde taşıdık;
kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan üstün
kıldık’’ 144 ayetinden iktibas edilmiştir.
Geldi bu sûret ile çûn Âdem
İtdiler secde melâik ol dem
beytindeki secde melâik ifâdesi ile ‘‘ Hani biz meleklere(ve cinlere): Âdem’e
secde edin demiştik. İblîs hariç hepsi secde ettiler....’’ ayetinden iktibas edilmiştir .145
e- Hadisler
Oldılar çarh-ı Hüdâ’ya encüm
Radıya’llah ü Teâlâ ‘anhüm
Her biri peyrev-i sultân-ı rasûl
Her biri ümmete hâdi-i sübûl
beyitlerinde geçen encüm ve hâdi-i sübûl ifâdeleri ‘‘Ashâbım gökteki yıldızlar
gibidir, hangisini takip ederseniz hidâyet bulursunuz’’146 hadisinden ilham alınarak
yazılmış beyitlerdir.
f- Hz.Ebû Bekr’e Verilen İsim ve Sıfatlar
‘Atîk: ‘‘Eski’’ manasına gelen bu kelime Hz. Peygamber tarafından Hz. Ebû
Bekr’e lakab olarak verilmiştir. Niçin bu ismin ona verildiği sorulduğunda, kızı
143 Tîn Sûresi, 95/4. 144 İsrâ Sûresi, 17/70. 145 Bakara Sûresi, 2/34.
71
Hz.Aişe anlatıyor: ‘‘Ebû Bekr(r.a) Resûlullah(s.a.v)’ın yanına girmişti.
Hz.Peygamber:
‘‘Müjde, Ey Ebû Bekr! Sen Allah’ın ateşten azâd ettiği kimsesin!’’ buyurdular.
İşte o günden itibaren Hz. Ebû Bekr, Atîk (azadlı) diye isimlendirildi.’’[Tirmîzi,
Menâkıb,(3679).]147
Sıddîk: Ebū Bekr’in isim ve sıfatları arasında en yaygın olanı olanı budur.
Çünkü Rasūlüllah’ın peygamberliğini ilk tasdik edenlerden olduğu gibi, müşriklere
karşı Mi’rac’ı tasdik eden de odur. Müşrikler ona:’’ Senin arkadaşın Muhammed
Mi’rac hadisesinden bahsediyor, ne diyorsun?’’ dediklerinde o da: ‘’Eğer bunu O
söylüyorsa doğrudur, O’nu tasdik ederim’’148
Nakl ile böyle olundı tahkîk
Hilye-i hazret-i sıddîk-ı atik
Hilye-i Cevrî’de Hz. Ebû Bekr, meşhur olan bu sıfatlarının yanında İmam,
Kerîmü’l-ahlâk gibi sıfatlarla tavsif edilmiştir.
İbnu Ömer(r.a) anlatıyor: Resûlullah(s.a.v)’ın hastalığı şiddetlenince, kendisine
cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu.
‘‘Ebû Bekr’e söyleyin, halka namazı o kıldırsın!’’ buyurdular[Buhârî,Ezân 46.]149
Mescid-i dine iden ânı imâm
Kâmetin itdi sütûn-ı İslâm
Eylemişt, o kerîmü’l-ahlâk
Kemer-i tâat-ı mevlâyı nitak
g- Hz.Ömer’e Verilen İsim ve Sıfatlar
Hz. Ömer(r.a.) Kibâr-ı Sahabeden, Aşere-i Mübeşşereden olup ikinci halîfedir.
Bi’setin altıncı senesinde, erkekler arasında kırkıncı, bir rivâyete göre kırkbeşinci
olarak İslâma gelip, bu zâtın ihtidâsıyla İslâm Dini zâhire çıkmıştır. Hakkı batıldan
146 Deylemî, Ebû Şücâ’ Şiraveyh b. Şehredâr, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb, IV,160, no:6497, İbn
Abbas (r.a)’dan rivâyet edilmiştir. Ayrıca bkz. Aclûnî, İsmâil b. Muhammed, Keşfü’l-Hafâ ve Mûzilü’l-ilbâs, I, 147, no:381
147 Ibrâhim Canan, Hadis Ansiklopedisi-Kütüb-i Sitte, XII, 259. 148 Celâlüddin es-Suyūtî, Tārîhu’l-Hulefâ, s.29. 149 Canan, a.g.e., XII, 270.
72
tefrîkada kuvve-i hârikulâdesi ve kemâl-i adâlet ve hakkâniyeti sebebiyle
Pygamberimiz tarafından kendisine Fâruk lakâbı verilmiştir.
Hz. Ebû Bekr(r.a), vefâtından önce, sahabenin önde gelenleriyle görüşüp, Hz.
Ömer’i halifeliğe tayin etmişti. Hicretin 13. yılında hilâfete geçmiş ve ilk defâ
kendisine Emîru’l-mü’minûn lakâbı verilmiştir.150
Cevrî, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzin’de Hz.Ömer’in bu isimlerine değinmiyor. O,
Hz.Ömer’in fiziksel özelliklerini, Arapça ve Farsça kelimelerle oluşturduğu kendi
terkipleriyle tasvîr etmiştir.
Kendüm-gûn: Teni, son derece buğday tenli renginde
Ki ola ġāyetle kendüm ġūn
Ĥabbeźā śun‘-ı Ħüdā-yı bî-çūn
Vech-i rûşen: Parlak yüzlü
Revnâk-şiken levn-i leben: (Saçının) kıvrımları parlak ve süt renkli olan
Hem dinilmiş ki o vech-i rūşen
Ola revnāķ-ı şiken levn-i leben
‘Alem-i dîn-i mübîn: Dîn-i mübînin alemi, sancağı
‘Alem-i dīn-i mübîn idi o ķad
Źılli olsa n’ola memdūd-ı ebed
‘Ârızı âb-ı rûh-ı ‘izzet: Yanağı su gibi izzetli olan
Levn-i sâfı leben cennet: Yüzünün rengi saf cennet sütü gibi olan
‘Ārıżı āb-ı ruħ-ı ‘izzet idi
Levn-i śāfı leben cennet idi
h- Hz.Osman’a Verilen İsim ve Sıfatlar
Hz. Osman, Kibâr-ı Sahabeden, Aşere-i Mübeşşereden olup üçüncü halîfedir.
Ebû Bekr’in davet ve teşvîkiyle Zübeyr ve Talha(r.a.)dan önce İslâma ile müşerref
olmuştur. İslâma girdikten sonra Peygamberimizin kızı Hz. Rukiye ile evlenmiştir.
Bedr Savaşında Hz. Rukiye ağır sûrette hasta olduklarından Hz. Osman(r.a) bu
gazaya katılamadı. Zafer haberi geldiğinde Hz. Rukiye(r.a) vefât etmişti. Daha sonra
Peygamber Efendimizin, diğer kızı Hz.Ümmü Gülsüm(r.a)ü Hz. Osman ile
150 Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-a’lam,V, 3213-15.
73
evlendirmesi üzerine ona Zi’n-nûreyn (iki nûr sahibi) lakabı verilmiştir. Hayâ ve
Hilm ile muttasıf bir zât idi.151
Hz. Âişe(r.a) anlatıyor: Hz. Ebû Bekr(r.a), Resûlullah(s.a.v)’ın yanına girmek
üzere izin istedi. Bu sırada Aleyhissalâtu vesselâm yatağı üzerinde yatmakta idi.
Üzerinde benim bürgüm vardı. Resûlullah halini bozmadan izin verdi. (Konuştular),
meselelerini hallettiler. Hz. Ebû Bekr gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer girmek için
izin istedi. Resûlullah(a.s) aynı halini hiç değiştirmeden ona da izin verdi. Ömer’in
ihtiyacını da gördü. Sonra da gitti.
Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu sefer(a.s) yatağında doğrulup oturdu.
Üstünü başını düzeltti. Bana da ‘‘Elbiseni üzerine topla!’’ emretti. Ve ona da girmesi
için izin verdi. Onun da ihtiyacını gördü. Osman da gitti.
O gidince ben dayanamayıp: ‘‘ Ey Allah’ın Resûlü! Ebû Bekr ve Ömer
gelince istifini bozmadığın halde Osman gelince kendine çekidüzen verdin.
Sebebinedir?’’ diye sordum. Dedi ki:
‘‘Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken
içeri aldığım takdirde arzusunu açmadan gideceğinden korktum.’’
Bir rivâyette: ‘‘Kendisinden meleklerin haya duydukları bir kimseden ben
haya duymayayım mı?’’ demiştir. [Müslim, Fezâilu’s-Sahabe 36, (4201).]152
Edebinden nazar ittikçe ânâ
Kudsiyân eyler idi istihyâ
Tavr-ı âdâbına virmişti karar
Hilmine zînet idi ferr u vakâr
Cevrî, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzin’de Hz.Osman’ın fiziksel özelliklerini, yine
Arapça ve Farsça kelimelerden oluşturduğu terkiplerle şöyle tavsîf etmiştir:
Sehî-serv: Boyu, orta boylu olan.
İ‘tidāl üzre idi ķaddi temām
Bir sehî-serv idi mevzūn-ı endâm
151 Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-a’lam, IV, 3125. 152Canan , a.g.e. XII, 283.
74
Hasenü’l vechi rakîku’l-beşera: Yüzü, güzel yüzlü, ince tenli olan.
Hem dimişler o güzīn-i beşera
Hasenü’l vechi raķīķu’l-beşera
Esmeru’l-levn: yüzünün rengi için, esmer tenli olan.
Esmeru’l-levn idi ol vech-i ĥasen
Cümle elvandan odur müstaĥsen
ı- Hz.Ali’ye Verilen İsim ve Sıfatlar
Hz.Alî (v.41/661), çocuklardan ilk olarak İslâm’ı kabul eden erkek çocuktur.
Hulefâ-i Râşidîn’in sonuncusudur. Resūlüllah’ın ona bazı isim ve sıfatlar verdiği
gibi, bazı tarihî hādiseler sonucunda da taraftarları ona bazı isim ve sıfatlar
vermişlerdir.
Ebu’l-Hasen: Hz.Ali bu ismi oğlu Hasan’dan dolayı almıştır, ‘‘Hasan’ın
Babası’’ manasındadır.
Ebû’s-sıbteyn: Resūlüllah’ın torunları olan Hasan ve Hüseyin’in babaları Hz.
Ali olduğundan O’na, iki torun babası manasına bu isim verilmiştir.153
Esedü’llâh el- gâlip: ‘‘Allah’ın yenilmez Aslanı’’ demektir. Hz. Ali,
kahramanlığından dolayı bu ismi almıştır. Haydar ve Haydar-ı Kerrār adlarını da bu
yüzden almıştır ki, Haydar: Aslan; Kerrâr da ‘‘düşman üzerine döne döne gitmek’’
demektir.154
Murtazâ: ‘‘Allah’ın rızâsına nâil olmuş’’ manasına gelen bu isim de Hz. Ali’ye
Rasūlullah tarafından verilmiştir.
Hz. Peygamber Tebük Seferine giderken kadın ve çocukların başına Hz. Ali’yi
bırakmıştı. O da: ‘‘Yā Rasūlüllah! Beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun’’ dedi.
Allah’ın Resūlü de: ‘‘Sen kendinin, benim tarafımdan Hārun’un Mūsā’ya yakınlığı
mesâbesinde olmana rāzı olmuyor musun? Şu farkla ki, benden sonra peygamber
yok’’ diye cevap verdi.(Buhârî, Meğazî 78, Fezâilu’l-Ashâb 9; Müslim, Fezâilu’l-
Ashâb, 31, (2404); Tirmîzî, Menâkıb,(3731) ) 155
153 Es-Suyūtî, a.g.e., 166. 154 Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-a’lam, IV,3175; İslam Ansiklopedisi, I, 307. 155 Canan, a.g.e., XII, 289.
75
Bunlardan başka Hz. Ali’ye Fârisîde; Şāh-ı Evliyā, Şāh-ı Merdān, Şāh-ı
Velâyet ve Şîr-i Yezdân, Şîr-i Hüdâ gibi daha bazı lakaplar verilmiştir.156
Hilye-i Cevrî’de Hz. Ali şu sıfatlarla tavsif olunmuştur:
Mahrem-i râz-ı nebî: Hz. Ali, Tasavvufî ekollerin sahip oldukarı rûhânî
ilimlerin kaynağının aracısı, yani Hz. Peygamberden intikâl eden ilâhî ilim mirasının
taşıyıcısı olarak kabuledilen bir zâttır. Pek çok tarîkât erbâbı kendilerini onun
kanalıyla Hz. Peygambere nisbet ettiklerinden, Allah velisi ve Hz. Peygamberin
halîfesi Hz. Ali ‘‘Şâh-ı velâyet’’ sıfatıyla da anılır.
Hz. Ali cesaret, dirayet, ve kahramanlığının yanında, ilim, ibâdet, zühd, takvâ,
ihlas gibi bir çok meziyeti şahsiyetinde toplayan müstesna insanlardan biridir.
Okuma–yazma bilenlerin oranının çok olmadığı ve Hz. Peygamber’in ilim tahsilini
teşvîk ettiği bir devir ve cemiyette okuma-yazmayı bilenlerden olan Hz. Ali, Hz.
Peygambere vahiy kâtipliği ve yazıcılık yapanlardan olduğu gibi, Kur’an ilimlerini
de en iyi bilen âlim sahabilerin en başta gelenlerindendir. Bu vasfı dolayısıyla Hz.
Peygamber’in onun hakkında ‘‘ Ben ilmin şehri(hikmet evi)yim, Ali onun
kapısıdır.’’(Tirmîzî-menâkıb, 20) buyurduğu rivâyet olunmuştur. Hz. Ali, Hz.
Peygamber’in en çok sevdiği ve değer verdiği, insanlardan biri olarak akıl, zekâvet,
dirâyet, zühd, takvâ, cesâret gibi meziyetleri dolayısıyla Hz. Peygamber tarafından
defalarca övülmüştür. 157 Tabii ki bu üstünlükleriyle o, Peygamberin gizli mahremi
olmaya namzettir.
Levĥ-i âyine-i vech-i ezelî
Mahrem-i rāz-ı Nebî ya‘ni ‘Alî
Merd-i Güzîn: Hz. Ali, Tebük Savaşı hariç, Hz. Peygamberin bulunduğu
Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gibi bütün savaşlarda bulunmuş, gösterdiği
olağanüstü kahramanlıklar dolayısıyla ‘‘Şâh-ı Merdân’’(yiğitlerin şahı) ünvanı
verilmiştir.158 Cevrî bu sıfatı Merd-i güzîn şeklinde kullanmıştır.
156 Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l- a’lâm, IV, 3175. 157 Adem Ceyhan, Eski Türk Edebiyâtında Sad-Kelime-i Ali Derleme Tercüme ve Şerhlerine Dair,
C.B.Ü. Fen-Edebiyât Fak., Sosyal Bilimler Dergisi, yıl:1997, S:1, s.244. 158 Adem Ceyhan, a.g.m., s.243.
76
Gerçi ĥannâ ile ol merd-i güzîn
Nice dem rīşini itti tezyīn
Esmer-gûn: Ten rengi; esmer renkli.
Ānuñ itmişidi ĥaķīm-i bī-çūn
Levn-i pākizesini esmer-gūn
Ed‘acü’l-‘ayn: Gözleri; iri siyah gözlü.
Ed‘acü’l-‘ayn idi ol źāt-ı kerīm
Çeşminüñ olmuş idi cirmi ‘ažīm
Peh-nâver: Göğsü, sinesi; geniş
Yaśī yaġrınlu idi ol server
Sīnesı olmuşıdı peh-nāver
Mülahham-ter: Avuçları; etli.
Yemm-i pür-güher: etli avuçları; inci dolu birer deniz.
Daħī keffeyni mülahĥam-ter idi
Her biri bir yemm-i pür-güher idi
Kerrema’llahü Teâlâ: Hz. Ali(r.a), henüz 8-10 yaşlarında iken İslâmı kabul
ederek çocuklar arasında ilk inanan ve namaz kılan insanlardan olmuş, hiç puta
tapmadığı için ‘‘Allah onun yüzünü şereflendirsin’’ manasındaki ‘‘Kerrema’llâhü
vechehu’’ duasını almıştır.159
Vech-i pākin görüp erbāb-ı nažār
‘‘Kerreme’llāh ü Teāla’’ didiler
159 Adem Ceyhan, a.g.m., s.243.
77
SONUÇ
Hz. Muhammed’in yaratılışını, fiziksel ve ruhî özelliklerini tavsîf ve tasvîr
eden manzum ve ya mensur eserlere hilye denir. Bu tür eserler, Türk tasavvuf
edebiyatında, önemli bir yere sahiptir.
Başlangıçta, Hadis ve İslâm Tarihi kaynaklarından elde edilen bilgilerle, Hz.
Peygamberin beşerî yönü, vücut yapısı, güzel ahlakı, hal ve hareket tarzları, tavır ve
davranışları ve özel hayatının anlatıldığı Şemâil kitapları yazılmıştır. XVII. yy’da
şemâil kitaplarındaki konular daraltılarak, daha edebî ve sanatkârâne bir uslûpla
edebiyâtımızda Hilye türü eserler yazılmaya başlanmıştır. Hilyeler bir bakıma
didaktik dinî eserler idi. Bilindiği gibi edebiyatımızda ilk hilye Hâkânî Mehmed
Bey’in Hilye-Hâkâni’sidir. Hilyelerde mevzu Hz. Peygamberle sınırlı kalmamış,
Dört Halîfe ve Aşere-i Mübeşşere ile Din ve Tarikât Büyükleri hakkında da hilyeler
yazılmıştır. Çalışmamızın konusu olan Cevrî’nin Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn adlı eseri
de Dört Halîfe hakkında yazılan hilyeler arasında oldukça önemli bir yere sahiptir.
Devrinin önemli hattatlarından olan Cevrî, hattatlığı sayesinde istinsah ettiği
eserlerden etkilenmiş bir süre sonra kendi şiirlerini yazmaya başlamıştır. Kendinden
önce yetişmiş olan İran ve Türk şâirlerini incelemiş, Bağdatlı Ruhî, Bâkî, Nef’î,
Mevlânâ, Enverî ve Urfi gibi şâirlerden etkilenmiş, kendinden sonra yetişen
Neşâtî’yi de etkilemiştir. Cevrî oldukça üretken bir şâir olup, kasîde, gazel, tarih
kıt’aları, terkipler, rubâîler, tahmis ve tesdislerden oluşan bir Dîvânı vardır.
Selimnâme, Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn, Hall-i Tahkîkât, Aynü’l-füyûz, Melhame ve
Nazm-ı Niyâz onun diğer eserleridir.
Mesnevî tarzında 145 beyitlik kısa bir eser olan Hilye adından da anlaşıldığı
üzre Dört Halîfeyi tavsîf ve tasvîr etmektedir. Daha çok Hilye-i Cevrî adıyla meşhur
olmuştur. Kütüphanelerimizde oldukça fazla yazması mevcuttur. 1293,1309 ve 1317
tarihlerinde üç kere de basılmış olması daesere gösterilen rağbetin diğer bir
ifâdesidir.
Eser, Tevhîd, Nâ’t, Mukaddime, Hilye-i Çâr-Yâr-ı Peygamber ve Hâtime
bölümlerinden oluşur. Cevrî, usûle uygun olarak Tevhîd ve Na’t kısımlarında usûle
uygun olarak Allah’ı ve Hz. Peygamber’i övüldükten sonra Mukaddime de sebeb-i
telîfini açıklar. Hakânî’nin Hz. Peygamber hakkında nazmettiği Hilye-i Hakânî’ye
78
gıbta ettiğinden bu eseri yazmıştır. Nitekim kendisi de Hâtime Bölümünde, bu eseri
Yazmaktaki maksadının, Peygamber ve Ashâbını överek Allâh’ın rızâsını kazanmak
olduğunu beyân eder. O, İslâm Tarihi ve Hadis kaynaklarında verilen bilgiler
ışığında Hulefâ-i Râşidîn’i tasvîr ve tavsîf etmiştir.
Biz de bu mütevâzî çalışmamızda, Tasavvuf edebiyatımız içinde oldukça
önemli bir yere sahip olan Cevrî ve Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn adlı eserini metin-
muhtevâ ve tahlîl olarak incelemekle, özellikle de Hilye’nin sadeleştirilmiş metninin
bir bütün olarak ilk kez ortaya koyulması, tasvirlerin geçtiği arapça kaynaklara
inilmesi bakımından edebiyat dünyamıza az da olsa katkıda bulunduğumuz
kanaatindeyiz.
79
BİBLİYOGRAFYA
Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-Hafa ve Müzilü’l-İlbas, I, Kahire ts.
Ali Seyyidi, Kamus-u Osmanî, Matbua ve Kütüphane-i Cihan, 1330.
Aras, Veli, “Hilye ve Hilyeler” ,Türk Dili ve Edebiyâtı Ansiklopedisi, IV, İstanbul
1981.
Ayan, Hüseyin, Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni,
Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1981.
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, TDV Vakıf Yayınları, İstanbul 1993
Banarlı, Nihat Sâmi, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, II, M.E.B. Devlet Kitapları,
Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1997.
Beliğ, İsmail, Nuhbetü’l-Asar Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘ar, (haz. Prof. Dr. Abdülkerim
Abdülkadiroğlu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, S. 168,
Tezkireler Dizisi, Ankara 1999; [I.baskı; Gazi Üniversitesi, Ankara 1985].
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, III, İstanbul 1333.
_____ Osmanlı Müellifleri (haz. A. Fikri Yavuz, İsmail Özen), Meral Yayınevi,
İstanbul 1972.
Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi-Kütüb-i Sidde, XII, Akçağ Yay. İstanbul ts.
Devellioğlu, Ferid, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1978.
Deylemi, Ebu Şuca’a Şiraveyh b. Şehredar, el-Firdevs bi Me’suri’l-Hitap, Darü’l-
Kütübi’l- İlmiyye, IV, Beyrut 1986.
Dilçin, Cem, ÖrneklerleTürk Şiir Bilgisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Türk
Dil Kurumu Yayınları:517, Ankara 1997.
Ergun, Sadettin Nuzhet, Türk Edebiyatı Tarihi ve Numuneleri, İstanbul 1931.
_____ Türk Şairleri, II, İstanbul 1940.
Esrar Dede, Tezkire, Halet Efendi, v. 24a; Süleymaniye Ktp. Halet Efendi, nr: 109,
vr.24a.
Fâik Reşat, Eslaf, İstanbul 1975
Fîrūzâbâdî, el-Kâ’musu’l-Muhît (trc.Mütercim Asım Efendi), I-IV, İst.1304-1305.
80
Gölpınarlı, Abdülbâkî, Melâmîlik ve Melâmîler, İ.Ü. Yay., Devlet Mat., İstanbul 1931.
_____ “Bayramiye” mad., İslam Ansiklopedisi, II, İstanbul 1961.
_____ “Mevlana Müzesi, Yazmalar Kataloğu’’, III, T.C. Başbakanlık Kültür
Müsteşarlığı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müd. Yayınları. Seri:3, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1972.
_____ “Mevlana Müzesi, Yazmalar Kataloğu’’, I, MEB Eski Eserler ve Müzeler
Genel Müd. Yayınları, Seri: 2, No: 6 Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 1967.
Güngör, Zülfikâr, Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesimi
Mehmed’in Gülistan-ı Şemâili, Basılmamış Doktora tezi, Ankara 2000.
_____ “Türk Edebiyatında Hilye-i Nebevi Türünün Doğuşu ve Gelişimi”, Tavavvuf
İlmi ve Akademik Araştırmalar Dergisi, Ocak-Haziran 2003, yıl:4 S.10,
Ankara 2003.
Güzel, Abdurrahman, Dini Tasavvufi Türk Eedebiyatı, Akçağ Yayınları, İstanbul ts.
Heysemî, Nûruddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman, Buğyetü’r-Râid fî
Tahkîki Mecai’z-Zevâid ve Menbai’l-Fevâid, Th. Abdullah Muhammed ed-
Dervîş, IX, 21, no. 14303, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994.
Karaman, Hayreddin ve heyet, Kur’an-ı Kerîm ve Türkçe Meali, 1992.
İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah en-Nemerî el- Kurtubi, el-İstîâb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb, Th. Ali Muhammed el-Becâvî, I, Beyrut 1992.
İbn Asâkir, Ebu’l-Kâsım Ali b. El-Hasen b. Hibetillâh ed-Dımeşkî, Târîhu Medîneti
Dımeşk, Th. Muhhibbüddîn Ebû Saîd Ömer b. Ğarâme el-Amravî- Ali Şîrî,
XL, XXXIX, Beyrut 1995-2001.
İlgürel, Müctebâ, II. Seim-I. Abdülhamit Dönemi, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, X-XI, Çağ Yay., İstanbul 1993.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed el-Basrî ez-Zührî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, III,
Dâru Sâdır, Beyrut ts.
İslâm Ansiklopedisi, I-XII, İstanbul 1965-1974.
Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, (haz. Dr. İbrâhim Kutluk), I, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1978.
81
Kocatürk, Vasfi Mahir, Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1970.
_____ Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1964.
Kadri, Hüseyin Kâzım, Türk Lügatı, I-III, İstanbul 1928.
Latîfî, Tezkire, İstanbul 1314.
Levent, Agâh Sırrı, Edebiyat Tarihi Dersleri, İstanbul 1933.
_____ Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1988.
Mehmet Süreyyâ, Sicilli Osmânî, II, İstanbul 1308–1311.
_____ Sicilli Osmani yahut Tezkire-i Meşahir-i Osmaniye, .II, (haz. Doç. Dr. Ayhan
Öztürk, Dr. Ramazan Tosun) Sebîl Yayınevi, İstanbul 1996.
Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyâtı Tarihi-Edebiyat Tarihi-Metinler, Akçağ
BasımYayım Pazarlama A.Ş., Ankara 1997.
Muallim Nâci, Osmanlı Şâirleri( haz. Yrd. Dr. Cemâl Kurnaz), Kültür Bakanlığı
Yay.: 684, Ankara 1986.
Müstakîmzâde, Süleyman Sadettin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul Devlet Matbaası 1928.
Mütercim Asım Efendi, Burhan-ı Katı (Haz. Prof. Dr. Mürsel Öztürk, Derya Örs),
Türk Dil Kurumu Yayınları: 733, Ankara 2000.
Nâimâ, Mustafa, Târih-i Nâimâ, VI, İstanbul 1280.
Neysâbûri, Ebû’l-Hüseyn Müslim b. El-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, I-V,
Betrut 1972.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989.
_____ Hilye-i Saadet, Ankara 1991.
Pekolcay, Necla, İslami Türk Edebiyatı, I, III, İstanbul 1967–1968.
Rıza, Tezkire-i Rızâ, İkdâm Matbaası, İstanbul 1316.
Sâlim, Tezkire-i Sâlim, İstanbul 1315.
Safâî, Tezkire, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr.2549.
Sarı, Mevlüt, Arapça Türkçe Sözlük, Bahar Yayınları, İstanbul 1982.
Suyūtî, Celâlüddin, Abdurrahman b. Ebû Bekr, Tārîhu’l-Hulefâ, Kahire 1389/1969.
Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, Alfa Yay., İstanbul 1983-1998.
82
_____ Kamusu’l-a’lam, İstanbul 1316.
Şener, Halil İbrahim, Neşati’nin Hilye-i Enbiyası, D.E.Ü.İ.F Dergisi, 1983.
Şeyhî, Muhammed Efendi, Şakâyık-ı Nûmâniyye ve Zeylleri, III, Çağrı Yay.,
İstanbul-1989.
Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemü’l-Kebîr, Th.
Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, I, Musul 1983.
Taberî, Ebū Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd, Târîhu’l-Ümemi ve’l-Mülûk,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, II, Beyrut 1407,
Tahiru’l-Mevlevi, Edebiyât Lûgatı, (Haz. Kemal Edip Kürkçüoğlu), İstanbul 1973.
Timurtaş, Faruk Kadri Tarih İçinde Türk Edebiyâtı, Vilayet Yay.,İstanbul 1981.
Topaloğlu, Bekir, ‘‘Kur’an ve Sünnete göre Hz. Muhammed’’, D.İ.A., XXX.,2006.
Türk Dili ve Edebiyâtı Araştırmaları, II, 1891.
Uludağ, Süleyman, ‘‘İslâm Kültüründe Hz. Muhammed ’’, D.İ.A., XXX..2006.
Uzun, Mustafa ‘‘Hilye’’ mad. DİA, XVII, İstanbul 1998.
Vanlıoğlu, Mehmet - Atalay, Mehmet - Karacabey, Turgut, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî,;
Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyât Fak. Yay. Erzurum –1996.
Yardım, Ali, Peygamberimizin Şemaili, İstanbul 1997.
Yılmaz, Ahmet, Na‘ti Mustafa, Ethem ü Hümâ (İnceleme-Metin), I.Bölüm,T.C.
Selçuk Üniversiresi Yay., Konya 2001.
IX
top related