farkli marksİzmler

Post on 12-Jan-2016

74 Views

Category:

Documents

0 Downloads

Preview:

Click to see full reader

DESCRIPTION

FARKLI MARKSİZMLER. Marksist siyasetin ayrışması. 19. yy’ın sonlarından I. D. S’na kadar olan süreçte üretim süreci ve üretimin örgütlenmesi köklü değişikliklere uğruyor. - PowerPoint PPT Presentation

TRANSCRIPT

1

FARKLI MARKSİZMLER

Marksist siyasetin ayrışması

19. yy’ın sonlarından I. D. S’na kadar olan süreçte üretim süreci ve üretimin örgütlenmesi köklü değişikliklere uğruyor.

Ağır sanayi, artan rekabet ortamı ve sermayenin yoğunlaşması o güne kadar kapitalist üretimin dayandığı serbest ve rekabetçi Pazar fikrinin gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor.

Büyük sanayi tekelleri ile devlet aygıtı kaynaşıyor ve emperyalizmin altyapısı oluşuyor. Ağır sanayinin gerektirdiği büyük üretim merkezleri, işçi sınıfının sosyolojisinde de önemli

değişiklikler yaratıyor; işçilerin sınıf olma bilinci artıyor.

2

Oy hakkının yaygınlaşması, kitle partilerinin kurulması, sendikaların büyümesi ile işçi sınıfının ekonomik ve siyasal alanda artan önemi Marksist siyasetin izlemesi gereken yol açısından da önemli bir ayrışmayı gündeme getiriyor:

Kautsky ve Bernstein’a ve Alman Sosyal demokrasisine dayanan sosyal demokrat yönelim, işçi sınıfının sayıca ve politik etkinlikçe artan gücüne bel bağlayarak işleri «seyrine bırakma»yı yeğliyor.

Kautsky:

«biz devrimci bir partiyiz ama devrim yapacak bir parti değiliz».

Reformist kanadın dışında duran Marksistler ise toplumsal bütünlüğü proleterya etrafında yeniden kurmak ve bunu devlet formunun ötesine taşabilecek yeni bir toplumsal organizasyon çerçevesinde gerçekleştirmek hedefinde.

4

Lenin, Sovyetleri yeni bir devlet tipi olarak belirliyor.

Buna göre sovyetler, «askeri ve bürokratik devlet aygıtının ve ‘yığınların kendi öz siyasal yaşamını, dipten doruğa tüm devlet yaşamının demokratik örgütlenmesine doğrudan doğruya katılmalarını’ engelleyen burjuva parlamenter cumhuriyetinin yerini alacak olan başka bir devlet tipi».

5

Marx devrimi kapitalizmin geliştiği Avrupa ülkeleri için öngörmüştü.

Lenin ve Troçki’nin kafalarındaki devrim bir Rus Devrimi değil, bir Avrupa Devrimiydi. Rusya’daki devrimin Alman ve tüm Avrupa proleteryasını tetikleyeceğini düşünüyorlardı.

Rus Devrimi’nin ayakta kalmasının tek yolu, zincirleme bir devrimler dizisinin Avrupa’yı bir Avrupa Sovyetler Birliği Cumhuriyetine dönüştürmesiydi.

6

Devrim Almanya’da 1919’da yenilgiye uğradı. Rosa Lüksemburg, Berlin’deki ayaklanma girişiminin bastırılması sırasında öldürüldü.

7

İtalya’da fabrika konseylerinin geri çekilmesinden sonra Mussolini adım adım iktidara yürümekteydi. Gramsci 1926’da ülkeyi terk etmeyi reddedince tutuklandı. 11 yıl hapishanede kaldıktan sonra 1937’de öldü.

8

9

Her iki ülkede de devrim günlerinin küllerinden faşizm doğdu.

Lenin ve Troçki’nin kafalarındaki devrim bir Rus Devrimi değil, bir Avrupa Devrimiydi. Rusya’daki devrimin Alman ve tüm Avrupa proleteryasını tetikleyeceğini düşünüyorlardı.

Rus Devrimi’nin ayakta kalmasının tek yolu, zincirleme bir devrimler dizisinin Avrupa’yı bir Avrupa Sovyetler Birliği Cumhuriyetine dönüştürmesiydi.

Bu ihtimal kapandıktan sonra Rus Devrimi’nin rotası «zaruretlerle» belirlendi.

10

Sonunda Stalin «tek ülkede sosyalizm» projesine ulaştı.

Lenin, Troçki, Luxemburg ve Gramsci, Alman sosyal demokrasisinde görülen reformist akıma karşı çıkmış, içinde bulundukları dönemi «devrimci bunalım dönemi» olarak görüp bu dönemin tüm devrimci olanaklarını kullanmaya karar vermişlerdi.

Reformist eğilimli sosyal demokrat partiler II. Enternasyonalde kaldılar. Komünist partiler ise Sovyet devrimini gerçekleştiren partinin tartışılmaz ağırlığının hissedildiği III. Enternasyonalde toplandılar.

Stalinizm, 1930’ların başında SSCB’de mutlak hakimiyetini kurarken uluslararası komünist hareket üzerinde de belirleyici oldu.

11

Hegelci Marksizim

SOL KOMÜNİZM: (Konsey Marksizmi) Avrupa Komünist partileri içinde etkili olan bir akım. Buna göre Avrupa’daki mücadele tamamen işçi sınıfının eseri olacak öz örgütlenmeler tarafından gerçekleştirilecekti.Parlamentoların ve sendikaların zamanının dolduğunu iddia

etmekteydi.

Proletarya halen burjuvazinin kültürel hakimiyeti altındaydı ve bu bağımlılıktan kopmalıydı. Proletarya ayrı bir öznellik oluşturabilmeliydi. Bu ise bir kültürel kopuş ile gerçekleşecekti.

12

Hegelci Marksizim

Pannekoek, sosyalizme geçiş için eksik olan şeyin maddi şartların olgunluğu değil, burjuva toplumu özelinde sınıflı toplumun ön kabullerini aşacak yeni bir toplumsal öznenin varlığı olduğunu söylüyordu.

Burjuva bireyselliğini aşan yeni bir toplumsallığı yerine getirebilecek tek özne proleteryaydı. Tek sorun, onun bu potansiyel öznelliğinin farkına varmasıydı.

Bu akım daha sonra Hegelci Marksizme dönüştü.

13

Luxemburg ve Gramsci’de de işçi sınıfının özerk sınıf bilincine yapılan vurgu önemli bir yer tutuyor. İkisi de kitlelerin aktif rolü üzerinde duruyorlar.

Partinin politik önderliğinin ötesinde, işçi sınıfının tarihteki yerini bir özne olarak almasına vurgu yapıyorlar.

Tarihin öznelerin ürünü olduğu, öznelerin tarihi yaparken aynı zamanda kendilerini de yarattıkları düşüncesi, Hegelci Marksizm’in merkezinde yatıyor.

Kitleleri pasif bir yığın olarak gören determinist Marksizm karşısında toplumsal insanın tarihsel süreçteki aktif, bilinç ve iradeye dayanan rolünün altını çiziyorlar.

Marx’ın Hegelci yanına vurgu yapıyorlar.

14

Determinist Marksizm ise pozitivist bir yaklaşımla tarihsel materyalizmi temel ve üstyapı ayrışımı çerçevesinde ele alıyor; toplumsal yaşamın bütünselliğini altyapının belirleyiciliğine indirgiyor.

Gramsci bu indirgemeci yaklaşım karşısında, temel-üstyapı unsurlarının kategorik ayrımına değil, bunların her tarihsel durumda nasıl bir bütün oluşturduklarına vurgu yapıyor.

15

Hegelci Marksizim

Gramsci’ye göre üretici güçlerle üretim ilişkilerinin uyumu temel -üstyapı uyumunu kendiliğinden sağlamıyor. Bu uyum sınıfsal aktörler tarafından her tarihsel konjonktürde ideolojik ve politik olarak oluşturulmalı.

İdeoloji ve politika temelin basit bir görüngüsü değil, tarihsel konjonktürün kurucu kerteleri.

Temel ile üstyapı arasındaki ilişki, böylelikle, bizzat insanların yürüttükleri sınıf mücadelesi dolayımıyla oluşturuluyor. Bu salt ekonomik bir mücadele değil, ideolojik, politik ve kültürel bir mücadele.

16

Hegelci Marksizim

Gramsci’ye göre tarih, toplumsal insan varlıklarının bilinçli «praksisleri» ile açıklanıyor.

Yani bilişsel süreçten ayrı bir praksis veya pratikten ayrı bir bilişsel süreç yok.

Gramsci’nin yaklaşımında, tarih bilişsel olmayan bir maddi üretim sürecinden daha fazlası.

Tarihin üretimine katkıda bulunan ve bunu belli bir bilişsellik içinde yapan her birey «filozof». Böylelikle kitleler, insanlığın kendilerini yaratma süreci olarak algılanan tarihin asıl ve bilinçli aktörleri.

Bu varsayımdan da kitlelerin kendi özerk dünya görüşleri doğrultusunda kendi kaderlerini ellerine almaları düşüncesine geçiyor.

Bunun sonucunda, Gramsci’nin hegemonya yaklaşımı sadece burjuvazinin yönetim usullerini vaaz eden analitik bir yöntem değil; fabrika konseyleri gibi, işçi sınıfının alternatif hegemonyasının koşullarına işaret eden politik bir anlamı var.

17

18

George Lukacs, Hegelci Marksizm’in bir diğer ismi.

Marksizmi, toplumsal yasaları keşfeden bir ilimden ziyade insani özgürleşmeyi hedef alan, Gramsci’nin deyimiyle bir praksis felsefesi olarak kurgulamak önemli.

Lukacs, İtalya’daki konsey hareketi ile aynı sıralarda Macaristan’da kısa süreliğine iktidarı ele geçiren Sovyet hükümetinde «kültür komiserliği» görevini üstleniyor.

Lukacs

Weber’den etkilenmiş. Weber’e göre modernitenin en önemli etkisi, hayatın işleyişini içsel-manevi değerlerden arındırılmış, soğuk ve tekdüze hesap kitaba bırakmış olması. Bürokratik makinanın kuralları çerçevesinde işlemeye başlayan hayat «büyüden arındırılmış», modern benliği ilham verici herhangi bir içsel-manevi yönelimden alıkoymakta.

Bürokratik makinaya karşı duyulan antipati ve ilham verici kişilik arayışı Lukacs’ı da etkiliyor.

19

20

Hegelci Marksizim

Lukacs, bütünselliğe ulaşmış bir kültür yaratabilmeyi hedefliyor. Toplumsal ilişkilerin şeyleşmesi (reification) bu bütünselliğe ulaşmanın başlıca engeli.

Şeyleşme: Marx’ın meta fetişizmi analizinden kaynaklanıyor. Marx, kapitalizmin örgütlediği meta üretiminin toplumsal algılayış üzerindeki etkilerinden söz ediyor.

Emek kendini, belli bir emek miktarı olarak değişime koyuyor.

Bu sadece emek için değil, emeğin ürünleri için de geçerli. Bu ürünler de içerdikleri emek miktarı üzerinden değişime giriyor.

Emek ve emek ürünleri, belli miktarların değişimi üzerinden ilişkiye girdikleri meta piyasalarında varlık buluyorlar.

Bu da toplumsal ilişkilerin miktarlar arasındaki ilişkiler olarak kavranmasına yol açıyor. Aslında bir toplumsal ilişkiler silsilesi olan üretim, metalar arası bir ilişkiler silsilesi olarak algılanıyor. Böylece sistem, sahte algılayışlar yaratmıyor, ama işleyişin arkasında yatan toplumsal süreci gizlemiş oluyor.

21

22

Hegelci Marksizim

Lukacs, bu sürecin en önemli sorununun, insani üretimin «şeyler arası ilişkiler tarafından soğurulması olduğunu söylüyor.

Böylece insan, kendi üretimini, kendinden ayrı olarak işleyen ve nesnel olduğu varsayılan kuralların işleyişine terk etmiş oluyor. Yani kendi ürününe yabancılaşıyor.

Şeyleşme, emek sahibinin bilinci de dahil olmak üzere, genel olarak insani bilişi iğdiş etmekte.

İnsani üretimi kendi tarihselliği ve toplumsallığı, bütünselliği içinde algılayamayan insani bilinç, tüm toplumsal süreci şeyler arasında süre giden bir ilişkiler bütünü olarak algılıyor.

23

Hegelci Marksizm

Şeyleşme: insanlar arasındaki ilişkiler hem nesnel, hem öznel açıdan metalar arasındaki ilişkiler olarak ortaya çıkıyor.

Şeyler dünyası, insanları sanki insanlardan bağımsızmış gibi görünen nesnel yasalarla yönetiyordu. İnsanlar birer nesne, yaşamlarını onların yerine yöneten bir sürecin seyircileriymiş gibi.

Bütünün tüm görünümlerinin parçalanması. Emeğin uzmanlaşması; toplumun atomlaşması; insanlar ve onların çevrelerindeki dünyanın birbirinden ayrı varlıklar gibi görünmesi.

Bu durum burjuvazinin yaşam tarzının bir gereği. Özünde bütüne değil, parçalara odaklanıyor.

Meta fetişizmi ve entelektüellerin olumsuz etkileri de işçi sınıfının bilinçlenmesini önlüyor. Kapitalist sistem kendi iç yapılarıyla şeyleştirmeye yol açıyor.

Satılık emek emek haline geliyor ve böylece emek, sahibinin kontrolünden çıkıyor.

24

25

Hegelci Marksizm

Lukacs katipatist ülkelerde tek bir üretim biçiminin bulunduğunu belirtir.

Üretimi insanın önce beyniyle yaptığını, önce kafasında bir tasarım kurup sonra onu hayata geçirdiğini söyler.

Buradan, devimin de önce tasarlanıp sonra gerçekleştirileceği düşüncesine varır.

Bu noktada Hegelcilikle eleştirilir. Çıkış noktası idealisttir.

Toplumda sermayenin evrimi, proleteryanın şeyleşmeyi yok edip tarihsel sürecin başlatıcısı olacağı noktaya varmamıştır.

Proleteryanın ideolojik boyuneğişi, kapitalist toplumun ekonomik ve toplumsal örgütlenmesinden kaynaklanır. Proleterya, kapitalist üretim tarzı tarafından yaratılır.

Bu nedenle, proleteryaya atfedilen sınıf bilincini yalnız Parti temsil edebilir.

26

27

Lukacs’a göre şeyleşmenin aşılması için politik dönüşümün ötesinde kültürel bir dönüşüm gerekli. Lukacs’ın temel problematiği bu dönüşümü üstlenecek özne.

Lukacs, sınıf pozisyonları ile dünya görüşleri arasında doğrudan bir ilişki kuruyor. Şeyleşme, kapitalist sınıfın dayattığı bir süreç.

Proleterya, şeyleşmenin aşılmasına yönelik bir bakış açısına sahip olan tek toplumsal kategori.

Çünkü işçi sınıfı, kapitalist üretim sürecinin ortaya çıkardığı meta zincirinin tek bilinçli halkası ve bu konumundan dolayı şeyleşmenin bilincine varabilecek yegane kategori.

28

Bu nedenle bilinç sorunu temel sorun.

İşçi sınıfının toplumsal koşulların ona atfettiği bu rolü kavraması önemli.

Bir meta olmasına yol açan üretim ilişkilerini ancak böyle aşabilecek. Teori ile pratiği ancak böyle birleştirecek.

Kapitalizmin şeyler arası ilişkiler olarak gösterdiğinin aslında toplumsal bir ilişki olduğunun bilincine varabilecek tek toplumsal kategori.

29

Hegelci Marksizim

Bu bilincin kuvveden fiile çıkması bir örgütlenme sorunu: Hem Lukacs hem de Gramsci komünist partisini işçi sınıfı bilincinin disipline edilmiş ve ete kemiğe bürünmüş şekli olarak görüyor.

İşçi sınıfına yabancılaşmış bir parti örgütü değil, sınıf bilincinin billurlaşacağı bir yapılanma esas.

Her ikisi de sınıf bilincini dışarıdan verilebilecek bir bilinç değil, sınıfların toplumsal pozisyonlarından kaynaklanan bir şey olarak ele alıyor.

30

Stalinizm’in 1930’lu yıllarda Sovyet bürokrasisinin üzerine iyice yerleşti ve uluslararası komünist hareket de bundan etkilendi. Bunun sonucunda Hegelci Marksizm 1970’lere kadar politik bir etki yaratamadı.

31

Frankfurt Okulu

Frankfurt okulunun çıkış noktası, Gramsci ve Lukacs gibi Marksizmi bir bilim olmaktan çok insani özgürleşmenin bilgisi olarak yeniden oluşturmak.

Marksizmin eleştirel özünün yeniden açığa çıkarılması…

Pozitivizme karşı duruyorlar. Çünkü pozitivizm, olumsuzlanması ve aşılması mümkün olanı yasa payesine yükselterek tarihsel ve toplumsal olanın baskıcı karakterinin normalleştirilmesine yol açıyor.

32

Tahakkümün, sömürünün ve baskının, insani özgürleşmenin olumsuzlanmasının en garanti biçimi, tüm bunları doğa yasalarına benzer şekilde işleyen toplumsal yasalar içinde soğurmak ve böylelikle onların dokunulmazlıklarını bilimselleştirmek.

Pozitivist yaklaşımın karşısında eleştirel teorinin işlevi, insani özgürleşmenin önüne dikilen her türlü maddi ve düşünsel yapıyı deşifre etmek.

33

Frankfurt Okulu

Stalinizmin tüm Avrupa komünist hareketini kontrol ettiği ve devrimci işçi hareketinin geri çekildiği, hatta faşizmin saflarına kaydığı bir dönemde insani özgürleşme idealini korumak çok zordu.

Frankfurt okulunun başlangıç noktasını Lukacs oluşturuyor. «Şeyleşme» yaklaşımı okulun kapitalist toplum yapısına bakışını belirliyor.

Weber’in modernite çözümlemesi de Frankfurt okulu için temel bir kaynak.

Weber, insani eyleme değer biçebilecek içsel ve ahlaki normlar hiyerarşisinin yerini bu eylemin hesaplanmasına ve öngörülebilirliğine dayanan araçsal aklın aldığını belirtiyordu.

Kapitalizm de bürokrasi de insani eylemi dışsal ölçütler içine yerleştirerek onu standart, öngörülebilir ve hesaplanabilir modeller içine sokmaya çalışıyor.

34

35

Frankfurt Okulu

Horkheimer ve Adorno, «Aydınlanmanın Diyalektiği»nde (1947) insan-doğa ilişkisini ele alırken Weber’in moderniteye atfettiği bu araçsal akıl vurgusundan yola çıkıyor.

Onlara göre yabancılaşma, kökeninde insanın doğayı hakimiyeti altına alma isteğinin yattığı bir süreç. İnsanın doğayı hakimiyeti altına aldıkça aslında ona daha az vakıf olmasının ortaya çıkardığı bir süreç.

Aydınlanma, bilime ve teknolojik ilerlemeye yaptığı vurgu ile doğaya hakim olma isteğinin insanlık tarihindeki en açık ifadesi. Bu hakimiyet isteği Aydınlanmanın despotik yönü.

Böylece, determinist Marksizmin temel açıklama mekanizması olan üretim araçlarının ve üretici güçlerin gelişmesi ile komünist toplum arasında kurulan sıkı bağ tersine çevriliyor.

36

37

1929 bunalımını aşmak üzere kapitalizmin Keynesçi politikalara yönelmesi ile tüketimin yaygınlaştırılması Frankfurt okulu tarafından alım güçleri artması beklenen emekçi kitlelerin kapitalist üretimin merkezine taşınması olarak yorumlandı.

Üretim artık kitleler için kitlesel bir şekil alacaktı, bu da gittikçe kitle tüketimine dayanan bu ekonomilerin yarattığı tüketim kalıplarının genelleşmesi anlamına geliyordu.

Kitlesel tüketime dayanan kapitalizmin ürünleri, kitlelerin yaşam biçimlerini ve dünyayı algılayışlarını olduğu gibi değiştiriyordu.

38

Frankfurt Okulu

«Kültür endüstrisi» kavramı çerçevesinde ele aldıkları değişim, kapitalist üretim tarzıyla popüler kültürün buluşmasına dayalıydı.

Kültür ürünleri, kapitalist üretim mantığına uygun olarak kar için üretiliyordu ve bu üretimin kitlesel tarzı standardizasyonu kaçınılmaz kılıyordu.

Popüler müzik gibi, çabuk tüketilen, birbiriyle neredeyse aynı bir kültürel ürün yığını…

39

Frankfurt Okulu

Kitlesel üretime konu olan metalara ulaşma düzeyi artan,

çalışma dışında geçen zamanı kültür endüstrisinin hazırladığı eğlence formlarıyla geçen,

kitle iletişim araçları ile kendisine verilen enformasyon sınırları içinde pasif kamuoyu haline gelen kitlelerin artan konformizmi onları kapitalizmle uyumlu hale getiriyor.

Herbert Marcuse «Tek Boyutlu İnsan»da manipülasyona açık bir kitleden söz ediyor.

Kapitalizm artık hayatın kılcal damarlarına doğru hızla ilerliyor; ortaya çıkan yapı fark edilmesi çok zor olan bir denetim toplumu.

İşçi sınıfı artık kitlesel tüketim kalıpları içinde tüketimin hazzına varmış, eğlence kültürünün şenşakraklığına kapılmış yığınlara dönüşmüş durumda…

40

41

Frankfurt Okulu, otoriter bireyin oluşumunu da bu temalar çerçevesinde açıklıyor.

Adorno ve arkadaşları «Otoriter Kişilik» başlıklı çalışmada,

«oluşumunu daha az aileye borçlu olan bireyin otorite olarak da babadan koptuğunu ve ortaya çıkan otorite boşluğunu ırkçılık ve şovenizm gibi siyasal ve toplumsal otoriter akımların doldurduğunu» saptıyorlar.

Denetim toplumu içinde sosyalleşen insan bireyinin tüketim eksikliğini kitle tüketim kalıpları içinde giderdiğini, otorite eksikliğini de baskıcı rejimlerin taşıyıcısı olan akımlara meylederek giderdiğini belirtiyorlar.

42

Frankfurt Okulu

Böylece kitleler hem pasif alıcılar haline geliyor, hem de bu pasiflik otoriter bir mecraya yerleşiyor.

Bu iddialar Hegelci Marksizmin kendi içinde de bir kırılma anlamına geliyor.

Hegelci Marksizmin «kitlelerin tarihin bilinçli ve aktif özneleri» olduğu vurgusu geri çekilmiş oluyor.

Hepsi, kültür endüstrisinin ürettiği afyon bağımlıları haline gelmiş ve tarihsel bir dönüşümün taşıyıcıları olma ihtimalleri ortadan kalkmış oluyor.

43

Sadece Marcuse, halen bir özne tanımında ısrar ediyor.

Horkheimer ve Adorno ise sistemin kapsayıcılığı karşısında umutsuzluğa düşmüş ve bir çıkış yolu olmadığını düşünmekte.

Marcuse buna karşılık, sistem dışı kalmış ve marjinalleştirilmişleri işaret ediyor. Serseriler, işsizler, bastırılmış ırklar… devrimin bina edileceği yeni toplumsal gruplar.

Kitle tüketiminin ve kültür endüstrisinin sağladığı olanakların hepsinden soyutlanmış olan dağınık kitleler sistemden beslenebilecekleri hiçbir kanala sahip değil. Bu nedenle Marcuse’e göre toplumsal devrimin yeni özneleri olacaklar.

44

Kendisinin işaret ettiği toplumsal kesimlerin bir kısmının da aktifleştiği 68 öğrenci hareketi ve Yeni Sol akımlar üzerindeki etkisi nedeniyle Marx ve Mao ile birlikte Marcuse 68’in 3 M’sinden biri haline geliyor.

45

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Hegelci Marksizme karşı. «Kapital’i Okumak» ve «Marx İçin»de Althusser Marx’ın Marksizminin değerinin Hegelci Marksizmin merkezinde bulunan özne nosyonunu terk etmesi olduğunu vurgular.

Genç Marx Hegelci insani yabancılaşma ve kendini gerçekleştirme nosyonunu izlemektedir. Olgun Marx ise üretim ilişkilerini ve güçlerini irdelemektedir.

Olgun Marx’ta özneye yapılan vurgunun yerini yapıların kendi aralarındaki ilişkilerinin analizi almıştır.

Marx tarihin merkezi sorusunu (özneyi) tarihin çöp sepetine atmış ve tarihi yapılar arası ilişkiler düzeyinde açıklamaya girişmiştir.

46

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

«Mutlak çıkış noktası olarak alınması gereken ‘insan’ fikri tüm burjuva ideolojisinin temelidir, büyük klasik ekonomi politiğin özüdür. İnsan, burjuva ideolojisinin uydurduğu bir mittir. … insanlar varolan üretim tarzının toplumsal ilişkilerinden, sınıf ilişkilerinden, sınıf kavgasından yola çıkan bir analizin varış noktalarıdır.»

Yapı kavramıyla toplumsal bireylerin bu yapıların onlara yükledikleri rollerin taşıyıcıları oldukları vurgulanır.

Birey, bu yapılar sayesinde toplumsal bir varlık olarak kurulur ve bunu bilinçli bir tercih olarak yapmaz. Yapılar ve onların dayattığı kalıplar bireye önceldir. Bu nedenle bireyler, Hegelci Marksizmin öngördüğü gibi aktif, bilinçli özneler değil, pasif rol üstlenicilerdir.

47

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Althusser’in bu yaklaşımı, sosyolojinin özneye yüklediği merkezi konumu da sarsar. Ona göre, insana yeryüzünde ayrıcalıklı bir konum veren, insanı kendi eylemlerinin yaratıcısı olarak gören hümanizmanın kendisi ideolojiktir.

Bilimsel bir çözümleme, insanın doğadaki her şey gibi nedensellik yasalarına tabi olduğunu gösterecektir.

İnsan özne, ekonomik, siyasal, felsefi ego, tarihin kurucu öznesi değildir. Özne, öznesiz bir süreç olarak tarih içinde bir yapı tarafından kurulur.

İnsanlar özerk özneler değil, toplumsal rollerin taşıyıcısıdır.

48

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Yapı, insani pratikleri çeşitli düzeylerde (kerte) belirleyen, onları biçimlendiren tutarlı bütünlüklerdir.

Ekonomik kerte,

ideolojik kerte ve

siyasal-hukuksal kerte

Bu kerteler tek tek insan eylemliliklerinin ötesinde, bu eylemliliklerin temelini oluşturan ve onları üreten derin formlardır.

49

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Bunlar toplumsal formasyonun öğeleridir. Toplumsal faaliyetler ve insan davranışları bu üç başlık altında açıklanır.

Siyasal pratik, toplumsal ilişkilerden yeni toplumsal ilişkiler yaratır.

Ekonomik pratik, doğayı insan gücü kullanarak ürüne dönüştürür.

İdeolojik pratik, toplumsal formasyonun üyelerinin dünyayı algılama biçimlerini üretir. Böylece, bir bütün olarak toplumsal sistemi yeniden üretir.

50

Determinist Marksist görüş, toplumsal formasyonu açıklamak için üretim biçiminden bahseder. Temel, üstyapı üzerinde belirleyicidir.

Althusser ise tek bir üretim biçiminin olmadığını, homojen bir bütünlükten söz edilemeyeceğini belirtir. Üretim biçimlerinden biri baskın olabilir ama toplumsal formasyon karmaşıktır.

Egemen sınıfın da kendi içinde fraksiyonları vardır.

Örn. Ticari, mali, üretici sermaye. Bunları temsil eden farklı gruplar vardır. Bunların bir araya gelip sistemin yeniden üretimi için çalışmaları gerekir.

51

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Bu nedenle devlet de «görece özerk»tir (relative autonomy). Dengeyi gözetir. Egemen sınıf (power bloc) bu kesimlerin oluşturduğu siyasi iktidar bloğudur.

Devletin birinci görevi bunlar arasında denge sağlamaktır.

İkinci görevi ise yönetilenlerin iktidarı tehdit etmesini önlemektir.

52

Ekonomik temel ve üstyapı arasındaki ilişki bir doğrudan belirleme ilişkisi değildir. Yapılar arasındaki ilişki karşılıklı etkileşim sonucu ortaya çıkan karmaşık bir yapısal belirlenim sürecidir: ÜSTBELİRLENİM.

Ekonomik yapının belirleyiciliği en son kertededir; herhangi bir ekonomik konjonktürde veya toplumsal formasyonda hangi yapının etkin olacağı ile ilgilidir.

Örn. Feodal toplumda etkin yapı siyasal yapıdır. Sömürü ilişkileri siyasal yapının şekillendirdiği zor ilişkilerine dayanır. Fakat siyasal yapının etkin olmasını belirleyen yapı, üretim ilişkilerine ve üretici güçlere dayanan ekonomik yapıdır.

53

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Yani ekonomik yapı ikili bir rol oynar.

Belli bir toplumsal yapıda ideolojik ve siyasal-hukuki yapı ile birlikte karşılıklı belirlenim sürecinde yer alır ve bu süreçte kendisi de belirlenen duruma geçer.

Bu üst belirlenme içinde etkin yapıyı belirleme yine ekonomik yapıya atıfla açıklanır.

54

İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları: İdeoloji toplumun kurulumunda başat bir rol oynar. Toplumun yeniden üretiminde rol alır.

Toplumsal ilişkilerin bir bütün olarak yeniden üretimi, üretim ilişkilerinin yeniden üretimine indirgenemeyecek kadar çok boyutlu bir süreçtir.

İdeoloji, bireyleri özne olarak kuran özerk ve maddi bir alandır.

İşçinin toplumsal yeniden üretimi, onun sistemin işleyişine karşı herhangi bir direniş göstermeyecek şekilde yeniden üretimini gerektirir.

Yani işçinin sadece işgücü olarak yeniden üretilmesi değil, toplum içindeki yerleşimini sağlayan yapıların, ailenin, vatandaşlığın, dinin mensubu olmanın yeniden üretimidir.

Bu gerekliliklerin üretildiği yerler «ideolojik aygıtlar»dır.

55

56

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

İdeoloji, toplumsal düzen içindeki belli grupların çıkarlarından bağımsız. Sınıf egemenliğine değil, topluma hizmet eder. Her yerde hazırdır. İnsanları bir arada tutar. Gündelik yaşam pratiklerinin içine yerleşen nesnel bir gerçekliktir.

İnsanın toplumsal eylemde bulunabilmek için dünyanın ve kendisinin bu dünyayla ilişkisinin temsilcilerine ihtiyacı var. İdeoloji bu işlevi görür. İnsanlar ve onların var oluşlarının gerçek koşulları arasındaki ilişkiyi güçlendirir.

İnsanların kendi var oluş koşullarına ilişkin talepleri ideoloji içinde ifadesini bulur. Çelişki ideolojide yaşanır, bu çelişkinin çözümü ideoloji içinde bulunur.

Böylece ideoloji, dışarıdan zerk edilen veya edinilmesi gereken bir bilinç düzeyi değil, bizzat bireyin toplumsal ilişkilerinin bütünü içinde bulunduğu yapıların ona sağladığı roller bütünüdür.

57

58

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

İdeoloji, bu ağlar içinde bireylerin nasıl «çağırıldığı» (interpellation) ile ilişkili.

İdeoloji yanlış bilinç değildir.

Gerçekliğin ideoloji içinde ve ideoloji aracılığıyla çarpıtılmış biçimde algılandığı iddiası, köklerini insan özü düşüncesinde bulan bir hümanizmaya götürür.

Althusser’e göre Marksizmi bu hümanizmadan kurtarmak gerekmektedir. Bunun yolu ise, ideolojiyi gerçekliği çarpıtan bir mercek olarak görmekten vazgeçmektir. Bunun yerine, ideolojinin gerçekliğin bir kurucu öğesi olduğu düşüncesi gelmektedir.

59

Althusser için asıl sorun, ideolojinin yanlış olması değil, onun gördüğü işlevdir. İdeoloji, insan zihninin bir ürünü değil, insanların ne düşündüğünü belirleyen şeydir.

Bu yönüyle, yapısalcı-işlevselci bir ideoloji kuramı getirir.

Bireylerin ideolojik aygıtlar içerisinde edindikleri rollerin bütünü, işgücünün yeniden üretilmesinin en temel şartı olan toplumsal bütünlüğün yeniden üretilmesi işlevini görür. Bir toplumun varlığının ve sürekliliğinin teminatıdır.

60

Tüm toplumsal formasyonların kendi üretim koşullarını üretmesi gerekli. Emek gücünün üretimi de bunun içinde:

Maddi koşullar: (yeterli ücret; üreme koşulları) + eğitim: sistemin sürekliliğini sağlamak için gereken davranış biçimi (sınıf egemenliğinin kurallarına saygı, kurulu düzenin kurallarına uygun davranma, boyun eğmenin YENİDEN ÜRETİMİ); yöneten sınıfa da ideolojiyi düzgün kullanma yöntemi öğretilir.

Üretim ilişkilerinin yeniden üretimi, yasal, politik, ideolojik üstyapı kuruluşları (ISA) ve baskıcı devlet aygıtları (RSA) ile sağlanacaktır.

61

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Baskıcı devlet aygıtları: Polis, mahkemeler, hapisnahener, ordu, devlet başkanı, hükümet, yönetim.

Sınıf mücadelesi devletin, devlet iktidarının ele geçirilmesi üzerinedir. İktidarı elinde tutan kesimler devlet aygıtını kendi çıkarları için kullanırlar.

İdeolojik aygıt: din, eğitim, aile, iletişim, siyasal partiler, sendikalar, kültür, hukuk… Bunlar bireyin özel alanında işler. Baskı gizli ve ikincildir.

Hiçbir sınıf, devlet aygıtını ideolojik aygıtlar olmadan elinde tutamaz.

Aygıtlar arasındaki ayrımı belirleyen şey, bir aygıtın baskıya mı, onaya mı dayalı olduğudur. Bu işlevsel bir ayrımdır.

62

63

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Althusser’in ideoloji kuramı, üç temel sav üzerine kuruludur:

1. İnsanlar kendilerini ve gerçeklikle ilişkilerini temsil edebilmek için ideolojiye gereksinim duyarlar.

2. İdeoloji toplumsal formasyonun bir parçasıdır.

3. İdeoloji bireyleri özneler olarak çağırır.

İdeoloji, somut bireyleri özneler olarak kurar. Bunu bir «çağırma» süreci içinde gerçekleştirir.

Özneler çeşitli ritüeller içindeki pratikler aracılığıyla adlandırma, karşılama, ibadet etme, oy verme, vatanı savunma gibi eylemler ile kendi özne konumlarının farkına varırlar.

64

65

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

İdeoloji bir temsil sistemidir. Bireylerin gerçek dünya ile kurdukları ilişkiyi yaşama biçimlerini belirleyen bir TEMSİLLER BÜTÜNÜ’dür.

Kapitalist toplumda ideolojinin temel özelliği, kişileri özgür ve özerk olduklarına ikna etmesidir. Bir çeşit toplumsal harçtır.

66

Althusser ve Yapısalcı Marksizm

Althusser, ideoloji ve bilim arasında da bir karşıtlık kurar. Bilim, ideolojiyi eleştirerek bir çözüme varır.

Bilimsel kuramın doğruluğu tarihe bağlı değildir. Kuramın yöntemleri ve geçerliliği kendine özgüdür. Marksizm, bu yönüyle temel bilimdir. Gramsci’ye göre bilim de ideolojiktir. Oysa Althusser, bilimi nesnel bilginin temeli olarak kavrar. Marksizm de insanın merkezi konumunu sarsmış olması nedeniyle tamamen nesnel ve bilimseldir.

top related