kitap aydınlıkİstanbul kitap fuarı bu yıl 31inci kez düzenleniyor. İlki 1982 yılında...
Post on 25-Feb-2020
8 Views
Preview:
TRANSCRIPT
AydınlıkBU SAYIDA
18KİTAP
TANITILIYOR
16 Kasım 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 38
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1274
GÜLTEN DAYIOĞLU:“Çocuk için kitap
yazmak sorumlulukbilinci gerektirir”
MİYASE SERTBARUT:“Bir yetişkin için
kötü kitaptansıyrılmak kolaydır;
ama ya çocuk...”
BEHİÇ AK:“Edebiyatın çocuğu
özgürleştirici bir yönü olmalı”
ÖZEL SAYISI
İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 31inci kez düzenleniyor. İlki 1982 yılında ger-
çekleşen fuarın o yıl katılımcı yayınevi sayısı 28’di. Her yıl katılımın ve ilgi-
nin arttığı fuar büyüdükçe yer değiştirdi. Şehrin gelişimine eşgüdümlü ola-
rak mekan değiştiren fuarın en fazla akıllarda kalan yerleşkesi Taksim Te-
pebaşı olsa gerek. Sonraları iyice büyümesiyle beraber burası da yetersiz kal-
mış, fuar 2000 yılında Beylikdüzü’ndeki fuar merkezine taşınmıştı. Her ne
kadar şehrin merkezinden uzak olsa da daha geniş bir alanda yapılması fuar
ziyaretçileri için sevindirici bir gelişmeydi.
Bugün İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun ka-
tılımı ve 200 kadar etkinlikle kapılarını açıyor. Okurlarıyla buluşmak için
sabırsızlanan yüzlerce yazarı da unutmayalım.
“Çocukluğum Yurdumdur: Çocuk ve Gençlik Edebiyatı” İstanbul Kitap
Fuarı’nın bu yılki konu başlığı. Etkinliklerin önemli bir kısmı çocuk ve genç-
lik edebiyatı üzerine olacak. Gülten Dayıoğlu ise onur yazarı. Uzun yıllar,
yerli çocuk edebiyatının ilk akla gelen isimlerinden olan Gülten Dayıoğlu,
çocuk edebiyatının içinde çeşitli türlerde eser vermesiyle de bu alandaki zen-
ginliğin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir yazar.
Fuarın bu seneki konu başlığının belirlenmesinde, gelişen ve uzmanla-
şan yayınevlerinin sayısının artmasının etkili olduğunu düşünüyoruz. Yetişkin
edebiyatının yetersizliklerinden yola çıkıp fuarın bu sene o yüzden bu alana
yöneldiği gibi çocuk edebiyatını hafife alan söylemlerle karşılaşsak da asıl
sebebin bu olmadığı aşikar. Orta vadede daha verimli bir edebiyat dünyası
için çocuk okurun önemi tartışılmaz. Edebiyat üretiminin çocuk kitapları
okumuş bir kuşakla canlanacağını belirtmekte fayda var.
Aydınlık Kitap’ın kapak sayfalarında “Kalemini çocuklara ve gençlere ada-
yanlar” başlığı altında çok değerli çocuk edebiyatı yazarları Gülten Dayıoğlu,
Behiç Ak ve Miyase Sertbarut ile yaptığımız söyleşileri göreceksiniz.
Haftaya görüşmek dileğiyle...
Fuar haftası geldi çattı
SUNU
www.AydinlikGazete.comkitap@aydinlikgazete.com
Baskı:Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04Faks: 0212 252 51 22
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri : Alev Özgenç
Editör : Pınar Akkoç
Yazıişleri : İrem Halıç,
Deniz Antepoğlu,
Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü : Damla Yazıcı
3Aydınlık KİTAP
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu
16 KASIM 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
17 Kasım Cumartesi 2012İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
11.30-12.30İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
14.00-15.00İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
17 Kasım Cumartesi 2012Forum Alanı (10. Salon)
13.30-14.15Söyleşi/Talk: “Güncel Araş-tırma ve Edebiyatta Ma-car-Türk İlişkileri” Mode-rator: Mátis Viktor Konuş-macılar/Speakers: Tibor F.Tóth, János Hóvári (Maca-ristan Büyükelçisi), AndrásSándor Kocsis (Macar Ya-yıncılar Birliği Başkanı),Erdal Salıkoğlu (İstanbulMacar Kültür ve DostlukDerneği Başkanı) Düzen-leyen/By: Macaristan Bü-yükelçiliği - Hungary
15.15-16.15Panel: “Kitap FuarlarındaOnur Konukluğu Sunum-ları: Yeni Yaklaşımlar, YeniFikirler” - “Guest of Hono-ur Presentations in BookFairs: New Perspectives,New Ideas” Moderator:Onur Bilge Kula (Kütüpha-neler ve Yayımlar GenelMüdürü) Konuşmacılar:Antonio M. Avila (Liber
Kitap Fuarı Direktörü/ BookFair Director), Zhang J.Chen (Pekin Kitap FuarıDirektörü/ Beijing Book FairDirector), Amy Webster(Londra Kitap Fuarı Direk-törü/ London Book Fair Di-rector), Deniz Kavukçuoğlu(İstanbul Kitap Fuarı GenelKoordinatörü/ IstanbulBook Fair General Coordi-nator) Düzenleyen/By: Kül-tür ve Turizm Bakanlığı,Kütüphaneler ve YayımlarGenel Müdürlüğü - Ulus-lararası Kitap Fuarları Or-ganizasyon Komitesi
16.30-17.30Söyleşi/Talk: “Başka DildeEdebiyat” - “Literature inOther Languages” Konuş-macılar/Speakers: KaderAbdolah, Muhsin KızılkayaDüzenleyen/By: Dutch Fo-undation for Literature -TÜYAP
17.45-18.45Sunum/Presentation: “Tür-kiye ve İngiltere Kitap Pa-zarı, 2013 Londra Kitap Fua-rı Onur Konuğu TürkiyeEtkinlikleri KapsamındaTürk ve İngiliz YayıncılarBuluşması” Moderator:Ümit Yaşar Gözüm (UlusalKomite Koordinatörü) Ko-nuşmacılar/Speakers: Mü-nir Üstün (Basın Yayın Bir-liği Başkanı), Metin Celal(Türkiye Yayıncılar BirliğiBaşkanı), Emma House (İn-giliz Yayıncılar Birliği) Dü-zenleyen/By: Kültür ve Tu-rizm Bakanlığı, Kütüpha-neler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü - UluslararasıKitap Fuarları OrganizasyonKomitesi
17 Kasım Cumartesi 2012Interexpo Salonu
14.00-15.00Söyleşi: “Karikatürde 30.Yıl: Karikatür Kitabı” Ko-nuşmacı: Behiç Ak Düzen-leyen: Günışığı Kitaplığı
15.15-16.15Söyleşi: “Zaytung Ekibi Zay-tung'u Anlatıyor” Konuş-macılar: Hakan Bilginer,Ayşe Göynük, Özer UzunDüzenleyen: April Yayıncılık
16.30-17.30Söyleşi: “Girişimcinin Sırla-rı” Konuşmacı: Baybars Al-tuntaş Düzenleyen: DestekYayınları
17.45-18.45Panel: “Uluslararası İzolas-yonlar, Kıbrıs Türkleri veAB” Açılış Konuşması: Dr.Derviş Eroğlu - KKTCCumhurbaşkanı, EgemenBağış - TC Avrupa BirliğiBakanı ve BaşmüzakereciYöneten: Mehmet HasgülerKonuşmacılar: Yücel Acer,Gökhan Bacık, Murat F. Öz-kaleli Düzenleyen: Alfa Ya-yınları
17 Kasım Cumartesi 2012Marmara Salonu
14.00-15.00Söyleşi: “Küçük Mutluluk-lar” Konuşmacı: Aşkım Ka-pışmak Düzenleyen: İnkılâpKitabevi
15.15-16.15Söyleşi: “Kadim Dostum
Red Kit” Konuşmacılar: Di-dier Pasamonik, Levent Er-den Düzenleyen: Yapı Kre-di Yayınları
16.30-17.30Söyleşi: “Tarihçinin Felsefeve Toplum Bilimleriyle Sı-navı” Konuşmacılar: TanerTimur, Cem Eroğul Düzen-leyen: Yordam Kitap
17.45-18.45Söyleşi: “Hükümdar Ro-manı, Destanlar Çağı veTürk Töresi: Dün, Bugün,Yarın” Konuşmacı: Musta-fa Çevik Düzenleyen: İnkı-lâp Kitabevi
19.00-19.45Söyleşi: “Yeni Medya, Diji-tal İmkânlar ve DerinlikliHabercilik” Konuşmacı: Ek-rem Dumanlı Düzenleyen:Zaman Gazetesi
17 Kasım Cumartesi 2012Karadeniz Salonu
14.00-15.00Söyleşi: “Gülten Dayıoğ-lu’nun Çocuk ve GençlikEdebiyatındaki İzleri” Ko-nuşmacılar: Asuman Por-takal, Dursun Ege Göçmen,Hüsnan ŞekerDüzenleyen: Altın Kitaplar
15.15-16.15Söyleşi: “Muhteşem Hayat-lar Neleri Saklar” Konuş-macılar: Oya Baydar, Tur-han Günay Düzenleyen:Can Yayınları
16.30-17.40Panel: “Dijital YayıncılıktaUluslararası Standartlar veUygulamaları” Yöneten:
Tuğrul Paşaoğlu Konuşma-cılar: Mustafa Temiztaş,Mustafa Altun, Faik NadirDüzenleyen: Türkiye Yayın-cılar Birliği Dijital YayıncılıkKomitesi
17.45-19.45Ödül Töreni ve Panel: 10.Tudem Edebiyat ÖdülleriÖdül Töreni - "Öykü Ya-şamdır" Yönlendirici: Ma-visel Yener Konuşmacılar:Nuran Özyer, Mucize Özü-nal, Aytül Akal, MehmetAtilla, Nilay YılmazDüzenleyen: TUDEM
17 Kasım Cumartesi 2012Büyükada Salonu
14.00-15.00Ödül Töreni: “Everest İlkRoman Yarışması Ödül Tö-reni” Düzenleyen: EverestYayınları
15.15-16.15 Panel: “Kimliğin Oluşma-sında Çocuk EdebiyatınınRolü” Yöneten: Yazgülü Al-doğan Konuşmacılar: GültenDayıoğlu, Yankı Yazgan,Necdet Neydim Düzenle-yen: Notre Dame de Si-on’lular Derneği
16.30-17.30Panel: “Yezidiler”Yöneten: Mustafa Erdem Ka-badayı Konuşmacı: AmedGökçen Düzenleyen: İstanbulBilgi Üniversitesi Yayınları
17.45-18.45 Panel: “Yerel Yönetimler veDemokrasi”Yöneten: İmam-bakır Üküş Konuşmacılar:Gökhan Günaydın, YalçınBayer Düzenleyen: SODEV
- İstanbul Gerçeği
19.00-19.45Söyleşi: “Aykırı Sorular”Konuşmacı: Enver AyseverDüzenleyen: Remzi Kitabevi
17 Kasım Cumartesi 2012Heybeliada Salonu
14.00-15.00Söyleşi: “Yazının Cinsiyeti”Konuşmacılar: Yalçın To-sun, Mine Söğüt Düzenle-yen: Yapı Kredi Yayınları
15.15-16.15Söyleşi: “İdeolojiler Alanıve Türkiye Örneği” Konuş-macı: Metin Çulhaoğlu Dü-zenleyen: Yazılama Yayınevi
16.30-17.30Söyleşi: “Yunanistan’danKuzey Afrika’ya DevrimRüzgârları” Konuşmacı: FotiBenlisoy Düzenleyen: Ago-ra Kitaplığı
17.45-18.45Panel: “Elbet Sabah Ola-caktır - Tevfik Fikret” Yö-neten: Aydın Ergil Konuş-macı: Hıfzı Topuz Düzenle-yen: Ekin Yazın Dostları
18 Kasım Pazar 2012İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
11.30-12.30İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
14.00-15.00İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit Törnqvist
31.Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Etkinlik Programı
16 KASIM 2012 CUMA 7Aydınlık KİTAP
Düzenleyen: Hollanda
15.15-16.15Atölye çalışması: “OrigamiAtölyesi” Uygulayan: Nazan Tacer Düzenleyen: TUDEM
18 Kasım Pazar 2012Forum Alanı (10. Salon)
13.00-14.00Söyleşi/Talk: “Edebiyat veYolculuk / Literature and Jo-urney” Moderator: Pablo Martin Asuero Konuşmacı-lar/Speakers: Javier Sierra,Buket Uzuner Düzenle-yen/By: Istanbul CervantesEnstitüsü - TÜYAP
14.15-15.15Panel: “First Years of Tur-kish Republic / Cumhuri-yet’in Kuruluş Yılları” Mo-derator: Mete Tunçay Ko-nuşmacılar/Speakers: ErikJan Zürcher, Ahmet Demi-rel, Mehmet Ö. Alkan Dü-zenleyen/By: İletişim Ya-yınları - Dutch Foundationfor Literature - TÜYAP
15.30-16.30Panel: “Çeviri Atölyeleri-nin Yayıncılıktaki Rolü”Moderator: Saliha Paker(TECÇA Çeviri AtölyesiKurucu Koordinatörü) Ko-nuşmacılar/Speakers: MusaYaşar Sağlam (TAÇAT Mo-deratörü), Sevinç Üçgül(TURUSÇAT Moderatö-rü), Rafael Carpintero Or-tega (TİSÇAT Moderatörü),Muhammed Haridi (TÜ-RAPÇAT Moderatörü),Bülent Oktay (TÜÇÇATModeratörü), Mehmet Mo-ralı (TÜFÇAT Moderatö-rü), Esin Karaman (TEDAŞube Müdürü), Haitham AlNahi (Arap Çeviri Örgütü)Düzenleyen/By: Kültür veTurizm Bakanlığı, Kütüp-haneler ve Yayımlar GenelMüdürlüğü - UluslararasıKitap Fuarları OrganizasyonKomitesi
16.45-17.45Söyleşi/Talk: “History in Li-terature / Edebiyat İçindekiTarih” Moderator: BuketAşçı Konuşmacılar/Spea-kers: Henk Boom, AhmetÜmit Düzenleyen/By: DutchFoundation for Literature -TÜYAP
18.00-19.00Söyleşi/Talk: “İki ÖnemliRoman Yazar İstanbul KitapFuarı’nda / “Two Impor-tant Romanian Writers atIstanbul Book Fair” Mode-rator: Semra Sevim Ko-nuşmacılar/Speakers: RaduAldulescu, Eugen UricaruDüzenleyen/By: RomanianCulture Center
18 Kasım Pazar 2012Interexpo Salonu
12.00-13.00Söyleşi: “Evrende TesadüfYoktur, Yankı Vardır” Ko-nuşmacı: Nusret Kaya Dü-zenleyen: Destek Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Yazardan Yayın-
evine” Konuşmacılar: Zül-fü Livaneli, Deniz YüceBaşarır Düzenleyen: Do-ğan Kitap
14.30-15.30Söyleşi: “Oniki’den ÇarınLaneti’ne Jasper Kent veGerçek Tutulması” Konuş-macılar: Jasper Kent, ElifTanrıyar, Sibel Oral Düzen-leyen: Can Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: “Maun Suresi Me-sajı ve Türkiye Gerçeği” Konuşmacı: Yaşar Nuri Öz-türk Düzenleyen: İnkılâpKitabevi
17.00-18.00Söyleşi: “Sosyal İslam”Konuşmacılar: Eren Erdem,İhsan Eliaçık Düzenleyen:Destek Yayınları18.15-19.15Söyleşi: “Su Romanı ve Ede-biyatın Çevre SorunlarınaBakışı” Konuşmacı: BuketUzuner Düzenleyen: Eve-rest Yayınları
18 Kasım Pazar 2012Marmara Salonu
11.00-11.45Söyleşi: “Uçurumun Kena-rında Dış Politika” Konuş-macı: Onur Öymen Düzen-leyen: Remzi Kitabevi
12.00-13.00Söyleşi: “Avrupa’nın ZihinTarihi” Konuşmacı: HilmiYavuz Düzenleyen: TimaşYayınları
13.15-14.15Panel: “Anayasa Tartışma-ları” Yöneten: Mehmet Cen-giz Konuşmacılar: Ferit İl-sever, Kamer Genç Düzen-leyen: Kaynak Yayınları
14.30-15.30Panel: “Mustafa Kemal Dö-neminde Ekonomi”Yöneten: Fahri Aral Konuşmacı: Bilsay KuruçDüzenleyen: İstanbul BilgiÜniversitesi Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: “Sözde, Dizelerde,Türkülerde Türkçe”Konuşmacılar: Ataol Beh-ramoğlu, Sevgi Özel, GünayGüner Düzenleyenler: DilDerneği - Cumhuriyet Kitap
17.00-18.00Söyleşi: “Emperyalizm veOrtadoğu: Petrol ve DevrimNasıl Çalınır?” Konuşma-cı: Haluk Gerger Düzenle-yen: Yordam Kitap
18.15-19.15Söyleşi: “Duvardaki KanDurmuyor: 100. Yılına Doğ-ru Ermeni Meselesi “ Ko-nuşmacılar: Mim KemalÖke Düzenleyen: BabıâliKültür Yayıncılığı
18 Kasım Pazar 2012Karadeniz Salonu
12.00-13.00Söyleşi: “Cinai Meseleler”Konuşmacılar: Sevin Ok-yay, Ahmet Ümit, EmrahSerbes, Erol Üyepazarcı Dü-zenleyen: NTV Radyo
13.15-14.15Söyleşi: “Yetişkinler NedenÇocuklarla Birlikte EdebiyatOkumalı? Konuşmacı: Ka-rin Karakaşlı Düzenleyen:Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30Ödül Töreni: “ÇGYD YılınÇocuk Kitapları 2011 ÖdülTöreni” Düzenleyen: Ço-cuk ve Gençlik YayınlarıDerneği (ÇGYD)
15.45-17.15 Ödül Töreni: “Cevdet Kud-ret Edebiyat Ödülleri Töre-ni 20. Yıl” Okuma Tiyatro-su: “Adalet Sizsiniz” (So-krates, Galileo, Sacco, Van-zetti) Yazar: Ümit DenizerSahneye Koyan: PerdeciOyuncular: Rutkay Aziz,Taner Barlas Sunucu: ÖzgülBeyazıtPanel: “GüllüAgop'tan Günümüze BirArpa Boyu Yol..." Yöneten:Üstün AkmenKonuşmacılar: Orhan Al-kaya, Tilbe Saran, YücelErten Düzenleyen: CevdetKudret Ailesi ve TÜYAP
17.30-18.30 Söyleşi: “Sacco ve Vanzetti/ Tarihi Bir Hukuk Cinaye-ti” Konuşmacı: Helmut Ort-ner Düzenleyen: Agora Ki-taplığı
18.45-19.30Söyleşi: “Medya ve Aidi-yet” Konuşmacı: Nedim Na-zar Düzenleyen: Zaman Ga-zetesi
18 Kasım Pazar 2012Büyükada Salonu
12.00-13.00Panel: “ABD’nin BOP Pla-nı Çerçevesinde Suriye veTürkiye” Yöneten: Rama-zan Kap Konuşmacı: GürdalÇıngı Düzenleyen: Derle-niş Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Geride Kalanlar”Konuşmacılar: Binnaz Öner,Zarife Biliz, Semra Pelek,Onur Öztürk Düzenleyen:Evrensel Basım Yayın
14.30-15.30Panel: “Anarşi Yok BüyükDerleniş” Kıvılcımlı ve Gü-nümüz Yöneten: Sırrı Öz-türk Konuşmacılar: Sırrı Öz-türk, Ahmet Kale Düzenle-yen: Sorun Yayınları Ko-lektifi
15.45-17.15 Panel: “Tehlikeli Kelime-ler/ Dangerous Words” Yö-neten/Moderator: ZeynepOral Konuşmacılar/Spea-kers: John Ralston Saul, Eu-gene Schoulgin, Zineb Al-Rhazoui, Tarık Günersel,Sennur Sezer Düzenle-yen/By:Türkiye PEN/Tur-key Panel: “Dijital Çağdaİfade Özgürlüğü/ Free Exp-ressıon In The Digital Age”Yöneten/Moderator: Mari-an Botsford Fraser Konuş-macılar/Speakers: AsiehAmini (Iran), Gillian Slovo(S Africa), Halil İbrahimÖzcan Düzenleyen/By:Ulus-
lararası PEN/International
17.30-18.30 Söyleşi: “Işığın Ayak İzleri”Konuşmacı: Muhyiddin Şe-kur Düzenleyen: Sufi Ya-yınları
18.45-19.45 Söyleşi: “Şairin Şiire So-rumluluğu” Konuşmacı:Ataol Behramoğlu Düzen-leyen: Tekin Yayınevi
18 Kasım Pazar 2012Heybeliada Salonu
12.00-13.00Söyleşi: “Şuşu ve Üçtekeri”Konuşmacı: Yıldıray Kara-kiya Düzenleyen: RedhouseYayınevi
13.15-14.15Panel: “Dersim’in KayıpKızları” Yöneten: FerhundeÖzbay Konuşmacılar: Ne-zahat Gündoğan, KazımGündoğan Düzenleyen: İle-tişim Yayınları
14.30-15.30Söyleşi: “Bir Şiir Sana, BirŞiir Bana...” Konuşmacılar:Aytül Akal, Mavisel Yener,Mustafa Delioğlu Düzen-leyen: UÇANBALIK
15.45-16.45Söyleşi: “Aydın Sorumlulu-ğu ve Edebiyat” Konuşma-cı: İnci Aral Düzenleyen:Kırmızı Kedi Kitap
17.00-18.00Söyleşi ve Ödül Töreni:“Edebiyatın Nabzı ve Te-peyran Roman Ödülü” Ko-nuşmacılar: Oktay Akbal,Bülent Tanık, Hikmet Al-tınkaynak, Metin Celal, Ti-muçin Esen, Ömer FethiGürer, Canan Efendigil Ka-ratay, Yüksel Pazarkaya, İl-ter Uzel, Lokman Zor ve2012 Tepeyran Roman Ödü-lü Sahibi Düzenleyen: Çan-kaya Belediyesi - Niğde Kül-tür Sanat Platformu
18.15-19.15Şiir Dinleti Katılımcı Şair:Ahmet Telli Düzenleyen:Everest Yayınları
19 Kasım Pazartesi 2012İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda11.30-12.30İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
14.00-15.00İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
19 Kasım Pazartesi 2012Forum Alanı (10. Salon)
11.00-12.30Buluşma/Matchmaking:LAF-TÜYAP FellowshipMatchmaking Focus onChildren’s and Youth’s Li-terature Moderator: Ale-xandra Büchler (LAF), Zer-rin Yılmaz (TÜYAP) Katı-lımcılar/Attendees: Tiina
Lehtoranta (Finlandiya/Fin-nish Literature Exchange),Alïse Nïgale (Litvanya/Lielsun Mazs Publishing), EvaMejuto (İspanya/EditorialOQO), Valgerdur Bene-diktsdottir (İzlanda/ForlagidPublishing) Düzenleyen/By:LAF (Literature AcrossFrontiers) - TÜYAP
13.00-14.00Buluşma/Meeting: “Ulus-lararası Kitap Fuarları’ndaTelif Ajanslarının Rolü,Ajanslar ve Yayıncılar Bu-luşması” Katılımcılar: İlkayWalter (Carlton PublishingGroup), Nemonie CravenRoderick (Jonathan Clo-wes Ltd. Literary Agency),Prinko Svetlana (AuthorsRights Agency), Majid Jafari(Eve Literary Agency), Sop-hie Baker (Curtis BrownGroup Ltd), Guenter G.Rodewald (Ute Körner Li-terary Agent) Düzenle-yen/By: Kültür ve TurizmBakanlığı, Kütüphaneler veYayımlar Genel Müdürlüğü- Uluslararası Kitap FuarlarıOrganizasyon Komitesi
15.45-16.45Panel: “Uluslararası ÇeviriFonları/International Tran-slation Funds” Moderator:Oktay Saydam (Kütüpha-neler ve Yayımlar GenelMüdürlüğü, Daire Başkanı)Konuşmacılar: AlexandraBüchler (Literature AcrossFrontiers) Mireille Berman(Hollanda Edebiyat Kuru-mu/Dutch Literature Fo-undation), Sinead MacAodha (İrlanda EdebiyatDeğişim/Ireland LiteratureExchange), Sioned PuwRowlands (Galler Edebi-yat/Welsh Literature Abro-ad) Düzenleyen: Kültür veTurizm Bakanlığı, Kütüp-haneler ve Yayımlar GenelMüdürlüğü - UluslararasıKitap Fuarları OrganizasyonKomitesi
19 Kasım/ November 2012 Meeting Room (10. Sa-
lon)14.10 -15.40Buluşma/Matchmaking:Hollanda-Türk YayıncılarBuluşması Moderator: Mi-reille Berman (Dutch Fo-undation for Literature),Zerrin Yılmaz (TÜYAP)Guest of Honor: The Net-herlands and Turkish Pub-lishers Matchmaking Katılımcılar/Attendees: San-der van Vlerken (Publis-hing house De Geus) Luci-enne van der Leije (Publis-hing house Querido), Fritsvan der Mey (Publishinghouse Athenaeum), Mari-anne Schönbach (MarianneSchönbach literary agency),Agnes Vogt (Dutch Foun-dation for Literature, child-ren’s literature) and Maar-ten Valken (Dutch Foun-dation for Literature, nonfiction) Düzenleyen/By:
Dutch Foundation for Li-terature - TÜYAP
19 Kasım Pazartesi 2012Karadeniz Salonu
10.00-10.45Söyleşi: “Lili ve Yedi Çocu-ğu” Konuşmacı: Tülin Ko-zikoğlu Düzenleyen: İleti-şim Yayınları
11.00-11.45Okuma-Söyleşi: “Çocuklarve Şiirler: İki Gözüm, Üzü-müm” Konuşmacı: NecdetNeydim Düzenleyen: Günı-şığı Kitaplığı
12.00-13.00 Söyleşi: “Şehirli ÇocuklarınDoğa ile Tanışması” Ko-nuşmacı: Beyza DeringölDüzenleyen: Final KültürSanat Yayınları
13.15-14.15Söyleşi : “Mavisel Yener'leÖykü Okuyoruz” Konuşmacı: Mavisel Yener Düzenleyen: TUDEM
14.30-15.30Ödül Töreni: “2012 GençTimaş Roman YarışmasıÖdül Töreni” “İlk GençlikRomanında Kuşak Çatış-ması” Düzenleyen: Genç Ti-maş
15.45-16.45Söyleşi: “Tarih Canavarı Ço-cuklar için Arkeoloji” Ko-nuşmacı: Çiğdem ManerDüzenleyen: İş Kültür Ya-yınları
17.00-18.00Şiir-Dinleti: “Şairler Geçidi”Katılımcı Şairler: Tekin Gö-nenç, Süreyya Güven, NalanÇelik, Arzu Karadağ, İnanArslanbağı, Dilruba NurayErenler, Özcan Öztürk, Gül-deren Canyurt, Şen ÇakırDüzenleyen: EdebiyatçılarDerneği
18.15-19.15Söyleşi: “Beynimizin Fre-kanslarını Yönetme Teknik-leri” Konuşmacı: Aydın Arı-tan Düzenleyen: Arıtan Ya-yınevi
20 Kasım Salı 2012 İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
11.30-12.30İllüstrasyon Atölyesiİllüstratör: Marit TörnqvistDüzenleyen: Hollanda
15.15-16.15Atölye çalışması: “Bir Masal,Binbir Renk...”Uygulayan:Çiğdem GündeşDüzenleyen: TUDEM
20 Kasım Salı 2012 Forum Alanı (10. Salon)
14.30-16.00Söyleşi/Talk: Türk Dünyası-nın 5 Dahisi “AzerbaijaniKhamsa Nizami Ganjavi,Mirza Fatali Akhundzadeh,Khurshidbanu Natavan, Mir-za Alekber Sabir, HuseynCavid. Five geniuses’ words
16 KASIM 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP
lik Kitaplarında Savaş veBarışKonuşmacılar: Gülsüm Cen-giz, Ali Gültekin, NecdetNeydim, Tülin Tankut Dü-zenleyen: PEN Türkiye Mer-kezi
15.45-16.45Söyleşi: “Kadın ve Edebiyat”Konuşmacılar: Aslı To-humcu, Nur YazganDüzenleyen: Kırmızı Kedi
17.00-18.00Söyleşi: “Pînokyo İlk KezKürtçede” Konuşmacılar:Türkan Tosun, Fehim IşıkDüzenleyen: Evrensel BasımYayın - Tîroj
18.15-19.15Söyleşi: “Global OrtamdaTürkiye’nin Konumu”Konuşmacı: Ahmet AkgülDüzenleyen: Togan Yayın-ları
21 Kasım Çarşamba 2012 Karadeniz Salonu
10.00-10.45Okuma-Söyleşi: “GizemliBir Macera Romanı: BaykuşYemini” Konuşmacı: YeşimSaygın Armutak Düzenle-yen: Günışığı Kitaplığı
11.00-12.00Söyleşi: “Gençler GültenDayıoğlu’nu Konuşuyor”Konuşmacılar: 7.-8. sınıf öğ-rencileri Düzenleyen: AltınKitaplar
12.15-13.15Söyleşi: “Yaratıcı OkumaNasıl Yapılır?”Konuşmacı: Sevim Ak, Zeh-ra İpşiroğlu, Nilser UtkuDüzenleyen: Can Çocuk
13.30-14.30Okuma-Söyleşi: “Köprü Ki-tapların Yeni Halkası: Ley-lek Havada” Konuşmacı:Leyla Ruhan Okyay Dü-zenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.45-15.45Söyleşi: “Farklı YönleriyleGülten Dayıoğlu” Konuş-macılar: Nur İçözü, BatuBozkurt, Mehmet Güler,Murat Dayıoğlu Düzenle-yen: Çocuk ve Gençlik Ya-yınları Derneği (ÇGYD)
16.00-17.00Söyleşi: “Bertolt Brecht -Brecht’in Güncelliği İle”Konuşmacılar: Ahmet Ce-mal, Genco ErkalDüzenleyen: Kaldıraç Ya-yınevi
17.15-18.15Söyleşi: “Çocuk ve GençlikTiyatro Oyunu Yazarlığı”Konuşmacılar: Hasan Er-kek, Nurhan Tekerek, NazifUslu, Dersu Yavuz Altun,Cengiz Özek, M. Ümit Gör-gülü Düzenleyen: OYCED(Oyun Yazarları ve Çevir-menleri Derneği)
18.30-19.30Söyleşi: “Yerelden SekülereEdeb ve Yazın Paradigma-ları” Konuşmacı: OsmanKoca, Metin Ünlü, Fehmi
Yakut Düzenleyen: BeyanYayınları
21 Kasım Çarşamba 2012 Büyükada Salonu
12.15-13.15Söyleşi: “Eğitimde Politika-larındaki Paradigma Deği-şimi ve 4+4+4 Uygulama-ları” Konuşmacı: Muam-mer Yıldız (İstanbul MilliEğitim Müdürü) Düzenle-yen: İstanbul İl Milli EğitimMüdürlüğü
13.30-14.30Söyleşi: “Aydınlanan Yol-lar - Kardelen Öyküleri”Konuşmacı: Zehra İpşiroğ-lu, Emine Kınacı Düzenle-yen: Cumhuriyet Kitap
14.45-15.45Söyleşi: “En Büyük ŞiirimizHayat” Konuşmacılar: Gül-tekin Emre, Fikret HakanDüzenleyen: Nezih-er Ya-yınları
16.00-17.00Fotoğraf Sunumu: “Asya veAfrika’da Tek Başına 15Ay”Konuşmacılar: Faruk Bu-dakDüzenleyen: Yeşil DinozorYayınevi
17.15-18.15Kitap Performans: “OlasıDünyaların En İyisi”Konuşmacı: Çiğdem y MirolDüzenleyen: TÜYAP
22 Kasım Perşembe 2012 İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15Atölye çalışması: “CarettaKitap Yaratıcı Drama ileOkuma Etkinliği” Uygula-yanlar: Bilim İlaç ToplumGönüllüleri Düzenleyen:Caretta Yayıncılık
12.45-13.45Neşeli Etkinlikler AtölyeÇalışması Düzenleyen: Ti-maş Çocuk
22 Kasım Perşembe 2012 Marmara Salonu
10.00-10.45Söyleşi: “Çocuklara KitapOkumak / Okuyarak Öğ-renmek” Konuşmacı: BengiSemerci Düzenleyen: YeşilDinozor Yayınevi
11.00-11.45Söyleşi: “Geleceğin Anah-tarı” Konuşmacı: Almila Aydın Düzenleyen: Altın Kitaplar
12.00-13.00Söyleşi: “Çocuk Edebiyatı:Mesaj mı, İmaj mı? Nitelikmi, Nicelik mi?” Konuşma-cılar: Bestami Yazgan, Hü-seyin Emin Öztürk, YusufDursun Düzenleyen: NarYayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Kitaplarla Zen-ginleşecek Hayatın Temel-lerini Atmak” Konuşmacı-lar: Cemre Soysal, MerveSoysal Başa Düzenleyen:
Can Çocuk - Davranış Bi-limleri Enstitüsü
14.30-15.30Söyleşi: “Küller Altında Ya-kın Tarih” Konuşmacı: Mus-tafa Armağan Düzenleyen:Timaş Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: “Kadınlar İçin Söy-lenmiştir (Anadolu’da Ka-dınların Şiirli Tarihi)” Ko-nuşmacılar: Gülsüm Cen-giz, Sennur Sezer, Arife Ka-lender Düzenleyen: EvrenselBasım Yayın
17.00-18.00Söyleşi: “Bilinçli Hipnoz”Konuşmacı: Ali Eşref Mü-ezzinoğlu Düzenleyen: Ome-ga Yayınları
18.15-19.15Söyleşi: “Kanser Bir Hasta-lık Değildir” Konuşmacı:Yücel Aydemir Düzenleyen:Yaşamın Gizemi
22 Kasım Perşembe 2012 Karadeniz Salonu
11.00-11.45Okuma-Söyleşi: “Sürprizle-ri ve Öyküleriyle Çat KapıDayım” Konuşmacı: FadimeUsluDüzenleyen: Günışığı Ki-taplığı
12.00-13.00Söyleşi: “Uğur Böceği Seve-cen ile Salyangoz Tomur-cuk’un Maceralarını Yaza-rından Dinleyin” Konuşma-cı: Erika Bartos Düzenleyen:Yapı Kredi Yayınları
13.15-14.15Okuma-Söyleşi: “Ülkeler-den Aydedeli Öyküler: Ay-dede Her Yerde” Konuş-macı: Hacer Kılcıoğlu Dü-zenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30Atölye çalışması : “Dedek-tiflik Atölyesi” Uygulayan: Aşkın Güngör Düzenleyen: TUDEM
15.45-16.45Söyleşi: “Derslerle BaşımDertte” Konuşmacı: FundaÖzlem Şeran Düzenleyen:Final Kültür Sanat Yayınları
17.00-18.00Söyleşi: “Ateşe Dönen Dün-ya: Sarıkamış” Konuşmacı:Bingür Sönmez Düzenle-yen: Çizmeli Kedi
18.15-19.15Söyleşi: “Ulusal Sermaye Pi-yasalarımız ve Borsa” Ko-nuşmacı: Arzu Girgin Dü-zenleyen: İstanbul MenkulKıymetler Borsası (İMKB)
22 Kasım Perşembe 2012 Heybeliada Salonu
10.45-11.45Panel: “40. Yılında YansımaDergisi Yazarlarına Vefa Pa-neli” Yöneten: Tekin Sön-mez Konuşmacılar: HayatiAsılyazıcı, Eray Canberk,Sait Maden, Arife Kalen-der, Mehmet Güler, Bur-han Günel, Düzenleyen:Nis Medya
12.00-13.00Ödül Töreni: “Akademik veBilimsel Kitaplar 2012 Ödül-leri” Konuşmacılar: OktayAlnıak, Avni Morgül, HalukKul, Gökhan Silahtaroğlu,Rifat Çölkesen, Gönül Ye-nersoy, Yusuf ÇotuksökenDüzenleyen: Papatya Ya-yıncılık
13.15-14.15Söyleşi: “Mavisel Yener Ço-cuklarla Buluşuyor, DüşlerKonuşuyor” Konuşmacı:Mavisel Yener Düzenleyen:Bilgi Yayınevi
14.30-15.30Söyleşi: “Eğitimde Yeni BirYöntem: Hazırcevaplar Tek-niği” Konuşmacı: AhmetMaraşlı Düzenleyen: TimaşÇocuk
16.00-17.00Söyleşi: “10 Çocuk 10 Şair”Yöneten: Mustafa Işık Dü-zenleyen: Türkiye YazarlarSendikası
17.15-18.15Söyleşi: “Neden / Çima?”Konuşmacı: Roni War Dü-zenleyen: Ava Yayınları
18.30-19.30Söyleşi: “Ortadoğu’da Sa-vaş ve Mülteciler Bağlamın-da ‘Radyonun İçindekiler’Oyunu” Konuşmacılar:Cenk Gündoğdu, Faris Ku-seyri Düzenleyen: İkaros Ya-yınları
23 Kasım Cuma 2012 İllüstrasyon Alanı
11.00-11.45Masal Okuma-CanlandırmaAtölyesi: “Masalcı Abla”Düzenleyen: Timaş Çocuk
14.00-15.00Atölye çalışması: “Sözcük-lerin Rengi, Rengin Mutlu-luğu”Konuşmacı: Simla Sunay Düzenleyen: DESEN
15.15-16.15 Yaş grubu: 3-10 yaş DramaAtölyesi: “Kim Korkar Kır-mızı Başlıklı Kız'dan?” Uy-gulayan: Sara ŞahinkanatDüzenleyen: Kır Çiçeği Ya-yınları
23 Kasım Cuma 2012 Interexpo Salonu
12.00-13.00Panel: “Çocuk EdebiyatındaŞiir” Yöneten: Gülsüm Cen-giz Konuşmacılar: Arife Ka-lender, Necdet NeydimDüzenleyen: TÜYAP
14.30-15.30Söyleşi: “Bu Dünyada Nasıl‘Yaşasın Çocuklar’?” Ko-nuşmacılar: Ahmet Aydın,Canan Efendigil Karatay,Yavuz Dizdar Düzenleyen:Hayy Kitap
15.45-16.45 Söyleşi: Demirtaş Ceyhun’daEdebiyatın Tarihe İzdüşümüKonuşmacılar: Yüksel Pa-zarkaya, Ozan Ceyhun, Sey-yit Nezir Düzenleyen: SisÇanı - Broy Yayınevi
master of the TurkishWorld” Konuşmacılar: VagifBahmanli (Head of the de-partment of Publishing, ad-vertisement and informati-on, poet), Azhdar Ol (Poet),Teymur Karimli (Doctor ofPhilology, Director of Insti-tute of Literature namedafter Nizami of ANAS)Düzenleyen/By: Azerbay-can Cumhuriyeti Kültür veTurizm Bakanlığı
20 Kasım Salı 2012 Marmara Salonu
11.00-11.45Okuma-Söyleşi: “GençlikRomanı: Hiç Adil Değil!”Konuşmacı: Suzan Geri-dönmez Düzenleyen: Günı-şığı Kitaplığı
12.00-13.00Söyleşi: “Çocuk Gelişimin-de Öykülerin Önemi” Ko-nuşmacılar: Tuncel Altın-köprü Düzenleyen: HayatYayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Hollandalı YazarJoke van Leeuwen Çocuk-larla Buluşuyor!” Konuş-macı: Joke Van LeeuwenDüzenleyen: Hollanda Ede-biyat Vakfı (Dutch Founda-tion for Literature) - Hayy-kitap Çocuk - TÜYAP
14.30-15.30Söyleşi: “Çocuk ve GençlikEdebiyatında Yaşamdan İz-düşümler” Konuşmacılar:Tülin Tankut, Ayfer Gürdal,Gülsüm Cengiz Düzenle-yen: Evrensel Basım Yayın -Evrensel İlk Gençlik Kitap-lığı
15.45-16.45Panel: “4+4+4 DüzenindeAydın Öğretmenin Görev-leri”Yöneten: Nuri GökçekKonuşmacılar: İsa Eşme,Zeki Sarıhan Düzenleyen:Öğretmen Dünyası
17.00-18.00Şiir-Dinleti: “MerdivendeÜç Şair” Sunan ve Canlan-dıran: Müslim Çelik Dü-zenleyen: Türkiye YazarlarSendikası
18.15-19.15Şiir Dinleti: “Şiire Yolcu-luk”Katılımcı Şairler: GökhanCengizhan, Atilla Oğuz, Ha-lil İbrahim Özcan, BedranCebiroğlu, İkbal Kaynar,Güzin Oralkan, Aydın UysalMüzik: İkbal Kaynar, OnurToparlak Düzenleyen: Ede-biyatçılar Derneği
20 Kasım Salı 2012 Karadeniz Salonu
11.00-11.45Söyleşi: “Benim Adım Ki-tap” Konuşmacı: Nur İçözü Düzenleyen: Altın Kitaplar
12.00-12.45Panel: “Nasrettin Hoca ileDüşünmek” Yöneten: Nec-det Neydim Konuşmacılar:Özel Alev İlköğretim Oku-
lu Öğrencileri Düzenleyen:Kelime Yayınları13.00-13.45Okuma-Söyleşi: “Deneme-ler ve Yetişkinler Ejderha-lar’dan Neden Korkar?”Konuşmacı: İshak ReynaDüzenleyen: Günışığı Ki-taplığı14.00-14.45Söyleşi : “Annem-BabamBen Olursa...”Konuşmacı: Toprak Işık Düzenleyen: TUDEM 15.00-15.45Söyleşi: “Süleyman Bulutile Büyük Atatürk’ten KüçükÖyküler” Konuşmacı: Sü-leyman Bulut Düzenleyen:Can Çocuk
16.00-17.00Söyleşi: “Çocuk Edebiya-tında Olmazsa Olmazlar”Konuşmacılar: Yahya Tür-keli, Hasan Güleryüz, Sem-ra Atasoy, Ufuk Özgül Dü-zenleyen: Edebiyatçılar Der-neği
17.15-18.15Söyleşi: “Kan GruplarınaGöre Beslenme” Konuş-macı: Mehmet Ali BulutDüzenleyen: Hayat Yayınları
21 Kasım Çarşamba 2012 İllüstrasyon Alanı
10.15-11.15Atölye çalışması: “CarettaKitap Yaratıcı Drama ileOkuma Etkinliği” Uygula-yanlar: Bilim İlaç ToplumGönüllüleri Düzenleyen:Caretta Yayıncılık
11.30-12.30Karikatür ve Çizim Atölye-siDüzenleyen: Timaş Çocuk
13.00-14.00 Atölye çalışması: “Solucanmı? ! Evde mi? ! Yok Ar-tık!”Konuşmacı: Meltem Ka-noğlu Düzenleyen: Bu Ya-yınevi
21 Kasım Çarşamba 2012 Marmara Salonu
10.00-10.45Söyleşi: “Masal Masal AytülAkal” Konuşmacı: AytülAkalDüzenleyen: UÇANBALIK
11.00-11.45Panel: “Kitaplardan TavşanÇıkarmak” Yöneten: NilserUtku Konuşmacılar: RenanÖzdemir, Banu Bozdemir,Burcu Aktaş Katılımcılar:İTÜ Geliştirme Vakfı Okul-ları Beylerbeyi İlköğretimOkulu Düzenleyen: KelimeYayınları
12.00-13.00Yarışma: Eğlenceli Bilgi Ya-rışması Düzenleyen: Eğlen-celi Bilgi - Timaş Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Arkadaşım Nas-reddin Hoca” Konuşmacı:Süleyman Bulut Düzenle-yen: TUDEM
14.30-15.30Panel: “Tüfekle OynamaYavrum” - Çocuk ve Genç-
16 KASIM 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP
Paulo Coelho’nun beklenen son
romanı “Akra’da Bulunan El Yaz-
ması” Can Yayınları’ndan çıktı. Ro-
man hem büyük eleştirileri hem de be-
ğenileri beraberinde getirdi. Aslında
bu durum sadece son roman için ge-
çerli değil. Yazar ve romanları Türk
okurunu da ikiye bölmüş durumda.
Kimi çok beğense de kimi popüler, faz-
la derin olmayan kitaplar üretmekten
öteye gidemediğini savunuyor.
Coelho, edebiyat dünyasındaki
yolculuğuna “Hac” isimli eseriyle gi-
riş yapmış olsa da Türkiye’de dünyada
olduğu gibi “Simyacı” romanıyla ta-
nındı ve roman tüm dünyada çok
sattı. Bu romanıyla yazar, Mar-
quez’den sonra en çok okunan Latin
Amerikalı yazar unvanını kazandı.
Daha sonra “Veronika Ölmek İsti-
yor”, “On Bir Dakika”, “Elif”, “Zahir”
isimli romanlarıyla da kazandığı ünü
sürdürmeye devam etti. Şimdi ise
son romanı ile okuyucunun karşısın-
da. Kurmaca ile gerçeğin kaynaştığı ve
ne kadarının gerçek olduğundan emin
olamadığınız, kişisel gelişim kitapla-
rına benzer, yazarın aforizmaları ola-
rak da nitelendirebileceğimiz bir ro-
manla karşı karşıyayız.
KUDÜS’ÜN SONHUZURLU GÜNLER�
Roman, yazarın eline bir el yaz-
masının kopyasının geçmesiyle baş-
lıyor. El yazmasının öyküsü ise ön-
sözde bahsedildiği üzere şöyle: 1945
yılında Mısır’da Hamra Dom bölge-
sindeki bir mağarada iki kardeş te-
sadüfen papirüslerle dolu bir testi bu-
lurlar. Kardeşlerden bir şekilde bir pa-
pazın eline geçen papirüsler, papaz ta-
rafından Kahire’deki Kıpti Müze-
si’ne satılır. Papirüsler burada isim-
lerini alırlar: Nec Hemmadi Elyaz-
maları. Diğer elyazmaları ise kara-
borsaya düşer, ancak Mısır hükü-
meti duruma el koyar ve yazmalar
ulusal miras ilan edilir. 1974 yılında bir
İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi ya-
kınlarında başka bir elyazması bulur
ve Arapça, İbranice ve Latince üç dil-
de yazılmış bu elyazmalarının dün-
yada yaklaşık 155 nüshası olduğunu
bildiren Mısır hükümeti bulunan el-
yazmalarının arkeologda kalmasına
izin verir. Yazar ise bahsedilen ar-
keoloğun oğluyla tanışır ve elyaz-
masının kopyasını elde etmeyi başa-
rır. Elyazması Hıristiyanlığın ilk yüz-
yılı ile M.S. 180 arasında yazılmış, asıl
dili Yunanca apokrif metinlerdendir.
Roman, Kudüs’te
her dinden insanın
huzur içinde yaşadığı
bir tarihte başlıyor.
Ancak şehir huzurlu
günlerinin sonuna
gelmektedir, çünkü
Haçlılar yaklaşmak-
tadır ve halk mey-
danda toplanmış,
kaçmayıp savaşma-
yı tercih etmişlerdir.
İsa’nın çarmıha ge-
rildiği meydanda
kadınlı erkekli her-
kes toplanmıştır ve
Kıpti diye bilinen Yunan adamı din-
lemek için beklemektedirler. Roma-
nın ana ve belki de tek karakteri Kıp-
ti savaşın öncesinde, Kudüs’ün son
huzurlu gecesinde pek çok konudan
bahseder ve bu konuşmalar yazıya ak-
tarılır. Yazarın bahsettiği ve kurgula-
dığı el yazması bundan oluşmaktadır.
Kıpti’yi her konuda konuşurken
bulacaksınız romanda. Ve kitap Kıp-
ti’ye yöneltilmiş sorular şeklinde bö-
lümlere ayrılmış. Yani yazar kişisel ge-
lişim kitabında bulmayı umacağınız,
günlük yaşamımızdaki sorunlara -
ancak yüzeysel sorunlara, esas büyük
sorunları görmezden gelircesine- ya-
nıt vermeye çalışmış. Örnek vermek
gerekirse, güzellik, zarafet, başarı,
cinsellik, yenilgi, sevgi gibi başlıklar al-
tında yazarın düşüncelerini öğrenmek
mümkün. Ancak bana kalırsa sorulara
verdiği yanıtlar ile daha gerçekçi so-
runları görmezden gelerek beylik
laflar etmekten öteye gidememiş.
Verilmek istenen felsefi anlayışın de-
rinliği olmadığını ve klişe oldukları-
nı belirtmeden geçemeyeceğim.
Konuyu biraz daha açmayı ve
okuyucuların vereceğim örneklerle ki-
tabı değerlendirmelerini tercih ede-
rim. Mağlubiyet ve başarıya dair ki-
tapta bulabilecekleriniz: “Mağlubiyet,
bize mücadeleyi savaşarak kaybetti-
rir. Başarısızlık ise mücadele etme-
mize bile izin vermez.”(s.31) Sevgi ve
ilahi varlık kavramları kitapta en çok
vurgulanan konular. Tanrının sevgi-
den oluştuğu belirtilerek tasavvufi bir
anlayışa yakın tanrı kav-
ramıyla karşılaşıyoruz.
Ayrıca tanrının en bü-
yük mucizesinin yaşa-
mın kendisi olduğu ve
dünyadaki her şeyin bir
işlevi olduğu belirtilerek,
kişinin hayatta yaşadığı ve
gördüğü haksızlıklara ve
kötülüklere rağmen her
şeyi kabullenmeyi teşvik
eden bir anlayışın kitabın
tamamına hâkim olduğu-
nu da belirtmek gereki-
yor. Kimsenin etliye sütlü-
ye karışmaması da bilhas-
sa kitapta vurgulanıyor: “Başkalarını
eleştirmekten kaçın ve düşlerine
odaklan.” (s.44)
K���SEL GEL���M K�TABITADINDA
Hap şeklinde öğütlere devam eden
yazar klişelikten de kaçınmayarak gü-
zellik konusundaki görüşlerini belir-
tiyor: “Dış güzellik iç güzelliğin görü-
nür kısmıdır. Gözler ruhun aynasıdır
ve esrarengiz görünen her şeyi dışarı
yansıtır.” (s.55) Zarafet konusunda da
aynı duruma rastlamak mümkün:
“Zarafet, dış görünüme özgü bir nitelik
değildir; ruhun dışarıdan görülebilen
bir parçasıdır.” (s.93) Kitapta kimi in-
sanların daha başarılı olması ise kişi-
nin çalışmasını geçimini sağlamak ye-
rine, daha tatlı ve pembe bir hayale
dönüştürülerek sevgi dağıtmak olarak
tanımlanmış. Para kazanamasak da
yaptığımız işle insanlara sevgi aktar-
dığımızı bildiğimiz sürece başarılı ola-
bilirmişiz. Özellikle zenginleşme ko-
nusunda kitapta anlatılanlar oldukça
ilgi çekici. Kitapta zenginlerin çok
parası olsa bile, gerçek mutluluğu ya-
kalayamamış olabilecekleri belirtilerek,
geri kalanların sevgiyi, sevgiden oluşan
ilahi varlığı keşfederek mutlu olacak-
ları ve çalışırken insanlara sevgisini gös-
terenlerin para kazanmasa, aç kalsa
dahi mutlu olacaklarını söyleyerek
süregiden düzene dair hepimizi bir gü-
zel avutuyor.
Yani kitabın kurmacalığını, ger-
çekliğini bir kenara bırakırsak sundu-
ğu zihniyetin yanlış olduğunu düşü-
nüyorum. Kişisel gelişim kitaplarında
olduğu gibi kişiyi suçlayarak, hayatta
karşılaşılan tüm zorlukların sebebini bi-
reyselleştirip kişiye yıkarak, yaşadığı-
mız düzenin veya sosyal ve ekonomik
koşulların hiçbir tesiri yokmuşçasına
avutulmayı kabullenemiyorum. Özel-
likle gerek kitabevlerince gerek basın
tarafından her şeyi sevgiye bağlayarak,
hap şeklinde klişe ve avutmaya daya-
nan derinliksiz öğütleri yılın en iyi ki-
tabı olarak gösterilmeye çalışılması ise
kitabı daha farklı bir boyuta taşıyor. Bu
zihniyet büyük reklamlarla hepimize
pompalanıyor. Zaten düşünmeyi de-
ğil avunmayı ve toplumsal düzey yerine
bireyleri suçlayarak sorunu bireye yı-
kan zihniyetin savunulması normal
hale geldi. Ayrıca kitabı okuyanların
da belirttiği üzere kitabın ederinin çok
üstünde satıldığı - gerek sayfa sayısı ge-
rek nitelik olarak - fikrini de katılma-
dan edemiyorum.
Sonuç olarak kitabın değerlen-
dirmesinden yola çıkarak yazarın
hiçbir şeyi eleştirmeden, sanki çok şeyi
eleştirircesine, ama özde bireysel so-
runlarımız olduğunu vurgulayarak
toplumdan bizi soyutlama ve sistem-
den kopuk düşünmemize teşvik etti-
ği için popülerliği yakalamanın for-
mülünü çıkarttığını kabul etmek ge-
rekecek. Diğer romanlarında kıs-
men değişik konular işlemesiyle biraz
daha farklı bir konumdayken, bu ki-
tabıyla klişelikten öteye gidemediği-
ni söylemek yerinde olacak.
(Akra’da Bulunan El Yazması,Paulo Coelho, Can Yayınları,
Çev: Emrah İmre, 152 s.)
DENİZ ANTEPOĞLUdenizantepoglu@hotmail.com
Yazarın hiçbirşeyi eleştirmeden,
sanki çok şeyieleştirircesine,
ama özde bireyselsorunlarımız
olduğunuvurgulayarak
toplumdan bizisoyutlama ve
sistemden kopukdüşünmemize
teşvik ettiği içinpopülerliği
yakalamanınformülünü
çıkarttığını kabuletmek gerekecek
Akra’da bulunanpembe düşler
Kitab�n kurmacal���n� bir kenara b�rak�rsak ki�isel geli�imkitaplar�nda oldu�u gibi ki�iyi suçlayarak, hayatta kar��la��lan
tüm zorluklar�n sebebini bireyselle�tirip ki�iye y�karak,ya�ad���m�z düzenin veya sosyal ve ekonomik ko�ullar�nhiçbir tesiri yokmu�ças�na avutulmay� kabullenemiyorum
Paul
o Co
elho
KALEMİNİ ÇOCUKLARA VE GENÇLERE ADAYANLAR...
16 KASIM 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Son dönemlerde ciddi gelişmelerle
kendini büyüten, yenileyen, uzmanlaşan bir
çocuk ve gençlik edebiyatı dünyasıyla kar-
şı karşıyayız. Kırtasiye dükkanlarındaki
küçük raflarda görmeye alışkın olduğumuz
çocuk ve gençlik kitapları uzman yayınev-
leri tarafından ele alınmaya başladı. Her
sene kitapseverler tarafından beklenen
Tüyap Kitap Fuarı’nın da bu seneki kur-
gusunu “Çocukluğum Yurdumdur” sloga-
nıyla çocuk ve gençlik edebiyatı oluşturu-
yor. Bu alanın büyük emekçisi yazar Gül-
ten Dayıoğlu da bu sene onur yazarı olarak
Tüyap’ta paneller ve söyleşiler yoluyla
okurlarla buluşacak. Çocukların sesinin faz-
la duyulacağı bu fuar haftasında biz de ka-
lemini çocuklara ve gençlere adamış usta
yazarlar, Gülten Dayıoğlu, Behiç Ak ve Mi-
yase Sertbarut ile söyleşiler gerçekleştirdik.
Çocukların tertemiz dünyasını onlarla pay-
laşan bu isimlerin yazarlık serüvenlerini, ço-
cuk ve gençlik edebiyatına dair düşünce-
lerini ve Tüyap’ın bu seneki kurgusu için de-
ğerlendirmelerini onların ağzından sizler
için dinledik.
Sanat hayatını tamamen yazarlığaadamış birisiniz? Yazarlıkta karar kıl-manıza neden olan süreç nasıl gerçekleş-ti?
Yazarlıkta karar kılmamın nedeni,
okurlarımın eserlerime sahip çıkması yani
yazdıklarımın ilgiyle okunmasıdır. Eğer
okur kitaplarımı görmezden gelseydi, ben-
de elli yıl sürekli kitap yazma coşkusu
oluşmazdı.
Gülten Dayıoğlu birçok kişinin okuyupkarakterine yeni şeyler kattığı kitaplarınyaratıcısı. Yazarken nelerden beslenirsiniz?Sizi etkileyen, hayatınıza yön veren kişilerkimler oldu yazarlık serüveninizde?
Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıfta öğ-
renim görürken, öğretmenim, yazılı anla-
tım ödevlerime bakarak, sen yazar olacaksın
demeye başladı. Hemen ardından beni
kütüphaneye götürdü.Görevliye teslim
ederken: “Bu çocuk doğuştan yazma ye-
teneğine sahip. Aile bu durumun bilincine
varacak durumda değil. (Annem okuma
yazma bilmezdi. Babam da rüştiyeden ay-
rılma bir esnaftı). Yaşına uygun kitaplarla
okuma alışkanlığı edinmeye başlasın. Yar-
dımcı olun” dedi. Sonra bana döndü: “Ya-
zar olmayı çok istediğini biliyorum. Ama,
bu isteğine erişmek için öncelikle nitelikli
kitaplar okuman gerekiyor. Üstelik her-
kesten çok kitap okumalısın” dedi. Böyle-
ce ben onun gösterdiği yönde ilerleyerek bu
günlere geldim. Ortaokul ve lisede de
Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim yete-
neğime sahip çıktılar.
ÇA�A AYAK UYDURMAK90’larda doğmuş ve kitaplarınızla bü-
yümüş biri olarak sorarsam, bugün hala
yeni kitaplarla çocuklarla buluşuyorsunuz,okunuyorsunuz. Ama sokak oyunları oy-nayan çocuklardan bilgisayar oynayançocuklara geçtiğimiz bir süreçte her ikisi-ne de hitap etmeyi başarıyorsunuz. Bu na-sıl gerçekleşiyor sizce?
Ben gençlik yıllarımdan beri kendimi ge-
liştirmeyi yaşam biçimi edinmiş bir yazarım.
Çağa ayak uydurabilmek en belirgin he-
defim oldu hep. Kalemimi bu doğrultuda
geliştirmek için çok okuyorum. Başta
Frankfurt Kitap Fuarı olmak üzere kitap fu-
arlarında inceleme - gözlem yapıyorum.
Dünya çocuklarının ilgi alanlarını sapta-
maya çabalıyorum. Aynı paralelde ülke-
mizdeki çocuk ve gençlerin yaşamlarını, ilgi
alanlarını, tutkularını odaklandıkları nok-
taları, yaşam ortamlarını vb. gözlemliyorum.
Araştırıp soruşturuyorum. Kısacası kale-
mimi çocukların gelişim düzeylerine eriş-
tirmeye gayret ediyorum. Ben ve eşim
dünya gezginiyiz. 1970’lerden bu yana 107
ülke gördük. Bu geziler de ufkumu açıyor.
Gülten Dayıoğlu çocukların hayatındaönemli bir yere sahip, peki ya çocuklar Gül-ten Dayıoğlu’nun hayatında ne ifade edi-yor?
Çocuk ve gençler hayatımın merkezin-
de bulunuyor. Aynı kendi oğullarım ve to-
runlarım gibi..
Gülten Dayıoğlu dünyaya bir dahagelse yine çocuklar için yazmayı seçermiydi?
Çocuk ve gençler için yazmak artık be-
nim yaşam biçimim oldu. Etimle derimin
arasına yerleşti. Başka bir yaşam şekli bil-
miyorum ki! Elbette yeniden dünyaya gel-
sem, en sevdiğim iş olan çocuk ve gençle-
re kitap yazma işini seçerdim.
ÇOCUK �Ç�N K�TAPYAZMANINGEREKT�RD�KLER�
Sadece dram değil hikaye, bilim kurguve gezi kitapları da yazdınız. Günümüzdekiçocuk yazarlarının da bu çok yönlülüğe sa-hip olduğunu düşünüyor musunuz ya da ol-malılar mı?
Günümüzde çocuk yazarlarını ikiye
ayırmak gerek. Birincisi, kalemini çocuk ve
gençlere bilinçle severek, isteyerek, adamış
olanlar. Bunlar sayıları az da olsa gerçek-
ten nitelikli kitaplar yazıyorlar. Ve kalem-
lerine dört elle sarılıyor, yazmayı yaşam bi-
çimi ediniyorlar. Sorumluluklarının bilin-
cindeler.
İkincisi: Çeşitli nedenlerle çocuk kita-
bı yazmaya başlamış olanlar var. Ama her
an yollarını değiştirebilirler.
Onlar kalemlerini, ellerinin ucuyla tu-
tuyorlar. Çocuk için kitap yazmanın önem-
li bir sorumluluk bilinci ve kültür alt yapı-
sı gerektirdiğinin ayrımında değiller. Bu ne-
denle çalakalem kitap yazıyorlar. Yayıncı
bulmakta da zorlanmıyorlar. Bu tür kitap-
lar çocuk ve gençlik kitapları pazarını ku-
şatma altına almış durumda.
Sizin neslinizdeki çocuk okur ile bu-günün çocuk okuru arasında nasıl birdeğişim var? Çocuklardan nasıl tepkileralıyorsunuz?
Toplum sürekli değişim, dönüşüm, ge-
lişim içindedir. Toplumu oluşturan çocuk
ve gençler de bu değişimden soyutlanamaz.
Benim çocukluğumdaki çocuk ile şimdiki
çocuk ve gençler arasında dağlar kadar fark
var. Zaten doğalı da bu. Bilgi çağında ya-
şıyoruz. Teknoloji almış başını gidiyor. Ya-
şam ortamları, yaşam biçimleri, değer yar-
gıları, beğeni ölçütleri vb. öylesine değişti
ki!... Ben, birinci sınıfı bir köyde, birleşti-
rilmiş eğitim yapan ilkokulda okudum.
Yani sınıfımızın yarısı dördüncü beşinci sı-
nıflara aitti. Öteki yarısı da bir iki üçlere ay-
rılmıştı. Otuz öğrenciye karşın, beş alfabe
vardı. Sıra beklerdik. Çeşmede testi dol-
durma sırası bekler gibi… Şimdiki ola-
naklara bakın. Biz dünyada olmuş ve ola-
cakları, masal analarından öğrenirdik. Şim-
diki çocukların bilgisayar olanakları var. Tek
tıkla dünya avuçlarının içinde.
Eskiye göre yayınevlerinin çocuk ede-biyatına gösterdiği ilgi ne durumda bugün?Daha profesyonelleşen bir alan halinegeldiğini söyleyebiliyor muyuz?
Yayınevleri çocuk ve gençlik edebiyatına
eskiye göre gerçekten profesyonelce yak-
laşıyorlar. Çünkü çocuk ve gençlik kitap-
larının satışları iyi. Ben 1960’larda özene be-
zene hazırladığım çocuk öykülerini dosya-
layıp yayıncı aramaya başlamıştım. Bu ara-
yış iki yıl sürmüştü. Şimdilerde yazarlar eser-
lerini yayınlatmakta pek zorlanmıyorlar. Bu
durum iyi de kitaplar çokluk uzman edi-
törlerin süzgecinden geçmiyor. Bu neden-
le de nitelikli kitaplarla niteliksiz olanlar
aynı raflarda yer alıyorlar.
“2013 YILI ELL�NC� SANATYILIM”
Tüyap’ta bu sene onur yazarı GültenDayıoğlu. Çocuk ve gençlik edebiyatı kon-septiyle çıkan bu seneki fuarda onur yazarıolmak nasıl bir duygu? Birçok okurunuz-la buluşacaksınız önümüzdeki hafta, fuarhaftası için duygularınızı öğrenebilir mi-yiz?
31. İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı
olmak üstelik fuarın temasının çocuk ve
gençlik edebiyatı olması beni çok sevindirdi.
2013 yılı benim ellinci sanat yılım. İlk ki-
tabım bahçıvanın oğlu Rafet Zaimler ya-
yınevinde 1963 yılında yayınlanmıştı. Ellinci
yılımla fuar onur yazarlığının denk gelme-
si sevincimi daha da arttırdı. Açıkçası,onur
yazarlığı, elli yıllık emeklerimin ödülü gibi
geldi bana. Fuarda okurlarımla buluşma
coşkusu zaten her yıl beni aylar öncesinden
sarmaya başlar. Bu yıl coşkum daha bir baş-
ka. Kuşaklar boyu kitaplarımı okuyan sev-
gili okurlarımla, fuar onur yazarlığı sevin-
cini paylaşacağız. Onlar ailece benden hiç
kopmadılar. Bu nedenle sevinçleri en az be-
nim sevincim kadar olacaktır. Bu buluş-
maları düşünmek bile şimdiden yüreğimi
hoplatıyor.
Bir de çocuk edebiyatına katkı olarakvakıf kurduğunuzu biliyoruz. Biraz anla-tır mısınız?
Ben nitelikli kitaplar oluşturup yeni ya-
zarların su yüzüne çıkması amacıyla bir va-
kıf kurdum. Gülten Dayıoğlu Çocuk ve
Gençlik Edebiyatı Vakfı. Her yıl, çok değerli
seçici kurul üyelerimizin seçtiği nitelikli ki-
taplara ödül veriyoruz. Bir yıl çocuk bir yıl
gençlik kitabı alıyor bu ödülü. Vakfımızı ta-
nımak isteyenler: www.gultendayioglu.com
adlı internet sitesine başvurabilirler. Ödül
koşulları da orada yazılı.
“Çocuk için kitap yazmak sorumlulukbilinci ve kültürel altyapı gerektirir”
DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com
Gülten Day�o�lu
KAPAK
16 KASIM 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAPKAPAK
Behiç Ak mimar olarak başladığımesleki hayatında çocuk kitapları yaz-mayı neden seçti? Mimarlıktan karikatür,tiyatro ve çocuk edebiyatına geçişiniznasıl oldu? Bu serüveni bize anlatabilirmisiniz biraz?
Mimarlığa girmeden önce şöyle dü-
şündüm ben, mimarlar kendi başlarına öz-
gürce birtakım şeyler üretiyorlar. Mimar
olarak çalışmaya başlayınca fark ettim ki
mimarlık sadece sipariş üzerine yapılan bir
iş ve inanmadığın bir sürü şey yapmak zo-
rundasın. O yüzden hemen bıraktım,
kendi yapmak istediğim şeylere yöneldim.
Karikatür çizmeye başladım, çocuk ki-
tapları yazmaya başladım. Ama gördüm
ki o işleri de Türkiye’de yapmak kolay de-
ğil. Özellikle ilk çocuk kitaplarımı yazdı-
ğımda, büyük resimli kitaplar yapıyordum,
Türkiye’de onları yayınlatmak imkânsız.
Sonra Japonya’da uluslararası bir sergiye
katıldım. O yarışmadan bir ödül aldık.
Sonra Japon yayınevleri benim yaptığım
şeylerle çok ilgilendi. Japonya’da benim
çocuk kitaplarım yayınlanmaya başladı.
Sonra Cumhuriyet’te karikatür çizmeye
başladım. Yazıp çizdiğim kitaplarım önce
hep yurtdışında yayınlanıp, sonra Türki-
ye’ye gelirdi. Eve geliyorum mesela, Ja-
ponya’daki çocuklardan mektuplar geli-
yor, Japonca! Ama anlıyorum tabi, benim
çizimlerimi yapıp koymuşlar. Başlarda
çok heyecanlanıp onların hepsine teker te-
ker cevap yazıyordum, orijinal şeyler çi-
zip gönderiyordum, sonra baktım olacak
gibi değil. Sonra o kitapları Türkiye’de ya-
yınlatmaya çalıştım, ama çok zorlandım,
çünkü Türkiye’de öyle bir alan, öyle bir an-
layış yoktu o zamanlar. Giderek yaygın-
laşmaya başladı, okullarda çocuk edebi-
yatı keşfedilmeye başlandı. Edebiyatın eği-
timin bir parçası olduğu keşfedildi. Böy-
lelikle kitaplar sadece kırtasiyecilerde
değil de kitapçılarda halka sunulmaya baş-
ladı. Çünkü o zamanlar kırtasiyecilerde
olurdu kitaplar, kalem, kitap, defter hep-
si bir arada satılırdı. Okullar da işin içine
girince çocuklar giderek okuyucu olmaya
başladılar ve ciddi çocuk yayınevleri çık-
maya başladı, yepyeni bir alan açıldı.
Mesela Japonya’da bir kitap 40 bin, 50 bin
sattığında çok şaşırırdık, ne kadar çok ço-
cuk okuyor diye. Çünkü Türkiye’de bir ço-
cuk kitabının o kadar baskı yapıp satma-
sı mümkün değildi. Sonra Türkiye’de
onun gibi olaylar başladı, giderek çocuk
edebiyatının yeşerdiği bir toplum haline
geldi. Hepsi kaliteli olmasa da birçok ede-
biyatçı çıkıyor ve çocuklar da bunları
okuyorlar.
ÇOCUK EDEB�YATIYAZARIYLA �LK TANI�MA
Japonya'daki çocuklardan mektup-lar aldığınız gibi Türkiye'de de aynı şeyiyaşadınız mı?
Türkiye’de de çocuklar yazdığımız ki-
tapları tiyatro haline getiriyorlar, okullarda
sahneliyorlar, yazara mektuplar yazıyor-
lar. Hiç unutmuyorum, benim bir çocuk
edebiyatı yazarıyla ilk tanışmam şöyle
oldu: Annem göçmen, Samsun’daydık. İlk-
okula orada başladım. Bir gün okula
kamyonlu bir adam geldi ama perişan bir
halde. Üst baş dökülmüş, kamyonun da
hali fena. Öğretmenimiz dedi ki “okulu-
muza bir yazar geldi”. Adam yazarmış ve
Anadolu’da kitaplarını dağıtıyormuş.
Kamyonu da çalışmıyordu, biz itmiştik.
Eve gidince anneme anlattım, dedim
“çok ilginç, kamyonları var yazarların, böy-
le oluyormuş yazarlar”. Bir de adamın pa-
rasını çalmışlar yolda, okulda para top-
lamıştık onun için. İşte daha önce hiç ha-
yalimde olmayan bir yazar tablosuyla
karşılaştım, zaten hayalimizde bir yazar da
yoktu, o yüzden “herhalde yazar budur”
diye düşündük hepimiz. Şimdiki çocuk-
ların kafasında yazar imajı nasıldır onu bi-
lemiyorum tabii. Ama yazarların sadece
“perişan insan” olmadıkları ortaya çıktı ta-
bii en azından.
Yazarlık kendi yaratımınız olduğuiçin mi sizi daha çok cezbetti?
Yazarlığın ve çizerliğin hem eleştirel
hem de burada geliştirilen o kişiselliğin as-
lında toplumsal bir boyutu var. Yani en-
telektüel anlamda bir bireyin özgürleşmesi
ve bağımsızlaşması aslında toplumsal bir
şey. Bireyin belli güçlere bağımlı kalma-
sı da toplumsal bir kayıp. Eleştirelliğini
kaybetmemesi toplumsal bir kazanım.
Sanat ne kadar bağımsız olabiliyorsa, sı-
nıflara, bankalara, sponsorluklara ya da
devlete olan bağımlılığından arınabili-
yorsa toplumsal kazanım da o kadar faz-
lalaşır.
ÇOCUKLAR KEND�LER�N�KANDIRMIYORLARBÜYÜKLER G�B�
Çocuk kitaplarında uzun süre mesajkaygısı güdüldü. Bu ne kadar doğru?
Ben çocuk kitabı, büyük kitabı diye
ayırmıyorum da, çocukların edebiyatla
kurdukları ilişki daha farklı tabii, daha ön-
yargısız. Yetişkinlerinde edebiyatla iliş-
kilerinde prestij, soylulaşma gibi kelime-
ler çok önem kazanıyor, bilgi edinmenin
üstünlük yaratması gibi şeyler. Çocuklar-
da bu yok. Çocuklar zevk, üzüntü, neşe
gibi duyguları doğrudan yaşayarak ilişki
kuruyorlar. Bu yüzden edebiyatla ve sa-
natla çok komplekssiz bir ilişki kuruyor-
lar, beğenmiyorsa beğenmiyor, hata bul-
duysa söylüyor. Kendilerini kandırmı-
yorlar büyükler gibi. Büyükler kendileri ya-
pamadıkları şeyleri çocukların dünyasına
aktarmaya çalışıyorlar. Çocuklar da bü-
yüyünce çocuklarına aktarmaya çalışı-
yorlar. Dolayısıyla o yapılamayan şeyler
hiçbir zaman yapılamıyor. Büyürken de
bazı şeyler değişiyor, çevreci, zarif bir ço-
cuk birdenbire magandaya dönüşebiliyor.
Çocuklara mesajlar yüklediğimiz zaman
sadece kendi suçluluk duygularımızı yük-
lüyoruz onlara, yoksa topluma bir şey ka-
zandırdığımız yok. Nükleer santralleri
destekleyen bir adam çocuklara çevreci ol-
malarını öğütleyemez “Bu ne perhiz bu ne
lahana turşusu” denir buna. Didaktik ki-
taplar da olmalı tabii. Ama hikaye içinde
mesaj taşımaktansa, hikayenin oluştur-
duğu paradigmanın günlük hayatımıza
farklı bakmamızı sağlayacak yeni bir pa-
radigma olması gerekiyor. Çocuk o pa-
radigmayla kendine yeni kapılar açabil-
meli. Çocuk bu paradigmaları kendi gö-
recektir zaten. Öğüt vermek çok yanlış.
Zaten öğüt enformasyon eksikliğidir.
İnandığınız şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz,
bildiğiniz her şeye de inanıyorsunuz. Bu
bir kısır döngü.
Yani “çocuk kitapları yetişkinler içinde yazılmalı” diyebilir miyiz?
Büyüklerle küçükler aynı kitabı oku-
yabilince ilginç bir tablo çıkıyor ortaya.
Bursa’daki kitap fuarında salonun yarısı-
nı büyükler yarısını küçükler dolduruyor.
Ben bunu “Gülümseten Öyküler”de de
denemek istedim. Büyüklerle küçükler bir
arada okusunlar istedim. Benim 8-12 yaş
aralığı için yazdığım hikayeleri büyükler
de seviyorlar. Yani böyle bir ortak payda
var aslında. 3-6 yaş arası daha da yoğun.
Mizahın çocuk edebiyatındaki yerinasıl olmalı?
Mizahın kökeninde uyumsuzluk var.
Uyumsuzluk aslında önemli bir kavram-
dır. Bize hep uyumlu olmak öğretilir.
Halbuki uyumsuzluk sanattır, çocuk da
uyumsuzdur. Kırar, döker, şiir okuması ge-
rekir okuyamaz. Toplumsal uyumsuzluğu
olumlayan bir dil oluşturursak kitaplarda
mizah kendiliğinden oluşur. Birçok çocuk
kitabında birey yok, ben tam tersi bireyi
koymaya çalışıyorum kitaplarıma. Bü-
yüklerin başlarından geçen hikâyeleri de
okusunlar istiyorum. “Güneşi Bile Tamir
Eden Adam”da mesela büyüklerin ken-
di aralarında geçen olaylar var. İllaki ço-
cukların kahraman olması gerekmez.
Hayvanlar, doğa hepsi insanlarla eşitlen-
meli. Benim dünyamda insanlar alınıp sa-
tılmıyorsa hayvanlar da alınıp satılmaz.
Çocuk kitapları ne gibi özellikler ba-rındırmalı genel anlamda?
Bu, farklı yaş gruplarına göre değişir.
Mesela 3-6 yaş grubunda çok iyi bir hikâye
ve iyi resimler olmalı. İlk defa çocuk
“Edebiyatın çocuğuözgürleştirici bir yanı olmalı”
Behiç Ak
Hikaye içinde mesajtaşımaktansa,
hikayeninoluşturduğu
paradigmanın günlükhayatımıza farklı
bakmamızı sağlayacakyeni bir paradigma
olması gerekiyor.Çocuk o paradigmayla
kendine yeni kapılaraçabilmeli
Damla Yaz�c� yazar Behiç Ak ile birlikte...
16 KASIM 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK
Genelde yetişkinler için değil de çocuk-lar için yazmayı seçtiniz, çocuklara hitap et-mek neden?
Bir raslantı bu. İyi bir raslantı. Çankaya
Belediyesi ve Damar Edebiyat dergisi ortak
bir yarışma açmıştı. Pek çok alan vardı ya-
rışmada. Ama duyuruyu geç görmüştüm. Son
katılım tarihine yetişemeyebilirdim. Daha
kısa sürede biter diye çocuk öyküleri yazıp
yollamaya karar verdim. Ama yazdıkça ye-
tişkinlere yazarkenki halimden hiç de fark-
lı olmadığımı gördüm. Aynı kaygılar, aynı ya-
ratım süreci; bir kurmacanın içinde dolaşıp
durmak ve başkalarını da bu kurmaca dün-
yaya inandırma çabası.
Yazıyı ve yaratımı ciddiye aldığınız sürece
edebiyatın hangi dalında ürün verirseniz
verin aynı hazzı yaşıyorsunuz, bunu anladım.
Sonra da vazgeçemedim.
Kitaplarınızı yazarken çocukların ru-huna inmek adına nelerden beslenirsiniz?
Çocuk vahşidir, aykırıdır, anarşisttir ve
pek çok şeyi ciddiye almaz. Ama öğrenmek
için rol yapmak, taklit etmek zorunda kalır.
Onların bu yanı beni etkiliyor ve bundan bes-
leniyorum. Benim içimde de böyle şeyler var,
yazdıkça o yanım ortaya çıkıyor.
“ÇOCUK OKUR EMPAT�KURAR”
“Çöp Plaza” kitabınıza baktığımızdaciddi bir toplumsal sorunu gözler önüne se-riyorsunuz. Çocuk çöp toplayıcılar ve kentelitlerinin elleri çöpe değmemiş steril ço-cukları ve bağışıklık sistemleri çöktüğündeyollarının “mikropla” barışık çocukların ya-şadığı semtlere düşmesi... İki gruptan da ço-cuk sizi okuyor büyük ihtimalle. Kitabı bi-tirdiklerinde nasıl bir etkide kalıyorlar siz-ce? Sizin amacınız ne oluyor bu tür konularıişlerken?
“Çöp Plaza”yı yazarken korktum. Çün-
kü çocuk okur bir yetişkinden daha yoğun bi-
çimde kendini kahramanın yerine koyar. Kim
kendini çöp toplayanların yerine koymak is-
ter? Empati kurmalarını sağlayamazsam
romanın başarısız olması kaçınılmaz. Bir yok-
sulluk trajedisine dönüşme tehlikesi de var-
dı. Bu durumda maceraya tutundum ve ço-
cuk kahramanlarımın iç dünyasını, onları se-
verek, onları anlayarak, onlara inanarak
anlattım. Onların tarafında yer aldım.
Şimdiye kadarki duyumlarım bu kitabı ço-
cuklardan daha fazla yetişkinlerin sevdiği yö-
nünde. Çocuklar işin macera kısmıyla ilgili-
ler. Çünkü o yönde bir okuma alışkanlığına
ve birikimine sahipler. Ama zaten ben de ço-
cukları bilinçlendireyim derdinde değilim. İn-
sanları anlatıyorum, bu insanlar toplumda-
ki sorunlarla birlikte yaşıyorlar. Sorunları göz
ardı edip tamamen yalıtılmış bir macera kur-
gulamak benim tarzım değil. Ama edebiya-
tı da toplumsal sorunları aktarma aracı ola-
rak görmüyorum. Yazma sürecinde inandı-
ğım ve sevdiğim hayali kahramanlarla bir süre
yolculuk yapmak hoşuma gidiyor. Okur da
bu kitabı eline aldığında benim gibi bir yol-
culuğa çıksın istiyorum. Bu birlikte yol alma
sırasında kimi zaman toplumsal sorunlar üze-
rine de kafa yorabilir insan, ama bu konuda
çocuklara fazlaca yüklenmeyi doğru bul-
muyorum.
Bazen bir çocuk kitabı okuruz ve yıllarsonra karakterimizi büyük ölçüde etkileyenkitap olduğunu anlarız onun. Sizin için bukitap hangisidir?
Karakterimi etkilemiş midir bilmiyorum,
ama “Jack ve Fasulye Sırığı” adlı masalı çok
severdim. Bir gecede büyüyüp bulutlara uza-
nan fasulyeler... O yılların çocuğu için ne gör-
kemli bir hayâl! Birkaç kez fasulye ekme gi-
rişiminde de bulundum. Ama tohumların ge-
netiğiyle oynanmaya başladığı yıllara denk gel-
diği için fasulyeler büyümedi. Geçenlerde evde
çimlendirmek istedim, bırakın bulutlara çık-
mayı filiz bile vermediler.
ÇOCUK EDEB�YATINDAT�CAR� KAYGI
Çocuk edebiyatına gereken özen ve önemgösteriliyor mu ülkemizde sizce?
Bir değişim var. Hem içerik anlayışı de-
ğişiyor hem görsel anlayış değişiyor. Çocu-
ğun beklentileri, istekleri, yaşı göz önünde bu-
lunduruluyor. Yazarlar daha özgür, dil ve an-
latım renkli, yıllardır ele alınmayan temalar
rahatlıkla yazılıyor. Tutucu bildiğimiz yayı-
nevleri bile “çılgın” kitaplar yayınlayabiliyor.
Klasik ve kolay yolu seçenler de çok fazla.
Dinî içerikle bezenmiş çocuk kitapları da hü-
küm sürüyor. Bunca çokluğun içinde iyi ki-
tabı bulup okumak çocuğun şansına kalmış.
Bir yetişkin için kötü kitaptan sıyrılmak ko-
laydır; ama çocuk birkaç kez baştan savma
yazılmış kitapla zaman geçirmek zorunda kal-
dığında daha sonra dünyanın en iyi kitabını
da sunsanız ona, işe yaramıyor.
Tüyap’ın bu sene çocuk ve gençlik ede-biyatı konseptiyle kurgulanmasını nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?
Bu bir şeyi değiştirir mi emin değilim. Evet
paneller olacak, çocuk ve gençlik yayınları hak-
kında daha fazla konuşulacak ama sonra yine
her şey eski haliyle devam edecek, bir şey de-
ğişmeyecek diye düşünüyorum. Yayınevleri-
nin ticari kaygıları var, bu da onların kolay ve
ucuz yollara sapmalarına neden oluyor. Kıyıya
vurmuş denizyıldızını yeniden suya fırlat-
mak beni motive etmiyor. Ama belki de
inanmak gerek eski masallara.
Radyo oyunlarınız da var. Radyo oyunugünümüzde hangi durumda. Sizin hayatı-nızdaki yeri nedir?
Radyo oyunları can çekişiyordu bir sü-
redir ve artık “öldü” diyebiliriz. Biz sözlü an-
latım geleneği güçlü bir toplumduk. Radyo
oyunları bu yapıdaki bir toplumda doğaldır
ki sevildi ve çok dinlendi. Derken yazılı kül-
tür yarım yamalak yaşandı ve hızlı biçimde
görsel toplum aşamasına sıçradık. Televizyon,
bilgisayar ve başka teknolojik araçlar görsel
algıya hizmet ettiler, ediyorlar. Radyo oyu-
nu ise işitsel ve zihinsel yaratım ortamına hi-
tap ediyordu, ölmesi doğal.
Bu oyunları dinlemek hayal gücümü
çok besledi sanırım. Onlar hayalimdeki
filmlerin adamlarına, kadınlarına ve çocuk-
larına dublaj yapıyordu sanki. Radyo oyun-
larında dinleyici çok etkindir, yazardan ve ses-
lendirenden daha etkin.
Gelecek projelerinizi de soralım, yeni birkitap çalışması var mı şu an?
Olmaz mı? Seri kitap yazmaktan hoş-
lanmasam da okurların yönlendirmesiyle
“Kapiland’ın Kobayları”na bir devam romanı
var, bitti bitecek. Dış kaynaklı hayalet ve vam-
pir kitaplarına inat yerel bir korku romanı
planım var, cinli minli... Ve tehlikeli bir ko-
nuyu daha yazıyorum, taciz, çocuk tacizi. An-
latması zor, dengeyi kurmak çok hesap kitap
istiyor, ama yazılması gerekiyor.
Ayrıca tamamladığım ve 2013’te yayın-
lanacak anarşist bir polis köpeğim var. Yu-
nanistan’daki eylemcilere destek veren bir kö-
pek vardı, ondan esinlenerek yazdım.
Yine Çöp Plaza alışık olmadık bir sonla
bitmişti, o çocukları bu belirsizlikle bıraka-
mam. Bağımsız da okunabilecek bir devam
romanı “Son Söz Söylenmedi.” diye çıkabi-
lir ortaya. Korkarım ki öldüğümde en az on
beş yarım roman bırakacağım geride.
Miyase Sertbarut
kavramlarla resimler, semboller arasında
ilişkiler kuruyor. Düşünmenin temeli bu.
Nesneler belirgin olmalı. Resimlere yazı
gibi bakar çocuk. Kavramlarla resimler
arasındaki ilişkilerin ilk defa kurulduğu anı
hepimiz unutmuşuzdur ama bu an önem-
lidir. İkincisi, çocuk hikâyeyi değiştirmek
isteyebilir, bu yüzden hikayenin değişebi-
lir kılınması gerekli. Üçüncüsü, hikâyenin
büyüğü de sıkmaması lazım, ortak payda
önemlidir. Çocuk bir kitabı beş yüz kere
falan okur, tüketene kadar. Beğendiyse o
kitap yırtılana kadar okunur. Sonraki yaş
aralıklarında da çocuğun gelişimine kat-
kı sağlayacak, farklı pencereler açacak şey-
ler olmalı. Çocuğu bir sorunsalın içine sok-
ması lazım. Ticari kitaplarda belli konu-
lar üzerine gidilir, şiddet, cinsiyetçilik
gibi. İşte kız kitapları pembe oluyor me-
sela. Kitaba cinsel rol biçiliyor. Bunlar kor-
kunç tabii.
ÇOCUK OKURU F�KRENÖZGÜRLE�T�RMEK
Çocuk kitapları hayatımızda nedenönemlidir? Çocukken okuduğumuz kitapbizi etkiler, onu o an anlamayız ama ka-rakterimiz aslında ona göre şekillenir.
Tabii her etkileyen kitap iyi kitaptır an-
lamına gelmiyor. Bir de belli yaşlarda
okunduğunda, çocuğun daha savunmasız
olduğu yaşlarda, mesela bize “Kaşağı”yı
çok erken yaşta okuttular, suçluluk duy-
gusundan öldük hepimiz. “Yalan söylersen
kardeşin ölür” gibi bir mesaj vardı onda,
çok ağır bir şey aslında. Bu 7 yaşındaki ço-
cuğa okutturulur mu? Ve aslında yalan söy-
lemek de gelişimin bir parçasıdır. Bu tür
ağır duyguları çocuklara çok yüklememek
gerekir. Edebiyatın çocuğu özgürleştirici
bir yanı olmalı, fikri olarak özgürleşmek.
Sanatta en korkutucu şey obsesif olmak-
tır. Aynı şeyi tekrarlamaktan kaçınmak ge-
rekli. Çocuklara yeni kapılar açacak söy-
lemler bulmak lazım.
Çocuklar için karikatür çizmek dahamı farklı?
Teknik farklılıklar yok aslında. Ço-
cuklar karikatürleri çok seviyorlar ve fark
ettim ki daha çok anlıyorlar. Büyükler bir
süre sonra algılarını kaybediyorlar hep aynı
şey yapmaktan. Esprileri algılamamaya
başlıyorlar. Çocuk çoktan gülmüş geçmiş
oluyor espriye. Büyüklerin hayatı çok sı-
kıcı gerçekten.
İstanbul Kitap Fuarı’nı çocuk konuluolmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Si-zin de katılacağınız paneller olacak...
Güzel tabii çocuk edebiyatının böyle
meşru öne çıkarılması. Ama çocukların ki-
tapla ilişkisinin fuarla sınırlanması kötü.
Fuar çok uzakta bir de. Gelmek büyük
problem halini alıyor.
Son olarak hatırlatalım: Otuz yılı aş-kın süredir tiyatro, karikatür, çocuk ki-tapları, roman, belgesel sinema gibi fark-lı alanlarda çalışmalar sürdüren BehiçAk’ın 22 Kasım- 14 Aralık tarihleri ara-sında ilk defa bu çalışmalarından derle-nen “Yazmaya Çizmeye Devam” adlı ser-gisi Karşı Sanat’ta ziyaretçilerini bekliyorolacak. Duyurulur...
Bir yetişkin için kötü kitaptansıyrılmak kolaydır; ama ya çocuk...
Aydınlık KİTAP
Karakterlerin ve ki�iselöykülerinin içindebulunduklar� ülkelerintarihi ile iç içe oldu�uhüzünlü bir a�k hikayesi“Bütün Ruhlar Günü”
Hollanda’nın en tanınmış yazarları ara-
sında olan Cees Noteboom’ın “Bütün Ruhlar
Günü” Yapı Kredi Yayınları etiketiyle ve
Burcu Duman’ın çevirisiyle yeniden raflarda
yerini aldı.
Çok sayıda edebiyat ödülüne sahip sıkı bir
edebiyatçı ve aynı zamanda da gezgin Note-
boom.
Yazarlığının yanı sıra şair ve gazeteci de
olan Noteboom’un “Bütün Ruhlar Günü” ro-
manı; felsefi, şiirsel diliyle ve ateşli üslubuyla
en tutkulu romanı olarak da nitelendiriliyor.
Kitabın kahramanı Berlin’de yaşayan Hol-
landalı bir belgesel yapımcısı Arthur Daane.
Karısı Roelfje ve dört yaşındaki oğlunu tra-
jik bir kaza sonucu, uçak kazasında, kaybetmiş
olan Arthur, içerisine düştüğü yalnızlık, bu-
nalım ve melankoli sarmalında zor günler ge-
çirmektedir. Her taşın üzerinde tarihin izlerini
barındıran ve benzersiz bir
geçmişi ile şekillenen bir şeh-
rin sokaklarında dolaşıp, ken-
dini bulmaya çalışır. Acılarına,
kederine çare bulmaya çalışır-
ken düşüncenin limanına sı-
ğınmış bulur kendini.
Pek çok şeyi sorgulamaya
başlar. Artık iyi bir gözlemci-
dir de. Hayatı, ölümü, ölüm-
süzlüğü sorgulayıp felsefesini
yapmaya çalışır.
G�ZEML�, SIRADI�IB�R KADINI BULMAMACERASI…
Bunların yanı sıra düzenli olarak toplan-
dıkları ve içlerinde bir filozof, bir fizikçi ve bir
heykeltıraşın da bulunduğu bir grup arkada-
şıyla birlikte sanat ve felsefeyle ilgili derin soh-
betler de yapar Arthur. Filozof Arno Tieck,
heykeltıraş Victor Leven ve Rus fizikçi Ze-
nobia Stejn bu sohbetlerin müdavimidirler.
Felsefi ve sessiz bir tiptir Arthur, kişisel fe-
laketler arasında yepyeni bir hayat inşa etmenin
çabasındadır.
Ve soğuk bir kış gününde 12. yüzyılda ya-
şamış olan bir İspanyol kraliçesini araştıran üni-
versite öğrencisi Elik Oranje’la tanışır.
Arthur ve Elik birbirlerine benzemekte-
dirler, çünkü her ikisi de kendini aramakta-
dırlar.
Bu tanışmanın bir bakıma Arthur’un dün-
yasının alt üst oluşunu da beraberinde getir-
diğini söyleyebiliriz.
Sağ elmacık kemiği üzerinde ayırt edici bir
yara ve çok gizemli alışkanlıklarıyla güzel bir
kadındır Elik. Arthur ona aşık olur.
Hollandalı bir tarih öğrencisi olan bu
genç kadın, Arthur’un hayatından birdenbire
çıkıp gitmiştir.
Kahramanımız ise bu sırlarla dolu ve sı-
radışı kadını bulmak için Madrid’e gider.
Ve burada kendisini soymak isteyenlerin
saldırısına uğrayıp yaralanır. Komaya giren Art-
hur, haftalar boyunca ölümle yaşam arasındaki
ince çizgide gidip gelir.
SORULMASIGEREKENLER�SORAN ROMAN…
Yüzyılın en iyi seyahat ya-
zarları arasında da sayılan ve
“Cennet Kayıp”, “Mokusei”,
“Gezginin Oteli”, “Ritüeller”,
“İşte Şu Hikaye” gibi eserle-
rinden de tanıdığımız Cees No-
teboom’un bu romanı özetle ka-
rakterlerin ve kişisel öykülerinin
içinde bulundukları ülkelerin ta-
rihi ile iç içe olduğu hüzünlü bir
aşk hikayesi. Kozmopolit, has-
sas, düşünceli ve bir o kadar da
mutsuz bir aşkın hikayesi “Bütün Ruhlar
Günü”; yaşam korkularını ve sevinçleri de içe-
risinde barındıran…
Aynı zamanda da yeryüzündeki varlığı ile
yüzleşen bir adamın etkileyici ve dokunaklı hi-
kayesinin adı…
Ve bütün bunların yanında roman, geride
kalan yüzyılın insanının sormasının icap etti-
ği birçok soruyu sormayı da ihmal etmiyor.
(Bütün Ruhlar Günü, Cees Noteboom,Yapı Kredi Yayınları,
Çev: Burcu Duman, 287 s.)
ŞENOL ÇARIKsenolcarik@gmail.com
20
Cees Noteboom
20. yüzyılinsanına dair
“(…) Çok fazla boş zamanım var, diye düşündü, ama hayatını böyle kurmuştu
bir kere. Bir zamanlar eski okul kitaplarından birinde, on beş kuruş kazanınca bir
palmiye ağacının altına gidip oturan “Cavalı adam”ı okumuştu. Anlaşılan insan,
zamanın musluktan damlayan su gibi dolduğu o uzun günleri, on beş kuruşla çok
uzun süre geçirebiliyordu çünkü hikâyede Cavalı ancak kazandığı on beş kuruş
suyunu çekince yeniden çalışmaya başlıyordu. Kitap eleştirel tondaydı, toplum bu
şekilde ilerleyemezdi. Arthur Daane, Cavalı’ya hak vermişti (…)”
K�TAPTAN:
16 KASIM 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAP
SEYY�T NEZ�R
Türk aydını, yetişmesini doğru-
dan “kerîm devlet”e borçlu oldu-
ğundan mıdır nedir, ülkesine karşı bir
vicdani yükümlülükle ve edebî uğraş
içinde doğar. Aydının iç hesaplaş-
ması, devletine karşı borcunu öde-
me duygusunun koyulaşmasıyla baş-
lar. “Vatan ve namus” andıyla pe-
kişir, hürriyet bilinciyle yaygınlaşır.
Şinasi ve Namık Kemal’le bayrak-
laşan kavga, Yusuf Akçura ve Meh-
met Emin Yurdakul’da halkla ve
Anadolu’yla özdeşleşen bir Türk
kavramına, Ziya Gökalp’te ulusal
köklere yönelme ülküsüne, Yahya Ke-
mal’de tarihsel zemine dayanma este-
tiğine, Yakup Kadri’de halkı anlama
çabasına, Aziz Nesin’de kendini hal-
ka borçlu duymaya varır. Nitekim
Demirtaş Ceyhun’un gözlemlerine
göre, Osmanlı’da insanî ve düşünsel
derinlik, edebiyat ortamında gelişir;
Cumhuriyet döneminde de politik
yaklaşımlar, felsefi ve sanatsal yö-
nelimlerle geniş açıda örtüşür.
“Yağmur Sıcağı” (Cem Y., Ara-
lık 1976), aydının iç hesaplaşması-
nı 12 Mart koşullarında, siyasal ve
bireysel yaşantıların bileşkesinde
sergilemeye yönelik oluşuyla Yal-
çın Küçük’ün de ilgisini çekmiş, ilk
eleştirdiği romanlardan biri olmuştu:
“Bir partinin de içinden geçtiği dönemin
romanı.” Roman, gerek siyasal sav-
ları gerekse bireysel belirlemeleriy-
le tartışmalar yaratmış, Demirtaş
Ceyhun’un bir süre kendi romanına
ve edebiyat ortamına küskünlüğüne
yol açmıştı. Edebiyat tarihi açısından
anlamını tartışmazdan önce, yazar-
la romanı ve edebiyat ortamı ara-
sında geçen bu öyküyü bizzat Cey-
hun’dan okumakta yarar var.
SALDIRILAR VEYAZARIN KONUMU
Bir yazarın eleştirmenlere
(veya eleştirilere) bozulup roma-
nına, öyküsüne, şiirine küstüğü aca-
ba hiç olmuş mudur bugüne dek? İn-
san çocuğuna kırılsa da, gerçekten
küsebilir mi? Hele hele başkasına bo-
zulup?.. Eleştirmenlere bozulup in-
sanın kendi yapıtına küsmesi, söz-
cüğün tam anlamıyla, papaza bo-
zulup oruç yemek gibi bir şey çün-
kü...
Hani, insan, kitabımı anlamadı
diye bir eleştirmene bozulabilir.
Bütün eleştirmenlere de bozulabi-
lir. Hatta halkına bile bozulup kü-
sebilir. Sanırım Giinter Grass da,
1986’da son romanını beklediğin-
ce ilgiyle karşılamadılar diye küsmüştü.
Ama halkına küsmüştü.
Yani küsmek fiili de, insana özgü,
duygu ile ilgili, sevgiye dayalı bir duygu
alış verişinin ürünü. Dolayısıyla da,
bence ancak bir canlı bir başka canlıya
küsebilir. Kısacası, insanın kendi kitabına
küsmesi başkalarına bozulup, olsa olsa
saçma bir şey...
Ama itiraf edeyim, ben bu saçmalı-
ğı yaptım. Yıllar önce, fukaranın hiçbir
günahı yokken, tuttum bu romanıma,
“Yağmur Sıcağı”na küstüm. Oysa nasıl
da coşkuyla yaratmıştım onu. Nasıl da
seviyordum... Çok seviyordum, çok...
Ama nasıl oldu? Sanmam ki kolay ko-
lay anlatılabilsin... 1976 yılı sonlarıydı.
Roman yayımlanır yayımlanmaz, bir
saldırı bir kıyamet... Tozdan dumandan
ferman okunmaz oldu. Okuma zah-
metine bile katlanmadan, veryansın et-
tiler bana. Üstelik romana da değil, ge-
nellikle bana... «Yazarlığın ilk koşulu
okutabilme yeteneğidir» deyip bende
onun bile bulunmadığını anıştırmaya ça-
lışanları mı ararsınız? Bir daha ondan
tek satır okumam diye tafra satanları mı
ararsınız? Roman israfı diye beni suç-
layanları mı? Kimi, «Günlük olaylardan
felsefe kırıntısı üretmeye çalışmış» di-
yerek, aklı sıra benimle gır gır geçiyor-
du. Kimi, «Tahammül edilmez bir an-
latı karmaşası» diye tanımlıyordu ro-
manımı.
İnanın, şaşırmadım, bocalamadım
dersem yalan... Bilmem ki, bir dostun
zorlamasıyla kabul ettiğim Politika ga-
zetesi genel yayın müdürlüğüm sırasın-
da o çevrelerin fincancı katırlarını mı ür-
kütmüştüm? Yoksa İşçi Partisi’ne üye ol-
mam mı bazı çevreleri rahatsız etmişti?
Veya o yıllarda ardı ardına üç edebiyat
ödülü kazanmanın şımarıklığına mı ka-
pılmıştım farkına bile varmadan da,
bazı çevreleri kendime düşman etmiş-
tim? Yoksa, ödül kazanmanın kefareti
miydi bütün bunlar? Anlayabildimse
arap olayım...
Sözcüğün tam anlamıyla, bir yam-
yam şöleniydi o. Kimi tuz serpiyordu üs-
tüme, kimi ise kazanımdaki suyun tadına
tuzuna bakıyordu ağzını şapırdatarak...
Şaşırdım. Yıldım. Küstüm... Hem de
hiç günahı olmayan romanıma küs-
tüm.
ROMANI YEN�DEN YAZMAKTuncel Kurtiz can, kazara bir gurbet
elde rastlaştığımızda, söz dönüp dolaşıp
yazdıklarıma gelse de, hemen bu ro-
manımı övmeye başlasa, «O senin ben-
ce başyapıtındır» filan gibisinden bir şey-
ler söyleyecek olsa, yemin billah size, ya
derhal karşı çıkardım ona
bir hışımla, ya da hüzün-
lenir kalırdım köşemde,
küsümü andığı için...
Hem garip... Hem
acı... Aradan bunca yıl
geçmiş... Geçenlerde
Cem Yayınevi’nin sahibi
Ali Uğur dost, bu roma-
nımın adını anınca (ki ilk
iki baskıyı da o yapmıştı),
istemeye istemeye raftan
aldım. Okudum... Hele...
Bir daha okudum, rast-
gele, bir ortasından, bir
başından, bir sonundan...
Hayır, olamaz... Büyük
bir enayilik (hatta terbi-
yesizlik) benimkisi... Tut-
tum, bütün eleştirileri çı-
kardım dosyalardan. Bu kez onları di-
dik didik ederek okudum. Meğer ne gü-
zel şeyler de yazmışlar... Demek, ben de
bir öfkeye kapılmışım ve bu öfkenin kör-
lüğüyle yazılan bu güzel şeyleri de fark
etmemişim...
Rahmetli Hasan İzzettin Dinamo
hocamız, «Daha çok usa ve yeni bir ro-
man estetiğine dayanan roman» demiş
onun için, başka ne desin Allah aşkına?..
Hele hele Yalçın Küçük dost... Ya-
ratıcı bir bilim adamı coşkusuyla yazdı-
ğı o Yürüyüş’ün başyazılarında, o titiz in-
celemelerinde, denemelerinde, bir par-
tiyi, bir dönemi irdelerken aktarmalar
yapmış, örnek göstermiş, alkışlamış, al-
tını çizmiş, «Romanın diyalektiği, bi-
linçsiz öfkelilerle, sezgi gücü arasında ku-
ruluyor», «Bir partinin romanı değil o.
O Parti’nin de içinden geçtiği ortamın
romanı. Kat edilen uzun bir mesafeyi,
çok sıkıştırılmış bir zaman kesitinde
oldukça başarılı bir biçimde ortaya ko-
yuyor.» demiş, romanın can damarını ya-
kalayıvererek.
Sevgili Rauf Mutluay Hoca, roman
üzerine yazdığı eleştirisinde, haftalık ede-
biyat söyleşilerinde, romanın kişilerini
tek tek anlatarak, altlarını çizerek «Ki-
tabı tam okumuş olmanın hazzını size de
salık veririm» diye yazmış, ancak Mut-
luay hocaya yakışır bir gönül zenginliği
ve cömertliğiyle.
Gene, diyelim Rady Fish dost...
Roman daha Rusçaya filan da çevril-
memişken, o bir buçuk milyon tirajlı
İnostrannaya Literatura (Yabancı Ede-
biyat) dergisinin 1978 Kasım sayısında
üç sayfalık koca bir eleştiri yazmış,
«Yağmur Sıcağı, bir dönemi psikolojik
boyutlarıyla özgün bir biçimde anlatıyor»
diye övmüş, değerlendirmiş.
Sevgili Oktay Akbal, sevgili Demir
Özlü meğer ne güzel şeyler yazmışlar,
nice emek ürünü yetkin eleştirilerde bu-
lunmuşlar, içtenlikle değerlendirmiş-
ler onu...
Dedim ya, garip bir öfkeye kapıl-
mışım, görmemişim bile onları. Gör-
müşsem de, öfkemi okumuşum de-
mek. Utandım...
Ve ilginçtir, bu can dostların ner-
deyse hepsi de, sanki söz birliği etmiş-
çesine aynı noktaları eleştirmişler; özel-
likle ikinci, üçüncü plandaki kişilerle il-
gili ayrıntı çokluğunu, kimi tanımlama-
ların uzunluğunu, kimi geri dönüşlerin
biraz fazla uzatılmasını eleştirmişler.
İnanır mısınız, bu eleştirilerden sonra ro-
manımı bir kez daha okuyunca, ben de
yürekten katıldım onlara. Hak verdim.
Hani, yazarlık geleneğimizde, eleş-
tirilere kulak verme alışkanlığımız pek
de yoktur. Hatta hiç yoktur. Gene, biz
yazarlar arasında en yaygın babalanma
türü de, «Yapıtımdan tek sözcük dahi çı-
karttırmam» babalanmasıdır. Adamın,
hem kendisini, hem de çevresini büyük
yazar olduğuna kolay inandırır çünkü bu
babalanma.
İşte, tuttum, bunlara da boş verdim.
Yeniden elden geçirdim romanımı.
Gerçekten de kimi ayrıntılar fazlaydı;
kimi tanımlamalar, geri dönüşler, gere-
ğinden çok uzatılmıştı. Kısalttım. Sanı-
rım, benim sevgili romanım “Yağmur Sı-
cağı” bu yeni haliyle bütün gereksiz yan-
larından arındı.
Gelecek yazıda Demirtaş Cey-
hun’un yapıtıyla hesaplaşmasının top-
lumsal anlamını ve estetik değerini, ro-
mandaki savların güncelliğini tartışa-
cağız...
[Okurları, Demirtaş Ceyhun’un ki-
taplarını, TÜYAP Kitap Fuarı süresin-
ce, “3. Salon, 103 B / Sis Çanı - Broy Ya-
yınevi” standında bulabilirler.]
Demirta� Ceyhun, yeniden elden geçirdikten sonra üçüncü bas�mda �öylediyor: “San�r�m, benim sevgili roman�m Ya�mur S�ca�� bu yeni haliyle bütün
gereksiz yanlar�ndan ar�nd�.”
Bir romanı yeniden yazmanın sevgiyüklü sıkıntısı ve “Yağmur Sıcağı”
seyyitnezir@yahoo.com
Demirta� Ceyhun
ARAKABLO
16 KASIM 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
“Eğer kitaplarını koyacak hala boş yerinvarsa, seninle konuşmak istemiyorum.”
Terry Pratchett
Douglas Noel Adams’ın (nam-ı diğer
DNA) ülkemizde de son derece bilinen
“Otostopçu’nun Galaksi Rehberi” serisinin
dışındaki bir başka serisi olan “Dirk Gently”
serisi, nihayet uzun zaman sonra, yeniden
raflardaki yerini alıyor. Neil Gaiman’ın
kapsamlı kitabı “Paniğe
Kapılma” (Kabalcı) ve
Eoin Colfer’ın Otostopçu
serisi için devam kitabı “Ve
Başka Bir Şey Daha”nın da
(Kabalcı) dilimize kazan-
dırıldığı düşünülürse, Do-
uglas Adams’ın türü tüken-
mekte olan hayvanlar için
gezileri sonucu kaleme al-
dığı “Last Chance To See”
ve Terry Jones’un kaleme al-
dığı orijinal fikri ise Adams’a
ait olan “Starship Titanic” ki-
tabı haricinde Türkçeye ka-
zandırılmamış eseri kalmadı. Türkçeye
daha önce Sarmal Yayınları tarafından
kazandırılan, fakat daha sonra Sarmal’ın da
kapanmasıyla birlikte raflarda uzun süre-
dir bulunamayan seri, Kabalcı Yayınevi ta-
rafından yeniden okuyucuyla buluşturulu-
yor. Douglas Adams, Otostopçu serisi ve
mizahi bilim kurgu üzerine bilgileri tekrar
etmek isterseniz, 13 Nisan tarihli “Geleceğe
Atılan Kahkahalar” yazıma göz atınız (bkz.
Aydınlık Gazetesi internet sitesi, Kitap
Eki arşivi). Gerek Dirk Gently serisi hak-
kında, gerek başka konularda yerimiz an-
cak yetişeceğinden burada tekrar etmeye-
ceğim.
M�ZAH� B�R DEDEKT�FL�K ÖYKÜSÜ
Dirk Gently serisi her ne kadar bilim
kurgu öğelerini barındırsa da ağırlıklı ola-
rak mizahi bir detektiflik öyküsüdür. Bilim
kurgu öğeleri, Otostopçu serisinde olduğu
kadar hikayenin üst katmanında yer almaz.
Daha çok tematik dokunuşlarla (bkz. zaman
yolculuğu, kuantum teoremi vb.) değinilir
ve bir yandan doğaüstü (supernatural) kur-
gu elementlerinin (hayaletler vb.) fantastik
kurguya yakın yorumlamalarıyla yakınsa-
narak zemine yerleştirilir. Öyküyü sürdür-
mede dedektiflik ve suç romanlarının bi-
lindik düğümleri ve düğüm çözümlemele-
ri zaman zaman mevcut olsa da kısır bir dön-
günün içine hapsolmaz. Daha çok, İngiliz
edebiyatının bu türde klasik sayılabilecek de-
dektiflik örneklemelerini plan oluşturma-
da kullanır. Bu anlamda Adams’ın mizahi
zekâsının ve genel insani saplantılara yönelik
eleştirilerinin tür sınırlamasının çok ötesinde
olduğunun da bir kanıtını görmüş oluruz.
Bununla, türleri sadece anlatısının planını
oluşturmakta kullandığının izlenimine va-
rabileceğimiz gibi, sivri zekâ ve sivri söy-
lemleri kullanmada, dedektiflik öykülerinin
tarihten gelen geleneğinin de bilim kurgu-
nun imgelettiği karanlığa baş kaldırışın bir
başka biçimi olduğunu da anlayabiliriz. İki
kitaplık seride (1. Kitap, Kutsal Dedektif-
lik Bürosu ve 2. Kitap, Ruhun Uzun Ka-
ranlık Çay Saati) dedektif Dirk Gently’nin
birbirinden uçuk olaylarla, karakterlerle ve
durumlarla karşılaşacağı ma-
cerasının içine atlıyoruz. Dö-
nemin popüler kültürüne ve
akli durumlarına gönderme
ve eleştirileri bir hayli içeren
mizahının yanında, Adams’ın
elbette sadece eğlence amaç-
lı, insani aptallığın ve saflığın
yüzeye çıkartıldığı bir miza-
hı da kullandığını gözlemle-
mek mümkün. Sonuç olarak
da “Otostopçunun Galaksi
Rehberi” serisi kadar bilin-
mese de en az onun kadar
değerli, okuması keyifli ve
Douglas Adams – Terry
Pratchett – Jasper Fforde tarzı (Jasper
Fforde’un Türk yayıncılar
tarafından hala keşfedilme-
miş olması inanılmaz ve
üzüntü verici, özellikle
“Thursday Next” serisi Do-
uglas Adams sevenler için bi-
çilmiş kaftandır) İngiliz mi-
zahından hoşlanan okurun
bitene kadar elinden bıraka-
mayacağı bir serinin şekillen-
diği söylenebilir.
HER TERCÜMESAKAT B�R ESERD�R
Gelgelelim biraz sıkıntılı
bir durumla karşılaşıyoruz. Kabalcı’nın
Douglas Adams’ı bütün kitaplarıyla tekrar
raflara taşıması, Otostopçu serisine son bir
yılda Eoin Cofler ve Neil Gaiman çalış-
malarını da dâhil ederek DNA’nın okur kit-
lesiyle buluşturmasının harika bir yayıncı-
lık anlayışı olduğunda sanırım benim gibi
bütün bilim kurgu ve fantastik kurgu oku-
ru da hemfikirdir. Ancak ne yazık ki Dirk
Gently serisinin tercümesine ve bu vesileyle
genel anlamda Türkiye yayıncılığındaki
özellikle fantezi ve bilim kurgu alanındaki
kitapların tercümelerine değinmekte yarar
olacağını düşünüyorum. Başlangıç olarak
dediğimiz gibi daha önce Sarmal Yayınevi
tarafından dilimize kazandırılan bir eserle
karşı karşıyayız. Kitabın çevirmeni ise aynı:
Sevil Cerit. Yeniden bir başka kişi tarafın-
dan (açıkçası tercümeyi incelerken, Oto-
stopçu serisindeki başarılı tercümesiyle
İrem Kutluk’u sürekli gözlerim aradı ve ne-
den bu kitapları da onun tercüme etmedi-
ğini merak etmeme yol açtı) tercüme edil-
memesinden anlayabileceğimiz şey ancak
mevcut tercümenin yeterli bulunması ola-
bilir. Kişisel fikrim ise bunun
doğru olmadığı yönünde. Ter-
cümenin okunamaz, çok kötü
bir çeviri olduğunu söylemi-
yorum ancak Douglas
Adams’ın karakteristik özel-
liği olan akıcı dilinden tercü-
mede neredeyse eser yok.
Yine yanlış anlaşılmaması
için altını çizerek söylüyo-
rum, tercümede cümlelerin
anlamlarında herhangi bir
kayma veya sorun yaşanmıyor.
Bu yönden çeviri oldukça ba-
şarılı sayılabilir. Ancak sorun
cümle yapılarında ve kelime
tercihlerinde ortaya çıkıyor.
Elbette her tercüme aslında
biraz sakat bırakılmış bir eserdir. Buna rağ-
men tercüme edilen yazarın diline özellikle
dikkat edilmeli, yazdığı türdeki kurgulaması
ve cümle formları göz önünde bulunduru-
larak Türkçeye yakınsanmalıdır. Özellikle
İngiliz mizahının duruma yönelik kurgu-
larında kahkaha çoğunlukla cümlenin so-
nuna saklanır. Cümle bir
duraklama anıyla biter ve
durumun absürtlüğü vur-
gulanarak “şaka” tamam-
lanır. Bir nevi hayali izleyi-
cinin (elbette bu durumda
okurun) varlığı ve katkısı
bekleniyor gibi bir hava
mevcuttur. Bu vurgulama-
da özellikle cümlenin öz-
nesinin ve yükleminin rolü
büyüktür. Bulundukları
yer ve vurgulanma za-
manları hayati önem taşır.
Bunun Dirk Gently ter-
cümelerinde başarıldığını
söylememiz pek mümkün değil (hiç de-
nenmemiş demiyorum, daha
iyi yapılabileceği gözlemle-
nen pek çok sayfa var tercü-
mede). Bu şekilde kurgulanan
mizahi yazının tercümelerin-
de karşılaşılan bir başka unsur,
yazıldığı dilde yapılan kelime
oyunları, bu kelime oyunlarıy-
la yapılan göndermeler ve ya-
zıldığı döneme ait popüler kül-
türe yapılan taşlamaların bir
başka dile yakınsanmaya çalı-
şıldığında karşılaşılan zorluk-
lardır. Bu gibi durumlarda, dip-
notlarla asıl şakaları ıskalamadan, açıkla-
malarla okura anlatmak kaliteli bir tercü-
menin olmazsa olmazıdır. Elbette asla
yansıtılamayacak, ancak kitabın yazıldığı li-
sanda okunursa anlaşılabilecek unsurlar her
tercümede bulunacaktır. Fakat kitaptaki mi-
zahi unsurların neredeyse üçte biri tercü-
me esnasında kaybolduktan sonra eseri
okumanın ne anlamı kalır ki? Dirk Gently
serisindeki bir başka unsur, kitapta sıklık-
la karşılaşılan, Kabalcı’dan hiç beklenme-
yecek şekilde sürekli gözüme çarpan nok-
talama ve imla hataları oldu. Diyalog ve
alıntılar cümle içerisinde tırnak içindeyken,
kimi yerde noktayla bitiyor, kimi yerde nok-
talama olmadan bitiyor. Bu alıntılar cüm-
lenin ortasındayken, kimi yerde büyük
harfle kimi yerde küçük harfle başlıyor.
“TERCÜME”N�N TERCÜMES�!Sevil Cerit’in adını görünce yine yazdı-
ğım türleri kapsayan bir başka tercüme ko-
nusu da aklıma geldi. Yıllar önce Polonya-
lı yazar Stanislaw Lem’i dilimize kazandı-
ran İletişim Yayınevi, kitapların çoğunlu-
ğunu sanki bu ülkede Lehçe tercüman bu-
lunmuyormuş gibi İngilizceden (bazen de
Almancadan) tercüme ettirmişti. Tavşanın
suyunun suyu anlayacağınız: Tercümenin
tercümesi! O zamanlar bu tercümelerin bir
kısmı da Sevil Cerit’e aitti. Bu elbette Se-
vil Cerit’in suçu değil. Sorumlu bu durum-
da yayınevi ve zaten herhangi ortalama bir
tercümedeki kayıpları düşünürseniz, bu
tercümenin tercümesinden ortaya nasıl bir
sonucun çıktığını tahmin ede-
bilirsiniz. Buna benzer tercü-
me sorunları elbette pek çok
diğer edebiyat türlerinde ya-
şansa da bilim kurgu ve fan-
tezide daha büyük bir oran-
la durmadan karşımıza çıkı-
yor. Tercüme dünyası ile ilgili
sorunları belki ilerleyen haf-
talarda daha geniş işlemeyi
düşünüyorum. Haftaya gö-
rüşmek dileğiyle, yazıda de-
ğindiğim ve Türkçe tercü-
melerini görmeyi dilediğim
Jasper Fforde’dan bir alıntıyla vedalaşalım:
“Eğer gerçek hayat bir kitap olsaydı, asla ya-
yıncı bulamazdı. Aşırı uzun, dikkat dağıta-
cak kadar detaylı ve nihayetinde, önemli bir
çözümlemesi yok.”
(Dirk Gently 1. Kitap – KutsalDedektiflik Bürosu ve 2. Kitap – Ruhun
Uzun Karanlık Çay Saati, DouglasAdams, Kabalcı Yayınevi, Çev: Sevil
Cerit, 279 s. ve 254 s.)
M. SALİH KURTmustafa.salih.kurt@gmail.com
Dirk Gently serisi raflara geri dönüyor
BABİL BALIĞI
Douglas Adams
16 KASIM 2012 CUMA 23Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ
Cumhuriyet Devrimi’nin ham iken
koparılmış en önemli meyvelerinden bi-
ridir Köy Enstitüleri. Ham haldeyken
dahi, yıllar süren savaşlardan çıkmış bir
ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağ-
layan motorlardan biri olmuştur. Tür-
kiye’nin bugün sahip olduğu maddi ve
manevi değer ve zenginliklerde Köy
Enstitüleri’nden yetişen öğretmenler-
le onların yetiştirdikleri öğrencilerin çok
büyük emekleri vardır. Salt eğitim ala-
nına sığdırılamayacak kadar da geniş-
tir Köy Enstitüleri’nin sınırı.
Enstitülerin amacını Kayseri Pa-
zarören Köy Enstitüsü’nün
giriş kapısındaki şu söz ne
kadar güzel anlatır:
“Bozkırları baştanba-
şa yeşille öreceğiz
Tanrının geç kaldığı işi
biz bitireceğiz”.
15 B�N DÖNÜMARAZ�, 750 B�NF�DAN, 100 KMYOL
17 Nisan 1940 yılın-
da açılan bu okullar, kı-
sacık yaşamlarında tam
bin 308’i kadın, 15 bin
943’ü erkek olmak üze-
re toplam 17 bin 251
köy öğretmeni yetiştir-
di. 1940-1946 yılları arasında 15 bin dö-
nüm arazi, ekilip biçilir hale getirildi,
750 bin fidan dikildi. Bin 200 dönüm
bağ, 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğ-
retmen evi, 20 uygulama okulu, 36 am-
bar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12
elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım
deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yapıl-
dı. Ayrıca oluşturulan sulama kanalla-
rıyla öğrencilerin uygulamalı eğitim
gördüğü çiftliklere sulama suyu getirildi.
Bütün bunlar Hasan Ali Yücel’in ba-
kanlığı altında, başında İsmail Hakkı
Tonguç’un bulunduğu Türkiye’nin en
seçkin müdür ve öğretmenlerinin ön-
cülüğünde öğrencilerce gerçekleştirildi.
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde
açılan 21 Köy Enstitüsü’nün öğrenci-
leri ve öğretmenlerinin karşılıksız
emeğiyle inşa edilmiş binaları zama-
nın insafsız ellerinde harâb olurken,
bu okulların toplumumuza kattığı
maddi ve manevi değer ve zenginlik-
lerden arta kalan ne varsa onları da
mevcut hükümet tarumar ediyor.
TANRININ GEÇ KALDI�I ���B�T�RENLER
“İş için, iş içinde eğitim” şiarını düs-
tur edinen enstitülerden yetişen bu bin-
lerce öğretmen, bilgi ve becerileriyle
gönderildikleri köylerde köy çocukla-
rını eğitmek dışında tarımdan sağlığa
birçok alanda köylülere önderlik etti-
ler. 1946’dan sonra kuruluş amaçla-
rından uzaklaştırılan Köy Enstitüleri’ni
1954’te DP Hükümeti; Köy Enstitülü
öğretmenlerin öncülüğünde köylülerin
imeceyle yaptıkları köy okullarını da, 12
Eylül ve sonrası iktidarların “taşımalı
eğitim” uygulaması kapattı ve binlerce
köyü tarikatların, gerici imamlarla ca-
hil muhtarların eline bıraktı.
ZAP SULARINDAKAYBOLANÖ�RETMENLER…
Köy Enstitüleri’nden yetişen öğ-
retmenler salt öğretmen olarak değil,
birer aydın olarak da hizmet ettiler. İç-
lerinden çıkan yazar ve şairler sayıl-
mayacak kadar çoktur. "Ümit Kaf-
tancıoğlu" Ümit Kaftancıoğlu gibi şair,
yazar ve düşünürler Köy Enstitüle-
ri’nde yetişmişlerdir.
Yıllar önce Aydınlık dergide hazin
öyküsünü yazdığım yazar-öğretmen
Selahattin Şimşek de bu aydınlardan bi-
riydi. 1960 yılının 6 Mayıs günü Hak-
kâri köylerine yaptığı denetleme gezi-
sinde Zap Suyu’na kapılarak kaybolan
bu şehit öğretmen, “Yeni Ufuklar”,
“Eğitim Yolu”, “Köy ve Eğitim”, “Yü-
cel”, “Demet”, “Varlık”, “Pazar Pos-
tası”, “Cumhuriyet”, “Yenilik” gibi
dergi ve gazetelerde aydınlanma ve eği-
tim sorunları üzerine yazılar, öyküler,
şiirler yazdı. Zap Suyu’nda kaybolu-
şundan kısa bir süre sonra yayımlanan
“Hakkâri Dedikleri” adlı gezi notları ile
“Köycü Oktay” adlı çocuk romanı, 16
yaşında öğretmen, 30 yaşında eğitim şe-
hidi olan bu köy çocuğunun yüksek en-
telektüel düzeyinin ürünüdür.
Selahattin Şimşek’in adı 1963’te
Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Adı
okulun bulunduğu sokağa da konulan
bu öğretmenin Zap Suyu’na kapıldığı
yerin adı ise “Selahattin’in Yeri” olmuş.
Mezar taşı yerine de iki yakayı birleş-
tiren daha iyi bir köprü yapılmış…
KISA ÖYKÜDE GEN��SOLUK VE YEPYEN� RUH
“Kırmızı Yel”, “Acenta Mirza”,
“Ağız İçinde Dil Gibi”, “Acı Duman”,
“Kolları Bağlı Doğan”, “Ay Bazen
Mavidir”, “Selam Ateşleri”, “Kan”,
“Güneş Harfleri”, “Bucaklar/Fırat'ın
Sırtındaki Kan”, “Su Kurusu”, “Mah-
şer”, “Son Yörük”, “Yeraltında Uçan
Kuş”, “Ölüm Oyunları”, “Geniş Kenarlı
Bir Nehrin Akışı: Yaşar Kemal” gibi ya-
pıtlarından tanıdığımız Osman Şahin,
Köy Enstitüsü’nden yetişmiş yazarla-
rımızdan biridir.
Osman Şahin’in Diyarbakır-Dicle
Köy Enstitüsü günlerini anlattığı “Ölü-
mün Süt Dişleri” adlı son kitabı, bu
okulların yakın tarihimizdeki yerinin,
toplumumuzdaki öneminin birinci el-
den canlı tanıklığının belgesi.
Osman Şahin’in, Giritli Aziz Efen-
di’den günümüze öykü denilince he-
men ilk aklımıza gelen isimlerden biri
olduğunu daha önceki yazılarımdan bi-
rinde vurgulamıştım. Osman Şahin,
özellikle 70’lerden sonraki iki önemli
ustadan biridir bence. Hadi, diğerinin
adını da vereyim: Bekir Yıldız.
Her iki yazarımızın kısa öyküye ge-
tirdikleri geniş soluk ve yepyeni ruh, an-
cak Yaşar Kemal’in romana getirdiği
geniş soluk ve yepyeni ruhla karşılaştı-
rılabilir.
KIRLANGIÇ U�A�I B�ROSMAN �AH�N
“Ölümün Süt Dişleri”, Osman Şa-
hin ustanın yalınlıkta ustalığın doruk-
larında dolaştığı bir öykü. Anlattıkları
aslında kendi öyküsü ama, her türlü öz-
nellik ve kişisellikten uzak anlatıda
okuyucunun içinde kaybolduğu çok
yoğun bir toplumsal alt üst oluş, değiş-
mekte olan bir “talih” de var. Bu talih,
daha ilk bölümlerden hissetmeye baş-
larız, pantolon nedir bilmeyen, ayağı
ayakkabı görmemiş, sabunun sadece
adını duymuş Yörük çocuğunun kişili-
ğinde bir araya gelen tüm toplumun ta-
lihidir aynı zamanda. Sadece, Mart
ayında, kırlangıçların sökün ettiği za-
manda doğduğu için “kırlangıç uşağı”
denilen bu çocuk değildir ayağı ayakkabı
görmeyen; “Alaman Harbi” yıllarında
köylerde ya da şehirlerde doğmuş bin-
lerce çocuğun talihidir bu. Ve, işte o ta-
lihtir, günün birinde değişiveren…
“B�L�M ÇORBASI”, �EH�TTA�I, ON KALIP SABUN
Osman Şahin usta, benim birinci
ağızdan Köy Enstitülü yakınlarımdan,
arkadaşlarımın babalarından dinlediğim
öykülerden yalnızca birini anlatıyor.
Ama aslında aynı öyküdür anlattığı.
Hepsi de yoksul, kimsesiz, ailelerini Er-
zincan ya da Erbaa depremlerinde,
Şeyh Sait ya da Dersim isyanlarında yi-
tirmiş Türk, Kürt, Arap, Süryani, Er-
meni, Çerkez kökenli köy çocuklarıdır.
“Kimsesizlerin kimsesi” tutuyor hepsi-
nin ellerinden; sabunu, ayakkabıyı, şeh-
riyeyi -“Bilim çorbası” koyuyorlar adı-
nı,- diş fırçalamasını, Beethoven’i, Mo-
zart’ı, Picasso’yu, mandolini, nasıl üzüm
yetiştirileceğini, nasıl resim yapılacağı-
nı, en önemlisi, neden soru sorulması
gerektiğini öğretiyor:
“Sormayan öğrenemez. Her şeyin
bir nedeni, niçini, nasılı vardır. Uygar-
lığın çakmağı bu üç soruyu sorunca ça-
kar, kıvılcımlanır.
“Siz yeni gelen öğrencilerimiz, siz-
ler, okulumuza geldiğiniz gün, duvarın
dibinde fotoğraflarınız çekildi. Niçin çe-
kildi biliyor musunuz? Beş yıl sonra
genç bir öğretmen olarak diplomala-
rınızı alınca, size, o fotoğraflarınızı bü-
yüterek vereceğiz. Ve o fotoğraflarını-
za bakınca aslınızı, kökünüzü asla
unutmayacakınız.
“Bir duvarcı şakülü gibi sizleri düz-
gün ve doğru yetiştireceğiz. Topraktan
geldiniz ama sizleri yavaş yavaş maki-
neye çeliğe geçireceğiz.” (Ölümün Süt
Dişleri, Osman Şahin, Kırmızı Kedi Ya-
yınevi, 2012 İstanbul, Sf. 72).
“İkinci Doğum” bölüm başlığını ko-
yuyor bütün bunlara usta. Gerçekten de
bir yıl önce, yalınayak, başı çıplak,
üzerinde kırk yama vurulmuş bir fis-
tanla gelen çocuk, ilk mektep tatilinde
köyüne, ayağında lacivert pantolon,
üstünde lacivert ceket ve başında şap-
kayla dönüyor. Sırtındaki torbada, oku-
lun verdiği çamaşırların arasında ba-
basının kendisine emanet ettiği Osman
amcasının şehit taşıyla, kullanmayıp bi-
riktirdiği on kalıp sabun vardır.
“Ölümün Süt Dişleri”, Köy Ensti-
tüleri üzerine yazılmış en güzel, en can-
lı öykülerden biri. Devamı da gelecek
sanırım.
“Ölümün Süt Di�leri”, Osman �ahin’in kendi öyküsü asl�nda. Ama, her türlü ki�iselliktenuzak anlat�da okurun içinde kayboldu�u yo�un bir toplumsal alt üst olu� ve de�i�en bir
“talih” de var. Bu talih, pantolon nedir bilmeyen, aya�� ayakkab� görmemi�, sabununsadece ad�n� duymu� bir Yörük çocu�unun ki�ili�inde bir araya gelen tüm toplumun
talihidir ayn� zamanda.
Tanrı’nın geç kaldığı işibitirenlerin öyküsü
mecitunal@aydinlikgazete.com
MEC�T ÜNAL
OSMAN ŞAHİN’DEN YALINLIKTA USTALIĞIN DORUKLARINI ZORLAYAN BİR ANLATI…
16 KASIM 2012 CUMA24 Aydınlık KİTAP
“D�NOZOR” D�L K�TAPLARI VEYEN� YETMELER
Kitapçılar bir reklam arası uzunluğunda
sürelerde dil öğretebileceğini iddia eden dil
öğrenim setleriyle dolu. Dizi dizi, renga-
renk, tek bir rafı işgal edecek çoklukta olan
bu set-kitaplar raflar arasında süzülen oku-
yucuyu kendine çekiyor. “Yok, canım olmaz
öyle şey, bu kadar kısa zamanda öğrenilemez”
desek de aklımıza bir kurt düşer. Ne de olsa
postmodern çağda her şey mümkün (“anyt-
hing goes”). “Kolay Fransızca”, “15 Dakika-
da İspanyolca” gibi başlıklı olanlarından
“Kendi Kendine Yunanca”, “German for
Dummies” (Aptallar için Almanca), “Teach
Yourself French” (Kendine Fransızca Öğret
/ Kendi Kendine Fransızca) başlıklılarına
kadar uzayıp gidiyor raflar. Rafları işgal eden
bu setlerin arasından süzülen bir iki “dinozor”
kitaba rastlamak da mümkün: Bu “dinozor-
lar” hiç de öyle “kolay”mış, “kısa”ymış gibi gö-
rünmüyorlar, sanki değişen çağa ayak uydu-
ramamışlar. “Dinozorlar”ın adlarıysa, “Öğ-
retenler ve Öğrenenler için Türkçe Dilbilgi-
si” (Feyza Hepçilingirler, Remzi Kitabevi),
“Wheelock’s Latin, Osmanlı Türkçesi Kıla-
vuzu” (Hayati Develi, Genel Dağıtım Kitab-
evi), “Türk Dil Bilgisi” (Jean Deny, Kabalcı)
gibi “sıkıcı mı sıkıcı”, “uzun mu uzun” adlar. Bu “fi çağına ait” kitapların arasından do-
lanırken yazarı genç olan ama öncekilerle“çağdaş” olan bir kitaba rastlamanız damümkün: “Türkçede Zaman, Görünüş veKiplik” (Ahmet Benzer, Kabalcı). 2012’ninAğustos ayında birinci baskısını yapmış bu ki-tap Türkçe’yle ve anadili Türkçe olup yabancıdil öğrenimiyle (ya da öğretimiyle) ilgili olankişilerin ilgisini çekebilecek bir içeriğe sahip.Fakat bu içeriğe ulaşmak isteyenler, yukarı-da sözünü ettiğimiz haplardan arıyorlarsa bu“dinozor” kitabı ellerine hiç almasınlar. Birsüre, hapları deneyip hiçbir işe yaramadıkla-rını salt bir placebo etkisi ürettiklerini anla-dıktan sonra bu kitabı ellerine almaları her-kes için daha hayırlı olur.
TÜRKÇE’N�N “YAVAN”BET�MLEMELER�NE KAR�IRENKL� B�R TÜRKÇE
Türkçe öğretiminde ya da Türkçe dilbil-
gisinin okullardaki öğretiminde temel olarak
üç tane zaman öğretilir. Temel olarak diyo-
rum çünkü bunların yanı sıra “temel olmayan”
zamanların da olduğu düşünülür ve çatı bil-
gisinin verilmesinin öncesinde “gereklilik”, “di-
lek-şart”, “istek” kipleri fiillerin zaman bilgi-
sinin içerisinde öğrenciye “yüklenir”. Öğrenci
bir yabancı dil öğrenmeye başladığında, daha
doğrusu kendisine öğretilme başlandığında,
söz konusu dil İngilizce olsun, kendisine ya-
bancı gelen bir takım fiil zamanları ortaya çı-
kar. Elbette, bunların fiil zamanları olduğu da
söylenmez; bunların çok “şirin” ve “çağdaş”
karşılıkları olarak “tense”ler olduğu söylenir.
Halbuki “tense” (tens diye okunur dilimizde)
sözcüğü Türkçe’deki fiil zamana karşılık dü-
şer. Öğrenci birden “present continuous”,
“present perfect” vb. türünden, güya Türk-
çe’nin eksikliğinin, yavanlığının ve İngilizce’nin
tartışılmaz üstünlüğünün birer nişanı olan
“tense”lerle karşılaşır. Oysa Benzer’in de
belirttiği gibi “Dil bilgisi kitaplarında ve ya-
bancı dil ders kitaplarında yerleşmiş olarak fiil
zamanı tenses olarak adlandırılan fiil biçim-
lerinin birçoğu aslında görünüştür” (s. 36). Öğ-
renci bu durumun Türkçe için geçerli olma-
dığını düşünür çünkü geçmişte Türkçe dil-
bilgisini öğrenirken Türkçe fiillerin, onları ni-
teleyen zarfların da katılımıyla zamanı sınır-
landırma ve zamanı betimleme becerileriyle
tanıştırılmamıştır. Türkçenin kendine özgü ola-
nakları öğrenciye ve dahası onu eğiten eği-
timciye sunulmamış, sezdirilmemiştir. Orta-
ya çıkan “yavan” bir Türkçe’dir. Oysa keşfe-
dilmeyi bekleyen rengarenk bir Türkçe, katı
sınıflandırmalara bir türlü sığamayan ola-
naklarıyla zengin ve kullanışlı bir Türkçe
vardır. Ahmet Benzer’in söz konusu eseri bu
Türkçenin fiiller ve fiillere eklenen eklerle, fi-
illeri niteleyen (daha doğrusu onlara etkide
bulunan) zarflarla nasıl da benzersiz bir bi-
çimde zamanı betimlediğini, sınırlandırdığı-
nı ortaya koyuyor. Eserin en önemli yanla-
rından biri de bunu yaparken Türkçe’nin ola-
naklarını ve sınıflandırılması güç esnekliğini
diğer dillerin benzer özellikleriyle birlikte, zen-
gin bir literatür taramasıyla geniş bir bağlamda
ortaya koyuyor olmasıdır.
B�RKAÇ KARI�IKTANETLE�EL�M
Fiiller ve genel olarak diller, zamanla (ger-
çek zamanla) kurdukları ilişkide net ve kes-
kin bir anlatıma erişebilmek için üç tür yanı
içlerinde barındırırlar: Zaman (fiil zaman / ten-
se), görünüş (aspect) ve kiplik (modality / mo-
dus). Yazarın bu konuda netlik kurmaya ça-
lıştığı kimi bölümleri alıntılayalım:
“Felsefe zaman kavramını hayatı anlama-
ya yönelik incelemişken, dil bilimi ise gerçek za-
man ve fiil zaman arasındaki farklılıkları tespit
ederek çeşitli alt ayrımlara tabi tutmuştur. Fiil
zamanı, konuşma anıyla bağlantılı olarak va-
kanın ya da durumun gerçek zamana yerleş-
mesine denir.” (s. 12 – 13) ... “Saussure’a göre
fiil zamanının geçmiş, şimdiki ve gelecek ayrı-
mına kimi dillerde (İbranicede vb.) rastlan-
mamasına rağmen gerçek zamanın şimdi, geç-
miş ve gelecek olarak bölünmesi oldukça eski
bir düşüncedir. İnsanoğlu gerçek zamanı bö-
lümlemek ve işaretlemek için üç ana fiil zama-
nına gerek duymuştur.” (s. 13). Fiil zamanı bu
üçlü ayrım için gerekli eklere sahip olmayan dil-
lerde, zarflar veya farklı dilbilgisel yapılar vası-
tasıyla yine bu üç ayrı zamana işaret edebil-
mektedir. İşin ilginci Türkçe söz konusu oldu-
ğunda ortaya çıkmaktadır. Kimi diller, söz
edildiği gibi, bu üç zamana özgülenmiş eklere
ya da özel yapılara sahip olmadığı halde Türk-
çe bunlardan farklı bir yapı daha üretmiştir:
“Türkçede zaman kavramı, yabancı dillerin ak-
sine geçmiş, şimdi ve gelecek bölümlemesinin
dışına çıkmış, bu bölümlemeye geniş zaman di-
limini de eklemiştir.” (s. 23). Türkçe’nin farklı
zamanlara özgülenmiş görünen ekleri fiil za-
manının yanı sıra başlıkta görünen görünüş ve
kiplik için de işlerler. O halde şimdi görünüş ve
kipliğin ne olduğuna bakalım.
GÖRÜNÜ� VE K�PL�KYazarın anlatımına göre: “Görünüş ve fiil
zamanı gerçek zaman ile ilgilidir. Fiil zama-
nı, durumların gönderme zamanına yerleşip
yerleşmediğini, gösterici zamandan sonra mı
aynı anda mı yoksa önce mi olabilirliğini gös-
terir... Görünüş, durumların iç zamanına ba-
kar, durumun zamana ait yerleşim yerinden
bağımsızdır. Bitmemişlik ya da bitmişlik gö-
rünüşünün seçimi, tamamlanmış olup ya da
devam eden olmadığını sunmak konuşmacı-
nın seçimine bağlıdır. (Olsen’den aktaran Ah-
met Benzer)” (s. 36-37). Daha başka bir de-
yişle, “görünüş, belirli bir gerçek zamanla bağ-
lantılı olmaksızın, bir vakanın gerçek zaman
üzerinde nasıl gerçekleştiğini verir.” (s. 40). Bu
açıdan bakıldığında fiil zamanı ve görünüş bir-
birini tamamlamaktadır.
Kiplik ise görünüşün oynadığı rolü ta-
mamlayıcı nitelikte de olsa bambaşka bir rol
oynar: Büyük dilcimiz Agop Dilaçar’a göre
(aktaran Ahmet Benzer) “ zaman kipi biçi-
mindeki adlandırmalar yanlıştır; çünkü kip’in
zaman’la hiç ilgisi yoktur; kip, yalnız ruh du-
rumunu, zaman da yalnızca zamanı, vakti an-
latır”. (s. 107). Yazar, tam burada kip ile kip-
lik arasındaki ayrıma işaret ediyor: “Kip nes-
nel, kiplik ise öznel bir tutumu yansıtır. Bu se-
beple kip sayısı sıınrlı kiplik sayısı ise konu-
şucu ve dinleyiciye göre tercih edilebildiğin-
den sınırsız olmamakla kipe oranla da fazla-
dır”. (s. 112).
Tüm bu farklı yönler birbirinin içine geç-
tiğinden, fiilin bu farklı yönlerini ayırmak iyi-
ce zorlaşır. Türkçe’den bunun için, kipliğin kul-
lanımına ilişkin bir örnek vermekte yarar var.
Örnek, Slobin ve Aksu’ya ait (aktaran Ahmet
Benzer): Kemal gelmiş cümlesinde üç farklı
kiplik türünün algılanabileceği görülmektedir:
a) Kanıt kipliğinde: Konuşmacı Kemal’in
ceketinin önündeki koridorda asılı olduğunu
görür; ama Kemal’i görmemiştir.
b) Söylenti kipliğinde: Konuşmacı Ke-
mal’in vardığını duymuş; ama Kemal’i gör-
memiştir.
c) Şaşırma kipliğinde: Konuşmacı yakı-
nındaki bir kişiyi dinler, kapıyı açar ve Kemal’i
görür. Burada Kemal tamamıyla umulmadık
bir misafirdir. “ (s. 113)
Görüldüğü gibi cümlenin kullanıldığı
bağlam da görünüş ve kiplik yönünden (hat-
ta zaman yönünden de) etkide bulunabil-
mektedir.
Benzer’in aktarımlarıyla yazımızı son-
landırıyoruz:
“Uzun’a göre (Nadir Engin Uzun, CÖ)
Türkçenin yerleşmiş dil bilgisindeki birleşik
ve katmerli zaman denilen çok ekli görü-
nümler, birçok konuya olduğu gibi görünüş ko-
nusuna da belirgin açılımlar getirir. Ek basit
yapılarda tek başına birden çok işlevi yerine
getirirken birleşik ve katmerli yapılarda ekin
zaman mı yoksa görünüş mü bildirdiği çok net
olarak görülebilmektedir. Bu Türkçeye özgü,
Türkçenin güzelliklerinden biridir.” (s. 119).
“Türkçedeki ekler tek başlarına hem za-
man hem görünüş hem kiplik işlevlerini aynı
anda verebilemektedir. Bu üç özellik birbi-
rinden ayrılabilmekte, ekin baskın özelliği ata-
nabilmektedir.” (s. 194-195). (Türkçede Zaman, Görünüş ve Kiplik,
Ahmet Benzer, Kabalcı Yayınevi, 244 s.)
Zamana fiillerde (eylemlerde) i�aret edilir. Türkiye eylemdeyken,Türkiye’nin Türkçesinin zamanla olan ili�kisini es geçmek olmaz
Türkçenin “zamanı” ve keşfedilmeyi bekleyen özellikleri CENK ÖZDAĞozdagcenk@hotmail.com
Yazar hakk�ndaYazar, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Benzer, eserleaynı başlıklı doktora tezini tamamladıktansonra Marmara Üniversitesi Atatürk EğitimFakültesi’nde Yrd. Doç. kadrosuyla görev al-mış ve hala bu görevini sürdürmektedir. Busüre zarfında, yine Kabalcı Yayınevi tarafın-dan basılan ve Türkçe üzerine önemli bir eserolan Jean Deny’nin “Türk Dil Bilgisi” adlı ese-rine Ali Ulvi Elöve’nin çevirisini günümüzeuyarlayarak Türkçe dilbilgisinin öğrenilme-sine önemli bir katkıda bulunmuştur. Yaz-
dığı makale ve sunduğu bildirilerle de Türk-çe eğitimi ve öğretimi üzerine odaklanan ya-zar, 2011 yılında Timaş Yayınları tarafından3. baskısı çıkan, çocuklara yönelik yazdığı“Oyunlarla Noktalama İşaretleri” ile Türk-çenin öğrenilmesi üzerine katkılarını başkabir boyuta taşımıştır. Yine 2012 yılında bu kezPegema Yayıncılık tarafından basılan “Bil-gisayar Okuryazarlığı I-II” adlı kitaplarayazdığı kitap bölümleriyle yeni nesil eğitim-cilere bir rehber niteliğinde.
16 KASIM 2012 CUMA 25Aydınlık KİTAP
“Yazarlar yaptıklarını kendi kor-
kunç azaplarından ve kanlarından ve
lapaya dönüşmüş bağırsaklarından ve
dehşetli bir şekilde karmakarışık ol-
muş içlerinden yaratırlar. İçleriyle ne
kadar temasa geçerlerse o kadar iyi
yaratırlar. Bir yazarın kitaplarını be-
ğeniyorsanız kitaplarını okuyun, ki-
taplar sırf dert değildir; yazarın ya-
pıtını yayınlamak/ yardımcı olmak is-
tiyorsanız bunu bir iş olarak yapın,
ama kitaplarından hoşlandıysanız
yazardan da hoşlanacağınız düşün-
cesiyle kişisel yaşamına girmeyin sa-
kın. Yazarın yaşamı korkunçtur ve
yalnızdır.”
Her şey birbirinin peşi sıra bir
gerçeği doğrularcasına, onu daha
pis kokutarak, yineleyerek, itiraf
ederek, kabullenerek-unutarak,
Azapta geldi.
NİHAYET UNUTKANLIKUZATTI KOLLARINI BANA,
KAYITSIZLIK TEK İLAÇTIRAZABA.
Anne: Ne yapıyorsun?
Kız: Kitap okuyorum
Anne: Yeraltı edebiyatı ne de-
mek kızım?,
Kız: Ee bak varlığını öğrenmiş-
sin, sor google peygambere yolunu
aydınlatsın.
Anne:Yani asiler, dibevurmuşlar,
cinsellik, şiddet, küfür mü, olacak şey
mi yani?
Kız: Olmuyor mu?
Herşey, yollar, yoldan çıkmalar,
memlekette kadın bedeni tartışma-
ları, Hillary Jordan Uyandığında, alt
kattaki restorandan gelen pis koku-
lar, Nathaniel Hawthorne'un kızıl le-
kesi, haksızlık, hükümet, telefon
konuşmaları: herşeyi kavgana çe-
virme! bırak koksun. Jack Kerouac
soldan üfürüyor: “İstediğim her şeyi
yazabilecek kadar özgür olmak, aç
kaldıklarında dostlarımı besleyebil-
mek ve annem için endişelenmeme
lüksüne sahip olabilmek istiyorum”,
her şey birbirinin peşisıra oldu, ku-
ral için kuralsızlık, telefon konuş-
ması: (samimiyetle endişeli) yine
mi yeraltı? Evet, uyumsuzluk ahen-
kle başgösterdi.
‘suçlular için reddedilmenin aza-
bı ve ben yine de reddedilmeye de-
vam edeceğim çünkü ben sadece
düşlerimde yaşayacağım çünkü böy-
lesine boktan bir toplumda yaşayan
düşçüler mutsuz suçlular olmalı,
Kathy Acker- Lisede Kan ve
Cesaret, 1978. Evet bu da yeraltı:
“Kadınlar, edebi kaideleri kırıp
kendilerine ait olanları icat ederek
edebi ‘suçlular’ olmak zorundadırlar.
Çünkü yerleşik kaideler, kadınları ha-
yatlarının kendi gerçekliğini anlat-
maktan men eder.” İstediği herşeyi
yazabilecek kadar özgür mü, soru, ya-
zabildiği takdirde istediği her şeyi an-
latabilecek kadar özgür mü kelime-
ler? Kelimeler kimin kelimeleri.
Kathy Acker punk, anarşist, feminist
bir ikon, şüphesiz ki böyle yada her-
hangi bir şekilde sınıflandı-
rılmaktan hoşlanmayan. Ac-
ker’in kelimeleri “anlamla-
rın kıyısında asılı ve gra-
mer bakımından düzgün
değildir. Ülke olmadığı, top-
lum olmadığı zaman, ko-
nuşmacı hangi dili konuşa-
cağından emin değildir; eğer
konuşmak olanaklıysa” bu
nedenle dili olmayan, dilini
bulmayı reddeden Acker’in,
kopyalama ve parçalama
tekniği üstadı William Bur-
roughs'la paralel.. eril kod-
lardan ari bir dil yoksa ki
yoktur öyle bir toplum de-
ğildir içinde yaşadığımız o
vakit daha önce başkaları ta-
rafından yazılan metinleri
kullanır, içindeki ahengi ve
yapıyı parçalayarak kendi
dilini yaratır yada yarat-
maz..
“Lisede Kan ve Cesaret” on ya-
şındaki Janey’nin “sevgili, ağabey,
abla, para, eğlence ve para” olarak
gördüğü ve ensest bir ilişki içinde ol-
duğu babasıyla yaşadığı Meksika'dan
ABD’ye oradan bir kadın tüccarının
eline düşüp Tanca'ya gidişini, ondört
yaşına varışını anlatır. Deneysel ro-
manın içinde diyaloglar, çeviriler, şi-
irler, notlar, günlükler, pornografik
çizimler, düş haritalarıyla ahengin-
den söz edilemeyecek ruh halleri, o
ruh hallerince bir anlatım “çünkü
herkes hali hazırda hangi ruh ha-
lindeyse hayatında bir tek o ruh
halinin varolduğunu sanır.” Natha-
niel Hawthorne’un Hester’i ile Janey
zaman zaman birbirlerinin içine gi-
rer, Jean Genet Tanca’da Janey’nin
hikayesinin içinden geçer, tabi ki be-
raber hapse düşerler; Mısır sosyal bir
değişimin eşiğinde. (Yine mi, şimdi
mi o zaman mı, tekrar mı, hatırlama
mı, intihal mi, kopya
mı, parça mı?)
Herşey bir-
birinin peşisıra
oldu, üst üste
oldu, Janey ve
diğer kızlar yine
yeraltı dedi, bak-
sana yüzeye çı-
kamıyoruz, yüze-
ye vurabiliyoruz
ancak çığlık ve
küfürlerle, aşağı-
daki restorandan
pis kokular yük-
seliyor hala, kav-
gana dönüştürme
çek git, hükümet
değişmiyor, kayıt-
sız kal çek git, yine..
“Janey’nin Günlüğünden; Sevgili düşler,Önemli olan sadece sizlersiniz.
Sizler benim umudumsunuz ve ben si-zin için ve sizde yaşıyorum. Siz vahşilikve çılgınlıksınız, renkler, kokular, tut-kular, çıkıveren olaylarsınız. Siz benimuğruna yaşadığım şeylersiniz. Lütfenalın beni.
Düşler, hayal dünyasının bilinci-mizden kaçıp kurtulmasına yol açıyor.
Düşler kendi başlarına,körlüğünbattaniyesini yok etmeye yetmez.
Bizi yok etmesine izin verdiğimizdüşler hayal olmamızı/hayal dünya-sını görmememizi sağlar.
Her gün keskin bir alet, güçlü biryok edici gerekir kesip atmak için kör-lüğü, lobotomiyi, uğultuyu, insanoğ-
luna duyulan imanı, durgunluğu, gö-rüntüleri ve biriktirmeyi. İnsanoğlunaiman etmeyi bırakıp, köpek yahutağaç olduğumuzu öğrenir öğrenmezmutlu olmaya başlayacağız.”
Okuduğunuz metinde var olan
düşük cümleler, oradan oraya atlayan
satırlar sıklıkla yer almakta fakat
bunun bir sebebi var, yazıda Ac-
ker'den bahsettiğim kı-
sımda da anlatılıyor:
Yazar karman çorman
bir üsluba ve karakte-
rinin ruh hali nasılsa o
ritme göre yazmış ki-
tabını dolayısıyla dep-
resiflik barındıran,
anlaşılmaz ve alıntı
olup olmadığı ve
kimden alındığı bel-
li olmayan parçalar-
dan oluşan bir ro-
man... Noktalama
bilinçli olarak kural
dışı kullanılmış. Ben
de kitabın ruhuna
biraz aşina olun-
ması adına benzer
hareketler içinde yazmaya çalıştım,
yazara ve türüne bir sitayiş olarak. Ni-
tekim Kathy Acker'i ve işlerini sem-
bolik hale getiren, ecnebilerin cut-up
dedikleri kopyalama-parçalama bir
nevi sabotaj dilin temsil ettiği toplu-
ma tamamen kendini dışında tutarak
değil de içten içe yapılmış, onun im-
kanlarının harcanmaktan çekinil-
mediği bir sabotaj.
Not: Lisede Kan ve Cinayet 1978
yılında yazıldı, Türkçe okuma şan-
sına ancak 2012’de (kahraman SEL)
erişmekten serzenmek adetten olur-
du, bari bunun gelmişine geçmişine
dava açılmasın düşlerinden fırsat
bulunabilse.
(Lisede Kan ve Cesaret , Kathy Acker, Sel Yayıncılık,
Çev: Süha Serabiboğlu, 208 s. )
Her �ey birbirinin pe�i s�ra bir gerçe�i do�rularcas�na, onudaha pis kokutarak, yineleyerek, itiraf ederek,
kabullenerek-unutarak, azapta geldi
DİLAN ÖZTÜRKdilanozturk@gmail.com
Kathy Acker
Yine mi Yeraltı?
Kathy Acker'i veişlerini sembolik
hale getiren,ecnebilerin cut-up
dediklerikopyalama-
parçalama bir nevisabotaj dilin temsil
ettiği toplumatamamen kendini
dışında tutarakdeğil de içten içe
yapılmış, onunimkanlarının
harcanmaktançekinilmediği bir
sabotaj
Hangi tarih?Mustafa Kemal’in Avrasyaeksenli antiemperyalist birpolitika izledi�ini anlatanAvar, Türkiye’de bu eksendebir muhalefet oda��olu�mas�n diyeemperyalizmin sahtemuhalefet yap�lar�olu�turdu�unu söylüyor
Özellikle ulusalcı cenahta ciddi bir okur
kitlesine sahip olan gazeteci-yazar Banu
Avar, Türkiye üzerinde oynanan oyunlara ve
çözüm yollarına ilişkin görüşlerini “Gün O
Gün’dür” adıyla kitaplaştırdı. Kitabın adını,
ustası olan Attila İlhan’ın bir yazısından al-
dığını önsözde belirten Avar, vatanı vatan ya-
pan Mehmetçiklere ithaf ettiği çalışmasında
Türkiye’nin emperyalizm tarafından nasıl ku-
şatıldığını ve içerideki devşirmelerin hangi
yollarla iktidara getirildiğini anlatıyor. Sadece
Türkiye’deki değil bölgedeki ve dünyadaki ge-
lişmeleri de teker teker sıralayan Avar, Ba-
tının siyasi, iktisadi, askeri, idari anlamda ve-
sayeti içinde kıvranan Türkiye için tek çö-
zümün Türkiye’yi Batıdan korumak oldu-
ğunu söylüyor.
Batı emperyalizminin Türkiye’ye jan-
darmalık rolü biçtiğini, Türk askerini para-
lı asker, lejyoner olarak kriz bölgelerine
müdahale gücü olarak yollamak istediğini
anımsatan Avar, yeni anayasanın da bu du-
rumu anayasal düzlemde temellendireceği-
ni ifade ediyor.
“EFEND�S� AVRO/ATLANT�KKÜRESEL YAPI OLANLAR”
Avar, 12 Eylül referandumundan yeni
anayasa çalışmalarına değin her temel, kri-
tik meselede ABD, AKP ve terör örgütü
PKK’nın aynı safta buluştuklarını, yapılan dü-
zenlemelere evet dediklerini vurguluyor ve
Türkçülerin solcuların ve gerçek Müslü-
manların emperyalizmin hedefinde olduk-
larına işaret ediyor.
Avar, sık sık Attila İlhan’dan alıntılar
yaptığı kitabında şöyle diyor: “Federe bir Tür-
kiye hayali, emperyalist ile ‘sol maskeli aydın’ın
birleştiği amaçtır. Kısacası tıpkı, ‘muhafaza-
kâr’ liberaller ya da ‘demokratlar’ gibi, ‘ileri-
ci, solcu’ maskeli aktörlerin de efendisi ve Kâ-
be’si Avro/Atlantik küresel yapıdır!”.
Mustafa Kemal’in Avrasya eksenli anti-
emperyalist bir politika izlediğini anlatan
Avar, Türkiye’de bu eksende bir muhalefet
odağı oluşmasın diye emperyalizmin sahte
muhalefet yapıları oluşturup örgütlediğini
söylüyor. Sistem güdümlü sahte muhalefetin
Atatürkçülerden sosyalistlere, ülkücülerden
İslamcılara dek politik yelpazenin her tara-
fında olduklarına da değinen Avar, özellik-
le son yıllarda liberalleri tavlamak için piya-
saya sürülen “insan hakları, özgürlük ve
demokrasi” gibi söylemlerin emperyalist ta-
lanı, vahşeti, barbarlığı örtbas etmek, per-
delemek, saklamak için kullanıldığını kay-
dediyor. Yine bu süreçte Türk halkının tarih
bilincinin silindiğini, ulusal değerlerinden ko-
parıldığını, kültürel olarak iğdiş edildiğini
anımsatıyor ve bu psikolojik savaşta medya
operasyonunun da başarıyla yönetildiğinin al-
tını çiziyor.
“SOROS DARBELER� HALKDEVR�M� DE��LD�R”
Emperyalizmin yarattığı “Kürt soru-
nu”na yine emperyalist sistem tarafından
“Amerikancı bir çözüm” bulunduğunu söy-
leyen Avar, Wikileaks belgelerinin yani Wiki
sızıntılarının neden sızdırıldığının sorgulan-
ması gerektiğini belirtiyor ve NATO’cu ge-
nelkurmay, Sorosçu sivil toplum kuruluşla-
rı ve ABD’den onaylı “ılımlı İslamcılar”a kar-
şı herkesi uyanık olmaya çağırıyor. “Arap Ba-
harı” denilen süreç üzerinde de uzun uzun
duran Banu Avar, şüphelerini, kaygılarını, ka-
fasındaki soru işaretlerini okurla paylaşıyor.
Üzerine basa basa “Soros darbeleri halk dev-
rimi değildir” diyor.
Arap Baharı’nın en büyük parasal des-
tekçilerinin BP, Total ve Shell petrol şirket-
leri olduğuna dikkat çeken Avar, Sevr’in mi-
marlarından ödül alan politikacıların, sa-
natçıların, bilim insanlarının, İngiltere Kra-
liçesi’nden “aferin” alan devlet adamlarının
gayri milli olduklarını, halkın da bunların ger-
çek yüzlerini görmesi gerektiğini yazıyor.
Suriye meselesinde Türkiye’nin nasıl
kullanıldığını, oyuna getirildiğini ve tek ba-
şına cepheye sürüldüğünü örneklerle anla-
tan yazar, Arap Baharı denilen süreçten son-
ra aynı emperyalist merkezlerin güdümün-
deki “Kürt Baharı”nın ayak seslerinin du-
yulduğunu ifade ediyor.
Halkı küçümseyen, “koyun” yerine koyan,
hatta “bidon kafalı” diyen, halktan umudu
kesmiş aydınları da kıyasıya eleştiriyor. Çö-
zümün yalnız ve ancak halkta olduğunu an-
latıyor, tarihten örnekler vererek.
Bu görüşlerinin yanı sıra üzerinde oyna-
nan tüm oyunlara karşın Türk milletinin da-
yanıklı olduğunu, turuncu darbe görülen ül-
kelerdeki robotlaşmaya ve yozlaşmaya henüz
uğramadığını da vurguluyor.
Özetle Banu Avar, önceki kitaplarının de-
vamı niteliğinde olan bu son çalışmasında da
önemli saptamalar yapıyor, aydınların belli or-
tak paydalar etrafında bir araya gelmesini ve
halka gidip, halkı örgütlemesini öneriyor.
(‘Gün’ ‘O Gün’dür, Banu Avar,Remzi Kitabevi, 353 s.)
ŞENOL ÇARIKsenolcarik@gmail.com
26 Aydınlık KİTAP
Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliam-
ları; Gazi, Kırıkhan, Ortaca olayları…
Araştırmacı-yazar Hasan Nedim Şah-
hüseyinoğlu, yakın tarihimizde yaşanan ve se-
naryosu karanlık odaklarca yazılıp yerli iş-
birlikçiler eliyle uygulanan bütün bu olayla-
rı öncesi ve sonrasıyla gözler önüne seriyor.
Şahhüseyinoğlu, genişletilmiş üçüncü
baskısı Berfin Yayınları’ndan çıkan “Yakın
Tarihimizde Kitlesel Katliamlar” adlı kitabıyla
60’lı yılların sonlarında Ortaca, 70’li yıllarda
Kırıkhan, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas ve
1990’larda yine Sivas ve Gazi Mahallesi’nde
yaşanan katliamların iç yüzünü her yönüyle
anlatıyor.
Toplam sekiz bölümden oluşan kitabın ilk
bölümünde Malatya katlia-
mının hazırlık süreci, yaşa-
nacak olayların ayak sesleri
ve katliamın tüm ayrıntıla-
rıyla birlikte dönemin siya-
silerinin açıklamaları yer
alıyor. İkinci bölümde Ma-
raş katliamının gözler önü-
ne serildiği kitabın diğer
bölümlerinde de sırasıyla,
Çorum, 1978 ve 1993 Sivas
katliamları, Gazi, Kırık-
han ve Ortaca olayları an-
latılırken en son bölümde
ise katliamların iç yüzünü
değerlendiriliyor.
Yaşanan katliamların
yanında dönemin siyasi
tablosu, basının tavrı, siyasilerin açıklama-
larına yer verilen kitapta, katliamların somut
verilerle ortaya konduğu bilançoları okurken
dehşete kapılmamak ise elde değil.
ALEV� KATL�AMI DE��LYURTSEVER KATL�AMI
60’lı yıllar, birçok açıdan hak ve özgürlükler
getiren 1961 Anayasasının yürürlüğe girme-
siyle birlikte işçilerin, köylülerin ve emekçilerin
uyanmaya, daha özgür yaşama koşullarını öğ-
renmeye başladığı yıllar olmuştur.
Öte yandan kendi sömürü ve egemenlik-
lerini sürdürmeye çalışan güçler, uyanan işçi
ve köylüleri sindirmek, baskı altında tutmak
için yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yön-
temlerin başında ise 1970’li yıllarda bin 500 ka-
dar CIA ajanının Türkiye topraklarına so-
kulması geliyordu. Yerli işbirlikçiler ve çıkar
odaklarının destekleriyle yerleştirilen bu ajan-
lar Türkiye’nin yakın tarihini şekillendirme-
de rol aldığını söylemek abartı olmaz.
Kitapta da ağırlıklı olarak bu konuya de-
ğinen yazar, ajanların bulundukları her yer-
de ayrı bir toplumsal olay yaşandığını belir-
tiyor. Gerçekleştirilen katliamların sonunda
“Alevilere katliam yaptılar” denilerek esas
hedefin örtülmeye çalışıldığına dikkat çeken
yazar, yaşanan olaylarda asıl hedefte olanların
aydınlanmaya ve bilinçlenmeye başlayan iş-
çiler ve emekçiler olduğunu vurguluyor ve ki-
tabın önsözünde de bu duruma ilişkin şun-
ları söylüyor: “Bu çalışmanın amacı halklar
arasında yaratılan ve yaratılmaya çalışılan kin
ve nefret duygularının yerine hoşgörüyü
öne çıkartmak, barışa destek vermektir (…)
Bize düşen görev ise; ya-
şanan olayları bir daha ola-
mayacak biçimde araştır-
mak, soruşturmak ve sor-
gulamaktır.”
�NSANLIK DI�IOLAYLAR…
“Yakın Tarihimizde Kit-
lesel Katliamlar” kitabını
bitirince insanın kendine
gelmesi kolay olmuyor. 60 ya-
şında kör bir kadının gözle-
rinin tornavidayla oyulması,
daha yaşını doldurmamış be-
beklerin başlarının kesilmesi
ve hamile kadınların karınla-
rının deşilmesi gibi birçok
vahşeti okurken insanın göz-
leri doluyor, tüyleri diken diken oluyor.
Bütün bu olaylar insanın önüne sanki bir
kurgu film gibi geliyor ve film şeridi gibi ge-
çen sıralı katliamlarda binlerce insan yaşa-
mını yitiriyor, milyonlarca yurttaş zorla göç
ettiriliyor. Ve bütün bunların ardından ce-
zaevleri dolup taşıyor, kardeş kardeşe düş-
man ediliyor. Yurtseverler işkencelerden ge-
çerken, katliamcılar tutuklanmıyor veya
yanlışlıkla tutuklansa bile kolayca hapisha-
neden kaçırılıyor. Sonrasında katillere
“Yurtseverlik ve kahramanlık” ünvanı ve-
rilirken; bilim adamları, aydınlar ve gaze-
teciler ise hapishanelerde tutsak ediliyor. Se-
naryo uygulayıcılarının da yardımıyla işle-
meye devam ediyor.
(Yakın Tarihimizde KitleselKatliamlar, H. Nedim Şahhüseyinoğlu,
Berfin Yayınları, 383 s.)
DENİZ TOPRAKdeniztoprak20gmail.com
27Aydınlık KİTAP
Tarihimizinen karagünleri…
K�TAPTANK�TAPTAN“(…) Maraş katliamı sonrası Sağlık Bakanı Mete Tan, Devlet Hastanesi’nde tanık
olduğu durumu şöyle aktarır: ‘Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bun-
lardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler 9 mm’lik mermilerle ya başından ya
yüzünden ya da kalbinden vurulmuşlardır. Üç yaşında bir çocuk da kurşunla öldürülmüştü.
Bir cehennem âleminden geldim. Allah bir daha göstermesin. (…)”
16 KASIM 2012 CUMA28 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
�slam Korkusu
Tarihin şahit olduğu en yetenek-
li, en sevimli, en seçkin (ve en şanslı)
domuzun anıları. “Sam’in gençlere
özgü hassasiyetinden kaynaklanan
o tesadüfi durum söz konusu olma-
saydı, şüpheniz olmasın, masanızda
yazdığım bu kitap yerine bir dilim do-
muz pastırması ve bir dizi kaburga du-
racak -ve benim tek fani kalıntım da
bunlardan ibaret olacaktı.”
Salford’daki bir çiftlikte geçirdi-
ği ilk dönemlerinin sıradanlığından
yıldırım hızıyla şöhrete yükselişiyle
asla unutamayacağınız olağandışı bir
hikâye yaşayan Toby’nin akıl çelen
anıları işte böyle başlıyor. Zira bun-
lar sıradan anılar değil; bir domuzun
anıları.
Tahsilli Bir DomuzunAn�lar�
“İlk ‘yaz’ diyen sevgili Mina Ur-
gan oldu. Üniversitedeki müşterek
dostlarımıza ait anılardan bahsettiğim
bir gün ‘Yaz bunları, her insanın
yazması gereken şeyler vardır haya-
tında’ demişti”.
“Üç dört yıl önce oğlum babası İl-
han Koman’la Paris’te nasıl tanıştı-
ğımı sormuştu. Sonra da ‘Anne, ak-
lımda kalmıyor, bunları yazın’ diye
küçük bilgisayarı odama yerleştirip
beni yazmaya adeta mecbur etti.”
Melda Kaptana bu ilk kitabını
2003 yılında 75 yaşındayken yazdı.
Cumhuriyet’in ilk kuşağından; onun
anıları Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
geçişte bir ailenin öyküsü aynı za-
manda.
Ben Bir BizansBahçesinde Büyüdüm
Çağdaş Amerikan yeraltı edebiya-
tının en şaşırtıcı yazarlarından Arthur
Nersessian “Unutulmuş Ada’nın Ka-
rarsız Seçmeni”nde günümüz ABD’si-
nin karanlık bir parodisini sunuyor.
Unutkanlık hastası Uli gözlerini açtı-
ğında kendisini tuhaf, ürkütücü, hem
tanıdık hem çok yabancı bir şehirde bu-
lur; NewYork’ta… Can derdine düşüp
çetelere boyun eğmiş seçmenleri gören
Uli bir görevi olduğunu, buraya bile-
rek gönderildiğini düşünür; ama kim,
neden görevlendirmiştir Uli’yi? “Unu-
tulmuş Ada’nın Kararsız Seçmeni”nde,
William Burroughs ve Philip K. Dick
karışımı bir üslupla, günümüz New-
York’undan hareketle yepyeni bir dün-
ya yaratıyor Nersessian.
Unutulmu� Adan�nKarars�z Seçmeni
“Sait Faik Adalı Abasıyanık’ı ta-
nımakla yeni bir ada keşfetmiş kadar
sevinebilirsiniz, Adalı’nın adası bir
dünyadan büyüktür, içinde her şey
var. Gorki’nin Rus edebiyatına yap-
tığı hizmeti, Adalı Türk edebiyatına
yapacak.
Fakir fukaralar anafordan futbol
maçına girer gibi Sait Faik’le bera-
ber kitaplarımıza girdiler, yuria! (...)
Sait Faik için hikâyeci demek onu
hapsetmek demektir.
Sait Faik romancıdır, piyes mu-
harriridir, her şeydir. Sırasıyla usta
bir hokkabaz gibi piyesi ve romanı en
ummadığınız yerinden çıkaracak-
tır. Sait Faik Adalı’ya abayı yaktık
vesselam.”
Kay�p Aran�yor
Hollandalı filozof Baruch (Bento)
Spinoza’nın ani ölümünün ardından
dostları mektuplarını, elyazmalarını,
notlarını kurtarmayı başarmış ama es-
kiz defteri bulunamamış. John Berger,
içinde ne olduğunu bilmeksizin, bu es-
kiz defterini bulmayı hayal etmiş hep.
Bir gün süet ciltli bir eskiz defteri he-
diye gelince, “Bu Bento’nun olmalı!”
demiş kendi kendine ve Spinoza’nın dü-
şüncelerini izleyerek çizimler yapmaya
başlamış. Ve “Bento’nun Eskiz Defte-
ri” çıkmış ortaya. Çağımızın en bilge ya-
zarlarından John Berger’ın çiçeklerle,
bitkilerle, hayvanlarla, çeşitli muhalif ve
sürgünlerle, Arundhati Roy, Platonov
gibi yazarlarla yarenlik ederek yürüt-
tüğü, sanatın giderek acımasızlaşan
bu dünyaya bakışımızı nasıl etkilediği
üzerine bir düşünme süreci.
Bento’nun Eskiz Defteri
Gecenin ilk müşterisi olan, sabahçı
kahvelerinde, çorbacılarda ayılan genç
adamlar. Bazen en anlamsız yüzü yaşa-
manın ve bazen yel değirmenini arayan
içli bir hatıra. Henüz ölmemişler ve
ölümle tanışmamışlara yazılmış hikâye-
ler. Namluya sürülmüş küfür. Büyüme-
miş bir çocuk. Pati yapan arabalar, yut-
kuna yutkuna dinlenen şarkılar ve ha-
yattan meseleler. Kutlanan yenilgiler,
“hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili kar-
deşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz.
Bırak konuşalım, iki çift laf edelim, yüz
yüze bakıyoruz...” Emrah Serbes, haya-
tı kendine katık eden, sokaktan çağlayan
bir sesle yeraltının dumanını anlatıyor
bize. Bitmez bir ergen öfkesiyle kuyuya
düşmüş çocuklara sesleniyor. Emrah
Serbes’ten parça parça anlar, parça par-
ça anılar, paramparça hikayeler...
Hikayem Paramparça
Zadie Smith, genç yaşta ilk roma-
nı yayımlanan, yazını da onunla birlikte
gelişen bir yazarın hayata bakışını
özetliyor. “Okumak” bölümünde yazar,
“Barthes yazarı öldürdü ise Nabokov
diriltebilecek mi? Kafka neden sabaha
karşı üçte yazardı?” gibi sorular eşli-
ğinde, okuru yankı odası diye adlan-
dırdığı bir buluşma noktasına davet edi-
yor. “Görmek”te ise Katharine Hep-
burn ve Greta Garbo’ya olan hayran-
lığından, gişe filmleri için yazdığı eleş-
tirilere kadar sinema tutkusuna tanık
oluyoruz. “Olmak” bölümündeki kö-
keni ve yazarlığıyla hesaplaşması ile
“Hissetmek”teki aile bağları ve ço-
cukluk anıları, kültürel olanı kişisel bir
yakınlığa taşıyor. Son bölüm olan
“Anımsamak”ta ise David Foster Wal-
lace’ı ve yazınını anıyor.
Bugün Farkl� Dü�ünüyorum
John Berger, Metis Yay�nlar�,Çev: Beril Eyübo�lu, 176 s.
Özlem Kumrular,Do�an Kitap, 528 s.
Engizisyon gizli Müslümanları de-
şifre etmek için hangi yöntemleri kul-
lanıyordu? İslam topraklarında dolaşan
Hıristiyanlar ne gibi kötü sürprizlerle
karşılaşıyorlardı? Avrupa Müslüman-
lardan neden korkuyor? Tarih boyun-
ca ilmek ilmek örülen bir propaganda
zinciri içinde çığ gibi büyüyerek bugün
dünyayı saran bu korku Ortaçağ’da ve
Yeniçağ’da nasıl şekillendi? “İslam
Korkusu” tüm bu sorulara başta İs-
panyolca, İtalyanca ve İngilizce olmak
üzere Almanca, Katalanca, Fransızca,
Portekizce ve Yunanca kaynaklarla
cevap veriyor. “Türk Korkusu”nun ya-
zarı Özlem Kumrular, dönemin Hıris-
tiyan hacıları, elçileri, diplomatları,
yazarları, şairleri, esirleri ve hüküm-
darlarının ağzından İslam korkusu-
nun gerçekçi bir portresini çiziyor.
Melda Kaptana,E Yay�nlar�, 320 s.
Zadie Smith,Everest Yay�nlar�, 335 s.
Russell Potter, �thaki Yay�nlar�,Çev: �nci Kat�rc�, 240 s.
Arthur Nersesian, Ayr�nt�Yay�nlar�, Çev: Funda Ba�ak
Dirshel, 272 s.
Sait Faik Abas�yan�k, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 120 s.
Emrah Serbes,�leti�im Yay�nevi, 176 s.
top related