komünist gerillaları yetiştirip silahlandırarak...
Post on 15-Oct-2020
4 Views
Preview:
TRANSCRIPT
EY TÜRK KENDİNE DÖN... Milliyetçi Siyasi Haftalık Gazete Pazartesi günleri çıkar. F ia t ı : 250 Kuruş
Komünist Gerillaları Yetiştirip Silahlandırarak Memleketimize Sokan
SURiYE'nin TüRKiYE'ye
HARP İLANI 3
(Yazısı Sayfa 5'de)
Başkan Sunay «Millî Ülküler etrafında birleşmeliyiz» derken siyasi partiler liderleri de yeni yıl mesajları yayınladı — Doğu Almanya'da 40-60 bin civarında işçimiz komünist eğitime tâbi tutuluyor. — Kızıl Çin ile Rusya'nın çekişmesi yeni bir safhada — Bir Milliyetçi gazeteciye kelepçe vurdular —
YETKİLİLERİN BAŞ GÖREVİ
C umhurbaşkanımız Sayın Cevdet Sunay yeni bir yılın başlangıcında Büyük Türk Milleti'nin ortak duygu ve düşüncelerini bir kere daha dile getirdi. Türkiye Cumhuriyeti'-
nin temel dünya görüşünü düşman kuvvetlerin ihanetine ve siyasetçi çoğunluğunun gafletine rağmen, milliyetçiliğe bağlı kalacağını «Türk Milleti'nin bütün fertleriyle kaderde kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde, m i l l i ş u u r ve ü l k ü l e r etrafında toplanma gereğini ve bunun faydalarını anlatmak ve kavratmak bütün yetkililerin baş görevi olacaktır.» diyerek gayet özlü bir şekilde ifade etti. Yine Sayın Sunay kötümserliğin alabildiğine büyüdüğü bir ortamda «başarılarımızla asla ye t inmeyeceğiz, yapamadıklarımızdan ümitsizliğe kapılını-yacağız yaptıklarımız yeni yapacaklarımızın temeli, yapamadıklarımı2 büyük hamlelerimizin itici gücü, azmimizin bileyicisi olacaktır. Kurduğu devletlerle, fethettiği ülkelerle tarihin akışını etkiliye» hatta çağ değiştiren büyük bir milletin evlâtları olduğumuzu hiç bir zaman unutmayacağız.» demekle, hem de T ü r k l ü k G u r u r v e Ş u u r u n u duyurmuştur.
M illetimizin ne kadar süreceği henüz bilinmeyen büyük talihsizliği şuradadır: Siyasi iktidarlar. Devlet Başkam'mn anlayış seviyesine erişememiş, milliyetçiliğin İcaplarını
yerine getirecek bir uygulamaya geçememişlerdir. Sıkıyönetimin milletçe beğenilen mücadelesi dışında yıkıcı güçlerin kaynaklarını kurutacak tedbirler halâ alınmamıştır. Üstelik, zararlı bir dengecilik siyâsetinin sürdürülmesindeki İnatçılık, dostla düşmanın eşit tutulması gibi emsalsiz bir tuhaflığa yol açmıştır. Sayın Sunay'm; «onlar vatansever gençlerdir komünizmle mücadele ediyorlar.» diyerek, İsmet inönü'nün karşısında bile övdüğü ülkücü gençler yine baskı altındadır. İçlerinden okullarını bitirip millet hizmetine girenler bazı Valilerin, Millî Eğitim Müdürlerinin ve diğer yetkililerin keyfi tasarrufları ile cezalandırılmakta, sürgün edilmektedirler. Hırslı siyasetçiler oy hesaplarının bozulacağı korkusu içinde, milliyetçi gençleri kötüleme ayıbından kurtulamamakta, böylece ihanet çetelerinin karşısındaki en kuvvetli cepheyi zayıflatmağa yeltenmektedirler. Siyasî İktidarların milliyetçiliğe dost bir tavır almaktan mütemadiyen kaçınması, ana dâvalarımızın çözüme bağlanmasına imkân vermemek tedir. Devamı Sayfa 11 de
DEVLET — Sayı: 166 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 2
EY T Ü R K K E N D İ N E DON
Sahibi : İbrahim METİN * Yaza İsleri Müdürü : Tevfik Fikret KILIÇ-KAYA * Neşriyat Müdürü : Sadi SO MUNCUOGLU * Haberleşme Adresi:
P.K. 284 Bakanlıklar —ANKARA* İdari İş ler / . Osman ÇAKIR * İdare Yeri: Bedesten içi Bedesten Han Kat 4 Nu. 7 — KONYA * Ankara Temsilciliği: Telefon: * 12 5810 Para Havale Adresi: DEVLET Pos
ta Çeki Nu. 10021849 * Fİatı : 250 Kuruş ABONE Yıllık 120 TL. Altı Aylık 60 TL. * Dış ülkeler iç in: iki misli * DİZGİ VE BASKI: Emel Matbaacılık Ltd. Şti. — ANKARA DAĞITIM: Gameda
Yeni şekliyle Devlet 10 bin abone Kitaplar ve Bozkurt'un Ocak sayısı
Devlet "in elinizde bulunan ye ııi şeklini beğeneceğinizi ümid ederiz. Bundan sonraki sayılarda daha çok haber, daha özlü yazı prensibine önem verilecektir. Mil liyetçi Hareket'in, yegâne haftalık gazetesi Devletin daha da mükemmel hale getirilmesi için ülküdaşlarımızın, tenkit ve tekliflerine ihtiyacımız olacağı muhakkaktır. Bu şekli hakkında ülküdaşlarımızın tenkitlerini sabır sızlıkla bekliyoruz.
Hedef 10 bin abone kampanyasının başarıya ulaştırılması i-çin, her ülküdaşımıza «En az üç abone» yapmaları çağrısında bulunmuştuk. Bu üç abonenin sonuncusu için posta çeklerini 165. sayımızla birlikte sizlere intikal ettirilmişti. Şimdi bu posta çekleriyle yapılan aboneleri bekliyoruz.
Değerli ülküdaşlarımız, sizlere daha önce bir vaadde bulunmuştuk. Hareketimize her bakımdan güç kazandıracak bir seri kitap yayınlayacağımızı, bunun için yayın projesi hazırlığı içimde bulunduğumuzu bildirmiştik. Şimdi gönül rahatlığı içinde müjdeleyebiliriz ki, bu serinin ilk kitabı matbaaya verilmiş bulunmaktadır. Sözleşme gereğince bu ayın sonunda kitapları teslim alacağız. Söz kitaplardan açılmışken «Mesele» hakkında ül-küdaşlarmıza bilgi verelim. Me-sele'nin son formları basılmaktadır. Öyle sanıyoruz ki, birinci kitabımızla birlikte tamamlanmış olacaktır.
Müşterek ülkümüz uğrunda yaptığımız işbirliğinin güzel bir meyvesi olan BOZKURT'un 4. sa yısı bayilere intikal ettirilmiştir. Ülkücü hareketin, tavizsiz cesur sesi Bozkurt'un Ocak sayısını daha da beğeneceğimizi ümid ederiz. Bu münasebetle hemen haber verelim ki, ülküdaşlarımızm değerli tekliflerinden ilham alarak Bozkurt'ta bazı yenilikler i-çin çalışmalar yapıyoruz.
Devlet'e toplu abone olupta dağıtımını yapan arkadaşlarımız ŞUBAT TATİLİ dolayısıyle herhangi bir aksaklığa meydan vermemelidirler. Gazetelerin bize ger i dönmemesi için tedbirlerini almalarım veya gönderilmesini istemedikleri sayıları bize bu HAFTA içinde mutlaka bildirmelerini rica ediyoruz.
Bütün ülküdaşlarımıza başarılar dileriz.
Tanrı Türkü Korusun
DEVLET
İşte bir gazetenin başyazarının hali : Türkçe bilmiyor. Doğru namına ne yazıyor
sa hepsi yanlış. Bütün bunların üstünde sinsi ve mütecaviz. Böyleleri gazetelerde hem de
başyazar olabiliyorsa, Cahiller saltanatı yıkıl madan adam başına millî gelir 10 bin dolar da olsa ne ifade eder?!.
Cahilin saltanatı yıkılmayınca
Mete DEMİRKIRAN
«HitlerİD nasyonal sosyalizmini ve Nazist, faşist ilkelerini, Enver Paşanın Turancılığını, Ziya Gökalp'in kızıl elmacılığını, 1972 Türkiyesin'de yeniden can-landirmak bir ham hayaldir. 1972 Türkiyesi'nde yetişen genç kuşaklar, Mustafa Kemal - Enver Paşa çekişmesini yaşamamış olsalar bile, Türkeş'in amaçlarını farkedecek uyanıklık içindedirler.»
Bu satırlar Ankara'da yayınlanan ve CHP'nin gayn resmi yayın organı olan bir gazetenin baş yazısından aynen alınmıştır. Gazetenin patronu tarafından yazılan-imlâ hataları bana ait değildir-yazı 4 Ocak 1973 tarihli gazetede yayınlandığı halde, içinde devamlı surette «1972 Türkiyesin'den» bahsedilmektedir. Dikkatin ve ciddiyetin şiddetine bakınız. Açıkgö/.lülüğüyle gazete sahibi ve başyazarı olmayı başarmış ama, henüz Türkçe'yi öğrenememiş. Bu konuda daha fazla ayıp olmaması için bir gece orta okulunun Türkçe derslerine devam etmesini tavsiye ederiz, bu bay patron yazara (!).
Bay başyazar (!) kısa yazısında midesinde ne varsa hepsini dökmüş indirmiş. Türkeş'in gizli, ama çok çok gizli (!) emellerini de faşedivermiş. Yazdıkça hiddetlenmiş. Hani hakkı da yok değil. Bakın hele, «Anarşist hareketlerin bir ucunda, Marksist-Leninist örgütler ve militanlar var idiyse, öteki ucunda da, Başbuğ Türkeş'in kara gömleklileri (kendisi ayrı yazmış. Gömleği kara olanlar) cephe tutuyordu» Başbuğ Türkeş'e gel de kızma, nerde komünist tecavüz varsa karşısına dikilmiş; 12 Mart sonrası sıkıyönetimin yaptığı gibi, marksistlere nefes aldırmamış. Bu kadar da olmaz hani. Bu marksistleri, Ece-vit'in sevgilisi Sosyal Demokratlar gibi desteklemek, onlarla eylem birliği yapmak varken, sıkıştırmak olur mu? Bu konuda sen haklısın bay yazar. Türkeş, «... bir siyasî partiyi ele geçirip, lideri olmuştur.» buyuruyor patron yazar. Doğrusu buna ben de karşıyım, bu Türkeş'e de ne oluyor?...
CHP'nin gayrı resmi yayın organının başyazarı kuyruğuna basılmış gibi niçin feryad ediyor diyeceksiniz. Açıklayayım. Geçen hafta içinde partisinin bir toplantısında Türkeş, Atatürk'ün de bir Türk milliyetçisi olduğunu belirterek; «O'nun gerçek şahsiyetine gölge düşürecek putlar yaratma ve yarattık lan putların arkasına sığınma heveslisi çarpık fikirlerin oyununa gelmeyelim.» demiş.
Bizim bay başyazar buna pek içerlemiş. Türkeş «Atatürk'ün temsil ettiği çağdaş, uygar ve ileri milliyetçilik kavramına karşı» Ve «Bir zamanlar, Atatürk' ün mücadele ederek tasfiyeye uğrattığı, çağdışı ırkçılığın, Turancılığın, kızıl elmacılığın ihyası peşinde» imiş.
Acaba düzeltmeye değer mi? Veya düzeltilebilecek tarafı var mı? Adam, «Çağdaş», «İleri», «Uygar» deyince pek bilgin, ve pek kültürlü, ışıklı kişi olacağını sanıyor. Hani şeker diye diye ağzının tatlanacağını sananlar gibi.
Atatürk, kazılar yaptırarak, kafatasları ölçtürerek, Anadolu'nun çok önceleri de bize ait olduğunu isbata çalışmıştır. Yani tam antropolojik anlamda ırkçılık yapmıştır. Hiçbir kimseyle «ırkçı» olduğu için mücadele etmemiştir. Bu vasfıyla cumhuriyet döneminin tek devlet başkanıdır. Turancılık hikayesine gelince. Turan fiili plânda dün Hatay'dı, bugün Kıbrıs'tır. Ülkü plânında ise; «Vietnam'dan, Kamboçya'dan önce, bizi esir Türklerin hürriyet ve istiklâl kavgaları ilgilendirir. Ağıtlarımızı Vietnam'a değil, Azerbaycan'a Kırım'a yakarız.» demektir. Ülkü plânında Turancı olmadan tatbikatını yapmak mümkün değildir. Misali, Kıbrıs'tır. Bundan dolayı misakı millî dışında kalan Hatay'ı sınırlarımız içine katan Atatürk, Turancılığın tatbikatını yapmıştır.
Atatürk kendi inancını her zaman bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Bir konuşmasında; «Biz doğrudan doğruya milliyetperver, Türk milliyetçisiyiz» (1) demiştir.
Atatürk, ben «Türk milliyetçisiyim» dediği halde, ölümünden 35 yıl sonra birtakım çarpık zihniyetliler çıkıyor, «Atatürk Atatürk milliyetçisi idi.» diyebiliyor. İşin daha garibi birtakım yetkililer de buna katılabiliyor. Oyun nedir? Cumhuriyetin temel felsefesi olan Türk milliyetçiliğini Atatürk'ü paravan yaparak yozlaştırmak en büyük Türk milliyetçisi Atatürk'ü yıkmak, nesilleri yabancı ideolojilerin ağma düşürmek.. .
İşte bir gazetenin başyazarının hali. Türkçe bilmiyor. Doğru namına ne yazıyorsa hepsi yanlış. Bütün bunların üstünde sinsi ve mütecaviz. Böyleleri gazetelerde hem de başyazar olursa, adam başına düşen millî gelir 10 bin dolar da olsa cahiller saltanatı yıkılmadan ne ifade eder. (1) Atatürk Türk Çocuğunun el kitabı Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdür
lüğü tarafından 1972 de yayınlanan kitap.
Kızıl Çin ile Sovyet Çekişmesi
yeni safhada 1969 dan bu yana Doğu Türkistan
üzerinden ve Mançurya'dan hudut ihtilafına düşüp birbirlerini karşılıklı «Re-vizyonistlik» ve «Saldırgan emperya-listlik» ile suçlayan iki Komünist kar-deş'in düşmanlıklarının yeni bir devreye girdiği bilinen bir husus. 1973'e başlarken suçlamalar ve sınırlara asker yığmalar arttı. Kızıl Çin ve Sovyetlerin bu «komünist ağız dalaşmasının» hangi sona varacağı henüz meçhul. Ancak, Batılı kaynaklar gelişmeleri dikkatle izliyorlar. Nitekim bir Alman gazetesi «Neue Zürcher Zeitung» geçtiğimiz hafta yayınladığı «Çin-Sovyet Çekişmesi» başlığını taşıyan yazısında şöyle diyordu.
Moskovarun doğu komşusuna karşı giriştiği polemikler son zamanlarda bir hayli artmıştır. Brejnev'ln 50. yıl konuşmalarında Çin Halk Cumhuriyetine yönelttiği suçlamalar buna iyi bir örnektir.
TASS Ajansı Genel Müdürü Sanı yatin, «Sovyetskaya Rossiya»da Çin'in Birleşmiş Milletlere alınmasıyla ilgili bir yorum yayımlamıştır. Yorumda, Çin delegelerinin «kapitalist dünya» ile çekişmekten kaçındıktan buna karşılık sosyalist kampa ellerinden gelen bütün kötülükleri yapmaya çalıştıkları belirtilmektedir Çin Başdelege-si Huah Hua kendisini küçük ülkelerin savunucusu olarak göstermektedir. Samyatin'e göre Çin'in «dünyanın çe^ şitli etki alanlarına» bölünmesine karşı çıkması, «anti emperyalist safları» bölmeyi amaçlayan «kötü bir politikayı» gizlemektedir.
Samyatin iddiaları için bir hayli delil göstermektedir İddialarına göre Çinliler sömürge ülkeleri ve hatta ırk-Çi rejimlerle yakın ilişkiler kurmuşlardır. Buna en iyi örnek. Pekin ile birlikte Portekiz ve Güney Afrika'nın desteğiyle reddedilen «kuvvete başvurmama» anlaşmasıdır. Ayrıca, Pekin Orta Doğu görüşmelerinde tesadüfen İsrail'in dostları safında yer almamıştır. Huah İfnanın Bengaldeş'in Birleşmiş Milletlere alınmasına karşı çıkmasıyla Çin bir kez daha Sovyetlerle çelişkiye düşmüştür.
Çin hattâ Moskova'nın Batılı rakiplerinin yanında görünmektedir. Yayıncı Mayevskiy, «Pravda»da yayımlanan NATO ile ilgili bir yazısında, Yeni Çin Ajansının Sovyetlere düşman çevrelerin haberlerini özellikle yaydığım öne sürmektedir. Mayevskiy, Avrupa'da bir yakmlaşma istemeyenlerin başında imparatorluklarım kaybetmenin acısını unutmayan İngilizler olduğunu belirtmektedir. Ayrıca son NATO Konferansı sırasmda üye ülkeler Amerika tarafından baskı altında tutulmuşlardır. Avrupa grubu NATO'ya yaptıkları katkıyı 1973 yılında 1,5 milyar dolar kadar arttırmayı kararlaştırmıştır. Oysa konferansa katılan hükümetler halklarının askeri giderlerin azaltılmasından yana olduğunu çok iyi bilmektedirler.
DEVLET — Sayı: 166 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 3
Sunay : Millî • •
Ülküler etrafında toplanın!
• YENİ YIL MESAJINDA DEVLET BAŞKANI «BÜTÜN YETKİLİLERİN BAŞ GÖREVİ MİLLİ ŞUUR İLE HAREKET ETMEK, BUNUN FAYDALARINI ANLATMAK VE KAVRATMAKTIR» DEDİ.
Y eni yıl dolayısıyla bir mesaj yayınlayan Devlet Başkanı Cevdet Sunay, memleketin içinde bulun
duğu duruma temasla, zor ve çetin günlerin geride kaldığmı belirtmiş ve
..milli şuur ve ülküler etrafında toplanma, gereğini ve bunun faydalarını anlatmak ve kavratmak, bütün yetkililerin baş görevi olacaktır.» demiştir. Devlet başkanımızın bu sözü ümid ve güven verici olmakla beraber, bazı yetkililerin tatbikattaki basit parti hesaplarından hâlâ kurtulamadıklarını hatırlayınca, «M i W i ş u u r v e ü l k ü l e r e t r a f ı n d a » toplanmanın gereğini önce bunlara iyi anlatmak gerekir. Sunay demecinde « T ü r k ırk ı n ı n h a s l e t l e r i n e » önem verilmesini istemiş ve «Coşkun bir heyecan ve büyük bir güven duygusu içerisinde», «İlelebet payidar kalacak» Türkiye Cumhuriyeti'ni daha güçlü, daha müreffeh ve daha mutlu kılacağız.» demiştir. 1973 yılında Cumhuriyetin 50. yıl dönümünü kutlayacağımızı, bu münasebetle yaygın bir faaliyet programı hazırlandığını ifade eden Sunay, demecine şöyle devam etmekte-
MİLLÎ ŞUUR ETRAFINDA TOPLANMA
«Gurur ve iftihar kaynağımız olan şanlı tarihimize göz attığımız zaman, millî birlik ve beraberlik şuuruna sahip bulunan aziz milletimizin çok büyük sıkıntıları ve acı günleri, kolaylıkla sona erdirdiğini görürüz.
Bu nedenle, Türk ırkının hasletlerine ilâveten, tutum ve davranışlarında basiret ve akliselimi önde tutan devlet adamlarımızın siyasî partilerimizin ve ilgili kuruluşların, milletçe geçirdiğimiz sıkıntılara tekrar düşülmemesi
(Devamı Sayfa 8'de)
Siyasi haklar konusu yine ön plânda yer alıyor «Siyasi hakların iadesi konusu» bü
yük ölçüde basının haber sayfalarından çıkmıştı. Sanılıyordu ki; Komuta Kon-seyi'nin uyarması ile «iri parti» liderlerinin artık bu konuyu deşmeleri lüzumsuzdur. Fakat öyle olmadı. Külle-nen ateş için için yandığını ispatladı. Cumhurbaşkanı Sunay'ın Çankaya'daki yemekli toplantısından ayrılan «iripar-ti» liderleri «Siyasi hakların iadesi» etrafında tekrar konuşmaya başladı. DP lideri «anayasa» diyor ve direniyordu. Diğerleri ise Partilerarası Komisyonda verdikleri sözden rücû etmemenin tedirgin «fakatlı, lakinli» demeçlerle soruları cevaplandırmayı «yeğ» sayıyorlardı.
Başkan Sunay'ın yeni toplantısı ve idarenin diğer ileri gelenlerinin, Devlet başkanımızın bu tavsiyelerinden faydalanacaklarını ümid etmek isteriz.
(Devamı Sayfa H'de)
için samimi işbirliği yapmaları ve bu işbirliğinde, herşeyden önce, vatan sevgisine ve yurt çıkarlarına önem vermeleri gerekmektedir. Bu yapıldığı takdirde, başarıya ulaşmamak için hiçbir sebep yoktur.
Anarşik olaylar ve bu olayları izleyen huzursuz günler yüzünden aksayan kalkınma çabalarının ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi, bu konudaki çalışmalara, vatandaşın devletten beklediği hizmetler gözönünde tutularak, hız verilmesi lâzımdır. Resmî ve özel kuruluşlarımıza ve bütün vatandaşlarıma, bu alandaki çalışmalarında başarılar dilerim.
Devamı Sayfa 11 de
^ - ' ~f>> <• ' - t
DEK K A K T Ü S L E R
DİKENLİ BİTKİLERLE KAKTÜSLERDEN YA BİRİ YÂHUD BİRKAÇ TANESİ
HAYVAN YARATILSAYDI YA KİRPİ OLACAKTI YA DENİZ KESTANESİ!
Arif Nihat Asya
" Faili meçhul olan bir suç kalmamıştır „
Y eni yıl dolayısıyle parti liderleri ve Başbakan verdikleri demeçler de yurt ve dünya meselelerine
temas etmişler, Türkiye'nin temel meseleleri üzerindeki görüşlerini açıklamışlardır.
MİLLİYETÇİ BİR GAZETECİYE VURULAN KELEPÇE İstanbul'da münteşir «Bizim Anadolu» gazetesi Yazı İşleri Müdürü,
İkinci Demirci kabinesinin manevi şahsiyetini tahkir etmekten bileklerine kelepçe takılarak cezaevine atılmıştır. Gazete'de 1970 yılında yayınlanan ve Demirci kabinesini itham eden «Bu kabine Bal Gibi Koalisyondur» başlıklı yazıdan 4 yıl 1 ay hapse mahkûm olan Gazeteci Ab-dülkadir Billurcu durumla ilgili olarak «Ne yapalım, demek ki oluyor böyle vak'alar!» demiştir. Milliyetçi Basma Demirel devrinden kalma bir baskının tezahürü olarak nitelenen olay üzüntü yaratmıştır.
• SOLCU BİR BASIN RAPORU... -Geçtiğimiz hafta içinde merkezi Paris'de bulunan Uluslararası Ba
sın Enstitüsü (ipu)bir rapor yayınlamış ve «Basın hürriyetinin kısılmasının demokrasiyi tehlikeye düşürdüğünü» öne sürmüştür. Sol te-mayüllü Enstitü raporunda Türkiye'de solcu ve 12 Mart'tan önce komünist anarşiyi körükleyen gazetelerin isimleri verilerek Sıkıyönetim
Devamı Sayfa 11 de
Liderlerin ve Başbakan'ın yeni yıl mesajlarını; komünist tedhiş hareketi, hükümet ve siyasî istikrar meselesi, Kıbrıs davası ve dünyadaki en önemli gelişme konusundadır.
Başbakan Ferit Melen mesajında, «Dış düşmanlarımız tarafından tertiplendiğine asla şüphe olmayan anarşi hareketleriyle amansız mücadele, vaktinde alınmış müessir sıkıyönetim tedbirleri sayesinde başarıya ulaşmış, nihayet memleket yıllarca özlemini çek-
(Devamı Sayfa 8'de)
"Yıkın kampanya hız kazandı.
I
JJ
D aşbakan Melen ,yurt dışmda Tür D kiyc aleyhine açılan kampanyalar
dan söz etmiş ve «... iftiracı ve yıkıcı bir propaganda ile karşı karşıya bulunuyoruz.» demiştir. Erim devrinde de böyleydi, şimdi de beynelmilel komünist merkezler Türkiye aleyhine kampanya açmış bulunmaktadırlar. Bunu önlemekte fayda olduğu muhakkaktır. Ama, telâşa kapılmak ve devletimizin bekası için yapılacaklardan vazgeçmek gibi bir tutuma sapmak komünist e-mellerine boyun eğmeğe denktir. Zira, adı milletlerarası kuruluşa çıkmış bazı teşekküllerin bu kampanyası, demokratik rejimi yaşatmak amacını güt memektedir. Her yayınlarında Türkiye' nin demokrasiden uzaklaştığım ileri süren bu sorumsuz kuruluşlar ve yayın organları, bilmiyorlar mı ki, Türkiye'yi demirperde gerisine sürüklemek isteyen, onlann ölçülerine göre, demokrasiden ebediyen mahrum kılmaya çalışan bu hareketin önlenmesi aynı zamanda demokrasi namınadır.
Tanzimat devrinden beri tutturulan Türkiye aleyhine açılan kampanyalara sadece Atatürk devrinde itibar edilmemiştir. Onun dışında, «aman şu nu yapmayalım, aman bunu demeyelim» zihniyetiyle memleket adeta d işar dan yönetilmiştir. Küçük Yunanistan bize örnek olsun demeye dilimiz varmıyor. Rejim meselesi ayrı olmakla beraber, Yunanlıların dış ülkelerde yürütülen kampanyaya bakışları çok güçlüydü. Yunan idarecileri ellerinin tersiyle dış tesirleri bir tarafa itmesini bilmişler ve o andan itibaren de milletlerarası münasebetlerde saygıya lâik görülmüşlerdir.
DEVLET — Say ı : 166 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 4
Her yıl 6 Ordu vilâyeti nüfusu dışarıya gidiyor. — BASIN —
Erffenekon mektupları
Bulutlar aralanıyor mu ? Cezmi KIRIMLIOĞLU
1973 yılına girerken, 1971 Mar tının kötümser adamı, CHP nin genel başkam Ecevit pek iyimser görünmektedir. Demokrasinin üs tüne çöken bulutların aralandığım, 1973 ten sonra, gerçek demokrasinin kurulacağın], bir daha hiç bir kimse ve zümrenin demokrasinin dışında bir çözüm yolu aramıyacağını iddia etmektedir.
1973 ekiminde seçimler yapılarak «normal» diye nitelendirilen nizama geçilecektir. Demirci ekseriyeti alarak iktidara gelecektir. Fakat Demirel'in Anayasada teminata bağlanan müesseselerde koordineli şekilde çalışması mümkün değildir. Dolayısiyle icra başarısız kılınacak, milletin çeşitli kesimlerinde gayri memnunlar artacak, neticede Ecevit'-in iktidar yolu açılacaktır. Üstelik, iddiasma göre ordunun yeni bir müdahalesi de artık söz konusu olmayacaktır.
Seçimlerin normal zamanında yapılması faraziyesine dayanarak yürütülen bu tahmin tahakkuk ederse ihtilâlci metodlarla iktidar olma şansını kaybeden komünizm memlekete hâkim olacak, kendi tabiriyle «halk kendisi düzeni değiştirecektir».
Son on küsur yıllık tarihimizde Türk Ordusu iki defa siyasi hayata müdahale e tmişt i r : 27 mayıs 1960, 12 mart 1971. îlk harekette, yine CHP lilerin gayretiyle milletle ordu arasına bir uçurum açılmıştır. Böylece, Türk milletine büyük hizmet imkânı heder edilmiştir. 12 mart hareketi milletle orduyu kaynaştır-mıştır, milletle orduyu bütünleş-tirmiştir. Komünist ihanet hareketinden endişe duyan Türk Milleti, ordusunun bu asilâne hareketini alkışlamış, hep bu hareketin de başarısız kalmaması için dua etmiştir. Geçen 10 yılın ve hele son yılların ihanet hareketlerinin iyice şuurlandırdığı subaylar meseleye dirayetle parmak basmışlar, Türk Milleti için yegâne tehlikenin komünizm olduğunu anlamışlardır. Komünistleri üniversite ve diğer devlet mü•, sseselerinden temizlemek ge
rektiğini idrak ederek, Sıkıyönetim ilânı ile beraber üniversitelerdeki komünistleri tevkif etmişler, fakat İnönü'nün gayretiyle bu hayırlı teşebbüs başarı kazanamamıştır. Hükümet başkanı olarak da yalnış bir tercih neticesi Erim tayin olununca 12 martla başlayan millete hizmet döneminin de başarısız kalacağı endişeleri artmıştır. 12 mart tan bu yana yapılan her iyi hareket yalnız Sıkıyönetim komutanlıklarından gelmiş, iki kalabalık parti ise bu iyi hareketlerin daha da artmasını hep baltalamışlardır.
Şimdi henüz iş işten geçmiş değildir. 12 mart 'm doğurduğu büyük imkân hâlâ değerlendirilebilir. Bunun için milliyetçi fikri, milliyetçi mefkureyi devlet ve millet hayatına hâkim kılmak, bu fikir ve mefkureyi hâkim kılabilecek durumda olanları da devlet yönetimine getirmek, yâni emaneti bunlara teslim etmek gerekir. Aksi halde, bu ikinci imkân da heder edilecek dolayısiyle yeni ihanet hareketleri vuku bulduğunda ne Türk ordusu yek vücut halinde müdahale edebilecek, ne de geçirdiği iki tecrübe sebebiyle Türk Milleti bu müdahalelerden fayda bekleyecektir, işte Ecevit'i sevindiren şey, bu ikinci imkânın heder edilmesinden sonra, orduda ve millette meydana gelecek bu yarına güvensizlik havasıdır ki, bu havanın kendi menfaatine olduğunu düşünmektedir.
Halbuki, yeni yılla birlikte dışarıda yetiştirilen komünist çeteciler iki köylü ve bir eri daha şehit etmişler; bir subayı yaralamışlardır. Yani, demokrasinin üstündeki bulutlar aralansa bile henüz Türk Milletine karşı girişilen ihanet hareketinin bulutları aralanmamıştır. Milletin üzerindeki ihanet bulutlarını da ancak milliyetçi kadrolar aralayabilir. Dolayısiyle Ecevit'in araladığı bulut lan kapayıp, milletin istikbali üzerindeki bulut lan aralamak gerekir. Aksi halde bu imkânın da heder olmasına göz yumanların tarih önündeki sorumluluktan ağır olacaktır.
«Manidar Pankart»
Heryıl 6 Ordu vilâyeti göç ediyor.
urdumuzda «istihdam ve iş sahası politikasının yetersizliği» sonucu Türk'ün emek gücünün dı
şarıya yönelen akışı hızını artırarak devam etmektedir. İş ve işçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü'nden aldığımız bilgiye göre sadece geride kalan 1972 yılı içinde yabancı ülkelerde «ekmek parası» kazanmak için müracaat edip sıraya girenlerin sayısı 173 bin 533 kişiyi bulmuştur. Geçtiğimiz yıl gönderilen işçi sayısı ise 65 bin 265 dir.
Rakkamların gösterdiği tabloya göre her yıl Ordu ilimizin nüfusunun 6 misli vatandaşımız, yurt dışına gitmek için sıraya girmektedir.
Yurt dışına giden 65 bin 265 işçinin 50 bin 26'sı erkek, 15 bin 230'u ise kadındır. İlgililer, 1971 yılında 74 bin 242 erkek, 14 bin 200'ü kadın olmak üzere 88 bin 442 kişinin dışanya gönderildiğini söylemişlerdir.
Yurt dışına gönderilen işçilerin meslek itibariyle dağılışına göre, büyük çoğunluğunu vasıfsız işçiler teşkil etmektedir. 1972 yılının 10 aylık devresinde dışarıya giden 50 bin 26 erkek işçinin 34 bin 493'ünün vasıfsız, 15 bin 533'ünün de vasıflı olduğu belirtilmiştir. Kadınlarda ise vasıfsız işçi sayısı 13 bin 303, vasıflı işçi sayısı da 1927 dir.
YABANCI SERMAYE DENETİMSİZ KALDI!
Ticaret Bakanlığı'nın yabancı şirketlerle ilgili hazırladığı raporunda «20 yü içinde yabancı şirketlerin 1 milyar 48 milyon 476 bin 515 lira tu tannda yatırım yaptığı» açıklanmıştır. Rapora göre yabancı şirketlerin kâr transferleri ise 549 milyon 178 bin 125 liradır.
Sanayileşmemiş ve kapital stokunu tamamlamamış ülkeler için iki ağızlı bıçak görüntüsünü taşıyan yabancı ser maye yatırımlarının «iyi bir denetleme» olmadığı taktirde girdiği ülke i-çin zararlı olacağını ortaya koyan rapor yıllara göre kâr transferlerinin bir dökümünü yapmaktadır. Raporun verdiği rakkamlar ülkemizde yabancı sermaye yat ınmlannın iç politika çekişmelerinden ve ciddi denetleme yokluğundan etkilenerek «zararlı» hüviyete büründüğü, beklenilen faydayı vermek ten uzaklaştığı anlaşılmakta ve hükümetlerin konuya acilen eğilmeleri gerektiğini belgelemektedir.
Raporda son 2 yılda 9 yabancı şirketin mukavelesinin iptal edildiği kaydedilerek yıllar itibariyle gelen sermaye ve transfer edilen kâr'ın tablosunda şu rakkamlara yer verilmektedir :
TRANSFER EDİLEN KÂRLAR :
1953 yılında 23.161 TL. 1954 yılında 495.315 TL., 1955 yılında 805.356 TL. 1956 yılında 1.883.967 TL., 1957 yılında 32.557.000 47.248.598 53.488.583 54.980.823 62.692.305 68.226.573 63.454.374
TL., TL., TL., TL., TL., TL., TL.,
1966 1967 1968 1969 1970 1971
yılında yılında yılında yılında yılında yılında
ve 1972 yılının ilk 8 ayında 74.935.453 TL.
FİİLEN GİREN SERMAYE : 1952 yılında 21.654.000 TL., 1953 yılında 3.842.000 TL., 1954 yılında 45.874.000 TL., 1955 yılında 20.644.000 TL., 1956 yılında 56.362.000 78.902.000 61.963.250 82.359.888 69.580.166 67.749.842 92.356.699 61.366.851 90.558.561 102.917.044
TL., TL., TL., TL., TL., TL., TL., TL., TL., TL ve
1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971
yılında yılında yılında yılında yılında yılında yılında yılında yılında
1972 yılının ilk 8 ayında da 129.125.214 TL.
DEVLET — Sayı: 166 - S Ocak 1SÎ3: • Sayfa S
KOMÜNİST GERİLLALARI YETİŞTİRİP SİLÂHLANDIRIP TÜRKİYE'YE " StiKAN
Suriye harp ilân GÜNEY SINIRLARIMIZDAN SIZAN İKİ KOMÜNİST ŞAKİ, ÜÇ KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ. ŞAKİLERE YATAKLIK EDEN İKİ KİŞİ YAKALANDI.
Kaatil anarşistler aranıyor.
"İŞÇİLERE HERGÜN BİR SAAT KOMÜNİST İDEOLOJİSİNİN EĞİTİMİ YAPTIRILIYOR,,
D ir yandan Sovyet Rusya'nın ko-münist rejiminin 50. yıldönümü
ne resmi temsilcilerimiz katılırken - ve yine hatırlatmaya bilmeyiz gerek var mı; Sıkıyönetimde komünist anarşistler yargılanırken - Adalet Partisi'nin bir senatörü komünist Doğu Almanya'nın tanınmasını istiyor. Dışişlerimiz, ise böyle bir teşebbüsün varlığından bahsederek karşılıklı görüşmelerin yakında başlayacağını açıklıyordu.
Konuya paralel olarak Çalışma Ba kanı Ali Rıza U/.uner de bir konuşma yaptı. Bakan TBMM Karma Bütçe komisyonunda yaptığı konuşmada «Doğu Almanya'da 10 bin İşçi» miz olduğunu söyledi. Ne var ki, Bakan'ın açıklamasına temel olan soru ilgi çekiciydi. Komisyonda sorulan soruda «Doğu Almanya'da 40-60 bin arasında işçi bulunduğu ve bunların hergün bir saat komünist eğitimden geçirildiği» belirtilerek Bakandan cevap isteniyordu. Bakan Uzuner rakkamı yalanlarken ilâveten şunları söylüyordu :
«Bazı çıkar çevreleri bütün gayretlerimize rağmen, turist olarak yurt dışına çıkarttıkları işçileri Doğu Almanya'ya gönderiyorlar. Bunlar Bulgaristan ve Romanya üzerinden Doğu Almanya'ya geçmektedirler.
Vatandaşların seyahat hürriyetleri vardır. Turist olarak pasaport talep ediyorlar. Buna mani olamazsınız sonra da karayolu ile giderken Demirperde ülkelerinden geçiyorlar. Bu sırada da bazı kişiler, yine Federal Almanya'da iş bulmak vaadi ile onları Doğu Almanya'ya götürüyorlar. O işçilermizin de esas amaçları, Batı Almanya'da bir iş temin edinceye kadar, bir kazanç sağlayabilmek. Bunların bazıları da Doğu Almanya'dan Batı'ya geçiyorlar. Batı Almanya'da bu gibi işçiler için kesin tedbirler alıyor. Biz de turist işçi sayısını azaltmak için elimizden geleni yapıyoruz.»
Ne varki, Bakanın bahsettiği «çıkar çevrelerinin nerelerdeki, kimler oldu
ğunu öğrenebilmek mümkün olmayacak zihinlerde resmi ağızların yarattığı yeni bir istifam belirecekti.
#> ecen hafta içinde Suriye'de özel w olarak yetiştirilen bir gurup ko
münist gerillanın yurdumuza gizlice sızdığını gören köylülerin duruma müdahale etmek istemesi üzerine, komünistlerin açtığı yayılım ateşi sonunda, 2 vatandaş ölmüş ve 3 vatandaş da ağır yaralanmıştır. Durumu haber alan Hassa jandarma müfrezesi olay yerine hemen intikal etmiş ve komünist militanların silâhlı saldırısıyla karşılaşmıştır. Komünist çetelerle, yapılan silâhlı müsademe sonunda, bir jandarma onbaşısı şehit olmuş, 2 er ile bir jandarma yüzbaşısı da yaralanmıştır. Daha sonra olay yerine sevkedilen Hatay Bölgesi güvenlik kuvvetleri, havadan ve karadan bir harekete girişerek,
komünistleri ablukaya almışlardır. Dağlık ve sarp kayalarla çevrili olan bölgeden, komünistlerin Suriye'ye kaçmalarından endişe edilmektedir.
Hatay'ın Hassa İlçesine bağlı Aşağı Karaiakılı köyünde meydana gelen olayı ilk haber alan köy öğretmeni Mus tafa Anlar, hadiseyi şöyle anlatmıştır :
«Saat 14 sıralarında . arkadaşlarla birlikte köyün Karahasanlı mevkiine gitmiştik. Bizim oturduğumuz yerin biraz ötesinde tanımadığımız üç kişi kayalık bir mevkide yemek yiyorlardı. Halleri bir garipti. Orada oynayan küçük çocuklar yabancıların çok güzel silâhları olduğunu söylediler. Şüphelendim. Köye gelip köy bekçisi Mehmet
Devamı Sayfa 11 de
Konuşmalar
NİÇİN OLMUYOR ?
Ayhan TUĞCUGIL
Artık, maksatlılar hariç herkes, komünist tecavüzü görmüştür. Komünizm karşısında acze düştüğü rçin bir iktidar tasfiye edilmiş, onun yerini alanlara aslî vazife olarak bu tehlikeyle mücadele görevi verilmiştir. 12 Mart'tan beri bütün hükümet programlarının baş maddeleri, komünjst tedhişin ezilmesi, müesseselere sızan komünistlerin tasfiyesi ve yeni sızmaları önleyecek bir kontrol mekanizmasının, genç nesilleri komünist propagandadan koruyacak bir millî eğitim sisteminin tesisidir. Bütün resmî ağızlar komünizm aleyhinde -en azından- konuşuyor; Devlet'in bütün propaganda silâhları bu hedefe ateş ediyor. Kızıl tehditle pek az ilgisi bulunan ve Türkiye'nin kalkınması için her halükârda gerekli olan reformlar bile an-tikomünist mücadelenin vasıtaları gibi takdim edildi ve bu suretle taraftar topladı. Özet olarak: 12 Mart'tan beri iktidarlar ve bütün devlet teşkilâtı komünizmin tasfiyesi için tam-gün mesaî yapıyor.
Bu gayretin neticesi alınmış mıdır? Yetkili, yetkisiz, bütün iyi niyet sahipleri bu soruya, «Maalesef hayır!» dan başka cevap veremiyor. Ve herkes biliyor ki, bu teessür ifadesi doğruluğunu muhafaza ederse birgün «Son bağımsız Türk Devleti istiklâlini korudu mu?» sorusuna da cevap teşkil edecektir.
Halbuki sırf komünizmin tasfiyesi için yeni bakanlar, müsteşarlar, rektörler, genel müdürler tayin edildi. Bu kimseler devletin bütün imkânlarıyla teçhiz edildi. Arkalarını genişletilmiş kapsam ve yetkileriyle kaza mekanizmasını son derece süratlendiren bir «Sıkı Yönetim»e dayadılar. Fakat netice: «Maalesef hayır!».
Sebep nedir? Komünizmle mücadele edeceklerin milliyetçi olmaları gerektiğine göre, iık akla gelen ihtimal, Mart 1972den beri yetki verilenleri nbu vasfı taşımadıktandı». Son dönemde tayin edilenlerin hepsinin milliyetçi olmadıkları, hatta bazılarının, aksine, proleteryaCı (sosyalist) eğilimler taşıdıkları muhakkaktır. Fakat iş başına gelenler arasında milliyetçi sıfatını taşıyanlar da çoktur. «Herkes millyietçi değil midir?» gibi saçmaları bir tarafa bırakarak, «Milliyetçilik», ( M i l l e t ) adı verilen toplum birimini, ( D ü n y a p r o l e t a r y a s ı ) , ( i ş ç i s ı n ı f ı ) , siyasî mânâda ( Ü m m e t ) , v.b. gibi, diğer toplum birimlerine tercih etmektir.» tarifine göre değerlendirme yaparasak, 12 Mart'tan sonra iş başına gelenler arasında milliyetçilerin epey bir yekûn tuttuğunu görürüz.
Eksik olan milliyetçilik değil «ülkücülük» dür. Komünistleri tasfiye etmek isteyen, fakat icraata geçmeden önce «Acaba Demirel'in politikasına uyar mı?», «CHP'yi kızdırır mıyım?», «Gelecekte, siyasetteki şansım azalmaz mı?», «Aman fazla gürültüye sebep olmayayım.», «Ya aleyhimde kampanya açarlarsa; Milliyet, Cumhuriyet aleyhimde yazarsa...» gibi hesaplar yapan adam milliyetçi o-labilir .fakat ülkücü değildir. Onun milliyetçiliği ve komünizmle mücadelesi, bütün iyi niyetine rağmen, mesai bitip eve döndüğünde kitap okumaktan ibaret kalacaktır. Çünkü ülkücü olmak için milliyetçilik gerektir, fakat yeter değildir. Ülkücüler, milliyetçiliği hareket haline getirenler; eski tabirle «Kuvveden fiile» çıkaranlardır; Milliyetçi Hareketçilerdir. Ülkücü, «M i I I e t» i, «D ü n y a P r o l e t e r y a s ı» na, «İ ş ç i S ı n ı f ı» na, siyasî mânâda «Ü m m e t» e tercih eder; yani milliyetçidir. Fakat ülkücü « M i l l e t»i, şahsî çıkarına da tercih eder ve gerektiği anda şahsını milleti için feda ederek mücadeleye atılabilir. Benim, «Demokratik Parti tipi milliyetçiler» dediğim tür ise, bırakın şahsını feda etmeyi, en küçük bir riski bile yüz defa «tezekkür» ettikten sonra... vazgeçer!
Milleti uğruna çalışmağa hâzırdır: Eğer dışarıda yağmur yağmıyorsa...
Kızıl tahribatın devamı, son bağımsız Türk Devletinin' yok olma tehlikesiyle karşı karşıya 'gelmesi demektir. Bu tehlike ise, ancak,, ülkücü -milliyetçilerin iktidarında bertaraf edilebilir. Ve o iktidar, Milliyetçi Hareketin iktidarı, yakındır. Buna, bnlerce senelik hayatında bir kere bile Türk'ün istiklâl güneşinin söndüğünü görmeyen tarih- şahittir.
^^m m
B iliyoruz ki, geçen asırda tanzimatın ilânı, vatanın içine düştüğü büyük tehlikeler yüzünden olmuştu.
.0 günden bu yana bir asırdan fazla zamandır felâketler birbirini kovaladı. Kendimizi kurtarmak için yabancı varlıklara sarılmak mecburiyetinde kaldık. Fırtınaya yakalanan kaptanın gemisini batma tehlikesinden kurtarmak için, bir kaya parçasına sarılmasını andıran bu hata bir asırdan fazla devam etti.
Nihayet istiklâl savaşımızı yaptık. Hakiki çareye el uzattık. Paris muahedesinin yabancılardan lütuf dilenmiyerek, TRABZON-da mıidafaii Hukuk Cemiyeti kurduk. ERZURUM kongresini yaptık. Sonunda vatan toprağını düşman çizmesinden kurtardık. Bir bakıma o devrin heyecanı içinde tamamlandı zannedilen kurtuluş, gerçekte o zaman başlıyordu.
İSTİKLÂL zaferlle Anadolu'nun insanını kalp, kan, ve hamiyet cevherlerlle birleştirmiş olan bu uyanışın dimağlara girmesi zorunlu idi. Ancak, bunu anlamakta güçlük çekildi. Anadolu çocuğunun temiz kalbinden, sağlam dimağına akıtılacak bu cevherin damarlarını tıkayan sinsi kuvvetler içimize sokuldu. MİSAKI MİL-Lİ'yi bir MİSAKI RUHİ ve VİCDANI yapmaya engel olanlar millet müesseselerine nüfuz ettiler.
Garplılaşma maskesi altında bizi kendi benliğimizden ayıracak, bütün menfi kuvvetleri kullandılar. Bize bizden yakın görünen bu düşmanların bir elinde batının ilmi, tekniği, serveti, ve bizi mesut etmeye yeter saadetleri vaat ve teminatları bulunuyor, arkalarında sakladıkları öbür ellerinde milletimin kaparılmış kalbi, ahlâkı, vicdanı ve bütün ruhu duruyordu.
GEÇEN YILLAR koparılan kalbin ve çiğnenen vicdanın yerinin bizim olmayan bir dünyadan aktarılmış unsurlarla doldurulamayacağını gösterdi.
"TÜRK MİLLETİNİN kendi benliğini, kendinde bulmasından başka çâre olmadığı anlaşıldığı her yerde bizzat bu benliğin haince çiğnenme hareketi ağır basınca, maalesef bir neslin büyük kütlesini yıkım halinde, aslında idealsizlik, sevgisizlik, vicdansızlık, vatansızlık, ve Allahsızlık manasına gelen komünizmin kucağında bulduk. Şüphe yok ki verem denen o müthiş illetin pençesine düşüpte, bütün ümidi kaybedenler, mideye girecek lokmalardan ötesini düşünmezler ve bunun için de herşeyi yapabilirler. O zaman mukaddesat, ekmekten daha değersiz bir nesne olur.
Komünistin durumu bundan başka bir şey değildir. Pek iyi biliriz ki, fertleri yetiştiren müesseselerdir. Teknik
Üniversite mühendis çıkarır, Tıp Fakülteleri hekim çıkarır. Sanat Akademileri Sanatkâr yetiştirir. Lâkin bunların hepsinin üstünde, bir milletin Üniversitelerinden fışkırmış bir kuvvet halinde, hem de bizzat üniversitelerin çatısı içinden bir kaleden dışarı atılan bombalar gibi, komünist nesiller çıkarsa, buna dıştan bakan gözler, İzan ve basiret gözleri, tarihin hakem gözü ile ne diyebilecek?
K o m ü n i s t nasıl yetiştirilir? Ben komünistim diyen gencin şuuruna Marksizmi, Leninizmi, ihtilâl metodlarını sokanlar en son işi yapmışlardır. Şuurun sathında çalışan bu adamlar
fabrikalardan gelen malı, mağazanın vitrinlerinde istifliyen tezgâhtarlara benzerler. Malları yapan ve hazırlıyan onlar değildir. Onlar satıcılardır. Halka çevrilip (bunlar en güzel mallardır. Bunları alınız, bunları kullanınız. Malımız şöyle güzeldir, şöyle yaraşır) diye aldatan kişilerdir. Bu mallar daha önce fabrikalarda hazırlanmıştır. Alıcının bu esas kaynakla teması yoktur, onlardan habersizdir. İşte tertemiz gençliğimizin şuuruna komünizm denen afeti bulaştıran şu veya bu ajanların arkasında asıl onun şuur dışı fab-rikasındaki çalışmayı bulmalıyız.
Gençliğin şuur dışını işleyen kuvvetlerin en başında üniversiteler gelmektedir, i l im, şuurda dile gelen bir ifade olmadan önce vicdanları işleyen bir değerdir. Profesör bir kitap cildi gibi cansız bir varlık değildir. O, gencin önce şuur dışında tahtını kuran bir önderdir, örnek insandır, onun hareketleri ilmi ve inancı ile birlikte yetiştirdiği gençliğin vicdanını işler. En geniş anlamda ahlâk yapısı demek olan hareketleri, gençliğe hedefini gösterir. Ondaki sevgi, adalet, vatanseverlik, ateşi gençliğin ruhuna serpilir ve onu haille VATANSEVER yapar.
Bunun aksine, adaletsizlik, şahsi kazanç ve menfaat endişeleri yetiştirici zümreye hakim olursa, gençlikte vatan sevgisi kaybolur ve yerine MENFAATLARİN saltanatı kurulur.
Üniversitelerimiz kuruluşundan bu yana şüphesiz, yer yer ilim sevgisi ve hizmet duygusu aşılayıcı hareketler yapmıştır. Ancak müsbet daldaki bu çalışma bazı fertlere münhasır kalmış ve Üniversitede kökleşmemiştir.
Buna karşılık bilâkis zaman geçtikçe hırzını arttıran MENFAAT KASIRGASI yer yer yarışma halini almış ve nihayet o mukaddes çatıların altında onlara millet üniversitesi dedirtecek bir hak bile
bırakmamıştır. . • Son zamanlarda memleketimizde büyük bir fikir ve ideal buh
ranı kendini gösterdi. Denilebilir ki yangın bacayı sardı. Bütün milletin huzurunu bozmak, hatta devlet düzenini değiştirmek isteyen bu faeiamn karşısında harekete geçerken, vatan sathında bir mücadele halinde bulunuyoruz. Ancak bu yangının ocağını iyi
•
ÜNİVERSİTE! Ç I K M A Z I ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Kİ. KAR »I
ŞURASINI ESEFLE KAYDETMEK LÂZIMDIR BÜTÜN HAMLELER, TANZİMATIN İLÂNINA BİR TEPKİ İLE KARŞILAŞIYOR. ÜNİVERSİTENİN LIYORLAR. BİZ YIKMAK DEĞİL YAPMAK İSTİYORUZ LARIN MENFAATLERİ YIKILACAKTIR. FAKAT TÜRK MİLLETİNİN KURTULUŞUNA İLK ADIM
ÜNİVERSİTELERİN ISLAHI YOLUNDA YAPILAN GÖSTERİLEN TEPKİLERDEN DAHA BÜYÜK
İSLAHINA KARŞI ÇIKANLAR BİZİ YANLIŞ AN-LÂKİN ATILACAK HER ADIMDA ON
BU TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE VE NETİCEDE )LACAKTIR.
bilmeliyiz. Ne şekil ve mahiyette olursa olsun bu ateşin Üniversitelerden
fışkırdığını görmeyen göz kalmamış bulunuyor.
O halde milli vicdanın ve bütün millet varlığının tehlikede bulunduğu günümüzde yapılacak ilk İslahat hareketi, dev
rimizin kurtarıcı tanzimatı ÜNİVERSİTELERİN ıslâhı ile baş-lıyacaktır.
Şurasını esefle kaydetmek lâzımdır ki, Üniversitelerin ıslahı yolunda yapılan bütün hamleler, tanzimatın ilânına karşı gösterilen tepkilerden daha büyük tepki ile karşılaşıyor. Üniversitenin ıslahına karşı çıkanlar bizi yanlış anlıyorlar. Biz yıkmak değil yapmak istiyoruz. Lâkin biz onları pek iyi anlıyoruz. Atılacak her ıslahat adımı menfaatlarını yıkacaktır. Türk milliyetçiliğine ve neticede Türk milletinin kurtuluşuna ilk adım olacaktır.
Üniversite ıslahatı yolunda ne istiyoruz? Bunları bir gözden geçirelim.
TÜRKİYENİN ana meselesi iktisat meselesinden önce, ilim meselesidir. Bir milletin iktisadî yapısı, ilmi temellere dayanmas-sa, birçoklarının ikbal ve şöhretine vesile olmaktan öte gitmeyen, batıdan parça parça aktarılmış ilim memlekete selâmet getiremez. Türk köylüsü halâ geçen asırlardaki sefaletin batağında bulunmaktadır. Toprağından kaçıyor, hem de kurtuluşunu yabancı vatanlarda ve kıtalarda aramak için kaçıyor.
Almanya iktisaden kalkmıyor da, Türkiye kalkınmak istemiyor mu? Yoksa bizim insanımız bize fazla mı geliyor?
Meselenin aslı şu ki, bizim millî çalışma plânımız yok, ve bunu yapacak yeterli ilmimiz yok. Türk milletine, Türk vatanında iş sahası açmasını bilmeyen bilgin, hakikatte belki bilgi hamallığı yapan aciz bir kimsedir.
Köye gitmeyen hekim, Avrupa ve Amerika'ya koşa koşa gidiyor ve bazan da dönmek istemiyor. Çünkü Üniversite kendisine millî ruh aşılamamıştır. Üniversiteden çıkanlar milleti yetiştirecek olan kutsal bir görevden âdeta kaçıyorlar.
Milletimin tarihi içinde en yükseklerde duran bu görev bugün çok alçalmıştır. Emel ve ihtiras konusu olmaktan çıkmıştır. Dinimizin en büyük ibadet dediği bu ödev öğretmenliktir.
Öğretmenliğin en güzel tarifini yapan Büyük Fatih'in şu menkıbesini anlatmak isterim. Fatih bir t gün Sübyan okuluna gider ve sınıfa girer. Öğretmen Padişahın girişi ile hiç ilgilenmez. Oturduğu yerden dersine devam eder. Dersten çıkıldıktan sonra Fatih Hocayı çağırır ve kendisine karşı Hocanın bu derece hürmetsizliğinin sebebini sorar. İlmin ve ilim aşılayıcının şuuruna tam manası ile vakıf olan öğretmen Padişaha şu cevabı verir : «Padişahım ben bu hareketimle çocuklara öğretmenin Padişahtan da büyük olduğunu anlatmak istedim. Tâbi bu hareketinizle sizin büyüklüğünüze de onları inandırabilirim.» Fatihin külliyesi kendisinin arzu ve İsteğine rağmen, padişaha bir müderrislik payesi vermemiştir. Hakikate bu derece hürmetkar olan ve adaleti
ilmin huzurunda eğilmeyi Padişahtan da isteyen bir Üniversite idi. Bizim Üniversitelerimiz kah gençlerin elle taşlandığı, kah ho
ca kavuklarına bombalar konulduğu bir üniversitedir.
E lbette ektiklerini biçtiler. Fakat şurası hazindir ki, çoktan gömülmüş olan, ilim sevgisi ve nakikate hürmet duygusu idi. Biz bugünkü İslahat hareketi ile yalnız ve yalnız ilim
ve ahlâk aşısı yapacak olan Üniversitelerin kurulmasını istiyoruz. Diğer istediğimiz tam gün çalışma esasıdır. Öğretim üyeleri
bütün zamanlarını üniversitedeki öğretim, eğitim, araştırma çalışmalarına hasredecekler. Bundan tabii ne olabilir? Hangi mes-iek sahipleri iki işte çalışmak sevdasına kapılmışlardır. Memurlar ne için ticaret yapamazlar? Bunun hikmeti aşikâr: Kanuni Sultan Süleyman bir sefere çıkarken atının üzengisi kırılır. Derhal bunu bir askere yaptırırlar. Padişah kimin yaptığını sorar. Tebrik ve
takdir edileceğini umanlar orduda bir neferin yaptığını söylerler. Askerlik mesleğini ve meslek kavramının bütün şuuruna sahip olan Padişah «vay orduya esnaf karışmış» diyerek hiddetlenir ve askeri ordudan atar. Üniversite öğretim mes
leğinin bir er kadar önemini anlamayanların çalışmaları elbette ilim adamı, vatan aşıkı, millet fedakârı yetiştiremez.
Yeni Üniversiteler kanun taslağında tam gün prensibinin aca-ip bir hal aldığını görüyoruz, öğretim üyeleri ve Üniversite mensupları normal mesai saatini tamamladıktan sonra özel iş yerlerinde de çalışmak istiyorlar, Maddi bakımdan imkânsız olacak ve herhalde suistimallerle bozulacak olan bu teklifin sakladığı mana ne olabilir?
ahsi kazancı ilmi çalışmaya üstün tutmak, şahsi menfaatlerini millet davasına feda edememek...
Bir de ROTASYON meselesi var. Üniversite mensupları 7 yıl içinde ne az iki yıl dışarı Üniversitelerde çalışmaları uygun görülüyor. Bu teklife göre her Üniversite mensubu ihtiyaca göre memleketin bütün üniversitesinde görevlendirilebilecektir. Bazı üniversiteler, bilhassa büyük şehirdekiler bu tekliften hoşlanmıyorlar. Diğerleri de esasta teklifi uygun bularak, bir süre büyük şehirlerdeki Üniversitelerde görev almak istiyorlar.
Bu mesele bir ADALET DAVASIDIR. Üniversite elemanlarının hizmet borcu yok mudur?
Vatanı bölgelerine ayırıp seçmek ve milletin muhtaç olduğu bölgelerde çalışmadan kaçınmak bir harp anında vatan ihaneti sayılır. Acaba Üniversite kendi gerçek varlığının ve çalışmalarının vatan davası ve millet ruhunun müdafaası olduğunu kabul etmiyor mu?
Üniversitelerin ayrı statülerle idare edilmesi meselesi de, idari bakımdan güçlükler çıkarttığı gibi, tatbikatta da adaletsizlikler doğuruyor.
Üniversitelerde huzursuzluk çıkaran olaylardan biri de Yönetime iştirak esasıdır.
Demokrasi prensiplerine göre, millet hayatında her alanda eşitliğin şartı, sınıf ve zümreler ayırdedici esasların kaldırılmasıdır. Alt kademelerin yönetime girmesini istemeyişlerinin sebebi
Bütün Üniversite elemanlarının ve gençlerin Kurulda görevlendirilmelerini öğretim üyeleri reddetmek ye rine, arzu etmelidirler. Bu görevi, gençlere yüklenmelidirler. Bir zümre ben çalışmak istiyorum derken, üst kademelerin hayır çalışmasın
diye direnmeleri, onların evvelkileri hakkında zararlı kararlar vereceklerini ve aralarının açık olduğunu gösterir. Böyle bir müessese de normal çalışmaz. Olsa olsa ihtilâller, anarşiler çalışır.
Son olarak, yukardan beri çalışmaları mefluç hale getirilen. Üniversitelerimizin,, bu felakete uğramasını kolaylaştıran, adeta bu uzuv ve hayati yapıda bir mikrobu almaya kabiliyetli ortam hazırlıyan sebebe işaret etmek istiyorum.
Üniversiteye özerklik verilirken bu özerklik ilmi ve İdari olarak vasıflandırıldı.
İlmi özerklik, düşünme hürriyeti demektir. Üniversite için mutlak zarurettir. Düşünceleri kafasına değil de, siyasete bağla» nan bir Üniversite ilim şalına bürünmüş kullar-yetiştirir.
Bu fikir hürriyetinin, ilmi özerkliğin kutsallığını takdir ederim.
A ncak şunu da kaydetmek isterim ki: Bu özerklik hakikat aşkından başka bir şey olmayan bu fikir hürriyeti, Üniversitelerin içinae bugüne kadar olduğu gibi sadece en üst
kademelerin imtiyazı olmasın. Bütün yetiştirici elemanların bu* kutsal hakkı alt üst kademe farkı düşünülmeksizln Üniversitelerin çatısı altında hizmetle karşılansın.
İdari özerkliğe gelince, bunun manası izaha muhtaç bulunuyor. Fakültelerin öğretim yıllarını; ders kadrolarını, ve yetiştirici kadroyu Üniversite kendi kararları İle seçecek demektir. Her hangi bir devlet memuru gibi, devlet merkezinden gönderilmeyecektir. Milletin ilim ve ahlâk mihrabı olan Üniversiteden bunları da beklemek gayet tabiidir. Lâkin işlerin gelişmesi maalesef böyle olmamıştır. Bu hakkı Üniversiteler zaman zaman bir politika, hatta bir entrika hakkı gibi kullanmışlardır. Üniversite içinde klikler teşekkül etmiştir. Yer yer kürsüler birbirine karşı koyan kaleler gibi karşılıklı savaştan çekinmemişlerdir. Hatta zaman olmuştur ki, Üniversite devletin kutsal otoritesine karşı koymuştur. Günümüzde bunlar kendi görevlerini unutacak hale gelmişlerdir. Mücadelenin siklet merkezi şahsî menfaatler olunca politika metod-ları ile şahsî menfaat avcılığı Üniversitenin sahip olduğu ilmî ve ahlâkî otoriteyi kökünden kazıyıp attıktan sonra Üniversiteyi anarşi sahaları halinde görüpte şaşkına dönenler bunun sebebini anlasınlar.
İdari özerklik demek, Üniversitenin millî bünyeden ayrı bir içtimaî yapı halinde adeta müstakil prenslik gibi bağıma» bir devlet halinde idaresi demek değildir. Bunu Üniversitenin Hukuk Fakülteleri anlatmakta çok geç kaldılar., iş bu hale geldikten sonra Üniversitenin gerçekten ve temelden Islahının tek çaresi lağ-vedilmesidir.
Evet Üniversitenin ıslahı için lağvedilmesi ve yerine bütün bu hastalıklardan uzak tertemiz Türk Üniversitelerinin kurulması lâzımdır. Ancak Üniversitenin lağvı tabiri kimseyi ürüktmesin ve yalnış anlaşılmasın. Bu kelimeyi de bugünkü
öğretim üyelerine leke sürülmesi istenmemektedir. Yeni kurulacak Üniversitede kimler görevlendirilecek. Bugünkü Üniversitelerin içinde hakikat hizmetine kabiliyetli büyük çoğunlukla yine Türk Milleti'nin yetiştirdiği bütün eserler onda yer alacaktır. -
Ancak yenilenecek olan her şeyden evvel, müessesenin ruhudur ve bu müesseseye girecek olanların zihniyetidir. Görüş açısı ve kötü alışkanlıklar değiştirilecek, Millet huzurunda yeni bir yemin kürsüsünden geçilecek. Mesuliyetlerin çerçevesi belirtilecek. Bir kelime ile siyasetle anlaşmış olan eski zihniyet gömülecek.
Bugün teşkilâtlanmış olan menfatlerl dağıtıp yok etmedikçe, bu müesseseden hayır beklemek beyhudedir.
Üniversitenin lağvı kelimesinin manası budur. Bu hadise bir soğuk su banyosu gibi de olsa, onlara cesaret temenni ederim, Ümit ederim ki uyuşuk vicdanlar böyle bir banyo ile harekete geçerler. Tekrar değerli dikkatinizi çekiyorum. Üniversitenin lağvı Türkiye'de Üniversiteleri kaldırmak manâsına değildir. Bilakis millet ruhuna ve vicdanına bağlı hakikat hizmetkârı olmaktan başka endişesi olmayan Üniversitelerin bulunması demektir.
E
Aşkımız, endişemiz, mücadelemiz, bu kutsal müesseseyi kurmaktan başka bir şey değildir ve olmayacaktır.
DEVLET^İay. cak İ 9>3" -Sayfa 8
Demirci ıKtıa^ri suçun sallı rffe'çh Önkuzfylann,'kat
4<Başrarafı Sayfa 3'de) tiği emniyet^ ve;: huzur ortamına gelmiştir.» demiştir. .'Başbakanın mesajı Türkiyib rad^öhîrında' .•"yaymla-mrkeo, Suriyer
cden kUHliimst-militanlar, baştan tırnağa kada^; silâhlı, bir şekilde sızmakla*-meşguldüler.. Bir halta içinde, Ankadjj ve Diyarhakır. Sıkıyönetim Komutanları yayınladıkları bildirilerle, roket #e bombaTa!*^ teçhiz edilmiş ko-m ü n i s | tedHSşçiîerihin "> yakalandığını bildirdiler. Binühibü-nlara rağmen, ger çekten;- memleketimiz 12 Mart öncesinin akıbeti belirsiz karanlıklardan kurtulmuştur. Ama Kabul etmek gerekir ki, henjüz devlet düşmanı komünistlerle yaralan ryücadele sona ermemiştir.
Barbakan âşrrjca, «Demokrasiyi baş kalarnjfin hak ve hürriyetlerine tecavüz etme we memleket nizamım yıkma hür riyeti feibi g'Srrtiek -ve göstermek» isteyenler^ çatarak, «Memlekette faüi meçhujj kalmış bir suç» bırakılmadığını sözlerine" ̂ l e m i s t i r ! Gerçekten de, Demirci iktio^'rf 'zamanında pek çok
m^çhtırdvf: rmamoğullarının, ıtilİdrri enerini kollarını
sal lay^ak yefif* Cinayetler peşinde koşuyorlardı. Demirci dönemi dahil bütün sutların, faili rtcşbit ve tevkif edilmiştir"! Başbajcanm» demokrasiyi hak ve hüiTivetlerİne"tecâvüz etme, memle-ket niâamım ^ ı k m a hürriyeti gibi görme vefi gösterm*e»'.sözünden -Demiret'in geçmıftekı Rfınujşmaıarını hatırlamamak röümkü^ı pcs0ijl4îr. iktidarı devrinde D<Jrniıel,>,fcBer demokraside biraz anarşi* vardıf.» Ve «Büyüyen memle-ketler< e bö^Te* şfeylef olur.*» gibi sözlerle ıdeta k ^ ü n i s t ihaneti mazur eös terhe gâtreli içindeydi.
• s.-s* 1 : • • . Başbakan^-demeçinde, 12 mart 'tan
sonra ?kurul$n 'hükümetlerin «partiler üstü» lıüviygıU^; cild.uklarını söylemiştir. 12 Mart mt^ t j ras^ açısından ve şekli gömnaşü bakımından hükümetler par tiler üstüdür. Ama icraatları yönünden
ıi? Btf4koBtı<ia -GP'li bakan Feh-ıslar^ü' icfaelmiv-hatırlamak ye-
BütüJevşehirlerdeki Milliyetçi-savmiajji 4cs.brt ettirerek, çeşit
l e da^tîme^ii;;MiUî Eğitim Ba-vekâlet ettiği süre içinde, aşırı la işbirliği yaparcasına Ülkücü-
tçi ö ^ m ı ' i i t e i î i kanunsuz bir şekilde! sürgütf etmesi, partiler üstü olma v s i lyla^to'asıl" bâğdaştırılmaktadır. GP'li |akan-r*eWni Alpaslan'a, «Bu öğretmeklerin •fcüg'u nedir?» denildiğinde, «Bunlalr, bof5knıittçuferdı<r. aşırı sol kadar dalj bun&tf'tehlikelidir.» demesinin, küçük |ve paefizan endişelere dayanmadığını İdm söylenebilir.
TÜRKEŞ ^tt:
# •
1 1 $liyetçj^Hajreköt /Partisi Genel " • j$aşkaj3j.,;;Alparslan Türkeş yeni
yıl mAajın4a~ nnemleketin içinde bu-lunduğlı durumu tahlil etmiş, 1972 dünyasındaki ciddi gelişmeler üzerinde durmultur . İKnîfc^'er göre; «Kökü dışar-da bulfünan anarşi hareketlerin sebeplerine «oğru teşhis konulamamış ve kana | a r ı ş rm^ etote* mikroplara karşılık tedbir a-mSS&tl*? yerde, deride beliren y a r a l a r a ^ ı e ^ e ^ ' ^ s u r m e y e çalışılmıştır.! TürSis^V'partîîcn-m !ana davalarla ilgisi bulu%m4ayan kavramlar üzerinde çekiştikle**?!»! rWa&e e tmiş ve sözü hükümetler meselesine getirerek; Partiler ü | t ü hükümet iddialanna rağmen, partizafı ve -î^a£-'fu'11j'etf olarak kurulan, hijjkûrnetlerin davranışı, çalışma usuller^ ve sağladığı sonuçlar gönüllere feraTİll'If'verecek, milletin" vüzünü güldürecek jg^ikjUi oJmamıştın» de-
Demecinde dünya siyasetindeki gelişmelere ve özellikle ortak pazar Türkiye ilişküerine temas eden Türkeş, «Süper devletlerin ekonomik ve ticari alanda giriştikleri karşılıklı büyük bağ lantılar, dünya siyasetinde büyük değişikliklerin başladığını göstermektedir. Türkiye'nüı sırtından tavizler ve ahş-verişler yapılmaması için devletçe uyanık olmak ve büyük çabalar göstermek mecburiyetindeyiz.» demiştir.
Türkeş 1972 yılının önemli olayının, Nikson'un, Moskova ve Pekin ziyaretleri ile başlayan yakınlaşma olduğunu söylemiştir. Bu görüşmelerin meydana getireceği gelişmeleri ise şöy le açıklamıştır:
«Japonya'nın kıt'a çin'i ile ilişki kurması büyük önem taşıyarak, Japon ya'nın kıt'a çin'i ile yakınlaşması as-ya'da yeni bir güç dengesinin doğmasına yardım edecektir. Bu da S.S.CB'ni siyasi ve ekonomik bakımdan başta A.B.D. olmak üzere batı alemine daha çok yaklaştırmak ve taviz vermek durumunda bırakacaktır.
1973 yılının siyasi, ekonomik gelişmeleri bundan böyle bu görüş etrafında değerlendirilecektir.»
BOZBEYLI DP Genel Başkanı Ferruh Bozbey-
li yeni yıl dolayısıyle verdiği demeçte, anarşik meselelere çok az yer vermiş, daha ziyade «1973ün en önemli olayı» dediği seçimler üzerinde durmuştur. Bozbeyli komünist tehlikesiyle ilgili olarak şöyle demektedir :
«Yeniden sıkıyönetime müracaat et me /.al uretini ortadan kaldırmak, huzur ve asayişi devamlı kılmak için alı nacak hukukî tedbirlerden biri olarak devlet güvenlik mahkemelerinin kurulması gereğine bir kere daha işaret etmek istiyoruz.»
Bozbeyli, komünist tehlikeyi, «huzur ve asayişin bozulması» olarak nitelemiş ve «Güvenlik Mahkemelerinin kurulmasıyla, yani cezai tedbirlerle, işlerin halledileceğini ileri sürmüştür. Üstelik «Güvenlik Mahkemelerinin hangi suçları kapsayacağı henüz kesinlik kazanmamıştır. Yapılan açıklamalarda zikredilen fiiller çok genel tutulmuş ve komünizm fiili açıkça zik-redilmemiştir.
Bozbeyli, 1972'nin en önemli olayı olarak «Türkiye'de olağanüstü durumun devam etmesi»ni dünyada en önemli olay olarak da, «Nikson'un kıta Çin'ini ziyaret etmesini» göstermiştir. 1973 yılının en önemli gelişmesinin «Genel seçimler» olacağını iddia eden Bozbeyli, «Komuta konseyi ve komutanlar heyeti adıyla bildiriler yayınlanmış ol-masını« da, 1972'nin önemli olayları arasında göstermiştir.
OEMIREL Demirel yeni yıl mesajında, 1973'-
de Cumhuriyetimizin 50. yılını kutlayacağımızı belirtmiş ve «Cumhuriyet, a-çık ekonomiyi, hür ve açık toplumu, gerçekleştirmeyi kendisine gaye edinmiştir.» demiştir. Demirel beyanatında ayrıca, «vatandaş, bugün, yarın, ve gelecek korkusundan uzak huzur ve güvenlik içerisinde bulunacaktır.» şeklinde görüşlerini açıklamıştır.
Yedi yıl Türkiye'yi yönetmiş bir iktidarın başı durumunda bulunan De-mirel'in yukardaki görüşlerini ve tarifini benimsemek mümkün değildir. Meselâ; Cumhuriyet'in «Açık ekonomiyi»
• SPOR İ K İ P R O G R A M
Sami YAVRUCAK Ankara Beden Terbiyesi
Bölge Müdürü
Her sosyal hadisede; mazinin, meseleleri ele alışındaki haysiyet se-viye ve idealizm karşısmda başım önde utanır, küçülür ve bizi, bugünkü haysiyetsiz, seviyesiz ve ideslz mesele halletme durumuna getiren lere kinlenirim.
İşte, spordan bir misa l : 1923 yılında Ankara'da bir futbol
Mızıka Uzun atlama 100 metre sürat koşusu Yüksek atlama Kulüpler resmi geçidi Halat müsabakası Güldürücü spor (cimkama) Boks Alafranga güreş Barfiks Eşek yarışı 400 metre sürat koşusu 1500 metre mukavemet koşusu Futbol maçı (Sanatkârlar gücü- ' 1973 yılında Ankara'da bir futbol 12.30 Ank. Demirspor - Lüleburgaz 14.15 MKE. Ankaragücü - Göztepe
•
• maçı programı
ruran gücü lig maçı) maçı programı
hedei aldığını ilk defa duyuyoruz. Her ülkenin şartları değişiktir. Bugün yeryüzünden hür kapitalist ülke kalmamıştır. Buna rağmen Demirel'in Cumhuriyeti Türkiye'yi «Açık pazar» durumuna getirecek şeküde tarif etmeye kalkışması ügi çekicidir. Aslında dikkat edilirse, Demirel bir kurnazlık örneği vererek, «Liberal-Kapitalizm»in tarifini, Cumhuriyete yamamıştır. Çünkü, Cum huriyet, admdan da anlaşılacağı üzere, «Halk idaresi» demektir. Liberalizm le ilgisi yoktur.
Beyanatta, Türk vatandaşının, «Bu gün», «Yarın» ve «Gelecek» korkusundan uzak yaşamasının şartı açıklanmamıştır. Bununla Demirel, herhalde, «Ben iktidar olursam bunları yapacağım» demektedir. 7 yıllık iktidarmda, Türkiye'yi nereden teslim alıp, nereye getirdiği henüz hafızalarda tazeliğini muhafaza etmektedir.
rastgele alınan bu cümleler, Ecevit'in kimleri savunmak istediğini göstermektedir.
FEYZİOĞLU
ECEVİT Ecevit yeni yıl dolayısıyle verdiği
kısa beyanatında, görüşlerini özetle şöyle belirtmiştir:
«Demokrasi ancak Özgürlük ve barış ortamında verimli ve sürekli olur, özgürlüklerin kısılması ve iç barış sağ lanmağa çalışılırken alman tedbirlerle toplumda yeni yaralar açılması demok ı asimizin geleceğini tehlikeye düşürür, demokratik özgürlüklerin gereği olan düşünce ayrılıkları içinde kardeşliği ve iç barışı sağlamak, yeni yılda başlıca ödevimiz olmalıdır.»
Ecevit, sıkıyönetim idaresinin komünistlerle ilgili olarak aldığı tedbirlere bu beyanatıyla da karşı çıkmaktadır. Ancak, daha üstü örtülü ve sureti haktan görünerek, «...özgürlüklerin kısılması», ve «..alınan tedbirlerle toplumda yeni yaralar açılması demok rasimizin geleceğini tehlikeye düşürür.» iddialarının altındaki zihniyet a-çıkça görülmektedir. Aynı tarzda propagandaların Türkiye dışında da, bazı komünist merkezlerin tertibiyle yapıldığını hatırlayalım. Kısılan özgürlükler nelerdir. Bunları anlamak için, E-cevit'in meclis kürsüsünden yaptığı ko nuşmadan kısaca bahsedelim. «İlerici güçler küstürülüyor.», «Tahkikat daha fazla derinleştirilmemelidir.», «İlerici kitaplar toplattırılıyor.» «Yurtsever aydınlar sıkıntı içinde.» Konuşmasından
GP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu yeni yıl mesajında, tehlikelerin geride kaldığım belirterek, «Türkiye 1973'-de demokratik rejimi tekrar rayına o-turtmak ve bu rejimin sıhhatli, verimli tarzda işlemesi için gerekli bütün tedbirleri almak zorundadır.» demiştir. Feyzioğl ubu görüşüyle, halen demokratik rejimin rayından çıkmış olduğunu ve GP iktidarı denebilecek olan bu, şimdiki durumun demokrasi dişi dışı olduğunu söylemektedir. Komünist tedhişiyle ilgili olarak Feyzioğlu şunları söylemiştir: «Gerekli bütün kanunî ve idarî tedbirleri tamamlayarak, gerçekleri milletimize anlatarak, Türkiyenin yeniden 12 Mart öncesindeki anarşik duruma sürüklenmesini önlemeliyiz.» Feyzioğlu, komünizmle mücadeleyi bir kanun meselesi olarak gör mektedir. İlâveten gerçeklerin halka anlatılmasını istemektedir. Halbuki, gerçekleri bilmeyen halk değil, bir kısım siyaset erbabıdır. Bu konuda, Feyzioğlu 'nun ve partisinin ileri gelenlerinin, beyanlarında sık sık rastladığımız şu sözlerin hatırlanması yeterlidir.» «Faşizm de, en az komünizm kadar büyük bir tehlikedir.» Bunca yıldır siyaset sahnesinde görülen, bakanlık etmiş Feyzioğlu ve arkadaşları bir türlü açıklayamadılar, bu «Faşistler» kimlerdir. Made mki, komünizm kadar tehlikeli başka bir hareket var, neden kimler olduğu söylenmiyor? Komünist ağzıyla söylendiği intibaı bırakan bu sözler akla iki ihtimali getiriyor: 1. Bu faşist tehlike ordunun zaman zaman idareye müdahale etmesidir. 2. Milliyetçi Hareketçilerdir. Feyzioğlu ve GP'liler iyi bilirler ki, komünizm tehlikesini, Milliyetçi Hareketçiler ve 12 Mart'tan sonra da Türk ordusu önlemiştir. Bu iki vatanpervera-ne müdahale olmasaydı Türkiye belki de demirperde gerisine yuvarlanmış o-lacaktı. Halkımız gerçekleri biliyor. Ona anlatılacak gerçek, bazı siyaset erbabının entrikalarıdır. Zira, bugüne kadar komünistler halktan sadece düş rnanhk gördüler. Her yerde halkın yar dımıyla bertaraf ediliyorlar.
DEVLET — Sayı: 1 6 6 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 9
'Dış'tan özetlersek
YUNANİSTAN'IN KIBRIS VE BATI TRAKYA'DA SOYDAŞLARIMIZA KARŞI GİRİŞTİĞİ KOMPLOLAR HIZINI ARTIRDI.
Sovyet Rusya komünist rejimin 50. kuruluş yıldönümünü büyük bir tantana ile kutlarken ülkenin açlık tehlikesi ile karşı karşıya olduğu haberleri artmaktadır. Nitekim 50. yıla girerken ülkede yiyecek maddeleri vesikaya bağlanmıştır. TASS, Rus resmi ajansına göre Sovyetler açlıkla mücadele için başta ABD olmak üzere dış ülkelerden «28 milyon tondan fazla tahıl salın almıştır.»
* # * 1972 yılı uçak kazaları yö
nünden bir rekor kırmıştır. Uçak kazaları sonucu geçen yıl 1700 kişi ölmüştür. En büyük uçak kazası ise Rusya'da olmuş 13 ekimde Ilyuşın tipi bir uçak Moskova yakınlarında yere çakılmış ve 176 kişi ölmüştür. Diğer en büyük kaza ise bilindiği gibi 1971 de Japonya'da olmuş, Boeing 727 tipi bir uçak, askeri bir uçakla çarpışarak düşmüş ve 162 kişi ölmüştü.
* * * Her yıl olduğu gibi bu yıl da
Vietnam'da Noel «Ateş kes»i beraberinde getirdi. Paris'teki «Barış» görüşmeleri bir başlayıp bir kesilirken «Ateşkes» memnunlukla karşılandı. Nevar ki bu sevinç kısa sürdü; çarpışmalar yeniden hızlandı. Amerika Kissinger pro jesini beklenmedik bir anda rafa kaldırır gibi bir tutum takmıyor. «Adil bir barış» için yeniden bombardımanlara başlıyordu. Ancak, Nixon'un yeni karan bütün dünya'da yankılar uyandırdı. Devletler resmi ağızlarından ge-fişmeleri kınadı. Amerikan kamu oyu da «Barış» diyerek yeniden seçilen Nixon'a karşı pankartları kapıp tekrar caddelere döküldü.
Antikomünist Yunan rejiminin aradan 6 yıl geçmesine rağmen halâ komünistlerin kökünü kazıyamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Yunanistan Komünist Partisi yöneticilerinden biri 29 Aralıkta sahte bir tüccar kimliği ile yakalanırken gizli partinin diğer bazı elemanları da ele geçirilmiştir.
Kıbrıs'ta 1963 yılında Türk Cemaatine karşı Rumların giriştiği tecavüz sırasında Zahra Burcu mevkiinde kahramanca dövüşerek şehit düşen Salâhi Şevket'-in Lefkoşa'da bir büstü dikilmiştir. Bilindiği gibi merhum Salâhi Şevket 1963 Rum katliamının ilk Türk şehidi olmuştu. Büstün açılış töreninde Kıbrıs Türk Alayı Komutanı ve Subayları ile mücahitler hazır bulunmuşlardır.
Batı Trakya'da Türk Cemaa tine karşı girişilen Yunan baskısı her geçen gün biraz daha artmaktadır. Nitekim «Azınlık Postası» gazetesinin verdiği habere göre yunanca adı ile Ksanthi şehrinin sekiz adet vakfı bulunan Tabakhane Camii Şerifi, 22 Aralık 1972 Cuma günü öğleden sonra «yeşil saha olacak» gerekçesiyle gece yarılarına kadar süren bir çalışma sonucu yıkılmıştır. Türkiye'de turizm gerekçesiyle rııın kiliseleri ihya edilirken bu durumda Türkiye Dışişleri'-nin sükûtu soydaşlanmızca hayret ve üzüntüyle karşılanmıştır.
Mısır'da Nasır'dan sonra işbaşına gelen Enver Sedat güç bir döneme girdi. Özellikle Başkan Sedat'ın gün geçtikçe güçlenen bir muhalefetle karşılaştığı bilinen bir şeydi ama, bunun sokaklara dökülebileceği hususunda gözlemciler «acele hüküm» vermekten kaçınılması gerektiğini belirtiyorlardı. Ancak, muhalefet ı us ajanlarının dinamik çalışmalarıyla sokağa çabuk döküldü. Üniversite bayrak kaldırdı. Çatışmalar başladı ve Başkan Sedat çareyi bütün Üniversite ve yüksek okulları süresiz kapatmakta buldu.
İlk şehit Şevket'in büstü açılıyor
Kıbrıs'ta Cumhurbaşkanı se çimlerinin Şubat ayında yapılıp yapılmaması rumlar arasında ihtilâf doğurmuştur. Makarios adaylığını koyup koymayacağının belli olmadığını açıklarken, Gri-vascı Enosisciler Papaz'ı piskoposluktan çekilmesi kaydıyla des tekleyeceklerini belirtmişlerdir. Türk Cemaatinin Cumhurbaşkanı Yardımcılığı seçimine ise Rauf Denktaş tek aday olarak katılmaktadır.
( T - > Ic 'ten özetlersek Sorgun lisesi birkaç yıldan
beri aşırı solun yuvalanmaya baş ladığı bir öğretim müessesesidir. Bu okuldaki öğretmenlerden Yılmaz Agaelçi'nin devamlı olarak aşırı sol propogandası yapmakta ve birkaç öğretmeni de yanına alarak kendisine karşı fikri müdafaa eden öğrencileri, baskıyla sindirmeye çalışmakta olduğu söylenmektedir. Geçen öğrenim yıluula bu şahıs, okulda ülkücü öğrencilerden Bekir Sami Coşkun'a kancayı takmış ve 6 gün uzaklaştırma cezası verdirin işti.
Öte yandan bu öğretmen fütursuzca faaliyetlerine halâ devam etmektedir. 3-A sınıfında bir gün Türkçe dersinde bugün komünist oldukları iyice anlaşılan Orhan Kemal, Fakir Bay kurt ve Aziz Nesin'in kitaplarım göstererek «Bakın çocuklar, bilinçli devrimci hısan olabilmek için bu kitapları ve bu yazarların yapıtlarını okumak şarttır. Sakıncalı diye birşey düşünmeyin, sakıncalı olsa ben okur muyum» demiştir. Sorgun Lisesinde durum budur. İlgilileri vazifeye davet ediyoruz.
* » * TÜT Çay Şubesi 23 Aralık
1972 akşamı Ceyhan Sinemasında «Ashabul Kehf» adlı 4 perdelik bir oyunu temsil etmiştir.
Açılış konuşmasını TÜT Çay Şubesi başkanı Selâhattün Baş yapmış, geceye şeref veren Kaymakam, belediye başkanı, hâkimler ve lise öğretmenlerine teşekkür etmiştir. Daha sonra oyun gösterilmiş ve büyük ilgi toplamıştır.
* • * Ülkücü Öğretmenler Birliği
Ağn Şubesi açılmıştır. Açılış dolayısıyla dernek kurucularından bir yetkili bir beyanat vermiş ve özetle şunları söylemiştir:»
«Tüzük muhtevasında görüldüğü gibi, Türk Milliyetçiliği doğrultusunda, Öğretmenlerin hak ve menfaatlerini korumak, geliştirmek ve dağılan öğretmen kitlesini BİRLEŞTİRMEK için gayret gösteren Derneğimizin kapılan bütün öğretmenlere açıktır.
Türk Milletinin bekası, refah ve saadeti, öğretmenlerin tavrına ve çalışmasına bağlıdır. Ülkücü Öğretmen, yanarken kendini eriten mum misâli vazife gören öğretmendir! Ülkücü Öğretmen, şartlar ne olursa olsun, TÜRKLÜĞÜN menfaatini en üstün gören Öğretmendir!.
FIRSATINI BULDUKÇA
TÜRK'ÜN TARİHİ SEMBO
LÜ BOZKURTA ALÇAKÇA
SALDIRAN GAFİL VE MA
HUTLARA MANİSA'DAN BİR ŞAMAR GELDİ
Türk milletinin varolma kavgasını verdiği şu günlerde Türk öğretmenlerini vatan ve millet yolunda birlik ve beraberliğe çağırıyoruz».
•k •* *
27 Aralık 1972 günü Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinden Ahmet Kum'un sıkıyönetim Mahkemesinde yapılan duruşmasında şahitlik yapan Prof. Pınar özant, Sanığın kendisini bıçak ve kamçı tehdidiyle dersten attığını söylemiştir. Duruşmada şahit Prof. Pınar özant, 21 ekim 1970 günü öğrencilerin üniversitede giriştikleri boykot üzerine, profesörler kurulunun toplandığını ve bir kişi dahi olsa derslere devam edilmesine karar verildiğini açıklamış, kendisi, dört öğrencisi olduğu için derse girdiğini söylemiştir.
Tanık, tam ders sırasında Sanık Ahmet Kunt'un elinde bir kamçı ile İçeriye girdiğini, Prof. özant, bu arada, Ahmet Kunt'un yaranda eli bıçaklı iki öğrenci bulunduğunu belirtmiş, dershanedeki dört öğrenci ile asistan larının bıçaklı öğrenciler ve sanık tarafından dışarıya atıldığım kendisinin de aynı tehditle dershaneden çıkarıldığını söylemiştir.
* * *
28 Aralık 1972 günü Kadirli Ortaokulu Türkçe öğretmenleri Ahmet Tolu ve Hakkı özdoğan ile Matematik öğretmeni Mehmet Tapan Sıkıyönetimce tutuklanmışlardır. Tutuklanma sebebi, ortaokuldaki öğrencilere şiir yarışmasında derece alanlara yasak kitap dağıtmak ve evlerinde bu kitaplardan bulundurmaktır, öğrencilere komünizmin kurucularından Engels'in kitapları dağıtılmıştır.
Birkaç hafta önce bir öğrenci bir kâğıda Bozkurt resmi çizdiği ve altına da «Tanrı Türk'ü Korusun» sözünü yazdığı için aynı öğretmenlerce Disiplin Kuruluna verilmiş ve 1 hafta okuldan uzaklaştırılmıştı.
ıcBozkurt'lu Atatürk TürkiyesUnin paran
DEVLET — Sayı: 166 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 10
seyyah-ı fakir TÜRKEŞ Melen EVLİYA CELEBI
İLHAMI NOEL İş bu Çehâr kıt'a, çok kıymetlû vü
DEVLETLÛ kârilerüme 1973 senesünün nâçiz hediyyesüdür. İcâb ittüğü yirde kıraat eylesünler. İnşallah 1973 senesi Türk Mil-leti'ne hayırlı olur.
NOEL BABA, RÂHIN HÜKÜMETE DÜŞERSE; VARIP, VÜZERÂNIN (1) DİDELERİNDEN BÛS ET, MİLLETİN ARZUSU KÂR ETMİYOR SEN BARİ, İSÂ AŞKINA ANLARI ÜÇGÜN PAYDÛS ET.
NOEL BABA, VEKİLİ ORMAN'A SELÂM SÖYLE, NOLA, BİR KAÇ BALTA DA BİZİM İÇİN SALLASIN. OCAĞINDA YAKACAK KALMAMIŞTIR FAKİRİN, LUTFEYLESİN, HANEYE BİR İKİ ÇAM YOLLASIN.
NOEL BABA RÜYAMDA, ŞÖYLE DEDİ DÜN GECE : «ÂLEMİ ERVAH (2) DAKİ TEFRİKAYI KALDIRIN İSÂ İLE MUHAMMED KAVGA ETTİLER YİNE, KİMİN ÜMMETİYSENİZ GECİKMEDEN BİLDİRİN.»
NOEL'İ GÖRÜR GÖRMEZ BİR SOSYETE FİFİSİ, EĞİLİP KULAĞINA, DEDİ: «MERİ KIRIŞMIŞ (3)» CEVÂBI ŞEDÎD OLDU, OL PİRİ NASRÂNİNİN (4) : «BENİM ÂDETLERİMİ NİYE ÇALDIN BE HIRSIZ!»
(1) Vüzera : Vezirler (2) Âlem-i ervah: Ruhlar âlemi. (3) Meri Kırışmış (Merry-chıstmas): No-
ellerde İngilizlerin birbirlerini kutlamak için söyledikleri bir söz. İsa'nın doğum yortusu.
(4) Pîr-i Nasrânî: Hristiyan yaşlısı.
l l l f l l l l l t l l tMi l l l l l f l l l l l l l l | l l i l l i l l i l l | l l l l l | I I IHIHI I I | l l ( l l l l l | l l t l l f l l | t l * l>l l>l l l | l l * l l | l l | l l |H| I I IHI I I I ' l l | l l | | l i l l f l I l I f l I l l l l lHI I I I I I I I I IHinl I l l l l l l l l l l l t l I
-STRATEJİ
Genel sorumluluk ve dedikodular Milliyetçi Harekete mensup her ülkücünün, işbölümüne dayanan özel so
rumluluklarının dışında, bir de genel sorumlulukları vardır. Türk vatandaşı olmanın her ferde yüklediği sorumluluklar gibi. Ülkücü hareketlerini askari iki esasa göre ayarlar. Bunlar: 1. Doğruluk. 2. Faydalılık. Bir ülküdaşının yanlış veya hareketimize zararlı bir davranışını gördüğü zaman durumu bağlı olduğu yetkiliye intikal ettirir. Bu görevi yaparken, önce, olayı ham olarak (Olduğu gibi) anlatır, sonra da varsa, şahsî kanaatlerini ilâve eder. Bu hareket tarzını yukardaki iki esasa tatbik edelim: 1. Bu hareketi doğru mudur? Doğrudur. Çünkü, hareketin aleyhine bir tutumu yetkililerin bilmesi gerekir. Bunu şu veya bu hesapla, gizlemek ilgililere intikal ettirmemek hareketin aleyhine
dir. Yanlıştır. 2. Faydalı mıdır? Faydalıdır. Çünkü, yetkili makam onu diğerleriyle birleştirerek, gerekli tedbirleri alır. Veya bir yanlış anlama varsa düzeltir. Bu imkânın ilgililere verilmesinde sayılamayacak kadar fayda vardır.
Buna «Genel Sorumluluk» diyoruz. Bir de bunun tam tersi olan davranış tarzı vardır. Meselâ; Bir ülküdaşı-
mız yanlış harekette bulunuyor. Bunu gören başka bir ülküdaşımız, durumu görevi icabı yetkili makama bildireceği yerde, sağda solda, diğer arkadaşlarına anlatıyor. Falan ülküdaş varya, şöyle dedi, böyle yaptı, gibi sözler sarfediyor. Bu davranış, tenkit ettiği arkadaşınmkinden daha az zararlı değildir. Ve biz buna «DEDİKODU» deriz. Çünkü, böyle konuşması, yukardaki esaslara göre, ne doğru ne de faydalıdır. Tedbir alınamaz; ülküdaşlar arasındaki sevgi, saygı ve güvene dayanan temel «Dedikodu» yoluyla tahrip edilmiş olur.
Her ülkücü hareketinde yukarda ifade edilen iki şartı daima arayacaktır. |lllllllllllltllllllllllllllllllllllH|lllllllllilllllll|llil:IIIIH|llllllllllllllllllllll>1.l| rt"l«IHII|l1lrtlfllHrr|ll|-|fll|MIIHIHIHn|IHimillHII|IIIIHII
SOLCU BİR BASIN RAPORU ( Raştarafı Sayfa 3'de) ^ ^ P W W |
Komutanlıklarınca kapatılmaları ve yayından süreli alıkonmalan tenkit edilerek solcu gazetecilerin isimlerine yer verilmiştir. FİJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu) nun İstanbul'da yapılan kongresi sırasında solcu gazetecilerin affı için uğraşıldığına temas eden rapor, bundan bir netice alınamadığını da kaydetmektedir.
Enstitü raporunda Sovyet Rusya'nın güdümlü basın rejimi hemen hiç tenkit edilmemekte, Çin'den ise «Batılı gazetecilere kapısını açtığı için» övgülü bir dille bahsedilmektedir. Enstitüye göre İngiltere ve Amerika başta olmak üzere Kanada, Fransa, italya ve Batı Almanya'da basın baskı altına alınmak istenmektedir. Uluslararası Basın Enstitüsü Direktörü Ernest Mayer'in kaleminden çıkan rapor 132 ülkeden sadece 20 sinde «haber alma hürriyeti» bulunduğunu ileri sürmektedir.
MİLLİYETÇİLİK kanunsuz baskıya BİR KENARA İTİLEMEZ!
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı sayın Alpaslan Türkeş, partisinin Ceyhan ve Adana Merkez İlçe kongrelerinde birer konuşma yaparak memleketin çeşitli meseleleri üzerinde görüşlerini açıklamıştır. Ceyhan kongresinde konuşan Türkeş, çiftçi mallarının taban Hatlarının sabit tutulmasına karşılık, memlekette pahalılığın büyük bir hızla yayıldığını söylemiş ve «Yurdumuzun emniyeti köylü ve çiftçinin diğer orta sınıf mensuplarıyla birlikte korunmasına ve kuvvetlendirilmesine bağlıdır.» demiştir.
Türkeş Adana Merkez ilçe kongresinde yaptığı konuşmada, imparatorluktan bu yana fikir hayatımızdaki sapmalara temas etmiş ve aydınlar yıllardan beri yapılan yanlış propagandalarla şartlandınlmışlardır denilmiştir. Türkeş, Atatürk'ün ölümünden sonra Türk Milliyetçiliği fikrinin bir kenara itildiğini ifade ile, «Bugün MHP olarak, yeniden Türk Milliyetçiliğini şuur landırmakta ve şekillendirmekteyiz.» demiştir.
Türkeş'in konuşması özetle aşağıya alınmıştır.
«Yılların biriktirdiği şartlanmalar, yaratılan yanlış kavramlar neticesi zihinlerde ve gönüllerde meydana gelen boşluklara, başka milletlerin yararına işleyen yabancı doktrin ve inançlar sızdırılmış, gençlerimizin bir kısmı beynelmilel komünizmin ağına düşmüşlerdir.
Beynelmilel komünizm Türkiye'de ağım örerken, idarecilerin zaaflarından birer istinat noktası olarak İstifade etmesini bilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun son devresinde ve genç cumhuriyetimizin ilk yıllarında karşılaşılmış hareketler gözümüzü korkutmuş her masum din inancının altında irtica arar hale gelmişiz. Böylece dinî eğitim ve öğrenim gizli ve ehliyetsiz ellerde kalmış, büyük bir kitle de dinî inanç ve eğitimden tamamen yoksun bırakılmıştır. İşte bu mânevi inanç boşluğu da beynelmilel komünizmin ilk tutamağı olmuştur.
Büyük Atatürk'ün ölümünden son ra Türk Milliyetçiliği nancı da bir kenara itilmiş; Milleti birlik ve beraberliğe sevkeden esaslı bir bağ da budanmıştır. Böylece beynelmilel komünizm ikinci bir noktaya ağım takmıştır.
Daha sonra «Atatürkçülük» kavramına sahip çıkılmamış, Atatürkçülük her sapık fikrin arkasına sığındığı bir kalkan olmuştur. Komünistler bunu da çok güzel kullanmasını bilmişler, Atatürk devrimlerini devamlı devrim ve netice olarakta komünist devrim diye göstermek cüretini göstermişlerdir. Ezeli derdimiz olan taklitçilik:. Sosyal adaleti öne sürerek Sosyalistliğe kulaklarımızı alıştırmış, sosyalistlik âdeta bir Atatürkçülük ilkesi gibi tanıtılarak sosyalist devrimcilik ve komünistlik genç nesillerin dimağlarına ustaca yerleştirilmiştir.
Bugün Milliyetçi Hareket Partili'-ler olarak yeniden Türk Milliyetçiliğini şuurlandırmakta, Türklük gurur ve şuuru ile islâm ahlâk ve faziletini gönüllerde şekillendirmekteyiz, tnsan sev gisi ve insan haysiyetine saygıyı temel olan 9 Işık doktrinimizle Türk milletini en ileri milletler seviyesine çıkartmayı hedef almış mutlu, müreffeh ve güçlü Türkiye'nin yaratılmasının gayreti içindeyiz.»
engel olacak mı? Türkiye'nin en büyük gençlik ku
ruluşu olan Türk Ülkücüler Teşkilâtı Genel Başkanı Şevket Barutçu, Başbakan Ferit Melen'e çektiği telgrafta, çeşitli şubelerin kaymakamlar tarafından kanunsuz bir şekilde kapatıldığını söyleyerek; «Milliyetçi bir hükümetin başta bulunduğu bir zamanda TÜT faaliyetlerine mani olunmasını hayretle karşılıyorum» demiştir.
2 Aralık tarihinde yürürlüğe giren 1630 sayılı Dernekler Kanunu, mevcut derneklere 6 aylık bir mühlet vererek, bu süre zarfında kendilerini yeni kanun hükümlerine uyduracaklar demesine rağmen, Pasinler, Artova, Arabacı, Musa Köyü, İskilip, Aydın, ve Gerze'deki TÜT şubelerinin kapatıldığı bildirilen telgrafla, Başbakan Melen'in duruma derhal müdahale etmesi istenmektedir.
Şevket Barutçu'nun telgrafı şöyledir :
152.1972 tarihinde faaliyete geçen ve İç İşleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 19.8.1972 gün ve 137825 sayılı yazıları ile tüzüğümüz kabul edilmiş bu güne kadar il ilçe ve kasabalarımızda 266 şube açmış bulunan derneğimizin, Pasinler, Artova, Arabacı Musa köyü, İskilip, Aydın, Gerze şubelerinin kuruluş ve faaliyetlerine müsaade edilmediği öğrenilmiştir.
2.12.1972 de yürürlüğe giren 1630 Nalı Cemiyetler Kanunu'nun geçici birinci maddesine göre tüzük tadilâtı için altı aylık bir müddet tanınmasına rağmen, yukarda isimlerini saydığımız il ve ilçelerde tüzük tadilatı gerekçesi İle şubelerimizin faaliyetten menedllmesi-nin kanunlarımıza aykırı olduğu kanaatindeyim. Anayasa'nın başlangıç maddesindeki Türk Milliyetçiliğini amaç edinen Türk Milleti'nin kaderde ve kıvançta bir olması için çalışan derneğimiz şubelerinin Milliyetçi bir hükümetin başta bulunduğu bir zamanda faaliyetlerine mani olunmasını hayretle karşılıyor durumu gereği için bilgilerinize saygılarımla arzediyorum.»
Yukarda adları geçen ilçelerdeki kaymakamların .meclislerden geçen ve hiçbir tereddüde meydan vermeyecek kadar açık olan kanunlarımızı anlamaktan veya keyfi hareketten halâ kurtulamadıklarını göstermesi bakımından üzüntü vericidir. Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkili makamla-rtn bu durumları dikkate alarak, bunlar gibi kavmakam ve valiler ciddi bir eğitime tabi tutmaları lâzımdır. Kanunlar, kanunu tatbik edecek ve koruyacak kimseler tarafından çiğnenirse, hukuk devleti yıkılır.
TÖRE-DEVLET TEMSİLCİLİKLERİ
Çağımızın savaş usulü haline gelen «Propaganda Mücadelesi» ne, Milliyetçi Hareket'in yayınlarının temsilciliğini yapmak suretiyle katılan TÖRE-DEVLET tem silcilerinin sayısı her gün artmakta, Türkiye'yi kaplamaktadır. Halen çevvrelerinde temsilcilik kurulmamış ülküdaşlanmı-za yetki vermeğe devam ediyoruz. Temsilcimiz olarak TÖRE, DEVLET, BOZKURT dergilerinin satış takibi, abone, haber işlerinde görev almak isteyenlerin: PJC. 211, Kızılay, Ankara
Adresine başvurmaları gerekmek tedir.
DEVLET — Sayı: 166 - 8 Ocak 1973 - Sayfa 11
Suriye harp ilân ediyor !. • • (Baş t anı fi sayfa 5'de)
Top ıı buldum ve şüphemi anlattım, bekçi ile beraber yabancıların yanına döndük, bekçinin yaklaşmasıyla yabancılar silahlanın çektiler, Mehmet Top'u enterne ettiler. Köy bekçisinin silâhının mekanizmasını söken anarşistler, bekçi ile itişirken ben köye kaçtım ve «Silâhım alan Karahasanh'ya koşsun. Anarşistler bekçiyi yakaladılar» dedim. Köylüler aralarında kadın ve çocuklar da olmak üzere Karahasanh'ya koşup anarşistlerle vuruşmaya başladılar. Ben bu sırada Hassa'ya gidip jandarmaya durumu bildirdim. Jandarmalar süratle olay yerine hareket et t i'er. Saat
Yetkililerin Baş
G (Baş t a raf ı kapak'ila)
elecek nesillerin milliyetçi bir ruhla yetişmelerinin şart olduğu, sadece nutuk plânında ifade
edilmekte; fakat gerçek milliyetçilerin varlığından, hiç anlaşılmayacak bir mantıkla çekinilmektedir. Millî Eği-tim'de ve diğer bütün kesimlerde Türk kültür değerlerine dönüşü belirtecek en ufak bir işaret yoktur. Siyasî iktidarlar, milliyetçi dünya görüşünün gelişmesine müsait bir ortamı hazırlayacak bir güçte olmadıktan başka, milletimizin gerçek isteklerine cevap vermemek, zamanlarının en büyük kısmını verimsiz çekişmelerle tüketmektedirler. «Millî Şuur ve Ülküler etrafında toplanma gereği.» adeta hiçbirini ilgilendirmediği gibi bu şuur ve ülkünün ne olduğundan pek çoğu habersizdir. Bundan ötürü millî şuur ve ülküleri eksiksiz anlayıp değerlendirenler suç-lanabilmektedir. «Büyük bir milletin evlâtları olduğumuzu hiç bir zaman unutmamak.» Halâ bir gericilik sayılmakta, «Türk Irkının hasletlerinden bahsedilmesine halâ karalayıcı damgaların en çirkini vurulmaktadır.
Türk Devleti'nin değerli Başkanı Sunay, elbette her cümlesini aynen paylaşacak olan biz Türk Milliyetçilerini değil, sorumlu siyasetçileri ve diğer yetkilileri uyarmaktadır. Ve bu fikirlere değil karşı çıkılmak, «millî şuur ve ülküler etrafında toplanma»yı bü tün yetkililerin «baş görevi» saymaktadır.
Siyasî iktidarlar ya en kısa zamanda devletimizin temel dünya görüşü olan Türk Milliyetçiliği'nin emrine girecek veya çekilip gideceklerdir.
14 sularında başlayan çatışma ertesi gün erken saatlere kadar sürdü.» sever bir şekilde, soğukkanlılığını mu-
Öğretmen Mustafa Anlar'ın vatan-hafaza ederek ortaya çıkardığı bu o-Iayda şu ana kadar, üç kişi şehit olmuş, altı kişide ağır şekilde yaralanmıştır.
Komünistlerin açtığı ateşle şehit olan jandarma onbaşısı Feridun Çelik, evli ve 1 çocuk babası idi. Vatanî hizmetini bitirir bitirmez memleketi Kars'a gidecek olan Çelik'in bu kere ce nazesi uçakla gönderilmiştir.
Ağır şekilde yaralanan jandarma yüzbaşısı Dursun Çiftçi, Ankara'ya getirilmiştir. Komünistler taralından şehit edilen Karafakılı köyünden Hasan Sarı'nın da evli ve 8 çocuk babası olduğu öğrenilmiştir.
Sıkıyönetim Komutanlığının bu konudaki bildirisinde olayın gelişmesi şöyle anlatılmaktadır: «1 Ocak 1973 günü saat 02 sıralarında Suriye'nin Bedir köyünden, Kırıkhan'ın Camız Kışlası Köyü'ne geçen silahlı iki anarşist (Bunlar komünisttir Anarşizm komünizmden ayrı bir dünya görüşüdür.) bu köyden Ahmet Tutum, Ali Gezer Mehmet Ünal'ı da beraberlerine alarak saat 14.00 de Hassa'nın Aşağı Karafakılı köyüne gelmişlerdir.»
Sıkıyönetimce yapılan açıklamada, olayın daha sonraki safahatı anlatılarak; daha sonra anarşistlere yataklık ve klavuzluk eden Ali Gezer ile Ahmet Tutun'un yakalandığı ve bunların ifadede komünistlerin, Diyarbakır Sıkıyönetim komutanlığınca aranan Zeki Tekeş ve Eyüp Alacabey olduklarını söyledikleri ifade edilmektedir.
Olayın buraya kadarki safhası ve aynı istikametteki gelişmesi konunun bir yönünü teşkil etmektedir. Öbür yönü ise, bugüne kadar her nedense üzerinde durul mayan Suriye ve Lübnan Devletlerinin durumudur. Bilindiği gibi, senelerden beri devam eden komünist isyan hareketinin merkezliğini Su riye ve Lübnan'da kurulan El-Fctih gerilla teşkilâtı yapmaktadır. Her iki devletin müsaadesi ve desteğiyle çalışan bu komünist gerilla teşkilâtı son yıllarda, Suriye tarafından yönetilir bir duruma gelmiştir. Suriye devletinin, Türk devletini yıkmak üzere, bir kısım komünistleri eğitip, silâhlandırarak Türkiye'ye gizlice salıvermesinin harp ilânından başka bir anlamı olamaz. Nitekim aynı durumu israil için de yapan Suriye, her defasında cevabını en ağır şekilde almaktadır, israil Dev
letinin, komünist gerillaların tecavüzüne karşılık Suriye topraklarındaki ö-nemli noktalan bombardıman etmesi, dünya kamu oyunda normal karşılanmaktadır. Bunun için de israil, her bombardıman hareketini ilân ederek a-çıkça yapmaktadır. Suriye'nin aynı şeyleri Türkiye Devletine yöneltmesi neden cevapsız kalıyor, bunun izahını yap mak mümkün değildir. Türk devleti açıkça, Suriye devleti tarafından idare edilen komünist gerilla saldırısına uğramıştır. Bir an için aynı durumun tersini düşünelim .Türkiye, yetiştirdiği gerillaları Suriye'nin üzerine salsa. Bu hal yıllardan beri devam etse. Suriye'nin her gün bir bölgesinde, bir tesisinde, gönderdiğimiz gerillala
rın düzenlediği sabotajlar osla. Patlayan bombaların sonunun ne getireceği belli olmasa... ilâh. Bütün bunlara beğenilmeyen Suriye'nin sessiz, kalacağını düşünebilir miyiz?
O halde Türkiye Suriye Devletine bir nota vererek, «Bir daha Suriye üzerinden Türkiye'ye silâhlandırılmış ko^ münist gerillalar sızarsa, bunların ifadelerinde Suriye de yetiştirildiklerine dair bir ifade bulunursa, bunu Türk hükümeti kendisine bir harb ilâm sayacak ve gerekeni yapacaktır.» demelidir. Aksi halde, Türk devletine saldırmanın hiçbir müeyyidesi yok demek anlamı çıkacaktır ki, böyle bir devleti yıkmak için büyük devletlere ve büyük güçlere ihtiyaç duyulmaz.
SUNAY "Millî Ülküler Etrafında" i Maş ı a raf ı sayfa 3'de)
Cumhuriyet devrimlerinin millî hayatımızdaki önemli rolünü, Türk milletinin bütün fertleriyle kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplanma, gereğini ve bunun faydalarını anlatmak ve kavratmak, bütün yetkililerin baş görevi olacaktır.
Devlet başkanımızın demeci özetle yukarıya alınmıştır. «Millî Ülkü» sahibi her Türk insanını memnun edecek şekilde memleket meselelerine temas edilmiştir. Tatbikattaki gelişmeler, bu konuşmadan en çok yararlanması gerekenlerin bir kısım yetkililer olduğunu göstermektedir. Meselâ Devlet başkanımız, «tutum ve davranışlarında basiret ve akliselimi önde tutmak»tan bahsetmiştir. Millî birlik şuuru içinde ve millî ülküler etrafında toplanmak hususunda yetkililere görevler düştüğünü söylemiştir. Bütün bunlara rağmen, bir GP'li Fehmi Alpaslan çıkmıştır, milliyetçi savcıları büyük şehirlerden uzaklaştırmış, Millî Eğitim Baka-nı'na vekâlet ettiği sırada, «Mili! şuur ve ülkü sahibi» öğretmenleri «Boz-k u r t ç u » d u r diyerek, memleketin döıibir yanına, kış kıyamet demeden sürgün etmiştir. GP'li bakan Fehmi Alpaslan'ın, komünist tehlike karşısında, «Bana dokunmayan yılan bin yaşasın» demeden mücadele eden bu öğretmen ve savcıları sağa sola sürgün etmesinin sebebi ne olabilir? Basit, gündelik parti hesaplarını aşamayan kişilerin, millî birliği her zaman tehlikeye sok
tuklarını son yıllarda acı tecrübelerle görmedik mi?
İşin dahası var. Cumhurbaşkanımız, devlet görüşü olarak, «Ülkücüler temiz memleket çocuklarıdır. Komünizme karşı mücadele ediyorlar.» demesine rağmen, 12 Mart'tan sonra kurulan bütün kabineler, bunun tam tersine hareket etmişler ve «Ülkücü-Milliyetçi gençliği de komünistler kadar tehlikeli göstermeye cüret etmişlerdir. Aynı şekilde sıkıyönetimin görüş ve icraatıyla da ters duruma düşen bir iktidarın memlekette millî şuur etrafında toplanmaya ve millî birlik ve menfaatler istikametinde hareket etmeye ne derecede ehil olabileceği ortadadır. Biz yine de sayın iktidar yetkililerinin ve
SİYASÎ M (Baştarafı Sayfa 3'de)
yeni uyarmalarının neticesi ne olacak? sanıyoruz gelecek sayımıza kadar bu soruya cevap verebilmek mümkün. . . Ne var ki; CP'li Satır'ın, DP'li Bozbey-li, Meclis Başkanı Avcı'nın, CHP'li Ece-vit ve diğerleri ile yaptıkları ikili görüşmeler bu haftanın renkli manşetleri olmaya devam edecek.
Ocak Sayısı BÜTÜN BAYİLERDE
Türk milleti tek bir millettir (Baştarafı sayfa 12'de)
Müşterek tarih, bir milletin teşekkül etmesi için aranan bir şarttır. Milletin teşekkülü tamamlandıktan sonra, böyle bir şart aranmaz. Anadolu Türklüğü ile diğer Türk zümrelerinin zaman zaman savaşmaları da ayrı m'.üet sayıl malarının gerekçesi olamaz; Zira, Türkiye Türkleri kendi aralarında da çok savaşmışlardır
3 — Milliyetçi ilim ve fikir adamlarımızdan bazıları, belki de Fransız görüşüne bağlılıkları yüzünden, milleti kültür birliği ile tarif etmişlerdir. Aralarında çok saydığımız, kendilerinden çok şey öğrendiğimiz bir kaç değerli milliyetçinin de bulunduğu bu zümre; Türkiye dışındaki Türklerin, kültürlerinin farklılığı gerekçesi ile, Türk Milletinden sayılamayacakları görüşünü benimsemiştir. Milletimizin yapısı ve tarihi şartlar bakımından, kültür birliğinin tarif unsuru olup olmayacağını şimdilik münakaşa etmiyeceğiz. Ancak, bahis konusu kültür ayrılığının derecesi üzerinde durmak isteriz. Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri arasındaki kültür farkı, başka başka milletlerden sayılmalarını gerektirecek bir ölçüde midir? Ko
nunun uzmanı olmadığımızı peşinen belirttikten sonra, böylesine bir kültür farkının bulunmasın-daki güçlükleri işaret edeceğiz. Yalnız bilgin kişilerin değil, hemen herkesin bileceği gibi, kültürün iki büyük kaynağı vardır: Dil ve Din. Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri de kültürün iki büyük kaynağında ortaktırlar. Hem, benimsedikleri kültür değerleri açısından kıyaslandıkları vakit, Batı Anadolu ile Doğu Anadolu arasındaki farkın, Doğu Anadolu ile Azerbaycan Türklüğü arasındaki farktan daha mı az olduğu sorusuna kolay kolay cevap verilemez.
4 — Vatan birliği, bir millete mensubiyetin şartlarından biridir. Ama vatan, yalnız maddi bir değerden, üzerinde yaşanılan kuru bir toprak parçasından ibaret değildir. Vatan rahmetli Dündar Taşer ağabeyimizin emsalsiz söyleyişi ile; «Milliyet ve Mukaddesatın korunduğu yerdir.» bu mânâsı ile, bütün dünya Türklüğünün vatanı müşterektir; Türk milliyet ve mukaddesatının korunduğu Türkiyedir. Altaylardan gelen bir miletdaşımızm, «Anavatana kavuştum» diyerek, sevinç gözyaşları dökmesi başka türlü nasıl açıklanır?
Aslında, bütün Türklerin tek bir millet oldukları görüşünün tam olarak ortaya konması ve aykırı fikirlerin teker teker ele alınıp çürü-tülmesi ayrı bir konudur. Biz, ırkçılık suçlamasının temelsizliğini anlatmağa yarayacak kadarı ile yetiniyoruz.
Böylece, «Türk Milleti bahis konusu edildiği zaman ırk ve millet merhumlarının htrteşti-ği» meydana çıkıyor. Tabii ırkçılık suçlaması da, milliyetçiliğin başka bir deyimle suçlanmasından ibaret kalıyor. Buna rağmen, sorumlu siyasetçilerimizin ve diğer bazı yetkililerin, millet anlayışımızı benimsemekte zorluk çekeceklerini düşünerek, etnolojik mânâda Türk Irkçılığının ne kadar yanlış anlaşıldığını önümüzdeki sayılarda inceliyeceğiz.
GELECEK. YAZI: BtZÎM IRKÇILIĞIMIZ MlLLÎYETÇİLtKTlR.
ATATÜRKÇÜLÜK BEZİRGÂNLIĞI YAPMAK. KENDİLERİNE ATATÜRKÇÜ DEMEK, HEYKELLER ÖNÜNDE NÖBET TUTMAK, BUNA KARŞI DA ONUN DÜŞÜNCELERİNİN TAMAMEN AK SİNİ ONUN ADINA İLÂN ETMEK, ŞEREFSİZ, AHLÂKSIZ İNSANLARIN YAPACAĞI BİR İŞ DEĞİL MİDİR?
Türk Milleti tek bir millettir
Çünkü...
«Türkler bahis konusu olduğu zaman ırk ve millet mefhumları birleşmektedir.» diyoruz. Ancak, Milliyetçi bilinen ilim, fikir ve siyaset adamlarının bir kısmı Türkiye Türklerini ayrı bir millet saymaktadır. Dış Türkler yalnız ırkdaş olarak benimsenmekte, fakat Milletdaşlık ölçüsünde bir yakınlığın varlığı şüpheli görülmektedir.
Irkçılık Suçlaması : IX
İLTERİŞ METİN
p ahmetli Prof. Sadrî Maksudî Arsal, «M i 1-" 1 i y e t D u y g u s u n u n S o s y o
l o j i k E s a s l a r ı » adındaki pek değerli, bizim de çok faydalandığımız eserinin « I r k l a r ı n M e n ş e i » bölümünde kesin hüküm vermekten kaçınmış, etnolojik mânâdaki Türk Irkı ile Türk Milleti konusunda açık ve seçik sayılamayacak bir ifade kullanmıştır. Nitekim: «Diğer taraftan Millet mefhumu, etnoloji mânâdaki ırk mefhumundan da farklıdır. Millet kelimesi şöyle tarif edilebilir: Aynı dili konuşan, aynı Millî Seciyeye, müşterek tarihe, müşterek millî emellere malik olan kütledir. Etnolojik mânâda ırk, millet mefhumundan daha geniş bir mefhumdur. Meselâ, İslâv ırkını ele alalım. Bu ırk içinde tarihleri, lisanları, oturdukları saha ve siyasî durumları bakımından birbirinden farklı milletler vardır: Ruslar, Polonyalılar, Çekler, Sırplar vesaire. Keza, Cermen ırkı içinde birbirinden ayrılmış milletler vardır: Almanlar, İsveçliler, Norveçliler, Türk ırkı içinde de birbirinden farklı lehçelerde konuşan zümreler vardır: Anadolu Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Garbî Türkistan Türkleri (Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar), Şarkî Türkistan Türkleri (Kara Kırgızlar, Uygurlar), Kırım Türkleri, Kazan Türkleri ve saire, Bunların hepsi etnolojik mânâda Türk irfandandırlar.
Etnolojik balamdan aynı ırka mensup olan milletler, birbirinden uzaklaşabilirler. İslâv ırkına mensup sayılan milletler, bugün kelimelerin kökü İslâvca olduğu halde, birbirinden ta mamiyle ayrılmış ve uzaklaşmış dilleri konuşmaktadırlar. Bugün bir Rus, ayrıca öğrenmek-sizin, Çekçeyi anlayamaz, Cermen irfana mensup olan bir Alman, öğrenmeksizin, İsveç dilini anlayamaz. Ancak, Türk ırkı bu hususta hayrete şayan bir istisna teşkil etmektedir. Türk beşerî zümresine mensup kavimler asırlardan beri, tarih ve coğrafya bakımından birbirinden ayrılmış oldukları halde, bugüne kadar anadili olarak aynı dili konuşmaktadırlar. Çünkü lehçeler, ayrı birer dil teşkil edecek kadar birbi
rinden uzaklaşmış değildir. Bugün İstanbullu bir Türk, Azerbaycan'dan geçerek Garbî Türkistan'a (Türkmenistan ve Özbekistan) Garbî Türkistan'dan da Şarki Türkistan'a (Çini Türkistan'a) geçerek tercümana ihtiyaç duymaksızın, Türkçe konuşarak Çin'e kadar seyahat edebilir. Çünkü bütün bu sahalarda yaşayan kavimler, Türk dilinin muhtelif lehçelerini konuşan kavimlerdir. Bu bakımdan, Türkler bahis konusu olduğu zaman ırk ve millet mefhumları hemen hemen birleşmektedir.» diyerek, hem bütün Türklerin aynı millet olduklarını belirtiyor, hem de «h e m e n h e m e n » kelimelerini ekleyerek, bir açık kapı bırakmayı da ihmâl etmiyor. Biz, gerek Türk Milletinin tarif unsuru olarak seçtiğimiz Ortak bir soya mensubiyet şuuruna, gerekse bir milleti meydana getiren diğer temel unsurlara bakarak, rahmetli üstadın cümlesindeki hemen hemen kelimelerini kaldırıyor ve « T ü r k l e r b a h i s k o n u s u o l d u ğ u z a m a n ı r k v e m i l l e t m e f h u m l a r ı b i r l e ş m e k t e d i r . » diyoruz. Ancak, Milliyetçi bilinen ilim, fikir ve siyaset adamlarının bir kısmı Türkiye Türklerini ayrı bir millet saymaktadır. Dış Türkler yalnız ırkdaş olarak benimsenmekte, fakat Milletdaşlık ölçüsünde bir yakınlığın varlığı şüpheli görülmektedir. Böyle bir düşüncenin yanlışları üzerinde derinliğine bir inceleme yapmağa seri yazımızın önceden tesbit ettiğimiz sınırlan müsait değildir. Yine de Türk Milliyetçilerini ırkçılıkla suçlayan sorumlu siyasetçilerimizle diğer bazı yetkililerin aynı görüşü paylaştıklarım bildiğimiz için kısa bir açıklamayı faydalı saymaktayız. Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri arasında «M i l l e t » bağının bulunmadığını öne sürenlerin başlıca dayanakları şunlardır : 1 - Dil ayrılığı, 2 - Tarih aynhğı, 3 - Kültür ayrılığı, 4-Vatan aynhğı.
1 — Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri arasında dil ayrılığı yoktur, lehçe aynhğı vardır. Lehçe farkları da, ayn ayn milletler sayılmamızı gerektirecek bir dereceye hiçbir zaman varmamıştır, ölçü Nedir? time ve akla
uyan, hiç şüphesiz şudur : Lehçe farkı, anlaşmak için bir üçüncü şahsın aracılığına ihtiyaç duyurmayacak ölçüde ise millet birliğini, bir üçüncü şahsın aracılığına ihtiyaç varsa, millet ayrılığım gösterir. Anlaşmanın kolay veya güç sağlanması millet açısından önemli değildir. Türkiyeli bir Türkle bir Türkmenin biraz güç anlaştığı bir gerçekse, meselâ Karadenizli bir köylü ile Denizlili bir köylünün güç anlaştığı da bir gerçektir. Aynı güçlük diğer milletlerde de mevcuttur. Bavyerah bir Almanla Hamburg-lu bir Alman da güç anlaşır.
2 — Millet tarifinde, « M ü ş t e r e k b i r t a r i h e s a h i p b u l u n a n i n s a n l a r » sözü bir alışkanlık haline gelmiştir. Ama, « M ü ş t e r e k t a r i h » gayet yuvarlak bir deyimdir. Nasıl anlaşılması gerektiği ayrıca açıklanmadığı sürece, her tarafa çekilebilir. Müş terek tarih, eğer müşterek devletin tarihi demekse, bir millete mensubiyetin şartı olamaz. Çünkü, hele geçmiş yüzyıllarda, devletler millet esasına göre kurulmamışlardır. Bir devletin sınırları içinde bir çok millet yaşadığı gibi, sınırları içinde bir çok millet yaşadığı gibi, aynı milletin çeşitli zümreleri de ayn ayn devletler kurmuşlardır. Sırpların, Yunanlıların, Bulgarların ve Romanyalıların tarihi, 500 yıl boyunca, Türkiye Türklerinin tarihi ile müşterektir. Ama her halde hiç kimse, Yunanlılan veya Bulgarları Türk Milletinden sayamaz. Kaldı ki, müş terek tarihin başlangıcını ararsak, tuhaf sonuçlarla karşılaşmz. Karaman Beyliğinin 15. Yüzyıla kadar, Osmanlı imparatorluğundan ayn bir tarihi vardır. Meselâ, Karamanlılarla Eskişehirlilerin 15. Yyüzyıla kadar ayn, ancak Osmanlı İmparatorluğunun beyliği ortadan kaldırmasından sonra bir milletten olduklannı mı öne süreceğiz? İtalyan Birliğinden önce, Venedik ve Ceneviz Cumhuriyetlerinin tarihi müşterek değildi, ama, İtalya'da iki ayrı millet yoktu.
Devamı Sayfa 11 de
top related