satınalma gücü paritesi teorisi üzerine notlar
Post on 07-Jul-2015
2.603 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
Satınalma gücü paritesi teorisi
üzerine notlar
Globalleşme kelimesi; genişleyen uluslararası ticaret, sınırları aşan finansal kaynak aktarımı
yaratan, artan dış yatırımlar, büyüyen çok uluslu işletmeler ve ortak girişimler anlamına
gelmektedir. Global iletişim endüstrisinin çok uluslu yatırımlarının, global finans pazarının
tek tip üretim ve tüketim kalıplarının etkileriyle, var olan bütün coğrafi ve siyasi engeller
zorlanarak, sosyal ve kültürel yapıların ahenkleştirilmesi ve böylece değişik insanların değişik
hayat biçimlerinin giderek daha benzer bir yapı kazanması olarak tanımlanabilir (Oman,
1994, s.27) .
Günümüzde devletler ekonomik açıdan hızla birbirine bağımlı hale gelmektedirler.
Globalleşme olarak adlandırılan bu gelişme bütününde olumlu bir durum olarak
değerlendirilmektedir. Ekonomik globalleşme kavramı yani bir kavram olmasına rağmen
iletişimin hızla gelişmesi, uluslararası taşımacılığın ucuz ve kaliteli olması ve çok uluslu
şirketlerin faaliyetlerinin yoğunlaşması sonucu
etkinlik kazanmıştır. Uluslararası ticaret konusunda
ve sermayenin dolaşımında engellerin kalkması,
uluslarası işbirliğinin dünya çapında kaynak
kullanımının artması sonucu bir yandan ülkelerin
uluslararası ticarete katılımı hızla artarken diğer
yandan sınır ötesi finans piyasalarında yatırımlar
yoğunlaşmıştır.
Bu oluşum sürecinden sonra ekonomi politikasında
en önemli ve belirleyici unsurlardan biri, fiyatlama
süresinin, piyasa koşullarına bırakılmasıdır. Fiyatlama, piyasada serbestçe oluşacak
koşullarca belirlenmeli, arz ve talebe bağlı olmalıdır. Türkiye’de enflasyonun giderek artması,
cari işlemler dengesi açığının giderek büyümesi, reel yurt içi tasarruf ve yatırımlarının giderek
düşmesi krizin değişik yönleri olarak algılanmaktadır.
Finansal krizlerin sonucu ödemeler dengesi üzerinde yarattığı etkilerden biri, cari açıkların
artması gelmektedir. Sermaye girişindeki artış cari açığın artmasına olanak vermektedir
(Kepenek/Yentürk, 2000, s.216).
Ödemeler dengesi açığı, ekonomideki faiz oranlarını, reel ücret ve döviz kurunun oluşumu ve
işleyişi oldukça önemli ölçüde etkilemektedir. Ödemeler dengesinin giderek bozulması
sonucunda makro ekonomik ve dövizlerin sürekli dalgalanması ve milli paranın gittikçe
değerinin düşmesi, finansal piyasaların bozulmasına neden olmaktadır (Özker, 2000, s.109).
İç borçlarla dış borçlar arasındaki çizginin giderek belirsizleştiği günümüz mali ilişkilerinde
dış borç birikim süreçlerini de önemli ölçüde tetiklemiştir. Zira mevcut finansal krizin
aşılması dış finansmanı zorunlu kılmış, sorun IMF’den sağlanan önemli miktardaki dış
finansal destekle aşılabilmiştir. Büyüme ile dış kaynak arasında kurulan ilişki 2002 yılı ve
sonrasında da devam etmiş ve bu durum bu iki yıldaki dış borç gereksinimini beslemiştir.
2002 yılında ihracat ve stoklarda görülen artışla ekonomi tekrar büyüme sürecine girmiş ve
GSMH büyümesi %7.9 olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde 7,1 milyar dolarlık dış kaynak
sağlanmış ve bu kaynağın 1,5 milyar doları cari işlemler açığının, 5,6 milyar doları ise rezerv
artışının finansmanında kullanılmıştır.
Türkiye 2003 sonrası gerçekleşen cari işlemler açığının “doğrudan yabancı sermaye
girişlerine dayalı olduğu ve bu yüzden de sorun teşkil etmeyeceği” savı gerçeklerle
bağdaşmamaktadır. 2003 başından 2006 sonuna kadarki olan dönemde Türkiye’nin dış
borçları 68,3 milyar dolar artış göstermiştir. Bu rakamın yarısından fazlası (26,9 milyar dolar)
ise “kısa vadeli” borç şeklindedir.
Reel döviz kurunun belirlenmesi literatürde hala önemini koruyan konulardan biridir. Uzun
dönemde ve kısa dönemde reel döviz kurunun belirlenmesi konusunda çeşitli teoriler ve
bakış açıları vardır. Döviz kurunun belirlenmesinde satın alma gücü paritesi yaklaşımı en çok
kabul gören teorilerden biridir. Satın alma gücü paritesi teorisi “dünyada benzer malların
benzer fiyatlardan satılması” ilkesini temel almaktadır. PPP’nin, döviz kurlarındaki kısa
dönemli hareketleri çok iyi açıklayamadığı ancak uzun dönemde oldukça anlamlı olduğu
birçok ampirik çalışmada kanıtlanmıştır.
Satınalma gücü paritesi teorisi, tek fiyat kanununun bir mal yerine tüm mal piyasaları üzerine
uygulanması niteliğinde, ülkeler arasınadaki fiyat düzeyi farklılaşmasını ortadan kaldıran,
para birimi dönüştürme oranıdır. Ülkelerin genel fiyat düzeylerinin birbirine oranına eşittir.
Fiyat ile döviz kuru arasındaki ilişkiyi ölçmekte ve uluslararası karşılaştırmalarda
kullanılmaktadır.
Bir ülkenin yıllara göre gelişme düzeyinin belirlenmesinde genellikle, o ülkenin ulusal para
birimine göre sabit fiyatlarla kişi başına milli gelir rakamları temel alınmaktadır. Uluslararası
gelişmişlik düzeyi karşılaştırmalarında ise, ortak bir döviz kuruna dönüştürülen kişi başına
milli gelir değerleri kullanılmaktadır. Resmi ve serbest döviz kurları arasındaki farklılıklar ve
ülkelerdeki fiyat düzeylerinin farklı oluşu, bu tür karşılaştırmalarda döviz kurunun
güvenilirliğini yitirmesine yol açmıştır.
Satınalma gücü paritesi açısından Türkiye ekonomisi, dünya ekonomisinin neresinde diye
bakıldığında; satın alma gücünün, örneğin AB ülkelerine oranla daha düşük olduğu görülür.
Türkiye, satın alma gücü paritesiyle kişi başına düşen gelirde Avrupa’nın en düşük gelirine
sahip ülke konumundadır. 25 AB ülkesindeki satın alma gücü paritesi dikkate alınarak kişi
başına gelir düzeyi 100 kabul edilerek oluşturulan bir endekse göre, Türkiye’de 2003 yılında
27 olan kişi başına gelir düzeyi, 2004 yılında AB ortalamasına 2 puan yaklaşarak dikkate
alındığında yüzde 29’a yükseliyor. Buna göre Türkiye 25 AB üyesi ortalaması dikkate
alındığında yüzde 71 daha az kişi başına gelire sahip bulunuyor. (ASLAN, Nurdan, 2007)
Ulusal ekonomilerin yarattığı enflasyon oranı ve uluslar arası piyasalarda meydana gelen
değişimlerden kaynaklanan maliyet ve fiyat artışları, döviz kurlarını belirleyen başlıca
faktörlerdir. Ulusal ve uluslararası fiyatlardaki hareketlerin döviz kurlarını değiştirmesi,
paranın uluslararası ticaretteki rekabet gücünü ve satın alma gücünü etkiler. Kriz dönemi
sonrası döviz kuru serisinin grafiği incelendiğinde, 2001 Şubat krizinden sonra döviz kuru
serisinin ani bir artış gösterdiğini, seride düzensiz dalgalanmalar olduğu görülmektedir.
Buradan, kriz sonrası ani artış gösteren döviz kurunun, uygulanan döviz kuru politikaları ile
kontrol altına alınmış olduğu ancak kriz öncesi dönemdeki istikrarlı havanın yakalanmamış
olduğu söylenebilir.
Cari denge kısaca ekonominin tasarruflarıyla yatırımları arasındaki farktır. Biraz daha açık
ifadeyle cari açık, ekonomiler için mal dengesi (mal ihracatı eksi mal ithalatı), hizmet dengesi
(hizmet ihracı eksiz hizmet ithalatı), net gelir dengesi (yurt dışındaki ülke yatırımlarından
elde edilen gelir eksi yabancı sermayenin yurt içinde elde ettiği gelir) ve transfer dengesi
(yurt dışına sosyal yardım vb. sebeplerle ödenen maddi miktar eksi yurt dışından gelen
karşılıksız maddi yardımlar) değerlerini belirli bir zaman dilimi için toplanmasıyla elde edilir.
Ülkenin ödemeler dengesini sıfır olması için cari açık kadar yurtdışı fonun ülke içine girmesi
gereklidir. Bu da yurt dışından gelen yatırımcıların ülkenizden ev, bono, hisse senedi gibi
varlıkları satın alarak sermaye getirmesiyle olur.
Son yıllarda, ödemeler dengesi kapsamına dahil edilen “Serbest bölgelerin dünyanın ger
ikalanına net ihracatı”, kapsam dışına çıkarılan Türkiye’nin serbest bölgelere net ihracatından
genellikle fazla olduğundan, bu değişiklik cari işlemler açığını bir miktar azaltmıştır. Örneğin
serbest ticaret bölgesi tanım değişikliği, cari işlemler açığını 2007 yılında 711 milyon ABD
doları düşürmüş, buna bağlı olarak cari açığın GSYH’ye oranı yüzde 5,7’den yüzde 5,6’ya
gerilemiştir. 2007 yılının ikinci yarısından itibaren dış finansman imkanlarının göreli olarak
azalmış olması rezerv artışını da sınırlamış, buna karşın finansman ihtiyacı artmaya devam
etmiş ve bu durum Merkez Bankası rezervleri temel alınarak oluşturulan göstergelerde sınırlı
bir düşüşe yol açmıştır.
Türkiye 1994 ve 2001 yıllarında iki ciddi finansal kriz yaşamış ve bu krizlerin etkisini hala
yaşamakta olan bir ülkedir. Ülkemizin geçirdiği bu ciddi krizlerde yerel makroekonomik
istikrarsızlık ve yapısal problemlerin rolü büyüktür. Diğer taraftan yaşanan iki önemli krizin
dışında dünya ekonomisinde globalleşmenin etkisiyle dünyadaki krizlerden özellkle de Asya
ve Rusya krizlerinden etkilenmiş ve kur dalgalanmaları gözlenmiştir.
Ödemeler dengesi yaklaşımıyla hem satın alma gücü paritesi hem de pariteden sapmalar
açıklanabilmektedir. Ancak bu yaklaşımda da, tam olarak doğal işsizlik oranının
açıklanmaması ve dış dengeyle tutarlı bir döviz kurunun belirlenmesinin oldukça zor olması
gibi problemler bulunmaktadır. Özellikle de kısa dönemli döviz kuru değişimlerinin bu
yaklaşımla açıklanması oldukça zor görünmektedir.
Not: Bu yazı çalışma notlarımdan derlenmiştir, herhangi bir uzman görüşü yansıtmaz. Bazı
akademisyenlerden alıntılar yapılmıştır.
Kaynak: http://blog.erakbas.com/satinalma-gucu-paritesi-teorisi-uzerine-
notlar/#ixzz0iwLaZlOp
top related