“zamanin ruhunu okuyamayanlar, tarİhİn ÇÖp …3- stratejik değişimi anlama çabası...

134
“ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP SEPETİNE GİDERLER. SUYUN AKIŞINA DİRENENLER, UÇURUMA SÜRÜKLENİRLER.” ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN

Upload: others

Post on 09-Jan-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

“ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP SEPETİNE GİDERLER.

SUYUN AKIŞINA DİRENENLER, UÇURUMA SÜRÜKLENİRLER.”

ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN

Page 2: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Demokratik Kurtuluş Ve

Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi

ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ YAYINLARI

2

Page 3: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları

3

Page 4: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Basım Tarihi: Haziran 2013 Basım Yeri: Azadi Matbaası

4

Page 5: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Değerli Arkadaşlar, PKK ve PAJK militanları olarak Önderliğimizin başlattığı Demokra-

tik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa hamlesini doğru anlama ve gerekli-liklerini doğru yerine getirmekle yükümlüyüz. Militan olmanın gereği her dönemde Önderliği anlamak ve uygulamaktır. Bunun için bu de-mokratik kurtuluş hamlesi nedir, özgür yaşamın inşası ne anlama geli-yor, bu hamleyi oluşturan siyasal süreç nasıl gelişmiştir, kadına ve gençliğe düşen roller nelerdir konularında belli yoğunlaşmalar sağladık ve bunu tüm arkadaş yapısıyla paylaşmak istedik.

Bu çalışmanın dönem gerekliliklerini anlama ve yerine getirme ko-nusunda arkadaşlarımıza destek olacağı inancıyla tüm arkadaşlara ça-lışmalarında başarılar diliyoruz.

Devrimci Selam Ve Saygılar Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Öğrencileri Haziran 2013

5

Page 6: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

6

Page 7: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

"MAZLUMLARIN ÖZGÜRLÜK NEWROZU KUTLU OLSUN Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newrozu en

geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına… Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newrozu bü-

yük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halkla-ra… Selam olsun demokratik hakları özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına…

Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına ANAlık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler siz-lere selam olsun...

Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mez-heplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır.

Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edil-meye çalışılmıştır. Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.

Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını dol-durmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.

Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.

İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.

Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olma-mıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.

Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir ge-leceğe uyanıyoruz.

7

Page 8: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce ka-dınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; de-

mokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor. Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik.

Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler öz-benliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.

"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan in-sandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.

Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.

Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetle-rini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.

Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma de-ğil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.

Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özü-müzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.

Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kül-türlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese bü-yük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler ka-dar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluk-larını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.

Saygı değer Türkiye halkı; Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilme-

li ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.

Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.

Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilas-yon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin

8

Page 9: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygar-lıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırı-yorum.

Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.

Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır.

Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM'nin kuruluşundaki ruh, bu-gün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.

Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi'nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.

Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş moder-nite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtle-rin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.

Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenme-sini gerçekleştirmeye çağırıyorum.

Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan "BİZ" kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle "TEK"e indirgenmiştir. "BİZ" kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.

Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrış-tırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.

9

Page 10: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Su-yun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.

Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaş-lardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor.

Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler,

bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.

Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz. Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor

kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleye-rek yaşamlaştırıyoruz.

Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!

Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!

Yaşasın Newroz, yaşasın halkların kardeşliği! İmralı Cezaevi 21 Mart 2013 Abdullah ÖCALAN."

10

Page 11: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

GİRİŞ: Toplumsal inşalar, bir yandan toplumsal gerçekliğin evrenselliğini

temsil ederken, diğer yandan da içinde bulundukları zaman-mekânın sınırlandırmalarıyla karşı karşıya kalırlar. Evrensellik ve yerellik; önce ve güncellik; gelenek ve yeni arasındaki ilişkiyi doğru temelde ele alan demokratik-toplumsal direnişler toplumun temel sorunlarına çözüm bulma iddiası, potansiyeli ve gücüne sahip oldukları gibi, çözümleri de hayata geçirebilirler. Böylesi hareketler, ahlaki-politik toplum gerçeği-ni ve bunun hakikatleştirilmesi amacını temel değişmez olarak esas alırken, buna ulaşmak için zaman-mekân, ihtiyaç ve imkanlar dâhilinde yol, yöntem, araç, tarz ve üsluplarını değiştirirler. Amaç, ideoloji, te-mel ilkeler ve değerler değişmezken, paradigma çok az değişir, strateji biraz daha fazla sıklıkla, taktik, yöntem, araç ve siyasi yaklaşımlar ise sık sık değişebilmektedir. Değişenleri belirleyen, temel değişmez, aynı zamanda değişenlerin kendi arasındaki uyumunda da temel referans olmak durumundadır. Paradigmal ve stratejik değişimler, değişiklik değil süreçler biçiminde gelişip, kişilik, anlayış, örgütlenme ve kurum-larda da büyük dönüşümleri gerektirir.

Bu gerçeklikler temelinde ortaya çıkan PKK, özü itibariyle ahlaki-politik toplum gerçekliğinin, hakikatleştiği öz jeo-kültüründe, insanlı-ğın yeniden kendi kökleri üzerinde canlanması arayışı olmuştur. 20. yüzyılın ikinci yarısında, özü itibariyle demokrasi ve özgürlüğü esas alan, ancak devletçi paradigmadan da etkilenen bir ulusal kurtuluş ha-reketi biçiminde ortaya çıkan PKK’de, 1993 yılında Önder APO, dev-letçi paradigma dışı çözüm arayışlarına yönelmiştir. Ancak zaman ve mekânın koşullarının kısıtlayıcılığı yanı sıra, esasta PKK’deki kadro ve yönetim gerçeği, Önder APO’nun bu çabalarının stratejik derinliğini, paradigmal değişime yol açma olasılıklarını çok fazla anlayamamış, kendine göre yorumlamış, içteki çeteci eğilimlerle dıştaki özel savaş güçlerinin karşı saldırıları da gelişince süreç boşa çıkarılmıştır. Ancak Önder APO’nun devletçi paradigma, ulus-devlet modeli ve ulusal-kurtuluş çizgisini aşma; demokrasi ve özgürlük çizgisi temelindeki çözüm girişimleri durmamıştır. Avrupa’ya çıkış-Roma deneyimi, tek taraflı ateşkesler ve eylemsizlik adımları bu ısrarın öne çıkan gösterge-leridir.

Devletçi güçlerin küresel ittifak kurarak gerçekleştirdiği 15 Şubat Komplosuna karşı Önder APO, kapitalist modernite ve ulus-devlet çizgisini tümden aşmayı, toplumun ahlaki-politik varlığını ve direnişi-

11

Page 12: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ni, toplumun demokratik temelde yeniden kurulması amacına dayandı-ran paradigmal değişimi gerçekleştirmiştir. Devletçi paradigmadan kökten ve radikal kopuşu ve demokratik modernitenin inşasını temel hedef olarak belirleyen bu paradigmal değişim, PKK’deki zihniyet ve yapılanmada; PKK’nin kadrosu, militanı, örgütlenme biçimi, siyaset tarzı, mücadele ve taktik anlayışında büyük değişim, dönüşüm ve yeni-lenmeyi kaçınılmaz kılmıştır. Paradigmal değişim, 2000 yılından itiba-ren; Demokratik siyasi çözüm yolu, 1 Haziran 2004 hamlesi, dördüncü stratejik dönemin Devrimci Halk Savaşı, Demokratik özerklik gibi temel stratejik ve taktik değişimlerin zemini olmuştur.

Gerçekleşen bu stratejik ve taktik değişimlere, PKK’deki kadroda doğru anlama ve uygulama çabaları olduğu kadar, yanlış anlayışlar da ortaya çıkmıştır. Bu temelde üç farklı anlayış ve yaklaşımdan bahset-mek mümkündür.

1- Stratejik değişimi dar anlamda bir taktiksel veya siyaset de-ğişikliği olarak algılayan dogmatik anlayış.

2- Stratejik değişimi, ideolojik ve paradigmal değişim olarak algılayan sağ tasfiye tasfiyeci anlayış.

3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü eksik kavra-yan, dolayısıyla önemli eksiklik ve yanılgıları yaşayan, dolayısıyla böyle de uygulayan anlayış.

Bu anlayış ve yaklaşımlar kırk yıllık çetin bir mücadeleyle toplu-mun elde ettiği birikimlerin ve kazanımların önemli oranda kaybedil-mesine yol açmıştır. Önder APO’nun demokratik çözümün yeterli dü-zeyde sonuç almasını engellemiştir. Komplonun farklı taktiklerle sür-dürülmesine veya tamamen etkisiz kılınamamasına zemin sunmuştur. Genel olarak da beş bin yıllık demokratik direniş geleneğine önemli düzeyde zarar vermişlerdir.

Önder APO’nun 21 Mart-Newroz 2013 tarihinde; “ Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Etme” adıyla başlattığı süreç bir strate-jik değişimdir. Bu stratejik değişim, hem şimdiye kadarki stratejik-taktik değişimlerin devamı, hem de kendisine özgün yanlarıyla bu de-ğişimlerin toplamından çok daha ötesi anlamı taşımaktadır. Bir anlam-da şimdiye kadar gerçekleşen değişim ve dönüşümler, özü itibariyle demokratik toplumun inşası olan bu süreç kapsamındadır. Böylesi ya-şamsal, tarihsel, evrensel, bölgesel ve güncel anlama sahiptir ve bu sürece, herkesten önce PKK kadrosu-militanı doğru yaklaşmak duru-mundadır. Çünkü PKK kadrosu bu süreci doğru anladığı, kavradığı

12

Page 13: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

oranda kendisinde ve toplumda gerçekleştirecek sorumluluğu taşımak-tadır.

“Tarih boyunca partilere benzeyen her oluşumun inançlı ve iradeli bir kadrosu olmuştur. Kadrosu olmayan birçok oluşumun tarihin derin-liklerinde unutulması kaçınılmazdır. Davalar partiler ve güçlü kadro-larıyla temsil edildiklerinde ciddiye alınırlar. Kadro sıkça vurguladı-ğımız gibi parti zihniyetini ve program esaslarını en iyi özümseyen ve tam bir coşku seli halinde pratiğe aktarmaya çalışan militanları ifade eder. Dönüşümün kurmay ekibidir. Teori ile pratik bağını kurabilen, kitlesel örgütlenmeyle etkinliği buluşturup yönetebilen özellikleri taşı-mak durumundadır. Ayrıca toplumsal ahlakı ve politikanın yaratıcılığı-nı sanatkâr düzeyinde şahsında birleştiren kimliktir. Bu tanımlamaya dayanarak, PKK tarihine, yeniden örgütlenmesine baktığımızda, birçok olumlu ve olumsuz öğeyi iç içe görmekteyiz. Eğer PKK bugün hala yaşıyorsa, bu en başta gerçekleşen soylu ve birer insanlık abidesi olan kadrolarına bağlı olduğu gibi, tam başarıya gidememesinde de ağır sorun yaşayan kadroları yüzünden olmuştur. Hem başarı, hem başarı-sızlık kadrodan kaynaklanmaktadır. Kadroların şahsında muazzam bir toplumsal çelişki yumağı açığa çıkarılmıştır. Açığa çıkarıldıkları oran-da yıkılan olduğu gibi, güçlenen de olmuştur. Bir kadro trajedisi, kah-ramanlığı ve ihaneti hep iç içe yaşanmıştır. Tüm eğitici ve pratikleştiri-ci çabalarımıza karşın, çizgiyi sürükleyebilecek kadrolara bir türlü ulaşılamamıştır. PKKleşme süreçlerindeki tıkanmalar bu kadro yeter-sizliğinin ürünüdür. Önümüzdeki yapılanmanın yine en temel sorunu yeterince güçlü kadrolar olabilme sorunudur.

Bu sorunun çözümü programın başarıyla hayata geçmesine yol açabilir. Aksi halde yeni tıkanmalar doğacaktır. Kadro olmak bir aşk, bir tutku işidir. Kendini amaçlarına sınırsız inanç, kararlılık ve aydın-lıkla yatırma demektir. Bu nitelikleri olmayan, bir heves, kariyer tutku-su ile önü tutmak isteyen kişilikler hep olumsuz sonuçlara yol açarlar. Kadrolaşma bir heves olmanın ötesinde teorik bir öngörü, programa derinliğine bağlılık ve parti binasını kurmakta bir tutku insanını gerek-tirir. Yeni dönemde kadro örgütlenmesine giderken bu niteliklerin esas alınması tabiidir. Her ciddi sosyal, siyasal, ekonomik örgütlenme ben-zer kadro anlayışına, liderlik sanatına sahip olmak ister. Başarısında bunun payını arar.”

Önder APO - Bir Halkı Savunmak

13

Page 14: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Yaşamın Mezopotamya’da Yeniden Yaratılışı Toplumsal yaşam, tarım-yerleşik yaşam kültürüne bağlı olarak en

fazla kalıcı, köklü ve derin biçimde yeniden yaratılmıştır. Ahlaki-politik toplumun varlığını güvenceye alan, toplumsal sistem olarak örgütleyen, tarım-köy kültürü olmuştur. On binlerce yıl öncesine daya-nan belge ve bulgular yanında, yaşamın kendisi ve güncel veriler de bu gerçekliğe işaret etmektedirler. Devletçi uygarlığın son temsilcisi olan kapitalist modernitenin esas hedefinin, zihniyet ve yapılanmasıyla; manevi-maddi değerleriyle birlikte tarım-köy kültürünü tasfiye etmek olması da bu gerçekliğin en açık ifadesidir. Bu temelde tarım-köy kül-türünü, kısaca da olsa incelememiz gerekecektir.

Kendine özgü bir canlı türü olarak ortaya çıkışından itibaren insan-lık, değişik evrimsel ve devrimsel aşamalar yaşayarak günümüze kadar gelebilmiştir. Her bir aşamanın, toplumsal tarih açısından kuşkusuz ayrı bir anlamı ve rolü vardır. Bazı aşamalar ise tüm insanlığı ilgilendi-ren yaşamsal, sıçramalı devrimler anlamını taşır. Ancak bazı devrimler, belli bir mekânda ve zamanda gerçekleşse de sonuçları tüm halklar ve kültürler açısından temel teşkil etmekte ve tüm zamanlarda etkilerini sürdürmektedirler.

Toplumsal yaşamın yeniden ve kalıcı şekilde inşasının temeli tarım-yerleşik yaşam kültürüdür. Eldeki bulgu ve belgelerin yanısıra güncel veriler de, bu toplumsal ve kültürel devrimin Kürdistan jeo-kültüründe gerçekleştiğini ve buradan Ortadoğu geneline, oradan da tüm Dünya’ya yayıldığını göstermektedir. Kürdistanîlik ile Evrensellik arasındaki tamamlayıcı ilişki, bu gerçekliğe dayanmaktadır.

Tarım kültürü ve yerleşik yaşama geçişin temel yapı taşları Mezoli-tik dönemde döşenmiştir. Ancak bunların yaygınlaşması, sistemli ve kalıcı kılınarak kültür düzeyine ulaşması Neolitik-devrimle gerçekleş-miştir.

Toplumsal süredeki ilk, temel ve en büyük sıçramalı devrim, tarım-yerleşik yaşam kültürünün ortaya çıkışıdır;

Toplayıcılık faaliyetleriyle kadın; toplumun beslenme ihtiyaçlarını güvenceli ve yeterli düzeyde karşılar. Bununla birlikte bitki türlerini tanıdıkça, onları salt besin kaynakları olarak değil, aynı zamanda der-man, ip, boya gibi farklı biçimlerde kullanmayı da öğrenir. Toplayıcı-lık, kadının toprakla, bitkilerle, suyla ve bir bütün doğanın kendisiyle sevgi ve şefkate dayalı ilişkilerini güçlendirmesine yol açar. Özellikle ana-kadın, toplayıcılık faaliyetleriyle birlikte salt doğurduğu çocuğu

14

Page 15: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

değil; tüm toplumu besleyen, eğiten, örgütleyen, koruyan, yaşamı dü-zenleyen belirleyici güç olarak ortaya çıkar. Tarım-köy kültürü, aynı zamanda ana-kadının öncülüğü ve önderliği şahsında duygusal zekâ ve analitik zekânın birbirlerini tamamlayan bütüncül temeldeki yaratıcı birlikteliğinin sonucunda gerçekleşmiştir. Kadının toplumsal inşayı yaratan temel güç olması, sadece toplumsal yaşamda ve doğal işbölü-münde aldığı role değil; bizzat onun kendi doğasından kaynaklanmak-tadır. Doğuran, besleyen, barındıran, örgütleyen, yaşamı kuran, yara-tan, veren, güzelleştiren; yani bir bütün olarak hem toplumun varlık haline gelmesini ve hem de yaşamını sürdürebilmesinde belirleyici güç olan kadın, bu özelliklerinden dolayı doğayla özdeş kılınır.

Tarım-köy kültüründe ana kadın, hem tüm kutsalları ortaya çıkarır, hem de en büyük kutsallığı, yani yaşamın kendisini temsil eder. Ana-kadının her şeyi yaratan ve geliştiren; doğum, yaşam ve ölümü düzen-leyen tanrıça olarak tanımlanması; doğanın tüm özelliklerinin kadınla ifade edilmesi bu nedenledir.

İnsanlığın milyonlarca yıllık sürece ortaya çıkardığı birikimler, ana-kadının doğayla, yaşamla, toplumla ve insanla ilgili evreninden süzüle-rek tarım-yerleşik yaşam kültürünün zihniyet temelini oluşturur. Ana-kadın, oluşturduğu zihniyet ve yapılandırma düzeyiyle, tarım-yerleşik yaşam kültürüne hem ideolojik-felsefik önderlik ve hem de politik ön-cülük yapmıştır.

İnsanın fiziksel-biyolojik özellikleri ile bunların gelişim süreci, onun özgünlüğünün ortaya çıkmasında kuşkusuz etkilidir. Ancak, esas-ta belirleyici olan insanın zihniyeti başta olmak üzere metafizik yönü-dür. İnsanı, insan yapan esasta onun metafizik yönüdür ki, bu da onun toplumsallaşarak kendisini bulmasına, kendisini gerçekleştirmesine yol açar. İnsanın metafizik yönü, onun zihniyetinin potansiyel temelini teşkil eder. Ancak bu potansiyelin işlevselleşmesi ve anlam bulması ise toplumsallaşmayla mümkündür. Bu nedenle, toplumsal inşalar önce zihniyette gerçekleşir. İnsan; duyguları, sezgileri, hisleri, düşüncesi ve eylemleriyle toplumunu ve kendisini birlikte inşa eder. Esasta insan, toplumunu kurarak, toplumsallaşarak insan olur. Bu gerçeklik temelin-de tarım-yerleşik yaşam kültürü, her şeyden önce ana-kadının oluştur-duğu zihniyetin ürünüdür. Kadın ve toplumsallığın özdeş anlamlar içermesi bu gerçeğe dayanır.

Her toplumsal inşanın zihniyeti, kendine özgü değerlere dayanır ve bu değerleri güçlendirir. Toplumun varlığını sürdürmesi için yaşamsal önemde olan değerlerin birçoğu, hem tarım-köy kültürüne taşırılmış,

15

Page 16: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

hem de bu kültürle birlikte toplum yaşamında daha etkin düzeye ulaş-mışlardır.

Klan topluluğunda temsilini bulan ortak ruh, düşünce ve eylemsel duruş, tarım-köy kültürünün kabile ve hatta aşiret toplumunda daha da gelişir. Bir yandan toplumun manevi evrenindeki ortaklaşma; bir-leşerek çoğalma; çoğalarak bir-leşme daha ileri boyuta taşınırken, diğer yandan bu ortaklaşma maddi alanda da toplumun inşasına ve ortaya çıkan sorunlarının çözümüne yansıtılır. Hatta bunun da ötesinde, anla-mı güçlenen yaşam daha da güzelleşir. Tarım-hayvancılık kültürü, özü itibariyle komünal yaşam ve kolektif çalışma tarzını temsil eder. Ko-münal yaşam ve kolektif çalışma, manevi ve maddi üretimin zengin-leşmesine ve süreklilik kazanmasını da sağlar.

Tarım kültüründe daha da güçlendirilen temel değerlerden biri de paylaşımdır. Paylaşım, maddi karşılığa dayanmaz; hediye etme, önce sevdiğine, saydığına, ihtiyacı olup da imkânı olmayanlara, tüm topluma vermeye dayalı paylaşım anlayışı esas alınır. Paylaşım, sadece elde edilen ürünlerle sınırlı olmayıp, ortaya çıkan sorunların çözümü ve ihtiyaçların giderilmesi konusunda da toplumun tüm üyelerinde sorum-luluk anlayışının güçlenmesine yol açar. Herkesin, kendi özgünlükleri temelinde sorumluluk taşıdığı ve aktif katılım sağladığı toplum, kendi-sini en doğru ve en iyi şekilde yöneten toplumdur ki, bu da ahlaki-politik toplum olarak tanımlanır.

Tarım-köy kültüründe emek kutsaldır ve kutsal olanın değeri de herhangi maddi bir karşılıkla ölçülemez. Her şeyden önce bu kültürün ideolojik önderi ve politik öncüsü olan ana-kadının emeği en yaratıcı, yaşatıcı, üretici, besleyici, koruyucu ve dolayısıyla da kutsal ve yüce emek olarak görülür.

İnsan toplumunun kök kültürü olan tarım-köy kültürünün, aynı dü-zeyde etkili bir dil olmadan gerçekleşemeyeceği çok açıktır. Çünkü dilin gelişmişlik düzeyi, toplumun kendi içinde anlaşması, yaratım gücüne ulaşması, düşünülenlerin karar ve uygulamaya geçmesi, toplu-mun kendi arasındaki düşünce ve yaşam birliğini sağlama düzeyiyle paraleldir. Aryenik dil grubunun ilk, temel ve kalıcı temel dil grupla-rından başta geleni olmasının nedeni, onun tarım-yerleşik yaşam kültü-ründen doğmasıdır. Bu gerçeklik temelinde Kürtçe dil yapısında hem dişil öğelerin etkili ve sayıca fazla olmaları, hem de doğa ve toplumla ilgili kavramların büyük anlam derinliğine ve ifade gücüne sahip olma-larının nedeni Kürtçenin özünde bir tarım-köy kültürü dili olmasıdır.

Tarım-köy kültürünün manevi temeli, insanlığın yüz binlerce yıllık emekleri sonucunda yarattığı düşünce, anlam ve zihniyet birikimlerine

16

Page 17: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

dayanır. Bu birikimler, tarım-köy kültürüyle birlikte toplumun üzerinde kurulduğu temel zihniyet ve paradigmaya dönüşür.

Tarım-köy kültüründe ortaya çıkan zihniyet düzeyi ve manevi kültür birikiminin, devletçi uygarlığın ortaya çıkışından sonraki tüm toplum-sal-demokratik direnişleri çok derin biçimde etkilediği ortadadır. Bu etkiler, Mitraizm’den başlayıp da Heretizm, Mazdeizm, Zerdüştilik, Maniheizm, Kızılbaş Alevilik, Enel-Heq, Ezidilik ve daha birçok ahla-ki, düşünsel, kültürel ve siyasi öğreti ve hareketlerde çok açık biçimde gözlenmektedir.

Daha önce tarıma alınan ama yaygınlaştırılamayan buğday, arpa gi-bi bitkilere ek olarak tarım-yerleşik yaşam kültüründe mercimek, no-hut, bakla, bezelye gibi bitkiler de tarıma alınmış ve temel gıdalar ola-rak yaygın biçimde üretimi gerçekleştirilmiştir. Buğday, aynı zamanda insan toplumunun kolektif emeğini temsil eden en önemli semboldür.

Aslında daha önceden başlanmış olan hayvanların evcilleştirilmesi faaliyeti, tarım-köy devrimiyle birlikte temel ve sürekli bir ekonomik faaliyet halini alır. Bunun yanı sıra evcilleştirilen hayvanların etinden ziyade sütü ve yününden faydalanma daha ağırlıklıdır. Bu konuda da öncülük yapan ana-kadındır. Ana-kadının sevgisi ve şefkati, hayvanla-rın evcilleştirilmesini kolaylaştırmıştır.

Tarım ve hayvancılık yoluyla besinlerin nicelik ve nitelik olarak zenginleşmesi beslenme yöntemlerinde de devrimsel gelişmelere yol açar. Tahıldan elde edilen un, yapılan fırınlarda ekmeğe dönüştürülür, yiyecek türleri artar, hazırlanan yemekler korunabilir. Süt, peynir gibi hayvansal ürünlerin elde edilmesi yaygınlaşır. Elde edilen tarımsal ve hayvansal ürünler, sıkıntı zamanlarında kullanılmak üzere depolarda korunabilir.

Neolitik dönemdeki topluluklar, kendi yerleşkelerini inşa edebilecek düzeye gelmişlerdir. Su kaynakları, arazi yapısı, toprağı ve bitki örtü-sünün tarımsal üretim yapmaya, hayvan yetiştirmeye ve topluluğu ken-disini savunmasına elverişli olması gerekmektedir. Tarım-yerleşik ya-şam kültüründe gelişkin bir mimari ortaya çıkmıştır. Neolitik dönem köyleri ve yerleşkelerinde toplu yaşama elverişli ve oldukça işlevsel olan evler yanında depo, değirmen, tapınak gibi topluluğun ortak mekânları daha görkemli ve özenle inşa edilmişlerdir. Tarım ve hay-vancılığın gelişip yaygınlaşması, köylerin nüfuslarının artmasını da beraberinde getirmiştir.

Tarım ve yerleşik yaşam kültürü, araç-gereç yapımı ve endüstride de toplumsal anlamda büyük devrimsel gelişmelere yol açar. Daha önceden var olanların geliştirilmesine ek olarak, ağırlıklı taş olmakla

17

Page 18: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

birlikte değişik malzemeler kullanılarak birçok yeni araç-gereç icat edilir. Ayrıca Neolitik dönemin ortalarından itibaren yaygın biçimde maden işlemeciliği gerçekleşmiştir. Kumaş örme ve elbise yapma ile sepet örme ve deri işlemeciliği de bu devrimin yaratımlarındandır.

Tarım faaliyetleri ve köy merkezli yerleşik yaşam, toplumun ihti-yaçlarının, eylemlerinin ve örgütlenmesinin daha yoğun ve karmaşık olmasının hem sonucu ve hem de nedenidir. Kabile örgütlenmesi böyle bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkar. Kabile örgütlenmesinde ahlaki örgü korunmakla birlikte, politik boyut da güçlendirilir ve ahlakla poli-tika, birbirini tamamlayacak şekilde eşitlenir. Kabile, bir yandan top-lumun ahlaki-politik temelde varlığını temsil ederken, diğer yandan da toplulukların kendine özgü kimlikleri ortaya çıkar. Ahlaki-politik top-lumun inşasında belirleyici güç ana-kadındır. Kürdistan kültüründe toplumsallaşmayı kuran, güçlendiren ve sürekliliğini sağlayan temel güç olan kadın, kabile örgütlenmesine de öncülük etmiştir. Kürdis-tan’daki toplumsallaşmanın kabileden sonraki kök örgütlenmesi olan aşiret, bir nevi kabileler konfederasyonudur. Aşiret örgütlenmesi, neoli-tik devrimin sonlarına doğru, genel anlamda tüm Kürdistan’da yaygın hale gelir. Kürdistan’daki aşiret yapısı üç farklı biçimdedir. İlki hayvan yetiştiriciliğiyle uğraşan koçer, diğeri köylere ve tarım faaliyetlerine dayalı yerleşik aşiret tarzlarıdır.

Sonuç itibariyle, Kürdistan’da toplumsallaşma ve kültür, tarım-köy kültürüne dayanır. Devletçi uygarlık güçlerinin binlerce yıllık baskı ve saldırılarına rağmen bu kültürün sürekli direnmesi, hâlâ önemli oranda kendini korumuş olması ve her fırsatta kendini yeniden üretme özelliği bu gerçekliğe dayanır.

PKK’de Değişimin Yenilenme Ve Gelişme Boyutu Yenilenme PKK’de sürekli yaşanan bir değişim olayıdır. Bir döne-

me has değil, bir anlık değil, baştan günümüze kadar sürekli var olan bir tarzdır. Bu, Önderlik kişiliğinin temel bir özelliğidir. Sürekli bir gelişme yaratma, zor dönemleri başarıyla aşmayı gerçekleştirme, ye-nilgiyi önleyerek bu güne kadar hep gelişme yaratmış olarak gelebilme, bu özelliğe bağlıdır. Önder Apo “PKK’li olmak her gün yeni başlan-gıçlar yapabilmektir” dedi. Yani her gün bir yenilenme, her günü ken-di somutunda değerlendirerek, ona özgürlük çizgisinde doğru cevap verecek bir tutumu gösterebilmedir. O da yenilenmeyi gerektiriyor tabi. Onun için bu kadar eleştiri-öz eleştiri oluyor. Onun için insanın deği-şimine, yenilenmesine Önderlik çizgisi bu kadar inanıyor, önem veri-yor, değer veriyor. Bunun gerçekleşebileceğine inanıyor. Önder Apo

18

Page 19: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

iki kelime ile düşünce düzeyinde ortaya çıktığını söylüyor. ‘Kürdistan sömürgedir’ belirlemesindeki iki kelimeden bugün insanlığa yol göste-ren, insanlığın özgürlük yürüyüşünün doğrultusunu belirleyen, geniş bir teorik çerçeveye ulaşmış bulunuyor.

Bütün bunlar ne ile oldu? Kendini sürekli yenileyerek, geliştirerek oldu. Savunmada da bunu açıkça söylüyor: “Kendimizi köklü bir deği-şim dönüşüme uğratırken, eskiyi reddetmedik, tümden bir tarafa atma-dık. Her şeyden önce bir yenilenme yaşadık. Eskimiş olanları, sürece cevap vermeyenleri ya da pratikte doğrulanmayanları eleştiri-öz eleşti-riyle bir yana bıraktık. Onun yerine her süreçte doğru olan, lazım olanı yapmamız gerekeni yaratıcı bir temelde bulduk, esas aldık ve o temelde yürüdük” diyor. Böylece de dikkat edelim tek kişilik bir çıkıştan, 40 milyonluk bir topluma, ulusa ulaşma var. Sömürgeci soykırım rejimine teslim olmuş, boyun eğmiş, o rejim tarafından asimile edilmiş insan ve toplum olmaktan çıkarak, özgür yaşayan birey ve toplum haline gelme, sömürgeci soykırım rejimine karşı her boyutta mücadele ederek, ken-dini var eden bir toplum olma düzeyine ulaşılmış olma gerçeği vardır.

Yaşadığımız değişim ve dönüşümün en önemli özelliği ideolojik po-litik çizgide, felsefik çizgide yenilenme boyutudur. Özgürlük, eşitlik, demokrasi, adalet gibi temel ilkeler bu değişimle daha da yaşamsalla-şır, uygulanır hale gelmesini sağlayan araçlar bulmaya çalışılmıştır. Araç-amaç bütünlüğünü sağlanmıştır. Bir kere değişim ve dönüşümü değerlendirirken, yenilenme boyutunu ele alırken zaman ve mekâna iyi bakacağız. Diyalektik bilinciyle bakacağız. ‘Başta ve sonda her şey aynıdır, birdir. Söylediği de yaptığı da hiç değişmiyor, 40 yıldır böyle geçiyor’ diyemeyiz! Önderlik böyle değildir.

Yenilenmenin bir boyutu gelişmedir, bir boyutu düzeltmedir. Temel aracı, araştırmadır, eleştiridir, öz eleştiridir. Eleştiri-öz eleştiriyle biz sürekli düzeltme ve yenilenme yaşıyoruz. Bunu kişi olarak yapıyoruz, örgüt olarak yapıyoruz, halk olarak yapıyoruz. Bu bizde sürekli geliş-me sağlıyor. Bunun da tabi ki Önderlikle bağlı, Önderlik gerçeğiyle bağlı, temel bir Önderlik özelliği olarak görülmesi gerekli. Yoksa diğer türlü doğru anlaşılamaz. Zaten Önderlikte belirginleşen bu özelliğin örgüte dönüşmesi, pratikleşmesi oluyor PKK’deki sürekli yenilenme ve gelişme gerçeği. Yaratıcılık da buna bağlı. Önemli bir değişim gerçeği işte bu!

PKK’de işte kırk yıl dümdüz geçmemiştir. Bu kırk yıl sadece bir dönem değil, tek bir süreç değil, birçok dönem, birçok süreç yaşanmış-tır. Her köklü dönemsel değişiklik yaşandığında, PKK durum değer-lendirmesi yapmış, stratejik analizler geliştirmiş, stratejik değişimi

19

Page 20: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

yaşamıştır. Yeri geldiğinde bu stratejik değişiklikler yapılmıştır. Ger-çekten yapıldı mı yeri geldiğinde? Öyle demek çok zor tabii. Önderlik bu konuda bilimsel hareket etmeye, örgütü strateji biliminin esasına göre yürütmeye, yönetmeye çalıştı, ama örgüt stratejiyi ne kadar anla-dı? Önderliğin analizlerine ne kadar vakıf olduğu, Önderliğin öngördü-ğü stratejik değişiklikleri zamanında ne kadar anladı ve değiştirdi belli bile değil. Stratejik değişim oluyor, anlamıyor bile. Niye anlamıyor? Çünkü stratejiyi anlamıyor ki, içinde bulunduğu mücadeleyi bir strate-jik analizin gereklerine göre yürütmüyor ki, o mücadelede bir değişik-lik olmuşsa, gerekli değişimi kendisi de yapsın, o değişimi görsün ve değişiklik yaratsın! Bu bizim için ciddi bir handikap. Ciddi bir engel ve çıkmazdır. İçini bilmek, içeriğine vakıf olmak, içeriğine göre bir ya-şam, mücadele sürdürmeyi bilmek lazım.

Bu noktada yaşadığımız stratejik dönemler nelerdi? Bir; 1970’ler dönemi. Önderliksel doğuş dönemiydi. PKK’nin oluşum, kuruluş dö-nemiydi. Partileşme süreciydi. Baştan sona kadar sekiz-on yıllık bir süreç, düşman cephesindeki durum, halkın durumu, hareketin durumu bakımından, aşağı yukarı birbirine yakın özellikler gösterdi. Böyle bir durumda hareketin partileşmeyi sağlayan stratejik mücadele yolu ola-rak belirlediği neydi, Kürdistan Devriminin Yolu’nda Önderlik bunu tanımladı: “Ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı şiddet temelinde mücadele stratejisi” dedi buna. Önderliksel doğuşu partileştiren, parti hareketine getiren mücadele stratejisi böyle bir stratejiydi. Bu strateji-nin uygun taktiklerle hayata geçirilmesi, PKK’nin ideolojik siyasi çizgi haline gelmesine, onu propaganda yaparak örgütünü büyütmesine, hal-kı etkilemesine, partileşmeye ve gerilla adımı atmasına kadar götürdü. Bütün bu gelişmelerin yaratıcısı oldu. Sonra bu durumda değişiklikler yaşandı.

1980’li yıllar geldi, stratejiyi belirleyen unsurların birçoğunda deği-şiklik yaşandı. Neydi o değişiklik? Her şeyden önce, düşman cephesin-de, Türkiye devletinin yapısında, yönetiminde değişiklik oldu. O gös-termelik siyasi partiler yönetimi, demokrasi denilen unsur ortadan kalk-tı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle kaskatı bir faşist askeri diktatörlük ortaya çıktı. Stratejiyi belirleyen birinci unsurda önemli bir değişiklik, yepyeni bir durum ortaya çıkmıştı. İkincisi halkın durumudur. Halk, PKK’nin ’78-’80 arasındaki çağrısına cevap vermiş bir tür askeri hare-ketliliğe, eylemsel hareketliliğe ulaşmıştı, mücadele eder, serhildana kalkar hale gelmişti, 12 Eylül Faşist Askeri Darbesi saldırınca, bütün örgütlü kanatlarını vurdu, bastırdı, ezdi. Artık halkın demokratik ey-lemlilik, kitle eylemliliğini geliştirmesinin siyasi mücadele yürütmesi-

20

Page 21: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

nin imkanı kalmadı. Seçim bile kalmadı ortada. Hareket bu süreçte önemli bir gelişme yaşadı. Parti oldu, gerillalaşma adımı atmak istedi. Fakat Siverek’te bu başarılamadı. Ama çok önemli bir örgütsel potan-siyel ortaya çıktı. Mücadele edecek güç belirdi. Önderliksel çıkış dö-nemindeki gibi yalnızlık yoktu. İdeolojik grup dönemindeki gibi dar bir propaganda grubu yoktu. Eli silah tutan, eylem yapmaya hazır, onun eğitimini gören, savaş yürütebilecek bir güç vardı. İdeolojik ve örgütsel boyut bu düzeye ulaşmıştı. Kürdistan coğrafyası değerlendirildi. Coğ-rafya, askeri harekâtta eğer doğru değerlendirilirse önemli bir güç etke-niydi. İyi kullanılırsa, iyi dayanılırsa büyük askeri birliklerin hareketini zorlaştıracak, gerillanın kendini koruyup savunmasına büyük hizmet edecek özelliklere sahipti.

Bütün bunlar değerlendirilerek 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı strateji olarak neyi belirledi Önderlik? I. Konferans’ta Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’ni belirledi. 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı gerilla temelinde bir devrimci halk savaşının yürütülmesini hem müm-kün hem de parti programını hayata geçirebilecek bir yol olarak öngör-dü. 15 Ağustos Atılımı, işte bu stratejinin uygulanma sürecini başlattı, geliştirdi. Uygulanması oldu. İkinci Stratejik Dönem 15 Ağustos Atı-lımı’yla yaşanan devrimci halk savaşı dönemi oluyor. Üçüncü Strate-jik Dönem ne zaman değişti? 17 Mart 1993 Ateşkesi’yle. Neden? Çünkü, devrimci halk savaşı stratejisiyle hareket mevcut devlet siste-mini savaşla yıkıp, yerine Kürt sorununun çözümüne imkan verecek bir devlet sistemi, -demokratik devlet deniliyordu o zaman- yaratmak isti-yordu. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin bir boyutu buydu. Düşmanı askeri olarak yenmek ve çözümü o temelde gerçekleştirmek.

Mart 1993 ateşkesiyle bu boyut değiştirildi işte. '90’ların başında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi Önderlik. Reel sosyalizm çözülmüş, iki bloklu dünya ortadan kalkmış, Sovyetler Birliği yok olmuştu. Bu durumda, Ulusal Kurtuluş Devrimlerini savaşıyla başarıya götürmek mümkün değildi. Çünkü onun teorisinde Sovyetler Birliğinin desteği, Ekim Devrimi’nin varlığı esas oluyordu. O varlık ortadan kalkmıştı. İkincisi; Kürdistan devriminin başarıya gitmesi için, stratejik olarak Türkiye demokratik halk devriminin gelişmesi, birlikte zafere gitmeleri esas alınıyordu, öngörülüyordu. Türkiye’de ise bırakalım demokratik devrimi yapmak, gerillaya karşı Ulusal Cephe oluşmuştu devlet yöne-timinde. İki alanda da çok önemli değişiklik! Oysa devrimci halk sava-şı stratejisi çizildiği 1980-‘81’de Türkiye devrimci hareketi çok güç-lüydü. Çok sayıda örgütten oluşuyordu. Kadroları çok güçlüydü. Tür-kiye’de devrimci demokrasi en etkili akımdı. Şimdiki gibi kesinlikle

21

Page 22: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

değildi. Fakat ‘90’ların başına gelince durum değişti. On yıllık süreç içerisinde en zayıf akım haline geldi devrimci demokrasi, tasfiye olmuş bir güce dönüştü.

Diğer yandan Kürdistan’da önemli gelişmeler olmuştu. Bütün zor-luğuna rağmen gerilla 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişme kaydet-miş, PKK gerilla temelinde yeniden kendini örgütlemiş, 1990 başında halk serhildanlarına yol açmış, Ulusal Diriliş Devrimini gerçekleştir-miş, Güney’de federe devletçik biçiminde bir oluşumun ortaya çıkma-sına vesile olmuştu. Kürdistan’ın Kuzey’i ve Güney’i önemli bir geliş-me sürecini yaşamıştı. Bütün bunlar değerlendirilerek yeni bir strateji-nin belirlenmesi şart oldu. O koşullarda uluslar arası ve dünya koşulla-rında Türkiye devletini yıkarak, Kürt sorununu çözmenin çok gerçekçi, mümkün olmayacağı değerlendirilerek yıkma yerine, siyaset değişikli-ğine zorlama ve diyalogu, uzlaşmayı esas alan yöntemle Kürt sorununu çözmeyi ifade eden bir yeni stratejik yol belirlendi. İşte buna, Demok-ratik Siyasi Çözüm Yolu dedik. Devletin yıkılıp yeni bir çözüm dev-leti kurularak Kürt sorununu çözmek yerine, devleti siyaset değişikliği-ne zorlayıp uzlaşma yöntemiyle Kürt sorununu çözmek esas alındı. Üçüncü stratejik dönem, demokratik siyasi mücadele stratejisinin esas hedefi Kürt sorununu siyasi uzlaşma yöntemiyle çözmektir, ama bu uzlaşma neyle olacak? Siyasi mücadele hangi temelde yürütülecek, bu hiç mücadele etmemiş, mücadele gücü yaratamamış olan o pasifist, reformist örgütlerin uzlaşması, siyasi çözüm arayışı gibi kesinlikle değildir. 15 Ağustos Atılımı temelinde yürütülmüş büyük devrimci halk savaşı ve gerilla gelişimi üzerinde gerillanın güvencesi, koruyucu-luğu temelinde, yine gerektiğinde gerillanın ön açıcılığına dayanarak yürütülecek bir siyasi uzlaşma çözümüdür. Onları kesinlikle reddetmi-yor, tam tersine 20 yıl içerisinde yürütülen mücadeleyle ortaya çıkan birikimi temel alıyor, esas alıyor, o birikim üzerinde bir siyasi çözüm öngörüyor. Üçüncü Stratejik Dönem de oydu.

1 Haziran 2010 itibariyle bu demokratik siyasi çözüm stratejisinin artık başarılı olmadığı, AKP’nin Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmeye çalıştığı netleşince, stratejik değişim, siyasi çözümün bırakıla-rak, Devrimci Halk Savaşı yöntemiyle Kürt sorununun çözümünü ön-görme, temel strateji olarak belirlendi. Yeniden Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne döndük. Bu tabii ikinci dönem stratejisiyle benzerlikler arz ediyor isim olarak, içerik olarak da. Fakat tümüyle bir midir? Hayır! 2. Stratejik Dönemin Devrimci Halk Savaşı, devletçi paradigma temelin-de gelişiyordu. Devleti yıkmayı ve yeni devlet kurmayı öngörüyordu. Kürt sorununun çözümünü oraya dayandırıyordu. 4. Stratejik Dönemin

22

Page 23: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Devrimci Halk Savaşı, demokratik toplum paradigması temelinde geli-şiyor. Devleti yıkmayı değil, devleti işlevsiz kılmayı, etkisizleştirmeyi, zayıflatmayı öngörüyor. Devlet kurmayı değil, yerine Demokratik Konfederalizm’i inşa etmeyi hedefliyor. Demokratik öz yönetimi öngö-rüyor. Demokratik konfederalizmin inşası temelinde devleti zayıflatıp etkisiz kılarak, devletle demokrasi arasında TC ile KCK arasında bir tür birbirini kabullenme temelinde çözüm yaratılacak bir sonucu ortaya çıkartmayı öngörüyor. Buna Demokratik Özerklik Çözümü diyoruz işte.

Demokratik Özerklik, devlet ile demokrasinin yani demokratik kon-federalizmin KCK’nin ilişki ve çelişkilerinin belirlenmesi, bir kurala bağlanması durumudur. Bu bakımdan paradigma değişik, önüne konu-lan hedefler değişik dolayısıyla görevler de değişiktir. Evet, Devrimci Halk Savaşı uyguluyoruz, gerilla öncü rol oynuyor, ama bu savaşın başarmayı öngördüğü amaçlar farklı. Böyle bir amacı gerçekleştirmede gerillanın rolü, konumu, mevzilenişi farklıdır. Bu farklılıkları görmek temelinde tabii 2. Stratejik Dönemle kısmi benzerliklerinden söz edebi-liriz. Ama bu farklılıklar görülmezse ‘tekrar 2. Stratejik Döneme dön-dük’ denilirse o kesinlikle yanlıştır. Artık ikinci stratejik dönem aşıl-mıştır. Dünya durumu öyle değil, Türkiye durumu öyle değil, Kürdis-tan’daki durum öyle değil, 2. Stratejik Dönemin analizlerinin ifade ettiği dengelerden hiçbirisi ortada yok. Her şey çok değişik durumda-dır. O bakımdan bunları görmemiz gerekli. Kısaca işte böyle stratejik değişimler var.

‘Stratejik değişim olmuş olmamış, bizi ne ilgilendirir, ne önemi var, anlasak ne olur, anlamazsak ne olur’ diyebilir miyiz? Diyemeyiz. O zaman taktik yapamayız işte. Bir şeyler yaparız da ne yaptığımız belli olmaz. Tanımsız bir şeye döner yürüttüğümüz savaş. Neyi nereye ko-yacağız, nasıl hareket edeceğiz belli bile olmaz. Karmakarışık olur. Oradan bir sonuç çıkmaz. Günlük olarak taktik uygulamaların sonuçla-rının birleşerek zafere dönüşmesi, ancak stratejiyle gerçekleşebilir. O taktik uygulamalar bir stratejiye bağlı olursa ve bir strateji tarafından yönetilirse savaş zafere gidebilir. Yoksa sadece savaş olarak kalır. Yok eden yok edene! Birbirini vurup yok eden yaptığıyla kalır. Daha öteye gitmez. Ona da savaş denilmez.

Savaş zafer kazanmak için, bazı siyasi askeri sonuçları elde etmek için yapılıyor. Bu sadece Meşru Savunma Savaşları açısından böyle değil, aslında gasp savaşları açısından da böyledir. Hiçbir güç sadece karşısındakini yok etmek için saldırı yapmaz, savaşmaz. Oradan bir takım çıkarlar elde edecekse, bazı şeylere el koyacaksa o savaşı yapar.

23

Page 24: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Yoksa niye savaş yapsın? Evet, karşıdakini yok eder, iradesini kırar doğru ama niçin? Bazı şeyleri ele geçirmek için. Bir takım amaçları başarmak için. Amaçsız, hedefsiz savaş olmaz. Ona kör dövüşü denili-yor. Savaş olarak kesinlikle tanımlanmıyor. Zaten öyle bir çarpışma durumu da yok. Demek ki biz de savaşı eğer bazı temel sorunları çöz-mek, yüce amaçları gerçekleştirmek için yapıyorsak, o halde öyle bir başarıyı elde edebilmemiz için günlük çarpışmalarımızın bizi öyle bir başarıya götürebilmesi için, o başarıyı sağlatacak stratejik yolu doğru tespit etmemiz ve bütün taktik uygulamaları stratejik başarıya götüre-cek düzeyde geliştirmemiz gerekir. Yoksa dedim ya ortada başarı ol-maz, zafer olmaz! Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilemezsin. Taktik olarak yaptığın pratik uygulamalarda, doğru ne, yanlış ne? Onu belirleyemezsin. Zaten strateji ve taktik bilimine çok fazla vakıf ola-madığı için kimi arkadaşlar ‘ya bu partinin doğru ve yanlış ölçüleri nedir anlayamadık, bir öyle yapıyorsun doğru diyor, bir bakıyorsun yanlış diyor’ diyorlar. Bazıları sanıyor askeri olarak düşmanı çok vu-rursan doğru yapmış oluyorsun, vuramazsan yanlış! Bütün bunlar doğ-ru yaklaşımlar değildir aslında. Doğru ve yanlış ona göre olmuyor.

Taktik uygulamalarda başarı ya da başarısızlığı, doğru ya da yanlışı belirleyen şey, stratejik başarıya bağlı olup olmadığı, stratejik başarıya hizmet edip etmediğidir. Bir pratik, bir eylem, bir taktik stratejinin başarısına hizmet ediyorsa, yani ideolojik siyasi amaçların gerçekleşti-rilmesine hizmet ediyorsa orada askeri başarısızlık varsa bile stratejik olarak o doğrudur, başarılıdır. Yok hizmet etmiyorsa istediğin kadar düşman vur, onun bir başarısından söz edilemez. O vurulan düşman için harcanan emek, cephane, aslında hareket için bir kayıp olur. O nedenle de neye göre pratikleri değerlendiriyoruz; taktiğin ve tarzın doğru ve yanlışını neye göre değerlendiriyoruz?

a- Tabii ideolojik ölçülerimize göre değerlendiriyoruz, kitle çizgimizi veriyor siyasi duruşumuzu.

b- Stratejimize göre değerlendiriyoruz tabii. Yapılanların stratejiye bağlı olup olmaması, hizmet edip etmemesine göre değerlendiriyoruz. Tabii stratejiyi hiç bilmeyenler, günlük pra-tiği stratejik amaç ve yolla hiç ilişkilendirmeyenler, ondan ko-puk alanlar da sonuçlar belirlendi mi ‘bu da nereden çıktı’ di-yorlar. Şaşırıp kalıyorlar. Durumu anlayamıyorlar, çözemiyor-lar. Ondan sonra da eleştiri, özeleştiri gelişmiyor. Çünkü strate-jiyi bilmiyor, stratejik değişime göre kendini değiştirmemiş, günlük yaşamı stratejinin başarısına göre yürütmüyor. Taktiğini, tarzını buna göre geliştirmiyor, kendine göre belirliyor, başka

24

Page 25: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

şeylere göre belirliyor. Kendine göre iyi şeyler yapıyor, ama bu partiye, onun stratejik doğrultusuna uygun düşmüyor.

Parti eleştiriyor, ‘nereden çıktı bu eleştiri’ diyerek tepki gösteriyor, anlamıyor eleştiriyi. Özeleştiri yapamıyor, kendini düzeltemiyor. Stra-teji ve taktiği bilmeyen onun gereklerine göre hareket etmeyenler işte bu duruma düşerler. Biz tabii modern bir Ulusal Kurtuluş Hareketi olmaya çalıştık. Dolayısıyla modern askerliği Kürdistan’a taşıyan kuv-vet olduk. Strateji ve taktik bilimine göre hareket etmeye çalıştık.

PKK kesinlikle bu ilke üzerinde oluşan hareket oldu. Önderlik bunu yürütmeye çalıştı, ama geçen dönemde dört stratejik süreç de değiştir-dik. Fakat gerçekten zamanında bunlar ne kadar örgüt, kadro, komuta tarafından anlaşıldı, her stratejik dönem ne kadar zamanında anlaşılıp taktik uygulamalar ona göre geliştirildi, bu tartışma götürür. Hala öyle duruma ulaşamadık. 2009-2010 kışında bile 3. Stratejik Dönemi daha çok iyi anlamaya ve onu nasıl doğru bir taktikle hayata geçirmeye yö-nelmemiz gerektiğini tartıştırırken birden bire Önderlik “strateji değiş-tiriyoruz” dedi. Biz daha 3. Stratejik Dönemi anlamaya, kendimizi onunla uyumlu kılmaya çalışırken, bir baktık dördüncüye geçilmiş, üçüncü, o zaman çok karışık kaldı.

‘95’in Aralığında ikinci Güney savaşından sona bir Parti Merkez Komite Toplantısı olmuştu, ateşkes ilan edilmişti. Bir haftaya yakın ‘taktiğimiz nedir’ diye tartıştı yönetimimiz. Çözüme ulaşamadık, geril-la mı olacak, yarı hareketli savaş mı, sonunda karar kıldık: Önderliğe soralım. Yönetim karar alamıyor, görüşler muhtelif, bölünmüşlük var. Örgüt yönetimi tekmil verdi Önderliğe ‘Çok tartıştık bu konuda bir sonuca varamadık. Önderliğin görüşlerini bekliyoruz” diye. Önderlik hiçbir şey söylemedi, sanki hiç duymamış gibi. Halbuki o kadar uzun anlattı yönetimimiz. Ondan sonra görevleri koydu, görevlendirmeleri yaptı, zaten ateşkes ilan edilmişti, taktik ateşkesti. Biz hangi savaşı yapacağımızı tartışıyorduk. Taktik anlaşımız o kadardı. Taktik anlayı-şımız o olduğuna göre, stratejik anlayışımız da ondan farklı değildir. O nedenle zamanında stratejik değişiklikleri yapamadık.

‘93’te Önderlik stratejik değişim yapmaya çalıştı düşman, çeteci güç bozdu. Ama tabii iç çetecilik de ona zemin sundu. Uzun süre stra-tejik değişiklik için adım atmamıza rağmen hareketi yeni stratejiye göre eğitip örgütsel yapılanmaya ulaştıramadık. 1 Eylül ’98 Ateşke-si’yle Önderlik bunu gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Düşman Uluslar arası Komployla yine saldırdı, onu engellemeye. İmralı koşullarında onu kısmen yapmaya çalıştık, daha 2002’den itibaren yeni bir süreç Ortadoğu’da gelişti. Biz doğru dürüst üçüncü stratejik dönemin gerek-

25

Page 26: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lerine göre kendimizi yapılandıramadan, bilinçli bir taktik mücadele içerisine giremeden, aslında stratejik süreç o kadar uzun olmasına rağ-men sona erdi. Yeni bir stratejik sürecin yaşanması gündeme geldi. Şimdi 4. Stratejik Dönem için de benzer şeyler söyleniyor. Zaten, ‘an-lamadık’ kavramı en çok kullanılan kavram.

‘Stratejik değişikliği anlamadık, süreci kavramadık’ diyor arkadaş-lar. Bu daha öncesindeki stratejiyi de bilmiyoruz anlamına geliyor. O halde hareket içerisinde bilinçsiz bir biçimde yaşamak demektir bu. Madem stratejiyi bilmiyorsan, taktikleri, tarzı nasıl geliştireceksin. Bilmezsen geliştiremezsin, yaratıcı olamazsın. Amacı da gözetemezsin o durumda. Çünkü, bir amacı geliştirmede doğru olan bir stratejik yol vardır, tek bir yolla bir amaca gidilmez. Farklı stratejik yollar da vardır ama bunlar içerisinde en kestirme ve en kolay başarıya götürülecek olanın belirlenmesine, doğru stratejik belirlenme denir! Onu belirleye-mezse başka yollar çizilmeye kalkılırsa o yanlış stratejik tespit oluyor. O da mümkün mü? Tabii mümkün. Birçok örgüt strateji çizmeye çalış-tılar. PKK’nin stratejisinin yanlış olduğunu, özeleştiri verip kendisini düzeltmesi gerektiğini söyleyenler çok sayıda oldu Kürdistan’da. Hala da onda ısrar edenler var. ‘Geçmişte PKK yanlış yaptı, biz doğru yap-tık’ diyorlar. Şimdi ise ‘geçmişte doğru olsa da PKK’ninki şimdi yanlış, düzeltsin’ diyorlar. Kendileri ise kırk yıldır aynı şeyi tekrarlayıp duru-yorlar, doğru olduklarını sanıyorlar. O bir dogmatizm durumudur, ka-lıpçılık durumudur. Orada bilimsellik yok, dolayısıyla değişim yoktur. Stratejik taktik bilime göre esas hareket etme yok. Demek ki bir boyutu da değişimin stratejik ve taktik değişimler boyutu. Savaşla ilgili olduğu için daha iyi anlaşılsın diye bunları belirtmemiz gerekti.

Mevcut stratejik değişikliklerle biz neyi değiştirdik? Aslında 3. Stratejik dönemde de paradigma değişimi olmuştu. Demokratik siyasi mücadeleyle, siyasi uzlaşmayla, Kürt sorununu demokratik özerklik temelinde çözmek istiyorduk. Demokratik Konfederalizm’i inşa edecek Demokratik Özerklik çözümünü geliştirecektik. Siyasi uzlaşmayla ol-mayınca, siyasi uzlaşmayı yapacak zemini demokratik siyaseti tasfiye etmeyi amaçlayan saldırılarını AKP yürütünce gündeme ne geldi? Dev-rimci Halk Savaşıyla, Demokratik Özerklik Çözümü inşa etmek! Yani devlet artı demokrasiyi, TC artı KCK’yi, Devrimci Halk Savaşı teme-linde devleti zayıflatarak, askeri siyasi gücünü kırarak, yönetimini iş-lemez kılarak onun yerine halkın demokratik öz yönetimini geliştirip savunarak, demokratik toplum örgütlülüğünü bu temelde güçlendirerek inşa etmeyi öngördük.

26

Page 27: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Böyle bilmezsek, herkes kendine göre olursa, eskiyle değerlendirir-sek her kafadan bir ses çıkar, herkes kendine göre bir pratik yapar, sonuçları herkesin yaptığı kendine kalırsa, herkesin dağıttığı yerde kalırsa oradan başarı da doğmaz, zafer hiç doğmaz. Başarı ve zafer ancak bir stratejik planlama ve yönetim dâhilinde taktik ve tarz uygu-lamasını geliştirmekle kazanılır.

Değişimin Paradigmasal Boyutu Bütün ezilenlerin özgürlük mücadelesi tarihi açısından geçerli olan

bir seferlik paradigmal değişikliktir. Her zaman paradigma değişimi olmaz. Ama toplumlar ilerler, insanlık değişir, devletçi sistem tümden aşılırsa, demokrasi diye tanımlanan özelliklere ne kadar ihtiyaç kalır, ne kadar kalmaz bilinemez! O da tabi ki belli olmaz, tartışma konusu-dur. Çünkü değişimler bir öncekilerin de aşılmasını getirir. O durumda daha farklı paradigmalar, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadeleleri açı-sından gündeme gelebilir. Tarih içerisinde de paradigmasal değişim aslında bir kere oldu. Bin yılların özgürlük, eşitlik, adalet ilkelerini hayata geçirmek için öngörülen devletçi araç, ilk defa Önder Apo ile aşılmaya başlandı. Bu değişim nasıl gerçekleşti? Savunmada Önderlik o süreci tanımlıyor “Anahtar kavram demokratik çözüm” oldu diyor.

Sovyet sisteminin çözülüşü, Türkiye’deki gelişmelerin olmayışı or-tamında ateşkesler ilan edip siyasi çözüm arandığı bir süreçte, bu siyasi çözümün temel kavramı olarak demokratik çözüm kavramı geliştirili-yor. Devleti yıkarak yeni devlet kurma temelinde yeni çözüm olmuyor. O halde devletin daraltılması, aşılmasıyla adım adım bir çözüm gelişe-bilir. Bu da demokrasinin gelişmesi olarak değerlendiriliyor. Demokra-tik Çözüm kavramı, Önderliği demokrasiyi devletten kurtarmaya, dev-let ile demokrasi ayrımına ulaşmaya götürüyor. Bunu program olarak “devlet artı demokrasi” olarak tanımladı. Devletçi paradigmaya göre özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, adalet ilkelerinin hayata geçirilme-si, Kürt sorunun bu tür ilkeler öncülüğünde çözümü neye göre olacak-tı? Sömürgeci devletin yıkılıp yerine demokratik devletin kurulmasına göre olacaktı. Aslında devlet yine kalıyordu. Fakat var olan devlet yıkı-lıyor, yeni devlet kuruluyordu. Burada çözüm olarak ne öngörülüyordu “Senin devletin kötüdür, baskı uyguluyor. Benim devletim olacak öz-gürlük ve eşitlik getirecek, çözüm yaratacak!” deniliyordu. Önderlik bir kere demokrasi ile devletin bir ve aynı tutulmasının yanlışlığını ortaya çıkardı. O zamana kadar demokrasi bir devlet idaresi biçimi ya da devletin bir biçimi olarak algılanıyordu. Bunun yanlış, yanılgılı

27

Page 28: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

devletçi sisteme hizmet eden bilimin yarattığı temel kavram kargaşala-rından biri olduğunu ortaya koydu.

Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesiydi, bir yönetim biçi-miydi. Devlet ise bir egemenlik sistemiydi, iktidar ile bağlıydı. Yöne-tim olması onun bir boyutuydu o da esas boyutu değildi. İktidar olması, egemen olması baskı, sömürü uygulaması esas boyutuydu. Devlet gerçeği bununla tanımlanıyor. O halde yönetim maskesi altında kendini gizleyerek, baskıyı, sömürüyü, hegemonyayı egemenliği sürdürüyordu. Yüzünü ise “yönetim görevini yerine getiriyorum, bir kamu görevi toplumsal görevdir. O halde ben kutsalım toplumsal gerekliliğe aidim, toplumun ihtiyacıyım, benden vazgeçilemez” diye topluma kendisini sunmaya çalışıyordu. Önderlik, devlet ile demokrasiyi; iktidar ile yöne-timi birbirinden ayırdı. Yönetimle iktidarın aynı şey olmadığını ortaya çıkardı. İktidar kendisini yönetim kılıfı altında gizleyerek çıkar sağlı-yor, sömürüyor, talan ediyor. Oysa yönetim apayrı bir şey “iş ve rol koordinasyonu” dedi Önderlik. Baskı ve sömürüyse apayrı bir olaydı. Devlet ve demokrasi açısından da bu geçerlidir. Demokratik çözümden yola çıkılarak gelinen önemli bir aşama bu oldu.

5. Kongre’ye sunduğu politik raporda aslında paradigma değişimi-nin ilk ipuçları vardır. 5. Kongre raporunun ‘Bazı ideolojik, teorik so-runlar’ başlıklı bölümü tamamen bu konuları aydınlatmaya dönüktür. Tabi yeterli bir derinlik yok, çözüm yok. Ama bir arayış, sorgulayış var. Bazı ipuçlarını yakalama var. Daha sonra Uluslar arası Komplo koşullarındaki yoğunlaşmayla da aslında bu noktada daha somut bir çözüm ortaya çıkardı. Bir yandan Reel Sosyalizmin çözülüş nedenlerini sorgulama, diğer yandan ise Kürt sorununun çözülemeyiş nedenlerini sorgulama, Önderliği paradigma değişimine götürdü. Devletçi sistem, bir yandan özgürlük hareketini devletçi paradigmaya aşılıyor, yönlendi-riyor diğer yandan önünü kapatarak başarısını önlüyordu. Güney Kür-distan’da yaşananlar bunun en açık kanıtıydı. Uluslar arası Komplo ile PKK’nin başına gelen de bu oldu. Bir kısır döngü içerisinde Kürt hal-kının enerjisi, potansiyeli umutları kırılıyor, varlığı yok ediliyor. Adım adım kültürel soykırım gerçekleştiriliyor.

Yeni çözüm yöntemleri, çözüm araçları bulmak gerekti. İşte bu ara-yış, yoğunlaşma burada da çelişkiyi görmeye ve çözümü bulmaya gö-türdü. İki boyutlu yoğunlaşma Önderliği paradigma değişimine götür-dü. Amaçla aracın ütopya ile paradigmanın uyumlu olmadığı sonucuna götürdü. Hata nerede, yanlışlık nerede oluyor? Başarı nereden engelle-niyor? Diye çok ağır kapsamlı nedenler araştırılırken, aslında hatanın çok basit bir biçimde daha işin başında yapıldığı ortaya çıktı. O da ne-

28

Page 29: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

dir? Amaç ile aracın uyumlu olmamasıdır. Amaç ne: Özgürlük, farklı-lıklara dayalı eşitlik, adalet şeklinde belirginleşen hedefler, ilkeler. Bunları gerçekleştirmeyi öngören araç ne? Devlet! Peki devlet nedir? En dar tanımıyla baskı ve sömürü aracıdır. Peki, baskı ve sömürü ara-cıyla özgürlük ve eşitlik gerçekleşir mi? Gerçekleşmez elbette! Bir baskı ve sömürü aracıyla ancak yeni tür bir baskı ve sömürü sistemi gelişir. Sen o araçla özgürlük, eşitlik, adalet ilkelerini uygulamak ister-sen bir gün gelir amaç erir, araç hâkim hale gelir. Nitekim hep öyle oldu. Geçmişte özgürlük hareketlerinin başına hep bunlar geldi.

Paradigma değişimi burada araçla amaç uyumsuzluğunu gidererek, uyumlu kılmayı ifade ediyor. Mademki amaç-hedef özgürlük, farklılık-lara dayalı eşitlik, adalet ütopyası o halde araç da bu ütopyayı gerçek-leştirmeye uygun olmalı. Devlet buna uygun araç değildir! Tersine, bunun tersini gerçekleştirmeyi öngören bir araçtır. O halde devletle bu gerçekleşmez. Devletle sosyalizm olmaz! Devletle demokrasi bir ola-maz, gelişemez. Bu biçimde önce devletle demokrasi ayrımını geliştir-di. Ardından devletle sosyalizm ayrımını geliştirdi. Sosyalizmin özgür-lük, eşitlik ütopyasıyla devlet aracının bir olamayacağı, dolayısıyla devletçi sosyalizmin olamayacağı, dolayısıyla sosyalizmin devletle inşa edilemeyeceğini gördü. Bu noktada şunu da tespit etti Önderlik, çö-zümledi: “Senin devletin, benim devletim gibi ayrı devlet olamaz. Senin devletin kötü, baskı, sömürü uygular benim devletim iyidir, özgürlük eşitlik uygular olmaz. Devlet baştan itibaren bir bütündür. Doğuşun-dan günümüze kadar kartopu gibi büyüyüp gelişen bu gün insanlığın başında büyük bir bela haline gelen en tehlikeli araçtır” şeklinde ta-nımladı.

Önderlik devlet biçimleri arasındaki değişiklikleri sadece çıkar grupları, iktidar grupları arasındaki bir el değiştirme olarak tanımladı. Yoksa bir devrim olarak görmedi. O bakımdan geçmişte devlet yıkıp, devlet kurmaya devrim deme yaklaşımlarını da eleştirdi, aştı. Onları devrim olarak öngörmedi, bir ciddi değişiklik olarak da öngörmedi. Sadece devlet yönetiminde mekan kayması, iktidarı elde tutan güçlerin değişmesi olarak öngördü. Biri olmuş ya da öbürü fark etmiyordu! Araç değişmedikçe, uygulama değişmedikçe tabii ki iktidar el değiş-tirmiş, bunun toplum için, halk için bir faydası yoktu. Toplum veya halk açısından herhangi bir değer, anlam ifade etmiyordu. Bu bakım-dan devleti birbirinden kopuk ele alan, devlet yıkıp kurma olaylarını köklü değişimler olarak öngören yaklaşımları tarihsel olarak doğru bulmadı. Onların hepsinin yanlışlığını ortaya koydu, eleştirdi. Farklı devlet anlayışlarını eleştirdi. Özüyle hepsinin bir olduğunu ortaya koy-

29

Page 30: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

du. Diğer yandan devletle demokrasinin bir olamayacağını, devletle sosyalizmin bir olamayacağını ortaya koydu. Sosyalizmin özgürlük ve eşitlik ütopyasıyla uyumlu olacak araç olarak demokrasiyi öngördü. Aslında sadece demokrasi dememek de gerekli, demokratik toplum olarak tanımlamak en doğrusu. Çünkü, demokrasinin de toplumla bağ-lantısı var. Toplumsuz bir demokrasi tanımı doğru değildir. Toplumun kendi kendini yönetmesi biçimiyse eğer demokrasi o halde toplumla bağlıdır. Esas olan demokratik toplumdur.

Sosyalizmin de toplumla bağı vardı tabi. Özgürlük, eşitlik demokra-tik toplumla gerçekleşebilecek bir olaydı. O halde özgürlük, eşitlik, adalet ilkelerini gerçekleştirecek temel araç olarak demokratik toplu-mu, onun örgütsel biçimi olarak Demokratik Konfederalizmi öngördü. Bu sistemi de KCK adı altında tanımladı ve bir tanıma kavuşturdu. Bir sistem olarak formülasyona kavuşturdu. Demokrasi ile sosyalizmi bir-leştirdi, demokrasi ile özgürlüğü, demokrasi ile eşitliği ve adaleti bir-leştirdi. Bunlar birebir aynı şeyler değiller. Fakat özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, adalet gibi ilkelerin toplum yaşamında hayata geçmesine en çok hizmet edecek, zemin sunacak yönetim tarzının demokratik toplum yönetimi olabileceğini ifade etti ve böylece bir demokratik top-lum sistemi tanımladı. Paradigma değişimi böyle gerçekleşti. Devletçi paradigmanın amaç üzerindeki hegemonyasını kırdı. Sosyalizm üzerin-deki demokrasi üzerindeki, özgürlük eşitlik üzerindeki egemenliğini, hegemonyasını kırdı. Aracın amacı tahakküm altına almasını aştı. Amacı aracın baskısından kurtardı. Amaç-araç uyumsuzluğunu giderdi, çelişkisini çözdü. Amaçla aracı uyumlu hale getirdi. Böylece özgürlük, eşitlik, sosyalizm ideallerinin gerçekleşmesinin, başarı kazanmasının önünü açtı.

PKK böyle bir değişimle devletle iktidar gerçeğinden daha çok uzaklaşarak, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve adalet ilkelerine daha çok yaklaştı. Paradigma değişimi PKK’yi bu yönde götürdü. Böyle bir kök-lü değişimin olduğu ama bunun Önderliksel düzeyde yaşandığı, hala örgüt tarafından anlaşılmadığı, özümsenmediği bir süreçte, tasfiyecilik bu değişimi tersinden dayattı. Daha çok devlete gitme, devletçi sisteme bağlanma olarak örgüt tarafından anlaşılmasını sağlatarak Önderlik paradigma değişimi temelinde köklü bir örgütsel yenilenmeyi yaşamak isterken, eski paradigma, devletçi paradigmaya daha sıkı sarılarak dev-letçi sistem içerisine taşınıp tümüyle PKK’nin var olan özgürlükçü demokratik özünden de boşalması sağlatılmak istendi. Böyle bir dö-nemde tasfiyeciliğin gelişmesi bu bakımdan tesadüf değildi. Büyük bir ideolojik, teorik mücadele yaşandı o dönemde, sistemle Önderlik ger-

30

Page 31: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

çeği arasında. Sonuçta tasfiyeciliğin tasfiye edilmesi PKK’yi yeni bir paradigma temelinde yeniden yapılanmaya götürdü. PKK’nin yeniden inşası böyle bir ideolojik yenilenme temelinde gündeme geldi. 2001-2003 sürecini Önderlik bir boyutuyla ‘ideolojik bunalım süreci’ olarak tanımladı. PKK’nin ütopyasına uygun bir biçimde kendisini yapılandı-rıp devam ettirmesi mümkün değildi. İsim değişikliği ve sürecin farklı isimlerde devam ettirilmesi bu nedenle öngörüldü. “Madem ki PKK’nin özgürlük, eşitlik, adalet ilkesine uygun bir biçimde yürütülme-si mümkün değil, o anlamda reel sosyalizmin etkileri, devletçi para-digmanın hakimiyeti, ulus devlet ideolojisinin etkinliği varlığını sürdü-rüyor, burada bir çözümsüzlük var, ideolojik özüne, ütopyasına uygun bir biçimde parti yürümüyor o halde PKK burada durmalı” dedi Ön-derlik ve isim değişikliğini gündeme getirdi. KADEK isim değişikliği süreci biraz bu biçimde yaşandı. Daha sonra ideolojik bunalım aşıldı. Ne ile aşıldı? Paradigma değişimiyle aşıldı! İdeolojik yapılanma için-deki amaç-araç uyumsuzluğundan oluşan çelişki çözüldü. PKK amacı ve aracıyla uyumlu bir ideolojik düzey kazandı. 3. Önderliksel Doğuş bu temelde gerçekleşti. İşte o zaman Önderlik PKK’nin yeniden inşası-nı gündeme getirdi. önderliğimiz PKK’nin yeniden inşasını tasfiyecili-ğe karşı bir tedbir olarak öngördüğü gibi, aslında paradigma değişimi temelinde oluşan yeni ideolojinin örgütsel yapıya kavuşturulması PKK’yi gerektiriyordu. PKK köklü bir değişim ve dönüşümü paradig-ma değişimi temelinde yaşadı. Önceki PKK ile yeniden inşa edilen PKK’nin ideolojik-felsefik çizgisi aynı değildi. Paradigma değişiminin özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, adalet ilkelerini daha etkili uygu-lama, dolayısıyla baskı ve sömürü düzeninden PKK’nin daha fazla kopuşunu gerçekleştirme, imkan dahiline girdi.

PKK’nin 1. Önderliksel Doğuşu, ilk çıkışı sistemden kopuş olarak çıktı. Paradigma değişimi temelinde 3. Önderliksel doğuş, devletçi ve iktidarcı sistemden tümden kopuşu öngördü. Apayrı bir sistemi demok-ratik toplum sistemini geliştirmeyi ve yaratmayı sağlattı. Böylece de-mokratik sosyalizm çizgisi geliştirildi. Özgürlük, eşitlik kavramları daha anlamlı yaşanılır ve gerçekleştirilir kavramlar haline geldi. Bu kavramları harekete geçirecek temel araç bulundu. Bu, aynı zamanda devletçi sistem tarafından çözüme ulaştırılamayan Kürt sorununun çözümü açısından da en önemli araçtı.

Demokratik Konfederalizmi Önderlik sadece Kürt sorununun çö-zümü için değil, bütün devletçi sistemin ve kapitalist modernitenin yarattığı bütün sorunların çözümü için temel bir model olarak öngördü. Demokratik özerklik çözümünden kastedilen budur. Ulus-devletçiliğin

31

Page 32: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

yarattığı toplum kırımına karşı toplumu devletten kurtararak demokra-tik toplum olarak örgütleyip sorunlarını çözer, kendini özgürce yaşatır hale getirmeyi ifade ediyor. Sadece Kürt sorununun bir çözüm aracı değil, özgürlük, eşitlik, adalet sorunlarının çözümünün de aracıdır. Dolayısıyla toplumdaki bütün eşitsizliklerin, çelişkilerin çözümünde temel bir araçtır. Devletçi egemenlikle, ulus-devlet sistemiyle toplum arasındaki çelişkiyi çözmenin aracı, temel bir devrim yapmanın aracı, kadın sorununu çözmenin aracı, kadın erkek eşitsizliği arasında erkek ortamında erkek egemenliğinin aşılarak kadın özgürlüğünün sağlanma-sını yaratmanın temel aracı, sistemi olarak demokratik özerklik çözümü temel devrimci çözüm yöntemi olarak formüle edilip geliştirildi. Para-digma değişiminin çerçevesi böyledir.

Demokratik Toplum Paradigması, politik-ahlaki toplum gerçeği-nin bilince çıkarılması, örgütlendirilmesi daha fazla işlevsel kılması, siyaset adı altında devlet ve iktidar egemenliğine karşı politik toplum gerçeğinin, yargı adı altında hukukun baskı ve sömürüyü, egemenleri korumasına karşı toplumsal ahlakın, ahlaki toplumun canlandırılması ve geliştirilmesi, devlet karşısında toplumu yeniden var edilmesidir.

Ulus-devletin toplum kırımcılığına karşı demokratik toplumu yeni-den örgütleyerek var etme ve geliştirmesinin önünü açmadır. Bunun yolunu Önderliğimiz yeni paradigma ile göstermiştir. Böylece demok-ratik toplum, bütün baskı ve sömürü düzenlerinden kurtuluşun yolu haline gelmiş, ezilenlerin kurtuluş aracına dönüşmüştür.

Strateji-taktiğin örgüt çalışmasındaki önemi, PKK’deki stratejik de-ğişim ve hamleler ana hatlarıyla böylece açımlanabilir. Böyle stratejik değişim süreçlerinden biri güncelde yaşanırken PKK kadroları olarak stratejiyi anlamamız, geliştirileceğimiz taktiklerin başarısının garanti-sidir.

Bu broşürün girdiğimiz önemli sürecin anlam ve görevlerini tartış-ma konusunda faydalı olacağını umuyoruz.

32

Page 33: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

DEMOKRATİK KURTULUŞ VE ÖZGÜR YAŞAMI İNŞA HAMLESİNE GELEN SİYASAL SÜREÇ NASIL GELİŞTİ?

Yüzyıl Hamlesinin Esası Nedir? Önderliğimizin geliştirdiği demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı in-

şa hamlesinin esası sıkışma yaşayan AKP hükümetinin Önder Apo’nun yanına giderek görüşmeler başlatmasıdır. Yeni sürecin esas inisiyatif sahibi ve yönlendiricisi Önder Apo’dur. Önder Apo, AKP’nin sıkışıklı-ğını görerek Türk devletinin, AKP’nin çözüm politikası olmasa da, kabul edilebilir ve reddedemeyecekleri bir proje ortaya koyarak, onları çözüm rotasına, çözüm kulvarına koymak istiyor. Yoksa AKP’nin, devletin çözüm politikası var mı denilirse, hâlâ bir çözüm politikası vardır demek zordur. Şu ana kadarki tutumları gerçekten bir çözüm politikası olduğunu da göstermiyor. Önder Apo, AKP’nin sıkıştığını gördü ve gelip kendisiyle görüşerek bu işi siyasal mücadele alanına çekelim deyince de "buyurun, siyasal mücadele alanına çekelim, bu sorunları siyasal mücadele alanında tartışalım, sorunları orda çöze-lim" dedi. Çözüm projesini sundu ve şimdi onları o noktaya çekmeye çalışıyor. Şimdiye kadar AKP ve devlet şiddetle, zorla demokratikleş-menin önünü kapatıyordu. Demokratikleşmenin önünde baraj kurmuş-tu. Hem Türkiye'de onlarca yıllık mücadele sonucu toplumda demokra-tik mücadele eğilimi gelişmişti, hem de Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesi ile Kürt toplumu önemli demokratik bir güç haline gelmişti. Bu da devleti zorluyordu. Ama buna rağmen Türk devleti askeri güçle bastırarak bu demokratikleşmenin önünü almak istiyordu. Şimdi işte Önder Apo onların sıkıştığını görüp, AKP'nin 'siyasal mücadeleye gire-lim, bu zeminde mücadele edelim, bu zeminde sorunu çözelim' deyin-ce, daha onlar hiç bir şey yapmadan hemen projesini ortaya koydu. Ve projesini AKP'ye dayatmaktadır.

Önder APO’nun projesinin esası, özü; Türk devletini o geri, her şeyi barajlayan, antidemokratik, baskıcı, değişmeyen karakterini kırmaktır. Önderlik bu karakterlerini kırarak bir demokratik çözüm, demokratik-leşme sürecine, kulvarına sokmak istiyor, adım attırmak istiyor. böyle-ce sonuca gitmek istiyor. Türk devletini böyle bir kulvara soktuktan sonra Kürt Özgürlük Hareketi'nin birikimine ve gücüne, bölgedeki gelişmelere, Türkiye'deki halkların özgürlük, demokrasi ve barış özle-mine dayanarak Kürt sorununun makul siyasal çözümünü ve bu temel-de Türkiye ve Ortadoğu'da tarihsel, devrimsel sonuçlara yol açmak istiyor. Bu açıdan görüşme notunda söylediği Tanzimat’tan, Meşrutiye-te, çok partili siyasi hayata ve o günden bugüne yaşanan gelişmelerin

33

Page 34: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

katbekatı gerçekleşecek ve herkes özgür olacak değerlendirmesi bir propaganda değildir. Düşündüğü proje pratikleşirse, Türk devletini, AKP'yi bu sistemin içine sokabilirse oluşacak sonuçlardan söz etmek-tedir. Şimdiye kadar yansıyanlardan anlaşıldığına göre üç aşamalı bir proje sunmuştur.

Birinci aşama temel ilkelerde anlaşılırsa geri çekilmenin hedef-lenmesidir.

Eğer taraflar temel ilkelerde, ana ilkelerde anlaşırlarsa geriye çekil-me hedeflenecek. Birinci aşama, ateşkesle birlikte devletin mecliste karar alması, komisyonlar kurması ve geri çekilmenin zemininin hazır-lanmasıdır. Komisyonlar geri çekilmenin sağlıklı ve güvenli olmasını sağlayacaktır. Geri çekilen yerlerde korucuların, JİTEM’in ya da başka güçlerin halk üzerinde baskı yapmasını önleyecek tedbirler alacaktır. Önderlik geri çekilmeyi Meclis kararı ve siyasetten bağımsız oluşacak bir komisyonla sağlamaya çalışıyor. Meclis kararı ve komisyonuyla sivil komisyonu ayrı görüyor. Sivil komisyonun Meclisten ve siyaset-ten bağımsız olmasını istiyor.

İkinci aşama, silahlı güçlerin geriye çekildiği, anayasal ve yasal adımların da atılmasıdır.

İkinci aşamanın sonu aynı zamanda yasal ve anayasal değişiklikle-rin tamamlanması oluyor. Sonbaharda anayasanın yapılmasının, net-leşmesini hedefliyor. Anayasal ve yasal değişiklikler derken vatandaş-lık tanımı, yerel yönetimler ve özerklik şartının anayasa ve yasalarda yer alması, yerellerin ekonomik, kültürel ve siyasal özerkliğinin tanın-masını anlamak gerekir. Hatta önemli konularda yerellerin referandum-la kendileriyle ilgili kararları vermesi de bu değişikliklerin bir parçası olarak düşünmektedir. Kuşkusuz başka özgür ve demokratik yaşamı ilgilendiren yasal ve anayasal değişiklikler de ikinci aşama içinde ger-çekleşecektir. Özcesi Kürtlerin, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamının sağlandığı anayasal ve yasal değişikliklerin olduğu süreç ikinci aşama oluyor. Bu aşamada şimdiye kadar gerçekleşen katliam, soykırım ve cinayetlerin de araştırılmasını içermektedir. Kuşkusuz bu aşama demokrasi güçleriyle birlikte yürütülen ve demokrasi güçlerinin kararlarıyla şekillenen bir süreç olarak öngörülmektedir.

Üçüncü aşama normalleşme aşamasıdır. Anlaşılıyor ki normalleşme ikinci aşama tamamlanıp Kürtlerin öz-

gür ve demokratik yaşamının güvenceye alındığı anlaşıldıktan sonra gerçekleşecek aşamadır. Bu aşama ancak ikinci aşama sonrasında gün-deme gelecek ve tartışılacak aşamadır. Yani anayasal ve yasal adımla-rın Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak, Kürtler kendi

34

Page 35: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kimlikleriyle özgürce örgütlenecekler, ifade edecekler, Kürt özgür ve demokratik yaşamına kesinlikle hiçbir müdahale olmayacak. Üçüncü aşama bundan sonra gelecek aşamadır. Görüşme notlarından üçüncü aşamanın da böyle öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Kuşkusuz AKP'nin yaklaşımına karşı güvensizlikler bulunmaktadır. Kürt toplumu da de-mokrasi güçleri de bazı kaygılar taşımaktadır. AKP’nin şu anda bir çözüm yaklaşımı var mı denilirse, net bir şey söylenemez. Çünkü biz AKP’nin çözüm politikası olduğuna inanarak veya çözüm politikası olduğunu düşünerek bu işin içine girmiyoruz. Demokratik siyaset süre-cine sokarak AKP’yi ve devleti bir çözüme zorlayacağımızı düşünüyo-ruz. En azında savaş kadar bu alanda da AKP’yi ve devleti çözüme zorlayacak potansiyel mücadele gücüne, hem Kürdistan'da hem de Türkiye'de sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Onun için Önderlik böyle bir süreci başlattı. Biz de bu nedenle bu süreci destekliyoruz. Sürecin karakterini böyle anlamak daha doğrudur.

Önder Apo hem tarih içinde oluşan bu gerçeğe dayanarak hem de

ortaya çıkmış demokrasi güçlerinin gücünü görerek demokratik çözüm ve demokratikleşme hamlesi yapmıştır. Silahların susturulması, silahlı güçlerin geri çekilmesi temelinde Türkiye’yi bir demokratikleşme kul-varına sokarak Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’yi dönüşü olmayan bir demokratikleşme gerçeğine ulaştırmaya çalışmaktadır. Önder Apo’nun demokratikleşme hamlesinin tarihsel ve güncel neden-lerini, dayanaklarını böyle ifade etmek gerekir.

Bu anlamıyla da Önder APO’nun tarihi Amed Newroz’undaki me-sajı ardından Özgürlük Hareketi tarafından ateşkes ilan edilerek, Önder APO’nun yürüttüğü görüşmeler çerçevesinde gerillanın geri çekilme kararı alınmış ve uygulamaya konulmuştur. Tabi geçmişte de ateşkesler ilan edildi, geri çekilme oldu. 1999'da da geri çekilme yaşandı. Şimdi bu defaki geri çekilme ve ateşkes konusu, geçmiş dönemlerden farklı-dır. Aslında 1999'da geri çekilerek Türk devletini bir çözüme zorlama amaçlandı. Yoksa Türk devleti ile bir tartışma sonucu gerçekleşen bir durum değildi. Aksine Türk devletini bir çözüm sürecine sokmaya, çözüm ortamını sağlamaya yönelikti. Sonraki ateşkesler daha çok hare-ketin güçlü olduğumu dönemlerde gerçekleşti. Ateşkesler de esas ola-rak çözüm ortamını hazırlamayla, devleti ve toplumu çözüm zeminine çekmekle ilgiliydi. Ama bu defaki geri çekilme ve 23 Mart'ta gerçek-leştirilen ateşkes, çözüm ortamını hazırlamak için değil, bir çözüm projesinin parçası olarak ilan edildi. Ve gerilla da bir projenin parçası olarak geri çekiliyor. Bu da Türk devleti ile yapılan tartışmaların sonu-

35

Page 36: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

cunda ortaya çıkan bir ateşkestir. Yani tek taraflı değil. Ya da işte 'bir ateşkes yapalım, ortamı çözüm için hazırlayalım' yaklaşımı ile ateşkes yapılmamıştır. Ya da geri çekilme, 'geri çekilelim, çözüm ortamını hazırlayalım' anlayışıyla gündeme gelmemiştir. Kuşkusuz doğal olarak içinde bu da var. Ama esas olarak bütünlüklü bir çözüm projesinin parçası olarak ateşkes ilan edilmiş ve geri çekilme gündeme gelmiştir. Şimdi görüyoruz ki, AKP buna hazır değil. AKP böyle bir proje teme-linde ateşkese hazır değil, böyle bir proje temelinde geri çekilmeye de hazır olmadığı görülüyor.

İnisiyatif Önder Apo'nun, Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi'nin elindedir.

Böyle bir proje çerçevesinde ateşkes ilan edildi. Öncesinde esir as-kerleri serbest bırakıldı. Bunlar çok ciddi adımlardır. Tabi bu tek taraflı değil, bir çözüm projesi temelinde gerçekleşiyor. Ve adımların iki ta-raflı olması gerekiyor. Çünkü sorun iki taraflıdır.

Hareketimiz İmralı’da Önder Apo'nun yürüttüğü çalışmaları sahip-lenmektedir. Önder Apo'nun ortaya çıkartacağı bütün sonuçları, geliş-meleri değerlendirecek ve esas alacaktır. Önder Apo defalarca, son olarak da BDP’lilerle yapılan görüşmede şunu söyledi; “şimdiye ka-dar benim yaptığım hazırlıktı, asıl mücadele bundan sonra başlı-yor, başlangıcı yeni yapıyoruz” dedi. Bunu şunun için söyledi; önem-li bir güce ulaştık, paradigmayı yeni şekillendirdik. İdeolojik, politik, teorik, psikolojik ve toplumsal destek olarak her şeyi şimdi tam hazır-lamış durumdayız; buna dayanarak, bundan sonraki mücadelemizi öz-gürlük ve demokrasi mücadelesini daha da etkili geliştireceğiz, demek-tedir. Sadece Kürdistan’ı değil, Türkiye’yi de değiştireceğiz, bölgeyi de değiştireceğiz, dünyada da özgürlükler ve demokrasiler açısından örnek bir ülke ve Ortadoğu yaratacağız. Hareketimiz bu iddiadadır. Bu açıdan silahlı mücadelenin ya da gerillanın geriye çekilmesi, ateşkes yapması mücadelenin durdurulması değil, daha etkili biçimde yeni koşullarda, yeni yöntemlerle sürdürülmesidir. Bu böyle anlaşılmalıdır.

Onunla birlikte bu direnişi Türkiye'ye yaymak, Türkiye demokrasi hareketinin örgütlendirilmesi ve geliştirilmesini buna paralel önemli bir çalışma olarak görüp yürütmek önem kazanmaktadır. Kürdistan'daki demokratik özerklik çözümünü öngören topyekun direnişi Türkiye demokrasi mücadelesi haline getirerek Türkiye halkına, gençlerine, kadınlarına, emekçilerine ve Türkiye toplumuna mal etmek, kalıcı so-nuca ulaşmak ve başarılı olmak için gereklidir. Dolayısıyla başarı ke-sinlikle böyle bir strateji temelinde hareket etmeyi, taktikler, yöntem-ler, politikalar geliştirip uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Gerilla dire-

36

Page 37: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

nişi kadar demokratik siyasete, halkın demokratik eylemliliğine önem vermek, serhildan kadar propaganda çalışmasına değer biçip ideolojik mücadeleyi ve propaganda çalışmasını iç içe etkili bir biçimde gelişti-rebilmek başarı için olmazsa olmaz kabilinden çalışmalardır.

Mücadele bu bakımdan bizim açımızdan yeni başlıyor. Yeni bir aşamaya giren mücadelemizi anlamak için siyasal sürecin

nasıl ilerlediğini ve nasıl bu aşamaya geldiğini çözümlemek bir ihtiyaç-tır.

Siyasal Sürecin Tarihsel Temeli Nedir? Kürt sorunun çözümünde yeni bir aşamaya girdiğimiz bu günlerde

tarihi ve kader belirleyen bir süreçten geçtiğimiz bilinmektedir. Kapita-list modernitenin iflasıyla merkezi uygarlık güçlerinin dayandığı eski sistemde sarsıntı ve çatırdamalar her geçen gün kendini daha fazla gös-termektedir. Kapitalist modernitenin içine girdiği bu kaotik durumda suni dengeler yıkılırken, yeni denge, ilişki ve çelişkilerini Ortadoğu somutunda tüm yakıcılığıyla görmekteyiz. Hegemonik güçler bütün müdahale, BOP ve kaos politikalarına rağmen, yeni düzen kuramadılar. Ortadoğu coğrafyası yepyeni dengelere ve sistem – rejim değişikliğine açık durumdadır.

İçinde bulunduğumuz bu tarihsel sürece küresel, bölgesel ve top-lumsal tüm güçler müdahil olmak istemektedir. Ortadoğu’nun yeni yapılanmasında Kürtler anahtar konumunda olup, bölgenin kaderini olumlu veya olumsuz anlamda belirleyecek pozisyondadırlar. Merkezi hegemon güçler, yeni arayışlar temelinde yeni denge ve dizaynlarla ömrünü uzatma çabası için olsalar da, demokratik modernitenin unsur-ları olma iddia ve iradesini gösterenler de bu kaotik ortamda halkların lehine bir ve mücadele içinde olduklarımı biliyoruz.

Son yirmi yıldır Ortadoğu'da yaşananları hemen hemen herkes Üçüncü Dünya Savaşı olarak değerlendirmektedir. Bir ‘Dünya Savaşı’ düzeyinde olan mücadelenin 2012 yılında odaklandığı, kilitlendiği alan Suriye’dir. Bu realite 2013 yılı itibariyle de devam ediyor. O nedenle bölgesel düzeyde olduğu kadar küresel düzeyde de hemen herkes poli-tik duruşunu, yürüttüğü mücadeleleri, yeni sürece ilişkin politikalarının neler olması gerektiğini tespit ederken birinci planda Suriye mücadele-sindeki kendi yerine, konumuna, o mücadeleye katılım düzeyine ve sonuç alma gerçeğine bakmaktadır.

Suriye üzerinde 2012 yılı mücadelesinin ortaya çıkardığı, daha da somutlaştırdığı bazı temel hususları şöyle belirtmek mümkündür: Suri-ye üzerinde yaşanan mücadele bir küresel mücadeledir. Aslında bölge-

37

Page 38: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

sel ve yerel karakterinden daha çok bu mücadelenin küresel karakteri öndedir. Eskinin aynısı olmasa bile bir kere daha Doğu ve Batı çatış-ması diyebileceğimiz bir çelişki ve çatışma durumu Suriye üzerinde 2012 yılında yaşanan mücadeleyle ortaya çıktı. Kendi aralarında farklı-lıklar olsa da, ABD ve Avrupa’nın genel olarak birlikte Suriye’yi daha çok kendi çıkarlarına hizmet eden bir yapıya kavuşturma, bu temelde Ortadoğu'yu Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde denetim altına alma yaklaşımına karşı, Rusya ve Çin’in itirazlarını, mücadelelerini 2012 yılında çok daha açık ve somut bir biçimde ortaya koydukları görül-müştür. Rusya Suriye üzerinden Akdeniz’deki siyasi ve askeri varlığı-nı, dolayısıyla çıkarlarını korumakta kararlı olduğunu ortaya koyduğu gibi, Ortadoğu'yu son yıllarda en büyük pazarı haline getiren Çin’in de bu pazarı kaybetmek istemediği, pazarı elde tutmak üzere mücadele etme, direnme çabası ve yaklaşımı içinde olduğu net bir biçimde anla-şılmıştır. Aslında siyasi ve askeri çatışmaların arkasında böyle bir eko-nomik, ticari, çıkar çatışması vardır. Batıyla Doğu sermaye güçleri çatışıyor da denilebilir.

ABD ve Avrupa Birliği, politikalarını biraz daha netleştirmeye, so-mutlaştırmaya çalıştıkları gibi, Rusya kendi çıkarlarını korumakta ka-rarlı olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. Benzer bir yaklaşım Çin tarafından da görüldü. Ortadoğu'nun diğer alanlarında yaşanan mücade-lelerde, Irak ve Afganistan’dan başlayıp Tunus’tan Mısır’a kadar geli-şen olaylarda böyle bir durum ortaya çıkmamıştı. En azından bu dü-zeyde görülmemişti. Suriye üzerindeki mücadele diğer alanlardaki mücadelelerden bu bakımdan farklılık arz ediyor ve ilk oluyor. ‘Nasıl olsa Afganistan’da savaş oldu, Irak'ta da oldu; Tunus’ta isyan başladı Mısır’a, Libya’ya kadar yayıldı, savaş haline geldi, Suriye de bunların bir benzeridir, aynı şeyler oluyor’ demek çok yuvarlak ve genellemeci, dolayısıyla somutu yeterince ifade etmeyen, ayrıntıları görmeyen bir bakış açısı olur. Evet, onlarla bağı var, bir devamı halinde Suriye mü-cadelesi yaşanıyor, ama Suriye’deki mücadelenin kendine has özellik-leri ve ayrıntıları var, bunları da görmek gerekiyor. Bunları görerek o mücadeleyi anlamak, sonuçlar çıkartmak, yaklaşmak şarttır. Bu bakım-dan genel süreçle bağı kadar Suriye mücadelesinin kendine has özellik-lerini ve özgünlüklerini de görmek, anlamak, onların derslerini çıkart-mak da önemlidir.

2012 yılında çok yoğun olmayan, düşük yoğunluklu bir çatışma üzerinde yoğun bir hazırlık ve diplomatik mücadeleyi sürdüren bir durum söz konusuydu. Bu anlamda Suriye üzerinde yoğun bir mücade-le, ideolojik, siyasi ve askeri boyutlarıyla yaşandı, ama askeri düzey

38

Page 39: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

düşük yoğunluklu kaldı. Daha ağırlıklı olan siyasi ve diplomatik dü-zeydi. Bu ikili ilişkilerde olduğu kadar, BM’de, Güvenlik Konseylerin-de yaşanan tartışmalarda da net bir biçimde görüldü. Bu durum tarafla-rın politik duruşlarını belli ölçüde somutlaştırdı, netleştirdi. Tam bir sonuca gitmedi, ama şimdi küresel düzeyde politika yürüten güçler kendi politikalarını daha çok somutlaştırmış, birbirlerinin politikalarını daha fazla anlar hale gelmiş durumdalar. Henüz politik bir somutluk ortaya çıkmadığı gibi, yürütülen diplomatik çalışmalar bir uzlaşmayla sonuçlanmış olmaktan uzaktır. Sert çatışmaya dönüşme durumuna gelme konumu da şimdilik görülmüyor. Siyasi-diplomatik mücadele hem ikili görüşmeler düzeyinde hem de Birleşmiş Milletler düzeyinde bütün hızıyla ve yoğunluğuyla devam ediyor.

Eğer mevcut siyasal görüşmelerden yakın zamanda bir sonuç çık-mazsa 2013 yılı Suriye üzerindeki küresel mücadele açısından 2012 yılından farklılıklar arz edeceği benziyor. Daha şimdiden Filistin-İsrail çatışmasından Irak gerginliğine, Türkiye'deki silahlanmaya, patriot füzeleri yerleştirmeye kadar ortaya çıkan olaylar, hızlanan diplomasi trafiği Suriye üzerinde mücadelenin küresel düzeyde, 2013 yılında daha yoğun bir biçimde yürütüleceğini gösteriyor. Bunu da temel bir tespit, 2012 yılından farklı bir durum olarak ele almak lazım. Yoksa eskinin aynı biçimde devam edeceğini değerlendirmek gerçekçi olmaz ve bu yönlü politikalar da sonuç vermez.

Böyle bir hesaplaşmadan da herkes korkuyor, çekiniyor. Çünkü so-nucu kestirilemiyor. Böyle bir askeri çatışmaya yöneldiğinde, onu gün-deme getiren gücün sonuç alıp alamayacağı, başarılı olup olamayacağı belli değildir. Başarısız kalma ihtimali de çoktur. Bu da bütün küresel güçleri savaşı derinleştirme konusunda daha ihtiyatlı, dikkatli davran-maya yöneltiyor, götürüyor. Dolayısıyla 2013 başında da Suriye üze-rindeki mücadelenin dış askeri müdahalelerle büyük bir savaşa dönüş-me olasılığından çok, siyasi ve diplomatik mücadeleyle sonuç alma yönünün, yönteminin ağırlıkta olduğu, tarafların bir uzlaşma yaratarak çıkarlarını siyasi çözümde temsil etmeye çaba harcadıkları görülecek-tir. Bu da daha karmaşık, çok yönlü bir mücadele süreci yaşanacağını gösteriyor. En azından bir müddet daha bu yönlü çekişme ve çatışmalar sürecektir. Küresel güçler birbirlerinin iradelerini kırmayı öngören düzeyde savaş yapmaktan korkuyor ve çekiniyorlar, ama kendi arala-rında bir uzlaşma da kolay yaratamıyorlar. Diğer yandan buna bağlı olarak mevcut Suriye yönetimine, Esad yönetimine alternatif bir yöne-tim düzeyi ortaya çıkartılmış değildir. Bölgesel ve yerel güçlerin de çok dağınık, parçalı olması, yeni bir yönetim alternatifi haline geleme-

39

Page 40: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

me durumunu yaşatıyor. Aslında küresel düzeydeki çatışmada sonuca gitmemenin önemli bir boyutu da budur. Halihazırda küresel mücadele yürüten güçler kendilerinin çıkarlarını ifade edecek bir alternatif yöne-tim düzeyinin gelişmiş olduğunu göremiyorlar. Öte yandan Suriye içindeki kimi muhalif güçlerin durumu uluslararası güçleri kaygılandı-rıyor. Bu durum da Suriye üzerindeki politikaların netleşmesinde ge-cikmeler yaratmaktadır.

2012’de yaşanan mücadele içinde Rusya ve Çin, politikalarını biraz somutlaştırdılar. ‘Esad yönetimi değişebilir, ama bu çatışmayla olma-malı ve herkesin çıkarlarını da gözetmeli’ noktasına geldiler. ABD ise bu konuda çok daha ağır baskı altındadır. ABD üzerinde baskı yapan güç odakları içinde Türkiye var, İsrail var, Arap Birliği var. Bunların çıkarları da her zaman uyuşmuyor. Ancak ABD hiçbirini yok sayamı-yor, görmezden gelemiyor. Bu güçlerin uzlaşamaması ABD'nin de henüz bir alternatif gücün, yeni yönetimin nasıl olması gerektiği konu-sunda karara varamamış olduğunu da gösterir. Bu anlamda bölgesel güçler arasında Suriye üzerindeki mücadele küresel mücadeleden az değildir. Dış görünüş, sanki bölgesel düzeyde ikiye bölünmüş durum arz ediyor. Bir taraf İran, diğer taraf Türkiye cephesi. Düz ve genel bakıldığında Sünni-Şii çatışması, kutuplaşması da denilebilir. Hatta bölgesel mücadele ve kutuplaşma daha da derin gözüküyor. ABD, Av-rupa cephesinde yer alan, onlarla müttefik konumda bulunan bölgesel güçler kendi içlerinde çok daha çelişkililer. Suriye üzerinde mücadele İran-Türkiye arasında sürdüğünden daha çok ABD-Avrupa müttefikle-rinin kendi aralarında, özellikle Türkiye, İsrail ve Arap Birliği arasında da sürmektedir.

Türkiye kendi çıkarlarını temsil edecek bir gücün Suriye'de iktidara gelmesini istedi. Suriye savaşını en çok kışkırtan, provoke eden güç konumunda oldu. Avrupa’yı, ABD'yi, hatta Rusya ve Çin’i Suriye'ye dönük savaşa teşvik etti, etmeye çalıştı. Esad yönetimine karşıt güçle-rin bayraktarlığına oynadı. Sözde Suriye'de yönetime en çok karşıt olan, dolayısıyla kendisini diktatörlük karşıtı gibi göstermeye çalışsa da bu duruşu kimseyi inandırmadı. Söylediği gibi esasında yönetim karşıtı değildi. Türkiye'nin bütün çabası, ‘bu süreç uzamadan ve Suriye'deki mevcut yönetim parçalanmadan Esad yönetimi gitsin, yerine aynı sis-temi sürdürecek başka bir yönetim gelsin’ yönündeydi. Çünkü sistem parçalanırsa Kürt iradesi, Kürt statüsü ortaya çıkar; Batı Kürdistan'da yeni bir Kürt iradesi gelişir, bu da Türkiye'nin yürüttüğü Kürt inkarı ve imhası politikasının tümüyle yıkımı, ölümü olurdu. Kürt inkarı ve im-

40

Page 41: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

hası politikasını sürdürme, kültürel soykırım stratejisini sonuca götür-me zihniyeti Türkiye'yi böyle bir politika izlemeye yöneltti.

İkincisi, ilişkide olduğu İxvan-ı Müslimin ve benzeri siyasal İslamcı gruplarla Suriye'de yeni iktidar oluşumunu sağlayarak Suriye üzerinden Ortadoğu'ya, Arap alemine açılmak istedi. Araplar üzerindeki etkisini Suriye savaşı üzerinden geliştirmeye çalıştı. ABD'nin Irak’a müdahale sürecinde bu fırsatı değerlendiremediğini düşündüğünden, ‘Libya sava-şını kullanarak böyle bir düzeye ulaşabilir miyim’ diye bir çaba harca-dı. Ama Libya Türkiye'nin Arap alemine açılması, ele geçirmesi açı-sından adım atılacak bir ülke pozisyonunda değildi. Eğer yapabilirse Suriye Türkiye'ye bu şansı verebilirdi. T.Erdoğan’a yeni Sultan Selim olma şansı doğuyordu. 16. yüzyılın başında yaşanana benzer bir biçim-de ‘Suriye'de etkinlik kurarak, Suriye'de savaşı kazanarak bütün Ara-bistan’ı ele geçirebilir miyim’ hesabı yaptı. Ancak Türkiye'nin iki he-sabı da tutmadı. Buna bir boyutuyla İran ve Şii toplumu muhalefet etti, diğer boyutuyla Kürtler, halklar muhalefet ettiler. Zaten Suriye Alevile-ri şiddetli karşı koyuş içindeler. Tüm bu güçler artık 16. yüzyılda oldu-ğu gibi yeni bir Osmanlı hegemonyası altına girmek istemiyorlar. Bu anlamda genel olarak Araplar da Türkiye'nin bu politikasına muhalefet ettiler.

Türkiye'nin bu yönlü politikasına İsrail de muhalefet etti. Türki-ye'nin bu politikası İsrail’in güvenlik çıkarları açısından da uygun gö-rülmedi. İsrail, bütün Ortadoğu'da etkisini arttırmış Sünni siyasal İslam eksenli Türkiye'yi kendi güvenliği açısından tehlikeli buluyor. Bu çer-çevede Şam’da Esad yönetiminin yerine aşırı dinci bir yönetimin gel-mesini kendi güvenliği açısından Baas yönetiminden daha tehlikeli görüyor. Lübnan Hıristiyanları ve arkasındaki güçler de bu yönlü bir Suriye konusunda kaygılıdırlar. Bu bakımdan Türkiye'nin çabaları en çok da kendisiyle müttefik gibi görünen güçler tarafından reddedildi, boşa çıkartıldı. Tabii karşıt güçler de direndiler. Sonuçta bir yandan İsrail’in yaklaşımları, diğer yandan Arap Birliğinin politik duruşu Tür-kiye'nin bu politik amaçlarıyla çatışmaya girdi. Bütün bu güçler ABD ve Avrupa Birliği politikaları üzerinde etkilidirler. Bu nedenle Batı sistemi denen kapitalist modernite güçleri Suriye'de nasıl bir sistem geliştirecekleri konusunda hala anlaşmış, uzlaşmış değiller. Kendi için-de çekişme ve çatışma içindeler. Onun için mücadelede sonuca gide-miyorlar. Süreci ve mücadeleyi uzatan önemli etkenlerden biri de bu gerçekliktir.

Böyle bir durumu gördüğü için Suriye yönetimi de dışta Rusya ve Çin’in tutumuna dayanarak, bölgede de İran, Irak ve Hizbullah’tan güç

41

Page 42: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

alarak, Şii Bloğu’na dayanarak kendi direncini daha çok geliştirdi. 2012 başındaki o zorlanma durumunu yıl boyu yaşanan savaş içerisin-de belli düzeyde aştı. Bu durum karşıtlarını bastırdığı, hakim olduğu anlamına gelmiyor. Günbegün eriyor, ama bazılarının hesap ettiği gibi bir anda yıkılacak konumu da belli oranda aştı. Gidişinin sürece yayıla-cağı anlaşılmaktadır. Bu durum Suriye içindeki hesaplaşmayı çok daha karmaşık hale getirmiş bulunmaktadır. Muhalefet denen gücün kendi içindeki çelişki ve çatışmaları en az iktidar muhalefet-çatışması kadar yoğun sürmektedir. Yine Kürdistan örneğinde görüldüğü gibi halkların, demokratik güçlerin mücadelesi ve yeni Suriye içinde yer alma çabaları da önemli boyutlara ulaşmış bulunmaktadır.

Mısır ve Tunus örneklerinin ortaya koyduğu gibi öne çıkan siyasi güçler elit İslami akımlar olmakla birlikte mevcut ulus-devlet diktatör-lüklerine karşı mücadele eden, direnen kesimlerin içerisinde çok farklı siyasi-ideolojik eğilimler bulunmaktadır. Şimdi aynı eğilimler hala devrimi sürdürüyorlar. Diktatörlükleri yıkan, devrimin ortaya çıkardığı İslami yönetimlere karşı da ikinci devrim denen bir süreci yürütüyorlar. Yani öyle tek boyutlu, bütünlüklü bir muhalefet yok. Sanıldığı gibi Arap toplumları bilinçsiz, örgütsüz bir kitle de değil. Yıllarca Filistin mücadelesi etrafında Arapların sorunlarına ve politik mücadelelere ilgileri olan bir topluluktur. Öte yandan Mısır ve Tunus örnekleri göste-riyor ki ulus-devlet milliyetçilikleri, demokratik toplumu eritme, tasfi-ye etme yönünde bazı gelişmeler sağlamış olsalar da Arap aleminde hala politik-ahlaki toplum değerleri varlığını sürdürmektedir. Önemli bir güç olarak demokratik toplum yaşıyor, direniyor. Varlığını ve ör-gütlülüğünü koruyor, sürdürüyor. Bu anlamda bir Arap toplumsallığı yaşayan bir olgu olarak vardır. Ulus-devlet toplum kırımı Arap dünya-sında Türkiye ve İran’daki kadar sonuç almış değildir. Böyle olunca Suriye içindeki mücadelenin çok yönlü ve çok karmaşık geçeceği anla-şılmaktadır.

Suriye üzerinde mücadele yürüten güçler büyük çoğunlukla mevcut Esad yönetiminin değişmesinde hemfikirdir. Bu yönetimle işbirliği içinde olan, destek veren güçler bile yönetimin kalıcı olmadığını düşü-nüyorlar. Örneğin Rusya, Çin ve İran politikaları 2012 yılında böyle bir yaklaşım içinde olduğunu gösterdiler. Hiçbirisi Esad yönetiminin oldu-ğu gibi devam etmesini, savunamıyor. Fakat değişim yöntemi bakımın-dan, içeriği bakımından farklı görüşleri bulunmaktadır. Kendi çıkarla-rını sağlayacak, temsil edecek bir yapılanma istiyorlar. Mevcut haliyle 2012 yılında yaşanan mücadele sonucunda Suriye'de eski sistem önem-li ölçüde parçalanmış durumdadır. Ancak yıkılıp aşılarak yerine yeni

42

Page 43: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

sistem inşası da ortaya çıkmadı. Henüz sistemi yıkma ve yenisinin ne olacağını arama süreci yaşanıyor. Fakat yaklaşık iki yıldır yaşanan mücadele sonucunda da eski o ulus-devletçi merkezi sistemin önemli oranda parçalandığı, kırıldığı, yeni birçok gücün ortaya çıktığı açıktır. Şimdi karmaşık, çok farklı yönetimlerin birlikte ve iç içe bulunduğu bir Suriye gerçeği söz konusudur. Mevcut rejimin belli düzeyde hakimiyeti olduğu gibi, Suriye'nin değişik alanlarında farklı yönetim güçleri de ortaya çıkmış durumdadır.

Bunlar içerisinde en çok da Batı Kürdistan'da Kürt halkının geliş-tirmeye çalıştığı demokratik toplum yönetimi, demokratik özerklik yönetimi öne çıkmış bulunmaktadır. Fakat farklı halk kesimleri ve de-ğişik yörelerdeki farklı eğilimler kendi yönetim güçlerini, siyasi ve askeri güçlerini ortaya çıkartmış durumdalar, daha çok geliştirmeye de çalışıyorlar.

Yeni sistem arayışları pratikte farklı alanlarda, farklı ideolojik-politik yapılarda yoğun biçimde sürmektedir. Bu belli bir ideolojik, politik mücadele kadar silahlı, askeri çatışmaya da yol açmaktadır. Eskiye dönüş artık mümkün değildir. Sadece Esad yönetiminin devam etmesi artık imkânsız hale gelmiş değil; ondan öte Suriye’de geçen kırk-elli yılda olduğu gibi merkezi ulus-devlet sistemini yeniden kur-mak ve sürdürmek de mümkün değildir. Yeni Suriye birçok toplumsal gücün etkinliğinin olacağı biçimde yapılanmak zorundadır. Ancak sis-teme karşı mücadele hala devam etmektedir. Eski sistemin hangi dü-zeyde parçalanacağı da henüz belli değildir. Belki daha da kapsamlı parçalanacak, parçalanma derinleşecek, dolayısıyla yeniden yapılanma güçleri çok daha farklı biçimde ortaya çıkacaktır. Bu da yeni Suriye'nin çok daha farklı siyasi özellikler taşıyacağı anlamına gelir.

Küresel güçler yaşadıkları ilişki ve çatışma nedeniyle yeni politika-lar geliştirmek zorunda kalıyorlar, yeni güçlerle ilişkilere açık duruyor-lar. Ortadoğu'nun karmaşık yapısı ve ilişkileri onları böyle bir politik duruş içinde olmaya zorluyor. Bu hem Rusya-Çin için geçerli hem de ABD-AB açısından geçerlidir. ABD bile politika oluştururken birçok gücün dayatması karşısında kalıyor ve kendisini hepsine göre ayarlıyor. Bu konuda bir ortaklık ve birlik yoktur. Dolayısıyla tek başına ve rahat-lıkla oluşturulmuş bir ABD politikası yoktur. Müttefiklerinin bölgesel ve iç düzeydeki çatışmaları ABD'yi daha dikkatli politikalar izleme zorunda bırakıyor. Bu da giderek Suriye'nin halk güçlerini, demokratik siyasi güçlerini daha gerçekçi görmeye, değerlendirmeye, onları da dikkate alan bir yeni Suriye arayışına yöneltmeye götürüyor. Bu ba-kımdan küresel güçlerin hemen hepsi Suriye’de artık eski güçlerin etki-

43

Page 44: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

leri olmayacağında hemfikirdirler. Bu anlamda yeni ve daha demokra-tik bir Suriye'yi kabul etmek zorundalar. Bunun için bu yönlü yeni politikalar üretme yaklaşımı içindeler. Bu da Suriye'yi Şam’dan yöneti-len tek bir ulus-devlet merkezi olarak görmenin aşılmasını ifade ediyor. Suriye'nin çeşitli dinamiklerini, halk güçlerini, etnik güçleri Araplar kadar Kürtler, Dürziler, Süryaniler, Ermeniler benzeri halk gruplarını, yönetimde olan Aleviler kadar, Sünnileri, Hıristiyanları, diğer etnik dinsel grupları dikkate almayı gerektiriyor. Bu anlamda daha geniş bir politikaya yönelmek durumunda kalıyorlar. Bu da Suriye'deki bütün güçlerin etnik, dini grupların politika yapma imkanı bulmaları anlamı-na geliyor. Dolayısıyla kendi güçlerini örgütleyip yeni sistemde yer alma hakkı ve fırsatını yakalamış durumdadırlar.

Siyasal Bütünlük İçinde Kürt Rengi Bu durum Kürtler açısından da fazlasıyla geçerlidir. Kürtler için

bölgesel olduğu kadar küresel düzeyde de politika yapmanın, diploma-tik çalışmaya yönelmenin, ilişki ve ittifak kurmanın önü açılıyor. Kürt-lerin bu anlamda ilişkiler kurması imkan dahilindedir. Kürt kapanı, Kürt soykırımı Güney Kürdistan'da kısmen parçalanmıştır. İran-Irak savaşı ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ardından ABD'nin Ortadoğu'ya yönelimiyle ve PKK'nin Kuzey’de geliştirdiği özgürlük devriminin bunların üzerindeki etkileşimiyle kısmen parçalanan Kürt kapanı şimdi Rojava’da bunu aşan bir düzeyde parçalanmaya uğramış bulunmakta-dır. Her ne kadar çok küçük de olsa, nüfusu az da olsa, coğrafyası par-çalı da olsa Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyen, bunu birlikte yü-rütmeyi öngören kapitalist modernitenin küresel sisteminin Ortadoğu politikaları Batı Kürdistan'daki, Suriye'deki gelişmelerle çok daha fazla parçalanmıştır. Artık Kürt’ü yok sayma ve yok etmeye çalışma politi-kasının sonunun geldiği, küresel güçlerin öyle bir politika oluşturmak ve yürütmek yerine kendilerini daha çok yeni arayışlara, Kürt’ü kabul eden ve mümkünse kendi çıkarlarına hizmet ettiren bir Kürt siyasetini ortaya çıkartan, egemen kılan politikalara yönelmeleri durumu ortaya çıkmıştır. Güney’de KDP-YNK hâkimiyeti bu temelde oluştu, 20 yılı aşkın süredir devam ediyor. Batı Kürdistan'a dönük KDP yönelimini de bu çerçevede ele almak lazım. KDP'nin, kendisini Kürdistan'a hâkim milliyetçi bir güç olarak görmesi kadar, küresel sistemin, ABD politi-kalarının da bir gereği, bir yönlendirmesi olduğunu bilmek, anlamak ve bu politikalar karşısında doğru politikalar üretmek açısından önemlidir. KDP'nin izlemeye çalıştığı politikaları daha doğru anlamanın yöntemi budur. Ne sadece onu küresel güçlere bağlayarak doğru anlayabiliriz ne

44

Page 45: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

de sadece dar ilkel milliyetçilikle izah edebiliriz. Ama her ikisi birlikte KDP'nin neden Batı Kürdistan'da bu politikaya düştüğünü anlaşılır kılar.

Dikkat edilirse 2012 yılında hem Suriye'de hem de Türkiye'de, Ku-zey Kürdistan'da geliştirilen mücadele İran ve Irak sahası üzerinde de birebir etkide bulundu. O alanlar askeri çatışma alanı olmadı, ama Tür-kiye ve Suriye'de yaşanan savaşın dışında da kalmadılar. Onunla tü-müyle iç içe bir konumu yaşadılar. Kendi sahaları dışında yürütülen savaşların içinde oldular. Hala da bu konum devam etmektedir. Bölge-deki savaş ve Suriye'deki mücadele birebir İran üzerindeki mücadele anlamına da gelmektedir. İran 2011’de bu gerçeği çok hissedemedi, anlayamadı, ama özellikle Libya savaşı ardından Türkiye'nin tutumunu daha net görerek daha açık bir politik duruşa yöneldi. Bu durum hare-ketimize İran’la çatışmasızlık tutumunu yürütme imkanı, fırsatı verdi. Kuzey ve Batı Kürdistan'da geliştirilen saldırılar karşısında yürüttüğü-müz direniş de Doğu Kürdistan'da çatışmasızlık tutumunu sürdürme-mizi gerektirdiğini gösterdi. Yürüttüğümüz direnişe hizmet ettiğinden çatışmasızlıktan yana olduk. PJAK-HRK güçlerinin ilan ettiği çatışma-sızlık pozisyonu ve ateşkes süreci 2012 yılı boyunca da devam etti. Dahası bölgesel düzeydeki çelişki ve çatışmalar ortamında İran ve Irak sahası bizim taktik düzeyde politika yürütmemiz açısından elverişli bir alan haline geldi. Hem Kuzey’deki Devrimci Halk Savaşı direnişinin bu düzeyde gelişmesinde hem de Batı Kürdistan'daki 19 Temmuz dev-riminin gerçekleşmesinde İran ve Doğu Kürdistan'da yürüttüğümüz bu politik duruş önemli etkide bulundu. Şunu da bilmek gerekmektedir: Doğu’daki çatışmasızlığı aslında biz yürütmüyoruz. İran politikaları, çıkarları onu gerektirdiği için böyle bir durumu yürütme şansımız oldu. Bu da önemliydi. Kürdistan'ın iki parçasında yürütülen mücadeleler açısından destek vericiydi. Çatışmasızlık durumunun yarattığı böyle bir durumu değerlendirmeye çalıştık.

Bu çerçeveden bakıldığında İran’la süren mevcut ateşkes durumu-nun öyle kalıcılığı söz konusu değildir. Herhangi bir süreklileşen kalıcı ilişki ve anlaşmaya dayalı bir durum yoktur. İşin bir gerçeği budur. İkincisi, İran; Şam yönetiminin 2012’deki mücadelesiyle varlığını sür-dürmesi sonucu biraz rahatlamış görünüyor. Ama bölgesel savaşın, hatta III.Dünya Savaşı’nın içindedir, hedeftir. Ortadoğu'daki savaşın ne zaman, nerede, hangi yöntemlerle süreceği belli bile değildir. Pakistan, Afganistan, Irak, Tunus, Mısır, Libya kendini savaşın içinde buldu. Suriye’de savaş sürüyor, İran da her an kendini savaş içinde bulabilir. Yoksa ‘bir savaş biter diğeri başlar” diye bir durum yoktur. Suri-

45

Page 46: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ye’deki çatışmalar bu düzeyde kalabilir, ama çatışmanın farklı yöntem-lerle daha etkili bir boyutu İran’a da kayabilir. Her an yeni gelişmeler, farklı politik-askeri durumlar İran'da ortaya çıkabilir.

Kuşkusuz en az, hatta ondan daha fazla önemi ve etkisi olan Türki-ye üzerinden Kürdistan'da yürütülen mücadele vardır. Sıcak ve yakıcı etkileri bakımından Suriye ve Rojava’daki gelişmeleri öncelikle irde-lemiş olsak da Kuzey Kürdistan'da Devrimci Halk Savaşı Stratejisi çerçevesinde yürüttüğümüz büyük bir direniş de siyasal gelişmeleri derinden ve kapsamlı etkilemektedir. Aslında Suriye’deki gelişmeler ve Batı Kürdistan'daki sonuçlar bu mücadeleden bağımsız değildir; birbi-riyle ilişkili ve etkilidirler. Suriye ve Batı Kürdistan'daki gelişmeler bir bütünlüğün belirli bir zaman içinde bazı yerlerinin öne çıkması, bir patlama şeklinde gündeme girmiştir. Bölgedeki mücadeleden, özellikle Kuzey Kürdistan'daki mücadeleden kopuk değildir. Dolayısıyla onunla birlikte anlamak, o cepheyi de değerlendirmek, böylece politikalarımı-za yön vermek, anlamaya çalışmak çok daha önemlidir.

Bu anlamda Türkiye'deki gelişmeleri, AKP hükümetinin yönelimle-rini de iyi anlamak gerekmektedir. AKP, İmralı’daki çürütme politika-sını yürüten Ecevit hükümetinin Önder Apo'nun çabaları karşısında başarısız kaldığı ve ortaya çıkan boşluğu sol-demokratik güçlerin dol-duramadığı bir ortamda boşluktan yararlanarak iktidar olan, hükümete gelen bir güçtür. Fakat AKP iktidarı, sadece böyle boşluğun yarattığı, yine dış güçlerin yönlendirdiği bir yapı olarak, parti olarak görülmeme-lidir. Tarihsel temelleri ve 12 Eylül rejimiyle bağlantıları vardır. Önder Apo, ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’ başlıklı savunmada bu durumu kapsamlıca çok iyi izah etmektedir. Aslında darbeyi yaratan güçler ve 12 Eylül rejimi, terbiye edilmiş işbirlikçi siyasal İslamcı bir sistemi ortaya çıkartmayı, Türkiye'yi AKP'nin yürüttüğü gibi bir siyaset temelinde şekillendirmeyi öngörüyorlardı. Darbenin, darbecilerin temel hedefi buydu. Fakat 15 Ağustos 1984’ten itibaren gelişen Kürt direni-şinin zorlaması karşısında 12 Eylül rejimi böyle bir sistemi tam gelişti-remedi. Böyle bir sistemin oluşması zamana yayıldı. Bu sistemin Özal yönetimi altında temelleri atıldı, kısmen oluşturuldu, ama tam şekillen-dirilemedi. 1990’lı yıllarda hemen bütün güçler denendi. Demirel, Er-bakan, Ecevit iktidara getirildiler. Böyle bir darbenin öngördüğü rejimi yaratıp yaratamayacakları, ona güç katıp katamayacakları değerlendi-rildi. Kısmen güç kattılar, fakat sonuç alıcı olamadılar.

AKP aslında bütün bu güçlerin yapamadığını, yani 12 Eylül darbe-siyle Türkiye'de rejimin yenilenmesini, yeniden yapılandırılmasını, İkinci Cumhuriyet denen bir yapılanmayı siyasi İslam temelinde ger-

46

Page 47: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

çekleştirmeyi öngören bir parti ve iktidar sistemi olarak iş başına geti-rildi. Savunmada Önder Apo bu durumu çok net ifade etmektedir. AKP hükümetlerini 12 Eylül rejiminin politik yapıya, sisteme kavuşturulma-sı, zafere götürülme çabası olarak tanımlıyor. Hatta şimdi yapmak iste-diği anayasanın da 12 Eylül Anayasası’nın liberal versiyonuyla öngörü-len sistemin kurumlaştırılması anlamına geleceğini vurguluyor. AKP'nin esas varoluşunu bu temelde değerlendirmek önemlidir. Tabii tarihsel geçmişi de var. İttihat Terakki’ye kadar, Osmanlı düzenine, padişahlık sistemine kadar uzatılabilecek, dayatılabilecek bir siyasi dayanağı da söz konusudur. Siyasal İslamcı politika açısından Emevile-re kadar dayanan bir geçmişe kadar da götürülebilir. Öyle ‘yeni doğ-muş bir grubun geliştirdiği, sadece boşluktan yararlanan bir güç’ de-mek AKP'yi doğru anlamamak olur. Dolayısıyla da ona karşı doğru politikalar üretme ve etkili uygulama mümkün olmaz.

Başlangıçta hükümet olsa da iktidar olması öyle kolay olmadı. O bir adımdı ve mücadele gerektiriyordu. İlk denemesini 2002-2004 arasında PKK'ye karşı iç tasfiyeyi dayatarak gerçekleştirdi. PKK karşısında Uluslararası Komplo’yu yürütme, başarıya götürme gücüne ne kadar sahip olup olmadığı ilk burada denendi. AKP üzerinden bu politikayı örgütleyip yürüten güçler yarı yarıya başarılı olduklarını söylediler. Yarı başarılı olmak da AKP açısından az bir sonuç değildi. Tasfiye harekâtındaki rolü üzerinden 2005’ten itibaren AKP'nin iktidar olma, devlet olma mücadelesi daha çok gelişti. Türkiye'de devleti yeniden yapılandırmak isteyen güçlerin AKP'ye güvenleri, umutları daha çok arttı ve destekleri daha da fazlalaştı. 2005-2007 döneminde bir iç ça-tışmanın yaşandığı anlaşılmaktadır. Özellikle Ergenekoncu denen ve Genelkurmay tarafından yönlendirilen ulusalcı-milliyetçi çevrelerle bir mücadele oldu. Bu mücadelede sonuç alıcılığın direnci görüldükçe eski CHP tarafından temsil edilen katı ulus-devletçi ve Kürt inkârcısı siste-min yerine ikame edilecek ve bu konuda başarılı olacağı düşünülen AKP'ye verilen destek daha da arttı. 2007’den itibaren bir yandan PKK'ye karşı, diğer yandan da bu katı Kemalist ulus-devletçi çizgiye karşı bir mücadele ortaya çıkartıldı. Mevcut davalar, tutuklamalar, Er-genekoncu yapının kısmen iktidardan uzaklaştırılarak AKP'nin iktidara ve devlete yerleştirilme süreci böylece gelişti.

12 Haziran 2011 seçimleri AKP açısından önemli bir güç gösterisi ve dönemeç oldu. 12 Haziran seçimlerinde de yüzde 50’ye yakın oy alarak üçüncü defa tek başına iktidara gelmiş olması, AKP açısından önemli bir güç gösterisiydi. Kendine güvenin artmasını ifade ediyordu. AKP üzerinden kendi çıkarlarını sağlamak isteyen güçler de bunu ken-

47

Page 48: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

di çıkarları açısından daha fazla değerlendirmek istediler. Bu anlamda AKP'yi pohpohladılar, devlete daha çok hakim olmayı ve muhalefet ile karşıtlarını daha çok bastırmayı hedeflediler. AKP yönetimi de bu yön-lendirme ve desteğe kendini çok kaptırarak devlete tümden hakim ola-bileceği hesabını yaptı ve buna göre bir politik yönelim içine girdi. Bu yönelimin esası aslında siyasi muhalefeti tümden bastırmak, etkisiz kılmak, onun üzerinden yeni bir anayasa ortaya çıkartarak, daha doğru-su 12 Eylül darbesinin yaratmadığı sistemi sivil maskeli olarak tesis etmekti. Bunun için de en başta PKK'nin imha ve tasfiye edilmesi ge-rekiyordu. Artık PKK'nin siyasi gündemi etkileyemez, devletin AKP elinde yeniden yapılanmasına engel olamaz, muhalefet edemez bir konuma ulaştırılması öngörüldü. AKP 12 Haziran 2011 seçimleri ar-dından böyle bir politikaya yöneldi. CHP, MHP ve BDP'ye dönük en ağır siyasi hakaret ve saldırılar içine girerken esas olarak terörü bitirme hedefi doğrultusunda Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne karşı topyekun özel savaş konsepti temelindeki saldırıları tüm boyutlarıyla harekete geçirdi. Hesabı, umudu gerillanın darbelenmesi temelinde İmralı’da Önder Apo üzerinde de baskı oluşturarak 2011-2012 kışında PKK'nin, Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin siyasi iradesini kırmaktı. Artık savaşı yürütemez hale getirip bir tür teslim alma anlamına gelen ateşkes süre-cine sokmaktı. AKP'yi yönlendiren çevrelerin planlarının, hedeflerinin bu olduğu kesindi ve bunu basında açıkça ifade ediyorlardı. Kışa doğru PKK'nin kışın ateşkes ilan edeceği propagandasını yaymaya yöneldiler. Bu gerçekleşmeyince AKP'yi operasyonlara yöneltip eğer askeri ve siyasi operasyonlarda ısrar edilirse bahara kadar PKK'nin belinin kırı-lacağı, savaş gücünün etkisiz hale geleceği propagandasını yaptılar. 2012 yazına kadar PKK'yi imha ve tasfiye etme planında sonuca git-meyi hedeflediler.

AKP hükümeti eliyle, hareketimize ve Kürt halkına dönük 2011 ya-zından itibaren geliştirilen politikalar, saldırılar bu temelde oldu. Bu-nun dışındaki tüm değerlendirme ve söylemler demagoji ve bu gerçek-liği örtmeye yöneliktir. ‘Silvan’da çatışma oldu da süreç bozuldu’, ‘demokratik özerklik ilan edildi de süreç bozuldu’, ‘PKK savaşa yönel-di süreç bozuldu’ söylemlerinin hepsi hikayedir. AKP'nin ve devletin gerçek politikalarını gördüğü için Önder Apo ve parti yönetimimiz buna uygun bir politik duruş içine girdi. Taktik planlamasını, örgütsel mevzilenmesini, günlük yürütmesini, böyle bir imha ve tasfiye saldırı-sını karşılamak üzere şekillendirdi. Başka türlü de zaten var olamazdı. Ama esas olan AKP'nin planları ve saldırılarıydı. ‘Kendimden önceki hükümetlerin yapamayacağını ben yaparım’ hevesine, umuduna kapıl-

48

Page 49: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

dı. Birçok çevre buna gücünün olduğunu, yapabileceğini söyleyerek AKP'yi böyle bir saldırıya yönelttiler. AKP de umutlandı, böyle bir hesap içine girdi. 2011 yazından itibaren, 2011-2012 kışına kadar, 2012 yazına kadar aslında bu temelde imha ve tasfiyeyi öngören AKP saldırı planına karşı Özgürlük Hareketimiz, halkımız ve hareketimiz direniş içinde oldu. ‘Devrimci Halk Hamlesi’ diye tanımladığımız, ifade etti-ğimiz direniş, bu düzeyde bir topyekun imha ve tasfiye saldırısına karşı bir varlık ve özgürlük direnişiydi. Bunu Önder Apo da bu biçimde ta-nımladı. Yönetimimiz de Devrimci Halk Savaşı direnişinin tamamen bir varlık ve özgürlük direnişi olduğunu ifade etti ve planlamasını, yü-rütmesini böyle bir anlayışla geliştirdi.

PKK Gerillasının Süreç Üzerindeki Etkisi Çeşitli aşamalardan geçse, bedelleri ağır olsa ve hareket ile halk ola-

rak mücadele tarihimizin en zor dönemlerden birini yaşasak da özellik-le 2012 Haziran ortasından itibaren gerillanın Oramar’da, Şemzi-nan’da, Çelê’de ve Beytüşşebap’ta geliştirdiği devrimci operasyonların, giderek Amed’e, Erzurum’a, Dersim’e yayılmasının böyle bir saldırı planını kırıp boşa çıkartması sağlandı. Önder Apo'nun direnişçi tutu-munun kırsal alanda, gerillada belli düzeyde pratiğe geçirilmesi AKP siyasetine ağır darbe vurdu. Önderlik tutumunun gerillada direniş ham-lesine dönüşmesi, halkın süreklileşen serhildanını daha anlamlı kılarak, zindanlardaki özgürlük tutsaklarını bu direniş içine çekerek aslında yaz sonunda önemli bir sonuca ulaştı. 12 Haziran 2011 seçimi ardından ‘PKK'yi bitireceğim’ adı altında PKK'yi imha ve tasfiye etmek üzere AKP'nin geliştirdiği saldırı planı ve uygulaması 2012 Eylülü’nde geril-lanın devrimci hamlesinin bütün Kuzey Kürdistan alanlarına yayılma-sıyla yenilgiye uğratıldı; tümüyle boşa çıkartılıp başarısız kılındı.

Bu sonucu AKP yöneticileri de, AKP üzerinden politika yürüten ve çıkar sağlayan güçler de gördüler. Artık aynı yaklaşımlarla politik üs-lup ve yöntemlerle sonuç alamayacaklarını değerlendirerek 2012 Eylü-lü’nden itibaren yeni bir mücadele stratejisine yöneldiler. Bunun adına ‘entegre stratejisi’ diyorlar. Böyle bir stratejinin uygulanması için belli bir üslup ve söylem değişikliğine gittiler. Gerillaya karşı yürüttükleri savaş tarzında ve taktiklerinde değişiklikler yaptılar. En önemlisi de böyle bir stratejik mücadeleyi hayata geçirmenin bir yönelimi olarak Önder Apo’yla diyalog kapısını yeniden aralama arayışına girdiler. Önder Apo’nun sağlığı ve yaşamıyla ilgili bazı söylentiler çıkartarak aileyle görüşme sağlatıp ortamı yumuşatmaya çalıştılar. Özellikle de cezaevlerinde 12 Eylül 2012’den itibaren geliştirilen açlık grevi dire-

49

Page 50: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

nişlerinin durdurulup sona erdirilmesi sürecinden yararlanarak Önder Apo’yla diyalogu yeniden sağladılar. Böylece Eylül sonundan itibaren topyekun özel savaş konseptini entegre strateji adı altında daha kap-samlı, daha bütünlüklü, daha çok boyutlu bir imha ve tasfiye saldırısına dönüştürdüler. AKP'nin geliştirdiği ve uygulamaya çalıştığı mevcut politikaların esası budur. Entegre strateji; savaşı daha da büyüten, ge-nişleten, ona yeni boyutlar ekleyen topyekun bir saldırıyı ifade etmek-tedir.

TC’nin yürüttüğü özel savaşın birçok boyutu olduğu bilinmektedir. Bunu Kürt Özgürlük Hareketi de anlıyor, değerlendiriyor. Eskiden Genelkurmay Başkanıyken İlker Başbuğ bu konular üzerinde çok du-ruyordu. Hareketimize karşı yürütülen savaş içinde Erdoğan da bu me-seleleri epeyce öğrendi, ifade eder hale geldi. Özel savaşın tek boyutlu ya da birkaç boyutlu değil, toplum yaşamının bütün alanlarını içine alan çok boyutlu olması gerektiğini değerlendirdiler, tanımladılar. Ekonomik boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, siyasi boyut, psikolojik boyut, diplomatik boyut gibi boyutları askeri boyuta eklediler. Şimdi entegre stratejisiyle bu özel savaş boyutlarına hem görüşme hem sa-vaşma konumunu da eklemeye çalışıyorlar. Başbakan’ın “terörle mü-cadele, siyasetle müzakere” sözü bunu ifade etmektedir. Diyalogsuz, müzakeresiz tümüyle saldırıya, mücadeleye endekslenmiş, kilitlenmiş bir politika ve yönelimle PKK'nin imha ve tasfiye edilemeyeceğini anlamış durumdalar. Kuşkusuz kendinden önceki hükümetlerin izlediği politikalardı bunlar. Evren’lerin, Çiller’lerin politikalarıydı bunlar. Aslında bu yönlü psikolojik savaş araçları çok kez denenmiş ve başarı-sız kılınmıştı. Fakat AKP ve Tayyip Erdoğan’a, “onların zayıflıkları vardı, özel savaşı, psikolojik savaşı etkili uygulayamadılar, ondan başa-rısız oldular, sen başarırsın” dediler.

Entegre stratejisinin ve konseptin bir de PKK’nin yönetimine saldırı boyutu bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki bir süreden beri yönetimin imha ve tasfiyesine karar vermişler. Nasıl ki siyasi soykırım operasyon-larıyla demokratik siyasetin, demokratik toplumun çok çeşitli kesimle-rini zaman zaman tutuklama dalgalarıyla zindanlara koydularsa, şimdi benzer bir biçimde tutuklanamayan yönetimi de çeşitli komplo ve sal-dırılarla imha ederek etkisiz kılmayı hedefliyorlar. Çiller hükümeti döneminde benzer politikalar izleniyordu. Çeşitli yurtsever, toplumsal kesimlere dönük planlı saldırılar yaparak sonuç almak istiyorlardı. AKP de aynı saldırıları yürütüyor. Bu konuda çeşitli teoriler de var; akıl hocalığı yapan güçler de var. “Halk ve örgütle niye savaşacaksın, bu işi örgütleyenlerle, yönetenlerle savaş, onları etkisiz kıl, zaten ken-

50

Page 51: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

diliğinden dağılır” diyorlar. Aslında 9 Ekim 1998 Komplosu da bu temelde örgütlendirilmiş, uygulamaya konmuştu. Önderliğe dönük saldırı olarak ortaya çıkan komplonun şimdi hareketin yönetimine dö-nük saldırı biçiminde şekillendirilerek devam ettirilmesi planlanmış durumdadır. Komplo böyle bir biçimde devam ettirilmeye çalışılıyor. Bunun için gerilla yönetimine dönük istihbarata dayalı keşifler ve kat-letme hesapları var. Yine çeşitli ajan sızdırma, benzeri tutumlarla kat-letme, imha etme çabaları var. Öyle anlaşılıyor ki dağda gerillada var olan yönetim gücü bu biçimde hedeflenirken, bunun dışında da genel bütün yönetim gücü çeşitli ajan provokatör faaliyetleriyle darbelenmek, etkisiz kılınmak istenmiş. Mevcut keşif istihbarat çalışmaları ve hava saldırıları bu temelde yapılmaktadır.

Paris katliamı da bu kapsamda birkaç yıldır planlanan ve uygulama-ya konulan, ‘Yönetimi Tasfiye Etme Planı’nın pratikleşmesi olmakta-dır. Paris katliamı şahsında hem yönetime yönelik saldırı pratikleştiril-miş hem de Sara yoldaş şahsında PKK’den ve PKK'nin geliştirdiği Kadın Özgürlük Hareketi’nden intikam alınmıştır. PKK'nin kuruluşu-nun Türk inkar ve imha sistemini sarsmada oynadığı rolden dolayı Sara Yoldaş şahsında PKK cezalandırılırken, yine Kürt Özgürlük Hareke-ti'nin Türk devlet gericiliğini ve Ortadoğu gericiliğini Kadın Özgürlük Hareketi çizgisiyle geriletme politikasına karşı da bir intikam saldırısı yapılmıştır. Böylelikle Kürt toplumunun en temel moral değerlerine saldırı temelinde iradesini kırma ve bu ortamda tasfiye harekatını daha kolay yapmayı hesaplamışlardır. Bu açıdan Paris katliamını herhangi bir cinayet olarak ele almaktan çok, PKK'ye yönelik stratejik ve çok yönlü bir tasfiye saldırısı olarak ele alıp değerlendirmek gerekmektedir.

Bütün bunları değerlendirdiğimizde AKP'nin imha ve tasfiye ama-cında, planında herhangi bir değişiklik görülmemektedir. Kuşkusuz yöntem değişiklikleri ve daha bütünlüklü, daha kapsamlı tasfiye ope-rasyonunu yürütme söz konusudur. PKK'ye karşı mücadelenin koordi-natörlüğünü yürüten görevliler bu durumu açıkça ifade ediyorlar. AKP'nin politikaları, İmralı’daki görüşmeler bu noktada önem arz edi-yor. Kuşkusuz Önderlikle yeniden diyaloga girme, görüşmeler yapma PKK'yi imha ve tasfiye planının yenilgiye uğratılması sonucunda ger-çekleşiyor. Bu anlamda AKP'nin yeniden İmralı’ya gidip Önderliğe mecbur ve muhtaç hale gelmesi, bu temelde psikolojik savaş anlamında yürütülen propagandalarla da olsa, Önderliğin tek çözüm gücü ve mu-hatabı olarak Türkiye toplumuna ve kamuoyuna yansıtılması önemli bir gelişmedir. Etkili, çözüme hizmet edecek bir gelişmedir. Görüşmelerin bir boyutu da budur. Ama AKP'nin propagandası, üslubu, yaklaşımları,

51

Page 52: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

basına yansıttığı hususlar dikkate alındığında da bir çözüm iradesi ve yaklaşımından söz etmek mümkün değildir. Kürt sorununu çözmek değil de, Kürt direnişini çözerek imha ve tasfiye edip Kürt sorunundan kurtulmayı amaçlayan bir politik tutum içinde olduğu görülmektedir.

Zihniyet, yaklaşım ve söylemler AKP'nin bir çözüm planı olmadığı-nı ortaya koymaktadır. Dolayısıyla İmralı’da gerçekleşen büyük bir mücadeledir. AKP'nin hedefi görüşmelerden de yararlanarak PKK'ye dönük hayata geçirmeye çalıştığı imha ve tasfiye planını daha farklı yöntemleri de içine katan bir saldırıyla başarıya götürmektir. Amacının bu olduğundan hiç kuşku duyulmamalıdır. Önder APO’da bu gerçekli-ği bilmektedir. Bundan dolayı bu zihniyet ve yaklaşıma karşı mücadele ederek bu zihniyeti, politikayı ve saldırıları boşa çıkararak çözümün önünü açmaya çalışmaktadır

Bu bir mücadeledir, mücadeleden kaçınan hiçbir zaman kazanamaz. Bir politik mücadele gücü, mücadeleden kaçınamaz. Doğru yöntemler-le mücadelede başarılı olmak, karşı tarafı yenilgiye uğratmak için çalı-şır. Önderlik de İmralı görüşmelerini böyle bir mücadele süreci olarak ele almaktadır. AKP'nin kendisiyle diyaloga mecbur ve muhtaç kalma-sını AKP'nin zayıflaması olarak değerlendiriyor. Buradan yola çıkarak “AKP'nin inkar ve imha zihniyetini ve siyasetini kıracak, onda gedik açacak, giderek bu gediği büyüterek inkar ve imhayı parçalayacak bir gelişme ortaya çıkarabilir miyim” arayışı hamleyi geliştiren yöntem olmuştur.

Bu tarihsel ve siyasal zemin üzerinde gelişen hamlenin esaslarını

değerlendirmemizin başında sıraladık. Her PKK ve PAJK militanının bu esasları anlama, kavrama, kavradığını yol arkadaşlarıyla paylaşma, pratikleştirmeye çalışma ve sonuçlarını değerlendirerek her anını Ön-derlikle yaşamanın bir fırsatına dönüştürme sorumluluğu vardır.

Tabi ki sorumluluk üstlenmek için önce bu sorumlulukları yükleyen

tarihsel adımların anlamını iyi kavramak gerekir. 21. YÜZYILIN HAMLESİNİN ANLAMI

52

Page 53: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

2013 Newrozu kelimenin tam anlamıyla tüm zamanların en büyük,

en kitlesel, en özgürlükçü ve direnişçi Newrozu oldu. Bu Newroz ne-den böyle yaşandı? Önderliğin geliştirmiş olduğu yeni sürecin startının verildiği bir gün olmasından dolayı dünyanın gündeminin merkezine oturan bir Newroz yaşandı. O günden bu güne iki ay geçmiş olmasına rağmen hareketimiz bu süreçte hiçbir zaman olmadığı kadar dünya gündeminin merkezinde olma durumunu yaşadı. Çünkü Önderliğin geliştirmiş olduğu yeni süreç tarihsel bir olay; belki de yüzyılları belir-leyecek bir olay. Kesinlikle tarihten silinmeyecek, tarihe iz bırakacak bir olay.

Dost olan anlamaya, özümsemeye, onun kendisine yüklediği görev ve sorumluluğu bilince çıkarmaya ve onları nasıl yerine getireceği ko-nusunda kendisini kararlaştırmaya ve planlamaya çalışıyor. Düşman olan da bu çağrının etkisinin dışında değil. Zaten çağrının büyüklüğü buradan geliyor. Düşmanını bile etkisi altına almış olması çağrının büyüklüğünü ifade ediyor. Düşman olan da böyle bir etki altında çağrı-yı anlamaya, ona karşı nasıl duracağını, nasıl mücadele edeceğini belir-lemeye çalışıyor. Bunu günlük olarak yürütülen tartışmalardan, gerçek-leşen siyasi yaşamdan görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki süre-ci bütünüyle bu çağrı temelindeki yürüyüş, bunun anlaşılması, tartışıl-ması ve mücadelesi belirleyecek. Sadece Kürdistan’da değil, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşamın belirleyici öznesi bu çağrı temelinde gelişecek yeni süreç, yeni mücadele olacak.

Tabi bu süreç ve yeni mücadelenin içeriğini kapsamını tartışmak, iyi anlamak gerekir. Tüm güçlerin bu konuda böyle bir çabaları varken bu hamleyi yürütmekten birinci dereceden sorumlu olan güç olarak, Önder Apo’nun militanları olarak bu süreci derinliğine anlayıp gerekleri için bir an önce harekete geçmek gerekir.

Önderliğin geliştirmiş olduğu hamlenin nasıl bir hamle olduğu ko-nusunda tüm güçlerin anlama uğraşı olduğu kadar, kendi çıkarları doğ-rultusunda çarpıtma, zihin bulanıklığını yaratma çabaları da yoğunlaşa-rak sürmektedir. Bu konuda yaşanacak en küçük boşluğun bile sistem tarafından doldurulduğunu görüyor, biliyoruz. Ayrıca bizler açısından da eğer Önderlik çizgisine göre değil de kendimize göre, bireylere göre süreci anlar ve yorumlarsak sürece katılımımız da kendine göre olur. Bu da geçmişte de pek çok örneği yaşandığı gibi sürece yeterince ce-vap olamamayla sonuçlanır. Sürecin gereklerini yerine getirmek süreci anlamakla yakından bağlantılıdır. Anlamadan sürecin gereklerini yeri-ne getiremeyiz. Önder Apo “Anlamak uygulamaktır.” dedi. Bu noktada

53

Page 54: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

anlamak ve uygulamak arasında kopmaz bağlar vardır. Bundan dolayı, sürecin gereklerini yerine getirmek için anlayalım.

Öncelikle Newroz’da başlayan yeni sürecin karakteri iyi anlaşılma-lıdır. Derinliği ve kapsamının farkına varılmalıdır. Kürtler hem tarihe yeni katkılarda bulunuyor, hem de bin yılların tarihini yeniden canlan-dırıyor, yeniden diriltiyor. Kürt Özgürlük Hareketi; Kürt halk tarihine, Özgürlük Mücadelesi tarihine Newroz gibi büyük direniş günleri ekle-meyi bildi, 15 Ağustosları, 27 Kasımları, 14 Temmuzları, 30 Haziran-ları ekledi. Ama aynı zamanda tarihin derinliklerinden gelen, fakat gerici egemen güçler tarafından bastırılan, saptırılan, üzeri küllenen insanlık değerlerini, insanlığa güç vermiş, can vermiş olayları diriltme-yi, anlamına uygun yaşanır hale getirmeyi de bildi. İşte Newroz bun-lardan birisidir.

Newrozlaşmayı Önder Apo yenilenme, yeniden doğuş, yeni başlan-gıçlar yapma, yeniye adım atma, eskinin kirinden pasından, yükünden, geriliklerinden kurtularak özgür ve farklılıklara dayalı eşit, demokratik bir yaşam yolunda, büyük bir kararlılıkla ve örgütlü bir biçimde yürü-me olduğunu ifade etti.

2013 Newrozunu bir milat, yeni bir başlangıç, tarihin yeniden belir-lenmesi olayı olarak tarif edilebilir. Böyle büyük bir görkemi içeriyor. Buna uygun bir biçimde yaşandı. Hala etkisi sürüyor, hala tartışılıyor. Dünyanın dört bir yanında ezilenler, halklar Kürt halkının 2013 Amed Newrozu’nda ortaya koyduğu ruhu, duyguyu, bilinci, örgütlülüğü an-lamaya çalışıyor. Bundan ilham alıyor, güç alıyor; kendisi için gelecek çizmeye, coşku ve heyecan kazanmaya çalışıyor.

Kürdistan’ın böyle bir duruma gelmesi, böyle öncü bir halk haline gelmesi elbette ki tarihi bir olay, büyük bir olay, onur ve gurur verici bir olaydır. Unutmayalım ki böyle bir duruma kırk yıllık büyük Önder-lik mücadelesiyle gelindi.

Newroz yeni Kürt yılı olarak, yılbaşı olarak da değerlendiriliyor. En iyi tanımı Önder Apo yaptı: Bir yaşama duruş, özgürlüğe yürüyüş dedi. Canlıyı var eden, insanı yaşar kılan, insanın damarlarına akan kanın yürümesi olarak tanımladı. Bir diriliş, yeniden doğuş, yeni başlangıç olayı olarak ifade etti. Gerçekten de kırk yıl boyunca özgürlük mücade-lemiz her Newrozda yeni başlangıçlar yaparak, yeni özgürlük ve dire-niş hamleleri başlatarak kendisini geliştirdi, güçlendirdi. Bu güne kadar hem yenilmezliğini, hem de kalıcı başarısını bu temelde sağladı.

2013 Newrozu bu gerçeği çok daha ileri düzeyde, sadece taktik hamle değil de, stratejik hamle düzeyinde yaşadı. Tıpkı 1982 Newrozu gibi! Nasıl ki 1982 Newrozu’nda Mazlum Doğan’ın direnişiyle 12 Ey-

54

Page 55: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lül faşist askeri rejimine karşı Kürt özgürlük direnişi, savaşı başladıysa, PKK ve Kürt halkı böyle bir direniş kararı temelinde her türlü yöntem-le mücadele ederek soykırım rejimine karşı özgürlük ruhunu, bilincini, örgütlülüğünü ve eylemini yarattıysa, bugün de 2013 Newrozunda da Önder Apo’nun Amed Newroz meydanında yaptığı açıklamayla hare-ket ve halk olarak yeni bir direnme sürecine girdik. Yeni bir hamleyi ilan ettik. Önder Apo bunu demokratik siyasi mücadele hamlesi olarak tanımladı. Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, Kürt sorunu-nun demokratik siyasi çözümünün gerçekleşmesi hamlesi olarak ifade etti.

Amed Newrozunda Önder Apo’nun yaptığı çağrı tarihin gerçekten de en kuvvetli özgürlük ve demokrasi çağrısıydı. 20.yüzyılda bu tür çağrıları siyasi askeri zaferler ardından tarih yapmayı başaran halklar, liderler yapmışlardı. Yüzyılın başında Lenin’in yaptığı sosyalizm çağ-rısı vardır. Yüzyılın ortasında Ho Chi Minh’in yaptığı bağımsızlık ve özgürlük çağrısı vardı. Yüzyılın sonuna doğru Humeyni’nin yaptığı İslam devrimi çağrısı vardı.

20. yüzyıl çok iyi biliyoruz ki bu çağrıların etkisi altında yaşandı, gerçekleşti. Önder Apo’nun 21.yüzyılın başında yaptığı çağrı bu tür tarihi çağrılara benzeyen, ama onları hem içerik hem de kapsam bakı-mından katbekat aşma özelliği taşıyor. Önder Apo’da özgürlük ve de-mokrasi çağrısı yapmış bulunuyor ve 21.yüzyılı halklar için, ezilenler için, kadınlar ve gençler için özgürlük ve demokrasi yüzyılı ilan etmiş bulunuyor.

Önder Apo’nun çağrısı 20.yüzyıldaki söz konusu tarihi çağrıları bir-çok bakımdan aşıyor. Her şeyden önce paradigmasal olarak aşıyor. Hem reel sosyalist, hem klasik ulusal kurtuluşçu bağımsızlık ve özgür-lük, hem de İslam devrimi çağrılarının devletçi paradigmaya dayandı-ğını, dolayısıyla özgürlük, eşitlik ilkeleriyle uyumlu araca sahip olma-dığını biliyoruz. Yine bu çağrıların belli kesimleri hedeflediğini, her renkten, her cinsten, her inançtan, her coğrafyadan tüm insanlığa hitap edemediğini biliyoruz. Sosyalizm çağrısı sınıf etkeniyle sınırlı kaldı, Ho Chi Minh’in bağımsızlık çağrısı sadece ezilen uluslarla ve ulusal karakterle sınırlı oldu, Humeyni’nin İslam devrimi çağrısı İslam top-lumuyla sınırlı kaldı.

Önder Apo’nun 21.yüzyılın çağrısı olarak geliştirdiği özgürlük ve demokrasi çağrısı hem demokratik toplum paradigmasına, hem ekolo-jik-cinsiyet özgürlüğüne dayalı bir demokratik ulus, demokratik toplum paradigmasına dayalı. Dolayısıyla ilke ile aracın uyumlu olduğu bütün-lülük ve tutarlılık içerdiği bir çağrı oluyor. Hedef kitlesi bakımından da

55

Page 56: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

20.yüzyılın çağrılarını katbekat aşıyor. Özgür, demokratik ve kardeşçe yaşamak isteyen herkesi başta Ortadoğu halkları olmak üzere etkisi altına alıyor, hedefliyor. Tüm insanlığa, tüm ezilenlere, özgürlük ve demokrasi arayışçılarına yol gösterme, hitap etme özelliği taşıyor. Bu boyutuyla dar, devletçi, belli kesimlere dayalı özgürlük çağrılarını kat-bekat aşma özelliğine sahiptir. Önder Apo da çağrısında bu gerçeği, peygambersel geleneği ve hakikati yeni koşullarda canlandırmak gün-celleştirmek biçiminde ifade etti. Kendi çağrısıyla peygamberlik gele-neğinin de ifade ettiği hakikat değerlerinin pratikleşmeye ve yaşam bulmaya başladığını; o hakikat gücünün bu temelde çok daha gerçekçi ve derin bir biçimde pratikleşeceğini ifade etti.

Tarihle bağı bu kadar güçlüdür. İnsanlıkla, halklarla, ezilenlerle ba-ğı bu denli güçlüdür. Özgürlükle bağı bu denli güçlüdür. Dolayısıyla doğal komünal toplum gerçeğini, politik ahlaki toplum yapısını canlan-dırmayı, bunları günümüzün demokratik toplumu olarak şekillendirip yaşamayı ifade etmektedir. Bu çağrının sadece dar bir biçimde güncel bazı sorunları, işte Kürdistan’daki şiddet sorununu, hatta onu da aşarak siyasi bakımdan Kürt sorununu çözecek bir çağrı olmaktan çok ileri bir çağrıdır. Tüm insanlığın özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi gibi çok temel sorunlarını, beş bin yıllık merkezi uygarlığın yarattığı ve beş yüzyıllık kapitalist modernite sisteminin artık yaşanılmaz, dayanılmaz hale getirdiği sorunları çözecek, onları çözme gücüne sahip bir çağrı olduğu açıktır. Önder Apo insanlığa 21.yüzyılda hangi ilkeler uğrunda ve nasıl bir mücadele yürütmek gerektiğini göstermiştir.

Newrozla birlikte genelde 1 Haziran 2004’ten bu yana, özel olarak da 1 Haziran 2010’dan bu yana demokratik siyasetin geri plana düştü-ğü, uygulama zemini bulamadığı, onun yerine silahlı direnişin, devrim-ci halk savaşının öne çıktığı ve belirleyici hale geldiği bir süreci, strate-jik duruşu değiştirmeyi ön gördü. Bunu Önder Apo silahlı direnişin geri çekilmesi, demokratik siyasi mücadelenin öne çıkartılması, birincil hale getirilmesi olarak ifade etti.

Bu anlamda bir stratejik değişimi, eğer sorunların çözümü, Kürt so-runu gibi Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi gibi büyük sorunların çözümü böyle bir yolla gerçekleşme durumuna girer-se, o zaman sorunların çözümünde silahlı mücadeleyi tümden devreden çıkaran fikir, ideoloji ve demokratik siyasete dayalı bir örgütlenme ve mücadeleyi, yaşamı temel alan bir sürece girmek istediğini tüm kamu-oyuna, insanlığa duyurdu. Tabii bu önemli bir karardı. Büyük bir deği-şimi ifade ediyor. Güncel sorunların çözümü açısından çok cesur ve kararlı bir adım atmayı içeriyor. Bu bakımdan da başta Kürdistan ve

56

Page 57: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da çelişkilerin, çatışmaların ve savaşla-rın yıprattığı, zorladığı, sıkıştırdığı, kan ve acı içinde tuttuğu kitleler tarafından bu çağrı büyük bir çözüm iradesi, bir kurtuluş iradesi, insan-lar, toplumlar arası ilişkilerde yeni bir yöntemi devreye koyma adımı olarak algılandı, değerlendirildi ve bu temelde coşku ile karşılandı.

Aynı biçimde Avrupa’da, Latin Amerika’da, Afrika’da çağrının ulaştığı her yerde halkların coşkuyla karşıladığı ve selamladığına dair haberler basına yansıyor. Geçmiştekinden farklı olarak, Kürt sorununu yaratan, dünya üzerinde egemenlik yaratan, kapitalist modernite siste-mine öncülük eden Amerika, Avrupa devletleri de olumlu karşıladıkla-rını, desteklediklerini, heyecan duyduklarını belirtiyorlar. Tabii alttan alta ne yapıyorlar, gerçekten neyi düşünüyorlar, süreç içinde nasıl bir yaklaşım gösterecekler onu bilemiyoruz. Bu konuda saf olmamamız gerekiyor. Ne kadar tutarlı, arkasında ne tür hesaplar var elbette bunları şimdilik tam bilinmiyor, ama görünüşte de olsa sürecin kabul edildiği-ne, desteklendiğine dair açıklamalar engel olma durumunun aşılabile-ceğini, en azından hiçbir gücün açıktan engel oluşturamayacağını orta-ya koyuyor. Gizli kapaklı olarak engel olmak isteyenler, böyle bir ge-lişmeden kendine çıkar sağlamak isteyenler elbette ortaya çıkabilir. Bunlara karşı duyarlı, uyanık, tedbirli olmamız gerekli. Fakat görünüş-te bile olsa çözüme açık olunduğuna dair verilen beyanlar, ortaya konu-lan deklarasyonlar elbette ki ilk defa gerçekleşiyor, yenidir, önemlidir. Şimdilik görüntü itibariyle de olsa küresel sistem uluslararası alanda demokratikleşme temelinde Kürt sorununun çözümüne açık oldukları-nı, hazır olduklarını, bunu desteklediklerini ilan etmiş bulunuyorlar. En azından gözle görülen, açıkta duran, üzerinde durulur mücadele edilirse ilerletilerek dış engellerin aşılması imkânını bir nebze de olsa veriyor.

Dış küresel güçlerin engeli aşılmadan Kürt sorununu çözmenin imkânsız olduğu görülüyor. Bunu geçen tarihi süreç içerisinde çokça yaşadık. Bazen iç ve bölgesel durum çözüme engel oluşturdu, Kürt sorununun çözümsüzlüğü bu nedenle günümüze kadar sürdü; ama daha çok da dış güçlerin kapitalist hegemonyanın engellemesi sonucunda Kürt sorununun çözümsüzlüğü derinleşerek günümüze kadar geldi. Bu bakımdan çözümün iç güçlere dayalı olarak gelişmesi kadar, dış ortama da dayanması gerekiyor. İç ve bölgesel güçlerin çözüm için hazır olma-sı kadar, dış siyasetin küresel siyasetin de Kürt sorununun çözümüne açık olması, engel olmaması gerekiyor.

Otuz yıldır kesintisiz süren, aslında yaklaşık yüzyıldır Kürt inkâr ve imha politikası nedeniyle başlayıp günümüze kadar gelen Türk Kürt çatışmasına son verme, Kürt Türk çatışmasında barışa ulaşma, kardeş-

57

Page 58: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

liği yaratma çağrısıdır. Bu bakımdan Kürt toplumunun ve Kürdistan’ın inkârı temelinde ortaya çıkartılmış olan Kürt sorununa demokratik çözüm çağrısıdır. Yine en az bunun kadar Ortadoğu’daki sorunları bu temelde çözmeye çağrı, Ortadoğu’da yaklaşık yirmi yıldır değişik alan-larda farklı boyutlarda yaşanan Üçüncü Dünya Savaşını daha geniş bir demokratikleşme, daha özgür bir yaşam, barış ve kardeşliğe dayalı bir Ortadoğu sisteminin yaratılması temelinde sona erdirme çağrısıdır. Bu bakımdan Kürdistan’da ve bölgede yaşanan siyasi ve askeri mücadele-lere yön verme, onları çözüm yoluna kanalize etme özelliği de taşıyor. Dolayısıyla iki boyutu var, hem kapsamlı bir tarihsel, felsefik, ideolojik boyutu hem de güncel sorunlara çözüm bulmayı ifade eden siyasi ve askeri boyutu var. Bu mesaj bütün bunları usta bir biçimde birleştirme-yi ifade ediyor.

Gerçekten de Önder Apo’nun çağrısı kapsam olarak, içerik ve üslup olarak tek kelimeyle mükemmel hazırlanmış ve yapılmış bir çağrı. Herkes bu çağrı karşısında şapka çıkarıyor. Dost düşman herkes bir işin yapılabilecek en mükemmel pratikleşmesi olduğunu ifade ediyor. Bu konuda herkes ortak görüş içinde. Dostu da öyle, düşmanı da öyle. Bir tek eksik vardı, o da Önder Apo’nun Newroz meydanında olmaması ve doğrudan hitap etmemesiydi. Aracılarla hitabını gerçekleştirmek, hal-ka, insanlığa seslenmek durumunda kaldı. Bu da kuşkusuz Önderliği-mizden kaynaklanmış bir durum değildir. Bu aslında insanlığın utancı, yüz karası, bu Kürdistan’a imhayı ve inkârı dayatan, kültürel soykırım rejimi uygulayan komplocu güçlerin yarattığı bir durum. Bu, kapitalist modernite sistemi, onun faşist, şoven, milliyetçi ruhunun, duygularının, içeriğinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.

Tabii bu diğer boyutuyla da bizim zayıflıklarımızın yarattığı bir so-rundur. Eğer böyle bir durumun ortaya çıkması engellenemediyse bu, hareket ve halk olarak yürüttüğümüz mücadeledeki zayıflıklarımız nedeniyledir. Önder Apo bunu yetersiz yoldaşlık olarak tanımladı. Ek-sik görev yaklaşımı, başarı, zafer elde etmeyen mücadele duruşunun sonucu olduğunu söyledi. On beş yıl geçmesine rağmen mücadelenin Önderliğin özgürlüğüyle sonuçlandırılamayışı, bu durumun bu biçimde devam etmesi bu eksikliğe dayanıyor. Günlük yaşamda çok sık kullan-dığımız, neredeyse normal gördüğümüz, çok fazla anlamına ulaşama-dığımız, derinliğini göremediğimiz yetersizlik denen hususlar bu du-rumun hala var olmasında önemli bir etkendir.

Rojava Kürdistan’daki gelişmeler de Önder Apo’nun hamlesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Kürtler Rojava’da önemli kazanımlar elde etmiştir. Demokratik kurumlaşmayla demokratik konfederalizm teme-

58

Page 59: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

linde demokratik özerklik Rojava Kürdistan’da pratikleşmektedir. Be-lirli eksiklikleri olsa da demokratik özerklik statüsü meşru savunmadan ekonomiye kadar kurumlaşmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar Roja-va’daki özgürlük güçleri çatışma içine çekilerek bu demokratik kurum-laşma ve demokratik özerklik dağıtılmak istense de, Kürt halkının ör-gütlülük düzeyi buna müsaade etmeyecektir. Kürt özgürlük hareketi iktidarın ya da muhalefetin yanında değildir, üçüncü bir güçtür. Sadece politik olarak değil, ideolojik, teorik ve demokratik zihniyetiyle üçüncü bir güçtür. Hiçbir gücün yedeğinde ve yanında olmayarak Suriye’nin demokratikleşmesinde temel güç durumundadır. Kuşkusuz Suriye’nin gerçek demokratikleşmesinden yana olan her güçle ilişki içinde olacak-tır. Bu ilişkiler de sadece ve sadece Suriye’nin demokratikleşmesine hizmet ederse gerçekleşecektir. Bu açıdan ne yapsalar da Kürt özgürlük hareketini meşru savunma dışında ne savaşa çekebilirler ne de yanları-na alabilirler. Rojava Kürdistan’daki özgürlük hareketi Suriye’nin de-mokratikleşmesinin temeli olma iddiası, kararlılığı ve inisiyatifini sür-dürecektir. Suriye’deki uzlaşma temelinde Ortadoğu’nun şekillendiril-mesi sürecinde radikal demokratik güç olarak devreye girerek Suri-ye’nin ve Ortadoğu’nun şekillenmesinin demokratik mayası olacaktır.

Önder Apo’nun açıklamasından sonra Misakı Milli’yi herkes tar-tışmaya başladı. Sadece Türkiye tartışmıyor, Kürtlerin bir kesimi de tartışıyor yine bu tartışmalardan rahatsız olan bölge halkları var, hatta siyasal güçler, devletler de var. Şimdi bu tartışmalara da doğru bir içe-rik kazandırmak, herkesin bu konudaki kuşkularını gidermek gereki-yor. 1960’larda Demirel iktidara geldiğinde ona sunulan bir proje var. Türkiye’nin sorumluluğu altında tüm Kürdistan parçalarının bir konfe-deral devlet biçiminde örgütlendirilmesi teklifi götürülüyor. Demirel bunu Türkiye’deki generallerle tartışıyor. Bunu tehlikeli görüyorlar onun için de gündemleşmiyor. Turgut Özal cumhurbaşkanı olduğunda tekrar bu gündeme geliyor. Basına da yansıdı, herkes biliyor. Turgut Özal Misakı Milli’yi yeniden gündemine aldı. Musul vilayetini -Güney Kürdistan’ı- Türkiye’ye katmak istiyordu. Bunun için Turgut Özal ile Genelkurmay arasında ayrılıklar çıktı, sonuçta genelkurmay istifa etti. Özal Güney Kürtleri ile bazı ilişkiler geliştirdi. Onlar içinde de bunu benimseyenler vardı. Hem Saddam tehlikesine karşı kendilerini koru-mak, Türkiye ile anlaşmak, yakınlaşmak, işbirliğine girmek istiyorlar-dı. Hem de ABD’nin 1960’larda geliştirdiği bir plan vardı Kürtler için. Bundan dolayı buna yatıyorlardı. Ama Turgut Özal ekibiyle birlikte tasfiye edildi. Dolayısıyla o süreç o gündem işlemedi. Şimdi AKP için-de, devlet içinde bu yeniden tartışılıyor. Bütün Kürtlerin nasıl Türki-

59

Page 60: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ye’nin bayrağı altında birleştirileceği tartışılıyor. Bunu yararlı görenler de var tehlikeli görenler de. Güney Kürdistan’da buna uygun adım atanlar da var. Bu gelişmeler ortamında Türk Kürt ilişkilerinin Kürt-Arap-Fars ilişkilerinin doğru temellere oturtulması gerekiyor. Bunun tarihi temelleri de var. Bu tarihi temellere dayanarak bunlara yeni şart-larda doğru bir içerik kazandırmak gerekiyor. Doğru bir yol yöntem geliştirmek, tüm Kürtleri doğru bir temelde harekete geçirmek gereki-yor. Bu yapılmazsa bu tip tartışmalar ilişkilenmeler Kürtlerin ve halkla-rın aleyhinde tehlikeli sonuçlar da yaratabilir.

Halkların birleşme istemi farklı amaçlar için geliştirilmek isteniyor. Bunun için Önderlik hakların birliğini, kardeşliğini, dostluğunu, daya-nışmasını, birbirine karşı sorumluklarını yerine getirmesini öne çıkarı-yor. Zaten çok ters değerlendirmeler gündeme getirmektedirler. Önder Apo’nun girişimini hem içeride hem de dışarıda AKP’nin ve Türk dev-letinin hegemonlaşmasını sağlayan görüşmeler olarak ele almaktadır-lar. Çözüm sürecinin bir demokratikleşme değil de, tam tersi, içeride ve dışarıda demokratik olmayan, yayılmacı, hegemon bir Türkiye gerçe-ğini ortaya çıkaracağını söylemektedirler. Bunlar demagojik söylem-lerdir, tamamen gerçekliği ifade etmeyen söylemlerdir. Önder Apo’nun Newrozda ortaya koyduğu hem Türkiye hem de Ortadoğu’nun demok-ratikleşmesi mesajı tersinden ele alınarak, çarpıtılarak etkisiz kılınma-ya, kamuoyundaki etkisi zayıflatılmaya, hatta üstünde kuşku yaratıl-maya çalışılmaktadır.

Kuşkusuz süreç ve ortaya çıkacak sonuçlar tam bu söylenenlerin tersinedir. Önder Apo’nun bu demokratik çözüm hamlesi Türkiye’de hegemon zihniyeti kıracağı gibi, Ortadoğu’da da Türk devletinin ya-yılmacı ve hegemon yaklaşımlarını ortadan kaldıracaktır. Türk devleti-nin şovenist, yayılmacı karakteri son bulacaktır. Zaten demokratikleş-me bu demektir. Demokratikleşme demek hegemon güç olmaktan çık-mak demektir. Her gücün kendini özgürce, eşit bir biçimde ifade ede-ceği, hiçbir gücün hegemon olmayacağı, herkesin demokratik kurallar içinde, demokratik ölçüler içinde kendisini ifade edeceği siyasal sosyal yaşamın adıdır demokrasi.

Türkiye’deki demokratikleşme süreci belirli bir uzlaşma temelinde ilerletilebilirse AKP’nin, daha doğrusu siyasal İslamcıların Türkiye’yi ele geçirip hegemon olma istemleri, özlemleri son bulacaktır. Geçen 90 yılda olduğu gibi siyasal İslamcılar dışlanmayacaktır, Kürtler dışlan-mayacaktır, solcular dışlanmayacaktır. Ama siyasal İslamcılar Kemalist ittihatçıların, ulusalcıların yerine yeni bir hegemon güç de olmayacak-tır. Bir kere bunun böyle görülmesi gerekir. Zaten Önder Apo ilk gö-

60

Page 61: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

rüşmesinde bile “biz bir hegemonun gidip yerine AKP’nin hegemon olmasını istemiyoruz, buna karşı çıkarız” biçiminde tutumunu açıkça ortaya koymuştur. Sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da Türk dev-letinin hegemon, yayılmacı, Osmanlıcılık denen anlayışı son bulacaktır. Türkiye demokratikleştiğinde, demokratik zihniyete kavuştuğunda artık olaylara bir işgalci, sömürgeci, emperyalist güç gibi bakmayacaktır. Bu bakış terk edilecektir. Zihniyet değişecektir. Türkiye’nin bölgedeki halklarla ilişkileri demokratik temelde gerçekleşecektir.

Türkiye demokratikleştiği zaman tabii ki çekici olacaktır. Nasıl ki bugün sınırlı demokrasisiyle, imkânlarıyla AB çekici olmuş, insanlar dünyanın her tarafından oraya göç etmeye başlamışlarsa Türkiye de Ortadoğu’da eğer Kürt sorununu çözüp demokratikleşmeyi başarırsa itibarı yüksek olacaktır, etkisi artacaktır. Ama bu bir yayılmacılık, sı-nırlarını genişletme, askeri ve siyasi gücüyle diğerleri üzerinde ege-menliğini arttırma biçiminde olmayacaktır. Kürt sorunu demokratik temelde çözüldüğünde, bugüne kadar olan her konuda tehdit eden, di-ğer güçleri askeri gücüyle ürkütmeye çalışan Türkiye gidecek, onun yerinde demokratik ve kültürel değerleri ve bunlara dayalı ekonomik gelişmesiyle bölgeyi etkileyen bir güç olacaktır. Bunun da hiç kimseye sakıncası yoktur. Hatta sol ve sosyalist güçlerin, demokrasi güçlerinin istemesi gereken bir durumdur. Bunu İran da yaparsa etkili olur, Irak da yaparsa etkili olur.

Hangi güç kendi sorunlarını demokratik temelde çözer, demokratik zihniyete kavuşursa sadece bölgede değil, dünyada da itibarlı hale ge-lir. Bu yönüyle Kürt özgürlük hareketinin, PKK’nin, Kürtlerin Türki-ye’de siyasal İslamcılarla birleşeceği, Türkiye’de yeni İslamcı güç or-taya çıkacağı ve Türkiye’de bu siyasal İslamcı zihniyetiyle bölgede hegemon güç olacağı değerlendirmeleri tamamen saptırmadır, yanlıştır. Aksine bu süreç bu demagoji ve bu değerlendirmeler gibi değil de on-ların düşündüklerinin tersine içeride ve dışarıda hegemon eğilimleri sınırlayan, törpüleyen bir gelişme ortaya çıkaracaktır. Bunun kesinlikle böyle görülmesi gerekmektedir.

Önder Apo’nun Misakı Milli dediği de esas olarak Kürtlerin siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ilişkilerine kapalı olmayan bir siyasal, ana-yasal, hukuksal yaklaşım içinde olunması gerektiği yönündedir. Ger-çekten de sınırlar sunidir. Bu açıdan doğru yaklaşımlarla sınırları sorun yapmadan Kürtlerin diğer parçalardaki Kürtlerle ekonomik, sosyal, kültürel ilişki sağlaması kadar doğal, haklı bir şey olamaz. Bir nevi Türkiye tutumuyla, davranışıyla sınırlarının katı olmaktan çıkaracak, sınırları geçirgen hale getirecek; bu da Kürtlerin hem Suriye’de hem

61

Page 62: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Irak’taki ilişkilerini daha da güçlendirecektir. Bu tabii Türkiye’nin de Irak ve Suriye ile daha kolay ilişki sağlamasını ortaya çıkaracaktır. Ama bu ne sınırların değişmesidir ne de Türkiye’nin bölgede hegemon güç olmasını sağlayan bir yaklaşımdır. Tamamen bölge halklarının ekonomik, demokratik, sosyal ve kültürel olarak birbiriyle daha iyi ilişkiler kurması, birbirini güçlendirmesi, birbirini güçlendiren, tamam-layan, simbiyotik dediğimiz ilişki içinde herkesi güç yapan bir yakla-şımı ifade etmektedir. Önder Apo’nun kast ettiği budur. Yoksa Önder Apo Türkiye gitsin Irak’ı da kendine katsın, Suriye’yi de kendine kat-sın, her tarafı kendine katsın, yeni Osmanlı olsun, diğer toplumların, ülkelerin üzerinde baskı kursun dememektedir. En başta da Önder Apo hegemon ve yayılmacı yaklaşımları kabul etmez.

AKP’nin iç hegemonyası da kabul edilmeyecektir, ona karşı müca-dele edilecektir. Demokratikleşme süreciyle ittihatçıların, ulusalcıların yerine siyasal İslamcıların yeni hegemon güç olma eğilimini törpüle-mek istemektedir. Bu hamlesiyle o eğilimleri kırmak istemektedir. Önder Apo’nun hamlesini böyle değerlendirmek gerekir. Bu temelde de Ortadoğu’da ilişkilerin zor, şiddet, tehdit üzerine değil de; demokra-si, özgürlükler, hak ve adalet üzerine kurulduğu, karşılıklı birbirini tamamlayan güçlerin ekonomik, sosyal, kültürel ilişkiler üzerine kurul-duğu bir yeni Ortadoğu hedeflenmektedir. Türkiye’nin de böyle bir Ortadoğu’nun gerçekleşme sinde Kürt sorununu çözerek, kendini de-mokratikleştirerek öncü olması istenmektedir. Bu pozitif bir roldür, negatif bir rol değildir. Nerede görülmüştür bir ülkenin gerçek anlamda demokratikleştiğinde daha da saldırganlaştığı? Gerçek demokratikleş-menin olduğu yerde gerçekten de daha huzurlu, barış içinde bölge ve dünya ortaya çıkar. 19 ve 20. yüzyılları biliyoruz, hep büyük savaşlar içinde yaşanmıştır. Bu, demokratik zihniyetin olmamasından kaynak-lanmaktaydı. Demokratik zihniyetin geliştiği her yerde saldırganlık, hegemonya ve savaş eğilimleri giderek aşınacak, törpülenecek ve son bulacaktır.

Önder Apo hem tarih içinde oluşan bu gerçeğe dayanarak hem de ortaya çıkmış demokrasi güçlerinin gücünü görerek demokratik çözüm ve demokratikleşme hamlesi yapmıştır. Silahların susturulması, silahlı güçlerin geri çekilmesi temelinde Türkiye’yi bir demokratikleşme kul-varına çekerek Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’yi dönüşü olmayan bir demokratikleşme gerçeğine ulaştırmaya çalışmaktadır. Önder Apo’nun demokratikleşme hamlesinin tarihsel ve güncel neden-lerini, dayanaklarını böyle ifade etmek gerekir.

62

Page 63: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Kuşkusuz Önder Apo’nun bu hamleyi gerçekleştirmesinde cinsiyet özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigmasının, yani sorunla-rı savaşla değil de demokratik siyasetle çözme anlayışının payı da etkili olmuştur. Eğer paradigmayla bağlantılı ele alınmazsa, Kürt özgürlük hareketinin hamle yaptığı, Türk devletinin ordusunun karakollardan çıkamadığı, Kürt özgürlük hareketinin siyasi gücünün bölgede arttığı ve bunun herkes tarafından kabul gördüğü bir dönemde Önder Apo’nun son demokratik siyasal yollardan çözüm araması tam anlaşı-lamaz. Kuşkusuz Önderlik sorunun köklü çözümünü istiyordu. Bu yö-nüyle mücadelenin geliştirilmesinden yanaydı. Bu açıdan devlete “ezi-yorsan ez”, Kürt özgürlük hareketine de “mücadele ederek çözüyorsan çöz” yaklaşımı içinde olmuştur.

Ancak sonuçta Türk devletinin askeri yollarla ezme politikası iflas etmiştir. Biz de askeri ve siyasi olarak önemli hamleler yapmış olsak da, bu yönüyle bir ivme kazanıp yükselişe geçsek de kendi sistemimizi, kendi özgür ve demokratik yaşamımızı kuracak ve bunu devlete net bir biçimde kabul ettirecek bir sonuç da alamadık. Devleti geriletip, zor duruma sokmuş, önemli başarılar elde etmiş olsak da kesin sonuç dü-zeyinde gelişmeler de ortaya çıkaramadık. Önder Apo bu ortamda de-mokratik siyasetin devreye girmesinin en doğru yol olduğunu görerek inisiyatif almıştır. Zaten Önder Apo’nun tercihi her zaman demokratik siyasal yollardan çözüm olmuştur. Eğer imkân olursa demokratik siya-setin ya da demokratik siyasal mücadelenin her türlü savaştan daha değerli olduğunu, savaşlardan katbekat kazanımlar sağlayacağını söy-leyen bir Önderlik gerçeği vardır. Kuşkusuz böyle yaklaşıma neden olan da Önder Apo’nun demokratik siyasal çözümü esas alan, toplu-mun örgütlenmesine, demokratikleştirilmesine, güç yapılmasına daya-narak hedeflenen cinsiyet özgürlükçü demokratik ekolojik paradigma-sına sahip olmasıdır.

Bu paradigmada devletçi, iktidarcı bir çözüm yoktur. İlla da şu sı-nırları çizelim, bu sınırlar içinde bizim hakimiyetimiz olsun gibi bir zihniyeti de bir siyasal yaklaşımı da yoktur. Önder Apo, Kürt özgürlük hareketi devletin, iktidarın, silahlı güçlerin devrede olduğu yerde ege-menlerin güç olacağını söylemektedir. Egemenler, toplumun küçük bir kesimini oluşturduğu ve zayıf olduğu için ancak zorla, şiddetle, devlet gibi bir araçla kendini güç yapabilir, hâkimiyet kurabilir. Azınlık ke-simlerin, sömürücülerin, toplumun üst tabakasının başka türlü iktidar olma ve kendini hâkim kılma şansı yoktur.

Ancak zor ve şiddet araçları egemenleri güç yapar; demokratik ol-mayan merkeziyetçi yönetimler egemenleri güç yapar. Bu açıdan zor,

63

Page 64: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

şiddet, devlet esas olarak egemenlerin, toplumun üst kesimlerinin ken-disini güç yapma, iktidar yapma, etkili kılma araçlarıdır. Halk güçleriy-se, demokrasiden ve özgürlükten yana olanlar ise, toplumun alt tabaka-sı, ezilenleri ise toplumun çoğunluğunu meydana getirirler. Çoğunlu-ğunu meydana getirdiğinden demokrasinin olduğu, demokratik siyase-tin olduğu, sorunların demokratik siyasal yöntemlerle çözüldüğü yerde egemenler etkisiz kalır. Demokratik siyasetin hakim olduğu, işlediği yerde nüfusun çoğunluğu etkili olabilir, güç olabilir. Demokratik siya-setin, demokratik toplum gerçeğinin, demokrasinin gerçek anlamda işlediği bir yerde egemenler etkili olamaz. Onların sayısı azdır. Sayısı az olanın, hem de sömürücü ve baskıcı zihniyete sahip olanların de-mokratik siyasetin olduğu yerde güç olmaları mümkün müdür? Tabi ki değildir. Bu açıdan ezilenler, özgürlükçüler, demokrasiden yana olanlar güç olmak istiyorlarsa tabii ki demokratik siyaseti, demokratik siyasal çözüm yollarını tercih edeceklerdir. Çünkü ezilenler nüfusun çoğunlu-ğunu oluştururlar, demokratik topluma dayanarak güç olma da ancak bu ortamda gerçekleştirilir. Ezilenler, baskı görenler, zayıf olanlar an-cak demokratik ortamda güç olabilir. Tabii ki bu da kendiliğinden ol-maz. Eğer özgürlükçü demokratik toplumcu güçler doğru zihniyet, politika ve pratikleşme içinde olurlarsa bu gerçekleşebilir.

Kuşkusuz ezilenlerin de saldırılar karşısında meşru savunma hakkı vardır. Meşru savunmasını güçlendirme, kendini koruma hakkı vardır. Bu hak meşrudur, kutsaldır, evrenseldir. Ancak zorunlu oldukça baş-vurması gereken bir haktır. Bunun dışında demokrasi güçleri açısından, halk güçleri açısından, toplum güçleri açısından tercih edilen demokra-tik siyaset ve demokratik ortamdır. Çünkü toplumun çoğunluğu esas olarak silahlı güçle, devletle, iktidarla kendisini güç yapamaz. Onlar egemenlerin aracıdır. Ancak egemenlerin öyle bir ortamda avantajları vardır ya da egemenler dezavantajlarını ancak zora, şiddete başvurarak giderebilirler. Bu açıdan ezilenler, sömürülenler, kendilerini avantajlı kılacak demokratik siyaset alanını, demokrasi ortamını yaratırlar ki egemenlerin avantajı elinden alınsın, böylelikle demokratik toplum gerçeği temelinde toplumun güç olması, kendi kendini yönetmesi sağ-lansın. İşte bu, Kürt halkının cinsiyet özgürlükçü demokratik toplum paradigmasının gerçekleştirilmesinin temel yöntemi olmaktadır. Ya da demokratik siyaset yöntemi, demokratik toplum gerçeği aslında ezilen-lerin, toplumun alt tabakalarının temel stratejisidir, temel yöntemidir. Esas olarak silahın, şiddetin devreden çıkarılıp bu yöntemin hâkim olduğu ortamlarda ezilenleri, toplumun çoğunluğunu güç yapabilir, etkili kılabilir, kendi özgür ve demokratik yaşamını kurabilirler. Bu

64

Page 65: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

açıdan Önder Apo Kürtlerin varlığını önemli oranda kabul ettirdiğini, Kürt gerçeğinin ortaya çıktığını, meşru savunmayla toplumun örgütlü güç haline geldiğini ve kendisini güçlendirdiğini, böyle bir toplum gerçeği ortamında eğer demokratik siyaset ortamı bulunursa sorunların demokratik siyasal çözüm yönteminin ortamı doğarsa bunun yaratılma-sının en büyük kazanım olacağını, ezilenlere, baskı görenlere avantaj sağlayacağını görüp bu açıdan demokratik siyasetin ve demokratik siyasal çözümün ortamını hazırlamaya çalışmıştır. Bunu hazırlamak, bunun çabasını vermek, egemenleri demokratikleşme ortamında siyaset yapmaya, bu ortamda kendi gücünü ortaya koymaya çekmeye çalış-maktır. Egemenler böyle bir zemine çekildiğinde işte bu ezilen toplu-lukları, başta Kürtler olmak üzere Alevileri, emekçileri, bugüne kadar kendisini baskı altında ifade edemeyen sol güçleri etkili kılacak yeni bir dönem başlayacaktır, başlatılacaktır. Bu açıdan Önder Apo’nun bu hamlesini böyle bir paradigma, böyle bir paradigmanın etkili olacağı yöntem tercihi temelinde ele almak gerekmektedir. Eğer bu paradig-manın etkili kılınması açısından gerekli yöntem tercihi konusu iyi anla-şılamazsa o zaman demokratik siyasal çözüm hamlesi, gerillanın sınır dışına çekilmesi, silahın devreden çıkarılıp demokratik siyasetin öne çıkarılması konusu anlaşılır kılınamaz.

Bu noktada Kültürel soykırım kıskacındaki Kürt gerçeğinin savu-nulması, bu durumun önüne geçilmesi salt silahlı mücadeleyle olmaz. Bir bütün olarak toplumun kültürel, ekonomik, dini, ekolojik, eğitim, sağlık gibi pek çok alanında kendi örgütlülüğünü sağlamayla bu ger-çeklik aşılabilir. Her canlının temel işlevlerinden biri olan kendini sa-vunma sadece silahla olmadığı, pek çok yöntemle olduğu görülmelidir. Hele söz konusu insan olursa öz savunma çok daha karmaşık, kapsamlı bir örgütlenme gerektirir. Çünkü egemen güçler sadece fiziki zorla değil pek çok yöntemi kullanarak toplumsal gerçekliğe saldırırlar. Top-lum-kırımı hedeflerler. Bundan dolayı öz savunmanın, meşru savun-manın temel işlevi toplumsallığı korumaktır. Bu da her alanda örgütlü-lüğün gelişmesiyle olur.

İşte bundan dolayı geri çekilme tamamen cinsiyet özgürlükçü de-mokratik toplum paradigmasının pratikleşmesi, toplum kırımın önüne geçilmesi, demokrasi güçlerinin daha etkin hale gelmesi ve Türki-ye’deki demokratikleşme zemininin güçlendirilmesi olarak ele alınma-lıdır. Bu geri çekilme süreciyle birlikte Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak anayasal ve yasal değişik-likler gündeme girecektir. Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü güvence-ye alan anayasal ve yasal değişikliklere fırsat vermek için bu zemin

65

Page 66: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

hazırlanmıştır. Yoksa Erdoğan’ın ya da danışmanlarının dediği gibi “hiçbir pazarlık yapmadık, hiçbir söz vermedik” sözlerinin hiçbir değe-ri yoktur. Zaman zaman demokratikleşme süreci diyorlar. Bu doğrudur. Ama Kürtlerin varlığını kabul etmeden, Kürt sorununu çözmeden ne demokratik olunur ne de Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanır. Eğer demokratikleşme süreciyse başta Kürt sorunu olmak üzere diğer etnik, dinsel ve toplumsal sorunların çözümü gerçekleşecektir. Kürt sorunu da, alevi sorunu da, diğer etnik ve dinsel toplulukların sorunu da çözü-lecektir. Emekçiler ve demokrasi güçleri için demokratik siyaset ve demokratik mücadele imkânı engelsiz ortaya çıkarılacaktır. Geri çekil-me buna fırsat vermek için yapılmıştır.

Bu süreci kuşkusuz esas olarak başarıya ulaştıracak başta hareketi-miz olmak üzere demokrasi güçlerinin durumudur. Bu süreç AKP’ye güvenilerek başlatılmamıştır. AKP demokratik zihniyete ulaştı, gerilla sınır dışına çıktıktan sonra hemen AKP bu sorunları tümüyle çözecek biçiminde bir yaklaşım olamaz. Kuşkusuz çözüm iki taraflıdır. Tek taraflı bir iradeyle çözüm gerçekleşemez. Kürt halkı her zaman çözüm istiyor, demokratik çözümden yanadır. Kürt halkının duruşunda da, Kürt özgürlük hareketinin duruşunda da bir sorun yok. Zaten sorunu çözümsüz bırakan Türk devlet zihniyetidir. Bu zihniyeti pratikleştiren hükümetlerdir. AKP de 11 yıldır iktidardaydı, bu sorunun çözülmeme-sinin nedeni AKP’nin zihniyetidir. Bu açıdan AKP’den beklenerek sorunun çözülmeyeceği açıktır. Sorununun çözümünün esas güçleri demokrasi güçleridir, Kürt özgürlük hareketidir, ortaya çıkan Kürt halk gerçeğidir, Kürtlerin özgürlük ve demokraside ısrarıdır. Kürt halkının başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Kürdistan’ın tüm parçalarında örgütlü bir güç haline gelmeleridir. Avrupa’da da Kürt halkının bir örgütlülüğü vardır, Kuzey’de de, Güney’de de, Rojava’da da vardır. Mücadelenin büyük bir tecrübesi de vardır. Her türlü baskı ve zor kar-şısında ayakta kalan, direnerek bugünkü siyasal hamlenin yapılmasına zemin yaratan bir halk gerçekliği vardır. Bu açıdan bu sürecin başarısı-nı da başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye demokrasi güçlerinin duru-şu belirleyecektir. Hiç kimse Önder Apo’nun başlattığı hamlenin ken-diliğinden başarıya ulaşmasını beklememelidir. Etkili bir politik ham-ledir ve zamanında yapılmıştır. Politika zaten yerinde ve zamanında hamleler yapanların kazandığı bir alandır. Düz olan, yerinde ve zama-nında politik hamle yapmayan, nerede katı nerede esnek olacağını bil-meyen bir politik hareketin başarı şansı yoktur.

Hareketimizin, bizlerin sorumluluğu daha da fazladır. Çünkü Türki-ye’deki en etkili demokrasi gücüyüz. Yalnız Türkiye’deki değil, Orta-

66

Page 67: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

doğu’daki en etkili demokrasi gücüyüz. Dünyada pek çok devrimci harekete ilham kaynağıyız. Yine bütün parçalarda Kürtler içinde etkili bir güce sahibiz. Neden? Çünkü Doğru politika yürütüyoruz. Dolayı-sıyla en başta da kendi durumumuz önemlidir. Şimdiye kadar Kürt özgürlük hareketi olarak Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da önem-li başarılar elde ettik. Şimdi yeni bir siyasal süreç başlatmış durumda-yız. Bu siyasal süreç de geçmişteki gibi silahlı güç kullanılarak yürü-tülmeyecek. Türkiye’de silahlı güçler sınır dışına çekilecek, ama bu bir mücadeleyi bırakma ve gevşeme değil, mücadeleyi yeni koşullarda sürdürme ve başarmanın adımı olacaktır. Sınır dışına çıkma durumunda eğer bir gevşeme olursa bu tabii çok büyük riskleri ve tehlikeleri de beraberinde taşır. O zaman demokratik çözüm hamlesi istenilen sonuca ulaşamaz. Dolayısıyla gerilla güçleri geri çekilse de bulundukları alan-da, eğitimlerini güçlü bir biçimde yapmalarını, örgütlülüğünü ve disip-linini korumaları, her an daha büyük çatışmalara, savaşa hazır olmaları gerekmektedir.

Kürt sorununun kalıcı çözümü olmadan, bu netleşmeden gerillanın durumunun gevşemesi, gerillanın Kürt halkını koruyan meşru savunma pozisyonundan çıkması ve bu meşru savunma pozisyonunun zayıfla-ması büyük tehlikeleri beraberinde getirir. İntihar etmek olur. Bu yö-nüyle gerilla çekilecek, ama varlığını etkin bir biçimde sürdürecektir, gücünü koruyacaktır. Kendisini daha da eğitecek, ideolojik olarak eği-tecek, askeri olarak yetkinleştirecek, disiplinini gevşetmeyecektir. Gü-cünü, etkisini savaş döneminde olduğu gibi bu çözüm sürecinde de koruyacaktır. Tarihte anlatılır, Roma imparatorluğu 110 yıl hiç savaş-madan gücünü koruduğu söylenir. Ama savaşmadığı bu dönemde de Roma orduları gücünü korur, etkisini gösterir, etkisini bozmaz, eğiti-mini süreklileştirerek savaşa hazır hale gelir. Hatta öyle ki, barış zama-nında daha ağır kılıçlarla eğitim yaparlar. Daha ağır kılıçlarla eğitim yaparak savaşta o kılıçlarını çok etkili kullanmalarını sağlarlar. Özcesi Roma imparatorluğu PaxRoma denen güçlünün barışını böyle bir güçle sağlamıştır. Savaşmamıştır ama herkese de Roma’ya karşı savaşmaya-cak düzeyde kendi gücünü, ağırlığını hissettirmiştir.

Çözüm sürecinde belki de rolünü en iyi kavraması gereken güçler-den biri HPG ve gerilla olacak. Gerilla ve HPG; “ben güçlü olmazsam, disiplinli olmazsam, etkili olmazsam çözüm hamlesi başarısız kalabilir, çözüm hamlesi boşa çıkabilir” demelidir. Çözüm hamlesi milliyetçi şoven güçler tarafından bir fırsat olarak görülüp bir çözümle değil de Kürtlerin köleliğiyle sonuçlanacak biçimde değerlendirilmesine fırsat vermeyecektir. Eğer gücümü korur ve siyasi etkiyi sürdürmeyi sağlar-

67

Page 68: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

sam yeni bir siyasal sistem bölgede ve Türkiye’de kurulabilir diyecek ve kendi rolünü gevşetmeden çözümün boşa çıkaranların önüne set olacaktır. Duruşuyla Türk devletine de, her güce de sorununun çözül-mesi için sorumluluklarını hatırlatacaktır. Gerilla güçlerinin kendi gü-cünü gevşetmesi, zayıflatması her türlü provokasyonun ortaya çıkması-na yol açar. Bu çözüm sürecine direnen güçleri cesaretlendirir, provo-kasyonlarını artırır. Bu açıdan belki de sürecin boşa çıkmasında en büyük sorumsuzluk gerilla tarafından yapılmış olur. Çünkü çözüm zeminin yaratılmasında, siyasal ağırlığın bu noktaya gelmesinde Kürt halkının meşru savunmasının, gerillanın direnişi önemliydi. Gerilla direnmeseydi, meşru savunmasını ortaya koymasaydı Türk devleti zaten ezerek, tasfiye ederek ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak yürütecek ve sonuç almak isteyecekti. Zaten şimdiye kadarki bu sorunu çözmekten kasıtları ezmek, tasfiye etmekti. Dolayısıyla gerilla duruşuyla, tutumuyla, disipliniyle, eğitimiyle, kendini güçlendirmesiyle ne kendinin ve toplumun gevşemesine fırsat verecek, ne de çözüm için sorumsuz yaklaşımlara müsaade edecektir. Bunu herkes bilmeli ve hiçbir zaman unutmamalıdır ki, devlete devredilemeyecek temel top-lumsal görevlerin başında Önder Apo toplumun savunma çalışmasını belirtmiştir.

Bu sürece kadar yaşanan temel yanlış yaklaşımlardan biri süreç kar-şısında “AKP’ye güven olmaz anlayışıyla sürecin gereklerini yerine getirmemektir. İkinci bir yanılgılı yaklaşım da, “süreci Önder Apo baş-latmıştır, O her şeyi bilir, O zaten her şeyi yürütür” diyerek sorumlu-luktan kaçış tarzıdır. Bu yaklaşımlar yanlış ve kendine göre yaklaşım-lardır. Önder Apo tarafından başlatılan bu hamlenin ilan edilmesiyle birlikte görevlerimiz çoğalmıştır. Bunu herkesin bilmesi lazım. Bu süreç öyle kolay gelişmeyecek. Bedelsiz gelişmeyecek, birçok zorluk-ları olacak. Sabote edicileri, kafa karıştırıcıları, başarısızlığa uğratmak için çalışanları olacak. Öyle kolay gelişmeyecek. İçinde birçok tehlike, zorluk var. Ama bunlara rağmen, bunları gidermek için sonuç alınması gerekiyor. Onun için yürek ve beyinlerin ayağa kaldırılması gerekiyor. Herkesin görev ve sorumluklarını zamanında ve başarıyla yerine getir-mesi gerekiyor. Rahat gelişmeyecek bu süreç. Kimse rehavete kapıl-mamalı. Öyle kuru endişelerle hareket etmeye de gerek yok. Biliyorum toplumda da birçok çevrede de, bu sürecin başarıya gitmeyeceğine, hatta tehlikeli sonuçlar yaratacağına dair endişeler var. Sadece Kürtler ve PKK açısından değil, diğer parçalar açısından Türkiye’deki Alevi-ler, Ermeniler, sosyalistler, demokrasi çevreleri açısından da tehlikeli sonuçların doğabileceği endişeleri var.

68

Page 69: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Bu noktada hamlenin başlangıcından bu güne “PKK, AKP ile anlaş-tı. Siyasi İslam egemen olacak, Alevilere karşı birleşilecek” gibi söy-lemler vardır. Bunu daha çok özel savaş merkezi ile bir de çeşitli halk-lardan, inançlardan egemen sınıfa mensup olan kesimler geliştiriyor. Çünkü Önder Apo’nun geliştirdiği çizgi toplumun alt kesimini esas alıyor. Önder APO tüm inançlarda ve kültürlerde bunu esas alıyor. Tabii ki egemenler bundan rahatsızlık duyuyor, bunu kendi çıkarları açısından tehlikeli görüyor. Onun için çarpıtma gereği duyuyorlar. Dikkat edilirse yıllardır Türk devletinin Kürtlere ve PKK’ye karşı ge-liştirdiği bir strateji var. Bu, Kürtlerin yürüttüğü mücadeleyi Kürdistan ile sınırlı tutma, PKK’yi ve Kürt halkını izole etme, PKK’yi Kürdis-tan’a, hatta mücadeleyi dağa hapsetme stratejisiydi. Muhalefetin PKK ve Kürtlerle ilişkiye geçmemesi, birleşmemesi güç haline gelmemesi gerekiyor stratejisiydi. İşte PKK yıllarca uygulanan bu stratejiye önem-li ölçüde darbe vurdu. Özellikle Zap direnişinden sonra bu süreç gelişti. Daha sonra seçimler oldu. Bu seçimlerle hem Kürdistan’da hem Türki-ye kesiminde bir blok oluşturuldu, bu blok meclise taşındı. Bu strateji büyük yara aldı. Ve Türkiye kesiminde demokrasi güçlerinde, sosyalist kesimde ezilenlerde PKK ve Kürtlere bakış açısı değişti. PKK ve Kürt-ler ile ilişkilenme, dayanışma gelişti. Rejim ve egemenler bundan ürk-tü. Bunun için bu stratejiyi yeniden canlandırmak istediler. Önderliğin bazı açıklamalarını çarpıtmalarının nedeni budur. Bununla PKK ve Kürtleri bu güçlerden uzaklaştırmayı amaçlıyorlar.

Mademki endişeler ve tehlikeler var. O zaman bunları nasıl gidere-bilir, ortadan kaldırabiliriz? Tehlikeleri nasıl zafere çevirebiliriz? Bu-nun esas alınması, siyasetin bu tarzda yapılması gerekiyor. Demokratik siyasetle bunların aşılması gerekiyor. Bunun için Önder Apo herkesi bu temelde görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı.

Önder Apo’nun çabası sadece Kuzey’de Kürt sorunun çözmeye dö-nük değil. Tüm parçalardaki Kürt sorununu, var olan sınırlara dokun-madan bu sorunu çözmeye çalışıyor. Eski paradigmamızda bu sınırları ortadan kaldırma hedefimiz vardı. Ulusların kendi kaderini tayin hak-kını, biz devlet kurma biçiminde ele alıyorduk. Ama biz bu paradig-mayı çoktan terk ettik. Kendimize yeni bir paradigmayı esas aldık bu temelde yeni bir çizgiyi geliştiriyoruz.

Bizim sınırlarla herhangi bir sorunumuz yok. Zaten sınırlar artık an-lamsız hale gelmiştir, ulus devletler artık aşılma sürecine gelmiştir. Biz halkları nasıl demokratik sürece çekeceğiz, nasıl onların demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet sorunlarını çözeceğiz sorularına cevap olma temelinde yaklaşıyoruz sürece. Bu da sadece Kuzey’deki Kürtlerin

69

Page 70: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

değil, sadece Kürtlerin de sorunu değil Türkiye’deki, Ortadoğu’daki tüm halkların sorunudur.

Sınırlara rağmen Kürtler arasında demokratik bir yaşam tarzını ge-liştirmeye çalışıyoruz. Sadece Kürtler arasında değil Kürtlerle diğer halklar arasında da bunu geliştirmeye çalışıyoruz. Bunun siyasal, top-lumsal sistemini demokratik konfederalizm biçiminde somutlaştırdık. Bunu gerçekleştirmek istiyoruz.

Hiçbir şey yapmadan sadece “Nereden bakılırsa bakılsın bu hamle-nin başarıya gitme şansı çok ama çok yüksektir” diyerek kendimizi aldatmamamız gerekiyor. Tüm tehlikeleri olumsuzlukları göz önünde bulundurarak bu sürece yüklenmemiz gerekiyor. Eğer süreci başarıya götüremezsek arkasında büyük tehlikeler olduğunu bilmek zorundayız. Sürecin kazanılmaması halinde, sadece partimiz PKK ve Kuzey Kür-distan açısından değil bütün Kürtler ve bölge halkları açısından çok tehlikeli bir süreç yaşanacağı kesindir. İşte bunun yaşanmaması için mutlaka bu demokratik kurtuluşu ve özgür yaşamı inşa etme hamlesi-nin başarıya taşınması gerekiyor. Herkesin buna odaklanması gereki-yor. Bunun başarılması için yürek ve beynini ayağa kaldırması gereki-yor. Bütün bilincini, olanaklarını enerjisini bunun için harekete geçir-mesi gerekiyor. Eğer bu tarzda harekete geçirilirse tüm koşullar sonuç alma yönündeki bunun sonuçları büyük olacaktır. Nasıl ki tarihin baş-langıcında Kürtler kendileri ve insanlık için büyük bir devrim ve kültür geliştirirlerse onu da aşan bir devrimi ve kültürü geliştireceklerdir. Kürtler bu yeni yaşamın öncüsü konumundadır. Tarih şimdi Kürtlerin önüne böylesi bir tarihsel görev koymuş durumdadır. Önder Apo şimdi buna sahip çıkıyor, gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. Zaten Ön-derliğimizin de başlattığı süreç bunun içindir. Eğer Kürtlerin öncüleri buna öncü olurlarsa, bu büyük bir devrime yol açacaktır.

Hamleyi başlatanlar biz olduğumuz için esas sorumluluk bizlere dü-şüyor. Hükümete düşen görevler var, bizlere düşen görevler var. Bizim dışımızdaki Kürtlere, Türkiye’deki emekçilere, ezilenlere düşen görev ve sorumluluklar vardır. Bütün bunlar birlikte yerine getirilirse önemli sonuçlar elde edilir. Bu sürecin öncüsü partimiz PKK ve onun militan-ları olan bizleriz ve öncülüğün görev ve sorumluluklarını yerine getir-memiz gerekiyor.

PKK 40 yıla yakındır mücadele yürütüyor. Bir dönem ideolojik dö-nem, partileşme dönemiydi. 12 Eylül faşist askeri darbeden sonra geri çekilme ve örgütü yeniden toparlamaydı. 1984’ten sonra da silahlı mü-cadele yürüttü ve bugünlere kadar geldi. Özellikle son 30 yıllık gerilla direnişiyle çok büyük sonuçlar ortaya çıkardı. Kürtler açısından Kürt

70

Page 71: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kimliği ve varlığı ortaya çıkarıldı. Sömürgeciler hala kabul etmeseler de, hala varlığı inkar, imha ve soykırım politikalarını sürdürseler de Kürtler kendi kimliklerini, varlıklarını bütün çıplaklığıyla ortaya koy-du. Bunu bütün dünya da, bölge de kabul ediyor. Böyle bir mücadele süreci büyük kazanımlar da ortaya çıkardı ve şu anda Kürtler Ortado-ğu’nun, hatta dünyanın en büyük demokratik toplum gücü haline geldi-ler. Demokratik ve özgürlükçü bilinçleri çok yüksek. Bunu en somut kadın özgürlüğünde görebiliriz. En somut yediden yetmişe herkesin ayağa kalkmasında görebiliriz. 30 yıldır tüm yaş kesimleriyle ayakta olan bir halktır. Yediden yetmişe hepsi politikleşmiş bir halktır. Böyle bir halk gerçekliği var. Böyle bir ortamda mücadeleyi demokratik siya-sal mücadeleye evriltmek istiyor, Önderlik. Önder Apo yarattığı toplum gücüne, ortaya çıkan demokratik örgütlenmelere, demokratik ulus ger-çeğine güveniyor. Türkiye’deki demokratikleşme gücüne de; Denizler-den, Mahirlerden, İbrahimlerden başlayan; öncesi de var, ama sonrası onlarca yıldır Türkiye’de de özgürlük ve demokrasi mücadelesi var; bütün bu birikimlere Önderlik güvenmektedir. Bu açıdan şimdiye kadar önemli sonuçlar elde etmiştir.

Önder Apo defalarca, son olarak da BDP’lilerle yapılan görüşmede şunu söyledi; “şimdiye kadar benim yaptığım hazırlıktı, asıl mücadele bundan sonra başlıyor, başlangıcı yeni yapıyoruz” dedi. Bunu şunun için söyledi; önemli bir güce ulaştık, paradigmayı yeni şekillendirdik. İdeolojik, politik, teorik, psikolojik ve toplumsal destek olarak her şeyi şimdi tam hazırlamış durumdayız; buna dayanarak, bundan sonraki mücadelemizi özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha da etkili geliş-tireceğiz, demektedir. Sadece Kürdistan’ı değil, Türkiye’yi de değişti-receğiz, bölgeyi de değiştireceğiz, dünyada da özgürlükler ve demokra-siler açısından örnek bir ülke ve Ortadoğu yaratacağız. Şimdi Hareke-timiz bu iddiadadır. Bu açıdan silahlı mücadelenin ya da gerillanın geriye çekilmesi, ateşkes yapması mücadelenin durdurulması değil, daha etkili biçimde yeni koşullarda, yeni yöntemlerle sürdürülmesidir. Mücadele bu bakımdan bizim açımızdan yeni başlıyor. Süreç böyle anlaşılmalıdır. Tarihiliğinin farkında olmak gerekir. Tarihi süreçler öncülere tarihi görevler yüklerler. Tarihi görevleri yerine getirmek öncelikli olarak kendimizde gerekli değişim yaratma ve yenilenmeyle olur. Bu süreç ve yenilenme kendimizde başlatacağımız özgür yaşamı inşa olarak algılanmalıdır. Yenilenmenin özü zihniyet, yaşam, ilişki tarzı ve yöntemde kapitalizmin, oryantalizmin ve modernizmin etkile-rinden arınmak, diğer yandan zihniyet ve yapılanmasıyla birlikte ken-dinden başlayarak giderek tüm toplumda demokratik moderniteyi inşa

71

Page 72: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

etmektir. Bu da kendinde büyük vicdan, büyük düşünce, büyük ruhu yaratmakla olur.

DEĞİŞEN DÜNYADA YENİ DÖNEMİN VAZGEÇİLMEZİ: DEMOKRATİK SİYASET

72

Page 73: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

İçinde bulunduğumuz süreç, yaşanan gelişmeler ve mücadeleler her

yönüyle tartışmayı, ayrışmanın güçlü bir şekilde ortaya konulmasını kaçınılmaz bir şekilde açığa çıkarmaktadır. Önemli bir gerçekliğin üzerini ise sistemin efendileri olanlar gizlemek istemekte, yaşananları ve ortaya çıkan mevcut durumu daha çok bölgesel kılmakta, lokal sı-kıntılar/çatışmalar olarak gösterme çabası içine girmektedirler. Sadece bu gerçeklik bile böylesi bir dönemde dünya genelinde yaşanan siyasal hareketliliklerin, ekonomik dengesizliklerin ve hepsinden önemlisi toplumsal mücadelelerin özünü ve esasını anlamada daha yerinde bir bakış açısı ve yeterli bir siyasi yaklaşımı reel yaşamın içine aksettire-cektir.

Böylesi yoğun ve hareketli bir dönemde, Önderliğimiz tarafından başlatılan sürecin anlamını ve içeriğini, yine bu dönemin özünü teşkil eden demokratik siyasetin ne olduğunu bilince çıkarmak toplumsal yapının inşasında temel formülasyon olacaktır. Sürecin anlamını ve içeriğini tartışmaya çalışmak, elbette genel dünyadaki gelişmelerden ve tarihsel gerçekliğinden kopuk olamayacağı için bunları birlikte değer-lendirmek, bağlantılarını analiz etmek ve günümüze olan yansımalarını da yerinde bir çözümlemeye kavuşturmak gerekiyor. Önder Apo’nun “Demokratik Ulus Çözümü” eksenli son savunmasında vurguladığı tarihsel ve güncel ilişkilerle birlikte, Kürtlerin isyanlarını ve günümüz-de yürüttükleri mücadelenin geldiği boyutu belki de bu tartışmaların en başında ele almak gerekiyor. Bu savunmada Önderlik tarafından vurgu-lanan “PKK negatif rolünü oynamıştır, sıra pozitif rolü oynamadadır” belirlemesi, yeni sürecin ve demokratik siyaset merkezli mücadelenin de temel yapıtaşını ortaya çıkartmaktadır.

Kürt sorunu ekseninde hem tarihsel gerçekler, hem de günümüze kadar süren mücadelelere kabaca baktığımızda şiddet ve çatışmaların, inkar ve imha siyasetlerinin yoğun olduğunu görmekteyiz. Bu yönüyle Kürtlerin hem bölge güçlerine yönelik, hem de kendi siyasi mücadele-lerinde yoğunca yaşanan çatışmalar ve ideolojik nedenler Kürtler adına var olmanın nedeni olarak şiddeti bir araç olarak ortaya koymaktaydı. Uzun yıllar boyunca süregelen bu durumun, mevcut dünya siyasi are-nasıyla bağı vardı. Özellikle 20.yüzyılın başlarında ve sonunda dünya genelinde yaşanan siyasi atmosfer bunların ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.

20.yüzyılın başlarında hem Avrupa genelinde, hem de Ortadoğu’da birçok halk bağımsızlık mücadelesine girişmiş ve monarşik yönetimle-re, sömürenlere karşı bu amaç doğrultusunda oldukça şiddetli çatışma-

73

Page 74: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ların içerisine girmiştir. Yaşanan bu gelişmeler ulus-devlet eksenli si-yasi yapılarla, bağımsız devlet olma gayesini taşıyan mücadelelerdi. Büyük bedellerin ödenmesi ve binlerce insanın hayatını kaybetmesi, sömürünün emperyalist tekele dönüşmesini sağlayan bu etmen de hiç kuşkusuz en acımasız fatura Kürtlere kesilmiştir. Sözü edilen dönemde dünya genelinde yaşanan çatışmalar ve bölgedeki gelişmelerle birlikte, I.Dünya savaşı ortaya çıkmıştır. O zamana kadar Kürtlerin bölge güçle-riyle olan ilişkilerinde kısmi bir özerk/otonom yapılar ortaya çıkmış, yer yer bunların yaşadığı çatışmalar ve isyanlar, bu yapının da zaman içerisinde ortadan kalkmasını ve yerine konulan “ıslahat planları” gibi siyasi yaklaşımlarla Kürt sorunu denilen olgunun şekillenmesini sağ-lamıştır.

Dünya’nın topluca savaşa tutuştuğu bu dönemde, Kürtlerin bölge güçlerinden beklentileri ve sorunun çözümü konusunda, ulus-devleti esas alan çözüm arayışları olduğunu birçok tarihi belge ortaya koymak-tadır. Yine bu dönemde Anadolu’da Türklerle ittifakın oluşması ve ortak hareket edilmesinin de temel nedeni aynıydı. Aslında savaşın Ortadoğu’ya taşımak istediği ulus-devleti trajik bir şekilde Kürtler ve bölgenin diğer halkları da çözüm adına istemekteydi. O halde her iki tarafta aynı şeyi istediğine göre I.Dünya Savaşının yaşanmasına sebep olan nedenler neydi? Bu nedenleri birkaç hususla açıklığa kavuşturmak mümkündür. Bunlardan en önemlisi bölgenin enerji yataklarının ele geçirilmesi, yine bölgede siyasi devinimlerden kaynaklı statünün elde edilmesi önemli nedenlerdi. Yoksa Ortadoğu’da I. Dünya savaşının farklı nedenlerini aramak ya da farklı etkenlerden dolayı böyle bir sa-vaşın Ortadoğu’da yaşandığını düşünmek yanılgılı olur.

Savaşla birlikte gerçekleşen müdahalede Kürt sorunun çözümü bir yana, sorunsalın daha da ağırlaştırılması ve karmaşık bir hale bürünme-si yaşanmıştır. Gerçekleşen anlaşmalar ve çoklu ittifaklar sonucunda bölgede birçok ulus-devlet yapılanmasına gidilmiş ve bu yapılar ara-sında Kürtler dört farklı ulus-devlet arasında bölünmekten kurtulama-mıştır. Dönemin karakterine baktığımızda batılı güçlerin kendi menfi çıkarlarını gözeterek ortaya koyduğu bu dizaynlar, Kürtlerin ulus bilin-cinden yoksun olmasından da beslenmiş ve yaşamsallaşmıştır. Bu ta-rihten itibaren de Kürt sorunu olarak adlandırılan bu sorunsal, uluslara-rası siyasette önemli bir faktöre dönüşmüştür.

Uzun yıllar boyunca süregelen bu krizli duruma Kürtlerin tepkisi ve yönelimi ise bilinçten yoksun, daha çok duygusal refleksleri barındıran isyanlar olmuştur. Hatta bazı anlarda yaşanan bu çatışmalı ortamdan hem bölgesel güçler, hem de uluslararası hegemon güçler faydalanma-

74

Page 75: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ya çalışmış, Kürt siyasetini kullanmayı esas almışlardır. Yirminin üze-rindeki isyan ve direnişin benzeri noktalarda, aynı hüsranlarla karşı-laşmaktan kurtulamamasının başka bir izahı yoktur. Kürt siyasetinde ve mücadelesinde 20.yüzyılın büyük bir bölümü tamamen bu şekilde ge-lişmiş ve ortaya çıkan her isyan ve mücadele çok sert bir şekilde bastı-rılmıştır. Bununla birlikte 20.yüzyılda tüm ihtişamıyla gelişen ulus-devlet yapılanmalarından Kürtlerin payına düşenler ise inkar ve imha-nın dışında bir şey olmamıştır.

Ulus-devlet, karakteri gereği tekleştiren, ötekine yaşama hakkı ta-nımayan ve tanıdığı yaşam statüsünün ise üst toplum yapısının belirle-diklerine göre olması hasebiyle, bu dönemde dört parça Kürdistan’da Kürt asimilasyonunu ve imhasını ortaya çıkarmıştır. Aynı dönemde dünya genelinde bir dünya savaşının daha yaşanması, bunun ardından iyice belirginleşen soğuk savaş dönemi de Kürt sorunu ekseninde yeni gelişmelerin ve çatışmaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Dünyanın yaşadığı ikinci savaşın ardından Doğu Kürdistan’da oluş-turulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti de yukarıda değindiğimiz neden-lerden dolayı, ulus-devlet eksenli çözüm arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmış, ancak bir yıl yaşayabilmişti. Bu deneyim aslında o dö-nemde dahi Kürt sorunun çözümünün ulus-devlet ekseninde olamaya-cağını ya da bölge gerçekliğinin buna müsait olmadığına dönük önemli bir deneyimdi! Fakat yüzyılın ideolojisi olarak ulus-devlet Kürtlerin gündeminde yer almaya ve çözümün vazgeçilmezi olarak model olma-ya devam etti.

20.yüzyılın sonlarında dünya genelinde ve bölgede ortaya çıkan sol düşünceler ve mücadeleler Kürt toplumsal gerçekliğinde de kendisini hissettirmeye, ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu dönemde yaşanan bu toplumsal mücadele fraksiyonlarının büyük bir çoğunluğu klasik solcu-luk öykünmeli, basit çıkarları esas alan ve daha çok bağlı olduğu üst sınıf zihniyetini taşıyan hareketlerdi. Kürdistan’da bunların etkisi ise bölgesel olmanın dışında, ciddi bir mücadeleden yoksun ve halklaşma-yan hareketler olmakla sınırlı kalmıştır. Böylesi koşullarda ortaya çıkan PKK hareketi elbette tarihsel gerçekliğin dışında hem mücadeleyi her yerde geliştirmeyi, hem de toplumsal sorunlarla gerçekten yüzleşmeyi esas almıştır. PKK hareketinin Kürt sorununa kazandırdığı ivme, kriter-leri değiştirme potansiyeli sadece bölgedeki güçlerin Kürt siyasetini değil, uluslararası aktörlerin de bölgedeki planlarını ve projelerini de-rinden etkilemiştir. Bu yönüyle PKK’nin mücadelesini değerlendirme-ye çalıştığımızda ilk başta PKK’yle birlikte hem sorunsalın geldiği aşamayı, hem de toplum sorunlarının tartışma ve çözüm gücünün gel-

75

Page 76: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

diği noktayı görmemezlikten gelemeyiz. Günümüzü ve günümüzdeki Kürt sorunu eksenli tartışmaları PKK’nin mücadele gerçekliğinde, gerçekleştirdiği değişim-dönüşümlerde aramak daha yerinde ve doğru olacaktır.

Halklaşan PKK ya da PKK’lileşen Halk! Toplumsal sorun dediğimiz olgu ilk toplumsal inşalarla birlikte in-

sanlığın evrensel tarihinde sürekli yer almış, çeşitli mücadele ve yön-tem sorunları yaşasa da bu var olma haliyle günümüze kadar çok farklı başlıklar altında yaşanmıştır. İmralı’da Önder Apo’nun geliştirdiği savunmalarda bu tarihsel gerçekliğe ilişkin çok önemli veriler ve ayrın-tılı örneklendirmeler mevcuttur. Toplumsal yapıların tarihsel gerçekli-ğinde yaşanan bu gelişmeler elbette Kürt toplumunda da dönem dönem yaşanmış sorunlarına çözüm aramıştır.

20.yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan PKK hareketini bu bağ-lamda ele almak ve değerlendirmek yerinde olur. Toplumsal sorunlara çözüm aramanın en önemli payandası çözüm olarak önüne koyduğu hedef, yöntem ve kullandığı araçlardır. Daha kuruluş aşamasında nihai hedef olarak önüne koyduğu her hedefe ulaşma, bunlar için tüm enerji-sini harekete geçirme siyasetin toplumsal izdüşümü olduğu gibi özel-likle 20.yüzyıl gibi ideolojiler çağında bu olgunun önemi ve hayatiyeti tartışılmazdır. PKK’nin çıkış koşulları ve toplumsal sorunun kendini izah ettiği temel alanları göz önünde bulundurduğumuzda solculuk etiketinin etkilerini ve yönlendirmesini görebilmekteyiz. Elbette gerçek anlamda solculuk ve sosyalist düşünceler her zaman toplumsal inşala-rın ve ortak yaşam alanlarının oluşturulmasında önemli bir faktör ola-gelmiştir. Burada kast etmeye çalıştığımız klasik solculuk, toplumsal yaşamın gerçekliğinden ziyade kutupsal olarak işletilmek istenilen solculuktur. Bu durumu derinlikli ele aldığımızda başta Rusya olmak üzere, birçok devlette ve sancılı devrim süreçlerinin sonucunda, ortaya çıkan yenilgileri daha iyi yorumlayabiliriz.

PKK’nin mücadele yöntemi ve araçlarını bu etiketten kurtarması, mücadelenin gerektirdiği analizleri yapıp, ihtiyaçlara göre kendini şe-killendirmesi daha kurulduğu dönemlerden itibaren ağır aksak olsa da süregelmiştir. Klasik solculuğa veya kutupsal sosyalist kimliğe kendini büründürmemesi PKK’nin gelişiminde ve bugünlere değin süregelen mücadelesinde belki de en önemli faktör olmuştur. PKK’nin yaşadığı bu değişim, toplumu çözümleme ve günümüze kadar etkili bir mücade-leyi ortaya koymuş olması her ne kadar önemliyse, bunun yanında daha güçlü anlamayı ve kavramayı, özeleştiriden geçmeyi de beraberinde

76

Page 77: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ortaya koymaktadır. PKK kırk yıllık mücadelesinin tarihsel gelişiminde bu noktaları da sürekli gözden geçirmiş ve yerel ile evrensel arasındaki bağlantıları kavrama noktasında küçümsenmeyecek bir duruşun sahibi olmuştur. Özellikle Önder Apo’nun çok güçlü çalışmalarını ve katkısı-nı her daim hissettiren kazanımların ortaya konulduğu şüphe götürme-yen bir gerçektir. PKK’nin mücadelesini ve geldiği aşamayı ele alma da bu kriter önemli bir veri ve yüzleşmenin ta kendisi olmaktadır.

Bugün egemenlerin söylem kirliliği veya uluslararası hegemonların çarşaf çarşaf terör listeleri PKK’nin mücadelesini, kimliğini ve neyi temsil ettiğini anlamak için ne kadar dejenereyse, aynı şekilde PKK’yi düz söylemlerle, sloganlarla anlamaya çalışmak da son derece yanlış olacaktır. Özellikle vurgulamaya çalıştığımız gibi hedeflerindeki yön-temleri, stratejisi ve toplumsal alana yönelik yaşadığı-yaşattığı değişim ve dönüşümü daha derinlikli anlamak ve çözümlemek açısından Önder-lik gerçekliğine, mücadelesine ve yaşama yaklaşımına, nasıl yaşamalı sorusuna verdiği cevaba her yönüyle bakmak, kendimizi buna göre ele almak kaçınılmazdır.

Kırk yıllık mücadele tarihine yönelik bu yüzleşme, özeleştiri süre-ğen bir şekilde geliştirilmiştir. Tüm PKK militanı, çalışanı ve sempati-zanlarında bu durum hiç kuşkusuz yaşanmıştır. Fakat bugün gelinen aşama ve ortaya çıkan mücadele düzeyi daha öncekilerden çok farklı olduğu için aynı şekilde ortaya konulacak özeleştiri ve yüzleşmenin de farklı olması gerekmektedir. Bugün mücadele dönemi olarak 4. Strate-jik mücadele döneminde bulunduğumuzu ve bu mücadele döneminin barındırdığı karakteristik özellikleri, realiteyi göz önünde bulundurma-yan hiçbir yaklaşım yeterli olmayacaktır. Uzun yıllara dayalı geçmiş mücadele süreçleri ve mevzileri elbette bu sürecin gelişmesinde bir bileşim olarak uygulanagelmiştir. Günümüzdeki yeni mücadele döne-minin kodlarını da bu yüzden iki aşama da aramak yerinde olacaktır İlki dönemin ruhuna uygun düşen “pozitif” roller nedir ve biz nasıl anlamak zorundayız, diğeri ise PKK’nin halklaşması veya halklaşan PKK’nin dönemsel olarak bizlere yüklediği misyon nedir, sorularına verilecek cevaptır.

Daha öncesinde de ifade etmeye çalıştığımız olgu halk mücadelesi olarak ortaya çıkan her hareketin, oluşumun ya da fraksiyonun yanıl-dıkları temel konu halk adına ortaya çıkılmasına rağmen, halka rağmen karar almaya çalışma, halka rağmen mücadele etme gibi yanılgılı yak-laşımlar olmuştur. Bu konuya dair basit bir iktidar çözümlemesi yeterli değildir. Yaşamın enerjisine göre yaklaştığımızda halk adına yapılan her mücadelenin zaferini halklaşma olarak belirlemek ve bunu sürekli

77

Page 78: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

akılda tutmak gerekir. Çünkü halk adına veya halka rağmen yürütülen bir mücadelenin halktan kopması, parti/grup vb oluşumlarla izole edil-miş siyaseti-mücadelesi kesinlikle zaferi ortaya çıkarmaz. Geçmiş dö-nemlerde ve hemen hemen dünyanın birçok farklı coğrafyasında bu konuya dair örnekler oldukça fazladır. İktidar çözümlemesinin yanında sosyolojik-siyasal bilinci hiçe sayan, toplumu daha çok her türlü müda-haleye açık bir birikim olarak gören bu yaklaşımlar elbette kazanma bir yana, iktidara gelmesiyle birlikte gideni aratır olmanın dışında başka bir role sahip olmamışlardır.

Önder Apo hem çözümlemelerinde, hem de savunmalarda öteden beri bu duruma dikkat çekmiş ve gerçek anlamda PKK’nin bir halk hareketi olduğunu ve halklaştığı oranda zafere daha da yakınlaştığını sürekli vurgulamıştır. Ortaya konulan bu tespit, tarihsel gerçekliği her yönüyle izaha kavuşturduğu gibi günümüze de önemli bir atıf olmakta, mücadelenin temel perspektifini ortaya koymaktadır. Halklaşmanın ve halka dayalı, halkı her yönüyle toplumsal yaşamın inşasına çeken bir anlayışın sonucu olarak PKK’yle Kürt sorunsalı, özellikle son yıllarda büyük atılımlar ortaya koymuş, büyük bir kitleye dönüşmüş önemli bir enerji salınımını ortaya koymuştur.

Savunmalarda da değinildiği gibi çıkış koşullarından günümüze de-ğin süregelen mücadelelerde ve ortaya konulan zihniyet dönüşümünde ulus-devlet eksenli bir çözümden ziyade toplumsal yaşam alanlarını ve zihniyetini geliştirmek, kitleselleşen bu enerjinin ve mücadelenin de özünü ortaya koymaktadır. Marksist sosyalizmi ve Hegelci ulus anlayı-şını aşan, bunun yerine “demokratik ulusu” hedef olarak önüne koyan PKK, günümüzde halklaşmayı ve halkın PKK’lileşmesini ancak bu dönem görevlerine ve iddiasına çok güçlü bir sahiplenme ile ulaşabilir.

İşte bunun için de “pozitif” rollerin gereğini asgari düzeyde yaşam-sallaştırmak ve halkın özgünlüğünde demokratik ulusun gönüllü işçili-ğini soluk soluğa uygulamak gerekiyor. Ezilen ulus mücadelesinin önemli bir sacayağını oluşturan negatif rol (varlığı kabul ettirmek için inkar siyaseti ve devletini Kürdistan ve Kürt insanının belleğinde yık-mak) günümüzde aşılmak zorundadır. Bunda ısrar etmek veya buna dayalı bir mücadele anlayışıyla 4. Stratejik mücadele döneminde de kazanımlar elde etmeyi düşünmek, buna göre bir yapılanmaya gitmek elbette çok ciddi tehlikeleri de beraberinde getirecektir. Aslında Kürt sorunu ekseninde direniş devrimi olarak adlandırdığımız negatif rol, 90’lı yılların başlarında kendini tamamlamıştı. Hem bölge siyasetinde, hem de uluslararası siyasi arenada sorunun varlığı kabul görmüş, devle-tin Kürdistan’da ve Kürt insanındaki baskısı kırılmış, sorunun çözümü

78

Page 79: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

konusunda çok cılız da olsa çeşitli tartışmalar geliştirilmeye başlanmış-tı. Bunun farkına varan Önder Apo ’93 yılından beri sorunu ve çözüm yollarını çok kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye çalıştı, her fırsatta sorunun çözüm aşamasına geldiğini ve bunun gerekliklerini dile getir-meye çalıştı. Durumun ciddiyetini ve toplumsal yaşamın akışında nasıl yorumlanması gerektiği hususunda hem PKK adına mücadele edenler, hem de PKK’ye karşı mücadele edenler bu gerçeği ya görmediler ya da görmek istemediler.

Bugün tartışmaya çalıştığımız yeni dönemin aslında 93 yılından bu yana Önder Apo’nun gündeminde olduğunu ve o dönemden itibaren sorunun geldiği düzeyi ve yaşadığı evrimi PKK adına mücadele edip de görememek başlı başına zihniyetin önemini ve gerekliliğini çok yakıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Çünkü zihniyet her çözümün vazgeçil-mezidir. Hemen hemen bütün sorunların çözümünde kilit rol oynayan zihniyetin, toplumsal sorunların çözümündeki etkisini ve önemini bun-dan daha iyi ortaya koyabilecek benzeri bir örneğe daha rastlamak ne-redeyse imkansızdır.

Günümüz itibariyle sorunun çözümünde yaşanılan temel sıkıntının ve eksikliğin zihniyetten kaynaklandığını gayet açık bir şekilde göre-bilmekteyiz. Zihniyetin çözümsüzlüğü değil de, çözümü istediğini ve yorumladığını elbette biliyoruz ve bunun farkındayız. Fakat burada önemli olan zihniyetin işlevselliği ve pratik politikaya yansıması ya da yansımaması olmaktadır. Bununla yüzleşmemiz, nerede eksik kaldığı-mızı ve özellikle bu dönemde zihniyetin işlevselliğindeki pozitif et-menleri daha açık ve net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. Daha öncesinde değindiğimiz iki temel hususla birlikte mevcut zihniyet ka-lıplarını, sınırlarını sorguladığımızda aslında nerede eksik kaldığımızı ve yetersizliklerimizi daha iyi görebiliriz.

Bugün her şeyden önce pozitif rollerin gereği olarak karşımıza çı-kan nedir?

Sorunun tartışılır ve görünür olmasının yanında, çözüm dediğimiz şeyi nasıl yaşama geçirmeliyiz?

Ulus-devletin çözüm olmadığı, daha farklı sorunların ortaya çıkma-sına yol açtığını fark ettiğimize göre, toplumsal inşayı neye göre şekil-lendirmeliyiz?

Toplumsal inşa da halkla birlikte hareket edebilmenin, halkın poli-tik/ahlaki toplumalitesini güçlendirmenin gerekleri nelerdir?

Bu şekilde soruları daha da çoğaltabiliriz, burada önemli olan soru-larda da öne çıktığı gibi toplumsal zihniyetimizi nasıl ele aldığımız ve değerlendirdiğimizdir. Bu husus başlı başına demokratik siyasetin ken-

79

Page 80: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

disi olmaktadır. Bugün Kürt sorununun geldiği aşamada çözümün adını demokratik siyaset olarak belirlemek bile aslında toplumsal zihniyetin bu sorunun önemli bir parçası olduğunu ve bunu içine almayan bir çözümün yaşamsallaşmasının mümkün olmadığını gayet açık bir şekil-de ortaya koymaktadır.

Sürecin ileri gitmesinde toplumsal zihniyetin önemi ve hayatiyeti böylesine yakıcı bir şekilde ortaya çıktığına göre günümüzde PKK’nin temel çalışması toplumsal zihniyetin öncülüğünü yapmaktır! Daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi “PKK’nin halklaşması ya da halkın PKK’lileşmesi”ni ancak bu parametre üzerinden geçerli hale getirebiliriz. Demokratik siyaset kültüründe kendi sorunlarıyla yüzle-şen ve sorunlarına kendisi çözüm arayan, öncülüğün de sadece zihniyet kısmında halkla birlikte hareket eden bir yapılanma bugün PKK’nin geldiği aşamadaki temel misyonu ve görevi olmaktadır. Daha önceki dönemlerde ortaya çıkan mevcut yaklaşımlar devrimci şiddet ve düşük-orta yoğunluklu savaşla çözümü aramaya çalışmak, beklentili siyaseti esas almak veya sömürgeci güçleri hedef almak artık yeterli değildir, çözüm adına da bu yaklaşımlar geçer akçe olamaz. Halkın kendi ken-dine yeterliliği ve devletin yerine kendi yönetim mekanizmalarını inşa etmesi olarak vurgulanan bu yöntemde en çok dikkat edilmesi gereki-len konu, devletin yerine geçmemedir. Daha önceki birçok mücadelede çözüm olarak kendini devletin yerine koyan, çözümü orada arayan ve toplumu homojen bir gerçeklik olarak değerlendirmeye çalışan pratiğin sonuçlarını gayet iyi bilmekteyiz.

Yeni Dönemin Zihniyeti Önder Apo 90’lı yılların sonundan itibaren gerek Kürt Özgürlük

Hareketi içinde, gerekse de Türkiye rejiminde yaşanan tıkanmayı gör-müştür. Ve bunu taktik manevralarla aşılabilecek bir politik tıkanıklık olarak ele almamıştır. Daha köklü yaklaşmıştır. Devletçiliğe dayalı tarihsel-toplumsal paradigmanın iflası olarak yorumlamıştır. Bu yüzden Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaşadığı zihniyet dönüşümü paradigmal düzeyde olmuştur. Geliştirilen tahliller ve çözüm önerileri derinlikli bir sistem analizine dayanır. Bu yüzden ulaşılan çözümler de sadece Kürt sorunuyla sınırlı değildir. Kapitalist moderniteye alternatif bir uygarlık modeline ulaşılmıştır. Tüm Kürt halkı tarafından büyük bir coşkuyla sahiplenilen, Rojava’da inşası gerçekleşen “Demokratik Özerklik” bu modelin pratikleşmesidir. Kürt halkı bu model temelinde kendisi için istediğini, işçiler, emekçiler, köylüler, farklı inanç grupları, farklı kül-türler ve farklı halklar için de istemektedir.

80

Page 81: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Önder Apo tarafından devlet odaklı paradigma aşılmıştır. Yerine Demokratik-Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü toplum paradigması oluşturulmuştur. Tüm demokratik taleplerine rağmen Kürt Özgürlük Hareketi’nin sistem tarafından kabul edilmemesi, bu paradigmanın niteliğiyle ilgilidir. Kürt halkının ana dilde eğitim, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, demokratik özerklik gibi asgari taleplerinin şiddetle bastı-rılmaya çalışılmasının ve batının buna her boyutta destek sunmasının başka bir izahı yoktur. Oysaki bu talepler batı demokrasisinde olmazsa olmaz demokratik haklardır.

Göründüğü kadarıyla devletçi sistem küresel çapta yaşadığı ağır krizden çıkış yolu olarak demokratik uygarlık dinamikleriyle uzlaşmayı görmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde ulus devlet artık toplumu yö-netememektedir. Merkezi yönetimlerin pek çok yetkisi yerel yönetim-lere devredilmektedir. Sivil toplum örgütlenmelerinin inisiyatif alanları genişlemektedir. Farklılıklar kendilerini ifade tarzlarını yaratmaktadır. Bu gelişmeler devletlerce artık engellenememekte, kabul edilmektedir. Bu durum söz konusu uzlaşmanın bir sonucudur. Bu elbette ki devletin demokratikleşmesi değildir. Başka çaresi kalmayan devletin demokra-siye duyarlı hale gelmesidir. Yoksa tarihte ‘Demokratik Devlet’ var olmamıştır, doğası gereği olamaz da. Devletin demokrasi ile uzlaşmak zorunda kalması küresel sistemin 21.yüzyıl planlamasını da belirlemek-tedir. “Yerelleşme” bu planlamanın stratejik kavramıdır.

Toplum homojen bir yapıda değildir. Çok sayıda farklı topluluktan, kurum, kültür ve gelenekten oluşur. Bunların ortaklaştırılması, uyum ve bütünlüğünün sağlanması yine ilişkilerde karşılıklı dayanışmacı, yapıcı bir tarzın kurulması gerekir. Toplumun bu realitesi karşısında ulus devlet gibi aşırı merkeziyetçi bir siyasal yapı sık sık krizlere yol açar. O yüzden 1990’lardan itibaren kapitalist modernist sistem için merkeziyetçilikten uzaklaşma, merkezileşmeyi hafifletme anlamında desantralizasyon evrensel bir anlayış haline gelmiştir.

Yine bunun yanında kadın özgürlüğü, toplumsal ekolojinin gelişme-si ve çevre bilinci, yurttaş hakları, yerelin güçlendirilmesi, örgütlenme hakkının korunması ve desteklenmesi, gençlik, çocuk ve dezavantajlı-ötekileştirilmiş grupların güçlendirilmesi, işsizlik, yoksulluk ve salgın hastalıklara karşı mücadele, politikaya katılım, denetim ve şeffaflık gibi birçok hayati konu gündeme yerleşmiştir. Bunlar hakkında küresel çapta zihinsel bir ortaklaşma ve ortak akla ulaşma süreci yaşanmakta-dır. Bu konuların birçoğu Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi birlikler nezdinde kararlara da dönüşmüştür. Birçok boyutuyla pratik-leşmeye de başlamıştır.

81

Page 82: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Ancak Kürtler üzerinde sömürgecilik yürüten devletler tüm bu ge-lişmelere kendilerini de kamuoylarını da kapatmışlardır. Kürt sorunun-daki inkârcı ve imhacı yaklaşımları bunun temel nedenidir. Bu şekilde objektif olarak kapitalist modernitenin 21.yüzyıl planlamasına da ters düşmektedirler. Kürt karşıtlığı bu devletlerde yerelleşmeye ve demok-rasi karşıtlığına neden olmaktadır. Tekçi ve merkeziyetçi bu anti-demokratik rejimler yaşanan sistem krizini de derinleştirmektedir. İran, sistem için de, halklar için de büyük bir ağırlık teşkil etmektedir. Türk ulus devletçiliği ise modernist sistem için artık bir yük haline gelmiştir.

Kapitalist modernite ve onun bölgedeki işbirlikçi ulus-devlet yapıla-rında bunlar yaşanırken, Kürt Özgürlük Hareketi büyük bir yenilenme-yi ve dinamizmi açığa çıkarmıştır. Yaşadığı paradigmal değişim kap-samında devletçi sistemin dayanak yaptığı kimi kavram ve kuramları yeniden tarif etmektedir.

Çeşitli çevreler ve Kürt halkının düşmanları Kürtlerin kavram, ku-ram ve kurumlarına saldırmaktadır. Bunlar, gerek çarpıtarak, gerek karalayarak, gerek kriminalize ederek kendilerinin ne kadar gerçekle-şemez, hayali ve boş olduklarını yaymaktadırlar. Bu temelde halkımızı ve kamuoyunu kandırmaya çalışmaktadır. Bunlara bir göz atacak olur-sak Kürt Özgürlük Hareketinin yeni paradigma ile ulaştığı özgürlük zihniyetinin de içeriğini anlamış oluruz. Zira kavramlar önemlidir. Onları nasıl tarif ederseniz, sisteminiz de öyle oluşur.

Demokratik Siyaset, Halkın Gerçek Siyasetidir. “Demokratik siyasetin yetkin kadro, medya, parti örgütlenmeleri,

sivil toplum örgütleri, sürekli toplum eğitim çalışmaları ve propaganda gerektirdiği asla göz ardı edilemez. Toplumun tüm farklılıklarına say-gılı yaklaşım, farklılık temelinde eşitlik ve uzlaşı gereği, tartışma üslu-bu kadar içeriği, siyasi cesaret, ahlaki öncelik, konulara ‘hakimiyet’, tarih ve güncellik bilinci, bütünsel-bilimsel yaklaşım, sonuç almada ve başarılı olmada demokratik siyasetin gerekli özellikleri olarak sırala-nabilir.”

Önder Apo Devletçi uygarlık tarihi boyunca halklar ve birçok toplumsal kesim

adına başkaları siyaset yapmıştır. Temsili siyasetler ortaya çıkmıştır. Ama ortaya çıkan hiçbir temsil, iddiası farklı olsa da aslına uymamıştır. Devlet eliyle yapılan veya sonucu devletleşmeye varan siyaset türleri-nin halkı temsil etmediği ortaya çıkmıştır. O nedenle günümüz siyase-tinde halkın doğrudan katılımı ve buna uygun rejimler tartışılmaktadır.

82

Page 83: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Toplum ve doğa kırım olarak nitelediğimiz tüm yönelimler devletçi, çıkar gruplarını esas alan temsili siyasetin kurumları ve sisteminin eliy-le, kısaca devletçi siyaset tarafından yürütülmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de, toplumumuzu ve doğamızı yıkıma uğratan tüm uygula-malar devletçi siyasetin sağladığı meşruiyet ve rızaya dayandırılarak sürdürülmüş ve sürdürülmektedir. Hiçbir çağda olmadığı kadar derinle-şen toplumsal ve ekolojik krizler en ileri demokratik siyaset olarak tanımlanan temsili demokrasi yoluyla, toplumun geleceği ve çıkarları ile hiçbir ilgisi bulunmayan bu hâkim siyaset türü altında yaşanmakta-dır. İşte demokratik siyasetin tanımı, farkı ve işlevi de bu noktada be-lirginleşmektedir. Demokratik siyaseti, tam da burada bir kez daha tanımlamak gerekmektedir. Yürütülen toplum ve doğa kırımına karşı toplumun öz niteliklerini yeniden kazandıran toplumun bilinç, örgütlü-lük ve tartışma düzeyi kazanabileceği zihniyet örgüsünü, alanları açığa çıkaran siyaset çalışmasına demokratik siyaset diyebiliriz. Demokratik siyaset büyük tahribata uğratılan ve yıkıma sürüklenen topluma kendi-ne sahip çıkma, kendini koruma, konuşturma ve özgürlük temelinde geliştirme gücü kazandırmanın uğraşı, çabası ve sanatı oluyor.

Zihniyet Çalışması Olmaksızın

Demokratik Siyaset Yürütülemez Kendi hayati ihtiyaçları, sorunları ve işleri üzerinde düşünebilen,

tartışıp karara gidebilen ve bu doğrultuda eyleme geçebilen toplum, yaşanan toplum kırımı da doğa kırımı da durdurmanın tek çaresi ve çözümü olacaktır. Sürdürülen kültürel ve siyasal soykırım, tek tipleş-me, farklılıkların silinmesi, yabancılaşma, kar ve iktidar tapınıcılığı ve ahlaki ilkeden kopuşun önüne ancak böyle geçilebilir. Özlediğimiz eşit ve özgür toplumsal şekillenme ancak böyle bir siyaset temelinde geli-şebilir. Bunun dışında başka bir yol yoktur. Binyıllardır toplumsallaş-mamızı yaratan, geliştiren ve güvence altına alan politik ve ahlaki özel-liklerin güncellenmiş yeni yorumu olarak demokratik siyaset çalışması yürütülmeden, toplumlar bu temelde felçli durumlarını aşmadan, eşit ve özgür toplum bir ütopya olarak kalmaya devam edecektir. Kendini toplum kurtarıcılığı üzerinden tanımlayan, bunu da bir devrimle devlet aygıtını ele geçirerek gerçekleştirebileceğini düşünen devrim ve dev-rimcilik anlayışı, reel sosyalizm pratiğinde ve ulusal kurtuluş mücade-leleri sonrası ortaya çıkan ülkelerde iflas etmiştir. Tarihi ilerlemeci, düz-çizgisel bir mercekten okuyan, sınıflaşmayı ilerleme sayan, devleti bir özgürlük aracı olarak gören bu yanıyla Fransız jakobenizminin de-rin izlerini taşıyan, aşırı iradeci, toplumu bir yap-boz tahtası gibi biçim-

83

Page 84: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lendirebileceğini düşünen, inşacı zihniyetten kurtulmuş siyaset özgür toplumsallığımız için zorunluluğumuzdur.

Arkasında derin bir zihniyet çalışması olmaksızın demokratik siya-set çalışması yürütülemez. Dolayısıyla demokratik siyasetin bir yanını, topluma öz bilinç kazandırmayı amaçlayan kurum ve kadrolarla gelişti-rilecek olan zihniyet çalışmaları oluşturmaktadır. Demokratik siyaset akademileri ve sosyal bilim merkezleri olarak da adlandırdığımız bu kurumlarda toplumun siyaset yeteneğinin ve gücünün açığa çıkarılma-sı, bunun kadrolarının yaratılması son derece önemlidir. Demokratik siyaset, hâkim siyasetin zihniyet yapılanmalarına dayalı olarak yürütü-lemez. Günümüzün okulları, araştırma kuruluşları, üniversiteleri, med-yası halkın demokratik siyasetinin üretildiği, onun zihniyet çalışması-nın yürütüldüğü yerler olarak değerlendirilemez. Bunlar hâkim siyasete sıkı sıkıya bağlı, ona meşruiyet üreten kurumlar olarak demokratik siyasete kapalıdır.

Yine demokratik siyaseti halkın tartışma süreçlerine dayandırma-dan, denetimine ve doğrudan katılımına açmadan yürütmek mümkün değildir. Bu anlamda bu süreçlerin yaşanabileceği örgütlülükler olarak siyasi partiler, komünler, meclisler, konseyler, sivil toplum kuruluşları, dernekler, sendikalar, oda-baro türü meslek örgütlenmeleri, halkın kül-türel ve sosyal kurumları, dini mekânlar düşünülebilir. Sermaye ve iktidar tekelleri dışındaki tüm toplumsal kesimleri kapsayan yaygın, kendi aralarında koordineli bir örgütlülük demokratik siyaset çalışma-sının en can alıcı konusunu oluşturmaktadır. Kendini devletleşmeye kapatmış, halkın doğrudan katılımına, tartışma ve kararlaşmasına da-yandıran bu tür örgütlenmeler ne kadar yaygınlaşırsa toplum politik niteliğini o denli kazanabilir.

Karar Gücü Öz Savunma Gücüyle Pekişmeden Kolay Yürürlüğe Konulamaz. Demokratik siyasetin tabandan, toplumun doğrudan katılımına ve

kararlaşmasına dayalı olarak geliştirilmesi başta devlet olmak üzere birçok iktidar ve sermaye gücünü harekete geçirecektir. Hâkim siste-min iktidara ve kâra endeksli geliştirdiği birey ve toplum gerçeği bile başlı başına bir tehdit ve tehlike olarak ortada durmaktadır. Dolayısıyla demokratik siyasetin bir de öz savunma perspektifi ve donanımının bulunması kendini savunma gücünün oluşturulmasını gerektirir. De-mokratik siyaseti bir de bu yanıyla düşünmek ve anlamak, bunun ge-rektirdiği bilinç, örgütlülük ve donanımı yaratmak şarttır. Tüm hücrele-rine kadar devlet ve arkasındaki iktidar aygıtlarının zoruna açık bir

84

Page 85: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

siyaset çalışmasının, sonuç alabileceği düşünülemez. Bu yanıyla de-mokratik siyaset çalışması ciddi bir direniş kültürü ve bilinci yanında bunun ifadelendirileceği öz savunma kurum ve araçlarıyla da donan-mak durumundadır.

Demokratik siyaset denildiğinde zorunlu olarak gündeme gelen başka bir husus halkın eylemliliğidir. Tartışan, karar alan ve bunu uy-gulamaya geçirmeye yönelen her demokratik siyaset yapılanması hal-kın eylemliliği ile beslenmek zorundadır. Bu demokratik siyasetin ol-mazsa olmazıdır. Halkın eylemliliğinin olmadığı yerde demokrasi geli-şemez, sadece tartışan ve karar alan fakat bunu demokratik eylemlili-ğiyle yaşama geçirme gücünü gösteremeyen bir toplum, ahlaki-politik özelliklerine ulaşamaz. Kendini bir irade olarak kabul ettiremez ve hâkim sınıflar karşısında meşruiyetini sağlayamaz. Bu açıdan halkın demokratik eylem gücünün geliştirilmesi demokratik siyaset çalışması-nın diğer önemli bir ayağını oluşturur.

Demokratik Siyasette Politik ve Ahlaki Görevler Toplumun canlı organizma olduğu çokça dile gelen, yazılan-çizilen

bir husustur. Aslında toplumsal doğadaki hareketliliğe, enerjiye ve devinime baktığımızda gerçekten de toplumun canlılığını daha iyi gö-rebilmekteyiz. Toplumsal doğanın canlılığında yaşanan her türlü ge-lişmelerde önemli dinamiklerin etkileri söz konusu olmuştur. Yine toplumun birçok kesiminde söz sahibi olanlar, kanaat önderleri, top-lumsal statüden dolayı farklılığı olanların toplumsal değişim dönüşüm-de sürekli etkili olmaları, birebir bu gelişmelerle birlikte ortaya çıktığı-mücadele yürüttüğü bilinmektedir. Bu bağlamda toplumsal doğanın hem mücadelesi, hem de karşı-mücadelelerin merkezinde politik ve ahlaki işlevsellik gelmektedir. Geçmişten günümüze değin yaşanan birçok değişim ve dönüşümde toplumsal yaşamın içinde çeşitli kimlik-lerle ortaya çıkan ve toplum adına söz söyleyen, karar alan ve eyleme geçenlerin, belirli bir noktadan sonra toplumsal yaşamın kendisine aykırı bir duruşu ortaya çıkardıkları gibi toplumsal doğanın yaşamsal normlarının hemen hemen hepsini iktidarın tekeline peşkeş çekmişler-dir.

Politik ve ahlaki görevlerin gerçeklerini bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Toplumsal canlılığın doğasına uygun entelektüel görevleri, bununla bağlantılı olarak toplumsal inşalarda da önemli etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Günümüzde dönemsel görevleri ele alırken bu gerçeğinde farkında olmak, çalışmalarda ve sürecin sonuca gitme-

85

Page 86: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

sinde önemli bir faktör olarak geçerliliğini korumakta ve bu alana ge-rekli müdahaleleri geliştirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

Toplumsal doğanın canlılığında politika ve ahlak üzerine egemen güçlerin ve resmi ideolojilerin temel yaklaşımını Önder Apo şöyle ifa-de etmektedir:

“…Şüphesiz ahlâki ve politik dokular, alanlar tümüyle yok edilemez. Toplum var oldukça ahlâk ve politika da var olacaktır. Ama iktidar ve devletin bir uzmanlık ve tecrübe alanı olmaktan çıkması ya da çıkarıl-ması nedeniyle ahlâk ve politika yaratıcı ve işlevsel yeteneklerini yeri-ne getirememektedir.”

Toplumdaki ahlak ve politikanın kapitalist modernite paradigmasına göre devletin tekelinde bulunması ve bu durumun düzeltilmesi alandaki ilk görevlerden biri olmaktadır. Günümüzdeki politik ve ahlaki toplu-mu geliştirmenin temel hususu kendi sorunlarını tartışan ve yönetimde kendi kararlarını uygulayan bir toplum yaratmaktır. Bütün alanlarda kendi yaşamını ya da nasıl yaşanmalı sorusuna cevap veren bir toplu-mun politik ve ahlaki işlevselliği, gerçek anlamda topluma göre olabi-lir. Mevcut haliyle toplumsal gerçekliğe baktığımızda çok farklı kesim-lerden ve alanlardan yürütülen önemli müdahaleler ve toplumsal mü-hendisliğin olduğunu görmekteyiz. Tüm bunların iktidarın değirmenine su taşıdığı ise inkâr edilemeyecek bir durumdur. Bu haliyle politik ve ahlaki görev yine bunun yanında entelektüel sorumluluğun gereği ola-rak, her türlü tartışma platformunu ve karar mekanizmalarını toplumun kendisi geliştirmek zorundadır. Diğer türlüsü, yani belirli yapılarla, devlet işletmeli organizasyonlarla toplumun ahlaki ve politik işlevselli-ğini geliştirmeyi düşünmenin kendisi dahi çok tehlikelidir.

Günümüzde sorunun kaynağını politik ve ahlaki toplum yapısında arıyorsak, sorunun çözümünde de bu noktayı görmek, gerekli düzenle-meler ve ihtiyaçlar doğrultusunda çalışmaları somuta dönüştürmek gerekiyor. Biyo-iktidarın tahakküm alanlarını, topluma etkilerini mini-malize etmek, hatta ortadan kaldırmak kesinlikle bu dönemin en önemli görevi olmaktadır. Toplumsal doğanın bütün alanlarında sanattan spo-ra, ekonomiden bilime kadar çok geniş bir yelpazede bunun bilincini oluşturmak ve toplumsal olgunun buna göre kendini inşa etmesini sağ-lamak temel bir görev olmaktadır.

Demokratik Siyasetin Kadrosu Ortadoğu’nun Direniş Geleneğinden Beslenecektir Toplumsallığımızın ve doğamızın karşı karşıya kaldığı büyük sal-

dırganlık karşısında, temel çıkışımızı başarıya taşıyacak direniş hattı,

86

Page 87: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

demokratik siyaset çalışmasıdır. Çerçevesini bu biçimde çizebileceği-miz demokratik siyaset çalışması elbette ki daha derinlikli ve ayrıntılı incelemelere ve örneklemelere ihtiyaç göstermektedir. Ortadoğu halk-larının barış, demokrasi ve özgürlük ihtiyacına yanıt verebilecek tek seçenek olarak demokratik siyaset olgusu, daha çok tartışılacak ve üze-rinde bir mürit gibi, ısrarla, inatla, bağlılıkla durularak geliştirilebile-cektir. Tarihimizde çokça örneği bulunan bilgelik, ozanlık, evliyalık ve peygamberlik gerçeği bize ‘demokratik siyasetin kişiliğinin’ nasıl ol-ması gerektiğine ilişkin çok değerli örnekler sunmaktadır. Yine halkla-rımızın direniş geleneği ihtiyacımız olan birçok şeyi içermesiyle yeni-den okunmayı ve anlaşılmayı gerektirmektedir. Bu temelde ele alındı-ğında ve yürütüldüğünde demokratik siyaset halklarımızın zihinsel, örgütsel, eylemsel iradesini zirveleştirmekle kalmayacak, itildiği kaos ortamının krizli durumunu aşma gücüne de ulaşabilecektir.

Bu noktada özerkliğin demokratik siyaset temelinde işlerlik kazan-ması olmazsa olmaz kabilinden ele alınırken, kendini klasik devletçi siyaset gerçeğinden belirgin çizgilerle ayırması zorunludur. Onun için de yurttaş meclisleri, kent meclisleri, mahalle-bölge-sokak meclisleri, komünler, kadın ve gençlik örgütlenmeleri, meslek kuruluşları, dini, etnik örgütlenmeler üzerinden geniş bir tartışma ve kararlaşma süreci ortaya çıkarmak şarttır. Meclisler meclisi olarak ortaya çıkacak özerk bölge meclisi böylece demokratik bir içeriğe kavuşabilir ve halkın de-mokratik iradesi açığa çıkabilir edebilir.

Demokratik özerklik, bir siyasal mücadelenin sonucu gündeme gelmiştir. Bu mücadele sürecine damgasını vuran siyaset Kürt halkının en uzun süreli, en çağdaş, en örgütlü isyanı ile ortaya çıkarılmıştır. Bu anlamıyla Kürt halkının öz siyasetidir, bilimsel ve çağdaş olduğu kadar Kürt halkının özgücüne dayanır ve öz yeterliliği esas alır. Kendisini demokratik uygarlığın mirasçısı olarak ele alan bu siyasetin amacı, politik-ahlaki toplumu başat kılmaktır. Bu anlamda çoğulcu, dayanış-macı, komünal ve demokratiktir. Cinsiyet özgürlükçüdür. Kendisini de bir parçası olarak gördüğü doğa yanlısıdır. Dolayısıyla yapısı ve işleyi-şi de bu içeriğiyle uyumlu olmak durumundadır. Temsili demokrasi bu özü gerçekleştirebilecek bir model değildir. Katılımcı demokrasinin ilkeleri gereği hareket etmek ve doğrudan demokrasiyi hedeflemek durumundadır.

Demokratik siyasetin amacını toplumun siyasete yabancılığının aşılması, toplumun zayıflatılan politik özelliğinin yeniden kazandırıl-ması olarak tespit ettik. Bu amaçlanmaksızın toplumun siyasete çekil-mesi, siyasette söz ve karar sahibi yapılmaksızın demokrasinin işlerlik

87

Page 88: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kazanması Ortadoğu ve Kürt halkının biriken sorunlarına çözüm geti-rilmesi mümkün olmayacaktır. Toplumun biriken sorunlarının aşıla-bilmesi artık temsili siyasetle mümkün değildir. Toplumun kendi adına söz ve karar süreçleri oluşturması, bunları kurumsallaştırması, politik niteliğini güçlendirerek gününü ve geleceğini belirlemesi gerekmekte-dir.

Özerkliğin demokratik niteliği işte bu noktada anlam kazanmakta-dır. Çok geniş bir halk örgütlülüğü, çok geniş bir sivil toplum yapılan-ması üzerinde yükseldiğinde ve toplumun tüm farklı seslerini içerdi-ğinde siyaset yapılanması demokratik olabilir.

Demokratik siyasetin farklı, geleneksel zihniyet kalıplarını aşan bir zihinsel arka plana ihtiyaç duyduğunu belirtmiştik. Bunun için;

- Halkın eğitim kurumlarını yaratmak, - Demokratik tartışma, düşünce ve ifade özgürlüğünü

sağlamak, - Toplumu demokratik bir tartışma sürecine çekmek ve

bunun önündeki engelleri de kaldırmak gerekmektedir. Devletçi zihniyetin, devletçi yaklaşımın toplum nezdinde aşılabil-

mesi için böylesi bir tartışma sürecinin yaratılması şarttır. Halkın hâkim bilgilendirme ve iletişim kanalları dışında bilgilenme ve tartış-ma, kendini eğitme imkânları yaratılmadan demokratik tartışma kültürü geliştirilemeyeceği gibi demokratik siyaset mekanizmalarına da işlerlik kazandırılamaz. Bu nedenle demokratik siyasetin öncelikli hedeflerin-den biri de halkın siyaset yapabilir bir düzeye getirilmesi, bu temelde yaygın ve örgün eğitim kurumlarına kavuşturulmasıdır. Bu anlamda akademileşme büyük bir önem taşımaktadır. Güncel siyasetin üzerinde yükseleceği tarihsel perspektifin, demokrasinin ideolojik felsefi temel-lerinin, örgütsel yapılanmasının ve işleyişinin kavratılması, açığa çıka-rılması demokratik siyasetin görevlerinden olmaktadır. Dolayısıyla demokratik özerkliğin siyasi yapılanması ve perspektifi bir de bu te-melde ele alınmak durumundadır.

Halkın Demokratik Kültürüne Ve Bilincine Güven Esastır Kürt halkı açısından kırk yıllık mücadele içinde belli bir siyasal dü-

zey, ideolojik, politik bilinç ortaya çıkmış, önemli bir örgütsel deneyim yaratılmıştır. Bu anlamda sıfırdan başlanılmıyor. Mevcut birikim ve değerler doğru değerlendirildiğinde büyük ve tarihsel gelişmeler ortaya çıkarmak işten bile değildir. Bu noktada yaratılan birikime ve yaşanan

88

Page 89: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

tecrübeye güven esastır. Tersinden güvensiz bir yaklaşımla hareket etmek halkın yerine karar almayı, halkın yerine düşünmeyi bir biçimde temsili demokrasiyi doğrudan ve katılımcı demokrasinin yerine ikame etmeyi getirecektir. Önümüzdeki süreçte en fazla dikkat edilmesi gere-ken hususlardan birisi bu olmaktadır.

Önder Apo tarafından başlatılan bu yeni süreçte en fazla dikkat edilmesi gerekilen ve başarının anahtarını oluştan temel hat burasıdır. Bu sürecin başarısı kesinlikle halkın politikaya çekilmesiyle, siyaset mekanizmalarını halkın kendisi için işletmesiyle doğrudan bağlantılı-dır. Bu olmadığında çözüm adı altında yeni bir bürokratik mekanizma, halka yabancılaşan bir siyaset yapılanması ortaya çıkacağı, rant kapısı-na dönüşeceği, gücünü yitireceği, halktan koparak yozlaşacağı açıktır.

Toplumun yönetilmesini değil toplumun kendi kendisini yönetme-sini amaç edinen bir siyaset tarzının, demokratik siyaset tarzının bu-günden yarına adım adım örülebilmesi, toplumda bunun hâkim kılına-bilmesi ve yürütülen bu siyasetin inandırıcı olması ancak, halkı esas alması, halkın karar süreçlerini ortaya çıkarması, halkın karar meka-nizmalarına kendini dayandırmasıyla gerçekleşebilir. Bu konuda halkın her alanda iradesinin açığa çıkarılması yerel sorunları başta olmak üze-re kendini ilgilendiren tüm konularda karar gücü olması bunun dışında farklı bir irade aranarak göstermelik bir halkçılığa zemin sunulmaması için ilkesel yaklaşılması son derece önemlidir.

Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın tüm kesimlerinin ken-di demokratik örgütlenmesini yarattığı, politikayı kendi meclislerinde doğrudan ve özgür-eşit yurttaşlık temelinde yaptığı bir sürecin içinde bulunmaktayız. Bu yönüyle zaten sürecin başında Önder Apo “yeni bir mücadele dönemi” olarak, yaşanan gelişmelere dikkat çekmiştir! Dola-yısıyla bu dönemdeki demokratik siyaset ve özgür yaşamı inşa çalışma-ları öz güç ve öz yeterlilik ilkesine dayanır. Gücünü halktan alır ve her alanda öz yeterliliğe ulaşmayı benimser. Ulus-devlet gerçeğinde siyase-tin esası tekçi, baskıcı, inkarcı, asimilasyonisttir. Tek bir kültür, tek bir dil, tek bir etnisite, tek bir tarih, tek bir millet siyasetin amacıdır. Bunu sorgulama, bunu eleştirme, buna alternatif getirme söz konusu bile olamaz. Bu noktada siyasal tartışma, siyasal yollar biter ve devletin çıplak kaba zoru devreye girer. Dolayısıyla ulus-devlet gerçeğinde siyaset baştan itibaren son derece dar, anti demokratik, tekçi ve baskıcı bir karakterde ortaya çıkar. Kendisine verilen alan ulus-devletin amaç-larına ve ihtiyaçlarına yanıt olacak kadardır. Onu sorgulama, yargıla-ma, alternatifini geliştirme gibi bir arayışı olamaz.

89

Page 90: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Bu bağlamda yeni dönemin nasıl bir mücadeleyle yürütüleceği, biz-leri nelerin beklediği ve statüsüz yaşamın toplumsal doğaya uygun statüsünün ne olacağı ortaya çıkmaktadır. Ulus/devletler çağının so-nunda olduğumuzu unutmayalım. Günümüz dünyasında toplumsal sorunların çözümünde ve sorunların ortadan kalkmasında bu modelin artık işlev görmediği gayet açıktır. Yeni süreçte KCK’nin bütün bile-şenlerinin ve tüm PKK militanlarının dikkat edeceği en önemli husus burası olmaktadır. Bunun zihniyetini aşmadan, yeni sürecin zihniyetini oluşturmak ve bu temelde bir mücadeleyi ortaya koymak imkânsızdır. Bu şekilde böylesi bir döneme yaklaşım bile çok ciddi kayıpları bera-berinde getirecektir. Bunun farkında olan, mücadelenin yeni kimliğini ve alanlarını, bileşenlerini doğru kavrayan ve buna göre de toplumsal alanın tüm çalışmalarında demokratik siyasetin işlevselliğini, demokra-tik ulusun gerekliliğini ortaya çıkartan bir yaklaşım esas alınmak zo-rundadır.

KÜRDİSTAN’DA ÖZGÜRLÜK STRATEJİSİ VE DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNEMİ

Kürt Özgürlük Hareketi 2000’li yıllardan itibaren stratejik bir dönü-

şüm yaşamıştır. Dönüşüm, devlet odaklı paradigmadan, demokrasi

90

Page 91: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

odaklı paradigmaya doğru gerçekleşmiştir. 1970’li yıllarda ortaya çıkan Kürt hareketleri devlet odaklı bir programa sahiptir. Kürt hareketini oluşturan irili-ufaklı örgütlerin ezici bölümü Ulusların Kendi Kaderle-rini Tayin Hakkı ilkesini, ulusun devlet kurma hakkı biçiminde yorum-lamıştır. Bu ilkenin yorumu, burjuvazinin ulus devlet kurma yaklaşı-mından kaynaklanmıştır. Bu yaklaşım reel sosyalizmin ağır etkisindeki sol hareketlerin tümü tarafından da benimsenmiştir.

Kürt Halkı İçin Demokratik Olan, Devlet Olmayandır Kürt halkının ciddi bir özgürlük sorunu vardır ancak bir ulusun dev-

let aracılığıyla özgürleşemeyeceği de anlaşılmıştır. Bu durumda UKKTH ilkesini devlet kurma değil, demokrasi kurma hakkı biçiminde yorumlamak daha doğrudur. Uluslar devletten ziyade demokrasiyle özgürleşebilir. Demokrasi ve özgürlük arasındaki bu yapıcı diyalektik tüm sorunların çözümü için geçerlidir. Devlet toplum için bir hastalıksa eğer, demokrasi bunun ilacıdır. Kürt Özgürlük Hareketi bu nedenle kendisini devlet odaklı çözümlerden arındırmıştır.

Güçlenmenin ve özgürleşmenin yolu devletleşmekten değil, politik ahlaki temelde toplumsallaşmaktan ve demokratikleşmeden geçer. Demokratikleşme ve toplumsallaşma aynı değerde süreçlerdir. Devlet-leşmek, var olan köleliği daha da derinleştirir. Kürt Özgürlük Hareketi artık bu ölçüleri esas almakta ve demokratik siyaseti bu temelde kurgu-lamaktadır. Kürt halkı UKKTH ilkesini, sömürgeci ulus devletler ister kabul etsin ister etmesin, demokrasiyi kurma hakkı temelinde kullan-maktadır. Kürt halkı için demokratik olan, devlet olmayandır. İnsani ve toplumsal olan, demokratik olandır.

Demokrasinin kurumları Kürt halkının yaşadığı stratejik dönüşüm ekseninde ilgilendiği temel konulardan biridir. Demokrasi, kuru laf kalabalığı değildir. Kurumu ve eylemi olmayan bir demokrasi olamaz. Dolayısıyla demokrasinin kurumlarını net tarif etmek gerekir.

- Demokrasinin kurumları; devlet dışı toplumsal örgütlenmeler, - Demokrasinin dili; tahakküm içermeyen eylem, - Demokrasinin bireyi; bilinçli, örgütlü ve iradeli yurttaştır.

Demokrasi halk veya kitle yönetimi değildir. Halk, henüz yurttaş topluluğu olmadığı gibi kitle de gerçekte kendini yönetmeyen, kâğıt üzerinde özgür bireylerden meydana gelmiş bir yığındır. Yine demok-rasi bireylerin rast gele faaliyeti olarak da anlaşılmamalıdır. Çünkü;

Kitleler gürültü yapar, yurttaşlar tartışır; Kitleler hareket eder, yurttaşlar eyleme geçer; Kitleler birbirinden bağımsızdır, yurttaşlar birbirine bağımlıdır.

91

Page 92: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Kitleler çarpışır ve çatışır, yurttaşlar bağ kurar, paylaşır, tamam-layıcı katkıda bulunur;

Dolayısıyla kitleler tartışmaya, eylemde bulunmaya, paylaşmaya ve katkıda bulunmaya başladıkları an, kitle olmaktan çıkar yurttaş olurlar. Ancak o zaman bilinçli bir katılım kültürü edinirler. Demokratik tar-tışma konuşma kadar dinlemeyi, düşünme kadar hissetmeyi ve dile getirme kadar eylemde bulunmayı içerir.

Farklılığı Siyaset Yoluyla Geliştirip Sentezlemek Özgür yurttaşlara sahip olmak demokratik bir ülkeye, demokratik bir

ulusa ve demokratik bir hukuk sistemine sahip olmak demektir. Yurt-taşlık olmadan ne özgür doğal insanlar ne de halinden memnun tek başına kişiler olabilir. Kürt özgürlük paradigmasının temel yaklaşımı bu eksen üzerinde gelişmektedir. Üst kimlik (Türkiyelilik-İranlılık-Suriyelilik-Iraklılık) içinde karşılıklı bağımlılık esas alınmaktadır. Bu nedenle demokratik siyasetin amacı, farklılığı siyaset yoluyla geliştirip sentezlemektir. Halklarımız arasında kalıcı, güçlü, birbirinin iradesine saygılı, varlığını zenginlik gören eşit ve özgür ilişkiler ancak bu temel-de kurulabilir. İşte o zaman Türkiyelilik-İranlılık-Suriyelilik-Iraklılık tüm halklar tarafından canı gönülden benimsenen bir üst kimlik olarak kabul görecek ve saygı bulacaktır.

Kürt Özgürlük Hareketi soyut ve yapay yurttaşlık ile özgürlük icat etmeye karşı radikal demokratik mücadeleyi benimsemiştir. Radikal demokrasi (ki bu, liberal demokrasi karşısında savunduğumuz asıl de-mokrasidir) demokrasiyi yurttaşlık tanımının merkezine koyar.

− Gönüllü irade, − Meclisler ve komünler başta olmak üzere devlet dışı

toplumsal örgütlenmelerde cisimleşmiş irade, − Politika ve ahlak kurallarıyla oluşan irade siyasetin

demokratikleşmesini olduğu kadar, işlevsel ve sorun çözücü ol-masını sağlayan etkin ve sürekli kılınması gereken en temel özel-liktir.

Bu siyaset altında farklı etnik kimliklerden yurttaşlar ne kanla, ne sözleşmeyle; fakat ortak çelişkilere ortak çözüm arayışına olan ortak ilgileri ve ortak katılımlarıyla birbirlerine bağlanırlar. Demokratik va-tan, demokratik ulus, demokratik hukuk sistemi etrafında buluşurlar. Burada devlet, demokrasiyle uzlaşmak zorunda kalır. Ulus-devlet, ulu-sal devlete dönüşür.

Ulusal devlet,

92

Page 93: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

1. Toplumsal sözleşme olarak demokratik anayasaya, 2. Demokratik ulusun ortak kültür duygusuna, 3. Demokratik hukuk sistemine, 4. Demokratik ortak eyleme dayanır.

Demokrasinin gelişiminde en önemli araçlar sivil toplum kuruluşla-rıdır ve bunlar demokratik yaşamın vazgeçilmez araçlarıdır. Bunların oluşturduğu alana “Üçüncü Alan” denilmektedir. Tarihte üçüncü alan ilk defa bu biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle demokrasinin yurttaşlığı sivil toplum alanıyla da gerçekleşme imkânına kavuşmuştur. Yurttaş meclislerinde daha kapsamlı bir irade ortaya çıkabilmektedir. Bu oluşumlar dünyada da giderek iktidar güçlerini yurttaşlar toplulu-ğuna karşı sorumlu kılmaktadır. Hesap sormanın temel araçları bunlar olmaktadır.

Kürtler, demokratik sivil toplum örgütleriyle, demokratik çalışmala-ra yoğun katılımlarıyla yurttaş olma çabalarını ısrarla sürdürmektedir-ler. Bu durum karşısında sömürgeci devletler, özelde de Türk devleti her fırsatta Kürtlerin yurttaşlaşma sürecini engellemeye çalışmaktadır. Bunun bir kölelik dayatması olduğu açıktır. Bu temelde Kürtlerin dü-zenlediği ve polisin saldırmadığı, gözaltı yapmadığı, tutuklamadığı, soruşturma ve yargılama konusu yapılmamış tek bir demokratik eyle-mi, gösteri, yürüyüş, toplantı, basın açıklaması, kurultay gibi sivil-demokratik eylem ve etkinlik yoktur. Zindanlar bundan dolayı tutukla-nan, onlarca yıl cezaya çarptırılan Kürtlerle doldurulmuştur. Tüm bun-lara rağmen Kürtler sınırları içinde yaşadıkları devletlerin diğer halkları için de demokrasi ve özgürlük mücadelesinde güven ve umut veren, örnek ve tetikleyici bir güç olmayı sürdürmektedir. Yeni bir siyaset ve yeni bir demokrasi anlayışı Kürdistan’dan tüm bölgeye yayılmaktadır. Bunun şiddeti artan dalgalar halinde gerçekleştiği, diğer halklar tara-fından her geçen gün daha yakından anlaşılmaya çalışıldığı ve benim-sendiği dikkatli her göz tarafından görülebilecek denli açıktır.

Temsili Demokrasi, İğdiş Edilmiş Demokrasidir Evrensel değerler içinde meclislerin gelişimi eskidir ve kentlerin

oluşumuyla eş zamanlıdır. Sivil birlikler, meclisler, konseyler, plat-formlar bu nedenle siyasal birliği, aidiyeti kolaylaştırıp güçlendirir. Tarihte temsili demokrasi uğruna bedeller de ödenmiştir. Temsil eden-lerin görev aldıklarında temsil ettiklerine yabancılaşması, ortada bir iğdiş edilme sürecinin olduğunu gösterir. O nedenle temsili demokrasi, devlete yedeklenmiş demokrasidir. Çoğunluğu yönetilen nesneye, azın-

93

Page 94: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lığı da yöneten özneye dönüştürür ve yeni bir işbirlikçi sınıf oluşturur. Bu, toplumun seçip parlamentoya yolladığı siyasetçi sınıfıdır.

Çağdaş demokraside siyaset kurumu devlet ve toplumun demokra-tikleşmesi yönünde çalışmakta, devletle toplum arasında bir köprü ro-lünü oynamaktadır. Siyasetin demokratikleşmesi; devletten topluma doğru akış kanallarının gelişmesi ve kurumlaşmasının önem kazanma-sıdır. Bu durum çağdaş demokrasilerde bu şekilde gelişirken, temsili demokrasilerde ise siyaset, devlet yöneticiliğidir. Bürokratlıktır. Siya-setçilik, profesyonel bir meslek olarak geçim kapısı haline getirilmiştir.

Seçim, toplumun kendi dönemsel efendilerini seçme hakkı dışında bir anlam taşımaz.

Temsili demokrasinin temsil aracı olan partiler devlet odaklıdır. Te-peden-tırnağa küçük bir devlet gibi örgütlenirler. Amaçları, devlet yö-netimine gelmektir. Yüzleri tümüyle devlete dönüktür. Yalnızca seçim zamanlarında yüzlerini seçmene, iktidar aracı olarak gördükleri toplu-ma çevirirler. Halkla ve gerçek demokrasiyle alakaları yoktur. Devletin imkân ve ayrıcalıklarından yararlanırlar. Siyaset kurumunun halk nez-dinde bir yalan ve rant kurumu olarak algılanması nedensiz değildir.

Demokrasinin Kendi Yerel Tartışma Mekânları, Kendi Meclisleri Olmak Zorundadır Devlet, demokrasiyi kendine yedekler. Böylece politikayı ve yurttaş-

ları da yedeklemiş olur. Böylelikle politika gibi yurttaşlık da özünden boşaltılıp, ülke sorunlarına ilgisiz, işlevi yalnızca oy kullanmak olan bir seçmen yığınına dönüşür. Dolayısıyla temsili demokrasi, aldatma de-mokrasisidir. Milletvekili, milletten daha önemli ve değerlidir. Başba-kan, sürü haline getirilmiş kitlenin baş çobanı olur. Kutsal devletin siyasal yöneticileri durmadan kutsanır ve devlet kapısı adeta bir “kurtu-luş kapısı” olarak sunulur. Anahtar ise siyasetçinin elindedir.

Tartışma ve örgütlenme olmadan demokrasi olmaz. Sadece meclis-ler, komünler değil; bir pazaryerinde, bir meydanda, köy odasında, parkta, bir dükkânda da olsa demokrasinin kendi yerel tartışma mekânı, kendi meclisleri olmak zorundadır.

Bu mekândaki konuşmaların ve tartışmaların özgürce yapılması, top-lumsallığın bir gereğidir. Hedef, güç kullanmak ya da sadece siyaset yapmak değil; kararlar ve iradi gücün kullanılmasının koşullarını yara-tıp, yurttaşlık bilincini geliştirmektir. Bu temelde Kürt halkının özgür örgütlenme, varlığını güvenceye alma, kendini ifade etme, geliştirme, demokratik ülke ve ulusun bir parçası haline getirme iradesi ve kararlı-lığı tamdır.

94

Page 95: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Çözüm, Doğrudan Demokrasidir Evrensel ve tarihsel değerlerden kopuk bir demokrasi ile kriz ve ça-

tışmadan başka bir şey yaratılamayacağı fazlasıyla açığa çıkmıştır. Sömürgeci ulus devletlerin çatısı altında, yurttaşlık bilinci, sivil alan ve her düzeydeki halk örgütleri üzerinde baskı geliştirilmesi, toplumsal ve siyasal bunalımın temel kaynağı olmuştur. Buna karşı Kürt halkının yürüttüğü çalışmalar, esasında eşit-özgür yurttaşlık çalışmasıdır. De-mokratik siyaset çalışmasıdır. Sömürgeci devletlerin Araplaşma, Türk-leşme, Farslaşma dayatmalarına verilebilecek en anlamlı yanıt, bu ülke-lerin eşit-özgür yurttaşları olmak, siyaseti demokratikleştirmek ve top-luma mal etmektir.

Yurttaşlık, politik bir kimlik davranış ve ilişkidir. Bu özellik, yurt-taşları politika yapan bireylere dönüştürür. Temsili demokrasi sistemi, demokrasi kadar politikayı da iğdiş eder. Demokrasi çalışması politik bir çalışmadır ve politikanın profesyonel politikacılara bırakılması, demokrasinin yurttaşlardan kopartılmasıdır. Temsili demokrasi, temsili politikadır. Yurttaşlık iradesini politika oluşturur. Bu irade, profesyonel politikacılara havale edildiği andan itibaren yurttaşlık, inceltilmiş köle-liğe dönüşür. Dolayısıyla çözüm, doğrudan demokrasidir.

Demokrasi, kapitalist modernitenin saldırılarına karşı ancak yurttaş-ların doğrudan katılımına dayanan tarihsel geleneğini canlandırarak hayatta kalabilir. Bu gelenek, çok sesli, yurttaşlara konuşma ve karar verme, eylemde bulunma gücü veren, insanların her gün karşılaştıkları ve birbirlerinin konuşmasında kendilerini keşfettikleri platformlar ola-rak komün ve meclis geleneğidir.

Meclis Bir Demokrasi Mekânı Ve Eylemidir Yurttaş meclisleri tarihsel demokrasinin doğrudan uygulandığı meş-

ru toplumsal zeminlerdir. Meclissiz demokrasi, mabetsiz dine benzer. Meclis sistemi, devlete bulaşmamış toplumsal-dinsel gelenekler şeklin-de karşımıza çıkar. Tarihin tüm aşamalarında farklı biçimlerde meclis-leri görmek mümkündür. Köy odaları aynı zamanda köyle ilgili sorun-ların tartışılıp karara bağlandığı köy meclisleridir. Tapınaklar, kiliseler ve camiler yalnızca ibadet mekânı olarak vücut bulmamışlardır. Top-lumsal sorunların tartışıldığı, çözüme götürüldüğü meclisler olarak ortaya çıkmışlardır. Cem mekânları Aleviliğin meclisleridir aynı za-manda. Eskinin esnaf birlikleri, Ahi ocakları birer meclisti. Bir yerle-şim biriminin önde gelen saygın kişileri, oranın meclisi sayılırdı.

95

Page 96: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Tarih boyunca toplum, kendi meclislerini büyük bir çeşitlilik ve zenginlik içerecek biçimde yaratmış ve buralarda karşılıklı rıza ve ah-laki normlar temelinde sorunlarını çözmüş, ihtiyaçlarını gidermiş, var-lığını devam ettirmiştir. Hiçbir zaman toplumsuz demokrasi olamaya-cağı gibi meclissiz toplum da olmamıştır. Ulus-devletin özünden boşal-tarak kendine mal ettiği belediye, tarihsel bakımdan bilinen en kapsam-lı halk meclisidir.

Ulus-devletin yereldeki uzantısı durumunda olan klasik belediyeler, temsili demokrasi ile birlikte halk meclisi olmaktan çıkarılmışlardır. Meclis, politikanın asli unsurları-yurttaşlar tarafından fikir birliği ile oluşturulur. Elbirliği ile hayata geçirilir ve bu sürece herkes doğrudan katılır. Bu anlamıyla meclis bir demokrasi mekânı ve eylemidir.

Günümüzde halkı aldatma sanatı olarak algılanan politika, özünde toplumsal sorunların en uygun yol ve yöntemlerle aşılmasının, toplu-mun ekonomik, ekolojik ve demokratik yeniden üretiminin sağlanma-sının en kutsal yoludur. Politikanın kapsamına bir sokağın içme suyu sorunundan tutalım temizliğine, kimlik sorunundan tutalım trafik soru-nuna, oradan sağlığa, eğitime, kentsel ve ulusal bütçe planlamasına kadar toplumsal yaşantıyı ilgilendiren sayısız konu girer. Temsili de-mokraside söz konusu sorunların çözümü için kullanılan yöntem, dev-lete havale etmedir. Ancak doğrudan demokraside devreye gerçek poli-tika yani halkın doğrudan politik etkinliği girer. Yani toplumun sorun-ları devlete havale edilmez. Toplumun tartışmasıyla hem tespit edilir hem çözümü için plan ve programa kavuşturulur. Sorunun çözümünün plan ve programını yapan yurttaş bu plan ve programın aktif uygulayı-cısıdır.

Meclis Tarzı Örgütlenme Modeli Esas Aldığımız Demokratik Siyasetin Gereğidir. Doğrudan politikanın asıl yürütücüsü, birer politik aktör olan özgür-

eşit yurttaşlardır. Eşit-özgür yurttaş meclisleri bu politikanın hem oluş-turulduğu mekân ve hem de eylemselleştiren mekanizmalardır. Meclis-ler çeşitli dernek ve platformlar şeklinde örgütlenebileceği gibi, yurttaş inisiyatifi olarak da örgütlenebilir. Eşit-Özgür Yurttaş Dernekleri, te-melde mahalle meclisleri şeklinde örgütlenebilir. Mahallede yaşayan yurttaşlar derneğe ister üye olsun, ister olmasın yurttaşlık bilinciyle yan yana gelip meclis oluşturmakta ve politik bir sürece katılmaktadır. Bu mahalle meclislerinde mahallenin sorunları tartışılmakta ve halk tara-fından kolektif bir akıl oluşturulmaktadır.

96

Page 97: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Özellikle uyuşturucu, hırsızlık ve fuhuş gibi sorunlara karşı birçok çözüm amaçlı adım geliştirilebilir. Mahalle meclisleri elektrik kesinti-lerinden tutalım Kürt kimliği etrafında biriken sorunlara kadar yurttaş-ların politik iradelerini, talep ve demokratik etkinliğe dönüştürebilir. Meclis tarzı örgütlenme modeli Kürt Özgürlük Hareketinin esas aldığı demokratik siyaset anlayışının bir gereğidir. Bu meclislerin güncel görevlerinden biri de Önder Apo’nun başlattığı “Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa” hamlesine süreci geliştirecek politik ve pratik adımlarla katılmaktır. Destek vermek kadar, geliştirilmesi için tartışma zeminleri yaratarak toplumun ortak aklı ve eylem potansiyelini açığa çıkarmaktır.

Kent meclisleri, komünal-toplumsal ruhun kentlerdeki örgütsel ifa-desidir. Kent meclisleri, kentte yaşayan yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin delegasyon sistemiyle gelmiş mahalle ve ilçe delegelerin-den oluşur. Kent meclisi ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla en üst çatı meclisi oluşur. Türkiye’de oluşturulan çatı meclisi Demokratik Toplum Kongresi’dir.

Kürt halkı demokratik çözümü devletten beklememektedir. DTK, Kürdistan’da siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, inanç ve mezhepler, etnik, cinsiyet özgürlükçü ekolojik komünal vb. her alanda kendini örgütleyen bir demokrasi meclisidir. Doğrudan demokrasiyi esas aldığı için, toplumun tüm kesimlerinin her alanda örgütlenmeye kavuşmasını ve bu örgütlenmenin bir yaşam biçimi haline gelmesini amaçlamakta-dır.

DTK, Kürt halkının güncel, toplumsal ve tarihsel sorunlarını, çözüm bekleyen özgürlük ve demokrasi sorunlarını çözmeyi esas almaktadır. Hayatın her alanında demokrasiyi ve ona dayalı değerleri gözetmek temel yaklaşımıdır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin değişim ve çözüm arayışları Türkiye zemininde onlarca sivil toplum kuruluşu, meclis tarzı örgütlenme ve çalışmayı doğurmuştur.

Yaygın bir şekilde her toplumsal alan ve grup örgütlenmektedir. Kürtlerin, bu tip örgütlenmeleri yaygınca geliştirmesi, sorunları de-mokratik yollarla çözmek istemesinin ısrarlı bir sonucudur. Kürt halkı demokratik çözümü devletten beklememektedir. Çözüm kendi eseri olarak gelişecektir. Bu temelde örgütlenerek yaşamı ve geleceğinin sorumluluğunu üstlenmektedir.

Kürt sorununun demokratik çözümünde, Kürtlerin bu şekilde rol üst-lenmesi, devlet düşmanlığı veya karşıtlığı değildir. Değişen paradigmal zihniyetinin ve demokrasi anlayışının gereğidir. Bunun değeri ve anla-mı bilinmeli, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleş-

97

Page 98: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

mesinde Kürt halkının bu biçimdeki katılımını engelleyici değil kolay-laştırıcı olunmalıdır. Şiddetin beslendiği ortam ancak bu şekilde orta-dan kaldırılabilir. Çözüldüğünde Kürt sorununu da çözüme taşıyacak demokrasi sorunu ancak bu biçimde aşılabilir.

Önder Apo’nun başlatmış olduğu “Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa” süreci bu temelde ele alındığında anlaşılabilecek ve halklarımız için büyük bir şans olduğu görülecektir.

KADIN HAKİKATİ ANLAŞILMADAN ÖZGÜR YAŞAM İNŞA EDİLEMEZ

98

Page 99: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Önderliğimiz tarihi 2013 Newrozunda milyonların şahitliğinde ta-

rihsel topluma sunduğu Mezopotamya ve Anadolu halklar manifestosu niteliğindeki mesajında başlattığı “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Ya-şamı İnşa” hamlesinin ruhu ve bedeninin yaratılması, ikisinin uyumu-nun en anlamlı bir bütünsellikle sağlanması ve toplumsal özgürlüğün sağlanması, kadın özgürlüğü şartına bağlıdır. Özgür yaşamın inşasını gerçekleştirecek olan kadınlardır. Ve Önderliğimizin belirlemesiyle 21.yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacaktır. Ve yarım asırlık özgürlük mücadelemizin tüm Ortadoğu halklarına anlattığı bir gerçek de kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmeyeceği gerçeğiydi. Bundan dolayı hamlede kadının rolünü belirlemek ve bu anlamda Kürdistan özgürlük mücadelesinde yer alan kadın militanlar olarak rolümüzü layıkıyla yerine getirmek durumundayız. Tarihsel toplum içindeki yerini anla-mak kadın açısından jineolojinin temelini oluşturacak bir gerekliliktir. Bunun için kadının evren hakikati bağlamında yeniden tanımlanması ihtiyacı vardır.

Kendini çoğul renkler içindeki farklılığıyla görmek isteyen evrenin

yarattığı ilk form kadındır. Kadın, değişimin ilk belirdiği evren aynası-dır. Toplumun tüm diğer öğelerini kendi gerçeğiyle bütünleştirerek evrensel anlamı açıklayan, çeşitlenmeyi, güzelliği, ahengi, özgür varo-luşun akışını kendinden başlayarak tüm diğer toplum üyelerine anlatan akışkanlığını değişim ve uyuma dönüştürmüş haldeki biçim alıştır. Kadın formunda kendini gerçekleştiren evren, çeşitlenmenin bir adımı-nı atmıştır. Bölünerek çoğalan canlıların kendilerinde barındırdıkları özellikleri zenginleştirdiği iki ayrı cinsiyetle forma kavuşturan evrensel zekâ, kadını bu zekânın taşıyıcı, doğurucu ve çoğaltıcı formu haline getirerek kendini insanlaştırmıştır.

Kadın, duygu yoğunluğu ve sezgi gücüyle kapsayıcı olan insan so-yudur. Bugün kadının hangi düzeyde bunu başardığı ya da ne kadar bunun farkında olduğunu belirlemek zor olsa da bunu başarmaya en yakın olan yine de kadın cinsidir. Kadının, evrensel oluş içerisinde varoluşsal tanımı nedir ve bu tanımlar ne kadar kadınlar tarafından belirlenmiştir? Kadının yapmadığı ya da kadın özgür iradesince yapı-lamayan tanımlamalar ne kadar hakikat olabilir? Diğerlerinden farklı olan, farklı konuşan, farklı bir şeyler yapan bir çocuğu, bulunduğu gru-ba göre nasıl ki zeki olarak değerlendiriyorsak evrenin kendini görünür kılmasının, çeşitlenmesinin yansıması olan kadını da evrensel zekânın form kazandığı bir gerçekleşme olarak görebiliriz.

99

Page 100: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Bu çeşitlenmenin insan bireylerinde kendilikleriyle bir yaşam algısı oluşturarak yeni bir anlamla bir araya gelişleri de anlamın yücelişini ortaya çıkarır. Bu tabi ki özgür kadın ve erkek kişiliklerinin anlamlı yaşam kurmalarıyla ilgili bir durumdur. Anlamlı bir araya gelişin kö-kenine yerleşen özgürlük, duygusal ve analitik zekanın optimal uyu-munu yaratarak yaşamaya yönelmektir. Duygusal zekânın derinliği ve keskinliği kadar analitik zekânın yaratıcılığı ve zamanın ruhuna göre hareket etme tercihlerini yapabilmesi, özünde ikisinin anlamlı uyumuy-la mümkündür.

Anlam dediğimiz ise öyle salt soyut nazarî ya da ideye dair şeyler değildir. Anlam, yaşamın ahlaki ve politik olabilmesinden doğacak olan güzel yaşam algısının bir biçimidir. Toplumsal doğanın doğru algılanması, gerçek anlamıyla kavranması ve kendi doğallığınca yaşam akışının sürdürülmesi, özünde kadın doğasının doğru algılanmasıyla mümkündür. Kadın hakikati anlaşılmadan özgür yaşam inşa edilemez. Kadını anlamak hakikati anlamakla özdeştir. Çünkü kadın, evrenin kendini çoğaltmaya karar verdiğinde sergilediği ilk pratiğidir. Kendisi yerine kadına doğurma özelliği veren tanrının aynadaki görüntüsüdür.

Bundan dolayı karşımıza tarihsel ve güncel tüm yolculukların so-nunda şu gerçeklik çıkmaktadır: Kadını anlamak özgür yaşamın inşası için ilk şarttır. Yine anlamak kadar kadının, toplumun kök hücresi olan ahlaki ve politik toplum bilinciyle yeniden kendiliğini yaratma müca-delesini, özgür varolmanın temel şartı saymak gerekmektedir. İlk top-lumsallaşmanın yaratılmasındaki rolü kadar uygarlığın başlangıcında ilk düşürülen kesim olması, yaşamın merkezinde yer almasından kay-naklanmaktadır. Hakikat gizlenmeden uygarlık gelişemezdi. Toplum hakikatine darbe vurulmadan, insanlar köleleştirilemezdi. Ve bugün de bu gerçeğin tam karşılığı kadın hakikati anlaşılmadan toplum hakikati-nin anlaşılamayacağı ve aynı zamanda köleleştirmelerin giderilerek özgür yaşanamayacağı şeklindedir.

Toplumun ahlaki ve politik olma özelliğinin ilk darbesi, toplumun par-çalanmasıdır. Toplum parçalanarak ilk darbe vurulmuştur. Cinsler arasın-daki tarihsel yarıklar, sonrasında sınıflar, toplumlar, halklar arasındaki yarıklara evrilerek parçalanma diyalektiği oluşturulmuştur. Yine kadının ve erkeğin kendileri olarak içsel parçalanmışlıkları da mevcut uygarlık eyleminin yaygınlığını anlatır. Bu yarıklar ve parçalanmışlıklar, uygarlığın gelip yerleştiği boşluğu oluşturmaktadır. Bundan dolayı merkezi uygarlık karşısında verilecek mücadelenin temeline parçalanma diyalektiğinden kurtulmak yerleşmelidir. Parçalanmanın anti’si bütünleşmektir.

100

Page 101: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Kadınlar olarak öncelikle kendi beden ve ruh bütünlüğümüzü yaratma-lıyız. Kendi somutumuzda parçalanma diyalektiğini kırıp kendiliğimizi özgür bütünsellik içinde oluşturarak kendi somutumuzda bir hakikatin varlığını ortaya koyarsak özgürleşme mecrasına da girmiş oluruz.

Önderliğimizin xwebûn ve hebûn olarak belirlediği kendi olmak ve ol-mak kavramlarının önemi her geçen kendini hissettirmektedir. Kendisi olamayanın varolabileceğini söylemek yanılgı olacaktır. Kendi olmak, Kurmancî deyimle xwebûn olmak ise, parçalanmışlığı gidermekle, ruh ve beden bütünselliğini sağlamakla mümkündür. Kadınlar olarak bu bütünsel-liği sağlamanın ne kadar zor olduğunu bilmekteyiz. Bunun zorluğu kadını her an parçalayan, her parçayı ayrı bir sektör, imge, satış, fuhuş, tecavüz, zevk ya da aşk(!) nesnesi yapan erkeklik hegemonyasının engellemelerin-den kaynaklıdır. Bundan dolayı, kadınların kendiliklerini tanımlayabilme-lerinin ve bu tanımlara göre yaşamalarının temel şartı, her an yüz yüze kaldıkları bu parçalanmaya karşı, beden ve ruh bütünlüğünü, daha doğrusu birliğini korumaya yönelik bir varlığını koruma mücadelesi vermektir.

Kapitalist modernitenin insanlığa vurduğu darbelerden kadınlar en bü-yük payı almışlardır. Bunun yansımalarından biri de her an sistemin ula-şamadığı, giremediği ve bundan dolayı hegemonyasını direkt olarak ger-çekleştiremediği alanlarda otohegemonya uygulamasıyla erkeklik ideoloji-sinin kadınlar tarafından var kılınması ve kendi hemcinslerine uygulanma-sıdır. Ne düşüneceği, ne giyeceği, nasıl konuşacağı, total olarak ne yaşaya-cağı ve nasıl yaşayacağı konusunda gerçekten kendisi olabilmiş ve yaşa-dıklarını erkekten bağımsız iradeleriyle karşılamasını bilen kadınlar, öz-gürlüğe yakınlaşmışlardır.

Kendini tanıma konusunda kadınlar olarak yapabileceğimiz en kap-samlı çalışma Jineoloji alanında olacaktır. Daha doğrusu, tüm kendini tanıma, yaratma amaçlı çalışmalar kadınbilimi akışına katılacaktır. Önderliğimizin ortaya koyduğu jineoloji, kadın düşünce disiplini olarak tüm bilimsel formlardan ayrışmaktadır. Jineoloji, Kadın Kurtuluş İdeo-lojisinin bir bilgi, anlam, eylem disiplini şeklinde olgunlaşmış ve yeni-lenmiş halidir. Özgürlük sosyolojisinin temel alanlarından biri olarak kendini gerçekleştirecek olan jineoloji kapsamında yapılacak sistemli araştırma ve çalışmalar henüz olgunlaşmış bir ifadeye kavuşmamışsa da konunu önemi ve özgür yaşamı inşa çalışmasındaki kaçınılmazlığı kavranmıştır.

Kadın nedir sorusu etrafında gelişen bu düşüncelerimizin temelinin bağlanacağı amaç, kadının ontolojik sorunlarının giderilmesidir. Bu amaç etrafında kadın varlığının minimalize edildiği, çürütüldüğü, teca-vüzlerin çoğalmasının dahi artık tepki yaratmadığı, toplu tecavüz gibi

101

Page 102: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

affedilmesi mümkün olmayan ahlaki konularda hafifletici nedenler ortaya atılarak kışkırtılmış erkekliğin kabul edilebilirlik sınırlarının ahlaksızlığı tırmandırması hâkim sistemin normalleri arasındadır. Ve benzerlerini çoğaltabileceğimiz birçok konunun ahlaki duyarlılık ala-nından çıktığı, çaresiz bir anlam kaybıyla seyredildiği, her yönlü teca-vüzün de bu şekilde bir teslimiyetle karşılanmasının merkezi hegemon-ya tarafından hedeflendiği bir sistem içindeyiz.

Bunca tanımsızlık ve özgürlüksüzlük varken ne yapmalıyız, ne ya-şamalıyız? Nasıl yaşamalıyız ve nereden başlamalıyız? Merkezi hege-monyanın mezbahasında her gün ruhlarımız doğranırken ve ritüele dönüştürülerek ilahi bir havada bedenlerimiz her gün sisteme kurban edilirken bu soruları sormadan bir nefes dahi alamayacağımız kesindir.

Sorular sorunlardan doğar. Ve bugün, hâkim uygarlık sisteminin er-kek karakterinin bitimsiz sorunları bizleri bu soruları sormaya ve ce-vaplarını aramaya zorlamaktadır. Bu soruların besmele kıvamında ele alınmadığı özgür yaşam arayışları nafiledir.

Ruhu anlamsal olmayan varlıkların varlık oluşları da ceset olmayı aşamaz. Kadınların bugün, ruhu olmayan birer ceset haline getirilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Hâkim sistem kadını anlamından ve ruhundan kopardıkça kendini gerçekleştirmektedir. Kadının adının, sesinin, saçı-nın-başının, bedeninin her bir parçasının fazlasıyla var olduğu ama hiçbirinin anlamının olmadığı, anlamdan yoksun varlığın mümkünsüz-lüğünün bilinemediği, kendine ait olmayan varlık parçalarının bir pazar nesnesinden başka bir şey olmadığı, varlıklarının bütünlük içinde ka-bullenilmediği, bu sayılanlara dair anlamın zerresinin dahi olmadığı bir sistem ve zamandayız. Böyle bir sistem ve zamanda kadının varlık sorunları en temel sorun olmaktadır. Özgürlüğün yakalanması için var-lığın olması şartı aşikârdır ve tüm bu konular da kadın bilimi kapsa-mında derinliğine incelenmesi gereken konularıdır.

Hakikati esas alan bir toplum biliminin yapması gereken ilk ve en temel iş, kadın tanımını yok etmek üzerinden kendini var eden egemen erkek çözümlemesini geliştirmek ve kadını doğru tanımlamaktır. Te-melde insanı esas alan, onu tanımayı, anlamayı ve daha anlamlı bir yaşama yönlendirmeyi hedefleyen toplum bilim, insanın sömürüsünü çözümlemek ve bu sömürünün ortadan kaldırılmasının temel kaynakla-rını ortaya koymak zorundadır. Sömürüyü teşhir etmeyen bir yöntem, adına sosyal bilim dense de, sosyal de olamaz, bilim de olamaz. Sömü-rüyü çözümleyip aşamayan bir yöntem, sosyal bilim olamaz. İnsanın sömürüsünü teşhir edemeyen ve yerine özgürlük perspektifli bir yaşam sunamayan bir sosyal bilim, kesinlikle sosyal bilim olamaz. Önderliği-

102

Page 103: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

miz Abdullah Öcalan buna gerçekler sosyolojisi derken, gerçek sosyal bilimin kadınla ruhsal ve bedensel bağını ortaya koyarak bu adlandır-mayı yapmaktadır.

“Kadın yaşamına zorba ve sömürgen erkek eli ve aklıyla binlerce yılda yedirilen kölelik düzeyinin tüm içerik ve biçimleriyle kavranması gerçekler sosyolojisinin ilk adımı olmalıydı.”

Ahlaki toplumun kuruluşu, kadın özgürleşmesiyle bağlantılıdır. Ön-derliğimiz“Hegemonik güç, bu arada hegemonik erkeklik ancak top-lumsal ahlâkın çöküşüyle gerçekleşir.” derken bu gerçeği vurgulamak-tadır. Ve ahlaki toplum olabilmenin tek şartının da kadının özgürleşme-si olduğu burada netçe görülmektedir. Köle kadın gerçeğinin ahlaki çöküntüyü ne kadar derinleştirdiği mevcut dünya sisteminde ve yaşam örneklerinde de aşikârdır. Özgürlük yanılgısındaki kadın şekillenmesi-nin de bu enkazı giderek büyüttüğü bilinmektedir. En azından bu sanrı-ların özgürleştirmediğini anlamak için kapitalist modernite sisteminin ulaştığı boyuta bakmak yeterli olacaktır.

Kadın özgürlüğü ahlaki ve politik toplumun başat özelliğidir. Ka-dınları özgür olmayan bir toplum ahlaklı olamayacağı gibi politik de olamaz ve demokrasiden de söz edemez. Toplumsal ahlakını yitirmiş bir toplumun kadının namusundan söz etmesi de tam bir ironidir bu durumda. Müslüman mahallesinde çırılçıplak dolaşıp namustan söz etmek nasıl abes ise bu durum da öylesine abestir. Kadın özgürlüğü yitirilmişse, namus adına zaten hiçbir şey kalmamıştır. Kadınları özgür olamayan bir toplumun namustan bahsetmesi de kendini kandırmaktan öte bir şey ifade etmez. Çünkü kadınlık somutunda ahlak, toplumun tüm yaratımları, değerler, toprak, kültür ve biriken her tür değer saldı-rıya uğramış ve köleleştirilmiş demektir.

Böyle bir durumda namus adı altında kadın ya da çocuklar üzerinde hüküm kurmak tam bir mikro iktidar hastalığıdır. Bu kronik hastalık ne yazık ki toplumun büyük bir kısmında mevcuttur ve aşma adına geli-şenler de kapitalist kirliliğin ahlaksızlığı-namussuzluğu-yozluğudur. Toplumsal ahlak toplum bireyleri için vazgeçilmezdir. Toplumsal ah-laktan vazgeçildiği anda tüm ahlaksızlıklar bireylerin kapısını çalar, hatta kapısını kırar. Sokağının, mahallesinin kirlenmesine göz yuman ve bu mekânları temizlemeyenler, kendi evlerine mikrop girmesini önleyemeyecektir. Binanın temeli sağlam değilse diğer katların sağlam olması mümkün değildir. Bu durumda kişilerin özgür ve sağlıklı yaşa-masının temel şartlarından biri de ahlaki ve politik toplumdaki rolleri olmaktadır. İnsani varoluşun temel formu olan toplumun yokolması tümden insanlığın yok olmasıyla özdeştir.

103

Page 104: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Tüm ahlaksızlıklardan kurtulmanın temel yolu kadının özgürleşme-sinden geçer. Tabi ki bunun için kadının öncelikle kendi özgürlüğü sorununu yaşamının temeline alması ve bu doğrultuda bir yaşamı tek yaşam olarak bilmesi gerekmektedir. Kadında özgürleşmenin anlam ve bilinci oluştukça erkek bireyinin de özgürleşmesi ve bilinci gelişecek-tir. Ancak bu karşılıklı özgürleşme düzeylerinin yaratacağı durumda gelişebilecek özgür yaşamlar, toplumun ulaştığı evrensel özgürlük de-ğerlerinin de nişanesi olabilecektir.

Önderliğimiz başlattığı “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İn-şa” hamlesi paradigmamızın ve demokratik ulus projesinin gerçekleş-mesi için temel teşkil etmektedir. Bu süreç, sloganın özgür yaşamı inşa gerçeğiyle koşullanmasından da anlaşılacağı gibi, her bir kadın ve er-kek bireyine büyük sorumluluklar ve görevler yüklemektedir. Bu, başta doğru anlamak, kapsamı kavramak ile başlayan ve uygulama sorunları-nı da içeren bir çerçevededir. Bu çerçevede, her bir bireyin kendi cinsi-ni tanımak, anlamak kadar, kapitalist sistem içindeki kişilikleri, yine mevcut aile ve toplum yaşamını çözümleyerek özgür yaşamın neden mevcut durumda mümkün olmadığını ortaya koyması şarttır. Yine özgür yaşamı inşa tanımlamasıyla hamle sloganın ruhunu ve anlamını oluşturan gerçeği doğru kavramak ve yaşamsallaştırmak bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Hâkim sistem içinde parçalanan aile olgusu karşısında geliştirilecek olan, farklı adlar altında aynı zihniyetle kurulacak birliktelikler değil-dir. Bugün aile parçalanmıştır. Tabi ki bu durum, hâkim sistemin de çıkarına olmadığı için, güncelde aileyi korumaya yönelik yeni sosyal politikalar belirlenmekte, bakanlıklar nezdinde bu sorunla ilgilenilmek-tedir.

Bu parçalanma, aileye yerleşen mikro devletin parçalanması değil de, liberalizmin şahlandırdığı bireyin kendi zincirlerinden boşalmasıyla ilgili bir parçalanmadır. Bundan dolayı, mikro devlet baskısının ortadan kalkması kadın özgürlüğü konusunda ilerlemeyi getirmemiş, tam tersi-ne kapitalizm içinde metaların kraliçesi konumuna gelen bir kadın ger-çekliğini ortaya çıkarmıştır. Mülkiyet, iktidar, sahiplik, eksiklik, zürri-yet zihniyeti aşılmadan geliştirilecek birliktelikler, adı ister evlilik ol-sun ister olmasın, ister devrimci evlilik olsun ister başka bir şey olsun aynı merkezi hegemonyaya hizmet ilişkisi şeklinde somutlaşmaktadır. Bu tarz yaşamda oluşturulan kimlikler, mevcut sistemler tarafından oluşturulmuş inşalardır ve mevcut kadınlık-erkeklik aşılmadan da her iki cinsin de bu ilişkide kendilerini gerçekleştiremeyecekleri, kendilik-

104

Page 105: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lerini kaybedecekleri, kendi olma konumundan bir adım daha uzakla-şacakları bilinmelidir.

Önderliğimiz “Hegemonik ilişkide aşk gelişemez. İnsan aşkında te-mel şart, tarafların birbirine denk özgür iradeleridir.” derken kendisi olamayanın başkasıyla da olamayacağını anlatmaktadır. Kadın-erkek ilişkilerine, toplumsal düzlemde yaşanan olaylara ya da ilişkilerin dü-zeyine baktığımızda mevcut koşullarda, sevginin mümkün olduğuna inanmanın giderek zorlaştığını belirtmek pek zor olmuyor. İnsanın kutsallığının giderek yıkıldığı ve yıkılan her kutsallık gibi ardından bir toplumsal enkaz bıraktığı gerçeğiyle yüz yüzeyiz. İnsan inşası olan kutsallıkların yıkılması ve yerine yenilerinin konulabilmesi şansı var-dır. Ama kutsal denilen insan olgusunun tükenmesi karşılığında yerine neyi koyabiliriz ki… Bugün kadın ve erkek ilişkilerinde kadın aleyhine bozulmuş olan denge, kadının her ilişki adımında, her karşı karşıya gelişte ya da cinssel alana her giriş durumunda bir darbe almasını geti-riyor. Bunun nedeni varolan ilişkilerdeki dengesizlik yanında, birlikte-lik, cinsellik, bütünleşme, aşk ve sınırsız özgürlük vs safsatalar adına kendi varlığının oluşum sahasını tahrip etmenin yaşanması ve aynı zamanda kendi özgür iradesine yaşam hakkı tanımayacak kadar bir teslimiyet ilişkisine yönelmenin meşrulaştırılmasıdır.

Yaşanacak kolektif özgürlüklerin kişisel özgürlüklerin de garantisi olacağı, kadın özgürlüğü başta olmak üzere tüm özgürlükleri yakından ilgilendirmektedir. Kadında tanrıça güzelliğinin önemi yanında erkekte de yarı tanrılara özgü özgürlük gücünü temsil eden Prometheus gücün-de erkek kişiliği, sosyalist yaşamın garantisidir. Ve bu kişilik de Önder-liğimiz Abdullah Öcalan’ın belirttiği gibi, ancak üstün bir mücadele gücüyle ve özgürlük savaşçılığıyla mümkündür. Kolektif özgürlük ve güzellik, tanrıçalaşmayı anlatmaktadır. Toplumun özgür bir yaşam için gereksinim duyduğu tüm güzellikleri, anlam ve değer zenginliğini ken-di kişiliğinde toplamak tanrıçalaşmaktır. Bu da özünde bir kişinin ken-disinde kolektif değer, anlam ve güç toplaması demektir.

Kadın özgürlüğü konusuyla bağlantılı bir diğer konu da erkeğin öz-gürleşmesi konusudur. Önderliğimiz Abdullah Öcalan kendi kişiliğini özgür gerçekleştirmekle ve bu gerçekleşmenin tüm aşamalarını kendi toplumuyla paylaşmakla, bunun perspektifini fazlasıyla vermiş olmak-tadır. Bu savunmada da erkeğin özgürleşmesi konusunda çarpıcı ve somut belirlemeler vardır. “Tüm kölelik biçimlerinin kişiliğinde denen-diği ve özümsetildiği kadın kimliğini çözümlemek, özgürlük ve eşitlik davasının yoldaşı ve yaşamdaşı yapmak, doğru, ahlâklı ve güzel erkek olmanın da temel koşuludur.” belirlemesi bu anlamda temel ahlak,

105

Page 106: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

doğruluk ve güzellik ilkesi olarak erkeklere yönelik olarak ortaya kon-maktadır. Erkek kişiliğinde kökleşen mülkiyet anlayışını özellikle başta kadın üzerinden gerçekleştirmesi, bununla bağlantılı olarak bu anlayı-şını zürriyetim dediği çocuklarına yöneltmesi, ailesini kendi mülkiyet sınırları olarak görmesi, kendisine de buna yönelik bir erkeklik konumu belirleyerek iktidar kurması, özgürleşmenin en büyük engelidir. Sahip-lik zihniyeti ne sahip olanı ne de sahip olunanı özgürleştirebilir. Kadın nesneleştirilen olduğundan bu ilişkide en fazla zararı görmekte, fiziksel ve ruhsal açıdan yıpranmakta ve dolayısıyla gün geçtikçe özgürlükten de uzaklaşmaktadır. Bu konuda Önderliğimizin kadınlara perspektifi şöyledir:

“Kadın sadece ve sadece kendi kendisinin (Xwebûn) olmalıdır.” Verili ilişki sistematiğinin kadın kadar erkeğin beynini ve yüreğini

özgür yaşama kapattığı, onu bir dar zindana hapsettiği bilinmektedir. Bunu yaparken de mikro iktidar yanılgısıyla erkekte sisteme katlanılır-lık oranının arttırıldığı ve hegemonik sistemin bu yolla kendisini var kıldığı ve süreklileştirdiği de sır olmaktan çıkmaktadır. Çocukluktan itibaren oluşturulan bu dengesizlik tamamen kadının aleyhine geliş-mektedir. Kadın tarafının yok denecek kadar tüketilmesi karşılığında erkeğe düşen tarafın aşırı ağırlaştırılması, dengesiz ilişkileri yaratmak-ta, bir süre sonra erkek de kendi ağırlığı altında ezilmektedir. Kadının anlık olarak tüketildiği ve her anın sistemi yeniden üretmeye bir zaman sunduğu ilişkilerin özgür olmasını beklemek yanılgıdır.

Hegemonya zihniyetiyle inşa edilen ilişkiler hiçbir zaman özgürlük mecrasına girmezler. Gelecek zamanlarda kuracakları ilişkilerle geç-mişte yaşananların aynı sonuçları tekrarlamamaları için tabi ki somut ve dönüştürücü tedbirler alınmalıdır. Çocuk yaştaki öğrenmelerin tüm ömre yayıldığı herkes tarafından bilinmektedir. Bundan dolayı çocuklar için her anın bir yaşam okulu mahiyetinde değerlendirilmesi gerekmek-tedir.

Ahlakı, politikası, özgür yaşamı ve komünalitesiyle kendi toplumu içinde kendisi olarak yaşamak Önderliğimiz Abdullah Öcalan’ın de-mokratik ulus projesiyle mümkün olmaktadır. Toplumsal sorunların ilki çözümlenmeden sonradan gelenler çözümlenemez. Kadın özgürlü-ğünün toplumsal özgürlükle bağlantısını yaşamın her alanında, her ayrıntısında görebiliyoruz. Kadın tanrıçalaştıkça, çevresinde tanrısal güzellikler yaratır ve erkeği de tanrılaşmaya çağırır. Hakikat, kadından başlayarak suya düşen damlaların oluşturduğu dalgalar gibi topluma yayılır. Toplum olarak özgür yaşamanın tek şartı kadın özgürlüğü ol-ması, hem kadının toplumsallığıyla, tüm toplumsal var oluşlarla kö-

106

Page 107: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kenden ilişkisiyle bağlantılıdır hem de kadının ilk köleleştirilen kesim olmasından kaynaklıdır. Tüm çözümlemelerin varmaya çalıştığı gerçek özgür yaşamdır. Önderliğimiz Abdullah Öcalan özgür yaşamın şartını şöyle ortaya koyuyor:

“Özgür ve sosyalist toplum ancak tecavüz kültürüne karşı anbean felsefe, bilim, etik ve estetikle yüklenen kişiliklerce gerçekleştirilebilir. Bu temelde gerçekleştirilecek özgür eş yaşamların birey ve toplum için sürekli güzellik, doğruluk ve iyilik üreteceği açıktır. Yaşamı heba et-memek için, öncelikle kadınla yaşamın doğru, ahlâklı ve estetik (güzel-ce olanı) biçimlerini gerçekleştirmek şarttır. Tüm kölelik biçimlerinin kişiliğinde denendiği ve özümsetildiği kadın kimliğini çözümlemek, özgürlük ve eşitlik davasının yoldaşı ve yaşamdaşı yapmak, doğru, ahlâklı ve güzel erkek olmanın da temel koşuludur. Bunun için sorum-luluktan pay alan her erkek ve kadının, özellikle kadının güçlenmesi, özgürleşmesi ve tüm toplumsal alanlarda denk bir seviye kazanması için bilimsel, felsefi, etik ve estetik yaklaşım ve pratikleri sürekli geliş-tirmesi ve örgütlemesi, demokratik ulusun zihniyet ve kurumlarında yaşamsallaştırması gerekir.”

Tüm bu belirlemeler ışığında Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşa-mı İnşa sürecinde kadın özgürlüğü konusunda kadınlar olarak güçlü, sonuç alıcı eylemlere yönelmemiz ve 21.yüzyılı kadın özgürlüğü yüz-yılı yapmaya odaklanmamız gerekmektedir. Bununla birlikte erkek aleyhine olacak olan üçüncü cinsel kırılmanın gerçekleşmesi için, ken-dimizde değişim yapmak ve özgür kadın kimliğini oluşturmak kadar erkeğin dönüşümünün de özgür, ahlaki ve politik bir toplum yaratma-nın şartı olduğunu kavratmak durumundayız. Bunun için yeniden be-lirtmek gerekirse;

1- Yaşamın bütünselliğini kavramak, ruhsal ve parçalan-malara karşı koymak,

2- Kendimizi tanımlamak ve bu tanımın evrensel varoluş-la bağını bilince çıkarmak,

3- Kendimizi özgürleştirmeden toplumun ahlaki ve politik olamayacağını bilmek,

4- Kendimizi özgürleştirmeden özgür yaşam inşasının mümkün olamadığını bilmek,

5- Kadın özgürlüğünün güvencesini kesinlikle hakim eril uygarlığın dışında aramak, erkek egemenlikli sistem içinde ya-şanacak hiçbir çözümün kadının özgürlüğünü sağlamayacağı bilgisini hiçbir koşulda akıldan çıkarmamak ve bu anlamda sis-tem karşıtlığını kesinlikle en üst düzeyde her an yaşayarak ka-

107

Page 108: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

pitalist modernitenin tuzaklarına düşmeden radikal özgürlük adımları atmak,

6- Yaşamın her aşamasında ‘nasıl yaşamalı’ sorusunu kendimize sormak,

7- Verilecek cevapların kesinlikle örgütlülükle mümkün olduğunu unutmamak,

8- Topluma öncülük yapacak olanın ilk toplumsallaşmada olduğu gibi kadın olduğunu hiçbir zaman unutmamak ve bu misyonla atacağımız adımların bizim kendi adımlarımız olduğu kadar tarihsel toplumun özgürleşme adımları olduğunu bilmek,

9- Önderliğimizin başlattığı demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesine güçlü katılmanın bizleri 21.yüzyılın ka-dın yüzyılı olacağı gerçeğine ulaştıracağı gerçeğini bir an dahi olsun akıldan çıkarmadan çalışmalara canla başla katılmak,

10- Her tür örgütlenmenin yerellerin zenginliğini ortaya çı-karmak ve yansıtmak kadar demokratik ulus anlayışıyla evren-seli de yansıtmak gerektiğini bilmek, bu anlamda tüm Ortadoğu ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan kadınlarla ortak örgüt-lenme arayışlarına gitmek,

11- Ve hepsinden önemlisi de, özgürleşme adımlarının Zi-lan ve Beritan yoldaşlarımızın yarattığı ölümsüz anlamlara ve özgür yaşam çizgisine bağlılığın bir şartı olduğunu bilerek öz-gür yaşamı inşa çalışmalarına yönelme sorumluluğumuzu en anlamlı bir şekilde yerine getirmek zorundayız.

HER KADIN HAMLENİN BAŞARISINDA ROL SAHİBİDİR Demokratik Kurtuluş ve Özgür yaşamı inşa hamlesi, öncelikle ente-

lektüel alanda, yani zihniyet alanında kazanılmalıdır. Kurumlaşma bu mücadelenin temel faktörüdür. En başta ideolojik alan olmak üzere sosyal, siyasal, toplumsal, tüm alanlarda kurumlaşmaya gidilmesi ve bu alanlarda toplumun her kesiminden insanların kendisini eğitmesi ve bilinçlendirmesi gerekmektedir. Başta kadın olmak üzere, herkesin Demokratik kurtuluş ve Özgür Yaşam inşasında görevlerine sahip çık-ma ve cevap olma sorumluluğu vardır. Tarih ve zaman bunun işaretini vermektedir. Devletçi uygarlık nasıl ki, tarihte yarattığı tapınak ve ma-betlerde toplumu önce zihinde kırıp sömürdüyse bugün buradan yani zihnin, bilincin geliştiği, ama özgür ve demokratik mekânlarda bunu yeniden başlatmak temel görevimiz olmaktadır. Buna göre, akademiler

108

Page 109: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

zihnin, bilincin ve kendin olmanın, öz iradeye kavuşmanın esas mekân-larıdır.

Bu anlamıyla ciddi bir kadrosal ve kitlesel yenilenme ihtiyacımız var. Özellikle kadın olarak ideolojik, örgütsel, siyasal ve sosyal konu-larda gün be gün daha da derinleşerek, “Nasıl yaşamalı? Ne yapmalı? Ve Nerden başlamalı?” Sorularının cevabını, demokratik, özgür yaşamı inşa etme mücadelesinde verebilmeliyiz. Buna göre; ideolojik alan çalışmalarında sosyal bilim akademi merkezleri oluşturulabilir. Bilin-diği gibi, sosyal bilimler de özelde ise tüm bilimlerde kadının yeri yok-tur. Beş bin yıllık eril sistemin egemenliği altında yaşayan bir kadın gerçekliği bir de eril bilim vardır. Bilim çalışmaları hep erkeğe ait kı-lınmıştır. Varsa tarihte bilim kadını, onlar da erkeğin gölgesinde saklı bırakılmıştır. Oysa tarihin ilk bilim insanı, bilge kadın-ana tanrıça değil midir? İlk insan topluluklarını örgütleyen, eşit, özgür ve anlamlı bir yaşamı yaratan yine bu kadın gerçekliği değil midir? İlk ekolojist, ilk ekonomist yine bu bilge kadın değil midir?

Ne yazık ki günümüz sosyal bilimlerinin sosyolojiyi ele alışlarında, en temelinde yaşamın, iyi, güzel ve doğru yaşanmasında şifrenin kadın olduğunu tespit edememiş, bu hususta çaresiz kalmışlardır. Kadın bu anlamıyla sosyal bilim akademilerinde ilk olarak modernitenin mevcut sosyal bilimlerin eril, cinsiyetçi zihniyetine karşı eleştirisel olmalı ve keskin mücadele etmelidir. Sosyal Bilim Akademilerinde doğru bilimi geliştirmek öncelikli olarak kadroların sorumluluğundadır. Önderliği-mizin tüm insanlığa mal ettiği Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgür-lükçü Toplum Paradigması’nı yaşama geçirmede ve topluma kavrat-mada birinci dereceden sorumludur. Tıpkı İsa’nın havarileri gibi top-lumun her kesimine ulaşmak, onları eğitmek, bilinçlendirmek kadronun en temel görevidir. “Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikat-tir” sözünden yola çıkarak, dönemin mücadelesine fikir, zikir, eylem birlikteliğini yakalayarak katılmak ve sahip çıkmak şarttır.

Ayrıca bir diğer ideolojik alan çalışmaları da kadın akademileridir. Önderliğimiz mevcut sosyal bilimlere alternatif olarak kadın bilimini, yani Jineoloji’yi geliştirmiştir. Jineoloji, en temel görevi bin yıllardır köleleştirilen, tahakküm altına alınan, cinselliği üzerinden pazarlık konusu yapılıp, sömürgeleştirilen kadının yeniden tanımı yapıldığı, kendi tarihini açığa çıkaran ve bilincine varan özgür kadın kimliğinin gerçekleştiği bilim alanıdır. Jineoloji, kadın bilimi demektir, kadın ve yaşamın ilişkisi ve toplumla olan bağını inceleyen bir bilim olarak ele alınmalıdır. Tüm kadınları ilgilendiren ve günümüzde çokça dile gelen cinselliği obje, reklam aracı olan kadın bedeni bir cins kimliğinden

109

Page 110: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ziyade kadın kimliğinin bilimsel gerçekliğe kavuşması için kadın öz-günlüğünü kavratan ideolojik, felsefik, ahlaki, etik ve estetik boyutlar-da eğitim, zihniyet çalışmalarına ağırlık verendir, Özellikle eğitimsel çalışmaların toplumun bulunduğu her alan ve mekanlara inmesi gerek-tiği bilinciyle yaklaşmak gerekir. Çünkü günümüz itibariyle kadına karşı şiddet, baskı, tecavüz ve öldürme gün geçtikçe artmakta ve kadın ruhsal, duygusal, bedensel, her türlü davranışlara maruz bırakılmakta-dır. Kadın erkeğin zevk aracı ve çocuk makinesi gibi rollerle yüz yüze bırakılmamalı, kendi iradesini, doğallığını açığa çıkarabilecek örgütlü, bilinçli ve özgür ortamlar geliştirmelidir. Dolayısıyla jineoloji-kadın akademileri sadece kadınla ilgili değil, kadın eksenli bakışın bilimsel bir temele kavuşması ve tüm toplumun sorunlarını da içeren bir çalışma yürütmelidir.

Kadın siyaset akademilerinde oynayacağı rol ve misyon toplumsal içerikte, bilimsel, bilimi esas alan bir yaklaşım olmalıdır. Toplumu değiştirip, dönüştüren yaşamın anlamlılığını güzelliğini insanlığa ka-zandıran demokratik, kolektif bir yaşam tarzını oturtan, disiplinle çalı-şan bir akademi olmalıdır. Devletçi sistem siyaset ve iktidarı birlikte ele almaktadır. Kadronun ilk etapta iktidar olgusunu ele alıp derin çö-zümlemeli ve buna karşı ciddi anlamda mücadele yürütmeli, siyaseti iktidar hastalığının eline bırakmamalıdır. Siyasetten, politikadan yok-sun bir kadın hareketi demokratik kurtuluş, özgür yaşam sisteminde kendi iradesini, örgütlülüğünü bulamaz. Yıllardır erkek egemen sistem, kadına siyaset alanında da yer vermemiş hep onu uzak tutmuştur. Bu konuda da kadına güvensiz, güçsüz gözüyle bakılmış bu alandan da mahrum bırakılmıştır.

Yüzyılın ortalarında sözde kadına siyaset yapma olanakları tanın-mışsa da oda, tam olarak kadın rengini katan, iradesini ortaya koyan bir duruşu, zihniyeti sergileyememektedir. Kısacası devlet ve iktidar olgu-larından kendisini kurtarmamış, özgür bir irade açığa çıkmamaktadır. Devletçi uygarlık sisteminde çok açık ki yürütülen siyaset, politika yalandan ibarettir. Devlet karakteri gereği, toplumun iradesini gözeten, çıkarını esas alan bir politikadan ziyade, tersine toplumun değerlerini sömüren, üzerinden baskı ve talan eden, devlete bağlayan bir politika yürütmektedir. Buna göre; kadın siyaset akademilerinde, demokratik siyaset tarzı esas alınmalı ve toplumun ortak iradesini gözeten, ona hizmet eden bir politika ile mücadele yürütülmeli, yine toplumun eği-tim, sağlık, işsizlik, aile ve çocuk sorunlarının çözümleri üzerinde dur-malıdır.

110

Page 111: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Fakat bilinen, klasik anlamda öyle siyaset sadece partilerde, devletin kurum ve kuruluşlarında, meclis salonlarında siyaset yapmak, demok-ratik siyaset anlayışımıza girmemektedir. Kadının siyaset yapacağı alan ve mekânlar, halkın bulunduğu her yere gitmek, kadın sorunlarıyla birlikte toplumsal sorunları da içine alan bir tartışma ve çözüm oluş-turma platformların yapılacağı alanlar olmaktadır. Feminist akımlarla yine bazı kadın hareketleri ve sivil toplum örgütleriyle, demokratik siyaset çatısı altında buluşup, kadının ruhta, duyguda ve düşüncede ortaklaştığı siyaset ortamlarının örgütlenmesi demokratik kurtuluş, özgür yaşamın inşası için acili yet gerektirir.

Bununla bağlantılı olarak, kadının sosyal bir gerçeklik olduğu tanı-mından yola çıkarak, sosyal alanda üstlenmesi gereken görevler daha ağır basmaktadır. İlk etapta ekonomi alanında kadına büyük görevler düşmektedir. Esasta ekonomi kadına ait, kadının işi olduğunu kavra-mak-kavratmak gerekir. Ekonominin gerçek sahibi kadındır. Çocuk besleyip büyüten, evi çevirip düzene koyan, emek-üretim sahibi olan kadının kendisidir. Kapitalist sistem ekonomiyi kadının elinden alarak, tüm dünyayı yöneten bir sermaye aracı haline getirmiş, kadını da eme-ğinden, üretimden uzaklaştırarak eve, dört duvar arasına hapsetmiştir. Burada da kadın, bir zamanlar kendi yarattığı öz değerlerinden ekono-miye sahip çıkmalı, ne devlete, ne de erkeğe bağlı kalarak kendi eme-ğinin karşılığı kazancını kendisi sağlayabilmelidir.

Bu açıdan, dünyamızda kadın sorunu kadar ilgi çeken bir de ekolo-jik sorunlar vardır. Kadının doğaya olan yakınlığı tarihsel ve bilimsel veriler kanıtlamıştır. Merkezi uygarlığın kadın üzerinde tahakkümü doğaya tahakkümü getirmiş, ekolojik sorunlar toplumsal sorunlar kadar öne çıkmıştır. Hava, su ve toprağın kirletilmesine yol açan endüstriya-lizm canavarına karşı kadın hareketinin evrenselleşen ideolojisiyle ortak bir ekolojik kadın örgütlülüğünün oluşması ve buna karşı ciddi mücadele alanlarının da gelişmesi kadın öncülüğü açısından önemlidir. Aynı zamanda, kadının tekrar doğaya, toprağa dönmesi için köy ve kentlerde tarım sahaları örgütlenebilinir. Ortak kurulan komün-kooperatiflerle buradan sağlanan üretimin toplumsal alana ihtiyaçları oranda karşılayabilmelidir. Bu işsizliğin de önünü alacak ve hem de topluma maddi temelde hizmet etmenin yanı sıra manevi değerin ve toplumsal kültürün de gelişmesini yaratacaktır. Bu çerçevede sosyal alan faaliyetlerinde ekolojiyi de kapsayan ekonomik faaliyetlerde bu-lunmalı, özellikle doğayı ormanlaştırma, toprak, tarım kültürünü geliş-tirerek organik bağ-bahçe alanları oluşturmalıdır. Kadın bu konuda

111

Page 112: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

öncü rolünü oynamalı ve başta tüm Kürdistan olmak üzere tüm bölgede bu yönlü projeler geliştirebilmelidir.

Ayrıca sosyal alan faaliyetleri içerisinde, kadın sığınma evleri, der-nekler kurulabilir, bu evlerde dışarıda kalmış, sokağa atılmış, baskı, tecavüz vb. durumlara maruz kalmış kadınlara sahip çıkılarak, bu ka-dınlara eğitim, sağlık, sanat, el sanatları, spor, kültür vs. işler verilebili-nir. Toplum içerisinde aile içi şiddet, zorunlu evlilik, namus davaları ve intiharlar gibi sorunların önünü almak için, bu tür sığınma evlerinin daha fazla örgütlenmesi ve kadınların bilinçlenmesi gerekmektedir. Kadının özgürleşmesi ve toplumun demokratikleşmesi için bu tür ku-rumlaşmaların gündeme girmesi ve örgütlenmesinin zemini bugün daha fazla olmaktadır.

Genç kadınlara da burada rol düşmektedir. Gençlik toplumun ruhu, dinamiği, çağın ve toplumun yenilikçi, dönüştürücü potansiyeline sa-hiptir. Kapitalist modernite de bu şifreyi çözdüğünden en fazla gençliği hedef almakta, bilim, teknik, sanal dünya araçlarını yaratarak, ruhta, duyguda ve zihinde kişiliksizleştirerek, mekanikleştirmektedir. Önce-likle genç kadınların kapitalist sistemin yarattığı yaşama karşı ciddi anlamda mücadele vermeli, özel ve psikolojik savaş araçlarını ret etme-lidir. Bunun için genç kadınların kendilerini zihniyet alanında geliştire-rek sistem karşıtı bir konumda olmalıdırlar. Bununla birlikte tüm saldı-rılara, yozlaştırmalara karşı doğal bir öz savunma içinde yer almalıdır-lar. Kendini savunmak kendisi olmak, kendisi olarak ahlaki ve politik toplum özelliklerini korumakla mümkündür. Kendi öz savunmalarını yapabilecek alanlarda kendini geliştirmek, gerektiği kadar bunu öğ-renmek ve uygulamak kaçınılmazdır. Bu genç kadınlar tarafından esas alınmalıdır. Yoksa kapitalist sistemin erkek zihniyeti tarafından yutul-mak kaçınılmaz olacaktır.

Sistem genç kadınlar için tam bir kaplan kafesidir. Bundan dolayı her an kendini, ne yaşadığını bilmek, buna göre bir yaşam anlayışı içinde olmak gerekir. kirli, yaşlı ve yoz bir zihniyet tarafından yutul-mamak için temiz, ahlaki, genç zihniyetle kendini donatmak, bu an-lamda yaşlıların tecrübelerinden faydalanmak kadar kendi esnek zeka-sını da yeni yaşamın hizmetinde en üst düzeyde kullanmak gerekir. genç kadınlar evrenin en esnek zekasına sahip olduklarını bilmeli ve bu özelliklerini özgür yaşam doğrultusunda kullanmalıdırlar.

Genç kadınlar bu süreçte Önderliğimizin savunmaları ışığında ken-dilerini eğitmeleri, anlamlı ve güzel yaşamın yaratıcıları olarak öncülük etmelidirler. Bununla birlikte kadının siyasetin merkezinde olması an-lamlı yaşamın bir gereği olacağından genç kadınlar siyaset bilinci

112

Page 113: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

edinmeli, siyasetin güzel yaşamın bir gereği olduğu bilinci verilmeli ve bu yönlü eğitimler verilmelidir.

Yine modernitenin gösterişli yaşam kalıplarının gençliğe sundukla-rına alternatif olarak gençlik de kendisini her yönden örgütlemeli, özel-likle genel kültürü içeren sanat, edebiyat, kültür, çeşitli spor faaliyetle-rinde aktif olarak yer almak genç kadının yaşam adımları arasında ol-malıdır. Yine bununla birlikte genç kuşakların kendi yaşamlarında poli-tik bir duruşları olması gerektiği kadar yeni gelecek kuşakların eğitil-mesinde ya da yeni yaşamın çocuklara kavratılmasında da kendilerini sorumlu görmesi gerekmektedir. Toplum sorumluluğu yetişkinler kadar genç kuşakların da üzerindedir.

Böyle bir süreçte analarımıza da çok iş düşmektedir. Bugüne kadar barış analarımızın gündemi her zaman vicdanî bir insanlık sınırına çekme mücadelesi, hep barış, adalet, hak-hukuk adına yürütülmüştür. Fakat bundan sonra değişen süreçle birlikte demokratik, özgür bir ya-şamın kurulması için çaba gösterilmeli ve mücadeleyi tüm dünya ana-larını da kapsayan, evrensel bir mücadele tarzına dönüştürebilmelidir. Analar siyasi olarak insanlık vicdanını ayakta tutmak kadar gelecek nesilleri yaratılan özgürlük mücadelesi bilinciyle yetiştirme sorumlulu-ğunu da üstlenmektedir. Bu doğrultuda her ana, kendi çocuğunu yetiş-tirmeyi dünyayı yeniden yaratma ve şekillendirme duygusuyla kendisi-ne yaklaşmalıdır.

Tarihi süreçlerden geçerken kadın özgürlük mücadelesinin de üzeri-ne düşen sorumluluk her dönemden daha fazla olmaktadır. Çünkü bu süreci inşa edecek kuşkusuz kadın potansiyeli olmaktadır. Bu sürecin başarıya ulaşması için kadro ve çalışan her bireyin, alınan kararları pratiğe geçirmesinin zamanı gelmiştir.

Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa etmek için, teorik ve pra-tik birlikteliğini yakalayalım, başarıya ulaşalım.

113

Page 114: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

GENÇLİK VE DÖNEM GÖREVLERİ “Tarihi bir süreçten geçiyoruz.” belirlemesiyle Önder Apo ‘Demok-

ratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Süreci’ olarak adlandırdığı bu sürecin önemini vurgulamıştır. Yine bu ‘Tarihi’ süreçte nasıl bir katı-lımla herkesin kendisini katması gerektiğine de dikkat çekmiştir. Bu doğrultuda kendini ‘yüreği’ ve ‘beyniyle’ Önder Apo’ya adayan tüm gençlerin süreci anlama ve anladıkça yaşamsallaştırma arayışları da hızlanmıştır. Ancak gençlik yapılanmasının günümüz süreç ihtiyaçları-nı anlama, var olan sorunlara cevap olma ve süreci başarılı kılma nok-tasında ne derece aktif olduğu sorgulanmak durumundadır.

Toplumun öncü ve dinamik gücü olarak nitelenen gençliğin bu sü-reci doğru temelde bilince çıkarması, anlama kavuşturması ve anladık-ça herkese ulaştırması önceliklerindendir. Tarih boyunca toplumların sistemler karşısında içine girmiş olduğu mücadele gerçekliğinden de anlaşılacağı üzere gençlik toplumsal ihtiyaçları anlama, sorunları bilin-ce çıkarma, bilince çıkardıkça alternatif çözümler üretme sorumlulu-ğuyla toplumlara öncülük etmiştir. Bu öncülük sadece alanlarda halkın önünde elde silah düşmanla çatışmakla, eylem gücü olmakla sınırlı bir öncülük değildir. Gençliğin tarih boyunca en büyük silahı düşünceleri olmuştur. Fikirleriyle toplumları ayağa kaldırmış yeni ve özgür yaşam kapıları aralamıştır. Bundan dolayıdır ki sistem sürekli olarak gençliğe zor ve şiddet yollu müdahalelerde bulunmuştur. Gençliği kendi çarkları içerisinde döndürme, eritme ve sindirme saldırıları da günümüze kadar süregelen sistemsel yönelimlerdir.

Bugün dünya genelinde yaşanan sistemik sorunlara ve krizlere rağ-men gereken düzeyde bir mücadele açığa çıkamıyorsa bunun temelinde yatan, gerçeklik toplumsal reflekslerin köreltilmesidir. Sistem karşısın-daki en temel toplumsal refleks de gençliktir. Gençliği sindirilmiş bir toplum her türden saldırılara açık bir hale getirilmiş toplumdur. Önder Apo’nun başlatmış olduğu ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ sürecini anlama kavuşturmak Kürt gençliği ve örgütlü yapısı açı-sından hayati öneme sahiptir. Sadece Kürt toplumu açısından değil, bu gerçekliği anlama kavuşturmak tüm Ortadoğu ve dünya insanlığını önderlik yaşamı ve felsefesiyle buluşturmak anlamına gelecektir.

Anlayan, toparlayan, örgütleyen, harekete geçen ve kendisiyle hare-kete geçiren bir yapılanma ve kimliğe sahip olan gençlik gelişen süreç karşısında ne derece duyarlıdır? Örgütlenmenin önündeki temel sorun-lar nelerdir?

114

Page 115: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Önder Apo ‘zamanın ruhu’ dedi, gençlik zamanı ne derece yerinde değerlendiriyor, ‘tarihin çöp tenekesine’ atılmamak için neleri göze alabiliyor?

Bugün itibariyle gençlik bekleyen pozisyonda mı yoksa her şeye rağmen mücadeleyi anlama kavuşturan ve bu temelde anlamlı yaşamı topluma taşıran mıdır?

Gençlik süreç karşısında gereken perspektiflere sahip mi, süreci sü-rükleyen mi yoksa gidişatın arkasından sürüklenen midir?

Doğru bir yaşamın sahibi olmak neleri gerektirir? Ahlaki-politik toplumun oluşturucu gücü gençlik ne yapmalı, nasıl

yaşamalı, nerden başlamalı? Önder Apo özgürlük mücadelesine giriştiğinde çok sınırlı imkânlar-

la ve az sayıdaki arkadaşlarıyla yola koyulmuştu. Bugün itibariyle üze-rinde konuşulsa belki günlerce değerlendirme yapılacak olan “Kürdis-tan Sömürgedir” sözü ilk cesur adım olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesi tarihinde yerini aldı. Bu kültür üzerinden, bir ‘gençlik ha-reketi’ olan PKK, Kürdistan’ın dört parçası başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da ve dünyanın birçok yerinde örgütlülüğünü oluşturmuş, Kürdün bulunduğu her yere düşüncesini ulaştırabilmiştir. Tarih boyun-ca Kürt özgürlük mücadelesine mesken olmuş Kürdistan dağları, Apo-cu gençliğe de kucak açmıştır. Apocu gençlik bu dağlar üzerinden öz-gür yaşam felsefesini tüm dünya insanlığına ulaştırma çabasında ol-muştur.

Bugün Komelên Ciwan öncülüğünde dağ eksenli geliştirilen gençlik mücadelesi çalışma alanlarının özgünlüğünü de göz önünde bulundura-rak her alanda farklı bir yapılanmaya gitmektedir. Bu yapılanmalar daha çok komite tarzı örgütlenmeler yoluyla ideolojik, siyasi, toplum-sal ve askeri çalışmalarını yürütmektedir.

Önder Apo’nun İmralı koşullarında ele aldığı ‘Demokratik Uygarlık Manifestosu’ çalışması ekseninde evrenselleşen bir mücadele gerçekli-ği açığa çıkmıştır. PKK de bu temelde güçlü bir perspektif oluşturup tüm çalışma alanlarında bu gerçekliği yaşamsallaştırma çabasında ol-maktadır. Önder Apo’nun sunmuş olduğu perspektifin aksine bugün itibariyle gençliğin sürece gereken düzeyde bir katılımının olmadığı belirtilmelidir. Bu gerçeklik kaynağını örgütlenme tarzından almakta-dır. Örgütlenme toplumların, toplumsal hareketlerin çimentosudur. Doğru bir örgütlülüğe sahip olmayan ya da örgütlülüğünü geliştirme-yen bir gerçekliğin ayakta durması olanaksızdır. Eninde sonunda ya devrilip kendi kendisini çürütecek ya da çok kısa bir sürede sistemin kafesinde kısılıp sistemin çarklarını döndüren bir dişli olacaktır.

115

Page 116: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Her ne kadar günümüz gençlik hareketi sistemin politikaları karşı-sında bir direniş içinde kendisini yaşanılır kılmak istese de, var olan sorunlara çözüm olma ve alternatifler üretme noktasında çok yetersiz kalmaktadır. Sistemi ve politikalarını zorlayan bir pozisyondan çok uzaktır.

Bunun başlıca sebeplerini şu şekilde açabiliriz: 1- İdeolojik Doğrultu Sorunu: Tarih boyunca egemen-

likçi sistem karşısında gelişen her hareketin ayakta kalma ve başarıya ulaşma yolundaki en büyük itici gücü, yaşam felsefesi ve bu yaşam felsefesinin ideolojik alt yapısıdır. Bu gerçeklik Apocu gençlik açısından da belirtilebilir. Apocu gençlik tüm sistemsel saldırılara rağmen kendisini bugünlere kadar ulaştı-rabildiyse bu, edindiği yaşam felsefesi ve ideolojisinden kay-naklanıyor. Ancak bugün gençlik yeterli düzeyde bir ideolojik derinliğe sahip değildir. Tarihsel toplum perspektifi yerine gü-nübirlik bir şekilde olay ve olgulara yaklaşım hâkimdir. Bun-dan kaynaklı da güncel konularla sınırlı kalmakta ve gereken yenilenme ve gelişimi sağlayamayarak yaşanabilecekleri kesti-rememektedir. Doğru bir öncülük ancak yeterli ideolojik derin-lik sağlandığı vakit gerçekleştirilebilir. İdeolojik derinlik sağ-lanmadığından, çeşitli sorunlar da kendisini gençlik yapılan-masına dayatmaktadır.

a- Eğitsel çalışmaların yetersizliği: Bir hareket eğitim olmaksızın 24 saat bile kendisi olarak kalamaz, sis-temin hizmetine girer. Gençlik örgütlülüğünün güncel so-runlarla boğuşmasından ve geleceğe ilişkin sağlam bir perspektifi olmamasından kaynaklı eğitimi de aksatmakta-dır. Eğitimi yetersiz olan bir gençlik kendisini oluşturamaz ve kendisini oluşturamadığı gibi toplumsal inşada da ge-rekli misyonu oynayamaz. Bu durum kendisiyle yüzeysel-liği, günü kurtarmayı esas alan bir yaklaşımı doğurmakta-dır.

b- Nitel olamayıp niceli esas alma: Günü birlik bir yaklaşımla çalışma üzerine giden bir anlayış içeriği ve işlevselliğini çok düşünmez. Daha çok ne yaptığına ve ne yapacağına bakar. Ay sonunda bir toplantıda bu kadar ey-lem yapıldı, bu kadar komite kuruldu ve bu kadar kişi ka-tıldı demekle sınırlı kalacak bir çalışma açığa çıkacaktır. Muhakkak bunlar da önemlidir. Bir üniversitede, okulda, mahallede, iş yerinde ya da köyde kaç meclisin, komitenin

116

Page 117: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kurulduğu, bu çalışmalara kaç kişinin katılımının sağlandı-ğı örgütlülüğün bir yanıdır. Ancak bunları temellendirecek bir perspektif verilmediğinde iddiası eksik kalan bir yapı-lanma açığa çıkar. Ki bu kaba eylemcilikten öteye gitmez.

c- Halka, topluma dayanmayan örgütlülük: PKK hareketinin temel perspektifi olan bu durum ne yazık ki güçlü bir zemin ve ortam olmasına karşın gençlik tarafın-dan gereken düzeyde örgütlendirilememektedir. Bazı ça-lışma alanlarında bu noktada bir hareketlilik olsa da gere-ken düzeyin çok altında bir seyir izlemektedir. Bu aslında toplumsal inşadan ne anlaşıldığını da bizlere göstermekte-dir. Oysaki toplumun en dinamik gücü olması itibariyle ör-gütselliğini halka dayandıran gençlik büyüyüp kendisiyle toplumsal inşayı geliştirebilir.

d- Genelleşememe, kendisiyle sınırlı kalma ya da ilkelerden taviz verme: Önder Apo’nun özgür yaşam felse-fesinin en temel perspektiflerinden biri de uyum, birlikte-lik, doğru ilişkilenmedir. Bunu iki boyutta ele alabiliriz.

- Aynı mücadele zemininde bulunan farklı örgüt-lerle ortaklaşma, bütünleşme ve kolektif çalışma zemi-ni yaratma sorunu geçmişten beri süregelen bir gerçek-liktir. Siyasi alan gençliği öğrenci gençliğiyle, mahalle gençliği işçi gençlik bir olamamakta ortak çalışma alanları oluşturamamaktadır. Bundan dolayı mücadele bütünsellikten uzak paramparça bir yapıya dönüşüyor. Var olan ideolojik yetersizlikten dolayı bir siyasi parti gençliğinin ötesine geçememe durumu yaşanmaktadır. Bu durum parçalı, dar ve sınırlı kalan, genelleşemeyen, sekter ve sorunlu bir gençlik doğurur.

- Diğer halklarla, devrimci demokrat hareketler-le, sosyalist kitle örgütleriyle bağ yaratma, ortak ça-lışma alanları oluşturma sorunu da yoğun yaşanmakta-dır. Burada da gençlik ya diğer gençlik örgütleriyle mesafeyi kapatıp hiç bağ geliştirmiyor ya da tam tersi genelleşme, bütünselleşme adı altında ilkelerden taviz verecek düzeyde rahat yaklaşma yaşanıyor. Bu noktada paradigmamızın temelini oluşturan demokrasi kavra-mına da yanlış yaklaşıldığı görülmektedir. Her iki du-rumda da kaybeden mücadele olmaktadır. Bu tarz da kendisiyle liberalliği, kendine göreliği, herkesin her is-

117

Page 118: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

tediğini örgütsüz bir şekilde yapmasını, bazen de tam tersi bir şekilde radikalizm adı altında sekterliği doğu-ruyor.

e- Öncülük misyonunu bilince çıkarma: Sistem bir an olsun durmaksızın gençliği minimize etme saldırıla-rında bulunmaktadır. En çok da gençliğin var olan tarihsel toplum misyonunun açığa çıkmasına ve toplumsal ihtiyaç-lar temelinde işlevselleşmesine dönük saldırılar yoğunlaş-maktadır. İşin tuhafı gençliğin de bu saldırılar karşısında kendi misyonunu ikinci plana atma ve kendini hep bir yer-lere bağımlı görme anlayışıdır. Sistemin toplumlara empo-ze ettiği ‘gençlik toydur, gençlik heyecanlıdır, ne yaptığını bilmez’ gibi yaklaşımlarına gençliğin kendisi de inanmak-tadır. Bundan dolayı, gereken düzeyde aktifleşememekte ve yaşanan süreçler noktasında yetersiz kalmaktadır.

2- Toplumsallaşma sorunu: Tarih boyunca hem sistem hem de toplumsal mücadele gençliğe tanımlamalarda bulun-muştur. Gençlik toplumsal kimliğiyle buluştuğu derece doğru mücadele sahibi bir yapıya kavuşabilir. Bu temelde özgürlük problemini kendi somut gerçekliğinde tanımlayan bir gençlik yapılanmasına ihtiyaç vardır. Ancak görüldüğü kadarıyla bunu başarmış görünmüyor. Elit kalan, hep üstten yaklaşım sergile-yen, bir olamayan, anlamayan, anlamlandıramayan bir anlayı-şın gençlik içinde yaşadığı belirtilmek durumundadır. Bu bütün gençlik örgütlülüğü için belirtilmeyebilir. Ancak yoğun olarak yaşanan bir durumdur. Bundan kaynaklı da toplumsal ihtiyaç-ları belirleme, ihtiyaçlar temelinde bir pratik çabanın sahibi olma, yaratıcı olup sorunlara çözüm bulma noktasında ciddi yetersizlikler yaşamaktadır.

Toplumsallaşmanın kendisi ilk insan eylemselliği olarak ni-telenecek olursa, toplumsallaşması yetersiz bir gençliğin her eylemi de yetersiz kalacaktır. Ki bugün gelişen süreç karşısın-da ciddi yetersizlikler yaşanıyorsa kaynağını buradan almakta-dır. Doğrudur devletçi sistemin saldırıları yoğun bir şekilde devam etmektedir. Ancak bunlar bizim için gerekçe olabilecek bir düzeyde değildir. Toplumsal örgütlülüğü güçlü olan bir gençlik yapılanması ne kadar tutuklama, sindirme, işkence ve zorla mücadeleden uzaklaştırma yönelimleri yaşasa da buna karşın her an gereken cevabı verebilecek güçtedir. Apocu ha-reket, yine öncesindeki 68 devrimci gençlik hareketini de dü-

118

Page 119: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

şünecek olursak toplumsallığını güçlü tutan bir yapılanmanın gelişiminin önünde hiçbir şey durmaz.

Zengin bir düşünce gücü açığa çıkmıyorsa, başarılı eylemler gerçekleşmiyorsa, üst üste hatalar yaşanıyorsa ve düşmanın denetimine girmiş bir örgüt varsa bu toplumsallaşmanın yeter-sizliğinden kaynağını almaktadır. Toplumsallaşmanın yetersiz-liği örgütselliğin yetersizliği demektir. Toplumsal örgütlülüğü zayıf kişi ya da örgüt en büyük imkânlardan ve zengin koşul-lardan da eylem çıkaramaz. Toplumsallıkla bağı olmayan bir örgüt hedeflerini belirleme ve amaçlarının üzerine yürüme noktasında sıkıntılardan kurtulamaz. Sağlam bir toplumsallaş-manın olmadığı bir yapılanmada birbirini tamamlayan, dönem perspektifini açığa çıkartan ve her türden tasfiyenin önünü ala-bilen örgütlülükten uzak bir yapılanma demektir. Toplumsal-laşma sağlandığı derece; büyüten ve güçlendiren bir karakterde örgütlülük açığa çıkar.

3- Politikleşme sorunu: Sistemin yanlış yaklaşımları ne-deniyle politika ve bu kavramla ilgili olgular hep iktidarlara ait gerçekliklermiş gibi görülmüştür. Gençliğin temel yanılgıların-dan olan bu yaklaşım aslında kendi sorumluluğu olan bir du-rumun farklı odaklara havale edilmesi olayıdır. ‘Gençlik siya-set yapmaz, gençlik konuşmaz, gençlik eyleme geçendir’ yak-laşımının gençliği ve var olan potansiyelini olabildiğine daralt-tığı net bir şekilde görülmektedir. Bu yaklaşım nedeniyle sis-temin ve iktidar odaklarının istem ve arzuları gerçekleşmekte-dir. Oysaki politikayı ve politikleşmeyi demokratik uygarlık sisteminin olmazsa olmaz koşulu olarak gören bir paradigmaya sahibiz. Politikleşmeyi liberallik olarak gören yaklaşımlar siya-sal çalışmalara karşı da yanlış ve sekter yaklaşımları doğur-maktadır. Siyasal alanda var olan yanlışlıkları değiştirmek ve toplumsal ihtiyaçların giderilmesi temelinde bir yapıya kavuş-turmanın aksine anlık, günlük sorunlara tavır almalar şeklinde ya da kestirmeci tarzlarla yaklaşım gençlikte yoğunca yaşan-maktadır. Gençliğin bir türlü siyasi alan çalışmalarıyla barış-mamasında bu gerçeklik belirleyici rol oynuyor. Bugün siyasal alanda yaşanan birçok sorunun doğru temelde çözülememesi ve giderek derinleşmesi gençliğin bu alana karşı pasif ve ön-yargılı duruşundan etkilenmektedir. Siyasal anlamda kendisini örgütlememiş bir gençlik kadrosu ne kadar kendisini eylemci

119

Page 120: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ve pratikçi olarak nitelese de eninde sonunda içine gireceği her eylemsellik sisteme hizmet eder hale gelecektir.

4- Serhildan ve eyleme geçme sorunu: En büyük eylem örgütlülüğün sağlanması olmasına karşın var olan mücadelenin gereken başarıyı elde etmesini engelleyen eylem ve serhildan örgütlülüğünde de yoğun sorunlar yaşanmaktadır. Doğru, etki-leyici, zamanında ve gereken yerde eylem örgütlülüğünün sağ-lanamaması ve halkı serhildan coşkusuyla sisteme karşı müca-deleye kaldıramaması düşmanın tasfiye ve yok etme saldırıla-rının yoğunlaşmasına da neden olmaktadır.

Bu temelde öz savunma örgütlülüğünün sağlanmasında çok ciddi yetersizlikler yaşanmaktadır. Toplumun öz savunmasını sağlayacak olan en önemli dinamiklerden olan gençlik, öz sa-vunmasını gerçekleştirme yetersizliğinden kaynaklı var olan örgütlü yapının dağılmasını de kendisiyle getirmektedir. Öz savunması yetersiz bir gençlik her türden saldırıya açık bir gençliktir. Bugün üniversitelerde yoğunca gelişen faşizan sal-dırıların gereken düzeyde karşılanamamasının temelinde bu gerçeklik yatmaktadır. Yine devletin, polisin çok rahat bir şe-kilde gençliği sokaklardan toplaması, evlerinden yaka paça çı-karılıp gözaltına alınması ve tutuklanması, üniversitelerde gençlerin polisin psikolojik baskısının altında kalması örgütlü-lüğün zayıf olmasından kaynaklanmaktadır.

Ajanlaştırma faaliyetlerinin yoğunca yaşanması, gençlerin üç ‘s’ler yoluyla bataklığa itilmesi, uyuşturucu maddelerle is-tediğini yaptırması var olan yetersiz öz savunma örgütlülüğü ve eylem gücünden kaynaklanmaktadır. Eylemsellikler gelişi-yor ancak sistemi ve iktidarları caydıracak tarzda eylemsellik-ler olmadığından düşmanı daha da azdırıyor. Bu alanda güçlü bir örgütlülüğün olmamasının başlıca nedenleri ise edinilen tarz, yetersiz heyecan, moral ve coşkudur. Coşku ve moralden yoksun bir gençlik kitleleri etkileyemeyeceği gibi kendi kişili-ğini de örgütleyemez. Yine bir eylem çizgisi açığa çıkmaya-caktır. Parçalı, birbirinden kopuk bir eylem tarzı hâkimdir. Bir zincirin halkaları gibi, birbirini tamamlayan değil birbirini par-çalayan bir tarzdır hâkim olan. Bundan kaynaklı da zengin ve etkili eylemler açığa çıkmamaktadır. Kürt’e, Kürt gençliğine ve toplumuna ve değer yargılarına dönük gelişen saldırılara karşın doğru bir savunucu olamamaktadır. Kendin olma ve

120

Page 121: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kimliğini yaşama-savunma konularında ayaklanmamış, dimdik durmamak gençliğin içine gireceği bir pozisyon değildir.

Var olan yetersiz örgütlülükten kaynaklı gerillaya katılımla-rın yetersiz kalmasını getirmektedir. Gençlikte yoğun bir katı-lım istemi olmasına karşın doğru söylemin geliştirilmemesin-den kaynaklı sistemin özel savaş politikaları belli düzeyde ba-şarılı olmaktadır. Gerillayı büyütme görevinin kendisinde ol-duğunun farkında olmayan bir yapılanma mevcuttur. Oysaki gerillanın geliştirilmesinde en çok sorumluluk alması gereken toplumsal kesimdir. Bunun tam olarak anlaşılmamasından ve bu temelde bir planlamanın oluşturulmamasından kaynaklı ka-tılmak isteyen nice genç kadın ve erkeğin özgürlük dağlarıyla buluşması engellenmiştir. Bu da doğru tarz ve temponun sağ-lanmaması, derinliğine bir anlayışla duygu ve düşüncede yo-ğunlaşılmaması ve heyecan yaratılmamasını doğurur.

5- Kadrosal sorun: Mevcut gençlik kadrosu duruşunun ihtiyaçların ön gördüğü düzeyde kendini oluşturmadığı, ideolo-jik, örgütsel derinliği yaşamsallaştırmadığı ve bu doğrultuda toplumsal sorunları kendi sorunları olarak sahiplenmediği gö-rülmektedir. Bu da ruhsal, düşünsel, yöntem, üslup ve tarz nok-tasında sorgulanması gereken bir husustur. Gereken bilinçlen-meyi sağlayamadığından günlük pratik bir koşuşturmanın öte-sine geçmemektedir. Hatta bu yeterli görülmekte ve hedefler büyütülmemektedir. Çok çabuk tatmin olmaktadır ve etkileyi-cilik ya da sistemi geri adıma mecbur etme konuları ikinci pla-na atılmaktadır. Daha fazla özgürlük sağlama iddia, kararlılık ve ısrarı körelmekte, amaçlarında küçülmektedir.

Doğru bir kadro örgütlülüğü sağlamamış bir yapılanmanın öncülük noktasında da ciddi sorunları yaşanacaktır. Kadrolar hareketlerin yürütücü gücüdür. Doğru bilinç ve örgütlülüğün topluma taşırılmasındaki köprüdür. Kadro noktasında sorun yaşayan bir hareket başarıyla bağlarını koparmış bir harekettir. Bugün gençlikte yaşanan sorunların çözülememesinin nedenini buradan sorgulamak gerek.

Kadroların en temel sorunu da sistem, iktidar ve sistemin korku-sahte güvenlik çemberinden sıyrılamayan aileler tarafın-dan kendilerine vaat edilen yaşam ve duruşu kendilerine yeterli görmeleridir. Toplumu, sistemin her an zehirlemekte olduğu toplumsal yaşamı özgürlükle buluşturma iddia ve kararlılığın gelişmedi anlamına gelir. Kadronun yeterli düzeyde hazırla-

121

Page 122: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

namaması, niteliksel anlamda geliştirilememesi beraberinde mücadelenin işleyişi açısından ciddi riskleri de getirmiştir. Ça-lışma alanlarının özgünlüğünü düşünmeden, “çalışan olsun çok olsun, kim olursa olsun, nasıl olursa olsun” yaklaşımı ka-zandıran değil kaybettiren olmuştur, olmaktadır. Sistemin de en çok üzerinde durduğu durumun bu olması vahameti görme-mizi sağlıyor. Bu şekilde gençlik esas ve doğru olandan kopa-rılmak isteniyor. Nitekim başarılı da olunuyor. Bu toplumsal bilinçlenmenin ve var olan sorunların çözülme yol ve yöntemi-ni bulmanın önüne geçmektedir.

Yukarıda değerlendirmeye çalıştığımız örgütlenme sorunları bugün

itibariyle de kendisini yaşanılır kılmaya devam etmektedir. Örgütlenme sorunlarının gelişiminde en büyük rolü oynayan yine sistemin kendisi olmaktadır. Çünkü egemen sistemin en korktuğu gerçeklik örgütlü yapılardır. Sömürgeci, asimilasyonist sistemin gençlik üzerindeki erit-me, kendine bağlama var olan toplumsal potansiyeli kendi çıkarlarına hizmet ettirme yaklaşımı devletin kuruluşundan beri süre gelen siste-mik bir yaklaşımdır. Bu süreç ta hiyerarşik sistemin çıkışına kadar gö-türülebilir. Yaşlı adamın, şamanın güçlenmek için yanına çektiği ve tecrübelerini aktararak kendi çıkarları için kullandığı gençlik Sümerli-lerle iktidarın kadından sonraki en gözde kullanım aracı olmuştur. Yeri gelmiş rahiplerin iş gücü olmuş, yeri gelmiş tanrıların ve kralların or-dularında savaşçı olmuştur. Her çağda hegemonik sistem gençliğe fark-lı yönelmiş, sistemi ayakta tutan bir kolon olarak yanı başında tutmuş-tur. Hiyerarşik-devletçi sistemin son halkası olan Kapitalist modernite döneminde bu durum olabildiğine sinsice yapılır olmuştur. Çoğu öz-gürlük adı altında geliştirdiği politikalarla gençlik, modernitenin süslü yaşamına bağlanmıştır. Özellikle Spor, Seks ve Sanat (eğlence) üçlü-süyle gençliği gönüllü köle pozisyonunda tutmuştur. Toplumsallık ve kolektiflik yerine bireyciliği geliştiren kapitalist modernite her değiş-tirdiği modayla gençliğin gözünü boyamış toplumsal gerçekliklerden ve var olan sorunlardan koparmıştır.

Egemen sistem dönem itibariyle saldırılarını en çok popüler kültür yoluyla yapmaktadır. Bu yolla gençlik kendi doğallığından uzaklaştırı-lırken, bireyci ve kendine göre bir yaşam tarzıyla gençliği ahlaki yoz-laşmaya itmektedir. Kürt gençliği de toplumu gibi yıllardır bir kültürel soykırım kıskacında, varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama müca-delesi vermektedir. Gelinen aşamada, Önder Apo’nun Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun aydınlattığı yolda Kültürel direniş mücade-

122

Page 123: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

lesi de doruğa ulaşmıştır. Önder Apo’nun başlatmış olduğu ‘Demokra-tik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ süreciyle Kürt halkı ve gençliği kendi özgür sistemini inşa etmeye başlamaktadır.

Kapitalizmin, insan yaşamına ve onun demokratik komünal değer yargılarına karşı geliştirdiği yoğun saldırılar karşısında gençliğin oyna-yacağı rol ve özgür bir toplumun oluşturulmasında örgütlenme şekli, eylem tarzı ve mücadeleye katılımı üzerine bir kimliksel tanımlama şarttır. Bu temelde;

1- Gençliğin kendi tarihini ve yapısını doğru temellerde bilince çıkartması gerekir.

2- Sistemin gençliği bireyciliğe ve ahlaki yozlaşmaya it-me yaklaşımlarına karşı mücadele etmeli ve gerçekleştirilebile-cek diğer saldırıları bilince çıkartıp, kendi özüne dönüşü sağ-lamalıdır.

3- ‘Doğru temellerde bilinçlenme, eylemi; doğru eylem de, bilinçlenmeyi yaratır’ yaklaşımıyla bilinçlenmeye ve ideo-lojik alt yapının oluşturulması amacıyla ideolojik çalışmalara yoğunluk verilmelidir.

4- Önder Apo’nun yeni sürecin başında belirttiği; dönem ‘fikir, ideoloji, demokratik siyaset’ dönemidir gerçekliğinin çok iyi bilince çıkarılması ve o doğrultuda bir katılımın sahibi olunması gerekir.

5- Eğitim ve bilinçlenme çalışmalarına ağırlık verilmesi gerekir.

a- Önder Apo, eğitim ve bilinçlendirme çalışma-larının üzerinde çok yoğun durmasına rağmen, bugün eği-time yaklaşımdaki yanlışlıklar bilince çıkarılması gerekir. Bu temelde eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları ideolojik doğrultuya girmesi gerekir.

b- Niteliğin daha iyi açığa çıkması açısından kad-rolar başta olmak üzere, tüm gençlik çalışanlarını kapsayan ve gençlik kitlelerine ulaştırılan eğitim ve ideolojik bilinç-lenme çalışmaları süreklileştirilmelidir.

c- Her zaman ve her yerde eğitim görülebileceği gerçekliğine inanılması gerekir. Çünkü yaşam, her an deği-şen, büyüyen, gelişen bir dinamizme sahiptir.

d- Önderlik savunmaları ve çözümlemeleri eği-timlerde ana materyal olarak ele alınması gerekir.

6- Toplum içerisinde elit kalan, öncülük misyonunun aksi yönünde hareket eden, kendini büyük gören ve halkın içinde

123

Page 124: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

bulunmaktan uzak duran tarz ve yaklaşımlar doğru temellerde çözümlenerek, hareketi ve çalışmaları geriye çektiği, halkı ha-reketten uzaklaştırıp bütünselliği sağlayamadığı görülerek der-hal herkesin kendisini böylesi tarzlardan arındırması gerekir.

7- Genç kadının kendi rengini ve özgünlüğünü daha be-lirgin bir şekilde çalışmalara yansıtması gerekir.

8- PKK ve öncesindeki gençlik hareketlerinin örgütlenme tarzının toplum içerisinde örgütlenme olduğu gerçekliğini de göz önünde bulundurarak her kadronun kendisini buna göre hazırlayarak, yaşam, pratik ve tarzıyla toplumsallaşması gere-kir.

9- Toplumsal sorunlara cevap olmak, sorunları tespit edip teşhis koyabilmeyi gerektirir. Bu temelde gençliğin temel pers-pektifi toplumsal inşanın sağlanması olmalıdır.

10- En büyük mücadelenin ideolojik ve fikir mücadelesi olduğu gerçekliğinden yola çıkarak fikir ve ideolojiyi yaşamın her anında belirlenen toplumsal sorun ve ihtiyaçları gidermek için toplumun hazır hale getirilmesi, olması gereken komünali-te ve kolektif yaşamı örgütlemesi gerekir. Bu yaşamın içerisin-de yine kendisinin öncülük etmesi gerekir.

11- PKK’nin yaşam tarzına gelmeyen, toplumsal ilişkile-rinde sistem içi olmuş duruşunda ısrar eden kişiliklerin çalış-malara ve örgütlü yapıya zarar vermemesi açısından onlarla özel olarak ilgilenilmesi, sistemin pençesinden kurtarılması ge-rekir.

12- Toplumsal hassasiyetleri göz önünde bulunduran, ör-gütsel duruştan taviz vermeyen, ilişki tarzı ve üslubuyla gerekli olgunluğu gösteren kadro kişiliklerin oluşturulmasına özen gösterilmesi gerekir. Halkın inançlarına, yaşayışına, kültürel özerkliklerine ya da bölgesel farklılıklarına anlam vermeyen, bunları görmezlikten gelen gençlik kendi zeminini de kurut-maktadır. Çünkü toplum bu farklılıklarla vardır ve gençlik farklılıkları en iyi anlayabilen kesimdir.

13- Örgütlenmenin sınırlarının olmadığı kararlılığı ve iddi-asıyla tüm devrimci demokrat gençlik örgütleriyle gerekli irti-batlar kurarak ortak planlamalara gidilmesi gerekir. Bu konuda Önderliğimizin demokratik ulus perspektifi esas alınmalı, tüm halk, toplum, ulus ve inanç kesimlerinden gençliği kapsayan örgütlenmeler geliştirilmelidir. Geliştirilecek seminer, toplantı,

124

Page 125: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

konferans ve kültürel etkinlikler yoluyla ortaklıklar oluşturul-malıdır.

14- Özgür olma anlayışının temeline kendinin farkında ol-ma, bu farkındalık temelinde kendini geliştirme ve iradi gücü-nü gösterme kararlılığı konulmalıdır.

15- Gençliğin kendi halinden memnun olmaması gerekir. Öz-eleştirel bir yaklaşımla, topluma dönmüş halde örgütlü ve disiplinli duruşuyla örnek olması gerekir. Ahlaki ve politik top-lumun bir ferdi olmanın ötesinde oluşturucu gücü olduğunun bilincinde olması gerekir. Mücadele ihtiyaçlarını belirleme ve bu ihtiyaçlar temelinde gereken fedakârlığı göstermesi gerekir. Coşkulu, moralli, yaptığından heyecan alması gerekir.

Toplumsal zeminde gençlik, kendini, ailesini, içinde yaşadığı çevre-sini, ülkesini bir bütünen insanlığı ilgilendiren konulara düşünce, pratik ve davranış itibariyle yapısal anlamda tepki gösterme refleksi en geliş-kin toplumsal kesimdir. Gençliği toplumun en hızlı siyasallaşabilen, bu doğrultuda bilinçlenebilen ve bilinçlendikçe eylem alanları geliştirebi-len kesimi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Kürt gençliğinin ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ sürecine, toplumda bulu-nan diğer kesimlerden kat kat daha fazla katılması şarttır. Doğru bir temelde katılım sağlamak ve inşayı yaşamsallaştırması için öncelikli olarak önderlik tarafından başlatılan ve dünyadaki tüm ezilen devrimci demokratik güçlere heyecan veren bu sürecin doğru anlaşılması gere-kir.

Gençlik bu süreci nasıl anlaması gerekir sorusuna verilecek cevap bu doğrultuda ele alınmalıdır. Önder Apo’nun başlatmış olduğu bu süreç sadece Kürt halkı içerisinde değil aynı zamanda Türkiye’deki, Ortadoğu’daki ve dünyanın birçok yerindeki devrimci demokrat halk hareketine de moral kaynağı olmuş, başarı ve özgür yaşam azmini ge-liştirmiştir. Bundan dolayı da gençlik yapılanmasına eskisinden daha fazla görev ve sorumluluk düşüyor. Daha önce bir çalışma yapıyorken şimdi bu süreçte en az iki-üç çalışmayı bir arada yapabilme irade ve kararlılığını gösterebilmelidir. Gençlik tek yönlülükle yetinmemelidir. Yani bir öğrenci gençliği aynı zamanda mahallede gençlik örgütlülü-ğünü sağlayabilmelidir, bir köyde halkın içinde bilinçlendirme çalışma-sında bulunmalıdır. Bunu anlama kavuşturduğu derece gençlik varolan mücadelenin başarıya ulaşmasında aktif rol oynayacaktır. Aynı zaman-da yarattıkça özgürleşecek, güzelleşecek ve kendi toplumunun sevilen, değer verilen temel bir öğesi haline gelecektir. Çünkü “mücadele eden özgürleşir, özgürleşen güzelleşir ve güzelleşen sevilir.”

125

Page 126: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Gençlik bu süreci bilince çıkarmak istiyorsa öncelikli olarak Önder-liğin yaşam felsefesini ve ideolojisini anlama kavuşturmalıdır. Önderlik gençlik ve kadın için “‘yüreğini’ ve ‘beynini’ bana adamışlar” olarak niteledi. Bu temelde gençlikten beklentisinin yoğun olduğunu, bu süre-ci başarıya götürecek kesimin olması itibariyle sorumluluklarının arttı-ğını belirtmiştir. Önderlik savunmaları gençliğin yürüyeceği yola ışık olacağı kesindir. Önderlik anlaşılmak isteniyorsa savunmalarının derin-lemesine incelemeye tabi tutulması, anlaşıldığı kadar anlatılabilmesi ve aktarılabilmesi gerekir. Ki Önder Apo notlarında İmralı koşullarında insanlığa armağan ettiği Demokratik Uygarlık Manifestosunun beşinci cildi olan ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’ kitabını işaret etmesi ve herkesin bu kitabı okuması gerektiğini vurgulaması bu ger-çekliğin ürünüdür. Çünkü var olan inşa süreci ve yapılması gerekenler her yönüyle bu savunmalarda bulunmaktadır. Her gençlik kadrosu sa-vunmaların okunması ve üzerinde çözümlemeler geliştirerek yaşamla buluşturma çalışmasını en öncelikli sorumluluk olarak görmesi bu açı-dan hayatidir.

Bu süreçte özgün örgütlenmesiyle genç kadının daha belirgin bir şekilde kendisini hissettirmesi gerekir. Hem kadın hem genç olması itibariyle kendisinden beklenilenlerin bilincinde, özgür eğitimlerle, kendi çalışma alanlarını oluşturarak daha aktif katılım sağlaması gere-kir. Genç kadın örgütlenmesinden yoksun ya da zayıf bir gençlik yapı-lanması birçok sistemsel anlayışın kendisini çok çabuk bir şekilde da-yatmasına neden olacaktır. Bu temelde genç kadın örgütlülüğü tüm çalışma alanlarına ulaştırılması ve toplumsal anlamda yaşanılır kılın-ması gerekir.

Gençliğin bu sürece ilişkin sözü olmalıdır. Öylesi bir süreçtir ki bi-rilerine, bir yerlere, bazı kurumlara bırakılamaz. Sürecin en önemli ve vazgeçilmez öncülerinden olduğu bilincini taşımak zorunda olan genç-lik yapılanması bu temelde de katılım gerçekleştirmelidir. Kendini geri tutan, bekle gör mantığıyla yaklaşan, “bir şekilde bizi de katarlar” ya da “biz de bir ucundan tutarız” anlayışıyla sürece ve kendisine yaklaşan tarz atılmalıdır. Onun yerine, söyleyecek sözünün, geliştirecek eylemi-nin olduğunu herkese göstermesi gerekir. Bunun için de kendi misyo-nunu doğru belirlemelidir. Sistemin bugüne kadar kendisi için belirle-miş olduğu çerçeveyi yırtmasına karşın henüz gerçekten de kendi özgür yaşam portresini oluşturmuş değildir. Bu portreyi Önderliğin geliştirdi-ği demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa sürecine aktif katılarak yapabilecektir.

126

Page 127: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Bu temelde gençlik yapılanması akademi, komün ve meclisler, koo-peratifler ve öz savunma alanlarında kendisini örgütleyerek bu süreçte-ki pozitif görevlerini yerine getirebilir.

Akademiler: Önder Apo son savunmalarında üzerinde en çok dur-

duğu konulardan biri de akademilerdir. Ancak Önder Apo’nun bu dere-ce önem vermesine karşın gereken düzeyde bir akademileşme gelişti-rilmiş değildir. Bu gerçeklik gençlik akademileri için de belirtilebilir. Gençlik kendi kadrosunu, çalışanını oluşturmak için toplam kaç aka-demiye sahiptir? Bu sorunun cevabı acı verici ama bir gerçeklik ki yok! Gençlik, varolan akademilere kendi rengini katarak aktifleşmelerini sağlamasının yanı sıra kendi örgütleyeceği ve yürüteceği akademilerini de geliştirmelidir.

Süreci inşa süreci olarak tanımladık. İnşanın zihniyetini geliştirecek alanlar ise akademilerdir. Akademiyasız bir zihniyet çalışması mümkün değildir. Gençlik de zihniyet çalışmalarında akademisiz yapamayaca-ğının farkına varmak durumundadır. Var olan bu süreç başta olmak üzere, bundan sonrası açısından gençliğin ideolojisini, zihniyetini top-lumlara taşıracağı temel mekânlar olarak akademileri görmesi gerekir. Bir şekilde gençliğin genelden farklılığının olması gerekir. Kendi öz-günlüğü temelinde kendi akademilerini geliştirmek durumundadır.

Gençlik akademileri gençlik sorunları başta olmak üzere, toplumsal sorunlara eğilerek tarihsel misyonunu yerine getirecektir. Gençlik aka-demileri, sistem içinde kendisi olmaktan uzaklaştırılan gençlik gerçek-liği başta olmak üzere, sistemin gençlik üzerindeki etkileri, saldırıları ve gelişen yönelimler karşısında gençliğin yapacakları, sistemden ko-puş yol ve yöntemleri noktasında yoğunlaşmalar geliştirerek gençliğe yol gösterecektir. Bu temelde akademiler gençliği kendi gerçekliğiyle buluşturma, doğru bir zihniyete kavuşturma alanları olacaktır.

Akademiler, tarihsel anlamda gençliğin üzerine düşen görev ve misyonu tarihsel analizler yoluyla çözümleyerek, bugün eksik kalınan yönleri açıklığa kavuşturup nelerin yapılması gerektiği konusunda de-rinlik sağlayacaktır. Genç kadın bu akademiler yoluyla kendi özüyle buluşturulup, sistemin dayattığı uygulamalardan kendisini kurtaracak-tır. Kadın olmanın gerekliliklerinin yanı sıra, genç kadın olmanın yük-lediği sorumlulukları doğru bir tarzda bilince çıkaracaktır. Kendisini inşa edecek, kendisini inşa ettikçe toplumsal sorunları algılama ve bun-lara çözümler geliştirme noktasında daha özverili ve yetkin davrana-caktır.

127

Page 128: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

Gençlik akademileri, başat olarak; tarihsel anlamda gençlik, gelişen mücadelelerde gençliğin rolü, hiyerarşik-devletçi sistem, özelde de kapitalist sistem tarafından dayatılan uygulamalar, bu uygulamalar karşısında gençliğin karşı duruşu, varolan yetersizlikler, gelişen süreç-ler karşısında gençliğin duruşu, katılımı vb. birçok konuyu kendisine araştırma konusu yaparak gençliği kendi özüyle, toplumuyla buluştura-rak doğru bir zihniyete kavuşturacaktır. Gençlik bu süreci de en aktif olarak akademiler üzerinden topluma ulaştırabilecektir. Her yerin aka-demi alanı olduğu gerçekliğinden yola çıkarak her anını süreci anlaşılır kılması için değerlendirecektir. Akademi çalışmasıyla anda kendisini oluşturacak, kendisiyle toplumsal inşayı hızlandıracaktır.

Komün ve Meclisler: KCK sistemi, komün örgütlenme tarzını esas

almaktadır. Sistemin olabildiğine bireycileştirdiği, kendinden, gerçek-liğinden, toplumsallığından uzaklaştırdığı insan gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda bu ihtiyaç daha belirgin bir şekilde kendisini bizle-re dayatmaktadır. Gençliğin demokratik kurtuluş sürecine aktif katılı-mı komünlerle anlama kavuşacaktır. Komün örgütlenme tarzı, tarih boyunca sistem karşıtı örgütlerin temel örgütlenme şekli olmuştur. Gençlik komünler yoluyla örgütlülüğünü her yere yayabilecektir. Çün-kü komünsüz gençlik sorunlar karşısında çözen değil, sorunları daha da derinleştiren ve bu sorunlar içinde bocalayıp kaybolan gençliktir. Her genç en az bir komünün kurucusu olmalıdır. Üniversite alanları başta olmak üzere, iş yerinde, mahallede, ailede, köyde kısacası toplumsal yaşam alanlarının hepsinde komün örgütlülüğünün geliştirilmesi genç-lik açısından vazgeçilmezdir.

Bugün sistemin gençlik üzerinden topluma dayattığı fuhuş, popüler kültür, her an değişen moda sektörü, terörize olmuş spor, bireycilik ve daha birçok toplumsallık karşıtı gerçekliğin bertaraf edilmesi ve onun yerine özgür örgütlülüklerin sağlanması komünleri gerekli kılmaktadır. Örneğin, devletin kurduğu futbol takımları dışında spor olmazmış gibi bir yanlış algı vardır ve bu kırılmalıdır. Çünkü radikal demokrasi ken-dini devletsiz varetmedir.

Komün örgütlenmesiyle, sistem uygulamaları ve saldırıları karşısın-da doğru bir duruşa sahip olunabilir. Sistemin gençliği uygulamalarıyla toplumdan koparma, mücadeleye yabancılaştırma, kendin olmaktan çıkarma yaklaşımlarına karşın gençlik komünler yoluyla hastalıklarını tedavi etme imkânı bulacaktır.

‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ hamlesinin başarısın-da büyük bir rol üstlenecek olan komünler ilerisi açısından da, demok-

128

Page 129: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

ratik uygarlık zihniyetinin geliştirilmesinde belirleyici olacaktır. Genç-lik komünleri tüm toplumsal yaşam alanlarında yaygınlaştırılarak genç-lik doğru örgütlülüğe kavuşacaktır.

Komünlerin bütünselliğini sağlayacak olan meclisler, sistemin ira-desizleştiren, uyutan, belleksizleştiren politikalarına karşın doğru bir tutum ve duruş sahibi olmayı sağlayacaktır. Gençlik, var olan meclisle-rini daha da güçlendirerek yaygınlaştırmalıdır. Yaygınlaştıracağı mec-lis örgütlenmesiyle tüm alanlarda sistem karşısında ortak tutum gelişti-rebilecektir. Gençlik bu sayede bazı odakların yönlendirme aracı ol-maktan kurtulup öz iradesiyle ayakta duracaktır. Kendi kararlarını bu meclisler yoluyla alacaktır.

Varolan süreç gençlik meclislerinde tartışmaya açılarak, gençliğin sürece katılım şekli somutlaştırılıp, içine girilen yetersizlikler aşılacak-tır. Gençlik meclisleri sırf aylık bir araya gelinen yerler olmaktan çıka-rılıp bir karar mekanizması haline getirilecektir. Alınan kararların ya-şamsallaşmasında dayatıcı olup, takipçisi olacaktır. Sadece gençlik çalışmaları açısından değil, genel örgütsel çalışmalara katılım doğru bir şekilde belirlenecektir. Gençlik meclisleri sayesinde öz yönetim olgusu güçlendirilerek, demokratik siyaset alanları genişletilecektir.

Sistem yüzünden meclislere ve politikaya yüklenen ‘yalan sanatı ve kandırma mekânları’ algılama geliştirilecek demokratik gençlik meclis-leriyle doğru bir bilinç oluşturulacaktır. Politika gerçek anlamına ka-vuşturulacak meclisler toplumsal sorunların üzerinde durularak, kalıcı çözümler bulunacaktır. Meclis örgütlenmeleri köyler başta olmak üze-re, mahallelerde, liselerde ve üniversitelerde yaygınlaştırılmalıdır. Bu örgütlenmeler yoluyla gençler bir araya getirilecek, demokratik siyaset alanına aktif olarak katılacaktır. Yine var olan toplumsal meclislerde yer alarak düşüncelerini belirgin olarak topluma sunabilecektir. Siste-min, toplumdan koparma ve yalnızlaştırıp bireyselleştirme girişimleri-ne karşılık meclisler gençliğin varolan toplumsallığını daha net açığa çıkaracak ve duyarlılığını gözler önüne serecektir. Gençlik, meclisler yoluyla yerinde ve zamanında mücadele ve müdahaleler geliştirecektir.

Kooperatifler: Sistem belki de en çok ekonomik anlamda toplum-

ları kendisine bağlamaktadır. Gençlik de bu ekonomik bağımlılıktan payını yoğunca almaktadır. Gençlik, geliştireceği kooperatifler yoluyla ekonomik özgürlüğünü de sağlayacaktır. Birilerine, bir yerlere bağımlı bir gençliğin kendin olması mümkün değildir. Kooperatifler sistemin tekelleştirme, sömürme ve ekonomiyi kirletme politikalarına karşılık özgür ekonomik örgütlülüğün geliştirilme alanları olacaktır. Gençlik

129

Page 130: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kooperatiflerle kendi çalışma alanlarında daha özgür ve örgütlü bir yapıya kavuşacaktır. Kooperatifler yoluyla gençlik kendi kendine yete-ceği gibi, içinde bulunduğu toplumun ekonomisine de olumlu katkıda bulunacaktır. Yani gençlik tüketen olmaktan çıkıp üretimle buluşarak, emeğine sahip çıkacaktır. Kooperatif örgütlenmesi günümüz sendikal örgütlenmelerinin aksine daha iradeli ve söz sahibi olmayı geliştirecek-tir. Çünkü kooperatifler işçi, emekçi gençlik örgütlülüğünün en yoğun olduğu alanlar olacaktır.

Emekçi gençliğin varolan bu sürece katılımı da kooperatifler yoluy-la daha da somutluk kazanacaktır. Özellikle ekonomik anlamda gençli-ğin nasıl bir tavır-tutum içine girmesi gerektiği ve sistem karşısında nasıl bir mücadelenin geliştirilmesi gerektiği anlaşılır kılınacaktır.

Varolan sürecin sağlıklı işlemesi için üzerinde en çok tartışılan ve tartışılacak olan köye dönüş ve köy-tarım toplumunun inşası çalışmala-rı kooperatifler aracılığıyla daha da zenginleştirilecektir. Kooperatif örgütlülüğü, topraktan koparılan gençliği yeniden kendi özüyle buluş-turacaktır.

Doğru bir zihniyetin oluşturulması için kooperatiflere yoğun ihtiyaç vardır. Gençlik geliştireceği kooperatif örgütlülüğüyle topluma öncülük edecektir.

Öz-savunma: Gençlik hareketi öz-savunma bilinciyle süreci daha

derinliğine anlama kavuşturacaktır. Öz-savunma perspektifi temelinde eylem çizgisinin yeniden ele alınması, bu eylem çizgisinde hareket ve çalışma tarzının belirlenmesi yeni süreç açısından acil bir durum taşı-maktadır. Bunu yaparken gençliği sırf eylem gücü olarak ele almamak, bu doğrultuda düşman gerçekliğini iyi tanımak ideolojik, örgütsel ted-birleri almak, disiplinli ve sistemli bir çalışma tarzı oluşturmak gerekir. Aksi takdirde beklenmedik tarzda kayıpların yaşanmasına neden olabi-lecek bir hareket tarzı açığa çıkacaktır. Varolan süreç böylesi bir tarzı kabul edecek bir durumda değildir.

Eylemden önce öz-savunma bilincini kendinde oluşturacak gençlik, daha nitelikli ve sonuç alıcı eylemlere imza atacaktır. Dar birim eylem-liliklerinin dışına çıkarak daha geniş gençlik yapılanmasına kavuşacak-tır. Öz-savunma, gençliğin en vazgeçilmez örgütlenme alanıdır. Hele hele sistemin her an genişleyen ve derinleşen saldırılarına cevap olmak, boşa çıkarmak ve toplumsal zihniyetini oluşturmak bunu gerektirmek-tedir.

Sistemin gençlik üzerinde yoğun yozlaştırma, çürütme ve mücade-leden uzaklaştırma politikaları söz konusudur. Kapitalist sistemin kül-

130

Page 131: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

türel anlamda gerçekleştirdiği soykırıma karşı sıradan yaklaşım bitişin kendisidir. Buna karşı demokratik uygarlık ışığında kültürel değerlerin oluşturulması gerekir. Sıradan yaklaşma gibi bir gaflete girmek en basi-tinden sistem çıkarlarını yaşamsallaştırmak anlamına gelecektir. Bu temelde Kürtçenin yaygınlaştırılması, günlük yaşamın her anından kullanılması ve toplumsal anlamda bunun bir örgütlülüğe kavuşturul-ması gençliğin öz-savunma bilincini doğru oluşturmasıyla mümkün olacaktır.

Öz-savunma örgütlülüğünü her gencin kendisine esas alması gere-kir. Sistemin topluma, toplumsal değer yargılara karşı gelişen saldırıla-rına karşılık gereken cevabı vermek bunu gerekli görmektedir. Sistem bir an durmaksızın gençlik üzerindeki saldırılarını sürdürmektedir. Çok farklı yol ve yöntemler kullanarak gençliği pasifize etmeye ve kendine bağlamaya çalışmaktadır. Yine sistem istediği zaman, istediği yerde, istediği kişiyi bir paçavra gibi peşinden sürükleyerek gözaltına almak-ta, tutuklamakta, işkencelerden geçirerek ajanlığa itmektedir. Her gün gençler sokakta olağan bir talebi dile getirdiği için tonlarca aşağılama-ya maruz kalmaktadır. Gençlik kesinlikle bu onursuzlaştırmaya bir son vermelidir. Devlet güçleri sokak ortası bu kimliksizleştirmeyi yapacak cesareti bulamamalıdır. Ki bu öz savunmayı güçlü geliştirmekle müm-kündür.

Gerillanın Kuzey sahasından çekilmesiyle yeni süreçte düşman yö-nelimleri farklı boyutlara evirilebilir. Nitekim sınır hattındaki ‘kale-kol’ların yapımı, barajların yaygınlaştırılması, köylere dönüşlerin önü-nün alınması, siyasi soykırım tutuklamalarının devam etmesi gençliğin öz savunma örgütlülüğü ihtiyacını daha da zorunlu hale getirmektedir. Bu süreçte gençlik geliştireceği öz-savunmasıyla toplumsal inşayı sağ-layacağı gibi dinamik olması itibariyle toplumun eylem gücü de ola-caktır.

Geçen süreçlerde gençlikte yaşanan rehavetin aksine; bu süreçte gençlik, düşmanı daha iyi tanıma yaklaşımı içinde, kendisini her an yenileyerek hassas ve duyarlı yaklaşım sergilemek durumundadır. Bu temelde gizlilikten ve disiplinli hareketten asla taviz vermemelidir. Serhildan örgütlülüğünde aktif yer alması gereken gençlik öz-savunmasız haldeyken serhildana öncülük misyonunu yerine getire-mez. Serhildanı sürekli güçlü tutacak olan gençlik, en küçük birimden en genel gençlik örgütlülüğüne kadar öz-savunma refleksini yaşamsal-laştırması gerekir. Bu olmaksızın doğru bir sistem, zihniyet ve özgür yaşam inşasının sağlaması olanaksızdır. Aksi bir durumda elde edilen

131

Page 132: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

kazanımların egemen güçlerin çıkarlarına entegre olmasının ötesine geçemeyecektir.

Gerillaya katılım da bu çerçevede ele alınabilir. Süreç rehavete giri-lecek bir süreç değildir. Süreç bazı şeylerin erteleneceği bir süreç hiç değildir. Gerillanın çekilmesi bazı anlayışlara zemin sunması olasıdır. Ancak gençlik gerillayı güçlendirecek olan temel güçtür. Bu temelde kendisine yaklaşmak durumundadır. Gerillanın toplumun ve toplumsal yaşamın koruyanı olduğu gerçekliğinden bir an olsun uzaklaşmamalı-dır.

Sonuç olarak Kürt halkı, Önderliğin başlatmış olduğu, büyük bir heyecan ve ka-

rarlılıkla sürdürdüğü ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ sürecinin yoğunluğunu yaşıyor. Tarihsel anlamda bir dönüm noktası olan bu süreç gençliğin katılımıyla başarı şansı daha da belirginlik ka-zanacaktır. Bu da sürecin anlaşılması ve anlaşıldığı oranda görev mis-yonun yerine getirilmesiyle mümkün olacaktır.

Önder Apo ‘bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır’ dedi. Bu temelde sürece yaklaşmak hayati önemdedir. Gençliğin ‘yeni süreç’ten anlama-sı gereken; eski zihniyetle, bekle gör yaklaşımıyla, rehavetle bir başarı-nın elde edilemeyeceğini bilmesidir. Mücadele gerekliliklerinin de; eskisi gibi sırf meydanlarda yakıp dökerek geliştirilemeyeceği, en bü-yük eylemin gençliğin kendisini örgütlemesinden geçtiğini bilmesiyle ve kendisini bir inşaya tabi tutmasıyla mümkün olacağını bilmesi gere-kir. Dönem inşa sürecidir. Kendisini oluşturan, inşa eden gençlik top-lumu ve yaşamını inşa edebilir. İdeolojik ve düşünsel anlamda netlik sağlandığı derece sürece karşı netlik sağlanacaktır. Her yönüyle, her yerde, her alanda güçlü örgütlülükler sağlanılmalıdır. Gençliğin örgütlü olduğu her alanda bilinçlenme ve eğitsel çalışmalara ağırlık vermesi gerekir. Ancak doğru bir bilinç sağlandığı vakit topluma doğru öncülük sağlanabilir, toplumun var olan sorunlarına doğru çözümler geliştirebi-lir.

Gençlik kendi gerçekliğiyle buluşmak zorundadır. İşçi, öğrenci, köylü, kadın, erkek toplumun her alanında bulunan gençliğin bu so-rumluluklar çerçevesinde harekete geçmesi zamanın ruhunu yakalamak açısından gereklilik arz ediyor. Önderliğimizin de belirttiği üzere “za-manın ruhunu yakalayamayanlar tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtu-lamayacaktır.” Bundan dolayı zamana doğru bir temelde ayak uydur-mak ve dönem görevlerini yerine getirmek gerekir. Gençlik, tarihsel bütünlük çerçevesinde tarihsel toplum inşasına kendisini yatırması

132

Page 133: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

gerekir. Gençlik, her anını örgütlenme anı olarak değerlendirip, her mekânı örgütlülüğe kavuşturması gerekir. Gençlik, sırf konuşan, lafa-zanlıkla çalışma katılan olmamalıdır, PKK hareketindeki teori pratik birlikteliğini sağlayarak konuştuğu kadar yapan olmalıdır. Konuştukla-rını yaşamıyla bir bütünselliğe kavuşturmalıdır. Gençlik, özgür yarınla-rın oluşturulması yolunda geçmişinden ilham alıp, bugünü doğru oku-yabilmelidir.

Bu sürece katılım düzeyi en yüksek olması gereken kesim gençlik-tir. Gençlik hareketi bu farkındalığı oluşturarak toplumsal yaşam inşa-sına en önde katılmalıdır. Gençliğe güvensiz yaklaşımların tersine, gençlik örgütsel ve ideolojik duruşuyla herkese neler yapabileceğini gösterecektir. Yaratılmış algıların kırılması gençliğin sağlam ve kararlı duruşundan geçecektir. 68’lerin mücadele ruhunu yakalayarak toplum-sal ihtiyaçlara doğru yer ve zamanda müdahale ederek ve sorunları kendi öz iradesi-inisiyatifiyle çözerek toplumun öncüsü olmalıdır. Öte-si sistemin istediği olur. Gençlik, yanlış yönlendirilen tarihi, yeniden gerçekliğiyle buluşturacak olan toplumsal kesimdir.

Bu tarihi görev şimdi yine gençliğin önündedir. Toplum içinde, top-lumla beraber, kendi özgünlüklerini koruyan ve bu özgünlükler teme-linde hareket eden bir gençliğin başarı şansı çok yüksektir. Demokratik kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa sürecinde gençlikten beklenen hamleyi anlamak, topluma aktarmak, dönemin görev ve sorumluluklarını yerine getirme beklentilerini karşılayarak insanlığın geleceğine yeni bir özgür-lük kapısı açmaktır.

133

Page 134: “ZAMANIN RUHUNU OKUYAMAYANLAR, TARİHİN ÇÖP …3- Stratejik değişimi anlama çabası gösteren ancak yeni para-digmayı ve onun gerektirdiği bütüncül değişim-dönüşümü

134