avrupa, türkiye ve akdeniz · ab’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye...

132

Upload: others

Post on 26-Feb-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle
Page 2: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle
Page 3: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Avrupa, Türkiye ve Akdeniz Yeni Đşbirliği Alanları, Güçlü Đlişkiler

Page 4: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle
Page 5: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Yossi Alpher, Nilgün Arısan Eralp, Seçil Paçacı Elitok,

Rana Deep Islam, Ayhan Kaya, E. Fuat Keyman,

Ghassan Khatib, Ziad Majed, Almut Möller,

Dorothée Schmid, Thomas Straubhaar, Nathalie Tocci

Avrupa, Türkiye ve Akdeniz Avrupa, Türkiye ve Akdeniz Yeni Đşbirliği Alanları, Güçlü Đlişkiler

Europe in Dialogue 2012 | 03

Page 6: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

© 2012 Bertelsmann Stiftung, Gütersloh Editörler: Armando Garcia Schmidt, Joachim Fritz-Vannahme Yayın Editörleri: Christian-P. Hanelt, Julia Seiler, Meryem Kösehasanoğulları Çeviri: Mehmet Beşikçi, Zeynep Altok Düzenleme: Dieter Dollacker, Berlin Kapak fotoğrafı: iStockphoto Basım: Print Center www.bertelsmann-stiftung.de ipc.sabanciuniv.edu

Page 7: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de Đşbirliği için Yeni Öneriler …………………………….7 Christian-P. Hanelt and Julia Seiler

Dönüşüm Ortakları

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı: “Fırsat” Gerçeğe Dönüşecek mi? …………………………………………………………….....17 Nilgün Arısan Eralp

Sınırları Aşmak mı, Đç Kapanık Bir Birlik Olmak mı? Avro Krizi ve Avrupa Birliği’nin Güney Komşularıyla Đlişkileri …………………………………………………….27 Almut Möller

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları ……………………………….35 Ziad Majed

Arap Dünyasında Türkiye-AB Đşbirliği …………………………….43 Nathalie Tocci

Çatışma Çözümleri

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı …………………………………………………..51 E. Fuat Keyman

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler: Türkiye ve AB İlerleme Sağlayabilir mi? ………………………...61 Dorothée Schmid

Page 8: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya Đkna Etmek …………………………………………………………………..71 Ghassan Khatib

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü: Đsrail’den Bir Bakış ………………………………………………………79 Yossi Alpher

Akdeniz’de Karşıdan Karşıya Göç

Göç için yeni bir hedef ülke olarak Türkiye: Geleceğe dair sorunlar ve beklentiler ………………………..87 Ayhan Kaya

Türkiye’den Avrupa’ya Göç: Ne Orada Ne Burada …………………………………………………...99 Seçil Paçacı Elitok and Thomas Straubhaar

Korku Politikasından Đmkânlar Politikasına: Akdeniz’in Güneyinden Kuzeye Göç …………………………109 Rana Deep Islam

Yazarlar ……………………………………………………………………..119

Page 9: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de İşbirliği için Yeni Öneriler 7

Akdeniz’de Đşbirliği için Yeni Öneriler

Christian-P. Hanelt ve Julia Seiler

2010 yılı Aralık ayından beri Kuzey Afrika’da cereyan eden çarpıcı gelişmeler dünya çapında gözlemcileri cezbetmeye devam ediyor. Tunuslular, Mısırlılar ve Libyalılar diktatörleri başarıyla yerlerinden ettiler ve özgürlük, onur ve adalet içinde yaşama arzularının peşinden koşuyorlar. Bu ülkelerin yurttaşları ve liderleri seçimler düzenleme ve anayasa taslakları hazırlama konusunda ne kadar istekli olduklarını ortaya koymuştur. Ancak, hâlâ ülkeleri içinde güvenliği sağlama ve sosyo-ekonomik eşitsizliklere çareler bulma ihtiyacı içerisindedirler.

Fas’tan Türkiye’ye

Bertelsmann Vakfı 13. Kronberg Toplantısı’nı 2011 Đlkbaharı’nda, bu değişimler cereyan etmekteyken Fas’ın Rabat kentinde düzenledi. Konferans, Tunus, Mısır ve Libya’da devam etmekte olan ayaklanmaların ışığında, Avrupa’nın güney komşularıyla ilişkilerine yeni bir ayar verme üzerine odaklanmıştı. Bertelsmann Vakfı, Avrupa Diyaloğu dizisi kapsamında konferansın arifesinde yayınladığı The Future of the Mediterranean – Which Way for Europe and North Africa? [Akdeniz’in Geleceği – Avrupa ve Kuzey Afrika Hangi Yolu Seçmeli?] başlıklı yayınında, Kuzey Afrikalı seçkin araştırmacılardan ve aktivistlerden fikirlerini ifade etmelerini ve bölgedeki dönüşüm süreçlerini desteklemek amacıyla Avrupa’nın hangi eylemlerde bulunabileceğine – ve bulunması gerektiğine – dair öneriler sunmalarını istemişti.

Bununla birlikte, Avrupa’nın, finansal krizin yanı sıra Arap Uyanışı’na oldukça geç tepki vermesi, Avrupa Birliği’nin (AB) bir dönüşüm ortağı olarak hareket etme yeteneğini sınırlamıştır. Etkin bir ortakla işbirliği yapmak Avrupa’nın çabalarını destekleyebilir ve güney komşularındaki güvenilirliğini onarmaya yardımcı olabilir.

Page 10: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

8 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Bölgesel bir yumuşak güç olarak Türkiye

Türkiye on yıllardır Avrupa için değerli bir ortak olmuştur. Türkiye aynı zamanda, nüfusu Arap ve ağırlıklı olarak Müslüman olan ülkelerde sağlam bir itibara ve hatırı sayılır bir etkiye sahiptir. 2001 yılından beri, Türkiye’nin yeni dış ve iç politika yaklaşımı Ortadoğu’da bölgesel bir güç ve kilit önemde bir aktör olarak yükselişini kolaylaştırmıştır. AB’ye tam üyelik sürecindeki iniş-çıkışlara rağmen, Türkiye AB ve ayrı ayrı üye ülkelerle olan ilişkilerini yoğunlaştırmıştır. Aynı zamanda doğuya da yönelmeye başlamış, doğrudan komşularıyla ve Katar ve Suudi Arabistan gibi yükselişte olan diğer güçlerle bağlarını güçlendirmiştir. 2002 ve 2003 yıllarında şiddetli bir ekonomik kriz deneyimi geçirmiş olan Türkiye, küresel finansal krizden görece az hasar alarak çıkmış, gerek Avrupa’yla gerekse de Rusya’dan (Orta) Asya’ya uzanan bölgedeki ülkelerle iş ve ticaret ilişkilerini derinleştirmiştir.

2001 yılında AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) Đslamcı güçleri resmi olarak kurulmuş bir siyasi parti ve parlamenter sistem içinde başarılı bir biçimde bütünleştirmiştir. 2002 yılında yapılan genel seçimlerdeki başarısının ardından iktidara gelen AKP, Türkiye’yi şiddetli finansal krizden çıkaran sağlam temelli ekonomik politikalar uygulamıştır. Gerçekten de, sonraki yıllar boyunca devam eden ekonomik büyüme partinin 2007 yılındaki milletvekili seçimlerini de kazanmasına yardımcı olmuştur.

AB’ye tam üyelik şartlarını yerine getirmeye yönelik olarak AKP hükümeti 2000’li yılların başlarında, şeffaflığı arttırmayı ve azınlık haklarını güçlendirmeyi (gerçi bu ikincide ancak sınırlı bir ölçüye kadar adım atılmıştır) hedefleyen bir dizi reformu hayata geçirmiştir. Hatta hükümet, askeri kurumlar üzerinde sivil denetimin yaygın olduğu bir bölgede dikkate değer bir gelişme olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleneksel güçlü etkisi üzerine daha fazla kısıtlama getirmiştir. Ordunun siyasetten geri çekilmesine paralel olarak, sivil toplum kuruluşları gelişmiştir. AB üyeliği beklentisinin sağladığı isteklendirmeyle birlikte çeşitli kurumlar ve örgütler, ifade özgürlüğü, kadın hakları ve siyasi katılım gibi bireysel ve siyasi haklar için mücadele vermiştir.

Đfade özgürlüğü ve azınlık hakları alanlarındaki süregiden eksikliklere rağmen, Türkiye’de şahit olunan olumlu gelişmeler ülkeyi, demokratik olmayan rejimlerin baskın olduğu bir bölgede öncü bir aktör haline getirmiştir. Avrupa,

Page 11: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de İşbirliği için Yeni Öneriler 9

2011’de başlayan bölgesel gelişmelere yetkin bir biçimde tepki vermek amacıyla, stratejik bir ortaklık için doğuya bakmalıdır. Dolayısıyla, seçkin Sabancı Üniversitesi bünyesindeki Đstanbul Politikalar Merkezi, Avrupa-Türkiye işbirliği konusu üzerine odaklanarak Akdeniz’de siyaset ve kalkınma üzerine bir tartışma yapmak amacıyla 14. Kronberg Toplantısı’nı 2012 Mayıs’ında Đstanbul’da düzenlemek için bizi davet ettiğinde, Bertelsmann Vakfı çok memnun olmuştur.

14. Kronberg Toplantısı ve Avrupa Diyaloğu

2011’de Fas’ta düzenlenen Kronberg Toplantısı ve bununla ilgili Avrupa Diyaloğu yayınından bu yana yaklaşımımızı genişlettik ve önümüzde duran görevleri gözden geçirdik: Arap Dünyası’ndaki dönüşüm süreçleri, Ortadoğu’daki bölgesel çatışmalar ve Akdeniz’de karşıdan karşıya göç olgusunun içerdiği fırsatlar ve tehditler. Bu meseleler, farklı bölgelerde bulunan ve farklı arkaplanlara, deneyimlere ve yeteneklere sahip olan çeşitli aktörler arasında sürdürülebilir ve eşgüdümü iyi sağlanmış bir işbirliği gerektirmektedir. Bu nedenle, dahil olan her tarafın kendini açıkça ve özgürce ifade edebildiği sürekli bir diyaloğu muhafaza etmemiz önemlidir. Avrupa Diyaloğu’nun bu yayını Avrupa’dan, Türkiye’den, Arap Dünyası’ndan ve Đsrail’den katılan yazarlara, Arap Uyanışı bağlamında Avrupa’yla Türkiye arasındaki işbirliğine dair çok çeşitli fikirleri ve bakış açılarını dile getirme fırsatı sunmayı amaçlamaktadır.

Dönüşüm ortakları

Devrimci Mısır, Tunus ve Libya’nın geleceği küresel düzeyde ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Durumun istikrarsız olmaya devam ettiği Libya’da, Muammer Kaddafi rejiminden önce var olan uzun süreli mücadeleler ve toplumsal bölünmeler gelişmeleri şekillendirmeye devam etmektedir. Tunus’taki durum oldukça umut vaat edici görünürken, Mısır’da kurucu bir meclisin tesis edilmesinin askeri konsey ile Đslamcı ve laik partiler arasında hassas bir mesele olduğu ortaya çıkmıştır. Devrimleri laik güçler yönlendirmişti, ama seçimler Đslamcıları iktidara getiriyor: Bu gelişmeler Avrupa için yeni bir sorun teşkil etmektedir. Đslamcı partiler dış politikalarını,

Page 12: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

10 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

özellikle de Avrupa’ya yönelik politikalarını nasıl şekillendirecek? Bu ülkelerde genişletilmiş siyasi katılım ve demokratik seçimler olmasını isteyen AB, kendi adına, eğer güvenilirliğini muhafaza etmek istiyorsa, Đslamcıların seçim zaferlerini tanımalıdır. Türkiye örneği Đslamcı partilerin bir yandan Batı’yla güçlü bağları muhafaza ederken diğer yandan bir devlet ekonomisini başarılı bir biçimde idare edebileceğini göstermektedir.

Katılımcılardan Almut Möller (DGAP; Berlin), Ziad Majed (Paris Amerikan Üniversitesi), Nilgün Arısan Eralp (TEPAV, Ankara) ve Nathalie Tocci (IAI, Roma) bu meseleleri araştırıyor ve Arap Dünyası’ndaki gelişmeleri desteklemede Türkiye’yle AB arasında gerçekleşecek bir işbirliğinin içerdiği fırsatların ve engellerin ayrıntılarını ortaya koyuyorlar. Türkiye’nin diplomatik yetenekleri, bölgesel etkisi ve sendeleyen bir ekonomiyi idare etme konusundaki uzmanlık bilgisinin, dönüşümü hedefleyen bir ortaklık için değerli katkılar olduğu konusunda yazarlar hemfikirdir. Tarihi, ağırlıklı olarak Müslüman nüfusu ve süregiden siyasi dönüşüm deneyimi göz önüne alındığında, Türkiye gerçekten de mevcut koşulları şekillendirmek için iyi bir konumdadır. Ziad Majed bu bağlamda, ortak bir Avrupa-Türkiye girişimini kolaylaştırıcı bir etken olarak Türkiye’nin dış politikasını tartışmaktadır.

Buna karşın Avrupa, güney komşularındaki gelişmeyi desteklemek amacıyla özgül politika araçları ve kurumları tesis etmiştir. Böylesi araçlardan biri olan AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle AB arasında daha güçlü bir dış politika diyaloğu olması gerektiğini savunan Nathalie Tocci, özgül bir Avrupa-Türkiye diyaloğunu hayata geçirebilecek kurumsal mekanizmaların tesis edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu noktaların yanı sıra, yazarlar aynı zamanda Türkiye-Avrupa işbirliğinin temelindeki muhtemel çatlakları da ele alıyorlar. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin duraklaması ve AB’nin kendi içindeki bölünmeler bu bakımdan altı özellikle çizilen noktalardır. Avro krizinin AB üzerindeki bölücü etkisine değinen Almut Möller burada, “iki vitesli” bir Avrupa’nın tek tek AB üyelerine komşularıyla ilişkilerini güçlendirme fırsatı sunabileceğini öne sürmektedir. Türkiye’nin Arap komşuları arasındaki popülaritesine işaret eden Nilgün Arısan Eralp, Türkiye’nin Arap komşuları tarafından hâkim ya da hegemonik bir güç olarak algılanmasının içerdiği tehlikelere karşı uyarılarda bulunmaktadır.

Page 13: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de İşbirliği için Yeni Öneriler 11

Bu ve Türkiye’de reformların duraklaması gibi diğer etmenler göz önüne alındığında, Eralp ortak çabaların başarılı olmasının koşulu olarak kurumsallaşmış diyalog ihtiyacının altını çizmektedir.

Çatışma çözümleri

Arap Uyanışı hakkında yürütülen fikirler diğer bölgesel gelişmeleri de göz önüne almak zorundadır. Suriye’de değişim sağlamaya yönelik uluslararası mücadele, Đran’ın nükleer programı hakkındaki ihtilaf ve Đsraillilerle Filistinliler arasında süregiden çatışma bunların öne çıkanlarındandır. Katılımcılardan Fuat Keyman (ĐPM, Đstanbul), Dorothée Schmid (IFRI, Paris), Ghassan Khatib (bitterlemons.org, Ramallah) ve Yossi Alpher (bitterlemons.org, Tel Aviv), çatışma çözümlerindeki bölgesel aktörler olarak Türkiye ve AB’nin rollerine dair tartışmada bu meseleleri ele alıyor. Tek tek ülkelerin önceliklerini değerlendirerek, verimli bir AB-Türkiye işbirliği için muhtemel alanları tespit ediyorlar. Dorothée Schmid, istikrar ve güvenlik konusundaki ortak çıkarlarına rağmen AB ve Türkiye’nin ille de aynı hedefleri neden paylaşmadıklarını göstermektedir. Örneğin, Kıbrıs ya da Kürtler konusundaki (dış) politika yaklaşımlarında ve Đsrail-Filistin çatışmasını ele alma biçimlerinde birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Đsrail-Filistin çatışmasına odaklanan Yossi Alpher, Türkiye ve Đsrail’i yakınlaştırmak için bu konuda daha güçlü bir AB-A.B.D. çabasının yararlı olacağının altını çizmektedir. Akdeniz’de gerçek anlamda bir istikrar tesis etmenin aleyhine olarak kısa vadeli stratejik hedeflere öncelik vermesinden dolayı Avrupa’yı eleştiren Ghassan Khatib, güvenilirlik için Türkiye’nin sahip olduğu itibarın Avrupa’nın itibarına nasıl üstün geldiğini örneklerle açıklamaktadır. Khatib, Arap Birliği gibi kurumlarla oluşturulacak bölgesel ortaklıkların, hem Türkiye hem de Avrupa’nın çabalarını daha büyük bir güvenilirlikle güçlendirme fırsatı içerdiğini düşünmektedir. Türkiye’nin kendine özgü konumunun altını çizen Fuat Keyman, Arap ülkelerindeki yurttaşların dış aktörler tarafından başlatılacak ya da askeri güçler tarafından kontrol edilecek bir demokratikleşme sürecini kabul etme konusunda isteksiz olduklarını bize hatırlatmaktadır.

Page 14: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

12 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Göç olgusunun içerdiği fırsatlar ve sorunlar

Avrupa Diyaloğu’nun bu yayınında ele alınan üçüncü mesele göç olgusu ve bunun Avrupa, Türkiye ve Akdeniz için içerdiği fırsatlar ve sorunlardır. Hem Avrupa hem de Akdeniz’deki ülkeler, sayısız göç sürecinin etkileri yoluyla birbirine giderek daha bağlı hale gelmektedir. AB içerisinde yaklaşık 20 milyon insan (Avrupa’nın toplam nüfusunun % 4’ü) Avrupa vatandaşlığı statüsüne sahip değildir. Eurostat’ın en son verilerine göre (Statistics in Focus 34/2011), Türk ve Fas uyruklu vatandaşlar AB içinde yaşayan yabancıların en kalabalık kesimini oluşturmaktadır. Avrupa’daki sığınmacıların sayısı 2011 yılında yüzde 19 artmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, Avrupa’da sığınma talep eden Tunus uyruklu vatandaşların sayısı aynı dönemde dokuz kat artarken, Libya uyruklu sığınma talepçilerinin sayısı beş kat artmıştır; Suriye uyruklu sığınma talepçilerinin sayısı ise alarm verecek bir ölçüde yüzde 68 artmıştır. 2012 yılının Mart ayına kadar, Suriye’den gelen 17.000 mülteci Türkiye’deki mülteci kamplarına kayıt yaptırmıştır.

Katılımcılardan Rana Islam (Berlin), Thomas Straubhaar ve Seçil Paçacı Elitok (HWWI, Hamburg) ve Ayhan Kaya (Bilgi Üniversitesi, Đstanbul) gerek Türkiye ve AB’deki göçmenlerin durumunu, gerekse de Türkiye ve Avrupa’nın göç politikalarının Arap ülkelerinde nasıl algılandığını ele alıyor. Bütünleşme sorunlarına ve kamuoyunda tartışılan meselelere dikkat çeken katılımcılar, göç olgusunun beraberinde getirdiği ekonomik, siyasi ve kültürel avantajları araştırarak göçmen nüfuslarına yönelik tutumların daha açık ve olumlu olması gerektiğini belirtmektedir. Katılımcılar dairesel geçici göçün ve düzenli işgücü göçünün yasadışı göçü azaltmada ve Avrupa’daki demografik eksikliği kapatmadaki faydalarını vurgulamaktadır. Rana Islam birçok Avrupa ülkesinde göç politikalarının şekillenmesinde güvenlik kaygılarının etkisini eleştirmektedir; zira bu etkinin giderek daha fazla göçmenin yüz yüze geldiği aşırı sağcılığı yumuşatmaya yönelik pek bir katkısı yoktur. Ayhan Kaya, önemli bir net göç ülkesi olarak Türkiye’nin dairesel göçün düzenlenmesinde kilit bir rol oynayabileceğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin göç politikasının iyileştirilmesi gerekliliğinin ve göç olgusunun kamuoyunda tartışılması ihtiyacının altını çizmektedir. Türkiye’nin yakın gelecekte işgücü ihraç eden bir ülkeden işgücü ithal eden bir ülkeye kayacağına değinen Thomas Straubhaar ve

Page 15: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de İşbirliği için Yeni Öneriler 13

Seçil Paçacı Elitok, Türkiye ve Avrupa için kapsamlı ve ileri görüşlü bir göç politikası fikrini desteklemektedir.

Bu yayının derlenmesinde bizi desteklemiş olan herkese teşekkürlerimizi sunmak isteriz. Bu yayına ve konferansa fikirleriyle ve zamanlarıyla katkıda bulunan yazarlara teşekkür ederiz. Ahmet Evin’e ve onun Đstanbul Politikalar Merkezi’ndeki çalışkan ekibine gayretli ve değerli desteklerinden dolayı özellikle şükran borçluyuz. Değerli katkıları ve Türk araştırmacılar konusundaki tavsiyeleriyle Ahmet Evin bu sürecin ayrılmaz unsuru olmuştur. Ayrıca, bu yayının Đngilizce ve Türkçe tercümelerinin yayına hazırlanmasındaki çabalarından dolayı Barbara Serfozo ve Mehmet Beşikçi’ye, sayfa tasarımı ve grafikler konusundaki desteğinden dolayı da Dieter Dollacker’e teşekkür ederiz. Son ama elbette aynı derece önemli olarak, bu yayının hazırlık sürecinde değerli katkılarıyla bize destek olan ve bu giriş bölümüne katkıda bulunan Ruth Martens’e teşekkürlerimizi sunarız.

Sözü yazarlarımıza bırakmadan önce, AB ve Türkiye’nin Akdeniz’de sürdürülebilir bir kalkınmayı nasıl destekleyebileceğine dair burada öne sürülen tavsiyelerin bazılarını kısaca vurgulamamıza izin veriniz.

Bir bakışta kilit noktalar

Dönüşüm ortakları

• Avrupa ve Türkiye, Arap ülkelerindeki dönüşümü ve bölgesel çatışmaların çözümünü desteklemek amacıyla, kendi güçlü oldukları alanlarla uyumlu olarak hareket etmelidir. Avrupa çok-taraflı bir işbirliği için gerekli uzmanlık bilgisine ve müesses kurumsal çerçevelere (örneğin Avrupa Komşuluk Programı, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, Akdeniz için Birlik Projesi – UfM, genişleme politikası ve dönüşüm ortaklıkları) sahipken, Türkiye bölgede esnek ve güvenilir bir aktördür. Demokratikleşme ve kalkınma konusundaki kendi deneyimi sayesinde Türkiye komşuları için değerli bir ilham kaynağıdır.

• Đşbirliğine yönelik mevcut kurumlar (UfM), çeşitli aktörler arasındaki diyaloğu desteklemek ve kapasite inşasını hedefleyen önlemleri hayata geçirmek için güçlendirilmelidir.

Page 16: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

14 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

• Yatırımlar, serbest ticaret anlaşmaları ve gümrük birliğinin Güney Akdeniz ülkelerine doğru genişletilmesi, ekonomi ve göç politikalarını destekleyebilir.

• Resmi ya da hükümetler-arası anlaşmalara paralel olarak, ikinci yol diplomasisi sivil toplum işbirliğini beslemelidir.

• Bir ülkenin özel ihtiyaçlarına dikkat çekmek bölgesel STK'ların kapasitelerinin zorlanmamasına yardımcı olacaktır.

Çatışma çözümleri

• Avrupa ve Türkiye çifte standartlardan kaçınmalıdır: Güvenlikle ilgili ve ekonomik çıkarlar, öncelik sıralamasında insan hakları ve demokrasinin üzerinde olmamalıdır.

• Avrupa ve Türkiye, Ortadoğu çatışmasına ve Đran’ın nükleer programı konusundaki anlaşmazlığa barışçıl çözümler aramada çok daha kararlı olmalıdır.

• Arap Birliği gibi bölgesel aktörlerle işbirliği, hegemonik güçlerin bölgeye girmeye hazırlandığı yollu algılardan kaçınmak için elzemdir.

Akdeniz’de karşıdan karşıya göç

• Đslam ile Đslamcılığı birbirinden doğru bir şekilde ayırmak, sağlam temelli dış politikaların ve bütünleşme hakkında duyarlı tartışmaların teşvik edilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Yaygın bir biçimde kullanılan terimler üzerine derinlikli düşünmek, önyargıların ve aşırı sağcılığın kökleşmesiyle mücadele etmeye yardımcı olacaktır.

• Avrupa, katı savunmacı bir politika yerine, ortak, ileri görüşlü ve stratejik bir göç politikası tesis etmelidir.

• Dairesel göç politikaları ve hedef-odaklı göç politikası yasadışı göçü azaltabilir. Önemli bir transit ülke olarak Türkiye bu çabalarda hayati önemde bir rol oynayabilir.

Page 17: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Akdeniz’de İşbirliği için Yeni Öneriler 15

• Farklı ülkelerin kendilerine özgü ihtiyaçlarını daha iyi bir biçimde dikkate almak, bölgesel sivil toplum örgütlerinin (STK’lar) taşıyabileceklerinden fazla bir yükün altına girmesini önleyecektir.

• Göçmenlerin hedef ülkeleri, göçmenlere iyi bir eğitim çerçevesi sunmaktan fayda sağlayabilirler.

Page 18: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

16 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Page 19: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı 17

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı: “Fırsat” Gerçeğe Dönüşecek mi?

Nilgün Arısan Eralp

Hem Türkiye hem de Avrupa Birliği, Arap dünyasındaki sarsıntılı dönüşüm sürecine – her ne kadar biraz gecikmeyle de olsa – bir tepki verme ihtiyacını kabul etmelerine rağmen, henüz bölgeye yönelik ortak bir yaklaşım geliştirmemiştir; halbuki böyle bir yaklaşım, daha etkin, değer temelli ve ileriye yönelik bir strateji inşa etme fırsatı sunan bir alternatiftir (Soler i Lecha 2011: 27). Gerçekten de, gerek AB gerekse de Türkiye Arap dünyasındaki dönüşüm konusunda, ortak bir strateji geliştirmek şöyle dursun, hâlâ herhangi bir kurumsallaşmış diyalog süreci içine bile girmemiştir. Öte yandan, her iki aktörün de bölgeye yönelik yeni bir politika tasarlama hedefi doğrultusunda enerjilerini ve potansiyellerini birleştirerek birlikte hareket etme noktasında hem tarihsel bir sorumluluğu vardır, hem de bu hâlihazırda bir fırsat olarak belirmektedir. Arap dünyasındaki dönüşüm sadece bir yandan genişleme-sonrası AB’nin cazibesini ve dönüştürücü gücünü kontrol etmekle, diğer yandan ise Türkiye’nin AB ile ilişkisindeki dinamikleri değişikliğe uğratmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı yeni rolü de test edecektir (Krastev 2011: 1).

Türkiye’nin dönüşüm sürecindeki Arap ülkelerini desteklemek için kullanabileceği mevcut araçlar ve stratejiler

Türkiye’nin dönüşüm sürecindeki Arap ülkelerini desteklemeye yönelik hâlihazırdaki çabaları incelenirken, aslında stratejilere kıyasla araçların çok daha net algılanabilir bir konumda olduğu görülmektedir. Bu alanda hükümet davranışlarını yönlendiren başlıca etmenler içerisinde, ülkenin kendi bölgesinde yeni uygulamaya başladığı aktif dış politika ve “başkalarına örnek olma”

Page 20: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

18 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

yönünde giderek artan çabaları yer almaktadır. Rejime rehberlik eden niyetin bir “ilham kaynağı” işlevi görmek ya da bir “gösteriş etkisi” sunmak olduğu söylenebilir (Ülgen 2011b: 1).

Daniel Dombey’in 26 Şubat 2012 tarihli Financial Times’ta yayınlanan “Türkish Diplomacy: An Attentive Neighbor” [Türk Diplomasisi: Đlgi Gösteren Bir Komşu] başlıklı makalede işaret ettiği gibi, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun doksan sene önce yıkılışından bu yana Türkiye Ortadoğu ve ötesinde bu denli aktif bir rol oynamamıştı.” “Köklü bir değişim” olarak tarif edilen (Tocci ve Walker 2010: 1) bu aktif politika Türkiye’nin bölgesel bir arabulucu olarak giderek daha önemli bir rol oynamasıyla başlamış ve bunu, ekonomik ve ticari bağlantılarla ve Türkiye’ye yakın ülkelere yönelik serbest bir vize politikasıyla güçlendirilen diplomatik bir etkinlik izlemiştir (Soler i Lecha 2011: 27). Beyan olunan hedef, Türkiye ile Arap dünyası arasında daha geniş bir ekonomik bütünleşmeyi teşvik ederek istikrarlı ve müreffeh bir komşuluk geliştirmekti (Kirişçi 2011a: 43); bu doğrultuda insanların serbest dolaşımına da özel bir vurgu yapılıyordu.

Esas itibarıyla özerk olan bu dış politika bir dizi geniş uluslararası akım tarafından şekillenmektedir. Bunlar arasında, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve dünyada ortaya çıkan çok-kutupluluk, 11 Eylül’ün ardından yaşanan olaylar, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve sonra da boşaltması, küresel ekonomik sistemin kırılgan doğası, Türkiye’nin AB’ye üye bazı ülkeler tarafından Avrupa mimarisinden dışlanması ve sonrasında AB’ye tam üyelik müzakerelerinin duraklaması, son olarak da ABD etkisinin azalmasının bölgede yarattığı boşluk sayılabilir. Bütün bu etmenler Türkiye’nin jeo-politik konumunu yeniden tanımlamış ve dış politikasında bölgesel vurguyu arttırmıştır (Kardaş 2011: 34).

Bununla birlikte, Arap dünyasında son zamanlarda yaşanan dönüşümlerin ortaya çıkardığı ortamda, özellikle de çok-taraflı eylem ve yardımı gerektiren durumların (Libya ve Suriye örnekleri gibi) sayısının artmasıyla birlikte, mevcut koşullar özerk bir eyleme daha az olanak sağlar bir hale gelmiştir (Özel 2012: 4). Bu durum Türkiye’yi yeniden Batılı ortaklarına daha yakın bir konuma getirmektedir. Başta Đran ve Rusya örnekleri olmak üzere, bölgede etkisini arttırmak için yarışan aktörlerin sayısının artması bu yakınlaşmada önemli bir rol oynamaktadır.

Page 21: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı 19

Bu bağlamda, Türkiye Arap dünyasındaki değişime yönelik demokrasi yanlısı bir duruş benimsemiş olsa da, bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik netleşmiş bir stratejiye sahip değildir. Yine de, böylesi bir stratejinin yokluğunda bile, Türkiye belirsiz dönüşüm süreçleri içerisinde olan ülkeler için bir ilgi merkezi olmayı kesinlikle başarmıştır. Başka önemli etmenlerin de etkili olmakla birlikte, dinsel ve kültürel alanlardaki yakınlıklar bu konuda hayati bir rol oynamıştır.

Đstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından gerçekleştirilen ve 16 Ortadoğu ülkesini kapsayan yakın zamanlı bir anket çalışması, Türkiye’nin bölge insanlarının gözünde en yüksek itibara sahip ülke olduğunu ortaya koymuştur (Akgün and Gündoğar 2012: 21). Đlginç olan, ankete katılanların Türkiye’nin bölge için bir model, bölgenin gelecekteki ekonomik lideri ve barışa en çok katkı yapan ülke olduğunu söylemeleridir; Türkiye’nin Müslüman kimliğiyse, demokratik rejimi ve işleyen ekonomisi olgularının ardından ancak üçüncü en önemli etmen olabilmiştir.

Türkiye’nin “gösteri etkisi”, serbest vize politikasının da eşlik ettiği liberal ticaret politikaları ve ekonomik performansı üzerinden işlemektedir (Kirişçi 2011: 46). Öte yandan, “Arap Baharı’nın da itici gücü olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması gibi temel değerleri tam olarak hayata geçirebilen ve ağırlıklı olarak Müslüman bir nüfusa sahip bir ülke” olmanın hayati bir rol oynadığı açıktır (Verheugen 2012: 3). Türkiye bu değerlerin kendi ülkesi içinde tesis edilmesini önemli ölçüde AB’ye tam üyelik sürecine borçludur; bu süreç ülkenin son yıllardaki siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümünde önemli bir hızlandırıcı işlevi görmüştür.

Dolayısıyla, Türkiye’nin bölgedeki cazibesi önemli bir araçtır ve bu cazibenin oluşumunda, ülkenin kendi ekonomik performansı ve siyasi modelinin yanı sıra AB’ye tam üyelik süreci önemli bir rol oynamıştır. Bu cazibeyi bölge içerisinde siyasi bir etki gücüne dönüştürmek için, Türkiye siyasi reform, ekonomik reform ve kurumsal yapılanma gibi alanlardaki deneyimini paylaşmak zorundadır; böylece bölgedeki ekonomik büyüme ve sürdürülebilir demokratikleşme sürecine katkıda bulunacaktır.

Page 22: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

20 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

AB ve Türkiye hangi alanlarda işbirliği yapabilir?

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da demokratik reform ve ekonomik modernleşmenin geliştirilmesi konusunda Avrupa Birliği uzun bir zamandan beri uğraş vermektedir. Bunu genellikle, iki taraflı ortaklık anlaşmaları biçimindeki bölgesel işbirliği ve ticari liberalleşme çabalarına girerek yapmaktadır. Bölgesel hedeflerini gerçekleştirmede büyük ölçüde başarısızlığa uğramış olmasına rağmen, AB normlarının ve uygulamalarının Akdeniz’de tesis edilmesinin AB ile bölge ülkeleri arasındaki kayda değer ekonomik ve siyasi uçurumu azaltabileceğine yönelik inanç AB’yi motive etmektedir (Soler i Lecha 2011: 27).

Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın (EMP) kurulduğu 1995 yılından bu yana AB, Akdeniz bölgesine yönelik bir dizi özgül politikayı hayata geçirmiştir; ama bunlar AB projesinin kendisine benzer politikalar içermemiştir.

1995’te EMP’nin kuruluşundan 2004 yılında Akdeniz ülkelerinin Avrupa Komşuluk Politikası’na (ENP) dahil edilmesine ve 2008 yılında EMP’nin yerini almak üzere Akdeniz için Birlik Projesi’nin (UfM) ortaya çıkışına kadar, hatta 2011 yılındaki “Güney Akdeniz ile Demokrasi ve Refah Ortaklığı” örneğinde, Avrupa Birliği Akdeniz’deki ortaklarıyla ilişkiler için başarılı bir çerçeve ve strateji bulmak için uğraşmıştır. Çeşitli çabaların birçok açıdan birbirini tamamlamasına çalışılmıştır: Örneğin, ENP AB’nin her bir ortakla kurduğu iki taraflı ilişkilere odaklanırken, EMP ve onun yerini alan UfM bütün ülkelerin birbirleriyle buluşabilecekleri forumlar sağlamıştır.

Ne yazık ki, bu politikalar, gelir ve demokratik yönetişim alanlarında bölgeyle Avrupa Birliği arasındaki derin uçurumu başarılı bir şekilde kapatamamıştır. Aslında, bu politikalar otoriter rejimleri daha da güçlendirmeye hizmet etmiş (Grant 2011: 1), bu ise AB’nin bölgede itibar kaybetmesine yol açmıştır. Akdeniz için Birlik Projesi (UfM) ve onun yerini aldığı Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın (EMP) başlıca zayıflığı odak noktalarının devletler ya da hükümetler olması, buna karşın özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin gelişimine daha az vurgu yapmalarıdır. Öte yandan, Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) demokrasi, insan hakları ya da hukukun üstünlüğünün geliştirilmesine kayda değer bir vurgu yapmaktan ziyade, büyük ölçüde ekonomik ortamı iyileştirmeye odaklanmıştır.

Page 23: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı 21

Bunun sonucunda Avrupa Birliği, mevcut koşullara daha iyi uyum sağlayan bir bölgesel politikanın oluşturulmasına yönelik olarak, bir yandan koşulluluk ölçütlerini daha katı bir seviyeye çıkarırken, bir yandan da “para, piyasalar ve hareketlilik” konularında daha fazla şey sunması gerektiğine karar vermiştir (Grant 2011: 2).

Geçmişteki bütün bu zayıflıklar hesaba katıldığında, Arap dünyasındaki dönüşüme Avrupa Birliği 2011 yılında oluşturulan “Güney Akdeniz ile Demokrasi ve Refah Ortaklığı” ile tepki vermiştir. Bu program, hem yüz yüze ilişkiler yoluyla demokratik dönüşüme ve kurumsal yapılanmaya, hem de eğitim ve sağlık sistemlerinin iyileştirilmesi yoluyla kentsel ve kırsal kalkınmaya vurgu yapmaktadır. Đlgilenilen diğer alanlar arasında temel özgürlüklerin korunması, anayasa ve hukuk reformu ve yolsuzlukla mücadele yer almaktadır (Schumacher 2011: 109). Bu hedeflerin hayata geçirilmesi konusunda benimsenen yaklaşım, “çok çaba harcayana daha çok, az çaba harcayana daha az” şeklinde ifade edilmiştir; bunun anlamı, yardımların demokrasi ve insan hakları alanlarındaki performans ölçüsünde sağlanmasıdır. Başka bir deyişle, geçmişte yapılandan farklı olarak, AB bu defa yardımları katı bir koşulluluk ilkesine tâbi tutmayı hedeflemektedir.

Zayıflıklarına karşın, AB’nin hâlihazırdaki en büyük varlığı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesine dair, daha önceki yıllarda izlediği politikalar yoluyla edindiği zengin uzmanlık bilgisidir. Bu politikaların AB’nin Türkiye’nin sahip olmadığı finansal ve kurumsal kaynaklar edinmesine olanak sağladığı konusunda yaygın bir konsensüs mevcuttur. Buna karşın Türkiye de Arap kamuoyunda, AB’nin son on beş-yirmi yıl içinde yitirdiği bir popülerliğe sahiptir. Dolayısıyla, AB ile Türkiye’nin güçlü yönlerini birleştirmeleri akıllıca olacaktır, zira kendi ortak komşuluk bölgelerinde hem ekonomik kalkınmayı hem de daha geniş bir sürdürülebilir kalkınma örüntüsünü desteklemek her iki tarafın da çıkarınadır. Bu her iki tarafa da, bölgede işleyen bir işbirliğini inşa edebilecekleri bir temel sunacaktır.

Avrupa Birliği’nin kendisi Arap dünyasında siyasi bir model olarak görülmese de, Avrupalı ya da evrensel değerler Türkiye’nin bir ilham kaynağı haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Arap protestocular Avrupa toplumlarını taklit edilecek bir model olarak görmemektedir, ama başkaldırılar esnasında, demokrasi, özgürlük ve yolsuzluğa son verme gibi Avrupalı önemli

Page 24: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

22 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

değerlere ve normlara saygı gösterilmesini talep etmişlerdir; bu değer ve normların hepsi AB’ye tam üyelik sürecinde Türkiye’de belli bir ölçüde tesis edilmiştir. Bunlar aynı zamanda Avrupa Birliği’nin uzun zamandan beri bu ülkelerde kurumsallaştırmaya çalıştığı normlardır. AB’nin bölgeye yönelik yeni stratejik yaklaşımındaki öncelikli ilgi alanları – özellikle temel özgürlüklerin korunması, anayasa ve hukuk reformu – yine AB’ye tam üyelik süreci sayesinde uzun zamandan beri Türkiye’nin kendi dönüşüm sürecinin önemli bileşenleri olmuştur. Bu nedenle, Türkiye’nin bölgedeki cazibesi Avrupa’nın “güvenilirlik açığı”nı kapatma potansiyeli sunmaktadır (Soler i Lecha 2011: 27).

Yukarıda değinilmiş olan TESEV anketinde, katılımcılara Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasının genel olarak bölgede AB’ye fayda sağlayıp sağlamayacağı sorulmuştur. Katılımcıların yüzde altmışı Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’nin bölgesel rolü üzerinde olumlu bir etki yapacağını söylemiştir (Akgün and Gündoğar 2012: 22). Đşte bu yüzden, AB ile Türkiye arasındaki işbirliğinin Arap dünyasında olumlu bir siyasi ve ekonomik dönüşüm yaratma potansiyeli var görünmektedir; bu bilhassa, taraflar toplumsal tabanda kapasite oluşturmayı hedefleyen projeler geliştirerek Arap ülkelerindeki reformcu güçleri kuvvetlendirebilirse geçerlidir. Türkiye’nin iş çevreleri ve sivil toplumu bu hedefi gerçekleştirme yolunda araçsal bir rol oynayabilir. Ortak bir strateji ya da hatta mesele hakkında işleyen bir diyalog sürecinin tesis edilmesine dair henüz ortada hiçbir belirti olmamasına rağmen, bölgeye yönelik dış politikalarında AB ve Türkiye’nin daha yakın bir biçimde işbirliği yapmaya yönelik beyan ettikleri isteklilik bu anlamda umut vericidir.

Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik ve siyasi dönüşüm süreci AB normlarının bölgede tesisi için çok iyi bir vitrin sunmakla birlikte, ülkenin AB ile gerçekleştirdiği gümrük birliği de faydalı olabilir (Ülgen, Ekim 2011: 2). Eğer bu deneyim bir bütün olarak bölgeye yayılabilir ve AB’nin tek tek Arap ülkeleriyle yapmış olduğu serbest ticaret anlaşmalarının yerini alabilirse, siyasi dönüşümün yanı sıra çokça ihtiyaç duyulan ekonomik büyümeyi de tetikleyebilecek bir ekonomik bütünleşme sürecini başlatabilir.

Page 25: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı 23

Başarılı bir ortaklığın önündeki muhtemel engeller

Arap dünyasına yönelik stratejik bir AB-Türkiye ortaklığı beklentisinin sürdürülebilir demokratikleşme ve ekonomik büyümeyi harekete geçirmek için güçlü bir potansiyel taşımasına rağmen, böylesi bir işbirliğinin önünde AB’den, Türkiye’den ve/ya iki taraf arasındaki ilişkilerden kaynaklanan önemli engeller bulunmaktadır.

Avro krizi, Birliğin ekonomik ve finansal temellerine yönelik sürekli tehditler ve Schengen sisteminin çökme olasılığı (Soler i Lecha 2011: 29) gibi AB’nin kendi iç sorunları, Türkiye ile AB arasında başka koşullarda başarılı olabilecek bir ortaklığa engel olabilir. AB’nin finansal krizi Arap dünyasına yönelik yeni politikalara tahsis edilen para miktarını kolayca kısıtlayabilir. Öte yandan, yasadışı göçmen sayısında devasa bir artış riski (ki böyle bir risk zaten mevcuttur) ve Đslami köktendincilik hayaleti Avrupa kamuoyunda Arap dünyasına daha fazla AB desteği sağlanmasına yönelik kolayca yaygın itirazlara yol açabilir.

AB ile Türkiye arasında etkin bir ortaklığın önündeki bir diğer olası engel AB’nin dış politika kurgusundaki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Birçok meselede AB ülkeleri arasında konsensüs bulunmamaktadır ve bu durum ortak bir stratejiye ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Üye devletlerin politikaları arasında etkin bir eşgüdüm sağlanmadığı sürece, Türkiye ile herhangi bir üye devlet arasındaki iki taraflı sorunlar daha geniş anlamda Avrupa Birliği’yle Türkiye arasındaki Arap dünyasına yönelik ortak eylemin temelini zayıflatabilir.

Bir ilham kaynağı olarak Türkiye’nin kırılganlığı AB ile Türkiye arasında herhangi bir ortaklığın önünde ciddi bir engele dönüşebilecek bir diğer etmendir. Bu kırılganlık hem Türkiye’nin kendi içindeki siyasi reform sürecinin yavaşlamasından, hem de ekonomik performansındaki istikrarsızlıktan ileri gelmektedir. Türk demokratikleşmesi hâlâ devam etmekte olan bir çalışmadır ve başta temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü alanlarında olmak üzere son yıllarda ciddi gerilemeler yaşamıştır. Bu durum sürekli hale gelirse ülkenin bölgedeki dönüştürücü gücünü ciddi bir biçimde zayıflatabilir. Ayrıca, Türk ekonomisinin gerek yükselen petrol fiyatları karşısındaki hassasiyeti gerekse de AB ekonomilerinin performansına bağımlılığı, zor dönüşüm süreci esnasında

Page 26: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

24 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye’nin Arap ülkelerini destekleme yeteneğinde risk faktörleri içermektedir.

Türkiye’nin kırılgan demokratikleşme süreci, ülkenin birkaç yıldır duraklama konumundaki AB’ye tam üyelik süreciyle yakından bağlantılıdır. Đlkesel olarak, tam üyelik müzakerelerinin başlaması geri dönülemez bir sürecin başlangıcını oluşturmaktadır ve bu süreçte aday ülkenin tam üyelik beklentileri zamanla aşama aşama daha fazla netleşmektedir. Ancak, durum Türkiye için böyle olmamıştır (Arısan Eralp 2011: 1), zira müzakere başlıklarının yarısı siyasi nedenlerden dolayı tıkanmıştır. Türkiye’nin altı yıldan daha uzun bir zamandan beri tam üyelik müzakerelerine dahil olmasına rağmen, AB’ye katılım meselesi ülkede neredeyse önemini yitirmiştir ve bugün tam üyelik tartışması iç dönüşüm süreçleri üzerinde çok az bir etkide bulunmaktadır. “Tam üyelik müzakerelerinde bir iyileşme yaşanmadığı ya da en azından AB Türkiye’ye vize serbestliği sağlama konusunda adım atmadığı sürece” (Soler i Lecha 2011: 29) bu durum Avrupa Birliği’yle dış politika alanındaki işbirliğinin karşısındaki en ciddi riski oluşturmaktadır.

Daha geniş bir çerçevede ise Türkiye, Avrupa Birliği’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik önceki politikalarının hatasını tekrarlamaktan kaçınmaya çalışmalıdır; AB’nin o politikaları, Avrupa’nın değerlerini mi çıkarlarını mı muhafaza etmek gerektiği arasında bölünmüş ve “para, piyasalar ve hareketlilik” vaatlerini yerine getirmede nihai olarak başarısız olmuştur. Charles Grant’ın da işaret ettiği gibi, “birçok AB lideri Avrupa’nın değerleriyle çıkarları arasında kaçınılmaz bir ikilem algılamış ve ikincisine öncelik vermeyi seçmiştir” (Grant 2011: 1). Türkiye bu tuzağa düşmekten kaçınmalı ve diğer ülkeler üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan bir süper güç gibi davranmaktan uzak durmalıdır. Böyle bir davranışın komşulara Türkiye’nin imparatorluk geçmişinin olumsuz mirasını hatırlatma olasılığı vardır (Verheugen 2012: 3). Bunu yapmaktansa, başkalarına yardım sunan, en iyi pratiklerini paylaşan ve yönlendirme sağlayan bir ilham kaynağı işlevi görerek önemli bir rol oynayabilir.

Page 27: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye ile AB Arasında “Dönüşümcü Bir Ortaklık” Olasılığı 25

Đleriye bakmak

Arap dünyasındaki dönüşüm ekonomik olarak müreffeh ve demokratik ülkeler yaratma istikametinde ilerledikçe, bu sürece yardım etmenin en iyi yolunun ulus-aşırı işbirliği olduğu giderek daha açık hale gelmektedir (Bishara 2012: 19). Gerek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki dönüşümün karmaşık ve belirsiz doğası, gerekse de söz konusu fırsatların genişliği göz önüne alındığında, hem Türkiye hem de Avrupa Birliği bölgede insan haklarına saygının onarılmasına, sürdürülebilir bir demokratikleşme sürecine ve ekonomik büyümeye yardımcı olma yönünde bir sorumluluk hissetmektedir. AB ile Türkiye arasında başarılı bir bölgesel politika ortaklığı her iki tarafın da konumunu güçlendirecektir. Bununla birlikte, böylesi bir ortaklığın altında yatan önemli potansiyel ancak taraflar arasında diyalog kurumsallaştırılırsa gerçeğe dönüştürülebilir. Eğer bu yapılamazsa, her iki taraf da “bölgede sorunlarla doğrudan ilgili bir aktör olmakla yerel ve bölgesel siyasi gelişmelerin altında ezilen basit bir seyirci olmak arasında sıkışıp kalacaktır” (Schumacher 2011: 108).

Kaynakça

Akgün, Mensur and Sabiha Senyücel Gündoğar. “The Perception of Turkey in the Middle East 2011.” Istanbul: TESEV Foreign Policy Program. February 2012. http://www.tesev.org.tr/Upload/Publication/8df416b2-6026-4af7-bbc9-ba90954e7b3b/Perception%20of%20Turkey%202011_IIBASIM.pdf

Arısan Eralp, Nilgün. “Turkey-EU Relations: Has It Become a Hopeless Case?” Istanbul: TEPAV, 2011. http://www.tepav.org.tr/upload/files/1319437760-0.Turkey_____EU_Relations_Has_It_Become_a_Hopeless_Case.pdf

Bishara, Marwan. The Invisible Arab. New York: Nation Books, 2012.

Grant, Charles. “A New Neighbourhood Policy for the EU.” Londra: Centre for European Reform, 2011. http://www.cer.org.uk/publications/archive/policy-brief/2011/new-neighbourhood-policy-eu

Kardaş, Şaban. “Turkish-American relations in the 2000s: Revisiting the Basic Parameters of Partnership?” Perceptions 16 (3): 25–52, 2011.

Page 28: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

26 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kirişci, Kemal. “Comparing the Neighborhood Policies of Turkey and the EU in the Mediterranean.” In Turkey: Reluctant Mediterranean Partner, edited by Natalie Tocci, Meliha Altunisik and Kemal Kirişci. Washington, D.C.: German Marshall Fund, Mediterranean Paper Series, February 2011a: 23–46.

-------. “Turkey‟s Demonstrative Effect and the Transformation of the Middle East.” Insight Turkey 13 (2): 33–55, 2011b

Krastev, Ivan. “Arab revolutions, Turkey’s dilemmas: zero chance for zero problems.” Open Democracy. 2011. http://www.opendemocracy.net/ivan-krastev/arab-revolutions-turkey%E2%80%99s-dilemmas-zero-chance-for-zero-problems

Özel, Soli. “Waves, Ways and Historical Turns: Turkey’s Strategic Quest.” Washington, D.C.: German Marshall Fund, 2012. http://www.gmfus.org/archives/waves-ways-and-historical-turns-turkeys-strategic-quest

Schumacher, Tobias. “The EU and the Arab Spring: Between Spectatorship and Actorness.” Insight Turkey 13 (3): 107–119, 2011.

Soler i Lecha, Eduard. “The EU, Turkey, and the Arab Spring: From Parallel Approaches to a Joint Strategy?” Turkey and the Arab Spring: Implications for Turkish Foreign Policy From a Transatlantic Perspective içinde, yayına hazırlayan Nathalie Tocci, Ömer Taşpınar vd. Washington, D.C.: German Marshall Fund Mediterranean Paper Series, 2011: 25–34.

TESEV Foreign Policy Program. The Perception of Turkey in the Middle East, Ocak 2012. http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/DPT/OD/YYN/Perception_of_Turkey_2011.pdf

Tocci, Natalie and Joshua Walker. “The Sea Change in Turkey’s Middle Eastern Policy.” Open Democracy. 2010. http://www.opendemocracy.net/opensecurity/nathalie-tocci-joshua-walker/sea-change-in-turkeys-middle-eastern-policy

Ülgen, Sinan. “A Faster, Better Route to Economic Integration Across The Mediterranean.” Brüksel: Carnegie International Economic Bulletin, 13 Ekim 2011a.

-------. “From Inspiration to Aspiration. Turkey in the New Middle East.” Brüksel: Carnegie Europe, The Carnegie Papers, Aralık 2011b.

Verheugen, Günter. “Meeting the Geopolitical Challenges of the Arab Spring : A Call for a joint EU-Turkish Agenda.” TEPAV: International Policy and Leadership Institute, Turkey Policy Brief Series, 2012. http://www.tepav.org.tr/upload/files/1328002464-9.Meeting_the_Geopolitical_Challenges_of_the_Arab_Spring_A_Call_for_a_joint_EU_Turkish_Agenda.pdf.

Page 29: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Sınırları Aşmak mı, İçe Kapanık Bir Birlik Olmak mı? 27

Sınırları Aşmak mı, Đçe Kapanık Bir Birlik Olmak mı? Avro Krizi ve Avrupa Birliği’nin Güney Komşularıyla Đlişkileri

Almut Möller

Arap uyanışında bir buçuk seneyi doldururken, Avrupa Birliği üstesinden gelinmesi gereken iki zorlukla karşı karşıyadır. Birinci zorluk Avrupa Birliği’nin kendisiyle ilgilidir: Finansal, ekonomik ve kamu borçları krizlerinin yanı sıra, bir dizi AB üye ülkesinin rekabet gücünü kaybetmesi, hem kendi yurttaşları hem de potansiyel yeni üyeler için Avrupa Birliği’nin refahının, ekonomik ve sosyal uyumunun, hatta cazibesinin sorgulanmaya başlamasına yol açmıştır.

Avrupa Birliği’nin karşısındaki ikinci zorluk, Arap uyanışının ve Güney Akdeniz’deki değişen siyasi manzaranın ortaya koymuş olduğu dış kaynaklı bir zorluktur. 2011 yılının ilk aylarından bu yana, AB ülkeleri güney komşularında ortaya çıkmakta olan yeni bir düzenle karşı karşıyadır ve bu düzen, en azından şimdilik, pek de “düzenli” bir görünüm sunmamaktadır.

Bu yazıda bu zorluklar arasındaki bağlantıyı inceleyeceğim ve Avrupa Birliği’nin içsel durumunun güney komşularıyla dış ilişkileri üzerinde nasıl bir etkide bulunduğunu çözümleyeceğim. Gerek içsel gerekse de dışsal zorlukların bir yandan büyük bir belirsizlik ve hatta riske yol açarken, diğer yandan da Avrupa Birliği’nin komşularıyla ilişkilerinde gerçek anlamda bir yenilenme – AB’nin yurttaşlarına verdiği barış ve refah sözünü yerine getirmeye devam etmesine yardım edebilecek bir yenilenme – için fırsatlar sunduğunu savunacağım.

Avro Krizinin AB’nin Đç Uyumu Üzerindeki Etkisi: “Đki Vitesli” Yeni Bir Avrupa’ya Doğru

Bu yazının kaleme alındığı 2012 yılının baharında, Yunanistan ve diğer Avro-bölgesi ülkelerindeki kamu borçları krizinin akut belirtilerinin başarılı bir

Page 30: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

28 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

biçimde ele alındığına dair AB başkentlerinde ihtiyatlı bir iyimserlik mevcuttur. Acil kriz meselelerinin ele alınmasından başka, AB ülkeleri yaygın bir biçimde (her ne kadar herkes aynı fikirde olmasa da), krizin altında yatan ana nedenlerden biri olarak düşünülen kamu borçlarının gelecekte birikimini sınırlamayı amaçlayan mevcut kuralların takviye edilmesi ve yeni kuralların tesis edilmesi üzerinde anlaşmıştır

Bununla birlikte, iki yıllık büyük sıkıntı döneminden sonra bile, AB ve üye ülkeler kriz durumundan “normallik” durumuna öyle kolayca geçememektedir. Son iki yıldır en çok zikredilen kelime tasarruftu; ama şimdilerde aşılması gereken engel ise büyümenin, yeni istihdam alanlarının ve rekabet gücünün yeniden tesis edilmesidir. Gerçekleştirilmeyi bekleyen bu hedefle ilgili olarak birkaç soru öne çıkmaktadır: AB’ye üye ülkeler, yeni ortaya çıkan güçlerin giderek daha fazla belirleyici olduğu küreselleşmiş bir dünyada Avrupa Birliği’nin yeniden başarılı bir rekabetçi güç durumuna gelebilmesi için onu nasıl güçlendirebilirler? “Avrupa modeli” olarak bilinen model – toplumsal uyumu ve çevresel sürdürülebilirliği hedefleyen bilgi temelli ekonomiler – hâlâ makul bir hedef midir? Krizin en şiddetli safhası artık geride kalmış görünmektedir ve bu temel meseleler ele alınmayı beklemektedir.

Krize verilen yanıtın “Daha az değil daha fazla Avrupa!” olmasına rağmen, AB’ye üye ulus-devletler ulusaşırı düzeydeki ekonomik ve toplumsal işlerde kendi yetki alanlarından daha fazla feragat etme ya da bunları paylaşma konusunda tereddütlü kalmaya devam etmektedir. Ayrıca, kriz esnasında Avrupa Birliği içindeki merkezkaç kuvvetler güçlenmiştir. 2012 yılının Mart ayında benimsenen yeni “Ekonomik ve Parasal Birlikte Đstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Antlaşması”nı imzalamamaya karar veren Birleşik Krallık ve Çek Cumhuriyeti – ki Birleşik Krallık AB’ye üye ülkeleri Lizbon Antlaşması dışında bir yasal çözüme bile zorlamaktadır – bunun en canlı örneğidirler ve ayrıca tek örnek de değildirler. Avrupa Birliği içerisinde Avrupa-şüpheciliği (euroskepticism) yükseliştedir ve AB karşıtı kampanyalar rağbet görmeye başlamıştır.

27 üyeden oluşan Avrupa Birliği’nin, yönetilebilirliğin sınırlarına dayanıp dayanmadığını sormak yanlış olmaz. Birliğin dümenini kontrol etmenin gelecekte çok daha zor olacağına şüphe yoktur. Đşte bu arkaplan üzerinde, Avro-bölgesi içindeki 17 üye kendi başlarına hareket etmeye karar vermiş ve

Page 31: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Sınırları Aşmak mı, İçe Kapanık Bir Birlik Olmak mı? 29

2011 sonbaharında da “gerçek” bir mali birliğe doğru yönelme konusunda fikir birliğine varmıştır. Hâlihazırda bu doğrultuda atılmakta olan adımlar oldukça ürkek gözükmektedir, ama bu adımlar önümüzdeki yıllarda gerçekleştirilecek başka eylemler için bir rota belirleyecektir. Avro-bölgesi, krizin baskısı altında, doğru çalışmayan ekonomik ve parasal birliğini tamamlaya yönelik adımları nihayet atmaya başlamıştır.

Avro-bölgesi dışındaki sekiz üye, Avro-bölgesi “merkezine” ellerinden geldiği kadar yakın durmak istediklerini açıklamıştır. Ama bu beyan, asıl meselenin Avro-bölgesinin “içinde” mi “dışında” mı yer alındığı gerçeğini maskelemeye yetmemektedir. Gelecekte Avro-bölgesi içindeki yeni yönetişim biçimleri etkilerini hissettirmeye başladığı zaman, bu gerçek daha da belirleyici olacaktır. Bunun bir sonucu olarak, Avro-bölgesinin “merkezi” ile “çevresi”, “içindekileri” ile “dışındakileri” arasındaki mesafenin giderek daha da açılma riski mevcuttur.

27 üyeli Avrupa Birliği senkron eksikliği sorunuyla ne dereceye kadar başa çıkabilir? Bu gelişmenin 27 üyelik AB’nin iç uyumu için aşılması gereken bir zorluk teşkil edeceği açıktır. Ancak, iki vitesli Avrupa beklentisi, Avrupa Birliği ve komşuları arasındaki ilişkiler açısından o kadar da kötü bir şey olmayabilir. AB içerisinde daha gevşek bir çevre/periferi, Birliğin dışsal çevresi/periferisi için yeni fırsatlar yaratabilir.

Aslında iki vitesli bir AB komşu ülkeleriyle, 27 üyeli AB’nin hâlihazırda elinden gelenden çok daha becerikli bir biçimde ilişki kurabilir. Çünkü söz konusu komşular, özünde ortak pazar tarafından tanımlanan daha geniş bir Avrupa Birliği’nin daha kolay bir biçimde parçası olabilirler. Öte yandan, pek çok şey önümüzdeki yıllarda krize bir tepki olarak AB’nin içe kapanma politikasına devam mı edeceğine, yoksa bunun yerine, değişen güney komşularını daha yakın bir işbirliğini hedefleyen yeni fikirlerle kucaklamak mı isteyeceğine bağlıdır.

Page 32: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

30 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Tasarruf Zamanlarında Dış Đlişkiler: Çok Daha Đçe Kapanık Bir Birlik mi?

Kriz Avrupa Birliği’nin dış politikasını nasıl etkileyecek? Öncelikle, Birlik son iki yılda, sadece kendi yurttaşları arasında değil, komşuları ve dünyanın gözünde de inanılırlığından ve cazibesinden çok şey kaybetmiştir. Avrupa Birliği bir zamanlar gerek sınırlarının içinde gerekse de dışında büyük bir ilgi merkeziydi; ayrıca, onunla komşuluk ilişkileri geliştirme beklentisi – ya da Türkiye örneğinde olduğu gibi Birliğe üye olma umudu – güney komşularındaki birçok lider ve yurttaş için çok şey ifade eden bir politika teklifiydi.

Bugün ise, birçok kişi Avrupa Birliği’ni artık vadesini doldurmuş, büyüyen iç uçurumlar ve yetersiz kalan kurumlar tarafından parçalanmış bir yapı olarak tarif etmektedir. Komşu Arap ülkelerinde, önceden muhalefette olan birçok güç AB’yi, istikrarla ilgili çıkarlarına öncelik verip daha önce ifade etmiş olduğu değerlerini göz ardı etmekle, eski rejimlerle işbirliği yapmak ve dolayısıyla da o rejimlerin gücünü sürekli kılmakla suçlamaktadır.

Avrupa’nın dış politikası hâlihazırda bu algı çerçevesi içerisinde işlemek durumundadır. Gerçekten de, bu dış politikanın etkileri AB’nin dış eylemliliğinin etki alanını daha şimdiden sınırlamaya başlamıştır (Avrupa Dış Đlişkiler Konseyi tarafından yayınlanan 2012 yılı Avrupa Dış Politika Karnesi’ndeki bulgulara bakınız.)

Ayrıca, AB üyeleri tarafından ancak son zamanlarda yüksek öncelikli bir hedef olarak ilan edilen AB’nin dış politikasını güçlendirmeye dönük çabalar ivmesini kaybetmiştir. AB hükümetleri ağırlıklı olarak ekonomik ve finansal sorunlara odaklanmaktadır; dış politika radar menzilinden neredeyse çıkmıştır. Elbette bu, AB üyelerinin hepsinin birden şu anda bir dış politika eksikliği sorunu olduğu demek değildir. Ancak, Lizbon Antlaşması’nın vaatlerine rağmen, ortak AB yaklaşımlarını güçlendirmeye yönelik enerji birçok AB başkentinde dinamizmini kaybetmiştir.

Almanya’nın Mart 2011’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde askeri harekâta karşı çıkışının karmaşıklaştırdığı AB üyelerinin Libya’ya müdahalesi meselesi, buna güzel bir örnektir. Bir başka örnek olarak da, Lizbon Antlaşması’nda ifade edilen dış politika ve güvenlik araçlarını daha fazla

Page 33: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Sınırları Aşmak mı, İçe Kapanık Bir Birlik Olmak mı? 31

geliştirmeye (örneğin, daimi olarak yapısallaştırılmış işbirliğine girme) yönelik tereddüt ya da yeni oluşturulmuş Avrupa Dış Eylem Servisi’nden faydalanma konusunda aşikâr olan uzak görüşlülük eksikliği zikredilebilir. AB’nin dış politikası söz konusu olduğunda, AB hükümetlerinin hayal gücü hâlihazırda oldukça zayıf görünmektedir. Hâlbuki içinden geçtiğimiz bu dönem, yeni ve büyük ölçüde de belirsiz bir geleceğe doğru geçiş sürecine giren AB’nin güney komşuları meselesinde tam da yaratıcı düşünceye ihtiyaç duyulan bir zaman dilimidir.

Avro krizinin kaldırdığı tozun dağılması ve AB hükümetlerinin Birliğe ait bir dış politikaya yeniden daha fazla zaman ve enerji ayırması sadece bir zaman sorunu mudur? Ne yazık ki bundan emin olmak pek mümkün değildir. Krizden en çok etkilenen ve ciddi bütçe kesintileri yapmaya başlayan ülkeler sadece Avro-bölgesi ülkeleri değildir. Avrupa Birliği’ndeki bütün devletlerde, gelecekte dış politika ve savunma meselelerine harcanacak daha az para olacağı anlamına gelen tasarruf tedbirleri benimsenmiştir. Bu gelişme bir yandan gerçekten de AB düzeyinde daha az değil daha fazla işbirliğinin olmasını gerektirecektir; ama diğer yandan, politika açısından bakıldığında, AB hükümetleri üzerindeki işbirliğine yönelik baskı henüz ulusal kesintileri telafi etmeye yetecek düzeye ulaşmamıştır.

Şurası açık ki, bu gelişme, AB’nin güney komşularına yönelik dış ve güvenlik politikası açısından umut verici değildir. Örneğin, eğer güney komşularda Libya benzeri bir başka senaryo ortaya çıkarsa, AB ülkeleri şu anki koşullarda kendi başlarına bir askeri müdahale planı yapma ve bunu uygulamaya geçirme yeteneğine sahip değildirler. Bundan daha da önemli olan, böyle bir şeyi büyük olasılıkla gelecekte de yapma yeteneğine sahip olmayacaklarıdır. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerine müdahil olma meselesinde artık çok daha seçici bir tutum benimsemiştir. AB’nin Türkiye’yle olan güvenlik ilişkisi dikkate değer bir potansiyel barındırmaya devam etmektedir, ama bu ilişki henüz uygun bir başlangıç yapabilmiş değildir.

Avrupa Birliği güney komşularıyla yakın ilişkiler geliştirme konusunda, ulusal hükümetlerden ziyade büyük ölçüde AB kurumları – bilhassa Avrupa Komisyonu ve Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) – tarafından uygulamaya geçirilen bir dizi özgül dış politika aracına başvurmuştur. Bunlar, genişleme politikası (Türkiye örneği), tek tek ülkeler bazında Avrupa Komşuluk Politikası

Page 34: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

32 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

(Cezayir, Mısır, Đsrail, Ürdün, Lübnan, Libya, Fas, Đşgal Altındaki Filistin Toprakları, Suriye ve Tunus’u kapsamaktadır) ve Barselona Süreci/Akdeniz için Birlik Projesi’ni (UfM) içermekteydi.

Bununla birlikte, bu politika yaklaşımlarından hiçbiri şu ana değin kayda değer bir başarı sağlamamıştır. Gerek AB gerekse de Türkiye içindeki bir dizi nedenden dolayı Türkiye’nin AB üyeliği beklentileri üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 yılı Ekim ayından bu yana oldukça çarpıcı bir biçimde değişmiştir. Arap uyanışına bir tepki olarak Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) 2011 yılında gözden geçirilmiştir (Avrupa Komisyonu Yüksek Temsilcisi’nin ortak iletişim birimin 8 Mart 2011 tarihli “Güney Akdeniz’le Demokrasi ve Refah Paylaşımı Ortaklığı” ve 25 Mayıs 2011 tarihli “Değişen Komşularla Đlişkilere Yeni Bir Yaklaşım” başlıklı belgelerine bakınız.) Bu belgelere göre, Avrupa Birliği güneye yönelik Avrupa Komşuluk Politikasını üç “M” üzerine odaklamak istemektedir: money (para), mobility (hareketlilik) ve markets (piyasalar). (Arap uyanışlarının ardından AB tarafından alınan önlemlerin kapsamlı bir değerlendirmesi için bakınız “AB’nin Arap ‘Baharı’na Tepkisi”, MEMO 11/918, 16 Aralık 2011).

Ancak, Avrupa Birliği güney komşuları için yaptığı harcamaların, verdiği borçların ve gerçekleştirdiği yatırımların genel düzeyini 2011’den bu yana arttırmış olsa da, rakamlar bunun güneye yönelik Avrupa Komşuluk Politikasına yeni bir nitelik seviyesine yükseltmek için yeterli olmadığını öne sürmektedir. Hareketlilik (yasal göç biçiminde) ve piyasa erişimi vaatleri şu anda her zamankinden daha şüpheli bir durumdadır. Vize kolaylığı sağlanması AB içerisinde hassas bir meseledir ve önerilmiş olan derin ve kapsamlı serbest ticaret anlaşmalarının (DCFTAs) gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ya da Güney Akdeniz ülkelerinin AB ortak pazarına erişimini önemli bir ölçüde iyileştirip iyileştirmeyeceğini ancak zaman gösterecektir. Son olarak, Akdeniz için Birlik Projesi (UfM) Arap uyanışı süreci başladığında büyük ölçüde görünmez bir durumdaydı ve o zamandan bu yana da, AB ülkeleriyle Güney Akdeniz ülkeleri arasında bölgesel bir alış-veriş forumuna duyulan ihtiyacın artmasına rağmen, görünmez kalmaya devam etmiştir. Öte yandan, eğer 2010 yılının sonlarında gelişmekte olan bir Avrupa-Akdeniz uzman topluluğu var olmuş olsaydı, son bir buçuk yılda diyaloğun kolaylaştırılması ve yeni projelerin geliştirilmesinde çok daha büyük bir rol oynamayı becerebilirdi.

Page 35: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Sınırları Aşmak mı, İçe Kapanık Bir Birlik Olmak mı? 33

Dolayısıyla, bazı üyelerin – bilhassa Fransa – başlangıçtaki sendelemelerinin ardından AB’nin Arap uyanışına oldukça hızlı bir tepki geliştirdiğini kabul etmek gerekmekle birlikte, 2011 Mart ve Mayıs aylarında yayınlanan iki belgenin stratejik bir tepki olma vaadini ne kadar yerine getirdiği şüphelidir.

Sınırları Aşmak: Akdeniz Komşuluğu için Yeni Fikirler

Arap uyanışına ve AB-Türkiye ilişkilerinin değişen içeriğine yönelik stratejik bir tepkinin, Avrupa Birliği’nin Berlin Duvarı’nın yıkılışına gösterdiği tepkiye benzer bir derinlik gerektirdiği söylenebilir. O dönem boyunca, Avrupa Birliği genişlemeyi, çoğu bugün artık AB üyesi olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini değiştirmekte kullanılan bir stratejik araç olarak benimsemişti. Bunu söylemek, Avrupa Birliği’nin Avrupa Komşuluk Politikası ülkelerine bir zamanlar Macaristan, Polonya ya da Litvanya’ya – ve aslında, Türkiye’ye de – önerdiği türden bir üyelik önerisi yapması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ama Birliğin güney komşularındaki değişimlere yönelik tepkisinin, AB kurumlarının şu ana değin benimsemiş olduğundan daha uzun vadeli bir stratejik görüşe dayanması gerekmektedir. Üye devletlerin hükümetleri işte bu noktada devreye girmek zorundadır. Zaman siyaset zamanıdır, hem genişleme hem de Avrupa Komşuluk Politikası’nın dayandırıldığı düzenlemeci yaklaşımlar zamanı değildir.

Đfade etmek istediğim soru aslında oldukça basittir ve Avrupa Birliği’nin yaşadığı iç ve dış zorluklar arasında bir köprü kurmaktadır: Avrupa Birliği, yaşadığı iç huzursuzluğa, güney komşularıyla yeni işbirliği biçimleri üzerinden ne ölçüde çözümler bulabilir? Ticaret, teknoloji, enerji, güvenlik, nüfus ve doğal kaynaklar, böylesi bir tartışmanın temelinde yer alması gereken meselelerden sadece birkaçıdır. Sorulması gereken soru, Avrupa’nın krizi iki yılını doldururken, AB ve üyelerinin taze, cesur ve alışılmışın dışında bir düşünme sürecine girmeye istekli olup olmadığı ve bunu becerip beceremeyeceğidir. Son on yılda, Güney Akdeniz’e dair söylem ağırlıklı olarak olumsuz olmuştur ve büyük ölçüde güvenlik kaygılarına odaklanmıştır. Komşu ülkelerde geleceğin belirsizlikler içermesine rağmen (ve daha açık siyasi sistemlere ve toplumlara yol açacak süreçlere girişmiş olan ülkelere özel bir ilgi göstererek), Avrupa Birliği üyeleri Güney Akdeniz’le komşuluk ilişkileri için

Page 36: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

34 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

olumlu bir söylem geliştirebilirler mi? Eski komşuluk modellerini çevreleyen kavramsal sınırların aşılması ve yeni bir işbirliği vizyonu geliştirilmesi, sendelemekte olan Birliğe çokça ihtiyaç duyduğu dayanağı verebilir.

Buna karşılık güneydeki komşular için de Avrupa Birliği hakkında yeni bir biçimde düşünmeye başlamak faydalı olabilir: Krizin bir sonucu olarak, AB artık yekpare bir blok değildir (aslında hiçbir zaman da öyle olmamıştır). 2011 yılı boyunca, Avrupa Birliği “iki vitesli” bir Avrupa yolunda yürüyüşünü sağlamlaştırarak hızlandırmış ve Avro-bölgesi de mali birliğe doğru emin adımlarla ilerlemeye başlamıştır. Şimdilik bunun başarılı olacağını farz edelim. Bu, diğer 10 AB üyesine, farklı arzu düzeyleri olan bir çevre/periferi oluşturma olanağı sağlar. Bu bağlamda, Avrupa Birliği’nin üyeleri, yeni Avrupa Birliği’yle ilişkiler açısından nerede durmak istedikleri hakkında düşünme (ya da yeniden düşünme) fırsatını değerlendirmelidirler.

Page 37: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları 35

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları

Ziad Majed

Yönetişimde “Türkiye modeli”nin Arap dünyasına ihracı, son zamanlarda giderek daha fazla telaffuz edilir oldu. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’de hem bir dönem güçlü bir ordunun siyasette belirleyici rol oynamış olması, hem de Đslami kimlik taşıyan bir partinin mevcut din-devlet ayrımına uygun şekilde ülkeyi yönetmek üzere seçilmiş bulunmasıdır.

Arap Baharı’nın patlak vermesinin ardından Tunus ve Mısır’ta ilk serbest çok partili seçimler düzenlendi. Fas’ta da aynı sıralarda düzenlenen seçimlerden Müslüman Kardeşler büyük bir zaferle çıktı. Türkiye’nin demokrasi deneyimleri, hükümette olan AKP’nin mutedil tavrı ve Türkiye’nin deneyimlerinden ders çıkarılması gerekliliği gibi konularda konuşmalar sıklaştıkça bu ülkelerle Türkiye arasında karşılaştırma da daha çok yapılır oldu.

Aşağıdaki sayfalarda Türkiye’nin Arap olmayan bir aktör olarak bölgedeki rolünün nasıl bölgenin Arap olmayan diğer aktörü Đran’a alternatif oluşturacak şekilde evrildiği çözümlenmeye çalışılacak. Aynı zamanda Arap-Türk ilişkilerinin, özellikle de Akdeniz havzasında gelişmekte olan Türkiye-Avrupa işbirliği bağlamında nasıl daha yakın hale gelebileceği sorusu ele alınacak.

Orta Doğu, 2003 – 2010

Son yıllarda, Orta Doğu içindeki ittifak ve politikaların şekillenişinde Arap devletlerinin etkisi azalmış, buna mukabil Đran ve Türkiye’nin rolleri artmıştır. Bu durum esasen 2003’teki Irak savaşı ile birlikte Amerika’nın bölgede daha doğrudan bir rol oynamaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Ancak son üç yıldır ABD ordusunun Irak’tan askerlerini çekmeye başlamasıyla ve Obama yönetiminin Filistinliler ile Đsrailliler arasındaki barış görüşmelerindeki tıkanıklığı gidermekte başarısız olmasıyla birlikte Amerika’nın bölgedeki varlığı daha az hissedilir olmuştur.

Page 38: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

36 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Buna mukabil 2003 ile 2009 arasındaki dönemde Đran bölgedeki çıkarlarını etkili bir şekilde kovalamış ve bölgenin tümünde nüfuzunu arttırmıştır. Đslam Cumhuriyeti petrol fiyatlarında birkaç yıl süren yükselişten faydalanmış ve elde ettiği kazancı silah geliştirmek ve Rusya’dan satın aldığı malzeme ile bir “sivil nükleer program” başlatmak için kullanmıştır. Amerikalıların, doğu komşusu Afganistan’daki Taliban rejimini ve batı komşusu Irak’taki Baas rejimini devirmesi de Đran’a jeopolitik açıdan stratejik fayda sağlamıştır. Tahran bu sayede komşusu olan iki düşman rejimle uğraşmaktan kurtulmuş, üstelik Irak ve Afganistan’da belli toplumsal ve mezhepsel tabanlara dayanan Đran müttefiklerinin varlığını stratejik olarak değerlendirme imkanına kavuşmuştur. Özellikle Irak’ta bu sayede Amerikalıların bahçesine doğrudan erişim elde etmiş ve onların siyasi ve güvenlikle ilgili sorunlarını daha da derinleştirebilir pozisyona gelmiştir. Tüm bu süreçte Đran’ın ana gayesi, genel olarak Washington’la pazarlık gücünü arttırmak ve Amerika’nın Irak’tan çekilmesi sonrasında oluşacak geçiş dönemi hükümetlerinde aktif bir ortak olabilmek idi. Đran ayrıca Suriye ile ittifakı, Hamas ve Đslami Cihad’a olan desteği ve Hizbullah’la organik bağı sayesinde bir ayağını Akdeniz kıyısına basarak Arap-Đsrail çatışmasında baş oyunculardan biri haline geldi. Temmuz 2006’da Lübnan’da yaşanan Đsrail-Hizbullah savaşı bunu net bir şekilde gösterdi. Đran’ın buradaki varlığı hem siyasi hem de askeri olarak perçinlenmiş oldu.

Sonuç olarak Tahran nükleer programına karşı çıkan ya da düşmanca yaklaşanların manevra imkanını kısıtlama ilkesini şiar edindi. Bunu, saldırıldığı takdirde bazı müttefikleri vasıtasıyla misilleme yapacağı tehdidinde bulunarak ve çeşitli alanlarda gerilim veya çatışma noktaları yaratarak gerçekleştirmeye çalıştı. Ayrıca Lübnan’da Hizbullah ulusal hükümete Đran’ın siyasi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi için baskı yapıyor, Đran bu sayede Lübnan içinde daha fazla nüfuz sahibi olabiliyordu.

Ama Đran’ın gücündeki bu artış, bölgedeki bazı rejimlerin bekasını tehdit ettiği için paradoksal olarak ülkenin yayılmacılık kapasitesini tüketen bir şeye dönüştü. En azından bazı devletlerin Đran’la soğuk da olsa makul düzeyde bir ilişkiyi sürdürme çabasını terk etmesine sebep olduğu kesin. Đran’ın Orta Doğu’daki nüfuzunun derinleşmesi mezhep gerilimlerini de arttırarak “Şii Đran’ın Sunni Arap topraklarına hükmedeceği” korkusunu hortlattı ve bu,

Page 39: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları 37

Đran’ın politikalarına düşman Orta Doğu başkentlerinde sıkça telaffuz edilir bir sav haline geldi.

Hem Đran’ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin akamete uğramasının ardından ülkeye yönelik uluslararası yaptırım ve tehditler artmış olduğu, hem de ülkede ağır bir ekonomik kriz yaşandığı ve Dini Lider Hamaney ile Cumhurbaşkanı Ahmedinejad arasındaki rejim içi ayrışma yeniden belirginleştiği için, Đran’ın bölgedeki yayılmacılığının sürmesinin güç olduğu söylenebilir. Đran kapasitesinin sınırına ulaşmıştır ve yeni alanlarda siyasi yatırım yapması artık mümkün değildir.

Dolayısıyla bölgedeki iki rakip ABD ile Đran son yıllarda nüfuzlarını kısmen kaybetmiş gibi görünüyorlar. Bu da yeni bir bölgesel gücün önemli rol oynamaya başlayabileceği anlamına gelebilir. Đşte burada Türkiye ciddi bir oyuncu olarak yarışa giriyor.

Türkiye baş aktörlerden biri olabilir mi?

Avrupa ile Asya arasında köprü vazifesi gören laik Müslüman bir ülke ve bir NATO üyesi olarak Türkiye ciddi bir ekonomik, jeostratejik ve siyasi öneme sahip. Pek çok Türk yetkili Ankara’nın bu önemi değerlendirerek Washington ve Tahran’ın boş bıraktığı alanlarda zaman içinde daha fazla rol üstlenmesi gerektiğine inanıyor. Son yıllarda Orta Doğu’da Ankara’nın etkinliğinde gözlenen artış, Türklerin “yumuşak” güç kullanımına olan inançlarına bağlanabilir.

Türkiye “sıfır sorun” adı verilen yaklaşım uyarınca yıllardır komşularının ve bölgesel aktörlerin büyük kısmı ile iyi ilişkiler sürdürüyor. Bunun yanında hem içeride (iktidardaki parti ile laik ordu arasında) hem de dışarıda (örneğin ABD ile Đran ve Suriye arasında) karşıtları dengeleme stratejisi izliyor. Türkiye bu denge oyununda alan dar olsa bile hep kendine manevra imkanı yaratmaya çalışıyor. Örneğin, 2010’da Đsrail askerlerinin Gazze’ye Özgürlük Filosu’na yaptığı saldırının ardından Đsrail ile ilişkileri bozulmasına rağmen, Amerika ile ittifakını sürdürdü, hatta daha da geliştirmeye çalıştı. Nükleer meselesine çözüm üretmek için Đran’la çalışma girişimlerini başka bölgesel konularda Suudi Arabistan ile eşgüdüm sağlayarak dengelemeye gayret etti. Türkiye Irak

Page 40: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

38 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kürtlerine ilişkin politikasında kısıtlayıcı bir tutum takınsa da Bağdat’a karşı bir açıklık da sergiledi. Ve nihayet Sünni (ve Müslüman Kardeşler kökenli bir lider kadro tarafından yönetilen) bir ülke olarak Türkiye, Arap ülkelerinde ve Filistin’de Đran’dan çok daha etkili olabileceğinin farkında.

Türkiye bölgedeki ilişkilerinde şimdiye dek genelde temkinli davrandı ve önündeki seçenekleri (ve “geri çekilme hatlarını”) açık tutmaya gayret etti. Belli ki Đran ile ABD arasındaki gerilimlerin nereye varacağını görmek için bekliyor. O cephede neler olacağını beklerken bir yandan da, AB kapısı son dönemde kapanmış gibi görünse de, Avrupa ile olan ilişkileri üzerinde çalışmaya devam ediyor.

Yine de 2011’de Arap dünyasında yaşananlar, yani Tunus, Libya ve Mısır’da ama en çok da Suriye’de başlayan isyanlar Türkiye lider kadrosunu yeni bir sınavla karşı karşıya getirdi. Bölgenin, özellikle de Akdeniz kıyısındaki ülkelerin siyasi haritası yeniden çizilmekte ve bu gelişme gelip Türkiye’nin güney sınırına dayandı. Tüm bunlar Türkiye’yi mevcut pozisyonlarını yeniden değerlendirmeye ve belli faktörleri hesaba katan yeni bir Orta Doğu politikası geliştirmeye zorluyor.

Öncelikle, Müslüman Kardeşler bölgede birden fazla ülkede seçim başarısı kazanmış bulunuyor. Bu nedenle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’deki deneyimlerinden yararlanılması bahsi sık sık geçer oldu. Bu değerlendirmenin en anlamlı olacağı ülkeler muhtemelen Mısır ve Tunus’tur.

Đkinci olarak, NATO’nun Libya halkını korumak için Libya’daki savaşa müdahale etmesi ve BM mandasının tesisi Türkiye’nin önüne bazı meseleler ve fırsatlar getirdi. Bu müdahalenin biçiminin tanımlanmasında Türkiye’nin etkin rol oynaması ve müdahalenin Kaddafi rejiminin devrilmesiyle sonuçlanması Türkiye’nin Libya ile olan ilişkilerini yeni bir evreye soktu.

Üçüncü olarak, Suriye’deki olaylar Türk diplomasisinin dikkatle yeniden tasarlanmasını gerektirmekte. Suriye rejimi halk ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırma yoluna gitti ve birkaç ay içinde binlerce insanı öldürdü. Rejimin uyguladığı şiddet ülkeyi çözülme noktasına getirdi. Suriye’nin Türkiye’yle hem uzun biri sınırı hem de sıkı ekonomik bağları var. Bu nedenle Suriye’deki durum, hem güvenlik ve finans açısından hem de Kürt meselesine ilişkin olarak Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan tehdit ediyor. Şam’da olası bir rejim

Page 41: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları 39

değişikliği Türk liderlerin yakından takip etmesi ve ustalıkla ele alması gereken bir durum olacaktır. Zira Türkiye yeni bir Suriye yönetimi ile iyi ilişkiler kurmaya çalışırken bu rejim değişikliğinin çeşitli taraflar (yani Rusya, Đran, AB, ABD, Suudi Arabistan ve son derece etkin bir aracılık rolü oynayan Katar) arasındaki çıkar çatışmalarını nasıl etkileyeceğini de düşünmek zorunda kalacaktır. Türkiye Esad rejimini set bir şekilde kınamış, şehirlerini muhalefetin toplantılarına açmış ve Suriyeli siviller için mülteci kampları kurmuş (hatta bir tane de Suriye ordusunda yer almamak için kaçan askeri personel için kamp açmış) olsa da somut hareketlerinde hâlâ mütereddit görünüyor. Türk liderler Şam’da perde arkasında olup bitenleri tam olarak kavrayamamış gibi duruyorlar.

Dördüncü olarak, Katar’ın zaman zaman Suudi Arabistan’la rekabet halinde seyreden siyasi ve ekonomik yükselişi, bölgedeki güç dinamiklerini etkilemekte. Hem Doha hem de Riyad’daki liderler Suriye’deki durum karşısında radikal bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorlar ve çıkarları uyarınca Esad rejiminin devrilmesini istiyorlar. Basra Körfezi’ndeki dinamikler Türkiye için stratejik önem taşıdığından, Türk liderler Körfez Ülkeleri Đşbirliği Konseyi’nin bu en etkin iki ülkesi ile siyasi eşgüdüm sağlamak istiyorlarsa onlarınkinden çok da uzak olmayan bir pozisyon almak durumundalar.

Beşinci olarak, Türkiye’nin doğal gaz ve Orta Asya ile ilgili karşılıklı çıkarlar dolayısıyla Rusya’yla da bağları vardır. Rekabet ya da bazı konularda birbirini anlamayla ilgili problemler nedeniyle iki ülke arasında zaman zaman gerilim olabilmektedir. Son dönemde Suriye bu gerilim konularının başında geliyor.

Altıncı olarak, Türkiye her ne kadar AB üyeliği sürecinde defalarca kapıların yüzüne kapandığını gördükten sonra batı istikametindeki hareketini yavaşlatmış olsa da genel olarak Avrupa’ya yönelişinden vazgeçmiş değildir. Önemli ekonomik ve siyasi ilişkiler, Avrupa ülkelerinde yaşayan büyük Türk toplulukları ve Akdeniz’deki çıkarları, Türkiye’yi Avrupa kıtasına bağlamaktadır. Fransa’yla olan gerilime rağmen bu temel çıkarlar Türkler için öncelikli olmaya devam etmektedir.

Ve nihayet yedinci olarak, Türkiye NATO üzerinden Amerika Birleşik Devletleri’yle de bağlantılıdır. Son dönemde Đsrail’le yaşadığı gerilim, Türkiye’nin ittifak içindeki yerini değiştirmiş denemezse de belirgin sıkıntılara

Page 42: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

40 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

sebep olmuştur. Türkiye’nin Filistin meselesinde daha etkili bir rol oynayabilmesi de ABD ile olan ilişkilerine bağlıdır.

Akdeniz’de Đşbirliği

Tüm bu sebeplerden ötürü, Akdeniz havzasında işbirliği yapmak, hem Ankara hem de diğer tüm başkentler için hayati önem taşımaktadır. Türkiye, Akdeniz çevresindeki ülkelerle ilişkilerinde hareket esnekliği gibi nadir bir beceriyi sergileyebildiği için, işbirliği sayesinde ekonomik ve demografik ağırlığına denk bir rol üstlenebilecektir. Türkiye-Avrupa işbirliğini perçinlemek için atılan her adım Akdeniz'i daha huzurlu bir yer haline getirecektir. Ancak bu adımlar atılırken birkaç önemli meselede dikkatli davranılması gerekiyor.

• Din-devlet ilişkisi meselesi. Pek çok Arap ülkesi ile Đsrail’i ilgilendiren bu mesele ele alınırken, farklılığa, dinsel, kültürel ve etnik çeşitliliğe saygı ve hoşgörü gösterilmelidir.

• Đnsan hakları meselesi Ekonomik işbirliği, kalkınma ve yatırım projelerinde uluslararası anlaşmalarda tanımlandığı şekliyle insan haklarına saygı gösterilmesi şart koşulmalıdır. Đnsan hakları, bir toplumun tüm bileşenlerinin siyasi ve kültürel haklarının tanındığı kamusal ve özel alan özgürlüklerini içerir. Konu bu bakımdan Suriye, Irak ve Türkiye’deki Kürtler ile Kuzey Afrika ve diğer bazı Akdeniz ülkelerindeki tüm etnik ve dinsel grupları doğrudan ilgilendirmektedir.

• Kadın hakları meselesi. Kadınlar tüm Arap ülkelerinde ayrımcılığa uğramaktadır. Uluslararası anlaşmaların desteğiyle buna karşı adımlar atılmalı ve hükümetler kadınların siyasi ve ekonomik karar alma süreçlerine katılımını arttıracak kanun ve politikalar geliştirmeye teşvik edilmelidir. Buna ek olarak hükümetler, medeni kanunda ve vatandaşlık haklarıyla ilgili kanunlarda değişiklik yaparak kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştıran yasal dayanakları kaldırmaya teşvik edilmelidir.

• Göç, ırkçılık ve entegrasyon meseleleri. Göçteki artış ile giderek ağırlaşan ekonomik krizler bir araya gelince entegrasyon ve ırkçılıkla ilgili sorunlar da arttı. Kuzeye göçün dizginlenebilmesi ancak güneydeki ülkelere

Page 43: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa ve Arap Komşuları 41

daha fazla yatırım yapılması ve bu ülkelerdeki istihdam olanaklarının arttırılmasıyla mümkün olabilir. Göçmenlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve entegrasyon konusunda onlara destek sunulması da toplumsal gerilimleri kısmen azaltacaktır.

• Ordunun siyasetteki rolü. Ordunun seçilmiş siyasilerin otoritesine tabi olduğu bir siyaset kültürünün desteklenmesi bölgenin tümünde önemli bir konudur. Pek çok Arap ülkesinde (ve daha önceki dönemlerde Türkiye’de) askeri güçler siyasi karar alma süreçlerinde çok önemli roller oynamışlardır. Yeni siyasi elitlerin ortaya çıkması ve serbest ve adil seçimlerin düzenlenmesiyle, bölgede bir zamanlar insanların hayatına hükmeden darbe ve sıkıyönetim dönemlerinin tüm izleri silinmelidir.

• Yargı bağımsızlığı ve yolsuzlukla mücadele. Anayasal kurumların yeniden tesisi yanında yargı reformu yapılarak yargının siyasi otoriteler karşısındaki bağımsızlığı güvence altına alınmalıdır. Böylelikle yargının ekonomileri mahveden ve halkta manevi çöküntü yaratan yolsuzlukla mücadele etmesi mümkün hale gelecektir.

• Suriye. Şam’da istibdat rejiminin sona ermesini ve demokratikleşmenin başlamasını güvence altına alacak bir geçiş aşaması yaşanmazsa Akdeniz’de huzur ve istikrar pek mümkün olmayacaktır. Suriye için bir çözüm bulma konusunda işbirliği yapmak, hem Avrupa’nın hem de Türkiye’nin çıkarınadır. Her ikisi de Esad rejiminin insan hakları ihlallerini açık bir şekilde kınamışlardır ama Suriye halkını korumak için daha başka tedbirler alınmalıdır.

• Filistin/Đsrail. Bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik BM kararlarına dayalı ciddi barış görüşmelerinin yeniden başlaması için Türkiye ile Avrupa’nın birlikte atacağı adımlar tüm Akdeniz havzasının istikrar ve refahı için önemlidir. 65 yıldır Filistin sorunu ve Filistin topraklarındaki işgal gerilimlere, öfkeye ve adaletsizliklere yol açıyor. Oradaki soruna ve çözümüne farklı yaklaşımları değerlendirmenin vakit çoktan geldi.

Gerçekten de bugün Akdeniz ülkeleri – kıyılarda yer alanlar ve onların komşuları – büyük bir tarihi kavşaktalar. Adalet, barış ve ekonomik kalkınma için yapılacak kapsamlı bir işbirliği, hem bugün hem de gelecekte meyvelerini verecektir. Bu süreçte Avrupa da Türkiye de başrollerde yer alabilirler.

Page 44: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

42 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Page 45: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Arap Dünyasında Türkiye-AB İşbirliği 43

Arap Dünyasında Türkiye-AB Đşbirliği

Nathalie Tocci

Türkiye ile Avrupa Birliği’nin dış politika alanında işbirliğine girmesi, yeni bir konu değil. Đki tarafın bölgeleri ile ilgili yaklaşım ve vizyonları temelde örtüşüyor olduğundan, ortak bir strateji yürütme fikri uzun yıllardır anlamlı bir çaba olarak hep gündemdeydi. Ama konjonktür hiç bugünkü kadar müsait olmamıştı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesinde yaşanmakta olan tarihi dönüşüm, dış politikada AB-Türkiye işbirliğini zorunlu hale getirdi. Özellikle de Arap Baharı, bugünün olağanüstü koşullarında ne AB’nin ne de Türkiye’nin tek başına etkili olabileceğini açıkça gösterdi.

Bu yazıda bu genel tespit ışığında AB ile Türkiye’nin Arap dünyasında potansiyel dış politika işbirliğinin ana hatları çizilecek ve diplomasi, yardım, ticaret ve güvenlik konuları ele alınacaktır. Diplomasi, yardım ve ticaret gibi alanlarda iki taraf arasında iş bölümü yapılması anlamlı olacaktır. Güvenlik alanında ise Suriye’de yaşanmakta olanların gösterdiği gibi, birlikte hareket edilmesi daha uygun olacaktır.

Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde bugün ciddi bir tıkanıklık yaşanıyor. Müzakerelerin başladığı 2005’ten bu yana 32 fasıldan sadece 13’ü açılabildi. Geri kalan fasılların çoğu Kıbrıs, Fransa ya da genel olarak Avrupa Konseyi tarafından engellendi. Sonuç olarak tüm ivme kaybedildi ve Haziran 2010’dan bu yana hiçbir yeni fasıl açılmadı. Kıbrıs’ın 2012’nin ikinci yarısında başlayacak AB dönem başkanlığı yaklaşırken Türkiye’nin AB ile siyasi diyalogu kesme tehdidinde bulunması, üstelik bu doğu Akdeniz adasında iki toplum arasındaki görüşmelerin de durma noktasına gelmesi durumun daha da kötüye gittiğini gösteriyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen AB ile Türkiye’nin beraber yaşadıkları bölgede işbirliği yapmaları için koşullar hiç bu kadar uygun olmamıştı. Özellikle de Arap dünyasındaki tarihi dönüşüm bölgenin güneyinde AB ile Türkiye’nin birlikte hareket etmesini zorunlu kılıyor. Türkiye’nin bölgedeki

Page 46: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

44 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

rolü ve Türkiye ile AB arasındaki sinerji her zamanki gibi yine çok önemli. AB bölgedeki dönüşümü desteklemek için çeşitli yardım, ticaret ve diplomasi araçları geliştirmiş olsa da son yılların iddialı Türkiye'sinin bölgedeki itibarına sahip değil. Üstelik Türkiye’nin dış politikası da “üçüncü dalga”ya girmiş gibi görünüyor (Lesser 2011). Ankara hâlâ dış politikada strateji özerkliği için uğraşadursun (Kardaş 2011), Arap Baharı arka bahçesi bu kadar karışıkken kendi başına etkili olamayacağını göstermiş bulunuyor.

Dolayısıyla mevcut gerilimlere rağmen AB ile Türkiye’nin dış politikada işbirliğine girmesi Arap Baharı’yla beraber çok daha gerekli hale geldi. Zira iki tarafın birlikte yaşadıkları bölgenin türlü sorunları karşısında ortak stratejik kaygıları var. Böyle bir işbirliğinin arzu edilir ve de mümkün olduğunu kabul edersek, içeriği nasıl olmalı?

Arap dünyasına ilişkin ortak bir AB-Türkiye stratejisinin unsurları

Kurumsal çerçeve

Aşılması gereken ilk zorluk dış politika alanında diyaloğu mümkün kılacak uygun kurumsal mekanizmayı kurmak olacak. Türkiye’nin katılım sürecindeki sıkıntılar, AB-Türkiye diyaloğunun zarar görmesine sebep oldu. 2009 Lizbon Antlaşması’nın kabulüne kadar Türkiye yetkilileri AB troykasıyla düzenli toplantılar yapıyorlardı. Buna ek olarak, Türkiye’nin katılım sürecinin (yavaş da olsa) ilerlediği dönemde Türkiye katılım fasıllarıyla ilgili müzakerelerin açılışında ve tamamlanışında yapılan hükümetler arası konferanslarda AB üyesi devletlerle de ayrı ayrı görüşüyordu. O yıllarda Türkiye dış politikasını Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası (OGDP) ile aynı hatta çekmeye de hevesle girişmişti. Ama AB-Türkiye ilişkileri bozuldukça Türkiye ile AB’nin dış politikayı tartışacağı ortamlar giderek azaldı (Ülgen 2011a).

Bu sorunu gidermek amacıyla Yüksek Temsilci Catherine Ashton ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kısa süre önce düzenli toplantılar yapmaya başladılar ve yılda bir kez de Yüksek Temsilci Catherine Ashton, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Komisyon Üyesi Stefan Füle ve Avrupa Birliği

Page 47: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Arap Dünyasında Türkiye-AB İşbirliği 45

Bakanı Egemen Bağış’ın katılacağı dörtlü toplantı yapılmasına karar verildi. Ayrıca Davutoğlu’nun AB’nin Gymnich dışişleri toplantılarına katılması gündeme geldi.

Bu tür görüşmeler sıklaştırılmalı ve Türkiye’nin katılım müzakerelerinin Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası (OGDP) faslı altında yürütülmelidir. Ayrıca görüşmeler bir yandan –örneğin yıllık zirvelerle– devlet başkanları seviyesine çıkarılırken, bir yandan da Türkiye bakanlık ve ajansları ile AB genel müdürlükleri, Dış Eylem Servisi ve Konsey’in Siyaset ve Güvenlik Komitesi arasındaki yapılacak toplantılarla sektörel seviyelere indirilmelidir. Türkiye ve Avrupa’dan bölge ile ilgili çalışma yapan sivil toplum kuruluşları da diyaloğa dahil edilmelidir.

Diplomasi

Diplomasi alanında Türkiye ile AB arasında coğrafi ve tematik işbölümüne gidilmesi faydalı olacaktır. Coğrafi olarak AB diplomatik çalışmalarında Mağrip üzerine odaklanırken Türkiye doğal olarak Maşrık’taki yakın komşularına yoğunlaşabilir.

Tematik olarak ise Avrupa Birliği insan hakları, temel hak ve özgürlükler, şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü gibi meselelerde uluslararası hukukta temellenen evrensel normları savunmaya daha yatkın bir konumda gibi görünüyor. Bölgedeki itibarı pek de parlak olmayan AB, uluslararası hukukun somut zeminine dayandığı zaman olası eleştirilere karşı daha korunaklı olacaktır. Türkiye ise diplomatik girişimlerinde daha özgül siyasi temalara, özellikle de müdahalesinin ülkenin geçmişi itibarıyla daha meşru sayılacağı konulara odaklanabilir. Başbakan Erdoğan’ın 2011 sonbaharındaki Kahire gezisinde laikliği övmesi buna iyi bir örnek teşkil ediyor. Erdoğan’ın sözlerini Müslüman Kardeşler’in hiç hoş karşılamadığı, selefi Nur Partisi’nin de eleştirdiği bir gerçek. Ama aynı sözleri bir AB yetkilisi telaffuz etseydi Mısır’daki tepkiler çok daha şiddetli olurdu. Laiklik çağrısı yapan kişinin kendi ülkesinde genel anlamda Đslamcı sayılan bir lider olması, Erdoğan’a AB yetkililerinin elde etmesi çok zor bir meşruiyet sağlamıştı.

Benzer şekilde, emekli Türk askerlerini bölgedeki silahlı kuvvetlerin demokratik değerlere yeterince önem vermediğini beyan ederken ya da

Page 48: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

46 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye’den iş adamlarını bölgede ihracatı teşvik edecek politikalar geliştirilmesi için çağrıda bulunurken hayal edebiliriz. Đşte bu şekilde farklı kesimlerden Türkiyeli aktörler komşu ülkelere diplomatik mesajlar iletebilirler. Bu mesajlar AB ile eşgüdümlü olacak ama AB aktörlerinin mesajlarından kısmen farklı tınlayacak ve tam da Türkiye’nin devam eden demokratikleşme sürecindeki “eksiklikler” sayesinde daha olumlu algılanacaktır (Kirişci 2011).

Yardım

Arap Baharı hareketlerini destekleyecek somut yardımlara gelince, AB ile Türkiye yönetişim desteği sağlama konusunda birlikte hareket edebilirler. AB’nin Teknik Yardım ve Bilgi Değişimi Ofisi (TAIEX) ve Eşleştirme programları bu alanda yararlı birer model olarak iş görebilir. AB bu gibi oluşumlar aracılığıyla bölgedeki yönetişim yapılarında kapasite gelişimini destekleyecek eğitim ve değişim programları yürütebilir. Türkiye de bu programlara dahil edilerek ilave bir uzmanlık birikimi sağlayabilir.

Türkiye’nin kendi reform yaptığı alanlardaki tecrübeleri de bu bağlamda faydalı olacaktır. Ülgen ümit verici bazı örnekler zikrediyor (Ülgen 2011b). Bunlardan biri bankacılık sektörüdür. 2001’e kadar Türkiye (AB’nin aksine) bölgedeki diğer devletler gibi bankacılık sektöründe klientelizmden muzdaripti ama o günden sonra etkili denetim mekanizmalarını da içeren kökten bir revizyon sürecine girdi. Bu bakımdan Türkiye’nin Suriye’ye bankacılık reformlarında yardım etmeye başlamış olması hiç de şaşırtıcı değildir. Đkinci bir örnek de hem Mısır ve Tunus gibi isyanların yaşandığı hem de Cezayir gibi isyan yaşanmayan ülkelerde çok önemli yeri olan kentsel planlama ve konut meselesidir. Komşuları gibi büyük bir genç nüfusa sahip olan ve benzer bir kentleşme süreci geçiren ama bu bağlamda yaşadığı konut sorunlarına Toplu Konut Đdaresi ile çözüm bulabilen Türkiye, bu alanlardaki uzmanlığı ile bölgede Avrupa Birliği’ne göre daha faydalı olabilir. Üçüncü bir örnek de küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin (KOBĐ) Türkiye’de aldığı teşviklerdir. Ekonomi üzerindeki devlet egemenliğini kırıp bağımsız bir özel sektörün gelişmesini sağlamanın önümüzdeki dönemin önemli meseleleri olduğu ODKA bölgesinde benzer teşvikler gerekmektedir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) bu alandaki tecrübelerinin AB programlarıyla bütünleştirilmesi faydalı olacaktır. Nitekim TOBB Türkiye, Suriye, Lübnan ve

Page 49: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Arap Dünyasında Türkiye-AB İşbirliği 47

Ürdün’den ticari kuruluşların temsilcilerinden oluşan Levant Doğu Akdeniz Dörtlüsü Đş Forumu’nun kurulmasında önemli rol oynamıştır.

Bunlara ek olarak, AB’nin Eşleştirme ve Teknik Yardım ve Bilgi Değişimi Ofisi (TAIEX) programları, AB üyesi olmayan Türkiye’yi işin içine katarak topluluk müktesebatının ihracına yaptıkları vurguyu kısmen hafifletmiş olacaklardır. Müktesebatın yaygınlaştırılması çabası AB içindeki en temel mesleki önyargılarından biridir. Devletlerin AB üyeliği konusunda hevesli olduğu Avrupa’nın doğusunda bu tutum makul olsa da müktesebat ile uyumluluğun Güney Akdeniz’de de aranması sorun yaratabilir. Türkiye’nin AB programlarına dahil edilmesi Birliği sadece müktesebat ihraç etmekle yetinmek noktasından komşularının yönetişim ihtiyaçlarına daha etkili karşılık verme noktasına gelmeye zorlayacaktır.

Ticaret

Doğu ile güney arasındaki farklılıklar ticaret konusunda da gündeme geliyor. Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları (DCFTA), Doğu Avrupa’daki komşularla ilişkilerin geliştirilmesi için uygun bir yöntem gibi dururken, bunun güneyde de aynı şekilde işe yarayacağı söylenemez. DCFTA’lar güney komşularla yapıldığında fazlasıyla karmaşık ve maliyetli olabilirler; üstelik orta vadede bölge içi ticareti geliştirmeye pek hizmet de etmeyebilirler.

Ülgen tarafından önerilen bir diğer alternatif AB-Türkiye gümrük birliğinin Akdeniz’in güneyini kapsayacak şekilde genişletilmesidir. Ancak bu AB gümrük birliği içinde Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıların gelişmişlik düzeyi daha da geri olan ülkelere yayılması anlamına gelecektir. Mesela Akdeniz’in güneyindeki ülkeler, tıpkı Türkiye gibi, dış ticaret ilişkilerini özerk bir şekilde belirleme imkanını kaybedeceklerdir. Bu, güneydeki rekabet gücü düşük bu ekonomilere ciddi ölçüde zarar verebilir; zira dünyanın geri kalan ülkelerine uyguladıkları “en çok gözetilen ulus kaydı”na göre belirlenmiş gümrük vergilerini önemli ölçüde kaybedeceklerdir. Yine de bir ODKA ülkesi AB-Türkiye gümrük birliğine katıldığı zaman tek bir anlaşma imzalayarak sadece AB ile Türkiye’yi değil kendi komşularını da içeren bir gümrük alanına dahil olmuş olacak, bu da beraberinde hem AB kaynaklı ticareti ve Doğrudan Yabancı Yatırımları getirecek hem de bölgeler arası ticareti teşvik edecektir. Ancak bu gibi projeler

Page 50: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

48 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

hayata geçirilirken en az on yıl sürecek bir geçiş dönemi tanımlanmalı, bu süre zarfında güney Akdeniz ülkeleri AB’nin de desteği ile dünyanın geri kalan kısmına uyguladıkları gümrük vergilerini tedrici olarak düşürüp rekabet güçlerini arttırmaya çalışmalıdırlar.

Güvenlik

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki güvenlik işbirliği bölgedeki belirli kriz noktalarına odaklanacaktır. Bu yazı kaleme alındığı sırada ABD ve Arap Ligi’ne paralel olarak AB-Türkiye güvenlik işbirliğinin yürütülmekte olduğu ana mesele Suriye’dir. Krizde yeni aşamalara geçildikçe ve uluslararası toplum uygun eylem planının ne olacağı konusunda uzlaşmaya yaklaştıkça AB’nin de bu plana tam olarak nasıl katılacağının belirlenmesi gerekecektir. Ama tabii bu sorunun cevabı AB içinde ne ölçüde bir uzlaşı sağlanabileceğine bağlıdır. Dolayısıyla, AB’nin Yüksek Temsilci Ashton vasıtasıyla mı yoksa (Đran ve Libya örneklerinde olduğu gibi) belli üye devletlerden oluşan çekirdek grup ile mi hareket edeceği henüz belli değildir.

AB katkısının ne şekilde olacağı sorusu bir yana, “Suriye’nin Dostları” adı altında AB, Türkiye, ABD ve Arap Ligi’nin önemli ülkeleri de dahil 70 küsur ülkeden oluşan bir iletişim grubunun kurulmuş olması, bölgede bir birleşik güvenlik stratejisinin şimdiden oluşmaya başladığına işaret ediyor. Türkiye ile Atlantik ötesi partnerlerinin başı çektiği Suriye’nin Dostları grubu, insani yardım amaçlı müdahelelerin, Suriye muhalefetine verilebilecek desteğin ve önümüzdeki dönemde şekillenecek uluslararası uzlaşının hangi somut biçimleri alabileceğini değerlendirmekte. Suriye’nin Dostları grubunun çalışmaları, bölgede ileride ortaysa çıkabilecek başka krizlerde AB-Türkiye güvenlik işbirliği için önemli bir model teşkil edebilir.

Bundan sonrası

AB-Türkiye işbirliğine yönelik geçmiş girişimlerin sonuçları tamamen başarılı olmuştur denemez ise de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bugün yaşanmakta olan tarihi dönüşüm dış politikada AB-Türkiye işbirliğini zorunlu hale getirmiştir. Özellikle de Arap Baharı AB ile Türkiye’nin bugünün olağandışı

Page 51: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Arap Dünyasında Türkiye-AB İşbirliği 49

meselelerini birlikte çözmeye çalışırlarsa ortak stratejik çıkarlarını çok daha etkili bir şekilde gerçekleştirebileceklerini ortaya koymuştur.

Bu bağlamda bu yazıda Arap dünyasında olası bir AB-Türkiye işbirliğinin ana hatları çizilmiştir. Bu ortak strateji kabaca resmi ve gayri resmi diplomatik girişimleri ve yardım, ticaret ve güvenlik alanlarında işbirliğini içerecektir. Diplomasi, yardım ve ticaret gibi alanlarda iki taraf arasında anlamlı bir iş bölümü yapılabilir. Güvenlik alanında ise, bugün Suriye’de yaşananların gösterdiği gibi, birlikte hareket edilmesi daha uygun olacaktır.

Tüm bunlar Türkiye ile Avrupa Birliği arasında dış politika işbirliğini zora sokan çok sayıdaki sorunu, en başta da AB-Türkiye ilişkilerinin bugünkü sıkıntılı halini, azımsadığımız anlamına gelmiyor. Ama bölgede gerçekleşmekte olan tektonik kaymaları etkili bir şekilde karşılamaya çalışmak, her iki taraf için de kaçınılmaz bir meseledir.

Kaynakça

Kardaş, Şaban. “Quest for Strategic Autonomy Continues, or How to Make Sense of

Turkey’s ‘New Wave’.” On Turkey içinde. Washington, D.C.: German Marshall Fund, 28 Kasım 2011. http://www.gmfus.org/archives/quest-for-strategic-autonomy-continues-or-how-to-make-sense-of-turkeys-new-wave

Kirişci, Kemal. “Democracy Diffusion: The Turkish Experience.” Turkey and its Neighbors: Foreign Relations in Transition içinde, (haz.) Linden, Ronald vd., s. 179–215. Boulder: Lynne Rienner, 2011.

Lesser, Ian. “Turkey’s Third Wave – And the Coming Quest for Strategic Reassurance.” On Turkey içinde. Washington: German Marshall Fonu (GMF), Ekim 2011. http://www.gmfus.org/wp content/files_mf/1321550150_magicfields_attachment__1_1.pdf

Ülgen, Sinan. “How to operationalize foreign policy dialogue between the EU and Turkey.” On Turkey içinde. Washington, D.C.: GMF, Nisan 2011a. http://www.gmfus.org/archives/how-to-operationalize-the-foreign-policy-dialogue-between-ankara-and-brussels

Ülgen, Sinan. “From Inspiration to Aspiration: Turkey in the New Middle East.” The Carnegie Papers. Washington, D.C.-Brüksel: Carnegie Barış Vakfı, Aralık 2011b.

Page 52: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

50 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Page 53: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 98

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı1

E. Fuat Keyman

Đlk uyanışlarının üzerinden bir buçuk seneden fazla bir zaman geçen Arap Baharı tüm Ortadoğu’da ivmesini kaybetmeden yeşermeye devam etmektedir. Geçen yıl Tunus ve Mısır’da otoriter hükümetlerin düşüşünün ardından, devrim geçen sonbahar Libya’daki zorba Muammer Kaddafi rejimini alaşağı etti. Ne var ki, kasırga hâlihazırda Suriye’deki, 21. yüzyılın en ağır mezalim ve insan hakları ihlallerinin bazılarının faili Esad rejiminin üzerine çökerken bile, Arap Baharı’nın geleceği son derece belirsiz olmaya devam etmektedir. Demokrasiye geçiş sürecinde başarılı olacaklar mı, yoksa siyasi ve ekonomik istikrarsızlık kargaşasına girme yazgısıyla mı yüz yüze gelecekler? Siyasi ve kurumsal gelişmenin alternatif bir modeli var mı ve eğer varsa, bu nerede bulunabilir? Bu son soru bölgenin içinde ve dışında dikkatleri Türkiye’ye doğru çekmektedir; ama aynı zamanda bu soru daha yakından ele alınmayı gerektirmektedir: Mesela, Türkiye bu ülkelerde mesul ve demokratik bir yönetişimin tesis edilme sürecinin geliştirilmesine ve genişletilmesine hangi özgül biçimlerde katkıda bulunabilir? Türkiye ile Avrupa Birliği’nin (AB), Arap Baharı hareketine olumlu bir etki yapma amacıyla eşgüdümlü ve işbirlikçi bir tarzda birlikte çalışmaları mümkün müdür? Bu yazıda, Türkiye’nin dinamik ekonomisinin, derinleşmekte olan girişimci kültürünün ve laik demokrasisinin Arap Baharı için gerçekten de bir model ya da bir “ilham kaynağı” işlevi görebileceğini öne sürüyorum. Ayrıca, eğer Türkiye ile AB birlikte çalışabilir ve birlikte hareket edebilirlerse, Türkiye’nin kendisinden beklenen rolleri oynama yeteneği ve kapasitesi muazzam bir biçimde artacaktır.

1 Bu yazıyı kaleme alma ve düzeltme sürecindeki değerli katkılarından dolayı Cana Tulus ve Onur Sazak’a teşekkür etmek isterim. Onların sıkı çalışması ve mükemmel düzeltileri olmasaydı bu yazı meydana gelmezdi.

Page 54: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

52 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Tarihsel bağlam: Çoklu küresel krizler

Bir küresel kriz çokluğu nedeniyle rotası şaşan bir dünyada, yukarıda değinilen sorulara kolayca yanıt bulmak mümkün değildir. Küreselleşme sadece şiddetli değil, aynı zamanda çok-yönlü bir kriz geçirmektedir. Dünya aynı anda hem Batı’nın gerilemesine hem de geri kalan bölgelerin yükselişine şahit olmaktadır. Daha da önemlisi, Charles Kupchan’ın yerinde bir şekilde öne sürdüğü gibi, dünya giderek “hiç kimsenin dünyası” haline gelmektedir. Küresel ölçekte cereyan etmekte olan iktidar kayması hem çok-kutupluluk hem de çoklu modernite eğilimleri yaratmaktadır. Çok-kutupluluk eğilimi, “yükselen güçlerin, mevcut uluslararası sistemin kurallarını benimsemekten ziyade, hâkim hale gelen düzende kendi değerlerine ve çıkarlarına fayda sağlayacak biçimlerde ayarlamalar yapma peşinde koşmaları” durumunun bir sonucudur; çoklu modernite eğiliminden ise, hem modernleşme ile Batılılaşma arasındaki evliliğin giderek daha fazla bozulması, hem de “Batı modelinin ulusal ve uluslararası düzene dair birbiriyle yarışan birçok tasarımdan sadece birini sunduğu, politik açıdan çeşitlilik içeren bir ortam”ın (Kupchan 2012: 4) varlığı kastedilmektedir.

Dolayısıyla Arap Baharı, çoklu küresel krizler ile “hiç kimsenin dünyası”nın ortaya çıkışı arasında bir örtüşme yaşanmaya başladığı bir zamanda patlak vermiştir. Güçlü devrimci hareket dünyadaki en uzun süreli otoriter rejimlerin bazılarını şimdiden bertaraf etmiştir. Bununla birlikte, bölgede bir iktidar boşluğu da yaratmıştır. Ayrıca, Ortadoğu’da demokratik yönetişim deneyiminin yeterli olmaması, demokratikleşmenin temelinin oluşturulmasının önünde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Özyönetim için yerli modellerin yokluğunda, reformcular eninde sonunda iyiliği ispat edilmiş modellere ve küresel düzeyde en iyi pratiklere yönelecektir.

Demokrasiye geçiş modelleri

Bu süreci kolaylaştırmak için, demokrasiye geçişin nasıl ve hangi yollarla meydana gelebileceği ve hayata geçirilebileceğini analiz etmek hayati bir öneme sahiptir. 1970’li yıllardan bu yana çeşitli bölgelerde otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş süreci yaşanmıştır ve bu süreç her defasında sancılı

Page 55: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 53

olmuştur. Bu çeşitli örneklerin her biri son zamanlarda yaşanan gelişmeleri aydınlatabilecek dersler sunmaktadır. Güney Avrupa’da (Yunanistan, Portekiz, Đspanya) 1970’li yılların başında yaşanan geçiş süreçleri, Latin Amerika’da (Brezilya, Arjantin, Şili ve Meksika) 1980’li yıllarda birbiri ardına gelen dönüşümler ve 1990’larda Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde yaşanan benzer deneyimlerin hepsi, askeri ya da otoriter rejimlerden demokrasiye geçişe dair farklı biçimler ya da modeller oluşturmuştur. Bu modeller içinde, Güney Avrupa ve Doğu/Orta Avrupa deneyimleri Avrupa Birliği’nden bir referans noktası olarak istifade etmiştir. Bu bölgelerdeki ülkeler AB ile bütünleşme süreci içine girmiş, sonuçta da bugün tam üyelik statüsünü elde etmiştir. Ayrıca, Güney Avrupa, Latin Amerika ve Doğu/Orta Avrupa örneklerinin hepsi küreselleşme ve küresel ekonomiyle tanışma süreci yaşamıştır; bu tanışma bu deneyimlerde olumlu bir rol oynamıştır.

Buna karşın, Arap Baharı hem Avrupa Birliği gibi bir referans noktası olmadan, hem de küresel ilişkilere ciddi bir belirsizlik katan ve kolektif olarak çoklu küresel krizlerin müsebbibi olan güvenlik, ekonomi, toplum ve ekolojiyle ilgili acil sorunların oluşturduğu bir arkaplan üzerinde gerçekleşmektedir. Ekonomik bir bakış açısından bakıldığında, küresel ekonomik kriz ciddi bir finansal erimeye, küresel bir ekonomik durgunluğa ve yaygın bir işsizliğe yol açmıştır. Güvenlik cephesinde ise, Suriye ve Libya’daki rejim değişikliği ya da rejim restorasyonu da dahil olmak üzere, Arap Baharı’yla ilişkili özgül sorunlar doğal olarak günümüzün uluslararası ilişkilerinde büyük bir öneme sahiptir. Öte yandan, bu meselelerin bizzat kendisi, kolektif olarak küresel bir güvenlik krizi oluşturan sorunların etkisi altındadır; bu sorunlar ABD silahlı kuvvetlerinin çekilişinden sonra Irak’ın geleceği ve giderek artan bölünme riskini, Ortadoğu’da çoktandır devam eden çatışmalarla ilişkili daha geniş ölçekteki belirsizlikleri, Đran kaynaklı giderek çetrefilleşen sorunları, Afganistan ve Pakistan güvenlik riski bölgelerini ve genel olarak şiddet ve terörizmi içermektedir.

Đklim değişikliği, enerji ve kaynak kıtlığı ve gıda güvensizliğinden kaynaklanan küresel tehditler, giderek yaklaşan küresel krizin üçüncü ayağı olan bir medeniyet krizi oluşturmaktadır. Hegemonya ve küresel iktidar dağılımındaki kaymalar krizi ise – hâlihazırda küresel bir liderliğin eksikliği ve modernitenin krizini birleştiren eğilimler – küresel krizin son ve hayati

Page 56: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

54 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

önemdeki unsurunu oluşturmaktadır (daha fazla ayrıntı için bkz. Keyman 2013, basılıyor). Risk ve istikrarsızlığın damga vurduğu bu ortamda, Batılı güçler Akdeniz ve daha geniş ölçekte Ortadoğu bölgesinde son zamanlarda yaşanan gelişmelere etkin ve yapıcı bir biçimde tepki vermekten aciz kalmıştır. Doğu ve Güney Avrupa’da demokratikleşmenin ve serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinin kolaylaştırılmasında asli etkenlerden biri olmasına rağmen, Avrupa Birliği bu rolü Arap Baharı bağlamında tek başına oynamayı becerememektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonraki yıllarda, AB üyeliği beklentisi, Orta ve Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerin hızlı bir demokratikleşme ve piyasa liberalleşmesine girişmeleri için değerli bir mükâfat işlevi görmüştü. Ayrıca, bu ülkelerde sivil toplum zaten belli bir derecede gelişmişti. O dönemde AB’nin finansal açıdan durumu çok daha iyiydi ve Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya ve Macaristan gibi ülkelerdeki demokratikleşme sürecini teşvik etmek amacıyla, çeşitli kaynakları yapısal reform paketleri biçiminde kolayca taahhüt edebiliyordu.

Ne var ki, 1990’lı yılların müsait iklimi artık ortadan kaybolmuştur. Bugün Brüksel şiddetli küresel ekonomik krizle ve giderek yayılan kamu borçları sorunuyla sarsılmaktadır. AB’nin önde gelen aktörlerinin Yunanistan’daki finansal erimeye tepki vermeye yönelik son girişimleri, Avrupa’nın en acil meseleleri çözmeyi amaçlayan çabalar için bile kaynaklarını seferber etme ve halk desteği sağlama kapasitesi üzerindeki kısıtlamaları ortaya sermiştir. Yunanistan’daki durum şu anda kontrol altına alınmış gibi görünse de, bu sorunun etrafa yayılma – ve siyasi artçı şoklar yaratma – olasılığı hâlâ Đtalya, Đspanya ve Portekiz’in başını ağrıtmaktadır ve AB’nin geleceğinin ne olacağına dair endişeleri güçlendirmektedir. Dahası, AB üyeliği beklentisini başkaldıran Arap uluslarını reform gerçekleştirmeye teşvik edecek bir araç olarak kullanmak mümkün değildir.

Dikkati çeker bir şekilde, Arap Baharı aynı zamanda, bölgesel açıdan geniş ve çeşitli olan başkaldırılara son derece sınırlı bir tepki gösteren Amerika Birleşik Devletleri’nin gerilemekte olan kapasitesini ortaya sermiştir. Birçok gözlemci Amerika Birleşik Devletleri’nin olayların çeşitliliğine uygun bir biçimde hitap etmeyi beceremediğini savunmuştur. En azından bu ülkelerde demokrasinin ve iyi/mesul yönetişimin geliştirilmesine katkı yapmak ve, daha da önemlisi, Suriye örneğindeki gibi insani trajedileri azaltmak için etkin stratejiler geliştirme

Page 57: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 55

açısından bu tespiti yapmak mümkündür. Woodrow Wilson Merkezi araştırmacılarından Aaron David Miller’a göre, yaşanan süreç, tam da ülkenin söz konusu başkaldırılara tepki verme kapasitesindeki gerilemeden dolayı, Amerika Birleşik Devletleri için bir bahardan ziyade bir “Arap Kışı” olmuştur. Miller özellikle ABD’nin Mısır ve Tunus’ta yaşananlara zorlayıcı bir biçimde müdahil olmadaki başarısızlığının altını çizmektedir; zira bu iki ülkede yaşananlar daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin diğer Arap ülkeleri üzerinde uzun vadede etkide bulunma yeteneğini doğrudan bir şekilde zaafa uğratmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Mısır ve Tunus’ta otoriter rejimlerin devrilmesine destek çıkmasına çıkmıştır, ama müdahilliğini ve desteğini gösterecek somut araçlardan yoksun kalmıştır. Örneğin, başkaldırıların giderek artmasının ardından, Arap Baharı yılının ortalarında, Başkan Barack Obama yaptığı bir konuşmada ABD’nin bölgede yaşananlara doğrudan müdahil olma durumunun seçici niteliğinin devam edeceğini belirtmiştir. Bölgedeki yeni siyasi ve ekonomik durum, ABD’nin Batı Avrupalı ortaklarılarıyla ve bölgesel güçlerle uyum içinde hareket etmesine olanak sağlayacak yeni bir Amerikan yaklaşımı gerektirmektedir. Bu aktörlerin her birinin, Arap Baharı’nın yeni özgürlüğe kavuşmuş toplulukları için demokratik hükümetleri, hukukun üstünlüğünü, temel insan haklarını ve istikrarlı bir siyasi ve ekonomik ortamı geliştirmek amacıyla kaynaklarını kullanma görevi vardır.

ABD ve Avrupa’nın kapasitelerindeki gerileme, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin Arap Baharı ülkeleri içerisinde giderek artan bir etkiye sahip olmasına olanak sağlayan bir iktidar boşluğu yaratmıştır. Gerek Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) gibi grupların yaptığı yakın zamanlı araştırmalara gerekse de Joshua W. Walker gibi akademisyenlerin değerlendirmelerine göre, Türkiye Arap Baharı’nın “belirsiz kazanan”ı ve “yükselen yıldız”ı (Steven A. Cook ve Şaban Kardaş için) olmuştur. Bu atmosferde Türkiye’nin, bir yandan aynı anda küresel sorunları “proaktif bir dış politika” aracılığıyla ele alırken, diğer yandan bölgede stratejik bir rol oynaması beklenmektedir. Türk dış politikası Arap Baharı’na onu daha geniş bir küresel bağlama yerleştirerek yaklaşmış ve bu bölgede demokrasiye geçişin sadece bölgesel değil, küresel düzeyde de barışı ve istikrarı arttırabileceğini savunmuştur. Türkiye bunu yaparken kendini mevcut otoriter rejimlerin yanında değil, siyasi ve ekonomik değişim talep eden halkların yanında konumlandırmıştır.

Page 58: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

56 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye Arap Baharı’na neden ve nasıl tepki vermeli?

2012 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimi yapılacaktır ve bu olay daha şimdiden siyasi tartışmaların ve ilginin odağı olmaya başlamıştır. Avrupa’da kamu borçları krizi 2012 yılında da birincil ya da hatta tek siyasi endişe olmaya devam edecektir. Süper güçler ve diğer büyük güçler böylece kendi içlerine dönüp içteki meselelere ve sorunlara odaklanırken, tüm gözler Arap Baharı ülkeleri için potansiyel bir model ya da, en azından, bir ilham kaynağı olarak Türkiye’ye çevrilmektedir. Ülkenin Müslüman bir nüfusa sahip laik bir demokrasi olarak imajı, gözlemci ve araştırmacıların Türkiye’yi gelişmek isteyen Arap demokrasileri için bir model olarak savunmalarını teşvik etmektedir. Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri döneminde bölgeyle tesis ettiği güçlü diplomatik ve ekonomik ilişkiler de bu algıyı güçlendirmektedir.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikası, Ankara’nın Türkiye’nin komşularıyla ve bölgedeki önemli konumdaki diğer devletlerle siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkilerini iyileştirmesinde araçsal bir rol oynamıştır. Bununla birlikte, Arap Baharı beraberinde değişim ve dönüşüm getirmiştir. Barışçıl rejim değişikliğinin yanı sıra çatışma ve direniş, insani trajedi ve giderek artan iç savaş riskleri de ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle, gerek Arap dünyasındaki olaylar gerekse de Türkiye-Đran ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde son zamanlarda yaşanan olumsuz gelişmeler “komşularla sıfır sorun” politikasının sürdürülmesini zorlaştırmıştır. Yine de, Türkiye bu politikayı, kendi proaktif, yapıcı ve yumuşak-güç-temelli dış politika stratejisinin asli unsurlarının en azından biri olarak muhafaza etmek istemektedir. Gerçekten de, “sıfır sorun” politikasının yaşayıp yaşayamayacağına dair şüphelerin artıyor olmasına rağmen, birçok Arap devleti Türkiye’nin çarpıcı büyüme oranını ve AKP’nin neo-liberal ekonomik politikası altında yurttaşlarının ekonomik refahındaki iyileşmeleri bir saygı ve ilham kaynağı olarak görmektedir. Yurtiçindeki güçlü büyümenin itmesiyle, daha geniş ölçekte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki – ve son zamanlarda da Sahra altı Afrika’daki – Türk yatırımları Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik ve diplomatik ilişkilerini güçlendirmiştir; böylece Türkiye bir yandan onlara alternatif bir kalkınma modeli sunarken, bir yandan da bu ülkelerin halklarının gönlünü ve aklını kazanmıştır. Örneğin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2011

Page 59: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 57

yılında Mısır’ı ziyaret ettiğinde, Türkiye’nin kilit önemde bir Arap müttefiki olmasının getirdiği itibar sayesinde, bir rock yıldızı gibi karşılanmıştır. Erdoğan bu ziyaret esnasında Türkiye-Mısır ilişkilerini iyileştirmenin yanı sıra ekonomik fırsatları da teşvik etmiştir.

Türkiye aynı zamanda, bölgedeki en karmaşık çatışmaların bazılarının barışçıl yollarla çözümüne yönelik olarak tüm siyasi ve diplomatik ağırlığını koymuştur. 2004 ile 2008 yılları arasında, Đstanbul’da en üst düzeyde bir dizi toplantı düzenleyerek, gerek Đsrail ile Filistin gerekse de Đsrail ile Suriye arasında barışı güvence altına almayı hedefleyen çabalara (her ne kadar bu çabalar başarılı olmasa da) müdahil olmuştur. Türkiye’nin çabaları Đsrail’in 2008 yılındaki Gazze saldırısının ve bilhassa da Đsrail özel kuvvetlerinin 2012 yılında Mavi Marmara gemisinde dokuz sivil Türk’ü öldürmesinin ardından donmuş gibi gözükse de, Ankara bu meseleyle aktif biçimde ilgilenmeye devam etmektedir. Ayrıca, Türkiye 2011 yılının Ocak ayında, Đran’ın nükleer hedefleri meselesini tartışmak üzere üst düzey bir zirveye ev sahipliği yapmıştır. “Đstanbul görüşmeleri” olarak adlandırılan bu konferans, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesini ve Almanya’yı – “P5 + 1” olarak bilinmektedir – Đran’dan gelen delegasyonla bir araya getirmiştir. Đstanbul aynı zamanda, Tunus ve Libya gibi özgürlüğe yeni kavuşmuş Arap ülkelerinin geleceğini tartışan uluslararası konferanslar için cazip bir ev sahibi işlevi görmektedir. Arap Baharı’nın geçen sene başlamasından bu yana, etkili siyasetçiler, insan hakları aktivistleri ve kanaat önderleri bu üst düzey Đstanbul zirvelerinde Batılı muadilleriyle defalarca bir araya gelmiştir. Bunun sonucu olarak, çatışma çözümleri ve barışın inşası üzerine yakın zamanlarda gerçekleşen bir sempozyumda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Đstanbul’u Birleşmiş Milletler’in çatışma çözümleri merkezi (hub) olarak adlandırma isteğini dile getirmiştir.

Şüphesiz, yukarıda zikredilen değerler (siyasi haklar ve özgürlüklere dair sorunlara rağmen), Türkiye’nin laik demokratik yönetişim sistemi ve dinamik serbest piyasa ekonomisi, Türkiye modelinin Arap devrimcileri tarafından benimsenmesi lehine propaganda yapan coşkulu kimseler için bir ilham kaynağı işlevi görmektedir. Ancak, Türkiye’nin bölgeye olumlu katkılar yapmasıyla kendi modelini dayatma hırsını birbiriyle karıştırmamak için son

Page 60: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

58 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

derece dikkatli olmak gerekmektedir. Aslında, çeşitli nedenlerden dolayı, kendi modelini dayatma isteği kadar hakikatten uzak bir tutum olamaz.

Birincisi, Türkiye’nin bizzat kendisi, demokrasiyi geliştirmeye çalışan Arap ülkelerine kendi modelini dayatma konusunda isteksizdir. Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren, Türk hükümeti bu ülkelerde bir ulus inşası rolünü üstlenme konusunda ne arzusu ne de planı olduğunu net bir biçimde beyan etmiştir. Bir Türk demokratikleşme modelinin lehine telkinlerde bulunuyor olduğu iddialarını da çeşitli vesilelerle reddetmiştir. Türkiye, bir yandan bu ülkelerle ekonomik ve ticari ilişkilerini derinleştirirken, bir yandan da yapısal yardım sağlama taahhüdünde bulunmaktadır; bununla birlikte, Osmanlı dönemindeki gibi bir etki alanını yeniden tesis etmeye yönelik gizli bir gündemi olduğuna dair iddiaları da reddetmektedir. Ayrıca, Ankara her ülkenin ulusal çıkarları ve egemenliğine saygı göstermenin elzem olduğunun da farkındadır.

Đkincisi, Türkiye modeli özgün koşulların bir ürünüdür; sürecin daha başındaki Arap ülkelerinin bu modeli benimsemesi Türkiye’dekilerle tıpatıp aynı kurumların tesis edileceğini garanti etmeyebilir. Ülkenin sekülarizm ve laisizm deneyimi, 1920’li yılların başından beri sürmekte olan kendi reform sürecine içkindir. Türk demokratikleşmesi önemli ölçüde, askeri gücün demokrasiyle ve laik bir sistemin dinsel bir yönelimle uzlaştırılması çabalarının etkisi altında kalmıştır. Öte yandan, bu yapıcı gerilim aynı zamanda ekonomik başarı için bir model işlevi görmüş ve Doğu ile Batı’yı buluşturan işlevsel bir kültürün tesis edilmesine yardımcı olmuştur.

Üçüncüsü, Arap Baharı ülkelerinin kendileri Türkiye modelini – ya da bir başka modeli – kabul etme konusunda aslında isteksizdir. Özelde Türkiye modeli de dış kaynaklı ve bölgenin gerçekleri ve kendine özgü koşullarıyla uyuşmaz görülmektedir. Arap devrimcilerinin çoğunluğu, alternatif modeller üzerine dönen tartışmayı Ortadoğu’daki Osmanlı mirası prizmasından görmektedir. Mısır gibi belli ülkeler bu mirasa karşı kayıtsız kalabilir ya da hatta onu takdir edebilirken, Arap Sokağı’ndaki insanların çoğunluğu ister Türk ister başka kaynaklı olsun dışarıdan dayatılan her türlü tasarıya karşı çıkmaktadır. Son olarak, Arap Baharı’nın birçok aktörü Türk ordusunun demokratikleşme süreci üzerinde istikrarsızlaştırıcı bir etki yapmış olduğunu bilmektedir. Tunus ve Libya’da ordu-destekli rejimlere karşı kazanılan zaferler ve Mısır halkıyla hükümetin askeri gardiyanları arasındaki süregiden iktidar yarışı göz önüne

Page 61: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 59

alındığında, bu hareketlerin isteyeceği son şey ordu “destekli” bir demokratikleşme sürecidir. Bununla birlikte, eğer Türkiye Arap Baharı’na Avrupa Birliği’yle eşgüdüm ve işbirliği içerisinde yaklaşır ve kendini sadece dinamik ve dönüşüm geçirmekte olan bir ülke olarak değil, aynı zamanda AB’ye tam üyelik yolunda ilerleyen bir ülke olarak sunarsa, bu algılama değişebilir. Bu durumda, bölgenin demokratik geçiş sürecine yapacağı katkılar daha etkin bir hale gelebilir ve böylesi katıların bölge halkları ve hükümetleri tarafından algılanma biçimi iyileşebilir.

Aslında, Türkiye komşularındaki demokratikleşme sürecine hâlâ hatırı sayılı ölçüde bir destek sağlayabilir. Ayrıca, Türkiye’nin en önemli katkısı muhtemelen, ekonomik iyileşme ve sürdürülebilir kalkınma alanlarındaki deneyimini paylaştıkça gelecektir. Bu her iki alanda da Türkiye ile AB arasındaki işbirliğinin hayati bir önemi bulunmaktadır. Son on yıl zarfında, Türkiye özel sektörünü dönüştürmüş, piyasalarını daha şeffaf ve rekabetçi bir hale getirmiş ve yabancı yatırımcıların güvenini arttırmak için gerekli olan finansal ve piyasaya özgü düzenlemeleri hayata geçirmiştir. Aynı şekilde, devlet de sunduğu sosyal hizmetleri güçlendirmeye yönelik etkili reformlara girişmiştir. Bugün, sağlık hizmetlerinin kalitesi ve nüfusun eğitim hizmetlerine erişimi, 1980’li ve 1990’lı yıllarla kıyaslandığında büyük ölçüde iyileşmiştir.

Bu deneyime dayanarak, Türkiye Arap Baharı ülkelerindeki mevcut ekonomik rahatsızlıkların bir kısmına etkin çözümler sunabilir. Kemal Derviş’in öne sürdüğü gibi, Arap Baharı ülkelerinin, rant peşinde koşan kapitalizm ve itibarsız devlet bürokrasisine bel bağlama gibi eski pratikleri kökünden temizleyecek politikalara ihtiyacı vardır (Derviş 2011). Daha da önemlisi, “gerçek anlamda rekabetçi bir özel sektörün önü açılmalıdır” ve bu ihtiyacı karşılayacak politikalara “ne eski devletçi sol, ne de rant peşinde koşan, ahbap-çavuş tarzı kapitalist sağ sahiptir” (Derviş 2011). Bu anlamda, Arap Baharı ülkelerinin doğru yolu bulmasına yardım etmek için Türkiye hem 1980’li yıllardan beri önemli ölçüde geliştirdiği kendi serbest piyasaları bağlamındaki uzmanlık bilgisini, hem de son on yılın sorumlu büyüme deneyimini kullanabilir. Gerçekten de, Türkiye’nin Arap Baharı’na istikrarlı bir katkı yapmak için en büyük potansiyele sahip olduğu alanlar ekonomik kalkınma ve demokrasi alanlarıdır.

Page 62: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

60 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kaynakça

Derviş Kemal. “The Economic Imperatives of the Arab Spring.” Year End Series, Project

Syndicate, 2011. www.project-syndicate.org

Keyman, E. Fuat. Turkey’s Transformation and Democratic Consolidation. Londra: Palgrave/Macmillan, 2013, basılıyor.

Kupchan, Charles A. No One’s World. Oxford: Oxford University Press, 2012.

Page 63: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler 61

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler: Türkiye ve AB Đlerleme Sağlayabilir mi?

Dorothée Schmid

Gerek Türkiye gerekse de Avrupa Birliği (AB), Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde söz sahibi paydaşlardandır. Arap Baharı’nı izleyen süreçte her iki aktör de bir yandan devrim-sonrası duruma uyum sağlama, diğer yandan da kendi güvenliklerini sağlamak ve orta vadede kendi çıkarlarını ilerletmek üzere sürecin parçası olan yeni aktörlerle tatmin edici bir biçimde ilişkiye geçme sorunuyla karşı karşıyadır.

Aslında, hem Avrupalılar hem de Türkler Arap başkaldırılarının aniliği ve sertliği karşısında hazırlıksız yakalanmışlardır. Akdeniz’deki bocalayan ortaklarıyla ilişkilerinde bazı açılardan aynı zorluklarla karşılaşmış olmalarına rağmen, Avrupalıların ve Türklerin bu zorluklara verdikleri tepkiler ne birbirine benziyordu ne de eşgüdüm içinde gerçekleşmişti. Bu durum kısmen, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin durma noktasına gelmesinin bir sonucu olarak Türkiye ile AB arasındaki karşılıklı siyasi ilişkinin kötüleşen niteliğinden kaynaklanmıştır. Bununla birlikte, başka önemli etmenlerin de hesaba katılması gerekmektedir. Türkiye ve AB Ortadoğu’da doğal ortak değildirler. Bu bölge uzun yıllardan beri Avrupa’nın dış politikalarının odak noktalarından biri olmuştur; öte yandan Türkiye, onyıllardan beri sürdürdüğü gönüllü uzak durma politikasının ardından, Arapların gönlünde ve zihninde yer eden önemli bir geri dönüşü ancak son zamanlarda gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla, görüşler ve çıkarlar açısından Türkiye ile AB arasındaki ayrılıklar hafife alınmamalıdır.

Hâlihazırda bölgesel istikrar her iki aktör için de öncelikli kaygı gibi görünmektedir. Bazı ülkelerde sürekli bir hale gelen karışıklık ve şiddet daha da kötüleşerek iç savaşlara yol açabilir ya da devletler-arası çatışmaları yeniden alevlendirebilir. Geçiş dönemi henüz sona ermemişken, tek tek bazı örnekler ve geçici durumlar dışında yeni işbirliği pratiklerine kalkışmak ya da sürdürülebilir güvenlik anlaşmaları tasarlamak oldukça zor olmaya devam etmektedir. Böylesi riskli beklentiler karşısında eylemsiz kalma tercihinin

Page 64: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

62 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

getireceği ağır yükü ne Türkiye ne de AB kaldırabilir. Ne var ki, uzun yıllardan beri bir etki rekabeti arenası işlevi görmüş olan Ortadoğu’nun, çatışmayı önleme alanında etkin bir işbirliği tesis edilebilecek bir bölge haline gelip gelmediğini ancak zaman gösterecektir.

AB – Türkiye İlişkilerinde Ortadoğu’nun Rolü

AB-Türkiye ilişkileri bağlamında Ortadoğu tarihsel olarak önemli bir rol oynamış ve her iki taraf da ondan sürekli bir biçimde istifade etmiştir. Türkiye 1952 yılından beri bir NATO üyesi olarak Ortadoğu’da bir Batı müttefiki olma konumunu elde etmiştir. Soğuk Savaş esnasında bu müttefikliğin Doğu’daki destek noktası rolünü üstlenmiş ve Amerikan yönetimi tarafından bölgedeki en önemli stratejik ortak olarak görülmüştür. Avrupa Birliği ise, oldukça uzun sayılabilecek bir dönem boyunca Türkiye’ye belirsiz bir biçimde muamele etmiştir. Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na katılma niyetini erken bir tarihte ifade etmesine rağmen, tam üyelik müzakereleri ancak 2005 yılında başlamıştır. Türkiye o tarihe kadar AB’nin Akdeniz politikalarının görüş alanı içinde tutulmuştur; ama bu konumda hiçbir zaman içi rahat etmemiştir.

Tam üyelik süreci başladığında Türkiye, fazla zaman kaybetmeden Ortadoğu’yu diplomatik yakınlaşmayı geliştirmek için kullanılabilecek bir pazarlık kozu olarak tanımlamıştır. Türkiye daha sonra bölgeye coğrafi yakınlığını ve onunla arasındaki kültürel bağları ısrarla vurgulayarak, güvenlikle ilgili sorunlarda varsaydığı arabuluculuk etme ve sorun çözme kapasitesinin altını çizmiştir. Böylesi bir söylem, Türk dış politikasının tarzında ve hedefinde Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla başlayan dönemde gözlemlenen ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılında Ankara’da iktidarı ele almasıyla yükselişe geçen değişimi de yankılamaktaydı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yönlendiriciliğinde, Türkiye bölgede hızlı bir biçimde, komşularında barışı ve refahı ilerletmeye odaklanmış iyi huylu bir yumuşak güç olma itibarını kazanmıştır. Türkiye’nin Arap ülkeleri ve Đran’a yönelik diplomatik yaklaşımları, bu ülkelere karşı onyıllara uzanan hasmâne ya da savunmacı tutumu göz önüne alındığında, bilhassa kayda değer görünmekteydi.

Page 65: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler 63

Son yıllarda, Türkiye kendini Batı ile Müslüman Doğu arasındaki bir köprü olarak sunmuş ve daha sonra da bu tezi daha incelikli hale getirerek “Ortadoğu için bir model olarak Türkiye” temasına çevirmiştir. AB’ye tam üyelik süreci yavaşladığında – yaklaşık olarak 2006 yılından itibaren – Türkiye Ortadoğu’daki rolü konusunda, AB’nin bölgedeki stratejik gelişmelerle başa çıkmadaki etkisizliğine meydan okuma çabası içerisinde daha atılgan bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. Böylece Türkiye’nin bazı girişimleri, AB’nin benimsediği duruşlardan tedricen ama açık bir biçimde farklılaşmaya başlamıştır. Bunun en bariz örneği Đran’ın nükleer programıdır; Türkiye yaptırımlara itiraz etmiş ve paralel bir siyasi anlaşmanın aracılığını yapmaya çalışmıştır. Đsrail-Filistin çatışmasında Türkiye, Mavi Marmara gemisine Gazze kıyısı açıklarında yapılan saldırının (2010) ardından Đsrail’le diplomatik olarak açık bir karşı karşıya gelme süreci içine girmiştir. Bu noktadan itibaren Ortadoğu, AB ile Türkiye arasında diplomatik işbirliği geliştirmenin ideal bir mekânı olmaktan ziyade, bu iki aktör arasındaki siyasi yarığın en belirgin olduğu alanlardan biri haline gelmiş görünmektedir.

Artan gerilimler: AB ve Türkiye’nin Arap Baharı’na karşı duruşlarının karşılaştırmalı bir değerlendirmesi

Paylaşılan kaygılar, paralel çıkarlar?

Gelecekteki muhtemel yakınlaşma ve işbirliği artışı senaryoları hakkında düşünebilmek için, her iki tarafta da bölgesel bağlılığı yönlendiren, endişeler ve çıkarlar arasındaki farklılıkları belirleyen güçleri değerlendirmek gerekir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki istikrar ve güvenlik konusunda AB ve Türkiye’nin bazı endişeleri paylaştığı açıktır. 2011’de ardı ardına yaşanan başkaldırılar ve onların siyasi, ekonomik ve daha geniş anlamda da stratejik açılardan ortaya çıkardığı sonuçlar böylesi geleneksel kaygıları belirgin bir biçimde güçlendirmiştir. Bir dizi Arap ülkesinde neredeyse eşzamanlı olarak başlayan beklenmedik ve hızlı rejim değişimleri henüz bir son noktaya varmamıştır. Bu değişimler hem iç karışıklık, hem de bölgesel ve sistemli istikrarsızlık ortaya çıkarmıştır: Bunlar Ortadoğu’nun sınırlarının çok

Page 66: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

64 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

ötesindeki uluslararası ilişkilerin de gidişatını etkileyebilecek durumdadır (örneğin Çin, Rusya ve hatta Avrupa gibi oldukça uzak yerlerde demokrasi yanlısı protestocular bu tarihten itibaren Arap örneğini takip ettiklerini iddia etmiştir). Bölgesel ölçekte ise, eski ihtilafların yeniden alevlenmesinin ve yenilerinin ortaya çıkma olasılığının bir sonucu olarak, güvenlik tehdidi artmaktadır. Şiddetin yoğunlaşma riski çok-yönlüdür:

Devletler-içi düzeyde, farklı ciddiyet derecelerinde ortaya çıkması muhtemel sorunlar şunlardır: Libya’da Albay Muammer Kaddafi rejimine karşı muhalif güçlerin 2011’de NATO kuvvetlerinin yardımıyla gerçekleştirdiği ayaklanma örneğinde olduğu gibi, doğrudan iç savaş; muhalefetin Beşar Esad yönetimine karşı verdiği mücadelenin bugünlerde askeri operasyonlar biçimine girdiği ve pervasızca baskılara yol açtığı Suriye örneğinde olduğu gibi, iç karşıtlıkların gideren derinleşmesi; ya da hâlihazırdaki mezhep çatışması tırmanışının siyasi bir parçalanmaya yol açabileceği Irak örneğinde olduğu gibi, iç siyasi uzlaşmanın ciddi bir biçimde bozulması.

Devletler-arası düzeyde, Đsrail-Filistin çatışmasının yeniden harekete geçmesi ve Đsrail’le komşu Arap ülkeleri arasında imzalanan barış anlaşmaları konusundaki belirsizliğin bunu daha da derinleştirmesi; Đsrail’e karşı bir saldırıyı önlemek için gerçekleştirilecek muhtemel bir Batı müdahalesinin ardından Đran’la karşı karşıya gelme olasılığı kaygıları daha da arttırmaktadır.

Avrupalılar ve Türkler yukarıda listelenen krizlerin muhtemel sonuçlarını ille de benzer bir biçimde değerlendirmemektedir. Onların mevcut duruma yönelik değerlendirmelerini ve kendi bireysel çıkar tanımlamalarını belirleyen etmenler vardır. Bunlar, kendi coğrafi yakınlıkları, komşu ülkelerle hâlihazırdaki ilişkilerinin niteliği ve eyleme geçmek için etkin araçların elde bulunup bulunmamasıdır.

Tamamen güvenlik-odaklı bir bakış açısından, bölgedeki savaşlarla ilişkilendirilen riskler, AB ile kıyaslandığında, bazı kriz yataklarına çok yakın bir konumda yer alan bir ülke olan Türkiye için daha doğrudan etkilere sahiptir. Türkiye cephe hattında bulunmaktadır ve Suriye krizine bir çözüm bulunması noktasında elzem bir rol oynaması beklenmektedir. Aslında, Suriye’yle dikkate değer bir uzunlukta (822 km) sınır çizgisini paylaşmakta olan Türkiye, bir dizi etnik (Kürtlerin varlığı), ekonomik (Irak’a giden yolların Suriye’den geçmesi) ve

Page 67: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler 65

stratejik (Đran ve Rusya’yla ilişkiler) etmen nedeniyle, oradaki durumun kötüye gitmesinden kolayca zarar görebilir bir konumdadır. Her tür yerel karışıklıkla ilişkili zorluklar AB için daha uzak görünmektedir. Böylesi olaylar, Batılı değerlere karşı radikal bir ideolojik mücadeleyi hedefleyen politik güçleri ön plana çıkarabilir ve terörizm tehdidi seviyesini muhtemelen arttırır. Eğer siyasi krizler Körfez Ülkeleri ve Cezayir gibi petrol ve doğalgaz ihraç eden ülkelere sıçrarsa Avrupa’nın ekonomik performansı da olumsuz bir biçimde etkilenebilir. Đfade edilmekte olan en somut endişe ise aslında, bölgesel karışıklıkların Avrupa’ya yönelik istenmeyen göçmen sayısını arttırabileceğidir.

Çıkarlar söz konusu olduğunda, AB ve Türkiye’nin hedefleri kendiliğinden yakınlaşmayabilir. Her iki aktör de bölgede bir “komşuluk” yaklaşımı izleyeceğini iddia etmektedir, ama bu etiket her bir aktör için farklı anlamlara gelmektedir. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikasının başarısı, Türkiye’nin bölgedeki etkisini pekiştirmeyi hedefleyen kırılgan bir siyasi dengeler zincirinin tesis edilmesine bağlıydı. Bu yumuşak gücün ekonomik tarafı, ülkenin enerji ihtiyaçlarını güvence altına almak ve AB’nin ekonomik yavaşlamasını telafi etmek üzere, yeni ihracat pazarları açmak amacıyla Arap ülkeleriyle imzalanan bir dizi serbest ticaret ve serbest dolaşım anlaşmasına dayanıyordu. Türkiye, AB modelinden esinlenen bir Ortadoğu ülkeleri bloğu inşa etme hedefini açıkça ifade etmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin vize politikası, AB’nin göç konusunda göreli olarak kısıtlayıcı rejimine kafa tutmuştur. Son olarak, bir yandan Kıbrıs AB ile çekişme yaşanan kemikleşmiş bir sorun olmaya devam ederken, bir yandan da Kürt sorunu gibi Türkiye’nin ulusal gündemindeki birkaç önemli takıntının Avrupalı müttefiklerle kolayca paylaşılabilmesi mümkün değildir.

Arap Baharı’na verilen tepkiler: Araçların ve tepkilerin karşılaştırılması

Arap başkaldırılarına Avrupa ve Türkiye’nin verdiği tepkileri, yukarıda sözü edilen ve kısmen birbiriyle çelişen kaygılar ve çıkarlar belirlemiştir. Pratik açıdan bakıldığında, Türkiye’nin başlıca hedefi bölgede kendi takipçilerinin beklentilerini yerine getirmekti; AB ise Akdeniz ülkeleriyle kendi eski işbirliği sistemini bir acil durum temelinde yeniden düzenleme konusunda aslında kendini mecbur hissetmiştir.

Page 68: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

66 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak yükselen profili, her ciddi değişim senaryosunda onu doğal bir başrol oyuncusu haline getirmiştir. Gerek artan ekonomik ve siyasi etkisi, gerekse yansıttığı kültürel hava, eyleme geçme sorumluluğu yaratmıştır. Arap Baharı ülke için bir hakikat anıydı; Türk diplomasisi hedeflerini duruma göre ayarlamak, protestoların tutarlılığını hızlı bir biçimde değerlendirmek ve tarihin yanlış tarafında kalmaktan kaçınmak için zor seçimler yapmak zorundaydı. Türkiye’nin tepkisi birbirine paralel iki kanaldan geldi. Birincisi pasifti: Türkiye’nin Arap kamuoyundaki popülaritesi, “Türkiye modeli”nin Arap ülkelerindeki siyasi geçiş süreçleri için uygun bir model olup olmadığı tartışmasıyla (Türk yetkililer taktik olarak, Türkiye’nin bir “model” değil, daha ziyade bir “başarı hikâyesi” ve bir “ilham kaynağı” olduğunu söyleyerek bunu önemsiz göstermeye çalışmış olsalar bile) teyit edildi. Đkinci kanal aktif diplomasiydi ve siyasi beyanları (Başbakan Erdoğan Hüsnü Mübarek’e iktidarı bırakması gerektiğini tavsiye eden ilk siyasi liderdi), arabuluculuk önerilerini (Libya krizinin başlangıcında, daha sonra Suriye’de), müdahaleyi (Libya’daki NATO koalisyonuna en sonunda katılarak) ve yardımı (savaşın ardından yeni Libya yönetimine bütçe desteği sağlayarak) içeriyordu. Böylesi kaotik bir ortamda Türkiye’nin avantajı hem esnekliğe, hem de değişen stratejileri desteklemek için harekete geçirilebilecek eksiksiz bir dışsal araç koleksiyonuna sahip olmasıydı.

AB tarafında ise Arap Baharı, AB’nin çokça eleştirilen Akdeniz politikaları için uzun zamandır beklenen bir “güncelleşme” (aggiornamento) anı olarak görüldü. Avrupalıların elinde yola erken çıkmış olma avantajı vardı; zira bölgenin siyasi eksikliklerine yönelik Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın (EMP) ve sonra da Akdeniz için Birlik Projesi’nin (UfM) başlamasından itibaren yaptıkları analizler, Tunus’taki isyanı tetikleyen kilit önemdeki etmenler olarak görünen ekonomik ve toplumsal meseleleri güçlü bir biçimde vurgulamıştı. Benzer bir biçimde, hukuk devleti, demokrasi, hesap sorulabilirlik ve sivil toplumun rolü gibi ilkelerin hepsine Kasım 1995’teki Barselona Deklarasyonu’nda çok değerli bir statü atfedildiği de unutulmamalıdır. Böylesi ilkeleri düzenli işbirliği programları yoluyla hayata geçirmedeki yetersizliğinin bir sonucu olarak AB’nin inanılırlığı zarar görmüştür; bununla birlikte, Avrupa’ya zarar veren “bekle ve gör sendromu” aslında bir değere de dönüştürülebilir. AB ile Ortadoğu-Kuzey Afrika arasındaki işbirliğinin hukuki temelleri varlığını sürdürmektedir; bunun yanı sıra, devrim-sonrası

Page 69: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler 67

ortamlardaki çözümü zor finansal sorunları etkili bir biçimde ele almaya yönelik bir dizi yeni kılavuz ilke de 2011 ilkbaharında yayınlanmıştır.

Birlikte çalışmak mı, birbirini test etmek mi?: Kriz zamanlarında en azından asgari bir etkinlik düzeyine ulaşmak

Birbirini tamamlayıcı duruşlar için ortak hedefler

Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesinde AB ve Türkiye ne tür hedefler paylaşabilirler? Her iki taraf da insan haklarını ve demokratik değerleri desteklediklerini ilan etmiştir. Ne var ki, otoriter rejimlerle geçmişteki suç ortaklığı sicili yüzünden AB’nin yüz kızarıklığı devam ederken, bazı temel özgürlüklerin ülkedeki hâlihazırdaki durumunun endişeye neden olduğu Türkiye modeli de bizzat kendi içinde başarısızlığa uğrayabilecek bir görünüm sunmaktadır. Ekonomik alanda, Türkiye öncelikli olarak iş yapan bir aktör görüntüsündedir; henüz bir bağışçı konumuna gelmemiştir. Dolayısıyla, muhtemel ortak bir eylem için en çok umut vaat eden alan bölgesel güvenlik meselesidir; bu bilhassa, siyasi geçiş süreçlerinin pürüzsüz olmasına katkıda bulunmayı ve şiddet sorunlarının iç savaşlara dönüşmesini engellemeye çalışmayı içeren çatışma önleme alanları için geçerlidir.

Tarafların doğal eylem biçimi belli bir ölçüde birbirini tamamlayabilir. AB sağlam bir kurumsal çerçeve inşa etmiştir; Türkiye ise gerçekten olağanüstü bir ilişki ağı tesis etme kapasitesine sahiptir ve buna istinaden esnek müdahale konusunda daha yeteneklidir. Đran gibi, AB ile ilişkileri giderek daha fazla bozulan aktörleri de içerecek bir biçimde ilişki kurma ve arabuluculuk etme Türkiye’nin başlıca güçlü yönleri olmaya devam etmektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin bölgedeki popülaritesi hâlâ yüksek seviyelerde seyretmeyi sürdürürken, bazı AB üyelerinin – özellikle Fransa’nın – itibarı zayıflamıştır. Uzun vadede reform ve kurumsal inşa programlarının idare edilmesi AB’nin güçlü olduğu alandır; bununla birlikte, son zamanlarda Türkiye, seçimlerin organize edilmesine ve yeni (Đslamcı) Arap seçkinlerinin eğitilmesine verdiği destek örneğinde olduğu gibi, tepkisel bir tarzda yardım hedefleme konusunda

Page 70: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

68 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

dikkate değer bir yetenek sergilemiştir. Buna karşın, siyasi baskı ya da askeri müdahale son başvurulacak zorunluluklar olarak ortaya çıktığı zaman, örneğin Libya örneğinde Türkiye’yle geçici koalisyonlar tesis edebilen Avrupa devletleri, etkinlik konusunda daha avantajlı görünmektedir.

Ortak eylem için sınırlamalar ve ilkeler

Türkiye’nin hayal kırıklığına uğrayan AB üyeliği, stratejik yakınlaşmaya yönelik her girişimin üzerine büyük bir gölge düşürmektedir. Türkiye’nin, Kıbrıs’ın 2012’nin ikinci yarısındaki AB dönem başkanlığı esnasında AB ile ilişkilerini tamamen donduracağı uyarısı bu anlamda çok da cesaret verici değildir. Türkiye Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesinde ortak eyleme yönelik Avrupa’nın her talebini tam üyelik sürecine katkı için kullanılabilecek bir fırsat olarak görmektedir; öte yandan, başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, böylesi sürekli pazarlıklardan kaçınmak amacıyla diplomatik işbirliğinin tam üyelik sürecinden koparılmasında ısrar etmektedir.

Gelecekte, Türkiye’nin Avrupa politikalarının çerçevesinin belirlenmesine yapacağı etkin katkı, büyük ölçüde, uygun siyasi istikametler konusunda AB’nin önde gelen üye ülkeleriyle anlaşmaya varabilme kapasitesine bağlı olacaktır. AB-Türkiye işbirliğinin hâlihazırdaki kurumsal biçimi gerçekçi görünmemektedir. Örneğin, hâlâ gergin olan Fransa-Türkiye ilişkileri Suriye krizi konusunda karşılıklı istişarede bulunmayı engellemiştir. Sürekli engellerden ileride kaçınılmak isteniyorsa, güven tesis edici önlemler zorunlu olacaktır.

AB ile Türkiye arasındaki yüz yüze ilişkiler günümüzde çok üretken görünmemekle birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’ni içine alan bir üçgen ilişki tesisi, daha geniş bir çerçevedeki güvenlik işbirliğini desteklemek için daha umut verici bir yol olabilir. Arap Baharı’nın başından beri Washington gerçekten de Türkiye’yi cephe hattına itmiş ve dikkatli bir biçimde müttefiklerinin birlikte çalışmasını sağlamaya çalışmıştır. 2011 yazında Libya krizi, AB ve Türkiye’nin aslında görüş ayrılıklarını aşıp ortak bir müdahale şablonu üzerinde anlaşabileceğini göstermiştir. Türkiye ile NATO’ya üye diğer bazı devletler (Fransa, Kıbrıs) arasındaki karşılıklı fikir ayrılıklarından kaynaklanan gerilime rağmen, bu ittifak Amerikalıların aracılık ederek herkesi

Page 71: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gerilimler 69

bir diyalog ve ortak eylem disiplinine sokabileceği bir arena olmaya devam etmektedir.

İşbirliği alanları ve kanalları

Sürekli işbirliği hedefine ulaşmak amacıyla, Ortadoğu’nun geleceği hakkında küresel düzeyde görüş alışverişlerine kesinlikle ihtiyaç vardır ve bunlar güven tesis edici bir önlem işlevi görebilir. Öte yandan, böylesi görüş alışverişlerini resmi düzeyde organize etmenin zorluğu devam etmektedir. Sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşlarının oluşturduğu paralel diplomasi ya da ikinci yol diplomasisi, Türkiye ve onun Avrupa Birliği’ndeki muadilleri arasındaki bağlantıyı canlı tutmakta çok faydalıdır.

Bununla birlikte, devletler-arası düzeyde bilgi paylaşımı ve istişare süreçleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin aracılığı olsun ya da olmasın, her ne pahasına olursa olsun muhafaza edilmelidir. Suriye’yi tartışmak üzere düzenlenenler gibi bu özgül amaca hizmet eden toplantılar ve konferanslar şu an için en düzgün işleyen sistem gibi görünmektedir.

Son olarak, finansal işbirliği ajansları düzeyindeki sinerji göz önüne alındığında, Türk Kalkınma ve Đşbirliği Ajansı (TĐKA) ile Avrupa Kalkınma ve Đşbirliği Ofisi’nin (DevCo) birlikte ortak faaliyetler düzenlemeleri, uzun vadede siyasi anlaşmanın geliştirilmesi için pratik bir yol olabilir. Ayrıca, kesinlikle insani yardım da, Türkiye’nin coğrafi konumu ve bu alandaki özgül yetenekleri düşünüldüğünde, gelecekte ortak eylemin mümkün olabileceği alanlardan biri olacaktır.

Page 72: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

70 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kaynakça

Pierini, Marc. “Turkey, the EU and the Arab Transition Processes.” başlıklı ve Ifri

tarafından düzenlenen konferanstaki konuşma, Brüksel, 14 Şubat 2012

Schmid, Dorothée (yay. Haz.). “La Turquie au Moyen-Orient: le retour d’une puissance régionale?.” Paris: CNRS Editions, 2011.

Soler i Lecha, Eduard. “The EU, Turkey, and the Arab Spring: From Parallel Approaches to a Joint Strategy?” içinde, yayına hazırlayanlar: Nathalie Tocci, Ömer Taşpınar ve Henri J. Barkey. Washington, D.C.: GMFUS ve IAI, Ekim 2011: 25-35.

Tocci, Nathalie. “Turkey and the Arab Spring: Implications for Turkish Foreign Policy in Transatlantic Perspective.” Yorum yazısı, Carnegie Endowment, 12 Eylül 2011.

Ülgen, Sinan. “How to operationalize foreign policy dialogue between the EU and Turkey.” içinde. Washington: GMF, Nisan 2011.

Page 73: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya İkna Etmek 71

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya Đkna Etmek

Ghassan Khatib

Son yıllarda Avrupa’nın Orta Doğu’ya ilgisinin artmakta olduğuna ve bölgeye ilişkin faaliyetlerinin giderek yoğunlaştığına dair pek çok işaret var. Aynı şekilde Türkiye farklı sebeplerle de olsa bölgeyle daha doğrudan ilgilenmekte. Bu örtüşme akla şu soruyu getiriyor: Đki taraf bölgeye dair faaliyetlerini eşgüdüm içinde yürütürlerse hem bölge meselelerini kavrayışlarını derinleştirme hem de bölgedeki etkinliklerini arttırma imkanı bulmazlar mı?

Orta Doğu, çok derin etkileri olacak devrim niteliğinde bir dönüşümden geçiyor. Bu dönüşüm ve ardından gelen istikrarsızlık uluslararası toplumda ama özellikle de Türkiye ve Avrupa devletleri gibi civar ülkelerde dikkat ve endişe ile izleniyor. Bu önemli gelişmelerin Đsrail’in Filistin’deki hukuk dışı işgalini ve Filistinlilerin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi üzerindeki baskısını sonlandırma girişimlerinin başarısızlığa uğramasıyla Orta Doğu’da güvenliğin zaten kırılganlaştığı bir döneme denk gelmesi de işin cabası.

Avrupa Birliği ve Avrupa devletleri, hele Filistin-Đsrail meselesine ilişkin ortak bir politika benimseyebilirlerse, Filistin Otoritesi’ne mali destek sağlamanın ötesine geçebilecek bir siyasi rol oynayabilirler. Tarihi, dini ve coğrafi etkenler Türkiye’yi de bölgedeki rolünü genişletmeye itiyor.

Arap Baharı deneyimi Arap Ligi’nin Araplar arasındaki ve genel olarak Orta Doğu’daki çatışmalarda tek başına başarılı bir arabuluculuk rolü oynayamayacağını gösterdi. Zaten bizzat Arap Ligi bu tür girişimlerinde kendisine destek olacak uluslararası katkılar beklediğini beyan etti ki Avrupa ile Türkiye bu alanda en doğal adaylardır. Ancak ne Avrupa ne de Türkiye şimdiye kadar Akdeniz mahallesinde yapabileceklerinin tamamını yapmış değiller. Çatışmaları çözüme kavuşturmak için birlikte çalışma konusunda da adım atmış değiller.

Page 74: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

72 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Irak savaşı ve diğer müdahalelerin ardından bölgedeki itibarını neredeyse tamamen kaybeden ABD’nin aksine Avrupa buradaki yüksek itibarı sayesinde etkin rol oynayabilecektir. Aynı şekilde Arap ülkelerinde yeni yükselen güçlerin büyük kısmı Türkiye’yi takdir etmekte ve kendi toplumları için bir model olarak görmektedir. Đsrail’in 2008-2009 Gazze saldırılarında Türkiye’nin Filistinlilere verdiği destek ülkenin Arapların gözündeki yerini hayli yükseltmiştir.

Türkiye ile Avrupa aynı benzersiz konumda yer aldıklarına göre, Filistin topraklarındaki Đsrail işgalinden Arap Baharı’yla bağlantılı yeni çatışma ve sorunlara Orta Doğu’daki mevcut çatışmalarda işbirliği içinde arabuluculuk rolü oynayabilirler mi? Ve Atlantik ötesindeki müttefikleri ABD’nin nüfuz gücü düşünüldüğünde bu ikisinin gerçekte ne kadar manevra alanı var?

Arap dünyası kuzeyindeki komşularından ne istiyor?

Arap dünyası modern tarihinin en önemli ikinci aşamasından geçmekte. Birinci önemli aşama bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce Arap halklarının isyan ederek Avrupa sömürgeciliğinin boyunduruğundan kurtulmasıyla yaşanmıştı. Yoksulluk, işsizlik ve baskıdan bıkan yurttaşların sosyal ve ekonomik adalet ile demokratikleşme arzusunu yansıtan şu anki aşamanın elli yıl önceki devrimi tamamladığı söylenebilir.

Topluca “Arap Baharı” olarak anılan ayaklanmaların bu noktasında henüz sonuçları öngörmek, hatta kapsamlı bir analiz yapmak için vakit erken (bu hem de riskli olacaktır). Çeşitli süreçler şu an hâlâ işlemekte ve belki de henüz erken bir aşamadalar. Üstelik bu süreçler bir ülkeden ötekine büyük farklar gösteriyorlar.

Yurttaşların başı çektiği Tunus ve Mısır’daki devrimler, Libya’da Kaddafi rejimini deviren silahlı müdahaleden çok farklı bir nitelik taşıyor. Aynı şekilde Yemen’deki ayaklanmaların kendine özgü tarafları var ve Suriye’deki çatışmalar başlı başına ayrı bir kategori teşkil ediyor. Kısacası, büyük genellemeler yapmak zor; Mısırlıların ihtiyaçları Suriyelilerinkinden, Yemenlilerinkinden ya da Bahreynlilerinkinden farklı.

Page 75: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya İkna Etmek 73

Yine de denebilir ki Mısırlılar ve Tunuslular liderlerini devirip serbest ve adil seçimlere dayalı bir demokratik süreci işletmeye başladıklarına göre bundan sonra sürecin devam edebilmesi için ekonomik ve sosyal kalkınma gerektiği aşikardır. Ekonomik büyüme, işsizlik ve yoksulluğun geriletilmesi, nihayetinde yaşam standartlarının yükseltilmesi bu bağlamda hayati önem taşımaktadır.

Avrupa Đmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) yöneticisi Thomas Mirow’un 16 Mart 2012’de AFP tarafından yayımlanan şu sözleri, Avrupa’nın bu sürece destek olmak için neler yapabileceğini özlü bir şekilde ifade ediyor: “Güney ve doğu Akdeniz bölgesinin tamamında yılda 2,5 milyar € (3,27 milyar $) yatırım yapabilecek kapasitemiz var” diyen genel müdür, Mısır, Ürdün, Fas ve Tunus’a ilişkin destek planlarını duyurdu.

Suriye’ninse en azından şu an için çok farklı ihtiyaçları var. Ülke bölgesel ve bölgeler arası hakimiyet savaşının ortasında kaldı ve bu savaşın kurbanı olmuş durumda. Suriye halkı özgürlük, onurlu bir yaşam ve daha yüksek hayat standartları için mücadele ederken bölgesel ve bölgeler arası oyuncular kendi çıkarlarını ilgilendiren bambaşka sebeplerle taraflardan birini ya da ötekini destekliyorlar.

Araplar yabancıların ülkelerine müdahalesi konusunda hassastırlar. Đçinde bulunduğumuz netameli dönemde yardım etmek isteyenleri bekleyen en önemli zorluklardan biri samimi bir yardım etme arzusu ile denetim altına alma, hakimiyet kurma ve sömürme ihtirası arasında yolunu bulabilmek olacak.

Araplar bölgelerine ilişkin uluslararası planları değerlendirirken müstakbel ortaklarının Filistin halkına ve onların davasına nasıl yaklaştığına özellikle dikkat edeceklerdir. Rusya ile Çin Suriye rejiminin uluslararası alanda kınanmasını veto ile engellediğinde ABD’nin onları eleştirmesi, sokaktaki sıradan Arap insanı için anlaması zor bir şey olabilir. Zira aynı Amerika, Filistin topraklarındaki hukuksuz Đsrail yerleşimlerinin genişletilmesini eleştiren bir kararı veto etmişti. Bu gibi çifte standartlar her türlü girişimin inandırıcılığına zarar verecektir.

Bölgede istikrarsızlık yaratan bir diğer unsur da Irak. Irak, Đran ile Suriye arasında oluşuyla çok önemli bir stratejik konumda yer alıyor. Suriye’deki rejimin sürmesi, mevcut Irak hükümetinin çıkarına. Bu nedenle Irak’ta mezhepler arası gerilimdeki artış muhakkak dikkatle izlenmeli. Daha geniş

Page 76: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

74 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

ölçekte ise Kürt meselesi Suriye, Irak ve Türkiye’yi birleştiren ortak payda; Suriye Kürtleri özel bir statü elde ederse Kürtlerin statüsünün zaten hassas bir konu olduğu Irak’ta da mutlaka bunun etkileri olacaktır.

Avrupa ile Türkiye, bölgede olumlu ve faydalı bir etki yapmaya yönelik girişimlerinde mutlaka Đran faktörünü de dikkate almalılar. Orta Doğu’da hakimiyet sağlama yarışının içinde olan Đran, hem devletleri hem de devlet dışı aktörleri etkilemeye yönelik bir strateji izliyor. Đran’ın nüfuzunun etkisizleştirilebilmesi için öncelikle Filistin Topraklarındaki Đsrail işgalinin sonlandırılması ve Filistin sorununa bir çözüm bulunması gerekiyor.

Avrupa ve Türkiye nasıl yardım edebilir?

Bu uluslararası bağlamda hem Avrupa hem de Türkiye Arap Baharı ve Đsrail’in sürmekte olan işgali ile ilgili meselelerde olumlu katkıda bulunabilecek bir konumda yer alıyorlar. Sömürgecilik geçmişine rağmen Avrupa’nın yapıcı bir rol oynamasına yetecek derecede güvenilirliği var. Arap ülkelerinin en güçlü ticari ilişkileri Avrupa’yla olanlardır ve Arap kamuoyu Avrupa’yı ABD’ye göre daha dengeli bir aracı olarak görmektedir.

Arap dünyası ile kısmen ortak bir dinsel ve tarihsel mirasın sahibi olan Türkiye’nin itibarı daha da yüksek. Đsrail’in Dökme Kurşun Operasyonu ardından Filistinlileri desteklerken aldığı ilkeli tavır dost ülke olarak konumunu daha da perçinledi. Bugün pek çok Arap Türkiye örneğini kendi demokratikleşme süreçleri için muhtemel bir model olarak görüyor. Türkiye’nin Đslami bir kimlik ile demokrasiyi bağdaştırmaktaki başarısı ve belli bir süreklilik içinde devam eden ekonomik kalkınması da Türkiye’nin Araplar gözündeki yerini yükseltti.

Türkiye ile Avrupa bu zorlu geçiş sürecinde Arap dünyasına destek olmak için nasıl eşgüdüm içinde hareket edebilirler? Türkiye ile Avrupa’nın ilişkilerinde de Doğu-Batı gerilimlerinin etkisi yok değil. Ama her halükârda iki tarafın bölgede ortak çıkarları mevcut. Aşağıdaki ilkelere riayet edildiği takdirde bu çıkarların kapsamını daha da genişletmek mümkün olacaktır.

Page 77: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya İkna Etmek 75

Öncelikle, söz konusu anlaşmazlık ve çatışmaların belli başlı tüm tarafları ile yapıcı diyaloglar kurulmalı ve sürdürülmelidir. Hükümetler ile Đslamcılar ve devrimciler de dahil muhalif gruplar, özellikle de gençlik temelli muhalefet odakları bu tarafların en önemlilerindendir.

Đkinci olarak, çifte standarttan kaçınılmalı ve tutarlı bir politika geliştirilmelidir. Avrupa ve Türkiye, Arap Baharı’nın demokratikleşme, toplumsal ve ekonomik gelişme gibi meşru hedeflerinin gerçekleşmesine yardımcı olma rollerini pekiştirmek istiyorlarsa dengeli sayılabilecek mevcut konumlarını iyice belirginleştirmelidirler.

Üçüncü olarak, hem Türkiye hem Avrupa kendi ideallerine sadık kalmalı, Amerika gibi kendi ülkesinde demokrasiyi savunurken Arap dünyasındaki demokratik hareketleri kendi kaderine terk etme hatasına düşmemelidirler. Çelişkili politikalar yürütmenin mantıklı bir sebebi olamaz. Demokratikleşmeyi ve toplumsal ve ekonomik gelişmeyi engelleyen rejimlerle iyi ekonomik ilişkileri sürdürmek gibi bencilce bir gaye bile uzun vadede bu politikayı yürütenlere zarar verecektir çünkü bu şekilde bazı hayati ilişkileri bozulacak ve kamuoyunun güveni kaybedilecektir.

Bu süreçte Avrupa Birliği ve Türkiye faaliyetlerini Arap Ligi ile sıkı eşgüdüm içinde yürütmelidir. Arap Ligi’nde çeşitli sıkıntılar olsa da, Arap devletlerini kolektif hareket etmeye teşvik etmek bölgenin uzun vadeli gidişatı açısından çok önemlidir. Bu hem Araplar’ın gelecekte de eşgüdüm içinde hareket etmesini kolaylaştıracak, hem de kamuoyundaki “dış müdahale” endişelerini kısmen de olsa giderecektir.

Avrupa ve Türkiye ayrıca geçiş dönemindeki Arap ülkeleriyle ekonomik ve kültürel alışverişlerini de yoğunlaştırmalıdırlar. Bu, demokratikleşmeyi destekleyecek ve değişimin kalıcı bir nitelik kazanması ve istikrarın korunması bakımından hayati önem taşıyan ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacaktır.

Resmi politikalar, bir din olarak Đslam ile Đslam’ı kendi hedefleri uğruna kullanan aşırı radikal siyasi güçlerin ayrımını yapabilmelidir. Özellikle Avrupa, kıtada yaygın olan Đslamofobiyi yok etmek için daha fazla çaba göstermelidir.

Nihayet, Avrupa ve Türkiye –ve tabii uluslararası toplumun geri kalanı– Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’teki Đsrail işgalini sonlandırma ve Filistin

Page 78: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

76 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

halkına 65 yıl önce yapılan haksızlığı giderme sorumluluklarını ciddi ve dolaysız bir şekilde sahiplenmelidirler.

Avrupa ve Türkiye, bu bağlamda Filistinliler ile Đsraillilerin tanınmış sınırlar çerçevesinde yan yana barış ve güven içinde var olmasını mümkün kılacak iki devletli bir çözümün gerçekleşmesine yardım edebilirler ve etmelidirler. Bu da Filistinlilerin ülkelerini ve onun kurumlarını inşa etmelerine yardım etmek gibi pek çok adımı gerektiriyor. Ayrıca, Đsrail’i iki devletli çözüme ket vuran uygulamalarını, özellikle de işgal altındaki Doğu Kudüs ve diğer yerlerdeki hukuksuz yerleşimlerin genişletilmesi uygulamasını durdurmaya ikna etmeyi de gerektiriyor.

Tarihi bir fırsat

Avrupa dahil tüm dünya Arap dünyasının belli kısımlarında son yüz yıldır yaşanan sıkıntılardan az ya da çok sorumludur. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Araplar, önce Türkiye ardından sömürgeci Avrupa devletleri olmak üzere, büyük ölçüde yabancıların doğrudan yönetimi altındaydı. Yüzyılın ikinci yarısında ise Arap dünyası Doğu ve Batı güçlerinin bölgede hakimiyet kurabilmek için mücadele ettiği Soğuk Savaş hesaplarının ortasında kaldı.

Bu dönem boyunca Batı’nın bölgeye yaklaşımı büyük ölçüde bencil, fırsatçı ve basiretsizdi. Kontrolü elinde tutabilmek ve stratejik ve ekonomik yarar elde edebilmek için demokratikleşmeyi, insan haklarına saygıyı, sosyal ve ekonomik kalkınmayı engellemeye çalıştı. Bugün bu politika müthiş bir şekilde geri tepmiş bulunuyor.

ABD başkanı Barak Obama, 2009 Mayıs’ında Kahire’de yaptığı tarihi konuşmada “Müslümanları hak ve fırsatlardan mahrum bırakan sömürgecilik ile çoğunluğun Müslüman olduğu ülkelerin istek ve özlemleri yok sayılarak kukla muamelesi gördüğü Soğuk Savaş dönemi, tüm bu gerilimleri beslemiştir” diyerek bu hataya değinmişti. Ama bugün Obama’nın konuşmasının üzerinden sadece üç yıl geçmiş olduğu halde pek çok Arap bu yaklaşımın sözde kaldığını, herhangi bir somut politika değişikliğine yol açmadığını düşünüyor. Bir başka deyişle, ABD hükümeti değişim fırsatını harcamış bulunuyor ve bugün hâlâ

Page 79: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

AB ve Türkiye’yi Orta Doğu’da Etkin Olmaya İkna Etmek 77

büyük bir şüphe ile karşılanıyor. Pek çok Arap Washington’un Arap Baharı’na olan ilgisinin arkasında ne niyetler yattığını sorguluyor.

ABD ile Arap dünyası arasındaki bu büyük uçurum, başkalarına başı çekme fırsatı sunuyor. Avrupa ile Türkiye bu tarihsel fırsatı değerlendirip Arap halkının yeni dile gelen arzularını destekleyerek Arap halkları ile başarılı bir şekilde ilişki kurabilecekler mi? Yoksa kendi kısa vadeli amaçları uğruna Arapların sahici ve uzun vadeli çıkarlarını göz ardı etmeyi sürdürecekler mi?

Page 80: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

78 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Page 81: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü 79

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü: Đsrail’den Bir Bakış

Yossi Alpher

Bu makale Ortadoğu’daki bölgesel çatışma sorunu bağlamında Đsrail, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki etkileşimlere bakmaktadır. Makalede sorunlu bölgeler tarif edilmekte, Đsrail hükümetinin meseleyle ilgili politika yaklaşımı çözümlenmekte ve Đsrail için yeni hareket istikametleri önerilmektedir.

Bölgede Đsrail güvenlik ve politika kuruluşlarının tanımladığı başlıca çatışma alanları içinde ilk sırayı, Đran’ın nükleer ve bölgesel/ideolojik hırslarının ortaya çıkardığı tehdit almaktadır; bunun ardından, Đsrail-Arap barışını ve bölgedeki istikrarı etkileyebilecek, komşu Arap ülkelerindeki – bilhassa Mısır ve Suriye’deki – devrimlerin yarattığı “taşma” meseleleri gelmektedir. Đsrail’in kendisine düşmanca hareket eden devlet-dışı (non-state) aktörlerle – Filistin sorunu, Şii Đran/Lübnan destekli Hizbullah’ın ve Hamas, El Kaide ve diğer Sünni grupların sorumlu olduğu cihat terörizmi – etkileşimi bunlarla iç içe geçmiş bir meseledir. Đsrail’in kendi karasuları içinde geniş doğalgaz yatakları keşfetmesi ve Lübnan’ın bunların küçük bir kısmına itiraz etmesi, Kıbrıs ve Türkiye’yi de içine alabilecek bir başka potansiyel çatışma kuşağına işaret etmektedir. Gerçekten de, bu sorunlu alanların neredeyse her birine dair bir Türkiye “açısı” mevcuttur.

Çatışma alanlarının bu “sıralamasının” göze çarpan özelliklerinden biri, hâlihazırda Đsrail’de Filistin meselesine görece düşük bir öncelik atfediliyor olmasıdır. Görünüşe bakılırsa bu durum, algılanan Đran tehdidinin önemi giderek artan hâkimiyetini ve bunun yanı sıra kafaların Arap Baharı’yla ilişkili meselelerle meşgul olmasını yansıtmaktadır. Açıktır ki, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümeti Đsrail’in tehdit değerlendirmesinin tam da bu şekilde algılanmasını istemektedir; Filistin meselesi, her ne kadar inatçı olmaya devam etse de ve hatta her gün yeni yerleşimlere dair “kanıtlar” ortaya çıksa da, idare edilebilir bir sorun seviyesine indirilmektedir. Bu durum aynı zamanda, gerek

Page 82: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

80 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Obama yönetiminin üç yıllık kötü idaresinin, gerekse de Filistin lideri Mahmud Abbas’ın, doğrudan müzakerelerin faydasını yitirdiği ve alternatif bir yaklaşım bulunması gerektiği yollu açık değerlendirmesinin bir yan ürünüdür. Avrupa ve Türkiye’nin bakış açısından bakıldığında ise Đsrail-Filistin çatışmasına gösterilen ilginin düşük seviyeli olması, Đsrail-Filistin meselesi Đran’la ve bölgedeki devrimler-barış-terörizmle ilgili sorunları şekillendirdiği ve bu sorunlarla ilişkili olduğu sürece, stratejik olarak neredeyse tamamen çarpık bir çizgi olarak görülmektedir ve dolayısıyla da bu çatışmanın daha yüksek bir öncelikle ele alınması gerekmektedir.

Đsrail’in görüşüne göre ise Đran’ın yarattığı tehdit hiçbir şekilde Tahran’ın nükleer istekleriyle sınırlı değildir. Đran Đsrail’in etrafını, Suriye, Lübnan (Hizbullah) ve Gazze’deki (Hamas) füze ve roketlerle kuşatmış durumdadır. Bu kuşatma Đran’ın, Şii hâkimiyetindeki Irak’taki yoğun etkiden de destek alan “Şiileşmiş” Doğu Akdeniz (Lübnan’daki Şii bölgeleri ve Suriye’deki Alevi rejimi) arzularını yansıttığı gibi, Đsrail’i arzuladığı bu bölgeye saldırmaktan caydırma isteğine de işaret etmektedir. Bunun bir sonucu olarak, Đsrail’le Đran (ve Đran’ı temsil eden ve onunla ittifak halinde olan güçler) arasındaki gerilimin kazara yükselmesi tehlikesi, en azından Đsrail’in Đran’ın nükleer altyapısına bir saldırı düzenleme tehlikesi kadar büyüktür. Bu ikinci tehlike, Đsrail’in fiziksel güce başvurma tehditlerinin dürtmesiyle ABD öncülüğünde uygulanan yaptırımlar işe yaradığı ve Đran’la Beş-artı-Bir ülkeleri arasında doğrudan müzakereler gerçekleştiği sürece, beklemeye alınmış görünmektedir.

Ayrıca, Suriye’deki kargaşa ve huzursuzluk, Devlet Başkanı Beşar Esad, onun etkili kuzeni Rami Mahluf ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın bir dizi tehdit ileri sürmesine, bölgesel ve uluslararası ilgiyi Suriye devriminden başka taraflara çekmek amacıyla Đsrail’e önleyici bir saldırı düzenlemekten bahsetmesine yol açmıştır. Gerçekleşme olasılığı ne kadar düşük olursa olsun, bu tehdit de Đsrail tarafından ciddiye alınmak zorundadır. Yukarıda zikredilen senaryoların hepsinin ya da herhangi bir tanesinin derinleşmesi bölgesel bir savaş haline yol açabilir.

Potansiyel olarak Đsrail’i, Türkiye’yi ve muhtemelen Avrupa’yı içine alan ve daha idare edilebilir olan bir çatışma yönetimi senaryosu ise Đsrail’in Suriye’ye minimalist türden bir müdahalesiyle ortaya çıkabilir. Đsrail hâlihazırdaki düşüncesinde kendini, Suriye topraklarına insani amaçlar için bile bir

Page 83: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü 81

müdahalenin adayı olarak görmemektedir. Bunun nedeni de basitçe, böylesi bir müdahaleye yönelik gerekçelerinin olası her durumda komşuları tarafından kötü amaçlı – bir Arap ülkesini işgal etme çabası – olarak değerlendirilebileceğidir. Dolayısıyla, müdahale meseleyle ilgili her taraf için istenmeyen sonuçlar doğurabilecektir. Đsrail, aşırı derecede bir kışkırtma olmadığı sürece, askeri kuvvetlerinin Suriye topraklarına ayak basmaması gerektiği fikrinde görünmektedir. Bunun temel nedeni de, bir yanıltma fırsatı olarak Esad’a Đsrail’e saldırma gerekçesi vermekten kaçınma isteğidir. Đsrail, Golan Tepeleri’nde çatışmadan kaçacak Suriyeli mültecileri kabul etme olasılığı doğrultusunda hazırlıklar yaptığını zaten duyurmuş ve dolaylı insani yardım sağlama önerisinde bulunmuştur.

Ne var ki, Suriye’den ya da Güney Lübnan’dan gelecek bir saldırıya karşı koyma olasılığının ötesinde, Đsrail’i daha proaktif bir biçimde müdahale etme isteğine sevk edecek “en kötü durum” senaryolarını düşünmek de zor değildir. Örneğin, eğer Esad rejimi El Kaide güçleri, diğer radikal Đslamcı isyancılar ya da kendi başına hareket eden ordu içi bir fraksiyon tarafından ele geçirilip sorumsuzca kullanılabilecek hayati derecede önemli savaş araç-gereçleri – örneğin Suriye’nin elinde bolca bulunan kimyasal silah başlıkları ve füze fırlatma sistemleri – üzerindeki kontrolünü kaybederse, Đsrail’in bu teçhizatları bombalamaya karar vereceği düşünülebilir. Türkiye de bu olasılığa karşı hassas olacak ve önleyici bir hamle üzerine düşünecektir. Đsrail’le Türkiye arasında yakın bir işbirliği olmazsa, meseleler kolayca kontrolden çıkabilir.

Açıktır ki, Đsrail’i Đran ve/ya Suriye ile karşıtlık içine sokan olasılıklar, her iki ülkeyle de sınırları olan ve Suriye’deki muhalefetin desteklenmesinde önemli bir rol oynayan Türkiye’yi de son derece yakından ilgilendirmektedir. Suriye meselesi, Irak’la ilişkili meseleler ve Đran’ın nükleer programı konularında Türkiye’nin Đran’la olan ilişkileri de son aylarda giderek gerginleşmiştir. Görünüşe bakılırsa, giderek bir Sünni-Şii bölünmesi haline gelen sorun söz konusu olduğunda Đsrail ve Türkiye aynı tarafta yer almaktadırlar ve politikalarında eşgüdüm sağlama ihtiyacını ciddiye almak zorundadırlar.

Gerçekte ise durum böyle değildir. Đsrail’le Türkiye arasında olması gereken ve yukarıda değinilen durumların her birinin gerektirdiği stratejik ve diplomatik eşgüdüm, mevcut koşullarda zayıf bir beklentidir. Đsrail’in algısında, bu gelişmenin – ki Đsrail’deki neredeyse bütün çevrelerde derin bir üzüntü

Page 84: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

82 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

yaratmaktadır – ardında iki neden bulunmaktadır. Bunlardan biri, Türkiye’nin Filistin sorunundan istifade ederek ve Đsrail’in yıkılmasından bahseden Hamas Đslamcılarını destekleyerek, Đsrail’in aleyhine bir biçimde bölgesel etki geliştirmedeki ısrarıdır. Birinci nedenle ilişkili olan ve daha geniş bir açıklamaya dayanan diğer neden ise Türkiye’nin Ortadoğu’daki mevcudiyetini genişletme isteğinin öncelikle, onunla benzer düşüncedeki Sünni Đslamcılarla yakın ilişkiler kurmaya dayanmasıdır. Sözü edilen Sünni Đslamcılar devrimci Arap dünyasında hâkim siyasi güç haline gelmektedirler ve Đsrail’le üretken bir stratejik ilişki kurmaya ya çok az bir yer vermekte ya da hiç yer bırakmamaktadırlar.

2011 yılı boyunca, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümeti, Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayında öldürülen dokuz Türk vatandaşı için Türkiye’den özür dileme fırsatını, görünen o ki, kaçırmıştır. Bazıları bu hamlenin iki ülke arasındaki ilişkiyi önceki durumuna döndürebileceğini umut etmişti. Netanyahu’nun aslında bizzat kendi stratejik danışmanlarının bazılarının verdiği tavsiyeyi reddederek böylesi bir özür dilememesi, onun Türkiye’nin bölgeye yaklaşımında Arap ve Đslamcı yanlısı tutumların baskın olduğu şeklindeki değerlendirmesini yansıtmaktadır. Buna göre Đsrail’in pişmanlık ifadesi Ankara’nın temel yaklaşımını değiştirme yolunda çok az bir etkide bulunabilir ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Đsrail’i küçük düşürme zaferi şeklinde yorumlanabilirdi. Ama bu karar Đsrail’in Türkiye gibi hâkim bir bölgesel aktörle acil bir uzlaşma yolu bulma ihtiyacını göz ardı etmiştir.

Kilit rollerdeki Đsrailli politika oluşturucular belli ki yanlış bir Türkiye görüşüne göre çaba harcamaktadırlar; bu görüşe göre Türkiye’nin gerçek kaderi, sırf bir Arap ülkesi olmadığı ve Arap dünyasıyla geçmişte bir soğukluk yaşadığı için, Đsrail’in doğal bir bölgesel müttefiki olmaktır. Bu yaklaşım iki ülke arasında 1950’li yıllarda başlamış olan stratejik/askeri ittifaka Đsrail’in “çevre doktrini” (periphery doctrine) çerçevesi içerisinde bakmaktadır. Bu ise Türkiye’nin hâlihazırdaki bölgesel yaklaşımı gerçekliğiyle tamamen uyuşmaz bir durumdadır.

Türkiye ile Đsrail arasında yakın gelecekte stratejik bir işbirliği beklentisi, Đsrail ve Türkiye’nin çıkarlarının çatışıyor göründüğü bir dizi mevcut ve potansiyel çatışma durumunun gölgesinde kalmaktadır. Bu potansiyel çatışma durumları şöyle sıralanabilir: Đsrail’in Đran’ın nükleer altyapısına saldırma tehdidi; Filistin

Page 85: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü 83

meselesi; siyasi Đslam’ın baskın olduğu bir Mısır hükümetinin eylemlerine Đsrail’in olası tepkileri; Akdeniz açıklarındaki enerji kaynaklarının kullanımı – ki buna Lübnan (Đsrail’in kullanabileceği deniz yetki alanı) ve Türkiye (Kıbrıs’ın deniz yetki alanı) itiraz etmektedir – konusunda Đsrail’in Kıbrıs (söylentilere göre Đsrail Hava Kuvvetleri’nin Baf’a iniş yapma hakkını da içermektedir) ve Yunanistan’la giderek güçlenen ittifakı.

Enerji keşifleriyle ilgili bu sonuncu sorun, çözümü kolay olmayan bazı zorluklar ortaya koymaktadır. Đki ya da üç yıl içinde Đsrail doğalgaz ihraç eden bir ülke haline gelecek ve tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir refah ve ekonomik güç elde etmeyi sabırsızlıkla bekleyebilecektir. Akdeniz’de Kıbrıs’la işbirliği içerisinde işlettiği sondaj alanları ve teçhizatı bir başka çatışma alanı mı olacak, yoksa ekonomik etkisi çatışmayı yatıştırmasına olanak sağlayacak mı? Yine dikkati çekecek bir şekilde, tuzdan arındırma konusunda harcadığı büyük çabalar sayesinde Đsrail önümüzdeki on-on beş yıl içerisinde suya çok ihtiyacı olan komşularına su ihraç edebilecek bir düzeye gelecektir. Dolayısıyla bu da, gelecekteki potansiyel çatışmalarda ya da çatışma çözümünde bir başka ekonomik etmen oluşturacaktır.

Đsrail’in bölgesel stratejik tutumundaki belki de en büyük boşluk, Arap devrimlerine yönelik proaktif bir tavır benimsemekteki başarısızlığıdır. Bunu yapmak yerine, pasif bir “her şeye hazırlıklı olarak kal” yaklaşımını tercih etmiştir. Netanyahu hükümeti bu yaklaşımı ancak, örneğin Sina Yarımadası içindeki ya da oradan gelecek şiddet sorunu söz konusu olduğunda Mısır’daki Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’yle işbirliğinde ve Kral II. Abdullah’ın sendeleyen statüsünü en azından kısmen desteklemek üzere Ürdün’de yapılan müzakereler-öncesi barış görüşmelerine katılımda olduğu gibi, baskı altındayken terk etmiştir.

Buna karşın Türkiye, “sıfır çatışma” politikası fiilen çökmüş olsa da, Suriye’deki Esad rejimine muhalefete öncülük ederek ve siyasi Đslam’la demokrasiyi kaynaştırmayı hedefleyen kendi başarılı modelini savunarak, Arap devrimci gelişmeleri konusunda stratejik çıkarlarını Đsrail’den çok daha iyi değerlendirmiş görünmektedir. (Yol gösterici bir karşılaştırma örneği olarak, Suudi Arabistan da Arap Baharı’yla ilişkili olarak algılanan kendi çıkarlarına yönelik tehditlere Đsrail’den çok daha başarılı bir tepki vermiştir; bunu, komşu ülkeler Bahreyn, Yemen ve Ürdün’de göreli huzuru muhafaza etmek için

Page 86: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

84 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

kuvvet, hâkim etki ve para bağışları üçlüsünden oluşan bir karışımı kullanarak başarmıştır.)

Đsrail’in, devrimci Arap siyasi Đslam’ı tarafından kuşatılmaktan duyduğu korkular meşrudur, ama gösterdiği tepki sönük kalmış ve onu bölgede ortaya çıkacak başka devrimci değişimlere karşı kırılgan bir durumda bırakmıştır. Yeni ve eski rejimlere yönelik daha olumlu bir görüntü ortaya koymak amacıyla Đsrail’in daha proaktif olabileceği ve olması da gerektiği alanlara örnek olarak, barış görüşmeleri ya da Filistin uzlaşması konusuna Mısır ve Hamas’ı dahil ederek Filistin Kurtuluş Örgütü’yle (FKÖ) alternatif bir stratejik istikamete yönelme ve Suriye sorununu Türkiye’yle tartışma verilebilir.

Bilhassa tıkanmış olan Filistin meselesi, tahmin edilemeyecek bir şekilde patlama ya da kötüleşme tehlikesi ortaya koymaktadır. Filistin siyasetinin geçirdiği felç ve bunun yanı sıra Netanyahu hükümetinin çok da gizli olmayan, yeni yerleşim birimlerini yaşayabilir bir iki-devletli çözümün imkânsızlaşacağı bir noktaya varıncaya kadar genişletme gündemi gösteriyor ki, eğer kendi başlarına bırakılırlarsa iki tarafın anlamlı bir ilerleme gerçekleştirme şansı çok azdır. Bu noktada Đsrail’deki barış kampı, Ortadoğu Dörtlüsü (Quartet) ve Türkiye’nin, Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Mahmud Abbas’ın Birleşmiş Milletler girişimine daha yakın ve daha olumlu bir ilgi göstermesi gerekmektedir. Bütün nihai statü meselelerini Oslo çerçevesine göre çözmeyi hedefleyen en üst düzeydeki iki çabanın (2000’deki Camp David ve 2008’deki Olmert-Abbas görüşmeleri) başarısız olmasının ardından, Abbas Oslo formülünün ömrünün sona erdiğini ve yerine alternatif bir paradigma bulunması gerektiğini anlamış görünmektedir.

Bir Filistin devletinin Birleşmiş Milletler, Ortadoğu Dörtlüsü ya da başka bir uluslararası oluşumun öncülüğünde uluslararası planda tanınması, çatışmayı iki devlet arasındaki bir sorun olarak yeniden formüle ettiği ve önceliği konuyla en ilgili meselelerin – 1967-sonrası sınırlar sorunu, güvenlik ve Kudüs’te ikiz başkent – çözümüne verdiği ölçüde, kafa yormaya değer bir ileri adım olasılığı sunmaktadır. 1967-öncesinin mülteciler ve kutsal yerlere dair söylemlerle ilgili meseleleri çözümsüz kalmaya devam etse bile, çatışmayı idare etme ve istikrara kavuşturma yönünde dev bir adım atılabilecek, Hamas’ın sürece daha kolayca dahil edilmesine olanak sağlanmış olacaktır. Böylesi bir yaklaşım – aslında

Page 87: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye, Avrupa Birliği ve Bölgesel Çatışma Çözümü 85

mevcut tıkanmışlığa yönelik neredeyse her alternatif – sürece hâlihazırdakinden çok daha üst düzeyde bir uluslararası katılım gerektirecektir.

Đsrail’in Avrupa’nın Đsrail-Filistin çatışmasına karışmasını algılama biçimi, Avrupa Birliği içindeki politika kopukluğuna ve bunun sonucunda da AB’nin dinamik ve zorlayıcı bir konum ifade edememesine odaklanmaktadır. AB ve belirli Avrupa ülkeleri Netanyahu hükümeti üzerinde baskı oluşturmaya çalıştıkları ölçüde, Kudüs bu kopukluktan istifade etmektedir. AB’nin öncülük ettiği hâlihazırdaki Ortadoğu Dörtlüsü barış çabaları hem Đsraillilere hem de Filistinlilere giderek daha faydasız göründüğü gibi, genelde Ortadoğu Dörtlüsü’ne ve özelde de Avrupa’ya duyulan güvenin aşınma riski de ortaya çıkmaktadır. Bunlar Đsrail-Filistin barışı için alternatif bir paradigma ihtiyacının ışığı altında yeniden değerlendirilmek zorundadır. Genel seçimlerle ilgili hesaplar nedeniyle Obama yönetiminin hiçbir riskli barış çabası içine girmediği 2012 yılı, Ortadoğu Dörtlüsü’nün böylesi bir yeniden değerlendirme yapması için mükemmel bir fırsattır.

Buna paralel olarak Đsrail hükümeti, bir bütün olarak AB ile kıyaslandığında daha az eleştirel olan ya da Đsrail’in tehdit değerlendirmelerini paylaşan belirli Avrupa ülkeleriyle (Đran konusunda Birleşik Krallık ve Fransa, Türkiye ve enerji meselesi konusunda Yunanistan ve Kıbrıs, çatışmada Đsrail’i destekleyen konumlarından ötürü de Orta Avrupa ülkeleri) stratejik işbirliği arayışı içine girmektedir. Avrupa-Đsrail ilişkisinde bilhassa hassas bir potansiyel rahatsızlık noktası Almanya’nın Netanyahu hükümetine yönelik giderek artan memnuniyetsizliğidir; Almanya buna, bir yandan Almanya’nın Avrupa Birliği’nin ekonomik amiral gemisi olarak giderek büyüyen rolünün, diğer yandan da kendi Holokost tarihinden dolayı Đsrail konusunda kendi kendine koyduğu kısıtlamaların prizmasından bakmaktadır.

Son olarak, çoğu Avrupa ülkesi Ortadoğu çatışması konusunda adım atarken, Đsrail’in etkisinin görece güçlü olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nden işaret beklemektedir. Washington, Türkiye-Đsrail ilişkilerini iyileştirmek için kendi bölgesel etkisini kullanmaya da çalışmıştır, ama bu çok az başarı sağlamıştır. Bu noktada, Amerika’nın Đsrail-AB-Türkiye üçgeni üzerindeki etkisinin geleceği açısından, yaklaşan ABD genel seçimlerinin potansiyel öneminin altını çizmeliyiz: Örneğin, yeniden başkan seçilmiş bir Barack Obama öncekinden daha zorlayıcı bir rol benimseyebilir.

Page 88: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

86 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Page 89: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 87

Göç için yeni bir hedef ülke olarak Türkiye: Geleceğe dair sorunlar ve beklentiler

Ayhan Kaya

Çok-etnikli, çok-kültürlü ve çok-dinli bir ülke olan Türkiye, aralarında Sünni Türkler, Alevi Türkler, Sünni Kürtler, Alevi Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Ermeniler, Gürcüler, Museviler, Rumlar, Araplar ve Süryaniler’in bulunduğu yaklaşık 50 farklı Müslüman ve/ya gayrimüslim etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır. Bununla birlikte, son on yılda gerçekleştirilen demokratik reformlara rağmen, Türk devleti 1923’te cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye toplumunun etnik ve kültürel çeşitliliğe dayanan niteliğini resmi olarak tamamen tanımamıştır. Ülkenin etno-kültürel ve dinsel heterojenliği tarih boyunca Anadolu’yu boydan boya kateden çeşitli güç dalgalarının bir sonucudur. Yeni göç dalgaları modern Türkiye’yi yeniden bir göç hedefi ülke haline getirmektedir. Bu yazı hem Türkiye’ye yönelik göç dalgalarının hâlihazırdaki durumunu, hem de bunların yarattığı sorunları ve fırsatları ele almaktadır.

Yirminci yüzyılın ilk yarısı boyunca Türkiye ağırlıklı olarak bir tarım ülkesiydi. Bununla birlikte, tarım sektöründe daha sonra yaşanan makineleşme ve endüstriyel üretimin yükselişe geçişi ülkenin nüfus dinamiklerini köklü bir şekilde değişime uğrattı ve kayda değer bir iç ve dış göç ortaya çıkardı. Gerçekten de, Türkiye Đstatistik Kurumu’nun (TÜĐK) verileri 1927 yılından 2000 yılına kent nüfusunun üç kat arttığını göstermektedir.

Türkiye son yıllarda, kısmen transit göç ve geri dönüş göçünde yaşanan artışın bir sonucu olarak, bi pozitif net göç ülkesi haline gelmiştir. Ülke aynı zamanda uluslararası doğrudan yatırım içim de giderek daha cazip bir hedef haline gelmektedir.

Page 90: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

88 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye’de yeni göç trendleri

Türkiye’ye gelen göçmenlerin sayısı Türkiye’den yurtdışına giden göçmenlerin sayısına neredeyse eşittir. Demografik bir bakış açısından bakıldığında, beyin göçünden duyulan sürekli kaygılar hariç tutulursa, dış göç artık Türkiye için önemli bir sorun teşkil etmemektedir. Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’nin 2010 yılındaki göçmen nüfusu 1,4 milyon insana ya da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 1,93’üne ulaşmıştır. 2010 yılı için net göç oranı yaklaşık yüzde 0,06 olmuştur (World Bank 2010).

Afganistan, Bangladeş, Irak, Đran ve Pakistan’dan gelen düzensiz göçmenler 1990’lı yıllardan beri Türkiye’yi bir transit rota olarak kullanmaktadır (Kirişçi 2003; Đçduygu 2009). Türk Dış Đşleri Bakanlığı’nın istatistiklerine göre, 2000 yılı ile 2008 yılı arasında 561.000 civarında düzensiz göçmen yakalanmıştır. Türkiye, kurbanların genellikle Moldova, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Kırgızistan ya da Özbekistan’dan geldiği, Karadeniz bölgesindeki insan kaçakçılığı için de bir hedef istikamettir. Türkiye, bilhassa Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nden gelerek ya Türkiye’nin kendi içinde yeni iş ve yeni bir hayat arayan, ya da Türkiye’yi Batı’da iş bulmak için bir basamak taşı olarak gören göçmenler için uzun bir dönem boyunca hedef bir ülke olmuştur (Đçduygu 2009; Danış, Taraghi ve Perouse 2009). Oluşturdukları topluluklar göreli olarak hâlâ düşük bir profil sergiliyor olsa da, Đstanbul yakın zamanlarda gelen çok sayıda göçmene ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Kaiser ve Đçduygu (2005) Türkiye’de sadece Avrupa Birliği’nden gelmiş olan sekiz farklı göçmen kategorisi tespit etmektedir.

Türkiye daha uzak ülkelerden gelen transit göçmenler için önemli bir basamak taşı işlevi görmektedir. 1995 yılı ile 2009 yılı arasında yetkililer 794.937 düzensiz göçmen yakalamıştır (IOM 2010). Đran devrimi, Ortadoğu’daki karışıklık, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Körfez Savaşı gibi bölgede yaşanan siyasi gelişmeler Türkiye’yi fiili olarak bir ilk sığınak ülke haline getirmiştir. Bu bölgeden gelen göçmenlerin gelecekte bu dalganın en büyük bileşenini oluşturmaları beklenmektedir (Frenzen 2011).

Türkiye’nin sadece Avrupalı sığınmacılara mülteci statüsü tanıdığını belirtmek gerekir. Türkiye son yıllara kadar, Avrupalı olmayan mültecilerin yeni bir ülkeye (başlıca hedef ülkeler Birleşik Krallık, Kanada ve Avusturalya’dır)

Page 91: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 89

yerleşmesini kolaylaştırmada dünya çapında ilk üç ülke arasında yer almaktaydı (IOM 2008: 31). Ülkenin Avrupa Birliği’ne üye olma çabaları bir yandan göç politikalarını şekillendirdiği gibi, bir yandan da AB’nin kendi göç ve sığınma politikalarının gözden geçirilmesine yönelik baskılar yaratmaktadır (Kirişçi 2009). Bu yazı kaleme alındığı esnada, Türk hükümetinin Avrupa Komisyonu’yla geri kabul anlaşması üzerine yürüttüğü müzakereler son aşamaya gelmiş durumdaydı (Council of the European Union 2011).

Türkiye’nin bölgedeki büyüyen yumuşak gücü

Ortadoğu ülkeleri, Afrika ülkeleri, Pakistan, Đran, Irak, Ermenistan, Azerbaycan, Afganistan, Bangladeş ve başka ülkelerden gelen göçmenler Türkiye’yi kayıtdışı işlerin bulunabilir olmasından, ücretlerin görece (kendi geldikleri ülkelerle kıyaslandığında) yüksek olmasından, coğrafi yakınlığından, var olan sosyal ilişki ağlarından ve ülkenin esnek vize sisteminden dolayı tercih etmektedir. Örneğin, Kuzey Afrikalı göçmenler Türkiye sınırları içine girmek için, Avrupa ülkelerinden farklı olarak, vize almak zorunda değildir. Bazı Kuzey Afrikalı göçmenler Türkiye’ye gelmeyi, sonradan Türkiye-Yunanistan sınırını geçmek suretiyle Avrupa Birliği ülkelerine gizlice girmek için bir ilk basamak olarak görmektedir. Türkiye’deki büyük kentlerin sunduğu fırsatların cazibesine kapılan bu göçmenlerin bazıları ise Türkiye’de kalmayı tercih etmektedir.

Bugün Türk ekonomisi hızlı bir yükseliştedir ve son küresel finansal krizi Avrupa ülkelerinin çoğundan daha iyi savuşturmuştur. Büyük ve dinamik bir nüfusa sahip olan ülkenin ekonomisi 2002 yılından 2007 yılı sonuna kadar yıllık ortalama yüzde 6,0’lık bir büyüme gerçekleştirmiştir; bu oran bu denli uzun bir süre boyunca dünyada gerçekleşen en yüksek büyüme oranlarındandır. Gayri Safi Yurt Đçi Hasıla (GSYĐH) 2008 – 2009 krizi esnasında gerilemiş, ama 2010 yılında hızlı bir şekilde kendini toparlamıştır (% 6,8’lik bir büyüme oranına

Page 92: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

90 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

ulaşmıştır). Kişi başına düşen gelir (satın alma gücü paritesi temelinde) 10.350 Avro’dur (2009 rakamlarıyla).1

Türkiye’nin komşularıyla gerçekleştirdiği ticaretin hacmi 1991 yılı ile 2008 yılı arasında 4 milyar Amerikan Doları’ndan 82 milyar Amerikan Doları’na yükselmiştir. Türkiyeli girişimciler bugün, Irak, Bulgaristan, Gürcistan, Rusya, Orta Asya, Suriye, Lübnan ve şimdilerde Yunanistan gibi komşu ülkelere ve bölgelere, Türk Sanayicileri ve Đşadamları Derneği (TÜSĐAD), Müstakil Sanayici ve Đşadamları Derneği (MÜSĐAD, Dış Ekonomik Đlişkiler Kurulu (DEĐK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Đşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) ve Türkiye Đhracatçılar Meclisi (TĐM) gibi çeşitli iş dernekleri yoluyla bir yatırım akışını yönlendirmektedir. Dahası, Türkiye’nin Suriye, Ürdün ve Lübnan’la yaptığı serbest ticaret anlaşmaları da, ki bunlar Avrupa’nın Akdeniz politikalarıyla ve Avrupa Komşuluk Politikası’yla uyumludur, ülkenin komşularıyla yaptığı ticaretin hacminin artmasına katkıda bulunmaktadır.

Türkiye bölgede yumuşak bir güç haline gelmektedir; Türkiye’nin diğer ulusların hareket etme, düşünme, tahayyül etme ve dünyayı algılama tarzlarını etkileme yeteneği artmaktadır. Bu etki, devletin ideolojik aygıtlarını (popüler kültür, medya, kilise, eğitim kurumları) içeren çeşitli kanallar üzerinden gerçekleşmektedir. Suriye, Lübnan, Mısır ve Đran gibi komşu ülkelere uygulanan vize kısıtlamalarını kaldırma kararı da Türkiye’nin bölgedeki siyasi ve kültürel etkisini güçlendirmiştir. Müslüman dünyanın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gösterdiği büyük ilgi, ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye’yi ziyareti ve Türk popüler kültürünün (Türk yerli TV dizileri gibi) yaygınlaşması, ülkenin artan etkisine dair başka örnekler sunmaktadır. Goethe Enstitüsü, British Council, Cervantes Enstitüsü gibi muadillerine benzer bir biçimde, Yunus Emre Enstitüsü’nün şubeleri Türkiye’nin kültürünü ve dilini bölge çapında yaymaktadır.

1 Aksi belirtilmediği sürece, burada kullanılan bütün veriler Türkiye Đstatistik Kurumu’ndan (TÜĐK) alınmıştır (www.tuik.gov.tr).

Page 93: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 91

Yüksek eğitim Türkiye’nin en hızlı büyüyen sektörlerinden biridir; 2011 yılı itibarıyla ülkede 103 kamu üniversitesi ve 62 özel vakıf üniversitesi bulunmaktadır (Şekil 1). Mevcut sınıf sayısı kapasitesi bugün ülke içi öğrenci sayısını aşmış olduğundan, Türk üniversiteleri artık komşu ülkelere giderek daha fazla odaklanmaktadır. Türk üniversiteleri aynı zamanda Ortadoğu’dan, Orta Asya’dan ve Afrika’dan da öğrenci çekmektedir. Eğitim-öğrenim tarafında ise, vakıf üniversitelerinin sayısının hızlı bir biçimde artması, Türk kökenli olanların yanı sıra yabancı akademisyenleri ve araştırmacıları da çekmektedir. Bu üniversitelerin çoğunun ve aynı zamanda kamu üniversitelerinin bazılarının eğitim-öğretim dili Đngilizce olduğu için, uluslararası akademisyenler ve araştırmacılar kariyerlerinin en azından bir kısmını Türkiye’de tamamlamaya giderek daha fazla istekli hale gelmektedir.

Şekil 1: 1933 yılından bu yana kamu ve vakıf üniversitelerinin sayıları

Kaynak: Yüksek Öğrenim Kurulu, http://www.yok.gov.tr

Page 94: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

92 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Geri dönüş göçü

Avrupa ülkelerinde geçici dönüşümlü (circular) göç politikalarının 1974 yılında resmi olarak sonlandırılmasından önce, tahminen 2 milyon Türk kökenli göçmen dairesel (circular) bir geçici göç biçiminin parçası olmuştu. 1974 yılından sonra, ailelerin yeniden birleşmesi biçiminde Türkiye’ye geri dönmeye yönelik göçlerin sayısı artışa geçti. Geri dönüş göçü günümüzde bile devam etmektedir (Tablo 1).

Tablo 1: 2003 ile 2008 arasında Türkiye’ye Dönüş Göçü

Kaynak: Eurostat 2011 Not: Bu tabloda verilen sayılar, etnik köken olarak Türk olup olmadıklarına

bakılmaksızın Türkiye’ye göç eden bütün Almanya, Avusturya ve Hollanda vatandaşlarını içermektedir. Bununla birlikte, geri dönenler içerisinde Almanya, Avusturya ya da Hollanda vatandaşlığı statüsüne sahip olmayanlar dahil edilmemiştir. Bakınız: http://epp.eurostat.ec.europa.eu

1990’lı ve 2000’li yılların geri dönüş göçü 1970’li ve 1980’li yılların geri dönüş göçünden oldukça farklıdır. Tipik olarak ilk geri dönenler ya döngüsel emek göçünün bir parçasıydılar ya da, 1984’te olduğu gibi, bir dizi destekli tersine göç programından birinin katılımcısıydılar. Günümüzde ise ulusaşırı göçmenlerin (transmigrants) dönüş göçü, önceden ikamet ettikleri ülkeyle anayurtları arasında sürekli bir hareketlilik süreci haline gelmiştir. Türkiye’ye geri dönenlerin ya da ulusaşırı göçmenlerin profili oldukça çeşitlidir; bunlar arasında sadece Türkler değil, aynı zamanda Süryaniler, Kürtler ve hatta ebeveynlerinin yurduna geri dönen Rumlar da yer almaktadır.

Almanya Avusturya Hollanda

2003 35,612 2,470 1,125

2004 37,058 2,684 1,992

2005 34,595 2,976 1,987

2006 33,229 3,338 2,189

2007 32,172 3,329 2,335

2008 38,899 3,269 2,291

Page 95: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 93

Türkiye’nin göç politikalarına dair kamusal tartışma

Hükümetin konuyla ilgili yasaları 2011’de yürürlüğe sokmuş olmasına rağmen, Türkiye’nin hâlihazırda yeterli olgunlukta bir göç politikası ya da yasal çerçevesi yoktur. Avrupa Birliği bu politikaların içeriğini ve gidişatını etkilemektedir (Özçürümez ve Şenses 2011). Gerçekten de, Türkiye’nin Suriye (2001), Yunanistan (2001), Kırgızistan (2003), Romanya (2004) ve Ukrayna (2005) ile imzalamış olduğu geri kabul anlaşmalarında AB’nin etkisi çok belirgindir. Geri kabul anlaşması müzakereleri bir yandan Đran, Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Sri Lanka, Çin ve Bulgaristan ile devam etmektedir; Türkiye diğer yandan öneri anlaşma taslakları hazırlayıp Mısır, Rusya Federasyonu, Belarus, Gürcistan, Đsrail, Sudan, Nijerya, Etyopya, Fas, Tunus, Libya, Cezayir, Ürdün, Lübnan, Kazakistan, Özbekistan ve Moğolistan’a sunmuştur. Bunlara ek olarak, 2008 yılında Đçişleri Bakanlığı bir Đltica ve Göç Bürosu oluşturmuştur (http://gib.icisleri.gov.tr); büronun görevi, akademisyenler, STK’lar, uluslararası örgütler, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve Avrupa Birliği’yle işbirliği içerisinde göç politikaları üretmek ve bunları hayata geçirmektir.

Göç politikası Türkiye kamuoyunda nadiren önemli bir tartışma konusu olmaktadır. Bununla birlikte, kamuoyu 1 Şubat 2012’de yürürlüğe giren yabancıların oturma ve çalışma izni olmadan Türkiye’de yaşamasını ve çalışmasını zorlaştıran yeni yasayı dikkate almıştır. Daha önceleri yabancılar 90 günlük vize süreleri sona erdiğinde resmi olarak Türkiye’den ayrılıyor ve sonra yeni bir 90 günlük vize ile hemen yeniden giriş yapıyorlardı. Ama yeni yasa yabancı ülke vatandaşlarının Türkiye’ye turist vizesiyle sadece üç aylığına girip kalmasına izin verirken, hemen yapılan yeniden girişlere artık izin vermemektedir (Ziflioğlu). Bu yasadan olumsuz etkilenenlerin başında Ortadoğu ülkeleri, Ermenistan, Gürcistan, Orta Asya Türki Cumhuriyetleri ve Güney Akdeniz ülkeleri vatandaşları gelmektedir; bunlar, 2007’de çıkarılan ve Bulgaristan ve Romanya’dan gelen göçmen işçilerin Türkiye’de yaşamasını ve çalışmasını zorlaştıran yasanın ardından Türkiye’deki kayıtdışı işçi piyasasının taleplerini (çoğunlukla hademe, ev temizlikçisi, “bavul ticaretçisi” vs. biçiminde) karşılamaktaydı.

Page 96: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

94 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Göçün Türk toplumu ve kültürü üzerindeki etkisi

Bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde kurulmuş olan Türkiye tarihsel olarak çok-kültürlü ve çok-dinli bir ülkedir. Öte yandan, devletin cumhuriyet döneminde farklılıkları görmezden gelen politikaları Türk vatandaşlığını günümüze değin açık ya da örtük bir biçimde Sünni-Müslüman-Türk üçgeni temelinde tanımlamıştır; bu tanım etnik olarak Türkleri ve/ya dini açıdan Sünni olanları (mesela Kürtler, Aleviler, Çerkezler, Araplar vs.) içine alırken, gayrimüslimleri ulus tasavvurundan etkin bir biçimde dışlamıştır. Bununla birlikte, son otuz yıl, kimlik politikasının yükselişi (bilhassa Kürtler ve Aleviler örneğinde), siyasi Đslam, Avrupalılaşma ve elbette küreselleşme gibi çeşitli küresel ve yerel meselelerle ilişkili muazzam sosyal ve siyasi değişimlere sahne olmuştur. Türkiye de siyasi ve ekonomik perspektifini komşu ülkelere doğru kaydırmaktadır.

Türkiye giderek göç için bir hedef ülke haline gelmekte olduğu için, Türk vatandaşları yakın gelecekte çok daha fazla bir insan çeşitliliğiyle daha sık karşılaşacaktır. Etno-kültürel ve dinsel çeşitliliği idare etmeye çalışan merkezi ve yerel yönetimler, ülkenin kendi yerli (otokton) azınlıklarının yanı sıra, sayıları giderek artan dış kaynaklı (allokton) göçmen nüfusuyla ilgilenmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla, devletin ve iktidardaki siyasi partilerin, söz konusu çeşitliliği saygı, tanıma ve insan hakları temelinde idare etme yönünde güçlü bir siyasi irade ortaya koymaları acil bir ihtiyaçtır.

AB’nin göç kontrollerini dışsallaştırmasının ortaya çıkardığı sorunlar

Katı bir biçimde demografik bir perspektiften bakıldığında, Avrupa ülkelerinin, kendilerine gelen göçmenleri engellemeye çalışmaktan ziyade, kendi nüfuslarını arttırma ihtiyacı içinde oldukları görülür. Buna göre, Avrupa-Akdeniz bölgesine yönelik “sıfır hoşgörülü” bir göç politikası orta ve uzun vadede ne uygulanabilirdir, ne de sürdürülebilirdir. Katı savunmacı bir sıfır göç politikası ancak Avrupa ile Güney Akdeniz ülkeleri arasında yapısal çatışmalara yol açar ve yasadışı çalışan kurumsal olmayan aracı emek piyasası aktörlerinin ortaya çıkmasına yardım eder (Avrupa-Akdeniz bölgesi göç meselelerine dair

Page 97: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 95

daha fazla analiz için bakınız Piperno ve Stocchiero 2006). Sahra Çölü’yle Mağrip ülkeleri (Libya, Fas, Tunus) arasındaki ve Đtalya, Malta ve Đspanya’ya yönelik tehlikeli deniz kaçakçılığı rotaları üzerindeki düzensiz transit hareketlerin artışı kısmen bu kısıtlayıcı politikanın bir sonucudur. Aynı durum, Türkiye, Yunanistan ve Đtalya hattından geçen transit göç için de geçerlidir. Avrupa Birliği ülkelerine gelen transit göçmenlerin çoğunluğu Senegal, Gambiya, Mali, Kongo, Liberya, Nijerya, Sierra Leone, Kamerun, Fildişi Sahili, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Çin ya da Irak kökenlidir; bunların transit göç yolları Fas, Cezayir, Kanarya Adaları, Tunus ya da Türkiye’den geçmektedir.

Avrupa ülkelerinin, transit ülkelere göç akışlarını sınırlamada birincil bir rol yükleyen sınır kontrollerini “dışsallaştırma” kararı sürdürülebilir bir çözüm değildir. Bu nedenle, Güney ve Doğu Akdeniz havzasından gelen göç süreçlerini idare etmeye yönelik farklı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Yeni bir göç idaresi stratejisinin bir unsuru, bir Avrupa-Akdeniz serbest ticaret bölgesi oluşturmak olabilir; bu, AB’nin Barselona Süreci’nin stratejik hedefleriyle uyumlu olacak ve AB ile komşu ülkeleri arasında mal ve sermaye dolaşımı fırsatlarını geliştirecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği ülkeleri, göçmenlerin kendi anayurtlarındaki yerel kalkınma için hızlandırıcı olma rollerini genişleten politikalar aracılığıyla, göç akışlarının idaresiyle etkin bir biçimde ilgilenmelidir.

Geleceğe dair sorunlar ve beklentiler

Türkiye’nin artan bölgesel ekonomik, siyasi ve kültürel etkisi onu sadece Ortadoğu, Güney Akdeniz ve Kafkas ülkelerinden değil, aynı zamanda Avrupa ülkelerinden gelen göçmenler için de cazip bir göç hedefi haline getirmiştir. Türkiye’nin dış politikasının, iç siyasetinin ve ekonomisinin Avrupalılaşması Türkiye’yle komşuları arasındaki dostane ilişkilerin gelişmesinin yolunu daha pürüzsüz bir hale getirmiştir. Türkiye’nin giderek daha da çok-kültürlü bir ülke haline geliyor olması olgusu göç, bütünleşme ve vatandaşlık alanlarında daha fazla reform gerektirecektir. Politika oluşturucular ve daha geniş ölçekte toplum yakın gelecekte bu meseleler üzerine daha fazla odaklanmak zorunda kalacaktır; ama hakikaten, olumlu belirtiler daha şimdiden ülkenin bunu yapmaya istekli olduğuna işaret etmektedir.

Page 98: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

96 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kaynakça

Council of the European Union [Avrupa Birliği Konseyi]. “Council Conclusions on EU-

Turkey Readmission Agreement and Related Issues.” 3071st Justice and Home Affairs Council meeting [3071. Adalet ve Đçişleri Konseyi toplantısı]. Brüksel, 24-25 Şubat 2011.http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/jha/119501.pdf

Danış, Didem, Cherie Taraghi ve Jean-Francoise Perouse. “Integration in Limbo: Araqi, Afghan, Maghrebi and Iranian Migrants in Istanbul.” Land of Diverse Migrations, Challenges of Emigration and Immigration in Turkey içinde, yayına hazırlayan Ahmet Đçduygu ve Kemal Kirişci. Đstanbul: Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009: 443–636.

Frenzen, Niels. “Frontex Issues 2011 Annual Risk Analysis.” The Migrants at Sea Blog, 12 Mayıs 2011. http://migrantsatsea.wordpress.com/2011/05/12/frontex-issues-2011-annual-risk-analysis/

Đçduygu, Ahmet. “International Migration and Human Development in Turkey.” Human Development Research Paper 52. New York: UNDP, 2009. http://mpra.ub.uni-muenchen.de/19235/

International Organization for Migration [Uluslararası Göç Örgütü] (IOM) . “Migration in Turkey: A Country Profile.” Cenevre: IOM, 2008. http://www.turkey.iom.int/documents/migration_profile_turkey.pdf? entryId=10260

IOM. Study on Migration, Employment and Labour Market Integration Policies in the European Union, Cenevre: IOM, 2010.

Kaiser, Bianca ve Ahmet Đçduygu. “Türkiye’deki Avrupa Birliği Yurttaşları.” Türkiye’deki Çoğunluk ve Azınlık Tartışmaları içinde, yayına hazırlayan Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı. Đstanbul: TESEV Yayınları, 2005: 224–240.

Kirişçi, Kemal. “Turkey: A Transformation from Emigration to Immigration.” Migration Information Source, 2003. http://www.migrationinformation.org/Profiles/print.cfm?ID=176

Kirişçi, Kemal. “Harmonization of Migration Policy and Turkey’s Security Challenges.” Đstanbul: Centre for Economics and Foreign Policy Studies [Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi] (EDAM) and German Marshall Fund, 2009.

OECD. International Migration Outlook. Paris: SOPEMI 2010.

Özçürümez, Saime ve Nazli Şenses. 2011. “Europeanization and Turkey: studying irregular migration policy.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies 13(2): 233–248. DOI: 10.1080/19448953.2011.578867

Page 99: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Göç için Yeni Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye 97

Piperno, Flavia ve Andrea. Stocchiero. “Migrants and Local Authorities for the EuroMediterranean Transnational Integration.” CeSPI Working Papers 23/2006.

Turkish Industry and Business Association [Türk Sanayicileri ve Đşadamları Derneği] (TÜSIAD). Turkey’s Window of Opportunity. TUSIAD Publication No-T/99-3-254, Đstanbul: 1999.

World Bank [Dünya Bankası]. World Bank Data, Turkey. 2010. http://data.worldbank.org/country/turkey

Ziflioğlu, Vercihan. “Foreigners leave Turkey amid new residence law.” Hürriyet Daily News, 27 Ocak 2012. http://www.hurriyetdailynews.com/foreigners-leave-turkey-amid-new-residence-law.aspx?pageID=238&nID=12391&NewsCatID=33939

Page 100: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Bölgesel Çatışmaların Işığında Türkiye ve Arap Baharı 98

Page 101: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye’den Avrupa’ya Göç 99

Türkiye’den Avrupa’ya Göç: Ne Orada Ne Burada

Seçil Paçacı Elitok ve Thomas Straubhaar

Tarihsel bağlam içerisinde Türkiye-AB göçü

Avrupa, Asya ve Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesini birbirine bağlayan coğrafi konumu nedeniyle, tarihi boyunca Türkiye önemli göç hareketlerine ev sahipliği yapmıştır; içe ve dışa doğru göç hareketleri için hem bir kaynak ve hedef ülke, hem de başka ülkelere gitmeyi hedefleyen göçmenler için bir transit koridor işlevi görmüştür (Kirişçi 2003; Tolay 2012). Türkiye içindeki kitlesel iç göç hareketleri düzenli aralıklarla gerçekleşen bir olgu olmuştur ve olmaya devam etmektedir; bu göç hareketleri ağırlıklı olarak kırsal alanlardan kentsel alanlara, küçük şehirlerden büyük şehirlere ve ülkenin doğusundan batısına doğru gerçekleşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında kurulmasının ardından, göç politikası ulus inşa etmenin bir aracı olarak görülmüş ve özellikle türdeş (Türkçe konuşan ve Müslüman) bir kimliği beslemek için tasarlanmıştır (Đçduygu ve Sert 2009).

Farklı göç örüntüleri

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki en önemli göç hareketlerinden biri Yunanistan’la Türkiye arasındaki nüfus mübadelesidir (1922); bu süreçte yaklaşık 1,5 milyon etnik Rum Anadolu’dan giderken, 500.000 Müslüman ve Türk de Türkiye’ye gelmiştir. Diğer Balkan bölgelerinden “Türk kökenine ve kültürüne sahip” insanların Türkiye’ye göçü, otoritelerin de teşvikiyle sonraki yıllar boyunca devam etmiştir. Türkiye’ye yönelik ikinci kitlesel göç dalgası Đkinci Dünya Savaşı esnasında gerçekleşmiş, Avrupa’dan kaçan yaklaşık 100.000 Yahudi Türkiye’de geçici sığınma yeri bulmuştur. Daha sonraki yıllarda, 1970’li yılların sonunda Đran’daki rejim değişikliğinin ardından, neredeyse 1 milyon Đranlı Türkiye’ye göç etmiştir; aynı şekilde, 1988 ile 1993 yılları arasında yaklaşık 510.000 Iraklı Kürt Türkiye’ye gelmiştir. Son olarak, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından neredeyse 1 milyon göçmen

Page 102: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

100 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Türkiye’ye göç etmiştir (Kirişçi 2003). Günümüzde, Türkiye öncelikli olarak komşu bölgelerden (Avrupa, Sovyetler Birliği, Ortadoğu-Kuzey Afrika) göç almaktadır; bu bölgelerden gelen göçmenler farklı vasıf düzeylerindedir, Türkiye’de farklı süreler geçirmektedir ve çok çeşitli göçmen statülerine sahiptir. Bununla birlikte, genel olarak bakıldığında Türkiye’ye yönelik göç artış halindedir. Bilhassa Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesinden gelen göçmenler Türkiye’yi yükselen yaşam standartları ve iş fırsatları (özellikle kayıt dışı sektörlerde) nedeniyle tercih etmektedir. 2011-2012 yıllarındaki Arap Baharı da Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesinden Türkiye’ye göçü tetikleyen bir başka etmen olmuştur.

Dış göç

Türkiye’den Batı Avrupa’ya yönelik dış göç, Türkiye’yle Almanya arasında 1961 yılında imzalanan (daha sonra diğer Batı Avrupa ülkeleriyle de benzer anlaşmalar için müzakereler yürütülmüştür) misafir işçi programı olarak bilinen bir işgücü alımı anlaşmasıyla başlamıştır. Almanya’ya akan Türk göçmenleri her iki ülke için de bir nimet olmuştur. Bir yandan Đkinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’nın yükselişe geçen ekonomisinin ortaya çıkardığı işgücü açıklarını kapatmaya yardım ederken, diğer yandan Türkiye’de 1960’lı yılların başlarında yaşanan ekonomik durgunluğun yarattığı işgücü fazlasını rahatlatmıştır. Misafir işçi programı, petrol krizi nedeniyle 1970’li yılların ortasında sona ermiştir, ancak Türklerin Avrupa’ya göçü aile birleşimi biçiminde devam etmiştir. Sonraki yıllarda diğer hedef ülkeler de (örneğin Rusya ve Ortadoğu) önemli istikametler olmuştur.

Transit ve yasadışı göç

Türkiye’nin esnek vize rejimi (bilhassa Ortadoğu ülkelerine yönelik olarak) ülkeyi yasadışı göçmenler ve düzensiz göç dalgaları için bir merkez haline getirmiştir. Avrupa’daki hedef ülkelerine ulaşmak isteyen göçmenler Türkiye’yi sık sık bir transit koridor olarak kullanmaktadır. Sığınmacılar ve mülteciler de başlangıçta sahip oldukları resmi statüyü kaybedip yasadışı olma durumuna düşebilmektedir. Türkiye’nin sığınmacılık politikasındaki, Avrupalı olmayan mültecilere Türkiye’de sadece geçici olarak kalma izni veren coğrafi sınırlama

Page 103: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye’den Avrupa’ya Göç 101

şartının bir sonucu olarak, başvuruları reddedilen birçok sığınmacı yasadışı göçmen durumuna gelmektedir. Bu durum Avrupa Birliği için özel bir öneme sahiptir, zira Türkiye-AB ortak sınırı nedeniyle Türkiye içinden yapılan her transit geçiş AB içindeki göç örüntüleri üzerinde doğrudan bir etki yapmaktadır.

Türkiye-AB göç örüntülerine dair geleceğe yönelik perspektifler

Türkiye’nin AB’ye tam üyelik süreci bağlamında, Türkiye’den Avrupa’ya “olası göçler” ve bunun Avrupa’daki işgücü piyasaları üzerindeki etkisi AB içinde önemli kaygılar yaratan bir mesele haline gelmiştir. Bu konuda üç etmen çok önemli bir rol oynamaktadır: Türkiye’nin artan nüfusu ve Avrupa’yla kıyaslandığında daha genç olan işgücü; yaşam standartları açısından Türkiye’yle AB arasındaki fark; Türk göçmenlerin Müslüman kimliği.

Nüfus gelişimi

AB’ye üye ülkeler arasında hâlihazırda en büyük nüfusa Almanya sahiptir. Bununla birlikte, bilhassa eğer Türkiye AB’ye katılırsa, bu durum gelecekte muhtemelen değişecektir. Şekil 1 bu noktayı göstermektedir: 2012 yılında, bu yazının kaleme alındığı esnada, Almanya’nın nüfusu 82 milyon iken, Türkiye’nin nüfusu 74 milyondur. Birleşmiş Milletler’in Dünya Nüfusu Beklentileri raporundaki orta vadeli projeksiyonlara göre, bu iki ülkenin nüfusu 2020 yılında neredeyse eşit bir düzeye erişecektir. Türkiye’nin nüfusunun nihai olarak yaklaşık 92 milyona çıkacağı tahmin edilirken, Almanya’nın nüfusu yaklaşık 75 milyon seviyesine gerileyecektir (Şekil 1). Bunun sonucunda, gelecekte Türkiye’de işgücü arzı fazlası ve Almanya’da işgücü talebi artışı yaşanabilecektir. Öte yandan, Türkiye’deki doğurganlık oranı ve nüfus artışı oranları hâlihazırda düşüşteyken, ülkedeki iş fırsatları yükseliştedir. Bu her iki etmen de zaman içerisinde dışarıya göç güdülerini azaltabilir.

Şekil 1: Almanya ve Türkiye’de toplam nüfus (milyon olarak, 1980-2010 arası; 2011-2050 arası için BM’nin doğurganlık orta-varyantı kullanılmıştır)

Page 104: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

102 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kaynak: Birleşmiş Milletler Sekreterliği Ekonomik ve Sosyal Đşler Birimi Nüfus Bölümü, “World Population Prospects: The 2010 Revision” [Dünya Nüfusu Beklentileri:

2010 Değerlendirmesi], http://esa.un.org/undp/wpp/index.htm

Siyasi bir bakış açısından bakıldığında, eğer Türkiye Avrupa Birliği’ne katılırsa, bu durum oy verme hakları açısından diğer üyeler için oldukça maliyetli olacaktır. Göç perspektifinden bakıldığında ise Türkiye Avrupa’daki nüfus gerilemesi için olası bir çareyi temsil etmektedir.

Yaşam standartları

Ortalama yaşam standartları açısından Türkiye’yle Avrupa Birliği arasında hâlihazırda önemli bir fark mevcuttur (Şekil 2). Satın alma gücü paritesi bazında hesaplanan kişi başına düşen milli gelirler (KBDMG) kıyaslandığında, bu farkın yüzdelik oranlar açısından 1980 ile 2010 yılları arasında azaldığı görülebilir. Bununla birlikte, Türkiye’deki KBDMG bugün AB’deki düzeyin yaklaşık yarısında seyretmeye devam etmektedir. Bu fark bazı olumsuz yan etkiler doğurmaktadır.

Page 105: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye’den Avrupa’ya Göç 103

Gelecekte AB’nin yaşam standartlarıyla Türkiye’ninkiler arasında bir yakınlaşma olacağı tahmini göz önüne alındığında bile, bilhassa Türkiye bir AB üyesi olursa, yaşam standartları arasındaki fark muhtemelen gelecek on beş-yirmi yıl boyunca Türkiye’den AB’ye göçü teşvik etmeye yetecek derecede geniş kalmaya devam edecektir. Bununla birlikte, bireysel olarak verilen yurtdışına göç etme kararları, yaşam standartlarındaki farklılıkla çizgisel değil logaritmik bir ilişkiyi takip etmektedir. Bunun anlamı şudur ki, geniş gelir farklılığı koşullarında bireysel olarak göç etme eğilimi güçlü olabilmektedir, ama gelir farklılıkları daraldıkça göç etme eğilimi de zayıflamaktadır. Dolayısıyla, önümüzdeki on beş-yirmi yıl içerisinde, Türkiye’de yaşam standartlarının hızlı bir şekilde yükselmesi yurtdışına göçü muhtemelen daha düşük seviyelere çekecektir.

Şekil 2: Türkiye ve Avrupa Birliği’nde kişi başına düşen milli gelir (satın alma gücü paritesi $, 1980-2010)

Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Göstergeleri;

http://data.worldbank.org/indicator/NY.GNP.PCAP.PP.CD Not: Yukarıdaki şekilde, KBDMG, satın alma gücü paritesi kullanılarak uluslararası

ortalama dolar kuruna dönüştürülmüştür. Türkiye’yle Avro bölgesi arasındaki yaşam standartları açısından gerçek farkı yansıtmak için ABD dolarının satın alma gücü paritesi kullanılmıştır.

Page 106: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

104 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Avrupa’nın Hıristiyan değerleri ve Türk göçmenlerin Müslüman kimliği

Birçok Türk göçmenin Müslüman kimliği Avrupa’da son yıllarda büyüyen bir endişe kaynağı haline gelmiştir. Din ve kültür meseleleri Türkiye’yle AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinde sık sık odak noktasını oluşturmuştur.

Bu eğilim güçlendikçe, Avrupa’daki Türk göçmenler giderek “Müslümanlar” şeklinde algılanır olmuşlardır. 11 Eylül Olayları Müslüman fanatizmi korkularını kuşkusuz arttırmış ve Müslüman olmayan bazı çevrelerde Đslamofobiye yol açmıştır. Ayrıca, Türk göçmenlerine ait etnik ve dinsel nitelikli derneklerin artan sayısı Türk diasporası içerisinde muhafazakârlığın yükselişte olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin iç siyaseti de Avrupa’daki Türk topluluklarının dinsel eğilimleriyle ahenkli bir evrim süreci içeresinde olmuştur. Bu durum, Avrupa’nın seküler kimliğiyle Türkiye’nin Müslüman geleneğinin sorunsuz bir şekilde bir arada var olup olamayacağına dair sorular ortaya çıkarmaktadır.

Asılsız korkular mı?

Daha önce de değinildiği gibi, Türkiye’den AB’ye yönelik göçlerin önümüzdeki onyıllar içerisinde devam edeceği beklenmektedir. Bu beklenti, AB ülkelerinin (özellikle de Almanya’nın) Türk işçilerinin dolaşımını kısıtlamaya devam etmesinin temel nedenlerinden biridir. Ama bu korkular teorik tahminlerle mi yoksa ampirik kanıtlarla mı haklılaştırılmaktadır?

AB’ye göç eden Türklerin “göç etme niyeti”ni tahmin etmekteki temel yöntembilimsel zorluk Türkiye’nin gelecekte AB’ye tam üye olup olmayacağına dair belirsizlikte yatmaktadır; zira tam üyelik serbest işgücü dolaşımının önünü açabilecektir. “Göç etme niyeti”ne dair mevcut tahminler, 0,5 ila 4,4 milyon Türk göçmenini içerecek bir göç potansiyeli ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte, bu tahminler insanların kendi yerel çevreleriyle olan toplumsal ve kültürel bağlarını yeterli derecede açıklayamayabilmektedir. Böylesi bağlar göçün önünde önemli pratik engeller teşkil etmesine rağmen, teorik ekonomi perspektifi bunları çoğunlukla hafife almakta ve yapısal göç (tahmin etme) modellerinin ayrılmaz bir unsuru haline yeteri derecede getirmemektedir.

Page 107: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye’den Avrupa’ya Göç 105

Erzan vd. (2006), AB’ye üye olmanın Türkiye’deki ekonomik büyümeyi arttırabileceğini, bunun da yurtdışına göçten beklentilerin cazibesine kapılan insan sayısını azaltabileceğini öne sürmektedir. Avrupa Birliği’nin Doğu’ya doğru genişleme sürecinin ardından göç akışları geçici olarak artmış, ama sonradan düşmüştür. Bu nedenle, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin ardından AB-Türkiye göç meselesi için de en gerçekçi senaryo, bir nevi göç tümseğidir. Serbest dolaşım haklarının ardından göç akışlarında muhtemelen bir artış yaşanacak, ama bu akışlar daha sonra zamanla azalacaktır.

Gelecekte Avrupa Birliği’nden Türkiye’ye yönelik göç akışlarını da bir dizi etmen (gelir farklılıkları, işsizlik, göçmen ağları, göç politikaları, din, kültür vs.) belirleyecektir. Đstanbul uluslararası ticaret için muhtemelen giderek daha cazip bir yer haline geleceği için, gurbetçi işçiler ve profesyonel elemanlar bu duruma paralel olarak çalışmak için Türkiye’ye göç etmeye niyetlenecektir. Yabancı profesyonel elemanların yanı sıra, Almanya’da eğitim görmüş ama Türk kökenli olan yüksek vasıflı göçmenler söz konusu olduğunda da göç potansiyeli bugün önemli olduğu gibi gelecekte de önemli olacaktır.

Türkiye’nin, Ortadoğu’dan ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen göç akışlarını yönetmede oynadığı rol günümüzde son derece önemlidir. Bu bağlamda, Ortadoğu’dan gelen göç akışının önemini yakın gelecekte de sürdüreceği, belki hatta bu akışın Türkiye’nin vize politikalarındaki değişikliklerin bir sonucu olarak artabileceği beklenmektedir. Sözleşmeye bağlı işgücü göçü ve evlilik göçü gibi mevcut göç biçimleri yakın gelecekte varlığını devam ettirecek, ama sığınmacılık düşme gösterebilecektir (özellikle de Kürt sorununa çözüm bulunursa). Eğer Kürt azınlık özerklik hakları elde etmede başarılı olursa, Kürtler ülke içinde batıdaki kentlerden ülkenin doğu bölgelerindeki köylere göç etmeye niyetlenebilir. Türkiye’den Ortadoğu’ya göç potansiyeli, bölgedeki işverenlerin kendi vatandaşlarını tercih etme eğilimi yüzünden, göreli olarak zayıftır.

Page 108: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

106 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Sorunlar ve fırsatlar1

Yasadışı göç, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde karşılaştığı en önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Kirişçi (2008) yasadışı göç politikasının Türkiye için artan önemini vurgulamakta ve bunu hem bir sorun hem de bir fırsat olarak görmektedir. Avrupa Birliği’nin göçe bir güvenlik meselesi olarak yaklaşmasının AB-Türkiye ilişkilerini ters bir biçimde etkilediğini ve her iki tarafta da güvensizlik yarattığını savunmaktadır. Kirişçi’ye göre, Avrupa Birliği Türkiye’nin yasadışı transit göçle mücadele etmek ya da onu engellemek için yeteri kadar çaba göstermediğini düşünmektedir. Ama öte yandan Türkiye’nin, AB’ye gitmeye çalışan yasadışı göçmenler için bir tampon bölge haline gelmekte hiçbir çıkarı yoktur.

AB düzenlemeleriyle uyumlu olarak, Türkiye son zamanlarda kendi sığınmacılık yasasında, vize düzenlemelerinde, yasadışı göç politikalarında ve insan kaçakçılığıyla mücadele çabalarında bir reform sürecine başlamıştır. 1994 tarihli Mülteciler ve Sığınmacılar Yönetmeliği ve sığınmacılık prosedürlerini ve mültecilerin-sığınmacıların haklarını ve yükümlülüklerini düzenleyen 2006 Genelgesi gözden geçirilmektedir. Türkiye 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mülteciler Sözleşmesi’nin tarafıdır, ama Avrupalı olmayanlara mültecilik statüsü vermeyi engelleyen coğrafi sınırlamaları henüz kaldırmamıştır. Eğer Türkiye göç ve sığınmacılık politikalarını iyileştirmede başarılı olursa, o zaman göç kaynaklı sorun bir fırsata dönüştürülebilir. Örneğin, reformlar Türkiye’nin AB’ye tam üye olmayı başarma şansını arttırabilir. Güvenlik perspektifinden bakıldığında ise, yasadığı göç konusunda Türkiye’yle AB arasında işbirliği ve diyalog her iki taraf için de faydalı olabilir (Kirişçi 2008: 126).

Türkiye, düşük ücretler, ekonomik istikrarsızlık, işsizlik ve elverişsiz çalışma koşulları gibi göçü tetikleyici etmenlerin etkisini azaltmak amacıyla ekonomik reformlara da girişmelidir. Türkiye’nin 1960’lı yıllardaki yaklaşımının– yani göçü işsizliğin bir çaresi ve yurtdışından gelen işçi dövizlerini de önemli bir dış kaynak olarak görme yaklaşımının – yerini daha gerçekçi ve günün koşullarına uygun bir gelecek stratejisi almalıdır.

1 Ayrıca Elitok/Straubhaar 2012’deki çeşitli katkılara bakınız.

Page 109: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Türkiye’den Avrupa’ya Göç 107

Avrupa’daki mevcut göç politikaları, çevrimsel ve geçici göçte bir artış yaşandığına dair net kanıtlar sunmaktadır. Bu eğilim, günümüzde artık “başarısız” addedilen geleneksel misafir işçi programlarına bir alternatif bulma çabası olarak görülebilir ve bu noktada üç temel avantaj tespit edilebilir:

• Düşük ya da sıfır daimi göç riski: Göç geçici ve/ya çevrimsel ise, daimi göç “riski”nin ya düşük ya da sıfır olduğu farz edilmektedir; bu da Avrupa ülkelerinin “uyum” maliyetlerinden tasarruf edeceği anlamına gelmektedir. Fakat, gerek çalışma yaşamında gerekse de toplumsal hayatlarında kısa-süreli göçmenler bile uyumla ilgili ihtiyaçlara sahiptir.

• Esnek işgücü piyasaları: Avrupa aynı zamanda, kısa-vadeli işgücü eksikliklerinin mevsimsel işçiler tarafından karşılanacağı daha esnek işgücü piyasaları oluşturmaya niyetlenmektedir. Öte yandan, Avrupa’nın yapısal ve uzun-vadeli demografik sorunları (bu sorunlar ağırlıklı olarak nüfusun yaşlanması ve daralmasıyla ilgilidir) sadece kısa-süreli göç yoluyla hafifletilebilir gibi değildir. Çeşitli araştırmalara göre, Avrupa’nın uzun-vadeli ihtiyaçları nihai olarak göçmenler tarafından karşılanmak zorunda kalacaktır. Bu açıdan, her vasıf düzeyinde, göç Avrupa’nın geleceği için zaruridir. Dahası, esneklik işverenler tarafından kolayca istismar edilebilir, çünkü kendilerine düşük ücretler ödenmesinden dolayı tercih edilmeye başlayan göçmenlerin pazarlık gücünü azaltabilir.

• Düzensiz göçte azalma: Politika oluşturucular, çevrimsel ve geçici göç programlarının yasadışı göçü azaltma işlevi göreceğini umut etmektedir. Bununla birlikte, bu işlev aşırı şişkin bir bürokrasi kurumu ve izleme-denetleme programları gerektirebilir, çünkü göçmenlerin geri dönüşü garanti değildir ve çevrimsel ya da kısa-süreli göçmenler bile vize sürelerini aşmak suretiyle yasadışı durumuna düşme potansiyeline sahiptir.

Page 110: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

108 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Kaynakça

Elitok, Seçil Paçacı ve Thomas Straubhaar (yay. haz.). Turkey, Migration and the EU:

Potentials, Challenges and Opportunities. Hamburg: Hamburg University Press, 2012.

Erzan, Refik, Umut Kuzubas ve NiluferYildiz. “Immigration Scenarios: Turkey-EU.” Turkish Studies 7 (1): 33–44, 2006.

Đçduygu, Ahmet ve Deniz Sert. “Turkey. Focus Migration Country Profile,” No 5, April 2009. http://focus-migration.hwwi.de/uploads/tx_wilpubdb/CP_05_Turkey_2009.pdf

Kirişci, Kemal. “Turkey: A Transformation from Emigration to Immigration.” Washington, D.C.: Migration Policy Institute Migration Information Source, 2003. http://www.migrationinformation.org/Profiles/display.cfm?id=176

Kirişçi, Kemal. “Managing Irregular Migration in Turkey: A Political-Bureaucratic Perspective.” CARIM Analytical and Synthetic Notes, 61. Fiesole/Florence: Robert Schuman Centre for Advanced Studies (EUI), 2008.

Polenz, Ruprecht. “Besser für beide: Die Türkei gehört in die EU.” Hamburg: Edition Körber-Stiftung, 2010.

Tolay, Juliette.“Coming and Going: Migration and Changes in Turkish Foreign Policy.” Turkey & Its Neighbors içinde, yayına hazırlayan R.H. Linden vd.. Boulder: Rienner, 2012.

Page 111: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Korku Politikasından İmkanlar Politikasına 109

Korku Politikasından Đmkanlar Politikasına: Akdeniz’in Güneyinden Kuzeye Göç

Rana Deep Islam

Birleşik Krallık’ta bir toplumsal sorumluluk projesinden doğan rap grubu Asian Dub Foundation, 2003’te en politik şarkılarından birini çıkardı. “Avrupa Kalesi” adlı şarkının sözleri şöyle:

“Bu bizim hakkımız, durumu bileceksin // Çocuklarıyız biz küreselleşmenin // Sınır mınır yok, gerçek bağlantı var // Đsyanın fitilini ateşleyeceksin // Yok milliyeti bu neslin // Aşağından gelen baskı tek çözüm // (…) // Yık duvarlarını Avrupa Kalesi’nin.”

Şarkının sözleri grubun Avrupa’yı, orada yabancılara ve göçmenlere yapılan muameleyi olumsuz gördüğünü ortaya koyuyor. Aslına bakılırsa bir bütün olarak şarkı 21. yüzyılın ilk on yılındaki tartışmaların arkaplanını oluşturan Zeitgeist’ı yansıtmakta. Bu dönemde özellikle solcu çevrelerde Avrupa’nın sınırlarının ardında pusuda bekleyen tehlikeleri dışarıda tutabilmek için duvarlar diktiğini düşüncesi hakimdi. Bu dönemin anaakım söyleminde ifadesini bulan fikirler –en başta da Batı yarımkürenin varoluşunu tehdit ettiği söylenen “medeniyetler çatışması” fikri– uzmanlar, karar alma konumundakiler ve kamuoyunun gözü önündeki kişilerce dahi benimsendi. Đslam dini ve Orta Doğu-Kuzey Afrika bölgesi (ODKA) genel olarak Batı’yı, özel olarak da Avrupa’yı tehdit eden başlıca tehlike kaynakları olarak görülüyordu. Önemli bir husus, Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde zikredilen beş ana tehdidin tamamının bu bölgede mevcut olmasıdır. Bu beş tehdit, uluslararası terörizm, bölgesel çatışmalar, başarısız devletler, kitle imha silahları ve organize suç örgütleridir.

Ana çerçeve bu olunca ODKA bölgesiyle ilgili yaklaşımlarda güvenlik odaklı bir mantık egemen oldu. Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında oluşturulan eylem planlarının içeriği bu durumu ayan beyan ortaya koyuyor. Güvenlikleştirme trendini izleyen Avrupalı karar alıcılar, radikalizmin ve köktendinciliğin kaynağında ekonomik yoksunluk ve toplumsal ayrışma [segregasyon] yattığını düşünüyorlardı. AB’nin ekonomik işbirliği, yönetimsel

Page 112: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

110 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

destek, siyasi reform tekliflerini ve AB ile Akdeniz’deki “partner devletleri” arasında tercihli ticaret anlaşmalarını gündeme getirmesi, bunların hep Avrupa’nın güvenliğini arttıracak önlemler olarak görülmesindendi. Bu anlayışa göre Avrupa’nın komşularının refahı ne kadar artarsa oralardan Avrupa’ya istikrarsızlık ve güvenlik tehditlerinin gelmesi riski de o oranda azalacaktı. Güvenlik odaklı bu bakış açısında göç konusu da toplumsal bir olgu olmaktan çıkıp güvenliği doğrudan ilgilendiren siyasi bir etkene dönüştü.

Ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya göçün iki boyutu var. Bölgeden Avrupa’ya sürekli bir göç baskısı var, bu meselenin dış boyutudur. Ama bir de bundan ayrı bir iç boyutu bulunuyor ki o da aile tarihinde göç olup iki, üç, hatta dört kuşaktır Avrupa’da yaşayan AB vatandaşları ve AB mukimlerinde ifadesini buluyor.

Avrupa pusulayı nasıl şaşırdı?

Avrupa’nın bütünleşmesi projesi bundan 60 yıl kadar önce kıtanın savaş sonrasındaki harap vaziyetine bir siyasi yanıt olarak ortaya çıkmıştı. Bütünleşme hoşgörüsüzlüğe, yabancı düşmanlığına, aşırı milliyetçiliğe ve şovenizme karşı bir kalkan olarak görülüyordu. Bu görüşün altında şu basit mantık yatıyordu: Avrupa toplumları arasındaki düşmanlık bitecek, yerini işbirliği ve ortak kurumların getirdiği bağlara bırakacaktı. Ne var ki AB’nin başarısı, bugün başındaki en büyük tehdide dönüşmüşe benziyor. Avrupa’nın genç kuşakları, savaşı, açlığı, kargaşayı ve yıkımı ancak ders kitaplarından biliyorlar. Đki dünya savaşının hatıraları kıtada artık unutulmuş gibi. Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın savaşlarla dolu tarihi kendi kendisinin “ötekisi” gibi tasvir ediliyor ve kolektif bir Avrupa kimliği oluşturmak için bir ayna olarak kullanılıyordu. Bugünse “bizden” olanlar ve olmayanları belirlemeye yönelik jeopolitik düşünme tarzına geri dönülmekte (Diez 2004). Yabancı halklar, medeniyetler ve ülkeler giderek Avrupa’nın “ötekisi” olarak betimleniyor ve kıtanın bunlardan kendini koruması gerektiği söyleniyor.

Tüm Avrupa’da sağ partilerin yükselişine tanık olmamız şaşırtıcı değil. 2000’de Jörg Haider ve lideri olduğu Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) koalisyonla hükümet ortağı oldu. Bu durum Avrupalı siyasetçilerde infial

Page 113: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Korku Politikasından İmkanlar Politikasına 111

yaratmıştı. Avrupa Birliği FPÖ’nün hükümet ortağı olmasına tepki olarak Avusturya’ya yaptırımlar dahi getirmişti. Ama belli ki artık devir değişti. On yıl önce kamuoyunun tepkisine neden olan sağ popülizm bugün çok daha normal bir hal aldı ve Fransa’da Ulusal Cephe (Front National), Belçika’da Flaman Menfaati (Vlaams Belang), Đsviçre Halk Partisi (Schweizerische Volkspartei), Almanya’da Almanya Yanlısı Vatandaş Hareketi (Pro Deutschland), Hollanda’da Özgürlük Partisi (Partij voor de Vrijheid) veya Đsveç Demokratları (Sverigedemokraterna) olarak karşımıza çıkıyor. Radikal sağ yaygın kamuoyu desteği bulmuş gibi görünüyor.

Sayılan tüm bu partiler Đslam’a karşı eleştirel ve saldırgan bir tutumu da içeren bir ideolojiyi paylaşıyorlar. 9/11 terör saldırıları, Londra ve Madrid bombalamaları ve karikatür krizi Avrupa’daki Đslam karşıtı duyarlılığı güçlendirerek bu partilere seçim başarısı getirdi. Ancak Müslümanlara karşı duyulan bu güvensizlik ve şüphecilikte yapısal ve toplumsal etkenlerin de büyük payı var. Bunların en önemlisi, göçmenlerin ve göçmen kökenli AB vatandaşlarının entegrasyon konusunda yeterli ve işlevsel bir isteklilik göstermemesi, hatta tümden isteksiz olması.

Avrupa’daki Müslümanların büyük kısmı Cezayir, Fas, Tunus ve Türkiye kökenli. ODKA bölgesinden Avrupa’ya göç konusunun Đslam ve Đslamofobi tartışmalarıyla böylesine içiçe geçmiş olması bundan kaynaklanıyor (ayrıca bkz. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi 2006). Bu iki mesele aynı madalyonun iki yüzü gibi. Cami inşası (bkz. Đsviçre’de minare yapımının yasaklanmasıyla sonuçlanan referandum örneği), namus cinayetleri, yabancı kökenli çocukların suça karışmaları, Fransız banlieue’lerinde ve Birleşik Krallık’ta olduğu gibi kentlerin merkez ve çeperlerinde yaşanan ayaklanmalar gibi konularla ilgili olarak medyada çokça yer alan ve kanaat oluşturan tartışmalar, Avrupa’nın “Đslamlaşacağı” korkusunu iyiden iyiye arttırdı. Dolayısıyla, Đslam’ın ve Müslüman göçmenlerin toplumda dışlanışı hiç yoktan türemiş bir durum değil; bilakis, kolay anlaşılır gibi duran gündelik birtakım deneyimlere dayanıyor ve yabancıların sinsice toplumu işgal edeceği korkusundan kaynaklanıyor. Pek çok Alman için Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin kaderi Brüksel’de değil, Berlin-Neukölln ve Berlin-Kreuzberg’deki “problemli mahalleler”de (Problemkieze, kentsel mahallelerdeki parçalanmış toplulukları ifade eden bir terim) olup bitenlere bağlı.

Page 114: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

112 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

AB’nin dört bir yanında Akdeniz’in güneyinden gelen insanlara duyulan hınç, sadece sağcı partilerce ifade ediliyor denemez. Anaakım siyasi partilerin de giderek bu duyguları taşıyan seçmen kesimlerinden oy toplamaya çalıştığı artık açıkça gözleniyor. 2011’de Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya’nın hükümet ve devlet başkanları neredeyse eşzamanlı olarak çok-kültürlülük devrinin kapandığını kamuoyu önünde beyan ettiler (Laurence ve Vaïsse 2011). Ama bu üç siyasetçi ne çok-kültürlülükten tam ne anladıklarını ortaya koydular, ne de hayallerindeki entegre toplumun nasıl bir şey olduğunu anlattılar. Uyum içinde nasıl daha iyi yaşayabiliriz sorusunun ayrıntılarına inmekten uzak kalan bu tartışma, aşırı sağ oyları toplamayı hedefleyen yönetici elitlerin ucuz bir halkla ilişkiler hamlesi olarak kalmış gibi görünüyor.

Alman hükümetinin entegrasyon söylemine en sivri katkısı, 2011’de Đç Đşleri Bakanı Hans-Peter Friedrich’in “Đslam’ın Almanya’da yeri yok” sözleri ile geldi. Bu tür demeçlerin göçmenleri entegrasyona teşvik etmesi pek mümkün değil zira yabancı kökenli kişilerin nasıl karşılanması gerektiği konusunda kafalarında herhalde bundan farklı bir şey vardır. Göçmenlerinin çoğunun hayatlarında sahiden entegrasyonu sağlamış oldukları, istihdam imkanları sundukları, vergi ödedikleri ve Almanya’nın refahına katkıda bulundukları düşünülürse bu gibi çatışmacı ifadelerin göçmenlerce yüzlerine inmiş bir şamar gibi algılanmış olması gayet doğaldır. Friedrich’in yaptığı “ötekileştirmek”tir – yani, belirli bir grup insana ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar Alman toplumunun parçası olamayacakları bildirmektir.

Karar alma konumundakilerin entegrasyonun, entegrasyonu teşvik eden sözlerle başlayacağını anlaması gerekiyor. Avrupa sathında göçmen toplulukları içinde bazı unsurların nüfusun çoğunluğunu oluşturan kesimin toplumsal ilkelerini benimsemekte zorluk yaşadığı bir gerçek. Bu gruplardaki görece yüksek işsizlik oranları ve yüksek eğitimde göçmenlerin temsili ile ilgili istatistikler bunu ortaya koyuyor (Almanya örneği için bkz. Bundesamt für Migration und Flüchtlinge 2011, Bundesamt für Migration und Flüchtlinge 2009). Bu sorunların halının altına süpürülmemesi, şeffaf bir şekilde konuşulması gerek. Ancak son tahlilde nihai amaç etnik köken ayrımı yapmaksızın insanların yaşam koşullarını sahiden iyileştirmek olmalı, yoksa siyasi yelpazenin aşırı sağ kesiminden oyları kapmak değil.

Page 115: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Korku Politikasından İmkanlar Politikasına 113

Nüfus, saatli bomba gibi

Konunun dış boyutuna bakarsak, ODKA bölgesinden Avrupa’ya göç petrol fiyatı şokunun yaşandığı 1970’lerden bu yana kaide değil, istisnadır. Göçmenler ve iltica etmeye çalışanlar, özellikle de Sahra altından gelenler, Kuzey Afrika üzerinden Avrupa topraklarına ulaşmaya çalışıyorlar ama AB ülkelerine gitmeye çalışan göçmenlerin sadece yüzde 10 kadarı ODKA kökenli (Gubert ve Nordman, 8, 62). Yine de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan göç baskısı görece yüksektir denebilir; özellikle tüm bölgeyi saran Arap Baharı isyanlarıyla bu eğilim daha da güçlenmiştir. Protestoların şiddeti ve yayılma hızı Batılı gözlemcileri şaşırtmış olabilir ama eylemlerin altında yatan demografik gerçekler aslında yıllardır biliniyordu. Arap Đnsani Gelişme Raporu’na göre Arap nüfusunun yüzde 54’ü 25 yaşın altındadır (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2010). Bu kabarık genç nüfus ile bölge dünyanın en hızlı artan ikinci nüfusuna sahiptir (Avrupa Toplulukları Komisyonu 2008, 6). Nüfusun bu genç kesiminde işsizlik oranı yüzde 24’tür. Bu basınçlar varken halk ayaklanmalarının başlaması zaten an meselesi idi (Roudi 2011). Bu rakamların ardında, ekonomik fırsatların yokluğunu ve yolsuzluğa batmış yetkililerin bitmek bilmeyen tacizlerini protesto etmek için kendini yakan Tunuslu genç sokak satıcısı Mohammed Bouazizi’nin yüzünü görebiliriz. Onun kendini yakması 2011’de değişim talebiyle tüm bölgeyi saran isyanın fitilini ateşledi (Fahim 2011).

Arap Baharı’nın bölgeye demokrasi ve hukukun üstünlüğünü getirecek bir reform sürecini başlatacağı umudu henüz gerçekleşmiş değil. Đstibdat rejimlerinin devrilmesi sadece başlangıçtı; dönüşüm süreci ise yıllar sürecektir. Toplumun tüm kesimlerini temsil eden sürdürülebilir yönetim sistemlerinin kurulması uzun ve sancılı bir mücadeleyi gerektiriyor. Dolayısıyla, ODKA bölgesi bir istikrarsızlık ve jeopolitik kararsızlık alanı olmaya devam edecek. Avrupa’ya göçmeye çalışanların sayısındaki artış gibi bazı göstergeler buna işaret ediyor. 2012 başında Eurostat AB’ye yapılan iltica başvurularının neredeyse yüzde 25 arttığını açıkladı. En büyük artış, sırasıyla altı kat ve beş kat artışla Tunuslu ve Libyalı’lardan gelen başvurularda gerçekleşmişti (Eurostat 2012). Bu trend sönümlenme aşamasına gelene kadar muhtemelen önce daha da güçlenecektir. Zaten devasa boyutlardaki istihdam talebi de aynı şekilde daha da artacaktır. Güney Akdeniz ülkeleri önümüzdeki 10 yılda sırf mevcut

Page 116: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

114 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

işsizlik oranlarını koruyabilmek için 25 milyon yeni iş yaratmak zorundalar (Dünya Ekonomik Forumu/OECD 2011, 9). Bugün itibarıyla bu çözülmesi imkansız ölçekte bir sorun gibi göründüğünden, Avrupa gelecekte Akdeniz’le ilgili her türlü plan yaparken Orta Doğu ve Akdeniz’den gelen istihdam temelli göç meselesini de hesaba katmak zorunda kalacak.

Ne yapılmalı?

Avrupa Birliği küresel güç olma iddiasına uygun hareket etmek istiyorsa, güneyinde olan biteni aktif olarak şekillendirebilmelidir. Arap dünyası için Marshall Planı benzeri bir girişim önerilmişse de henüz somut politikalar düzeyinde harekete geçilmiş değildir. Genel olarak, AB’nin ODKA ülkelerine sadece güvenlik kaygıları perspektifinden yaklaşmayı bırakması şarttır. Elbette bu bölgeden kaynaklanan pek çok sıkıntı var. Ama bölge iki tarafın da faydalanabileceği muazzam bir potansiyele ve fırsatlara da sahip. Bu nedenle Avrupa devletlerinin göç meselesini her iki boyutuyla ele almaları kendi çıkarlarına olacaktır. ODKA kökenli göçmen trafiği, Avrupa toplumlarının mevcut göçmen topluluklarını entegre edebilmesi meselesiyle ister istemez ilişkilidir.

Planlı işgücü göçünün getirileri

Yukarıda bahsedildiği gibi, ODKA ülkeleri genç nüfustaki şişkinlik sebebiyle işsiz bir kuşak sonucuna doğru sürüklenmekte. Pek çok Avrupa ülkesi ise doğurganlık oranlarının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin artması sebebiyle gittikçe küçülen bir işgücü ile karşı karşıya. Bu durum bariz bir eleman açığına yol açıyor; 2010’da eleman açığı oranı yüzde 1,5’tu. Almanya’da bu oran yüzde 2,6’ya kadar çıkmıştı (Eurostat 2011, 68). Đşgücü açığı en çok hizmet sektöründe, özellikle de toptan ve perakende ticarette, otel ve restoranlarda, ve ulaşım ile iletişim alanlarında hissediliyor. (Dünya Bankası/Avrupa Komisyonu 2009, 37). Dolayısıyla, Akdeniz’in iki yakasındaki işgücü piyasaları bugün itibarıyla doğal bir şekilde birbirlerini tamamlar nitelikteler. ODKA’dan Avrupa Birliği’ne nizami işgücü göçü sağlanabilirse güney Akdeniz toplumlarının nüfus fazlası kısmen azalacak, aynı zamanda Avrupa’daki nüfus

Page 117: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Korku Politikasından İmkanlar Politikasına 115

açığının olumsuz makroekonomik sonuçları da hafifletilebilecektir. AB’nin bölgeye ilişkin politikaları kapsamında kurulacak bir Akdeniz iş ve işçi bulma ajansı vasıtasıyla Avrupa’daki eleman açıkları ODKA ülkelerinden yeterli nitelikleri taşıyan adaylarla kapatılabilir. Frontex’in aksine bu ajans AB’nin dış sınırlarını korumayı değil, göçmen akışını teşvik etmek ve uygun yerlere yönlendirmek üzere sınırları açmayı hedeflemelidir.

Bir değer olarak çeşitlilik

Akdeniz’in güneyinden Avrupa’ya entegrasyon hedefli bir göç hareketinin gerçekleşebilmesi için öncelikle AB’de karar alma konumunda olanların bakış açısının değişmesi gerekiyor. Gerek dış, gerek iç boyutlarıyla göç meselesine ilişkin siyasi ve kamusal söylemler hâlâ büyük ölçüde olumsuz imaj ve önyargılara dayanıyor. Avrupa Birliği’nde kamuoyunun gözü önündeki kişiler göçle ilgili konuları ele alırken bilinçli olarak olumlu bir tavır takınmalılar. Avantajlar ve fırsatlar dezavantaj ve risklerden daha fazla vurgulanmalı. Amaç, Avrupa çapında bir Willkommenskultur (hüsnü kabul kültürü) felsefesi ve kimliği sergilemek ve bunun her bir AB mukimi tarafından içselleştirilmesini sağlamak olmalı.

Sağ popülizme direnmek

ODKA kökenli göçmenlere yaklaşımın olumlu hale gelebilmesi için genel iklimin değişmesi, bunun için de AB’li politikacıların yükselişte olan aşırı sağ hissiyatı kontrol altına almaları şart. Avrupalı karar alıcıların bu konudaki kayıtsızlıkları bugün apaçık ortada. Sağ popülizmin parlamentoda ya da hükümette temsil edilmediği bir AB üyesi ülke yok gibi ama siyasi elitler bu konuda neredeyse tamamen suskun kalmayı tercih ediyorlar. Bu pasif tutum, Avrupa’da anaakım siyasetin aşırı sağcı partilerin siyasi sistemdeki varlığı konusunda teslimiyetçi davrandıkları algısını yaratıyor. Bu pasifliğe artık bir son vermek gerek. Stéphane Hessel’in “Öfkelenin!”de yazdığı gibi, Avrupa toplumunun kurucu normlarına aykırı toplumsal trendlere kayıtsız kalmamak vatandaşlık görevidir. Bu örnekte de söz konusu olan norm, insanların etnik ve dini kökenleri nedeniyle ayrımcılığa uğramalarını engelleyecek tolerans ve insan onuruna saygı ilkeleridir. Bu konuda atılacak ilk adımlardan biri, özel olarak

Page 118: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

116 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

sağcı partilerin ve bunların yabancı düşmanı ideolojilerinin nüfuzunu marjinalleştirmek amacıyla devlet ve hükümet başkanlarını yılda bir kez buluşturacak bir AB konseyi kurmak olabilir.

Đslam konferansı vasıtasıyla diyaloğu güçlendirmek

Yukarıda da belirtildiği gibi, Avrupa’daki pek çok göçmen ve göçmen ailelerden gelen AB vatandaşı ODKA kökenlidir. Bu insanların Müslümanlık kimliğine indirgenmeleri elbette yanlış ama Avrupalıların Đslam dinine ve Đslam’ın toplumdaki yerinin giderek genişlemesine nasıl yaklaştıkları konusunda tartışmayı teşvik etmek gerekiyor. Bu yapılırken konu hakkında konuşmakla yetinmemek, bu din ve temsilcileri ile diyalog kurmak büyük önem taşıyor. Böyle bir alışverişin gerçekleşeceği mecralardan biri Almanların Islamkonferenz’ı benzeri bir Đslam Konferansı serisi olabilir. Devlet ile Đslam arasındaki hassas ilişkiler, laiklik meselesi, ve bu dinin topluma daha iyi entegre olmasını sağlamak gibi konuları bu tür bir forumda konuşmaya ihtiyaç vardır.

Page 119: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Korku Politikasından İmkanlar Politikasına 117

Kaynakça

Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Đzleme Merkezi (EUMC). “Muslims in the European Union. Discrimination and Islamophobia.” Viyana: EUMC, 2006.

Avrupa Toplulukları Komisyonu (CEC). “Regions 2020 – Demographic Challenges for European Regions.” Komisyon Üyelerinin Ön Raporda Kullandığı Belgelerden, SEC(2008) 2868, “Regions 2020 – An Assessment of Future Challenges for EU Regions.” Brüksel: CEC, 2008.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı. “Arab Human Development Report – Population Levels, Trends and Policies in the Arab Region: Challenges and Opportunities.” New York: UNDP, 2010.

Bundesamt für Migration und Flüchtlinge. “Migranten am Arbeitsmarkt in Deutschland.” Integrationsreport Ön Rapor 36, 2011.

Bundesamt für Migration und Flüchtlinge. “Berufliche und akademische Ausbildung von Migranten in Deutschland.” Integrationsreport Ön Rapor 22, 2009.

Diez, Thomas. “Europe’s Others and the Return of Geopolitics.” Cambridge Review of International Affairs 17: 319–335, 2004.

Dünya Bankası ve Avrupa Komisyonu. “Shaping the Future – A Long Term Perspective of People and Job Mobility for the Middle East and North Africa.” Washington, D.C./Brüksel: Dünya Bankası/Avrupa Komisyonu, 2009.

Dünya Ekonomik Forumu ve OECD. “Arab World Competitiveness Report, 2011–2012.” Paris: OECD, 2011.

Eurostat. “Asylum Applicants and First Instance Decisions on Asylum Applications: Second Quarter 2011.” 2012.

Page 120: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

118 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Eurostat. “Labour Market Statistics – 2011 Edition.” Brüksel: Eurostat, 2011.

Fahim, Kareem. “Slap to a Man’s Pride Set Off Tumult in Tunisia.” The New York Times, 22 Ocak 2011.

Gubert, Flore ve Christophe J. Nordman. “Migration from MENA to OECD Countries: Trends, Determinants, and Prospects.” Dünya Bankası’nın “Shaping the Future: A Long-Term Perspective of People and Job Mobility for the Middle East and North Africa.” başlıklı raporunun hazırlık belgelerinden, Washington, D.C.: Dünya Bankası, 2009.

Laurence, Jonathan ve Justin Vaïsse. “The Dis-Integration of Europe.” Foreign Policy, 28 Mart 2011.

Roudi, Farzaneh. “Youth Population and Employment in the Middle East and North Africa: Opportunity or Challenge?” Birleşmiş Milletler Gençlerle Đlgili Uzmanlar Grubu Toplantısı tarafından yayımlanmış makale, Gençlik ve Kalkınma, 2011.

Page 121: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

119

Yazarlar

Yossi (Joseph) Alpher Đsrail’e ilişkin stratejik konularda çalışan bir yazar ve danışmandır. Aynı zamanda bitterlemons.net internet yayın grubunun editörlerindendir. 1981-1995 arasında Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı Jaffae Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde çalıştı ve müdür konumuna yükseldi. Daha sonra Đsrail-Filistin barış süreci üzerine odaklanarak Temmuz 2000’de (Camp David görüşmeleri sırasında) Đsrail Başbakanı Özel Danışmanı olarak görev yaptı.

Nilgün Arısan Eralp lisans derecesini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden aldı. Leicester Üniversitesi Ekonomik Kalkınma programından ve London School of Economics Avrupa Çalışmaları programından yüksek lisans dereceleri vardır. Eralp 1987-1996 yılları arasında Türkiye’de bazı başka yüksek resmi yetkililer yanında Avrupa Birliği’nden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı’na ve Başbakan’a danışmanlık yaptı. 1990-1992 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı AB ile Đlişkiler Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak çalıştı. 1996’da, Đktisadi Kalkınma Vakfı ile Avrupa Komisyonu’nun birlikte finanse ettiği “Küçük ve Orta Boy Đşletmelere Gümrük Birliği Hakkında Bilgi Ağı Kurma Projesi’nin koordinatörlüğünü üstlendi. 1997-2000 arasında Devlet Planlama Teşkilatı AB ile Đlişkiler Genel Müdürlüğü’ne bağlı Politika ve Uyum Dairesi başkanı olarak görev yaptı. Bu görevden ayrıldıktan sonra 2009 yılına kadar Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde (ABGS) Ulusal Program Dairesi Başkanlığı görevini sürdürdü. Eralp bu dönem boyunca ABGS’yi temsilen Ankara Üniversitesi, Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (ATAUM) Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. AB ve Türkiye-AB ilişkileri gibi konularda çok sayıda yayın yaptı ve çeşitli üniversitelerde dersler verdi. Eralp 2009’dan bu yana TEPAV Avrupa Birliği Enstitüsü’nün direktörlüğünü yapmaktadır.

Page 122: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

120 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Seçil Paçacı Elitok Utah Üniversitesi’nde ekonomi doktorası yapmıştır. Uzmanlık konuları ekonomik kalkınma, kalkınma ekonomisi ve uluslararası ticarettir. Lisansüstü çalışmaları boyunca önce Utah Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmış, ardından Maltepe Üniversitesi (Đstanbul) kadrosuna katılarak göç konulu araştırma projeleri yürütmüş, Erasmus programının koordinatörlüğünü üstlenmiş ve verdiği dersleri çeşitlendirmiştir. Aralık 2006’da Utah Üniversitesi’nden Yüksek Öğretim’de Uzmanlık (HETS) sertifikası aldı. Haziran 2009’da, AB Marie Curie Araştırma Eğitimi Ağı Göçmenlerin Ulusötesi Konumu programı çerçevesinde verilen Marie Curie araştırma bursuyla Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’ne (HWWI) gitti ve Göç Araştırma Grubu’nda uzman araştırmacı olarak çalıştı. Başlıca araştırma konuları arasında uluslararası göç, özellikle de Türkiye’den dışarı ve dışarıdan Türkiye’ye göç, üst düzey kalifiye göç ve göçmen işçi dövizleri sayılabilir. Seçil Paçacı Elitok halen araştırmacı olarak HWWI bünyesinde çalışmaktadır.

Christian-Peter Hanelt Bertelsmann Stiftung’un “Avrupa’nın Geleceği” programında Avrupa ve Orta Doğu uzmanı olarak çalışmaktadır. On yıldan uzun süredir Stiftung’daki “Kronberg Orta Doğu Konuşmaları”nı düzenlemektedir. Kiel ve Şam’da siyaset bilimi, tarih ve Arap ilimleri okuyan Hanelt, Almanya, Kiel’deki Christian-Albrechts Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans yaptı. Kuveyt savaşı ve Orta Doğu barış sürecinin başlamasını izleyen dönemde Alman SAT.1 kanalında editör ve muhabir olarak çalıştı. Mısır’da okur-yazarlığın yaygınlaştırılması, Đsrail ve Filistin Toprakları’ndaki gazetecilerin eğitilmesi gibi konularda faaliyet gösterdi. Uzmanlık alanları arasında Đsrail-Arap çatışması, AB-Körfez Đlişkileri (Körfez Đşbirliği Konseyi), Irak ve Đran, Arap dünyasında sosyopolitik ve ekonomik kalkınma sayılabilir.

Rana Deep Islam halen Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında doktora yapmaktadır. Araştırma konularından bazıları AB ile Türkiye’nin Orta Doğu’ya yaklaşımları ve Alman toplumunda göç ve entegrasyon meselesidir. Rana Deep Islam aynı zamanda Potsdam ve

Page 123: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

121

Chemnitz Üniversitelerinde dersler vermektedir. 2011’de Washington D.C’deki Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Çağdaş Almanya Çalışmaları Amerikan Enstitüsü’nden (AICGS) araştırma bursu almıştır. Daha önce Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda çalışmış, Washington D.C.’deki Uluslararası Đlişkiler Đleri Araştırmalar Okulu’nda çeşitli görevlerde bulunmuş ve Berlin’de Alman Sosyal Demokrat Parti’nin Yönetim Kurulu’nda yer almıştır. Belçika’nın Bruges kentindeki Avrupa Koleji’nden aldığı yüksek lisans derecesi vardır.

Ayhan Kaya Đstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası Đlişkiler Bölümü’nde siyaset bilimi profesörü ve Jean Monnet kürsüsü başkanıdır. Avrupa Enstitüsü’nün başkanı olarak ilgilendiği alanlardan bazıları şunlardır: Avrupa’da moderniteler ve kimlikler, özellikle de Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda’daki Avrupa Müslümanları; Türkiye’deki Çerkes diasporası; modern diaspora kimliklerinin oluşumu ve ifadesi; hoşgörü ve çok-kültürlülük. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Warwick Üniversitesi’nden almıştır. En son yayımlanan kitabı Islam, Migration and Integration: The Age of Securitization’dır (Londra: Palgrave, 2009); diğer yayınlarından bazıları şunlardır: Circassian Diaspora in Turkey (Đstanbul: Đstanbul Bilgi University Press, 2011), Belgian-Turks (Brüksel: Kral Baudouin Vakfı, 2008, Ferhat Kentel ile birlikte), Euro-Turks: A Bridge or a Breach between Turkey and the EU (Brüksel: CEPS Yayınları, 2005, Ferhat Kentel ile birlikte). Europeanization and Tolerance in Turkey (Londra: Palgrave, 2013) başlıklı kitabı yakında yayımlanacaktır. Halen “Avrupa’da Kimlikler ve Moderniteler” ve “Hoşgörü, Çoğulculuk ve Toplumsal Kaynaşma: 21. Yüzyıl Avrupasının Sorunlarına Cevap Ararken” başlıklı FP7 projeleri ile “Yurtdışına ve Köyden Kente Göçün Orta Ve Doğu Avrupa’da Etkileri” başlıklı bir AB projesinde çalışmaktadır.

E. Fuat Keyman Đstanbul’da Sabancı Üniversitesi’nde Uluslararası Đlişkiler profesörüdür. Sabancı Üniversitesi’ne bağlı Đstanbul Politikalar Merkezi’nin de direktörüdür. Aynı zamanda Radikal gazetesine düzenli yazı yazmakta ve Türkiye ve dünya siyaseti üzerine yorum ve analizler yaptığı bir TV

Page 124: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

122 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

programını sürdürmektedir. Çalışma alanları demokratikleşme, küreselleşme, uluslararası ilişkiler, sivil toplum ve Türkiye-AB ilişkileridir. Bu konularda gerek Đngilizce gerek Türkçe pek çok yayını vardır. Kitaplarından bazıları şunlardır: Symbiotic Antagonisms: Contending Discourses of Nationalism in Turkey (Salt Lake City: Utah Üniversitesi Yayınları, 2011, Ayşe Kadıoğlu ile birlikte); Remaking Turkey (Oxford: Lexington, 2008); Turkish Politics in a Changing World: Global Dynamics, Domestic Transformations (Đstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, Ziya Öniş ile birlikte); Citizenship in a Global World: European Questions and Turkish Experiences (Londra: Routledge, 2005, Ahmet Đçduygu ile birlikte); Globalization, State, Identity/Difference: Towards a Critical Social Theory of International Relations (New Jersey: Humanities Press, 1997); Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü (Đstanbul: Doğan Yayıncılık, 2010, Türkçe); Küreselleşme, Avrupalılaşma ve Türkiye’de Vatandaşlık (Đstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, Türkçe); Türkiye’nin Đyi Yönetimi (Đstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, Türkçe); Değişen Dünya Dönüşen Türkiye (Đstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, Türkçe); ve Türkiye ve Radikal Demokrasi (Đstanbul: Alfa, 2001, Türkçe).

Ghassan Khatib halen Filistin Yönetimi Medya Merkezi’nin yöneticiliğini yapmaktadır. 2002’de Filistin Çalışma Bakanı, 2005-2006’da da Planlama Bakanı olarak görev yaptı. 2006-2009 yılları arasında Birzeit Üniversitesi’ndeki sosyal yardım merkezinde başkan yardımcısı olarak çalıştı. Araştırma, kamuoyu yoklamaları ve medya faaliyetlerine odaklanan Kudüs Medya ve Đletişim Merkezi’nin kurdu ve bir dönem başkanlığını yaptı.1991’de Madrid’deki Orta Doğu Barış Konferansı’na ve 1991-1993 yılları arasında devam eden ikili müzakerelere Filistin heyetinin üyesi olarak katıldı. Khatib, internette yayımlanan Filistin-Đsrail siyasetiyle ilgili bitterlemons.org dergisinin kurucu ve yöneticilerinden biridir. Durham Üniversitesi’nde Orta Doğu siyaseti üzerine doktora yapmıştır. Palestinian Politics and the Middle East Peace Process: Consensus and Competition in the Palestinian Negotiation Team adlı bir kitabı vardır.

Page 125: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

123

Ziad Majed ABD’deki Kettering Vakfı’nda konuk araştırmacı olarak bulunmuş (2008) ve aylık Al-Ofok dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenmiştir (2007–2010). Ayrıca Uluslararası Kesintisiz Diyalog Enstitüsü’ne danışmanlık yapmıştır. Stockholm’deki Uluslararası Demokrasi ve Seçim Destek Enstitüsü’nde program görevlisi (1999-2000) ve Beyrut’taki Lübnan Politika Araştırmaları Merkezi’nde proje koordinatörü olarak çalışmıştır (1994–1998). 2007’den beri Arap Demokrasi Çalışmaları Ağı’nda koordinatör ve araştırmacı, 2010’dan beri de Paris Amerikan Üniversitesi’nde Orta Doğu Çalışmaları bölümünde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.

Almut Möller Avrupa’nın bütünleşmesi ile Avrupa dışişleri ve güvenlik politikaları üzerine çalışan bir siyasi analisttir. Berlin’deki Almanya Dış Đlişkiler Konseyi’ne (DGAP) bağlı Alfred von Oppenheim Avrupa Politikalar Merkezi’nin başkanıdır. Möller, Avrupa Birliği’ndeki genel siyasi ve kurumsal gelişmeler, Almanya’nın Avrupa politikası ve AB’nin komşularına, özellikle de Orta Doğu’ya ilişkin dış politika ve güvenlik meseleleri gibi konularda pek çok yayın yapmıştır. Avrupa ve dünya siyaseti üzerine Alman ve dünya medyasında sık sık yorumcu olarak yer almaktadır. Anadili olan Almanca’nın yanında çok iyi derecede Đngilizce ve Fransızca konuşmakta, Arapça’sını da geliştirmektedir. Almut, 2010’da DGAP’a katılmadan önceki dönemde Londra’da bağımsız analist olarak çalıştı. 2002-2008 yılları arasında Münih’teki Ludwig-Maximilians-Universität’e bağlı Uygulamalı Politika Araştırmaları Merkezi’nde (CAP) araştırmacı olarak bulundu ve AB’de kurumsal reform, genişleme ve Avrupa-Akdeniz işbirliği gibi konularda çalıştı. Möller halen Washington D.C.’deki Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Çağdaş Almanya Çalışmaları Amerikan Enstitüsü (AICGS) ve Viyana yakınlarındaki Maria Enzersdorf’da bulunan Avusturya Avrupa ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü (AIES) bünyesinde araştırmacı olarak yer almaktadır. 2006’da Çin’in Pekin kentindeki Renmin Üniversitesi’nde, 2007’de Kahire’deki Al Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde, 2008’de de Washington D.C.’deki AICGS’de konuk araştırmacı olarak bulundu. Möller’in Münih Ludwig-Maximilians-Universität’ten Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans derecesi vardır (2002).

Page 126: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

124 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Münster’deki Westfälische Wilhelms-Universität’te ve Aix-en-Provence’taki Institut d’Études Politiques’te (Sciences-Po) de okumuştur. Yayınlarının listesine DGAP’ın web sayfasından ulaşılabilir: https://dgap.org/de/user/258

Dorothée Schmid Uluslararası siyaset üzerine çalışan Paris’teki düşünce kuruluşu Institut français des relations internationales’de (IFRI) Türkiye Programı direktörüdür. Akdeniz ülkeleri ve Orta Doğu’ya ilişkin AB politikaları konusunda çalışan bir uzman olarak, bölgedeki siyasi reform ve demokratikleşme süreçlerine ilişkin Avrupa-Akdeniz bağlamında yürütülen araştırma projelerinde Avrupa’daki çeşitli enstitülerle sıkı bir ilişki içinde çalışmıştır. Şu anki çalışmaları daha çok Fransa-Türkiye ilişkileri, Türkiye iç siyasetindeki gelişmeler ve Türkiye’nin özellikle Arap baharından sonra beliren yeni diplomatik hedefleri konularındadır. Son dönemdeki yayınlarından biri, Türkiye’deki düşünce kuruluşu EDAM ile beraber yayımladığı Les Élites françaises et la Turquie : une relation dans l'attente (Fransız Eliti ve Türkiye: Đkircikli bir Đlişki) başlıklı rapordur (2010). Ayrıca Türkiye’nin Orta Doğu’ya ilişkin dış politikasını ele alan bir kitabın editörlüğünü üstlenmiştir: La Turquie au Moyen-Orient : le retour d'une puissance régionale ? (Türkiye ve Orta Doğu : Bir Bölgesel Güç Yeniden mi Doğuyor?), CNRS Yayınları (2011). Dorothée Schmid Sciences-po Paris’te ekonomi okumuştur. Yine Sciences-po Paris’ten ekonomi alanında yüksek lisans derecesi almış ve Paris-II Üniversitesi’nde (Panthéon-Sorbonne) siyaset bilimi doktorası yapmıştır.

Julia Seiler halen Bertelsmann Stiftung’a bağlı “Avrupa’nın Geleceği” programında çalışmaktadır. Londra Üniversitesi Yakın ve Ortadoğu Çalışmaları Okulu’ndan (School of Oriental Studies and African Studies) yüksek lisans derecesi aldı. Amman’daki Friedrich Ebert Vakfında staj yapan Julia Seiler, Arapçasını ilerletmek için de Suriye, Yemen ve Mısır’da kaldı.

Page 127: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

125

Thomas Straubhaar Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nün (HWWI) müdürü (2005’ten bugüne) ve Hamburg Üniversitesi’nde ekonomi profesörü (1999’dan bugüne) olan Straubhaar’ın uzmanlık alanı, uluslararası ekonomik ilişkilerdir. Bern Üniversitesi’nden ekonomi alanında doktorasını aldıktan sonra (1993) Berkeley’de California Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmalar yapmıştır (1985–1986). 1987 yılında “Uluslararası Emek Göçünün Ekonomisi” konulu yayınıyla Bern Üniversitesi’nden habilitasyon (doçentlik) almıştır. Bern, Konstanz, Basel ve Freiburg Üniversitelerinde dersler veren Straubhaar, 1992’de Hamburg’daki Helmut Schmidt Üniversitesi’nde ekonomi profesörlüğüne atanmıştır. 1998’den bu yana yine Hamburg’daki Europa Kolleg’e bağlı Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü’nün müdürü olarak görev yapmaktadır. 1999-2006 yılları arasında Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nün başkanlığını yürütmüştür. 2010’da Washington D.C.’deki Transatlantic Academy’de araştırmacı olarak bulunmuştur. Yazarın başlıca araştırma konuları, ekonomik ilişkiler, ekonomi politikaları, denetleme politikaları, göç, nüfus ekonomisi ve eğitim ekonomisidir.

Nathalie Tocci Istituto Affari Internazionali’nin müdür vekili The International Spectator’da editör yardımcısıdır. Transatlantic Academy (Washington D.C.), Avrupa Üniversitesi Enstitüsü (Floransa) ve Avrupa Politikalar Merkezi’nde (Brüksel) araştırmacı olarak bulunmuştur. Yayımlanmış kitaplarından bazıları şunlardır: Turkey's European Future: Behind the Scenes of America's Influence on EU-Turkey Relations (New York:: NYU Yayınları, 2011); The EU Civil Society and Conflict (Londra: Routledge 2011, yay. haz.); Civil Society, Conflict and the Politicisation of Human Rights (Tokyo: UN Üniversitesi Yayınları, 2011, R. Marchetti ile yay. haz.); Cyprus: A Conflict at the Crossroads (Manchester: Manchester Üniversitesi Yayınları, 2009, T. Diez ile yay. haz.); The EU and Conflict Resolution (Londra: Routledge, 2007); EU Accession Dynamics and Conflict Resolution (Londra: Ashgate, 2004).

Page 128: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

126 Avrupa, Türkiye ve Akdeniz

Europe in Dialogue’un Önceki Yayınları

Europe in Dialogue 2012 | 02 The Arab Spring: One Year After. Transformation Dynamics, Prospects for Democratization, and the Future of the Arab-European Cooperation. Amine Ghali, Ibrahim Hegazy, Salam Kawakibi, Eberhard Kienle, Elham Manea,

Samir Saadawi, Tobias Schumacher, Jan Völkel

Europe in Dialogue 2012 | 01 Solidarity: For Sale? The Social Dimension of the New European Economic Governance. Gordon Bajnai, Thomas Fischer, Stephanie Hare, Sarah Hoffmann, Kalypso

Nicolaïdis, Vanessa Rossi, Juri Viehoff, Andrew Watt

Europe in Dialogue 2011 | 02 European Economic Governance. Impulses for Crisis Prevention and New Institutions. Iain Begg, Ansgar Belke, Sebastian Dullien, Daniela Schwarzer, Ramūnas

Vilpišauskas

Europe in Dialogue 2011 | 01 The Future of the Mediterranean. Which Way for Europe and North Africa? Khalil Al-Anani, Zeidan Ali Zeidan, Moncef Cheikh-Rouhou, Arslan Chikhaoui,

Ahmed Driss, Moaaz Elzoughby, Bassma Kodmani, Mehdi Lahlou, Ziad Majed

Europe in Dialogue 2010 | 01 Rebalancing the Global Economy. Four Perspectives on the Future of the International Monetary System. Stefan Collignon, Richard N. Cooper, Masahiro Kawai, Yongjun Zhang

Page 129: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle
Page 130: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle
Page 131: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Transformation Index BTI 2012

2012, approx. 180 pp. paperbackapprox. EUR 22.00 / ISBN 978-3-86793-344-5

Sustainable Governance Indicators 2011

2011, 288 pp., paperbackEUR 32.00 / ISBN 978-3-86793-081-9

Bertelsmann Stiftung (ed.)

Sustainable Governance Indicators 2011

Policy Performance and Governance Capacities in the OECD

Bertelsmann Stiftung (ed.)

Transformation Index BTI 2012Politische Gestaltungim internationalen Vergleich

Transformation Index | BTI 2012

2003 | 2006 | 2008 | 2010 | 2012

BERT_Titel_BTI2012.qxd:Bertelsmann Cover A4 24.02.2011 11:38 Uhr Seite 1

Political Management in International Comparison

Contact:Verlag Bertelsmann Stiftung, P.O. Box 103, 33311 Gütersloh, GERMANYFax +49 5241 81-681175, E-Mail: [email protected]

Advocating reforms targeting the goal of a constitutional democracy and socially responsible market economy, the Transformation Index BTI provides the framework for an exchange of best practices among agents of reform. Within this framework, the BTI publishes two rankings, the Status Index and the Management Index, both of which are based on in-depth assessments of 128 countries.

How successful are OECD countries in achieving sustainable policy outcomes? How e�ectively do governments in these countries steer change, and to what extent do they engage civil society in the process? In answering these questions, the 2011 edition of the Sustainable Governance Indicators (SGI) aims to foster good governance and sustainable policy outcomes in the OECD by encouraging institutional learning through an exchange of best practices. The authors argue that national governments still have a considerably broad cope of action in facing upcoming challenges.

Transformation Index BTI 2012

2012, approx. 180 pp. paperbackapprox. EUR 22.00 / ISBN 978-3-86793-344-5

Sustainable Governance Indicators 2011

2011, 288 pp., paperbackEUR 32.00 / ISBN 978-3-86793-081-9

Bertelsmann Stiftung (ed.)

Sustainable Governance Indicators 2011

Policy Performance and Governance Capacities in the OECD

Bertelsmann Stiftung (ed.)

Transformation Index BTI 2012Politische Gestaltungim internationalen Vergleich

Transformation Index | BTI 2012

2003 | 2006 | 2008 | 2010 | 2012

BERT_Titel_BTI2012.qxd:Bertelsmann Cover A4 24.02.2011 11:38 Uhr Seite 1

Political Management in International Comparison

Contact:Verlag Bertelsmann Stiftung, P.O. Box 103, 33311 Gütersloh, GERMANYFax +49 5241 81-681175, E-Mail: [email protected]

Advocating reforms targeting the goal of a constitutional democracy and socially responsible market economy, the Transformation Index BTI provides the framework for an exchange of best practices among agents of reform. Within this framework, the BTI publishes two rankings, the Status Index and the Management Index, both of which are based on in-depth assessments of 128 countries.

How successful are OECD countries in achieving sustainable policy outcomes? How e�ectively do governments in these countries steer change, and to what extent do they engage civil society in the process? In answering these questions, the 2011 edition of the Sustainable Governance Indicators (SGI) aims to foster good governance and sustainable policy outcomes in the OECD by encouraging institutional learning through an exchange of best practices. The authors argue that national governments still have a considerably broad cope of action in facing upcoming challenges.

Page 132: Avrupa, Türkiye ve Akdeniz · AB’nin gümrük birliğinin bölgedeki dönüşümü desteklemeye yönelik potansiyel olarak etkin bir araç olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye’yle

Adres | İletişim

Bertelsmann StiftungCarl-Bertelsmann-Straße 256P.O. Box 10333311 GüterslohGERMANYPhone +49 5241 81-0Fax +49 5241 81-81999

Armando Garcia SchmidtPhone +49 5241 81-81543E-Mail [email protected]

Joachim Fritz-VannahmePhone +49 5241 81-81421E-Mail [email protected]

www.bertelsmann-stiftung.org

Adres | İletişim

Bertelsmann StiftungCarl-Bertelsmann-Straße 256P.O. Box 10333311 GüterslohGERMANYPhone +49 5241 81-0Fax +49 5241 81-81999

Armando Garcia SchmidtPhone +49 5241 81-81543E-Mail [email protected]

Joachim Fritz-VannahmePhone +49 5241 81-81421E-Mail [email protected]

www.bertelsmann-stiftung.org