aydinliksayi64kapak layout 1 - aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13...

24
Ahmet Altan’dan Laikliğin çöküşüne sevinç hezeyanı B. Sadık Albayrak Cahit Kayra’dan anıtsal bir milli iktisat tarihi Barış Doster Tevfik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik Seyyit Nezir İşçi okumazsa işçi edebiyatı olmaz! Mecit Ünal Aydınlık 17 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 64 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Geçen hafta 63.383 okura ulaştık Gençlik ne okuyor? Gençlik ne okuyor?

Upload: others

Post on 12-Jun-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

AhmetAltan’dan Laikliğin

çöküşüne sevinç

hezeyanıB. Sadık Albayrak

Cahit

Kayra’dan

anıtsal bir

milli iktisat

tarihi

Barış Doster

Tevfik

Fikret’in

geleceğe

kaçışı ve

gençlik

Seyyit Nezir

İşçiokumazsa

işçiedebiyatı

olmaz!Mecit Ünal

Aydınlık17 Mayıs 2013

Cuma Yıl: 2

Sayı: 64Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P

.Geçen hafta 63.383 okura ulaştık

Gençlik ne okuyor?

Gençlik ne okuyor?

Page 2: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s
Page 3: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

En çok onların ellerinde kitap var. Kızların erkeklere göre daha çok okuduğu gö-

rülüyor.“Şu Çılgın Türkler”i yüzbinlerce yüzbinlerce

okuyan o çılgın genç Türkler değil miydi?Bir kitap okumak daha nice okumanın nedeni-

dir. Öyle de oldu, Atatürk'e, İstiklal Savaşı'na, Cum-

huriyet'in kuruluş sürecine dair nice kitabı yine en çokonlar okudu.

Özlemi içlerinde en çok onlar hissediyor da on-dan elbette.

Sosyalizme, devrime ait kitapları da en çok on-ların aldığı, okumaya başladığını biliyoruz.

Zaten iyi kötü, gerçek yalan, değerli değersiz ede-biyat adına dayatılanları da onlar okuyorlardı.

Türkiye'nin şu zor yılları, artık okuma öncelikle-rini, yönünü değiştiriyor.

Gittikçe daha çok devrime, bağımsızlığa, cum-huriyete dair okuyorlar...

Yeter ki nitelikli kitaplar, nitelikli olarak ve elbettebiraz iktisatlı olarak sunulsun ve yaygın ulaştırılabilsin.

***Devrime, bağımsızlığa dair okumak yeni Os-

manlılardan JönTürklere uzanan, despotizme karşıdemokrasi, mutlakiyetçi baskıya karşı özgürlük oku-malarıydı.

Ziya Paşa'dan, Namık Kemal'den Tevfik Fi-kret'ten esin alındı.

Seyyit Nezir son zamanlarda geniş okur kitlesincebüyük ilgiyle okunan ve ufuk açan yazılarından biri-ni bu sayımızda o okumalar bağlamında yazıyor: “Tev-fik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik”

Hani Mustafa Kemal'in kendi sorusuna verdiği,en büyük şairimiz kimdir yantındaki: “Fikret a be ço-cuklar, Fikret”

“Ferda”nın şairi Fikret ve ferda 19 Mayıs'ta uf-kunu kaplayacak bu “acılı ülke”nin...

Öyle de oluyordu; gencecik Niyaziler, Enverler,Eyüp sabriler, dağlara çıkıyor, özgürlük ve HareketOrduları oluşturup yobazlığı ve 33 yıllık karanlığın sal-tanatını boğuyorlardı...

Çanakkale'de İstanbul Liseliler, Kayseri TaşMektep ve daha nice okul sıralarını bırakıp öğrenci-liklerinden vatan savunmasının kandan köpük kesenboğazını, işgalcileri geçirmemek üzre tutuyorlardı...

“Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı...” diyebaşlayan bir marşı, vatana hizmet, çalışma, adanış mo-tiflerinin güç veren ezgisini, Sakarya'da, neredeyse tü-müne yakını üniversite öğrencilerinin oluşturduğu biryedek subay savaşının gencecik kurbanlarının rengiyleakacak nehre kavuşturup, Kafkasya Dağları'nın ye-

nilgi hüznünde gırtlakda düğümlenen marşını İzmi-rin Dağlarında kaçan düşmanın peşi sıra çiçeklenenbir neşeye, sevince dönüştürerek Bağımsızlığı aka-caklar... 'Uzun Türkiye Tarihi'nce.

Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Fa-lih Rıfkı ve Nazım oldular...

Okudular, okundular...

28 Nisan'dı “Yavri hey!”gökyüzünün rengini mormenekşeye bürüdüler. “Kahrolası diktatörler / Bu dün-ya size kalır mı” sordular, çığırdılar ve yürüdüler. İç-lerinden Nedim Özpulat'ı Ve Turan Emeksiz'i şehitverdiler... Doğu Perinçek'in o görkemli tanımıyla, butoprakların en büyük yer altı zenginliğine kattılar be-denlerini de daha da zengin eylediler.

555 K oldular Cemal Süreya ile, Kızılayları, Be-yazıt Meydanlarını “Hürriyet Meydanları” yaptılar.27 Mayıs devrimcileri de şehit gençlerinin adını Şe-hir Hatları vapurlarına verdiler...

Ferdadır... Gelecek günlerde İzmir, İstanbul şehir hatları ye-

niden kamunun eline geçtiğinde vapurların adları on-ları taşıyarak süzülecek maviliklerde: Turan Emek-siz'in, Vedat Demircioğlu'nun, Deniz Gezmiş'in,Mahir Çayan'ın, Bora Gözen'in... Bir de şairlerinki-ni... Ne güzel yakışacaklar denizlere ve birbirlerine...

Ferda...Yine 19 Mayıs'ta...Mavi Gözlü Dev'in umudunca, dizelerince gele-

cekler, kitapları, türküleri, bayraklarıyla...Kitapsızların, türküsüzlerin, bayraksızların üstü-

ne üstüne:“Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler dalga dalga aydınlık oldular yürüdüler karanlığın üstüne meydanları zaptettiler yine”

***Yine Aydınlık olacaklar, karanlığı en koyu ye-

rinden delecekler... Meydanları zaptedip, adlarını ve-recekler...

19 Mayıs'ta Sıhhiye'de bu memleketin en sağlık-lı,zinde gücü Bağımsızlık ve Devrim mayalayacak.

Çağdaş Cengiz; son yılların en görkemli ve bir okadar da etkileyici gençlik hareketi TGB'nin başka-nı olarak onca yoğunluğunda sorularımızı yanıtladı.

Gençlik bağımsızlık ve devrim okuyor...Okuyanlar yazacaktır. Yazmak eylemliliktir.Bağımsızlığı ve devrimi yazıyorlar...Tarih yapıldıkça yazılan bir şeydir.En güzel sayfaları olarak bu destanın... Ne güzel okunacak.

HALDUN ÇUBUKÇU

İÇİNDEKİLER

Arap Baharı’na dışarıdan bir tanık s. 4

Psikoloji ve koşullar

uygun hale geldiğinde s. 5

İşçi okumazsa işçi edebiyatı olmaz! s. 6

Türk okuruna derin saygıyla... s. 7

Laikliğin çöküşüne

sevinç hezeyanı s. 8-9

Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü s. 10

Tevfik Fikret’in geleceğe

kaçışı ve gençlik s. 11

s. 12-13

Bu topraklarda alegori

bir yüzleşmedir s. 14

Trenler gelir geçer anılardan s. 15

Türk Aydınının Türkçülükle Sınavı s. 16

Mumcu’dan Kansu’ya

Rabıta takibi s. 17

Yeni çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç :

Futbolun Picasso’su s. 20

Ayşe topu at! Ali annene

yardım et! s. 21

Bulmaca s. 22

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin Aktaş

Aydınlık

KITA P.

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu

Gençlik bağımsızlık vedevrim okuyor!

Reklam Servisi

Gençlik ne okuyor?

Page 4: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

“Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onla-

ra” kitabıyla ülkemizde tanınan ünlü Fran-

sız yazar Mathias Enard şimdi de “Hırsızlar

Sokağı” kitabı ile Türk okuruyla buluştu.

Geçtiğimiz hafta da Can Yayınları’nın İs-

tanbul Modern işbirliğiyle düzenlediği

“Arap Baharı, Ortadoğu’nun Siyasi Çal-

kantıları ve Edebiyatın İlişkisi” başlıklı et-

kinliğinin konuşmacısı olmak üzere ülke-

mize geldi. Biz de yazar ile son kitabı üze-

rine bir röportaj gerçekleştirdik.

Bir Batılı olarak Ortadoğu’ya mera-kınız nereden geliyor?

Arap edebiyatı okudum, benim eğiti-

mim bu. İran’da ve Arap ülkelerinde uzun

yıllar kaldım. Her geçen gün daha

çok ilgi duydum. Bu da

Ortadoğu yazarı olmak

gibi tuhaf bir konumda ol-

mama sebep oldu.

Peki, bir Batılı ola-rak Doğu’yu anlatmak nederece mümkün?

Tersini düşünün, yani

bir Fransız yazar olarak İs-

panya’da, Barcelona’da ya-

şıyorum. İspanya hakkında

ya da İtalya hakkında bir

roman yazmam sorun olur

muydu? Bunlar sorun ol-

mazken neden Ortadoğu

hakkında bir şeyler yaz-

mam sorun olsun? Bence

edebiyatta sınır diye bir şey

yok. Edebiyat dediğiniz şey

açık bir alan. O alanda her şey

mümkün, her şey denenebilir.

Roman biçimi de keza aynı şekilde, birçok

farklı olasılıklara açıldı.

Bazı yazarların eserlerine baktığınızda

çok farklı yöntemleri bir araya getirdiğini

görüyorsunuz. Mesela James Joyce bi-

çimde olağanüstü şeyler yaptı. Benim ko-

nularım da bugünün bana getirdiği im-

kanlar dolayısıyla yalnızca Fransa’ya dair

olamaz. Günümüzün bana verdiği im-

kanlar bunlar. Ben de bu imkanları kulla-

nıyorum.

Kitapta Arap Baharı, Barcelona’dakiisyan dalgası gibi tarihsel olaylar var. Ta-rihsel bir olguyu bir kurgu eserde işlemek

için üzerinden ne kadarzaman geçmesi gereki-yor? Arap Baharı yenibir olgu. Doğru tahlilyapmak açısından birsüreç gerekli midir?

Kitap, bu sürecin

bir şekilde bir parçası

oldu denebilir. Olaylar

meydana gelirken sıcağı

sıcağına yazıyordum as-

lında. Ancak sizin dedi-

ğiniz gibi biraz mesafe-

ye de ihtiyacım vardı.

Bu yüzden olayın merkezini, devrimlerin

olduğu Arap ülkelerine değil de, Bask gibi

biraz daha dışarıda kalan bir yere taşıdım.

Ana karakterim Lehtar da benim gibi bir

yolcu, bir gözlemci. Bu ayaklanmalara

benim gibi dışarıdan tanık oluyor. Sonra

Barcelona’ya gidiyor, oradaki ayaklan-

malara da dışarıdan bir gözlemci olarak ta-

nık oluyor. Yani benim gibi Lehtar da bir

yolcu aslında.

Karakter ve hikaye nasıl doğdu?Bugünün 20 yaşlarında olan gençlerin

dünyalarına çok ilgi duyuyorum. Onlar, İs-

panya’da olsun, Arap ülkelerinde olsun,

20 yaşlarındaki yeni nesil, benim 20 ya-

şımda olduğum zamandan çok daha fark-

lı ve çok daha bilgili. Çünkü internet sa-

yesinde dünyada olup bitenlere, popüler

kültüre dair, çok geniş alana yayılan bil-

giler edinebiliyorlar. Buna özellikle çok ilgi

duydum ve bu döneme ait genç bir ada-

mın erginleşmesini, nasıl yetişkin haline

geldiğini anlatmak istedim. Böylece o

yaşlarda olan Lehtar’ı bu olayların içine

sokmak istedim.

Bir macera romanı olarak tanımlanı-yor kitap. Burada bir ta-nıklık, tepki, taraf olma is-teği var mı, böyle bir hedefgüdülüyor mu? Ayrıca ki-taplarınızda, kendi başınabir konu olabilecek pek çokşeyi bir kitaba yükleyip ak-siyonu yüksek tutuyorsu-nuz. Ama o konuların daderinliği pek yok. Bu birteknik mi?

Bu romanda üç dört

şeyi bir araya getirdim.

Birincisi, macera roman-

larına, popüler romanla-

ra bir şekilde şapka çı-

karmak, selam vermek istedim. Çünkü

bunlar beni ben yapan şeylerdi aynı za-

manda. Sonra eski gezi kitapları da benim

hayatımın bir okur olarak parçası olduğu

için, onlarla da paralellik kurdum. Bir de

günümüz romanının olanaklarını kullan-

mak istedim. Bu roman, üç farklı alanı bir

araya getirmekten doğdu. Tabii ki, belki de-

rin analizler olmayabilir ama olayları ken-

di kitabım için kullandım. Karakterim bir

gözlemci olarak bu korkunç savaş alanla-

rında dolanıyor ve gördüklerini anlatıyor.

Bunları anlatması belki bahsettiğim gibi,

bir yolculuk, gezi romanı olarak düşünün

kitabı, karakterimin içsel yolculuğunu da

temsil ediyor diyebiliriz. Roman bunları

kendi içerisinde öğütüyor.

Ortadoğu’daki Arap Baharı dönemi-ni bir özgürleşme süreci olarak mı görü-yorsunuz? Emperyalizm olgusunu nereyekoyuyorsunuz?

Ne olduğunu henüz bilmiyoruz aslın-

da. Hala devam eden bir süreç bu. Suri-

ye’de, Mısır’da, Libya’da olacakları bilmek

mümkün değil. Arap dünyası çok çeşitli-

lik arz eden bir coğrafya. Bunu unutmamak

lazım. Suriye’deki durum Tunus’ta olup bi-

tenlerden çok daha farklı, ama her ikisi için

de Arap Baharı ile ilgili şeyler söyleniyor.

Suriye’nin çok önemli komşuları var, İran

gibi, İsrail gibi, Türkiye gibi. Onlar nasıl etki

edecekler olup bitenlere belli değil. Do-

layısıyla olacakları önceden görmek ve ne

olacağını söylemek kolay değil. Belki en

azından Tunus için -ki bu ülkelerin ara-

sındaki en küçük ülke o- devrimin daha ile-

ri bir safhaya geçtiğini söylemek mümkün.

Belki yakında sorunlarını çözecek ku-

rumlar kurup yola koyulabilirler.

Olaylar meydana gelirken s�ca�� s�ca��na yaz�yordum asl�nda. Ancak sizin dedi�iniz gibi biraz mesafeye deihtiyac�m vard�. Bu yüzden olay�n merkezini, devrimlerin oldu�u Arap ülkelerine de�il de, Bask gibi biraz dahad��ar�da kalan bir yere ta��d�m. Ana karakterim Lehtar da bu ayaklanmalara benim gibi d��ar�dan tan�k oluyor

DAMLA [email protected]

Arap Baharı’nadışarıdan bir tanık

Hırsızlar Sokağı, Mathias

Enard, Can Yayınları,

Çev: Aysel Bora, 312 s.

Mathias Enard

Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�Mathias Enard ile Damla Yaz�c�

Page 5: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

5Aydınlık KİTAP

Psikoloji ve koşullaruygun hale geldiğinde

Fa�izm, kitleleri hor görür. Kad�ns� olduklar�n�dü�ünerek onlara “tecavüz etmekten” ho�lan�r.

Bunu yapmak için her türlü kurnazl�ktan yararlan�r

Acıtıcı bir kitle tespiti: “İnsanların düşü-

nememesi liderler için ne büyük şans,” di-

yor “Kahverengi Veba”nın lideri. Bu

“Kahverengi Veba” ne mi? Tabii ki Na-

zizm. Lideri de Adolf Hitler.

Hayatını proletaryanın devrimine ada-

mış Marksist Daniel Guerin’in “Kahve-

rengi Veba” kitabının ilk basımı 1936 yı-

lında yapılmış. Habitus Kitap da Volkan

Yalçıntoklu tarafından bugün dilimize

çevrilen kitabı okuyuculara sunuyor.

1931’den 1936’ya kadar Almanya’daki

değişimi göstermeye çalışmış yazar. Göz-

lemlerden ve dönemin Al-

manya halkının fikriyatın-

dan yola çıkan Guerin,

Alman sosyalistlerin ve

işçi sınıfının tehlikeyi nasıl

göremediğini, yanılgıya

düştüğünü gözler önüne

sermiş.

Seyahat notlarından

oluşan kitap iki bölümden

oluşuyor. Birincisi Hitler

henüz iktidara gelmeden

önceki izlenimler, diğeri de

Hitler’in iktidara geldik-

ten sonraki Almanya’daki

izlenimler.

Hitler’in seçimleri ka-

zanmasının ardından başta

sendikalar olmak üzere bir-

çok alanı işgal eden vebayı,

salgın daha yayılırken yerin-

de görmüş yazar. Birebir ko-

nuşmalardan alıntılar yapmış. Alıntılar

içinde en dikkat çekenlerden biri de sos-

yalist bir gazetenin yazı işleri müdürü ta-

rafından kaleme alınmış sözleriyle o anki

şartlara yönelik bakış açısı: “Yoldaşlar yeni

beyefendilerin eskilerden daha iyi çalış-

masının bizim için bir kazanım olacağını dü-

şünüyorlar. (…) Naziler emekçiler adına

adımlar atarlarsa, geçmişteki tüm kin ve öf-

kemize rağmen onlarla işbirliği yapacağız.”

Kulakların nasıl tıkalı, gözlerin nasıl

kör olabildiğine şahit olmuş. Okuyucusu-

na anlatmış.

Faşizm, kitleleri hor görür. Onları za-

yıf yanlarından ele geçirmekte tereddüt et-

mez. Kadınsı olduklarını düşünerek onlara

“tecavüz etmekten” hoşlanır. Bunu yap-

mak için zaaflara hitap eden her türlü kur-

nazlıktan yararlanır.

Aynı zamanda nüfusu artırma için fa-

şizmin iktidarda olduğu ülkelerde doğum

kontrol yöntemleri acımasız bir şekilde

baskı altına alınır ve kadın, çocuk bak-

makla yükümlü doğurgan anne rolünü

üstlenir.

DEVLET�N ��NE NASIL SIZILIR

Bakın faşizmin bir başka özelliğini

Guerin nasıl tanımlıyor: “Faşizm, (…) halk

kitlelerini yeterince ele geçirdiğinde ve seç-

men kitlesinin çoğunluğunu olmasa da bü-

yük bir bölümünü saflarına kattığında, ik-

tidarı hedefler. Ama işini kendine özgü bir

tarzla görür. (…) Ordu ve polis şefleriyle,

üst düzey bürokrasiyle işbirliği içinde ol-

duğundan kendine güveni tamdır. (…)

Tüm psikolojik ve ya-

pısal koşullar uygun

hale geldiğinde hiç zor-

lanmadan devletin içine

yerleşir. İktidara sağ-

lam bir şekilde tutun-

duğunda, daha önce

geçici olarak görevlen-

dirdiği faşist olmayan

politikacıları kolayca

devre dışı bırakır.”

Yüzyılın vebası her

yerden yayılıyor olabilir.

Farkına varamaz bazen

insan. Çünkü uyuştu-

rucudur bir bakıma.

Aynı sosyalistlerin fa-

şizmle “omuz omuza”

gelmesi gibi.

“Amerika’ya faşizm

gelirse ve geldiği zaman,

‘Made in Germany’ şek-

linde etiketlenmeyecek; gamalı haç işareti

olmayacak, elbette o, Amerikancılık ola-

rak adlandırılacak” saptamasıyla, faşizmin

olası gelişme biçimlerini hatırlatmış biz-

lere Halford E. Luccock.

Kitap daha Hitler’in, Nazi kamplarını

kurmadan, Polonya’yı işgal etmeden, in-

sanlar üzerinde ölümcül deneyler yap-

madan ve henüz bir savaş başlatmadan

tehlikeyi haykırmış. Sosyalizmin kabul

edilemez ancak çaresiz yenilgisini…

Mücadeleler tıpkı Almanya’da ol-

duğu gibi yeraltına inmeden, kahveren-

gi veba daha küçük bir mikropken baş-

lamalı diye düşünüyor insan. Çünkü bu

veba mikrobu önce hafızayı siliyor, dü-

şünmeyi engelliyor, gözleri kör, kulakları

sağır ediyor… Sonra da ya kahverengi-

leri giyiyorsun ya da bu veba seni ka-

ranlıklara gömüyor…

ERDEM ATAY

Kahverengi Veba, Daniel Guerin, Habitus

Kitap, Çev: Volkan Yalçıntoklu, 160 s.

Page 6: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Bu yazının ilk bölümünde tahmin ettiğim

şey oldu. 2013’ün 1 Mayıs’ında artık iki

ayrı Türkiye’nin varlığı kesinleşti. O 1

Mayıs’tan akıllarda, bu gerçeğin yanın-

da, bir de, biber gazıyla dağıtılan kala-

balıklar ile başlarına aldıkları darbeler-

le ağır yaralanan iki genç kızımızın ver-

diği yaşam mücadelesi kalacak.

ACIMA VE BA�I� D�LENEN GAPON

Ben bu bölümde, işte o 1 Mayıs

günü birçok tv kanalının aynı anda ver-

diği öfke ve utançla izlediğim, bu yazı ge-

reğinden fazla öfkeliyse öfkesini, eğer hü-

zünlüyse hüznünü de borçlu olduğum-

zihnime çakılıp kalan bir görüntüden söz

edeceğim. Ekranlarda “çiçeği burnunda”

DİSK Genel Başkanı Kani Beko var.

Beko, polisin, Taksim’e gitmek üzere

Dolmabahçe ve Şişli’de toplanan kala-

balıklara karşı kullandığı şiddeti kınayan

bir açıklama yapıyor. Ama kurduğu

cümlelerde öfkenin, kızgınlığın zerresi

yok; acıma, bağış ve lütuf dileme var.

Beko, işçilerin güvenli bir şekilde evle-

rine gitmek istediğini söylüyor: “Lütfen,

bu dakikaya kadar yaptıklarınızı işçilere

tekrar yapmayın. Bu insanlar kutsal in-

sanlardır. Onlara saldırıda bulunulma-

masını diliyorum,” diyor.

(www.hurriyet.com.tr, 1 Mayıs 2013).

Beko’nun bu sözlerini bir de bundan

hemen önce “Taksim’de kutlanmayan 1

Mayıs, bizim için 1 Mayıs olamaz” sözüyle

birlikte değerlendirelim. Konuşmasın-

dan adına “barış süreci” denilen parça-

lama sürecinin fahri akillerinden biri ol-

duğunu anladığımız Genel Başkanlık’ta-

ki rüştünü göstermek için olsa gerek, işçi

kitlelerinin önüne Taksim hedefini ko-

yarak onlara hak etmedikleri bir yenilgi

ve aşağılanma tattıran Beko’nun Papaz

Gapon’dan ne farkı var? Beko’nun yakın

bir gelecekte temsil edeceği tek bir işçi kal-

mayacağının ipuçlarını ise, taşeronlaştır-

ma, istihdam büroları gibi hükümet uy-

gulamalarından çok daha önce, araştırma

rakamları gösteriyor…

B�Ç�M �LE �ÇER�K ZARF �LE MAZRUF

DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikasının

2012’de yayımladığı “Türkiye’de Sendikal

Örgütlenme” başlıklı bir değerlendirmede

verilen rakamlara göre 2010 yılında 13 mil-

yon 762 bin ücretli sayısına karşılık Toplu İş

Sözleşmesi (TİS) kapsamındaki ücretli sa-

yısı 805 bin 525. TİS kapsamındaki ücretli-

lerin tüm çalışanlara oranı 5,9. Bu oran

1988’de yüzde 22, 2 imiş… Aradaki rakam,

ülke nüfusundaki artış dikkate alındığında

çok daha büyük aslında.

(Ocak ayında Resmi Gazete’de yayım-

lanan Sendikalar İstatistiği’ndeki rakamlar,

herhangi bir sendikaya üye tüm çalışanları

kapsadığı için yüksek gibi görünüyor.)

Bütün bu görüntü ve rakamların konu-

muzla çok yakın bir ilgisi var. Çünkü, salt

edebiyat alanında değil, toplumsal-siyasal

alanda da içerik neyse biçim, nicelik neyse

nitelik ya da zarf neyse mazruf da biraz odur.

Her şey birbirine bağlıdır. 60’lı 70’li hatta tüm

olumsuz siyasal koşullara karşın 80’li yıllarda

bir işçi sınıfı varlığından söz edebiliyorsak,

buna uygun bir işçi edebiyatı varlığından da

söz edebiliriz.

Bizde işçi edebiyatının köklü bir geçmişi

yok. Bu durum Türkiye’de modern an-

lamda bir işçi sınıfının ortaya çıkışıyla çok

yakından ilgili elbet. İlk işçi eyleminin bun-

dan en fazla yüz yıl geriye gidebildiği, em-

peryalizme göbeğinden bağımlı kapitalizmin

egemen olduğu bir ülkenin edebiyatından

bir “Ana”, bir “Germinal” ya da bir “Bit-

meyen Kavga” veya “Gazap Üzümleri”

beklemek elbet hayal olur. Ancak bu ede-

biyatın -köklü bir geçmişi olmasa da- hâlâ

okunan, yeni baskıları yapılan klasikleşmiş

çok güçlü eserleri, yazarları, şairleri var?

SEND�KASINI SOYAN SEND�KACI

Ne var ki, ortada birçok roman, öykü ve

şiir bulunsa da bazı sendikalar bu alanda

ödüller düzenleseler de bugün böyle bir ede-

biyattan aynı rahatlıkla söz edecek durum-

da değiliz. Çünkü işçi sınıfı yükselen bir sı-

nıf değil. Bir yandan hükümetler, bir yandan

işçi örgütlerinin yöneticileri birçok örnek-

te olduğu gibi sendikaları da işçiyi de bitir-

diler. Sendikasını soyan sendikacıdan bıra-

kalım edebiyatı, işçiye ne hayır gelir? Bunun

son örneğini Yıldırım Koç Aydınlık’taki kö-

şesinde yazdı. (Bkz., 13 Mayıs günlü Ay-

dınlık, “Otobüs Faturaları’nda tahrifatlar

Yol-İş’in soyulması”).

İyi kötüyü kovar derler. Bizde daha çok

tersi olsa da, Genel-İş, Petrol-İş ve Sağlık

Emekçileri Sendikası (SES), bu anlamda kö-

tüyü kovan, çeşitli dallarda sanat ve edebi-

yat ödülleri veren üç işçi sendikamız. Ver-

dikleri ödüller, bugüne kadar güçlü bir rüz-

gâr yaratamasa da, işçi edebiyatımıza önem-

li katkılarda bulunduğu açık. Genel-İş’in ya-

yımladığı, -Tuncer Uçarol’un ödül kazanan

öykülerden seçerek oluşturduğu- “En Gü-

zel Esnaf ve Sanatkâr Öyküleri”, “Bakkal

Öyküleri”, “İşçi Öyküleri 2004”, “Timsahın

Ağzındaki Usta”, “Kadın İşçiler”, “Çocuk

İşçiler”, “Hüzün Dolu İşçi Öyküleri”,

“Sonu Mutlu Biten İşçi Öyküleri” bu ça-

banın somut ürünlerinden bir kısmı. Genel-

İş’in düzenlediği “Abdullah Baştürk İşçi

Edebiyatı Ödülleri”ni kazanmış çeşitli dal-

larda ayrıca 12 kitap daha var. Genel-İş, Pet-

rol-İş ve SES, bu çabalarıyla en azından işçi

sınıfına ait bir edebiyatı yaşatmaya çalışı-

yorlar. “En azından” ve “çalışıyorlar” sözü

gerçekten de durum böyle olduğu için.

(Bundan 4-5 yıl önce kadın işçi öyküleri ya-

rışması düzenleyen bir sendikamızın ödül

sekreteryasından bir arkadaşın eli kalem tu-

tan birçok kadın arkadaşını sendikayı des-

teklemek için yarışmaya katılmaya çağır-

dığını hatırlarım.)

YANITLAMASI ZOR SORULARYine de bu durumu bütün çıplaklığıyla,

yıllarını işçi edebiyatına vermiş edebiyat eleş-

tirmeni Tuncer Uçarol, kurucusu ve yöne-

ticilerinden olduğu “Abdullah Baştürk İşçi

Edebiyatı Ödülleri”nin 10. yılı toplantısın-

da yaptığı konuşmada sorduğu bir soruyla

ortaya koyuyor. (Tuncer Uçarol’un konuş-

ma metnini işçi edebiyatı yazarlarımızdan öy-

kücü sayın Celal İlhan sağladı, kendisine te-

şekkür ederim).

Uçarol konuşmasında şöye diyor:

“Bu kitapları acaba kaç sendikacımız, kaç

işçi, kaç işçi çocuğu, kaç işçi eşi okudu?.. Oku-

yacak?.. Kaç sendika bu kitaplara sahip

çıktı?.. İşçi okumazsa işçi edebiyatı olur mu?..

Dert ortaklığı, kendini tanıma oluşur mu?..

İşçilerle ilgilenen kaç politik kurum, kaç res-

mi kurum, kaç sivil toplum kuruluşu bu ki-

taplara sahip çıktı?.. Kaç toplumcu edebi-

yatçı, kaç toplumcu gazeteci, dergici, kaç top-

lumcu olmayan yazar, bu kitaplar için bir eleş-

tiri, bir tanıtım yazısı yazdı?.. Kaç televizyon

kanalı onca ekonomi programında bu ki-

taplarla ilgilendi?.. Politikacılar, devlet

adamları, aydınlar bu kitapları okumazsa, işçi

edebiyatı olur mu?.. Zor durumda olanlar-

la duyumdaşlık, gönüldeşlik kurulabilir mi?

On yıldır düzenli sürdürdüğümüz bu yarış-

ma ve etkinlikleri, son yıllarda düşünüyorum

da, boşa mı gidiyor acaba?”

Gerçekten de boşa mı gidiyor yoksa?

İşçi okumazsa işçiedebiyatı olmaz!

SENDİKASINI SOYAN SENDİKACININ EDEBİYATA NE HAYRI DOKUNUR

�yi kötüyü kovar derler. Bizde daha çok tersi olsa da, Genel-��, Petrol-�� ve Sa�l�k Emekçileri Sendikas� (SES),bu anlamda kötüyü kovan, çe�itli dallarda sanat ve edebiyat ödülleri veren üç i�çi sendikam�z. Verdikleri

ödüller, bugüne kadar güçlü bir rüzgâr yaratamasa da, i�çi edebiyat�m�za önemli katk�larda bulundu�u aç�k

MECİT Ü[email protected]

GÜLDEN TERAZİ

Page 7: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

7Aydınlık KİTAP

Türk okurunaderin saygıyla...

Savc�, tutuklanan gencin evinde bulunan üç kitab�inceliyor. “Bu kitaplarda herhangi bir sak�nca yok. Niçin

tutuklad�n�z?” diye soruyor. Yan�t: “Kitap, kitapt�r!”

Böylesi çıplak gerçekliği yine bütün çıp-

laklığı ile ortaya koyan kitapları okudu-

ğum zaman, devekuşu olasım tutuyor…

Deve kuşu olup, başımı kuma gömmek

istiyorum. Kör, sağır, dilsiz, hatta… Evet

hatta aptal, geri zekalı, hiçbir durumu al-

gılayamayan biri olmak istiyorum. Yok

yok, bunlar da değil. Ot

olmak istiyorum, ot! Üs-

tüne sabah çiği düşmüş,

düşünmek ve değerlen-

dirmek gibi kaygılardan

uzak ve bir ineğin iştah-

la dilini dolayıp cayırt

diye söküp ağzına aldığı

ot olmak istiyorum!..

Ve bir bakıyorum et-

rafıma ki!... Zaten her-

kes ya ot ya da ot takli-

di yapıyor! Herkes de-

vekuşu. Herkesin üstüne

yağan da ölü toprağı.

Canım sıkılıyor…

Canım sıkılıyor, çün-

kü bu memleket, başka

hiçbir şeyden çekmemiş,

cehaletten çektiği ka-

dar… Orhan Veli’nin, na-

sırından çeken Süleyman Efendisi küçük

bir nüve cehalet yanında.

Bunca serzeniş niye? Ve neden baş-

lık, “Türk Okuruna Derin Saygıyla” di-

yor? Anlatayım: “Bir Savcının Not Def-

teri”ndeki olabildiğine açık ve akı-

cı bir dille yazılmış gerçek

yaşam öyküleri yüzünden

serzenişim. Türk oku-

runun önünde eğilme-

me sebep olan hikâye

de oradan geliyor. 12

Mart Muhtırası dö-

neminde, yazarımız

görevi başında bir

savcı. Olayı bizzat ya-

şayan kendisi. Bu tip

askeri müdahalelerin

olduğu her dönem gibi,

o dönemde de polis, evin-

de yasak yayın bulunan her-

kesi tutuklayıp getiriyor. Savcı, tu-

tuklanarak üç gün nezarethanede kalan

gencin evinde bulunan üç kitabı inceli-

yor. Biri bir aşk romanı, diğeri bir poli-

siye hikâye, öteki ise bir tarih kitabı. Tu-

tuklayan polise dönüp; “Bu kitaplarda

herhangi bir sakınca yok. Niçin tutukla-

dınız?” diye soruyor. Yanıt: “Kitap, ki-

taptır!”

Bu cümle ile birlikte, beynimin en

ince kıvrımlarından, incecik bir ağıt yük-

seliyor benliğime. Anadolu insanının, el-

lerini dizlerine vurarak ama ağzından tek

bir vaveyla çıkmaksızın, uğunarak tuttuğu

ağır bir yas hali bu. Elif elif tozan kar ta-

neleri gibi yığılıyor acı içime. Elif’in

‘dahha’ dese de yerin-

den kımıldamayan ökü-

zü gibi ıhıyor beyin çe-

perlerimin her zerresine.

Simsiyah bir matem!..

Kapkara!... Çünkü 12

Mart’lar bitmedi bu özü-

nü sevdiğim memlekette.

80’de az kitap yakmadı

insanlar arka bahçele-

rinde. İşte bu yüzden…

Okumanın ve kitabın

önüne çekilmiş onca ba-

riyere rağmen bugün

hâlâ okuyan bir kitle var-

sa, onun önünde değil

eğilmek, secde edesim

var…

ALTINI�ZD�KLER�M

Ağıtların altı çizilir mi? Yahut han-

gi çizgi kaldırabilir onca acıyı? Acının öl-

çülebilir desibeli var mıdır ki altı çizile-

bilsin? Kitaptaki her öykünün yaşan-

mışlığı, yaşanırken not düşülüp işlen-

mişliği sızlatıyor zaten yüreği.

GER�YE KALANİnleyen ah’lar var

muhayyilemde, geri-

ye kalan hoş bir seda

değil… Buruk bir

tat. Hayat, mahke-

me koridorlarında

giyotin kadar kes-

kin ikiye ayırıyor in-

sanları: Güçlüler ve

zayıflar. Güçlüysen

ve ezilenin yanında yer

alıyorsan (alabiliyorsan)

insansın. Güçlüysen ve yine

de eziyorsan hayvan bile değil-

sin. Ya zayıfsan? Sus! Söz hakkın yok

çünkü. Bir makarna paketi ve kömür çu-

valı neyine yetmiyor?! Okuma, bilme, öğ-

renme, aydınlanma! Zira güçlüye, bu ha-

linle lazımsın!..

EMİNE SUPÇİ[email protected]

Bir Savcının Not Defteri’nden,

Çetin Yetkin, Gürer Yayınları, 156 s.

Zay�fsansus!

Söz hakk�n yokçünkü. Bir makarna

paketi ve kömür çuval�neyine yetmiyor?!

Okuma, bilme, ö�renme,ayd�nlanma! Zira

güçlüye, bu halinlelaz�ms�n!..

Page 8: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Öylesine haksız ve zor durumdalar ki, ha-

yatın bütününü koca bir vaazın parçala-

rına dönüştürmekten başka bir yol bu-

lamıyorlar. Okulda dersi vaaz yaptılar.

Zaten camiden çıktı, beş vakit yetmedi;

en kitlesel vaazı verecek aleti, televiz-

yonları ele geçirdiler ve 16 saat durma-

dan vaaz verme gücünde baş imamı ev-

lere, işyerlerine taşıyorlar. Hayat bit-

meyen, uzun bir vaaza dönüştürülüyor.

Uzun yıllar en çaresiz kaldıkları alandı

sanat, vaazlarının bayağı palavralar gü-

rültüsü olduğunu biliyorduk, Ahmet Al-

tan son kitabı “Son Oyun”da yine bunu

anlatıyor.

Tiyatro salonlarını satışa çıkararak,

çürümeye terk ederek, sinemaları yıka-

rak, kitabevlerinin iflas ettiği şehirlerde,

kültür merkezlerinin yerine AVM deni-

len insan depolarını ikâme ederek sa-

natın altyapısını dinamitlediler. En zor

ele geçirilebilecek edebiyatta da, “mu-

hafazakâr sanat”, best-seller dalgaları ha-

linde üzerimize geliyor. Şimdi vaazları-

nı bir de kitap biçimine sokup, zamanı-

mızı, kitaplıklarımızı işgal etmek isti-

yorlar.

“Son Oyun” vaaz kültürünün son ve

en bayağı ürünlerinden biri olarak, sor-

gulama, yargılama yetileri silinmiş best-

seller müptelalarının eline tutuşturulu-

yor. 12 Eylül darbesinin yazarlarından biri

olduğunu daha ilk kitabıyla, “Sudaki

İz”le, ortaya koyan, Yalçın Küçük’ün

1986 yılında “Küfür Romanları” olarak

adlandırdığı bu “edebiyat”ın kurucu ya-

zarı Ahmet Altan, yeni kitabında yeni dö-

nemin diline ve estetiğine yani vaaz kül-

türüne katkı işine girişerek öncü rolünü

ıskalamıyor.

ESTET�K BE�EN�S�ÇÖKERT�LM�� OKUR

“Küfür Romanları”, 1986’dan beri

dönemin iktidar güdümlü, sol düşmanı

romanını nitelemek için elverişli bir

kavram oldu. Bu romanları yazanlar, kü-

fürlerini yükselterek veya lafebelikleri-

nin arkasına gizleyerek konjonktüre

göre üretimlerini sürdürdüler. Serma-

yeleşen yayıncılık ve basın dünyasının gü-

cünü kullanarak, okuryazar halkımızın

edebiyat beğenisini sıfırlayacak ölçüde

başarılı oldular. Ahmet Altan’ın roman

diye piyasaya sürülen son uzun vaazının

okunmasını başka türlü nasıl açıklaya-

biliriz? Bozuk diliyle, insanı değersiz-

leştiren bakış açısıyla, mantık dışı kur-

gusuyla, böylesine bayağı bir kitabın

okutulması sistemin başarısıdır.

90’lı yılların başında, İnsancıl dergi-

sinde, edebiyatın metalaşmasını göster-

meye çalışırken, bu sürecin bu ölçüde

ekonomik determinizme dönüşeceğini

düşünemiyorduk. Sonuçta, edebiyat, ne

de olsa bir bilinç etkinliğiydi ve eleştirel

uyaranlara her zaman açık olabilirdi.

Hamburger tüketmekten, moda giysiler

satın almaktan bir farkı olmalıydı. Ahmet

Altan’ın “Son Oyun”unun okur bulma-

sı ve okunması böyle bir farkın kalma-

dığının acı bir göstergesidir. Artık ede-

biyat da metadır ve nasıl gdo’lu pirinç,

hormonlu domates, zararlarına karşın

üretilmeye ve tüketilmeye devam edi-

yorsa, kapitalist sistem aşılmadıkça buna

tam bir çözüm bulamıyorsak, iktidar

güdümlü edebiyat da, iktidar gdo’lu ro-

man da aynı gerçeğin bir başka parçası-

dır. Gdo’lu besinlerin bedensel sağlığı-

mızı bozma etkisinin benzerini, iktidar

hormonlu edebiyat, toplumsal kişiliği ze-

deleyerek yapıyor. İnsanların bakış açı-

larını, kendilerine ve başkalarına yöne-

lik düşünce ve duygularını yönlendiriyor.

Kısırlaştırıyor ve köreltiyor.

YEN� ROMAN’IN KL��ES�Hakkını vermek gerek; Ahmet Altan,

iktidara alabildiğine duyarlıdır, dönemin

gereklerini kavramakta ve uygun ürün-

ler çıkarmakta hiç gecikmiyor. Roman-

ları ve gazetecilik çalışmasını bu açıdan

incelediğimizde, son otuz yılın sermaye

politikalarının soyağacını çıkarabiliyoruz.

Ahmet Altan, sol düşmanlığından, 200

yıllık bütün kazanımlarımızı silmeye cü-

ret eden Cumhuriyet düşmanlığına ev-

rilen bu politika ve ideolojinin birebir ya-

zıcısı olmuştur. “Son Oyun”da, Cumhu-

riyet’in en önemli niteliğinin, laisizmin yı-

kılışıyla yaşamı kuşatan dinselliğin temel

alındığı ve meşru kılındığı uzun bir vaaz

buluyoruz. Laikliğin çöküşüne bir sevinç

hezeyanı da diyebiliriz.

Daha kitabın ilk sayfasında katil ol-

duğunu söyleyen bir anlatıcı ikinci say-

fada “tanrı” vaazına başlıyor: “Tanrı’nın

kötü ve savruk bir romancı olduğunu dü-

şünüyorum.” Bu tatsız vaazın iskeletini,

insanların bütün yaşamını bir romancı tü-

ründen belirleyen “tanrı” düşüncesi

oluşturuyor. Bunun analizini de Yalçın

Küçük’ün “Küfür Romanları”nda bula-

biliyoruz, “Yeni Roman”cıların elli yıl-

dır bir klişe haline getirdikleri, gerçek-

çi romancıya, her şeyi bilip anlatan “tan-

rı romancı” benzetmesiyle saldırmaları-

nı Ahmet Altan, kitabının sakızı yapmış.

Kurguda ve olmayan olay örgüsünde ak-

lına estikçe bu sakızı çiğniyor. Ama ya-

zıcılığına uygun bir düzeyde, “Yeni Ro-

mancı”ların benzetmesini tersine çevi-

rerek, romancıyı sorgulamak yerine,

“romancı tanrı” benzetmesiyle dinci

vaazına entelektüel çeşni katmaya çalı-

şıyor. Sonraki cümle kötü romana açık-

lama getirmekten çok, tanrıyı doğallaş-

tırma çabasını düşündürüyor. Sözde,

tanrı bir romancıdır ve hepimiz onun ro-

manının kişileriyiz. “Yarattığı bütün in-

sanlar arasındaki ilişkileri tesadüfler üs-

tüne kuran, olayların sıkıştığı bölümle-

ri tesadüflerle çözen bir romancıya iyi ro-

mancı demem ben.” (s.2) Yaşamlarımı-

zı tanrı yazmaktadır. Bütün vaaz bu dü-

şünceyi eksen alarak sayfa doldurmaya

dayanıyor.

Laikliğin çöküşünesevinç hezeyanı

CAHİLİYE DÖNEMİ ROMANCISI AHMET ALTAN’IN DİNSELLİK VE CİNSELLİK DOLU

Ahmet Altan, sol dü�manl���ndan, 200 y�ll�k bütün kazan�mlar�m�z� silmeye cüret eden Cumhuriyet dü�manl���naevrilen politika ve ideolojinin yaz�c�s� olmu�tur. “Son Oyun”da, Cumhuriyet’in en önemli niteli�inin, laisizmin

y�k�l���yla ya�am� ku�atan dinselli�in temel al�nd��� ve me�ru k�l�nd��� uzun bir vaaz buluyoruz

B. SADIK [email protected]

Page 9: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

�MAMIN ÖNÜNDE D�Z ÇÖKMEK

İnsanları çizmeyi, mekânları betim-

lemeyi beceremeyen Ahmet Altan, dini

güzelleştirmek için bütün gücünü sefer-

ber ediyor. Romanın anlatıcı kişisi ya-

zarın, uçakta tanıştığı Zuhal, işletmeci-

dir, tekellerde danışmanlık yapıyor, ne-

dense, “imam nikâhı”yla evlenmek isti-

yor. Aldığı eğitime, yaşam biçimine hiç

uymayan, hiçbir mantıksal gerekliliği

bulunmayan bu istek, Ahmet Altan’ın

uhrevi atmosfer ve güzellik çizimi için ge-

rekiyor. Camideki imam nikâhını şöyle

anlatıyor:

“Başımı çevirdiğimde, Zuhal’in genç

kadının verdiği incecik beyaz bir başör-

tüyü bağladığını gördüm. Çok güzeldi.

Böylesine masum, saf bir kadın güzelli-

ğine daha önce hiç rastlamamıştım. Ca-

minin bir parçası olmuş gibiydi.” (s.

259) Betimleme yoksunu yazar “çok

güzeldi”, “masum”, “saf” güzellik kav-

ramlarıyla, son yirmi yıldır, kadının ba-

şını türbanla kapatmaya çalışanlardan

biri olduğunu göstermek istiyor. Cami-

nin bir parçası olmuş, başı bağlanmış ka-

dının eşsiz güzelliği… Bir otel odasından,

hard porno olduğu ima edilen bir çift-

leşme sahnesinden çıkıp gelmiş Zu-

hal’in imam nikâhının sırrı da bu dinci

güzellemede gizli. Yazar, roman kişile-

ri için hiçbir gerekli-

liği olmayan imam ni-

kâhını bu güzelleme-

yi yazabilmek için

araya sokuşturuyor.

Devamı da var. “Ca-

miye girdik. İçerisi

tertemizdi, aydınlık-

tı, sessizdi, kilimler

pencerelerden giren

güneş ışıklarıyla par-

lamıştı, mihrap sade

ve huzur vericiydi.

Emekli imamın

önünde diz çök-

tük.” (s. 259) Can-

landırmayı becere-

meyen yazar bütün iyi sıfatları cami için

kullanıyor. “Aydınlık” da buradadır. Ki-

limlerin “pencerelerden giren güneş

ışıklarıyla” parlamasını canlandıramasak

da yazarın bize ideal bir ortamı ve eyle-

mi çizdiğini görüyoruz. İmamın önünde

diz çökmek; iktidarın ideal insanını Ah-

met Altan pek açık göstermiştir.

Bir karşılaştırma için gerçekçi ede-

biyatımıza bakabiliriz. Örnek olsun, Or-

han Kemal’ın “Kabak Hafız”ı, 50’li yıl-

lardan beri içine sokulduğumuz dinci ka-

ranlığı ve tiplerini anlamak için büyük

ipucudur.

TOPLUMSAL KÖTÜLÜ�ÜÖRTEN “GÜNAH”

Kitabın en çok kullanılan kavramla-

rından biri, “günah” kavramıdır. “Son

Oyun”un roman değil, uzun bir vaaz ol-

masının kanıtlarından biri olarak da alı-

nabilir, Ahmet Altan, kötülük kavramı-

nı günahla özdeşleştirerek, gerçekliği

tersyüz etmektedir. Dinsel kötülük kav-

ramı günah, çıkar çatışmalarından ve top-

lumsal ilişkilerden örülü bir yaşamda or-

taya çıkan toplumsal kötülüğü göz ardı et-

mek içindir. Ahmet Altan yazıcılığının

toplumsallıkla ilişkisi her zaman ideolo-

jiktir. Toplumsallığı görmemeye, çarpıt-

maya ve gerçekdışı, günah benzeri kav-

ramlarla gizemli hâle getirmeye çalışır.

“Günah” dinin temel kavramlarındandır.

Toplumu dine indirgeme-

ye çalışan dincilere uygun

yazıcılık bu kavramı ro-

mana izlek yapmıştır. De-

nilebilir ki, Ahmet Altan,

“günah”lı gazete fıkraları-

nın aralarına eklediği yatak

odası fantezileriyle ilgi çek-

meye çalışarak uzun bir va-

azdan roman çıkarmaya

yeltenmiştir.

Dili bozuk, kurgusu, ki-

şileri bu kadar kötü oluştu-

rulmuş bir kitabı, ciddi bir

incelemenin nesnesi yapma

eziyetini göze almak da, bu

ideolojik niteliğinden dola-

yı gereklidir. “Son Oyun”, bayağı bir ki-

taptır, ancak burjuva edebiyatının insa-

na ve topluma bakışının nasıl sınıfsal, hi-

yerarşik değerlerle yüklü olduğunu gör-

mek için veri deposudur.

Ahmet Altan’ın her satırına sinmiş sı-

nıfsal bir bakış vardır. Ancak bu sınıf-

sallık, toplumsal ilişkilere göre belir-

lenmiş biçimiyle ortaya konmaz, egemen

sınıfın gözünden yapılmış ikili bir sınıf-

landırmaya dayanır. Yazarın anlatıcı ki-

şisinin gözünden kitaptaki bütün kişiler

seçkin, zeki, yakışıklı, güzel olanlar ve

bunların karşısında aptal, sıradan, çirkin,

nesne konumunda olanlar biçiminde

iki sınıfa ayrılmıştır. Birinci sınıftakiler,

kitapta adları sanlarıyla yazılanlar hep ik-

tidardakilerdir. Kitabın anlatıcısı, her ki-

şiyi kendisinden üstün mü aşağı mı de-

ğerlendirmesine sokar, olaylar karşısın-

daki temel kaygısı, kendisine sağlayaca-

ğı yarardır. Her şeyi böyle bir sınıflan-

dırma içinden gör-

mek, sağlıklı bir

ruh halinin ürünü

olamaz. Top-

lumsal hiyerarşi-

nin derin izler bı-

raktığı, zedeledi-

ği bir ruhsallıkla

dünyaya yaklaşmak

sıradan ve olağan su-

nulmaktadır. Böyle

kompleksli bir kişiliğin

olağan ve meşru gösterildiği,

hayatın başkalarıyla kendimizi hep

kıyasladığımız bir cehennem olarak su-

nulduğu bir kitabı okuyanlar buna nasıl

katlanabiliyorlar anlamak zordur.

C�NSELL�K: PARÇALA BEHÇET

Ahmet Altan’ın vaazında dinsellik ka-

dar cinsellik de vardır. Cinsellik, bu

uzun vaazı okutmak için, aralara serpiş-

tirilen parçalardır. Bir zamanlar “seks

filmlerinin” arasına konan parçalar ben-

zeri. Kitabın bütününde görülen betim-

leme, canlandırma yetersizliği bu parça-

larda da var. Ahmet Altan cinselliği de

anlatamıyor, parçalar cinsellik konulu va-

azlardan öteye gitmiyor. Yazarın kadın er-

kek ilişkisine bakış açısı da benmerkez-

ci, hiyerarşik ve erkek egemen nitelikte.

Sevişme değil, kadını “teslim alma”,

nesneleştirme üzerine kurulu bir ilişkiyi

yazıyor. “Masanın yanında sevişmeye

başladık,” diye başlıyor Ahmet Altan, de-

vamında şunları okuyoruz: “Bir hayvan

gibi parçaladım onu. Ben paramparça et-

meyi seviyordum. O paramparça olma-

yı. Vücudunda değmediğim, dokunma-

dığım, doldurmadığım hiçbir yer kal-

madı.” (s. 111) Ahmet Altan’ın sevişme

anlatımı işte budur: “doldurmadığım

hiçbir yer kalmadı.”! Kitap boyunca ken-

dini, “kadınları çok iyi anlayan ve anla-

tan” bir yazar olarak sunan anlatıcının,

bütün yazabildiği bu kadardır. Cinselli-

ğe bu bakışın, estetik bir anlatım oluş-

turması mümkün olamıyor. Parçalardan

birinde şunu okuyoruz: “Beni yönet-

mekten vazgeçip teslim olmuştu. O es-

kimiş vücudu, hafifçe sarkan göğüsleri,

dolgun karnıyla beni gerçekten çıldırtı-

yordu.” (s.189) “Eskimiş vücudu” olan bir

insandır ki bu da, insana bir eşya olarak

baktığını yeterli açıklıkta gösteriyor.

Cengiz Gündoğdu, “İsyan Günlerinde

Aşk” kitabı için yazdığı eleştiride, Ahmet Al-

tan’ın cinselliğe ve aşka bakışını şöyle çö-

zümlüyor: “Yazar, körelmiş duyguların üs-

tünde yükselmemelidir. Yazar aşka öyle bir

yorum getirmeli ki, ben bu aşk için müca-

dele etmeliyim. Ama Ahmet Altan bas-

makalıp, insanın içini bunaltan bir yorum ge-

tiriyor aşka. Aşk, kasıkların hazdan sızla-

ması… Bunun hiçbir yanı insanî değil. Ben

bunu bütün kötü romanlarda okudum.

Yetmezmiş gibi bir de Ahmet Altan’ın ki-

tabında okuyorum.” (Taşkıran,

Cengiz Gündoğdu, İnsancıl

Yayınları, s. 148, 2004) Ah-

met Altan “Son Oyun-

da” da buradadır. Aşkı

yazamıyor, yazmaya

başlayamıyor bile.

Tinto Brass’ın film-

lerinden ibaret bir

düş gücüyle olmalı,

kitabın kadın kişisi

Zuhal, sevdiğini söy-

lediği yazara, “Sat

beni!” diyebiliyor ve onu

seven yazar, “pezevenklik”

rolünü üstlenmekte hiç du-

raksamıyor. Ahmet Altan’ın düş

gücü porno filmlerinin de gerisindedir; uy-

gun “alıcıyı” bulamıyorlar.

ANCAK BU KADAR B�R D�LBozuk bir Türkçeyle sayfalar dolusu

sürüp giden vıdı vıdı. “Eteği hafifçe sıy-

rılınca diğer bacağının üstüne koyduğu

bacağının arkası kalçasına doğru bir ka-

rış kadar açıldı.” (s. 186) Tipik bir Ah-

met Altan Türkçesi örneğidir; “bacağı-

nın arkası kalçasına doğru bir karış” açıl-

mış… Yolculuğa çıkacak; “Orada ne

kadar kalacağımızı bilmediğim için kü-

çük bir çantaya birkaç gün yetecek kadar

eşya koydum” (s. 109) diye yazıyor.

“Eşya” sözcüğünün valize sığmayacak

çağrışımları hiç umurunda değil.

Yalçın Küçük, “Küfür Romanları”nı,

2011’de yeni bir kitaba dönüştürdü:

“Cumhuriyete Karşı Küfür Romanları”.

1986’da eksik kalanlar, Orhan Pamuk ve

Ahmet Altan’ın sonraki ürünleri, bura-

ya girdiler. Roman yazmayı bilmediği bu-

rada kayıtlıdır, öğrenme yeteneğinin ol-

madığını “Son Oyun” bir kez daha gös-

teriyor. Roman bir olay örgüsü ve ka-

rakterler yaratma sanatıdır. Altan’da

ikisini de bulamıyoruz. Yazarın kuklaları,

onun vaazlarını aktarmak için belirsiz bir

zamanda ve olmayan mekânda oyna-

maktadırlar. “Son Oyun”, Cumhuriyete karşı kü-

für romanlarının, reklam ve pazarla-mayla okuryazar halkımıza kakalanankötü bir örneğidir. Böyle bir kitabı romanniyetine okuyanlar adına üzülmek de bizekalıyor.

Dilibozuk, kurgusu,

ki�ileri bu kadar kötüolu�turulmu� bir kitab�,

ciddi bir incelemenin nesnesi

yapma eziyetini göze almak,ideolojik niteli�inden dolay�

gereklidir. “Son Oyun” baya�� bir

kitapt�r, yazar�n�n insana ve

topluma bak���n�n nas�l s�n�fsal,hiyerar�ik de�erlerle

yüklü oldu�unu görmek için veri

deposudur

Page 10: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Cahit Kayra, başta Varlık Vergisi olmak üze-

re, Cumhuriyet tarihimizin en tartışmalı ko-

nularında en sağlam kanıtlarla, bilimsel de-

lillerle çalışan, üreten, araştıran bir yazar-

dır. Eski bir maliye müfettişi ve milletveki-

li olan, Enerji ve Tabii Kay-

naklar Bakanı olarak görev ya-

pan Kayra, Tarihçi Kitab-

evi’nden çıkan ve 3 ciltte ta-

mamlanacak olan “Cumhuri-

yet Ekonomisinin Öyküsü” adlı

kitabının ilk cildinde 1923-1950

arası dönemi inceliyor.

“Devletçilik” başlıklı cildin

altbaşlığı “Altın Yıllar: Bozkırdaki

Mucize”. Kayra bu ciltte Cum-

huriyet’in kuruluşundan Demokrat

Parti’nin iktidara gelişine dek ge-

çen dönemde izlenen ekonomi

politikalarını anlatıyor.

Kitap 455 sayfa, 4 bölümden

oluşuyor. Sonundaki ekler bölü-

münde, incelenen dönemin başba-

kanları, maliye bakanları, sanayi ba-

kanları, iktisat ve ticaret bakanları, ka-

botaj kanunu, 1838 Ticaret Anlaşması,

demiryollarının yapımı, devletleştirme

uygulamaları, ülkemize gelen yabancı pro-

fesörler, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)

sıralanıyor. Ayrıca çok zengin bir kişiler di-

zini de bulunuyor.

BOZKIRDAK� MUC�ZEÇalışmanın ilk bölümünde 1923 Tür-

kiye’si anlatılıyor. Mondros ve Sevr’in da-

yattığı yapının, Türkiye’nin bağımsız ve

egemen bir devlet olarak tescil edildiği,

“Cumhuriyet’in tapu senedi” olarak tarihe

geçen Lozan Antlaşması’nın üzerinde du-

ruluyor. Tablolarla, haritalarla, istatistiklerle,

fotoğraflarla desteklenen eserde Kayra,

1923 Ankara’sına ve başkentin imarına

ilişkin çalışmalara değiniyor.

Kayra, kitabına her ne kadar “Ben

ekonomist değilim” tümcesiyle başlasa da,

hayli alçakgönüllü davranıyor. Zira kitap,

onun ne kadar yetkin bir maliyeci ve eko-

nomi uzmanı olduğunu kanıtlıyor. Dahası

bu çalışma, Türkiye’yi uzun yıllar yöneten

kadroların ağırlık-

lı olarak ya hesap

uzmanları kurul-

larından, teftiş

heyetlerinden ya

da planlamacılar

arasından çık-

masının ne den-

li isabetli bir ter-

cih olduğunu da

ortaya koyuyor.

1923-1939 döne-

minin, iki farklı

karakterde olduğuna dik-

kat çeken yazar, 1923-1929 arasının naif bir

liberal ekonomi iddiası taşıdığını, ancak sis-

temin liberal gibi görünmesine karşın, bu

dönemde devletleştirme-milletleştirme ve

ciddi büyük yatırımların devlet tarafından

yapılması olaylarının giderek devletçiliğe ze-

min hazırladığını belirtiyor. Kayra, “Eğer

1929 Dünya Ekonomik Krizi olmasaydı bile,

Türkiye o günlerin ortamı ve koşulları

içinde kendiliğinden, devletin ekonomiyi dü-

zenlemesi ve devlet eliyle sanayi kurulma-

sı gerçeğini yaşayacaktı,” diyor.

1939-1946 yıllarında devletin sadece

ekonomiye değil, kişisel mülkiyete ve ya-

şam koşullarına da müdahale etmek zo-

runda kaldığını, kısa geçiş döneminde yö-

neticilerin, çok partili dönemin getirdiği de-

ğişikliklerin etkisinde kalarak çelişkili ka-

rarlar içinde bocaladıklarını vurguluyor.

1950’lerde başlayan “Karma Ekonomi” dö-

neminin karakterinin daha belirgin bir çe-

lişki içerdiğini savunurken şu noktaya

dikkat çekiyor:

“Sistem liberal bir görüntü taşır. Ger-

çekten alınan ve uygulanan kararlar eko-

nomiyi liberalleştirme yönündedir. Ancak

büyüyen ekonominin yarattığı fonlar, bu dö-

nemde oldukça önemli ölçüde, devlet ta-

rafından kurulan kurumlara yöneltilmiş,

Türkiye’ye düzensiz ama gelecek için cid-

di hazırlık niteliğinde bir sanayileşme zemini

hazırlanmıştır. 1980 sonrasında ise hükü-

metler ekonomiyi liberalleştirme konu-

sunda radikal ve etkin adımlar atmışlardır”.

DEVLET-� �KT�SAD�YE’N�NATILIMLARI

Kitabın ikinci bölümü “Tek Parti ve

Devletçilik” başlığını taşıyor. 1923-1939

dönemini ele alıyor. İzmir İktisat Kongre-

si, Chester Projesi, İş Bankası’nın kurulması,

Tarım Reformu, Kooperatifçilik, Harf

Devrimi, Kabotaj hakkının elde edilmesi,

Seyyar Sergi olayı, Tayyare Piyangosu, Ha-

vuz-Yavuz Olayı olarak bilinen yolsuzluk da-

vası, isyanlar, kapitülasyonlar, gümrükler,

1929 Dünya Ekonomik Buhranı, zaman ve

ölçü birimlerindeki yeni ayarlar, Merkez

Bankası, demiryolu politikası, Irak ve Mu-

sul petrolleri macerası, üniversite reformu,

Kadro Hareketi, SEKA Kâğıt Fabrikaları,

Kayseri Motor ve Uçak Fabrikası, Os-

manlı borçları, Milli İktisat ve yabancı ser-

maye, millileştirme operasyonu, arazi ver-

gisi ve tahrir işleri, Şeker fabrikaları ve şe-

ker İstihlak Vergisi, Ford Montaj Fabrika-

sı, Cumhuriyet Postaları, Atatürk Orman

Çiftliği, Sümerbank’ın doğuşu, Maden Tet-

kik Arama Enstitüsü, Etibank, Elektrik İş-

leri Etüd İdaresi, denk bütçe, düzgün öde-

me, Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi

Planları bu bölümdeki konu başlıkları ara-

sında dikkati çekiyor.

DÜNYADA SAVA� VARDIKitabın üçüncü bölümünün başlığı ise

“Savaş Ekonomisi”, 1939-1946 dönemini

kapsıyor. Bu bölümde dönemin özellikle-

ri genel hatlarıyla anlatılıyor. Savaş koşul-

ları, Truman Doktrini, Milli Korunma Ka-

nunu, savaşın finansmanı, Varlık Vergisi, kır-

sal kesimden alınan vergiler, eğitimdeki ge-

lişme ve Köy Enstitüleri, zirai kombinalar,

sağlıkta atılan adımlar, Türkiye’ye yapılan

para ve silah yardımları, enerji sorunu,

kâğıt para bunalımı gibi konular işleniyor.

Savaş döneminin muhasebesi yapılıyor.

Dördüncü bölüm savaş sonrası yıllara

ayrılmış. 1946-1950 arasını inceliyor. Dö-

nemin genel bir fotoğrafını çekerken, 1946

devalüasyonuna, bankacılık sistemine, üçün-

cü plan girişimine, politika değişikliklerine,

1948 İkinci İktisat Kongresi’ne, Marshall

Yardımı’na, ülkemize gelen yabancı uz-

manlara, vergi reformuna, Türkiye’nin al-

tın stokuna değiniyor.

Kayra, kitabının sonunda çok önemli

bilgiler verirken çok doğru bir siyasal ve

mali muhasebe yapıyor. Savaş dönemin-

deki önemli gelişmeleri, bilim, teknoloji,

edebiyat, felsefe, kültür ve sanattaki atı-

lımları kronolojik olarak sıralıyor. Gerçek

bir başucu kitabı niteliğinde olan çalış-

masında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuru-

luşunun nasıl da yedi düvele karşı verilen

bir antiemperyalist savaş ve ülkede ger-

çekleşen aydınlanma devrimiyle başarıl-

dığını anlatıyor. Hem insan yetiştiren,

hem fabrika kuran, hem köye yol götüren,

hem bataklıkları ağaçlandıran, hem bilim

ve sanat insanlarının önünü açan Cum-

huriyet mucizesinin ekonomik boyutunu

ortaya koyuyor. Kayra aynı zamanda da,

Cumhuriyet’in birikimini, emeğini, alın-

terini “babalar gibi satmakla” övünenlere,

her biri birer destan olan KİT’lerin “ad-

larını tarihten silmekle” gurur duyanlara,

büyüme ile kalkınma arasındaki farkı bil-

meyen sözde ekonomi profesörlerine, “te-

levole iktisatçıları”na adeta ders veriyor.

Cumhuriyetekonomisinin öyküsü

CAHİT KAYRA’DAN ANITSAL BİR MİLLİ İKTİSAT TARİHİ

Bu çal��ma, Türkiye’yi uzun y�llar yöneten kadrolar�n a��rl�kl� olarak ya hesap uzmanlar�kurullar�ndan, tefti� heyetlerinden ya da planlamac�lar aras�ndan ç�kmas�n�n ne denli

isabetli bir tercih oldu�unu da ortaya koyuyorBARIŞ DOSTER

Altın Yıllar-Cumhuriyet

Ekonomisinin Öyküsü,

Cahit Kayra, Tarihçi

Kitabevi, 456 s.

Cahit Kayra

Page 11: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

Tevfik Fikret; düşüncesi, yaşamı ve yapıtıyla

edebiyat dünyasını ve aydınlarımızı epeyi uğ-

raştırmış, döne döne tartışılmış öncü yurt-

sever şairimizdir. Baskı ve silkiniş dönem-

lerinde ilericiler için güvenli bir sığınak ve

umut kaynağı olan şair, yaşamının her dö-

neminde sık sık karamsarlığa da düştü-

ğünden, bu kararsız ruh yapısıyla birçok eleş-

tiriye uğramıştır. Oysa onun büyüklüğünü

oluşturan şey, en derin iç sıkıntısı, hüzün ve

kederli yalnızlık yıkıntıları altından devrimci

umutlarla çıkıp melankolik hallerden sil-

kinerek, bugünde filizlerini yakaladığı ge-

leceğe sımsıkı tutunmasıdır. Tek tek her in-

sanın duyarlığıyla örtüşen bu engin ruh ya-

pısı, toplumsal çalkantıyı

bütün dip dalgaları ve tor-

tularıyla içselleştirmenin

derin acı ve özlemlerini

nice gelgitlerle yaşayıp şii-

rinde dokumuştur. Ah-

met Hamdi Tanpınar, ona

dair yazısını, şu düşün-

ceyle bitirir: “Fikret’in

eserinden alınabilecek en

güzel ders, onun ferdî bir

melâlden büyük bir in-

sanlık ümidine doğru ge-

çişidir. Bu geçişin büyük-

lüğü onun hayatını bir

nevi yüksek ve beşerî bir

tecrübe haline getirir.”

TÜRK DEVR�M�N�N �A�R�Fikret; yaşam ilkelerine sıkı bağlılığı yü-

zünden, daha sonra düşmanlık duygularıy-

la küstüğü Süleyman Nazif’e dostluk yılla-

rında yazdığı bir mektubunda, çağı ve ken-

disini şöyle değerlendiriyordu: “Herkes

edepsizliğe hak veriyor; bana diyorlar ki: ‘Za-

man haklıdır, akıllıdır; sen budalasın!’ Allah

aşkına siz öyle yapmayın, siz bari deyiniz ki:

‘Sen budalasın; fakat zaman haklı, akıllı de-

ğildir.’... / 1899”

Tarih, o devrin değer yargılarının yanlış-

lığını gösterdi, Fikret’i haklı çıkardı. Sabiha

Sertel, onun bu kaygısını yıllar sonra yanıtladı:

“Fikret; yaşadığı devrin değil, gelmesi mu-

kadder olan bir devrin ideolojisini yapmıştır”.

Atatürk, Fikret’in devrimci ruhunu

Cumhuriyet kuşaklarında görme ülküsünü,

şairin kendisini tanımladığı şu dizeyle bir ay-

dınlanma şiarına dönüştürdü: “Fikri hür, ir-

fanı hür, vicdanı hür bir şairim.” Cumhu-

riyet’i gençliğe emanet etme duygusunu da

Fikret’ten aldı, yaptıklarını ve tasarılarını an-

lamakta zorluk çekenlere onu tekrar tekrar

okumalarını ısrarla önerdi.

GENÇL�KTE F�KRET’�N MAYASI

Tevfik Fikret’teki yalnızlık ve gönüllü sür-

gün duygusu, ülkemizin sonraki bütün bir ay-

dın birikimini derinden etkilemekle kalma-

mış, 20. yüzyılda aydın olgusunun en belir-

gin özelliklerinden birini evrensel düzeyde

göstermiştir. Gerçekten de Mithat Paşa’yı

Tayf Zindanı’nda, Namık Kemal’i Magosa

hücresinde boğan istibdadın ardından Bal-

kan, Yemen, Sarıkamış, Dünya Savaşı boz-

gunları, işgal edilmiş bir va-

tanda bu duygunun çok de-

rinlere kök salmasına yol

açmış, Çanakkale zaferinin

bile dağıtamadığı bu sürgün

duygusu, ancak destanını

Nâzım’ın yine cezaevinde

yazdığı İstiklal Savaşı’yla si-

linmeye yüz tutmuşken, 12

Eylül faşizmiyle gelen koyu

karanlık, yaşamın tüm do-

kularına sızarak bu zehirli

duyguyu önce aydınlara, son-

ra toplumun bütün kesimle-

rine yeniden bulaştırmış, git-

gide yaşamın her anında ve

yönünde salgına döndürm-

üştür. Cemal Süreya ve daha

sonra Erdal Atabek, bu kendi yurdunda sür-

günlük duygusunun bir genel aydın tepkisi

olarak yukardan aşağı yayılışını ve yoğun bi-

çimde yaşanışını ta o günlerde saptadılar.

Daha ilginci, Batılı aydın, iki dünya savaşının

ardından, bütün bir geçen yüzyıl boyunca bu

sürgün ve göçebelik duygusunu yaşadı; so-

nunda postmodernizmin getirdiği kopuş ve

hiçlik uçurumuna usulca inişin olanaklarıy-

la yetinmeyi hüner saydı.

Fikret’in melankolisi, bu nedenle yalnızca

kendi ülkesinin değil, dünyanın bunaltısını

da imliyor, çıkmazdan çıkış ilmeğinin uçla-

rını evrensel düzeyde ele veriyordu: Geleceği

gençlikte arayıp bulmak... Bu, geleceğin

bugünden tasarlanıp örülmeye başlanması,

günü atlamak değil, geçmişin bok çuku-

rundan geleceğin tohumlarını kurtarma gi-

rişimidir. Fikret’in düşüncesi ve şiiri, gençliğin

özgür birey olarak kendini yaratışının ma-

yasıydı. 68’de bu süreç, Batı’da kendini bir

patlayışla açıklarken, Türkiye’de geleneğe dö-

nüşüyordu.

GENÇL�K VE EVRENSELKARDE�L�K

Fikret için bilgi, yaşama geçirilen, ya-

şamda içselleştirilip onu dönüştürmeyi sağ-

layan, somut ama evrensel birikimdir, gele-

ceğin bugünde beliren, kendini toprağa sa-

lan çelikleridir. Turgut Uyar’da, elli yıl son-

ra, “bütün mümkünlerin kıyısında” şiire

sıçrayan, Fikret’in “gökten yere” indirdiği bu

büyüklüğün, “Rabb-i mümkinât”ın [bütün

mümkünlerin yaratıcısı insanın] sonsuzlu-

ğunu kurtaracak özne gençliktir. Bu nasıl bir

olgudur? Bu tıpkı elektrik gibi, tüm sonuç-

ları ve ürünleriyle hem somut hem evrensel

bir gerçekliktir. İşte gerçeklik algısı, şairi ev-

rensel yurt ve dünya yurttaşlığı kavramına ta-

şır. Bu kavrayışın ürünü, ulus ve yurt kavra-

mını dışlayan bir olumsuzlama değil, onu içe-

ren ve aşmayı üstlenen diyalektik bir olum-

suzlamadır.

Halûk’un Âmentüsü şiirinde, “Toprak va-

tanım, nev-i beşer milletim...” çizgisine gelen

şairin bu dizeleri, bir içe doğuşun yansıma-

sından çok, kökleri kendinden altmış yıl ge-

ride, Şinasi’de bulunan bir sürecin ürünüdür.

Aslında Türk aydını, Şinasi’den beri böyle dü-

şünür: “Vatanım rû-yi zemin milletim nev-i

beşer”. Her türlü ulusalcı ve yurtsever giri-

şim, özünde hep somut oluşundan gelen tap-

taze evrensel kardeşlik duyguları saklar. Ni-

tekim Atatürk de attığı her adımın hem Batı

hem de mazlum halklar açısından taşıdığı ev-

rensel değeri gözden ırak tutmamıştır.

2500 yıl önceden, Ergenekon’dan bugüne

nice olgunun damar damar dışa vurduğu bu

gerçek, Jean Jaurés’nin bizde 68 Kuşağı’nca

şiara dönüştürülen tanımına bitişiyor: “Yurt-

severliğin azı bizi enternasyonalizmden

uzaklaştırır, enternasyonalizmin azı bizi

yurtseverlikten uzaklaştırır.” Bu ilkenin

Fransa’nın toplumsal yaşamından fışkır-

ması boşuna değildir. Nitekim Fransa, bu il-

keyi içselleştirdiğini Nazilere karşı gerçek-

leştirilen rezistans (direniş) sırasında gös-

termiştir. Bugün Türkiye’nin birçok alanda

olduğu kadar, Kürt-Türk kardeşliğinin de-

rinleştirilmesi yönünde duyduğu gereksin-

me de, Fikret’in gençliğe yüklediği Prome-

te göreviyle sağlanacaktır.

�A�R, DEVR�MC� VE ADAMBurada etik ve estetik bağlanma ilkesi-

nin güncelliğini anımsamakta yarar var:

Tanpınar’ın Fikret üstüne yukarıda andığı-

mız sözlerinin hemen peşi sıra gelen ve esin

kaynağı Yahya Kemal olan son cümlesi as-

lında derin bir haksızlık içerir: “Eser, şah-

siyetin macerası yanında elbette ki ikinci de-

recede kalır.”

Hasan Âli Yücel, bir yazısında bu var-

gıya yaşamın tarafından katılır: “Bizzat ha-

yat da bir eserdir.” Gerçekte Halit Ziya

Uşaklıgil, bu polemiği derin romancı sez-

gisiyle öngörür, hazırlar ve sürdürür: “Onu

[Fikret’i] ne tarafından tutmalı? Şair sıfatıyle

mi, sanatkâr sıfatıyle mi, adam sıfatıyle

mi? Hele bu son sıfatında o karışık [ve]

mu’dil [çetin] idi ki, onun hakkında dostla-

rından, yakınlarından hiçbiri tam bir isabetle

hüküm verememişti; hatta kendisi bile... Yal-

nız, bir hükme vardık; her şeyden ziyade, her

sıfatından fazla bir adam, beşer için müm-

kün olan kemali şahsında toplayan bir insan

enmuzeci [tip] idi.”

Hayat ve eser örtüşmesi, Fikret’in ya-

şamının zorunlu ilkesiydi. Tam da bu ne-

denle, yani adam oluşla yazar oluşu aynı

anda gerçekleştirme ilkesine sadakatten

ötürü, başta Mehmet Âkif, Ahmet Haşim,

Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet olmak

üzere, kendinden sonra gelen herkes onun

işliğinden geçmiş, konumunu onunla he-

saplaşarak seçmiştir. Nurullah Ataç da öyle

demiyor mu? “Bugün ülkede yazı yazanla-

rın hepsi ondan çıkmıştır.”

Tevfik Fikret’in geleceğekaçışı ve gençlik

Tevfik Fikret’teki yaln�zl�k ve gönüllü sürgün duygusu, sonraki bütün bir ayd�nbirikimimizi derinden etkilemekle kalmam��, 20. Yüzy�l’da ayd�n olgusunun en belirgin

özelliklerinden birini evrensel düzeyde haber vermi�tir

SEYYİT NEZİ[email protected]

Tevfik Fikret

17 MAYIS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAPARAKABLO

Page 12: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

Gençlik, bünyesinde barındırdığı coşku, ha-reket, işlenebilir taze bir dimağ ve geleceği varedecek güç olması sebebiyle odak noktası. Gü-nümüz gençliği ise teknoloji ile tanışmış,dahası darbe sonrasının apolitikleşme etkisininaltında büyüyen bir nesil.

Bugün her yıl değişen eğitim sistemiyle, osistemin sınavlarıyla, o sınavların sorularıy-la boğuşan, hayatı bunlarla dolan ve her biradımda kabulleniş ile karşı çıkış dürtüsü ara-sında debelenen bu büyük güç bütün bu ku-şatmaya rağmen kendi seçimini neredenyana kullanıyor diye baktığımızda “karşı çı-kış”, “kabullenmeyiş” tarafının ağır bastığı-nı görüyoruz.

12 Eylül darbesi sonrası, "Küçük Ameri-ka" olarak şekillendirilen bir Türkiye'de gen-çliğin nitelikli okumadan uzaklaştırılması çe-şitli yollarla sağlandı. Toplumcu yazının geriplana düşmesiyle beraber artan bireyci ede-biyat ve gençliğin gerçeklerden kopartılmasıylakarşılaştık. Hollywood diye adlandırabilece-ğimiz konu ve anlatım tarzının edebiyata ek-lemlenmesi sayesinde, “bestseller” bombar-dımanının had safhaya çıkışı ile gençler birkuyuya itilmeye çalışıldı. Pohpohlanma so-nucu gerici yayınların yükselişi bu ortama ek-lendi. Bu kuyuya düşen gençler olduğu bir ger-çek. Ancak son zamanlarda yıllardır sustur-ma ve uyutmaya dayalı politikalar, Türkiye'detoplumun bütün kesimlerine uygulanan bubaskı yerini başkaldırıya bırakıyor. Elbette ede-biyat da bu siyasal yansımaların dışındakalmıyor. Edebiyatın gelişimi her zamantoplumsal gelişmelerle birlikte yol alır. Edebiyattürü ve içeriği tabiri caizse gökten inmez. Top-lumcu gerçekçi edebiyatın geri geldiğindenbahsetmiyoruz elbette. Ama başkaldırıyıkonu alan edebiyatın gençler tarafından ilgiyleizlendiği söylenebilir. Asi olmak, haksızlıkla-ra ses çıkarmak çok satan edebiyat eserleri-nin ana karakterlerinin ortak özelliklerinden.

Yine siyaset kitaplarınıngençlik tarafından yoğunbir şekilde okunduğu birgerçek. Gözlemimiz şu-dur: Gençliğin kitaplaolan bağı güçleniyor. Su-nulan kof edebiyatıngençleri kuşatma çabası-nı görmekle birlikte sade-ce bu alanı odak almış vebunun üzerine pedago-jik olarak da ilerleyen uz-man yayınevlerinin oldu-ğunu görmek dahi umu-dumuzu korumamızı sağ-lıyor.

Toplumsal hareket-lerin dalga dalga geldiği,19 Mayıs'a doğru gittiği-miz günlerde eylemsellikve isyan etme dürtüsünüen güçlü şekilde içinde ba-rındıran gençlik, ilerleyenzamanlarda bunu kitapyönelimine daha fazlayansıtacaktır.

Genç arkadaşlarımı-za sorduk. Yukarıdaki sa-tırları onların yanıtların-dan yola çıkarak kaleme aldık. Arkadaşları-mızın yazın ve okuma kültürüne ilişkin gö-rüşlerini keyifle okumanızı diliyoruz.ÇAĞDAŞ CENGİZ (TGB Genel Başkanı)

Bugün gençlik ve kitap okumak deninceaklına gelen ne oluyor?

Şöyle yanıtlayabilirim: Kinetiğe dö-

nüşmesi engellenen devasa bir potansiyel

enerji.

Gençlik ve kitap okumak denince, ben-

de, edebi yazın dünyasının verimli toprağına

atılması gereken tohumların nasıl çöllere,

taşlık araziye saçıldığı fikri uyanıyor.

Biraz açayım. İlk gençlik yıllarında,

lise döneminde yalnızca sınavları geçmek

üzere ezberlenen ders kitapları ve test ki-

taplarıyla bir öfke birikimi yaratılıyor. Bir de

şu internet mevzusu var. Bilgiye hızlı ulaş-

mak… Ama hangi bilgiye? Daha çok yan-

lış ve yalan bilgiye hızlı ulaşım sağlanıyor. Sis-

temin bilgi üretim merkezleri, daha çok ma-

nipülasyon merkezleri işlevi görüyor. Genç-

lik bir özne olmaktan ziyade nesneleşerek

yönlendiriliyor. Gençliğin ufkunu açacak en

etkili araç olan kitaba yabancılaşması için

her türlü ortam mevcut.

Ancak elbette, her tohum içerisinde gi-

zil bir güç taşır. Bazen gerektiğinde betonu

deler fidan verir. Gençlik her türlü olum-

suz koşula rağmen, doğru bilgiye ulaşma-

nın kaynaklarına bir şekilde ulaşıyor. Anlık,

saniyelik bilgi akışının bilinç bulandıran işl-

evini reddeden ve uzun soluklu okumala-

rın, kitabın işlevini kavrayan gençler de el-

bette var ve sayıları her geçen gün artıyor.

Kitap piyasasında gençliğe yönelik birkuşatmadan bahsedebilir miyiz?

Elbette. Bakkalda, süpermarkette reçel

kavanozunun yanındaki raftan bile geliyor

kuşatma. Billboardlarda, gazetelerde dev

reklamlar... Her kuşatma ya kaleyi fetheder

ya da yarılır geçilir.

Ancak kuşatmanın öznelerinin çapsız-

lığı da bir gerçek. Bir dizide, filmde göre-

ce sağlanabilen hızlı bilinç bulanıklığını bir

kitap aracılığıyla yapmak çok daha zordur.

Çünkü kitap okuyan kişi en nihayetinde za-

manının yöneticisidir. Okuma eylemi film

ya da diziler gibi 1-2 saate sıkışmaz. Mu-

hakeme yapma potansiyeli daha büyüktür.

Kuşatma, dışarıya çıkmayı zorlaştırsa da, içe-

riyi fethetme kabiliyetinden de yoksun.

Bu kuşatma, yarılması çok da zor olmayan

bir kuşatmadır kanımca.

Sosyal medya ya da teknoloji gençlerinokuma alışkanlıklarına katkı mı sunuyoryoksa köstek mi oluyor?

Sosyal medya ve teknolojinin olumsuz

özelliğine ilk soruya verdiğim cevapta dik-

kat çekmiştim. Ancak, şunu da ifade etmek

gerekir. Sistemin bize yönelttiği her silahı

ona karşı kullanmamız mümkündür. Sos-

yal medyayı ve teknolojiyi reddetmek müm-

kün değil. Doğru olan bu araçları en etki-

li şekilde kullanmaktır. Yalana karşı gerçeğin

kılıcı olarak.

Yakın çevrendeki gençleri düşün. Genç-lik ne okuyor?

Yakın çevrem daha çok TGB üyesi ol-

duğu için çeşitlilik olabildiğince fazla. Po-

litika ve edebiyat ise en çok ilgi çeken-

ler. Özellikle bir üretim faaliyetinin için-

de bulunan farklı alanlardan pek çok

genç arkadaşım da uzmanlaşmak istediği

alana özgü kitaplara yöneliyor. Burada

kolektif bir paylaşım iklimi kitap oku-

manın zeminini yaratıyor. TGB toprağı

gayet verimlidir.

Gençlik ne okuyor?Toplumsal hareketlerin dalga dalga geldi�i, 19 May�s'a do�ru gitti�imiz günlerde

eylemsellik ve isyan etme dürtüsünü en güçlü �ekilde içinde bar�nd�ran gençlik, ilerleyenzamanlarda bunu kitap yönelimine daha fazla yans�tacakt�r

AYDINLIK KİTAP

Beste Çırak, 17Yılda ortalama 60-80 kitap oku-yorum galiba. Tabii bu kitapla-rı okuma sürem kalınlığına, iç-eriğine ve benim yoğunluğumagöre değişiyor. Kitapların sade-ce boş zamanda okunacak bir şeyolduğuna değil kitap kokusuylayaşamamız gerektiğine inanı-yorum. Aydınlık beyinleri ay-dınlık kitaplar oluşturacak banakalırsa. Önemli olduğunu dü-

şündüğüm bir şey var ki kitaplarokunmaları için yazılır. Kişiselkitaplık oluşturma arzusuna an-lam veremiyorum. Öyle kitaplık-lar gördüm ki sanki yazarlar baş-ka evrenler için yazmış, çürüyor-lar... Bu konuda şanslı olmalıyımki içinde bulunduğum arkadaşgrubunda ortak kullandığımızgeniş bir kitaplığa sahibiz.

Sanat, politika, araştırma, ta-rih, psikoloji, öykü ve şiir kitaplarıokuyorum. Aslında ilgimi çeken

her şeyi okumaya çalışıyorum.Şu an özellikle içinde bulunduğuzdurumda kendimizi siyasi teoriaçısından geliştirmemiz gerekti-ğini düşünüyorum. Bu konuda de-rinlemesine araştırmamız gere-kiyor. Aynı zaman diliminde fark-lı kitaplar okuduğum oluyor. Me-sela bir şiir ya da öykü kitabı herzaman okunabilir.

Orhan Kemal, Jack Lon-don, Özdemir Asaf, Aziz Nesin,Jose Mauro de Vasconcelos,

Cemal Süreya, Rıfat Ilgaz, Yıl-dırım Koç, Erich Fromm, TuranDursun, Can Yücel, Nazım Hik-met, Yusuf Atılgan, GabrielMarquez... aslında bu listeyi çokuzatabiliriz :)

Şu an Tugay Şen'in "Ata-türk ve Teşkilatçılık" kitabınıokuyorum. Atatürk'ün teşki-latçılığa verdiği önemi ve teş-kilatçılığın bugün için de enönemli güç olduğunu anlama-mız için önemli bir kitap.

Page 13: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 13KAPAK

Yılda kaç kitap okursun? Toplamda otuz altıyı buluyor. Her ay genelde

3 kitap okuyorum ama bazı kitaplar kalınsa o za-

man ayda iki kitabı ancak bitirebiliyorum, çün-

kü bir yandan üniversite sınavına hazırlanıyorum.

Ne tür kitaplar okursun?Polisiye ve psikolojik gerilim türündeki ro-

manları seviyorum. Dramatik hikayeler de za-

man zaman ilgimi çekiyor. O yüzden rafımda o

türde kitaplar da var.

Sevdiğin yazarlar?Tess Gerritsen, Jean-Christophe Grange,

Agatha Christie, Kahraman Tazeoğlu, Anne

Rice, Tolstoy ve Victor Hugo.

Şu an okuduğun ya da okumayı planladığınkitap ne?

Şu an Maksim Gorki’nin “Yirmi Altı Adam

ve Bir Kız”ını okuyorum. Ardından ise E.L. Ja-

mes’in “Özgürlüğün Elli Tonu” adlı kitabını oku-

yacağım. Sonra da T. Gerritsen’ın “Asla Arka-

na Bakma” ve “Kemik Bahçesi” adlı kitapları-

nı, Grangé’ın “Taş Meclis”ini ve Kahraman Ta-

zeoğlu’nun “Kıyısızlar”ına geçerim.

Neden?

“Yirmi Altı Adam ve Bir Kız”, dedemin kü-

tüphanesinden bana kalan bir kitap. Daha önce

Gorki’yi hiç okumamıştım. Onun üslubu ve ha-

yal gücünü merak ettim. “Özgürlüğün Elli

Tonu”nu ise bir arkadaşımdan dinledim. Ana ka-

rakteri ilgimi çekti. Serinin ilk iki kitabını oku-

muştum zaten.

Mert Gezici, Habira Yahşi Anadolu Lisesi, (16)

Yılda 20-25 civarında kitap

okuyorum. Kitap yerine dergi

tercih ediyorum çoğu zaman. Ya-

zılar daha kısa olduğu için dikka-

tim dağılmadan okuyabiliyorum.

Tarih, siyaset, felsefe kitapla-

rı ve roman okuyorum.

Yabancı yazarlardan Franz

Kafka, Tolstoy, Dostoyevski; yer-

li yazarlardan da Ömer Seyfettin,

Oğuz Atay, Sait Faik, Oktay Rifat.

Siyaset ve felsefeyle ilgili olanlar-

da Marx, Engels, Lenin, Mahmut

Esat Bozkurt, Doğu Perinçek,

Ferit İlsever.

Türkiye'nin içinde bulunduğu

şartları ve geçmişi daha iyi kav-

rayabilmek için Doğu Perinçek'in

"Kemalist Devrim" serisini oku-

mak istiyorum.

Ceyla Çengelli, Sakarya Üniversitesi,Turizm İşletmeciliği (19)

Ayda ortalama 2 kitap oku-

yorum. Bazen bu sayı artabiliyor.

Yılda yaklaşık 30 kitap okurum.

Siyasi kitap veya kişisel ge-

lişim kitapları okuyorum.

Sevdiğim yazarlar Attila İl-

han, Erdal Atabek, Nazım Hik-

met, Zülfü Livaneli.

Şu an okuduğum kitap At-

tila İlhan'ın “Kimi Sevsem Sen-

sin” kitabı. Sonrasında da

“Hangi Atatürk” kitabını oku-

mayı planlıyorum.

Attila İlhan'ın Atatürk'e ba-

kışını iyi yansıtan bir kitap ol-

duğunu tahmin ediyorum.

BEYZA AVCI, �SKENDERUN L�SES� (16)BEYZA AVCI, �SKENDERUN L�SES� (16)BEYZA AVCI, �SKENDERUN L�SES� (16)BEYZA AVCI, �SKENDERUN L�SES� (16)BEYZA AVCI, �SKENDERUN L�SES� (16)

Begüm Özgün Erdoğdu, Maltepe Üniversitesi (19)

Yılda 50 ve daha fazla kitap

okurum Bilim kurgu ilgimi çek-

mez. Onun dışında bana bir şey-

ler katabileceğine inandığım her

türde kitap okumaya çalışıyorum.

Okuduğum kitaplar hisset-

tiklerime göre değiştiğinden ya-

zarlara takılı kalmıyorum. Ama

Nazım Hikmet, Sheakespeare,

Agatha Christie, Zülfü Livaneli

gibi isimlerin kitaplarını daha bü-

yük heyecanla okuyorum.

Şu an Ayşe Kulin'in "Hayat"

kitabını okuyorum.

Kitap, yazarın hayatını anlat-

tığı ve seri halinde yazdığı bir

eser. Kolay ilerleyen, okuması

rahat ve keyifli bir anlatımı var. Ki-

taba farklı bir hayatı görme şan-

sı tanıdığı için başladım.

Aydınlık KİTAP

Page 14: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Sayın Tekin Sönmez, baş kişi Cevval Beyekseninde, yarım yüzyıllık süreçte insa-nî, siyasî ve ekonomik dokuya yaklaşır-ken “Ankara Düşerken Erzurum ve Bar-dezbaldooruk Ailesi” adlı son romanı-nızdaki ana izleğiniz nedir?

Ana izlek Ankara’nın kuruluşuna

katılan büyük, köklü balcı, arıcı bir aile

ve çevresidir. Aile ve çevresi ve tek tek ki-

şiliklerle karşımıza çıkan toplumsal kat-

ların “Ankara algısı” var, ana izlekte. Na-

sıl bir Ankara algısı? Anka/ra mı?

An/kara mı? Hangisi? Daha başlarda yir-

mili yıllarda oluşan Ankara algısı, bu-

günkü sonucu göreceli tayin etmiş ve so-

nucun gerçekleşmesi için daha o yıllarda

(paçaları sıvamış) toplumsal fren meka-

nizmalarını uyuyan güzellerle, zamanı ge-

lince tetiklemiştir. Daha sonra bu algı

“Ankara düşerken” katmerlenerek top-

lumsal sözcü ve gözcü

rolü de üstlenir.

Sevgili Yalvaç, sen de

bilirsin ki, Hıristiyan bir

topluma karşı çıkış, inan-

dırıcı muhalif dinamikler

de ister. Bu dinamikler,

İslamcı kılgı ile muhale-

fet zırhına bürünür. Ro-

mandaki “ana izlek” diye

yönelttiğiniz soruda bu

“muhalif olma hali” sar-

sılmaz ve eskimez bir

olgu boyutunda çok de-

rin ve acılı bir yaşanmış-

lıkla karşımıza çıkmak-

tadır. 1917 Bolşevik Dev-

rimi sonucu, bu toprakla-

rı tek kurşun atmadan

terk ederek giden Rus or-

dularının, devrimle bağ-

laşık barışçı tutumu bile, bu “muhalif olma

ruhu”nu, değiştirememiştir.

Neden değiştirememiştir?Çünkü o bölgede bir “Nargin Adası”

esareti yaşanmıştır.  Bu esareti yaşayan

halk katmanları “muhalif olma ruhu-

nu”, buradan; İslami metaforlar kullan-

ma istenciyle alırlar. Devrimci metaforlar

kullanma istenciyle değil.

Ankara’nın kuruluşunda ta o günler-

de, bu “muhalif olma dinamiği” siperde

kalır. Fırsat bekler ve “demokrasi tram-

vayı” adı altında Menderes’le şans bulur,

futbol terminiyle fazla pozisyon vermez.

Anka/cılar’ın yanılgısı da burdadır.

Ayrılıkçı Kürt Ayaklanmaları bu “mu-

halif olma dinamiklerini”, İslamcı  me-

taforlarla Ankara’nın kuruluş yıllarında

“kafir devlete” karşı kullanmadı mı?  Bu

denemelerle birlikte, Türkçe algı dili ile

oluşan çevrelerin bir bölümü “pan is-

lamcı” büyük “cihatlı” kalkışmayla daha

sonrayı beklemektedir.

“Muhalif olma ruhu” diyorum. “Mu-

halif olma dinamikleri” demek daha uy-

gun. Farklı varyasyonlarla ana izlek ve

onun çevresinde öbeklenen öteki izlek-

lerle, kimi yerde dolaylı ve ironik bir tek-

nikle, yazınsal metnin inceliği ile, roman

sanatının gücüyle “Ankara Düşerken Er-

zurum ve Bardezbaldooruk Ailesi” bu ol-

guya biraz da nükte eşlikli ışık tutma ça-

basındadır. Şimdi burada ve “bu roman-

da ana eksene koşut ilerleyen” alegorik

ya da nükteli bir bakışla “muhalif olma

ruhu” nedir diye soracaksınız. Bunları bir

açıdan Cevval Bey’in zihinsel izleklerin-

de, devasa pistonlarıyla

çağrışımlı uçuşan devasa

şimendiferlerle birlikte, de-

vasa mikrofonlarıyla gök-

yüzünde uçuşan minare

alegorilerinde görebiliriz.

Romanın şiirsel dili vebiçimsel yapılanmasını an-latı/okur bağlamında ne-reye oturtabiliriz?

“Daha önceki Marissa

Epos”, “Söylence Berlin”,

“Ben Aras” gibi geliştire-

rek kullandığım bana özgü

bir roman dili oluşturdum.

“Ankara Düşerken Erzu-

rum ve Bardezbaldooruk

Ailesi”nde, öteki roman-

lardaki dile koşut ve fakat

biraz daha akışkan bir kul-

vara taşıdım anlatıyı. İlk

saydığım romanların ardından yazdı-

ğım ve yayınladığım “Pera da İstanbul”

adlı denemelerimdeki geçişkenlik tek-

niğini, dil işçiliğini ve çağrışımcı akış-

kanlığı bir anlamda bu romana, roman

boyutu ile taşıdım. Bu tür akışkan dil, öz-

dek olarak Türkçenin içyapısındadır.

Bu tür, sizin deyiminizle, “romanın şiir-

sel dili”, şöyle ki çağrışımcı kulvar Türk-

çenin rotasını doğru algılamadır ve  bu-

nunla ile birlikte bu anlatı, bu algı kul-

varında kendi okurunu arayacaktır. Bu

okur güncel planda vardır.

Romanda Ankara, Erzurum, İstanbul

ve köy ilişkileri hem birbi-rinden ayrı imlemeleri sap-tarken, insan odaklı birbirleşmeyi de ortaya koy-maktadır. Ana temayı “in-san çözümlemesi” olarakbelirtebilir miyiz?

Evet. Toplumsal huma-

nist ve bireysel humanist

odaklı iki bakış... Bu bir

yüzleşmedir. Bireyin ken-

disiyle yüzleşmesi ne ka-

darsa, toplumun kendi kat-

manlarıyla yüzleşmesi de

o kadardır. Türkçe algı da-

ğarında “muhalif” bir Deli

Dumrul söylencesi var. Bu

geleneksel öyküde İslamcı

hegemonyanın örtülü yön-

temi de var. Bilimle içsel bir

toplum dokusu olduğu için bu durum Fa-

ust’ta daha farklı ortaya çıkar.  Her ne

olursa ve nerede olursa olsun, toplumsal

olanla, bireysel olanın çatışması, bireyin

kendisiyle çatışmasını da getirir. “Fa-

ust”ta da, Deli Dumrul’da da bunlar var.

Modern dünyada, bireyin kendi içindeki

öteki kişinin vicdanı ile yüzleşme ise

Cevval Bey kişisinde olduğu gibi güncel-

lik bulur. Bu yüzleşme bu topraklarda is-

ter Şems ister Mevlana alegorisi ile olsun,

ister melamilik alegorisi ya da ister Baba

İshak, Bedrettin ile olsun, sonunda bir

yüzleşmedir ve temelde bu bir tür çö-

zümleme yöntem efekti sağlar. Bu orta-

mın yarattığı “muhalif olma hali”, örnekse

bir “Nargin Adası” esareti yaşanan çev-

rede “Kafir Çarlık” algısı ile güçlenir ve

kendisine yeni bir “muhalif olma” ge-

rekçesi bulmakta gecikmez.

Bilimden yana çağcıl ölçeklerle ku-

rulmaya başlayan Ankara, bu anlamda

yeni düşman olacaktır. Cevval Bey aile

içinde bu konumda, “laik ve atesist” ola-

rak algılanır ve daha ileri uçlarda “kafir

ve ‘zındık” olmadığını tıpkı Cumhuriyet

imgelemi gibi kanıtlamak ister.  Enerji-

sini bu konuda kendisini savunmaya

harcayan Cevval Bey tıpkı Ankara gibi

düşer, tıpkı Faust gibi süreç boyu evril-

me, dönüşüm yaşar.

Goethe, “Ankara Düşerken Erzurumve Bardezbaldooruk Ailesi” adlı romananeden girdi?

Cevval Bey’in zihinsel izleklerinde..

devasa pistonlarıyla çağrışımlı uçuşan

devasa şimendiferler alegorisi gibi, Cev-

val Bey’in içinde yaşayan ve onu iki açı-

dan aşan ve hem onu hem de romanı ev-

rensel kılan, evrensel boyuta indirgeyen

bir açılım dinamiğidir Goethe. Neden bu

böyledir ve neden Deli Dumrul değil de

Faust’tur? İlkin bu bir roman geleneği ola-

rak Alman roman okulunu kulvar olarak

seçen bir romandır. Ayrıca Türk romanı

son on, yirmi yıl içinde Araf’ı Ortadoğu

sarmalında aramaktadır. İki açıdan bu

böyledir ve tartışmaya açıktır. Bakın oysa

Araf kutuplarda da olur, İnka’da, Oğuz

Şamanlık’da da, Brahma da, Tao’da,

Budha’da da olur. Araf’ı salt Ortadoğu

bağlamında görmeğe karşı bir alegoridir.

Goethe ki, o da kendi Araf’ına çıkmıştır

ve fakat romanın anayurdu olan bir

Araf’tır bu. Ortadoğu bu anlamda roman

sanatına daha uzaktır. Şöyle ki Goethe’nin

varoluş nedeni, bilimsel araştırmacı Fa-

ust alegorisi ve onun evrilmesiyle oluşan

Mefisto alegorisi ve yaşamsal örgüleri ile

Cevval Bey’in varoluşu ile evrensel insan

algısı, evrensel dil algısı Türkçe ile ör-

tüşmektedirler.

Evliya Çelebi dili ile son on - yirmi yıl-

dır yazılan romanlar Ortadoğu dil Araf’ını

sanal bir mercekle aramaktadırlar. Goethe

imgelemi, bu anlamda Almancayı hem ev-

rensel diller düzeyine çıkaran bir yazar-

lık imgelemi olması, hem de bilimsel

açıdan Faust ve Mefisto imgelemleri ile

ve Dante’den sonra bu konuyu evrensel

insan düzeyinde işleyen bir yazar olarak

Goethe imgelemi burada Cevval Bey

sarmalı ile sahne almıştır.  Şöyle ki, Faust

gibi bir Cevval Bey alegorisi bu ülke ko-

şullarına ve Türkçeye göre bir açıdan ör-

tüşen dünyalar anlamındadır.

TEKİN SÖNMEZ İLE ‘ANKARA DÜŞERKEN ERZURUM VE BARDEZBALDOORUK AİLESİ’ ÜZERİNE

H.HÜSEYİN YALVAÇ

Bu topraklarda alegoribir yüzleşmedir

Bu topraklarda alegoribir yüzleşmedir

Bu topraklarda alegoribir yüzleşmedir

Bu topraklarda alegoribir yüzleşmedir

‘Ankara Düşerken Erzu-rum ve Bardezbaldooruk

Ailesi’, Tekin Sönmez,Say Yayınları 288 s.

Page 15: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Gitmekten, varmaktan, yolda olmaktan

başka bir şeydir tren yolculukları. Kalk-

tığını haber veren düdük sesinden her

ne kadar eskisi kadar gürültülü olmasa

da yol boyunca size eşlik eden tıkırtısı,

restoranı, kompartımanları, uykusu,

molaları ile apayrı bir dünyadır trenler.

Devir değişir, dünya değişir, yol de-

ğişir ama hiçbir yolculuk tren kadar şii-

re yakışmaz. En çok tren camına yakı-

şır bir kadının yüzü özlerken, bir adamın

karşılaması, yeni bir

hayatın başlanması.

Bir göç, bir karar,

bir vazgeçiş, bir ara-

yış…

Banliyö treni mi,

Doğu Ekspresi mi

yoksa Hindistan’da

mı Avrupa’da mı?

Eskişehir’den İstan-

bul’a mı gidiyoruz

yoksa anılardan rü-

yalara mı?

�Ç�NDENTRENLERGEÇENYAZARLAR

Yıllardır Ezginin

Günlüğü dinlerim,

Hüsnü Arkan’ın ba-

basının makinist ol-

duğunu bu kitapla

öğrendim, zaten du-

rup dururken neden

ve nasıl öğrensin ki

insan böyle bir şeyi? Öğrenince ise

başka bir şey oluyor, bir şey tamamla-

nıyor. Bir tren istasyonunda bir ünifor-

manın parlak düğmeleri. Trenin daha az

hayatımda olduğunu hatırlıyorum bu ya-

zıyla ve içime bir şey dokunuyor. Ar-

kan’ın dediği gibi adını unuttuğumuz her

şey trenlere mi binip gitti yoksa?

“İçimden trenler geçiyor” diyor ya-

zar, “Her saat geçiyordu. Sanıyordum ki,

o yolcular o büyük yapıya, Basmane Ga-

rı’na varıp kurtulacaklar... Babam hep-

sini koruyacak, amcamın evine yerleş-

tirecek; kuzenlerle hemağuş olacaklar,

sonsuz mutluluğa karışıp kaybolacaklar.”

Basmane Garı’nın tozları hala üs-

tümde iken kendimi birden Hindis-

tan’da buluyorum, Elif Köksal’ın dedi-

ği gibi, çocukluğumuzdaki gibi, çocuk-

ların kendi kendilerine büyüdüğü bir

dünyada… Kasvetin, kederin ve kast-

ların ortasında bile dünyanın şifalı bir

yer olduğunu yeni-

den hatırlatıyor

Köksal.

Tuna Kiremit-

çi’nin girişi ise bir-

den bir şeyi hatırla-

tıyor: “Günümüzde

trenler hakkında

yeni bir şey söyle-

mek, yeni bir edebi-

yat akımı başlatmak

kadar zor. Çünkü

önceki yüzyıl tren

edebiyatını her açı-

dan hem tüketmiş

hem de aşılamaya-

cak doruklarla do-

natmış.” Tam da bu

cümleleri okuduk-

tan sonra pratik ha-

yatımızda o kadar

çok yer almasa bile

zihnimizde, hayali-

mizde, özlemimizde

neden bu kadar tren

merakı, tren yolculu-

ğu sevdası olduğunu

daha iyi anlıyorum. Bülent Ecevit’in ,

“Takalar geçiyor allı-yeşilli” şiirinden

yola çıkan Kiremitçi “Deniz çocukları

takalara bakarken ne hissederse, kara

çocukları da trenlere bakıp onu hisse-

der aslında. Trenler de takalar gibidir;

yükle ve yürekle doludurlar her daim.

Anadolu’nun rayların üstündeki uzan-

tısı gibidirler. Hem ge-

leceğe hem de geçmişe

doğru uzanırlar aynı

anda. Bu halleri onları

lüks otomobillerden

daha güzel yapar. Daha

vefalı, daha insancıl.”

diyerek bizi alıp götü-

rüyor.

Gültekin Emre

“Neden rüya gibi de-

ğil? Öyle bir tren ol-

madı da ondan. Ol-

muştur da benim bil-

mediğimden. Eğer bir

kez Orient Ekspres’e

binmemişsem Kurta-

lan Ekspres, Mavi

Tren, Fatih Ekspresi,

Kara Tren... Nasıl

rüya gibi olur? Hele

Berlin’den Bağdat’a

kadar o upuzun yolu

gıkı çıkmadan gidip

gelen trenle yolculuk

yapmamışsam rüya-

lık bunun neresin-

de?” diyerek hevesinde oldu-

ğumuz bütün yolculukları önümüze se-

riyor.Bazen de çocukluğumuza Merih

Akoğul ile beraber gideriz. Onunla be-raber sınarız yeniden cesaretimizi tren-

lere kaçarak bindiğimizde. Onunla be-raber trenden atladığımızda kahramanoluruz.

TÜRKÇEN�N EN UZUNKEL�MES�

Tren çocukluk, tren aşk, tren değiş-

mek, tren hep aynı kalmak ama en çok

tren hep hatıra. Başka hiçbir yolculuğun

karşılamayacağı kadar hafızada yer edi-

yor nedense ve hep onun üzerinden bir

şey şekilleniyor gibi. Feridun Andaç’ın

dediği gibi bütün bekleyişlerin ve git-

melerin eşiğinde trenler ve istasyonlar.

Nursel Duruel’in mektupla buluştur-

duğu trenler.

Her yazarın trenle kurduğu dünya

bana başka türlü asla anlatılmaz kendine

dair bir özlemi dile getiriyor gibi geldi.

Eskilerin bir insanı ya yolculukta ya sof-

rada tanırsın demesi gibi ben de sevdi-

ğim pek çok yazarı trenleri anlatma-

sından tanıdım. Çocukluklarında, öz-

lemlerinde, hayallerinde, dünyalarında

neler olduğunu tren anılarından öğ-

rendim.

Trenin “edebiyatın içinden” yanı

yazarların hayatına ışık tuttu bu kitap-

la. Haydar Ergülen’in dediği gibi tren

belki de Türkçenin en uzun kelimesi ve

işte bazen de en çok düşündüren keli-

mesi. Gültekin Emre “Tolstoy, küçük bir

tren istasyonunda son nefesini verirken

ne düşünüyordu acaba? Anna Kareni-

na için biçtiği yazgı aklına geldi mi?”

diye sormuş. Siz ne dersiniz? Belki de

tren en çok yazgıyla alakalıdır.

Trenler Kalkar Haydarpaşadan, Haydar Ergülen,

Kırmızı Kedi Yayınevi, 264 s.

LEYLA GÜÇLÜ

Trenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardanTrenler gelir geçer anılardan21 yazar�n tren yaz�lar�n�nderlendi�i “Trenler KalkarHaydarpa�a’dan” okuru keyifli biryolculu�a ç�kar�yor. Keyif biryana, fark�nda olmadan ö�retiyor

Page 16: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Türklerde milliyetçilik düşüncesinin gecik-

mesinin gerekçelerinden biri ve en başlıca-

sı Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısal dü-

zeninden kaynaklanır. Bu yapısal düzen içe-

risinde, imparatorluk topraklarında yaşan et-

nik gruplar ve uluslar; Osmanlı’nın “millet sis-

temi” adı verilen yönetsel yapısı içerisinde,

idari ve dinsel özerkliklerini yitirmeden ör-

gütlenmişlerdir. Osmanlı farklı etnik grup ve

ulusların yönetimlerine ve inançlarına ka-

rışmamış, kendine bağlı ama özerk bir sis-

temle denetim altında tutmayı yeğler.

Kaan Turhan, “Dilde, Fikirde ve İşte

Birlik /Akçura-Galiyev-Gaspıralı-Gökalp”

kitabının önsözünde, Fatih Sultan Mehmet

ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun

“İslamiyet öncesi Türk devlet gelenekleri”,

“İslamiyet kuralları”, “fethedilen yerlerdeki

düzen” olmak üzere üç ana unsurun ege-

men olduğu bir yönetsel, yapısal düzeni ge-

liştirdiğini belirtiyor.

17. yüzyılda coğrafi keşifler, merkanti-

lizmin ortaya çıkışıyla birlikte Osmanlı ge-

leneksel düzeni çöker, imparatorluğun ti-

cari yaşamı Müslüman olmayanların eline

geçer. Her ne kadar buna karşıt, II. Mah-

mut’un Osmanlı Müslümanlarından oluşan

“Hayriye Tüccarları” ticari yaşama katılsalar

da çöken düzeni onarmada başarılı olamaz.

1838’de Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşma-

sı ile birlikte em-

peryalizm im-

paratorluk

içine çö-

reklenin-

ce de,

Osmanlı

sanayi ve

ticareti

dış pazar-

larla reka-

bet edemez.

İmpara-

torluğun çöken

düzeninin yerine,

yinelenen değil

yenilenen

b i r

dü-

zenin kurulması kaçınılmazdır. Böyle bir sis-

temin kurulabilmesi ise çok uluslu ve

özerk yönetsel bir sistem üzerine değil, im-

paratorluk sınırları içerisinde yaşayan,

aynı düşünsel içerikli yeni bir ulusun oluş-

turulması ile gerçekleştiri-

lebilecektir. Bu hızlı çökü-

şü durduracak, Osmanlının

itibarını yeniden kazandı-

racak yeni bir akımın sah-

neye çıkması gecikmez. Bu

sistemin adı Türkçülüktür.

Türkler arasındaki milli-

yetçilik -Türkçülük- akımı-

nın çok geç başlamasının

temel gerekçesi, Osman-

lı’nın “monarşik, teokratik,

kültürel ve sınıfsal” yapısıdır.

Türkçülük akımının or-

taya çıkmasında ve yapılan-

masında öncü olan aydınlar,

özellikle dışarıdan gelen

Türk kökenli aydınlar ola-

caktır; Yusuf Akçura, İsma-

il Gaspıralı, Sultan Galiyev,

bunlara bizim aydınlarımız

olarak da Ziya Gökalp, Namık Kemal, Tev-

fik Fikret’i gösterebiliriz.

TÜRKÇÜLÜ�ÜNHALKÇILIK M�RASI

Türkçülük akımı, sanılanın aksine eko-

nomik yapı içerisinde değil, dil ve tarih ça-

lışmaları ile ortaya çıkmaya başlar. Bu akı-

mın yazınsal karşılığı “Genç Osmanlı-

lar”dır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi

Tanzimat Dönemi’nin yazar ve şairleridir.

İlk kıvılcımı çakan Şinasi, Rusya’da başla-

yan “halkçılık” hareketinden etkilenecek,

halkçılık düşüncesini Narodniklerden ala-

caktır. Rusya’da başlayan halkçılık akımı,

Osmanlılarda; Balkanlar üzerinden, -özel-

likle de Bulgaristan’daki “Halka Doğru” ha-

reketinin savunucusu aydınların “köycülük”

hareketiyle- Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali

Bey, Yusuf Akçura gibi

aydınların düşüncelerin-

den, Ermeni aydınlarının

başını çektiği milliyetçi Taş-

nak hareketine karşı “sos-

yalist” Hınçak hareketinin

siyasal görüşlerinden alı-

narak gelecek ve gelişe-

cektir.

Kitaba adını veren

“Dilde, Fikirde ve İşte Bir-

lik” sloganı İsmail Gaspı-

ralı’ya ait. İttihat ve Te-

rakki Cemiyeti’nin kuru-

luşunun gerekçesi budur.

Azerbaycanlı Hüseyinza-

de Ali Bey, Petersburg Üni-

versitesi’nde okurken ora-

da gördüğü devrimci öğ-

renci hareketlerini, İstan-

bul’da Tıp Fakültesi’nde

okurken birkaç arkadaşı ile birlikte, Na-

rodnik harekete benzer ilkeler çevresin-

de kuracaktır. Yusuf Akçura da benzer bir

biçimde “İslamiyet, Türklük, modern-

lik” ilkelerini Tarar çağdaşlaşmasından

Osmanlı’ya taşıyacaktır. Yusuf Akçura,

Sebilürreşat mecmuasında 18 Haziran

1921’de yayımlanan makalesinde; em-

peryalizmin 13. yüzyılın ortalarında Doğu

Sorunu’na eklemlendiğini, Avrupa ser-

mayesinin Osmanlı hükümetinin sarraf-

lığını yaparak ülkeye girdiğini, daha son-

ra keyfi harcamalar için yapılacak yeni

borçlanmalarla, maden, nakliyat, demir-

yolları, limanlar, tütün işletmeleri gibi im-

tiyazların ele geçirdiğini söyler.

BENZEMEK DE��LYAPAB�LMEK

Akçura’nın “İslamiyet, Türklük, mo-

dernlik” olarak adlandırdığı üçlü ilkelerini,

Ziya Gökalp, 1912’de yazdığı kitabında

“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”

olarak yeniden adlandırarak ortaya koyar. Na-

rodnik hareketin yazınsal uzantısı ise Ömer

Seyfettin’dir. Halka Doğru dergisi bu akım

üzerine sade bir Türkçe ile yayın yaşamına

katılır. Halka Doğru dergisinin yazarları

arasında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet

Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin

Yurdakul, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Dok-

tor Âkil Muhtar Özden gibi isimler var. Der-

gi Celal Sahir yönetiminde haftalık olarak ya-

yımlanır. Önemli bir farkla; “Halkçılık”

kavramı Osmanlılık olarak değil “Türkçü-

lük”olarak kullanılır. Gökalp, çağdaşlaşma-

yı; yaşamsal ve biçimsel olarak Avrupalılara

benzemek olarak değil, Avrupalılar gibi

“zırhlılar, otomobiller, uçaklar yapıp kulla-

nabilmek”olarak nitelendirir. “Ne zaman bil-

giler ve sanayi malzemelerini aktarmak ve sa-

tın almak için,” Avrupalılara gereksinim

duymazsak “o zaman çağdaşlaşmış olduğu-

muzu” anlayacağımızı söyler.

Kaan Turhan, “Dilde, Fikirde ve İşte

Birlik /Akçura-Galiyev-Gaspıralı-Gökalp”

kitabında Osmanlılıktan Türkçülüğe uza-

nan yolun yapıtaşlarını döşüyor. Bunun için

özellikle bu akımın fikir öncülerinden say-

dığı Akçura, Galiyev, Gaspıralı ve Gö-

kalp’tan çokça yaptığı alıntılarla göstermeye

çalışıyor. Alanındaki önemli çalışmalar-

dan biri olarak kitaplıklardaki yerini alıyor.

Türk AydınınınTürkçülükle sınavı

Azerbaycanl� Hüseyinzade Ali Bey, Petersburg Üniversitesi’nde gördü�üdevrimci ö�renci hareketlerini, �stanbul’da T�p Fakültesi’nde birkaç arkada��ile birlikte, Narodnik harekete benzer ilkeler çevresinde ba�latacakt�r

HALİT PAYZA

Dilde, Fikirde ve İşte Birlik/Akçura-Galiyev-

Gaspıralı-Gökalp, KaanTurhan, Doğu Kitabevi

Page 17: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP

Bir cumhuriyetçi aydın, davet edildiği bir kon-

feransta karşı devrimci şeriatçıların hırslarına

ve kinlerine seslenerek:

“Atatürk’ün, Cumhuriyet’in nesine düş-

mandırlar anlamıyorum. Camiler mi kapa-

tıldı, ezanlar mı sustu, namazları mı engel-

leniyor, oruçları mı engelleniyor?” Orada bu-

lunan şeriatçılardan biri cevap verir:

“Bunları zaten yapamazdınız. Siz bizi ma-

sadan ve kasadan uzaklaştırdınız.”

Aslında bütün mesele bu: Masa ve kasa!

Yani “tarikat, siyaset, ticaret…” Maksat

kasadır; kasa için masada (buna iktidar, dev-

let de diyebiliriz) olmak; dini de bu amaçla

kullanmak gerekir.

Hıristiyan kapitalistler, kendi halklarını

sömürmek için Hıristiyanlığı daha az kulla-

nır; ama Müslümanları sömürmek için Hı-

ristiyanlığı da Müslümanlığı da dibine değin

kullanmıştır, kullanır. İncil, özellikle Afrika’da

bu sömürünün aracı olmuştur. Kenyatta’nın

dediği gibi, İncil’i verip, onların toprakları-

nı almışlardır.

“Yeşil Kuşak”, “Ilımlı İslam” da hep bu

sömürünün aracıdır. Komünizm olmasa da

aracıdır. Çünkü asıl maksat sömürüdür,

masa-kasadır. Yoksulluk da zenginlik de hep

kaderle açıklanır. Allah öyle takdir etmiş zen-

gin, böyle takdir etmiş fakir

olmuşsundur. Bunu tartış-

mak, sorgulamak günahtır.

D�N ELDENG�D�YOR!

Müslüman ülkelerde,

din denince, Allah denin-

ce ahali donar kalır. Cen-

neti vaat et, karnını doyu-

racak kadarın dışında her

şeyini al!.. Cahil bırak…

Cahil ve yoksul insan az

düşündüğü, soru sormadı-

ğı, “tevekkeltü taalallah”

dediği için çok daha kolay

yönetilir, çok daha kolay

kandırılır. “Din elden gi-

diyor” denince bir de güzel

koruma, tetikçi, bekçi, mu-

hafız oluverir, öldürür.

Bu arada Hıristiyan ka-

pitalistlerin yerli işbirlikçileri de dünyanın zen-

gin siyasetçileri arasında en üst sıralara yük-

seliverir. “Paranın dini imanı yoktur!”

Atatürk ve Cumhuriyet, ülkemizde Os-

manlı’dan miras bu işleyişin çarkını kırmıştı.

Karşı devrim çapulcuları ve arkalarında-

ki yerli, ama özellikle yabancı ağababalarının

canı bu yüzden çok acıdı. Ama sabırlıydılar.

Sakin sakin derlenip toparlandılar, açık ya da

gizli hazırlandılar. Kasaya ulaşmak için önce

masaya oturmaları, iktidar mührünü ve asa-

sını ellerine geçirmeliydiler. Sonra o mühür

ve asayla kasaya nasıl hükmedeceklerini on-

lar çok iyi bilirlerdi. Camilerin önünde yahut

kurdukları sayısız vakıfla, dernekle para top-

laya toplaya, insanların inançlarını, korkula-

rını sömüre sömüre hayli palazlanmışlardı.

Ama devlet masasına oturmak başkaydı.

Üstelik bu hazırlıklar sadece karşı dev-

rimci gericilerin bir marifeti, bir başarısı da de-

ğildi. Türkiye Cumhuriyeti, ülke yönetimin-

de yönünü emperyalist Batı’ya çevirdiği an-

dan itibaren sola, emeğe, halka, aydınlanmaya

karşı ve sermayeyi kollamak için daima ve gi-

derek artan bir ivmeyle dini kullanmıştı. Çe-

kirdek devlet “biz bunu kontrol ederiz, iple-

rin ucu bizim elimizde” diye düşünüyordu.

Soldan ve komünizmden ise ölesiye korkuyor

ve nefret ediyorlardı, ama asıl engel Atatürk

ve cumhuriyet idi.

GER�C�L��� BUGÜNE GET�REN DEVLET

1940’lardan itibaren

devlet ve çekirdeği, solu, ko-

münizmi engellemek adına,

iplerin ucunun ve kontrolün

kendi elinde olduğunu sa-

narak Köy Enstitüleri’ni,

Halkevlerini yok etmesey-

di, toprak reformunu yap-

saydı, tarikatların, tekkele-

rin-zaviyelerin önünü açı-

vermeseydi, din dersini,

imam hatip okulunu devlet

politikası olarak uygula-

masaydı, bugün ne şeriat,

ne bölücülük bu tepe nok-

talara gelemeyecekti.

Seferberlik Tetkik Dai-

resi, Özel Harp ve sairede,

sorguya alınanlara ilk soru

doğrudan “niye Amerika’ya

karşısın” oluyordu bu ne-

denle. Elemanlarının Ame-

rikalarda, Almanyalarda teorik, Korelerde uy-

gulamalı sorgu-işkence eğitiminden geçtiği

devlet kurumları oluşturuluyordu.

Demirel bu nedenle 1960’ların

başında “böyle giderse on sene

sonra tamamen Amerikan düş-

manı bir gençlik oluşacak. Tedbir

almak lazım” diyordu. Veya 1987’de

Köprü dergisine yaptığı açıklama-

da bu nedenle “Eğer Tevhidi Ted-

risat’la İslam dini arasında bir çe-

lişme, bir uyuşmazlık varsa, Tevhi-

di tedrisat İslam’a uyacaktır, uy-

malıdır; İslam, Tevhidi tedrisata de-

ğil” demekteydi. 1967’de, Ata-

türk’ün ordusunun komutanlığın-

dan, yani genelkurmay başkanlı-

ğından cumhurbaşkanlığına sıçra-

tılmış Cevdet Sunay bu nedenle

“bugünkü gençlik tehlikeli. Onun

için sivil liselerin yerine imam ha-

tipleri geliştiriyoruz” diyecekti. Ko-

münizmle Mücadele Derneği’ne,

İlim Yayma Cemiyeti’ne, Milli

Türk Talebe Birliği’ne, Ülkü Ocaklarına bu

nedenle kol kanat gerilecekti. 12 Eylül, bu ne-

denle Türk-İslam sentezini devletin resmi

ideolojisi haline getirecek, bu nedenle yurt dı-

şındaki yurttaşlarımızın dinsel ihtiyaçları için

içi titreyip Rabıta parasıyla oraya buraya imam

gönderecekti. Büyük bir plan uygulanıyordu.

MUMCU’DAN I�IK KANSU’YA M�RAS

Uğur Mumcu, Rabıta olayıyla bu gizli-açık

hazırlıkların ipuçlarını, başlangıcını yakala-

mıştı. Olay olay, kişi kişi sergiliyordu. Tarikat

boyutunu, siyaset boyutunu, TÜSİAD’lı,

TOBB’lu ticaret-sermaye boyutunu, Cev-

det Sunay’lı, Faik Türün’lü asker boyutunu…

Olmadı. Biçtiler Uğur Mumcu’yu.

Onunla birlikte başka engelleri de temizle-

diler. AKP’ye adeta bando mızıka arz etti-

ler masa ve kasayı. Masa ve kasa karşılığında

ne yapacağının dosyasını da önüne koydu-

lar elbette. O da şimdi becerebilirse son nok-

tayı koymak üzere. Bölücülük, şeriat ve em-

peryalizmin bu kadar güzel anlaşmasında şa-

şılacak yan yok. Hiçbiri Atatürk’ü, Cum-

huriyet’i, laikliği, Türkiye’nin tam bağım-

sızlığını, 29 Ekim’i, 23 Nisan’ı sevmiyor, is-

temiyor; emeği, dengeli bölüşümü, birinin

yiyip birinin bakmamasını düşünmüyor.

Işık Kansu, Uğur Mumcu’ya vahşice bı-

raktırılan noktadan aldı, takip etti gümüş tep-

sideki masa-kasa projesini. Görmüş ve “Ra-

bıta’nın Zabıtası” adlı kitabında gösteriyor ki

Kansu, emperyalizm ve onun her türlü geri-

ci işbirlikçisi tarafından sabırla ve inatla, oya

gibi işlenerek olgunlaştırılan bu proje mey-

velerini vermiş. En azından insan malzeme-

si, kurumlaşma, masaya oturma, kasayı açma

açısından vermiş.

İşkenceci asker ve polislerin “Ameri-

ka’yı niye sevmiyorsun” sorusuna, işkenceye

ve işkencecilere de pek gerek yok artık.

Devletin neredeyse bütün masalarında ve ka-

salarında imam hatip mezunu Amerika ve ser-

maye severler oturuyor.

Uğur Mumcu bunu çok yazmış, çok söy-

lemişti. En son olarak da ölümünden iki gün

önce 22 Ocak 1993 tarihli yazısında…

1969’da kanlı Pazar günü bir yandan Dol-

mabahçe’de Amerikan 6. Filosu’na secde

ederken, öte yandan satırla, bıçakla Ame-

rikan emperyalizmine karşı çıkanları ke-

senler, Komünizmle Mücadele dernekleri-

nin, İlim Yayma cemiyetlerinin, Milli Türk

Talebe Birliği’nin, Ülkü Ocaklarının yetiş-

tirdikleriydi ki, bunları Uğur Mumcu’dan öğ-

renmiştik, şimdi gölgesi kendinden büyük

masal canavarları olarak şimdi masaların ve

kasaların başında ülke satıyorlar. Bunları da

Işık Kansu’dan öğreniyoruz. Gençliklerini

Mumcu, bugünlerini Kansu…

Üstelik… Ne Milli Şef, ne Menderes,

ne Demirel, ne Özal, ne Cevdet Sunay

imam hatipli değildi. Necdet Özel de, Ke-

mal Kılıçdaroğlu da değil. Ama devlet ar-

tık imam hatipli.

Mumcu’dan Kansu’yaRabıta takibi

I��k Kansu, U�ur Mumcu’ya vah�ice b�rakt�r�lan noktadan ald�, takip etti “Rab�ta’n�n Zab�tas�” adl� kitab�nda gösteriyor ki, emperyalizm ve i�birlikçisi taraf�ndan sab�rla ve inatla, oya gibi

i�lenerek olgunla�t�r�lan “kasa – masa” projesi meyvelerini vermi�

Rabıtanın Zabıtası, Işık Kansu, um:ag Yayınları, 120 s.

ALİ TARTANOĞLU

I��kKansu

Page 18: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Kas�rga - Aera!

Kemal Anadol, Do�an Kitap, 150 s.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın

pek çok ülkesi gibi Yunanistan da

Nazi Almanyasının işgaline uğradı.

1941’de başlayan işgal sonucu, Yunan

Kralı II. Georgios, Kahire’de İngilte-

re’nin himayesinde bir sürgün hükü-

meti kurdu. Aynı sıralarda anakara

Yunanistan’ında ve Ege Adaları’nda

Yunanistan Komünist Partisi’nin ön-

derliğinde faşizme karşı direniş başla-

tıldı. Kurtuluş Savaşı biteli daha 20 yıl

bile olmamışken, geçmişi unutan

Türk halkı, casusların cirit attığı bir

siyasi ortamda, Hitler’in açlıktan öl-

dürdüğü Elenlere Kurtuluş ve Dum-

lupınar gemileriyle bin bir güçlükle

insani yardım yetiştirmeye çalıştı. 

Kad�n Sorunlar� Sözlü�ü

Bozkurt Güvenç, Cumhuriyet Kitaplar�, 130 s.

Çoğu canlılar gibi iki cins olarak do-

ğuyor, yaşıyor, var oluyoruz. Çoğu

canlılardan farklı olarak, kendi ya-

rattığımız kültürlerin sağladığı eği-

tim sürecinde, türdeşlerimizi unutup

cinselliğimizi abartıyor, birbirini an-

lamayan, karşıt hatta düşman gören

kadın ve erkek kişilikleri, dünya gö-

rüşleri yaratıyoruz. Ezelden beri var

olan sorunlar, “modernite”, çağdaş-

laşma ya da değişim/dönüşüm dö-

nemlerinde çeşitlenip büyüyor. Bir

“sözlük” gibi herhangi bir harf veya

sorundan başlanabilir. Mizahi fıkra

ve kutularda ciddi bazı sorunlara ge-

niş bir kaynakçadan seçilmiş çözüm-

ler öneriliyor.

�eytan Tangosu

Laszlo Krasznahorkai, Can Yay�nlar�,

Çev: Bülent �im�ek, 328 s.

Yaşamın fiilî olarak durduğu bir Ma-car köyünde, güz yağmurları başla-mıştır. Gelecekten umudunu, birbiri-ne güvenini, içindeki iyilik duygusu-nu, dayanışma ruhunu yitirmiş insan-lar, o diyardan gitmenin planlarınıyapmaktadır. Bir kurtarıcı arayışı, yıl-lar önce öldüğünü sandıkları Irimi-as’ın dönüşüne dek sürer. İnsanlar ilkkez birlik içinde davranır ve kendile-rini Irimias’ın kararlarına teslimederler. Simgelerden yola çıkarakanlatır Krasznahorkai, yaşamı; olayörgüsünü bir döngü etrafında biçim-lendirir. Sürekli ağ ören örümcekler,gökte dönüp duran kargalar, başıboşatlar, birbirinin tekrarı mevsimler... 

Frans�z Filozofu Kimdir?

Jean - Louis Fabiani, �stanbulBilgi Üniversitesi Yay�nlar�,

Çev: Alev Er, 158 s.

Fransız filozofu figürü, çağımızın en-telektüel tablosunda kuşkusuz önemlibir yer tutar. Aşırılıkları, tuhaflıkları,ders verme biçimi, giyimi kuşamı kimi-lerince fetişleştirilse de, Fransız filozo-funun geçtiğimiz yüzyıldaki yetişmeşekli, çalışma pratikleri ve genel ola-rak ait olduğu toplumsal alan pek bi-linmez. Jean-Louis Fabiani’nin eseriişte bu büyük boşluğu dolduruyor:Fransa’da 1880’den beri felsefenin budenli önem kazanmasını sağlayan et-kenler neler olabilir? Fabiani, çağımı-zın büyük düşünürlerini birer sosyolo-jik aktör olarak okurken, düşünceleri-nin doğup geliştiği kültürel bağlamınkodlarını da bizler için anlaşılır kılıyor.

Film Ele�tirdisi

Lale Kabaday�, Ayr�nt� Yay�nlar�, 256 s.

Film eleştirisi, film ile izleyici/okuyucu

arasında sanatsal bağın kurulması için

güçlü bir aracı konumundadır. Sinema

çalışmalarının en önemli alanlarından

birini oluşturan film eleştirisi, filmle il-

gili bilgi vermenin çok ötesine geçen

bir yaratım olarak kabul edilir. Film

eleştirisi, disiplinlerarası ilişkiler kuru-

larak, filmin, sosyolojik, ideolojik, psi-

kolojik, felsefi, tarihsel bağlamda ince-

lenmesini sağlar. Bu doğrultuda film

eleştirisi, popüler okumalar değil, de-

rinlemesine çözümlemeler gerçekleş-

tirir. Kitap, kuramsal çerçeve ile sine-

mamızdan örnek çözümlemeleri bira-

raya getirerek bu alandaki büyük bir

boşluğu doldurma amacındadır.

Ayk�r� A�klar

Na�ide Gökbudak, Nemesis Kitap, 378 s.

Dört yapraklı yonca uğur getirir

derler. Adı, kendisine şans yerine

keder getiren gencecik bir kızdı

Yonca. Çocukluğunda da, genç kız-

lığında da köyün gözdesiydi. Yur-

dunda yaşanan karışıklık; köyünü,

ailesini ve kendisini talihsiz bir serü-

vene sürüklerken, onun asıl şanssız-

lığı aşka dair hissettikleriydi. Aşk,

herkes için hayatı ve zamanı daha

değerli hale getiriken, Yonca için

baş etmesi güç bir savaşa dönüşe-

cekti... Aşk, insanlara bahşedilmiş

en güzel duygu. Peki bu duygu, bazı

insanlar için nasıl tersine dönebilir?

Naşide Gökbudak’ın kaleminden,

bir solukta okuyacaksınız...

Yalandan Kim Ölmü�

Orhan Baykal, U�ur Dündar,Bilgi Yay�nevi, 248 s.

Tek kanallı siyah-beyaz TRT televiz-

yonunda yaşanan trajikomik olay-

lar… Uğur Dündar’ın Sözcü gazete-

sindeki, medyamızın bugünkü acına-

sı durumunu gözler önüne seren ma-

kaleleri ve TBMM Darbeleri Araş-

tırma Komisyonu’nda yaptığı, genç

gazeteciler için adeta bir manifesto

özelliği taşıyan açıklamaları…

Dürüstlüğü, doğruluğu, halkın ger-

çekleri öğrenme hakkını savunmayı

yalnızca gazetecilik ilkeleri olarak

değil, bir yaşam biçimi olarak da be-

nimseyen Uğur Dündar ve Orhan

Baykal’ın birikimleri, medyamızın

nerelerden geçtiğini ve nerelere gel-

diğini açıkça ortaya koyuyor.

Demokrasiye Geçi�

Mahmut Golo�lu, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 512 s.

Goloğlu, “Demokrasiye Geçiş”e, De-

mokrat Parti’nin kuruluşuyla başlıyor.

Bu süreçte meclis içinde ve dışında ya-

şanan büyük tartışmaları, 1946 seçimle-

rinin gerçekleştiği siyasi atmosferi ve

sonrasını, Türkiye’nin değişen politika

dengelerini ele alıyor: Karşıt siyasi gö-

rüşlerin çatışmaları, parti içi hizipler,

yeni kurulan siyasi partiler, Avrupa

Kalkınma Projesi adı altında kabul etti-

rilen Marshall Planı, Atlantik Paktı tar-

tışmaları... Türk siyasi hayatında başla-

yan yeni bir dönemin öncesi ve sonrası-

nın belgeleriyle birlikte incelendiği

“Demokrasiye Geçiş”, Goloğlu’nun

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi külliyatı

için tamamlayabildiği son kitabıdır.

Page 19: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Uyan��

Mark Nepo, �nk�lâp Kitabevi,Çev: Mehmet Gürsel, 536 s.

Hayattan ne beklediğinizi bilmi-

yorsanız, bu kitaba bakmanız ye-

terli.

Şair ve öğretmen Mark Nepo,

bu kitabında gündelik yaşamdan

hikayeler anlatıp, basit gerçeklere

ve aslında insan için neyin önemli

olduğuyla ilgili küçük bilgiler ver-

mekle kalmıyor, bilge kişilerden

ilham almamızı da sağlıyor.

Her gün için, hayatta katılımcı

olmayı başararak istediğimiz ha-

yata sahip olmamıza yardım et-

mek amacıyla tasarlanmış sıradan

ama derin bilgece uygulamalar

öneriyor.

Kara Güne�

Nicholas Clarke, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: K�vanç Güney, 496 s.

“Kara Güneş”, Batı’da giderek daha

geniş kitleleri etkileyen ırkçı “Aryan”

fikirlerin ve neonazi hareketlerin ideo-

lojik ve siyasi perspektiflerini inceliyor.

Antisemitizmin, liberalizm ve etnik

azınlık düşmanlığının hangi dinamikler

üzerinden Aryan kültleriyle, paganizm

ve ezoterizmle, Antarktika’daki Nazi

UFO’ları inanışlarıyla ve Doğu dinle-

rinden gelen etkilerle harmanlandığını

araştırıyor.  Batı ezoterizmi ve Nazi

ideolojisi alanlarında uzman Prof.

Clarke’nın geçmişte yaşanan büyük fe-

laketin bir kez daha yaşanmaması

amacıyla kaleme aldığı bu çalışma, ya-

zarın “Nazizmin Gizli Kökenleri” kita-

bının da devamı niteliğini taşıyor.

Histeri

J.D. Nasio, Say Yay�nlar�,Çev: Pelin Ayd�n, 184 s.

Bir kişinin veya bir davranışın histerik

olduğunu söylediğimizde ne düşünü-

yoruz? Nasıl histerik oluyoruz veya bu

hastalıktan nasıl kurtuluyoruz? Histe-

rik kişinin cinsel hayatında çektiği acı

nedir? Erkek ve kız çocuğunda histeri

kendini nasıl belli ediyor? Erkek ve

kadın arasındaki ilişki histerik bir hal

almaya, yani gücün sevgi, nefret ve ar-

zuyu yönlendirdiği yöneten-yönetilen

arasındaki bir güç ilişkisine dönmeye

neden bu kadar elverişlidir? J.D. Na-

sio, histeri üzerine olan psikanalitik

yaklaşımı okuyucuya iletmek arzusuy-

la modern histeri hakkında sorulan

tüm bu sorulara bir psikanalist, bir psi-

kiyatr olarak cevap veriyor. 

Araname

Hulki Aktunç, Semra Aktunç,Yap� Kredi Yay�nlar�, 104 s.

Semra ve Hulki Aktunç’un Ara Gü-

ler’le dostluklarının bir ürünü “Ara-

Name”. Ev sohbetlerinde konuşulan-

lar, Ara Güler’in anlattığı anılar, Ak-

tunçlar’ın Ara Güler’e bakışları,

onun kişiliği ve sanatını yorumlayış-

ları kitabın ilk bölümünü oluşturu-

yor. İkinci bölümde Ara Güler’in çok

bilinen İstanbul fotoğrafları ve onla-

rın yanına Aktunçlar’ın iliştirdiği

mini kurmaca metinler var. Üçüncü

bölüm ise Ara’lı bir aile albümü...

“AraName”, nihayetinde anılar, de-

nemeler, öyküler barındıran bir söy-

leşili fotoğraf kitabı. Aktunçlar’ın ka-

lemiyle Ara Güler objektifinin bulu-

şup seviştiği şık ve coşkulu bir eser.

Semboller Nas�lOkunur?

Clare Gibson, Yap� EndüstriMerkezi Yay�nlar�,

Çev: Cem Alpan, 256 s.

Kitap, yeryüzünde eski çağlardan gü-

nümüze sanatta kullanılan sembolle-

rin zengin kavram dünyasını ayırt edip

anlamayı amaçlayan pratik bir giriş ki-

tabı. Farklı kültürlerin sembollerinin

anlamlarını, kökenlerini, anlatım ve

tasarım biçimlerini yaratıldıkları coğ-

rafyalara göre gruplandırarak belirli

temalar çerçevesinde inceliyor. Bu kü-

çük ve sevimli cep kitabı konuyla ilgili

akla gelebilecek her türlü soruya gör-

seller eşliğinde kısa ve öz cevaplar ve-

ren bir rehber. Kitap dünya üzerindeki

farklı kültürlerin tarih boyunca sanat

eserlerinde ve tasarım nesnelerinde

kullandıkları sembolleri keyifle “oku-

yarak” kavramamızı amaçlıyor.

ABD’nin AskeriMüdahaleleri

Haydar Çakmak, Kaynak Yay�nlar�, 576 s.

ABD Silahlı Kuvvetleri 1775’te kurul-muş, ilk yurtdışı ve ilk Atlantik ötesi

müdahalesini 1801’de Kuzey Afri-ka’da Berberi Savaşları’na katılarakyapmıştır. Bu tarihten günümüze ka-

dar dünyanın çeşitli bölgelerine ellininüzerinde askeri müdahalesi olmuştur.ABD’nin 1800’lerden bu yana dünyaçapında yürüttüğü askeri faaliyetlerive emperyalist müdahaleleri açığa çı-

karan incelemelerden oluşan bu kitap,on beş farklı üniversiteden otuz dörtakademisyen tarafından yaklaşık bir

buçuk yıl içerisinde hazırlanmıştır.Prof. Dr. Haydar Çakmak, tarafındanyayına hazırlanan bu kitapta uluslar-arası ilişkilerde ülkemizdeki literatüreksikliğini gidermiştir.

Hiçbir �ey EskimezMutluluk Kadar

Oscar Wilde, Alakarga Sanat Yay�nlar,

Çev: Burcu Yalç�nkaya, 80 s.Arkadaşlarımı görünüşlerine, tanı-

dıklarımı karakterlerine ve düşman-

larımı ise zekâlarına göre seçerim.

“Hayat, enfes anlardan oluşan

kısa ve tatsız bir dönemdir.”

“Etkileyici olan sadece iki çeşit

insan vardır: Her şeyi bilenler ve hiç-

bir şeyi bilmeyenler.”

“Uğruna yaşanan tek şey zevktir.

Hiçbir şey eskimez mutluluk kadar.”

Oscar Wilde’nin aforizmaların-

da onun zekâsının olgunlaşmasını

ve büyümesini görürüz. Wilde’nin

iğneli sözleri sadece edebi içeriği ve

ilettiği mesajlar için değil, zekâsının

daha iyi anlaşılmasını sağladığı için

de okunmalı.

Corto Maltese: Bir KezDaha O Kibar Korsanlar

Hugo Pratt, NTV Yay�nlar�,Çev: Alev Er, 40 s.

Bir kez daha o kibar korsanlar… “Biliyor musun çingenenin biribana ‘bir gün ölecek olursan çev-rendeki herkes seninle birlikte

ölecek’ demişti.”

Corto Maltese’in elinde bir si-

nek ası vardır; balina kemiğindenyapılmış ve Korsan Baraküda’nınKarayipler’deki kayıp bir adaya giz-lenmiş hazinesini bulmaya yaraya-cak dört astan biridir bu. Öteki

kartlardan biri sadık düşmanı Ras-putin’de, diğeri ise Baraküda’nıntorunu esrarengiz Bayan De Po-

incy’dedir. Corto’nun onlarla birlik-te hareket etmek ya da hazine avınıtek başına kazanmak arasında se-çim yapması gerekecektir.

Page 20: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

Spagetti sevenler buraya! Alessan-

dro, Emma, Gianpaolo, bir de dün-

yanın en kalın kaşlı köpeği Bayan

Cozzolino’dan oluşan Spagetti Çete-

si, bir yandan nefis

İtalyan lezzetleri-

nin tadını çıkarır-

ken, bir yandan da

müthiş gizemleri

çözüyorlar. Bayan

Hollandalı’nın bi-

sikletini kim çal-

dı? Suç mahallin-

de bulunan fatu-

ranın anlamı ney-

di? Ayrıca ne tür

bir hırsız, çaldığı

bisikleti geri geti-

rir ki?

C. Capria, M. Martucci,

Epsilon Yay�nlar�,Çev: Duygu Filiz,

141 s.

Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Spagetti Çetesi:Bisikletimi Kim Çald�? “Yılan ile Kertenkele”, çölde yaşayan

zıt karakterli iki sürüngenin araların-

da gelişen dostluğu anlatan kısa öy-

külerden oluşuyor. Kahramanları

hayvanlar olsa da bu öyküler klasik

fabllardan farklı olarak didaktizmden

çok uzak. Günümüz

çocuğuna seslenen

usta işi mizahı ve

zekice kurgusuyla

şaşırtıyor, gülümse-

tiyor, güldürüyor.

Gülmecenin teme-

lini ise iki karakte-

rin zıtlığı oluşturu-

yor. Fakat iki arka-

daş farklılıklarının

bilincine varıyor,

birbirini olduğu

gibi kabulleniyor.

Joy Cowley,Hayykitap,Çev: �iirselTa�, 96 s.

Y�lan ile KertenkeleFa Usta karısının ölümünden sonra

hayata küsmüş dünyanın en iyi ke-

man yapım ustası. Mifa, onun oğlu.

Lare, Solfasol Ülkesi’nin küçük

prensesi; keman çalmayı çok istiyor

ama geleneklere göre kız çocukları

keman çalamaz.

Refa ise onun

ağabeyi, çok iyi

keman çalması

gerekiyor ama

onun istediği tek

şey kurbağaları

incelemek. Tabii

bir de Solfasol

Ülkesi’ni çeke-

meyen komşu

ülke Remi-

do’nun kralı Kral

Remi var...

Fatih Erdo�an,MavibulutYay�nlar�,

180 s.

Fa Usta’n�n Kemanlar�Toparlak, ormandaki yaşıtlarına göre

oldukça yavaştır. Buna çok üzülen

Toparlak, evini terk edip başka bir

ormanda yaşamaya karar verir.  To-

parlak, üzgün bir şekilde ormandan-

dan ayrılmayı düşündüğü gece, Tır-

sak adında bir sin-

capla tanışır. Her

şeyden korkan ve bu

yüzden tıpkı Topar-

lak gibi arkadaşları-

nın alaylarına kat-

lanmak zorunda ka-

lan Tırsak da, orma-

nı terk etmeye ka-

rar vermiştir. 

Fakat bu iki kafa-

dar, öyle bir plan ya-

parlar ki hayatları

baştan aşağı değişir.

�ebnemGürsoy, FinalKültür Sanat

Yay�nlar�, 40 s.

Toparlak ile T�rsak

Yeşil sahalarda rüzgar gibi esen, reklam filmlerinde

boy gösteren, dünyanın en zengin futbolcuların-

dan biri olan Ronaldo’nun, yoksul çocukluğuna,

dinmeyen hırsına ve ilk aşkına dair neler biliyor-

sunuz?

Spor spikeri Uğur Önver, Çizmeli Kedi Ya-

yınları’ndan çıkan “Sokak Çocuğu Ronaldo”

isimli kitabında, Ronaldo’nun akrabalarından,

dostlarından ve medya kaynak-

larından topladığı bilgilerle, Ro-

naldo’nun pek bilinmeyen yön-

lerini anlatmış. En pahalı oto-

mobillere binen Ronaldo’nun

çocukken yaşadığı evde, annesi-

nin yer kaplıyor diye çamaşır

makinesini tavana astığını biliyor

muydunuz? Nasıl bir odada bü-

yüdüğünü hayal edebildiniz mi?

TOPU BIRAK D�YEN�RETMEN� P��MAN

FIFA Başkanı Sepp Blatter’in“futbolun Picasso’su” dediği Ro-naldo, topla 3 yaşında haşır neşirolmaya başlamış. Ne de olsa top,küçük bir erkek çocuğu için eğ-lenmenin en ucuz yolu. Hareketlili-ği yüzünden çoğu zaman öğret-menlerinden azar işitse de, bazılarıona destek olmayı tercih etmiş. Za-manında ona futbol oynayarak hayatını sürdü-remeyeceğini söyleyen öğretmeni şimdi pişmanolduğunu söylüyor. Öte yandan sözünü dinlete-mediği için de memnun. Ronaldo ise öğretmen-leri hakkında hep olumlu şeyler söylemeyi tercihediyor.

Küçük takımlarda oynadığı maçlarda bütün

ilgiyi üstünde toplamakta zorluk çekmeyen Ro-

naldo, kısa süre içinde yaşadığı şehirde tanınır ol-

muş. Ardından spor okulla-

rında aldığı eğitim, Sporting

Lizbon’da başlayan profes-

yonel kariyeri onu Manc-

hester United’a kadar taşı-

mış. Son olarak 2009’da çok

yüklü miktarlarla Real Mad-

rid’e transfer olan Ronaldo,

Messi ile birlikte dünyanın

en iyi ve dolayısıyla en paha-

lı oyuncuları arasından gös-

teriliyor.

FUTBOLU SANATA DÖNÜ�TÜREN GENÇ

Açıkçası futbola pek ilgi duymam, Ronal-

do hakkındaki bilgim de medyada çıkan abar-

tılı haberlerden ibaretti. Pahalı yaşayan bir genç

için yapılan haberlerin abartılı olması doğal ta-

bii. Bir de 2011’de kazandığı altın ayakkabıyı

satıp, elde ettiği geliri Filistinli çocuklara ba-

ğışlaması ve birkaç ay önce bir maçta İsrailli

futbolcu ile forma değiştirmeyi reddetmesi,

hakkında birçok dedikodu çıkmasına neden ol-

muştu. Futbol bilgimin sınırlı olmasından

ötürü de Ronaldo’nun neden iyi bir futbolcu

olduğuna dair pek bilgim yoktu. Futbolun Ro-

naldo’ya kattıkları karşısında Ronaldo’nun da

futbola kattıklarıymış Ronaldo’yu Ronaldo ya-

pan. Düzenli antrenmanlar, disiplin ve takım

bilincinin ötesinde Ronaldo, futbolu sanata

dönüştüren bir gençmiş. Yaşadığı kalp so-

runları, yoksulluk ve alkolik bir babaya rağmen.

Uğur Önver, daha önce de Messi ve Mesut

Özil’i anlatan kitaplar yazmıştı. Konusu ve iş-

lediği kişiler bakımından bu kitapları en çok

gençlerin okuyacağını düşünürsek, dili ve kur-

gusu çok başarılı. Dediğim gibi, futbola dair sa-

dece topun yuvarlak olduğunu bilerek başladım

kitaba ve sonuna ulaşabildim. Şimdi ben de bir

Ronaldosever olarak, küçük bir çocuğun haya-

ta karşı topla verdiği bu mücadeleyi severek oku-

yacağınıza inanıyorum.

İyi okumalar.

İREM HALIÇ[email protected]

En pahal�otomobillerebinenRonaldo’nunçocukkenya�ad���evde,annesinin yerkapl�yor diyeçama��rmakinesinitavanaast���n�biliyormuydunuz?Nas�l birodadabüyüdü�ünühayaledebildinizmi?

Futbolun Picasso’suFutbolun Picasso’suFutbolun Picasso’suFutbolun Picasso’suFutbolun Picasso’suFutbolun Picasso’suFutbolun Picasso’su

Sokak Çocuğu Ronaldo,

Uğur Önver, Çizmeli Kedi

Yayınları, 144 s.

17 MAYIS 2013 CUMA20

Page 21: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP

Başlıktaki cümleleri hiçbir ders kita-

bında gördünüz mü? Biraz düşünelim,

1990’lı yıllarda okula başlayanlar rastla-

mış olamaz, anımsamıyoruz. Peki önce-

kiler ya da sonrakiler? Cumhuriyet dev-

riminin ders kitaplarıyla büyüyebilmiş

olanlar belki bu soruyu saçma bulacak-

tır. Belki onlar da “Ali annene yardım

et!” cümlesine rastlamamıştır. Yine de

cumhuriyet kuşağının bize göre çok

daha başka kitaplarla büyüdüklerini an-

lamak için Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğ-

lu’nun Mart ayında Kaynak Yayınla-

rı’ndan çıkan “Ders Ki-

taplarında Toplumsal

Cinsiyet 1928-2013” adlı

çalışmasına bir bakmak

yeter. Çalışmanın 1928

yılından başlamasının,

araştırmaya Harf Dev-

rimi’nden sonra yazılan

kitapların dahil edilme-

siyle ilgili olduğunu da

eklemeden geçmeyelim.

�DEOLOJ�N�NAYNASI OLARAK DERSK�TAPLARI

İster edebiyat (kur-

maca) ister bilimsel ol-

sun her yapıt, kuşkusuz

yazarının değer yargıları-

nı taşır. Ders kitapları söz

konusu olunca, buna bir

de dönemlerindeki egemen siyasi ve

ekonomik anlayış eklenir. Tıpkı Cum-

huriyet devriminin ders kitapları,

1945’ten ve 2002’den sonraki kitaplarda

olduğu gibi… Örneğin, 1945’ten sonra-

ki ders kitaplarında “kadın”ın sadece

mutfakta resmedilmesi salt yazar ve çi-

zerin tercihi midir? Peki, 1937 basımı ki-

tapta (Alfabe, Devlet Basımevi) bir

manav çocuklara “Kârsız bol bol vere-

yim” derken, 1953’tekinde (Kolay Alfa-

be, Ülkü Basımevi) aynı satıcı çocukla-

ra “Yaşasın para! Yaşasın elma! Bol

para, bol bol elma” diyorsa; bu dönü-

şümde “Küçük Amerika” olma rüyasının

payı yok mudur?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni-

versitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üye-

lerinden Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu,

yukarıda sözünü ettiğimiz 85 yıllık süreci

içeren çalışmasında öncelikle kadın ve er-

keğin toplumsal kimliğinin çocuklara

nasıl öğretildiğini saptamayı hedefle-

miş. Bunun için kitaplardaki görsellere,

alıştırmalara, şiir, tekerleme ve öyküle-

re, hangi konunun hangi resimle kulla-

nıldığına bakmış. Ancak sonuçlara ba-

kınca, sadece kadın ve erkek kimliğini de-

ğil, o kimliği çizenlerin zihniyeti, eko-

nomik ve sosyal hedefleri hakkında da

birçok sonuca ulaşabilirsiniz. Böylece

Doç. Dr. Gümüşoğlu, Türkiye Cumhu-

riyeti milli eğitiminin

ülkemizdeki kritik kı-

rılma dönemlerinde bi-

limsellikten nasıl adım

adım uzaklaştığını, si-

yasi erkin kadın ve er-

keğe bakışının biz ve

çocuklarımızın bellek-

lerine nasıl ince ince iş-

lendiğini gözler önüne

seriyor.

OKULK�TAPLARI,ÇOCU�UNUZUN GELECE��N�RESMEDER

Doç. Dr. Firdevs Gü-

müşoğlu, çalışmasını 14

bölümde okura sunmuş.

Bu bölümlerde kadının

üretim, bilgi ve parayla

ilişkisi, ev/toplumsal ha-

yat içindeki yeri ve çocuklarla ilişkisinin

ders kitaplarında 1928’den 2013’e nasıl

değiştiği ayrıntılı örneklerle anlatıyor. İs-

terseniz, kitabın son yüz sayfasında yer

alan görseller sayesinde, kendiniz de

bu değişimi gözleyebilir ve kendi karşı-

laştırmalarınızı yapabilirsiniz.

AL� DENEY MASASINDA, AY�E ANNES�YLEMUTFAKTA

Örneğin 1945 sonrasında okutulan ki-

tapların deney resimlerinde hep erkek

çocukların resmedildiği dikkatinizi çek-

miş miydi? Peki Cumhuriyet dönemin-

deki kitaplarda, hakim ve avukat

olan kadınların fotoğraflarını

görseniz şaşırır mısınız? Bu-

günkü kitaplarda kadını genel-

de mutfakta “önlük”le gösteren

resimlere niye şaşırmıyorsunuz?

1937 basımı “Alfabe” kitabında

bir köylü çocuğunun annesine

“Ana bana at al!” demesi, bugün

dışarıdan bir şey alanın genelde

“baba” olarak gösterildiği ki-

taplardan daha mı garip?

Doç. Dr. Gümüşoğlu’nun

verdiği örneklerde; anne-baba

sevgisinin bile ders kitaplarında

nasıl farklı işlendiğini görebili-

yoruz. Hatta dönemlere göre,

görsellerdeki anne ve babaların

yüz ifadeleri bile bu kadar de-

ğişebilir mi? 1940’lara kadar,

ders kitaplarındaki anneler gü-

lüşleri, bakışları ve genel yüz ifa-

deleriyle daha içten ve samimi,

özgüveni olan, mutlu birer kadın

olarak resmedilmiş; babalar da

daha sevecen, çocuklarıyla oyun

oynarken dostça görünüyorlar.

1950 sonrasında ise, kitaplardaki

anneler yüzlerine yapıştırılmış gibi duran

mahzun gülümsemeleri, babalar da birer

maske gibi duran donuk yüzleri ile kar-

şımıza çıkıyor.

EBEVEYNLERE: OKULK�TAPLARI NEDEN ÖNEML�?

Peki tüm bu farkları görmek bize ne

katacak? Öyleyse bir okul kitaplarına ba-

kın bir de yaşadığınız gerçek hayata. Et-

rafınızda ütü yapan, mutfağa giren er-

kekler; tek başına hem evini geçindiren

hem çocuğunu büyütüp adam eden ka-

dınlar yok mu? Gerçek hayatla ders ki-

tapları arasındaki bu karşıtlığa rağmen,

bu kitaplar çocuklarımızı hayata ve da-

hası ülkesine iyi bir yurttaş olmaya nasıl

hazırlayacak? Ah, pardon! Çocukları-

mızın hala “cumhuriyet yurttaşı” yetiş-

tirmeye çalışan “milli eğitim”le büyü-

düğünü sanıyoruz…

Ö�RETMENLER �Ç�N DE ÖNEML�

Kaynak Yayınları, yıllar önce “Ke-

malist Eğitim Tarih Dersleri (1931-

1941)” adlı dizide, Cumhuriyet Devri-

mi’nin okullarda okutulan tarih kitap-

larını biz okurlara sunmuştu. Bu 4 cilt-

lik dizi, araştırmacılar kadar öğretmen-

ler için de önemli bir kaynak niteliğin-

dedir. Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun

bu çalışması da, Cumhuriyet Devri-

mi’nin nesnel ve bilimsel eğitim anlayı-

şı ile günümüzün batıl inançlara dayalı

ve cinsiyetçi eğitim anlayışının örnekle-

rini yan yana koyuyor. Böylece dün ile bu-

günü karşılaştırma fırsatı sunuyor. Eği-

tim fakültelerinde öğretim yöntemleri,

soru hazırlama, ölçme-değerlendirme

vd. pedagojik konuların yanı sıra ders ki-

taplarının nasıl olması gerektiğini de öğ-

renen öğretmenler bile bugünün kitap-

larında neleri gözden kaçırdıklarını fark

edebilirler. Ayrıca bu çalışma öğret-

menlerimize nesnel, bilimsel, çağdaş ve

milli eğitimin amacına uygun ders ki-

tapları hazırlamak için de ipuçları vere-

bilir. Zira yarın bu düzenle birlikte bo-

zuk eğitim sistemi de yıkılınca kolları sı-

vamaları gerekecek. Tıpkı Başöğretmen

Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi…

Ayşe topu at! Ali annene yardım et!

SEZA ÖZDEMİ[email protected]

Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet 1928-1995, Firdevs

Helvacıoğlu, Kaynak Yayınları, 312 s.

Okuma yazmay� böyle cümlelerle ö�rensek ne olur? Toplumsal cinsiyetimizin �ekillenmesindeders kitaplar�n�n rolü ne? Cumhuriyet devriminin ders kitab� ve bugünküler aras�ndaki fark

sadece müfredat m�? Doç. Dr. Firdevs Gümü�o�lu’nun ara�t�rmas�, bu sorulara yan�t veriyor

Page 22: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s

17 MAYIS 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Herhangi bir

sefer için merkez olarak seçilipona göre donat�lm�� olan yer

2. Cet - Üzme, s�k�nt� verme -Bulundu�u yerden yukar�yado�ru ç�kma, yükselme, yücelme

3. Manganez’in simgesi - Eski Çinfelsefesinde, evrenin birli�inisa�layan düzen ilkesi - Gelecek -�imdi, �u anda

4. Bal yapan böcek - Parça ya daezme et ya da sakatata çe�itli

harçlar kat�larak haz�rlanan bir�arküteri ürünü - Tatbiki, pratik,uygulamal�

5. “... Güler” (foto�rafç�) - �kihörgüçlü deve ile boz deveninmelezi olan tülü devenin erke�i

6. Al��kanl�k, al��ma - Eski bir M�s�rtanr�s� - Çok eski ve bilinmeyenbir tarihi anlatan bir söz - Su yolu,kanal

7. Fas’ta bir �rmak - Sevgili - Bir i�i,bir görevi yerine getirme - Zehirlibir örümcek türü

8. Enerji - Molibden’in simgesi9. Baban�n erkek karde�i - Hitit

döneminde K�z�l�rmak yöresinin ad�10. Tavlada “bir” say�s� - ��e yatk�n,

becerikli - Favori - Sahip, malik11. Beyaz - En k�sa zaman parças�,

lahza - �z, ni�an, belirti - Biryüzölçümü birimi

12. Burçlar ku�a�� - Baya��, s�radan -Milattan önce (k�sa)

13. Roma’n�n eski ad� - Osmanl�lar’dadeniz eri - Gece

14. Birbirinin ayn� olan, birbirini

tamamlayan iki �eyden her biri -Yunan mitolojisinde güzelli�iyleme�hur delikanl� - Plastik ya datahta ta�larla ve �stakalarlaoynanan bir oyun

15. Kiralanm�� yük hayvan� - Seri,çok çabuk olarak - Evropiyum’unsimgesi

YUKARIDAN A�A�IYA1. S�rça - Resimdeki yazr�n bir eseri -

�laç, merhem2. �talya’da bir yanarda� - Bir meyve

- �nsan ya da hayvan vücudunuderisiz, yaln�zca kas yap�s� görülürbiçimde betimleyen sanat yap�t�

3. Bir dilek �art eki - Habe� soylusu -Elma, armut kurusu - Bir geçmi�zaman eki

4. Genellikle uluslararas� karayoluta��mac�l���nda kullan�lan büyükkamyon - Hayvan yiyece�i -Kendine gelmek, ay�lmak

5. Satürn gezegeninin be�inci uydusu- Konya’da bir baraj - Eskidenya�mak yap�m�nda kullan�lan çokince yar�-saydam bez - Rusça’da“evet”

6. Yar� efsanevi Yunan masalc� -�çinde deniz kabu�u kal�nt�lar�olan kum - Antiseptik vedezenfektan özellikleri olan bir

element7. Ayak - Yünden dövülerek yap�lan

kaba ve kal�n kuma� - Arapça’da“ben”

8. Bunama, bunakl�k - Bir resmisuland�r�lm�� renklerle boyama yada gölgeleme biçimi

9. Otomobillerin çeki� ve h�z�n�ayarlamaya yarayan di�liler düzeni- Mercek

10. Hitit - Ard�ç a�ac�n�n meyvesi -“Allah kabul etsin!” anlam�nda birsözcük

11. Bir nota - “... Kaptan” (ressam) -Türk Standartlar� Enstitüsü (k�sa) -S�k gözlü bir bal�k a�� türü

12. Elekten geçirme - Japonya’dabuda rahibesi - Türk Mal� (k�sa) -Kiloamper (k�sa)

13. Kan p�ht�s� - Kimononun üstünetak�lan, biçimi ve boyutucinsiyete, ya�a, mevkiye vebölgeye göre de�i�en, birdü�ümle birle�tirilen geni� ipekku�ak - Daha uzak olan yer veya�ey, mavera

14. Arnavutluk’un plakas� -Rubidyum’un simgesi - Avuç içi -Herhangi bir toplulukta bireylerinher biri, aza

15. Resimdeki yazar�n bir eseri

Bildiğim ve yaptığım şeyler yüzünden SS’lerya da kara gömlekliler beni bir gün ellerine

geçirirlerse, işkence yaparlar. İşkence yapar-larsa konuşurum, çünkü acıdan korkarım ben.Konuşursam da arkadaşlarımı ölüme yollarım.Onun için yakaladıklarında bu neşterle boğazımıkeseceğim. Canım acımaz, bir saniyede şak diyekeserim. Böylece herkese kazığı atmış olurum

1 Maksimilyen Andreyeviç, doğal olarak, Ki-ev'in en akıllı kişilerinden biri sayılırdı.

Ama böyle bir telgraf, dünyadaki en aklıbaşında insanı bile şaşırtacak türdendi.

Biri başının kesildiğini telgrafla bildiriyorsa,başı tam kesilmemiş ve henüz yaşıyor demek-tir. İyi ama bu durumda bir cenaze nasıl sözkonusu olabilir? 

2 “Biliyorsun Eddie var olmayan bir şeyinarkasından koşuyor. Yaralı bir hayvan gibi, anlıyor musun ve

her seferinde biraz daha aşağıya düşüyor. Dünyanın ona dar geldiğine inanıyorum,

bütün sorunlarının buradan kaynaklandığınıdüşünüyorum...”

3

a)

b)

c)

d)

e)

Bir Yıl - Jean Echenoz

Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi - Umberto Eco

Kaplan! Kaplan! - William Blake

Fil - Elio Vittorini

Gölün Sırrı - Jenny Erpenbeck

a)

b)

c)

d)

e)

Usta ile Margarita - Mihail Bulgakov

Ağustosta Tatil - Cesare Pavese

Kötü Bir Şaka - Italo Svevo

Flush Bir Biyografi - Virginia Woolf

Yarının Tarihi - Stefan Zweig

a)

b)

c)

d)

e)

Düşünce Balonları - David Lodge

Metroland - Julian Barnes

Sinema Müdavimi - Walker Percy

Gilles ile Jeanne - Michel Tournier

Betty Blue - Philippe Djian

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(a) 3-(e)

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Page 23: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s
Page 24: AYDINLIKSAYI64KAPAK Layout 1 - Aydınlık · 2015-02-25 · kaçışı ve gençlik s. 11 s. 12-13 Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir s. 14 Trenler gelir geçer anılardan s