ben sultan abdÜlhamİd han - halil bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur...

27
BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN Halil Bezmen

Upload: others

Post on 12-Jan-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

BENSULTAN

ABDÜLHAMİD HAN

Halil Bezmen

Page 2: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

7

Dolmabahçe Sarayı…

1866…

Annem Tirimüjgan Sultan, on yaşına bastığımda öldü ama beni terk etmedi. Beynimin içinde yaşamaya devam etti ve benimle hep konuştu. Yüzü de gözümün önünden hiç git-medi. Çevremdeki bütün kadınlar hızla yaşlanırken, o hep son gördüğüm günkü gibi kaldı: Genç, güzel, taze ve şakacı…

Onun şakacılığı bana geçerken alaycılığa dönüşmüş ola-cak. Göstermiyorum ama için için insanlarla çok alay edi-yorum. Alaycılık, bir savunma yöntemiymiş. Korkanlar, alay ederek düşmanlarını aşağılar ve tehlikeleri oldukların-dan daha küçük görmeye çalışırlarmış. Ben korkak mıyım? Korkaklık ve cesaret nedir ki? Cesaret, korktuğumuz şeyleri yapmakmış. Doğru! Korkmadığımızı yapmak cesaret sayıl-maz, herhalde. Benim birçok korkum var ama dışarıya hiç

Page 3: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

8

göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu.

Annem benim bir gün padişah olacağımı söylüyordu ama galiba saymasını bilmiyordu çünkü doğduğumda saltanat sı-rasında dokuzuncuydum.

Annemin benimle ilgili büyük hayalleri vardı: Tahta çı-kınca, imparatorluğa yeni bir düzen getireceğime inanıyordu. Bu mümkün mü? Amcam Abdülaziz Han’ın çırpınışlarını seyrediyorum da... Bugünün Osmanlı padişahı düzenin de-ğil, kargaşanın çocuğudur. Süregelen karışıklığı durdurması beklenirken, onu arttıran kendisidir. Ben tahta çıkarsam, kar-gaşanın hem çocuğu hem de babası olacağım.

Şimdi yirmi beş yaşındayım. Amcam Abdülaziz Han Av-rupa seyahatine giderken ağabeyim Murat’la beni berabe-rinde götürüyor. O yokken, arkasından darbe yaparız korku-suyla veliahtlarını yanından ayırmadığı söyleniyor ama ben, sıramız gelince, padişahlık mesleğimizi iyi yapmamız için bizi eğitmek istediği fikrindeyim.

Sultan ile şehzadelerin arasını bozmak için ne çok çaba var! Galiba düşmanlıklar yaratıp, bundan yarar sağlamak gö-ründüğünden de daha geniş bir iş alanı. İftira kârlı olmalı. Öyle olmasaydı, satıcısı da alıcısı da bu kadar bol olur muydu? Sermaye koymadan para kazanma imkanı sağladığı için iftira çekici bulunuyor. İlginç!

Bu seyahatte lisan bilgim çok işe yarayacak. Ablam Fatma Sultan’a Fransızca dersi verilirken, ben de yanına gider, yarar-lanırdım. Vambéry adlı öğretmen tanıdığım en bilgili kişiydi. Ders süresinde ablam, edep gereği bir perdenin arkasında dururdu. Perde arkasında lisan öğretilebilir mi? Dünya delir-miş! Geleneklerimiz böyleymiş, kadının yüzü yabancıya gös-

Page 4: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

9

terilmezmiş! Sebebi belli değil; gelenek işte! Koskoca Fatma Sultan züğürt Macar Yahudisi öğretmenle mi kaçacak? Bu ne mantıksız bir korku?

Sordum çok kişiye danıştım. Kadınları korumak içinmiş, bütün bu anlamsız harem düzeni? Ablama sordum; kadınlar korunmak istemiyorlar ki dedi. Erkeklerden korkmuyor-lar ve aksine onları çekici buluyorlar. Bu korkunun kaynağı acaba nedir? İddia edilenin aksine, erkekleri korumak için mi kadınları hapsediyoruz? Binlerce yıldır süren bir korku var. Vambéry’ye; “Bu perde, hanginizi korumak için?” diye sorduğumda. “Erkekler kadından çekinir. Çiftleşme anında başarısız olmaktan çok korkarlar; her defasında, ilk kezmiş gibi yeniden endişelenirler. Kendine güven vermek için ha-rem gibi tuhaf önlemler alır erkekler” dedi. Bu doğru mu? Vambéry’nin tahmini! Gerçeği öğrenmek için milyarlarca in-sana sormak lazım. Bu konuda kimse doğruyu söylemez ki!

Ben kadınlardan korkmuyorum ama ben herkes deği-lim ki! Osmanlı şehzadesi olmak, daha en baştan büyük bir üstünlük tabii. Dikkat çekmeden halkın arasına da katılabi-liyoruz. Beyoğlu’na çıktığımda rahatsız edilmiyorum. Tan-zimat öncesinde Topkapı Sarayı’nın kapısından çıkmamız büyük törenler gerektiriyordu. Gelişiyoruz, anlamı kalmayan âdetlerden kurtulabiliyoruz.

Halkın bize nasıl baktığını öğrenmem mümkün değil ama nasıl görmediğini öğrenebildim: Eskisi gibi, Tanrı’nın yeryüzündeki bir uzantısı, gölgesi değiliz. Peki, neyiz? Bize hem hayranlık duyuyor hem küçümsüyor, hem seviyor hem kızıyor, hem beğeniyor hem kıskanıyor, hem çok akıllı hem çok saf buluyor. Aptal değil ama saf!

Halk padişaha hayalî görevler yüklüyor. Ondan neler bek-liyor, neler! Beklentilerini gerçekleştirmesi için hanedanın hiçbir vahşetten kaçınmamasını istiyor ama diğer taraftan

Page 5: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

10

bizi evcilleştirmeye çalışıyor. Annem de onlar gibi düşünü-yordu: ‘Osmanlı’yı yüceltmek uğruna bütün kuralları çiğne-yebilirsin ama ahlaklı, iyi kalpli ve mütevazı olmalısın’ derdi. Hem insani kuralları yok sayacaksın, hem de ahlaklı ve iyi kalpli davranacaksın. Bu mümkün değil, tabii. Mütevazı ola-bilirim çünkü alçakgönüllü davranmayı seviyorum.

Birbiriyle çelişen hedeflerle karşı karşıyayım. Bir gün pa-dişah olursam, ahlaklı ve iyi kalpli davranarak sevilmeye ve saygı görmeye mi öncelik vereceğim yoksa sadece ülkemi yüceltmeye mi odaklanacağım? Bence ikisi bir arada olmaz. Neyse ki acelem yok, Sultan Abdülaziz’in daha uzun yıllar yaşayacağı belli. Ağabeyim Murat için aynı şeyi söylemem mümkün değil: Çok içiyor.

Zaten ahlak konusu da berrak değil. Annemin en çok ta-kıldığı konu, padişahın sadece birkaç kez iltifat edip, sonra unuttuğu cariyelerin sarayın üst seviye memurlarıyla evlen-dirilmesiydi. “Yatağına aldığı kadını satmış oluyor. Hizmetin-den memnun kaldığı memura bir terfi veya bir ikramiye vere-ceğine, kadınını başka bir erkeğe ikram ediyor. Satmış oluyor. Kadınını satana pezevenk adı verilir” derdi ve bu âdetten vaz-geçilmesi gerektiğini ısrarla tekrarlardı.

Bu gelenekten, kendisinden başka kimsenin şikayet et-mediğini anneme hatırlatmak için “Alan da veren de mem-nun. Hele cariye haremin bir köşesinde çürüyüp gideceğine, başmabeyincinin üçüncü karısı olarak her ay Kapalıçarşı’ya alışverişe gidebilmekten çok mutlu!” dediğimde; “Sorun da zaten; bu genel memnuniyet!” derdi.

Ona göre Osmanlı’nın çıkmazı ordunun değil, kadının güçlendirilmesindeydi. Bu iddiayı ilk duyduğumda şaka yap-tığını sandım. Devamlı savaş halinde olmamıza ve kan oluk oluk akmasına rağmen bir yere varılamıyordu da imparator-luğun kaderini ordumuz değil de kadınlara verilen değer mi

Page 6: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

11

değiştirecekti? Ne var ki benim gibi küçük bir çocuğa bunu birkaç kez söylemiş olması çok ciddi olduğunu gösterir. İyi de ben bu yaşa geldikten sonra bile hâlâ ne demek istediğini anlamıyorum ki… Herkes memnunsa neyi düzelteceğiz?

Anlamadığım o kadar şey var ki! Özellikle kadınların mantık yapısını çözebilmeyi çok isterdim. Bakış açıları biz-den farklı: Sanki bizden saklanan bazı şeyleri onlar görebili-yorlar. Böyle bir güçleri gerçekten var mı? Onlar bu üstünlük-lerinden eminler. Kadınlar tuhaf insanlar. Bulgaristanlı bir cariyem var; onların köyünde, kadınlar yeni doğan çocukla-rın başında toplanıp ağlıyorlarmış. “Vah! Vah! Vah!” diye ağıt yakıyorlarmış. Erkekler ise her doğumda bayram ediyormuş. Kadınlar mı uzaktaki doğruyu görüyor acaba? Annem ha-yatta olsaydı, sorardım şimdi.

Her şeyin kötüye gittiği, beynimin çaresizlik içinde çırpın-dığı bir andı. Annemin öldüğü gün dayanılmaz bir haykırma arzusuyla çılgına döndüm. En yaman cellatların ve en kanlı katillerin bile duyamayacakları acıyı çektim. Böyle büyük fe-laketlerden sonra kurtarıcıların, hatta peygamberlerin ortaya çıkıp yükseldikleri söyleniyor. Ben ise acıyla küçüldüm, ser-semledim ve şaşkınlık içinde yararsız ve boğucu bir karan-lığa gömüldüm. Birkaç gün sonra ışık geldi ve kendimi tekrar hafiflemiş hissettim. Rahatlığımın sebebini hemen anladım: Ölüm korkusundan kurtulmuştum. Artık her an ölmeye ha-zırdım çünkü sevgili anneme kavuşacaktım. Ölmekten çekin-meyenler cesur kabul ediliyor. Ne hoş!

Bu seyahatte yolumuz önce Paris’e ve oradan da Londra ve Viyana’ya gidecek. Meraktan titriyorum ama Avrupalı-lar benden de heyecanlı çünkü ilk kez ordularının başında gelmeyen bir Osmanlı padişahı görecekler. Bu seyahati çok önemsiyorum. Zaten oralarda öğreneceklerimi not almak

Page 7: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

12

için böyle yazmaya başladım. Yoksa genç kızlar gibi hatıra defteri tutacak değildim.

Osmanlı İmparatoru üç imparatora misafir olacak: Fransa’da III. Napolyon, İngiltere’de İmparatoriçe Victoria ve Avusturya’da Franz Joseph. Bir tek Rus İmparatoru Çar II. Alexander eksik kalıyor ama o düşman sayılıyor. En güçlüleri Victoria: Bir kadın!

Ben karım Nazik-Eda’yı köle pazarından aldım. Yeni evli sayılırız ama şimdiden sıkılıyorum. Aslında iyi bir insan. Ta-bii iyi olmayacak da ne olacak? Seçeneği mi var? Avrupa’da yaşasaydım sıkılınca ne yapacaktım? Bizim düzenimizde hiç olmazsa birkaç yılda bir yenisini alabileceğim. Yeni-siyle daha mı az canım sıkılacak, o da belli değil ya. Babam Abdülmecid’in kaç karısı var diye anneme sormuştum, “Ka-nunen dört Kadın Efendi olabilir ama İkballerinin ve Gözde-lerinin sayısı bilinemeyecek kadar büyük’ dedi. Kendi koca-sından bahsediyordu ve gülüyordu.

Sıkıldıkça değiştireceğim ama yenisi farklı olmayacak ki. Sadece daha genç olacak, o kadar. Hayatımın sonuna kadar sıkılmaya mahkum olduğumu biliyorum. Ne yapsın bu za-vallı kadınlar; hiç erkek görmediler ki. Aslında başka kadın da tanımıyorlar. Çevrelerindeki yüz cariyenin de bir katkısı yok çünkü onlar da çocukluklarından beri hiç dışarıya çık-mamışlar. Bütün bu harem kadınları, sayıları iki de olsa yirmi de olsa, birbirleriyle mücadele etmekten başka bir şey bilmi-yorlar: Hayatları kıskançlık üzerine kurulu olduğu için bana verecekleri bir şeyleri olmuyor.

Tek kadınla evlenmelerine rağmen, Avrupa’da da kadın bir ticaret metası. Hükümdarlar, çeyizi yüklü olan prenses-lerle evleniyorlar ve koca koca toprakları bu yoldan ele geçi-riyorlar. Bizim binlerce şehit vererek ve vergilerle halkımızı inleterek fethettiğimiz toprağı onlar yatak odalarında elde

Page 8: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

13

ediyorlar. Yıldırım Beyazıt’a kadar bizim gazi padişahlar da öyle yapmışlar. Sonra niye vazgeçmişler, bir türlü tatminkar bir açıklama elde edemiyorum. Hangi yol daha akıllıca, bi-lemiyorum. Zaten bilsem, düzenimizi değiştirmek ister miy-dim? Sanmıyorum.

Babamı hiç sevmedim çünkü onun da beni sevmediğini açıkça gördüm. Evet açıkça! Annem öldüğünde, beni çocuğu olmayan Perestû Sultan’a emanet etti. Müşfik bir kadındı. Bir gün babamın benim hakkımda bilgi aldığını duydum. Küçük-ken hep kapı arkasında konuşulanları dinlerdim. Perestû beni hem sevdiğini hem de beğendiğini belirtmek için “Bu çocuk ağırbaşlı ve ciddi. Bu iyi. Utangaç ve ürkek. Bu tarafı ise eğer bir gün padişah olacaksa pek yararlı değil. Konuşmuyor ama dikkatle dinliyor, yani ketum. Bu tarafını da beğeniyorum. En dikkat edilecek yönü hayalperestliği. Çok yaratıcı bir beyni olduğunu tahmin ediyorum. Diğer kardeşleriyle birlikte oyun oynamıyor. Sebebini sorduğumda, ağabeyi Murat’ın dışında hiçbirinin kendisini anlamadığını iddia ediyor. Küçük yaşına rağmen çocuk oyunlarından hoşlanmıyor ama Fatma Sultan ile Vambéry’nin Fransızca derslerini hiç kaçırmıyor, efendim” diye bilgi verdi.

Üvey annem doğru görmüştü: Her zaman yaşadığım yıl-lardan daha yaşlıymışım gibi davrandım.

Babam “Kendi derslerini hiç ama hiç çalışmıyormuş. Ya-zısı eğri büğrüymüş, Arapça’yı öğrenmiyormuş ve tarih der-sinde sıkılıyormuş. Bunlar doğru mu?’

“Evet, hünkarım, bir tek matematik dersine ilgi gösteriyor.”

Babam “Uzak tutulduğundan şikayet ediyor ama o, kim-seyi sevmiyor ki onu sevsinler” deyince, Perestû, “Siz bütün çocuklarınızı şımartıyorsunuz ama Abdülhamid’e mesafeli

Page 9: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

14

davranıyorsunuz. Bunu saraydaki herkes görüyor ve dediko-ducu şehrimiz bayıla bayıla konuşuyor” diye beni korudu.

Babam bir kahkaha attı ve “Kapı arkalarında dinleyen sinsi bir çocuğu kim sever?” dedi.

Sultan Abdülmecid iyi bir padişah mıydı? Tarih karar ve-recek derler ama bu basmakalıp laf yanlıştır çünkü tarihi ya-zanlar da insandır ve olayları kendi inançlarına göre yorum-larlar, tarafsız olamazlar. Benim görüşüme gelince, Sultan Abdülmecid sebeple sonucu ayırt edemeyecek kadar mantık yapısı zayıf bir insandı: Benim için “O kimseyi sevmiyor ki onu sevsinler” dedi. Ona göre, ben kapı arkalarında konuşu-lanları dinlediğim için sevilmiyordum. Oysa sevilmediğimi bildiğim için, kendimi korumak için gözümü açıyordum ve kulak kabartıyordum. Küçücük bir çocuğun, annesini kay-betmesinin ve sonra hem babası hem de padişah tarafından sevilmediğini fark etmesinin nasıl bir korku yaratacağı açık-tır. Babam tarafından sevilmemem sebep, kapı arkasında din-lemek sonuçtur ve bu iki olayın sebep ve sonucuna yer değiş-tirtecek kadar mantık fakiri babam iyi bir padişah olamaz.

Derslere gelince, esnemekten çene kemiklerimin yerin-den oynayacağından endişeliyim. Saray Vakanüvisi Lütfü Efendi’nin öğrettiklerinin çoğu medrese bilgileri. Öbür dün-yada bana çok yararlı olacakları kesin. Ne var ki padişah olur-sam kullanabileceğim bir tek matematik var. Bence, bilinçli olarak ders konuları böyle seçiliyor ki şehzadeler dünyadan uzak yaşayıp tahttaki için tehdit oluşturmasınlar. Yaşadığı-mız dünyaya ne kadar yabancı yetiştirildiğimizden bir örnek vereyim: Sekiz yaşımdayken bir gün babamın yanına girdim ve huzurda ünlü İngiliz Büyükelçisi Stratford Canning vardı. Beni havaya kaldırdı ve öptü. İlk kez bir Hıristiyan’la bu ka-dar yakın temasta bulunuyordum. Öyle dehşete düşmüştüm ki babam korkmamam gerektiğini bana anlatmakta çok zor-

Page 10: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

15

luk çekmişti. Tanzimat’tan on bir yıl sonra ve sekiz yaşına gel-miş bir şehzade, hâlâ bir Hıristiyan ile şeytanı aynı sanıyorsa, böyle bir yanılgı ancak bilinçli olarak cehalet içinde yetiştiril-mişse mümkündür.

Avrupa’yı çok merak ediyorum: Yüzyıllar boyunca bize haraç verirken, şimdi nasıl borç verir hale geldiler? Kırım Savaşı’nda ilk kez borçlandık, sonra daha büyüğünü alarak onu ödedik. Böyle giderse, bu ikincinin ödeme günü geldi-ğinde çok büyük bir borç almamız gerekecek. Para işlerinde özel danışmanım Agop Efendi’ye bunların nasıl ödeneceğini sorduğumda “Her borç sonunda ödenir: Paran bitince ka-nınla; o da tükenince şerefinle...” dedi. Korkunç! Bu işleri on-dan öğreniyorum ama borçtan da çok korkuyorum.

İngilizlerden ve Fransızlardan aldığımız kredilerin bir kısmını babam Dolmabahçe, amcam da Çırağan saraylarını yaptırarak ve şehzadelerle sultanlara bol harçlık vererek har-cadılar. Yaşıtım olan Refia Sultan’ın savurganlığı babamı bile rahatsız etti. Ben ise küçük çiftliğimde, bir kahya gibi işlerin başında durarak sütten, etten, posttan, sebzeden para kaza-nıyorum ve Agop Efendi’ye borsada işlettirerek kârıma kâr katıyorum. Hanedanda bana Pinti Hamid ismini taktılar ama umrumda değil.

Borç almak ayıp değilmiş ama gününde geri ödeyebilmek için gelir getiren alanlara koymak şartmış. Buna yatırım yap-mak diyorlar. Saraylar gelir değil, masraf doğurur. Çığ gibi, faizi faiziyle büyüyen borçtan korkuyorum. Şehzadelere hoca olarak Lütfü Efendi’nin yerine Agop Efendi’yi tutsalardı, her şey çok farklı olurdu.

Yatırım yapmak çok zevkli. Yer altından kurşun karbo-natını çıkarıyorum ve bir üstübeç fırını işlettirerek kumaş boyacılığında kullanılan üstübeç beyazını Venedik’ten ithal edilenden daha ucuza piyasaya verebiliyorum. Rakibi yen-

Page 11: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

16

mek büyük bir zevk. Hele ki gavursa, o zaman zevkten de öte: Şehvet!

Bir de yenilmek var: O zaman da işkence! Dört yıl önce, amcamla Mısır’a gitmiştim ve Kahire ile İskenderiye ara-sında demiryoluyla seyahat etmiştik. İlk kez trene biniyor-dum. Bizim İzmir-Aydın hattımız henüz tamamlanmamıştı. Utandım mı öfkelendim mi hatırlamıyorum. Yüzyıllar bo-yunca Osmanlı’nın hizmetindeki Mısır, bizden önce tren sahibi olabiliyordu. Ordusu da bize kızıp Kütahya’ya kadar gelmemiş miydi? İngilizleri yardıma çağırmasaydık, durma-yıp İstanbul’a mı gireceklerdi? Kahire’deki kocaman dokuma fabrikalarını da kıskandım ama Mısır’da beni en çok şaşırtan müze oldu. Demiryolu yapmayı, fabrika kurmayı veya or-duyu güçlendirmeyi herkes akıl eder ama bir müze kurmayı?

Müze sahibi olanların ordusu, müzesi olmayanlarınkini yenebiliyor demek. Yanlış sonuç mu çıkarıyorum? Artık or-dular değil, müzeler mi savaşıyordu? Bunu kimseyle konuşa-mam ama Avrupa seyahatimde, bizi yenmelerinin sebebini biraz da böyle görünmeyen noktalarda arayacağım. Müze ba-şarının sebebi midir, sonucu mudur?

Page 12: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

17

Avrupa Yolculuğu…

1867…

Bu hatıralarımı yazma işi çok hoşuma gitti. Aptallarla ko-nuşacağıma kendimle konuşuyorum.

Görünürde Paris Evrensel Sergisi’ne son bilimsel gelişme-leri ve dünyayı değiştirecek olan teknik icatları incelemeye gidiyoruz. Asıl gayemiz, Ruslarla bir olup Hıristiyanların ağırlıkta olduğu Sırp, Bulgar, Karadağ, Arnavut, Makedon ve Girit milliyetçilerini bağımsız devletler kurmaya teşvik eden Fransa’yı yumuşatmak. Artık savaşarak değil, diplomasiyle sı-nırlarımızı koruma dönemindeyiz.

Darbe yapar korkusuyla bizi İstanbul’da bırakmadıklarını çok duyuyorum. Özellikle beni ‘fazla hırslı’ buluyorlarmış. Hem Asya’yı hem de Avrupa’yı tanıyan Vambéry, bütün sa-rayların entrikayla işlediğini söyledi. İyi! Bizim milletin di-ğerlerinden daha kötü olmadığına sevindim.

Page 13: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

18

İmparator III. Napolyon’un davetlisiyiz. İyi bir tüccar ol-duğundan bizi karşılamak için hiçbir masraftan kaçınmıyor: Paris’e gelen ziyaretçilerin çoğunun sergiyi değil, bizi seyret-meye geleceğini biliyor. Tarihte ilk kez kafirin önüne çıkan padişah, Doğu’nun sihirli hayatından gelen esrarlı kişi olarak görülüyor! Rengarenk maiyetindeki tuhaf kişilerle, hayallerde binbir gece masallarını çağrıştırıyor.

Bütün seyahat boyunca tek tatsızlık, biraz Fransızca bildi-ğim için sokakta gezerken bizim hakkımızda söylenenleri an-lamamdan kaynaklanıyordu. Padişahı babam sanıp benden bahsederken “Celladın oğlu!” diyorlardı. Yunan bağımsızlık savaşında, biz Hıristiyanları katletmişiz! Takıntılı, önyargılı insanlar! Kim kimi katletti? Müslüman halk Yunanistan’da azınlıktaydı. Canını kurtarmak isteyen yüz binlerce Müslü-man Yunanistan’daki varını yoğunu bırakıp Anadolu’ya sı-ğındı. Yarısı yollarda öldü. Hesap da bilmiyorlar: Çoğunluk azınlık tarafından katledilebilir mi? Haksızlığa isyan ediyo-rum ama yapacak bir şey yok: Bu iftira yüz yılda bile düzel-meyecek kadar derine işlemiş.

Paris’te Elysée Sarayı’nda; Londra’da Buckingham Palace’ta kaldık. Kraliçe Victoria da bizi çok iyi ağırladı. Prusya’da I. Wilhelm de onlardan aşağı kalmadı ama Avusturya-Macaris-tan İmparatoru Franz-Joseph’in hepsinden ileri giderek am-camı ‘bir kardeş gibi’ ağırlaması hepimizi duygulandırdı.

Gerek sergide, gerekse dikkatle incelediğim başkentlerde bizde henüz olmayan çok şey gördüm. Bütün bu yeniliklerin hepsi insanların günlük yaşantısını kolaylaştırmak için ge-liştirilmiş. Uygarlık buymuş: İnsanlara daha rahat bir hayat sağlamak!

Askerî gösteriler beni etkiledi tabii. İngilizlerin donanması nefes kesici. Zenginlikleri göz kamaştırıcı: Ülkelerini ören ve ‘adeta havadan gidiyormuş gibi hızlı’ olan trenler bunun ka-

Page 14: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

19

nıtı. Bu kadar parayı demiryollarına yatırmalarının sebebini öğrendim: Hareket kolaylığı sağlayarak ticareti kalkındırıyor ve böylece çok vergi toplayabiliyorlarmış. Trenler sayesinde yoktan zenginlik yaratılıyormuş. İngiliz akıllı: Altını aramak için İspanyollar gibi okyanusları geçip Amerika’ya gitmeye çalışmamış, “Altın ayağımın altında” demiş ve demiryollarını döşeyince, kendi toprağı altın oluvermiş.

Bunu anlamak kolay ama saray gibi opera binaları yap-manın mantığını kavramak daha zor. Müzik ve tiyatro, büyük halk kitleleri tarafında neden bu kadar isteniyor? Bizde halka sorulsa, cami yapılması onları memnun eder. Mutluluğu ne kadar farklı yerlerde arıyoruz?

Fransa ile Prusya’nın yakında savaşacakları belli; ikisi de delice bir hazırlık içindeler. Prusya’nın kazanacağına dair ağabeyimle yüz lirasına iddiaya tutuştum. Bazen kendime şaşıyorum: Yüz lira kazandım diye, Alman’ın zaferine sevine-cek miyim ki? Birbirlerini yesinler! İnşallah Alman, sonra da Fransa’nın yakın dostu Rusya’nın üstüne yürür.

Bir gün padişah olursam, var gücümle gavurların birbi-riyle savaşmasına çalışacağım. Başka çare yok. İmparatorlar arasında en zayıf olanı Osmanlı. Karnı acıkan önce bizden bir lokma koparmaya çalışıyor. Kurda “Niye masum karacaya saldırıyorsun?” diye kızıyor muyuz?

Dönüşte amcam bu seyahatten ne ders çıkardığımı sordu.

“Bilimsel gelişmeler ve yeni icatlar ile bizim yüz yıl önü-müzdeler, arayı kapamak için acele işe koyulmamız lazım” dedim.

“Hangi işe?” diye sordu.

“Para kazanma işine, efendim.”

“Para kazanmak bir iş değil, hedeftir.”

Page 15: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

20

“Doğru söylediniz, hünkarım. İngiltere bize buharla ça-lışan gemi satıyor. Biz de karşılığında ona topraktan çıkan şeyler veriyoruz. Köylümüzü destekleyeceğiz ve toprağın ve-rimini arttıracağız.”

“Daha çok maden, buğday ve hayvan mı üreteceğiz?”

“Başka yoldan para kazanmasını bilmiyoruz ki. Bütün sermayemiz bu, hünkarım.”

“Sonra?”

“Burada gösteriş yapıyoruz. Arkamızın da altımızın da boş olduğunu çok iyi biliyorlar. Debdebe, şatafat, saltanat de-diğimizin hepsi kuru kalabalık, iş bilen yok, efendim. Bugü-nün mesleklerinden de bizde mevcut değil. Örneğin, bahçı-van var ama ziraat mühendisi yok! Topraktan kazandığımız birkaç kuruşla okullar açacağız ve önce ziraat mühendisleri yetiştireceğiz. Sonra başka mühendislerle biz de sanayiler ku-rup onlara yetişeceğiz, efendim.”

Amcam, yüzündeki ifadeyi görmemem için sırtını dönüp odadan çıktı. Aklından ne geçtiğini biliyorum “Yiğit savaş-çılar milletiyken, kendini bile doyuramayan bir köylü toplu-luğu olduk” diye düşünmüş olmalı. Keşke yüzüme bakarak bunu söyleseydi: Gözlerinde yenilmeyi kabul etmeyen savaş-çının öfkesi mi yoksa umutsuzluk mu var, merak ediyorum.

Bu konuşmamızdan sonraki günlerde onu dikkatle iz-ledim. Sultan Abdülaziz her zamandan daha cesur kararlar alıyordu. Yasaları ve nizamnameleri çıkaracak bir Şura-yı Devlet’in işe başlamasını emretti. Fransız-Osmanlı bir ortak yatırımı olacakmış: Galatasaray Lisesi’nin kuruluş hazırlık-larını başlattı. Fransa’daki eğitim düzeninden esinlenen yep-yeni ve eksiksiz bir maarif kurumu oluşturuldu. Askerlik bir düzene sokuldu ve dört yıl zorunlu hizmet veren yedi yüz bin askeri içeren bir ordu kuruldu.

Page 16: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

21

İçeride bu emirleri yağdırırken, dışarıda da etkisini art-tırmak için seyahatten döndükten kısa bir süre sonra, ünlü Rusya Büyükelçisi İgnatieff ’in elini sıktı, hem de ayağa kal-karak bunu yaptı. Sonra da oturmasını rica etti. Allah’ın yer-yüzündeki gölgesi olan Osmanlı padişahı bunları yaptı. Esas büyük devrim buydu! Aslında 1839’da ilan edilmiş olan Tan-zimat Fermanı’nın hedefi olan Batılılaşma o gün başladı.

Trende hep pencere kenarında oturup memleketleri ve özellikle de insanların yaşantısını inceledim. Paris, Londra, Berlin ve Viyana’da ağabeyimle birlikte sokakları gezdik. En büyük fark, bizde sadece erkek olması ve onlarda ise kadın-ların daha çok görülmesi. Sokakları rengarenk bir neşeyle dolduruyorlar. Erkekler işte oldukları için sokakta pek görül-müyorlar. Operaya gittiğimizde de kadın sanatçı ve seyirci, erkeklerle eşit sayıdaydı. Kadının çirkini bile güzel!

Ağabeyim her gece çıktı. İçkiye fazla düşkün! Nedir aile-mizin şaraba karşı olan bu zaafı? Kraliçe Victoria ona çok ya-kınlık gösterdi; mutlaka bir hesabı vardır. Ağabeyimi kıskanı-yor muyum, diye bilmek isterdim. İçime dönüp baktığımda, onu karşı kötü bir duygu veya düşünce beslemediğimi görü-yorum. Bu iyi! Beni kıskandırarak ağabeyimle aramı açmak mı istedi, Victoria? Siyasette çok kullanılan yöntemlerden biri fesat karıştırmaktır. İstanbul’da her gün rastlıyorum. Benim gibi bir Ortadoğulu, İngilizlerden entrika dersi almaz.

Kırk günlük seyahatimde, hayatımda gördüğüm kadın sayısının yüz mislisine baktım ve inceledim. Zaten incelen-meyi teşvik eden bir giyim ve hareket tarzları var. Avrupalı kadınların vücut yapısı da farklı. Daha uzun boylular. Bizim kadınların kalçaları geniş ve omuzları dar. Ben bizimkileri daha çok beğeniyorum. Belki göz alıştığını arıyordur. Gözün işi belli olur mu? Bazen de aksine yenilik istiyor. Onlarda kızıl saçlı çok. Nedense kırmızı saçlar bende şeytanı çağrıştırıyor.

Page 17: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

22

Belki cehennemin alevleri yüzündendir. Kabul etmeliyim ki onların uzun bacaklı kadınları göze daha hoş görünüyorlar ama beni ürkütüyorlar; serbest tavırları da şaşırtıyor. Bizim küçük kadınlarımızla daha rahat ediyorum.

Daha rahat ediyorum ama sohbetleri beni çabuk sıkıyor.

Page 18: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

23

1869…

Kimseyle konuşamayacaklarımı da kağıda dökebiliyo-rum. Öfkemi de! Bana yararı var; yazmaya devam edeceğim.

Fransa İmparatoru III. Napolyon’un eşi Eugénie, Süveyş Kanalı’nın açılış törenine davetliydi. L’Aigle adlı yatıyla kanalı ilk geçen olacaktı. Mısır’a giderken İstanbul’a uğradı.

Beylerbeyi Sarayı’nda kaldı ve bir akşam Sultan Abdüla-ziz onu ziyarete gitti. Sonraki günlerde İstanbul şehri alevli bir dedikoduyla çalkalandı. Padişahın imparatoriçeyle bir aşk gecesi yaşadığı herkesin ağzındaydı:

“Üç dört saat baş başa kaldılar.”

“İmparatoriçenin kaldığı ikinci kata bir dış merdivenle ulaşılabiliyor olması bir rastlantı değil, bilinçli bir mimari ay-rıntıydı.”

Page 19: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

24

“Armağan edilen değerli taşlarla bezenmiş olan kumaş ge-celik yapmak için özel olarak dokunmuştu.”

“Kadın, iki yıl önce Paris Sergisi’nde başlayan aşka daya-namadığı için gelmişti.”

Anlatılan en güzel hikaye de padişahın annesi Pertevni-yal Valide Sultan, haremi ziyarete gelen Eugénie’ye; “Kadın, senin kocan yok mu? Memleketine gitsene!” diye bağırmış.

Böyle bir masala nasıl inandı herkes? Saltanat kayığıyla ve bütün maiyetiyle gelen padişah, içi Fransız devletinin ileri gelenleriyle dolu bir sarayda nasıl arka merdivenden gizlice girip hızlı bir aşk macerası yaşayabilirdi? Hem de hiç Fran-sızca bilmeden? Valide sultan ile bir imparatoriçe arasında, mahalle karıları seviyesinde bir atışma geçmiş olabilir miydi?

Gerçeklerden bu kadar uzak olan bir dedikodu nasıl gün-lerce ayakta durabiliyordu? Bir yalanın inanılır olması için mutlaka birazının doğru olması gerekir. Tabii, hangi bölümü-nün doğru ve hangi kısmın yanlış olduğunu bilemeyiz. Dedi-koduları iç gıcıklayıcı yapan da bu belirsizlik olmalı.

Bir tek itiraz eden duymadım; bütün şehir heyecanla ko-nuşuyordu. Ayıp değil miydi? Gıybet adını verdiğimiz, insan-ların arkasından kötü konuşmanın büyük günahlar arasında olduğunu herkes mi unutmuştu?

Gerçek payı sıfır olan bu masala inanmak milli gururu okşuyordu. Yoksa erkeklik gururunu mu? Peki, kadınlık gu-ruru diye bir şey yok muydu? Demek yoktu. İftihar edilen olay, zinaydı. Hani zina günahtı?

Bir kadının kocasının denetimi dışında yaşama hakkına sahip olması mı herkesi sarsmıştı? Kocası ona güvenmişti. Öyleyse, bizim haremlerimizdeki bütün kadınlara kocaları

Page 20: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

25

güvenmiyordu. Serbest bırakılırsa, ahlaksızlık yapacaklarına inanıyorduk.

Evet, ben ne karıma, ne de kız kardeşlerime güveniyorum.

Fransa imparatoru karısını yüz erkekle dolu bir gemide yalnız bırakıyordu. Karısına güveniyordu. Güvenerek bizimle alay etmişti. İstanbul kadınları ve erkekleri bu hakaretin al-tından kalkabilmek için imparatoriçeyi orospu, kocasını da pezevenk durumuna sokuyordu.

Aslında esas rezalet, bütün dünya tarafından gerçeğin bilinmesine rağmen susulmasındaydı. Kadın Fransız siyase-tinin bir parçası olarak Mısır’a giderken, yolunu uzatıp bize uğramıştı. Süveyş Kanalı’nı Fransızlar kazmıştı. Bu girişim için gerekli sermaye o kadar büyüktü ki devletin gücünü kat be kat aştığı için paranın çoğu Fransız halkından toplanarak bir şirket kurulmuştu. Akdeniz’deki hâkimiyetini paylaşmak istemeyen İngiltere, Hindistan yoluna çıkan bu engelden çok rahatsız olmuş ve birkaç kez inşaatı durdurmuştu. İmparato-riçe, Fransa’nın İngiltere’ye karşı durumunu sağlamlaştırmak için Mısır’da etkili olan Osmanlı Devleti’ni kendi tarafına çekmeye çalışıyordu.

Ziyaretin sebebi şehvet değil, siyasetti. Ortada, padişahı-mızın erkekliğinin çekiciliğine dayanamayıp kendini onun kollarına atmak için denizleri aşan imparatoriçeler yoktu. Balkanlar’da savaş alanlarında kaybettiğimizi yatakta geri ka-zanmayı mı hayal ediyorduk?

Page 21: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

26

Cevdet Paşa’yı Tanıdım…

1875…

Evraklarımı karıştırırken bu yazdıklarıma rastladım. Unutmuşum. Okudukça heyecanlandım. Ne kadar iyi yap-mışım da o günkü düşüncelerimi kağıda dökmüşüm. Şim-diki görüşlerim hiç farklı değil. Böyle oluşu iyi mi kötü mü? Dünya değişiyor ama!

Demek ki fikirlerimde devamlılık var ve istikrarlı bir ki-şiliğe sahibim. Beni sevindiren bir konu daha gördüm: Ken-dime karşı oldukça dürüst davranmışım. Oldukça diyorum çünkü yalan söylememişim ama gerçeğin de tümünü yaz-mamışım. Önemli bir noktada susmak yalan söylemekten farklı mıdır? Şaşırmış bir yüz ifadesiyle “Aaa! Unutmuşum!’ diyerek, yakalanınca konuyu gizlemiş olmanın ayıbından sıy-rılmak mümkün müdür? Bu kurnazlığı hepimiz yapıyoruz. Herkes yapınca da kimse kimsenin yüzüne vurmuyor: Gerçe-ğin bir kısmını söylememe suçunda bütün dünya ortak!

Page 22: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

27

Yazılarımın adına “Ayna” koydum. İki yüzü olan bir ayna: Bir tarafı dışarıya, diğeri de içime bakıyor. Kendimi aldat-mamı zorlaştırıyor.

İmparatoriçe Eugénie’nin yalnız seyahat etmesinde beni hayrete düşüren, kocasının kıskançlık etmemiş olması. Ben haremağalarının bile Nazik-Eda’nın yüzüne bakmalarını ya-sakladım. Onun yanında yere bakmak zorundalar. Napolyon karısını prenslerle, Mısır hidiviyle ve hatta bir padişahla baş başa bırakabiliyor da ben hareme kilitlediğim yetmiyormuş gibi, bir de zavallı haremağalarını mı kıskanıyorum?

Kendimi gülünç bulmuş olmalıyım ki bunu yazamamı-şım. Bu boyutta kıskançlık olur mu? Ben niye böyleyim? Be-nim kıskançlığımın içine biraz da özgüven eksikliği karışmış olabilir mi? Veya korku? Özgüven değil ama bir korku soru-num olabilir. Ölümden korkmuyorum ama.

Bir de kadınların tarafından bakmak gerekir: Nazik-Eda’nın üstüne Bedri-Felek ve Nur-Efzun’u aldım. Biydar Kadın’ı haremime katmak için de hazırlıkları başlattım. En güzeli Biydar. Sonuncusu hep en güzeliymiş gibi geliyor da olabilir. Neyse, konumuza geri dönersek: Onların kıskanma hakları yok mu? Yok, tabii. Köle pazarından sultanlığa gele-bildiklerine şükretsinler!

Napolyon’la kıyaslanınca benim kıskançlığım aşırı gö-rünüyor. Kimseyle bu konuyu görüşmeyi düşünmüyo-rum çünkü ne cevap alacağımı biliyorum: Burada herkes Napolyon’un aptal olduğunu söyleyecek, “İnsan karısını böyle başıboş bırakır mı?” diyecek. Başıboş ne demek? Serbest ha-reket edebilen başıboş mu sayılır?

Bu kadın kendi başına dünya siyaset sahnesinde rol sa-hibi olmayı başarmış. Fransa’nın Akdeniz’deki durumunu İngiltere’ye karşı sağlamlaştırmak için diplomatik bir görev

Page 23: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

28

üstlenmiş. Bu maksatla Mısır’ın sahibi olan Osmanlı’nın des-teğini kazanmaya çalışıyor. Napolyon aptal mı?

Dün sarayda Cevdet Paşa’ya rastladım. Sultan çağırmış, huzura çıkmayı bekliyordu. Bir saat konuştuk. Birkaç kez karşılaşmıştık ama hiç uzun süreli bir sohbet imkanımız ol-mamıştı. Paşanın özelliği, dünya tarihini Osmanlı tarihi ka-dar iyi tanıması ve şeriatı, yani Müslüman hukukunu Fransız kanunları kadar iyi bilmesi. Fransız kanunları daha ileri, daha gelişmiş ve insanlık açısından daha adil olabilir ama bizim geleneklerimize her zaman uymaz. Demokrasiyi ve özgürlük-leri adım adım uygulamazsak, hazımsızlığa uğrarız ve acele yüzünden yarardan çok zarar veririz diyor.

İngiltere’nin bu gelişmeleri nasıl yavaş yavaş yaparak ba-şarılı olduğunu ve buna karşılık Fransızların önce 1789 Bü-yük Devrimi’nde, sonra 1848 İsyanlarında ve şimdi de 1871 Paris Komünü’nde nasıl birbirlerini öldürdüklerini anlattı. Halkımızın kabul ettiği şeriat kanunlarına uyarak bütün bu iyileştirmelerin yapılabileceğine inanıyor. Kan dökmeden ve mutsuzluk üretmeden uygarlığa yürümeliyiz diyor. “Mecelle” adlı ünlü hukuk kitabında Kur’an’ın hükümlerini en ileri ve gelişmiş kanunlar olarak sundu. Bu anlayış sayesinde hem Batılılaştık hem de kan dökmedik. Benim kahramanım Cev-det Paşa’dır.

Hammurabi Yasaları’nı akıllıca yorumlayan Kanuni’nin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin fetvalarıyla ancak buraya kadar gelebilirdik. Dünyada olan biteni yüzyıllardır hep geç anladık ama buna rağmen bugüne kadar iyi dayandık. İyi da-yandık, bence.

Ağabeyimle iddiamı kazandım: Fransızlar Sedan’da Al-manya karşısında hezimete uğradılar. Düşman, Paris’e girdi. İmparator III. Napolyon düştü. Şimdi cumhuriyet var. Ara-mızda bir imparator azaldı. Tahtında en sağlam oturan Vic-

Page 24: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

29

toria. Avusturya Macaristan İmparatoru Franz-Joseph’in de durumu fena değil. Bizim gibi: Ne dengede ne de sallantıda.

Rusya ise baş düşmanımız. Çar II. Alexander’in durumu hiç iyi değil ama imparatorluğu çok güçlü. Cevdet Paşa’dan Rusya hakkında çok bilgi aldım: Bin fabrika ve iki binden fazla atölyelerinde 430.000 ücretli işçi çalışıyor.

Yüzyılın başında başlattıkları hızlı bir üniversiteleşme hamlesiyle, fikir dünyasında büyük bir uyanış başlamış. Önce Puşkin, Lermonov ve Gogol ve daha sonra Dostoyevski, Tols-toy ve Çehov gibi önemli yazarlar eser üstüne eser vermiş. Herzen’in şu anda Londra’da çıkardığı “Kolokal” adlı dergi, Avrupa’nın en ileri devrimci demokrasi hareketlerinin ara-sında sayılıyor.

Bankalar sayesinde sermaye kasabalara kadar ulaşmış.

Çok sayıda öncü bilim adamı var. Bizim Paris’e gittiğimiz yıl, Mendelejev “Periyodik Sistem”i keşfederek kimya ala-nında devrim yapıyordu.

Soyluların, zenginlerin ve her türlü güç sahibinin halka zulmetmesine karşı mücadele etmek için birçok cemiyet kur-dular ve Bakunin adındaki büyük bir anarşist düşünürün ön-derliğinde çara bombalı suikast bile yaptılar. Komünizm diye adlandırdıkları bir devlet düzeni istiyorlar: Bütün varlıklar halka eşit dağıtılacak, her şey paylaşılacak.

Bu komünistler, değişik ülkelerden bir buçuk milyon işçi, sınıf çatışmasını hedefleyen Birinci Enternasyonal adlı ör-gütte toplanmış durumdalar.

Bizde fabrika olmadığı için işçi ve sendika da bulunma-dığını söylediğimde, Cevdet Paşa, elli bin kişinin öldüğü Pa-ris Komünü’nde Nuri, Reşat ve Mehmet adında üç Türk’ün komünist saflarında dövüştüğünü söyledi. Fransız kıyafetleri

Page 25: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

30

giymelerine rağmen başlarındaki kırmızı fesle ünlü olmuş-lar. Bunlar Yeni Osmanlılar adlı Meşrutiyet taraftarı bir örgüt kurdukları için İstanbul’dan kaçmak zorunda kalmış, yirmili yaşlarda üç devrimciymiş. Hem Tanzimat hem de Islahat fer-manlarının titizlikle uygulanmasını ve padişah tarafından savsaklanmamasını istiyorlarmış. Şiddete başvurmaya da ha-zırmışlar.

Rusya’daki gibi köylüyü mü ayaklandırmayı umut ettikle-rini, alaycı bir ses tonuyla sorduğumda, Cevdet Paşa kaşlarını çatarak “Bizde padişahları ordu devirir” diye cevap verdi. O gün çok şey öğrendim.

Birkaç gün sonra onu Bebek’teki yalısında ziyaret ettim. Bahçede kızlarına ders veriyordu. Büyüğü Fatma Aliye on üç, küçüğü Emine Semiye de on bir yaşındaydı. Sohbet sırasında, Paris’e kaçan üç devrimci gencin nasıl yakalandığını bilmek istediğimde, küçük kız atıldı ve konuşmak için izin istedikten sonra; “Dördüncü arkadaşları ihbar etmiştir” dedi.

Babası gülerek; “Kızlarım çok roman okudukları için aşk ve suç konularında biraz bilgilidirler” diye bir açıklamada bulundu. Ağabeylerinin Fransızca derslerini dinliyorlarmış. Aynen benim ablam Fatma Sultan’ın perde arkası derslerine girdiğim gibi... Ne hoş bir aile!

Yeni Osmanlılar, İtalyanların “Carbonari” adlı yer altı ce-miyeti gibi, üzüm salkımı şeklinde örgütlüymüşler. Yedişer kişilik hücreler halinde birbirlerinden bağımsız oldukları için kökünü kazımak mümkün değilmiş. Paşanın önerisi bu iş-ler için özel bir polis bölümü olması gerektiğiydi; “Ta 1826’da General Benckendorff, Rusya’da bir gizli polis örgütü kurdu. Biz geç kaldık” dedi.

Küçük kız, arkadaşlarını ihbar eden haine ne olduğunu sordu. Benim hiç merak etmeyeceğim bir konuydu bu.

Page 26: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

31

Cevdet Paşa: “Duyduğum kadarıyla, Mehmet Bey, in-tikam almak için gizlice yurda dönmüş ve haini bir akşam eve dönerken kıstırmış. İdam hükmüyle aranan Mehmet Bey, hücrelerinden birçok arkadaşın hapse atılmasına, Mah-mudiye zırhlısıyla sürgüne gönderilmesine veya yurt dışına kaçmasına sebep olan arkadaşının ihanetinden kendini so-rumlu tutmuş ve hayatını tehlikeye atarak yurt dışından giz-lice gelmiş. ‘Ona ben kefil olduğum için cezalandırma görevi de bana düşer’ demiş. Sorumluluk duygusu ve hukuk anlayışı çok gelişmiş biri olmalı ki ‘Kesin delilleri inceleyen mahke-memiz seni ölüme mahkum etti’ demiş. ‘Fakat temyiz hak-kını kullanabilmen için seni şimdilik hayatta bırakıyorum’ dedikten sonra, tabancasını cebine koyup gitmiş. Olayı ayrın-tılarıyla biliyorum çünkü hain hemen polise koşup Mehmet Bey’i tekrar ihbar etmiş” diye anlattı.

İki kız, heyecanla babalarını gözünün içine bakıyorlardı. Cevdet Paşa gülümseyerek; “Merak etmeyin, polis geç kaldı çünkü Mehmet Bey, Fransız büyükelçiliğinin yardımıyla ‘Marseilles’ adlı gemiyle kaçmayı başardı” dedi.

Sonra uzun uzun bu devrimcilerin ne istediklerinden bahsettik. Türkiye’de sorunlar, Rusya’daki veya Fransa’daki kadar girift değildi. Avrupalı devrimciler gibi ayrıntılı hedef-leri belirtilmemişti. Özellikle parasal konularda pek görüşleri yoktu. Padişah ve onun kurduğu hükümetin keyfi uygulama-larını biraz olsun dizginleyecek bir meclisin özlemindeydiler. Meşrutiyet düzenine geçilmesi, onları tatmin edecek bir he-defti.

“Bir meclis kurulursa, bu sayede de herkesin kişisel öz-gürlüklerinin artacağına inanıyorlar, değil mi?” diye sordu-ğumda, Cevdet Paşa:

“Evet, efendim. Kısaca, yıllardır süregelen kavganın özeti budur ve tek cümleyle özetlenebilir” diye beni onay-

Page 27: BEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN - Halil Bezmen8 göstermeden onlara göğüs gerdiğime göre, cesur sayılırım. Çok korkusu olan çok cesur olmak zorundadır. Benim ger-çeğim bu

32

ladı. Sonra, üzgün bir yüz ifadesiyle; “Burası Rusya’ya ve hele Fransa’ya göre çok sade bir ülke ama yine de yönetmekte zor-lanıyoruz” diye ekledi.

İki kız birden konuşmak için izin istediler. Babaları Fatma Aliye’ye başıyla işaret edince, kız:

“Bu bahsettiğiniz kavgada kadınlar için de elde etmek is-tenen bazı özgürlükler var mı?” diye sordu.

Otuz üç yaşındayım ve hayatımda beni şaşırtan birçok durumla karşılaştım ama hiç böyle irkildiğimi hatırlamıyo-rum. Bu kadar büyük bir gerçek nasıl oluyordu da aklıma hiç gelmemişti?

Osmanlı kültüründe mevcut bütün değerli geleneklere sahip çıkarak, var gücüyle devleti çağdaşlaştırmaya çalışan Cevdet Paşa, düşünmesini bilen kızlar yetiştirmeyi de başa-rıyordu. O gerçekten benim kahramanımdı.