beyanat magazine

16
İslamî mecmua|Sayı 1|10/2015 Kürt Meselesine Müslümanca Bakış Daha ilk inen ayetlerde Rasulullah'a hitaben şöyle buyrulur: “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar... 4 milyar yıldan bu yana insanoğlu, yaşadığı her dönemde zihin dünyasını harekete geçirmiş... Her dava için nihai bir hedef, ulaşılmak istenen her hedef için de içinden geçilmesi gereken aşamalar... Müslümanlar Olarak Kürt Meselemiz İslamî Hareketi Üniversitelere Taşımak - Şeyh Said - Vahiyden Kültüre - Yoldaki Mühendis Milliyetçiliğe Kur’ânî Bakış kitap tanıtımları...

Upload: eymen-ipek

Post on 05-Jan-2016

6 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Beyanat Magazine from ITU Students

TRANSCRIPT

Page 1: Beyanat Magazine

İslamî mecmua|Sayı 1|10/2015

Kürt Meselesine Müslümanca Bakış

Daha ilk inen ayetlerde Rasulullah'a hitaben şöyle buyrulur: “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar...

4 milyar yıldan bu yana insanoğlu, yaşadığı her dönemde zihin dünyasını harekete geçirmiş...

Her dava için nihai bir hedef, ulaşılmak istenen her hedef için de içinden geçilmesi gereken aşamalar...

Müslümanlar OlarakKürt Meselemiz

İslamî HareketiÜniversitelere Taşımak

- Şeyh Said- Vahiyden Kültüre- Yoldaki Mühendis

Milliyetçiliğe Kur’ânî Bakış

kitap tanıtımları...

Page 2: Beyanat Magazine

Milliyetçiliğe Kur’ânî Bakış

Ali IŞIKARA

2

4 milyar yıldan bu yana insanoğlu, yaşadığı her dönemde zihin dünyasını harekete geçirmiş; ne/kim olduğu gibi temel ontolojik problemlerden, pratik ihti-yaçların nasıl karşılanacağına kadar türlü sorulara cevap aramış, sorularına yanıt kabilinde düşünceler üretmiş ve bu sahiple-nilen düşüncelerle kimliğini, dinini ve sorumluluklarını dolayısıyla hayat tarzını inşa etmiştir. İnsan zihninin var ve geçerli olduğu her zaman ve zeminde işleyen bu realite, yaratılışın kaidelerinden olan çeşitlilikten1 (Nahl 13) beslenmiş ve insa-noğlu kimliğine uygun aidiyet duyguları geliştirmeye başlamıştır. Bu beşeri duygu, yaşam mücadelesi içerisinde besin ihti-yacını karşılamak için topluca avlanan kabilelerden, süper gelişmiş silah teknolo-jilerine sahip kuvvet birimlerine kadar var olagelmiştir. Bununla beraber, aidiyet duygularının ortaya çıkardığı gruplaşma eğilimleri arttıkça çarpık kavmiyetçilik anlayışları da kuvvetlenmiştir. Bugün, modern dünyanın çarpık kavmiyetçilik anlayışının en belirgin örneği Fransız İhti-laliyle kendine yeni bir maske edinen asabi-yyet temelli Milliyetçi ideolojilerdir. Bu ideolojiler dönemsel olarak meşruiyet kabulleri görmüş olsalar ve farklı hayat tar-zlarıyla telif edilseler de İslam, böyle bir birlikteliğin kendisiyle gerçekleştirilemeye-cek kadar İslam’a aykırı olduğunu beyan etmiştir. Bunun en temel nedeni, İslam’ın ortaya koyduğu teorik ve pratik standart-ların ikamesi için diğer tüm ideolojilerin ilgasını gerekli kılmasıdır. Diğer taraftan

vaka itibariyle, Hz. Muhammed(s) mü-cadelesinin ilk evresini kan ve süt bağı üze-rinden oluşturulmuş kabile kavmi-yetçiliğine karşı vermiştir. İslam peygam-beri, İslam’ın makul ve meşru gördüğü toplumsal mutabakatın doğuştan devralınan hasletler üzerinden değil, iradi seçimlerle oluşturulması gerektiğini ilan etmiştir. Çok net bir şekilde, ırk üzerinden tanımlanan milliyetçilik gibi anlayışları ayaklar altına aldığı beyan etmiş ve bunun cahili bir zihniyetin ürünü olduğunu açıkça ifade etmiştir.

“Her türlü kavmiyetçilik ayaklarımın altın-dadır!”2

“Kavmiyetçilik yapan da kavmiyetçiliğe davet eden de bizden değildir!”3

"İnsanları bir asabiyet için toplanmaya çağıran, bir asabiyye için savaşan ve asabi-yye uğrunda ölen bizden değildir. Bu ölüm, cahiliyye ölümüdür."4

Diğer taraftan meselenin özünün gerek-tiği şekilde idrak edilebilmesi için kavmi-yetçiliğin temelinde bulunan duygu olan ‘asabiyye’ gibi temel bir kavramın ne anlama geldiğini idrak etmek gerekir. Bu durum da bizi genellikle, Arap diline özgü kelime kök ve kökenlerini, kökteş kelimel-erle aralarındaki ilişkileri incelemeye mecbur bırakır. Bu çerçeveden asabiyye kavramı, kök itibariyle el-asab’dan türemekte ve el-asab, en basit çeviriyle

Page 3: Beyanat Magazine

3

‘sinir’ kelimesine tekabül etmektedir. Lugavi kaynaklarının kavramı ele alışı ise; ‘kibir temelinde ortaya konan üstünlük iddiası ve iddianın her türlü çevre tarafın-dan aynı kabulü görmeyişine karşılık kaba-ran hadsiz damar ve oluşan sinirlilik hali’ şeklinde telaffuz edilebilir. Yine aynı kökten türeyen ‘asabe’ kelimesi de ‘sürü’ anlamına gelmektedir. Bunun da telaffuzu, ‘herhangi bir sürünün parçası olma ve hiçbir akli/ahlaki tercihe dayanmaksızın sürünün totaliter yapı, kural ve kabullerini kabullenme ve savunma hali içerisinde aklını dolayısıyla şahsını başkalarına kiraya verme, şahsiyetsizlik’ olarak yapılabilir.Bu anlamda cahiliyyenin bir cüzü olan Asabiyye, takva dışındaki her türlü üstünlük iddiasının genel adıdır. Asabiyye; aile, sülale, soy, kabile, kavim, cinsiyet, devlet, ülke, cemaat, cemiyet, ırk vs. gibi şey-lerle iftihar etmek, bu şeyleri ayırıcı ve üstün kılıcı bir meziyet olarak görmek, sevgide ve yergide bu şeyleri ölçü almaktır. Asabiyye’nin temelinde farklılığa taham-mülsüzlük yatar. Oysa Kur’an’a göre farklılıklar Allah’ın âyetlerindendir.5 Çünkü; tevhid düşüncesi, yaratanın tekliği-ni ve birliğini, yaratılmışların ise çokluğunu ve çeşitliliğini ortaya koyan anlayışın adıdır. Tarihi seyir içerisinde farklı maskel-erle kendini gösteren asabiyye, dün cahil Mekke müşriklerinde kabilecilik olarak ortaya çıkarken, bugün farklı ırki refer-anslarıyla milliyetçilik adıyla vuku bulmak-tadır. İlginç olan ise; bizatihi insanın kendisinin, yaratılışta ki çeşitliliğin6 ve üstünlüğün yalnızca takvaya hasredilmesi-nin7 Allah’ın ayetlerinden olduğuna iman

ettiğini beyan ettiği halde, hem milliyetçi hem de Müslüman(!) olunabileceği iddiası-na sahip olanlardadır. Bu anlayışın arka planını ve tarihsel sürecini besleyen birçok durum ve koşuldan bahsetmek mümkün olmakla beraber, geldiğimiz noktada öze-likle Kurani kavramlar asıl anlam zemin-lerinden kaydırılmış ve yüzyıllardan bu yana tasavvurunu İslami kavramlarla oluşturmuş Anadolu insanının zihinsel kod-ları bozulmaya gayret edilmiştir. Bahset-tiğimiz tasavvur inşaasında önemli yere sahip kavramlardan birisi de ‘millet’ kavramıdır. Kurani perspektifte bu kavram, Kitab’ın hiçbir yerinde bir kana/ırka/soya hasredilmemiş, tersine her

insana kendi milletini tercih etme iradesi ve

bununla beraber sorum-luluğunun da verildiği-

ni beyan etmiştir. İslam’a göre iki

millet vardır: İbra-him’in milleti ve

Nemrut’un milleti8/ Müslümanların milleti ve gayri

Müslimlerin milleti/ ehli davet ve ehli icabet. Kişi, nerede durmak istediğini, hangi milletten olmak istediğini kendisi belirler ve sorumluluğunu alır. Bu anlam-da; Türk/Kürt milleti şeklindeki yaygın ve yanlış kullanımlar Kurani değildir. Türk ve Kürt kavramları bir ırkı, İbrahim ve Nem-rut’un tarafı da bir milleti temsil eder. Vaka itibariyle, Türk/Kürt milliyetçiliği(!)yle beraber üretilen her türlü söylemin bir tutam da İslam’a bulanmasıyla beraber, ortaya özünden koparılmış anlamıyla milli-yetçiliği aziz ve asil bir haslet zanneden yarı ırkçı yarı Müslüman hilkat garibesi zih-niyetle karşılaşılmaktadır. Oysa ki, Allah’ın emri çok açıktır:

“...Babanız İbrahim’in milletini esas alın!..”9

Page 4: Beyanat Magazine

4

Bu anlamda Millet-i İbrahim’den olmak isteyen Muvahhidlere düşen, farklılıkları ve çeşitlilikleri Allah’ın ayet ve nimetlerinden bilerek, özelinde Mümin’leri genelinde tüm insanları, takvaya(sorumluluğun bilincine) davet edip her türlü asabiyetten men etmektir.10

Bu anlamda;

“Asabiyete çağıran bizden değildir”11

Çünkü; müminler, ancak kardeştir12 ve üstünlük ancak takvadadır.13

1Nahl Sûresi 13. Ayet2Veda Hutbesi3 Veda Hutbesi4 Müslim, İmare, 57; Nesai, Tahrinı, 28; İbn Mace, Filen, 75 Rum Sûresi 22. Ayet6 Nahl Sûresi 13. Ayet7 Hucurat Sûresi 13. Ayet8 Nisa Sûresi 125, En’am Sûresi 161, Nahl Sûresi 123, 9 Hacc Sûresi 78. Ayetler10 Âli İmrân Sûresi 104, Tevbe Sûresi 71,112, Hûd Sûresi 116. Ayetler11 Ebû Davud, Edeb 122; Müslim, İmaret 5712 Hucurat Suresi 10. Ayet13 Hucurat Suresi 13. Ayet

Page 5: Beyanat Magazine

Müslümanlar OlarakKürt Meselemiz

Abdullah BULDUR

5

Daha ilk inen ayetlerde Rasulullah'a hita-ben şöyle buyrulur: “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar. Rabbini tekbir et. Elbiseni temiz tut. Bütün pisliklerden uzak dur... ” (Müddessir, 1-5) Burada uzak durulması gereken bütün pisliklerin, özellikle duygu ve düşünce dünyasını kirleten unsurları kapsadığını biliyoruz. Bu nedenle bizler de Müslüman-lar olarak bir meseleyi ele alırken -hele de bu Kürt meselesi gibi bir mevzuysa- dev-letçilik, milliyetçilik, muhafazakarlık, ulusçuluk-ulusalcılık, solculuk, Liberalist-lik, Türkçülük, Kürtçülük vb. bütün kirle-rden arınmaya çalışmayı imanımızın bir gereği görüyoruz. Bundan dolayıdır ki yazının başlığını bu şekilde koyduk. Yazıda meseleyi nasıl gördüğümüzü, yerimizin böylesi bir konu için çok dar olmasından dolayı ayrıntılara girmeden anlatmaya çalışacağız. Okuyucunun yazıyı okurken bu durumu göz önünde bulundurmasını ve yapıcı eleştirilerini bizimle paylaşmasını bekliyoruz diyelim ve konuya geçelim.

Kürtler Kimdir? Bir milletin kökeni ile ilgili konuşunca, binlerce yıl öncesinde (hatta daha da eskide) ırkın başlangıcını aramak oldukça saçma bir şeydir. Bunlarla uğraşmayı ulu-salcılara bırakıp şunu söyleyebiliriz; Kür-tlerin bildiğimiz anlamda bir millet olması İslamla alakalıdır. Çünkü birbirlerine old-ukça uzak yerlerde yaşayan insanların ken-dini aynı milletten hissedebilmesi için ortak bir yaşam şekli, ortak bir dil vs. gerekir.

Hz. Ömer döneminde fethedilen Kürdistan coğrafyasında da birkaç yüzyılda İslam sayesinde ortak bir yaşam şekli oluştu. Kürtçe, onu Müslüman alimlerin ve şairler-in kullanmasıyla Kürtçe oldu. 12. yy'da bu coğrafyada bir Ermeni eğer Müslüman olursa Kürtleşiyordu da. Bu nokta çok önemlidir. Kürtlerden bir millet olarak derli toplu ilk bahseden Ahmedi Hani'dir. Onun da kim olduğu, İslamla alakası ortadadır. Buna benzer bir durumu Türkler için de söyleyebiliriz. İşte bu iki milletin tam anlamıyla buluşması, adeta tek millet olması İslami temelleriyle doğrudan alakalıdır. Bu, onların İslamı her zaman çok iyi yaşadığı, son derece sahih bir dini anlayışa sahip oldukları gibi bir sonuç çıkarmamızı sağlamaz ama kardeşliğin temeli, referanslarıyla ilgili çok açıklayıcı bir tablo sunar. İdris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim'in anlaşmaları bu temeldedir. Bunu görmek için tarafların mektuplarını okumak kafidir. Kürtler Müslüman olma-larından dolayı Osmanlıya katılmış, Osman-lı o bölgede ilk defa savaşmadan bir yeri, Kürdistan'ı topraklarına katmıştır. Neticede Kürtlerin yukarıda Osmanlıya bağlı olarak kendi coğrafyalarında, alışageldikleri yaşam şekliyle, gelenek görenekleriyle, dilleriyle normal olarak yaşadıkları, başta medreseler vasıtasıyla hayat bulan ilmi saha, sonra dini kurumlar, vakıflar ve ticari faaliyetler sayesinde Türklerle ilmi, sosyal, ticari vs. alışverişte bulundukları, böylece kardeşliğin pekiştiği, ümmet olmanın şuuruna az çok ulaşıldığı

Page 6: Beyanat Magazine

6

bir “doğal durum” meydana gelmiştir. Tarih boyunca bu doğal durumun doğasına uygun olmayan müdahaleler, zulüm doğurmuş, kardeşliği zedelemiş, ayrılığı körüklemiştir. Mesela bu anlamda bir kırıl-ma noktası olarak II. Mahmut döneminin merkezi devleti güçlendirme politikaları bu doğal duruma müdahale etmiş, bu da bazı sıkıntılara, isyanlara vs. neden olmuştur. Jön Türkler ve Jön Kürtler 19. yy'da Avrupa'daki gelişmelerin tüm dünyaya etkisi malumdur. “Aydınlan-ma” sonrası Fransız ve sanayi devrimleriyle beraber sosyal, siyasal pek çok değişim yaşayan Avrupa, gücü eline geçirmeye başlamış, tüm dünyaya sömürüyü, zulmü, acıyı taşıyacak, kendi göbeğinde de iki büyük vahşi dünya savaşına neden olacak bir döneme girmiştir. Akıl, bilim, eşitlik, özgürlük vs. makyajlarıyla satışa sunulan bu yeni ürün dünyanın dört bir tarafından oldukça alıcı bulmuş, bizim coğrafyamızda da hem Türkler hem Kürtler arasından buna talip olanlar çıkmıştır. Bunlar batıya son derece hayran, çocuklarını okutmak için o tarafa gönderen ve adeta sorgu sual etmeden bu yeni “değerleri” kabul eden insanlardır. Böylece hem Kürtler hem Türkler için istik-bali İslam'dan bambaşka bir yerde arayan, hatta İslam'ı ve Müslümanları olumsuzluk-ların kaynağı bilen, Allah'ın vahyini “eskile-rin masalları” olarak gören bir grup peydah olmuştur. Bu grubun (veya gru-pların) Türkler ve Kürtler için düşündükleri şeylerle, kullandıkları referanslarla, Müslümanların düşündükleri ve refer-ansları taban tabana zıttı.İşte bu yeni durum, yukarıda bahsettiğimiz “doğal durum”a müdahale etmiş, bu da mesele-nin, günümüzdeki halini alması için atılan

ilk adımları oluşturmuştur. Tam bu noktada Lozan görüşmelerindeki bir hususa dikkat çekmekte fayda var: Heyetler arasındaki görüşmelerde konu azınlıklara geldiğinde, karşı taraf Kürtle-rden bahsetmeye başlayınca, İnönü ve ekibi “Kürtlerin Müslüman olduğunu, dolayısıyla azınlık olamayacağını, ancak gayr-ı Müslimlerin azınlık olabileceğini” söylemişler ve kabul ettirmişlerdir. İşte bu, bizim “doğal durum”umuzun ifadesidir. Yani Müslümanın esas unsur olduğu, geris-inin azınlık olduğu yönündeki düşünce

İnönü'nün bile dilinden ifade edilmiş, Avrupalılar tarafından bile normal

karşılanmıştır. Ancak ne yazık ki, hemen sonrasında, azınlık sayıl-mayan Kürtlere, azınlıklara verilen haklar dahi verilmemiş, doğal

duruma doğrudan müdahale edilmiştir. Yeni sistemin hedef aldığı

İslami hayat tarzı, Türkler ve Kürtler arasındaki birleştirici unsur olduğun-dan, bunun zayıflatılması bu kardeşlik bağının koparılmasına hizmet etmiştir. Kendisi hem aktif bir Müslüman hem de Kürt olan Şeyh Said'in ayaklanması ve ardından

kıyamın bastırılarak Şeyhin asılması, sistemin kendisine tehdit gördüğü iki kesi-min de üzerine gidilebilmesi için meşru bir dayanak yapılmış ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dönem başlamıştır. Hilafetin kaldırılması, harf ve şapka inkılapları, tevhidi tedrisat ve daha onlarcası bu bağların teker teker kopması-na neden olmuştur. Müslümanlar sindiril-dikçe ortaya yeni bir tablo çıkmıştır: Alim-leri, öncü ve önderleri öldürülmüş, sürülmüş, sindirilmiş Müslümanlar, Jön Türklerin devamının elindeki bir sistem ve zulüm altında olan ama artık Jön Kürtlerin devamının yönlendirmeye başlayacağı Kürt halkı. Tam bu noktada bazı meselelere değinmekte yarar var:

Page 7: Beyanat Magazine

7

Biz Müslümanlar dillerin Allah’ın ayetleri olduğunu düşünüyor, doğal olarak Kürtçeyle sorunu olanları bu ayetlerle sorunlu görüyoruz(Bu her dil için; mesela benzer dönemlerde Türkçeyle sorunu olan SSCB için de geçerli). Üstünlüğün ancak takvada olduğunu söyleyen Kitabımız, bir-birimize üstünlük taslamamız için değil tanışıp kaynaşmamız için farklı milletler olarak var edildiğimizi öğretiyor. Ümmet-ten ulus yaratmakla övünerek, bu coğrafyada onlarca ulus devlet uydurarak bizi parçalayanlar Suriye ve Irak diye iki devlet kurarak hem o bölgenin normalde beraber yaşayan Araplarını birbirinden ayırdılar, hem de Kürtlerini 3 farklı devlete vererek ayırmış oldular. Mesela Musul ver-ilmeseydi, en azından bu ayrılıklardan biri önlenmiş olurdu. 60 darbesiyle beraber artık Kürtlerin varlığı inkar edilecek seviy-eye gelinmiş, Suriye'de Baas rejimi Kürtler için bir kimlik vermeyi bile çok görmüş, Irak'ta Barzanilere yönelik baskı uygulan-mış, Molla Mustafa Barzani yurt dışında, kardeşi Ahmet Barzani hapishanede yaşa-mak zorunda bırakılmışlardır. İran'da bun-ların dışında ayrıca Sünni olmaları dolayısıyla da “tehlike arz eden” Kürtlerin orada nasıl bir durumda olduğunu varın siz hayal edin. Ne kadar vahim bir durumda olduğu, Nihal Atsız'ın oğluna yazdığı o meşhur mektupta açıkça ortada olan Türk milliyetçiliği ve diğer taraftan Arap milli-yetçiliği artmış, bu nedenle hem bu iki kesim birbirlerine düşman kesilmiş, hem de Kürtlere yaklaşımlarında belirleyici faktör olmuştur. Bu atmosferden sonra Kürtlerin içinden de bir milliyetçiliğin çık-ması kaçınılmaz olmuştur. Bu sorunları görmeden meseleyi sadece bir terör sorunu olarak değerlendirmek, biz Müslümanlara yakışmayacağı gibi vakıayı doğru düzgün okumamızı da engelleyecektir.

Kürtler ve Sol Türkiye'de İslami kesimin sindirilmesin-den sonra Kürt sağcıları ve Kürt solcuları meseleyi sahiplenmeye çalışmıştır. Bunların üstüne bir de Barzani hareketinin bir türevi olan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisini ekleyebiliriz. Ancak 1960'dan sonra meselenin adım adım sol kesime kaldığını görüyoruz. O dönemde Türkiye İşçi Partisi içindeki M. Ali Aslan kanadında kendine yer bulan solcu Kürtler, meydanda başka kimsenin kalmamasından da dolayı Kürtler üzerindeki etkinliklerini artırmışlardır. Olayı sınıf mücadelesi veya sömürgecilik gibi farklı farklı tezlerle ele alan bu kesim, sağcıların yaklaşım tarzını ve bunun Kürtle-rdeki karşılığını görünce bu tarafa doğru yönelmiş, hem de zaten TİP'in içindeki diğer kanatlarla problemli olduklarından solcu Türklerle aralarına mesafe girmiştir. Devrimci Doğu Kültür Ocakları denilen yapının bu süreç sonunda oluştuğunu söyleyebiliriz. Burada akla, PKK'nın saydığımız bu üç kesimden hangisinin uzantısı veya devamı olduğu sorusu gelebilir ve muhtemelen solcu Kürtler olarak düşünülür. Oysaki PKK bu üç kesimin hiçbiri içinden çıkmamış, yaygın olarak bilinenin aksine “Türk solu”nun içinden çıkmıştır. Özellikle üniversite döneminde örgütün temellerini atan arkadaş çevresi, Türk sol geleneğin-den gelen, meseleyi tipik sosyalist argümanlarla değerlendiren, Kürt mese-lesini de bu değerlendirme içinde ele alan bir çevredir. Bunun Kürt ulusalcılığıyla birleşmesi veya içinde erimesi daha son-radır. Konu sola gelmişken genel olarak solla ilgili değinmeden geçemeyeceğimiz bir mevzuya kısaca temas edelim; solun şidde-tle ilişkisine. Solun en üstteki teorisyenin-den en alttaki üyesine kadar şiddete meyilli olduğu maalesef bir gerçektir. Her ne kadar dışarıya eşitlik, barış vs. yanlıları gibi

Page 8: Beyanat Magazine

8

lanse edilse de genel olarak sol kesimde çok vahim bir şiddet temayülü ortadadır. Bunu pekçok yerde görmek mümkündür. Üniversitelerde özellikle Müslümanlara karşı olan tutumları, kavgayı, şiddeti bir araç olarak kullanmalarından tutun, masum insanları rahatça katledecek eylem-leri yapabilen dünyanın dört bir tarafındaki sol örgütlere kadar bu durum böyledir. Devrimci şiddet, devrimci halk savaşı ve daha onlarca retorikle bu şiddet beslenme-kte, mazur ve meşru gösterilmektedir. Hatta bu hastalık “yoldaşını öldürme” gibi şizofrenik bir noktaya gelmiş, bu şizofreni neredeyse olağan karşılanacak bir hale evrilmiştir. Onlarca örnekten sadece biri olarak kendisi de Marksist olan Jean Paul Sartre'ın yazdığı oyunlar-da bu konuya gündelik bir olay-mış gibi değindiğine şahit olmaktayız. Bunun dışında PKK'nın da Kasım 1978'deki kuruluş kongresinde yer alan bazı kişilerin yine örgüt tarafından öldürüldüğü bilinen bir gerçektir. Bu sadece burası için değil tüm dünya solu için geçerlidir. Troçki'nin kimin tarafından öldürüldüğü, Çin ve SSCB yanlısı solcuların birbirlerine neler yaptığı ortadadır. Gerçi fazla şaşırmamak gerekir; herhalde benim de “tarihsel determinizm” gibi bir itikadım olsa ben de aynılarını yapardım. Mesela Marks gibi Hindistanın emperyalist İngil-tere tarafından işgalini gerekli ve meşru karşılayabilirdim. Her neyse tekrar konu-muza dönelim.

PKK ve Kürtler Örgütün kökeninin Türk soluna dayandığını söyledik. 1984'te ilk silahlı eylemiyle adını duyuran örgüt, on yıllar süren meselenin sonucu olarak doğmuş,

yeni doğacak sorunların da sebebi olmuş-tur. Böyle bir yapının nasıl taban bula-bildiğini anlamak için daha önce yapılan zulümleri ve özellikle bu anlamda bir dönüm noktası olarak Diyarbakır Cezaevin-de yapılanları göz önünde bulundurmak gerekir. Darbe sonrası bu cezaevinde Kür-tlere yapılanları herhalde tekrar etmeye bile gerek yoktur. Ne yazık ki bu uygu-lamaları neredeyse savunan insanlıktan zerre kadar nasibini almamış bazı kafalar hala mevcuttur. Örgütün eleman topla-masında bu olayın çok ciddi etkisi olduğu yaygın olarak kabul gören bir gerçektir. Bundan sonra PKK'nın yaptıklarına devletin çok sert karşılık vermesi, örgütün tekrar

cevap vermesi derken özellike 90'lı yıllarda tavan yapan kaos ortamının doğur-

duğu yeni sorun-ların etkilerini

görmekteyiz. Son 10 yıl öncesine kadar devam eden bu süreç

devletin son derece gaddarlaşmasına, PKK'yı gören Türklerin, Kürt sorununu görmemesine, epeyce milliyetçileşmesine neden olurken, devletin o iğrenç yüzünü gören Kürtlerin de zamanla milliyetçileşme-sine ve PKK'ya yönelmesine neden olmuş-tur. Örgüt bölgede kurmaya başladığı tahakkümle, Kürtleri temsil eden tek grup oldukları algısını oluşturmaya çalışmış, diğer gruplara karşı şiddet kullanmıştır. Özellikle Kürtlerin İslamla olan bağından rahatsızlık duyan örgüt, Kürtler için kendi düşündüklerinden başka bir gelecek tahayyül eden kim varsa onu karşısına almıştır. PKK'nın Kürtlerin tek temsilcisi olduğu yönündeki algının beslenmesi hem Türkler-in geneli açısından cahilce ve bazen çok zalimce bütün bir halka düşmanlık duyul-

Page 9: Beyanat Magazine

9

masını, hem de Kürtler açısından alternati-flerin görülmesinin engellenmesine yol açmıştır. Şu an 4.5 milyon Kürtün yaşadığı Irak'ta PKK'nın hiçbir etkisi yoktur. IKBY'de Barzani hareketinin (KDP) ciddi etkisi, zayıflamış olsa da İslami yönü örgütü rahatsız etmektedir. Sadece bu da değil IKBY parlamentosunda Kürdistan İslam Birliği Hareketi (Yekgırtu) ve Kürdistan İslami Toplum Partisi (Komel) gibi hare-ketler etkin yer almaktadır. Suriyede de PYD'nin güç kazanması henüz yenidir. Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak görülm-eleri birileri öyle istediği içindir. Türkiye'ye gelecek olursak pekçok İslami yapı, hare-ket, cemaat vs. ısrarla Kürtlerin temsilcisi olamazmış gibi gösterilmekte, HDP millet-vekili olan Altan Tan bile PKK hakkında bizim söylediklerimize benzer şeyler söyle-mekte, Müslüman halka karşı yabancı old-uklarını vurgulamaktadır. İslamcıların dışında mesela Kemal Burkay gibi sosyalist Kürtler de örgütle ilgili olumsuz şeyler söylemekte, yazılar yazmakta, ithamlarda bulunmaktadır. Daha bir ay önce katıldığı bir televizyon programında örgütün içinde birçok lobinin faaliyet yaptığını söyleyen Burkay, üst düzey yöneticilerden bazılarının derin devletle iyi ilişkiler içinde olduğunu, doğrudan “Ergenekonun adam-ları” olduklarını söylemiştir. Bunları PKK hakkında bütün Kürtlerin aynı şeyi söyle-mediğini göstermek için anlatıyoruz.

Kürtlerin Dönüşümü Kemalist sistemin sekülerleştirme politi-kalarının Kürtler üzerinde Türklere nazaran daha az etkili olduğunu söyleyebil-iriz. Kürtlerde geleneksel toplumsal yapının değişmesinin daha sonra olması, sözgelimi medreselerin gayrı resmi de olsa varlığını büyük ölçüde devam ettirmesi ve benzeri durumları bunun sebebi sayabiliriz. Ancak görünen o ki Kürtleri sekülerleştirme işi daha çok PKK ve çevresine kalmıştır.

Sebahat Tuncel'in ortadoğunun tek seküler hareketinin kendi hareketleri old-uğunu söylemesi, Aysel Tuğluk'un çözüm sürecinde “dinci, gerici” AKP ile muhatab olunmaması gerektiğini söyleyip seküler güçleri göreve çağırması hepinizin malu-mudur. Yine aynı ağızlardan Kemalistlerin yapmak istedikleriyle kendilerininkinin aynı oluğunu, kemalistlerin faşistçe davranma-larının beraber bir ülke inşa etmelerini engellediğini de duyduk. Yükseltilen cahili milliyetçi damar Kürtler arasında ümmet bilincine oldukça zarar vermiştir. Türk İslamcıların Kürtleri kandırdığı, hiç umursamadığı, ümmet diyerek oyaladığı o kadar sık işlenmiştir ki, artık neredeyse bölgede böyle düşünmeyen kalmamıştır. Türkiye'de Cumhuriyetle beraber İslamcılara yapılan bellidir. İdam edilen, sürülen, sindirilen siyasi ve kültürel iktidardan uzak tutulan Müslümanların zaten kendini yeniden bulması, kimliğini arındırma çabalarına girmesi 80'lerin sonunda başlamıştır. O süreçten sonra Kürt meselesiyle ilgili yazılan, çizilen, savunulan ortadadır. Son yıllarda Kürt gençlerinde dine bağlılığın azaldığını, milliyetçiliğin arttığını, kadın konusunda cahili fikirlerin yerleştiği-ni, LGBT gibi meşruiyeti Müslümanlar tarafından asla mümkün olmayan bir grubun Müslüman Kürtlere kabul ettirilm-eye çalışıldığı aşikardır. Abdullah Öcalanın başyazarlığını yaptığı, üç ayda bir çıkan Demokratik Modernite dergisinin bu anlamda nasıl bir işlev gördüğünü, neye hizmet ettiğini anlamak zor değildir. Dergi-nin adında da vurgulanan demokratik mo-dernite, sözde kapitalist moderniteye karşı farklı bir modernlik arayışını temsil etmek-te, ama özde çok da farklı bir noktaya çağırmamaktadır. Bu görüşler ve inşa edilmeye çalışılan yaşam tarzı, bu grubun “kültür emperyalizminin” nasıl taşeron-luğunu yaptığını, siyasi iktidarın olmasa da

Page 10: Beyanat Magazine

10

kültürel iktidarın bir parçası olduklarını ve bu iktidarı İslami olanı yıpratmak için kul-landıklarını çok net göstermektedir. Zamanında bazı ilahiyatçıların İslamı, Kuranı, tevhidi Türk ulusalcılarının sofrası-na meze yapması gibi, şimdi de bazı sözde din bilginleri bu değerleri Kürt ulusalcıların sofrasına meze yapmaktadır. Böylece aslında dine karşı olmadıklarını ama radi-kal İslamı değil, halk İslamını savundukları gibi bir izlenim vermeye çalışmaktadırlar. Bunun için Demokratik Modernite dergisi-nin dinle alakalı sayısını okumak yeterlidir. Batıda Işide karşı seküler bir güç olarak parlatılan, özellikle kadınlarına ve bunların sekülerliğine vurguyla anlatılan PYD'nin konumu bellidir. Esad zulmüne canlarıyla, mallarıyla direnen onlarca Kürt gruptan ısrarla bahsedilmezken Kürtler'in buseküler unsurlar tarfından temsil edildiği vur-g u s u n u n , Müslüman Kürt h a l k ı n ı n O r t a d o ğ u n u n s e k ü l e r l e r i olarak anıl-masına yol açacağı kes-indir.

Çözüm Yerimizin kısıtlı olmasından dolayı çözüm süreci ile ilgili kısmı başka bir zamana erteleyebiliriz. Yine bu kısıttan dolayı yazının, tarihi süreci ve meseleyi üstünkörü ve dağınık anlatmak gibi bir zaafiyet taşıması normaldir. Yine de ana hatlarıyla nasıl baktığımızı anlatabildiğimizi düşünüyorum. Şu an çözüm olarak Kürt halkı için anayasal güvencenin zaruri olduğu, Kürtçenin daha özgür kul-lanılabilmesinin gerekliliği, PKK'nın halk üzerinde baskı ve vesayetini bırakması, bölgeye yatırımların daha da artırılması, köy mahalle isimlerin iade edilmesi vb.

şeyler konuşulmakta, bizler de örgütün değil Kürt halkının muhatap alınacağı bir çözüm sürecini desteklemekteyiz. Ancak bunlar geçici çözümlerdir. Bizim laikçile-rimizin burası, PKK'nın Kürdistan, Esad'ın Suriye, Sisi'nin Mısır için söyledikleri aynı cümleyi hatırlamamız lazım :”Biz olmazsak buraya İslamcılar gelir.” Yani esas mesele-nin Müslümanca bir irade ortaya koyup koyamacağımızda, meseleleri Müslümanca ele alıp, İslam’a uygun bir şekilde çözme kararlığı gösterip gösteremeyeceğimizde yattığını görmemiz lazım. Ümmetin ve bütün insanlığın istikbali için İslam’ı mı, İslam’dan başka bir şeyi mi düşünüyoruz? Müslümanlar olarak bu dini bir sosyal faali-yet, bir entelektüel çaba olarak mı yoksa varlığımızla doğrudan alakalı, bizi biz

yapan bir değer olarak mı görüyoruz? Tablo çok net! Safımızı

doğru seçerek ve birbirimize

kenetlenerek mü-cadele etmekle yüküm-

lüyüz. Gayret bizden, tevfik Allah'tandır.

Page 11: Beyanat Magazine

İslamî HareketiÜniversitelere Taşımak

Erkam BEYAZYÜZ

Her dava için nihai bir hedef, ulaşılmak istenen her hedef için de içinden geçilmesi gereken aşamalar vardır. Mücadele, içerisinde bulunulan aşamayı daha ileriye taşıma gayreti ve eylemliliğidir. İslami Mü-cadele; İslami kazanımları daha ileriki aşamalara taşımayı hedef almış, hayatın bütününü kapsayan, çok boyutlu ve sürekli bir cihattır. Toplum içindeki konumumuz, muhatap olduğumuz kitleler, mesleğimiz, mensup olduğumuz yaş grubumuz, sahip olduğumuz ekonomik, akademik vb. imkânlar, cinsiyetimiz; mücadele alanımızı şekillendiren muhtemel parametrelerdir, değişkendir. Ancak bütün bu parametreleri gözeterek İslami Mücadeleye katkı sağlama yükümlülüğü değişken olmayıp bütün Müslümanlar için sabit bir sorumluluktur. Elbette üniversite dönemi bunun bir istis-nası değildir. Üniversiteli Müslümanlar bu parametreyi gözeterek mücadelenin hangi alanlarında sorumluluk üstlenmesi gerek-tiğinin muhasebesini yapmalıdırlar. Mücadeleye destek olalım da nasıl olur-sak olalım, enerjimizi verelim de nasıl ver-irsek verelim kabilinden bir yaklaşımın; içerdiği vizyon eksikliği itibariyle mücade-leyi daha ileri taşıyabilecek bir tarafı olmadığını görmek durumundayız. Belir-lenmiş kısa, orta ve uzun vadeli hedefle-rden yoksun, tasarlanmış bir yol haritası olmayan bir gayret en iyi ihtimalle yerim-izde saymamıza yetebilir. Bu çerçevede, İslami Mücadelede toplum-sal dönüşümü, ıslahı metot olarak benim-seyen kesimlerin; kişilerin aidiyetlerinin,

kimliklerinin oluştuğu stratejik bir evre olan üniversite dönemlerindeki çalışma-larında hassaten vizyon sahibi olmaları gerekmektedir. Üniversitelerde insanların ekseriyetinin hurafelerden arındırılmış sahih bir İslam anlayışı ve bunun gerektird-iği eylemlilik haliyle tanışmadığını unutma-mak gerekiyor. Bu durum dikkate alındığında, İslami camiaların içinden gelen Müslümanlarda zaman zaman görülen üniversitelere gitmeme yahut mücadeleye dönük bir eylemlilik içinde olmama kolaycılığının mazur görülecek hiçbir tarafı olmadığı görülüyor. Ancak öncelikle söz konusu eylemliliğin ekstra bir çaba değil, zaruret olduğu idrak edilmelidir. Üniversiteli Müslümanlarn; İslam’ın salt bir inanç meselesi olmayıp, hayatın her evresini kapsayan inanç-eylem bütün-lüğünü gerektiren bir yaşam tarzı old-uğunu; ortak gündem ve söyleme sahip bir hareket planıyla üniversitelere taşımak gibi uzun vadeli de olsa bir hedefi olmalıdır. Bu uzun vadeli hedefe İslami Hareketi üniver-sitelere taşımak denebilir. Elbette bu bir anda olabilecek bir şey değildir ve unutul-mamalıdır ki bir zaman İslami Hareket üniversitelere taşınacak olursa, bu yine üniversiteli Müslümanların eliyle olacaktır. Bu bağlamda İslami Hareketi üniversitelere taşımak için ana hatlarıyla dört aşama olduğu öne sürülebilir. İlk iki aşama her üniversitenin kendi bünyesinde ele alınması gerekmekte olup son iki aşama üniversitel-er arası olarak düşünülmelidir:

11

Page 12: Beyanat Magazine

Üniversite İçi1) Grupsal örgütlenme, kadro oluşumu ve eylemlilik2) Gruplar arası örgütlenme, çatı oluşum-lar ve ortak eylemlilik

Üniversiteler Arası3) Çatı oluşumlar üzerinden üniversiteler arası örgütlenme4)Üniversiteler arası örgütlülüğe dinamizm ve ortak hareket planı kazandırmak

İslami Hareketi üniversitelere taşımanın gerekliliğini sorguladıktan sonra; yazıya ilk iki aşama ile devam edeceğiz. Son iki aşama ise ayrı bir yazının konusudur.

Romantik Bir Macera mı? Zaruri Bir Sorumlu-luk Mu? Elbette realiteyi gözden kaçırıp yersiz beklentilerin içine girmemeliyiz. Yapabi-leceklerimizin sınırlı olduğunu ve mü-cadelede küçük bir alana tekabül ettiğini gözden kaçırmamalıyız. Ancak bu durum bizi eylemlilikten alıkoymamalıdır. Örgütlü, disiplinli ve sistemli bir mücadele ortaya koysak dahi ilk etapta küçük kazanımlar elde edeceğimiz muhtemeldir. Ancak örneğin 20 yıl sonrasını düşünelim. Bugün-den atılan bir adım 20 yıl sonrası için ciddi kazanımlara gebe olamaz mı? 1928 yılın-da, Hasan el Benna, İhvan’ı kurarken 22 yaşındaydı. Mevdudi 1920 yılında basın cephesini kurduğunda 17 yaşındaydı. İslami Hareketin öncü kadrolarının zamanında “erkenden” attıkları bu adımlar 1970li yıllarda bölgesel dengeleri derinden sarsacak dinamikleri doğurmamış mıydı? Yine bugün İslam coğrafyalarında yaşanan intifada süreçleri; evvelinde atılmış adım-

lardan bağımsız düşünülebilir mi? Bugün-den atılan bir adımın misalen 30 yıl sonra ciddi kazanımlar doğurabileceğine inan-mak; başından sonuna gerçeklikten uzak, temelsiz hayallerden ibaret midir? Eğer değilse bütün Müslümanların; hiç zaman kaybetmeden İslami Hareketi üniversitelere taşımaya dönük “farkında” adımlar atması gerekmektedir. Zira bugün erken atılmış adımların kıymeti yıllar sonrasında çok iyi anlaşılacaktır.1)Üniversite İçi ÖrgütlenmeHer Müslüman öncelikle düşünsel ve eylemsel mutabakata vardığı istişari bir birliktelik/cemaat içinde bulunmalıdır. Hâ-lihazırda düşünsel ve eylemsel ortaklığa sahip olunan bir grup bulunması halinde; zaman zaman rastlanılan yeniden/en

baştan kendi gru-bunu oluşturma takıntısına düşme-mek gerekmektedir. Mevzi kazanmak ve mücadeleyi ileriki aşamalara taşıy-abilmek için çalışma-ların kümülatif ilerle-meye elverişli birlik-

teliklerle yapılması gerekmektedir. Bu da her üniversitede nesilden nesile devam edecek, gelenek halini almış birlikteliklerle mümkün olabilir. Üniversiteli Müslümanlar öncelikle bunu sağlamalıdırlar. Aksi halde üniversitelere yeni gelen Müslümanlar; zamanlarının ve gayretlerinin önemli bir kısmını tekrar kadro oluşturma, örgütle-nme için harcayacaklardır. Bu da önemli bir zamana tekabül etmektedir.İslami camiaların üniversitelerde yaptıkları çalışmalar ve örgütlenmeler mühim olmak-la birlikte camianın üniversitedeki tabanına bağlı olarak kesintilere uğradığı için üze-rinde uzun vadeli planlar için elverişli değildir. Mescitlerin örgütlenme noktasında işlevsel

12

Page 13: Beyanat Magazine

olduğu kaçırılmamalıdır. Üniversitelerde zaten var olan Müslümanlar; irtibatlarını pekiştirerek bir Müslüman ağı oluştur-malıdır. Yani Müslümanların, çevre olarak adlandırılabilecekleri bir ilişki düzeyini yakalamaları gerekmektedir. Böyle bir ilişki ağının oluşturulması için, hâlihazırda hiçbir irtibatlılığın olmadığını varsaysak dahi üniversiteden üniversiteye değişmekle birlikte 1-2 sene gibi bir zaman yeterlidir. Tabi inisiyatif alanlar tarafından ortaya konan sistematik bir çaba olması şartıyla. İnisiyatif alması gereken kimselerin bırakınız böyle bir gayret içinde olmayı, üniversitelere uğramadıkları bir vasatta bu e l b e t t e m ü m k ü n olamaz.

Haftalık Ders Grupları ve Kadro Her İslami t o p l u l u k / c e -maat/b i r l ik te -lik üniversitede düzenli bir p e r i y o t l a devam eden ders grupları oluşturulmalıdır. Zaten birçok üniversitede var olan bu ders gru-plarının eksiği disiplin ve sistemlilikten uzak olmasıdır. Ders grupları gelişi güzel gayretlerle işleyen bir süreçten ziyade mü-fredatı, gayesi belli, disiplinli ve sistemli; mücadeleye insan kazanmada işlevsel bir form kullanılarak sürdürülmelidir. Bu sağlandığı takdirde örgütlülük için gereken adımlar, kullanılabilecek imkânlar zamanla kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Çünkü örgütlülüğün ön şartı olan sistemli bir bir-liktelik sağlanmış olacaktır. Bu birliktelikler içinde neyi ne için yaptığının “farkında” olanlar zamanla daha fazla ne yapabileceklerini sorgulayacak, bu

istikamette strateji geliştirmeye çabalaya-caklardır. Böylece üniversite içinde oluşturulmuş sıradan bir ders grubu; süreç içinde kendi “kadrosunu” doğuracaktır. Zaten bir kadro olması durumunda ki ekseriyetle vardır; kadroya yeni katılımlar olacaktır. Kişinin kadro denilen ekibe dâhil olması için gayret, ilgi ve düşünsel ortaklık olmaz-sa olmazdır. Ancak gayret ve ilgisi mevsim-lik olan kişilere dikkat edilmelidir. Bu tarz bir gayret ve alaka içinde olan kimseler kadro denilen ekiplere kesinlikle dâhil edilmemelidir. Çünkü bu çalışmanın sela-metini ve sürekliliğini zaafa uğratacak

ciddi bir sorun o l a r a k karşımıza çık-a c a k t ı r . Kadronun ne y a p t ı ğ ı n ı n farkında olan ve İslami mü-c a d e l e y i hayatın bir parçası olarak gören şahsi-y e t l e r d e n oluşması ger-

ekmektedir. Tabii bir seyir içinde oluşan bu kadro; çalışmaları ileriye taşımak adına, istişari bir mekanizma oluşturmalıdır.

Ders Gruplarında Hedef Ders gruplarında hedef hayatının devamında tercihlerini İslami olandan yana yapacak bir İslami kimlik inşa etmek olmalıdır. Bu çerçevede ders gruplarında İslami aidiyetleri pekiştirecek ve siyasi bilinç kazandıracak bir program izlemek elzemdir. Çoğunlukla teorik meselelerin konuşulduğu, entelektüel okumaların öncelendiği bununla beraber Müslüman-ların yaşadıkları zorluk ve zulümlerin geri plana atıldığı arızalı formlardan kaçınmak

13

Page 14: Beyanat Magazine

gerekmektedir. Çünkü bu formun doğur-duğu insan tipi maalesef ekseriyetle sorun-ludur. Bu bağlamda çevremizde Kur’ân’i kavramlarla, tartışmalı usuli konularla ilgili meseleleri; bir çeşit zihinsel jimnastik mal-zemesi olarak gören, entelektüel bir çaba olarak algılayan tiplerin türediğini görmek-teyiz. Muhalif olmanın ve marjinalliğin cazibesiyle hareket eden bu tipler; İslamcı argümanları sadece “kullanmaktadır.” Üstelik bu kesimler söz konusu argüman-ları genellikle görüldüğü üzere İslam düşmanlarından ziyade Müslümanlara karşı kullanılmaktadır. Bu durum komplek-sli ruh halinin bir tezahürüdür. Bu tiplerin en büyük eksikliğinin İslami bir siyasi bilinç olduğu oldukça belirgindir. Bu yaklaşım-lara karşı dikkatli olunmalı ve ders gru-plarında sahih bir İslami perspektifin bera-berinde sahih bir sosyal ve siyasal bilinç kazanılması hedeflenmelidir.

Gündem Oluşturma ve Eylemlilik Yaşanan sosyal siyasal gelişmelere yak-laşım tarzımız; insanların gündemine gir-melidir. Propagandalarını yalan üzerine bina etmiş kesimlerin üniversitelerde varlığı bunu daha da gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede sol-sosyalist gruplara duyu-lan nefret zaman zaman zihinleri yersiz bir şekilde meşgul edebilmektedir. Ancak bu güruhların tarz olarak marjinal olduğu, ahlâkları itibariyle de toplum vicdanında bir yere sahip olmadığı görülmelidir. Bu sebeple söz konusu güruhlar umursamaya, dikkate almaya pek değmemektedir. Bu bağlamda toplumun marjinal olarak algıladığı gündem ve tarzların; aktarılmak istenen mesajın dikkate alınırlığını olumsuz etkilediği gözden kaçırılmamalıdır. Gündem oluştururken hedef kitlenin kim olduğu doğru bir şekilde tespit edilmelidir. İçerik ve üslup buna göre ayarlanmalıdır. Örneğin bildiri ve afiş yoluyla gündem

oluşturmak isteniyorsa; (hedef kitle üniver-siteliler olacağından) üniversitenin genel kitlesi dikkate alınmalı, tartışmalı meselele-rden, sert ve keskin üsluptan kaçınıl-malıdır. Aksi halde mesajımızı iletebi-leceğimiz kitle dar kalmaya mahkûm ola-caktır. Bu kesinlikle düşünce ve duruştan taviz vermek olarak algılanmamalıdır. Bu yalnızca maslahat gereği içeriğin ve üslubun hedef kitleye uygun seçilmesinden ibarettir. Verili gündemlerle yetinmeyip kendi gündemlerimizi oluşturulmalıyız. Özellikle mescitlerin bu hususta elverişli zeminler olduğu dikkate alınmalıdır. Ne kadar etkili olur tartışılır ancak Müslüman-lara cüzi de olsa dinamizm kazandırabi-lecek konular afiş ve bildiri yoluyla mes-citlerde işlenebilir.

SonuçUnutulmamalıdır ki Müslümanlar yalnızca yaptıklarından değil; yapabilecekleri halde yapmadıklarından da sorumlu tutulacak-lardır. Bu sebeple İslami Hareketi üniversi-telere taşımak üniversiteli Müslümanlar için zaruri bir sorumluluktur. Yazıda bu hedefe ulaşmak için gereken ilk iki aşamadan yüzeysel de olsa bahsetmeye çalıştık. Bu hedefe er ya da geç bir zaman ulaşıl-malıdır. Ancak bunun ne zaman olacağı üniversiteli Müslümanların bu uğurda ne zaman harekete geçeceğine bağlıdır. Sonuç olarak İslami Hareketi üniversitelere taşıma mevzuunu ister hedef ister hayal olarak olsun; meclislerimizde işleyelim, konuşalım, tartışalım.

14

Page 15: Beyanat Magazine

15

ŞEYH SAİD - Bahadır KURBANOĞLU

Şeyh Said Kıyamı Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli hadisesidir. Türk ulus kimliğinin inşası adına, hem İslam düşmanlığının hem de Kürt kimliğinin inkarının birlikte yürütüldüğü ve günümüzde de devam eden sorunlara zemin hazırlayan bu dönemde İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn marifetiyle ülkede ne kadar muhalif varsa kıyamla bağlantılı oldukları veya sebebiyet verdikleri gerekçesiyle susturulmuş ya da ortadan kaldırılmıştır. Eserde Şeyh Said’in kimliği ve siyasi nüfuzundan, gerçekleştirmiş olduğu kıyamın sosyolojik yapısı ve kıyam karşısında aşiretlerin tutumuna kadar döneme ait içeriklerin yanında olayın ulusalcı, sosyalist, anakronik tezlerle yapılan değerlendirmeleri de mevcuttur."Arkamdan ağlayıp da zalimleri sevindirmeyin, kıyamımızı iyi anlayın ve bizden sonrakilere aktarın. Şüphesiz benim ölümüm Allah ve İslam içindir." - Şeyh Said

VAHİYDEN KÜLTÜRE - Celaleddin VATANDAŞ

İnsanoğlunun varlığından bu yana, Allah, yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için dönem dönem insanların içlerinden peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, gelen ilahi mesajı aktarırken, engellemelerin yanında zulümlere de maruz kalmışlardır. İnananların bir kısmı gelen mesajı olduğu gibi kabul etmiş, bir kısmı bid’at ve hurafe karıştırmış, bir kısmı da gelen peygamberleri ilah makamına yükseltmişlerdir. ‘’Vahiyden kültüre geçişin şartları’’, ‘’Kültür İslamı’nın oluşum süreci ve temel dinamikleri’’ ve son olarak ‘’Değişim sürecinde sosyal hayat’’ adıyla 3 ana bölümden oluşan eser; genel anlamıyla vahiyle bildirilen İslam ile ‘Vahiy İslamı’nın kültürün bir unsuru, parçası haline gelmiş ve bu özelliğiyle kendisini yeni bir din gibi ortaya koymuş şekli üzerine bir inceleme, İslam tarih-kültür denemesidir.

YOLDAKİ MÜHENDİS - Abdullah BERGUSİ

Filistin Direniş tarihinin en meşhur komutanlarından, Gölgeler Prensi ya da Yoldaki Mühendis kod adıyla bilinen Abdullah Galip Bergusi, 67 müebbet ve 5200 yıl hapisle direniş tarihinin en çok cezaya çarptırılmış komutanıdır. Genç yaşta işgalci siyonist rejime karşı mücadeleye başlayan bu büyük komutan 2003 yılından bu yana tek kişilik hücrede tutulmakta..

‘’Uzun zamandır tek kişilik karanlık bir hücrede yaşıyorum. O kadar uzun zaman ki artık seneleri saymakta acizim..’’.

Ey Ümmetin Gençleri! Şu sözleri aklınızdan çıkarmayın;

‘’Eğer direnişe silahımla destek olamazsam; kalemim ve mürekkebim direniş ve mukavemet yolunda silahımdır.’’

Page 16: Beyanat Magazine

�ra ye�n o�� �,

i�an gerçe�en �yan

içindedir.

�c� iman edip sa�h am�ler

işleyenler, birbirlerine h�kı

ve sabrı tavsiye edenler

müst�nadır.

- �r Sûr�i (103) -