billtek 36. sayı

68

Click here to load reader

Upload: ieee-odtue-biltek

Post on 30-Mar-2016

240 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Billtek 36. Sayı

Biltek2012-2013

Page 2: Billtek 36. Sayı
Page 3: Billtek 36. Sayı

#1www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Sevgili okurlar,

1997 yılından beri IEEE ODTÜ ailesinin gözbebeği olan Biltek dergimiz 36.sayısıyla sizlerle birlikte.

Dergimizin çıkmasında bana destek olan herkese teşekkür ediyorum. Özellikle, bu uzun ve zorlu sürecin başından beri bana her konuda destek olan IEEE ODTÜ Yönetim Kurulu üyesi ve genel sekreteri olan, aynı zamanda bir önceki sayımızın editörlüğünü üstlenen Mehmet Alp ER’e en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayrıca Biltek’in her aşamasında özellikle de dizgi sürecinde bana yardımcı olan Biltek Dergisi Proje Grubu Üyelerine sonsuz teşekkürler. En son olarak Biltek’imizin tasarımını yapan Can YÜZGEÇ’e, içten yazıları için IEEE Türkiye’ye ve tüm IEEE ODTÜ ailesine teşekkür ediyorum.

Bu sayımızda kapak konusu olarak son yıllarda hayatımızın vazgeçilmezlerinden biri olan “Sosyal Medya”yı seçtik ve gelişimini inceledik. Kapak konumuz sosyal medya olmasına rağmen, dergimiz üç boyutlu yazıcı teknolojisi’nden Masdar’a kadar çeşitli konularda yazılar içermekte. Bunun yanı sıra farklı konularda yapılmış ilginç röportajları keyifle okuyacağınıza inanıyorum.

Her sayımızda olduğu gibi Biltek’imizin bu sayısında da herkesin kendine göre okuyup zevk alabileceği en az bir yazı olduğuna inanıyorum. Umarım siz değerli okuyucularımızı memnun edebiliriz. Her ne kadar yorucu bir süreç geçirmiş olsak da sizin mutluluğunuza değer bu tatlı yorulmalar. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere...

Dila CivanbayBiltek Dergisi Editörü[email protected]

EditördEndila CiVAnBAY

Page 4: Billtek 36. Sayı

# #2 3BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Yayın Yönetmeni:dila [email protected]

dizgi Ekibi:Çağın BAŞKAndeniz öZtÜrKKubilay ÇOLAKMahmut GÜLErSelin ALtUnSevgi COŞAnŞerife YAZAr

IEEE OdtÜ Yönetim Kurulu:Mehmet Sencer [email protected] [email protected]ç SArIIŞ[email protected] Alp [email protected]

dizgi ve tasarım:Can YÜZGEÇ - Levni [email protected]: 0535 454 33 95

Baskı:Elma teknik Bası[email protected]: 0312 229 92 65

“Biltek” 1997 yılı Aralık ayından beri kar amacı gütmeden IEEE-OdtÜ öğrenci Kolu tarafından yayınlanmakta olan ve ele aldığı konularda okuyucularını a’dan z’ye bilgilendirmeyi amaçlayan bir “Bilgisayar, iletişim teknolojileri, Elektronik ve Kariyer“ dergisidir. IEEE OdtÜ öğrenci Kolu’nun BiLtEK’i okurlarla buluşturmasının amacı türkiye’deki bilime katkıda bulunmak, öğrencilere ele aldığı konularda rehber olmaktır ve bu nedenle baskı giderleri reklam karşılığı sponsorlardan tarafından karşılanan BiLtEK ücretsiz olarak türkiye’nin her yerine dağıtılmaktadır. Aynı zamanda BiLtEK şu ana kadar çıkardığı 36 sayısıyla kendisine ait http://biltek.ieee.metu.edu.tr sitesiyle her an her yerden ulaşılabilir durumdadır.

IEEE OdtÜ öĞrEnCi KOLUOrtA dOĞU tEKniK ÜniVErSitESiELEKtriK VE ELEKtrOniK MÜHEndiSLiĞi BöLÜMÜA BLOK 203 - AnKArAtEL: 0312 210 45 36Faks: 0312 210 23 04Bilgi : [email protected]

BiLtEK 2012-2013 - Sayı 36

06 34

17 46

10 40

20 50

26 5760

08 38

18 49

14 44

24 54

30

dÜndEn BUGÜnE SOSYAL MEdYA MASdAr

BiLiM-KUrGU GErÇEK OLUYOr: KEndini tAMir EdEBiLEn ÇipLEr

röpOrtAj: MECit HALiL öZtOpGIdA BiLiMindE MrI KULLAnILMASI

MArK ZUCKErBErG ŞŞŞ ŞiMdi UYKU ZAMAnI

GEÇMiŞtEn GÜnÜMÜZE iCAtLAr SUBLiMinAL MESAjLAr

IEEE tÜrKiYE GöZÜndEn IEEE OdtÜ “jUnK” dnA GErÇEĞi

6x7=36 MI ACABA?

SOSYAL AĞLAr: BÜYÜK OYUnCULAr röpOrtAj: prOF. dr. SALiH AYdOĞAnCEVHEr VE CEVHEr ZEnGinLEŞtirME

ÜÇ BOYUtLU YAZICI tEKnOLOjiSi tÜrKiYE’nin YEni BEBEĞi: GiriŞiMCiLiK

8 BAŞLIKtA wIndOwS 8 CErVELO p5: SOn SÜrAt BiSiKLEt

KUAntUM BiLGiSAYArLArI: IŞIK HIZIYLA tAnIŞIn

GAME tHEOrY: OYUn KUrAMI

röpOrtAj: MELiHA SELAK

Onur GEYiK Mehmet Alp Er

Uğur Berkay SArAÇ Şirvan Sultan UĞUZ

Çağın BAŞKAn dilan KöSE

Başer KAndEHir Cansu YOKUŞ

Muratcan SArIHAn

Şerife YAZAr

Mehmet Sencer KArAdAYIFurkan GÜLtEKin

Ata Yusuf AtALAr Çağrı YALÇIn

Kubilay ÇOLAK Sadri GÜLEr

Ayhan EpiKEsra BAHAdIr

Simay AKAr

KAdrOMUZ

iÇindEKiLEr

Page 5: Billtek 36. Sayı

# #2 3BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Yayın Yönetmeni:dila [email protected]

dizgi Ekibi:Çağın BAŞKAndeniz öZtÜrKKubilay ÇOLAKMahmut GÜLErSelin ALtUnSevgi COŞAnŞerife YAZAr

IEEE OdtÜ Yönetim Kurulu:Mehmet Sencer [email protected] [email protected]ç SArIIŞ[email protected] Alp [email protected]

dizgi ve tasarım:Can YÜZGEÇ - Levni [email protected]: 0535 454 33 95

Baskı:Elma teknik Bası[email protected]: 0312 229 92 65

“Biltek” 1997 yılı Aralık ayından beri kar amacı gütmeden IEEE-OdtÜ öğrenci Kolu tarafından yayınlanmakta olan ve ele aldığı konularda okuyucularını a’dan z’ye bilgilendirmeyi amaçlayan bir “Bilgisayar, iletişim teknolojileri, Elektronik ve Kariyer“ dergisidir. IEEE OdtÜ öğrenci Kolu’nun BiLtEK’i okurlarla buluşturmasının amacı türkiye’deki bilime katkıda bulunmak, öğrencilere ele aldığı konularda rehber olmaktır ve bu nedenle baskı giderleri reklam karşılığı sponsorlardan tarafından karşılanan BiLtEK ücretsiz olarak türkiye’nin her yerine dağıtılmaktadır. Aynı zamanda BiLtEK şu ana kadar çıkardığı 36 sayısıyla kendisine ait http://biltek.ieee.metu.edu.tr sitesiyle her an her yerden ulaşılabilir durumdadır.

IEEE OdtÜ öĞrEnCi KOLUOrtA dOĞU tEKniK ÜniVErSitESiELEKtriK VE ELEKtrOniK MÜHEndiSLiĞi BöLÜMÜA BLOK 203 - AnKArAtEL: 0312 210 45 36Faks: 0312 210 23 04Bilgi : [email protected]

BiLtEK 2012-2013 - Sayı 36

06 34

17 46

10 40

20 50

26 5760

08 38

18 49

14 44

24 54

30

dÜndEn BUGÜnE SOSYAL MEdYA MASdAr

BiLiM-KUrGU GErÇEK OLUYOr: KEndini tAMir EdEBiLEn ÇipLEr

röpOrtAj: MECit HALiL öZtOpGIdA BiLiMindE MrI KULLAnILMASI

MArK ZUCKErBErG ŞŞŞ ŞiMdi UYKU ZAMAnI

GEÇMiŞtEn GÜnÜMÜZE iCAtLAr SUBLiMinAL MESAjLAr

IEEE tÜrKiYE GöZÜndEn IEEE OdtÜ “jUnK” dnA GErÇEĞi

6x7=36 MI ACABA?

SOSYAL AĞLAr: BÜYÜK OYUnCULAr röpOrtAj: prOF. dr. SALiH AYdOĞAnCEVHEr VE CEVHEr ZEnGinLEŞtirME

ÜÇ BOYUtLU YAZICI tEKnOLOjiSi tÜrKiYE’nin YEni BEBEĞi: GiriŞiMCiLiK

8 BAŞLIKtA wIndOwS 8 CErVELO p5: SOn SÜrAt BiSiKLEt

KUAntUM BiLGiSAYArLArI: IŞIK HIZIYLA tAnIŞIn

GAME tHEOrY: OYUn KUrAMI

röpOrtAj: MELiHA SELAK

Onur GEYiK Mehmet Alp Er

Uğur Berkay SArAÇ Şirvan Sultan UĞUZ

Çağın BAŞKAn dilan KöSE

Başer KAndEHir Cansu YOKUŞ

Muratcan SArIHAn

Şerife YAZAr

Mehmet Sencer KArAdAYIFurkan GÜLtEKin

Ata Yusuf AtALAr Çağrı YALÇIn

Kubilay ÇOLAK Sadri GÜLEr

Ayhan EpiKEsra BAHAdIr

Simay AKAr

KAdrOMUZ

iÇindEKiLEr

Page 6: Billtek 36. Sayı

# #4 5BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Page 7: Billtek 36. Sayı

# #4 5BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Page 8: Billtek 36. Sayı

# #6 7BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Sosyal medya günümüzde, 7’den 70’e herkesin dilinde. Peki hiç düşündünüz mü nerede ve nasıl başlamış bu sosyal medyanın hikayesi ve nasıl gelişmiş? Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi sosyal medya, Facebook ve Twitter gibi sitelerin kurulması ile başlamadı.

Sosyal medyanın gelişimine girmeden önce, sosyal medyanın çok kısa bir tanımına yer vermek istiyorum. UNCP(University of North Carolina at Pembroke) araştırmacılarına göre insanların serbest bir şekilde, kişisel kelime, ses ve görüntüler kullanarak, birbirlerinin ve kendilerinin yaşamları ile ilgili paylaşımlar ve tartışmalar yapabildiği internet sitelerinin tümüne sosyal medya deniliyor.

dÜndEn BUGÜnE SOSYAL MEdYAOnur GEYiK

Gelişimini takip etmemizi kolaylaştıracak kısa ve net bir tanımın ardından esas konumuza dönme zamanı. Her şey çok uzun zaman önce, hiç de uzak olmayan bir galakside başladı. Kimilerine göre 1969’da CompuServe yani dial-up denilen bir teknoloji kullanan ABD’nin ilk büyük internet servis sağlayıcısının ortaya çıkışı ile, kimilerine göre de 1971 yılında yan yana duran iki bilgisayardan, birinden diğerine gönderilen ilk elektronik posta(kısaca e-mail ya da e-posta) ile başladı sosyal medyanın pek de uzun olmamak ile birlikte genel geçer tahminden daha eskiye dayanan tarihi. Başlamış başlamasına fakat başlangıcından World Wide Web’in dünyaya açılmasına kadar geçen sürede çok büyük bir ilerleme kaydedememiş sosyal medya. İlk e-postadan sonraki en büyük gelişme olarak BBS-Bulletin Board System ya da pek kullanılmayan kötü bir Türkçe çevirisi ile Bilgisayarlı Bilgi Sistemi- gösterilebilir. Telefon hatları üzerinden, diğer kullanıcılarla bilgi alışverişine imkan tanıyan BBS, Şikagolu iki kafadarın, arkadaşları ile iletişimde kalmak için 1978 yılında buldukları bir sistemdir. The Prodigy ve AOL-The American Online- WWW öncesi kısır zamanın diğer önemli aktörleri olarak gösterilebilir fakat ben onların çok üzerinde durmadan, 1993 yılına hızlı bir geçiş yapmak istiyorum.

1993 yılı insanlık tarihinin dönüm noktalarından birisi olarak değerlendirilebilir. 1989 yılında, Tim Berners-Lee önderliğinde CERN’de başlatılan ve ardından World Wide Web’e dönüşen çalışmayı CERN, dünyaya bağışlamaya ve o zamanlar farkında olmasa da Pandora’nın Kutusu’nu açmaya karar verdi. Aynı yıl içerisinde ilk grafiksel web tarayıcısı da NCSA(National Center for Supercomputing Applications) tarafından piyasaya sürüldü ve günümüzde bildiğimiz hali ile ilk web sitelerinin ortaya çıkmasını sağladı. Söylediğimiz gibi, artık Pandora’nın Kutusu açılmıştı ve ilk büyük başarıyı yakalayan sosyal ağ sitesi kabul edilen GeoCities de 1 yıl sonra ortaya çıktı. Bu sitede kullanıcılar “şehir” denilen bölgeleri seçerek kendi web sayfalarını yaratma ve yerleştirme imkanı buluyorlardı. Bu sözde “şehirler” içeriğine göre, gerçek şehir ya da bölge adları alabiliyorlardı.

Beverly Hills Internet tarafından kurulan bu site o kadar başarılı oldu ki, takvimler 1999 yılını gösterdiğinde GeoCities, WWW üzerindeki en çok ziyaret edilen üçüncü site konumundaydı.

CERN tarafından gerçekleştirilen cömert bağışın üzerinden 4 yıl geçmiş, web artık bir milyon sitenin olduğu bir yapı haline dönüşmüştü. Blog siteleri ortaya çıkmış, kullanıcılarına profil oluşturma ve arkadaşlarını listeleme imkanı veren sixdegrees.com yayınlanmıştı. AOL Instant Messenger kullanıcılar arası yazışarak sohbet etmeye(chat olarak kısaltabiliriz) imkan tanımıştı. Evet, artık kullanıcılar profil oluşturabiliyor, arkadaşlarını listeliyor ve hatta listelerindeki insanlarla sohbet edebiliyorlardı. Tüm bunlar biz günümüz internet kullanıcılarına bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi?

Milenyumun gelişi, WWW ve sosyal ağ siteleri için çok iç açıcı olmamışa benziyordu. Piyasalar, internetin çökeceği korkusuyla çalkalanıyor, web girişimcileri en başa dönme planları yapıyorlardı. Zaman içerisinde bu korkular, yalnızca o dönemi etkileyen kısa bir buhran olarak hatırlanacaktı. Friendster-ki kendileri MySpace ve Facebook’un atası olarak kabul edilir- 2002 yılında piyasaya sürüldü ve 3 ay içerisinde tam 3 milyon kullanıcıya ulaştı. Bu sürede AOL 34 milyon kullanıcıyı görmüştü bile. Kutu açılalı 10 yıl olmuş, 3 milyardan fazla site webdeki yerini almıştı. Friendster’ın klonu Myspace dünyayı ele geçirmeye başlamıştı, Tribe.net, Linkedin, Classmates.com, Netlog gibi siteler de piyasadaki yerlerini alırken.

En sonunda geldik hepimizin merakla beklediği, sosyal medyanın patlama yaptığı bölümümüze. Harvard Üniversitesi öğrencileri için geliştirilen Facebook ortaya çıkmıştı takvimler 2004 şubatını gösterirken. Pek çoğumuz Facebook’un hikayesine yabancı değiliz, o yüzden çıkış hikayesi üzerinde durup klişe sözlerle anlatmayacağım Facebook’u. Amacım Facebook’un sosyal medya kavramını nasıl etkilediği, topluma nasıl yön verebildiği, hayatın her alanına nasıl dahil olduğu gibi çok daha derin konulara inmek de değil. Yalnızca rakamsal verilerle Facebook’u anlatmak ve sizlere, bu rakamlar ile geçmiş arasında bir kıyaslama yapma imkanı sağlama amacındayım.

Facebook’un 13 yaş üzeri kitleye açılması ve Twitter’ın kullanıcıların hizmetine sunulması dolayısı ile sosyal medya araştırmacıları, 2006 yılını önemli bir yere koyarlar. Myspace aynı yıl içerisinde en çok ziyaret edilen sosyal ağ sitesi ünvanını elinde bulunduruyordu, fakat Myspace’in zirvedeki yerini kaybetmesi çok uzun sürmeyecekti. Yalnızca 2 yıl sonra Facebook bu ünvanı Myspace’in elinden aldı ve o günden bu yana arkasına bakmadan büyümeye devam ediyor.

Günümüzde akıllı telefonlar, yaygınlaşan kablosuz internet ağı, gsm operatörlerinin sağladığı ucuzlaşan internet hizmeti gibi pek çok etken sayesinde, sosyal ağlar akıl almaz büyüklüklere ulaştı ve gelişmeye de devam edecekler gibi görünüyor. 1 milyardan fazla kullanıcısı ile Facebook, 500 milyondan fazla kullanıcısı ile Twitter bu alanda başı çekiyor. Bir önceki jenerasyonun en önemli sosyal ağ sitesi Myspace’in ulaştığı en yüksek kullanıcı sayısının 75 milyon olduğunu düşünecek olursak, rakamların korkutuculuğu daha belirgin olacaktır. 1960’ların sonunda başlayan bu çılgınlık, açıkça görebildiğimiz gibi çok uzun bir yol kat etti. Artık biliyoruz ki sosyal medya bir anda ortaya çıkıp, 3-5 yıl içerisinde tüm dünyayı etkisi altına almadı. Bu buzdağının altında yatan, milyonlarca kullanıcıyı, onbinlerce geliştiriciyi, binlerce şirketi ve girişimciyi barındıran bir birikim var.

Page 9: Billtek 36. Sayı

# #6 7BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Sosyal medya günümüzde, 7’den 70’e herkesin dilinde. Peki hiç düşündünüz mü nerede ve nasıl başlamış bu sosyal medyanın hikayesi ve nasıl gelişmiş? Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi sosyal medya, Facebook ve Twitter gibi sitelerin kurulması ile başlamadı.

Sosyal medyanın gelişimine girmeden önce, sosyal medyanın çok kısa bir tanımına yer vermek istiyorum. UNCP(University of North Carolina at Pembroke) araştırmacılarına göre insanların serbest bir şekilde, kişisel kelime, ses ve görüntüler kullanarak, birbirlerinin ve kendilerinin yaşamları ile ilgili paylaşımlar ve tartışmalar yapabildiği internet sitelerinin tümüne sosyal medya deniliyor.

dÜndEn BUGÜnE SOSYAL MEdYAOnur GEYiK

Gelişimini takip etmemizi kolaylaştıracak kısa ve net bir tanımın ardından esas konumuza dönme zamanı. Her şey çok uzun zaman önce, hiç de uzak olmayan bir galakside başladı. Kimilerine göre 1969’da CompuServe yani dial-up denilen bir teknoloji kullanan ABD’nin ilk büyük internet servis sağlayıcısının ortaya çıkışı ile, kimilerine göre de 1971 yılında yan yana duran iki bilgisayardan, birinden diğerine gönderilen ilk elektronik posta(kısaca e-mail ya da e-posta) ile başladı sosyal medyanın pek de uzun olmamak ile birlikte genel geçer tahminden daha eskiye dayanan tarihi. Başlamış başlamasına fakat başlangıcından World Wide Web’in dünyaya açılmasına kadar geçen sürede çok büyük bir ilerleme kaydedememiş sosyal medya. İlk e-postadan sonraki en büyük gelişme olarak BBS-Bulletin Board System ya da pek kullanılmayan kötü bir Türkçe çevirisi ile Bilgisayarlı Bilgi Sistemi- gösterilebilir. Telefon hatları üzerinden, diğer kullanıcılarla bilgi alışverişine imkan tanıyan BBS, Şikagolu iki kafadarın, arkadaşları ile iletişimde kalmak için 1978 yılında buldukları bir sistemdir. The Prodigy ve AOL-The American Online- WWW öncesi kısır zamanın diğer önemli aktörleri olarak gösterilebilir fakat ben onların çok üzerinde durmadan, 1993 yılına hızlı bir geçiş yapmak istiyorum.

1993 yılı insanlık tarihinin dönüm noktalarından birisi olarak değerlendirilebilir. 1989 yılında, Tim Berners-Lee önderliğinde CERN’de başlatılan ve ardından World Wide Web’e dönüşen çalışmayı CERN, dünyaya bağışlamaya ve o zamanlar farkında olmasa da Pandora’nın Kutusu’nu açmaya karar verdi. Aynı yıl içerisinde ilk grafiksel web tarayıcısı da NCSA(National Center for Supercomputing Applications) tarafından piyasaya sürüldü ve günümüzde bildiğimiz hali ile ilk web sitelerinin ortaya çıkmasını sağladı. Söylediğimiz gibi, artık Pandora’nın Kutusu açılmıştı ve ilk büyük başarıyı yakalayan sosyal ağ sitesi kabul edilen GeoCities de 1 yıl sonra ortaya çıktı. Bu sitede kullanıcılar “şehir” denilen bölgeleri seçerek kendi web sayfalarını yaratma ve yerleştirme imkanı buluyorlardı. Bu sözde “şehirler” içeriğine göre, gerçek şehir ya da bölge adları alabiliyorlardı.

Beverly Hills Internet tarafından kurulan bu site o kadar başarılı oldu ki, takvimler 1999 yılını gösterdiğinde GeoCities, WWW üzerindeki en çok ziyaret edilen üçüncü site konumundaydı.

CERN tarafından gerçekleştirilen cömert bağışın üzerinden 4 yıl geçmiş, web artık bir milyon sitenin olduğu bir yapı haline dönüşmüştü. Blog siteleri ortaya çıkmış, kullanıcılarına profil oluşturma ve arkadaşlarını listeleme imkanı veren sixdegrees.com yayınlanmıştı. AOL Instant Messenger kullanıcılar arası yazışarak sohbet etmeye(chat olarak kısaltabiliriz) imkan tanımıştı. Evet, artık kullanıcılar profil oluşturabiliyor, arkadaşlarını listeliyor ve hatta listelerindeki insanlarla sohbet edebiliyorlardı. Tüm bunlar biz günümüz internet kullanıcılarına bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi?

Milenyumun gelişi, WWW ve sosyal ağ siteleri için çok iç açıcı olmamışa benziyordu. Piyasalar, internetin çökeceği korkusuyla çalkalanıyor, web girişimcileri en başa dönme planları yapıyorlardı. Zaman içerisinde bu korkular, yalnızca o dönemi etkileyen kısa bir buhran olarak hatırlanacaktı. Friendster-ki kendileri MySpace ve Facebook’un atası olarak kabul edilir- 2002 yılında piyasaya sürüldü ve 3 ay içerisinde tam 3 milyon kullanıcıya ulaştı. Bu sürede AOL 34 milyon kullanıcıyı görmüştü bile. Kutu açılalı 10 yıl olmuş, 3 milyardan fazla site webdeki yerini almıştı. Friendster’ın klonu Myspace dünyayı ele geçirmeye başlamıştı, Tribe.net, Linkedin, Classmates.com, Netlog gibi siteler de piyasadaki yerlerini alırken.

En sonunda geldik hepimizin merakla beklediği, sosyal medyanın patlama yaptığı bölümümüze. Harvard Üniversitesi öğrencileri için geliştirilen Facebook ortaya çıkmıştı takvimler 2004 şubatını gösterirken. Pek çoğumuz Facebook’un hikayesine yabancı değiliz, o yüzden çıkış hikayesi üzerinde durup klişe sözlerle anlatmayacağım Facebook’u. Amacım Facebook’un sosyal medya kavramını nasıl etkilediği, topluma nasıl yön verebildiği, hayatın her alanına nasıl dahil olduğu gibi çok daha derin konulara inmek de değil. Yalnızca rakamsal verilerle Facebook’u anlatmak ve sizlere, bu rakamlar ile geçmiş arasında bir kıyaslama yapma imkanı sağlama amacındayım.

Facebook’un 13 yaş üzeri kitleye açılması ve Twitter’ın kullanıcıların hizmetine sunulması dolayısı ile sosyal medya araştırmacıları, 2006 yılını önemli bir yere koyarlar. Myspace aynı yıl içerisinde en çok ziyaret edilen sosyal ağ sitesi ünvanını elinde bulunduruyordu, fakat Myspace’in zirvedeki yerini kaybetmesi çok uzun sürmeyecekti. Yalnızca 2 yıl sonra Facebook bu ünvanı Myspace’in elinden aldı ve o günden bu yana arkasına bakmadan büyümeye devam ediyor.

Günümüzde akıllı telefonlar, yaygınlaşan kablosuz internet ağı, gsm operatörlerinin sağladığı ucuzlaşan internet hizmeti gibi pek çok etken sayesinde, sosyal ağlar akıl almaz büyüklüklere ulaştı ve gelişmeye de devam edecekler gibi görünüyor. 1 milyardan fazla kullanıcısı ile Facebook, 500 milyondan fazla kullanıcısı ile Twitter bu alanda başı çekiyor. Bir önceki jenerasyonun en önemli sosyal ağ sitesi Myspace’in ulaştığı en yüksek kullanıcı sayısının 75 milyon olduğunu düşünecek olursak, rakamların korkutuculuğu daha belirgin olacaktır. 1960’ların sonunda başlayan bu çılgınlık, açıkça görebildiğimiz gibi çok uzun bir yol kat etti. Artık biliyoruz ki sosyal medya bir anda ortaya çıkıp, 3-5 yıl içerisinde tüm dünyayı etkisi altına almadı. Bu buzdağının altında yatan, milyonlarca kullanıcıyı, onbinlerce geliştiriciyi, binlerce şirketi ve girişimciyi barındıran bir birikim var.

Page 10: Billtek 36. Sayı

# #8 9BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

SOSYAL AĞLAr: BÜYÜK OYUnCULArMehmet Sencer KArAdAYI

Aranızdan kaç kişi rastgele bir kapıyı çalıp, kapıyı açan kişiye “Seninle arkadaş olmak istiyorum, onaylıyor musun yoksa görmezden mi geliyorsun?” diye sordu? Peki, kaçınız yolda karşılaştığınız bir arkadaşınıza dün yediğiniz leziz lazanyanın fotoğrafını gösterdiniz. Tahmin ediyorum ki hiçbiriniz. “Gerçek hayatınızda” çok komik olarak nitelendirebileceğiniz bu davranışları, “çevirim içi” hayatlarımızda neredeyse hepimiz uyguluyoruz. ”Çevirim içi hayat da gerçek hayatın bir parçasıdır.” deyişi tartışıla dursun, farkında olarak ya da olmayarak sosyal hayatlarımızı sürekli çevirim içi yaşıyoruz.

Bizi güldüren, üzen, sinirlendiren olayları ve kavramları görüntüleyip diğer insanlarla paylaşıyoruz. “Ben buradayım, burası bir harika dostum!” diyerek diğer arkadaşlarımızı da bu keyfe ortak olmaya davet ediyoruz. Bazen nispet olsun diye sevgilimiz ile ilişkimizi haykırıyoruz dünyaya, ya da 140 karakter ile durumu özetlemeye çalışıyoruz. Tüm bu bahsettiğim servisleri bize “sosyal ağ” diye tabir ettiğimiz bazı siteler sağlamakta. Hangilerinden mi bahsediyorum: Youtube, Foursquare, Facebook ve Twitter. Bu servisler ilk başlarda bizim gibi günlük hayatlarını çevirim içi yaşamak isteyen kullanıcıları cezbederken, oyuna daha sonralarında başka oyuncular da dâhil olmaya başladı. Şirketlerden bahsediyorum.

Şirketlerin en büyük amacı ulaşmak istedikleri tüketici kitlesine en kolay yoldan ulaşmaktır. Anketler, araştırmalar hep bu amaca hizmet ederler. Google Ads öncesinde şirketler bu konuda yeterli teknolojik gereksinimlere ve bilgi kaynağına sahip değillerdi. Google Ads sayesinde ulaşmak istedikleri kitlelere bir nebze yaklaşmayı başardılar. Google, arama motorunda yaptığınız aramalarınıza göre sizi ilgilendirebilecek reklam ve şirketleri ön plana çıkartmaya başladı. Google bile sizin cinsiyetinizi, hangi takımı tuttuğunuzu, hangi kitapları okuduğunuzu bilemez. Bu yüzden şirketler daha derinlemesine bir çalışma yapamamaktaydı. Sonra devreye Facebook girdi. Biz kişiliklerimizi sosyal ağlara tanımladıkça şirketlerin uzun yıllar boyunca aradığı bilgi kaynağını çok kolay bir şekilde elde etmelerine olanak sağladık. 2013’ ün ilk çeyreği itibari ile Facebook 1 milyar kullanıcıyı geçti. Dünya nüfusunun 1/7 si…

Sosyal ağlar ne yazık ki şirketlerin yüzünü her zaman güldürmüyor. Müşteri memnuniyetsizlikleri sosyal ağlar üzerinden çok sert bir tokat misali şirketleri vurabiliyor. Bunun en güzel örneği herhalde 2008 yılında Kanada’ lı müzisyenDaveCarroll’ın Youtube üzerinden United Airlines’ ı 3500$’ lık gitarını kırmak ile suçladığı şarkısı “United BreakesGuitars” (United Gitar Kırar).Bugün itibari ile 13 milyondan fazla izlenme sayısı ile büyük başarı elde etmiş bir video. Dave’ in bu yola iten şey ise United Airlines’ ın suçunu kabul etmemesi ve tüm iletişim yollarını tıkaması.Bu şirketlerin yaşadığı ne ilk sosyal ağ başarısızlığı ne de sonuncusu. Dominos Pizza, Comcast, Amazon ve daha nicesi bu yollardan geçti.

Tüm bu süreçler yaşanırken bir yandan da yeni bir meslek doğdu: Şirketlere sosyal ağ danışmanlığı. Bugünlerde çok revaçta olan bu meslek grubu sosyal ağların asıl büyük oyuncuları. Belirledikleri stratejilerle şirketlerin sosyal ağlardan olabildiğince faydalanmalarını sağlıyorlar. Peki, ne bu işin gizli tarifi? Gizli bir tarif yok aşağıdaki adımları uygularsanız siz de kendi şirketinizi ya da adına çalıştığınız şirketi sosyal ağlarda başarılı bir kurum haline getirebilirsiniz.

Facebook:Ortalama bir Facebook kullanıcısının 150 – 270

arasında arkadaşı bulunmakta. Amaç bir kullanıcı üzerinden ulaşabildiğiniz kadar fazla arkadaşa ulaşabilmek. Bu yüzden Facebook sayfanızdaki boşlukları doldurmanız lazım. Bu noktada içerik devreye giriyor. Hedef kitlenize uygun içerikler paylaşıyor olmalısınız ki kullanıcılar da arkadaşları ile bu içeriği paylaşmak istesinler. Ayrıca paylaştığınız içeriğin fotoğraf ya da video içeriyor olması da paylaşılmasını kolaylaştıracaktır. Facebook tarafından açıklanan verilere göre bir içeriğin paylaşılma oranı fotoğraf ya da video içermesi durumunda %50 artmakta. Son olarak da Facebook Insights servisini çok iyi kullanıyor olmak gerekiyor. İçeriklerinizin kimlere ulaştığı paylaşılma sayısı gibi önemli verileri Facebook Insights size sağlamakta.

twitter:2006 yılında kurulan Twitter sosyal ağ oyun alanında

önemli bir oyuncu olduğunu yüksek kullanıcı sayısı ile herkese gösterdi. Sosyal ağların İsviçre Çakısı olarak tanınan Amber MacArthur’ a göre şirketlerin Twitter üzerinde dikkat etmesi gerekenler şu şekilde

• Takipçi sayıları fazla olan geniş kitlelere ulaşan kullanıcıları belirleme ve onlarla mesajınızın daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak.

• İçerik paylaşmak Facebook’ da olduğu gibi Twitter’da da çok önemli. Hedef kitlenizi ilgilendirebilecek içerikler paylaşmanız gerekiyor.

• Twitter hesabınızı duyuru yapmak için kullanmaktan daha ziyade, takipçilerinizle diyalog kurabileceğiniz bir ortam olarak kullanmak daha mantıklı.

• Takipçilerinize, kendilerine cevap verenlerin birer birey olduğunu göstermek de önemli bir taktik. Her gönderi sonrası gönderi yapan kişinin adının kullanılması iyi bir örnek olabilir.

• Hashtag kullanın.

Twitter ve Facebook haricinde Youtube, LinkedIn, Pinterest gibi sosyal ağları da göz önüne almak gerekmekte. Sosyal ağ kullanıcılarının en yoğun bulunduğu dijital sosyal mecralar Facebook ve Twitter ama şirket politikalarınıza göre diğer sosyal ağları da düşünmeniz gerekebilir.

Uzun lafın kısası, yaşanmakta olan dijital göç büyük oyuncuları çevirim içi sosyal ağlara daha da çok çekmekte. Onlara düşen güçlü araçlarla donanıp, alışkın olmadıkları bu ortamda maksimum verimi elde etmek olacaktır. Sürekli devinim içerisinde olan bu mecraya adapte olamazsanız kötü son kaçınılmazdır.

KAYnAK https://freshbuzzmedia.com/2012/05/social-media-for-

business-101-learning-the-basics http://socialmediatoday.com/jitheshrnair/1327481/brand-

failures-social-media-and-lessons-learnt http://inventorspot.com/articles/top_ten_branded_social_

media_nightmares_30874 http://www.pluralsight.com/training/Courses/

TableOfContents/social-media-big-pic

Page 11: Billtek 36. Sayı

# #8 9BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

SOSYAL AĞLAr: BÜYÜK OYUnCULArMehmet Sencer KArAdAYI

Aranızdan kaç kişi rastgele bir kapıyı çalıp, kapıyı açan kişiye “Seninle arkadaş olmak istiyorum, onaylıyor musun yoksa görmezden mi geliyorsun?” diye sordu? Peki, kaçınız yolda karşılaştığınız bir arkadaşınıza dün yediğiniz leziz lazanyanın fotoğrafını gösterdiniz. Tahmin ediyorum ki hiçbiriniz. “Gerçek hayatınızda” çok komik olarak nitelendirebileceğiniz bu davranışları, “çevirim içi” hayatlarımızda neredeyse hepimiz uyguluyoruz. ”Çevirim içi hayat da gerçek hayatın bir parçasıdır.” deyişi tartışıla dursun, farkında olarak ya da olmayarak sosyal hayatlarımızı sürekli çevirim içi yaşıyoruz.

Bizi güldüren, üzen, sinirlendiren olayları ve kavramları görüntüleyip diğer insanlarla paylaşıyoruz. “Ben buradayım, burası bir harika dostum!” diyerek diğer arkadaşlarımızı da bu keyfe ortak olmaya davet ediyoruz. Bazen nispet olsun diye sevgilimiz ile ilişkimizi haykırıyoruz dünyaya, ya da 140 karakter ile durumu özetlemeye çalışıyoruz. Tüm bu bahsettiğim servisleri bize “sosyal ağ” diye tabir ettiğimiz bazı siteler sağlamakta. Hangilerinden mi bahsediyorum: Youtube, Foursquare, Facebook ve Twitter. Bu servisler ilk başlarda bizim gibi günlük hayatlarını çevirim içi yaşamak isteyen kullanıcıları cezbederken, oyuna daha sonralarında başka oyuncular da dâhil olmaya başladı. Şirketlerden bahsediyorum.

Şirketlerin en büyük amacı ulaşmak istedikleri tüketici kitlesine en kolay yoldan ulaşmaktır. Anketler, araştırmalar hep bu amaca hizmet ederler. Google Ads öncesinde şirketler bu konuda yeterli teknolojik gereksinimlere ve bilgi kaynağına sahip değillerdi. Google Ads sayesinde ulaşmak istedikleri kitlelere bir nebze yaklaşmayı başardılar. Google, arama motorunda yaptığınız aramalarınıza göre sizi ilgilendirebilecek reklam ve şirketleri ön plana çıkartmaya başladı. Google bile sizin cinsiyetinizi, hangi takımı tuttuğunuzu, hangi kitapları okuduğunuzu bilemez. Bu yüzden şirketler daha derinlemesine bir çalışma yapamamaktaydı. Sonra devreye Facebook girdi. Biz kişiliklerimizi sosyal ağlara tanımladıkça şirketlerin uzun yıllar boyunca aradığı bilgi kaynağını çok kolay bir şekilde elde etmelerine olanak sağladık. 2013’ ün ilk çeyreği itibari ile Facebook 1 milyar kullanıcıyı geçti. Dünya nüfusunun 1/7 si…

Sosyal ağlar ne yazık ki şirketlerin yüzünü her zaman güldürmüyor. Müşteri memnuniyetsizlikleri sosyal ağlar üzerinden çok sert bir tokat misali şirketleri vurabiliyor. Bunun en güzel örneği herhalde 2008 yılında Kanada’ lı müzisyenDaveCarroll’ın Youtube üzerinden United Airlines’ ı 3500$’ lık gitarını kırmak ile suçladığı şarkısı “United BreakesGuitars” (United Gitar Kırar).Bugün itibari ile 13 milyondan fazla izlenme sayısı ile büyük başarı elde etmiş bir video. Dave’ in bu yola iten şey ise United Airlines’ ın suçunu kabul etmemesi ve tüm iletişim yollarını tıkaması.Bu şirketlerin yaşadığı ne ilk sosyal ağ başarısızlığı ne de sonuncusu. Dominos Pizza, Comcast, Amazon ve daha nicesi bu yollardan geçti.

Tüm bu süreçler yaşanırken bir yandan da yeni bir meslek doğdu: Şirketlere sosyal ağ danışmanlığı. Bugünlerde çok revaçta olan bu meslek grubu sosyal ağların asıl büyük oyuncuları. Belirledikleri stratejilerle şirketlerin sosyal ağlardan olabildiğince faydalanmalarını sağlıyorlar. Peki, ne bu işin gizli tarifi? Gizli bir tarif yok aşağıdaki adımları uygularsanız siz de kendi şirketinizi ya da adına çalıştığınız şirketi sosyal ağlarda başarılı bir kurum haline getirebilirsiniz.

Facebook:Ortalama bir Facebook kullanıcısının 150 – 270

arasında arkadaşı bulunmakta. Amaç bir kullanıcı üzerinden ulaşabildiğiniz kadar fazla arkadaşa ulaşabilmek. Bu yüzden Facebook sayfanızdaki boşlukları doldurmanız lazım. Bu noktada içerik devreye giriyor. Hedef kitlenize uygun içerikler paylaşıyor olmalısınız ki kullanıcılar da arkadaşları ile bu içeriği paylaşmak istesinler. Ayrıca paylaştığınız içeriğin fotoğraf ya da video içeriyor olması da paylaşılmasını kolaylaştıracaktır. Facebook tarafından açıklanan verilere göre bir içeriğin paylaşılma oranı fotoğraf ya da video içermesi durumunda %50 artmakta. Son olarak da Facebook Insights servisini çok iyi kullanıyor olmak gerekiyor. İçeriklerinizin kimlere ulaştığı paylaşılma sayısı gibi önemli verileri Facebook Insights size sağlamakta.

twitter:2006 yılında kurulan Twitter sosyal ağ oyun alanında

önemli bir oyuncu olduğunu yüksek kullanıcı sayısı ile herkese gösterdi. Sosyal ağların İsviçre Çakısı olarak tanınan Amber MacArthur’ a göre şirketlerin Twitter üzerinde dikkat etmesi gerekenler şu şekilde

• Takipçi sayıları fazla olan geniş kitlelere ulaşan kullanıcıları belirleme ve onlarla mesajınızın daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak.

• İçerik paylaşmak Facebook’ da olduğu gibi Twitter’da da çok önemli. Hedef kitlenizi ilgilendirebilecek içerikler paylaşmanız gerekiyor.

• Twitter hesabınızı duyuru yapmak için kullanmaktan daha ziyade, takipçilerinizle diyalog kurabileceğiniz bir ortam olarak kullanmak daha mantıklı.

• Takipçilerinize, kendilerine cevap verenlerin birer birey olduğunu göstermek de önemli bir taktik. Her gönderi sonrası gönderi yapan kişinin adının kullanılması iyi bir örnek olabilir.

• Hashtag kullanın.

Twitter ve Facebook haricinde Youtube, LinkedIn, Pinterest gibi sosyal ağları da göz önüne almak gerekmekte. Sosyal ağ kullanıcılarının en yoğun bulunduğu dijital sosyal mecralar Facebook ve Twitter ama şirket politikalarınıza göre diğer sosyal ağları da düşünmeniz gerekebilir.

Uzun lafın kısası, yaşanmakta olan dijital göç büyük oyuncuları çevirim içi sosyal ağlara daha da çok çekmekte. Onlara düşen güçlü araçlarla donanıp, alışkın olmadıkları bu ortamda maksimum verimi elde etmek olacaktır. Sürekli devinim içerisinde olan bu mecraya adapte olamazsanız kötü son kaçınılmazdır.

KAYnAK https://freshbuzzmedia.com/2012/05/social-media-for-

business-101-learning-the-basics http://socialmediatoday.com/jitheshrnair/1327481/brand-

failures-social-media-and-lessons-learnt http://inventorspot.com/articles/top_ten_branded_social_

media_nightmares_30874 http://www.pluralsight.com/training/Courses/

TableOfContents/social-media-big-pic

Page 12: Billtek 36. Sayı

# #10 11BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

MARK ZUCKERBERG

AtAriYE BAĞLI Bir CHAt prOGrAM iLE BAŞLAYAnFACEBOOK’A VArAn MACErAnIn BAŞ KAHrAMAnI.

pEKi GErÇEKtEn KiM BU AdAM?Çağın BAŞKAn

Page 13: Billtek 36. Sayı

# #10 11BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

MARK ZUCKERBERG

AtAriYE BAĞLI Bir CHAt prOGrAM iLE BAŞLAYAnFACEBOOK’A VArAn MACErAnIn BAŞ KAHrAMAnI.

pEKi GErÇEKtEn KiM BU AdAM?Çağın BAŞKAn

Page 14: Billtek 36. Sayı

# #12 13BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Mark Elliot Zuckerberg 14 Mayıs 1984’te Dobbs Ferry,New York’ta doğdu.Babası diş hekimi annesi psikiyatrist olan Mark, 4 çocuklu bu ailenin tek erkek çocuğuydu.

Orta okulda babasının yardımıyla hobi olarak bilgisayar programı yazmaya başladı. 12 yaşındayken babasının alt katta bekleyen bir hasta olup olmadığını öğrenmek için alt kata inip çıkmak yerine kullanabileceği bir anlık mesajlaşma programı yazdı. Zucknet adlı program atariye bağlı olarak çalışıyordu. Bu sıralarda arkadaşlarıyla birlikte eğlence için bilgisayar oyunları da yazıyordu. Ailesi onun bilgisayara olan bu ilgisi sebebiyle onun için özel bir bilgisayar öğretmeni tuttu. Mark’ın o zamanlar birlikte çalıştığı hocası David Newman sonradan gazetecilere böyle dahi bir çocuktan bir adım önde kalmaya çalışmanın zorlayıcı olduğunu söylemiştir.

Zuckerberg daha sonra Philips Exeter Akademide okumaya başladı. Burada eskrim takım kaptanı oldu ve ayrıca edebiyat dalındaki yeteneği de ortaya çıktı. Yine de bilgisayarlara olan ilgisini yitirmedi ve bilgisayar programları geliştirmeye devam etti. Lisedeyken Synapse adlı bir müzik programı geliştirdi.Program kullanıcının müzik zevklerini analiz edip bu bilgiler doğrultusunda şarkı önerileri yapıyordu. AOL ve Microsoft’un da dahil olduğu pek çok şirketin verdiği teklifleri reddederek programı ücretsiz olarak internet kullanıcılarına sundu.

2002’de Exeter’dan mezun olduktan sonra Harvard’da öğrenim görmeye başladı. Öğrencilerin diğer kullanıcıların tercihlerine göre ders seçmelerine yardım eden CourseMatch adlı programı geliştirdi. Ayrıca kampüsteki öğrencilerin fotoğraflarının karşılaştırıldığı ve kullanıcıların hangisinin daha çekici olduğuna dair oy kullandığı Facemash’i kurdu. Program kısa sürede çok popüler olmasına rağmen okul yönetimi tarafından uygunsuz bulunduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Ayrıca Zuckerberg programı yaratırken fotoğrafları elde etmek için okulun veri tabanını hacklemişti ve bu nedenle uzaklaştırma cezası aldı.

Daha sonra arkadaşları Dustin Moskovitz, Chris Hudges ve Eduardo Saverin ile birlikte Harvard’da bir yurt odasında Facebook’u kurdu. Site kullanıcıların kendi profillerini yaratmalarını, fotoğraf paylaşmalarını ve diğer arkadaşlarıyla iletişime geçmelerini sağlıyordu ve ilk adı The Facebook’tu. İlk başta sadece Harvard öğrencilerini buluşturmayı planlayan site 18 ayda ABD’nin en büyük arkadaşlık sitelerinden biri haline geldi. Zuckerberg tamamen Facebook’a odaklanmak için okulu bıraktı ve 2004 yılının haziran ayında şirketi California’ya taşıdı. 2004 yılının sonunda Facebook 1 milyon kullanıcıya ulaşmıştı. Artık yatırımcıların ilgisini çekmeye başlayan şirkete 2005 yılında Accel Partners 12.7 milyon dolarlık yatırım yaptı. O zamanlar sadece ABD’nin seçkin okullarının öğrencileri tarafından kullanılabilen Facebook bu sayede diğer okullara hatta liselere ve uluslararası okullara erişim izni verdi ve aralık 2005’te Facebook 5.5 milyon kullanıcıya ulaştı. Şirket başka kuruluşların ilgisini çekmeye devam ediyordu fakat Zuckerberg Yahoo! Ve MTV Networks gibi kuruluşların tekliflerini reddetti.

Facebook 2012 yılı itibariyle 1 milyar kullanıcıya ulaşmıştır.Zuckerberg 2010 yılında TIME dergisi tarafından Yılın Adamı seçilmiştir.2011 yılında Facebook The Brand Finance ® Global 500 listesine göre dünyanın en değerli 281. markası oldu. Kişisel serveti şu an 9.4 bilyon dolar olarak tahmin ediliyor ve gün geçtikçe artmaya devam ediyor.

Hakkında:

*2003’den beri birlikte olduğu Priscilla Chan ile 2012de evlenmiş. Çift harvarddaki Musevi kuluğlerinden Alfa Epsilon Pi’nin partisinde tanışmış.

*Sevgilisinin ailesiyle iletişim kurabilmek için 2010da Çince öğrenmeye başlamış.

*Sosyal ağ filminde iddia edilenin aksine Zuckerberg dünyanın en geç milyarderi değil. Bu unvan yine facebookun kurucularından Dustin Moskovitze ait.

*Mark bir Yahudi olarak yetiştirilmesine rağmen ateist.

*Facebook profiline göre en beğendiği yönetmen Aaron Sorkin’di fakat Sorkin Sosyal Ağ adlı filmin senaryosunu yazdıktan sonra Zuckerberg Sorkin’in adını sayfasından kaldırmış.

* Mark Zuckerberg kırmızı-yeşil renk körüdür. Facebookun ana renginin mavi olmasının nedeninin bu olduğu iddia ediliyor. Bir başka iddia ise mavinin Mark’ın en sevdiği renk oluşu.

*En sevdiği kitap: Ender’s Game – Orson Scott Card

* Zuckerberg’in evinde tek bir televizyon bile yok.*Arabası Acura TSX. Hemen hemen 30bin dolar

değerindeki arabasını “güvenli,sesiz ve mütevazi” olarak tanımlıyor.

*Facebook sayfasında cep telefonunu yayınlamış ve bu konuda “ Facebook’u insanlar iletişimde olsun diye hazırladık” diyor.

*2008’de başlayan ekomideki durgunluğun ne kadar ciddi ve önemli olduğunun bir sembolü olarak 2009 yılında bir yıl boyunca kravat takmış.

*2011 yılında vejetaryan olmuş ve sadece kendi öldürdüğü hayvanların etini yiyeceğini söylemiş.

* Zuckerberg’in program geliştirmeye olan ilgisi ailesi ona “Aptallar için C++” adlı kitabı hediye ettikten sonra başlamış.

* En sevdiği sanatçılardan bazıları; Daft Punk, Lady Gaga, Shakira,Rihanna

*Artık Markın gelen kutusuna direk mesaj yollamak için Facebook 100 dolar ücret istiyor, bu ücret normal kullanıcılar için dolar.

*Zuckerberg’in şu anki ofisi her tarafı camlı bir oda.

KAYnAK http://www.biography.com/people/mark-zuckerberg-507402?page=1

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mark_Zuckerberg http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Zuckerberg#cite_note-forbes.com-4 http://www.brainyquote.com/quotes/authors/m/mark_zuckerberg.html

http://ibnlive.in.com/news/happy-birthday-mark-zuckerberg-28-littleknown-facts-about-him/257815-11.html

http://www.teknokulis.com/multimedya/galeri/teknoloji/mark-zuckerberg-hakkinda-bilmediginiz-18-gercek?tc=18&page=2

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22663488.asp

Sorulması gereken; “Biz insanlar hakkında ne bilmek istiyoruz?” değil, “İnsanlar kendileri hakkında ne anlatmak istiyor?”.

En büyük risk hiç risk almamaktır… Bu denli hızlı değişen bir dünyada başarısızlığı garantileyen tek strateji hiç risk almamaktır.

Hızlı hareket et ve bir şeyleri kır. Eğer bir şeyleri kırmıyorsan yeterince hızlı hareket etmiyorsun demektir.

İnsanlara paylaşma gücü vererek dünyayı daha transparan bir yer haline getiriyoruz.

Facebook’un gerçek hikayesi bizim bu süre boyunca gerçekten çok çalıştığımızdır. Aslında gerçek hikaye oldukça sıkıcı değil mi? Yani, 6 yıl boyunca sadece bilgisayar başında oturduk ve kodladık.

Page 15: Billtek 36. Sayı

# #12 13BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Mark Elliot Zuckerberg 14 Mayıs 1984’te Dobbs Ferry,New York’ta doğdu.Babası diş hekimi annesi psikiyatrist olan Mark, 4 çocuklu bu ailenin tek erkek çocuğuydu.

Orta okulda babasının yardımıyla hobi olarak bilgisayar programı yazmaya başladı. 12 yaşındayken babasının alt katta bekleyen bir hasta olup olmadığını öğrenmek için alt kata inip çıkmak yerine kullanabileceği bir anlık mesajlaşma programı yazdı. Zucknet adlı program atariye bağlı olarak çalışıyordu. Bu sıralarda arkadaşlarıyla birlikte eğlence için bilgisayar oyunları da yazıyordu. Ailesi onun bilgisayara olan bu ilgisi sebebiyle onun için özel bir bilgisayar öğretmeni tuttu. Mark’ın o zamanlar birlikte çalıştığı hocası David Newman sonradan gazetecilere böyle dahi bir çocuktan bir adım önde kalmaya çalışmanın zorlayıcı olduğunu söylemiştir.

Zuckerberg daha sonra Philips Exeter Akademide okumaya başladı. Burada eskrim takım kaptanı oldu ve ayrıca edebiyat dalındaki yeteneği de ortaya çıktı. Yine de bilgisayarlara olan ilgisini yitirmedi ve bilgisayar programları geliştirmeye devam etti. Lisedeyken Synapse adlı bir müzik programı geliştirdi.Program kullanıcının müzik zevklerini analiz edip bu bilgiler doğrultusunda şarkı önerileri yapıyordu. AOL ve Microsoft’un da dahil olduğu pek çok şirketin verdiği teklifleri reddederek programı ücretsiz olarak internet kullanıcılarına sundu.

2002’de Exeter’dan mezun olduktan sonra Harvard’da öğrenim görmeye başladı. Öğrencilerin diğer kullanıcıların tercihlerine göre ders seçmelerine yardım eden CourseMatch adlı programı geliştirdi. Ayrıca kampüsteki öğrencilerin fotoğraflarının karşılaştırıldığı ve kullanıcıların hangisinin daha çekici olduğuna dair oy kullandığı Facemash’i kurdu. Program kısa sürede çok popüler olmasına rağmen okul yönetimi tarafından uygunsuz bulunduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Ayrıca Zuckerberg programı yaratırken fotoğrafları elde etmek için okulun veri tabanını hacklemişti ve bu nedenle uzaklaştırma cezası aldı.

Daha sonra arkadaşları Dustin Moskovitz, Chris Hudges ve Eduardo Saverin ile birlikte Harvard’da bir yurt odasında Facebook’u kurdu. Site kullanıcıların kendi profillerini yaratmalarını, fotoğraf paylaşmalarını ve diğer arkadaşlarıyla iletişime geçmelerini sağlıyordu ve ilk adı The Facebook’tu. İlk başta sadece Harvard öğrencilerini buluşturmayı planlayan site 18 ayda ABD’nin en büyük arkadaşlık sitelerinden biri haline geldi. Zuckerberg tamamen Facebook’a odaklanmak için okulu bıraktı ve 2004 yılının haziran ayında şirketi California’ya taşıdı. 2004 yılının sonunda Facebook 1 milyon kullanıcıya ulaşmıştı. Artık yatırımcıların ilgisini çekmeye başlayan şirkete 2005 yılında Accel Partners 12.7 milyon dolarlık yatırım yaptı. O zamanlar sadece ABD’nin seçkin okullarının öğrencileri tarafından kullanılabilen Facebook bu sayede diğer okullara hatta liselere ve uluslararası okullara erişim izni verdi ve aralık 2005’te Facebook 5.5 milyon kullanıcıya ulaştı. Şirket başka kuruluşların ilgisini çekmeye devam ediyordu fakat Zuckerberg Yahoo! Ve MTV Networks gibi kuruluşların tekliflerini reddetti.

Facebook 2012 yılı itibariyle 1 milyar kullanıcıya ulaşmıştır.Zuckerberg 2010 yılında TIME dergisi tarafından Yılın Adamı seçilmiştir.2011 yılında Facebook The Brand Finance ® Global 500 listesine göre dünyanın en değerli 281. markası oldu. Kişisel serveti şu an 9.4 bilyon dolar olarak tahmin ediliyor ve gün geçtikçe artmaya devam ediyor.

Hakkında:

*2003’den beri birlikte olduğu Priscilla Chan ile 2012de evlenmiş. Çift harvarddaki Musevi kuluğlerinden Alfa Epsilon Pi’nin partisinde tanışmış.

*Sevgilisinin ailesiyle iletişim kurabilmek için 2010da Çince öğrenmeye başlamış.

*Sosyal ağ filminde iddia edilenin aksine Zuckerberg dünyanın en geç milyarderi değil. Bu unvan yine facebookun kurucularından Dustin Moskovitze ait.

*Mark bir Yahudi olarak yetiştirilmesine rağmen ateist.

*Facebook profiline göre en beğendiği yönetmen Aaron Sorkin’di fakat Sorkin Sosyal Ağ adlı filmin senaryosunu yazdıktan sonra Zuckerberg Sorkin’in adını sayfasından kaldırmış.

* Mark Zuckerberg kırmızı-yeşil renk körüdür. Facebookun ana renginin mavi olmasının nedeninin bu olduğu iddia ediliyor. Bir başka iddia ise mavinin Mark’ın en sevdiği renk oluşu.

*En sevdiği kitap: Ender’s Game – Orson Scott Card

* Zuckerberg’in evinde tek bir televizyon bile yok.*Arabası Acura TSX. Hemen hemen 30bin dolar

değerindeki arabasını “güvenli,sesiz ve mütevazi” olarak tanımlıyor.

*Facebook sayfasında cep telefonunu yayınlamış ve bu konuda “ Facebook’u insanlar iletişimde olsun diye hazırladık” diyor.

*2008’de başlayan ekomideki durgunluğun ne kadar ciddi ve önemli olduğunun bir sembolü olarak 2009 yılında bir yıl boyunca kravat takmış.

*2011 yılında vejetaryan olmuş ve sadece kendi öldürdüğü hayvanların etini yiyeceğini söylemiş.

* Zuckerberg’in program geliştirmeye olan ilgisi ailesi ona “Aptallar için C++” adlı kitabı hediye ettikten sonra başlamış.

* En sevdiği sanatçılardan bazıları; Daft Punk, Lady Gaga, Shakira,Rihanna

*Artık Markın gelen kutusuna direk mesaj yollamak için Facebook 100 dolar ücret istiyor, bu ücret normal kullanıcılar için dolar.

*Zuckerberg’in şu anki ofisi her tarafı camlı bir oda.

KAYnAK http://www.biography.com/people/mark-zuckerberg-507402?page=1

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mark_Zuckerberg http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Zuckerberg#cite_note-forbes.com-4 http://www.brainyquote.com/quotes/authors/m/mark_zuckerberg.html

http://ibnlive.in.com/news/happy-birthday-mark-zuckerberg-28-littleknown-facts-about-him/257815-11.html

http://www.teknokulis.com/multimedya/galeri/teknoloji/mark-zuckerberg-hakkinda-bilmediginiz-18-gercek?tc=18&page=2

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22663488.asp

Sorulması gereken; “Biz insanlar hakkında ne bilmek istiyoruz?” değil, “İnsanlar kendileri hakkında ne anlatmak istiyor?”.

En büyük risk hiç risk almamaktır… Bu denli hızlı değişen bir dünyada başarısızlığı garantileyen tek strateji hiç risk almamaktır.

Hızlı hareket et ve bir şeyleri kır. Eğer bir şeyleri kırmıyorsan yeterince hızlı hareket etmiyorsun demektir.

İnsanlara paylaşma gücü vererek dünyayı daha transparan bir yer haline getiriyoruz.

Facebook’un gerçek hikayesi bizim bu süre boyunca gerçekten çok çalıştığımızdır. Aslında gerçek hikaye oldukça sıkıcı değil mi? Yani, 6 yıl boyunca sadece bilgisayar başında oturduk ve kodladık.

Page 16: Billtek 36. Sayı

# #14 15BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Microsoft’un amiral gemisi Windows ile ilk olarak 1985 yılında Windows 1.0 sürümü vasıtasıyla tanışıldı. O dönem,daktiloların yaygın olarak kullanıldığı, için grafik tabanlı bu sistem alışılmadık bir gelişmeydi. Bugün ise aynı şaşkınlık Windows 8 ile yaşanıyor. Windows 8 ilk kez 1 Temmuz 2011 tarihinde görücüye çıktı. Bu Windows 8’in ilk sürümüydü. Final sürümünün 26 Ekim 2012 tarihinde tamamlanmasıyla Windows 8 tamamen pazara çıkmış oldu. Genel görünümü Windows Phone ’a benzeyen Windows 8, hem telefon hem tablet hem de bilgisayar desteğiyle birçok avantaj sağlıyor. Windows 8 ‘i ve bu avantajlarını 8 başlık altında inceleyelim.

1-) Yeni ara yüz: Metro

Microsoft, Windows 8 ile birlikte Windows ‘un genel görünümünü tamamen değiştirdi. ’Metro’ adı verilen hem dokunmatik olarak kullanılabilen hem de touchpad ya da mouse gibi araçlarla kullanılmaya olanak sağlayan yeni bir ara yüz oluşturuldu. Kullanıcıları en çok şaşırtan durum ise artık bir başlat butonunun olmamasıydı.

2-) Canlı kutucuklar ve aynı anda iki uygulamayı çalıştırabilme

Yeni ara yüzde, uygulamalar ve program kısayolları küçük kutucuklar halinde görünüyor. Sık kullanılan uygulamalar hangileriyse onları bu kutucuklara taşıyıp ara yüzü kişiselleştirmek de mümkün. Windows 8 sayesinde aynı anda iki uygulamayı çalıştırmak da sorun olmaktan çıkıyor. Herhangi bir uygulama ekranın sağ ya da sol tarafında sabitlenebiliyor. Bu sayede sağda ‘’tweet’’lere veya günün haberlerine göz gezdirilirken, solda bir film ya da video izlenebiliyor.

3-) temel Uygulamalar

Haber Uygulaması: Haber uygulaması, önde gelen haber sağlayıcılarının başlıklarını sunar. Ek olarak günün olaylarını ve çeşitli haber makalelerini de uygulama sayesinde tek yerden görmek mümkün.

Spor Uygulaması: Spor uygulaması,tüm spor

dallarına ait gelişmeleri yakından takip etmeye olanak sağlar. Uygulama sayesinde; spor gündemi, skorlar, müsabakalar, lig tabloları, istatistikler vb. bilgilere de kolayca ulaşılabiliyor.

Finans Uygulaması: Finans uygulaması, dünya piyasalarındaki son durumu ve endekslerdeki değişim oranlarını takip etmeye yarar. Piyasa güncellemeleri ve piyasa durumlarına dair anlık bilgiler sağlayan uygulamayla günün en çok kazananları ve kaybedenleri hızlı bir şekilde öğrenilebilir.

Seyahat Uygulaması: Dünyanın dört bir yanını keşfetmek, Windows 8 ‘in seyahat uygulaması ile çok daha kolay. İçerdiği birbirinden güzel fotoğraf ve 360 derecelik panoramalar da uygulamanın bir diğer göz alıcı noktası. Tüm bunlara ek olarak, gezi rehberleri, rezervasyon araçları, gerçek zamanlı döviz kurları ve hava durumu bilgileri, gerçek bir seyahat planlamak için tüm gerekenleri sağlıyor.

Hava Durumu Uygulaması: Windows 8’in sade ve modern tasarımını koruyan uygulaması; hava durumuna ait saatlik verileri, en yüksek ve en düşük hava sıcaklıklarına ait kayıtlarını, deniz suyu sıcaklığını öğrenmek için tüm donanıma sahip.

Haritalar Uygulaması: Windows 8’de bulunan haritalar uygulaması, önemli konumları hızlı bir şekilde işaretlemeye olanak sağlar. Yol ve adres tarifleri için de danışılabilen önemli bir kaynak konumunda.

4-) windows 8’ in yeni uygulama mağazası windows Store

Windows Phone ile 21 Ekim 2010 tarihinden itibaren bizimle olan Microsoft’ un uygulama mağazası Windows Store, Windows 8 işletim sistemiyle birlikte bilgisayarlara da eklendi. Şu an için az sayıda uygulama barındırsa da ilerleyen zamanlarda bu sayının katlanarak artacağına şüphe yok. Çünkü; Microsoft, Windows Store’ u şimdiden 120 ülkeye açmış durumda ve uygulama geliştiricilerini teşvik için elinden geleni yapıyor.

5-) Yüksek performans ve hız

Piyasaya sürüldüğünden beri pek çok hız testine tutulan Windows 8’in, selefi Windows 7’nin hız ve performans olarak çok daha ilerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sistem açılış ve kapanış süreleri açısından Windows 8, selefine büyük üstünlük kuruyor. Özellikle sistem açılış süresi Windows 7’de 38 saniye iken, Windows 8’de bu süre 17 saniyeye düşüyor. Video Rendering (görüntünün ham halinin, bilgisayar tarafından işlenmesi) konusunda yapılan bir diğer test ise Windows Live Movie Maker üzerinden gerçekleştirilmiş. 2 dakikalık aynı video içeriği 720p, 12.26Mbps’da render işlemine tabi tutulduğunda Windows 8, Windows 7’ye göre 11 saniyelik bir avantaj sağlamış.

6-) Yenilenen kontrol paneli

Yenilenen kontrol paneli ekranın sağında gizli bir şekilde bulunmakta. Bu panelde sırasıyla (yukarıdan aşağıya) ara, paylaşım, başlangıç, aygıtlar ve ayarlar butonları bulunuyor.

Ara Butonu: Bu buton için, eski Windows’lardaki ara/bul özelliğinin Windows 8 versiyonu denilebilir. Herhangi bir uygulama ya da Windows öğesinin adının yazılarak o öğenin kısa bir sürede bulunmasını sağlıyor.

Paylaşım Butonu: Sosyal ağlar dolayısıyla sosyal medya, hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. İşte bu buton, Windows 8’in sosyal medyaya açılan kapısı durumunda. Bu buton sayesinde Windows Store’ daki uygulamaları paylaşmak mümkün.

Başlangıç Butonu: Windows 8 iki ayrı masaüstü özelliğiyle gelmekte. Biri klasik olarak adlandırabileceğimiz Windows 7’ nin iyileştirilmiş hali (başlat butonu olmadan) diğeri ise ‘’Metro’’ ara yüzü. İşte bu buton modern ara yüze ulaşmayı sağlıyor.

Aygıtlar Butonu: Bu buton ise bilgisayara bağlanacak olan yazıcı, telefon, kamera gibi birçok aygıtın tek yerden kontrolünü sağlıyor.

Ayarlar Butonu: Denetim masası, kişiselleştirme, modern ara yüz ayarları gibi öğeler bu buton altında bulunuyor.

8 BAŞLIKtAKubilay ÇOLAK

Page 17: Billtek 36. Sayı

# #14 15BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Microsoft’un amiral gemisi Windows ile ilk olarak 1985 yılında Windows 1.0 sürümü vasıtasıyla tanışıldı. O dönem,daktiloların yaygın olarak kullanıldığı, için grafik tabanlı bu sistem alışılmadık bir gelişmeydi. Bugün ise aynı şaşkınlık Windows 8 ile yaşanıyor. Windows 8 ilk kez 1 Temmuz 2011 tarihinde görücüye çıktı. Bu Windows 8’in ilk sürümüydü. Final sürümünün 26 Ekim 2012 tarihinde tamamlanmasıyla Windows 8 tamamen pazara çıkmış oldu. Genel görünümü Windows Phone ’a benzeyen Windows 8, hem telefon hem tablet hem de bilgisayar desteğiyle birçok avantaj sağlıyor. Windows 8 ‘i ve bu avantajlarını 8 başlık altında inceleyelim.

1-) Yeni ara yüz: Metro

Microsoft, Windows 8 ile birlikte Windows ‘un genel görünümünü tamamen değiştirdi. ’Metro’ adı verilen hem dokunmatik olarak kullanılabilen hem de touchpad ya da mouse gibi araçlarla kullanılmaya olanak sağlayan yeni bir ara yüz oluşturuldu. Kullanıcıları en çok şaşırtan durum ise artık bir başlat butonunun olmamasıydı.

2-) Canlı kutucuklar ve aynı anda iki uygulamayı çalıştırabilme

Yeni ara yüzde, uygulamalar ve program kısayolları küçük kutucuklar halinde görünüyor. Sık kullanılan uygulamalar hangileriyse onları bu kutucuklara taşıyıp ara yüzü kişiselleştirmek de mümkün. Windows 8 sayesinde aynı anda iki uygulamayı çalıştırmak da sorun olmaktan çıkıyor. Herhangi bir uygulama ekranın sağ ya da sol tarafında sabitlenebiliyor. Bu sayede sağda ‘’tweet’’lere veya günün haberlerine göz gezdirilirken, solda bir film ya da video izlenebiliyor.

3-) temel Uygulamalar

Haber Uygulaması: Haber uygulaması, önde gelen haber sağlayıcılarının başlıklarını sunar. Ek olarak günün olaylarını ve çeşitli haber makalelerini de uygulama sayesinde tek yerden görmek mümkün.

Spor Uygulaması: Spor uygulaması,tüm spor

dallarına ait gelişmeleri yakından takip etmeye olanak sağlar. Uygulama sayesinde; spor gündemi, skorlar, müsabakalar, lig tabloları, istatistikler vb. bilgilere de kolayca ulaşılabiliyor.

Finans Uygulaması: Finans uygulaması, dünya piyasalarındaki son durumu ve endekslerdeki değişim oranlarını takip etmeye yarar. Piyasa güncellemeleri ve piyasa durumlarına dair anlık bilgiler sağlayan uygulamayla günün en çok kazananları ve kaybedenleri hızlı bir şekilde öğrenilebilir.

Seyahat Uygulaması: Dünyanın dört bir yanını keşfetmek, Windows 8 ‘in seyahat uygulaması ile çok daha kolay. İçerdiği birbirinden güzel fotoğraf ve 360 derecelik panoramalar da uygulamanın bir diğer göz alıcı noktası. Tüm bunlara ek olarak, gezi rehberleri, rezervasyon araçları, gerçek zamanlı döviz kurları ve hava durumu bilgileri, gerçek bir seyahat planlamak için tüm gerekenleri sağlıyor.

Hava Durumu Uygulaması: Windows 8’in sade ve modern tasarımını koruyan uygulaması; hava durumuna ait saatlik verileri, en yüksek ve en düşük hava sıcaklıklarına ait kayıtlarını, deniz suyu sıcaklığını öğrenmek için tüm donanıma sahip.

Haritalar Uygulaması: Windows 8’de bulunan haritalar uygulaması, önemli konumları hızlı bir şekilde işaretlemeye olanak sağlar. Yol ve adres tarifleri için de danışılabilen önemli bir kaynak konumunda.

4-) windows 8’ in yeni uygulama mağazası windows Store

Windows Phone ile 21 Ekim 2010 tarihinden itibaren bizimle olan Microsoft’ un uygulama mağazası Windows Store, Windows 8 işletim sistemiyle birlikte bilgisayarlara da eklendi. Şu an için az sayıda uygulama barındırsa da ilerleyen zamanlarda bu sayının katlanarak artacağına şüphe yok. Çünkü; Microsoft, Windows Store’ u şimdiden 120 ülkeye açmış durumda ve uygulama geliştiricilerini teşvik için elinden geleni yapıyor.

5-) Yüksek performans ve hız

Piyasaya sürüldüğünden beri pek çok hız testine tutulan Windows 8’in, selefi Windows 7’nin hız ve performans olarak çok daha ilerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sistem açılış ve kapanış süreleri açısından Windows 8, selefine büyük üstünlük kuruyor. Özellikle sistem açılış süresi Windows 7’de 38 saniye iken, Windows 8’de bu süre 17 saniyeye düşüyor. Video Rendering (görüntünün ham halinin, bilgisayar tarafından işlenmesi) konusunda yapılan bir diğer test ise Windows Live Movie Maker üzerinden gerçekleştirilmiş. 2 dakikalık aynı video içeriği 720p, 12.26Mbps’da render işlemine tabi tutulduğunda Windows 8, Windows 7’ye göre 11 saniyelik bir avantaj sağlamış.

6-) Yenilenen kontrol paneli

Yenilenen kontrol paneli ekranın sağında gizli bir şekilde bulunmakta. Bu panelde sırasıyla (yukarıdan aşağıya) ara, paylaşım, başlangıç, aygıtlar ve ayarlar butonları bulunuyor.

Ara Butonu: Bu buton için, eski Windows’lardaki ara/bul özelliğinin Windows 8 versiyonu denilebilir. Herhangi bir uygulama ya da Windows öğesinin adının yazılarak o öğenin kısa bir sürede bulunmasını sağlıyor.

Paylaşım Butonu: Sosyal ağlar dolayısıyla sosyal medya, hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. İşte bu buton, Windows 8’in sosyal medyaya açılan kapısı durumunda. Bu buton sayesinde Windows Store’ daki uygulamaları paylaşmak mümkün.

Başlangıç Butonu: Windows 8 iki ayrı masaüstü özelliğiyle gelmekte. Biri klasik olarak adlandırabileceğimiz Windows 7’ nin iyileştirilmiş hali (başlat butonu olmadan) diğeri ise ‘’Metro’’ ara yüzü. İşte bu buton modern ara yüze ulaşmayı sağlıyor.

Aygıtlar Butonu: Bu buton ise bilgisayara bağlanacak olan yazıcı, telefon, kamera gibi birçok aygıtın tek yerden kontrolünü sağlıyor.

Ayarlar Butonu: Denetim masası, kişiselleştirme, modern ara yüz ayarları gibi öğeler bu buton altında bulunuyor.

8 BAŞLIKtAKubilay ÇOLAK

Page 18: Billtek 36. Sayı

# #16 17BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

7-) Yepyeni bir web tarayıcısı:Internet Explorer 10

Son yıllarda koltuğunu Google Chrome ve Firefox’ a kaptıran Internet Explorer, yarışa geri dönmek adına Microsoft tarafında iyileştirildi. Yeni tarayıcı dokunmatik modda iken tam ekran çalışabiliyor. Adres çubuğu ise alta alındı. Klasik ara yüz konumunda ise IE 9’ dan görünüm olarak bir farkı olmasa da performans açısından daha iyi durumda. Fakat IE 10’ un HTML 5 desteğini hala tamamlayamamış olması bir dezavantaj.

8-) Bulut ve yedekleme

Windows 8 bulut teknolojisini de verimli bir şekilde kullanıyor. Bir Windows 8 kullanıcısı, bulut teknolojisi sayesinde bilgisayar ayarlarını, dosyalarını ve sık kullandığı siteleri yanında taşıyabilir. Windows 8’ de Microsoft hesabıyla oturum açıldığında, bilgisayar buluta bağlanır ve gidilen her yerde önem verilen dosya, evrak, fotoğraflara ulaşılabilir. Bilgisayar, dizüstü bilgisayar, tablet veya telefon gibi Windows 8’i destekleyen herhangi bir cihazda oturum açılarak her şeye erişim sağlanabilir.

Microsoft, Windows 8 ile kendi adına ve bilişim sektörü adına büyük bir devrime imza atmış durumda. Rakipleri daha iyilerini yapabilir mi, daha büyük ayrıcalıklar sunabilir mi bilinmez ama Windows 8 bir kullanıcının tüm ihtiyaçlarına cevap verebilen ve günümüzün teknolojik gelişmelerini yakalayabilmiş bir işletim sistemi.

KAYnAK http://www.teknokulis.com/Dosyalar yazilimdosyalar/2012/11/21/8-adimda-windows-8

http://windows.microsoft.com/tr-TR/windows-8/cloud-connected#1TC=t1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Windows_8

http://blog.microsoft.com.tr/windows-8-modern-arayuz-ile-kose-kapmaca.html http://partner.tr.msn.com/servisler/windows8/temel-windows-8-uygulamalar%C4%B1 http://www.donanimhaber.com/isletim-sistemleri/haberleri/Windows-7-ve-Windows-8-

hiz-yarisinda.htm

Bilim-kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz, kendi kendilerini tamir edebilen devreler artık gerçek oldu. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü(Caltech)’nde çalışan bilim adamları, bozulduğunda çok kısa bir süre içinde kendisini eski haline getirebilen çiplerin oluşturulduğunu açıkladı.

Caltech Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Bölümü Yüksek Hızlı Entegreler Laboratuvarı çalışanlarından oluşan bir ekip, çok küçük güç yükselticilerinde kendisini iyileştirme yeteneğinin olduğunu gösterdi. ABD’li bilim adamları, devrelerinin çeşitli parçalarını yüksek güçlü lazerlerle yaktıklarında bile bir saniyeden az bir sürede tamir işinin başladığını gözlemlediler.

Caltech’te Elektrik-Elektronik üzerine Thomas G. Myers Profesörü olan Ali Hajimiri, gözlemlerini şöyle anlattı: “Sistemin ilk kez hasar gördüğünde kendini iyileştirmesi inanılmazdı. Entegre Devrelerin evriminin bir sonraki aşamasına şahit oluyor gibiydik. Yükselticinin yarısını patlattık , transistör gibi elemanlarının çoğunu buharlaştırdık ve o neredeyse ideal performansını gösterecek kadar eski haline döndü.”

nASIL ÇALIŞIYOr?

Günümüze kadar yapılmış olan entegre devreler, tek bir sorunla karşılaştıklarında bile çalışmaz hale geliyorlardı. Caltech’teki bilim adamları, bu sorunu insanların bağışıklık sistemlerine benzeterek çözmeye çalıştılar. Kısaca, bu sistem küçük sorunları derhal tespit edip çözümler üreterek büyük sistemin bu sorunlardan etkilenmesini engelliyor. “Bilim adamlarının kullandıkları güç yükselticisinde, devrede mevcut olan akımı, gerilimi, gücü ve devrenin sıcaklığını ölçen sensörler bulunuyor. Sensörler, aldığı verileri Uygulamaya Özel Entegre Devre (ASIC) adı verilen parçaya gönderiyor.” ASIC, sadece belirli bir amaç için üretilmiş, tıpkı sistemin beyni gibi çalışan bir entegre devre, sensörler de devrenin duyu organları. Beyin, duyu organlarından aldığı verileri değerlendirip hangi organında sorun olduğunu ve bu sorunu nasıl çözeceğini anlıyor.

BiLiM-KUrGU GErÇEK OLUYOr: KEndini tAMir EdEBiLEn ÇipLEr

Uğur Berkay SArAÇ

ASIC, sorunlara çözüm üretirken bütün olasılıklar göz önünde bulundurularak ayrı ayrı hazırlanmış algoritmaları kullanmak yerine sensörlerden gelen bütün verilerin toplamına göre kendisi sonuçlar üretiyor. Hajimiri’nin laboratuvarında çalışan lisansüstü öğrencisi Steven Bowers’ın bu konudaki açıklaması şöyle: “Çipe hangi sonuçları istediğinizi söylüyorsunuz ve o sonuçları nasıl elde edeceğini bulmayı ona bırakıyorsunuz. Zor olansa her çipte yüz binden fazla transistör olması. Oluşabilecek bütün sorunları bilmiyoruz, buna ihtiyacımız da yok. Sistemi öyle genel bir şekilde yaptık ki dışarıdan müdahale olmadan, her durumda her çalıştırıcı için en uygun durumu kendisi bulabiliyor.”

SOnUÇ OLArAK

Kendi kendini iyileştiren çipler, hiç şüphe yok ki çok ilgi duyulacak ve çok ses getirecek bir buluş. Şimdilik çok küçük boyutlardalar, ancak içerdikleri devreler iletişim cihazları ve radarla görüntüleme aygıtları gibi gelişmiş cihazların temelini oluşturuyor. Bu da kendi kendini tamir etme özelliğinin sadece çiplerde kalmayacağını, çok daha karmaşık cihazların da kendini tamir edebileceğini gösteriyor. Ne olursa olsun bozulamayan çipler… İnsan müdahalesi olmadan kendilerini veya birbirlerini tamir eden robotlar… Bilim-kurgu gerçek oluyor!

Araştırmanın sonucu, IEEE Transactions on Microwave Theory and Techniques Mart sayısında yayınlandı. İlgilenenler, http://ieeexplore.ieee.org/xpl/RecentIssue.jsp?punumber=22 adresinden dergiyle ilgili bilgi alabilirler.

KAYnAK http://www.caltech.edu/content/creating-indestructible

-self-healing-circuits http://www.ensonhaber.com/kendi-kendini-iyilestiren-cipler-

gelistirildi-2013-03-12.html

Page 19: Billtek 36. Sayı

# #16 17BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

7-) Yepyeni bir web tarayıcısı:Internet Explorer 10

Son yıllarda koltuğunu Google Chrome ve Firefox’ a kaptıran Internet Explorer, yarışa geri dönmek adına Microsoft tarafında iyileştirildi. Yeni tarayıcı dokunmatik modda iken tam ekran çalışabiliyor. Adres çubuğu ise alta alındı. Klasik ara yüz konumunda ise IE 9’ dan görünüm olarak bir farkı olmasa da performans açısından daha iyi durumda. Fakat IE 10’ un HTML 5 desteğini hala tamamlayamamış olması bir dezavantaj.

8-) Bulut ve yedekleme

Windows 8 bulut teknolojisini de verimli bir şekilde kullanıyor. Bir Windows 8 kullanıcısı, bulut teknolojisi sayesinde bilgisayar ayarlarını, dosyalarını ve sık kullandığı siteleri yanında taşıyabilir. Windows 8’ de Microsoft hesabıyla oturum açıldığında, bilgisayar buluta bağlanır ve gidilen her yerde önem verilen dosya, evrak, fotoğraflara ulaşılabilir. Bilgisayar, dizüstü bilgisayar, tablet veya telefon gibi Windows 8’i destekleyen herhangi bir cihazda oturum açılarak her şeye erişim sağlanabilir.

Microsoft, Windows 8 ile kendi adına ve bilişim sektörü adına büyük bir devrime imza atmış durumda. Rakipleri daha iyilerini yapabilir mi, daha büyük ayrıcalıklar sunabilir mi bilinmez ama Windows 8 bir kullanıcının tüm ihtiyaçlarına cevap verebilen ve günümüzün teknolojik gelişmelerini yakalayabilmiş bir işletim sistemi.

KAYnAK http://www.teknokulis.com/Dosyalar yazilimdosyalar/2012/11/21/8-adimda-windows-8

http://windows.microsoft.com/tr-TR/windows-8/cloud-connected#1TC=t1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Windows_8

http://blog.microsoft.com.tr/windows-8-modern-arayuz-ile-kose-kapmaca.html http://partner.tr.msn.com/servisler/windows8/temel-windows-8-uygulamalar%C4%B1 http://www.donanimhaber.com/isletim-sistemleri/haberleri/Windows-7-ve-Windows-8-

hiz-yarisinda.htm

Bilim-kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz, kendi kendilerini tamir edebilen devreler artık gerçek oldu. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü(Caltech)’nde çalışan bilim adamları, bozulduğunda çok kısa bir süre içinde kendisini eski haline getirebilen çiplerin oluşturulduğunu açıkladı.

Caltech Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Bölümü Yüksek Hızlı Entegreler Laboratuvarı çalışanlarından oluşan bir ekip, çok küçük güç yükselticilerinde kendisini iyileştirme yeteneğinin olduğunu gösterdi. ABD’li bilim adamları, devrelerinin çeşitli parçalarını yüksek güçlü lazerlerle yaktıklarında bile bir saniyeden az bir sürede tamir işinin başladığını gözlemlediler.

Caltech’te Elektrik-Elektronik üzerine Thomas G. Myers Profesörü olan Ali Hajimiri, gözlemlerini şöyle anlattı: “Sistemin ilk kez hasar gördüğünde kendini iyileştirmesi inanılmazdı. Entegre Devrelerin evriminin bir sonraki aşamasına şahit oluyor gibiydik. Yükselticinin yarısını patlattık , transistör gibi elemanlarının çoğunu buharlaştırdık ve o neredeyse ideal performansını gösterecek kadar eski haline döndü.”

nASIL ÇALIŞIYOr?

Günümüze kadar yapılmış olan entegre devreler, tek bir sorunla karşılaştıklarında bile çalışmaz hale geliyorlardı. Caltech’teki bilim adamları, bu sorunu insanların bağışıklık sistemlerine benzeterek çözmeye çalıştılar. Kısaca, bu sistem küçük sorunları derhal tespit edip çözümler üreterek büyük sistemin bu sorunlardan etkilenmesini engelliyor. “Bilim adamlarının kullandıkları güç yükselticisinde, devrede mevcut olan akımı, gerilimi, gücü ve devrenin sıcaklığını ölçen sensörler bulunuyor. Sensörler, aldığı verileri Uygulamaya Özel Entegre Devre (ASIC) adı verilen parçaya gönderiyor.” ASIC, sadece belirli bir amaç için üretilmiş, tıpkı sistemin beyni gibi çalışan bir entegre devre, sensörler de devrenin duyu organları. Beyin, duyu organlarından aldığı verileri değerlendirip hangi organında sorun olduğunu ve bu sorunu nasıl çözeceğini anlıyor.

BiLiM-KUrGU GErÇEK OLUYOr: KEndini tAMir EdEBiLEn ÇipLEr

Uğur Berkay SArAÇ

ASIC, sorunlara çözüm üretirken bütün olasılıklar göz önünde bulundurularak ayrı ayrı hazırlanmış algoritmaları kullanmak yerine sensörlerden gelen bütün verilerin toplamına göre kendisi sonuçlar üretiyor. Hajimiri’nin laboratuvarında çalışan lisansüstü öğrencisi Steven Bowers’ın bu konudaki açıklaması şöyle: “Çipe hangi sonuçları istediğinizi söylüyorsunuz ve o sonuçları nasıl elde edeceğini bulmayı ona bırakıyorsunuz. Zor olansa her çipte yüz binden fazla transistör olması. Oluşabilecek bütün sorunları bilmiyoruz, buna ihtiyacımız da yok. Sistemi öyle genel bir şekilde yaptık ki dışarıdan müdahale olmadan, her durumda her çalıştırıcı için en uygun durumu kendisi bulabiliyor.”

SOnUÇ OLArAK

Kendi kendini iyileştiren çipler, hiç şüphe yok ki çok ilgi duyulacak ve çok ses getirecek bir buluş. Şimdilik çok küçük boyutlardalar, ancak içerdikleri devreler iletişim cihazları ve radarla görüntüleme aygıtları gibi gelişmiş cihazların temelini oluşturuyor. Bu da kendi kendini tamir etme özelliğinin sadece çiplerde kalmayacağını, çok daha karmaşık cihazların da kendini tamir edebileceğini gösteriyor. Ne olursa olsun bozulamayan çipler… İnsan müdahalesi olmadan kendilerini veya birbirlerini tamir eden robotlar… Bilim-kurgu gerçek oluyor!

Araştırmanın sonucu, IEEE Transactions on Microwave Theory and Techniques Mart sayısında yayınlandı. İlgilenenler, http://ieeexplore.ieee.org/xpl/RecentIssue.jsp?punumber=22 adresinden dergiyle ilgili bilgi alabilirler.

KAYnAK http://www.caltech.edu/content/creating-indestructible

-self-healing-circuits http://www.ensonhaber.com/kendi-kendini-iyilestiren-cipler-

gelistirildi-2013-03-12.html

Page 20: Billtek 36. Sayı

# #18 19BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

3 BOYUtLU YAZICI tEKnOLOjiSiAta Yusuf AtALAr

Üretim teknolojisinde çığır açacak yenilikler ve kolaylıklar sunan üç boyutlu yazıcılar, hızla hayatımıza girmeye başladılar. Bu yazıcılar sayesinde, hayal ettiğimiz tasarımlar kısa bir sürede gerçek modellere dönüşebiliyor. Aklınıza gelebilecek her türlü ürünün; uçak, robot, gitar, heykel, masa, müzik aletleri, yedek parça, tıbbi malzeme, çatal, kaşık, vb... üretiminin yanı sıra, yakın gelecekte biyoteknolojide, doku mühendisliğinde, takma organ ve vücut parçalarının yapımında kullanılması bekleniyor.

Giderek popüler hale gelen 3 boyutlu yazıcılar, kullandıkları özel malzemeleri ardışık katmanlar şeklinde sıralayıp 3 boyutlu cisimler oluşturuyor. Bu sayede bilgisayar ortamında tasarladığınız bir oyuncağı ya da herhangi bir tasarımı dakikalar içerisinde elinize alabiliyorsunuz. Nano ölçekli nesneler dahi en ince ayrıntısına kadar üç boyutlu olarak basılabiliyor.

3 boyutlu tasarımları çıkartabilmek için öncesinde

internetten açık kaynak olarak da indirilebilen 3 boyutlu yazıcı programlarını kullanmanız gerekiyor. Bu yazılımlar 3 boyutlu modeli dilimlere ayırarak 2 boyutlu katmanların oluşmasını sağlıyor. Baskı içinse 100’den fazla malzeme (polimer, reçine, metal, plastik, alçı, …) katı, sıvı, gaz halinde kullanılabiliyor. Katmanlar yazıcı tarafından sıra sıra işlenerek 3 boyutlu hale dönüştürülüyor.

Malzemelerin delinerek ya da kesilerek çıkarılıp uzaklaştırılması mantığına dayanan geleneksel üretim tekniklerinin tersine, üç boyutlu yazıcılarla yapılan üretimin, malzeme eklemeye yönelik bir teknoloji olduğunu görüyoruz. Geleneksel üretim teknolojilerinde, bilgisayar çizimlerinin yanı sıra destekleyici üretim donanımlarına ve gerekli ham maddelere ihtiyaç duyulurken, 3 boyutlu yazıcılarda ham madde ihtiyacının ve üretimdeki fire miktarının oldukça az olması büyük avantaj sağlıyor.

KULLAnIM ALAnLArI

Günümüzde üç boyutlu yazıcı teknolojisi, birçok ülkede farklı alanlarda; ayakkabı tasarımında, mücevher tasarımında, inşaat mühendisliğinde, otomotiv sanayiinde, havacılık-uzay sektöründe, dişçilik ve tıp sektöründe, yapı işlerinde, coğrafi bilgi sistemlerinde ve bilimsel çalışmalarda yaygın olarak kullanılıyor. 1980’lerden beri sanayi sektöründe ve araştırmalarda kullanılan 3 boyutlu yazıcılar, fiyatlarının çok yüksek oluşu ve büyük boyutları nedeniyle piyasaya çok fazla sürülemiyordu. Yakın gelecekte boyutlarının küçülmesi ve geliştirilmiş masaüstü modellerinin de piyasaya çıkmasıyla 3 boyutlu yazıcılar evlerimize kadar girebilecek. Bu sayede ihtiyaç duyduğumuz bir ürünü kısa bir sürede evimizde üretiyor olacağız. Sadece bununla da sınırlı kalmayıp başka modelleri 3 boyutlu tarayıcı sayesinde bilgisayarımıza aktarabilecek, hatta üzerinde düzenlemeler yaparak kişiselleştirdikten sonra istediğimiz sayıda kopyasını üretebileceğiz.

3 boyutlu yazıcı teknolojisinin daha da gelişmesi ile ileride birçok büyük parça fabrikalarda hızlı bir şekilde üretilebilecek. Otomobil sektörünün önde gelen isimlerinden Audi bazı otomobil parçalarını, Boeing ise bazı uçak parçalarını bu şekilde üretmeye başlamış bile. Bunların yanı sıra yedek parçası bulunamayan bazı klasik otomobillerin parçaları da 3 boyutlu yazıcılar tarafından üretiliyor.

Tıp sektöründe ise ABD’li bir araştırmacı geçtiğimiz yıl içinde bir hastadan alınan dokuları işleyerek, altı saat içerisinde 3 boyutlu yazıcıdan böbrek çıkarmayı başarmış. Belçika’da yapılan bir araştırmada ise iki ayrı hastaya 3 boyutlu yazıcıyla üretilen yüz ve çene takılmış. Bu yıl içerisinde de Japonya’da hizmet veren Hiro-o Ladies adlı bir kliniğin başlattığı çalışma ile artık anne karnındaki bebeği sadece röntgenle görmekle kalmayıp, üç boyutlu yazıcıdan alınacak bir çıktı ile fetüsünüzü isterseniz bütün halde isterseniz de vücudunun tek bir parçasını üç boyutlu olarak elde edebileceksiniz.

EKOnOMi VE SOSYAL HAYAtA EtKiSi

Üç boyutlu yazıcılarda kullanılan malzeme ve teknolojlere göre fiyatları değişmekle beraber 500 dolara sadece termoplastik malzeme kullanılan 3 boyutlu yazıcı alabilmek mümkün. Lazer kullanan ve metal ürünler üretebilen modeller ise 1 milyon dolara satılıyor. Bugünkü değeri 1.3 milyon olan üç boyutlu yazıcı sektörü, 2020 yılında 5.2 milyar dolarlık bir değere ulaşacak.

10 yıl içinde ev tipi 3 boyutlu yazıcıların hem fiyat olarak düşmesi hem de birçok firma tarafından piyasaya sürülmesiyle birlikte isteyen herkes kolayca bu yazıcılara sahip olabilecek.

Bunun sonucunda isteyen herkes hayal ettiği, tasarladığı ürünü kolayca üretebilir hale gelecek. Bu durum elbetteki üretim-tüketim ilişkilerini etkileyecek. Peki ne olacak? Tüketiciler de üretici olmaya başlayacak. Herkes ihtiyacı kadarını istediği an kendisi için üretebilecek. Üstelik işçi ve aracı masrafları da ortadan kalkmış olacak, bunun sonucunda da ürün maliyetleri azalacak.

Ne yazık ki ufak ölçekte üretim yapan şirketler güç kaybederken büyük ölçekte üretim yapan firmalar daha da güçlenecek. Çünkü evlerde büyük çapta üretim olamayacağından bu firmalara ihtiyaç doğacak. Ayrıca, kârlarını artıracak sektörler içerisinde bu yazıcıların malzemelerini ve yazılım programlarını satan firmalar da olacak.

Her yeni teknoloji hayatımıza kolaylıklar getirip yaşam standartlarımızı arttırdığı gibi ne yazık ki bir takım sorunları da peşinde getiriyor. Ya bu teknoloji kötüye kullanılmak istenirse?

Her tüketicinin bir üretici olmasını sağlayan bu teknoloji ile kanunsuz ilaç, patlayıcı madde hatta silah üretimi ihtimaline karşı ne gibi önlemler alınacak? Günümüzde bu sorunun cevabı kesin olarak bilinemezken Have Blue ismini taşıyan bir firmada mühendis olarak çalışmasını sürdüren ve amatör silahlar üreten Michael Guslick, internet ortamında bir foruma yazdığı sözlerde 3 boyutlu yazıcısı aracılığıyla bizzat kendisinin meydana getirdiği toplam 22 kalibrelik silah ile 200 el ateş ettiğinden bahsetti. Uzmanlara göre ise bu tür tehlikeli ürünlerin 3 boyutlu yazıcı teknolojisi ile elde edilmesini önlemenin en iyi yolu yazılım programlarının düzenlenmesi.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki yıllarda 3 boyutlu yazıcı teknolojisi çok daha hızlı bir şekilde gelişerek piyasayı ve hayatımızı etkileyecek. Umarız, ilerde bu teknoloji ile gelecek olan değişimler hep olumlu ve faydalı yönde olur.

KAYnAK http://www.3byazici.com/

http://www.makerbot.com/ http://www.wired.com/

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/ (bilim ve teknik dergisi 542.sayı)

Page 21: Billtek 36. Sayı

# #18 19BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

3 BOYUtLU YAZICI tEKnOLOjiSiAta Yusuf AtALAr

Üretim teknolojisinde çığır açacak yenilikler ve kolaylıklar sunan üç boyutlu yazıcılar, hızla hayatımıza girmeye başladılar. Bu yazıcılar sayesinde, hayal ettiğimiz tasarımlar kısa bir sürede gerçek modellere dönüşebiliyor. Aklınıza gelebilecek her türlü ürünün; uçak, robot, gitar, heykel, masa, müzik aletleri, yedek parça, tıbbi malzeme, çatal, kaşık, vb... üretiminin yanı sıra, yakın gelecekte biyoteknolojide, doku mühendisliğinde, takma organ ve vücut parçalarının yapımında kullanılması bekleniyor.

Giderek popüler hale gelen 3 boyutlu yazıcılar, kullandıkları özel malzemeleri ardışık katmanlar şeklinde sıralayıp 3 boyutlu cisimler oluşturuyor. Bu sayede bilgisayar ortamında tasarladığınız bir oyuncağı ya da herhangi bir tasarımı dakikalar içerisinde elinize alabiliyorsunuz. Nano ölçekli nesneler dahi en ince ayrıntısına kadar üç boyutlu olarak basılabiliyor.

3 boyutlu tasarımları çıkartabilmek için öncesinde

internetten açık kaynak olarak da indirilebilen 3 boyutlu yazıcı programlarını kullanmanız gerekiyor. Bu yazılımlar 3 boyutlu modeli dilimlere ayırarak 2 boyutlu katmanların oluşmasını sağlıyor. Baskı içinse 100’den fazla malzeme (polimer, reçine, metal, plastik, alçı, …) katı, sıvı, gaz halinde kullanılabiliyor. Katmanlar yazıcı tarafından sıra sıra işlenerek 3 boyutlu hale dönüştürülüyor.

Malzemelerin delinerek ya da kesilerek çıkarılıp uzaklaştırılması mantığına dayanan geleneksel üretim tekniklerinin tersine, üç boyutlu yazıcılarla yapılan üretimin, malzeme eklemeye yönelik bir teknoloji olduğunu görüyoruz. Geleneksel üretim teknolojilerinde, bilgisayar çizimlerinin yanı sıra destekleyici üretim donanımlarına ve gerekli ham maddelere ihtiyaç duyulurken, 3 boyutlu yazıcılarda ham madde ihtiyacının ve üretimdeki fire miktarının oldukça az olması büyük avantaj sağlıyor.

KULLAnIM ALAnLArI

Günümüzde üç boyutlu yazıcı teknolojisi, birçok ülkede farklı alanlarda; ayakkabı tasarımında, mücevher tasarımında, inşaat mühendisliğinde, otomotiv sanayiinde, havacılık-uzay sektöründe, dişçilik ve tıp sektöründe, yapı işlerinde, coğrafi bilgi sistemlerinde ve bilimsel çalışmalarda yaygın olarak kullanılıyor. 1980’lerden beri sanayi sektöründe ve araştırmalarda kullanılan 3 boyutlu yazıcılar, fiyatlarının çok yüksek oluşu ve büyük boyutları nedeniyle piyasaya çok fazla sürülemiyordu. Yakın gelecekte boyutlarının küçülmesi ve geliştirilmiş masaüstü modellerinin de piyasaya çıkmasıyla 3 boyutlu yazıcılar evlerimize kadar girebilecek. Bu sayede ihtiyaç duyduğumuz bir ürünü kısa bir sürede evimizde üretiyor olacağız. Sadece bununla da sınırlı kalmayıp başka modelleri 3 boyutlu tarayıcı sayesinde bilgisayarımıza aktarabilecek, hatta üzerinde düzenlemeler yaparak kişiselleştirdikten sonra istediğimiz sayıda kopyasını üretebileceğiz.

3 boyutlu yazıcı teknolojisinin daha da gelişmesi ile ileride birçok büyük parça fabrikalarda hızlı bir şekilde üretilebilecek. Otomobil sektörünün önde gelen isimlerinden Audi bazı otomobil parçalarını, Boeing ise bazı uçak parçalarını bu şekilde üretmeye başlamış bile. Bunların yanı sıra yedek parçası bulunamayan bazı klasik otomobillerin parçaları da 3 boyutlu yazıcılar tarafından üretiliyor.

Tıp sektöründe ise ABD’li bir araştırmacı geçtiğimiz yıl içinde bir hastadan alınan dokuları işleyerek, altı saat içerisinde 3 boyutlu yazıcıdan böbrek çıkarmayı başarmış. Belçika’da yapılan bir araştırmada ise iki ayrı hastaya 3 boyutlu yazıcıyla üretilen yüz ve çene takılmış. Bu yıl içerisinde de Japonya’da hizmet veren Hiro-o Ladies adlı bir kliniğin başlattığı çalışma ile artık anne karnındaki bebeği sadece röntgenle görmekle kalmayıp, üç boyutlu yazıcıdan alınacak bir çıktı ile fetüsünüzü isterseniz bütün halde isterseniz de vücudunun tek bir parçasını üç boyutlu olarak elde edebileceksiniz.

EKOnOMi VE SOSYAL HAYAtA EtKiSi

Üç boyutlu yazıcılarda kullanılan malzeme ve teknolojlere göre fiyatları değişmekle beraber 500 dolara sadece termoplastik malzeme kullanılan 3 boyutlu yazıcı alabilmek mümkün. Lazer kullanan ve metal ürünler üretebilen modeller ise 1 milyon dolara satılıyor. Bugünkü değeri 1.3 milyon olan üç boyutlu yazıcı sektörü, 2020 yılında 5.2 milyar dolarlık bir değere ulaşacak.

10 yıl içinde ev tipi 3 boyutlu yazıcıların hem fiyat olarak düşmesi hem de birçok firma tarafından piyasaya sürülmesiyle birlikte isteyen herkes kolayca bu yazıcılara sahip olabilecek.

Bunun sonucunda isteyen herkes hayal ettiği, tasarladığı ürünü kolayca üretebilir hale gelecek. Bu durum elbetteki üretim-tüketim ilişkilerini etkileyecek. Peki ne olacak? Tüketiciler de üretici olmaya başlayacak. Herkes ihtiyacı kadarını istediği an kendisi için üretebilecek. Üstelik işçi ve aracı masrafları da ortadan kalkmış olacak, bunun sonucunda da ürün maliyetleri azalacak.

Ne yazık ki ufak ölçekte üretim yapan şirketler güç kaybederken büyük ölçekte üretim yapan firmalar daha da güçlenecek. Çünkü evlerde büyük çapta üretim olamayacağından bu firmalara ihtiyaç doğacak. Ayrıca, kârlarını artıracak sektörler içerisinde bu yazıcıların malzemelerini ve yazılım programlarını satan firmalar da olacak.

Her yeni teknoloji hayatımıza kolaylıklar getirip yaşam standartlarımızı arttırdığı gibi ne yazık ki bir takım sorunları da peşinde getiriyor. Ya bu teknoloji kötüye kullanılmak istenirse?

Her tüketicinin bir üretici olmasını sağlayan bu teknoloji ile kanunsuz ilaç, patlayıcı madde hatta silah üretimi ihtimaline karşı ne gibi önlemler alınacak? Günümüzde bu sorunun cevabı kesin olarak bilinemezken Have Blue ismini taşıyan bir firmada mühendis olarak çalışmasını sürdüren ve amatör silahlar üreten Michael Guslick, internet ortamında bir foruma yazdığı sözlerde 3 boyutlu yazıcısı aracılığıyla bizzat kendisinin meydana getirdiği toplam 22 kalibrelik silah ile 200 el ateş ettiğinden bahsetti. Uzmanlara göre ise bu tür tehlikeli ürünlerin 3 boyutlu yazıcı teknolojisi ile elde edilmesini önlemenin en iyi yolu yazılım programlarının düzenlenmesi.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki yıllarda 3 boyutlu yazıcı teknolojisi çok daha hızlı bir şekilde gelişerek piyasayı ve hayatımızı etkileyecek. Umarız, ilerde bu teknoloji ile gelecek olan değişimler hep olumlu ve faydalı yönde olur.

KAYnAK http://www.3byazici.com/

http://www.makerbot.com/ http://www.wired.com/

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/ (bilim ve teknik dergisi 542.sayı)

Page 22: Billtek 36. Sayı

# #20 21BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

GEÇMiŞtEn GÜnÜMÜZE iCAtLArBaşer KAndEHir

Hayatımızda önemli yer tutan ve çok kısa sürede gelişen teknolojinin ürünü hayatımızda vazgeçilmez bir yere sahip olan icatlar ve buluşlardan bahsedeceğiz. Bu icatlar elbette ateşin, tekerleğin, yazının, elektriğin ve paranın bulunması ile başlıyor ve günümüze kadar devam ediyor. İnsanoğlu var oldukça da devam edecektir.

tELGrAF: William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz 1837 yılında teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesi ortaya çıktı.

tELEFOn: 1876’ da Alexander Graham Bell telefonu icat etti. Bell ve Thomas Watson adlı elektrik mühendisi bir gönderici ve bir alıcıdan oluşan bir düzenek yaptılar. Alıcı sesi belli bir elektrik akımına dönüştürüyor ve bu akım bir tel aracılığı ile ahizeye taşınıyordu. Tarihteki ilk telefon görüşmesini 10 Mart 1876‘ da Bell yapmıştır.

rAdYO: 1902’ de İtalyan mucit Guglielmo Marconi kablo ya da tel olmadan bir yerden diğerlerine mesaj göndermenin yolunu keşfetti.

SÜpEr iLEtKEn: 1986’ da George Bednorz kayıp olmaksızın enerjiyi transfer edebilen bir madde geliştirdi.

UYdU: 4 Ekim 1957’ de Ruslar ilk uydu Sputnik’ i Dünya yörüngesine yerleştirdi. Dünya’ nın ilk yapay uydusu sadece bir basket topu büyüklüğünde olup 82 kg ağırlığındaydı. Bu minik uydu 98 dakika içinde yörüngeye yerleştirilmişti. Sputnik insanoğlu için uzay çağının başlangıcı demekti.

FAKS: 1843’ te üretilen ilk faks makinesi kabartma harfleri tarayarak elektrik sinyalleri gönderen bir sarkaçtan oluşuyordu. Modern faks makinelerinde ise gönderilen dökümandan yansıyan ışığı algılayan diyotlar kullanılır. 1922’ de Alman fizikçi Arthur Korn radyo dalgaları ile Avrupa’ dan Amerika’ ya fotoğraf göndermiştir.

MEKAniK SAAt: 1999’ da Gerbert insanoğlunun zamanı ölçebilme arzusuna hizmet etmek için yepyeni bir ürün sundu. Fransız keşiş ve sonrasında Papa olan Gerbert’ in ağırlıklar kullanarak çalışan ilk mekanik saati günümüze kadar pek çok kez geliştirildi.

ELEKtriKLi BUZdOLABI: İlk elektrikli buzdolabı Karl Linde tarafından 1877’ de geliştirildi.

BULAŞIK MAKinESi: 1889’ da W. A. Cockran adındaki maharetli kadın mucit tarihin ilk elektrikle çalışan ilk bulaşık makinesini üretti. Sistem çok basitti. Bir fiskiye boru yardımıyla gelen tazyikli suyu tabakların üzerine eşit dağıtıyor ve bulaşıkları temizliyordu.

ÇAMAŞIr MAKinESi: 1906’ da Ala Fischer çamaşır makinesini icat etti. Makinenin içine yatay olarak yerleştirilmiş metal tambura kirli çamaşırlar konuluyordu. Tambur elektrik yardımıyla döndürülüyor ve hareket sırasında çamaşırlar sürekli suyla temas ederek temizlenmiş oluyordu. İlk kurutuculu çamaşır makinesi ise 1924’ te üretildi.

FOtOKOpi MAKinESi: Bugün kullandığımız fotokopi makineleri ilk olarak 1942’ de Chester Carlson tarafından geliştirilmiştir. Amerikalı mucit Chester Carlson 1938’ de de elektrostatik fotokopi makinesini icat eden kişidir. Fotokopi makineleri sayesinde gerekli dökümanları çoğaltmak kolaylaşmış oluyordu. Bu da büyük bir işgücü kazanımı anlamına gelmekteydi.

Page 23: Billtek 36. Sayı

# #20 21BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

GEÇMiŞtEn GÜnÜMÜZE iCAtLArBaşer KAndEHir

Hayatımızda önemli yer tutan ve çok kısa sürede gelişen teknolojinin ürünü hayatımızda vazgeçilmez bir yere sahip olan icatlar ve buluşlardan bahsedeceğiz. Bu icatlar elbette ateşin, tekerleğin, yazının, elektriğin ve paranın bulunması ile başlıyor ve günümüze kadar devam ediyor. İnsanoğlu var oldukça da devam edecektir.

tELGrAF: William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz 1837 yılında teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesi ortaya çıktı.

tELEFOn: 1876’ da Alexander Graham Bell telefonu icat etti. Bell ve Thomas Watson adlı elektrik mühendisi bir gönderici ve bir alıcıdan oluşan bir düzenek yaptılar. Alıcı sesi belli bir elektrik akımına dönüştürüyor ve bu akım bir tel aracılığı ile ahizeye taşınıyordu. Tarihteki ilk telefon görüşmesini 10 Mart 1876‘ da Bell yapmıştır.

rAdYO: 1902’ de İtalyan mucit Guglielmo Marconi kablo ya da tel olmadan bir yerden diğerlerine mesaj göndermenin yolunu keşfetti.

SÜpEr iLEtKEn: 1986’ da George Bednorz kayıp olmaksızın enerjiyi transfer edebilen bir madde geliştirdi.

UYdU: 4 Ekim 1957’ de Ruslar ilk uydu Sputnik’ i Dünya yörüngesine yerleştirdi. Dünya’ nın ilk yapay uydusu sadece bir basket topu büyüklüğünde olup 82 kg ağırlığındaydı. Bu minik uydu 98 dakika içinde yörüngeye yerleştirilmişti. Sputnik insanoğlu için uzay çağının başlangıcı demekti.

FAKS: 1843’ te üretilen ilk faks makinesi kabartma harfleri tarayarak elektrik sinyalleri gönderen bir sarkaçtan oluşuyordu. Modern faks makinelerinde ise gönderilen dökümandan yansıyan ışığı algılayan diyotlar kullanılır. 1922’ de Alman fizikçi Arthur Korn radyo dalgaları ile Avrupa’ dan Amerika’ ya fotoğraf göndermiştir.

MEKAniK SAAt: 1999’ da Gerbert insanoğlunun zamanı ölçebilme arzusuna hizmet etmek için yepyeni bir ürün sundu. Fransız keşiş ve sonrasında Papa olan Gerbert’ in ağırlıklar kullanarak çalışan ilk mekanik saati günümüze kadar pek çok kez geliştirildi.

ELEKtriKLi BUZdOLABI: İlk elektrikli buzdolabı Karl Linde tarafından 1877’ de geliştirildi.

BULAŞIK MAKinESi: 1889’ da W. A. Cockran adındaki maharetli kadın mucit tarihin ilk elektrikle çalışan ilk bulaşık makinesini üretti. Sistem çok basitti. Bir fiskiye boru yardımıyla gelen tazyikli suyu tabakların üzerine eşit dağıtıyor ve bulaşıkları temizliyordu.

ÇAMAŞIr MAKinESi: 1906’ da Ala Fischer çamaşır makinesini icat etti. Makinenin içine yatay olarak yerleştirilmiş metal tambura kirli çamaşırlar konuluyordu. Tambur elektrik yardımıyla döndürülüyor ve hareket sırasında çamaşırlar sürekli suyla temas ederek temizlenmiş oluyordu. İlk kurutuculu çamaşır makinesi ise 1924’ te üretildi.

FOtOKOpi MAKinESi: Bugün kullandığımız fotokopi makineleri ilk olarak 1942’ de Chester Carlson tarafından geliştirilmiştir. Amerikalı mucit Chester Carlson 1938’ de de elektrostatik fotokopi makinesini icat eden kişidir. Fotokopi makineleri sayesinde gerekli dökümanları çoğaltmak kolaylaşmış oluyordu. Bu da büyük bir işgücü kazanımı anlamına gelmekteydi.

Page 24: Billtek 36. Sayı

# #22 23BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

BiLGiSAYAr: Bilgisayarı 1941 yılında Condrad Zuse icat etmiştir. Bu bilgisayar tam tamına 30 ton ağırlığındaydı, on haneye sahip 5000 sayıyı bir saniye gibi kısa bir sürede birbiri ile toplayabilme yeteneğine sahipti.

FOtOĞrAF MAKinESi: Fotoğrafçılığın başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Sekizinci yüzyılda Müslüman bilgin İbn-i Heysem gümüş nitrat’ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. yüzyılda büyük sanatçı Leonardo da Vinci’nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi fotoğrafçılık tarihindeki önemli başlangıçlardır.

tELEViZYOn: Televizyon 1923 yılında, John Logie Baird tarafından İngiltere’nin Hastings kasabasında icat edilmiştir. İlk televizyon görüntüsü ise yine Baird tarafından 1926 yılında yayınlanmıştır. Başlangıçta noktalar halinde ve titrek olan görüntülerin kalitesi Baird tarafından geliştirilmiştir

HESAp MAKinESi: 1888’ de William Seward hesap makinesini icat etti. Banka muhasebecisi olan Seward bankadaki hesap işlerinin monotonluğu kırabilmek ve belki de biraz zaman kazanabilmek amacıyla bir mekanik cihaz üzerinde çalışmaya başladı. Sonuçta 1885 yılında patentini aldığı cihaz bir hesap makinesiydi. 1898’ de Seward öldüğünde 1.000 adet hesap makinesi satılmıştı. 1926 yılına gelindiğinde ise bu sayı 1.000.000’ a ulaşmıştı.

LCd tEKnOLOjiSi: 1970’ te James Fergason LCD teknolojisini geliştirdi. Fergason 1971’ de hızla gelişmeye başlayan LCD teknolojisinin kullanıldığı pek çok ürünün de patentini elinde bulunduran kişidir. Hızla gelişen dijital saat bilgisayar ekranları tıbbi cihazlar gibi ürünlerde yoğun olarak LCD sistemleri kullanılmaktadır.

GÜnÜMÜZE YAKIn BAZI BULUŞLAr

• E-mail• İnternetten telefona kadar, iletişimde hız ve kolaylık

sağlayan fiber optik kablo• Uydulardan faydalanarak yön bulmamıza yardımcı

olan GPS (Global Positioning System)• Dizüstü bilgisayarlar (laptop)• Netbooklar; Laptoplara göre ekran büyüklüğü ve

boyutları en ayırt edici özelliktir. Mini laptop denebilir.• Dijital kamera• iPod Apple ilk iPod’unu 2001 yılında çıkardı. MP3

formatında, içinde 1000 şarkıyı depolayabilen bu ürün çıktığında elektronik piyasasında devrim oldu.

• iPhone Apple’ın 9 Ocak 2007’de piyasaya sunduğu gelişmiş müzik çalar ve internet bağlantısı özellikleri bulunan çok fonksiyonlu cep telefonu, kısa sürede 30 milyondan fazla sattı.

• Wi-Fi ;‘Wireles Fidelity’ kablosuz bağlantı anlamına geliyor. İlk kez 2000 Ocak’ta kullanılan teknoloji, kısa sürede yaygınlaştı.

• Çok küçük boyutlardaki biyoçiplerin üretimini mümkün kılan mikroelektro mekanik sistemler

• Lityum piller• Hem benzinli hem de elektrikle çalışabilen hibrid

otomobil• Normal bilgisayarların iki katı parlaklık ve enerji

tasarrufu sağlayan OLED ekranlar• Plazma, yani yüksek çözünürlüklü televizyonlar• Nanoteknoloji, yani çeşitli araçların molekül

düzeyinde yaratılması• Veri depolayan hafıza diskleri• Ses postası (voice-mail)• Google Earth ;Google Labs tarafından satın alınan

Keyhole adlı şirketin geliştirdiği bir bilgisayar yazılımıdır. Bu yazılım sayesinde tüm Dünya’nın uydularından çekilmiş değişik çözünürlükteki fotoğrafları, dünyadaki şehirlerin büyük bir bölümünün ayrıntılı görüntüleri izlenebilir

• Kısa menzilli, yüksek frekanslı telsiz• Kablosuz Kulaklık• Facebook ; Harvard’lı Mark Zuckenberg’in

arkadaşlarıyla iletişim kurması için, 4 Şubat 2004’te kurduğu Facebook, günümüzde sosyal medya ağlarının en önemlilerinden biri.

Daha niceleri son 10 yılda hizmete sunulan yeni teknolojik gelişmeler hayatımızın birer parçası oldular ve her yeni günde yeni bir buluş hayatımıza girmeye devam ediyor.

KAYnAK http://teknolojikdevir.blogcu.com/gecmisten-gunumuze-

teknolojik-icatlar/10918321 http://www.antikashop.com/blog/03/04/2012/90larin-tv-

dizileri

Page 25: Billtek 36. Sayı

# #22 23BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

BiLGiSAYAr: Bilgisayarı 1941 yılında Condrad Zuse icat etmiştir. Bu bilgisayar tam tamına 30 ton ağırlığındaydı, on haneye sahip 5000 sayıyı bir saniye gibi kısa bir sürede birbiri ile toplayabilme yeteneğine sahipti.

FOtOĞrAF MAKinESi: Fotoğrafçılığın başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Sekizinci yüzyılda Müslüman bilgin İbn-i Heysem gümüş nitrat’ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. yüzyılda büyük sanatçı Leonardo da Vinci’nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi fotoğrafçılık tarihindeki önemli başlangıçlardır.

tELEViZYOn: Televizyon 1923 yılında, John Logie Baird tarafından İngiltere’nin Hastings kasabasında icat edilmiştir. İlk televizyon görüntüsü ise yine Baird tarafından 1926 yılında yayınlanmıştır. Başlangıçta noktalar halinde ve titrek olan görüntülerin kalitesi Baird tarafından geliştirilmiştir

HESAp MAKinESi: 1888’ de William Seward hesap makinesini icat etti. Banka muhasebecisi olan Seward bankadaki hesap işlerinin monotonluğu kırabilmek ve belki de biraz zaman kazanabilmek amacıyla bir mekanik cihaz üzerinde çalışmaya başladı. Sonuçta 1885 yılında patentini aldığı cihaz bir hesap makinesiydi. 1898’ de Seward öldüğünde 1.000 adet hesap makinesi satılmıştı. 1926 yılına gelindiğinde ise bu sayı 1.000.000’ a ulaşmıştı.

LCd tEKnOLOjiSi: 1970’ te James Fergason LCD teknolojisini geliştirdi. Fergason 1971’ de hızla gelişmeye başlayan LCD teknolojisinin kullanıldığı pek çok ürünün de patentini elinde bulunduran kişidir. Hızla gelişen dijital saat bilgisayar ekranları tıbbi cihazlar gibi ürünlerde yoğun olarak LCD sistemleri kullanılmaktadır.

GÜnÜMÜZE YAKIn BAZI BULUŞLAr

• E-mail• İnternetten telefona kadar, iletişimde hız ve kolaylık

sağlayan fiber optik kablo• Uydulardan faydalanarak yön bulmamıza yardımcı

olan GPS (Global Positioning System)• Dizüstü bilgisayarlar (laptop)• Netbooklar; Laptoplara göre ekran büyüklüğü ve

boyutları en ayırt edici özelliktir. Mini laptop denebilir.• Dijital kamera• iPod Apple ilk iPod’unu 2001 yılında çıkardı. MP3

formatında, içinde 1000 şarkıyı depolayabilen bu ürün çıktığında elektronik piyasasında devrim oldu.

• iPhone Apple’ın 9 Ocak 2007’de piyasaya sunduğu gelişmiş müzik çalar ve internet bağlantısı özellikleri bulunan çok fonksiyonlu cep telefonu, kısa sürede 30 milyondan fazla sattı.

• Wi-Fi ;‘Wireles Fidelity’ kablosuz bağlantı anlamına geliyor. İlk kez 2000 Ocak’ta kullanılan teknoloji, kısa sürede yaygınlaştı.

• Çok küçük boyutlardaki biyoçiplerin üretimini mümkün kılan mikroelektro mekanik sistemler

• Lityum piller• Hem benzinli hem de elektrikle çalışabilen hibrid

otomobil• Normal bilgisayarların iki katı parlaklık ve enerji

tasarrufu sağlayan OLED ekranlar• Plazma, yani yüksek çözünürlüklü televizyonlar• Nanoteknoloji, yani çeşitli araçların molekül

düzeyinde yaratılması• Veri depolayan hafıza diskleri• Ses postası (voice-mail)• Google Earth ;Google Labs tarafından satın alınan

Keyhole adlı şirketin geliştirdiği bir bilgisayar yazılımıdır. Bu yazılım sayesinde tüm Dünya’nın uydularından çekilmiş değişik çözünürlükteki fotoğrafları, dünyadaki şehirlerin büyük bir bölümünün ayrıntılı görüntüleri izlenebilir

• Kısa menzilli, yüksek frekanslı telsiz• Kablosuz Kulaklık• Facebook ; Harvard’lı Mark Zuckenberg’in

arkadaşlarıyla iletişim kurması için, 4 Şubat 2004’te kurduğu Facebook, günümüzde sosyal medya ağlarının en önemlilerinden biri.

Daha niceleri son 10 yılda hizmete sunulan yeni teknolojik gelişmeler hayatımızın birer parçası oldular ve her yeni günde yeni bir buluş hayatımıza girmeye devam ediyor.

KAYnAK http://teknolojikdevir.blogcu.com/gecmisten-gunumuze-

teknolojik-icatlar/10918321 http://www.antikashop.com/blog/03/04/2012/90larin-tv-

dizileri

Page 26: Billtek 36. Sayı

# #24 25BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

KUAntUM BiLGiSAYArLArI:IŞIK HIZIYLA tAnIŞInAyhan EpiK

Hep söylüyoruz,günden güne gelişen, durmak bilmeyen bir teknolojinin içinde yaşamaktayız.Günümüzde, yenilenen teknolojinin kalbinin attığı yerler bilgisayar ve türevleri. Şöyle ki; insanların çoğunluğu her gün bilgisayar başına geçmekte ve onun eşsiz büyüsüne kapılmakta. Bilgisayarların eşsiz yeteneği ve insanların ilgisi birleşince bilgisayar alanındaki her yenilik yeni bir dünyanın kapılarını aralıyori

Kuantum bilgisayarları henüz daha anlaşılmaya başlanan, bilgisayar denince akla gelen bütün algıları değiştirebilecek nitelikte bir teknoloji. Kuantum bilgisayarlarını günümüzde kullandığımız bilgisayarlarla karşılaştırmak gerekirse, şu an kullandığımız bilgisayarlarda bilgiler sadece 1 ve 0 yani doğru ve yanlış olarak ‘’bit’’ denilen hafıza birimlerinde saklanabilmekte iken kuantum bilgisayarlarında yalnızca 1 ve 0, doğru ve yanlış, değil aynı zamanda bu iki

durum arasında oluşabilecek durumlar da ‘’kuantum bit’’ adı verilen hafıza birimleri yardımıyla saklanabilmekte.Ayrıca kuantum bitler aynı anda 1 ile 0 değerlerini alabilmekte ve bu özellik birleştirim(superposition) denilen prensibe dayanarak yapılmakta. Peki bu bize nasıl bir yarar sağlar? İlk okuduğunuzda pek inandırıcı gelmeyecek belki ama bir kuantum bilgisayarı kullandığı kuantum bitler (qubit) sayesinde normal bir bilgisayardan milyar kat daha hızlı işlem yapabilme yeteneğine sahiptir.

Günümüzde kuantum bilgisayarlarının geliştirilmesi konusunda çok fazla çaba sarf edilmesine karşın hali hazırda tamamıyla kullanılabilir durumda olan bir kuantum bilgisayarı bulunmamakta.Çünkü şu an belli bir miktar kuantum bit hazırlanmış olsa da bu bizim kullanımımıza sunulabilecek bir bilgisayar oluşturmak için yeterli değil.Çok değil bir iki ay önce , kuantum bilgisayarlarına erişebilmek için Amerikalı araştırmacılar

tarafından önemli bir adım atıldı. Açıklamak gerekirse, adından da anlaşılacağı üzere kuantum bilgisayarları elektronların hareketlerine bağlı olarak veri depolama mantığına sahip. Yapılan araştırmada kuantum noktası denilen 1 nanometre büyüklüğündeki bir elektron çiftinin hareketlerini ve dönüşlerini mikro dalgaları kullanarak okuyabilme başarısına eriştiler. Ayrıca yakın zamanda kuantum bitlerden bir tanesini elmasın içine yerleştirerek incelemeler detaylandırıldı. Ayrıca kuantum bilgisayarlarının temelleri daha da sağlamlaştı. Kuantum bilgisayarlarının temelinde yatan, elektronların hareketinin incelenmesi ve kuantum bitlerin elementlere yerleştirilmesi günlük hayatta kullanılır bir kuantum bilgisayarı yapılması yönünde çok büyük bir gelişme. Şu an süren araştırmalar sonucunda elektronları rahatsız etmeden incelenebilecek pek çok teknik geliştirilse de elektronların hareketlerinin dış etkenlere aşırı derecede bağımlı olması bu alandaki en büyük çekincelerden biri. Yalnızca bir kuantum bitinin bir elmas içine yerleştirilmesi, bu işin yapılabilmesi için uzun bir yolun olduğunu göstermekte. Aynı zamanda kuantum bilgisayarı üretmek için milyonlarca elektronu aynı anda incelemek gerektiğini düşünürsek gerçek bir kuantum bilgisayarı için uzun bir süre daha beklememiz gerekecek.

Kuantum bilgisayarlarının varlığının etki edeceği en önemli alanlardan biri de yapay zeka. Hali hazırda pek çok araştırma, bilgisayarların gerçekten insan beyni hızında düşünüp bir insan beyni gibi hareket edebilmesini planlamakta. Kuantum bilgisayarları tam da bu noktada gerekli hızı sağlıyor olacak ve bu işleme yeteneği, bilgisayarların birer insan olabileceğinin kanıtlanması için çok büyük bir adım olacak. İnsanoğlunun büyük bir heyecanla beklediği ve aynı zamanda en çok korktuğu insansı robotlar, kuantum bilgisayarlarının hayatımıza girmesinden kısa bir süre sonra bize o kadar da uzak olmayacak. Çünkü kuantum bilgisayarlarının esas ortaya çıkış amacı da aslında bu.

Her açıdan bakıldığında kuantum bilgisayarları bilim dünyasında çığır açacak, günümüz bilgisayarlarının pabucunu dama atacak bir teknoloji. Hayata geçirilmesi belki daha meşakkatli yollar gerektiriyor ancak kuantum bilgisayarlarının var olabileceğini bilmek bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor doğrusu. Bana kalırsa kuantum bilgisayarları üretebilmek için gerekli imkanlar sağlanacak ve yakın zamanda bu teknoloji insanlığın hizmetinde olacak.Fakat durum şu ki: yakın bir tarihte kuantum bilgisayarları üretilmiş olsa bile evlerimize girmesi çok uzun zaman alacaktır. Çünkü gerek maliyeti gerekse hala üstünde çalışılan dış etkenlerden arındırılma sürecinde yaşanılacak sıkıntılar göz önünde bulundurulunca, bu inanılmaz işlem gücüne sahip bilgisayarlar için uzun bir süre beklememiz gerekecek. Ama emin olun kuantum bilgisayarları hayatımıza girdiğinde yer yerinden oynayacak. Bekleyelim ve dünyanın kuantum bilgisayarları ile nasıl değişeceğini kendi gözlerimizle görelim.

KAYnAK• Ball, P. (2013, 02 18). Diamond idea for quantum

computer. http://www.bbc.com/future/story/20130218-diamond-idea-for-quantum-computer’dan alınmıştır.

• Elmas İçinde kuantum bilgisayar. (2012, 05 06). http://www.ntvmsnbc.com/id/25337510/ ‘dan alınmıştır.

• Kuantum bilgisayarlar İçin dev adım. (2012, 10 21). http://www.aksam.com.tr/guncel/kuantum-bilgisayarlar-

icin-dev-adim/haber-145518 ‘dan alınmıştır.• Demircan, K. (2012, 12 7). Yapay zeka ve İnsan

beynini taklit etmek. http://khosann.com/yapay-zeka-ve-insan-beynini-taklit-etmek-dunyanin-en-kapsamli-sanal-

beyin-simulasyonu/ ‘dan alınmıştır.• Kail, R. (Producer). (2013). Quantum computer core.

http://www.sciencephoto.com/media/393429/enlarge ‘dan alınmıştır.

• (2013). Big data big problems. (2013). [Web Photo]. http://mpowerdevelopment.wordpress.com/2013/02/18/

big-data-big-problems/ ‘dan alınmıştır.

Page 27: Billtek 36. Sayı

# #24 25BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

KUAntUM BiLGiSAYArLArI:IŞIK HIZIYLA tAnIŞInAyhan EpiK

Hep söylüyoruz,günden güne gelişen, durmak bilmeyen bir teknolojinin içinde yaşamaktayız.Günümüzde, yenilenen teknolojinin kalbinin attığı yerler bilgisayar ve türevleri. Şöyle ki; insanların çoğunluğu her gün bilgisayar başına geçmekte ve onun eşsiz büyüsüne kapılmakta. Bilgisayarların eşsiz yeteneği ve insanların ilgisi birleşince bilgisayar alanındaki her yenilik yeni bir dünyanın kapılarını aralıyori

Kuantum bilgisayarları henüz daha anlaşılmaya başlanan, bilgisayar denince akla gelen bütün algıları değiştirebilecek nitelikte bir teknoloji. Kuantum bilgisayarlarını günümüzde kullandığımız bilgisayarlarla karşılaştırmak gerekirse, şu an kullandığımız bilgisayarlarda bilgiler sadece 1 ve 0 yani doğru ve yanlış olarak ‘’bit’’ denilen hafıza birimlerinde saklanabilmekte iken kuantum bilgisayarlarında yalnızca 1 ve 0, doğru ve yanlış, değil aynı zamanda bu iki

durum arasında oluşabilecek durumlar da ‘’kuantum bit’’ adı verilen hafıza birimleri yardımıyla saklanabilmekte.Ayrıca kuantum bitler aynı anda 1 ile 0 değerlerini alabilmekte ve bu özellik birleştirim(superposition) denilen prensibe dayanarak yapılmakta. Peki bu bize nasıl bir yarar sağlar? İlk okuduğunuzda pek inandırıcı gelmeyecek belki ama bir kuantum bilgisayarı kullandığı kuantum bitler (qubit) sayesinde normal bir bilgisayardan milyar kat daha hızlı işlem yapabilme yeteneğine sahiptir.

Günümüzde kuantum bilgisayarlarının geliştirilmesi konusunda çok fazla çaba sarf edilmesine karşın hali hazırda tamamıyla kullanılabilir durumda olan bir kuantum bilgisayarı bulunmamakta.Çünkü şu an belli bir miktar kuantum bit hazırlanmış olsa da bu bizim kullanımımıza sunulabilecek bir bilgisayar oluşturmak için yeterli değil.Çok değil bir iki ay önce , kuantum bilgisayarlarına erişebilmek için Amerikalı araştırmacılar

tarafından önemli bir adım atıldı. Açıklamak gerekirse, adından da anlaşılacağı üzere kuantum bilgisayarları elektronların hareketlerine bağlı olarak veri depolama mantığına sahip. Yapılan araştırmada kuantum noktası denilen 1 nanometre büyüklüğündeki bir elektron çiftinin hareketlerini ve dönüşlerini mikro dalgaları kullanarak okuyabilme başarısına eriştiler. Ayrıca yakın zamanda kuantum bitlerden bir tanesini elmasın içine yerleştirerek incelemeler detaylandırıldı. Ayrıca kuantum bilgisayarlarının temelleri daha da sağlamlaştı. Kuantum bilgisayarlarının temelinde yatan, elektronların hareketinin incelenmesi ve kuantum bitlerin elementlere yerleştirilmesi günlük hayatta kullanılır bir kuantum bilgisayarı yapılması yönünde çok büyük bir gelişme. Şu an süren araştırmalar sonucunda elektronları rahatsız etmeden incelenebilecek pek çok teknik geliştirilse de elektronların hareketlerinin dış etkenlere aşırı derecede bağımlı olması bu alandaki en büyük çekincelerden biri. Yalnızca bir kuantum bitinin bir elmas içine yerleştirilmesi, bu işin yapılabilmesi için uzun bir yolun olduğunu göstermekte. Aynı zamanda kuantum bilgisayarı üretmek için milyonlarca elektronu aynı anda incelemek gerektiğini düşünürsek gerçek bir kuantum bilgisayarı için uzun bir süre daha beklememiz gerekecek.

Kuantum bilgisayarlarının varlığının etki edeceği en önemli alanlardan biri de yapay zeka. Hali hazırda pek çok araştırma, bilgisayarların gerçekten insan beyni hızında düşünüp bir insan beyni gibi hareket edebilmesini planlamakta. Kuantum bilgisayarları tam da bu noktada gerekli hızı sağlıyor olacak ve bu işleme yeteneği, bilgisayarların birer insan olabileceğinin kanıtlanması için çok büyük bir adım olacak. İnsanoğlunun büyük bir heyecanla beklediği ve aynı zamanda en çok korktuğu insansı robotlar, kuantum bilgisayarlarının hayatımıza girmesinden kısa bir süre sonra bize o kadar da uzak olmayacak. Çünkü kuantum bilgisayarlarının esas ortaya çıkış amacı da aslında bu.

Her açıdan bakıldığında kuantum bilgisayarları bilim dünyasında çığır açacak, günümüz bilgisayarlarının pabucunu dama atacak bir teknoloji. Hayata geçirilmesi belki daha meşakkatli yollar gerektiriyor ancak kuantum bilgisayarlarının var olabileceğini bilmek bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor doğrusu. Bana kalırsa kuantum bilgisayarları üretebilmek için gerekli imkanlar sağlanacak ve yakın zamanda bu teknoloji insanlığın hizmetinde olacak.Fakat durum şu ki: yakın bir tarihte kuantum bilgisayarları üretilmiş olsa bile evlerimize girmesi çok uzun zaman alacaktır. Çünkü gerek maliyeti gerekse hala üstünde çalışılan dış etkenlerden arındırılma sürecinde yaşanılacak sıkıntılar göz önünde bulundurulunca, bu inanılmaz işlem gücüne sahip bilgisayarlar için uzun bir süre beklememiz gerekecek. Ama emin olun kuantum bilgisayarları hayatımıza girdiğinde yer yerinden oynayacak. Bekleyelim ve dünyanın kuantum bilgisayarları ile nasıl değişeceğini kendi gözlerimizle görelim.

KAYnAK• Ball, P. (2013, 02 18). Diamond idea for quantum

computer. http://www.bbc.com/future/story/20130218-diamond-idea-for-quantum-computer’dan alınmıştır.

• Elmas İçinde kuantum bilgisayar. (2012, 05 06). http://www.ntvmsnbc.com/id/25337510/ ‘dan alınmıştır.

• Kuantum bilgisayarlar İçin dev adım. (2012, 10 21). http://www.aksam.com.tr/guncel/kuantum-bilgisayarlar-

icin-dev-adim/haber-145518 ‘dan alınmıştır.• Demircan, K. (2012, 12 7). Yapay zeka ve İnsan

beynini taklit etmek. http://khosann.com/yapay-zeka-ve-insan-beynini-taklit-etmek-dunyanin-en-kapsamli-sanal-

beyin-simulasyonu/ ‘dan alınmıştır.• Kail, R. (Producer). (2013). Quantum computer core.

http://www.sciencephoto.com/media/393429/enlarge ‘dan alınmıştır.

• (2013). Big data big problems. (2013). [Web Photo]. http://mpowerdevelopment.wordpress.com/2013/02/18/

big-data-big-problems/ ‘dan alınmıştır.

Page 28: Billtek 36. Sayı

# #26 27BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

IEEE tÜrKiYE GöZÜndEn IEEE OdtÜ

IEEE ODTÜ kurumsal yapısı,sağlam ve yaratıcı fikirleriyle bütün IEEE kollarına örnek bir öğrenci koludur. Yaklaşık 1 sene önce kurulan bir kulüp olarak IEEE ODTÜ’den öğrenecek çok şeyimiz var.Yaptıkları etkinliklerde yeterli çalışmayla neler yapılabileceğini gösteriyor, bize ve yeni kurulan diğer kollara öncü oluyorlar.Kongre,kurultay ve Ankara’ya yaptığımız teknik gezide ODTÜ’lü bir çok arkadaşı yakından tanıma fırsatı bulduk. Her zaman samimi,içten tavırları ve yardımları için teşekkür eder ve başarılarının devamını dileriz. CELAL BAYAR IEEE

Kardeşimiz olarak her zaman yanımızda olan eşsiz kulübe IEEE ODTÜ ve bu kulübün harika ekibine de IEEE ODTÜ AİLESİ diyoruz. Başımız sıkıştı aradık, ayağımız takıldı yine aradık ama hiç birinde de off demeden gelip kurtarıcımız olan,öğrenmenin yanında eğlenmeyi bilen bu yönüyle gönüllere taht kurmuş ODTÜ sen birtanesin. Ankara da hoş bir hava estirdin ve diğer kulüplere yaptığın işlerdeki kusursuzlukla öncü oldun . Buraya kadar çok iyiydin bundan sonra daha da iyi olacağına hiç şüpemiz yok Ankara nın GÜLÜ. CUMHURİYET IEEE (KARDEŞ KOL)

IEEE ODTÜ Türkiye yapısı içinde bulunan en köklü kulüplerden birisi. Kurumsallığını tamamlamış ve her geçen gün yapısına yeni üyeler katarak büyüyen bir aile. Bir etkinlikte tüm IEEE kollarını toplayıp çok güzel anılarla ordan ayrılmamızı sağlayabilen bir kulüp. Hepimizin kardeş kolu onlar, iyi ki varlar :)) ÇUKUROVA IEEE

Yardımımıza koşan ve her türlü desteği sağlayan ekibiyle IEEE ODTÜ kardeşlerin en birincisi, her klübün ortak kardeşi Gerektiği zaman eğlenen, gerektiği zaman öğreten, kısaca nabza göre şerbet veren yapısı belki de bu kadar çok sevilmelerine sebep olan özelliklerinden biridir. Ankara’nın memurları arasında bizleri hiç yalnız bırakmadılar. ODTÜye deniz havasını getirdiler, sosyallikleriyle ortamı yumuşattılar. Profesyonellikleriyle kendilerini geleceğe çok güzel hazırladılar. Ankara’nın bozkırından, sert ikliminden böyle bir topluluğun yeşermesi size ilginç gelebilir; ancak unutulmamalıdır ki klüp üyelerinin o sıcakkanlılığı her türlü olumsuzluğu yenebilecek güçte Kardeşliğimiz hiç bitmesin, çizginiz hiç bozulmasın. DEU IEEE

IEEE ODTÜ yani diğer bir deyişle METU IEEE.. IEEE Türkiye yapılanmasının lokomotifi. Türkiye IEEE kolları

arasında en başarılı ekiplerden sadece biri. Hem teknik çalışmalarıyla, hem de gerçekleştirdiği birbirinden güzel sosyal etkinlikleriyle başarılı işlere imza atan güzel insanlar topluluğu. Geçmişten geleceğe uzanan arkadaşlıklar, dostluklar. Dün varlardı, yarın da var olacaklar. IEEE Türkiye’ye kattığınız değer ve emekleriniz için hepinize ayrı ayrı teşekkürler. Ama şimdi son bir kez, “La la la la lay lay..” DOĞUŞ IEEE

Bu sene kardeş kolIarımızdan olan IEEE ODTÜ, IEEE Türkiye Öğrenci Kolları arasında sayılı kollardan biridir. Şimdiye kadar çok sayıda profesyonel etkinlikler çıkarmış, misafirlerini en iyi şekilde ağırlamıştır. DPÜ IEEE olarak başarılarınızın devamını dileriz, sonraki etkinliklerde görüşmek dileğiyle. DUMLUPINAR IEEE(KARDEŞ KOL)

IEEE ODTÜ Türkiye’deki diğer IEEE kolları gibi işini gerçekten ciddiye alan, yaptığı işler ile ses getirmeyi hedefleyen bir kulüp. Fakat onları diğer kollardan ayıran özellik; bu kadar ciddi, kurumsal ve sistematik bir yapıya sahip olup aynı zamanda hem kendi içerisindeki üyelerine hemde il dışındaki diğer kollara karşı bu kadar sıcakkanlı ve cana yakın bir kulüp olmayı başarabilmiş olmaları. Türkiye’de pek çok IEEE Kolu var ama neredeyse tüm kulüpler bir IEEE ODTÜ olabilmeyi hedeflemişse bence bu insanların bu işi ne kadar ciddi, ne kadar gönülden ve ne kadar başarılı yaptıklarının göstergesidir. ESOGÜ IEEE

IEEE ODTÜ için bir kaç cümle çok yetersiz kalır...IEEE’nin birlik beraberliğini en güzel şekilde yaşayan Türkiye’nin en güzide ve en aktif kollarından biri olması,

projelerini disiplinli ve eğlenceli şekilde yürütmeleri tam anlamıyla ‘’ amatör ruhla profesyonel iş yapmak ‘’ oluyor..ODTÜ’lü olmanın ayrıcalığı IEEE ile ortaya çıkar.

FIRAT IEEE

Aynı şehri paylaşma keyfine vakıf olduğumuz güzel, başarılı topluluk! Ekip degişse de odtü her zaman yaratici ve işleyen yapisini koruyacak çünkü IEEE ODTÜ ruhu tüm atmosferi sarıyor. Sertifikalarımıza sertifika, yaka kartlarımıza yaka kartı , orjinal usb’ler katarak vizyonumuzu genişletme fırsatı sunan etkinlikleriyle geliştirirken eğlenceyi de unutmayan , profesyonel işler cıkaran bu ekibe varlığı ve emeği için çok tesekkür ederiz. Sizinle aynı şehri paylaşmak güzel. GAZİ IEEE

IEEE ODTÜ, hem teknik anlamda üyelerini geliştiren hem de sosyal anlamda dolu dolu bir topluluk.Türkiye IEEE ruhuna değer katan IEEE ODTÜ’lülerle tanışmak, aynı çatı altında bulunmak ne güzel. HACETTEPE IEEE

Merhaba ben İTÜ IEEE. Çok uzak değil, gayet yakın bir zamanda IEEE ODTÜ ile beraber bir kongrenin organizasyonunu paylaştık. Nerden bilebilirdik bu kongrenin bitişinin yeni bir kardeşlik başlangıcı olduğunu. Görüşmeden duramaz olduk. Konuşmadan yaşayamaz olduk. Artık Ankara’ya gidersek kuru bir selam değil, bir kucak dolusu sıcacık hoşgeldin alacağımızı biliyoruz. Teşekkürler IEEE ODTÜ, iyi ki varsın. ODİTÜ IEEE

IEEE ODTÜ nedir mi?IEEE TR denince akla ilk gelen isimlerdendir. Bizi her ulusal/uluslararası her alanda onurlandıran öğrenci koludur. Kurumsaldır, güçlüdür. Her yıl yaptıkları sponsorluk çıkartmaları ile tanırız onları. İTU IEEE ile düzenledikleri unutulmaz kongreden. E tabi ki Simay ve Sencer’den IEEE ODTÜ’yü IEEE ODTÜ yapan kurumsallığının, bilinirliğinin yanı sıra muhteşem üyeleridir. Kararlılık , azimli olmak demektir IEEE ODTÜ. IEEETürkiye’nin olmazsa olmazıdır sizleri tanımak çok güzel.

İYTE IEEE

Page 29: Billtek 36. Sayı

# #26 27BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

IEEE tÜrKiYE GöZÜndEn IEEE OdtÜ

IEEE ODTÜ kurumsal yapısı,sağlam ve yaratıcı fikirleriyle bütün IEEE kollarına örnek bir öğrenci koludur. Yaklaşık 1 sene önce kurulan bir kulüp olarak IEEE ODTÜ’den öğrenecek çok şeyimiz var.Yaptıkları etkinliklerde yeterli çalışmayla neler yapılabileceğini gösteriyor, bize ve yeni kurulan diğer kollara öncü oluyorlar.Kongre,kurultay ve Ankara’ya yaptığımız teknik gezide ODTÜ’lü bir çok arkadaşı yakından tanıma fırsatı bulduk. Her zaman samimi,içten tavırları ve yardımları için teşekkür eder ve başarılarının devamını dileriz. CELAL BAYAR IEEE

Kardeşimiz olarak her zaman yanımızda olan eşsiz kulübe IEEE ODTÜ ve bu kulübün harika ekibine de IEEE ODTÜ AİLESİ diyoruz. Başımız sıkıştı aradık, ayağımız takıldı yine aradık ama hiç birinde de off demeden gelip kurtarıcımız olan,öğrenmenin yanında eğlenmeyi bilen bu yönüyle gönüllere taht kurmuş ODTÜ sen birtanesin. Ankara da hoş bir hava estirdin ve diğer kulüplere yaptığın işlerdeki kusursuzlukla öncü oldun . Buraya kadar çok iyiydin bundan sonra daha da iyi olacağına hiç şüpemiz yok Ankara nın GÜLÜ. CUMHURİYET IEEE (KARDEŞ KOL)

IEEE ODTÜ Türkiye yapısı içinde bulunan en köklü kulüplerden birisi. Kurumsallığını tamamlamış ve her geçen gün yapısına yeni üyeler katarak büyüyen bir aile. Bir etkinlikte tüm IEEE kollarını toplayıp çok güzel anılarla ordan ayrılmamızı sağlayabilen bir kulüp. Hepimizin kardeş kolu onlar, iyi ki varlar :)) ÇUKUROVA IEEE

Yardımımıza koşan ve her türlü desteği sağlayan ekibiyle IEEE ODTÜ kardeşlerin en birincisi, her klübün ortak kardeşi Gerektiği zaman eğlenen, gerektiği zaman öğreten, kısaca nabza göre şerbet veren yapısı belki de bu kadar çok sevilmelerine sebep olan özelliklerinden biridir. Ankara’nın memurları arasında bizleri hiç yalnız bırakmadılar. ODTÜye deniz havasını getirdiler, sosyallikleriyle ortamı yumuşattılar. Profesyonellikleriyle kendilerini geleceğe çok güzel hazırladılar. Ankara’nın bozkırından, sert ikliminden böyle bir topluluğun yeşermesi size ilginç gelebilir; ancak unutulmamalıdır ki klüp üyelerinin o sıcakkanlılığı her türlü olumsuzluğu yenebilecek güçte Kardeşliğimiz hiç bitmesin, çizginiz hiç bozulmasın. DEU IEEE

IEEE ODTÜ yani diğer bir deyişle METU IEEE.. IEEE Türkiye yapılanmasının lokomotifi. Türkiye IEEE kolları

arasında en başarılı ekiplerden sadece biri. Hem teknik çalışmalarıyla, hem de gerçekleştirdiği birbirinden güzel sosyal etkinlikleriyle başarılı işlere imza atan güzel insanlar topluluğu. Geçmişten geleceğe uzanan arkadaşlıklar, dostluklar. Dün varlardı, yarın da var olacaklar. IEEE Türkiye’ye kattığınız değer ve emekleriniz için hepinize ayrı ayrı teşekkürler. Ama şimdi son bir kez, “La la la la lay lay..” DOĞUŞ IEEE

Bu sene kardeş kolIarımızdan olan IEEE ODTÜ, IEEE Türkiye Öğrenci Kolları arasında sayılı kollardan biridir. Şimdiye kadar çok sayıda profesyonel etkinlikler çıkarmış, misafirlerini en iyi şekilde ağırlamıştır. DPÜ IEEE olarak başarılarınızın devamını dileriz, sonraki etkinliklerde görüşmek dileğiyle. DUMLUPINAR IEEE(KARDEŞ KOL)

IEEE ODTÜ Türkiye’deki diğer IEEE kolları gibi işini gerçekten ciddiye alan, yaptığı işler ile ses getirmeyi hedefleyen bir kulüp. Fakat onları diğer kollardan ayıran özellik; bu kadar ciddi, kurumsal ve sistematik bir yapıya sahip olup aynı zamanda hem kendi içerisindeki üyelerine hemde il dışındaki diğer kollara karşı bu kadar sıcakkanlı ve cana yakın bir kulüp olmayı başarabilmiş olmaları. Türkiye’de pek çok IEEE Kolu var ama neredeyse tüm kulüpler bir IEEE ODTÜ olabilmeyi hedeflemişse bence bu insanların bu işi ne kadar ciddi, ne kadar gönülden ve ne kadar başarılı yaptıklarının göstergesidir. ESOGÜ IEEE

IEEE ODTÜ için bir kaç cümle çok yetersiz kalır...IEEE’nin birlik beraberliğini en güzel şekilde yaşayan Türkiye’nin en güzide ve en aktif kollarından biri olması,

projelerini disiplinli ve eğlenceli şekilde yürütmeleri tam anlamıyla ‘’ amatör ruhla profesyonel iş yapmak ‘’ oluyor..ODTÜ’lü olmanın ayrıcalığı IEEE ile ortaya çıkar.

FIRAT IEEE

Aynı şehri paylaşma keyfine vakıf olduğumuz güzel, başarılı topluluk! Ekip degişse de odtü her zaman yaratici ve işleyen yapisini koruyacak çünkü IEEE ODTÜ ruhu tüm atmosferi sarıyor. Sertifikalarımıza sertifika, yaka kartlarımıza yaka kartı , orjinal usb’ler katarak vizyonumuzu genişletme fırsatı sunan etkinlikleriyle geliştirirken eğlenceyi de unutmayan , profesyonel işler cıkaran bu ekibe varlığı ve emeği için çok tesekkür ederiz. Sizinle aynı şehri paylaşmak güzel. GAZİ IEEE

IEEE ODTÜ, hem teknik anlamda üyelerini geliştiren hem de sosyal anlamda dolu dolu bir topluluk.Türkiye IEEE ruhuna değer katan IEEE ODTÜ’lülerle tanışmak, aynı çatı altında bulunmak ne güzel. HACETTEPE IEEE

Merhaba ben İTÜ IEEE. Çok uzak değil, gayet yakın bir zamanda IEEE ODTÜ ile beraber bir kongrenin organizasyonunu paylaştık. Nerden bilebilirdik bu kongrenin bitişinin yeni bir kardeşlik başlangıcı olduğunu. Görüşmeden duramaz olduk. Konuşmadan yaşayamaz olduk. Artık Ankara’ya gidersek kuru bir selam değil, bir kucak dolusu sıcacık hoşgeldin alacağımızı biliyoruz. Teşekkürler IEEE ODTÜ, iyi ki varsın. ODİTÜ IEEE

IEEE ODTÜ nedir mi?IEEE TR denince akla ilk gelen isimlerdendir. Bizi her ulusal/uluslararası her alanda onurlandıran öğrenci koludur. Kurumsaldır, güçlüdür. Her yıl yaptıkları sponsorluk çıkartmaları ile tanırız onları. İTU IEEE ile düzenledikleri unutulmaz kongreden. E tabi ki Simay ve Sencer’den IEEE ODTÜ’yü IEEE ODTÜ yapan kurumsallığının, bilinirliğinin yanı sıra muhteşem üyeleridir. Kararlılık , azimli olmak demektir IEEE ODTÜ. IEEETürkiye’nin olmazsa olmazıdır sizleri tanımak çok güzel.

İYTE IEEE

Page 30: Billtek 36. Sayı

# #28 29BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Şimdiye kadar tanışma fırsatı yakaladığım IEEE ODTÜ’ lü arkadaşlar hep neşeli ve eğlenmeye önem veren arkadaşlardı .IEEE ODTÜ’ nün gerçekleştirdiği işler ise bir işin eğlenerek , zevk alarak yapıldığında ne kadar başarılı olacağını kanıtlar nitelikte. IEEE ODTÜ’ye başarılarının devamını ve bol eğlence diliyoruz.

KADİR HAS IEEE

IEEE dendiğinde aklıma gelen, gerçekten başarılı işlere imza atmış kulüplerden biri IEEE ODTÜ.

Yeni ve eski IEEE gönüllüleriyle IEEE Türkiye’yi besleyen kaynaklardan biri.

IEEE içerisinde pek çok projenin ortaya çıkmasında emeği olan kollardan biri.

Malum lakabıyla Sencer, Region-8 yapılanması içerisinde oradan oraya koşturan Simay.

Yenisiyle eskisiyle emeği geçen herkese teşekkürler, sizleri tanımak güzel. KARABÜK IEEE

Güzel bir ekip ile büyük işlere imza atıyorsunuz. IEEE ailesinin önemli bir parçasısınız. Hep en iyiye doğru attığınız adımların devamını diliyorum. İyi çalışmalar. KOCAELİ IEEE

IEEE ODTÜ Öğrenci Kolu diyince aklıma ilk gelen şey uluslararası elde ettiği başarılardır.Ülkemizdeki diğer IEEE öğrenci kollarının kendine örnek aldığı bir öğrenci koludur.Ayrıca IEEE ODTÜ’nün yaptığı bütün etkinliklerde de diğer öğrenci kollarını bir çatı altında toplaması diğer bir hayranlık uyandıran özelleğidir.Daha bu ve bunun gibi birçok özelliği kendinde barındıran IEEE ODTÜ’yü tüm kalbimizle her alanda destekliyoruz. KSÜ IEEE

Hayellerin sınır tanımadığı, başarının ise sadece derse girerek sağlanamayacağını öğreten IEEE ODTÜ’ ye, yaptıkları işler ile henüz 1 senelik olan öğrenci kolumuz Melikşah IEEE adına yol gösterdikleri için teşekkür ediyoruz. MELİKŞAH IEEE

MERSİN IEEE için IEEE ODTÜ; Teknoparklar zirvesidir, ankaraya gelme sebebimizdir. Ankara nasıl başkentse IEEE ODTÜ’ de baş-ieee. MERSİN IEEE

Bizce IEEE ODTÜ öğrenci kolu Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin birinde dünyanın en kurumsal öğrenci topluluğudur. IEEE ODTÜ ilk tanıştığımız IEEE öğrenci kolu olmakla beraber yaptığı etkinliklerle Türkiye ve Dünyada ki diğer IEEE öğrenci kollarına ilham kaynağı olmuş bir topluluktur. Bizlere “IEEE nedir?” sorusunun cevabını veren IEEE ODTÜ’ye ve bu köşeyi bizlere ayıran Biltek Dergisi Proje Grubuna teşekkür ederiz. NİĞDE IEEE

Osmaniye IEEE olarak bize gerçek IEEE’yi anlatan,

bizim yeni olduğumuzu hissettirmeden sanki hep onlardanmışız gibi bize hissettiren IEEE ODTÜ’ye teşekkürlerimizi iletiyoruz. OSMANİYE IEEE

İhtiyacımız olduğunda değerli bilgilerini bizlerden eksik etmeyen, davranışları ve aldıkları kararlarla Türkiye’deki tüm IEEE kollarına örnek olan IEEE ODTÜ Ekibi’ne Sabancı IEEE ekibi olarak teşekkür ederiz. Sponsorunuz bol, etkinliğiniz kalabalık olsun.

SABANCI IEEE

Öncelikle, IEEE ile henüz bu sene tanışmış olmamdan dolayı kaynaklanan üzüntümü belirtmek isterim. Bir atasözü ve bir deyimle devam etmek istiyorum. “Zararın neresinden dönersen kardır.” Bunu IEEE ile bütünleştiriyorum. “IEEE ile tanışma konusunda, zararın neresinden dönersek kardır.” Hadi bakalım direkt en yakın IEEE bayisine : )

IEEE ODTÜ’ye gelecek olursak. Eminim herkesin çalışmak isteyeceği, imrendiği mükemmel bir ekibe, kadroya sahip(Biz ona aile diyelim). IEEE ODTÜ“Elini taşının altına koymak” deyimini mükemmel bir şekilde açıklıyor olsa gerek. Sadece yönetim kurulu ya da ekstra bir kaç kişinin aktif olup etkin bir şekilde çalışmasıyla değil de herkesin katılımı, desteğiyle daha geniş bir takım çalışması gözetiliyor.

Son olarak “IEEE ODTÜ Ailesine” yapmış olduğu hepsi birbirinden güzel gelişim günleri, oyun yazma-geliştirme, motivasyon ve daha birçok teknik ve sosyal konularda olan aktiviteler için ve daha da önemlisi elini taşının altına koyma konusunda göstermiş oldukları fedakarlıktan dolayı tekrar tekrar teşekkür ederim. En kısa zamanda herhangi bir yerde görüşmek üzere… SDÜ IEEE

Meşur ‘Odtü Ruhu’ vardır ya dillere destan, bu kulüpten birileriyle tanıştığınızda hemen anlarsınız neyi anlatmaya çalıştıklarını bu iki kelimeyle.. Kendine özgü bir enerjisi vardır bu kulübün, özgür ruhlu, samimi eğlenceli insanlarla doludur. Onlarla birlikteyken onlardan biriymiş gibi hissedersiniz. Zamanla ne kadar renkli içten insanları bir araya getirebildiğini görürsünüz bu platformun. IEEE ODTÜ ailesini tanıma fırsatım olduğu için çok şanslıyım. YEDİTEPE IEEE

Kongre sayesinde eski-yeni bir çok üyesi ile tanışma

şansım oldu ve çok güzel , değerli arkadaşlar edindim. Çalışmalarınızı zevkle ve takdir ederek takip ediyorum. Oldukça keyifli ve başarılı bir ekip , IEEE Türkiye içinde de duruşu ve konumu ile her zaman örnek olan ve olması gereken bir kulüp. Çok başarılı yılların sizleri beklediğine inanıyorum umarım her yaptığınız işi çok büyük keyif alarak yaparsınız. :) YTÜ IEEE

Page 31: Billtek 36. Sayı

# #28 29BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Şimdiye kadar tanışma fırsatı yakaladığım IEEE ODTÜ’ lü arkadaşlar hep neşeli ve eğlenmeye önem veren arkadaşlardı .IEEE ODTÜ’ nün gerçekleştirdiği işler ise bir işin eğlenerek , zevk alarak yapıldığında ne kadar başarılı olacağını kanıtlar nitelikte. IEEE ODTÜ’ye başarılarının devamını ve bol eğlence diliyoruz.

KADİR HAS IEEE

IEEE dendiğinde aklıma gelen, gerçekten başarılı işlere imza atmış kulüplerden biri IEEE ODTÜ.

Yeni ve eski IEEE gönüllüleriyle IEEE Türkiye’yi besleyen kaynaklardan biri.

IEEE içerisinde pek çok projenin ortaya çıkmasında emeği olan kollardan biri.

Malum lakabıyla Sencer, Region-8 yapılanması içerisinde oradan oraya koşturan Simay.

Yenisiyle eskisiyle emeği geçen herkese teşekkürler, sizleri tanımak güzel. KARABÜK IEEE

Güzel bir ekip ile büyük işlere imza atıyorsunuz. IEEE ailesinin önemli bir parçasısınız. Hep en iyiye doğru attığınız adımların devamını diliyorum. İyi çalışmalar. KOCAELİ IEEE

IEEE ODTÜ Öğrenci Kolu diyince aklıma ilk gelen şey uluslararası elde ettiği başarılardır.Ülkemizdeki diğer IEEE öğrenci kollarının kendine örnek aldığı bir öğrenci koludur.Ayrıca IEEE ODTÜ’nün yaptığı bütün etkinliklerde de diğer öğrenci kollarını bir çatı altında toplaması diğer bir hayranlık uyandıran özelleğidir.Daha bu ve bunun gibi birçok özelliği kendinde barındıran IEEE ODTÜ’yü tüm kalbimizle her alanda destekliyoruz. KSÜ IEEE

Hayellerin sınır tanımadığı, başarının ise sadece derse girerek sağlanamayacağını öğreten IEEE ODTÜ’ ye, yaptıkları işler ile henüz 1 senelik olan öğrenci kolumuz Melikşah IEEE adına yol gösterdikleri için teşekkür ediyoruz. MELİKŞAH IEEE

MERSİN IEEE için IEEE ODTÜ; Teknoparklar zirvesidir, ankaraya gelme sebebimizdir. Ankara nasıl başkentse IEEE ODTÜ’ de baş-ieee. MERSİN IEEE

Bizce IEEE ODTÜ öğrenci kolu Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin birinde dünyanın en kurumsal öğrenci topluluğudur. IEEE ODTÜ ilk tanıştığımız IEEE öğrenci kolu olmakla beraber yaptığı etkinliklerle Türkiye ve Dünyada ki diğer IEEE öğrenci kollarına ilham kaynağı olmuş bir topluluktur. Bizlere “IEEE nedir?” sorusunun cevabını veren IEEE ODTÜ’ye ve bu köşeyi bizlere ayıran Biltek Dergisi Proje Grubuna teşekkür ederiz. NİĞDE IEEE

Osmaniye IEEE olarak bize gerçek IEEE’yi anlatan,

bizim yeni olduğumuzu hissettirmeden sanki hep onlardanmışız gibi bize hissettiren IEEE ODTÜ’ye teşekkürlerimizi iletiyoruz. OSMANİYE IEEE

İhtiyacımız olduğunda değerli bilgilerini bizlerden eksik etmeyen, davranışları ve aldıkları kararlarla Türkiye’deki tüm IEEE kollarına örnek olan IEEE ODTÜ Ekibi’ne Sabancı IEEE ekibi olarak teşekkür ederiz. Sponsorunuz bol, etkinliğiniz kalabalık olsun.

SABANCI IEEE

Öncelikle, IEEE ile henüz bu sene tanışmış olmamdan dolayı kaynaklanan üzüntümü belirtmek isterim. Bir atasözü ve bir deyimle devam etmek istiyorum. “Zararın neresinden dönersen kardır.” Bunu IEEE ile bütünleştiriyorum. “IEEE ile tanışma konusunda, zararın neresinden dönersek kardır.” Hadi bakalım direkt en yakın IEEE bayisine : )

IEEE ODTÜ’ye gelecek olursak. Eminim herkesin çalışmak isteyeceği, imrendiği mükemmel bir ekibe, kadroya sahip(Biz ona aile diyelim). IEEE ODTÜ“Elini taşının altına koymak” deyimini mükemmel bir şekilde açıklıyor olsa gerek. Sadece yönetim kurulu ya da ekstra bir kaç kişinin aktif olup etkin bir şekilde çalışmasıyla değil de herkesin katılımı, desteğiyle daha geniş bir takım çalışması gözetiliyor.

Son olarak “IEEE ODTÜ Ailesine” yapmış olduğu hepsi birbirinden güzel gelişim günleri, oyun yazma-geliştirme, motivasyon ve daha birçok teknik ve sosyal konularda olan aktiviteler için ve daha da önemlisi elini taşının altına koyma konusunda göstermiş oldukları fedakarlıktan dolayı tekrar tekrar teşekkür ederim. En kısa zamanda herhangi bir yerde görüşmek üzere… SDÜ IEEE

Meşur ‘Odtü Ruhu’ vardır ya dillere destan, bu kulüpten birileriyle tanıştığınızda hemen anlarsınız neyi anlatmaya çalıştıklarını bu iki kelimeyle.. Kendine özgü bir enerjisi vardır bu kulübün, özgür ruhlu, samimi eğlenceli insanlarla doludur. Onlarla birlikteyken onlardan biriymiş gibi hissedersiniz. Zamanla ne kadar renkli içten insanları bir araya getirebildiğini görürsünüz bu platformun. IEEE ODTÜ ailesini tanıma fırsatım olduğu için çok şanslıyım. YEDİTEPE IEEE

Kongre sayesinde eski-yeni bir çok üyesi ile tanışma

şansım oldu ve çok güzel , değerli arkadaşlar edindim. Çalışmalarınızı zevkle ve takdir ederek takip ediyorum. Oldukça keyifli ve başarılı bir ekip , IEEE Türkiye içinde de duruşu ve konumu ile her zaman örnek olan ve olması gereken bir kulüp. Çok başarılı yılların sizleri beklediğine inanıyorum umarım her yaptığınız işi çok büyük keyif alarak yaparsınız. :) YTÜ IEEE

Page 32: Billtek 36. Sayı

# #30 31BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

röpOrtAj: MELiHA SELAKSimay AKAr

who is Meliha Selak? Could you mention about you and your career?

I am a Specialist Engineer in Electrical Power Systems with BC Hydro, Vancouver, Canada. I received an Electrical Engineering degree from the University of Sarajevo, and now have over 35 years of experience in various aspects of power systems engineering including utility protection, research & development, project management and consulting on international projects. Prior to joining BC Hydro in 2000, I was a research engineer in the Power System Group at the University of British Columbia and Energoinvest Corporation, Sarajevo. My technical activities include power system protection and control applications, power system analysis, evaluations and interconnection studies for the various plants connecting to the power system, as well as development of the protection guidelines.

I am a member of the IEEE Power & Energy Society (PES) Governing Board and I am currently serving as the Vice President for Chapters. I have also written a number of technical reports and papers on the power system subjects, and I review papers. I am pleased to be a distinguished lecturer of IEEE PES DLP.

I have been honoured to serve British Columbia’s Power and Energy community through my leadership role in IEEE Vancouver Section and as IEEE PES Chapter Chair. In this role, I have had the opportunity to be recognized with several awards. I am a recipient of the 2010 IEEE Canada Award in recognition of “dedicated and distinguished service to the profession” and 2012 IEEE PES Vancouver Outstanding Engineer Award for “Contribution to the Engineering Profession at Local and Global Level”.

I have been married to Ekrem for over 35 years. We have three children, two Electrical Engineers and an Environmental Scientist, and we have two grandsons.

1.Could you tell us what the importance of power and Energy Society is?

We - the IEEE Power & Energy Society (PES) - are leading the field of Electrical Power and Energy, by providing the world’s largest forum for sharing the latest in technological developments in the electric power industry, for developing standards that guide the development and construction of equipment and systems, and for educating members of the industry and the general public. So, our goals are:

• Ensure that PES is in the forefront of ENERGY Topics and Emerging Technologies (Smart grid, RENEWABLES, Distributed Generation, etc.)

• Promote Power Industry leadership by PES • Expand services to members worldwide including

education, conferences & publications• Increase & retain PES membership worldwide, and

make student, WIE and GOLD Member participation more meaningful

2.In the history of IEEE pES what achievement does this society have?

Years of significant occurrences in PES are 1995-1996. In that important time, we find the following achievements:

• PES Governing Board approved the momentous decision to hold the 1997 PES Summer meeting in Berlin. This marks the first time that PES would hold a general meeting outside North America.

• A new PES Logo emerged: a globe symbol representing the PES commitment to globalizing its activities as a vision for the future of the PES

• The first PES Chapters Congress was held in 1996 following the PES Summer meeting in Denver. A primary objective of the congress was to identify and prioritize grassroots PES chapter issues.

• The first PES Executive Committee meeting was held in Europe (Spain and Germany)

• The Technical Paper/Publication Policy was changed, so that authors with limited ability to travel can now share knowledge in the PES transactions.

• Electronic Communications: The PES home page was created, providing a myriad of material about meetings, conferences, publication information, technical committee information, and more…

Here, I would also like to mention the occurrences in 2008-2009:

• Wanda Reder, our first female PES President, led the movement for the PES name change from Power Engineering Society to Power & Energy Society to better represent the breadth of our activity and to attract a broader audience.

• PES launched the IEEE PES Scholarship Plus Initiative which is a unique effort sponsored by IEEE PES and the IEEE Foundation that establishes scholarships and career experiences for undergraduate engineers students pursuing a career in power and energy.

PES leadership continues working to improve the service to the members and advincing Technology for Humanity.

3.what type of activities are organized by pES and its members in a year?

• Our society provides Resources for Chapters Officers and other volunteers at our website:http://www.ieee-pes.org/pes-communities/chapters/chapter-resources,including Distinguished Lecturer Program, Chapter Awards, Special Programs and more…

• PES is dedicated to the preparation and on-going education of its members. The links found on this page guide you to relevant education resources provided by the Power and Energy Education Committee (PEEC) and external organizations: http://www.ieee-pes.org/pes-communities/students/resources

• PES provides the first year free program for students:http://www.ieee-pes.org/images/pes-communities/2013-First-Year-Free-Students-Marcom.pdf

• PES provides Chapter Chairs training in each region in conjunction with major PES international conferences and meetings. Chapter Representatives attending CCs Training are granted by PES Chapters.

• President and delegation attend Chapter Inaugurationmeetings worldwide.

• Board members regularly attend the chapter meetings when ontravel.

• PES publicizes all PES-related events for the benefit of our members.

• PES actively involves new members and avoids the natural tendency to rely on the same people

year after year.• The Community Solutions Initiative (CSI) group of the

IEEE Power & Energy Society is committed to the open-source design and eventual delivery of energy solutions to the world’s poorest and most energy-deprived populations.

4.what’s the future plans of pES in next a few years?

I see several important activities and goals for us:• To be visible in communities outside engineering,

attract more students to engineering, and attract more engineers including women to power engineering

• Expand services to members worldwide, including Education, Conferences & Publications

• Provide more support to the student chapters

I would also like to especially note: IEEE PES Innovative Smart Grid Technology Conference – 2014 ISGT Europe will be hosted and organized by IEEE Turkey Section PES Chapter and Dr. Omer Usta, PES chapter chair in İstanbul.

Page 33: Billtek 36. Sayı

# #30 31BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

röpOrtAj: MELiHA SELAKSimay AKAr

who is Meliha Selak? Could you mention about you and your career?

I am a Specialist Engineer in Electrical Power Systems with BC Hydro, Vancouver, Canada. I received an Electrical Engineering degree from the University of Sarajevo, and now have over 35 years of experience in various aspects of power systems engineering including utility protection, research & development, project management and consulting on international projects. Prior to joining BC Hydro in 2000, I was a research engineer in the Power System Group at the University of British Columbia and Energoinvest Corporation, Sarajevo. My technical activities include power system protection and control applications, power system analysis, evaluations and interconnection studies for the various plants connecting to the power system, as well as development of the protection guidelines.

I am a member of the IEEE Power & Energy Society (PES) Governing Board and I am currently serving as the Vice President for Chapters. I have also written a number of technical reports and papers on the power system subjects, and I review papers. I am pleased to be a distinguished lecturer of IEEE PES DLP.

I have been honoured to serve British Columbia’s Power and Energy community through my leadership role in IEEE Vancouver Section and as IEEE PES Chapter Chair. In this role, I have had the opportunity to be recognized with several awards. I am a recipient of the 2010 IEEE Canada Award in recognition of “dedicated and distinguished service to the profession” and 2012 IEEE PES Vancouver Outstanding Engineer Award for “Contribution to the Engineering Profession at Local and Global Level”.

I have been married to Ekrem for over 35 years. We have three children, two Electrical Engineers and an Environmental Scientist, and we have two grandsons.

1.Could you tell us what the importance of power and Energy Society is?

We - the IEEE Power & Energy Society (PES) - are leading the field of Electrical Power and Energy, by providing the world’s largest forum for sharing the latest in technological developments in the electric power industry, for developing standards that guide the development and construction of equipment and systems, and for educating members of the industry and the general public. So, our goals are:

• Ensure that PES is in the forefront of ENERGY Topics and Emerging Technologies (Smart grid, RENEWABLES, Distributed Generation, etc.)

• Promote Power Industry leadership by PES • Expand services to members worldwide including

education, conferences & publications• Increase & retain PES membership worldwide, and

make student, WIE and GOLD Member participation more meaningful

2.In the history of IEEE pES what achievement does this society have?

Years of significant occurrences in PES are 1995-1996. In that important time, we find the following achievements:

• PES Governing Board approved the momentous decision to hold the 1997 PES Summer meeting in Berlin. This marks the first time that PES would hold a general meeting outside North America.

• A new PES Logo emerged: a globe symbol representing the PES commitment to globalizing its activities as a vision for the future of the PES

• The first PES Chapters Congress was held in 1996 following the PES Summer meeting in Denver. A primary objective of the congress was to identify and prioritize grassroots PES chapter issues.

• The first PES Executive Committee meeting was held in Europe (Spain and Germany)

• The Technical Paper/Publication Policy was changed, so that authors with limited ability to travel can now share knowledge in the PES transactions.

• Electronic Communications: The PES home page was created, providing a myriad of material about meetings, conferences, publication information, technical committee information, and more…

Here, I would also like to mention the occurrences in 2008-2009:

• Wanda Reder, our first female PES President, led the movement for the PES name change from Power Engineering Society to Power & Energy Society to better represent the breadth of our activity and to attract a broader audience.

• PES launched the IEEE PES Scholarship Plus Initiative which is a unique effort sponsored by IEEE PES and the IEEE Foundation that establishes scholarships and career experiences for undergraduate engineers students pursuing a career in power and energy.

PES leadership continues working to improve the service to the members and advincing Technology for Humanity.

3.what type of activities are organized by pES and its members in a year?

• Our society provides Resources for Chapters Officers and other volunteers at our website:http://www.ieee-pes.org/pes-communities/chapters/chapter-resources,including Distinguished Lecturer Program, Chapter Awards, Special Programs and more…

• PES is dedicated to the preparation and on-going education of its members. The links found on this page guide you to relevant education resources provided by the Power and Energy Education Committee (PEEC) and external organizations: http://www.ieee-pes.org/pes-communities/students/resources

• PES provides the first year free program for students:http://www.ieee-pes.org/images/pes-communities/2013-First-Year-Free-Students-Marcom.pdf

• PES provides Chapter Chairs training in each region in conjunction with major PES international conferences and meetings. Chapter Representatives attending CCs Training are granted by PES Chapters.

• President and delegation attend Chapter Inaugurationmeetings worldwide.

• Board members regularly attend the chapter meetings when ontravel.

• PES publicizes all PES-related events for the benefit of our members.

• PES actively involves new members and avoids the natural tendency to rely on the same people

year after year.• The Community Solutions Initiative (CSI) group of the

IEEE Power & Energy Society is committed to the open-source design and eventual delivery of energy solutions to the world’s poorest and most energy-deprived populations.

4.what’s the future plans of pES in next a few years?

I see several important activities and goals for us:• To be visible in communities outside engineering,

attract more students to engineering, and attract more engineers including women to power engineering

• Expand services to members worldwide, including Education, Conferences & Publications

• Provide more support to the student chapters

I would also like to especially note: IEEE PES Innovative Smart Grid Technology Conference – 2014 ISGT Europe will be hosted and organized by IEEE Turkey Section PES Chapter and Dr. Omer Usta, PES chapter chair in İstanbul.

Page 34: Billtek 36. Sayı

# #32 33BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

5.How far can renwable energy go with the purpose of saving the world?

Renewable energy grew rapidly and became more competitive as volatile natural gas prices increased and crude oil prices reached record highs. Nowadays, improved technology and public policies encourage utilities to use clean energy sources. Wind generation is becoming an economic power source, and has the further benefit of mitigating environmental climate change concerns. However, massive potential of new generation sources such as wind power is not “a simple job”. The challenges in generator interconnection and transmission cost and planning policies must be addressed. So, we will still continue with traditional energy resources including nuclear in order to provide high demand for the electricity over the globe.

6.what do you think about Solar decathlon Competition?

This is a powerful educational tool not only for the decathletes who participate directly, but also for homeowners, building professionals, teachers, and other students. We should praise the collegial teams who design and build energy-efficient houses powered by the sun. This is what we are looking for in a project:

• Is affordable, attractive, and easy to live in• Maintains comfortable and healthy indoor environmental conditions• Produces as much or more energy than it consumes

7.Although energy of sun is always helpful for human kind,are the collectors used for collecting the energy from the sun harmful?

Sorry, I am not sufficiently familiar with the topic to comment.

8. Message to the new engineering generation

It is a great time to be a POWER SYSTEM ENGINEER and be in the Forefront of ENERGY Topics and Emerging Technologies.

I wish you all a good luck in your personal and professional life.

Denetim ve ERS Vergi

Kurumsal Finansman Danışmanlık Hizmetlerimiz

Kurumsal UygulamalarStrateji ve Operasyonlar İnsan Kaynakları Teknoloji Entegrasyonu

•Kurum Stratejisi•Marka Stratejisi•Pazar Stratejisi•Bilgi Teknolojileri

Stratejisi•Fiyatlandırma

Stratejisi•Operasyonel

İyileştirme•Organizasyonel

Yapılandırma•Kurumsal

Performans Yönetimi

•Müşteri İlişkileri Yönetimi

•Tedarik Zinciri Yönetimi

•Kurumsal Maliyet Azaltma

•Finansal Dönüşüm•Program Yönetimi•Şirket Birleşmeleri

Sonrası Entegrasyon

•Uygulama Seçimi•Kurumsal Kaynak Planlama•(SAP, Oracle)•Müşteri İlişkileri Yönetimi

Sistemleri•Karar Destek ve İş Zekası

Sistemleri •Yönetim Bilgi Sistemleri•Sektörel (Dikey) Çözümler

•Değişim Yönetimi•Performans Yönetimi ve

Ücretlendirme•İnsan Kaynakları Stratejisi•Organizasyonel Gelişim,

Kariyer ve Yetenek Yönetimi

•Altyapı ve Network•Yazılım Seçimi•Yazılım Geliştirme•Sistem Entegrasyonu•CIO Danışmanlık Hizmetleri

Sektörlerimiz

FinansalHizmetler Üretim

Enerji ve Doğal

Kaynaklar Sağlık ve İlaç TüketimHavacılık ve Ulaştırma Kamu

İnşaat ve Gayrimenkul

Teknoloji, Medya ve

Telekomünikasyon

Deloitte Türkiye

http://trcareer.deloitte.com.tr/DeloitteKariyeraday

Deloitte Türkiye bünyesinde yer alan Deloitte Danışmanlık strateji, operasyonlar, insan kaynakları ve teknolojik uygulamaların tümüne ait yetkinlik ve tecrübesi ile “uçtan – uca” hizmet sunmaktadır.

Yüksekten uçmaya hazır mısınız?

Başvuru için:

Page 35: Billtek 36. Sayı

# #32 33BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

5.How far can renwable energy go with the purpose of saving the world?

Renewable energy grew rapidly and became more competitive as volatile natural gas prices increased and crude oil prices reached record highs. Nowadays, improved technology and public policies encourage utilities to use clean energy sources. Wind generation is becoming an economic power source, and has the further benefit of mitigating environmental climate change concerns. However, massive potential of new generation sources such as wind power is not “a simple job”. The challenges in generator interconnection and transmission cost and planning policies must be addressed. So, we will still continue with traditional energy resources including nuclear in order to provide high demand for the electricity over the globe.

6.what do you think about Solar decathlon Competition?

This is a powerful educational tool not only for the decathletes who participate directly, but also for homeowners, building professionals, teachers, and other students. We should praise the collegial teams who design and build energy-efficient houses powered by the sun. This is what we are looking for in a project:

• Is affordable, attractive, and easy to live in• Maintains comfortable and healthy indoor environmental conditions• Produces as much or more energy than it consumes

7.Although energy of sun is always helpful for human kind,are the collectors used for collecting the energy from the sun harmful?

Sorry, I am not sufficiently familiar with the topic to comment.

8. Message to the new engineering generation

It is a great time to be a POWER SYSTEM ENGINEER and be in the Forefront of ENERGY Topics and Emerging Technologies.

I wish you all a good luck in your personal and professional life.

Denetim ve ERS Vergi

Kurumsal Finansman Danışmanlık Hizmetlerimiz

Kurumsal UygulamalarStrateji ve Operasyonlar İnsan Kaynakları Teknoloji Entegrasyonu

•Kurum Stratejisi•Marka Stratejisi•Pazar Stratejisi•Bilgi Teknolojileri

Stratejisi•Fiyatlandırma

Stratejisi•Operasyonel

İyileştirme•Organizasyonel

Yapılandırma•Kurumsal

Performans Yönetimi

•Müşteri İlişkileri Yönetimi

•Tedarik Zinciri Yönetimi

•Kurumsal Maliyet Azaltma

•Finansal Dönüşüm•Program Yönetimi•Şirket Birleşmeleri

Sonrası Entegrasyon

•Uygulama Seçimi•Kurumsal Kaynak Planlama•(SAP, Oracle)•Müşteri İlişkileri Yönetimi

Sistemleri•Karar Destek ve İş Zekası

Sistemleri •Yönetim Bilgi Sistemleri•Sektörel (Dikey) Çözümler

•Değişim Yönetimi•Performans Yönetimi ve

Ücretlendirme•İnsan Kaynakları Stratejisi•Organizasyonel Gelişim,

Kariyer ve Yetenek Yönetimi

•Altyapı ve Network•Yazılım Seçimi•Yazılım Geliştirme•Sistem Entegrasyonu•CIO Danışmanlık Hizmetleri

Sektörlerimiz

FinansalHizmetler Üretim

Enerji ve Doğal

Kaynaklar Sağlık ve İlaç TüketimHavacılık ve Ulaştırma Kamu

İnşaat ve Gayrimenkul

Teknoloji, Medya ve

Telekomünikasyon

Deloitte Türkiye

http://trcareer.deloitte.com.tr/DeloitteKariyeraday

Deloitte Türkiye bünyesinde yer alan Deloitte Danışmanlık strateji, operasyonlar, insan kaynakları ve teknolojik uygulamaların tümüne ait yetkinlik ve tecrübesi ile “uçtan – uca” hizmet sunmaktadır.

Yüksekten uçmaya hazır mısınız?

Başvuru için:

Page 36: Billtek 36. Sayı

# #34 35BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

MASDARtÜM EnErjiSini KEndi ÜrEtEn VE ÜrEttiĞi HiÇBir ŞEYi BOŞA HArCAMAYAn Bir ŞEHir HAYAL Edin. pEKi GErÇEKtEn BöYLE Bir ŞEY MÜMKÜn MÜ?Mehmet Alp Er

Page 37: Billtek 36. Sayı

# #34 35BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

MASDARtÜM EnErjiSini KEndi ÜrEtEn VE ÜrEttiĞi HiÇBir ŞEYi BOŞA HArCAMAYAn Bir ŞEHir HAYAL Edin. pEKi GErÇEKtEn BöYLE Bir ŞEY MÜMKÜn MÜ?Mehmet Alp Er

Page 38: Billtek 36. Sayı

# #36 37BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Bir şehir düşünün. Öyle bir şehir ki tüm enerjisini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamakta, sıfır karbon salınımı yapmakta ve enerjisini en verimli şekilde kullanmakta. Kullanılan suyun, üretilen çöpün büyük kısmı geri dönüştürülmekte, insanlar olabilecek en çevreci şekilde bir hayat sürmekte. Aslında böyle bir şehir var, adı da Masdar. Dünya üzerindeki en sürdürülebilir şehir diyebileceğimiz Masdar hem bir şehir hem de koskoca bir laboratuvar.

Abu Dhabi’ye 17 km uzaklıkta 2006 yılında yapımına başlanılan bu şehir Birleşik Arap Emirlikleri Devleti’ne ait Mubadala Şirketi (Mubadala Development Company) tarafından inşa edildi ve ediliyor. Buradan da anlayacağınız üzere Masdar devam eden bir proje. İlk altı binası tamamlandı ve kullanıma açıldı. Bu binaların içerisinde Masdar Enstitüsü adında alternatif enerji kaynakları, sürdürülebilirlik ve çevre üzerine yoğunlaşmış bir üniversite de bulunmakta. Ortalama 20 milyar dolarlık yatırım yapılacak olan Masdar şehri 6 kilometrekarelik bir alan üzerinde kurulacak ve tamamlandığı zaman 40 bin kişinin yaşam alanı haline gelecek. Masdar şehrinin bu 40 bin kişiye ek olarak her gün 60 bin civarında çalışana da ev sahipliği yapması bekleniyor. Projenin tamamlanma yılı 2016 olarak düşünülüyordu ama finansal sorunlardan dolayı bu tarih 2025 yılına çekildi. Masdar sonuç değil süreç odaklı bir proje olduğu için bu tarih değişikliği pek bir şeyi değiştirmeyecektir çünkü bu proje durdurulmadıkça oradaki insanlar yeni şeyler deniyor, öğreniyor ve keşfediyor olacaklar.

Masdar’ı koskoca bir laboratuvar olarak adlandırmamın nedeni bu şehrin her köşesinde farklı bir sistem veya projeye ev sahipliği yapması. Dünya’da eşi bulunmayan ‘Beam Down Project’ bunlardan biri. Masdar aynı zamanda sürücüsüz yolculuk yapmaya olanak sağlayan ‘Personal Rapid Transit’ sistemine, hiçbir enerji harcamadan rüzgarı yakalayıp yer seviyesine getirerek doğal klima özelliği taşıyan ‘Wind Tower’lara ve Orta Doğu’nun en büyüğü olma özelliği taşıyan, toplam 10MW gücündeki güneş tarlalarına sahip.

Beam Down Project , Güneş’in enerjisini klasik yollardan farklı bir biçimde hasat etmek için tasarlanmış. Aynalar yardımıyla Güneş ışığını bir noktada toplayıp o noktadaki enerjiyi buhar türbinini döndürmek için kullanan bir sistem zaten vardı. Ama bu sistemin büyük dezavantajları da var. Öncelikle uzun bir kuleye ihtiyacınız var ve elde etmek istediğiniz enerji miktarı arttıkça kulenizin uzunluğu da artmak zorunda. Ayrıca elde ettiğiniz yoğun Güneş enerjisi ile su veya başka bir sıvıyı ısıtıp buhar türbininden geçirmek durumundasınız. Bu durumda ya kuleniz çok sağlam olmalı ya da ısıtılacak sıvıyı aşağıdan yukarıya pompalamalısınız. İlk durumda sistem daha maliyetli ve bakımı normale göre daha zor olacaktır. İkinci durumda ise verim istenilen düzeyde olmayacaktır.

Masdar’da bu problemlere Beam Down Project ile farklı bir bakış açısı getirmişler. Beam Down Project’de Güneş ışınları bir kulenin tepesinde değil de yer seviyesinde toplanmakta ve bu sistemde kule yerine daha geniş ve o kadar uzun olmayan, üstünde aynalar bulunan ve gelen ışınları bir merkezde toplayan bir yapı bulunmakta. Bu sistemde Güneş ışınları yerde bulunan aynalara geliyor ve bu aynalar gelen ışınları ikincil aynaların bulunduğu yapıya yönlendiriyor. İkincil aynalar da gelen ışınları yer seviyesinde bulunan bir merkezde odaklıyor. Bu merkezin sıcaklığı 700 °C’lere varıyor ve orada ısıtılan su güçlü bir buhar türbinini döndürmek için kullanılıyor.

Sıfır karbondioksit salınımı politikasına sahip bir şehirde petrolün türevleriyle çalışan bir arabanın kullanılması pek de mantıklı olmazdı. Elektrikli otobüslerin ve arabaların ve de hafif raylı sistemin ve metronun yanı sıra Masdar ulaşım ihtiyacına pek de alışık olmadığımız bir çözüm getirmiş: Kişisel Hızlı Ulaşım Sistemi (Personal Rapid Transit - PRT). Bu sistem sürücüsüz, hızı ve rotası önceden belirlenen ve GPS ile yönlendirilen elektrikli bir araç filosundan oluşmakta. Bu araçlar duraklarında yolcular için hazır olarak beklemekte. Bir yolcunun içeri girip, gitmek istediği konumu seçip, düğmeye basması yeterli.

Masdar’da kullanılan bir PRT aracının bataryası bir buçuk saatte doluyor ve dolu batarya ile 60 km gidebiliyor. Çalışmadıkları zaman duraklarda bekleyen bu araçlara kendi kendilerini şarj edebilecekleri bir sistemin yapılabileceğini düşünürsek menzil hiç sorun olmayacaktır 6 km karelik Masdar şehrinde. Bu araçlar için ray veya onları yolda tutmak için duvar benzeri bir yapı da gerekmiyor. Bu sayede rota değişikliği yapmak veya yeni rotalar oluşturmak için çok fazla uğraşa gerek yok, yazılımsal olarak halledilebiliyor bu tür ihtiyaçlar.

Burada kullanılan PRT sisteminin başka bir özelliği de bu araçların yer altında hizmet vermesi. Bu sayede yeryüzü yayalara bırakılmış oluyor. Ama yer altı deyince metro tünelleri gibi kapkaranlık bir yer hayal etmeyin, Masdar şehrinde bulunan PRT yolları oldukça aydınlık, güneş ışığı alan yerler. Masdar PRT sistemi ile ulaşım ihtiyacını temiz ve yenilikçi bir şekilde karşılamış.

Abu Dhabi’nin hemen dışında bulunan Masdar, yakıcı sıcakların da ortasında bulunmakta. Masdar fikrinin mimarları bu şehrin sokaklarını serinletebilmek için önceden her Arap şehrinde bulunan bir sistemi kullanmışlar: Rüzgar Kulesi (Windtower). Rüzgar kuleleri şehirlerin üzerinden esen rüzgarı yakalayıp aşağılara getirerek doğal klima özelliği görüyorlar. Bu kulelerin en önemli özelliği ise hiç enerji harcamamaları. Kulenin üst kısmında birbirlerine paralel çok sayıda rüzgarı kulenin boru şeklindeki ana gövdesinin içerisine yönlendirecek şekilde yerleştirilmiş paneller bulunuyor. Kulenin alt kısmı ise tamamen açık, böylelikle paneller sayesinde yönlendirilen rüzgar kulenin gövdesindeki boru yardımıyla Masdar şehri sokaklarına yayılıyor. Böylelikle yaşam alanları hiç enerji harcanmadan ve klimaların neden olabileceği hastalıklar (Lejyoner hastalığı gibi) olmadan serinletilmiş olunuyor.

Masdar Şehri’nin enerjisi Orta Doğu’nun en büyük güneş paneli tarlasından geliyor. Bu panellerin toplam sayısı 88 000. Elde edilen 10 MW’lık gücün fazlası ise Abu Dhabi şebekesine gönderiliyor. Masdar kenti enerjisini karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda da Abu Dhabi’ye yeşil enerji sağlıyor. Masdar’da aynı zamanda evlerin çatılarında da güneş panelleri bulunmakta. Bu da fazladan 1 MW’lık enerji sağlıyor. Çatılarından elde edilen bu enerji evlerin toplam enerjilerinin %15-20 civarlarındaki kısımlarını karşılıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri her ne kadar petrol sayesinde çok zengin de olsalar bunun bir gün sona ereceğini biliyor ve ona göre davranıyorlar. Ayrıca tek sorunumuz petrol bittiği zaman araçlarımızın depolarını neyle dolduracağımız, nasıl ısınacağımız ve fabrikaların nasıl üretime devam edececeği de değil. Küresel ısınma adında bir gerçek var. Bilinen rezervlerle 30 yıl daha petrol sıkıntısı çekmeden yaşayacağımız öngörülüyor. Teknoloji her geçen gün

gelişiyor, ulaşamadığımız petrol rezervlerine de ulaşabilir duruma geleceğiz ama acaba Dünya bir 30 yıl daha giderek artan karbondioksit, karbonmonoksit ve diğer zehirli gazların salınımını kaldırabilecek mi?

Yıllar geçtikçe mevsimlerde değişiklikler yaşıyoruz ve son on yılın en sıcak yazı tarzı ifadeler duyuyoruz. NASA’nın açıkladığı verilere göre ortalama sıcaklık değerlerinde 70’lerden günümüze düzenli bir artış var. Bu değişimlerle yaşamayı öğrenebiliyoruz ama bunun da bir sınırı var. Dünyamız her ne kadar tolere etmeye de çalışsa günün birinde son damlayı taşıracak bir şey yapabiliriz. Eğer o günün gelmemesini istiyorsak bunun için bir şeyler yapmalıyız. Birleşik Arap Emirlikleri de Masdar projesiyle bunu yapmaya çalışıyor. Bence onlar bu projeyle dünyaya örnek oluyorlar. Sürdürülebilir şehirler inşa edebileceğimizi göstermek istiyorlar tüm dünyaya. Bu konuda başarılı da oluyorlar. Kosta Rika, Norveç ve Libya büyük ölçekli ve devlet destekli sera gazı salınımını azaltacak projeler duyurdular. Bu projeler genel olarak temiz enerji üretme üzerine çalışmalardan oluşmakta. Daha küçük boyutlu, devletler ve özel şirketler tarafından finanse edilen projeler de Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yürütülmekte. Tüm bunlar insanların temiz enerji ve çevre konusunda hassaslaşmaya başladığını gösteriyor ama daha fazla insanın bu konu üzerine eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sonuç olarak Masdar Şehri sürdürülebilir şehirlere en iyi örnek. Masdar 18 milyar dolara mal olan deneysel bir şehir ama bence manevi olarak çok daha değerli. Orada geliştirilen ve geliştirilecek çevreci teknoloji ve çözümlerin yanı sıra diğer insanları ve kurumları da etkilemesi oldukça önemli. Zorunda kalmadan sürdürülebilir ve çevreci bir yaşam sürmeye başlamalıyız çünkü zorunda kalana kadar beklersek sonuçları ağır olabilir. Bence Masdar dünyayı daha yaşanabilir yapmak için atılmış büyük bir adım.

KAYnAKhttp://www.kadikoysifa.com/sifali-bilgiler/666/klima-

hastaliklari.aspx (Lejyoner Hastalığı)http://masdarcity.ae/en/

Channel 4 Brave New World With Stephen Hawking 3 – Technology

http://uk.reuters.com/article/2009/01/15/emirates-masdar-solar-idUKN1553106120090115

http://www.businessweek.com/stories/2007-08-01/zero-carbon-zero-waste-in-abu-dhabibusinessweek-business-news-

stock-market-and-financial-advicehttp://data.giss.nasa.gov/gistemp/2005/2005cal_fig1.gif

Page 39: Billtek 36. Sayı

# #36 37BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Bir şehir düşünün. Öyle bir şehir ki tüm enerjisini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamakta, sıfır karbon salınımı yapmakta ve enerjisini en verimli şekilde kullanmakta. Kullanılan suyun, üretilen çöpün büyük kısmı geri dönüştürülmekte, insanlar olabilecek en çevreci şekilde bir hayat sürmekte. Aslında böyle bir şehir var, adı da Masdar. Dünya üzerindeki en sürdürülebilir şehir diyebileceğimiz Masdar hem bir şehir hem de koskoca bir laboratuvar.

Abu Dhabi’ye 17 km uzaklıkta 2006 yılında yapımına başlanılan bu şehir Birleşik Arap Emirlikleri Devleti’ne ait Mubadala Şirketi (Mubadala Development Company) tarafından inşa edildi ve ediliyor. Buradan da anlayacağınız üzere Masdar devam eden bir proje. İlk altı binası tamamlandı ve kullanıma açıldı. Bu binaların içerisinde Masdar Enstitüsü adında alternatif enerji kaynakları, sürdürülebilirlik ve çevre üzerine yoğunlaşmış bir üniversite de bulunmakta. Ortalama 20 milyar dolarlık yatırım yapılacak olan Masdar şehri 6 kilometrekarelik bir alan üzerinde kurulacak ve tamamlandığı zaman 40 bin kişinin yaşam alanı haline gelecek. Masdar şehrinin bu 40 bin kişiye ek olarak her gün 60 bin civarında çalışana da ev sahipliği yapması bekleniyor. Projenin tamamlanma yılı 2016 olarak düşünülüyordu ama finansal sorunlardan dolayı bu tarih 2025 yılına çekildi. Masdar sonuç değil süreç odaklı bir proje olduğu için bu tarih değişikliği pek bir şeyi değiştirmeyecektir çünkü bu proje durdurulmadıkça oradaki insanlar yeni şeyler deniyor, öğreniyor ve keşfediyor olacaklar.

Masdar’ı koskoca bir laboratuvar olarak adlandırmamın nedeni bu şehrin her köşesinde farklı bir sistem veya projeye ev sahipliği yapması. Dünya’da eşi bulunmayan ‘Beam Down Project’ bunlardan biri. Masdar aynı zamanda sürücüsüz yolculuk yapmaya olanak sağlayan ‘Personal Rapid Transit’ sistemine, hiçbir enerji harcamadan rüzgarı yakalayıp yer seviyesine getirerek doğal klima özelliği taşıyan ‘Wind Tower’lara ve Orta Doğu’nun en büyüğü olma özelliği taşıyan, toplam 10MW gücündeki güneş tarlalarına sahip.

Beam Down Project , Güneş’in enerjisini klasik yollardan farklı bir biçimde hasat etmek için tasarlanmış. Aynalar yardımıyla Güneş ışığını bir noktada toplayıp o noktadaki enerjiyi buhar türbinini döndürmek için kullanan bir sistem zaten vardı. Ama bu sistemin büyük dezavantajları da var. Öncelikle uzun bir kuleye ihtiyacınız var ve elde etmek istediğiniz enerji miktarı arttıkça kulenizin uzunluğu da artmak zorunda. Ayrıca elde ettiğiniz yoğun Güneş enerjisi ile su veya başka bir sıvıyı ısıtıp buhar türbininden geçirmek durumundasınız. Bu durumda ya kuleniz çok sağlam olmalı ya da ısıtılacak sıvıyı aşağıdan yukarıya pompalamalısınız. İlk durumda sistem daha maliyetli ve bakımı normale göre daha zor olacaktır. İkinci durumda ise verim istenilen düzeyde olmayacaktır.

Masdar’da bu problemlere Beam Down Project ile farklı bir bakış açısı getirmişler. Beam Down Project’de Güneş ışınları bir kulenin tepesinde değil de yer seviyesinde toplanmakta ve bu sistemde kule yerine daha geniş ve o kadar uzun olmayan, üstünde aynalar bulunan ve gelen ışınları bir merkezde toplayan bir yapı bulunmakta. Bu sistemde Güneş ışınları yerde bulunan aynalara geliyor ve bu aynalar gelen ışınları ikincil aynaların bulunduğu yapıya yönlendiriyor. İkincil aynalar da gelen ışınları yer seviyesinde bulunan bir merkezde odaklıyor. Bu merkezin sıcaklığı 700 °C’lere varıyor ve orada ısıtılan su güçlü bir buhar türbinini döndürmek için kullanılıyor.

Sıfır karbondioksit salınımı politikasına sahip bir şehirde petrolün türevleriyle çalışan bir arabanın kullanılması pek de mantıklı olmazdı. Elektrikli otobüslerin ve arabaların ve de hafif raylı sistemin ve metronun yanı sıra Masdar ulaşım ihtiyacına pek de alışık olmadığımız bir çözüm getirmiş: Kişisel Hızlı Ulaşım Sistemi (Personal Rapid Transit - PRT). Bu sistem sürücüsüz, hızı ve rotası önceden belirlenen ve GPS ile yönlendirilen elektrikli bir araç filosundan oluşmakta. Bu araçlar duraklarında yolcular için hazır olarak beklemekte. Bir yolcunun içeri girip, gitmek istediği konumu seçip, düğmeye basması yeterli.

Masdar’da kullanılan bir PRT aracının bataryası bir buçuk saatte doluyor ve dolu batarya ile 60 km gidebiliyor. Çalışmadıkları zaman duraklarda bekleyen bu araçlara kendi kendilerini şarj edebilecekleri bir sistemin yapılabileceğini düşünürsek menzil hiç sorun olmayacaktır 6 km karelik Masdar şehrinde. Bu araçlar için ray veya onları yolda tutmak için duvar benzeri bir yapı da gerekmiyor. Bu sayede rota değişikliği yapmak veya yeni rotalar oluşturmak için çok fazla uğraşa gerek yok, yazılımsal olarak halledilebiliyor bu tür ihtiyaçlar.

Burada kullanılan PRT sisteminin başka bir özelliği de bu araçların yer altında hizmet vermesi. Bu sayede yeryüzü yayalara bırakılmış oluyor. Ama yer altı deyince metro tünelleri gibi kapkaranlık bir yer hayal etmeyin, Masdar şehrinde bulunan PRT yolları oldukça aydınlık, güneş ışığı alan yerler. Masdar PRT sistemi ile ulaşım ihtiyacını temiz ve yenilikçi bir şekilde karşılamış.

Abu Dhabi’nin hemen dışında bulunan Masdar, yakıcı sıcakların da ortasında bulunmakta. Masdar fikrinin mimarları bu şehrin sokaklarını serinletebilmek için önceden her Arap şehrinde bulunan bir sistemi kullanmışlar: Rüzgar Kulesi (Windtower). Rüzgar kuleleri şehirlerin üzerinden esen rüzgarı yakalayıp aşağılara getirerek doğal klima özelliği görüyorlar. Bu kulelerin en önemli özelliği ise hiç enerji harcamamaları. Kulenin üst kısmında birbirlerine paralel çok sayıda rüzgarı kulenin boru şeklindeki ana gövdesinin içerisine yönlendirecek şekilde yerleştirilmiş paneller bulunuyor. Kulenin alt kısmı ise tamamen açık, böylelikle paneller sayesinde yönlendirilen rüzgar kulenin gövdesindeki boru yardımıyla Masdar şehri sokaklarına yayılıyor. Böylelikle yaşam alanları hiç enerji harcanmadan ve klimaların neden olabileceği hastalıklar (Lejyoner hastalığı gibi) olmadan serinletilmiş olunuyor.

Masdar Şehri’nin enerjisi Orta Doğu’nun en büyük güneş paneli tarlasından geliyor. Bu panellerin toplam sayısı 88 000. Elde edilen 10 MW’lık gücün fazlası ise Abu Dhabi şebekesine gönderiliyor. Masdar kenti enerjisini karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda da Abu Dhabi’ye yeşil enerji sağlıyor. Masdar’da aynı zamanda evlerin çatılarında da güneş panelleri bulunmakta. Bu da fazladan 1 MW’lık enerji sağlıyor. Çatılarından elde edilen bu enerji evlerin toplam enerjilerinin %15-20 civarlarındaki kısımlarını karşılıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri her ne kadar petrol sayesinde çok zengin de olsalar bunun bir gün sona ereceğini biliyor ve ona göre davranıyorlar. Ayrıca tek sorunumuz petrol bittiği zaman araçlarımızın depolarını neyle dolduracağımız, nasıl ısınacağımız ve fabrikaların nasıl üretime devam edececeği de değil. Küresel ısınma adında bir gerçek var. Bilinen rezervlerle 30 yıl daha petrol sıkıntısı çekmeden yaşayacağımız öngörülüyor. Teknoloji her geçen gün

gelişiyor, ulaşamadığımız petrol rezervlerine de ulaşabilir duruma geleceğiz ama acaba Dünya bir 30 yıl daha giderek artan karbondioksit, karbonmonoksit ve diğer zehirli gazların salınımını kaldırabilecek mi?

Yıllar geçtikçe mevsimlerde değişiklikler yaşıyoruz ve son on yılın en sıcak yazı tarzı ifadeler duyuyoruz. NASA’nın açıkladığı verilere göre ortalama sıcaklık değerlerinde 70’lerden günümüze düzenli bir artış var. Bu değişimlerle yaşamayı öğrenebiliyoruz ama bunun da bir sınırı var. Dünyamız her ne kadar tolere etmeye de çalışsa günün birinde son damlayı taşıracak bir şey yapabiliriz. Eğer o günün gelmemesini istiyorsak bunun için bir şeyler yapmalıyız. Birleşik Arap Emirlikleri de Masdar projesiyle bunu yapmaya çalışıyor. Bence onlar bu projeyle dünyaya örnek oluyorlar. Sürdürülebilir şehirler inşa edebileceğimizi göstermek istiyorlar tüm dünyaya. Bu konuda başarılı da oluyorlar. Kosta Rika, Norveç ve Libya büyük ölçekli ve devlet destekli sera gazı salınımını azaltacak projeler duyurdular. Bu projeler genel olarak temiz enerji üretme üzerine çalışmalardan oluşmakta. Daha küçük boyutlu, devletler ve özel şirketler tarafından finanse edilen projeler de Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yürütülmekte. Tüm bunlar insanların temiz enerji ve çevre konusunda hassaslaşmaya başladığını gösteriyor ama daha fazla insanın bu konu üzerine eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sonuç olarak Masdar Şehri sürdürülebilir şehirlere en iyi örnek. Masdar 18 milyar dolara mal olan deneysel bir şehir ama bence manevi olarak çok daha değerli. Orada geliştirilen ve geliştirilecek çevreci teknoloji ve çözümlerin yanı sıra diğer insanları ve kurumları da etkilemesi oldukça önemli. Zorunda kalmadan sürdürülebilir ve çevreci bir yaşam sürmeye başlamalıyız çünkü zorunda kalana kadar beklersek sonuçları ağır olabilir. Bence Masdar dünyayı daha yaşanabilir yapmak için atılmış büyük bir adım.

KAYnAKhttp://www.kadikoysifa.com/sifali-bilgiler/666/klima-

hastaliklari.aspx (Lejyoner Hastalığı)http://masdarcity.ae/en/

Channel 4 Brave New World With Stephen Hawking 3 – Technology

http://uk.reuters.com/article/2009/01/15/emirates-masdar-solar-idUKN1553106120090115

http://www.businessweek.com/stories/2007-08-01/zero-carbon-zero-waste-in-abu-dhabibusinessweek-business-news-

stock-market-and-financial-advicehttp://data.giss.nasa.gov/gistemp/2005/2005cal_fig1.gif

Page 40: Billtek 36. Sayı

# #38 39BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

röpOrtAj: prOF. dr. SALiH AYdOĞAn CEVHEr VE CEVHEr ZEnGinLEŞtirMEFurkan GÜLtEKin

Türkiye, jeolojik yapısı bakımından birçok yeraltı zenginliğine sahip olmasına rağmen bu durumdan yeterince yararlanılmamasıyla konuşulan bir ülke. Herkesin bildiği “bor” mineralinin dışında demir, krom, linyit, alüminyum, bakır gibi madenler de ülkemizde bulunan ve çıkarılan madenler. Madenlerin çıkarılmasının da ötesinde madenlerin kullanımını kolaylaştırmak, verimini arttırmak için yapılan her türlü işlem cevher zenginleştirme içine girmekte. İlk çağlarda elle ayıklamadan tutun da bugünkü karmaşık kimyasal tepkimelerin hepsine cevher zenginleştirme ismi takılmış. Bu konuyla ilgili Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği bölümünden Prof. dr. Salih AYDOĞAN ile yaptığımız röportajdan çok sohbet havasında geçen konuşmaları sizlere aktarmak istiyorum.

Cevher nedir? Cevher zenginleştirme nedir?

Cevheri başlıca şöyle anlatayım, cevher yeraltında çıkan kayaçlar, mineraller topluluğudur. Mineraller cevheri oluşturur. Mesela demir cevherinin içinde bir çok mineral vardır; hematit, manyetit, limonit bunların yanında silkatlı kayaçlar potasyum sodyum mineralleri de bulunabilir. Bütün bu minerallerin içinde ekonomik olanlarını ayırma işlemine ise cevher hazırlama (zenginleştirme) diyoruz. Cevher zenginleştirme yöntemleri ise cevherin kimyasal ve fiziksel özelliklerine göre çok çeşitlidir. Örnek olarak kömürü zenginleştirmek için yapılan işleme piyasada kömür yıkama adı verilir. Bu yöntemde kömürlerin taştan ayrılmaları ve büyüklüklerine göre sınıflandırılmaları hedeflenir. Başka bir örnek ; demir cevherinin manyetitten oluşuyor ise bu cevherin içindeki manyetittin özelliğini bilmemiz gerekir ve manyetitin özelliği çoğumuzun bildiği gibi mıknatıslanma yöntemiyle zenginleştirilir. Dediğim gibi zenginleştirme yapılması için cevherin minerolojisinin bilinmesi gerekir. Birde bu yöntemlerden yanlış bilinenler vardır. Örneğin siyanürle altın aranması gibi yöntem var. Bu tamamen yanlıştır. “Siyanürü hazırladım döktüm hadi bana altın bul” diye bir şey yoktur. Bu gazetede yazanlar doğru değildir. Aslı şöyle ki: siyanürlü ortamda havadaki oksijen gazı ile altın bir çeşit oksitlenme tepkimesi verirler. Siyanürle altın komplex oluşturur. Ardından karbona yükleme gibi yada çinko alüminyum gibi elementlerle altını çökeltme gibi birçok yöntem ile altını elde edebiliriz. Bunlar da cevher zenginleştirmenin içine girer. Genel olarak en çok kullanılan zenginleştirme yöntemlerinden biri ise yoğunluk farkına göre ayırma yöntemidir. Yoğunluğu yüksek olan metalik cevherler için genellikle ekonomik değer taşıyan cevherlerdir. Örneğin kalkopirit, galen gibi. Kalkopirit bakır, galen is bir kurşun mineralidir. Biraz sayıları işin içine katmak gerekirse galenin yoğunluğu 7.3 iken yan kayacının yoğunluğu ortalama 2.6 civarındadır. Dediğim gibi zenginleştirme yöntemi cevherin içindeki minerallerin durumlarına göre değişkendir. Az önceki örneklerde olduğu gibi.

peki türkiye olarak Cevher zenginleştirme konusunda ne durumdayız?

Ülkemizde cevher zenginleştirme işleri devletin katkılarıyla başlamıştır. Yine demirden gidelim, örneğin Divriği’de bulunan manyetit içeren demir cevherinin zenginleştirilmesi ülkemizde de devlet tarafından yapılmaktadır. Kalkopirit minerali flotasyon yöntemiyle zenginleştirilmesi de yine devlet tarafından kurulmuş olan Kastamonu kürede tesislerinde gerçekleştirilir. Özel sektörde ise özellikle yoğunluk farkıyla zenginleştirmeyi kullanan irili ufaklı firmalar bulunmaktadır. Kamuoyunda “Ülkemizde her şey var ama işlenmiyor” gibi bir söylem vardır. Bu daha çok bor üzerinden yola çıkılarak yazılan çizilen şeylerdir. Ülkemizdeki cevherleşmelerin çoğu empüritesi yüksek cevherleşmedir. Yani bakır cevheri düşünün, düşük tenörlüdür. Kurşun çinko aynı şekilde düşük tenörlüdür. Tenörden kastım ekonomik değer taşıyan minerallerin ağırlığının toplam cevher ağırlığına oranıdır. Ülkemizde çıkarılan madenler tenörlerinin düşük olması sebebiyle zenginleştirilmesi gerekir. Sonuç olarak doğru olan söylem şu olmalı; ülkemizde her şey var ama zenginleştirebiliyor muyuz zenginleştiremiyor muyuz?

istanbul teknik Üniversitesinde cevher hazırlama mühendisliği açılmış durumda bu konuda ne düşünüyorsunuz ?

Bizim ve Türkiye’deki birçok üniversitenin işleyişi şöyle: maden mühendisliğinde 2 temel anabilim dalı mevcut. Birincisi maden işletme anabilim dalı. Bu dal yeraltındaki cevherin hangi yöntemlerle işleneceği üzerine çalışan anabilim dalıdır. 2. olan anabilim dalı ise cevher hazırlamadır ki maden işletmeden çok çok farklıdır. Şöyle ki üretilmiş olan cevherin içindeki değerli mineralleri nasıl konsantre edeceğiyle ilgilenen anabilim dalıdır. İkisinin tek ortak özelliği “cevher” olmasıdır. Aslında birbirinden çok farklı iki anabilim dalı, ve birbirinden ayrılmış olması çok isabetli bir durum. Zaten yurtdışında “Mineral processing” adı altında bir cevher zenginleştirme bilimi var. Bizdeki karşılığı da cevher hazırlama olarak karşımıza çıkıyor. Biraz önce söylediğim gibi cevher hazırlama mühendisliği kesinlikle olması gereken ve maden mühendisliği bölümü bünyesinden ayrılması gereken bir mühendisliktir.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı hocam?

Bu konuda çalışmak isteyen arkadaşlar için tavsiyem; bol bol yeni çıkan makaleleri okusunlar ve tesis gezsinler, bu onların çok ufkunu açacaktır.

Profesörlüğünü tebrik için gönderilmiş olan çiçeklerle süslenmiş odadan ayrılırken bu hoş sohbet için kendisine teşekkür ediyorum.

Page 41: Billtek 36. Sayı

# #38 39BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

röpOrtAj: prOF. dr. SALiH AYdOĞAn CEVHEr VE CEVHEr ZEnGinLEŞtirMEFurkan GÜLtEKin

Türkiye, jeolojik yapısı bakımından birçok yeraltı zenginliğine sahip olmasına rağmen bu durumdan yeterince yararlanılmamasıyla konuşulan bir ülke. Herkesin bildiği “bor” mineralinin dışında demir, krom, linyit, alüminyum, bakır gibi madenler de ülkemizde bulunan ve çıkarılan madenler. Madenlerin çıkarılmasının da ötesinde madenlerin kullanımını kolaylaştırmak, verimini arttırmak için yapılan her türlü işlem cevher zenginleştirme içine girmekte. İlk çağlarda elle ayıklamadan tutun da bugünkü karmaşık kimyasal tepkimelerin hepsine cevher zenginleştirme ismi takılmış. Bu konuyla ilgili Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği bölümünden Prof. dr. Salih AYDOĞAN ile yaptığımız röportajdan çok sohbet havasında geçen konuşmaları sizlere aktarmak istiyorum.

Cevher nedir? Cevher zenginleştirme nedir?

Cevheri başlıca şöyle anlatayım, cevher yeraltında çıkan kayaçlar, mineraller topluluğudur. Mineraller cevheri oluşturur. Mesela demir cevherinin içinde bir çok mineral vardır; hematit, manyetit, limonit bunların yanında silkatlı kayaçlar potasyum sodyum mineralleri de bulunabilir. Bütün bu minerallerin içinde ekonomik olanlarını ayırma işlemine ise cevher hazırlama (zenginleştirme) diyoruz. Cevher zenginleştirme yöntemleri ise cevherin kimyasal ve fiziksel özelliklerine göre çok çeşitlidir. Örnek olarak kömürü zenginleştirmek için yapılan işleme piyasada kömür yıkama adı verilir. Bu yöntemde kömürlerin taştan ayrılmaları ve büyüklüklerine göre sınıflandırılmaları hedeflenir. Başka bir örnek ; demir cevherinin manyetitten oluşuyor ise bu cevherin içindeki manyetittin özelliğini bilmemiz gerekir ve manyetitin özelliği çoğumuzun bildiği gibi mıknatıslanma yöntemiyle zenginleştirilir. Dediğim gibi zenginleştirme yapılması için cevherin minerolojisinin bilinmesi gerekir. Birde bu yöntemlerden yanlış bilinenler vardır. Örneğin siyanürle altın aranması gibi yöntem var. Bu tamamen yanlıştır. “Siyanürü hazırladım döktüm hadi bana altın bul” diye bir şey yoktur. Bu gazetede yazanlar doğru değildir. Aslı şöyle ki: siyanürlü ortamda havadaki oksijen gazı ile altın bir çeşit oksitlenme tepkimesi verirler. Siyanürle altın komplex oluşturur. Ardından karbona yükleme gibi yada çinko alüminyum gibi elementlerle altını çökeltme gibi birçok yöntem ile altını elde edebiliriz. Bunlar da cevher zenginleştirmenin içine girer. Genel olarak en çok kullanılan zenginleştirme yöntemlerinden biri ise yoğunluk farkına göre ayırma yöntemidir. Yoğunluğu yüksek olan metalik cevherler için genellikle ekonomik değer taşıyan cevherlerdir. Örneğin kalkopirit, galen gibi. Kalkopirit bakır, galen is bir kurşun mineralidir. Biraz sayıları işin içine katmak gerekirse galenin yoğunluğu 7.3 iken yan kayacının yoğunluğu ortalama 2.6 civarındadır. Dediğim gibi zenginleştirme yöntemi cevherin içindeki minerallerin durumlarına göre değişkendir. Az önceki örneklerde olduğu gibi.

peki türkiye olarak Cevher zenginleştirme konusunda ne durumdayız?

Ülkemizde cevher zenginleştirme işleri devletin katkılarıyla başlamıştır. Yine demirden gidelim, örneğin Divriği’de bulunan manyetit içeren demir cevherinin zenginleştirilmesi ülkemizde de devlet tarafından yapılmaktadır. Kalkopirit minerali flotasyon yöntemiyle zenginleştirilmesi de yine devlet tarafından kurulmuş olan Kastamonu kürede tesislerinde gerçekleştirilir. Özel sektörde ise özellikle yoğunluk farkıyla zenginleştirmeyi kullanan irili ufaklı firmalar bulunmaktadır. Kamuoyunda “Ülkemizde her şey var ama işlenmiyor” gibi bir söylem vardır. Bu daha çok bor üzerinden yola çıkılarak yazılan çizilen şeylerdir. Ülkemizdeki cevherleşmelerin çoğu empüritesi yüksek cevherleşmedir. Yani bakır cevheri düşünün, düşük tenörlüdür. Kurşun çinko aynı şekilde düşük tenörlüdür. Tenörden kastım ekonomik değer taşıyan minerallerin ağırlığının toplam cevher ağırlığına oranıdır. Ülkemizde çıkarılan madenler tenörlerinin düşük olması sebebiyle zenginleştirilmesi gerekir. Sonuç olarak doğru olan söylem şu olmalı; ülkemizde her şey var ama zenginleştirebiliyor muyuz zenginleştiremiyor muyuz?

istanbul teknik Üniversitesinde cevher hazırlama mühendisliği açılmış durumda bu konuda ne düşünüyorsunuz ?

Bizim ve Türkiye’deki birçok üniversitenin işleyişi şöyle: maden mühendisliğinde 2 temel anabilim dalı mevcut. Birincisi maden işletme anabilim dalı. Bu dal yeraltındaki cevherin hangi yöntemlerle işleneceği üzerine çalışan anabilim dalıdır. 2. olan anabilim dalı ise cevher hazırlamadır ki maden işletmeden çok çok farklıdır. Şöyle ki üretilmiş olan cevherin içindeki değerli mineralleri nasıl konsantre edeceğiyle ilgilenen anabilim dalıdır. İkisinin tek ortak özelliği “cevher” olmasıdır. Aslında birbirinden çok farklı iki anabilim dalı, ve birbirinden ayrılmış olması çok isabetli bir durum. Zaten yurtdışında “Mineral processing” adı altında bir cevher zenginleştirme bilimi var. Bizdeki karşılığı da cevher hazırlama olarak karşımıza çıkıyor. Biraz önce söylediğim gibi cevher hazırlama mühendisliği kesinlikle olması gereken ve maden mühendisliği bölümü bünyesinden ayrılması gereken bir mühendisliktir.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı hocam?

Bu konuda çalışmak isteyen arkadaşlar için tavsiyem; bol bol yeni çıkan makaleleri okusunlar ve tesis gezsinler, bu onların çok ufkunu açacaktır.

Profesörlüğünü tebrik için gönderilmiş olan çiçeklerle süslenmiş odadan ayrılırken bu hoş sohbet için kendisine teşekkür ediyorum.

Page 42: Billtek 36. Sayı

# #40 41BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

şşş şimdi uyku zamanıUYKU nEdir? nE KAdAr UYUMALIYIZ? rÜYA nEdir?diLAn KöSE

Page 43: Billtek 36. Sayı

# #40 41BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

şşş şimdi uyku zamanıUYKU nEdir? nE KAdAr UYUMALIYIZ? rÜYA nEdir?diLAn KöSE

Page 44: Billtek 36. Sayı

# #42 43BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

ŞŞŞ ŞiMdi UYKU ZAMAnIdilan KöSE

Hayatımızın belki de olmazsa olmazı diyebileceğimiz en temel ihtiyaçlarımızdan biri de uyku. Uyku demişken rüyaları da atlamak olmaz. Öncelikle;

Uyku nedir?

Beynin bir fonksiyonudur.Hiçbir hayati organın tamamen durmadan , hatta belli bölümlerinin daha çok çalışarak yapım olaylarının gerçekleştiği andır.

Uykunun evrelerinden bahsedersek:

rem Evresi (Rapid Eye Movement)nrem Evresi (Non-Rapid Eye Movement)

nrem Uykusu

Beynimiz Nrem adı verilen derin uyku esnasında vücudumuzun maddi tamirinin gerçekleşmesi görevini yüklenir.Çok yorulduğumuzda ya da aşırı enerji tüketme gibi durumlarda derin uykuyu daha fazla uyuruz.Nrem uykusunu yeterince uyuyup uyumadığımızı vücudumuzdaki çöküşlerden , cildimizdeki pörsümelerden anlayabiliriz.Ayrıca bağışıklık sistemimizdeki tahribatların çoğu uykusuzluktan kaynaklanıyor.

nrem uykusunda dört evre görülür.

1.EvreBu evre uyanık olma halinden uykuya geçiş evresi

olarak tanımlanır.Göz hareketleri yavaşlar.Uyuyan kişiyi bu evrede uyandırırsanız hiç uyumadığını düşünür.Göz Seyirmeleri dediğimiz durum bu evrede görülür.

2.EvreKalp atışı ve solunum hızı ilk evreye göre daha da

düşmüştür.Artık gözlerimiz tamamen hareketsizdir.Bu evrede neredeyse hiç rüya görmeyiz.Uykunun bu evresinde kişinin bilinci uyandırıldığında uyuduğunu hatırlayacak durumdadır.

3. ve 4. EvreBu evrelerde Rem evresi kadar olmasa da rüya görme

olasılığı diğer evrelere göre yüksektir

rem Uykusu

Rem uykusu toplam uyku süremizin %20-%25 ini kapsamaktadır.Bu evre uykunun rüya görülen kısmıdır.Adını , bu esnada göz hareketlerinin hızlanmasından alır.Ayrıca bu evrede görülen rüyalar hatırladığımız rüyalarımızdır.

peki uyku esnasında beynimizin işleyişi nasıl?

Bunu bir örnekle açıklayalım.Yatakta yatmadan önce kitap okuyoruz.Uykumuz yavaş yavaş gelmeye başlıyor.Bu sırada beynimiz önce düşük frekanslı olan beta dalgasını gönderir.Kitabı okumayı bırakıp yanı başımıza koyunca alfa ,uykuya geçmeye başladığımızda teta ve en son yani uykumuzun derinleştiği anda ise deta dalgalarını gönderir.

Kimimiz çok kimimiz az uyuyarak rutin işlerimize devam ediyoruz.peki ya uykunun idealdeki ölçütü nedir?

İdeal uyku süresi kişinin yaşına, rutin hayatına , sağlık durumuna göre değişiyor.Bilim adamları ideal uyku süresinin 8 saatten fazla 6 saatten az olmaması görüşünde.

Şimdi de gelelim rüyalara

Duygularımızın ve düşüncelerimizin uyku sırasında açığa çıkmasıdır.Uzmanlar genellikle rüyayı bir tabloya benzetir fakat bu tabloyu resmeden bilinçaltımızdır.

Bilinçaltı ve rüya ilişkisi

Bilinçaltını kocaman bir hafıza bankası gibi düşünebiliriz.Bu bankayı hayatımız boyunca kazandığımız deneyimler , yaşadığımız olaylar , sahip olduğumuz inançlar oluşturuyor.Peki bilinçaltı rüyalarımızı nasıl etkiliyor?

Uyuduğumuzda bilincimiz kapansa da bilinçaltımız uyanık kalıyor.Bu noktada ise bilinçaltımız ile rüyalarımız arasındaki gerçek bağlantı ortaya çıkıyor.

Rüyalarımız aslında gün içinde bilinçaltımızda depolanan bilgileri taşıyor.Rüyalarımız bilinçaltımızdaki bilgileri tıpkı bir kütüphanede kitapları düzenleyen görevli gibi.Bu yüzden rüyalarımız duygularımızı değiştirerek bilinçaltımızı da etkiliyor.

neden uyandığımızda kimimiz rüyalarımızı hatırlarken kimimiz hatırlamıyoruz?

Aslında bunun birçok sebebi var.Fakat temelinde günlük yediğimiz besinlerden tutun ki içtiğimiz ilaçlar bile bunu etkiliyor.Bazı rüyaları hatırlayamayabiliyoruz fakat bu tam olarak unuttuğumuz anlamına da gelmiyor , bu durum bilginin hatırlanmasının kolay olmadığından kaynaklanabiliyor.

rüyalarımız bir anlam taşıyor mu?

Bu konu bilimadamlarının halen üzerinde tartıştığı bir konudur. Fakat rüyaların anlam taşıdığını gösteren bazı örnekler vardır.

Bir kış günü Kekule ( Benzen için ilk sikloheksatrien yapısını öne süren bilim adamı) çalışma odasında uyuyakaldığı bir gün rüyasında atomların hoplayıp zıplayarak dans etmekte olduğunu ve onları birbirlerine kenetleyen zincirlerin de birer yılana benzediğini gördü.Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi kuyruğunu ısırdı.Bu esnada Kekule uyanıverdi.

Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüya sayesinde fark edebilmişti.Bunun sonucu olarak iç yapısı çözümlenemeyen benzenin yapısı anlaşıldı.

tok yada aç olmak gördüğümüz rüyaları etkiler mi? Etkilerse ne ölçüde etkiler?

Açlık veya tokluk durumunun rüyalarımızı etkileyip etkilemediği konusunda net bir kanıt olmamasına karşın bazı yiyeceklerin tüketiminde (muz,süt,hindi) en sık rüya gördüğümüz Rem uykusu sırasında göz hareketlerinde azalma olduğu sonucuna varılmıştır.Ayrıca çikolatalı tatlı, kahve ve alkolü geç saatlerde tüketmek, uykuda bölünmelere yol açar.

Son olarak ‘ rüyalarımızı kontrol edebilir miyiz?

“Lucid Dreaming” adı verilen teknikle rüyalarımızı kontrol altına almak mümkün.Bu teknikte sadece rüyalarımızı kontrol altına almıyor ayrıca istediğimiz ya da hayalini kurduğumuz durumları rüyamızda görebiliyoruz.

İyi Uykular :)

KAYnAK http://www.medicalnewstoday.com/articles/195851.php http://www.chow.com/food-news/55306/how-does-food-

affect-your-dreams/ http://www.2knowmyself.com/Subconscious_mind

http://asdreams.org/subidxeduq_and_a.htm http://www.2knowmyself.com/dream_interpretation/the_

subconscious_mind_and_dreams http://www.ruyayo.com/mehur-rueyalar/4295-friedrich-

august-kekulenin-rueyas.html http://www.happynews.com/living/sleep/sleep-much-

need.htm http://www.webmd.com/sleep-disorders/excessive-

sleepiness-10/sleep-101

Page 45: Billtek 36. Sayı

# #42 43BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

ŞŞŞ ŞiMdi UYKU ZAMAnIdilan KöSE

Hayatımızın belki de olmazsa olmazı diyebileceğimiz en temel ihtiyaçlarımızdan biri de uyku. Uyku demişken rüyaları da atlamak olmaz. Öncelikle;

Uyku nedir?

Beynin bir fonksiyonudur.Hiçbir hayati organın tamamen durmadan , hatta belli bölümlerinin daha çok çalışarak yapım olaylarının gerçekleştiği andır.

Uykunun evrelerinden bahsedersek:

rem Evresi (Rapid Eye Movement)nrem Evresi (Non-Rapid Eye Movement)

nrem Uykusu

Beynimiz Nrem adı verilen derin uyku esnasında vücudumuzun maddi tamirinin gerçekleşmesi görevini yüklenir.Çok yorulduğumuzda ya da aşırı enerji tüketme gibi durumlarda derin uykuyu daha fazla uyuruz.Nrem uykusunu yeterince uyuyup uyumadığımızı vücudumuzdaki çöküşlerden , cildimizdeki pörsümelerden anlayabiliriz.Ayrıca bağışıklık sistemimizdeki tahribatların çoğu uykusuzluktan kaynaklanıyor.

nrem uykusunda dört evre görülür.

1.EvreBu evre uyanık olma halinden uykuya geçiş evresi

olarak tanımlanır.Göz hareketleri yavaşlar.Uyuyan kişiyi bu evrede uyandırırsanız hiç uyumadığını düşünür.Göz Seyirmeleri dediğimiz durum bu evrede görülür.

2.EvreKalp atışı ve solunum hızı ilk evreye göre daha da

düşmüştür.Artık gözlerimiz tamamen hareketsizdir.Bu evrede neredeyse hiç rüya görmeyiz.Uykunun bu evresinde kişinin bilinci uyandırıldığında uyuduğunu hatırlayacak durumdadır.

3. ve 4. EvreBu evrelerde Rem evresi kadar olmasa da rüya görme

olasılığı diğer evrelere göre yüksektir

rem Uykusu

Rem uykusu toplam uyku süremizin %20-%25 ini kapsamaktadır.Bu evre uykunun rüya görülen kısmıdır.Adını , bu esnada göz hareketlerinin hızlanmasından alır.Ayrıca bu evrede görülen rüyalar hatırladığımız rüyalarımızdır.

peki uyku esnasında beynimizin işleyişi nasıl?

Bunu bir örnekle açıklayalım.Yatakta yatmadan önce kitap okuyoruz.Uykumuz yavaş yavaş gelmeye başlıyor.Bu sırada beynimiz önce düşük frekanslı olan beta dalgasını gönderir.Kitabı okumayı bırakıp yanı başımıza koyunca alfa ,uykuya geçmeye başladığımızda teta ve en son yani uykumuzun derinleştiği anda ise deta dalgalarını gönderir.

Kimimiz çok kimimiz az uyuyarak rutin işlerimize devam ediyoruz.peki ya uykunun idealdeki ölçütü nedir?

İdeal uyku süresi kişinin yaşına, rutin hayatına , sağlık durumuna göre değişiyor.Bilim adamları ideal uyku süresinin 8 saatten fazla 6 saatten az olmaması görüşünde.

Şimdi de gelelim rüyalara

Duygularımızın ve düşüncelerimizin uyku sırasında açığa çıkmasıdır.Uzmanlar genellikle rüyayı bir tabloya benzetir fakat bu tabloyu resmeden bilinçaltımızdır.

Bilinçaltı ve rüya ilişkisi

Bilinçaltını kocaman bir hafıza bankası gibi düşünebiliriz.Bu bankayı hayatımız boyunca kazandığımız deneyimler , yaşadığımız olaylar , sahip olduğumuz inançlar oluşturuyor.Peki bilinçaltı rüyalarımızı nasıl etkiliyor?

Uyuduğumuzda bilincimiz kapansa da bilinçaltımız uyanık kalıyor.Bu noktada ise bilinçaltımız ile rüyalarımız arasındaki gerçek bağlantı ortaya çıkıyor.

Rüyalarımız aslında gün içinde bilinçaltımızda depolanan bilgileri taşıyor.Rüyalarımız bilinçaltımızdaki bilgileri tıpkı bir kütüphanede kitapları düzenleyen görevli gibi.Bu yüzden rüyalarımız duygularımızı değiştirerek bilinçaltımızı da etkiliyor.

neden uyandığımızda kimimiz rüyalarımızı hatırlarken kimimiz hatırlamıyoruz?

Aslında bunun birçok sebebi var.Fakat temelinde günlük yediğimiz besinlerden tutun ki içtiğimiz ilaçlar bile bunu etkiliyor.Bazı rüyaları hatırlayamayabiliyoruz fakat bu tam olarak unuttuğumuz anlamına da gelmiyor , bu durum bilginin hatırlanmasının kolay olmadığından kaynaklanabiliyor.

rüyalarımız bir anlam taşıyor mu?

Bu konu bilimadamlarının halen üzerinde tartıştığı bir konudur. Fakat rüyaların anlam taşıdığını gösteren bazı örnekler vardır.

Bir kış günü Kekule ( Benzen için ilk sikloheksatrien yapısını öne süren bilim adamı) çalışma odasında uyuyakaldığı bir gün rüyasında atomların hoplayıp zıplayarak dans etmekte olduğunu ve onları birbirlerine kenetleyen zincirlerin de birer yılana benzediğini gördü.Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi kuyruğunu ısırdı.Bu esnada Kekule uyanıverdi.

Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüya sayesinde fark edebilmişti.Bunun sonucu olarak iç yapısı çözümlenemeyen benzenin yapısı anlaşıldı.

tok yada aç olmak gördüğümüz rüyaları etkiler mi? Etkilerse ne ölçüde etkiler?

Açlık veya tokluk durumunun rüyalarımızı etkileyip etkilemediği konusunda net bir kanıt olmamasına karşın bazı yiyeceklerin tüketiminde (muz,süt,hindi) en sık rüya gördüğümüz Rem uykusu sırasında göz hareketlerinde azalma olduğu sonucuna varılmıştır.Ayrıca çikolatalı tatlı, kahve ve alkolü geç saatlerde tüketmek, uykuda bölünmelere yol açar.

Son olarak ‘ rüyalarımızı kontrol edebilir miyiz?

“Lucid Dreaming” adı verilen teknikle rüyalarımızı kontrol altına almak mümkün.Bu teknikte sadece rüyalarımızı kontrol altına almıyor ayrıca istediğimiz ya da hayalini kurduğumuz durumları rüyamızda görebiliyoruz.

İyi Uykular :)

KAYnAK http://www.medicalnewstoday.com/articles/195851.php http://www.chow.com/food-news/55306/how-does-food-

affect-your-dreams/ http://www.2knowmyself.com/Subconscious_mind

http://asdreams.org/subidxeduq_and_a.htm http://www.2knowmyself.com/dream_interpretation/the_

subconscious_mind_and_dreams http://www.ruyayo.com/mehur-rueyalar/4295-friedrich-

august-kekulenin-rueyas.html http://www.happynews.com/living/sleep/sleep-much-

need.htm http://www.webmd.com/sleep-disorders/excessive-

sleepiness-10/sleep-101

Page 46: Billtek 36. Sayı

# #44 45BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

CErVELO p5: SOn SÜrAt BiSiKLEtSadri GÜLEr

2008 Pekin Olimpiyatları’nda özellikle yüzme alanında kırılan rekorlarla sporcular ve ekipler sporun teknik kısmına olan önemi bir kat daha arttırdılar. Bununla birlikte sadece yüzme değil ; koşu, kano, tenis gibi sporun birçok alanında da teknik ekipmanlarda Ar-Ge çalışmaları arttırıldı ve tabii ki bisiklet de bunlardan nasibini aldı. Bu anlamda, sürati arttırmak için firmalar insanüstü aerodinamik çalışmalar yapmaya başladılar ve tam da bu anda P serisinin üreticisi olan Cervelo, sonuncu bisikleti “Cervelo P5”i piyasaya sürdü.

Uluslararası Bisiklet Federasyonu’nca yapılan testlerde görüldü ki: P5, kendi klasmanında en az sürtünmeye sahip olan bisiklet. Bunun yanı sıra P5 üreticileri, onu sınıfının en hızlı bisikleti ilan ediyorlar ve daha da önemlisi P5 bu güce sahip olabilmek için müthiş bir aerodinamik mühendislikten geçti. Biz de yazımızda P5’in aerodinamik özelliklerini ve yapılan mühendislik çalışmalarını inceleyeceğiz.

Cervelo ekibi, P4’ü tamamladıktan sonra P5 için çalışmalara hemen başladı; ama P4’ü üretirken karşılaştıkları ve değiştirmek istedikleri birkaç sorun vardı. Bunlardan en önemlisi ve en çok öne çıkanı ise bisikletin nasıl tasarlanacağıydı. P4 tasarlanırken izlenen yol, bisikletin her seferinde prototipini üretip rüzgâr tünelinde denemek şeklindeydi. Ekip, hem yorucu hem de zaman alan bu yöntemi değiştirerek P5’in üretiminde tüm ön-testlerin CFD(Computional Fluid Dynamics) araçlarıyla bilgisayar ortamında yapıldığı ve tüm tasarımın son hali oluşturulduktan sonra prototipin üretilip rüzgâr tünelinde denendiği bir yol izledi.

peki, CFd neden bu kadar değerli bir hale geldi?

Öncelikle CFD,sürtünme kuvvetini rüzgar tüneline oranla daha kesin bir şekilde saptayabiliyor; ama daha da fazlası hava akışının yönü ve hızının büyüklüğü, tüm yüzeylerdeki sürtünme kuvveti, basınç dağılımı, bunların nerede oluştuğu ve neyin neden olduğu gibi birçok bilgiyi bizimle paylaşıp bisikletin ve sürücünün her tarafında hava akışını anlamamıza izin veriyor. Bu kadar yoğun bilgi akışı sağlayan bir sisteme sahip olan ekip,bisikleti rüzgar tüneline götürmeden önce bisikletin tasarımını en küçük noktasına kadar tamamladı. Bisiklet rüzgar tüneline götürüldüğündeyse görülen sonuç hayret vericiydi; öyle ki, bisikletin üzerindeki tüm sürtünme kuvvetinin yalnızca %30’u bisikletten kaynaklanıyordu. Geriye kalan %70’lik dilim ise sürücüden kaynaklanan sürtünme kuvvetinden oluşuyordu ve tüm bu çalışmanın sonucu olarak P5, süper-bisikletler arasında en az sürtünme kuvvetine sahip oldu. Bunun da sonucu olarak P5, 40 km’lik bir yarışta rakipleriyle karşılaştırıldığında 24 ile 44 saniye arasında değişen önemli bir zaman farkına imza atmış oldu.

Cervelo, p5 üretilirken ne gibi mühendislik çalışmalarına maruz kaldı?

Tabii ki bir bisikleti hızlı yapabilmek için uygulanacak en temel yöntem, üzerindeki sürtünme kuvvetini en aza indirebilmekti. Bunu sağlayabilmek için bisikletin iyi bir uçak kanadı profilinde olması gerekirdi Bu amaçla NACA(National Advisory Committee for Aeronautics) profilleri kullanıldı; ancak bisiklet, kanat gibi tek bir parçadan oluşmadığından bisikletin tüm gövdesinin tek bir kanat profilinde olması üst düzeyde verim alabilmek için yeterli değildi. Bu noktada yapılması gereken ise bisikletin her bir bölgesini hava üzerindeki hava akışına farklı kanat profillerinde ve üç boyutlu halde tasarlamak oldu. Bu amaçla gidon boğazı, sele borusu ve maşa tekrar tasarlandı. Özellikle gidon boğazı ve sele borusu tasarlanırken uzunluk hava akışını olabildiğince rahat geçirilebilmesi için optimum düzeye getirildi. Maşada fren sisteminin neden olduğu sürtünme kuvvetini ortadan kaldırabilmek amacıyla fren sitemi maşanın içine alındı.

Kadroya gelindiğindeyse artık ince hesaplamalar yapılmaya başlandı. Öncelikle tüm kablolar kadro içine alındı ve dışarı çıktığı yerdeki sürtünmeler minimize edildi. Sele borusu ile arka tekerlek arasındaki boşluk olabildiğince azaltıldı ve türbülans oluşturmaması için 2 ila 6 mm’ye kadar indirildi. Gidondaysa, olabildiğine ince çalışmalara gidildi. İlk olarak gidon yine kanat profilinde ve 3:1 oranı her noktasında korunarak tasarlandı. Sürücünün kollarını dayayacağı kol yastıkları ve gidonsa ince yükseklik ayarına imkân sağlıyordu. Bunun amacıysa sürücünün fazla ya da az eğilmesini engelleyip bisikletin üzerinde belli bir açıda durmasını sağlayarak özellikle sırt bölgesinde oluşabilecek bir türbülansı engellemekti.

Tüm bu anlatılanlarla bisiklet tabii ki bitmedi. Geriye daha küçük fakat bu sefer hataya ihmal vermeyen tasarımlar kalmıştı çünkü bu sefer yapılacak en ufak bir hata, öncesinde yapılan tasarımı boşa çıkaracaktı. Öncelikli olanlardan biri, mataranın bisiklete yerleştirilmesiydi. Mühendisler matarayı sele arkası, kadro altı, sürücünün bacaklarının arası gibi birkaç farklı yerde denediler ancak sonunda varılan karar mataranın sürücünün kolları arasında kalacak şekilde gidona yerleştirilmesiydi. Daha önce de belirttiğimiz gibi kablolar dışarıdaki aerodinamiği bozmaması için tamamen gizlendi. Fren pabuçları, aerodinamik hale getirildi ve fren kolları da sürtünme kuvvetini olabildiğince azaltacak şekilde tasarlandı.

İki yıllık bir tasarım sürecinden sonra Cervelo P5 son halini aldı ve görücüye çıktı. Tüm bu hummalı çalışmanın ürünüyse şimdiye kadar oluşturulmuş en hızlı ve en az sürtünme yaratan bisikletti. Scott, Trek gibi kendini kanıtlamış üreticilerin arkasından yeni kurulmuş bir firma olarak Cervelo’nun yaptığı bu güçlü atılıma diğer firmaların nasıl cevap vereceğini merakla beklemekteyiz.

KAYnAK http://lavamagazine.com/gear/free-speed-cervelos-tips-on-aerodynamic-hydration/#axzz1oeQL8P00

http://cervelo.com/en_us/news-blog/article/ask-the-engineers-hydration-and-aerodynamics/2930/

Cervelo P5 Technical White Paper

Page 47: Billtek 36. Sayı

# #44 45BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

CErVELO p5: SOn SÜrAt BiSiKLEtSadri GÜLEr

2008 Pekin Olimpiyatları’nda özellikle yüzme alanında kırılan rekorlarla sporcular ve ekipler sporun teknik kısmına olan önemi bir kat daha arttırdılar. Bununla birlikte sadece yüzme değil ; koşu, kano, tenis gibi sporun birçok alanında da teknik ekipmanlarda Ar-Ge çalışmaları arttırıldı ve tabii ki bisiklet de bunlardan nasibini aldı. Bu anlamda, sürati arttırmak için firmalar insanüstü aerodinamik çalışmalar yapmaya başladılar ve tam da bu anda P serisinin üreticisi olan Cervelo, sonuncu bisikleti “Cervelo P5”i piyasaya sürdü.

Uluslararası Bisiklet Federasyonu’nca yapılan testlerde görüldü ki: P5, kendi klasmanında en az sürtünmeye sahip olan bisiklet. Bunun yanı sıra P5 üreticileri, onu sınıfının en hızlı bisikleti ilan ediyorlar ve daha da önemlisi P5 bu güce sahip olabilmek için müthiş bir aerodinamik mühendislikten geçti. Biz de yazımızda P5’in aerodinamik özelliklerini ve yapılan mühendislik çalışmalarını inceleyeceğiz.

Cervelo ekibi, P4’ü tamamladıktan sonra P5 için çalışmalara hemen başladı; ama P4’ü üretirken karşılaştıkları ve değiştirmek istedikleri birkaç sorun vardı. Bunlardan en önemlisi ve en çok öne çıkanı ise bisikletin nasıl tasarlanacağıydı. P4 tasarlanırken izlenen yol, bisikletin her seferinde prototipini üretip rüzgâr tünelinde denemek şeklindeydi. Ekip, hem yorucu hem de zaman alan bu yöntemi değiştirerek P5’in üretiminde tüm ön-testlerin CFD(Computional Fluid Dynamics) araçlarıyla bilgisayar ortamında yapıldığı ve tüm tasarımın son hali oluşturulduktan sonra prototipin üretilip rüzgâr tünelinde denendiği bir yol izledi.

peki, CFd neden bu kadar değerli bir hale geldi?

Öncelikle CFD,sürtünme kuvvetini rüzgar tüneline oranla daha kesin bir şekilde saptayabiliyor; ama daha da fazlası hava akışının yönü ve hızının büyüklüğü, tüm yüzeylerdeki sürtünme kuvveti, basınç dağılımı, bunların nerede oluştuğu ve neyin neden olduğu gibi birçok bilgiyi bizimle paylaşıp bisikletin ve sürücünün her tarafında hava akışını anlamamıza izin veriyor. Bu kadar yoğun bilgi akışı sağlayan bir sisteme sahip olan ekip,bisikleti rüzgar tüneline götürmeden önce bisikletin tasarımını en küçük noktasına kadar tamamladı. Bisiklet rüzgar tüneline götürüldüğündeyse görülen sonuç hayret vericiydi; öyle ki, bisikletin üzerindeki tüm sürtünme kuvvetinin yalnızca %30’u bisikletten kaynaklanıyordu. Geriye kalan %70’lik dilim ise sürücüden kaynaklanan sürtünme kuvvetinden oluşuyordu ve tüm bu çalışmanın sonucu olarak P5, süper-bisikletler arasında en az sürtünme kuvvetine sahip oldu. Bunun da sonucu olarak P5, 40 km’lik bir yarışta rakipleriyle karşılaştırıldığında 24 ile 44 saniye arasında değişen önemli bir zaman farkına imza atmış oldu.

Cervelo, p5 üretilirken ne gibi mühendislik çalışmalarına maruz kaldı?

Tabii ki bir bisikleti hızlı yapabilmek için uygulanacak en temel yöntem, üzerindeki sürtünme kuvvetini en aza indirebilmekti. Bunu sağlayabilmek için bisikletin iyi bir uçak kanadı profilinde olması gerekirdi Bu amaçla NACA(National Advisory Committee for Aeronautics) profilleri kullanıldı; ancak bisiklet, kanat gibi tek bir parçadan oluşmadığından bisikletin tüm gövdesinin tek bir kanat profilinde olması üst düzeyde verim alabilmek için yeterli değildi. Bu noktada yapılması gereken ise bisikletin her bir bölgesini hava üzerindeki hava akışına farklı kanat profillerinde ve üç boyutlu halde tasarlamak oldu. Bu amaçla gidon boğazı, sele borusu ve maşa tekrar tasarlandı. Özellikle gidon boğazı ve sele borusu tasarlanırken uzunluk hava akışını olabildiğince rahat geçirilebilmesi için optimum düzeye getirildi. Maşada fren sisteminin neden olduğu sürtünme kuvvetini ortadan kaldırabilmek amacıyla fren sitemi maşanın içine alındı.

Kadroya gelindiğindeyse artık ince hesaplamalar yapılmaya başlandı. Öncelikle tüm kablolar kadro içine alındı ve dışarı çıktığı yerdeki sürtünmeler minimize edildi. Sele borusu ile arka tekerlek arasındaki boşluk olabildiğince azaltıldı ve türbülans oluşturmaması için 2 ila 6 mm’ye kadar indirildi. Gidondaysa, olabildiğine ince çalışmalara gidildi. İlk olarak gidon yine kanat profilinde ve 3:1 oranı her noktasında korunarak tasarlandı. Sürücünün kollarını dayayacağı kol yastıkları ve gidonsa ince yükseklik ayarına imkân sağlıyordu. Bunun amacıysa sürücünün fazla ya da az eğilmesini engelleyip bisikletin üzerinde belli bir açıda durmasını sağlayarak özellikle sırt bölgesinde oluşabilecek bir türbülansı engellemekti.

Tüm bu anlatılanlarla bisiklet tabii ki bitmedi. Geriye daha küçük fakat bu sefer hataya ihmal vermeyen tasarımlar kalmıştı çünkü bu sefer yapılacak en ufak bir hata, öncesinde yapılan tasarımı boşa çıkaracaktı. Öncelikli olanlardan biri, mataranın bisiklete yerleştirilmesiydi. Mühendisler matarayı sele arkası, kadro altı, sürücünün bacaklarının arası gibi birkaç farklı yerde denediler ancak sonunda varılan karar mataranın sürücünün kolları arasında kalacak şekilde gidona yerleştirilmesiydi. Daha önce de belirttiğimiz gibi kablolar dışarıdaki aerodinamiği bozmaması için tamamen gizlendi. Fren pabuçları, aerodinamik hale getirildi ve fren kolları da sürtünme kuvvetini olabildiğince azaltacak şekilde tasarlandı.

İki yıllık bir tasarım sürecinden sonra Cervelo P5 son halini aldı ve görücüye çıktı. Tüm bu hummalı çalışmanın ürünüyse şimdiye kadar oluşturulmuş en hızlı ve en az sürtünme yaratan bisikletti. Scott, Trek gibi kendini kanıtlamış üreticilerin arkasından yeni kurulmuş bir firma olarak Cervelo’nun yaptığı bu güçlü atılıma diğer firmaların nasıl cevap vereceğini merakla beklemekteyiz.

KAYnAK http://lavamagazine.com/gear/free-speed-cervelos-tips-on-aerodynamic-hydration/#axzz1oeQL8P00

http://cervelo.com/en_us/news-blog/article/ask-the-engineers-hydration-and-aerodynamics/2930/

Cervelo P5 Technical White Paper

Page 48: Billtek 36. Sayı

# #46 47BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Gıda Biliminde Magnetic resonance Imaging (MrI) Kullanılması

Şirvan Sultan UĞUZ

Öncelikle yoğun zamanlarında bana vakit ayırdıkları ve değerli bilgilerini benimle paylaştıkları için, başta çok değerli hocam Mecit Halil Öztop olmak üzere yüksek lisans öğrencileri Emrah Kırtıl ve İrem Alaçık’a çok teşekkür ediyorum.

Röportajı yapacağım saatin sarkmasıyla, dünyanın en şanslı insanı olduğumun göstergesi bir şey oldu ve kendimi Mecit Hoca ve öğrencileriyle MRI deneyi yapmaya giderken buldum.

ODTÜ Gıda Mühendisliği hocalarından Yard. Doç. Dr. Mecit Halil Öztop, ODTÜ Gıda Mühendisliği 2003 mezunu. ODTÜ’de yüksek lisans ve Bilkent Üniversitesi’nde MBA yaptıktan sonra doktorasını ABD’ de tamamlamış.

Deneyi yapacağımız yere geldiğimizde çok heyecanlıydım.Öğrenciler örnekleri makinaya yerleştirirken biz de Mecit hocayla sohbetimize başladık.

Hocam bu alet nedir?

Bu alet bildiğin hastanelerde tıp alanında doktorların MR çektikleri alet aslında. Ama bizim burada kullanma amacımız insanın içini görmek değil de gıdanın içini görmek.

peki ilk kimin aklına gelmiş bunu gıdalarda kullanmak? ilk nerede yapılmış?

İlk 1970’li yıllarda meyve ve sebzelerin içlerinde olanları görmek için kullanılmış. Örneğin bir elma dışarıdan çok güzel görünür ama içinde kurt vardır ya da mesela içinde bir küf olmuştur, ezilmiştir, kararma olmuştur, onları gözlemlemek için başlamış MRI yöntemini kullanmak.

Bu yöntem en çok ne için kullanılıyor gıdalarda, ne yapıyoruz bununla?

Bunun kullanım amaçlarını aslında çok fazla kategorize edebiliriz. Buradaki gibi büyük sistemlerin çok bir avantajı yok. Biz burada sadece araştırma geliştirme amaçlı çalışıyoruz.Gözle göremeyeceğimiz ve normalde birçok teknik hasar gerektiren yani örnek maddeyi parçalarsın, çözmen gerekir, kimyasal kullanman gerekir ama burada direk gıdanın içinde ne olup bitiyor ‘’non-destructive’’ yani tahribatsız bir şekilde gözlemlemek amacıyla kullanıyoruz.Burada fıstıklı çikolata var örneğin. Neyle ilgilenebiliriz? Fıstıkların çikolata içerisindeki dağılımı nasıl olmuş ya da asıl soru fıstığın içindeki yağ çikolataya geçiyor mu? Ya da yağ göçü olacak mı? Bu da raf ömrünün belirlenmesi açısından oldukça önemli bir bilgi sağlayabilir. Bir de MR’ın böyle değil de daha ‘’low resolution’’ yani düşük çözünürlüklü sistemleri de var. Onları üreticiler, fabrikalarda aktif olarak kullanıyor . Ne için kullanıyor? Mesela salça üreticileri domateslerin brix’ini (şeker içeriğini) domatesi parçalamadan sadece MR görüntüsünü alarak hesaplayabiliyorlar. O zaman da belli brix değerinin üzerindeki domatesleri yüksek kalite salça üretmek için ayırabiliyorlar ya da ‘’citrus’’ yani mandalina, portakal gibi meyve suyu üreten firmalar tohumsuz yani ‘’seedless’’ ürünlerle çalışmak isterler. Ama bazen tohumlar olabiliyor ve o tohumların sayısının kaç olduğu önemli olabiliyor. Bizim, Amerika Davis’te çalıştığımız aleti geliştiren firma direk görüntülerden tohum sayısını belirleyen bir yazılım hazırlamıştı. 3 tohumdan fazla olan mandalinalar işlem bandında başka tarafa atılıyordu. Aynı şekilde yine brix’i iyi olan yani şekeri yüksek olan portakallardan daha yüksek kalite portakal suyu üretiliyor.Onun ayırması da yine bu görüntüleri kullanarak yapılıyor.

Bu işlemin gıdaya sağlık açısından verdiği bir zarar var mı? Yerken bizi etkileyebilecek bir şey yok mu?

Hayır. Hiçbir şey yok. Çünkü aslında burada bahsettiğimiz değerler oldukça düşük. Şu an burada kullandığımız hastanelerdeki alet ve 3 tesla civarında.Normalde piyasada olanlar çok daha düşük, yaklaşık 1 tesla. Ayrıca işlem oldukça kısa sürüyor özellikle online olarak film alanlar 2 saniyede görüntü alabiliyor. Hem tahribatsız bir şekilde hem de çok kısa sürede. Bu sistemlerin tek dezavantajı ilk ödenen fiyatı biraz fazla olabilir. Ama o da artık low resolution sistemle kolay olduğu için fiyatlar bundan 10 sene öncesine göre belki yüzde 50 oranında azalmıştır.

Bu aletin gıdalar için özel olarak üretileni de var mı peki?

Gıdalar için üretileni de var. Ne üretiyorlar mesela? Bunlara aparat üretiyorlar. Mesela bir layer belt üretiyorlar. Bir anda tek 1 tane değil de 6 tane görüntü alınabiliyor. Böylece sınıflandırma işlemi 6 tane için gerçekleşiyor. Diğer bir özelliği gıdaların özellikle sıvıların flow property (akış özellikleri)’leri de çok önemli. Viscosity, shear thinnig, shear thickening olduğu ya da bingnam plastic olduğunu MRI’yla flow imaging (akış görüntüleme) yaparak anlaşılabilir. Yani akan bir sıvının reolojik özellikleri hesaplanabilir. Burada da hasar verici hiçbir alet kullanmadan o sonuçlara ulaşılmış oluyor.

röpOrtAj: MECit HALiL öZtOp

Page 49: Billtek 36. Sayı

# #46 47BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Gıda Biliminde Magnetic resonance Imaging (MrI) Kullanılması

Şirvan Sultan UĞUZ

Öncelikle yoğun zamanlarında bana vakit ayırdıkları ve değerli bilgilerini benimle paylaştıkları için, başta çok değerli hocam Mecit Halil Öztop olmak üzere yüksek lisans öğrencileri Emrah Kırtıl ve İrem Alaçık’a çok teşekkür ediyorum.

Röportajı yapacağım saatin sarkmasıyla, dünyanın en şanslı insanı olduğumun göstergesi bir şey oldu ve kendimi Mecit Hoca ve öğrencileriyle MRI deneyi yapmaya giderken buldum.

ODTÜ Gıda Mühendisliği hocalarından Yard. Doç. Dr. Mecit Halil Öztop, ODTÜ Gıda Mühendisliği 2003 mezunu. ODTÜ’de yüksek lisans ve Bilkent Üniversitesi’nde MBA yaptıktan sonra doktorasını ABD’ de tamamlamış.

Deneyi yapacağımız yere geldiğimizde çok heyecanlıydım.Öğrenciler örnekleri makinaya yerleştirirken biz de Mecit hocayla sohbetimize başladık.

Hocam bu alet nedir?

Bu alet bildiğin hastanelerde tıp alanında doktorların MR çektikleri alet aslında. Ama bizim burada kullanma amacımız insanın içini görmek değil de gıdanın içini görmek.

peki ilk kimin aklına gelmiş bunu gıdalarda kullanmak? ilk nerede yapılmış?

İlk 1970’li yıllarda meyve ve sebzelerin içlerinde olanları görmek için kullanılmış. Örneğin bir elma dışarıdan çok güzel görünür ama içinde kurt vardır ya da mesela içinde bir küf olmuştur, ezilmiştir, kararma olmuştur, onları gözlemlemek için başlamış MRI yöntemini kullanmak.

Bu yöntem en çok ne için kullanılıyor gıdalarda, ne yapıyoruz bununla?

Bunun kullanım amaçlarını aslında çok fazla kategorize edebiliriz. Buradaki gibi büyük sistemlerin çok bir avantajı yok. Biz burada sadece araştırma geliştirme amaçlı çalışıyoruz.Gözle göremeyeceğimiz ve normalde birçok teknik hasar gerektiren yani örnek maddeyi parçalarsın, çözmen gerekir, kimyasal kullanman gerekir ama burada direk gıdanın içinde ne olup bitiyor ‘’non-destructive’’ yani tahribatsız bir şekilde gözlemlemek amacıyla kullanıyoruz.Burada fıstıklı çikolata var örneğin. Neyle ilgilenebiliriz? Fıstıkların çikolata içerisindeki dağılımı nasıl olmuş ya da asıl soru fıstığın içindeki yağ çikolataya geçiyor mu? Ya da yağ göçü olacak mı? Bu da raf ömrünün belirlenmesi açısından oldukça önemli bir bilgi sağlayabilir. Bir de MR’ın böyle değil de daha ‘’low resolution’’ yani düşük çözünürlüklü sistemleri de var. Onları üreticiler, fabrikalarda aktif olarak kullanıyor . Ne için kullanıyor? Mesela salça üreticileri domateslerin brix’ini (şeker içeriğini) domatesi parçalamadan sadece MR görüntüsünü alarak hesaplayabiliyorlar. O zaman da belli brix değerinin üzerindeki domatesleri yüksek kalite salça üretmek için ayırabiliyorlar ya da ‘’citrus’’ yani mandalina, portakal gibi meyve suyu üreten firmalar tohumsuz yani ‘’seedless’’ ürünlerle çalışmak isterler. Ama bazen tohumlar olabiliyor ve o tohumların sayısının kaç olduğu önemli olabiliyor. Bizim, Amerika Davis’te çalıştığımız aleti geliştiren firma direk görüntülerden tohum sayısını belirleyen bir yazılım hazırlamıştı. 3 tohumdan fazla olan mandalinalar işlem bandında başka tarafa atılıyordu. Aynı şekilde yine brix’i iyi olan yani şekeri yüksek olan portakallardan daha yüksek kalite portakal suyu üretiliyor.Onun ayırması da yine bu görüntüleri kullanarak yapılıyor.

Bu işlemin gıdaya sağlık açısından verdiği bir zarar var mı? Yerken bizi etkileyebilecek bir şey yok mu?

Hayır. Hiçbir şey yok. Çünkü aslında burada bahsettiğimiz değerler oldukça düşük. Şu an burada kullandığımız hastanelerdeki alet ve 3 tesla civarında.Normalde piyasada olanlar çok daha düşük, yaklaşık 1 tesla. Ayrıca işlem oldukça kısa sürüyor özellikle online olarak film alanlar 2 saniyede görüntü alabiliyor. Hem tahribatsız bir şekilde hem de çok kısa sürede. Bu sistemlerin tek dezavantajı ilk ödenen fiyatı biraz fazla olabilir. Ama o da artık low resolution sistemle kolay olduğu için fiyatlar bundan 10 sene öncesine göre belki yüzde 50 oranında azalmıştır.

Bu aletin gıdalar için özel olarak üretileni de var mı peki?

Gıdalar için üretileni de var. Ne üretiyorlar mesela? Bunlara aparat üretiyorlar. Mesela bir layer belt üretiyorlar. Bir anda tek 1 tane değil de 6 tane görüntü alınabiliyor. Böylece sınıflandırma işlemi 6 tane için gerçekleşiyor. Diğer bir özelliği gıdaların özellikle sıvıların flow property (akış özellikleri)’leri de çok önemli. Viscosity, shear thinnig, shear thickening olduğu ya da bingnam plastic olduğunu MRI’yla flow imaging (akış görüntüleme) yaparak anlaşılabilir. Yani akan bir sıvının reolojik özellikleri hesaplanabilir. Burada da hasar verici hiçbir alet kullanmadan o sonuçlara ulaşılmış oluyor.

röpOrtAj: MECit HALiL öZtOp

Page 50: Billtek 36. Sayı

# #48 49BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

türkiye ile Amerika arasında MrI kullanımı konusunda farklılıklar var mı yoksa aynı mı ?

Türkiye de şuan hala MRI’ı gıda amaçlı kullanan bir anlayış yok. Zaten Avrupa bu alanda Amerika’ya göre daha da iyi. Magnetleri ve MRI’ı asıl geliştiren sistemler Avrupa’da. Şimdi İsrail’de bir firma yeni yeni adım attı. Rusya biraz bu konuda ilgili ama Amerika ürün geliştirme açısından o kadar iyi değil.

Yani Avrupa’da insanlar fabrikalarına bu makinayı alıp kullanıyorlar mı?

Kullanıyorlar. Mesela ünlü bir sürü firma gıda için değil de kozmetik olarak şampuan, diş macunu gibi ürünlerinin reolojik özelliklerini belirlemek için ciddi anlamda MRI kullanıyor.Biz de birkaç gün sonra bir çikolata fabrikasına gideceğiz. Onlarla bir proje yazacağız. MRI’ı bir kalite kontrol aleti olarak kullanabilmek projesi.

MrI diyoruz ya bunun başka çeşitleri var mı? nMr nedir?

NMR (Nuclear Magnetic Resonance) bütün bu işlemlerin adı. Sonradan buna Magnetic Resonance da denmiş ama olay Nuclear Magnetic Resonance’den geliyor. Normalde NMR dediğinde insan imaging (görüntüleme) anlamaz, spectroscopy anlar. Spectroscopy ne demek? Bir tane monomer vardır.Koyarsın onun kimyasal bileşimini tanımlarsın.Yani NMR’dan anlayacağımız spectroscopy. Burada yaptığımızsa görüntüleme. Görüntüleme için gradient adını verdiğimiz, bu görsellerin oluşmasını sağlayan başka bir mekanizma var. Çok detaylara girmiyorum ama o zaman MRI oluyor.

Yani tek bir çeşidi var gıdalar için kullandığımız öyle mi?

Aslında spectroscopy’i de gıdalar için kullanıyoruz. Ama bizim şu an ilgilendiğimiz görseller yani görüntü alabilme.

Hocam peki bu aletlerin fiyatları nasıl?

Mesela gıdalar için üretilen özel bir alet var 450 bin dolar civarında. Şu an kullandığımız alet milyon dolar tabi bu klinik olan. Daha düşük resolution’lu olanlar var ama onların sample size (örnek boyutu)’ı çok kısıtlı. 10 mm’lik bir örnek koyabilirsin ancak. Ama bu klinik olan da örnek boyutu kısıtlaması yok. Bizim alacağımız alet de 10 mm lik olandan olacak.

O zaman şimdi yaptığımız gibi çikolatayı bütün koyamayacağız.

Evet. Bir çikolatayı bütün olarak görememiş olacağız. Orda da biz daha çok fiziksel özelliklerini anlamaya çalışacağız. Zaten deney yapma kısmı kolaydır asıl zor kısmı görüntüleri analiz etme kısmıdır. Çünkü burada birçok yazılım kullanmak gerekir. Yazılımlar her istediğin bilgiyi vermeyebilir. O yüzden deneyi yapan kişinin de kod yazması gerekir. Bilgiyi kendisinin bulup çıkarması gerekir.

Yani hem gıda mühendisi hem yazılım mühendisi mi olmak gerekir?

Hayır. Gıda mühendisleri de kod yazabilir. Matlab öğretiyorum ben öğrencilerime ve onlar kolaylıkla yazabiliyorlar.

tÜrKiYE’nin YEni BEBEĞi: GiriŞiMCiLiKÇağrı YALÇIn

Günümüzde sık sık karşılaştığımız girişimcilik kelimesi aslında ilk insanla birlikte var olmuş ve günümüze kadar sürekli olarak insanlığı takip etmiştir. Çünkü toplumların gelişebilmesi, ilerleyebilmesi; yeni fikirlerle ve icatlarla mümkün olmuştur. Bu da girişimciliğin temel esaslarından birisidir. Kısaca girişimcilik: yeni fikirleri; sermaye, organizasyon ve uygulama becerileri ile risk alarak ekonomik ürün ve hizmetlere dönüştürme çabasıdır. Girişimci birey ise yeni bir şey icat etme veya mevcut bir ürünü, hizmeti ya da süreci daha iyi yapma ve topluma sunma konusunda risk alan liderlerdir. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi girişimcilik sürekli olarak yenilik ve farklılık gerektirir.

Avrupa’da Sanayi Devrimi’nden sonraki dönemde,

Amerika’da da İkinci Dünya Savaşı sonrası “Baby Boom” olarak adlandırılan dönemle (O dönemde Amerika savaştan çıktığı halde, kendi topraklarında herhangi bir tehditle karşılaşmadığı için mevcut yatırımlarla ve hatta Avrupa’dan gelen yatırımlarla bir gelişme dönemine girmiştir.) girişimcilik sektöründe büyük yollar katetmiştir. Türkiye’de ise girişimcilik 2001 kriziyle nirvanaya ulaşan ekonomik buhrandan sonraki dönemde gelişme göstermeye başlamıştır. 2001’den önce de sürekli ekonomik sıkıntılar içinde bulunan Türk halkının mevcut sektörlere güveni kalmamış ve herkes kendi işine girişmeye başlamıştır. Yeni oluşan dünya düzeni ve yetişen iyi eğitimli nesil sayesinde bu çabalar zorunlu girişimcilik (“Hiçbir şey olamıyorsan girişimci ol.” düşüncesi ) halinden çıkmış ve fayda sağlayıcı bir yapıya bürünmüştür. Türkiye de artık girişimcilik ikliminde kendisine yer bulmuş, sağlanan yabancı sermaye desteği ve girişimcilere sağlanan devlet destekleri ile hızla büyüme göstermiştir.

Girişimcilik konusunda Amerika’nın en büyük vakıflarından biri olan Kauffman için Türkiye odaklı girişimcilik analizi yapan Jonathan Ortmans “ Türkiye’de girişimcilik ortamı güzel ve farklı endüstriyel alanlarda varlık gösteren girişimciler, güçlü bir iç pazar ve henüz hizmet sunulmamış komşu ülke pazarları mevcut.” Sözleriyle Türkiye’nin girişimcilikte sağlam adımlarla ilerlediğini ve mevcut konumuyla gelişimini hızla sürdüreceğini bize bir kez daha gösteriyor.

Türk girişimciliği yükselip Amerikan girişimcilerin hemen ardından artık Türk girişimcilerin adı yer alıyor. Yapılan istatistikler Türkiye’de her 100 kişiden 6’sının girişimci olduğu rakamını veriyor ki, Türkiye’nin mevcut olduğu potansiyelde bu rakamın artmaması için hiçbir engel bulunmuyor. Eğer ortalama bir Türk vatandaşıysanız dünya normlarının çok ötesinde bir risk alma kabiliyetiniz, ileri düzeyde bir pratik zeka ile iş bitiriciliğiniz ve oldukça iyi bir öğrenim seviyeniz var demektir. Bunlar da bizleri iyi birer girişimci yapmak için yeterli özellikler. Bu özelliklere ve sağlanan bu ortama sahipken neden olmasın…

KAYnAK Girişimcilik dergisi 1. Sayı

Sayfa 40 girişimcilik formülü yazısı Girişimcilik dergisi 1.sayı

Sayfa 9 teknogirişim Ege ERTEM

Page 51: Billtek 36. Sayı

# #48 49BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

türkiye ile Amerika arasında MrI kullanımı konusunda farklılıklar var mı yoksa aynı mı ?

Türkiye de şuan hala MRI’ı gıda amaçlı kullanan bir anlayış yok. Zaten Avrupa bu alanda Amerika’ya göre daha da iyi. Magnetleri ve MRI’ı asıl geliştiren sistemler Avrupa’da. Şimdi İsrail’de bir firma yeni yeni adım attı. Rusya biraz bu konuda ilgili ama Amerika ürün geliştirme açısından o kadar iyi değil.

Yani Avrupa’da insanlar fabrikalarına bu makinayı alıp kullanıyorlar mı?

Kullanıyorlar. Mesela ünlü bir sürü firma gıda için değil de kozmetik olarak şampuan, diş macunu gibi ürünlerinin reolojik özelliklerini belirlemek için ciddi anlamda MRI kullanıyor.Biz de birkaç gün sonra bir çikolata fabrikasına gideceğiz. Onlarla bir proje yazacağız. MRI’ı bir kalite kontrol aleti olarak kullanabilmek projesi.

MrI diyoruz ya bunun başka çeşitleri var mı? nMr nedir?

NMR (Nuclear Magnetic Resonance) bütün bu işlemlerin adı. Sonradan buna Magnetic Resonance da denmiş ama olay Nuclear Magnetic Resonance’den geliyor. Normalde NMR dediğinde insan imaging (görüntüleme) anlamaz, spectroscopy anlar. Spectroscopy ne demek? Bir tane monomer vardır.Koyarsın onun kimyasal bileşimini tanımlarsın.Yani NMR’dan anlayacağımız spectroscopy. Burada yaptığımızsa görüntüleme. Görüntüleme için gradient adını verdiğimiz, bu görsellerin oluşmasını sağlayan başka bir mekanizma var. Çok detaylara girmiyorum ama o zaman MRI oluyor.

Yani tek bir çeşidi var gıdalar için kullandığımız öyle mi?

Aslında spectroscopy’i de gıdalar için kullanıyoruz. Ama bizim şu an ilgilendiğimiz görseller yani görüntü alabilme.

Hocam peki bu aletlerin fiyatları nasıl?

Mesela gıdalar için üretilen özel bir alet var 450 bin dolar civarında. Şu an kullandığımız alet milyon dolar tabi bu klinik olan. Daha düşük resolution’lu olanlar var ama onların sample size (örnek boyutu)’ı çok kısıtlı. 10 mm’lik bir örnek koyabilirsin ancak. Ama bu klinik olan da örnek boyutu kısıtlaması yok. Bizim alacağımız alet de 10 mm lik olandan olacak.

O zaman şimdi yaptığımız gibi çikolatayı bütün koyamayacağız.

Evet. Bir çikolatayı bütün olarak görememiş olacağız. Orda da biz daha çok fiziksel özelliklerini anlamaya çalışacağız. Zaten deney yapma kısmı kolaydır asıl zor kısmı görüntüleri analiz etme kısmıdır. Çünkü burada birçok yazılım kullanmak gerekir. Yazılımlar her istediğin bilgiyi vermeyebilir. O yüzden deneyi yapan kişinin de kod yazması gerekir. Bilgiyi kendisinin bulup çıkarması gerekir.

Yani hem gıda mühendisi hem yazılım mühendisi mi olmak gerekir?

Hayır. Gıda mühendisleri de kod yazabilir. Matlab öğretiyorum ben öğrencilerime ve onlar kolaylıkla yazabiliyorlar.

tÜrKiYE’nin YEni BEBEĞi: GiriŞiMCiLiKÇağrı YALÇIn

Günümüzde sık sık karşılaştığımız girişimcilik kelimesi aslında ilk insanla birlikte var olmuş ve günümüze kadar sürekli olarak insanlığı takip etmiştir. Çünkü toplumların gelişebilmesi, ilerleyebilmesi; yeni fikirlerle ve icatlarla mümkün olmuştur. Bu da girişimciliğin temel esaslarından birisidir. Kısaca girişimcilik: yeni fikirleri; sermaye, organizasyon ve uygulama becerileri ile risk alarak ekonomik ürün ve hizmetlere dönüştürme çabasıdır. Girişimci birey ise yeni bir şey icat etme veya mevcut bir ürünü, hizmeti ya da süreci daha iyi yapma ve topluma sunma konusunda risk alan liderlerdir. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi girişimcilik sürekli olarak yenilik ve farklılık gerektirir.

Avrupa’da Sanayi Devrimi’nden sonraki dönemde,

Amerika’da da İkinci Dünya Savaşı sonrası “Baby Boom” olarak adlandırılan dönemle (O dönemde Amerika savaştan çıktığı halde, kendi topraklarında herhangi bir tehditle karşılaşmadığı için mevcut yatırımlarla ve hatta Avrupa’dan gelen yatırımlarla bir gelişme dönemine girmiştir.) girişimcilik sektöründe büyük yollar katetmiştir. Türkiye’de ise girişimcilik 2001 kriziyle nirvanaya ulaşan ekonomik buhrandan sonraki dönemde gelişme göstermeye başlamıştır. 2001’den önce de sürekli ekonomik sıkıntılar içinde bulunan Türk halkının mevcut sektörlere güveni kalmamış ve herkes kendi işine girişmeye başlamıştır. Yeni oluşan dünya düzeni ve yetişen iyi eğitimli nesil sayesinde bu çabalar zorunlu girişimcilik (“Hiçbir şey olamıyorsan girişimci ol.” düşüncesi ) halinden çıkmış ve fayda sağlayıcı bir yapıya bürünmüştür. Türkiye de artık girişimcilik ikliminde kendisine yer bulmuş, sağlanan yabancı sermaye desteği ve girişimcilere sağlanan devlet destekleri ile hızla büyüme göstermiştir.

Girişimcilik konusunda Amerika’nın en büyük vakıflarından biri olan Kauffman için Türkiye odaklı girişimcilik analizi yapan Jonathan Ortmans “ Türkiye’de girişimcilik ortamı güzel ve farklı endüstriyel alanlarda varlık gösteren girişimciler, güçlü bir iç pazar ve henüz hizmet sunulmamış komşu ülke pazarları mevcut.” Sözleriyle Türkiye’nin girişimcilikte sağlam adımlarla ilerlediğini ve mevcut konumuyla gelişimini hızla sürdüreceğini bize bir kez daha gösteriyor.

Türk girişimciliği yükselip Amerikan girişimcilerin hemen ardından artık Türk girişimcilerin adı yer alıyor. Yapılan istatistikler Türkiye’de her 100 kişiden 6’sının girişimci olduğu rakamını veriyor ki, Türkiye’nin mevcut olduğu potansiyelde bu rakamın artmaması için hiçbir engel bulunmuyor. Eğer ortalama bir Türk vatandaşıysanız dünya normlarının çok ötesinde bir risk alma kabiliyetiniz, ileri düzeyde bir pratik zeka ile iş bitiriciliğiniz ve oldukça iyi bir öğrenim seviyeniz var demektir. Bunlar da bizleri iyi birer girişimci yapmak için yeterli özellikler. Bu özelliklere ve sağlanan bu ortama sahipken neden olmasın…

KAYnAK Girişimcilik dergisi 1. Sayı

Sayfa 40 girişimcilik formülü yazısı Girişimcilik dergisi 1.sayı

Sayfa 9 teknogirişim Ege ERTEM

Page 52: Billtek 36. Sayı

# #50 51BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Subliminal meSajlarGördÜĞÜnÜZÜ SAndIĞInIZ ŞEY GErÇEK MiYdi? pEKi YA GörMEdiKLEriniZ?CAnSU YOKUŞ

Page 53: Billtek 36. Sayı

# #50 51BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Subliminal meSajlarGördÜĞÜnÜZÜ SAndIĞInIZ ŞEY GErÇEK MiYdi? pEKi YA GörMEdiKLEriniZ?CAnSU YOKUŞ

Page 54: Billtek 36. Sayı

# #52 53BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Subliminal mesaj ülkemizde pek bilinmese de yabancı ülkelerde günlük yaşamda sıkça telaffuz edilen bir kavram olup başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır. Normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o an fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.

Bilinçli olarak algılayamadığımız görüntüleri retinanın merkezinde, yalnız koni hücreleri içeren göz çukuru (fovea) ile algılarız. Fovea, sadece yarım milimetre çaplı, retinanın küçük nesneleri ve ayrıntıları ayırt etme yetisinin en yüksek olduğu kısmıdır. Fovea, tüm görüntüyü ayrıntısıyla alır ve zihne aktarır, ancak biz zihin tarafından depolanan bu görüntünün tamamını algılayamayız. Bu durumda bizim görüp de bilinçli olarak algılayamadığımız her şeyi kaydeden bilinçaltımız, karar verme ve eyleme geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı direkt olarak etkiler. Görsel olarak mesajın en yaygın kullanım şekli 25. ‘’Kare Tekniği’’dir .Sinemalarda bir anlık görüntü 24 fotoğraf karesinden oluşur. Teknikle birlikte gösterilen fotoğraf sayısı bir artırılarak 25 oluyor ve 25. kare de verilmek istenen mesajdan oluşuyor. İşitsel subliminal mesajların en yaygın olanları ise dijital ses dosyalarına gömülü olanlardır , üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi daha kolay olduğundan çoğunlukla MP3 dosyaları ile yayılırlar.

Bilinçaltı mesajlarından etkilenme dereceleri kişilerin karakteristik yapılarına ve çevre şartlarına göre değişmekte olup özellikle içe dönük ve asosyal yapıdaki kişiler bu tür mesajlara karşı daha duyarlıdır.

Fikirleri etkileyebilme ve istenen şekle sokabilme konusunda büyük rol oynayan subliminal teknikler genellikle reklamcılık ve propaganda alanlarında; marka ve ürünlerin pazarlanmasından toplumun ilgi, ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır. En yaygın kullanım şekli ise bir kişiyi, kurumu ya da ürünü kötü göstermek için onunla kötü bir nesnenin aynı temada işlenmesidir. Bunun dışında subliminal mesajlar A.B.D ve Avrupa ülkelerinde yaygın olarak sigara gibi kötü alışkanlıkları terk etmek amacıyla bilinçaltı mesaj seansları şeklinde uygulanıyor. Ev kullanıcıları içinse ‘’Subliminal Vision Pro’’ isimli bir yazılım mevcut. Yazılım içerisine belirlenen mesajlar yazılıp, bilgisayar kullanım süresinde belirli aralıklarla ekranda gösterildiğinde beyne bilinçaltı mesaj iletilmiş oluyor.

Reklamların tüketici davranışları üzerindeki etkilerini araştıran James Vicary, 1957 yazında, New Jersey Ft Lee sinema salonunda ‘’Picnic’’ isimli filmin gösterimi sırasında ünlü deneyini gerçekleştirir. Sinema salonunda projeksiyon makinesinin yanına görüş algısı denemelerinde kullanılan ve anlık süreler ile resim ve harf gösteren bir cihazı (takistoskop) yerleştirerek film süresince her beş saniyede bir flaş şeklinde patlayan reklam mesajlarının ekranda görüntülenmesini sağlar. ‘’Coca Cola için.’’, ‘’Acıktınız mı? Popcorn yiyin.’’ şeklindeki mesajlar saniyenin 1/3000’i kadar bir süre ekranda göründüğünden kimse fark etmez. Şartlı ve sürekli olarak kendilerine aktarılan bu tekrarlamaları bilinçaltlarında depolayan izleyiciler sayesinde popcorn satışı %57.8, Coca Cola satışı ise %18.1 oranında artmıştır.

Subliminal mesajlar çok açık görsel imajlar olabileceği gibi reklamın içine gizlice işlenmiş sözcüklerden ve bunları temsil eden rakamlardan da oluşabilir. Kuzuların Sessizliği film afişinde ölüm ve doğum, buna bağlı olarak cinsellik, arketipleri birlikte işlenerek afişteki kelebek figüründeki iskelet kafasının içinde yedi çıplak kadın resmine yer verilmiştir. Şaşırtıcı bir benzerlikle 1951 tarihli Philippe Halsman’ın Salvador Dali ve Yedi Çıplak Kadın fotoğrafında da aynı figür bulunmaktadır.

Subliminal mesajların örneklerinden bazıları şu şekildedir:

Alaaddin çizgi filminde ‘’Evet gençler soyunun’’ (good teenagers take off clothes) sesi hiptonik bir tonda gizli olarak tekrarlanmaktadır.

1977 tarihli star wars oyun kartları ve değiştirilmiş hali.

Alışveriş merkezlerinde üst üste konularak sergilenen Pepsi kola kutularında SEX yazması

Resmi çizen kişi işten çıkarılmış ve hakkında dava açılmış. Kampanyada kullanılan tüm afiş ve posterler toplatılmış.

Aslan Kral filminde SEX yazması

KAYnAK http://sizdensize.milliyet.com.tr/Sa%C4%9Fl%C4%B1k/

Gizli_bilincalti_mesajlari/HaberDetay/692 http://antisubliminal.blogcu.com/anti-subliminal-message-

gizli-bilincalti-mesajlari-ses-ve-gorunt/5663767 http://kisiselbasari.com/bilincalti-mesajlar-ve-reklamcilik-

subliminal-mesaj.html http://tr.wikipedia.org/wiki/Subliminal_mesaj

Page 55: Billtek 36. Sayı

# #52 53BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Subliminal mesaj ülkemizde pek bilinmese de yabancı ülkelerde günlük yaşamda sıkça telaffuz edilen bir kavram olup başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır. Normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o an fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.

Bilinçli olarak algılayamadığımız görüntüleri retinanın merkezinde, yalnız koni hücreleri içeren göz çukuru (fovea) ile algılarız. Fovea, sadece yarım milimetre çaplı, retinanın küçük nesneleri ve ayrıntıları ayırt etme yetisinin en yüksek olduğu kısmıdır. Fovea, tüm görüntüyü ayrıntısıyla alır ve zihne aktarır, ancak biz zihin tarafından depolanan bu görüntünün tamamını algılayamayız. Bu durumda bizim görüp de bilinçli olarak algılayamadığımız her şeyi kaydeden bilinçaltımız, karar verme ve eyleme geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı direkt olarak etkiler. Görsel olarak mesajın en yaygın kullanım şekli 25. ‘’Kare Tekniği’’dir .Sinemalarda bir anlık görüntü 24 fotoğraf karesinden oluşur. Teknikle birlikte gösterilen fotoğraf sayısı bir artırılarak 25 oluyor ve 25. kare de verilmek istenen mesajdan oluşuyor. İşitsel subliminal mesajların en yaygın olanları ise dijital ses dosyalarına gömülü olanlardır , üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi daha kolay olduğundan çoğunlukla MP3 dosyaları ile yayılırlar.

Bilinçaltı mesajlarından etkilenme dereceleri kişilerin karakteristik yapılarına ve çevre şartlarına göre değişmekte olup özellikle içe dönük ve asosyal yapıdaki kişiler bu tür mesajlara karşı daha duyarlıdır.

Fikirleri etkileyebilme ve istenen şekle sokabilme konusunda büyük rol oynayan subliminal teknikler genellikle reklamcılık ve propaganda alanlarında; marka ve ürünlerin pazarlanmasından toplumun ilgi, ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır. En yaygın kullanım şekli ise bir kişiyi, kurumu ya da ürünü kötü göstermek için onunla kötü bir nesnenin aynı temada işlenmesidir. Bunun dışında subliminal mesajlar A.B.D ve Avrupa ülkelerinde yaygın olarak sigara gibi kötü alışkanlıkları terk etmek amacıyla bilinçaltı mesaj seansları şeklinde uygulanıyor. Ev kullanıcıları içinse ‘’Subliminal Vision Pro’’ isimli bir yazılım mevcut. Yazılım içerisine belirlenen mesajlar yazılıp, bilgisayar kullanım süresinde belirli aralıklarla ekranda gösterildiğinde beyne bilinçaltı mesaj iletilmiş oluyor.

Reklamların tüketici davranışları üzerindeki etkilerini araştıran James Vicary, 1957 yazında, New Jersey Ft Lee sinema salonunda ‘’Picnic’’ isimli filmin gösterimi sırasında ünlü deneyini gerçekleştirir. Sinema salonunda projeksiyon makinesinin yanına görüş algısı denemelerinde kullanılan ve anlık süreler ile resim ve harf gösteren bir cihazı (takistoskop) yerleştirerek film süresince her beş saniyede bir flaş şeklinde patlayan reklam mesajlarının ekranda görüntülenmesini sağlar. ‘’Coca Cola için.’’, ‘’Acıktınız mı? Popcorn yiyin.’’ şeklindeki mesajlar saniyenin 1/3000’i kadar bir süre ekranda göründüğünden kimse fark etmez. Şartlı ve sürekli olarak kendilerine aktarılan bu tekrarlamaları bilinçaltlarında depolayan izleyiciler sayesinde popcorn satışı %57.8, Coca Cola satışı ise %18.1 oranında artmıştır.

Subliminal mesajlar çok açık görsel imajlar olabileceği gibi reklamın içine gizlice işlenmiş sözcüklerden ve bunları temsil eden rakamlardan da oluşabilir. Kuzuların Sessizliği film afişinde ölüm ve doğum, buna bağlı olarak cinsellik, arketipleri birlikte işlenerek afişteki kelebek figüründeki iskelet kafasının içinde yedi çıplak kadın resmine yer verilmiştir. Şaşırtıcı bir benzerlikle 1951 tarihli Philippe Halsman’ın Salvador Dali ve Yedi Çıplak Kadın fotoğrafında da aynı figür bulunmaktadır.

Subliminal mesajların örneklerinden bazıları şu şekildedir:

Alaaddin çizgi filminde ‘’Evet gençler soyunun’’ (good teenagers take off clothes) sesi hiptonik bir tonda gizli olarak tekrarlanmaktadır.

1977 tarihli star wars oyun kartları ve değiştirilmiş hali.

Alışveriş merkezlerinde üst üste konularak sergilenen Pepsi kola kutularında SEX yazması

Resmi çizen kişi işten çıkarılmış ve hakkında dava açılmış. Kampanyada kullanılan tüm afiş ve posterler toplatılmış.

Aslan Kral filminde SEX yazması

KAYnAK http://sizdensize.milliyet.com.tr/Sa%C4%9Fl%C4%B1k/

Gizli_bilincalti_mesajlari/HaberDetay/692 http://antisubliminal.blogcu.com/anti-subliminal-message-

gizli-bilincalti-mesajlari-ses-ve-gorunt/5663767 http://kisiselbasari.com/bilincalti-mesajlar-ve-reklamcilik-

subliminal-mesaj.html http://tr.wikipedia.org/wiki/Subliminal_mesaj

Page 56: Billtek 36. Sayı

# #54 55BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

GAME tHEOrY-OYUn KUrAMIEsra BAHAdIr

Türkçede Oyun Kuramı olarak kullanılan bu teori istatistik biliminin; siyaset biliminden ekonomiye, biyolojiden mühendisliklere birçok alanda kullanılan bir dalıdır. Oyun kuramı; insanların, hayvanların hatta şirketlerin bir karara varırken başarısının diğerlerinin kararlarına bağlı olduğunu düşünerek geliştirdiği stratejilere matematiksel olarak yaklaşır ve davranışları inceler.

Oyun Kuramı; belirsizliği giderme, dengeye ulaşma, faydayı maksimize etme gibi amaçlar doğrultusunda oluşturulmuş oyunlarla açıklanır. Teorinin orijinal adının “Game Theory“olması da bu sebeptendir.

Çoğumuz “Beautiful Mind” filmini izlemişizdir ve filmin Türkçe isminin Akıl Oyunları olarak geçtiğini biliyoruzdur. Film aslında çok ünlü bir matematikçi olan, 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, “Oyun Teorisi” ile 1994’te Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan John Forbes Nash’in hayatını konu almaktadır.

john von neuman kimdir?28 Aralık 1903 de dünyaya gelen Macar Yahudi’si asıllı

ABD’li matematikçi ve bilgisayar bilimcisidir. Oyunlar üzerine ilk makalesini 1928 yılında yayınladı. Hidrojen bombası ve ilk bilgisayarın mucitlerinden sayılan bu dahi matematikçi, bir ekonomist olan Oskar Morgenstern ile birlikte, oyun teorisini 1944 yılında basılan “Oyun Teorisi ve Ekonomik Davranış” isimli kitaplarıyla ilk defa ekonomi alanına taşıdılar. Bu kitapta iki oyunculu, sıfır toplamlı oyunları ve işbirlikçi oyunları incelediler. John F. Nash, 1950–53 yılları arasında yayınladığı dört çalışması ile oyun teorisini geliştirdi ve hem rekabetçi hem de işbirlikçi oyunlarda kullanılabilecek bir denge kavramını ortaya çıkardı. Hala oyun teorisinin ağır yükünü onun ortaya attığı Nash dengesi çekmektedir.

john Forbes nash kimdir?

13 Haziran 1928’de ABD’nin Batı Virginia eyaletinde dünyaya gelen Nash, lisans ve yüksek lisans eğitimini Carnegie Teknoloji Enstitüsü (günümüzde Carnegie Mellon Üniversitesi)’nde tamamladıktan sonra doktora yapmak için Princeton Üniversitesi’ne gitti. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, “Oyun Teorisi”, ona uzun yıllar sonra, 1994’te Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırdı. Genç deha, John von Neumann’ın icadı olan oyun teorisindeki sorunları çözüp kullanılır hale getirdi. 30 yaşına kadar parlak fikirleri ve göze çarpan kişiliği sayesinde hızla yükselip matematik camiasının önde gelen isimlerinden biri oldu. MIT’de profesörlük yapmaya başladığında karısı Alicia Larde ile tanıştı. Larde o zamanlar daha bir fizik öğrencisiydi. Nash’in şizofreni sorunları başlamadan kısa süre önce çiftin bir oğlu oldu. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır.

Hastalığının ilk belirtileri 1958 yılında görülmeye başlandı. Bir oda arkadaşı olmamasına rağmen bir oda arkadaşından bahsedip etrafındakileri korkutmuştur ve oda arkadaşıyla yaptığı hayali sohbetler onun şizofren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra bu hastalığı kendi zekâsını kullanarak yenmiştir.

Alicia Larde-John Nash çifti 1963’te boşandı ve 1970’te tekrar bir araya geldi. Bu tarihten itibaren darılıp barışan çift, kendileri hakkında “aynı çatı altındaki iki yabancı” benzetmesini yapmıştı. Nash 1994’te Nobel Ödülü’nü kazandıktan sonra aralarını düzelttiler ve 1 Haziran 2001’de tekrar evlendiler.

Nash, 1945 ve 1996 yılları arasında 23 bilimsel çalışma yayınladı, ayrıca “Essays on Game Theory” (1996) ve “The Essential John Nash” isimli kitapları yazdı. Aynı zamanda “Hex” ve “So Long Sucker” adlı 2 popüler oyunun yaratıcıları arasındadır.O sırada Princeton’da matematik üzerine çalışmalar yapmaktaydaydı.

Yaşantısı, Akıl Oyunları adlı filme konu olmuştur.Nash 23 sayısıyla takıntılıydı ve toplam 23 bilimsel makale yayınlamıştı. 21 Ağustos 2009’da kalp krizi geçirdi. Dört gün hastanede yattıktan sonra kendine geldi ve eve döndü. Doktoru ölümü ucuz atlattığını ve sağlığının tehdit altında olduğunu söyledi. Nash şu anda düzenli ilaç alıyor ve kontrole gidiyor.

Kendisi bu sene 22–26 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen 4. Oyun Teorisi Cemiyeti Dünya Kongresi’ne konuşmacı olarak katılmıştır.

Oyun teorisi ve Oyunların Gösterimi

Oyun Teorisinin davranışları ve karar verme mekanizmasını konu alan bir modelleme olduğunu söylemiştik. Matematikçilere göre ise birbiriyle çelişen olasılıklar karşısında en doğru stratejiyi belirleme yöntemidir.

Oyun kuramı tarafından çalışılan oyunlar, iyi tanımlanmış matematiksel nesnelerdir. Bir oyun; bir oyuncular kümesinden, bu oyuncuların uygulayabileceği bir eylem kümesinden (ya da stratejilerden) ve her strateji bileşkesi için tanımlanmış sonuçlardan meydana gelir.

Yaygın Biçim Oyunu

Yaygın biçim oyununda oyuncular önem sırasına göre ayrılır. 1 ve 2 numaralı oyunculardan modelde gördüğümüz üzere 1 numaralı oyuncu üstündür ve ilk kararı o verir. Çizgiler oyuncuların verdiği kararları temsil eder.

1. Oyuncu F kararını verdiğinde 2. Oyuncu A ya da R kararını seçebilir. A kararını seçerse iki oyuncu da 5 alır. R kararını seçerse iki oyuncu da 0 alır. Bu durumda 1. Oyuncu kazancını maksimize etmek istediğinden mantıksal olarak A kararını seçmelidir.

1.Oyuncu U kararını verirse 2. Oyuncu yine kazancını maksimize etmek için A kararını seçmelidir.

İlk kararı 1. Oyuncu verdiğinden 2. Oyuncunun alabileceği en fazla 5’tir.

Bu durumu örneklendirmek gerekirse arkadaşınızla 10 adet çikolatayı paylaşacağınızı düşünün ancak paylaştırma işlemini arkadaşınız yapacak. Sizin yapacağınız tek şey kabul ediyorum veya etmiyorum demektir. Arkadaşınız çikolataları 5 size 5 kendine paylaştırdığında dengeye ulaşılmış olur. Arkadaşınız mantıksal olarak kendine az size çok çikolata vermeyecektir. Ancak kendine 8 size 2 çikolata verdiğinde siz çikolata almak için yine de kabul etmek durumundasınız; aksi halde kazancınız 0 olacaktır. Arkadaşınız size çikolata kırıntısı bile verse hiç alamamaktansa kabul edersiniz. Bu oyun ilk kararı verenin üstünlüğünü ispatlar. Eğer 5 çikolatadan fazla almak istiyorsanız ilk kararı sizin vermeniz gerekir ya da arkadaşınızın çok düşünceli bir insan olması

Stratejik Biçim Oyunu

Normal (ya da stratejik biçim) oyunu; genellikle oyuncuları, stratejileri ve sonuçları (örneğe bakın) gösteren bir matris tarafından temsil edilir. Her oyuncunun her olası eylemini bir sonuca bağlayan herhangi bir fonksiyon tarafından da temsil edilebilir. Devam eden örnekte iki oyuncu vardır; biri bir satırı seçer, diğeri sütunu. Her oyuncunun, satır ve sütun sayısı tarafından belirlenen iki stratejisi vardır. İçeride ise sonuçlar gösterilir. İlk sayı satır oyuncusunun (örnekte Oyuncu 1) sonucunu, ikinci ise sütun oyuncusununkini gösterir. Oyuncu 1’inYukarı oynadığını ve Oyuncu 2’nin Sol oynadığını farz edersek Oyuncu 1, 4 alırken Oyuncu 2, 3 alır.

Page 57: Billtek 36. Sayı

# #54 55BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

GAME tHEOrY-OYUn KUrAMIEsra BAHAdIr

Türkçede Oyun Kuramı olarak kullanılan bu teori istatistik biliminin; siyaset biliminden ekonomiye, biyolojiden mühendisliklere birçok alanda kullanılan bir dalıdır. Oyun kuramı; insanların, hayvanların hatta şirketlerin bir karara varırken başarısının diğerlerinin kararlarına bağlı olduğunu düşünerek geliştirdiği stratejilere matematiksel olarak yaklaşır ve davranışları inceler.

Oyun Kuramı; belirsizliği giderme, dengeye ulaşma, faydayı maksimize etme gibi amaçlar doğrultusunda oluşturulmuş oyunlarla açıklanır. Teorinin orijinal adının “Game Theory“olması da bu sebeptendir.

Çoğumuz “Beautiful Mind” filmini izlemişizdir ve filmin Türkçe isminin Akıl Oyunları olarak geçtiğini biliyoruzdur. Film aslında çok ünlü bir matematikçi olan, 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, “Oyun Teorisi” ile 1994’te Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan John Forbes Nash’in hayatını konu almaktadır.

john von neuman kimdir?28 Aralık 1903 de dünyaya gelen Macar Yahudi’si asıllı

ABD’li matematikçi ve bilgisayar bilimcisidir. Oyunlar üzerine ilk makalesini 1928 yılında yayınladı. Hidrojen bombası ve ilk bilgisayarın mucitlerinden sayılan bu dahi matematikçi, bir ekonomist olan Oskar Morgenstern ile birlikte, oyun teorisini 1944 yılında basılan “Oyun Teorisi ve Ekonomik Davranış” isimli kitaplarıyla ilk defa ekonomi alanına taşıdılar. Bu kitapta iki oyunculu, sıfır toplamlı oyunları ve işbirlikçi oyunları incelediler. John F. Nash, 1950–53 yılları arasında yayınladığı dört çalışması ile oyun teorisini geliştirdi ve hem rekabetçi hem de işbirlikçi oyunlarda kullanılabilecek bir denge kavramını ortaya çıkardı. Hala oyun teorisinin ağır yükünü onun ortaya attığı Nash dengesi çekmektedir.

john Forbes nash kimdir?

13 Haziran 1928’de ABD’nin Batı Virginia eyaletinde dünyaya gelen Nash, lisans ve yüksek lisans eğitimini Carnegie Teknoloji Enstitüsü (günümüzde Carnegie Mellon Üniversitesi)’nde tamamladıktan sonra doktora yapmak için Princeton Üniversitesi’ne gitti. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, “Oyun Teorisi”, ona uzun yıllar sonra, 1994’te Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırdı. Genç deha, John von Neumann’ın icadı olan oyun teorisindeki sorunları çözüp kullanılır hale getirdi. 30 yaşına kadar parlak fikirleri ve göze çarpan kişiliği sayesinde hızla yükselip matematik camiasının önde gelen isimlerinden biri oldu. MIT’de profesörlük yapmaya başladığında karısı Alicia Larde ile tanıştı. Larde o zamanlar daha bir fizik öğrencisiydi. Nash’in şizofreni sorunları başlamadan kısa süre önce çiftin bir oğlu oldu. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır.

Hastalığının ilk belirtileri 1958 yılında görülmeye başlandı. Bir oda arkadaşı olmamasına rağmen bir oda arkadaşından bahsedip etrafındakileri korkutmuştur ve oda arkadaşıyla yaptığı hayali sohbetler onun şizofren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra bu hastalığı kendi zekâsını kullanarak yenmiştir.

Alicia Larde-John Nash çifti 1963’te boşandı ve 1970’te tekrar bir araya geldi. Bu tarihten itibaren darılıp barışan çift, kendileri hakkında “aynı çatı altındaki iki yabancı” benzetmesini yapmıştı. Nash 1994’te Nobel Ödülü’nü kazandıktan sonra aralarını düzelttiler ve 1 Haziran 2001’de tekrar evlendiler.

Nash, 1945 ve 1996 yılları arasında 23 bilimsel çalışma yayınladı, ayrıca “Essays on Game Theory” (1996) ve “The Essential John Nash” isimli kitapları yazdı. Aynı zamanda “Hex” ve “So Long Sucker” adlı 2 popüler oyunun yaratıcıları arasındadır.O sırada Princeton’da matematik üzerine çalışmalar yapmaktaydaydı.

Yaşantısı, Akıl Oyunları adlı filme konu olmuştur.Nash 23 sayısıyla takıntılıydı ve toplam 23 bilimsel makale yayınlamıştı. 21 Ağustos 2009’da kalp krizi geçirdi. Dört gün hastanede yattıktan sonra kendine geldi ve eve döndü. Doktoru ölümü ucuz atlattığını ve sağlığının tehdit altında olduğunu söyledi. Nash şu anda düzenli ilaç alıyor ve kontrole gidiyor.

Kendisi bu sene 22–26 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen 4. Oyun Teorisi Cemiyeti Dünya Kongresi’ne konuşmacı olarak katılmıştır.

Oyun teorisi ve Oyunların Gösterimi

Oyun Teorisinin davranışları ve karar verme mekanizmasını konu alan bir modelleme olduğunu söylemiştik. Matematikçilere göre ise birbiriyle çelişen olasılıklar karşısında en doğru stratejiyi belirleme yöntemidir.

Oyun kuramı tarafından çalışılan oyunlar, iyi tanımlanmış matematiksel nesnelerdir. Bir oyun; bir oyuncular kümesinden, bu oyuncuların uygulayabileceği bir eylem kümesinden (ya da stratejilerden) ve her strateji bileşkesi için tanımlanmış sonuçlardan meydana gelir.

Yaygın Biçim Oyunu

Yaygın biçim oyununda oyuncular önem sırasına göre ayrılır. 1 ve 2 numaralı oyunculardan modelde gördüğümüz üzere 1 numaralı oyuncu üstündür ve ilk kararı o verir. Çizgiler oyuncuların verdiği kararları temsil eder.

1. Oyuncu F kararını verdiğinde 2. Oyuncu A ya da R kararını seçebilir. A kararını seçerse iki oyuncu da 5 alır. R kararını seçerse iki oyuncu da 0 alır. Bu durumda 1. Oyuncu kazancını maksimize etmek istediğinden mantıksal olarak A kararını seçmelidir.

1.Oyuncu U kararını verirse 2. Oyuncu yine kazancını maksimize etmek için A kararını seçmelidir.

İlk kararı 1. Oyuncu verdiğinden 2. Oyuncunun alabileceği en fazla 5’tir.

Bu durumu örneklendirmek gerekirse arkadaşınızla 10 adet çikolatayı paylaşacağınızı düşünün ancak paylaştırma işlemini arkadaşınız yapacak. Sizin yapacağınız tek şey kabul ediyorum veya etmiyorum demektir. Arkadaşınız çikolataları 5 size 5 kendine paylaştırdığında dengeye ulaşılmış olur. Arkadaşınız mantıksal olarak kendine az size çok çikolata vermeyecektir. Ancak kendine 8 size 2 çikolata verdiğinde siz çikolata almak için yine de kabul etmek durumundasınız; aksi halde kazancınız 0 olacaktır. Arkadaşınız size çikolata kırıntısı bile verse hiç alamamaktansa kabul edersiniz. Bu oyun ilk kararı verenin üstünlüğünü ispatlar. Eğer 5 çikolatadan fazla almak istiyorsanız ilk kararı sizin vermeniz gerekir ya da arkadaşınızın çok düşünceli bir insan olması

Stratejik Biçim Oyunu

Normal (ya da stratejik biçim) oyunu; genellikle oyuncuları, stratejileri ve sonuçları (örneğe bakın) gösteren bir matris tarafından temsil edilir. Her oyuncunun her olası eylemini bir sonuca bağlayan herhangi bir fonksiyon tarafından da temsil edilebilir. Devam eden örnekte iki oyuncu vardır; biri bir satırı seçer, diğeri sütunu. Her oyuncunun, satır ve sütun sayısı tarafından belirlenen iki stratejisi vardır. İçeride ise sonuçlar gösterilir. İlk sayı satır oyuncusunun (örnekte Oyuncu 1) sonucunu, ikinci ise sütun oyuncusununkini gösterir. Oyuncu 1’inYukarı oynadığını ve Oyuncu 2’nin Sol oynadığını farz edersek Oyuncu 1, 4 alırken Oyuncu 2, 3 alır.

Page 58: Billtek 36. Sayı

# #56 57BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Bir oyun normal biçimde tanımlandığında, her oyuncunun eş zamanlı olarak hareket ettiği ya da en azından diğerinin eyleminden haberdar olmadığı varsayılır. Eğer oyuncular birbirlerinden biraz da olsa haberdar ise oyun genellikle yaygın biçimde gösterilir.

Bu kullanıma en güzel örnek prisoner’s dilemma adlı oyundur.

prISOnErS dILEMMA- tUtSAK iKiLEMi

Muratcan SArIHAn

dnA’nın kısa tarihçesi

DNA ilk İsviçreli hekim Friedrich Miescher tarafından saflaştırılmıştır, kendisi 1869’da atık cerrahi pansumanlardaki irin içinde mikroskopik bir madde keşfetmiştir. 1919’da Phoebus Levene, nükleotit birimleri oluşturan baz, şeker ve fosfatı tanımlamıştır. Levene,DNA’nın, birbirine fosfat grupları ile bağlı olan nükleotit birimlerden oluşan bir zincir olduğunu öne sürmüştür. Ancak Levene, bu zincirin kısa olduğunu ve bazların kendini tekrar eden bir sıralamaya sahip olduğunu düşünmüştür. 1937’de William Astbury, DNA’nın düzenli bir yapıya sahip olduğunu gösteren ilk X ışını difraksiyon (kırınım) görüntülerini elde etti.

1928’de Frederick Griffith, Pnömokok bakterisinin “düz” şeklini belirleyen özelliğin “buruşuk” şekilli Pnömokok bakterilere aktarılmasının mümkün olduğunu, bunun için ölü “düz” bakterilerin canlı “buruşuk” bakterilerle karıştırılmasının yeterli olduğunu gösterdi. Bu deneysel sistemi kullanarak Oswald Avery ve arkadaşları Colin MacLeod ve Maclyn McCarty 1943’de değiştirici etmenin DNA olduğunu gösterdiler. 1952’de Alfred Hershey ve Martha Chase tarafından Hershey-Chase deneyinde T2 fajının genetik malzemesinin DNA olduğunu göstererek DNA kalıtımındaki rolünü teyid ettiler.

Raymond Gosling, DNA’nın X-ışını kırınım görüntüsünün (Rosalind Franklin ile birlikte) üreticisi 1953’te James D. Watson ve Francis Crick DNA’nın bugün kabul görmüş yapısını Nature dergisinde öne sürdüler. Çift sarmallı moleküler modelleri tek bir X-ışını kırınım resmine dayanmaktaydı, bu resim Rosalind Franklin ve Raymond Gosling tarafından Mayıs 1952’de elde edilmişti. Modellerini dayandırdıkları bir diğer bilgi Erwin Chargaff’ın evvelki yıllarda kendilerine özel olarak iletmiş olduğu, DNA bazlarının birbiriyle eşleştiğiydi. Chargaff kuralları hem B-DNA’nın hem de A-DNA’nın çifte sarmallı biçimini tespit etmekte önemli bir rol oynamıştır.

Watson ve Crick modelini destekleyen deneysel kanıtlar Nature dergisinin aynı sayısında yayımlanan beş makalede yer aldı. Bunlardan Franklin ve Gosling’in makalesi, Watson ve Crick modelini kısmen destekleyen, kendi X-ışını kırınım verilerinin ve analiz yönteminin ilk yayımlanmasıydı.Derginin aynı sayısında DNA yapısı hakkında Maurice Wilkins ve iki arkadaşının bir makalesi vardı, onların “in vivo B-DNA X-ışını kırınım örüntüleri” üzerinde yaptıkları analizler, iki sayfa geride Crick ve Watson tarafından önerilen çifte sarmal modelini destekliyordu. 1962’de Franklin’in ölümünden sonra Watson, Crick ve Wilkins birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandılar. O zamanki Nobel ödülleri ancak hayatta olan kişilere ödülün vermesine izin veriyordu. Keşif için kimlerin kredi alması gerektiği hakkında tartışma devam etmektedir.

Crick, 1957’de yaptığı etkili bir sunumda, moleküler biyolojinin “Temel Dogması”nı ortaya koyarak DNA, RNA ve proteinler arasındaki ilişkiyi, bu konuda kanıtlar henüz tamamen toplanmadan özetledi, ayrıca “adaptör hipotezi”ni dile getirdi. Çift sarmallı yapının ima ettiği kopyalama mekanizmasının teyidi, 1958’de yayımlanan Meselson-Stahl deneyi ile edildi. Crick ve arkadaşları tarafından yapılan diğer çalışmalar genetik kodun, kodon olarak adlandırılan ve örtüşmeyen baz üçlülerinden oluştuğunu gösterdi. Bu sayede Har Gobind Khorana, Robert W. Holley ve Marshall Warren Nirenberg genetik kodu çözdüler. Bu keşifler moleküler biyolojinin doğumuna karşılık gelir.

Çöp(junk) dnA nedir ?

1950’li yıllarda DNA yapısının açıklanmasıyla, protein bilgisinin genetik mekanizmanın tamamı tarafından işlendiği düşünülmüştü. Yaklaşık on yıl sonra DNA’nın büyük bölümünün aslında protein kodlamasında görev almadığı, tüm genomun sadece yüzde 5’inin protein oluşturmada görev aldığı görüldü.Geriye kalan %95’lik bölümün görevi anlaşılamadığı için o bölgeye “protein kodlamayan DNA” denildi. Önceleri işlevsel genlerin evrimsel süreçte bilinmeyen bir nedenle protein kodlama

“jUnK” dnA GErÇEĞi

“İki zanlı bir soruşturma kapsamında polis tarafından gözaltına alınmıştır. Polis elinde tutuklama için yeterli kanıt olmadığından her iki zanlıyı ayrı ayrı hücrelere koyup bir anlaşma sunmaktadır. Anlaşmaya göre zanlılardan biri diğerinin aleyhinde tanıklık eder, diğeri suskun kalırsa tanıklık eden serbest kalacak, susmayı tercih eden taraf ise 10 yıl hapse mahkûm edilecektir. Eğer ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık etmez suskun kalırlarsa her ikisi de 1 yıl hapis cezasına; eğer her ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık ederse, her iki zanlı da 5′er yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.

Bu çerçevede her iki zanlı tanıklık etmek veya suskun kalmak arasında tercih yapmak zorundadır. Her iki zanlıya da soruşturma sonuna kadar diğerinin kararını öğrenme imkânı tanınmamaktadır. Yani farklı odalarda bulunan iki zanlının birbirleri ile iletişim kurma imkânı yoktur. Buna göre karşı tarafın kararından habersiz olan oyuncu 10 yıl hapis yatma ihtimalini göze alamayarak sessiz kalmayacak karşı taraf aleyhinde tanıklık edecektir. Karşı taraf aleyhine tanıklık ederek 5 yıl gibi daha kısa süreli bir hapis cezasına razı olacak ya da serbest kalacaktır.

Oyuncu burada kaybını en aza indirmeyi (kazancını maksimize etmeyi) hedef alacaktır. Karşı tarafın da aynı koşullar altında rasyonel davranarak tanıklık edeceği kaçınılmaz olacaktır. Böylece birbirleri ile iletişim kurmayan iki tarafın iyi niyetli değil de rasyonel davranarak aldıkları karar aslında belki de daha az yatacakları hapis cezasının artmasına neden olmaktadır.” Bu bir sıfır toplam oyundur. Yani, satranç oyununda olduğu gibi, iki kişinin aynı anda kazanmasına olanak yoktur ve birinin zararı kesinlikle ötekinin yararına denktir. Bu çerçevede oyuncudan beklenen rasyonel davranış, kendi bireysel yararını en çoklaştırmaya çalışmasıdır. Bizim tutuklularımız da benzer bir hesap oyununun içindeler, en az cezayı yani en çok yararı sağlayacak stratejileri kararlaştırmak durumundalar.

Bu stratejiler, ihanet ve safdillik; sadakat ve döneklik zıtlıklarına dayanır. Birbirlerinin eyleminden habersiz olmakla birlikte, hangi stratejinin hangi cezaya götüreceğini hesaplayan tutuklular bir ikilemle karşı karşıya kalır. Ya rasyonel davranıp bireysel yararın en fazla göründüğü ihanet yolunu seçecekler ya da irrasyonel davranıp birbirlerine sadık kalarak sadece işledikleri suçun cezasını çekeceklerdir.Bu hikâye oyun teorisinin meşhur “tutsak ikilemi” dir.

KAYnAK http://contraryofmainstream.blogspot.com/2010_12_01_

archive.html http://www.guncelmeydan.com/pano/zitlik-

stratejisi-t18933.html http://tr.wikipedia.org/wiki/Oyun_kuram%C4%B1

http://www.ba.metu.edu.tr/~adil/BA-web/oyunteorisi.htm

Page 59: Billtek 36. Sayı

# #56 57BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Bir oyun normal biçimde tanımlandığında, her oyuncunun eş zamanlı olarak hareket ettiği ya da en azından diğerinin eyleminden haberdar olmadığı varsayılır. Eğer oyuncular birbirlerinden biraz da olsa haberdar ise oyun genellikle yaygın biçimde gösterilir.

Bu kullanıma en güzel örnek prisoner’s dilemma adlı oyundur.

prISOnErS dILEMMA- tUtSAK iKiLEMi

Muratcan SArIHAn

dnA’nın kısa tarihçesi

DNA ilk İsviçreli hekim Friedrich Miescher tarafından saflaştırılmıştır, kendisi 1869’da atık cerrahi pansumanlardaki irin içinde mikroskopik bir madde keşfetmiştir. 1919’da Phoebus Levene, nükleotit birimleri oluşturan baz, şeker ve fosfatı tanımlamıştır. Levene,DNA’nın, birbirine fosfat grupları ile bağlı olan nükleotit birimlerden oluşan bir zincir olduğunu öne sürmüştür. Ancak Levene, bu zincirin kısa olduğunu ve bazların kendini tekrar eden bir sıralamaya sahip olduğunu düşünmüştür. 1937’de William Astbury, DNA’nın düzenli bir yapıya sahip olduğunu gösteren ilk X ışını difraksiyon (kırınım) görüntülerini elde etti.

1928’de Frederick Griffith, Pnömokok bakterisinin “düz” şeklini belirleyen özelliğin “buruşuk” şekilli Pnömokok bakterilere aktarılmasının mümkün olduğunu, bunun için ölü “düz” bakterilerin canlı “buruşuk” bakterilerle karıştırılmasının yeterli olduğunu gösterdi. Bu deneysel sistemi kullanarak Oswald Avery ve arkadaşları Colin MacLeod ve Maclyn McCarty 1943’de değiştirici etmenin DNA olduğunu gösterdiler. 1952’de Alfred Hershey ve Martha Chase tarafından Hershey-Chase deneyinde T2 fajının genetik malzemesinin DNA olduğunu göstererek DNA kalıtımındaki rolünü teyid ettiler.

Raymond Gosling, DNA’nın X-ışını kırınım görüntüsünün (Rosalind Franklin ile birlikte) üreticisi 1953’te James D. Watson ve Francis Crick DNA’nın bugün kabul görmüş yapısını Nature dergisinde öne sürdüler. Çift sarmallı moleküler modelleri tek bir X-ışını kırınım resmine dayanmaktaydı, bu resim Rosalind Franklin ve Raymond Gosling tarafından Mayıs 1952’de elde edilmişti. Modellerini dayandırdıkları bir diğer bilgi Erwin Chargaff’ın evvelki yıllarda kendilerine özel olarak iletmiş olduğu, DNA bazlarının birbiriyle eşleştiğiydi. Chargaff kuralları hem B-DNA’nın hem de A-DNA’nın çifte sarmallı biçimini tespit etmekte önemli bir rol oynamıştır.

Watson ve Crick modelini destekleyen deneysel kanıtlar Nature dergisinin aynı sayısında yayımlanan beş makalede yer aldı. Bunlardan Franklin ve Gosling’in makalesi, Watson ve Crick modelini kısmen destekleyen, kendi X-ışını kırınım verilerinin ve analiz yönteminin ilk yayımlanmasıydı.Derginin aynı sayısında DNA yapısı hakkında Maurice Wilkins ve iki arkadaşının bir makalesi vardı, onların “in vivo B-DNA X-ışını kırınım örüntüleri” üzerinde yaptıkları analizler, iki sayfa geride Crick ve Watson tarafından önerilen çifte sarmal modelini destekliyordu. 1962’de Franklin’in ölümünden sonra Watson, Crick ve Wilkins birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandılar. O zamanki Nobel ödülleri ancak hayatta olan kişilere ödülün vermesine izin veriyordu. Keşif için kimlerin kredi alması gerektiği hakkında tartışma devam etmektedir.

Crick, 1957’de yaptığı etkili bir sunumda, moleküler biyolojinin “Temel Dogması”nı ortaya koyarak DNA, RNA ve proteinler arasındaki ilişkiyi, bu konuda kanıtlar henüz tamamen toplanmadan özetledi, ayrıca “adaptör hipotezi”ni dile getirdi. Çift sarmallı yapının ima ettiği kopyalama mekanizmasının teyidi, 1958’de yayımlanan Meselson-Stahl deneyi ile edildi. Crick ve arkadaşları tarafından yapılan diğer çalışmalar genetik kodun, kodon olarak adlandırılan ve örtüşmeyen baz üçlülerinden oluştuğunu gösterdi. Bu sayede Har Gobind Khorana, Robert W. Holley ve Marshall Warren Nirenberg genetik kodu çözdüler. Bu keşifler moleküler biyolojinin doğumuna karşılık gelir.

Çöp(junk) dnA nedir ?

1950’li yıllarda DNA yapısının açıklanmasıyla, protein bilgisinin genetik mekanizmanın tamamı tarafından işlendiği düşünülmüştü. Yaklaşık on yıl sonra DNA’nın büyük bölümünün aslında protein kodlamasında görev almadığı, tüm genomun sadece yüzde 5’inin protein oluşturmada görev aldığı görüldü.Geriye kalan %95’lik bölümün görevi anlaşılamadığı için o bölgeye “protein kodlamayan DNA” denildi. Önceleri işlevsel genlerin evrimsel süreçte bilinmeyen bir nedenle protein kodlama

“jUnK” dnA GErÇEĞi

“İki zanlı bir soruşturma kapsamında polis tarafından gözaltına alınmıştır. Polis elinde tutuklama için yeterli kanıt olmadığından her iki zanlıyı ayrı ayrı hücrelere koyup bir anlaşma sunmaktadır. Anlaşmaya göre zanlılardan biri diğerinin aleyhinde tanıklık eder, diğeri suskun kalırsa tanıklık eden serbest kalacak, susmayı tercih eden taraf ise 10 yıl hapse mahkûm edilecektir. Eğer ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık etmez suskun kalırlarsa her ikisi de 1 yıl hapis cezasına; eğer her ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık ederse, her iki zanlı da 5′er yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.

Bu çerçevede her iki zanlı tanıklık etmek veya suskun kalmak arasında tercih yapmak zorundadır. Her iki zanlıya da soruşturma sonuna kadar diğerinin kararını öğrenme imkânı tanınmamaktadır. Yani farklı odalarda bulunan iki zanlının birbirleri ile iletişim kurma imkânı yoktur. Buna göre karşı tarafın kararından habersiz olan oyuncu 10 yıl hapis yatma ihtimalini göze alamayarak sessiz kalmayacak karşı taraf aleyhinde tanıklık edecektir. Karşı taraf aleyhine tanıklık ederek 5 yıl gibi daha kısa süreli bir hapis cezasına razı olacak ya da serbest kalacaktır.

Oyuncu burada kaybını en aza indirmeyi (kazancını maksimize etmeyi) hedef alacaktır. Karşı tarafın da aynı koşullar altında rasyonel davranarak tanıklık edeceği kaçınılmaz olacaktır. Böylece birbirleri ile iletişim kurmayan iki tarafın iyi niyetli değil de rasyonel davranarak aldıkları karar aslında belki de daha az yatacakları hapis cezasının artmasına neden olmaktadır.” Bu bir sıfır toplam oyundur. Yani, satranç oyununda olduğu gibi, iki kişinin aynı anda kazanmasına olanak yoktur ve birinin zararı kesinlikle ötekinin yararına denktir. Bu çerçevede oyuncudan beklenen rasyonel davranış, kendi bireysel yararını en çoklaştırmaya çalışmasıdır. Bizim tutuklularımız da benzer bir hesap oyununun içindeler, en az cezayı yani en çok yararı sağlayacak stratejileri kararlaştırmak durumundalar.

Bu stratejiler, ihanet ve safdillik; sadakat ve döneklik zıtlıklarına dayanır. Birbirlerinin eyleminden habersiz olmakla birlikte, hangi stratejinin hangi cezaya götüreceğini hesaplayan tutuklular bir ikilemle karşı karşıya kalır. Ya rasyonel davranıp bireysel yararın en fazla göründüğü ihanet yolunu seçecekler ya da irrasyonel davranıp birbirlerine sadık kalarak sadece işledikleri suçun cezasını çekeceklerdir.Bu hikâye oyun teorisinin meşhur “tutsak ikilemi” dir.

KAYnAK http://contraryofmainstream.blogspot.com/2010_12_01_

archive.html http://www.guncelmeydan.com/pano/zitlik-

stratejisi-t18933.html http://tr.wikipedia.org/wiki/Oyun_kuram%C4%B1

http://www.ba.metu.edu.tr/~adil/BA-web/oyunteorisi.htm

Page 60: Billtek 36. Sayı

# #58 59BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

KAYnAK Tuna Emren(2012).DNA’nın Yeniden Keşfi.Popular

Science Türkiye,Yıl 1 Sayı 7,sf 56-61.

yeteneğini kaybettiği sanılmaktaydı. Bu nedenle bu bölgedeki genlere sahte gen(psödögen) denildi.Hiç bir genetik malzeme içermediğinden çöp DNA olarak da adlandırılan bu muazzam boşluk,bilim insanlarının ilgisini çekmeye devam etti.

İnsan genomunun muazzam bir kısmını oluşturan bu yapı,aslında genleri sarmalayarak onların kopyalama esnasında zarar görmelerini engelliyor. Dahası, çöp DNA aslında tüm genetik kodlamaları yöneten kısım.

2010 yılında Singapur Genom Enstitüsü tarafından yayınlanmış olan çalışmada,çöp DNA olarak adlandırılan bölümde insanları diğer türlerden ayırt eden önemli bilgilerin kodlandığına dair sonuçlar ortaya kondu.Daha önce amaçsızca yinelenen genetik dizilimlerin olduğu görülen bu bölümün birçok farklı transkripsiyon(genleri kontrol eden ana proteinler) ile türler arası farklılıkları belirlediği keşfedildi.Araştırma sonuçları, bu proteinleri bağlayan ve onları bir arada tutan çöp DNA’nın bazen yeni bölgelere dağılarak yerleştiğini ve o bölgenin tüm etkinliğini değiştirebildiğini gösteriyor.Bu da türler arası farklılıkların aydınlatılabilmesi açısından önem taşıyor.

Genomda baskın olan fakat çöp DNA denen bu genetik materyalin çöp olmadığı her araştırmayla daha da iyi anlaşılıyor.Amerika’da fareler üzerinde yapılan deneylerde, işlevsiz denilen bu dizilerin silinerek yok edilmesi sonucu fare damarlarında daralmalar görüldü.

Bir diğer araştırmada, kalp krizlerinin temel sebeplerinden olan,kalbi besleyen damarların yağ bağlaması sonucu yaşanan koroner kalp hastalığına sahip olan herkeste,genomun 9p21 bölgesinde tek bir nükleotidin mutasyon geçirdiği saptandı. Bu nükleotit, DNA’nın protein kodlamayan yani çöp bölgesinde

bulunmaktaydı. Farelerde bu bölgeye denk gelen gen bilgileri silindiğinde ise bu bölgeye 100.000 baz uzaklıktaki iki genin okunmasında ciddi bir düşüş gerçekleşti. Ayrıca bu farelerde,tümör oluşumları ve erken ölümler yaşandı.

dnA ‘nın asıl işlevi

Milyarlarca yıl önce ,hayat yeni başladığında bir daha önüne geçilemeyecek kadar güçlü bir bilgi aktarım sistemi meydana gelmişti.Bu kimyasal mesaj çağlar boyu kendini kopyalayarak günümüze kadar ulaştı.İlk zamanlara göre daha karmaşık olsa da bu mesaj hep aynı kaldı.Aslında DNA bir veri aktarıcı gibi çalışıyor ve hücrelerimize kaydederek kodlamış olduğu sayısal verileri sonraki nesillere aktarıyor.Dahası,yeni araştırmalara göre DNA sadece bilgiyi aktarmıyor,elektromanyetik ışıma ile onu alıyor,soğurarak işleyebiliyor ve bunun için oldukça gelişmiş bir iletişim yolu kullanıyor,yani karmaşık bir optik biyoçip olarak çalışıyor.DNA’nın bilgi aktarım mekanizmaları olduğu biliniyordu,ancak yeni araştırmalar onun biyolojik bir internet ağı olduğunu ve yeniden programlanabileceğini gösteriyor.

DNA’nın bir deney tüpüne konularak üzerine daimi lazer ışını tutulmasıyla başlayan deneylerde DNA tüpten alınsa bile ışığın hala onun formunu göstermeye devam ettiği görüldü.Bu ilginç duruma Hayalet DNA etkisi adı verildi.Bunun nedeni DNA’nın uzay zamanda yaptığı bir bozulma etkisi olarak ortaya atılıyor.DNA uzayda bir vakum etkisi yaratıp wormholeler(mikroskobik kurtçuk delikleri) oluşturuyor.Einstein’ın Görelilik Kuramı’nda varlığını tahmin ettiği wormholelerin canlı organizmalar tarafından yaratılıyor olma ihtimali yüksek.Bu delikler evrenin bambaşka noktalarını birbirine bağlayıp bilginin zamandan bağımsız olarak aktarılmasını sağlıyor.DNA şeklinin hala görülebilmesinin sebebi de bu wormholeler sayesinde bilginin enerji olarak var olmaya devam etmesi.Bu

etki,günümüzdeki paranormal gizemleri de aydınlatabilir.Örneğin; geleceği tahmin edebilme,sezgiler,aniden belirip kaybolan hastalıklar bunlardan birkaçı.Çünkü bu deneyler canlı organizmaların DNA’larını kullanarak bir kuantum iletişim alanı yaratabiliyor ve buradan bilgi alışverişi yapılabiliyor olduğunu gösteriyor. Buna fizikçiler ‘Kuantum dolanıklık’ adını veriyor ve bu cisimlerin ne kadar uzak olurlarsa olsun bilgi akışı sağlayabileceklerini söylüyor.Aslında bu fenomen milyonlarca yıldır canlılar tarafından kullanılıyor.Örneğin; göçmen kuşlar bu yolla iletişim kuruyorlar ve sürüden uzak da kalsalar sıkıntı yaşamıyorlar.

Bu durumun bazı dezavantajları da var.Bunlardan bir tanesi; insanların elektromanyetik dalgalara olan duyarlılığı olarak gösteriliyor.İnsan sağlığı açısından uzun vadede zararlı olmasının sebebi,çöp DNA ışık formundaki bilgiyi de emerek işlediği için radyasyonu da emiyor ve genetik bozulmalar meydana geliyor.

Deneyin en şaşırtıcı kısmı ise çöp DNA’nın günümüzde kullanılan diller ile aynı özellikleri taşıyor olması.DNA’nın da bir grameri,anlamı ve söz dizimi bulunuyor.DNA‘nın kullandığı dilin insanlardaki konuşarak anlaşmanın atası olabileceği düşünülüyor.

Bu deneyler genetik malzemenin sürekli sabit bir yapıda olmadığını gösteriyor.DNA kendini değişikliğe uğratabiliyor. Bilim adamları tüpteki DNA’ya lazer tuttuklarında bu ışığın dalga boyunda bir takım özel kodları(ses frekansı ile iletilen sözcükler) DNA’ya iletmeyi başardılar.Bu muhteşem durum konuşma dilinin de ışık dalgaları gibi aktarılabilmesi ve genetik programlamanın yeniden yapılabilmesi anlamına geliyor.DNA bir iletişim ağı kurmakla kalmıyor ayrıca ses sayesinde bile programlanabiliyor.Bunun için tek gereken doğru frekans.Bu yöntemlerle hastalıklar bile tedavi edilebiliyor.Cilt kanseri tedavisinde ciltte en ufak leke kalmadan kanserli hücrelerin yok edilmesi mümkün oluyor.Bunun örnekleri de Avrupa’da görülmeye başlandı.

Daha önce yapılan çalışmalarda DNA’nın 150 MHz değerinde frekanslı dalgalar yaydığı görülmüştü bu sayede bu dalgaları algılayabildiği de ortaya çıkmış oldu.Bunların sonucunda hiçbir yan etki olmadan programlama başarılabiliyor.Bunun biyoloji biliminde büyük bir devrim olduğu söyleniyor.Uzun yıllardır işlevsiz olduğu sanılan çöp DNA’nın aslında genetik materyalimizin asıl iletişim kaynağı ayrıca dillerin de kökeni olabileceği ortaya çıkıyor.

Gelecekte bu araştırmalar DNA’nın bilgisayarlarda kullanılabileceğini gösteriyor.Öyle görünüyor ki DNA’nın yıllarca en iyi bilinen işlevi aslında en önemsiz görevi protein sentezi.Tüm bu araştırmaların en büyük ortak yanı ise ışığın vücudumuza enerji ve bilgi akışı kaynağı sağlıyor olması.Çalışmalarda bahsedilen uzay zaman bozulması sonucunda kuantum fiziğinin genetik ile bir araya gelmesi sonucunda insan vücudunda kuantum fiziğiyle ilgili önemli bulgular elde edilebilir.

Page 61: Billtek 36. Sayı

# #58 59BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

KAYnAK Tuna Emren(2012).DNA’nın Yeniden Keşfi.Popular

Science Türkiye,Yıl 1 Sayı 7,sf 56-61.

yeteneğini kaybettiği sanılmaktaydı. Bu nedenle bu bölgedeki genlere sahte gen(psödögen) denildi.Hiç bir genetik malzeme içermediğinden çöp DNA olarak da adlandırılan bu muazzam boşluk,bilim insanlarının ilgisini çekmeye devam etti.

İnsan genomunun muazzam bir kısmını oluşturan bu yapı,aslında genleri sarmalayarak onların kopyalama esnasında zarar görmelerini engelliyor. Dahası, çöp DNA aslında tüm genetik kodlamaları yöneten kısım.

2010 yılında Singapur Genom Enstitüsü tarafından yayınlanmış olan çalışmada,çöp DNA olarak adlandırılan bölümde insanları diğer türlerden ayırt eden önemli bilgilerin kodlandığına dair sonuçlar ortaya kondu.Daha önce amaçsızca yinelenen genetik dizilimlerin olduğu görülen bu bölümün birçok farklı transkripsiyon(genleri kontrol eden ana proteinler) ile türler arası farklılıkları belirlediği keşfedildi.Araştırma sonuçları, bu proteinleri bağlayan ve onları bir arada tutan çöp DNA’nın bazen yeni bölgelere dağılarak yerleştiğini ve o bölgenin tüm etkinliğini değiştirebildiğini gösteriyor.Bu da türler arası farklılıkların aydınlatılabilmesi açısından önem taşıyor.

Genomda baskın olan fakat çöp DNA denen bu genetik materyalin çöp olmadığı her araştırmayla daha da iyi anlaşılıyor.Amerika’da fareler üzerinde yapılan deneylerde, işlevsiz denilen bu dizilerin silinerek yok edilmesi sonucu fare damarlarında daralmalar görüldü.

Bir diğer araştırmada, kalp krizlerinin temel sebeplerinden olan,kalbi besleyen damarların yağ bağlaması sonucu yaşanan koroner kalp hastalığına sahip olan herkeste,genomun 9p21 bölgesinde tek bir nükleotidin mutasyon geçirdiği saptandı. Bu nükleotit, DNA’nın protein kodlamayan yani çöp bölgesinde

bulunmaktaydı. Farelerde bu bölgeye denk gelen gen bilgileri silindiğinde ise bu bölgeye 100.000 baz uzaklıktaki iki genin okunmasında ciddi bir düşüş gerçekleşti. Ayrıca bu farelerde,tümör oluşumları ve erken ölümler yaşandı.

dnA ‘nın asıl işlevi

Milyarlarca yıl önce ,hayat yeni başladığında bir daha önüne geçilemeyecek kadar güçlü bir bilgi aktarım sistemi meydana gelmişti.Bu kimyasal mesaj çağlar boyu kendini kopyalayarak günümüze kadar ulaştı.İlk zamanlara göre daha karmaşık olsa da bu mesaj hep aynı kaldı.Aslında DNA bir veri aktarıcı gibi çalışıyor ve hücrelerimize kaydederek kodlamış olduğu sayısal verileri sonraki nesillere aktarıyor.Dahası,yeni araştırmalara göre DNA sadece bilgiyi aktarmıyor,elektromanyetik ışıma ile onu alıyor,soğurarak işleyebiliyor ve bunun için oldukça gelişmiş bir iletişim yolu kullanıyor,yani karmaşık bir optik biyoçip olarak çalışıyor.DNA’nın bilgi aktarım mekanizmaları olduğu biliniyordu,ancak yeni araştırmalar onun biyolojik bir internet ağı olduğunu ve yeniden programlanabileceğini gösteriyor.

DNA’nın bir deney tüpüne konularak üzerine daimi lazer ışını tutulmasıyla başlayan deneylerde DNA tüpten alınsa bile ışığın hala onun formunu göstermeye devam ettiği görüldü.Bu ilginç duruma Hayalet DNA etkisi adı verildi.Bunun nedeni DNA’nın uzay zamanda yaptığı bir bozulma etkisi olarak ortaya atılıyor.DNA uzayda bir vakum etkisi yaratıp wormholeler(mikroskobik kurtçuk delikleri) oluşturuyor.Einstein’ın Görelilik Kuramı’nda varlığını tahmin ettiği wormholelerin canlı organizmalar tarafından yaratılıyor olma ihtimali yüksek.Bu delikler evrenin bambaşka noktalarını birbirine bağlayıp bilginin zamandan bağımsız olarak aktarılmasını sağlıyor.DNA şeklinin hala görülebilmesinin sebebi de bu wormholeler sayesinde bilginin enerji olarak var olmaya devam etmesi.Bu

etki,günümüzdeki paranormal gizemleri de aydınlatabilir.Örneğin; geleceği tahmin edebilme,sezgiler,aniden belirip kaybolan hastalıklar bunlardan birkaçı.Çünkü bu deneyler canlı organizmaların DNA’larını kullanarak bir kuantum iletişim alanı yaratabiliyor ve buradan bilgi alışverişi yapılabiliyor olduğunu gösteriyor. Buna fizikçiler ‘Kuantum dolanıklık’ adını veriyor ve bu cisimlerin ne kadar uzak olurlarsa olsun bilgi akışı sağlayabileceklerini söylüyor.Aslında bu fenomen milyonlarca yıldır canlılar tarafından kullanılıyor.Örneğin; göçmen kuşlar bu yolla iletişim kuruyorlar ve sürüden uzak da kalsalar sıkıntı yaşamıyorlar.

Bu durumun bazı dezavantajları da var.Bunlardan bir tanesi; insanların elektromanyetik dalgalara olan duyarlılığı olarak gösteriliyor.İnsan sağlığı açısından uzun vadede zararlı olmasının sebebi,çöp DNA ışık formundaki bilgiyi de emerek işlediği için radyasyonu da emiyor ve genetik bozulmalar meydana geliyor.

Deneyin en şaşırtıcı kısmı ise çöp DNA’nın günümüzde kullanılan diller ile aynı özellikleri taşıyor olması.DNA’nın da bir grameri,anlamı ve söz dizimi bulunuyor.DNA‘nın kullandığı dilin insanlardaki konuşarak anlaşmanın atası olabileceği düşünülüyor.

Bu deneyler genetik malzemenin sürekli sabit bir yapıda olmadığını gösteriyor.DNA kendini değişikliğe uğratabiliyor. Bilim adamları tüpteki DNA’ya lazer tuttuklarında bu ışığın dalga boyunda bir takım özel kodları(ses frekansı ile iletilen sözcükler) DNA’ya iletmeyi başardılar.Bu muhteşem durum konuşma dilinin de ışık dalgaları gibi aktarılabilmesi ve genetik programlamanın yeniden yapılabilmesi anlamına geliyor.DNA bir iletişim ağı kurmakla kalmıyor ayrıca ses sayesinde bile programlanabiliyor.Bunun için tek gereken doğru frekans.Bu yöntemlerle hastalıklar bile tedavi edilebiliyor.Cilt kanseri tedavisinde ciltte en ufak leke kalmadan kanserli hücrelerin yok edilmesi mümkün oluyor.Bunun örnekleri de Avrupa’da görülmeye başlandı.

Daha önce yapılan çalışmalarda DNA’nın 150 MHz değerinde frekanslı dalgalar yaydığı görülmüştü bu sayede bu dalgaları algılayabildiği de ortaya çıkmış oldu.Bunların sonucunda hiçbir yan etki olmadan programlama başarılabiliyor.Bunun biyoloji biliminde büyük bir devrim olduğu söyleniyor.Uzun yıllardır işlevsiz olduğu sanılan çöp DNA’nın aslında genetik materyalimizin asıl iletişim kaynağı ayrıca dillerin de kökeni olabileceği ortaya çıkıyor.

Gelecekte bu araştırmalar DNA’nın bilgisayarlarda kullanılabileceğini gösteriyor.Öyle görünüyor ki DNA’nın yıllarca en iyi bilinen işlevi aslında en önemsiz görevi protein sentezi.Tüm bu araştırmaların en büyük ortak yanı ise ışığın vücudumuza enerji ve bilgi akışı kaynağı sağlıyor olması.Çalışmalarda bahsedilen uzay zaman bozulması sonucunda kuantum fiziğinin genetik ile bir araya gelmesi sonucunda insan vücudunda kuantum fiziğiyle ilgili önemli bulgular elde edilebilir.

Page 62: Billtek 36. Sayı

# #60 61BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Evet, toplum olarak matematik notumuz kırık. Hep matematiğin zorluğundan yakındık. “Havuzu bir yandan doldururken diğer yandan niye boşaltıyoruz?” sorusuna bir cevap bulamadık. Peki matematik öğrenememenin bir hastalık olduğunu biliyor muydunuz?

Söz konusu hastalık, matematik bozukluğu (dyscalculia). Sözlük anlamına bakacak olursak ‘dys’. Yunancada yetersiz anlamına gelirken, ’calculia’ Latincede hesaplama anlamındadır. Diskalkuli (dyscalcalculia)’nin sözlük anlamı hesaplamada yetersizliktir. Matematik bozukluğunu Gerstmann sendromu, diskalkuli, konjenital aritmetik bozukluğu, akalkuli olarak da duyabilirsiniz.

Her ne kadar matematik bozukluğuyla zeka geriliği karıştırılsa da matematik bozukluğu öğrenme bozukluklarından biridir ve zeka geriliği ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu bozukluk her 100 çocuktan 5’inde görülmektedir. Kız çocuklarında erkek çocuklarına oranla görülme olasılığı daha yüksektir. Çünkü diskalkuli duygusal değişim ve içe kapanıklık nedeni ile oluşabilen bir öğrenme bozukluğudur.

Matematik bozukluğunun nedeni kesin olarak bilinememektedir fakat uzmanlar beslenmenin, bilişsel özelliklerin, duyguların, eğitimin ve sosyo-ekonomik etmenlerin etkili olduğunu düşünmektedir.

Matematik bozukluğu olan bireyler dört farklı yetenek grubunda bunu gösterirler.

1.dil yetenekleri: Matematik terimlerini anlama ve yazılı problemleri matematik sembollerine çevirme.

2.Algısal yetenek: Sembolleri tanıma,anlama ve sayıları kümeleştirme.

3.Matematik yetenekleri: Toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve temel işlemlerin sırasını izleme.

4.dikkat yetenekleri: Rakamları doğru yazma ve işlem sembollerini doğru gözleme.

Matematik bozukluğu tek çeşit değildir.Zorlukları kişiden kişiye değişir ve kişileri hayatları boyunca etkiler.Matematik bozukluğu ne kadar çeşitli olabiliyorsa insanların hayatlarına etkileri de o kadar farklılık gösterir.

Genel olarak diskalkulinin etkilerinden bahsedecek

olursak şöyle sıralayabiliriz:

Problemde hangi işlemi yapacağına karar veremezler, soruyu başkası okuduğunda daha iyi anlar ve problemi zihinden çözmeyi tercih ederler.

Dört işlemi yaparken yavaşlardır, parmaklarını sayarlar, eldeleri unuturlar, sayıları dağınık yazarlar, basamakları alt alta getiremezler, sonucu yanlış ya da ters yazarlar ve sağlamasını karıştırırlar.

Sayılardan 6 yı 9, 7 yi 4, 3 ü E gibi algılayabilir, rakamları aşağıdan yukarıya, sıfırları saat yönünde çizebilirler. Sayı, uzaklık, miktar, şekil, boyut, zaman ve para gibi kavramları algılamakta güçlük çekebilirler.

Saati ve çarpım tablosunu öğrenmekte zorlanırlar; tarih, plaka, adres ve telefon numaraları gibi bilgileri hatırlamayabilirler.

Satranç gibi strateji oyunları, sayıların akılda tutulmasını gerektiren kart oyunları, bingo, sudoku vb. oyunlarda kendilerini geliştirmelidirler. Ayrıca geometri ve kesirli işlemlerde de performanslarının düşük olduğu söylenebilir.Teker teker ya da çifter çifter sayamazlar.

Matematik bozukluğu genellikle ilkokul 2. veya 3. sınıfta teşhis edilir çünkü ezber yeteneğiyle birinci sınıfı atlatabilirler.Teşhis aşamasında anne babanın ve öğretmenin dikkatli olması önemlidir.Doğru teşhis, çocuğa bireysel olarak uygulanan standart aritmetik testiyle konur.Normal zeka düzeyindeki çocuk, bu testten beklenen düzeyin altında puan alırsa büyük ihtimalle matematik bozukluğu yaşıyordur.

Matematik bozukluğunun kesin bir tedavisinin olmamasıyla birlikte en etkili tedavi eğitimdir.Eğer eğitim yöntemleri ve malzemeler çocuğa, bozukluğa, bozukluğun şiddetine ve öğretim planlarının uygulanabilirliğine uygunsa eğitimin yararlı olduğudur.Yakın zamandaki bir araştırma;matematik eğitiminin hesaplamaktan çok, problem çözmeye yardımcı olduğunu göstermiştir.Bilgisayar programları da tedaviye yardımcı olur ve eğitim desteğini arttırır.

Matematik bozukluğu olan çocuğa basmakalıp öğretiler bir yarar sağlamayacaktır.Farklı öğrenme metodlarıyla denenmelidir.Örnek verecek olursak; evde matematik oyunları oynamalı,genel kavramları gözden geçirip pratik yapmalıdır.Matematiği hayatın içine almak,çocukların basit kavramları algılamalarını kolaylaştıracak bir yoldur.

Çocuk düşündürücü problemler üzerinde çalışmalı.Boyama ya da çizim yaparak problemi anlamasına yardımcı olunmalıdır.Çocuğun matematiksel bir algıyla resim çizimlerine veya grafiklere bakması sağlanmalı ve problemi çözmeden önce çocuğa kullandığı materyalleri anlaması için zaman verilmelidir.

Çocuğa problem sesli bir şekilde okutulmalı ve bunun bir yararı olup olmadığı incelenmelidir.Problemi anlaması için günlük hayattan örnekler verilmelidir.

Çocuğun zihnine sayıların iyice yer etmesi için grafiklerle süslenmiş kağıtlar kullanılabilir ve farklı oyunlar geliştirilebilir.

Başta yapılacak şey; çocuğa umutsuzluğa düşmemesi gerektiğini söylemek ve eğitimle matematik bozukluğunun etkisini azaltmaktır.Unutulmamalıdır ki; farklı öğrenme metodlarıyla her şey öğrenilebilir!

KAYnAKhttp://gencgelisim.com/v2/kategoriler/45-beyin-

gucu/856-matematik-ogrenemiyorsaniz-dikkat.htmlhttp://www.psikologankara.net/etiket/matematik-

bozuklugu/http://www.fenomenpsikoloji.com/diskalkuli-

matematik-bozuklugunedir/http://www.psikorehber.com/soru-cevaplar/m/

matematik-bozuklugu/http://ozelegitimsitesi.com/zihinsel-engelliler/

matematik-bozuklugu.htmlhttp://www.msxlabs.org/forum/psikoloji-ve-

psikiyatri/413086-reklam-sektoru-insan-psikolojisini-nasil-kullaniyor.html

http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_4556.htm

Şerife YAZAr

6x7=36 MI ACABA?

Page 63: Billtek 36. Sayı

# #60 61BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

Evet, toplum olarak matematik notumuz kırık. Hep matematiğin zorluğundan yakındık. “Havuzu bir yandan doldururken diğer yandan niye boşaltıyoruz?” sorusuna bir cevap bulamadık. Peki matematik öğrenememenin bir hastalık olduğunu biliyor muydunuz?

Söz konusu hastalık, matematik bozukluğu (dyscalculia). Sözlük anlamına bakacak olursak ‘dys’. Yunancada yetersiz anlamına gelirken, ’calculia’ Latincede hesaplama anlamındadır. Diskalkuli (dyscalcalculia)’nin sözlük anlamı hesaplamada yetersizliktir. Matematik bozukluğunu Gerstmann sendromu, diskalkuli, konjenital aritmetik bozukluğu, akalkuli olarak da duyabilirsiniz.

Her ne kadar matematik bozukluğuyla zeka geriliği karıştırılsa da matematik bozukluğu öğrenme bozukluklarından biridir ve zeka geriliği ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu bozukluk her 100 çocuktan 5’inde görülmektedir. Kız çocuklarında erkek çocuklarına oranla görülme olasılığı daha yüksektir. Çünkü diskalkuli duygusal değişim ve içe kapanıklık nedeni ile oluşabilen bir öğrenme bozukluğudur.

Matematik bozukluğunun nedeni kesin olarak bilinememektedir fakat uzmanlar beslenmenin, bilişsel özelliklerin, duyguların, eğitimin ve sosyo-ekonomik etmenlerin etkili olduğunu düşünmektedir.

Matematik bozukluğu olan bireyler dört farklı yetenek grubunda bunu gösterirler.

1.dil yetenekleri: Matematik terimlerini anlama ve yazılı problemleri matematik sembollerine çevirme.

2.Algısal yetenek: Sembolleri tanıma,anlama ve sayıları kümeleştirme.

3.Matematik yetenekleri: Toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve temel işlemlerin sırasını izleme.

4.dikkat yetenekleri: Rakamları doğru yazma ve işlem sembollerini doğru gözleme.

Matematik bozukluğu tek çeşit değildir.Zorlukları kişiden kişiye değişir ve kişileri hayatları boyunca etkiler.Matematik bozukluğu ne kadar çeşitli olabiliyorsa insanların hayatlarına etkileri de o kadar farklılık gösterir.

Genel olarak diskalkulinin etkilerinden bahsedecek

olursak şöyle sıralayabiliriz:

Problemde hangi işlemi yapacağına karar veremezler, soruyu başkası okuduğunda daha iyi anlar ve problemi zihinden çözmeyi tercih ederler.

Dört işlemi yaparken yavaşlardır, parmaklarını sayarlar, eldeleri unuturlar, sayıları dağınık yazarlar, basamakları alt alta getiremezler, sonucu yanlış ya da ters yazarlar ve sağlamasını karıştırırlar.

Sayılardan 6 yı 9, 7 yi 4, 3 ü E gibi algılayabilir, rakamları aşağıdan yukarıya, sıfırları saat yönünde çizebilirler. Sayı, uzaklık, miktar, şekil, boyut, zaman ve para gibi kavramları algılamakta güçlük çekebilirler.

Saati ve çarpım tablosunu öğrenmekte zorlanırlar; tarih, plaka, adres ve telefon numaraları gibi bilgileri hatırlamayabilirler.

Satranç gibi strateji oyunları, sayıların akılda tutulmasını gerektiren kart oyunları, bingo, sudoku vb. oyunlarda kendilerini geliştirmelidirler. Ayrıca geometri ve kesirli işlemlerde de performanslarının düşük olduğu söylenebilir.Teker teker ya da çifter çifter sayamazlar.

Matematik bozukluğu genellikle ilkokul 2. veya 3. sınıfta teşhis edilir çünkü ezber yeteneğiyle birinci sınıfı atlatabilirler.Teşhis aşamasında anne babanın ve öğretmenin dikkatli olması önemlidir.Doğru teşhis, çocuğa bireysel olarak uygulanan standart aritmetik testiyle konur.Normal zeka düzeyindeki çocuk, bu testten beklenen düzeyin altında puan alırsa büyük ihtimalle matematik bozukluğu yaşıyordur.

Matematik bozukluğunun kesin bir tedavisinin olmamasıyla birlikte en etkili tedavi eğitimdir.Eğer eğitim yöntemleri ve malzemeler çocuğa, bozukluğa, bozukluğun şiddetine ve öğretim planlarının uygulanabilirliğine uygunsa eğitimin yararlı olduğudur.Yakın zamandaki bir araştırma;matematik eğitiminin hesaplamaktan çok, problem çözmeye yardımcı olduğunu göstermiştir.Bilgisayar programları da tedaviye yardımcı olur ve eğitim desteğini arttırır.

Matematik bozukluğu olan çocuğa basmakalıp öğretiler bir yarar sağlamayacaktır.Farklı öğrenme metodlarıyla denenmelidir.Örnek verecek olursak; evde matematik oyunları oynamalı,genel kavramları gözden geçirip pratik yapmalıdır.Matematiği hayatın içine almak,çocukların basit kavramları algılamalarını kolaylaştıracak bir yoldur.

Çocuk düşündürücü problemler üzerinde çalışmalı.Boyama ya da çizim yaparak problemi anlamasına yardımcı olunmalıdır.Çocuğun matematiksel bir algıyla resim çizimlerine veya grafiklere bakması sağlanmalı ve problemi çözmeden önce çocuğa kullandığı materyalleri anlaması için zaman verilmelidir.

Çocuğa problem sesli bir şekilde okutulmalı ve bunun bir yararı olup olmadığı incelenmelidir.Problemi anlaması için günlük hayattan örnekler verilmelidir.

Çocuğun zihnine sayıların iyice yer etmesi için grafiklerle süslenmiş kağıtlar kullanılabilir ve farklı oyunlar geliştirilebilir.

Başta yapılacak şey; çocuğa umutsuzluğa düşmemesi gerektiğini söylemek ve eğitimle matematik bozukluğunun etkisini azaltmaktır.Unutulmamalıdır ki; farklı öğrenme metodlarıyla her şey öğrenilebilir!

KAYnAKhttp://gencgelisim.com/v2/kategoriler/45-beyin-

gucu/856-matematik-ogrenemiyorsaniz-dikkat.htmlhttp://www.psikologankara.net/etiket/matematik-

bozuklugu/http://www.fenomenpsikoloji.com/diskalkuli-

matematik-bozuklugunedir/http://www.psikorehber.com/soru-cevaplar/m/

matematik-bozuklugu/http://ozelegitimsitesi.com/zihinsel-engelliler/

matematik-bozuklugu.htmlhttp://www.msxlabs.org/forum/psikoloji-ve-

psikiyatri/413086-reklam-sektoru-insan-psikolojisini-nasil-kullaniyor.html

http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_4556.htm

Şerife YAZAr

6x7=36 MI ACABA?

Page 64: Billtek 36. Sayı

# #62 63BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

24 Şubat 1955 yılında Suriye asıllı bir babanın ve Amerika asıllı bir annenin oğlu olarak Dünya’ya gözünü açan Steve Jobs, San Francisco’da yaşayan Paul ve Clara Jobs çiftine evlatlık olarak verildi. Evlatlık olması sebebiyle çocukluk yıllarında gerçek anne ve babasıyla ilgili sorulara maruz kalıyordu. Ancak Jobs bu sorulara alışmıştı. Önemli olanın gerçek anne ve babanın yanında yaşamak değil, sıcak bir aile ortamında yaşamak olduğunu çok iyi biliyordu.

Steve Jobs, çocukluk yıllarında hiperaktif bir

yapıya sahipti. 17 yaşında Homestead lisesini bitirdi ve ardından Reed üniversitesine başladı. Jobs, ailesinin tüm bütçesini kendisi ve okul masrafları için harcadığının farkına varınca üniversiteyi terk etti. O yıllarda adaşı Steve Wozniak ile tanıştı. Aralarında yaptıkları fikir alışverişi sonucu bazı çalışmaları oldu. Daha sonra birlikte bir atari şirketinde çalışmaya başladılar. 1976 yılında ise iki adaş Jobs ailesinin garajında Apple şirketini kurdu. İlk üretimleri de bir masaüstü bilgisayarı oldu. Bu bilgisayarın ismini de Apple koydular. Çalışmalarını hız kesmeden sürdüren ikili, 1977 yılında Apple 2′yi piyasaya sürdü. 1980 yılının başlarında ise halka açıldılar. 1984 yılında ilk grafik kullanıcı arayüzlü bilgisayar olan Macintosh’u piyasaya sürdüler. Bu başarının üstünden çok geçmeden Steve Jobs şirketten atıldı. Bunun üzerine Jobs, kendi adına bir bilgisayar şirketi kurdu ve çok geçmeden 1986 yılında Edwin Catmull ile birlikte Pixar adında bir animasyon şirketi kurdu. Büyük başarılara imza atan ikilinin şirketi, 1996 yılında Apple tarafından 402 milyon dolara satın alındı ve Steve Jobs tekrar Apple bünyesine katıldı.

1996 yılından sonra daha da güçlenen Apple şirketi, yeni ürün ve yazılımlarıyla her geçen gün daha başarılı işler çıkardı. iPhone, iPod ve iPad gibi ürünlerin tanıtımını yapan Steve Jobs, bu süreç içerisinde kendini tüm Dünya’ya sevdirdi. Kansere karşı verdiği mücadeleyi 5 Ekim 2011 günü kaybetti ve 56 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Steve jOBS“StAY HUnGrY, StAY FOOLISH”

Page 65: Billtek 36. Sayı

# #62 63BİLTEK 2012- 2013 www.biltek.ieee.metu.edu.tr

24 Şubat 1955 yılında Suriye asıllı bir babanın ve Amerika asıllı bir annenin oğlu olarak Dünya’ya gözünü açan Steve Jobs, San Francisco’da yaşayan Paul ve Clara Jobs çiftine evlatlık olarak verildi. Evlatlık olması sebebiyle çocukluk yıllarında gerçek anne ve babasıyla ilgili sorulara maruz kalıyordu. Ancak Jobs bu sorulara alışmıştı. Önemli olanın gerçek anne ve babanın yanında yaşamak değil, sıcak bir aile ortamında yaşamak olduğunu çok iyi biliyordu.

Steve Jobs, çocukluk yıllarında hiperaktif bir

yapıya sahipti. 17 yaşında Homestead lisesini bitirdi ve ardından Reed üniversitesine başladı. Jobs, ailesinin tüm bütçesini kendisi ve okul masrafları için harcadığının farkına varınca üniversiteyi terk etti. O yıllarda adaşı Steve Wozniak ile tanıştı. Aralarında yaptıkları fikir alışverişi sonucu bazı çalışmaları oldu. Daha sonra birlikte bir atari şirketinde çalışmaya başladılar. 1976 yılında ise iki adaş Jobs ailesinin garajında Apple şirketini kurdu. İlk üretimleri de bir masaüstü bilgisayarı oldu. Bu bilgisayarın ismini de Apple koydular. Çalışmalarını hız kesmeden sürdüren ikili, 1977 yılında Apple 2′yi piyasaya sürdü. 1980 yılının başlarında ise halka açıldılar. 1984 yılında ilk grafik kullanıcı arayüzlü bilgisayar olan Macintosh’u piyasaya sürdüler. Bu başarının üstünden çok geçmeden Steve Jobs şirketten atıldı. Bunun üzerine Jobs, kendi adına bir bilgisayar şirketi kurdu ve çok geçmeden 1986 yılında Edwin Catmull ile birlikte Pixar adında bir animasyon şirketi kurdu. Büyük başarılara imza atan ikilinin şirketi, 1996 yılında Apple tarafından 402 milyon dolara satın alındı ve Steve Jobs tekrar Apple bünyesine katıldı.

1996 yılından sonra daha da güçlenen Apple şirketi, yeni ürün ve yazılımlarıyla her geçen gün daha başarılı işler çıkardı. iPhone, iPod ve iPad gibi ürünlerin tanıtımını yapan Steve Jobs, bu süreç içerisinde kendini tüm Dünya’ya sevdirdi. Kansere karşı verdiği mücadeleyi 5 Ekim 2011 günü kaybetti ve 56 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Steve jOBS“StAY HUnGrY, StAY FOOLISH”

Page 66: Billtek 36. Sayı

#64 BİLTEK 2012- 2013 www.levnialem.com

Page 67: Billtek 36. Sayı
Page 68: Billtek 36. Sayı

Biltek2012-2013