büyük birader seni İzliyor!

35
ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ! Said Ercan ile Röportaj MEDYA OKURYAZARLIĞI Büyük Birader Seni izliyor! Hayırlı Ramazanl

Upload: genc-oencueler-dergisi

Post on 22-Jul-2016

258 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Büyük Birader Seni İzliyor!

ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ!

Said Ercan ileRöportaj

MEDYA OKURYAZARLIĞI

Büyük BiraderSeni izliyor!

Hayırlı Ramazanlar

Page 2: Büyük Birader Seni İzliyor!

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adına

Şemsittin ÖZDEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuMehmet Semih Özdemir

Yayın KuruluMehmet Semih Özdemir

Furkan GençoğluAsım Ebrar Yıldız

Uğur DemirelFurkan Kahraman

Mustafa Fatih YavuzBetül BabacanSümeyye Akgül

Kübranur YakupoğluNihal Açıkel

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAsım Ebrar Yıldız

Ahmet EkrenTalha Ulukır

Yavuz Selim SancakFurkan Gençoğlu

Rabia AktaşAyşe Coşkun

Yunus Emre YegenoğluVahap Yaman

Toluejan GaliyevaZeynep Aksu Güzel

Halil İncekaraİsmail Yasin Avcı

Esma KöseYasemin Özenç Kandemir

Dudu ErkoçMustafa Fatih Yavuz

Dücane DemirtaşErvanur ErdoğanNazmiye Yeniçeri

Adresİskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok.

No:4/1 Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

BaskıSanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mh. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5

Topkapı / İST.Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sevgili arkadaşlar

K arlı gecelerin ardından güneş doğdu ve yaz mevsimine eriştik. Okullarımızda derslerimizi tamamladık ve sınavlarımızı başarıy-

la verdik. Hayatın bir sınav olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamak kaydıyla iyice bir dinlenmeyi hak ettik. Bu yaz tatili sürecinde bol bol boş vaktimiz olacak. Öyleyse şu soruyu sormamız lazım. “Müslüman gencin boş vakti olur mu?” Bir çokları gibi sosyal medyanın başında saatlerce sörf yapıp oyunun ve eğlencenin peşine mi düşeceğiz yoksa yine sosyal medyayı en etkin biçimde kullanarak kendimize bir okuma düzeni oluştup, donanımımızı, bilgimizi ve görgümüzü artırmak için bu tatil sürecini bir fırsata mı çevireceğiz?

Tefekkür ve arınma ayı Ramazan ayının yaklaşması bizler için bir iç sorgulama fırsatıdır. Bu minvalde hem Ramazan ayını nasıl geçir-memiz gerektiğine dair, hem sosyal medyada nasıl varolmamız gerek-tiğine dair siz değerli okuyucu kardeşlerimize yazar arkadaşlarımız küçük ipuçları vererek ufkunuzu açmayı, sorunlu meselelere ışık tut-mayı amaçladılar. Furkan Gençoğlu “Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük mü?” yazısı ile Sosyal Medya’da Müslüman insanın sorumluluklarını ve hesaba çekileceği amellerinin sınırlarına dikkat çekti. USMED Baş-kanı Sn. Said Ercan ile Sosyal Medyanın psikolojik, sosyolojik, ekono-mik yönlerine dair bilinmeyenlerini konuştuk. Talha Ulukır “Sosyal Ağ” filminin tahlilini yaptı. Dücane Demirtaş seçim öncesi ve sonrası süreci değerlendirdi . İsmail Yasin Avcı bizlerle otostop maceralarını paylaştı. Kazakistan’lı Toleujan kardeşimiz bizlerle memleketinde Ra-mazan ayında neler yaşandığını anlattı.

Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntı-ları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kad-romuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sa-bit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz.

Allah’a emanet olun.Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aley-

hine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsa-lar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki ada-letten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlik-ten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

Haziran’15 • 1

EDİTÖR'DEN

Page 3: Büyük Birader Seni İzliyor!

40

32

30

04 08

Haziran 2015 • Sayı 96 • Yıl 12

Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük! / Furkan Gençoğlu ....................................... 4

Hayatını Değiştir / Talha ULUKIR ................................................................. 6

Müslümanın Görünürlük ve Ulaşılabilirlikle İmtihanı / Yusuf Talha AVCI.......... 8

Röportaj / USMED Başkanı Said Ercan İle “Sosyal Medya” Üzerine Konuştuk. .... 12

Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya Okuryazarlığı / Yavuz Selim SANCAK .... 18

Gençliğe Manifesto / Rabia AKTAŞ .............................................................................. 21

Selama Merâmım / Ayşe COŞKUN ............................................................................. 29

İlah ve Rabb / Yunus Emre YEGENOĞLU ................................................................... 30

Arınma Vakti Hemen Şimdi / Vahap YAMAN .............................................................. 32

Kazakistan’da Ramazan / Toluejan GALİYEVA ............................................................. 36

Bu Bir Özeleştiridir / Zeynep AKSU GÜZEL .................................................................. 39

Mavi Marmara: Nuh’un Gemisi / Halil İNCEKARA ......................................................... 40

Otostopcu Dostu Medyum Abilerimiz / İsmail Yasin AVCI ............................................... 42

Rahmet Yağmurları Tufana Dönüşmesin / Esma KÖSE ................................................... 44

Hamza A. Tzortzis ile “Kimi Seviyorsun?” Etkinliği / Yasemin Özenç Kandemir .............. 46

Dünya’nın Dar Olduğu Asya’nın Filistinlileri / Mustafa Fatih YAVUZ .............................. 48

Dünya Kupası Ve Diğer Spor Etkinliklerinin Fitnesinden...

Allahü Teala’ya Firar Edin! / Yazar: Şeyh Yunus Patel Saheb (rahmetullahi aleyh) ........ 50

Seçime Dair Değerlendirmeler / Dücane Demirtaş ......................................................... 52

Basından Yansıyanlar .................................................................................................. 55

Şiir / Doğuya Bestelenen Şiir / Ervanur ERDOĞAN ................................................... 58

Yaşlılık / Nazmiye YENİÇERİ.............................................................................. 59

Etkinlik /Genç Öncüler Isparta’da Mayıs Ayı Bereketli Geçti ..................................... 60

Etkinlik /Bu Yaz Da Salıncak’ı Birlikte Sallamaya Var Mısınız? ..................................... 63

Şiir / Kederle ............................................................................................................. 64

Sosyal MedyaSınırsız Özgürlük!

Furkan Gençoğlu

MÜSLÜMANIN GÖRÜNÜRLÜK VEULAŞILABİLİRLİKLE İMTİHANI

Yusuf Talha AVCI

Yunus Emre YEGENOĞLU

İlah veRabb

ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ

Vahap YAMAN

MAVİ MARMARA:NUH’UN GEMİSİ

Halil İNCEKARA

2 • Haziran’15 Haziran’15 • 3

EDİTÖR'DEN EDİTÖR'DEN

Page 4: Büyük Birader Seni İzliyor!

K anadalı İletişim Bilimci Marshall McLuhan ‘’Araç Mesajdır’’ ilkesini ortaya koymuştu. Bu slogan

ne manaya geliyor ? Esas itibariyle şu anlama geliyor: Sosyal Medya ve İnternet dünyayı algılayış tarzımızda köklü bir değişikliğe sebep oldu. Dünyanın öbür ucun-da olan gelişmeleri duymamızı, görmemizi ve oraya canlı bağlantı kurmamızı sağlayarak, duyu organları-mızın ulaşabildiği alanları genişletti. Eskiden gazete sutunlarından, yazılı olarak enformasyona ulaşırken artık internet ortamında video izleyerek aynı enfor-masyonu görebiliyoruz, programlar vasıtasıyla dünya-nın önür ucuyla interaktif bir iletişim kurabiliyoruz. Böylelikle enformasyonun bize geliş biçimi mesajın kendisi haline geliyor.

Türkiye’de toplumsal yaşamda sosyal medya ar-tık en büyük interaktif iletişim mecrası haline gelmiş durumdadır. Etrafımızda sosyal medya kullanmayan insan yok denecek kadar azdır. İnsanlar sosyal medya yoluyla fikirlerini beyan ediyor, sevdikleri müzikleri paylaşıyor, sevdikleri filmler hakkında yorum yapıyor, çektikleri resimleri paylaşıyor, bakanlara, milletve-killerine, idarecilere ulaşabiliyor ve daha bir çok işini sosyal medya üzerinden gerçekleştirebiliyor.

Sosyal Medya kullanıcı içeriğinin TA kendisidir. Geleneksel yazılı ve görsel medyada içeriği sunanlar eğitim almış profesyonellerken, sosyal medyada ge-nel olarak profesyonel olmayan geniş kitleler içeriği oluşturur. Görsel ve yazılı medyadan en büyük farkı

haber kaynağının kurumlardan, bireylere kaymasıdır. Kısacası Sosyal Medya kullanıcı içeriğinin yayıldığı, yayınlandığı, paylaşıldığı her türlü platformun genel adıdır.

Sosyal Medya kullanımı her geçen gün artmak-tadır. Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED) araştırmasına göre Facebook ağının toplam 1 milyar 150 milyon kayıtlı kullanıcısı var. 2013 yılında mobil cihazlardan 4.2 milyon insan sosyal ağlara giriş yap-mış. İnstagram’da yer alan fotoğraflara her saniye 8000 beğeni yapılmış. RT alan tweetlerin %28’i please retweet (lütfen retweet) cümlesini içeriyor. Facebook günde 665 milyon kullanıcı sayısına ulaşmış. Twitter ‘a günde 400 milyon tweet atılmış.

Sosyal Medya dünyasında içeriği üreten biziz. İçe-riği düzenleyip paylaşan editör biziz. Son merci olan genel yayın yönetmeni biziz. Sosyal ağlar aracılığıyla dağıtımını yapan biziz. Kimse bize sansür uygulaya-mıyor. Kimse bize onu yazma, bunu yaz, şu olmamış şöyle yap diyemiyor. Acaba sınırsız özgürlük alanımı-dır bu sosyal medya ? Sosyal Medya’da inandığımız ilkelerin, yaratıcının emirlerinin hükmü kalkıyor mu ? Sosyal Medya dünyasında Kur’an inanan insanlara ne kadar yol gösteriyor ?

Sosyal Medya dünyasında dehşet bir enformas-yon akışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Anlık sevinçlerle, anlık üzüntülerle, anlık kızgınlıklarla, anlık kahkaha-larla karşı karşıya kalıyoruz. Ani tepkiler veriyoruz

ondan sonra verdiğimiz bu tepkiler dolayı pişman-lıklar duyuyoruz. Kur’an bir hayat tarzıdır ve iletişim ile kişilerarası iletişim ile ilgili konuda da belirli ilkeler koymuştur. Eğer Kur’an ilkelerine ve emirlerine riayet edersek toplumsal yaşamın dijital boyutu olan sosyal medya’da arkadaşlarımıza mahcup olmayız ve fitne-ye, fesada alet olmamış oluruz. İnsanlara zarar getire-cek işlerin içine girmemiş oluruz.

Alay Edebilirmiyiz ?· 49/11 –· Ey iman edenler!· Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay

etmesin.· Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha

hayırlıdır.· Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler.· Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlı-

dır.· Birbirinizi, (Daha Doğrusu Kendilerinizi) Karala-

mayın.· Birbirinize Kötü Lakaplar Takmayın.· İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkma-

sı, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir!· Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimse-

lerdir.· Başkalarının gizli hallerini araştırabilirmiyiz ?

Bu durum ülkemizin içinde bulunduğu gündem ile çok ilintilidir. Ses kayıt dinlemeleri, gizli çekilmiş video kayıtları, insanların evlerinin içlerinin izlenmesi, in-sanların yatak odalarına girilmesi gibi bir çok ahlak-sızlıkla karşı karşıyayız. Bir kere şunu sormak elzemdir. Bir Müslüman bir insanı yasa dışı olarak gizli kapaklı bir şekilde dinleyebilir mi ? Bunu her türlü ortamda paylaşabilir mi ? Bir Müslüman bir insanın özel hayatı-nı kameraya alabilir mi ? Bu kameraya alınmış görün-tüleri izleyebilir mi ? Bu görüntüleri paylaşabilir mi ? Örneğin Deniz Baykal’ın, Cübbeli Ahmet hoca’nın, Mhp’li vekillerin olduğu iddaa edilen görüntüleri izle-mek veya paylaşmak doğrumuydu ? Dindar bir haber sitesi profili olan Habervaktim.com eliyle Deniz Bay-kalın görüntülerinin servis edilmesi Müslümanlar için büyük bir zillet değilmiydi ? Siyasal, sosyal, iktisadi her türlü alanda temel ilkeleri belirlemiş olan kitabı-mız Kur’an bu konuda ne söylemiş gelin bakalım, ce-vapları bulalım.

· Ey iman edenler! zandan çok sakının. Çünkü zan-ların bir kısmı günahtır.

· Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın.· Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.· Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini diş-

lemekten hoşlanır mı?· İşte bundan hemen tiksindiniz!· Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin

işten kendinizi koruyun.· Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder,

merhamet ve ihsanı boldur). Hucurat/12· Tecessüs Haramdır.· Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza

onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle ya-saklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere oldu-ğu gibi devlet yetkililerine de haramdır. “İdareci, halkın mahrem ve gizli hallerini araştırırsa onların ahlâkını ve düzenlerini bozar.” (hadis-i şerif).

Uydurulmuş Haberle Konuşabilir miyiz ?Sosyal Medya ağlarında bir çok haber ile muhatap

oluyoruz. Bazı haberler doğru, bazı haberler yanlış çı-kabiliyor. Hiç denetime muhatap olmayan bu ağlarda yalan, fitne ve fesadın yayılma olasılığı oldukça yük-sek. Özellikle sevmediğimiz, hoşlanmadığımız kesim-ler ve kişiler hakkında yapılan haberlere direk olarak atlıyoruz ve paylaşabiliyoruz. İki gün sonra haberin yalan olduğu ortaya çıkınca yüzlerce kişinin önünde mahcup oluyoruz. İnandığımız ilkeler bu konuda ne diyor bakalım.· 49/6. Ey iman edenler! Eğer bir fâsık-GÜNAHKAR-

SORUMSUZUN biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir toplu-luğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza piş-man olursunuz.Önümüze çıkan her türlü haberi yaymak bizi fitne-

nin, fesadın dağıtıcısı haline getirebilir. İnsanları, top-lulukları, kurumları birbirine düşürebiliriz. İnsanların birbirlerine karşı kin ve nefret biriktirmelerine sebep olabiliriz. Öyle kritik anlar olur ve öyle haberler alırız ki eğer araştırmazsak, olduğu gibi yayarsak insanların ölümlerine, yaralanmalarına dahi sebep olabiliriz.

Sorumluluk sahibi bir Müslüman yazıp yayınlaya-cağı haberleri ve bilgilerin kaynağını iyice araştırır. En-formasyon akışının içine kendini kaptırmaz, kendisini ve çevresini denetleyici görevi görür. Her önümüze gelen haberi nakletmek Allah’ın emirlerine ve pey-gamber efendimizin uygulamalarına karşı bir tutum sergilemektir. Sevmediğimiz insanlarla ilgilide mev-zularda olsa, tutumumuz vahyin temel ilkelerine göre şekillenmelidir.

Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük!Furkan Gençoğlu

www.twitter.com/hayatafurkanca

4 • Haziran’15 Haziran’15 • 5

Karantina Karantina

Page 5: Büyük Birader Seni İzliyor!

S osyal Ağ, Mark Zuckerberg’in efsanevi sosyal ağ sitesi Facebook’u yaratmasını ve sonrasında arkadaşları ta-

rafından kendisine açılan milyarlarca dolarlık tazminat davaları etrafındaki hikayeleri anlatıyor.

Filmin yönetimi “Seven” “The Fight Club” ve “Game” gibi filmlerden tanıdığımız başarılı yö-netmen Fincher’a, senaryosu ise West Wing dizisinden tanınan Aaron Sorkin’e ait. Film, yönetim, yazım, oyunculuk ve bütün diğer teknik notalarda gayet başarılı bir grafik çi-ziyor. Bu iki ismin dışında da birçok kaliteli isim filmin kamera arkasında yer alıyor ve kalitenin sadece bu iki isme bağlı olmadığını kanıtlanıyor.

Zuckerberg’in kız arkadaşı ile konuşma-sını izlediğimiz ilk sahne bize Zuckerberg hakkında birtakım ipuçları veriyor ve bazı düğümler atıyor. İlerleyen sahnelerde ise Zuckerberg’i daha iyi tanırken bu düğümleri de yavaş yavaş çözmeye başlıyoruz.

Normal insanlardan farklı oluşuna sürekli vur-gu yapılan Zuckerberg bunları hareketleri, yaşama bakışı ve tercihleri ile doğruluyor. Dolabını açtığın-da karşısına çıkan onlarca içki şişesinden ters duranı seçmesi dahi bir işaret olarak yorumlanabilir.

Zuckerberg, tam anlamıyla ‘online bir insan’ olarak tanımlanabilir. Yaşadığı ve hissettiği her şeyi blogunda yazan/yazmak zorunda hisseden genç beyin, bu yüz-d e n ile-

Hayatını Değiştir

ride sıkıntısını hissedeceği ve hiçbir zaman aklından çıkmayacak olan sıkıntı-lar yaşıyor. Aslında tüm mesele bu sıkıntıyı çözme yolunda attığı adımlar so-nucunda ortaya çıkan bir ‘dev’in kişisel bir mesele olmaktan çıkıp toplumları etkileyen, insanların hayat düzenlerine insanların rı-zası ile müdahale eden bir yapıya dönüşmesi olarak anlaşılabilir.

Bir günlük bir hukuki hesaplaşmada geçen film, olayların aktarımı sırasın-da geri dönüşler yaparak ‘o anlar’ı aktarıyor ve an-laşılması zor bir yapıya bü-rünüyor. Bu gizemli kurgu ise aslında seyirciyi filme bağlı tutuyor ve sürekli bir ritim sağlıyor.

Kızgınlık ve hırs ile kamçılanan Zuckerberg ‘The-Facebook’ öncesi bir takım alıştırmalar yapıyor ve her defasında da kazanan taraf oluyor. Bu alıştır-maları doğrultusunda kurduğu siteler büyük bir tepki alıyor ve halihazırda a-sosyal olan Zuckerberg için dayanması güç bir hal alıyor işler. Yine ‘alıştır-ma’ olarak yaptığı işler Zuckerberg’in etik anlayışını da sorgulamamıza neden oluyor. Genel geçer anla-yışlardan biraz uzak olan genç girişimciye hem ya-kın çevresinden hem de nispeten uzak insanlardan eleştiriler geliyor ama Zuckerberg karşısında olan bu insanları –zekasının da fazlaca katkılarıyla- ikna etmekte zorlanmıyor. Özellikle arkadaşları her yap-tığı işten sonra ondan gelecek yeni atılımları, bir adım sonrasını bekliyor.

Başta yakın arkadaşı ve TheFacebook’un uzun bir süre mali yükünü sır-tında taşıyan Eduardo olmak üzere birçok insan çeşitli tavsiyelerde bulu-nuyor ve ona hep ‘daha iyisinin’ nasıl olacağını söylüyorlar ama film bo-yunca bu tarz yönlen-dirmelere kendi mantık çerçevesi içinde olduğu sürece açık olduğunu his-settiren Zuckerberg –ta-biri caizse- herkese çalım atıyor ve dolaylı yoldan da olsa tüm kararları as-lında kendisi veriyor.

Evrensel insani değer-ler diyebileceğimiz birçok kavramı kabul etmeyen,

başarıya giden yolda her türlü yasağı çiğneyen Zuckerberg kariyer basamaklarını hızla tırmanırken çevresindeki insanları kaybetmek zorunda kalıyor. Sosyal medyanın ahlakının olmadığını –iyi ihtimalle sorgulanabilir olduğunu- Zuckerberg’in kişiliği üze-rinden okumak da mümkün oluyor böylece.

Facebook’a giden yolda yapılan her şeyin, atılan her adımın bir kadın-erkek ilişkisi sonucu olması ve insanlara bu minvalde sosyal ilişkiler yaşama şansı tanıması; insanların ise böyle bir vaade –tabiri ca-izse- atlaması bize altmesaj olarak çok şey anlatı-yor. İnsanlar bu tarz ihtiraslar ile hareketi bu ‘sosyal mecra’yı büyütmeye yetiyor, üstüne hiçbir müda-hale ve teşvik olmaksızın dönen bir çark olmasını sağlıyor.

Tüm etik sorgulamalar ve şeffaflık sorgulama-larına rağmen 2010 yılı itibariyle Facebook 600 milyon kullanıcıya yaklaştı, piyasa değeri 25 milyar dolar, Mark ise dünyanın en genç zengini.

Talha ULUKIR

6 • Haziran’15 Haziran’15 • 7

Karantina Karantina

Page 6: Büyük Birader Seni İzliyor!

MÜSLÜMANIN GÖRÜNÜRLÜK VEULAŞILABİLİRLİKLE İMTİHANI

Yusuf Talha AVCI

B ir insanın her anının ve bulunduğu tüm mekânların aynı görünürlük ve ulaşılabilirlik

derecesinde olmayışı aslında bizleri insan olarak hayvanlardan ayıran önemli bir faktör. Nitekim bizler hayvanlar gibi her ihtiyacımızı ulu orta her yerde görmüyoruz. Her ihtiyacın ulu orta yerde görülmesini de zıvanadan çıkmışlar gibi cesur pozlar ve yürek isteyen hareketler olarak da ta-nımlamıyoruz. Bunun olsa olsa bir hayvanlaşma emaresi olabileceğini söylüyoruz. Meseleyi bu

açıdan değerlendirip de şerefli bir şekilde ya-ratılmış olan insanın, hayvan seviyesine indir-genmesi ve hatta böyle seviyesizce bir duruma düşürülmesi “insan”a yapılan büyük bir hareket olarak karşımıza çıkıyor. Tabii insan, hayvanlar-dan bir hayvan, aklı olan ve sosyal bir hayvan olarak tanımlanırsa böyle bir rahatsızlığın duyul-ması gerekmeyebilir. Ama biz bundan rahatsızız. Çünkü biz Allah’ın yarattığı insanız. Ahseni Tak-vim üzere yaratılan insan. Yani en güzel şekilde…

Eşrefi mahlûkat olan insan. Yani yaratılanların en şereflisi olan insan… Görünürlük ve ulaşılabilirli-ğinin bir sınırı, bir adabı olan insan… Bu yazımız-da görünürlüğümüzdeki ve ulaşılabilirliğimizdeki sıkıntılara değineceğiz.

Alenileşen Birey

Müslüman bireyin görünürlük ve ulaşılabilir-lik problemleri sadece bedeni hususlarla alakalı değildir. Bu problem hayatın farklı alanlarında farklı şekillerde semptom vermektedir. Bunları aşağıdaki şekilde başlıklandırabiliriz:

1. Günlük Hayattaki Problemler2. Siyaset Alanındaki Problemler3. Kalplere Dadanan Problemler

1.Günlük Hayattaki Problemler:

a. Çıplaklaştırma Çabaları“ Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın mey-

vesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” (7/A’raf/22)

İslam, insanın hayatlarına nakşeden nice ayet barındırmaktadır ki, bu ayetler onun tüm haya-tını Allah’ın boyasıyla boyasın. Arada alacalı bu-lacalı bir şey kalmasın. İşte bunlardan birisi de örtünmeye dair emirlerdir. Rabbimiz bizlere “in-sanın tarihi” ile ilgili bilgi verirken atamız Adem as. ve eşinin yaptıkları ilk hatanın sonucu olarak “çıplaklıkla” baş başa kaldıklarını anlatır. Örtün-mek-giyinmek evvelden beri insana yakışmış ve bizi hayvanlardan ayıran bir özellik olmuştur. Ne gariptir ki insanı hak ettiği seviyeye çıkarma id-diasında olan günümüz uygarlığı ise tersine bir gidişle insanı olabildiğince çıplaklaştırma gaye-sindedir. Burada kapitalizmin ilahlarının kapita-lizmin bekası adına, kadını bile tüketmekten ka-çınmadıklarını fark ediyoruz. Görünürlüğe dair bu sınırsızlığı vadeden kapitalizm, ardından da kadının özgürlüğüyle “ulaşılabilirliğini” ilişkilen-direrek çağımıza derin bir sapkınlık aşılamaktadır.

b. İçimizdeki Sapmalar“Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi ör-

tecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (7/A’raf/26)

Allah insana tesettürü emretmiştir. Bunu sağlayacak olan elbiseler mevcut olsa da örtün-menin hakkını verecek olan elbiseleri ve örtüleri bedenimize bürümeden önce kalplerimize bü-rümemiz gereken takva örtüsüdür. Nitekim bu olmadan yapılan bir örtünme yetimdir, eksiktir. Bugün erkeklerimizle kızlarımızla Müslüman-lar olarak verdiğimiz tesettür sınavının zorluğu burayla alakalıdır. Takvanın bürümediği kalpleri başörtüleriyle şalvarla ve hâkim yaka elbiselerle bürüyemeyiz. Yediğimizin içtiğimizin reklamını ulu orta yapmamız da burayla alakalıdır. Burası biz Müslümanların vermekte zorlandığı görü-nürlük sınavıdır. O yüzden mümin için neyi, niçin yaptığını bildirecek, görüp taklit ettiklerini tahkik ettirecek bir iman gereklidir. Takvamızı ancak bu iman koruyabilir. Bunun yolu da Kur’an’la yoğrul-muş bir bilinçten ve ona teslimiyetten geçmek-tedir.

c. Ayıp Araştırmak“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.

Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arka-sından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksin-diniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (49/hucurat/12)

Bir mümine başkasının yokluğu üzerinden var olmak, başkasının eksikliği üzerinden prim yap-mak yakışmaz. Bize düşen kendi durduğumuz nokta itibarıyla bir iddia sahibi olmaktır, başka-larının durduğu noktaların alçaklığı ile meşruiyet kazanmak değil. Ancak bu hassasiyet göz ardı edildiğinde İslamın onaylamadığı davranışlar sergilenir. Kişi; kazanç, itibar, hırs adına komşu-sunun, rakibinin, ortağının vb. kusurlarının peşi-

8 • Haziran’15 Haziran’15 • 9

Karantina Karantina

Page 7: Büyük Birader Seni İzliyor!

ne düşer. Bir açık yakaladı mı mal bulmuş mağri-bi gibi saldırır da bu ayıpları ifşa eder. Bu ayıplar da genellikle üzerinden zaman geçmiş, tevbe edilmiş, pişman olunmuş hatalar olur. Velev ki öyle olmasın yine de örtülmesi gerekenleri gö-rünür kılma telaşına düşmüştür insan. Hâlbuki böyle bir durumla karşılaşan müminin nasıl ha-reket etmesi gerektiğini Peygamber as. bir hadi-sinde şöyle belirtmiştir: “Her kim bir müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin gör-mediği ve görmesini istemediği şeylerini ör-terse, Allah’u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği birşeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meyda-na çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıpları-nı örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” Hatta bu bağlamda Hz. Ömer ile kendisine dünürcü gelen bir kız babası arasında geçen konuşma manidar-dır. Kızının bir kusur işlediğini ve bunu da kızını istemeye gelenlere anlattığını söyleyen babaya Hz. Ömer’in cevabı “Allah’u Teâlâ’nın gizlediğini açığa mı vuruyorsun? Vallahi eğer kızın başın-dan geçenleri başka birine daha anlatırsan her-kesten önce cezanı ben veririm. Git, kızı diğer müslüman, temiz kızlar gibi evlendir.” olmuştur. Öyleyse bizlere kişilerin gelmişini geçmişini di-dik didik edip az bir dünyalık uğruna açıp döken olmak değil, içerisinde hiçbir ticaretin olmadığı dehşetli bir gün olan hesap gününde hesabımızı kolaylaştıracak şekilde hareket etmek düşer.

2.Siyaset Alanındaki Problemler“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına

düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” 17/İsra/36

Müminler bilgisizce, her duyduklarına göre hareket etmekten men edilmişlerdir. Yüklenmiş oldukları arınma ve arındırma misyonu bu cid-diyetsizliğe manidir. Onlar kendilerine ulaştırılan

haberleri onu değerlendirebilme konumunda olanlara ileterek işin en doğrusunu ortaya çıkar-maya ve ona göre hareket etmeye çalışırlar. Ve bu ilkeler gündelik hesaplar uğruna feda edilme-melidir.

Ayıp arama başlığında değindiğimiz problem-ler özelleşmiş bir saha olarak siyasal alanda daha bir göze çarpıyor. Kişi veya parti olarak bir siyasi figürün kendi rakiplerini itibarsızlaştırmak adına hayâymış, iffetmiş, iftiraymış, yalanmış gözet-meden konuşması siyasetin bir kara lekesidir. Bu zamanlarda siyasal operasyon yapmak adına or-taya dökülüveren kasetlerin cd marketliğini yap-mak müslümana düşmemelidir. Evet, Müslüman kendisine vadedenin kim olduğunu bilmeli, körü körüne kandırılmamalı, karşısına allanıp pullana-rak çıkartılan figürleri değerlendirme süzgecin-den geçirmelidir. Gafil olmamalı, her gösterilene aldanmamalıdır. Ancak bu gereklilikler onu kor-san cd tezgâhtarlığına sürüklememelidir. Nere-den geldiği belli olmayan, nasıl elde edildiği orta-da olan bu cd’lerin birilerinin dikizleme faaliyeti olduğu apaçık ortadadır. Rabbimiz ise “Çocuk-larınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendile-rinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah alîmdir, hakîmdir.” (24/59) diyerek yatak odalarına çocukların nasıl girece-ğine dair hükümlere Kitabında yer vermiş ve bir yatak odası adabı belirlemiştir. Hal böyleyken yatak odalarının alenileştirilmesine, herkesçe görünür ve ulaşılabilir hale gelmesine asla razı olmayacaktır.

Teknolojideki gelişmeyle mümkünlerin sınır-larının zorladığı bu zamanlarda bu görüntülerin oluşturulmasındaki kolaylık da ayrı bir problem-dir. Hal böyle olunca olayın boyutu iftiraya, iffetli kadınlara zina iftirasına ve yukarıdaki ayette ge-çen bilmediğimizin ardına düşmeye bizleri gö-türmektedir. Nitekim Hz. Ayşe’nin başından ge-çen İfk hadisesi bu iftiraların açık bir örneğidir ve olay ancak vahiy ile açıklığa kavuşturulabilmiş ve

müminlere böyle durumlarda nasıl hareket et-meleri gerektiği hatırlatılmıştır. Buna göre mü-minler ortada bir iftira varsa buna karşı çıkmalı ve bu iftiranın cazgırlığını yapan olmamalıdır. (24/11-19) Bu kirli hesaplardan medet umulma-malıdır.

3.Kalplere Dadanan Problemler“Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizledikle-

rinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalp-lerde olanı bilendir.” (64/Tegabun/4)

Ne yazık ki bu başlık altında ele aldığımız sapma diğer hususlardan daha farklıdır. Burada Allah’ın alanına girme söz konusudur. Sadece Allah’ın görüp ulaşabildiği yerlere kullardan bir kısmın da ulaşabildiği kabul edilmektedir. Bu bir kısım kullar ise çeşitli hocalar, şeyhler, mürşit-ler vs. dir. Kalplerde, sinelerde olanları Allah’ın bildiğine dair birçok ayet varken (64/4, 48/18, 33/51, 3/154, 3/167, 67/13, 35/38) bu kişiler adamın yüzüne bakıp da kalbinde ne olduğunu

görebilmiş hatta cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu

dahi söyleyebilmişlerdir. Ve mürşit müridinin yatakta sabaha kadar kaç defa döndüğünü bile-mezse o mürşide ancak dağda eşkıyalık yapmak yakışır denilmiştir. Hâlbuki bize “yahu benim şey-him mürşidim benim yatak odamı nasıl oluyor da biliyor, yatak odası bu yatak odası” demek düş-mez mi? Nitekim işte burası da kişinin Allah’ın görüp bileceği alanlarının açılıp ortaya döküldü-ğü yerdir. Bizim görünürlük ve ulaşılabilirlikle alakalı çok da önemsenmeyen ama perdelerin ısrarla yırtılmaya çalışıldığı bir problemimizdir…

Bugün tesettür örtülerimizden kişisel profille-rimize, ayıp bulmak için insanların hayatlarını di-dik didik edişimizden montaj kasetlere, kalpleri-mizden yatak odalarının gizli kamera kayıtlarına kadar zorlu bir görünürlük ve ulaşılabilirlik sınavı veriyoruz. Bir Müslüman olarak hayatımızı şekil-lendiren temel kaynaklara baktığımızda ise gerek ayetlerde gerekse Peygamber as.ın telkinlerinde bu hususlara dikkat çekilerek sunulan cevapları bulabiliyoruz. Öyle ki bu kirlerden ancak bu kay-naklarla yıkanırsak arınabileceğiz…

10 • Haziran’15 Haziran’15 • 11

Karantina Karantina

Page 8: Büyük Birader Seni İzliyor!

GENÇ ÖNCÜLER: Öncelikle sizi biraz İnternet-ten araştırdık ve daha öncede görüşmelerimiz-den biliyoruz, Genç Öncüler’de bir sunumunuz olmuştu. Sözlük geçmişiniz var, radyo geçmişiniz var. En son sosyal ve dijital medya kullanımının artmasından sonra Uluslararası Sosyal Medya Derneğinin kurulmasına öncülük etmişsiniz. Ne-den böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz? Kuru-luş aşaması nasıl oldu? Bize USMED hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

SAİD ERCAN: Tabi ki. USMED 2012 yılında ku-ruldu. Benim sosyal medya ve sosyal medya kav-ramı ile tanışmam ise 2008 yılında interaktif söz-lüklere üyeliğimle başladı. İnteraktif sözlüklerin cazip olan tarafı şuydu; Yazarlığınız onaylanıyor-du ve ondan sonra onaya düşmeden yazı yayın-layabiliyordunuz. Önceki interaktif platformlarda mesela işte web sitelerinde, edebiyat dergilerin-de bildiğiniz gibi yazılar bir editör grubuna gider

ve onaylanırsa yayınlanır, onaylanmaz ise ya-yınlanmazdı. Hatta forumlarda bile yazılar ona-ya düşerdi ondan sonra yayınlanırdı. İnteraktif sözlüklerin bu tarafı güzeldi. Yani size bir kere yazarlık veriliyordu ve siz o yazarlık üzerinden yazmaya başlıyordunuz. Ve ben şunu düşün-düm: İnteraktif sözlüklerin hepsi ahlaki kaygıları gütmeyen, küfrün serbest olduğu bir yere kadar cinselliğin serbest olduğu, anarşizmin alabildiği-ne serbest olduğu platformlardı ve bunların kar-şısında ahlaki kaygılar ile duran bir sözlük yoktu. İHL sözlük bu ihtiyaçtan dolayı kuruldu. Okul te-melli bir şey olsun dedim. İHL Sözlük olsun diye düşündüm ve çok tutuldu ikinci haftasından Ahmet Hakan yazdı. Üçüncü haftasından Hürri-yet yazdı, Habertürk yazdı ve biz birden popüler olduk ve Ekşi Sözlük’e 3-4 ayda kafa tutar hale geldik. Çok iyi dönüşler aldık ama tabi herkes şaşırıyordu ve hatta Ekşi Sözlük’te “İHL Sözlük

açıldı İslamcılar oraya gitsin, Müslümanlar oraya gitsin” denmeye başlandı. Çok sevindik bir çok yazar bizde üyelik açtı. Ben onları görüyordum admin olduğum için. Üyelik açtılar, yazdılar, çiz-diler sonra biz 2010 yılında 16 Mart Uluslarara-sı Vicdan Günü’nü yaptık. Bu süre zarfında Sırrı Süreyya Önder dahil işte Mustafa Armağan, Se-lahattin Yusuf, Tarık Tufan, Sibel Eraslan gibi çok ciddi bir ekip, 20-30 kişilik bir yazar ekibini bir hafta gibi kısa bir sürede topladık, bu etkinliği yaptık. Ciddi ses getirdi. Arkasından belgeseller yaptık. Çok ihtiyaç duyulan belgesellerdi bunlar çok da güzel oldu ve böylelikle sosyal medyaya el attık fakat İHL Sözlük o süre zarfında ciddi maddi yazılımsal sıkıntılar yaşadı. Bir script vardı ve 20 bin yazara ulaştığımız için yetmiyordu. Ya buna yeniden yazılım yapılması gerekiyordu bu da çok maliyetli bir şeydi. Türkiye’de yazılım hala çok pahalı bir şey ve gücümüz yetmedi o zamanlar. Düşünün daha yeni evlenmişsiniz, öğrencilikten kurtulmuşsunuz. Sonra İHL Sözlüğü başka arka-daşlarla güçlendirelim derken istediğimiz gibi gitmedi ve İHL Sözlükten ben ayrıldım ve arka-daşlara devrettim. Yıl 2011. Biz o sırada ne yapa-lım dedik. En azından Sosyal Medyada böyle bir eksik olmasın dedik ve biz arayış içerisindeyken, domain ararken, sosyalmedyahaber.com’a bak-tım ve çok şaşırdım çünkü alınmış olması lazımdı ama alınmamıştı işte biz o zaman Webrazzi’nin arkasından ikinci belki en büyük haber platformu olarak kurulduk. İşte arkasından sosyalsosyal.com geldi ve birden bloklar açılmaya başladı. Bu arada biz sosyalmedyahaber.com’da habercilik yapıyorduk, sosyal medya ve teknoloji hakkında haberler yapıyorduk. Bu sayede biz sosyal med-yayla ilgilenen işte bizim yönetim kurulumuzda olan Salih Çaktı, Mertcan Ermiş gibi arkadaşlarla da bir bağlantı kurduk ve bir habitat oluşturduk. Daha sonra yeni yazarlar aramıza katılmaya baş-ladı. Ve biz yine sosyalmedyahaber.com’da güzel işler yaptık. Sosyal medya kavramını sevdik ve dedik ki İnteraktif Sözlükler de geç kalmışız, sos-yal medyada geç kalmayalım ve bu anlamda sos-yalmedyahaber.com bizim için iyi bir şey oldu.

Bir yıl sonra da buradan tanıştığımız arkadaşlarla dedik ki biz bu sosyal medya birlikteliğini bir sivil toplum kuruluşuna dönüştürelim. Ama tabi şunu yaptık liyakat sahibi arkadaşlara ulaştık, yine sos-yal medya ve İnternet üzerinden ve iş yapan ar-kadaşlarla buluştuk ve arkadaşlar buyurun biz bir dernek kuralım dedik ve üç aylık bir çalışma-nın arkasından, tüzükleri hazırladık. Çünkü hep İnternette bir şeyler yapmıştık gerçek hayatta ilk kez bir şey yapıyorduk. Gerçek kimliğiniz, tüzü-ğünüz ve anayasanız ile birlikte bir sivil toplum kuruluşu bir devlet gibidir ve çok ciddi hakları vardır biliyorsunuz Avrupa›da ve yeni yasalar-da. Ve biz o genç arkadaşlarımızla Eylül 2012›de resmi olarak Uluslararası Sosyal Medya Derneği USMED’i kurduk. Çok ciddi bir teveccüh ile kar-şılandı, yine bütün medya organları bizi yazdı, haber yaptılar ondan sonra biz kurulur kurulmaz ilk sosyal medya eğitimimizi vermeye başladık üniversitelerde. Düşünün 600 saatlik bir eği-tim verdik. Hem öğrettik hem öğrendik, biz de eksiklerimizi gördük, kendimizi eğitmiş olduk. Ve biz USMED olarak açık alanları doldurmaya başladık. Yani Türkiye’de sosyal medya yalnızca dijital pazarlama olarak algılanırken, işte kapi-talizm bizim ürünlerimizi sosyal medyada nasıl sattırırız yönünde bakarken, biz bunun sosyolo-jik yönlerini, psikolojiye bakan yönlerini, sağlığa bakan yönlerini inceledik, insan kaynaklarına ba-kan yönünü irdeledik ve tabi siyasete bakan yö-nünü irdeledik. Mesela Meclisin Twitter karnesi diye bir rapor yayınladık ve ciddi ses getirdi, ana haberlere çıktı. Biz aslında USMED ile yola çıkar-ken şunu hedefledik: Biz öteki değiliz Türkiye’ye bir şeyler söylüyoruz onun içinde Türkiye’nin derneğiyiz ve Türkiye’nin derneği isek ona göre davranıp Türkiye çapında ve hatta uluslararası olarak çünkü bir şeyin uluslararası olması için illa ki Avrupa’dan veya Amerika’dan çıkmasına gerek yok. Türkiye’den de çıkabilir ve biz dünyanın ilk sivil toplum kuruluşu olduk sosyal medya ala-nında. Ve bununla ilgili yurtdışıyla da yazışma-larımız oldu. İşte İngilizce, Arapça hesaplarımızı açtık sürdürmeye çalıştık kendi imkanlarımızla

USMED Başkanı Said Ercan ile“Sosyal Medya”

Üzerine Konuştuk.

Röportaj: Asım Ebrar YILDIZ / Furkan GENÇOĞLU

12 • Haziran’15 Haziran’15 • 13

Karantina Karantina

Page 9: Büyük Birader Seni İzliyor!

ve bunların hepsini İnternetle tanışan gençler olarak yaptık. Arkamızda hiçbir holding serma-ye ve başka kurumlar olmadan yaptık. Ve kendi maaşımızdan işte belki kendi evimizin rızkından arttırarak yaptık ve gelinen noktada yakın bir za-manda USMED olarak ikinci genel kurulumuzu yaptık ve çok ciddi anlamda kaliteli bir ekip oluş-tu. Sosyal medya dediğimiz kavram çok büyük bir kavram fakat burada bir resmi kurum yok. Eğitim verecek kurumlarda çok ciddi bir eksiklik var. Bizim USMED Akademi bünyesinde 30’a ya-kın eğitmenimiz var ve bunlar eğitimler veriyor-lar. Kurumlara danışmanlıkları yapıyorlar, dev-lete danışmanlık yapıyorlar, devlet kurumlarına danışmanlık yapıyorlar. İşte en son Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sosyal medya eğitimi verdik ve bu bir devrimdi yani, hakikaten bu anlamda USMED bir boşluğu doldurmuş oldu.

GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medya bir sektör haline geldi, Türkiye Dijital Ajansı, Dijital Ofisi kuruldu ve şu anda şirketler ajanslardan yararla-narak sosyal medya konusunda çalışmalarını sür-dürmeye çalışıyorlar. Bu anlamda sosyal medya-nın sektör olarak geleceğini nasıl görüyorsunuz?

SAİD ERCAN: Biz arkadaşlarımızla şu anda dernek bünyesinde olsun, ajanslarla birlikte ol-sun, mesleki bir örgüt gibiyiz mesleki bir yapı-lanma gibiyiz ve arkadaşlarımızın ben iş yapış modellerini görüyorum. Bundan üç sene önce iş bulmakta zorlanan arkadaşlarımız şu anda müş-teri seçiyorlar. Bunun bir meslek ve gereklilik olduğunu artık herkes biliyor. İşte Türkiye›nin geçirdiği Van depremi, gezi olayları, Rabia ey-lemleri, sosyal medyada ciddi geri dönüşler aldı ve artık kimse sosyal medyanın gereksiz oldu-ğunu düşünmüyor. İnstagram bir salı pazarı gibi, herkes bir şey satıyor. Yani hem maddi anlamda çok ciddi bir sektör, ajanslar çok ciddi paralar kazanıyorlar. Ve sadece şunu düşünün: Amerika Forbes en zengin 500 listesinde artık genç giri-şimciler var, sosyal medyacılar var, e-ticaretçiler var. Dijital sosyal ağ platformları var ve bu liste sürekli gençleşiyor yani siz yeni bir girişimci ise-

niz ve gençseniz, yazılı bir projeniz varsa sektör için geleceksiniz. Ve şu an hakikaten sektör ar-tık yeterli insan kaynağı bulmada sıkıntı çekiyor.

GENÇ ÖNCÜLER: Peki siz eğitimler verdiğiniz söylediniz bu eğitimlerde başarılı olan arkadaşla-ra istihdam olanağı sağlıyor musunuz?

SAİD ERCAN: İster istemez bu habitat içe-risinde onlara bir yer bulunuyor zaten. Yani şu anda benim öğrencilerinden işsiz yok ama tabi eğitim tek başına yeterli değil. Kendini geliştiren arkadaşlarımızın hepsi çok güzel işler yapıyorlar. Evinden 2-3 tane firmaya freelance danışman-lık yaparak işlerini sürdürenler var. Home office şekilde ve bu insanlar çok rahat bir şekilde hem işini yapıyor hem zevk alıyor. Sosyal medyanın en iyi tarafı bu ve zorla sosyal medya işi yapan görmedim.

GENÇ ÖNCÜLER: Peki bir tweet atarak 10-12 bin lira kazananlar olduğuna dair haberler var, bunların doğruluk payı nedir?

SAİD ERCAN: 12 binler belki üç veya dört sene öncesinin fiyatıydı, şu anda 30 bin, 40 bin lira tweet başı ücret alanlar var. Fenomen diye tabir ettiğimiz çocuklardan da tweet başı 500-1000 lira alıp sinema şirketlerinde, e-ticaret şir-ketlerinde, haber sitelerinde reklam yapanlar var ve bu bir sektör.

GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medyanın sektör ha-line gelmesi, gelişmesi ve istihdam alanlarının açılması ile geleneksel medyayı nasıl etkiler. Ge-leneksel medya biter mi?

SAİD ERCAN: Geleneksel medya bitiyor de-mek çok büyük bir iddia olur çünkü medya çok önemli. Ben uzun vadede şöyle olacağını düşü-nüyorum: İletişimciler sosyal medya demiyorlar, yeni medya diyorlar çünkü sosyal medya demek onlara biraz zor geliyor. Yeni medya yani med-yanın yenilenmiş hali, devamı gibi bir şey ama sosyal medya sıfırdan gibi bir şey ve o koskoca profesörler sosyal medya hakkında yorum dahi yapamıyorlar ve bu alanı da küçümsüyorlar.

Oysa orada ciddi anlamda vatandaş gazeteciliği-nin arttığını görüyoruz. Artık Güney Kore’nin en büyük haber ajansı vatandaş gazetecilerinden oluşuyor ve o ajans altı katlı bir binada çalışma-larını sürdürüyor. Dünya vatandaş gazeteciliği ne doğru gidiyor. Muhabir bulundurma imkanı olmayan yerlerden gelecek bir tweet, gelecek bir haber çok önemli. işte mesela bir tweet vardı Tuncel Kurtiz öldüğünde. Ben geriye doğru git-tim o gün ve bir kişi saat 10:00’da yazmış. Tuncel Kurtiz komşumuzdu yanda öldü, muhtemelen siz de birkaç saate duyarsınız ve biz 12.00’da duyduk bunu yani sosyal medyayı takip ettiğinizde ha-berin kaynağına da çok çabuk ulaşma imkanınız oluyor. Onun için Julian Assange’ın bir sözü var sosyal medya ile ilgili. “Benim adımla MOSSAD’ı arattığınızda 1 milyondan fazla sonuç çıkıyor ar-tık ve ajanlar da bunu çok iyi biliyor, bir haberi kaynağından çıktığı zaman durdurmak çok zor olduğu için sosyal medyada kaynağı kurutmaya çalışıyorlar.” Sosyal medya da böyle, haber bir kere çıktığında durdurmak çok zor. Bununla ilgili Black Mirror diye bir dizi var, onun birinci bölü-mü ve dördüncü bölümü de izlenebilir.

GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medyanın dünyevi-leştirici bir etkisi var mı? İnsanların sosyal med-yada en mahrem hallerini paylaşma ihtiyacını hissettiklerini görüyoruz. İnsanlar neden bu hal-lerini sosyal medyada paylaşmak istiyorlar?

SAİD ERCAN: Aslında şöyle, sosyal medyayı bir panayır yeri gibi düşünelim. Panayırları bilirsi-niz. İnsanlar toplanırlar veya bir düğün düşünün bir dernek düşünün veya işte misal ben gelirken gittim en güzel gömleğini giydim falan filan. Sos-yal medya da böyle aslında orada da olurken en iyi şeylerimiz ile oluruz öyle değil mi, en iyi fo-toğraflarımız, en iyi yemeklerimiz, en iyi gezdiği-miz yerler, kimse İETT otobüsünde iken bak çok güzel seyahat ediyorum diye fotoğrafını koymaz, uçaktaki resmini koyar ama. Hayatta da öyledir önemli bir yere gittiğinizde en güzel gülüşünüzü takınırsınız, normal hayatta küfür ediyorsan ora-da etmemeye dikkat edersin. Aslında bir vitrin gibi sosyal medya. İnsanların vitrini çünkü sosyal medyada olmak istediğimiz insanız, olduğumuz değil ve bu çok önemli orada kafamızda bir kah-raman var. Said Ercan’ın kahramanı nasıldır, ha-

14 • Haziran’15 Haziran’15 • 15

Karantina Karantina

Page 10: Büyük Birader Seni İzliyor!

yat belki bazen bazı şeyleri olmamızı istememiş-tir ama orada olabilmeye imkan var, orada çok iyi bir yazar gibi durabiliriz, boynunuza fular takıp bir resminizi koysanız bir yazara dönüşebilirsiniz, bu kadar basit. Kendini yazar gibi gösterebilirsin. Böyle bir sürü çocuk oldu, mesela yazar bilmem ne diye hesap açıp, ismini vermeyeyim, daha sonra kitap yazıp yazar olan çocuklar var. Bir algı yönetimi yaptı, kendini yazar gibi gösterdi, kitap çıkarttı ve insanlar gitti kitabını aldı. Böyle, kesin-likle bir kalitesizliğin olduğu doğru, bir bilgi kir-liliği olduğu doğru fakat bunun zamanla çözüle-ceğini ve insanların zamanla yavaş yavaş normal hayatlarını da paylaşacağını düşünüyorum. Çün-kü hepimiz ortak bir sihir yapıyoruz aslında. Yani aslında ortak bir yalana sahip çıkıyoruz hepimiz onun için bunun zamanla kırılacağını, zamanla rayına oturacağını düşünüyorum. Çünkü yeni bir düzenin oturması zaman alır, sosyal medyanın da normalleşmesi zaman alacaktır. Fakat gittik-çe artık işte, canlı yayınlar publishing, yayıncılığa döndü sosyal medya. Yani sosyal medya size şu imkanı veriyor, siz bir kameraman olabiliyorsu-nuz, bir editör olabiliyorsunuz. Said Ercan med-yası olarak benim şu anda 100.000›in üzerinde farklı sosyal ağlarda takipçim var. En çok satan gazeteler sıralaması yaptığınızda ben ilk 10›a gi-riyorum yani bu çok ciddi bir güç aslında ve iste-diğimiz bir güç yani hani hep deriz ya işte sözün gücüne inanan, söz medeniyetinin çocuklarıyız. Doğu toplumları böyledir söz medeniyetinin ço-cuklarıdır. Sosyal medya aslında çok güzel bir şey veriyor, text tabanlı iletişim. Tarihte hiç kimse bu kadar yazmamıştır, hiç kimse de bu kadar oku-mamıştır. Hocalarımız hep ne olursa olsun oku-yun derlerdi sosyal medyada da insanlar bir şe-kilde okuyorlar. Deli gibi WhatsApp kullanıyorlar ve bu yazışarak kullandığımız bir şey. Düşünün artık amcalar, dedeler WhatsApp kullanıyor ve bu bir kazanım aslında text tabanlı iletişime geçi-ren bir kazanım. Burada önemli olan şey ise con-tent. Sosyal medyada tüketici misin yoksa üretici misin? Sosyal medyanın ilk halini düşünelim, Fa-cebook, Twitter kurulduğunda içinde hiçbir şey

yok, sen profil açıyorsun, ben açıyorum öteki açı-yor ve biz o contenti tüketiyoruz. Ben senin ar-kadaşın isem senin contentini görüyorum başka birisini görmüyorum. Öte yandan contenti sen üretmez isen kim üretirse onun görüşü kazanır. Ve tabi bir de işin içinde reklamlar var çünkü iyi bir pazar sektörü burası. Facebook reklamlarına siyasilerin, kurumların verdiği paralar çok deli paralar. İşte bu cari açıklar falan nereden artıyor diye soruyoruz, işte buradan artıyor. Google’a bugün verilen paralar çok ciddi paralar yani du-dak uçuklatacak paralar ve bunların yanında Go-ogle hem para kazanıyor hem de senin ülkenle ilgili data veri elde ediyor. WhatsApp 19 milyar dolara satıldı. Reklam var mı WhatsApp’ta yok. Türkiye’nin en değerli kurumu Tüpraş 4.4 milyar dolara satıldı. Dört kat fark var. Onun için sosyal ağlarda Türkiye maalesef tüketici. Onun için viz-yonun değişmesi lazım. Bizim çok acil yerli sosyal ağ, bugün yine söylüyorum hep söyleyeceğim çünkü yerli sosyal ağ yerli otomobilden daha de-ğerlidir, yerli arama motoru yerli otomobilden daha değerlidir. Bu projenin Türkiye gibi genç nüfusun çok fazla olduğu yerlerde acilen haya-ta geçmesi gerek. Bugün sosyal medyada soğuk savaş hala devam ediyor fakat biz şu anda soğuk savaşın Amerika tarafında yer alıyoruz.

GENÇ ÖNCÜLER: Peki siz günde kaç saat sos-yal medyayı kullanıyorsunuz?

SAİD ERCAN: Şimdi benim işim olduğu için, yani ben bu işten geçiniyor, para kazanıyorum. İçinde olmam gerektiğinden dolayı günde bir 7-8 saatimi rahat alıyor ama bizim önerimiz şu yetişkinler için, özellikle oyun ve sosyal medya bağlamını da düşünürsek 2-3 saatten fazlasını geçirmelerini önermiyoruz.

GENÇ ÖNCÜLER: Şu an Türkiye ortalaması 10 saate yakın. 3 saat mobil, 6 saat de masaüstü.

SAİD ERCAN: Çok yüksek. Şimdi özellikle ço-cuklar ve gençler için, kas gelişiminin, fiziksel ve zihinsel gelişiminin olduğu yaşlar bu yaşlar. On-ların burada çok daha az vakit geçirmeleri lazım.

Bakıyorsunuz küçücük çocuklar gözlük takıyor, işte kas gelişimi çok sağlam olmamış, doğru düzgün yürüyemiyor.Yani çocukların yeniden sokağa, doğaya yeniden oyuna yönelmesi lazım. Ve şu çok önemli, bunu çok vurguluyorum, bir insan nasıl insan olma sanatını başka bir insan-dan öğrenir, robottan öğrenmez, ama artık yeni robotlar geliyor, oyuncaklar bile robot. Oynadığı oyunlar robot. Robotlardan insan olmasını öğ-renemezsiniz. İnsan yok, muhatap yok karşısın-da, sosyal hayat bitmiş . Aile bile bitmiş. Bizim geleneğimizde ne vardır, akşam yemeği tüm aile oturur beraber yer, sohbet ederler. Şimdi o da kalktı. Şimdi onun için ölçü, denge çok önem-li. Dengeyi kaçırmadan güzel bir şekilde kulla-nılırsa sosyal medya ciddi anlamda bir iletişim aracı. Eşyada aslında bir sorun yoktur, eşyanın kullanımında bir sorun vardır. Artık hayatımızda telefonu olmayan kalmadı, telefonla açıp birine küfürde edebilirsin, birine kardeşim sabah na-mazına kalk da diyebilirsin, kardeşim hadi gel sohbete de diyebilirsin. Aracı nasıl kullandığınız önemli. Sosyal medya çok sihirli bir platform, iyi kullanılırsa vezir eder ama kötü kullanılırsa rezil eder. Bu yüzden daha dikkatli, daha özenli araş-tırarak ve bu işin arka planı nedir, bu platformu nasıl kullanabiliriz diye bakmamız lazım. Sosyal medya itibar yönetimidir. Yani siz çocuğunuzun bir videosunu koyduğunuzda sünnet olurken. O çocuk büyüdüğünde belki ondan utanarak haya-tını yaşayacak. Bunun Avrupa’da bir çok örneği var. Onun için bir video indirirken , bir yazı payla-şırken duble checking dediğimiz iki kere düşün-mek lazım. Sosyal medya ihmale gelecek, ıskala-nacak bir şey değil. Bunları bilerek kullanmakta fayda var.

GENÇ ÖNCÜLER: Peki Genç Öncüler okuyu-cusu gençlere özel tavsiyeleriniz var mı?

SAİD ERCAN: Şimdi 140 karakterlik bir tweet atarsanız, mikro bir content oluşturmuş olursu-nuz. Ya da bir fotoğraf koydunuz. İşte örneğin be-nimle çekilen bir fotoğrafınızı aldınız blogunuza

koydunuz. İşte biz şunları şunları konuştuk, ben şu dersleri aldım, ben şu konuda katılıyorum, şu konuda katılmıyorum dediğinizde, makro bir content oluşturdunuz ve bunu Google’a sundu-nuz. Aslında fenomenliğe adımda attınız, içerik üreticisi oldunuz. Herkesin tükettiği bir yerde üretici olmak, çok kıymetli bir şeydir. Bir süre sonra sizin görüşleriniz yavaş yavaş paylaşılma-ya başlanıyor. Ben televizyona nasıl çıkıyorum? Sosyal medya ve seçim yazıyorlar, Said Ercan’ın bir makalesi geliyor ve gel diyorlar. Bu sefer siz beni görüyorsunuz ve biz de çağıralım diyorsu-nuz. Bu iş böyle yürüyor. Mesele üretmek. Ancak üretebilirsek kazanabiliriz.

Said Ercan Kimdir?Uluslararası Sosyal Medya Derneği Genel Başkanı. Metin yazarı ve sosyal medya danışmanı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesi mezunudur. Va-tandaş Gazeteciliği, interaktif sözlük ve sosyal medya araçları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Said Er-can İstanbul Teknik Üniversitesi sürekli eğitim mer-kezinde eğitmenlik yapmış, konferanslar vermiştir. Yeni teknolojiler ve sosyal medya konularında maka-leler yazmakta, haberler yapmaktadır. Sosyal Medya Haber Genel yayın yönetmenidir.

16 • Haziran’15 Haziran’15 • 17

Karantina Karantina

Page 11: Büyük Birader Seni İzliyor!

İ nsan sosyal bir varlık ve bu yönüyle iletişim kurma ihtiyacı hissediyor. Hiç bir iletişim tek-

lonojisi ortaya çıkmamışken fısıltı gazetesi ile başlamıştı bu yolculuk. Sonra matbaayı keşfetti insan. Düşünceler yazıya döküldü, enformasyon çoğaldı ve yayıldı. İnsanlar okudular ve haberdar oldular. Orta Çağ Avrupasında skolastik düşünce zayıfladı, belli tabular yıkıldı. Krallıklar, Sultanlık-lar, hanedanlıklar zor günler geçirdi. Bir örgüt-lenme ortamı sağladı gazete tecrübesi. Sonra du-yuverdi insan. Enformasyon baş köşede üstünde

en güzel biçimde işlenmiş dantel örtülü olan sa-lonların gözbebeği radyolardan frekans frekans yayıldı. Öyle ki bir savaşın gidişatına etki edecek kadar büyük bir yankı uyandırdı bu alet. 1933 tarihli ‘Sekizinci Büyük Güç Olarak Radyo’ başlıklı konuşmasında Goebbels, ‘‘Radyo olmasaydı biz iktidara gelemez ve iktidarı etkin şekilde kullana-mazdık’’ diyecekti. Hitler’in Silahlanma Bakanı Albert Speer da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yargılandığı Nuremberg Mahkemesi’nde, ‘‘Rad-yo sayesinde 80 milyon kişinin özgürce düşüne-

bilme imkânı elinden alındı.’’ diye konuşacaktı. (1) Sonra hem duyduk hem de görmeye başla-

dık. Tele ekranlar girdi hayatımızda. Vizyonte-lede Cem Yılmaz’ın dediği gibi “Zeki Müren’de bizi görecekmi?” dedik belki. Zeki Müren bizi göremedi fakat biz bir çok hadiseye bu tele ek-ranlar sayesinde şahit olduk. Nice diktatörlerin devrilişine, kanlı savaşlara, harekatlara, darbe-lere ve daha bir çok yapıma. Dönem şartların-da devrim etkisi yaptı bu buluş. Tam “Orwell’ın kehaneti gerçek mi oluyor?” derken internet ve dijital meyda düzeni ile tanıştık. Transmedya dü-zeni ile tanıştık. “Transmedia storytelling” diye bir kavram kuşattı hayatımızı biz farkında olma-sakta. Öyküler filmlere dönüştürüldü. Filmler çizgiromanlara doğru genişledi. Sonra bilgisayar oyunlarını yaptılar. Bir baktık bu oyunlar cep te-lefonumuzda. T-shortleri üstümüzde, kolyeleri boynumuzdu. Bilgi çağına geçiyorduk ve artık her taraftan enforme ediliyorduk. Bilgi akış bize çaprazlama olarak geliyordu. Ve her kanal bir endüstriyi doğuruyor farklı alanların gelişmesine ve kalkınmasına vesile oluyordu. Öyle ki insanla-rın kafası karıştı epey bir süre. Kitapçılarda Halit Ziya’nın Yaprak Dökümünü gören bir abla şöyle sesleniyordu; “aaaa baksana yaprak dökümünün kitabı çıkmış!”

Tıpkı futbol takımları gibi diziler, filmler, oyun-lar kendi fanlarını oluşturdu. Mesajın aktarıldığı alıcı böylece kemikleşiyor, mesaja süreklilik ka-zandırılıyor ve bir vizyon çizmek için referans alınacak bir kitle inşa ediliyordu. Forum siteleri aracılığı ile başlayan fan club çılgınlığı önce Face-book aleminde hayran sayfalarına, sonra Twitter aleminde hastag kampanyalarına bıraktı kendini. Sert ideolojilerin fanatik takipçiliğinin yerini bu tip “oyunsallaştırılan” materyaller alıyordu. Artık yayılmacılık silahla değil, filmle, diziyle, internet oyunlarıyla vucut buluyordu.

Eskiden hepimiz fişlenme korkusu yaşardık. Fişlenmemek için konulan takma isimler, istihba-rat raporlarına girmemek için yazılara iliştirilen müstear isimler. Korku ve kaygı artık yerini sos-yal medya şeffaflığına bıraktı. Anonimlik bir yere

kadardı ve Facebook ile birlikte kendi irademiz ve isteğimizle kimlik bilgilerimizi sosyal alana ta-şıdık. Sosyal Medya hesaplarımızdan kimliğimizi apaçık ilan etmeye başladık. Hatta ismimizin ba-şına bu sefer kimliğimizi açık etme isteğiyle farklı tanımlamalar getirdik. Ortalık “TC ÇAPULCU AY-YAŞ X-Y”, “Must4f4 X-Y“ler ile doldu, taştı.

Eylemler örgütledik ve sanal örgütlenmeyi gerçeğe taşımaya başladık. Dezenformasyon bil-gi ile doğru bilgili çoğunlukla ayırt edemesekte garip bir güven duygusuyla sosyal medyadan sosyal meydana indiğimiz günler oldu. Tunus’ta, Mısır’da küresel çapta örgütlenmelerin fikir merkezi oldu bu alem. Nice diktatörleri demir-parmaklıklara hapsetti. Devrilmez denilen dik-tatörlerin sonu kanalizasyon çukurları oldu. İşçi grevlerinde Facebook aktif çalışan bir sendika iş-levi gördü bazen. #Direntofaş direnişi bunun en güzel örneğiydi yakın zamanda. En doğal haliyle işçiler dijtal medyada herhangi bir ideolojik gru-ba meyletmeden örgütlendiler, haberleştiler ve mobbing krizini aştılar. Bu hamleleri kazanımla sonuçlandı ve istediklerini hemen hemen aldılar. En önemlisi mücadele başlattıkları sarı sendikayı karşıt bir sendikada örgütlenmeden fabrikadan kovmayı başardılar.

Eğitimde transmedya çağına ayak uydurmaya başladık. Örneğin ben bu sene Halkla İlişkiler 2 dersini Prof. Dr. Ayla Okay hocamızın öncülüğün-de Facebook ve Twitter alemine dersimizi taşıya-rak, dijital medyaya içeriği taşıdık ve sadece sı-nıfta değil bu mecralarda da bilgi akışını sağladık. Ders kapsamında kurduğumuz şirketlerin Face-

Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya Okuryazarlığı

Yavuz Selim SANCAK

18 • Haziran’15 Haziran’15 • 19

Karantina Karantina

Page 12: Büyük Birader Seni İzliyor!

book ve Twitter hesapları aktif bir şekilde çalıştı. Twitter’da belirlediğimiz hastag üzerinden ders içeriklerini paylaştık. Kriz simülasyonları kurgula-dık ve feedback pratiği gerçekleştirdik.

“Dijital Medya çağın büyük biraderidir demiş-tim.” 1984 romanının baş kahramanı winston izlenmekten epey rahatsızlık duyuyordu. Çün-kü hayatına yapılan müdahaleleri direk olarak hissediyordu. Fakat bizler bu çağın winstonları kendi irademizle dijital ortamlar aracılığıyla biri-lerini izliyoruz ve kendi hayatlarımızı izlenmeye açıyoruz. “Amerikalılar bizi uzaydan izliyor.” Ef-sanesinin kayıtdışı kaldığı günlere doğru evrili-yoruz. Çünkü biz her gittiimiz yerde artık swarmlıyoruz. İnstagram’da, Facebook’ta, Twitter’da konum bildiriyoruz. Birilerinin bizi uzaktan izlemesi için ekstra bir çabalama zahmetine girmesine gerek yok. Bizleri izleyen ve baş-kalarını izlememize imkan tanıyan bu di-jital araçlarla stratejik işbirliği halindeyiz.

Peki bu ortamların

bize fayda mı sağlayacak yoksa zarar mı sağla-yacak ? İnternetin Öz Çocuğu: Aaron swartz’ın Hikayesi filminde Aaron Swartz’dan şu alıntı ya-pılıyor; “Birbirine zıt iki bakış açısı var. Her şey harika ve internet bu özgürlük ortamını yarattı. Ya da Her şey korkunç ve internet göz açtırma-yan, ne söylediğimizi gözetleyen ve kontrol eden araçları yarattı. İnternet her ikisini de yaptı. Han-gi tarafın kazanacağı ise uzun vadede bize bağlı.” Küreselleşme ve yeni iletişim teknolojilerinin ço-ğalması sonucunda hayatımızın bir parçası olan dijitalleşmeden kaçışın pek mümkün olamadığı-nın farkındayız. Kör bir dijital düşmanlığı yapma-nın veya paranoya pompalamanın kimseye bir faydası yok. Biz bu dijitalleşme karşısında, trans-medya atakları karşısında ne üretiyoruz. Nasıl bir kullanım klavuzu ortaya koyuyoruz. Bir virüs programımız var mı ya da iyi bir eşikbekçisimiyiz bunları tartışmamız lazım.

Çokça şikayet edilen algı operasyonlarından, reklamların tüketime teşvik edici etkisinden en hafif zararla çıkmanın en güzel yolu, planlı bir şekilde yürütülecek olan “Yeni Medya Oku-maları” ya da “MedyaOkuryazarlığı” eğitimleri-dir. Bu eğitimler Avrupa’da zorunlu halde iken Türkiye’de özel okullarda okutulmaya başlanmış, devlet okullarında ise seçmeli ders pozisyonun-da kalmıştır. Dersi modere edecek kişi medya okuryazarlığı eğitimi ve formasyonu almış bir iletişimci olmalıdır. Yeni iletişim teknolojilerinin

çaprazlama olarak mesaj aktardığı bu çağda “Winston” pozisyonuna

düşmemek için bu eğitimlerin başlatılması önemlidir. Bu eğitimlerin başla-masından daha önemli olan mesele ise bu eği-timleri verecek eğitim-cilerin yetiştirilmesidir.

Ey Genç,Senin ömrünü Allah yolunda harcamaya ve Arşın

gölgesinde gölgelenecek zuhur olmaya niyetin yok mu? Nedir bu başıboşluk ve izsizliğin yolu? Allah’ın izi sana yetmedi mi? Allah’ın boyasından güzel boya mı var ki?

Her şeyi görüyor ve yaşıyorken kulak kapatamazsın. Duyan adam kulaklarını ne kadar sıkı tıkasa da, ses sı-zar. Sorumlusun kardeşim, her hıçkırığın ve inlemenin sesinden sorumlusun. Yarın Allah sorar, ne yaptın? Bun-ları duyan ve okuyan sensin, bir başkası değil. Demek ki senin bir şeyler yapman lazım, onun bunun değil. Akşam rahat uyuyamazsın kardeşim, önüne gelen yemeğe laf söyleyemezsin.

Burası hesabın olmadığı amel yurdu ve yarın amelin olmadığı hesap yurduna göçeceksin. Kapılar senin tüm yüklerini sıyırırken bir tek amellerin sana yapışıp kala-cak ve sen onunla ilerleyeceksin. Peki seni hangi güzel işin çıplak bırakmayacak ve hangi amelin zırhın olacak? Uykuların mı, yemeklerin mi, diplomaların mı yoksa su-suşların mı? Vallahi ilk önce senden bunlar ayrılacak! Ayrılıp tartının aleyhine gidip ilk bunlar oturacak. De-ğer mi kardeşim bu güzel ömrü, ateşin yaktığı bir kağıt parçasına adamaya? Değer mi gözlerin açıldıktan sonra, sana hiçbir şey vermeyen saatlerce uykuya? O gün açıl-maz mı gözlerin, haberlerde göz yumduğun kardeşleri-nin durumlarına? Ve sanıyor musun ki hepsi gelip hesap sormasın birer birer senden? Hani görmemiştin, hani senin umurunda değildi? Ama soruldu, ilk de sana so-ruldu. Sen gençtin, Müslümandın ve sorumluydun. Ama sen mirasını ve tüm zenginliğini yangının ortasında bırakır gibi bıraktın gençliğini. Altın rengine boyanmış bir dünyayı gerçek sandın. Aldandın ve ona kapıldın. Öyle ya, seni ölüm anında ilk bırakacak olan da o değil mi?

Ne sandın kardeşim? Sen böyle başıboş yaşarsın ve her şey güzel olur mu? Bunca acı ve sorun varken, kanalı değiştirince dertler yok olur mu? Olmaz kardeşim! Hele sen kanal değiştirince hiç olmaz. Senin kalkman lazım, o kanalları tek tek izlemen, haberleri okuman, takip etmen lazım. Harekete geçmen lazım. Gençlik, akşam namazı vakti gibi kısa ve hızlıdır. Sen kalkmazsan yatsın okunuverir ve fark etmezsin.

Söyle kardeşim amacın nedir senin? Emperyalist düzenin diplomalı kölesi olmak mı? Yoksa kapitalist düzenin uyuşturduğu bir Müslüman olarak kalmak mı? Sonunu nasıl görüyor gözlerin? Hangi kanın boyadığı rü-yaları görmektesin? Uyan kardeşim, vallahi uyan! Yarın kurtaracak olan diplomada yazan kelam değil inan. Ha-rekete geçecek güç sende. Sen İslam’ın beklediği ve dua ettiği geleceğisin. Uyan ve harekete geç. Sadece Kuran okuyabiliyor olmak kurtarmaz. Bilgiler yüklü akıllar alim olmaz. Niyetin ciltlerce kitap taşıyan merkep olmak mı?

Kendine yol çizmelisin, çizeceksin. Hem ilim yönün-den gelişecek, hem de harekete geçeceksin. Davası İs-lam olan gence, arşın gölgesinin talibi derler. Davan da senden hareket bekler.

Ya Hadi, bizlere bu halis niyetimizde hayırlı kapılar aç ve istikrar nasip et. Kalpler Senin elindedir ve Sen istedi-ğini ilerletir, yükseltirsin. Bizleri davamızın yılmaz genç-leri eyle. Yolunda harcanmış bir gençlik nasip eyle. Amel edemeğimiz ilimden koru ve sakındır Ya Rab.

Ya Mucib, bizleri böyle derin bir Sen duyarsın. Sen duyunca gerisi sağır olsa da koymaz insana. Bir nefes daha gaflette bırakma bizleri. Biz mutlak olan ölümü,

Senin yoluna adamış gençleriz. Muhakkak ki, Senden daha güzel bir dost

yoktur. Bizleri Veliyy ismi-ne layık gençler eyle ya

Rab. Amin. İnnâ lillâhi ve

innâ ileyhi râciûn.

GENÇLİĞE MANİFESTO Rabia AKTAŞ

20 • Haziran’15 Haziran’15 • 21

Karantina Karantina

Page 13: Büyük Birader Seni İzliyor!

İ slam coğrafyalarında oluk oluk kan ve göz-yaşı akmaya devam ediyor. Yanı başımızdaki

Suriye’de 5 yıldır süren bir savaş var. Bu 5 yılda 23 milyonluk Suriye’de her üç ki-

şiden ikisi evinden yurdundan uzakta yaşamak zorunda kaldı.

5 milyon Suriyeli ülke dışında (Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Avrupa vs) yaşıyor. 10 milyon Suriyeli ise ülke içinde kendince daha güvenli gördüğü yerlere sığınmış.

Hums, Yermük gibi yerlerde yaklaşık 4 milyon insan kuşatma altında tutulduğu için istese dahi göç edemiyor.

Savaş öncesi, merkez nüfusu 5 milyon olan Halep’te şimdilerde 250 bin insan ancak yaşıyor.

Büyük şehirlerden başka orta ölçekli köyler bile Esad tarafından sürekli bombalanıyor.

Esad’la beraber anılmaya başlanan “Varil Bombaları” koca binaları yerle bir etme gücüne sahip. Bu yıkım etkisiyle beraber 400m2’lik bir alanı tamamıyla yakıp kül etme gücü de var. Bu nedenle yıkımdan sağ kurtulanlar yanmaktan kurtulamıyorlar. Kimyasal ve diğer silahları an-latmaya yer yok.

Suriye içindeki insanlar, kan, gözyaşı ve sefa-letle iç içe bir yaşam mücadelesi veriyor.

Her an bombalanma, yolunun kesilmesi kor-kusu, insanların psikolojisini bozmuş.

İnsanlar sadece Esad zulmünden kaçmıyorlar; IŞİD zulmünden kaçan insan sayısı da pek az değil.

Türkiye sınırında, 200’den fazla kampta yakla-şık 300 bin insan yaşıyor.

Elektriğin, suyun, kanalizasyonun olmadığı bu kamplarda bunca insan dışarıdan gelecek bir parça ekmekle karınlarını doyurmaya çalışıyor. 4 yıldır çadırda yaşayan insanlar var.

Yazarken “4 yıl” çok basit geliyor. Çok de-ğil, sadece 4 gün tüm aile bireyleriyle beraber 10m2’lik bir çadırda yaşadığınızı hayal edin; mah-remiyet yok, konfor yok, temizlik yok, toz toprak içinde bir yığın paçavra ile yaşamak. İnanın 4 gün bile insanın psikolojisini bozmaya yeter.

Sizler de tahmin edersiniz ki geceleri açlıktan ağlayarak uyuyan çocukların sayısı pek az değil.

Çatışmaların yoğunlaştığı yerlerden (daha çok sınıra yakın) güvenli yerlere kitlesel göçler oluyor. Bu nedenle ülke içinde çok sık göç dalga-ları yaşanıyor.

Suriye Raporu

Ülkede eğitim bitmiş. Eğitimli ve varlıklı in-sanlar ülkeyi terk etmiş.

Eğer bu savaş bir 10 yıl veya daha fazla süre-cek olursa, ülke Esad’tan kurtulsa dahi bu sefer de ne ülkeyi idare edecek eğitimli insanlar ne de iş üretecek esnaf kalmayacak.

Her savaşta olduğu gibi bu savaşın da asıl mağdurları kadınlar ve çocuklar; Suriyeli yetim sayısı şimdiden 1 milyon oldu.

7-8 yaşında tecavüze uğramış yüzlerce çocuk örneği var.

Batılı Misyoner kuruluşlar, organ mafyaları Suriye’de cirit atıyor.

TÜRKİYE’DE SURİYELİ MUHACİRLER:

Türkiye’de 1,8 milyonu kayıtlı, (tahminen) 500 bini kayıtsız olmak üzere 2,3 milyon civarın-da Suriyeli muhacir var.

2,3 milyonluk nüfusun 260 bini AFAD tarafın-dan sınır illerde kurulmuş Mülteci Kamplarında yaşıyor. Geriye kalan yaklaşık 2 milyonluk kitle, yerleşim birimlerinde kendi imkânlarıyla yaşam mücadelesi veriyor.

Bu yazıda ağırlıklı olarak (AFAD Kampları dı-şında) kendi imkânlarıyla yaşam mücadelesi ve-ren Suriyelileri işleyeceğiz.

Asıl yoğunluk sınır illerde yaşanmakla bera-ber Türkiye içerisine dağılmış çok sayıda Suriyeli muhacir var.

Türkiye’deki Suriyelilerin yaklaşık 100 bini Suriye’ye girip çıkmakta. Yine bu kitlenin yaklaşık 300 bin kişisi iş ve daha rahat bir yaşam umuduy-la Türkiye içerisinde yer değiştirmektedir.

Türkiye’deki Suriyeli Muhacirlerin başlıca so-runları:

a) Barınmab) İstihdamc) Sağlıkd) Eğitime) Psikolojik Yıkım

BARINMA: Doğal olarak sınır il ve ilçelerimiz, en çok göç alan yerler oldu. Kimi yerde yerel nü-fus ile Suriyeli nüfus başa baş gidiyor. Hal böyle olunca ev taleplerinde patlama yaşandı.

Ev fiyatları arttı. Daha önce bedavaya bile oturulmayan köhne yerler için ciddi rakamlar te-

laffuz edilmeye başlandı.Kimi yerlerde ev bulunamadığı için depovari

dükkânlarda kalan aileler var. Aynı çatı altında birden fazla ailenin yaşadığı yerler bir hayli fazla.

Bugün binlerce aile rutubetli, ışıksız ve yıkık/dökük evlerde yaşıyor. Ve her kira döneminde fi-yatlar katlanarak artıyor.

İSTİHDAM: Aslında en büyük sorun istihdam/işsizlik; insanlar bir gelir kaynağı bulduktan sonra barınmayı, sağlığı, eğitimi bir şekilde halledebi-liyor.

Merkezi Hükümet 2 yıldır Suriyelilere istih-dam sağlamayı vaat ediyor fakat halen atılan so-mut bir adım yok.

Muhalefet, ülkedeki bunca işsizliğe rağmen Suriyelilerin ülkeye kabulünü sıklıkla eleştiriyor. Hükümet, çalışma izni verdiğinde bu konuda cid-di bir eleştiri ve tepki gelmesinden çekindiğin-den olsa, konuyu geveliyor ama somut bir adım atmıyor.

Bu insanlara çalışma izni vermeyip avuç aç-mak zorunda bırakmak büyük bir zulüm. Bunun ne onlara ne de bize bir faydası yok.

ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkeler ekono-milerini ve işgücünü dinamik tutmak için her yıl programlı olarak dışarıdan göç alırlar. Eğer biz de belli bir çalışma politikası oluşturabilsek, bu in-sanlar bize yük değil motor olurlar.

Ama ne yazık ki çalışma izni vermeyerek 2,3 milyon insanı asalak konumuna koyup hem onla-rı incitiyor hem de sırtımıza yük ediyoruz.

Suriyeliler içinde kendi alanında çok başarılı akademisyenler, işadamları, sanatçılar, zanaatkâr insanlar var. Bunlardan faydalanmak yerine bun-ları evde oturmaya mahkûm etmek hem onlara hem de bize büyük zulümdür.

SAĞLIK: Suriyeli muhacirlerden AFAD üzerin-den kayıt yaptıranlar, kayıt yaptırdıkları il sınırları içinde ücretsiz muayene olup ilaç alabiliyorlar.

Bazı illerdeki Sağlık Müdürlüklerinin, AFAD birimlerinin anlamsız bürokratik işlemleri yüzün-den ve hastanelerde dil sorunu nedeniyle Suriye-liler bu imkândan yeterince faydalanamıyorlar.

Ama genel yaklaşım ve uygulama, sağlık so-rununu büyük ölçüde çözmüştür.

22 • Haziran’15 Haziran’15 • 23

Karantina Karantina

Page 14: Büyük Birader Seni İzliyor!

EĞİTİM: Suriyeli muhacirler 5 yıldan beri ül-kemizde yaşamalarına rağmen ancak 2 yıl önce eğitim konusu yetkililerimizin aklına gelebildi.

Geç adım atılmasına rağmen MEB bu konuda samimi davrandı. 2014 Kasım ayında Türkiye’de-ki tüm Suriye okullarına el attı. Suriyelilerin yo-ğun yaşadıkları illerde MEB’e ait bazı okullardan yarım gün eğitim yapanlarını Suriyeli öğrencilere tahsis etti.

Türk öğrencilerin eğitimi bittikten sonra Su-riyeli öğrenciler eğitime başlıyor. Bu okullarda Suriyeli Öğretmenler, Arapça olarak kendi müf-redatlarını işliyorlar. Ekstradan Türkçe dersi var.

En son kayıtlara göre ülkemizde 276 adet Su-riye Okulu var. Bunların 24 tanesi AFAD kampla-rında eğitim veriyor. Bu okullarda kayıtlı 247 bin öğrenci var.

Ülkemizde okul çağında olan Suriyeli sayısı yaklaşık 900 bin. Bu istatistikten de anlaşılacağı üzere okuması gereken 4 çocuktan ancak bir tane-si okuyabiliyor, diğer üç kişi eğitimden mahrum.

Güzel adımlar atılmasına rağmen eğitim ala-nında çok sorun var:

Bu okullarda eğitim veren öğretmenlere

maaş verilmiyor. UNİCEF’in MEB üzerinden öğ-retmenlere verdiği aylık 220 USD eğitim desteği var. Bu rakam o insanların aylık kirasına bile zor yetiyor.

Bu okullara kayıt yapan öğrencilerin 1/3’ü ulaşım olmadığı için yılı tamamlayamıyor.

10 yaşından büyük erkek çocukların önem-li bir kesimi çalışmak zorunda bırakıldıkları için okulu bırakıyorlar.

İHH’nın kurmayı planladığı (Suriyeli Öğrenci-lere yönelik eğitim verecek olan) “Okul TV”nin faaliyete geçmesi durumunda okul bulamayan veya çalıştığı için okula gidemeyen Suriyeli Öğ-renciler için büyük fırsat olacak.

PSİKOLOJİK YIKIM: Suriyeliler çok zor bir imti-han geçiriyorlar; zorluk üstüne zorluk yaşıyorlar.

Bir yanda yaşadıkları ölüm ve yıkım diğer yanda vatanlarından uzakta yokluk ve zorluklar içinde verdikleri yaşam mücadelesi. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi sığındıkları ülkemizde (az da olsa) bazı insanların itici ve dışlayıcı tavrına ma-ruz kalıyorlar.

Kendi gözleri önünde yakınlarının ölümüne şahit olmak, tecavüze, hakarete maruz kalmak,

varlık içindeyken birden avuç açar hale gelmek, çaresizlik ve belirsizlik…

Maalesef her savaşta olduğu gibi bu duru-mun da en büyük mağdurları; kadınlar ve çocuk-lar. Tüm bu yaşananlar yetmezmiş gibi gördük-leri şiddet ve baskı kadın ve çocuklara ikinci kez yıkım yaşatıyor.

Burada anlatmamızın bile psikolojimizi boz-duğu bu halleri o insanlar bire bir yaşadılar. Suri-ye toplumunun uzun bir süre psikolojik rehabili-tasyon görmesi gerekiyor.

ENSARLIK GÖREVİNİ YAPABİLİYOR MUYUZ?Bu savaş, sadece Suriyelilerin değil aynı za-

man da bizim de imtihanımız. Biz de duruşumuz-la, yaptıklarımız veya yapmadıklarımızla imtihan oluyoruz.

Ülke insanımızın büyük çoğunluğu üzerine düşen Ensarlık vazifesini yapıyor. Fakat Milliyetçi kesim (Türk-Kürt) ile Hatay, Adana, Mersin böl-gesindeki Nusayrilerin önemli bir kısmı Suriyeli-lere hasmane davranıyor.

Diğerlerine oranla daha az muhalefet eden Türk Milliyetçileri, klasik “Elin Arabından bana ne..?” tutumu içindeler.

PKK sempatizanı Kürt Milliyetçileri, Kuzey Suriye’de PYD güçleri ile IŞİD örgütü arasında yaşanan çatışmadan dolayı, Türkiye’ye gelen (Suriyeli Kürtler hariç) tüm Suriyelileri düşman görüyor.

Ülkemizdeki Nusayri Alevileri, kendilerini Esad’a (Nusayri olduğu için) yakın görüyorlar. Direnişçileri, Suriye’deki Nusayrileri toptan yok edeceğini iddia ediyorlar. Bu nedenle Nusayrile-rin büyük çoğunluğu ülkemize gelen Suriyelilere karşı hasmane bir tutum içindeler.

Ak Parti’ye muhalefet edenlerin bir kısmı da kendilerini Suriyelilere karşı tavır almak zorunda hissediyorlar.

Amele, garson, tarım işçisi, hamal gibi vasıfsız işlerde çalışan vatandaşlarımızın bir kısmı, iş bu-lamadıkları vakit bunu Suriyelilere bağlayıp tepki verdikleri oluyor.

Yaşanan mazlumiyetten dolayı toplumun bü-yük çoğunluğu Suriyelilere merhametle yaklaşı-yor. Bu yüzden karşıt olanlar çok fazla seslerini yükseltemiyorlar. Fakat Suriyelilerin yapacağı en ufak bir yanlışı dört gözle bekleyen, bunu pro-vakatif eyleme çevirecek azınlık bir kesim var ki bunlara dikkat etmek lazım.

24 • Haziran’15 Haziran’15 • 25

Karantina Karantina

Page 15: Büyük Birader Seni İzliyor!

SURİYELİ KUMA OLGUSU VE EVLİLİKLER:Ülkemizde, özellikle Güneydoğu illerimizde

her bekâr/dul Suriyeli kadına potansiyel “Kuma” gözüyle bakılıyor.

Türkiye’de, evlenememiş, yaşı geçmiş veya ikinci evlilik peşinde olanlar, sanki bu zor şartlar altında Suriyeli aileler kız çocuklarını vermek için dört gözle kapının çalınmasını beklediklerini sa-nıyorlar.

Güneydoğuda kadınların önemli bir kısmı bu yüzden Suriyelilere karşı tavır takındıkları görü-lüyor.

Bu haksız ve yakışıksız yaklaşım, Suriyelileri hem incitiyor hem de tedirgin ediyor.

Yaygın olmamakla beraber bizim vatandaşlar ile Suriyeliler arasında evlilikler oluyor. Kültür ve dil farklılığı yüzünden boşanmalar olsa da yaygın bir durum değil.

SURİYELİ MUHACİRLERDE AHLAKİ DURUM:Bunca sıkıntıya ve yokluğa rağmen mevcut

örneklerinin aksine, Suriyelilerde istisnai vakalar dışında fuhuş, hırsızlık, uyuşturucu gibi gayrı ah-laki durumlar yaşanmıyor.

Medyada ve fısıltı gazetelerinde fuhuş haber-leri sıklıkla çıksa da onlara göre çok müreffeh bir hayat yaşayan bizlerin bu alandaki suç oranına ulaşmış değiller.

Geleneksel ahlaki değerler ve tutum, Suriye-lilerin adi suç işlemelerine fazla fırsat vermiyor. Ama ileriki dönemler için bu kadar olumlu ko-nuşmak mümkün olmayacak.

Suriyeli gençler çok hızlı ahlaki erozyon ya-şıyorlar. Hem toplumsal hem de siyasi baskılar altında yaşayan Suriyeli gençler Türkiye’yi bir öz-gürlükler cenneti gibi görüyorlar. Özellikle genç kızlarda bizim kızlara büyük bir özenti var.

Suriyeli gençler, bir yanda geleneksel ahlaki yapıları ile diğer yanda bizim topluma olan hay-ranlık/meyil arasında bir ikilem yaşıyorlar.

Yarın bu insanlar ülkelerine dönseler bile, biz-den kapacakları “dünyevileşme/sekülerleşme” virüs yüzünden ciddi bir toplumsal çalkantı/kriz yaşayacaklar.

Şu an yaşanan maddi zorluklar atlatıldıktan sonra Suriyeli aileler içinde eski ve yeni nesil ara-sında ciddi çatışmalar ve dağılmalar kaçınılmaz gözüküyor.

SURİYELİLER SAVAŞ BİTTİĞİNDE ÜLKELERİNE DÖNECEK Mİ?Bizim yaşadığımız bir Almanya tecrübesi var:İlk gidenler, birkaç yıl çalışıp para biriktirdik-

ten sonra dönme hesapları yapıyorlardı. Fakat orada kalışları uzadıkça ve orada büyüyen çocuk-ları dönmek istemeyince kendileri de mecburen orada kalmak zorunda kaldılar.

Aynı psikoloji Suriyeliler için de geçerli. İlk başlarda Suriyelilerin tamamına yakını ül-

kelerine dönmek üzere Türkiye’ye gelmişlerdi. Fakat bu insanların Türkiye’deki kalışları uzadıkça geri dönmek isteyenlerin oranı azalıyor.

Yaşlı kesim dönmekten yana ama genç nesil, kendilerini Türkiye’de özgür hissediyor; şimdilik sahip olamasalar da ileride zengin olma, lüks yaşama fırsatını bulacaklarını umuyorlar. Bu yüz-den genç nesil Türkiye’de kalmaktan yana.

Türkiye’nin savaş sonrası Suriyelilerin kalma-sına yönelik tavrı esas belirleyici olacak. Ama Türkiye geri göndermek istese bile büyük bir ço-ğunluk Türkiye’de kalmak için tüm şartları zorla-yacaktır.

TÜRKİYENİN SURİYE POLİTİKASIDOĞRU MU?Esad’a karşı direnişçilerden yana tavır almak,

Suriyeli Muhacirlere sınırları açmak doğru bir ka-rardı.

Fakat Türk Hükümeti, Esad’la ilişkileri kopar-mada acele etti. Direnişçilerden yana tavır al-makla beraber düşük seviyede de olsa Esad’la ilişkiler devam edilebilirdi. Kısmen de olsa ara-buluculuk görevi yapabilir, böylece daha az kan dökülmesini sağlayabilirdi.

Türkiye acele etti; Esad’ın birkaç ayda yenilip kaçacağını sandı. Batılı ülkelerin Esad’a karşı cid-di tavır alacağını sandı. İran ve İsrail faktörünü iyi hesaplayamadı.

Zamanlama ve bazı tercihlerde yanlışlar ya-pılsa da genel Suriye Politikası doğrudur.

TÜRKİYE’NİN MÜLTECİ POLİTİKASI: Türkiye’nin Suriyeli Muhacirlere kapılarını aç-

ması doğru bir karardı. Ağır bir yükü omuzladı; bu yüzden büyük bir takdiri hak ediyor.

Türkiye’nin bu konuda aldığı karar ne kadar

doğruysa, bu muhacirlere yönelik bir politika ge-liştirmemesi, gerekli planlamaları yapmaması bir o kadar yanlıştır.

Asıl yanılgıyı, bu savaşın birkaç ayda biteceği-ni, bu insanların hemen döneceğini sanmasında yaşadı.

Oysaki dünya tarihine bakıldığında, iç savaş-ların ortalama 17 yıl sürdüğü görülecektir.

Bugün Suriye’de Esad devrilse bile siyasi is-tikrarın oluşması için en az bu kadar bir süreye daha ihtiyaç olacaktır.

Bu yüzden Türkiye’nin, eğitimden istihdama, diplomasiden ekonomiye kadar birçok alanda uzun vadeli politikalar üretmesi zaruridir.

Merkezi Hükümet, “kervan yolda dizilir” mantığıyla hareket ediyor. Hala ülkemizdeki Su-riyelilerin yakın bir zamanda ülkelerine dönecek-lerini sanıyor.

Hükümetin hala bir Suriyeli Mülteci Politikası yok. Bu durum sadece Suriyelilerin değil, bizim de canımızı acıtıyor.

SURİYELİ NÜFUS TÜRKİYE İÇİN PROBLEM OLUR MU?Şehirlerin varoşlarına yığılmış Suriyelilerin bir

süre sonra gettolaşmaları kaçınılmazdır. Eğitim-siz, işsiz bu koca kitlelerin bulunduğu yerlerin za-manla birer suç yuvası haline dönmesi uzak bir

ihtimal değildir. Bunu önlemenin tek yolu, Suriyelilerin top-

luma entegrasyonu/uyumudur. Zaten kültür ve inanç olarak aramızda fazla bir fark yok. İstih-dam ve eğitim sağlandıktan sonra ciddi bir uyum problemi kalmayacaktır.

İlkokul 1. Sınıfında okuyacak Suriyeli çocukla-rın mutlaka bizim MEB okullarına kayıt etmemiz lazım. Diğer sınıflarda okuyan çocukların MEB okullarına alınması dil ve eğitim sorununu bera-berinde getirebilir. Ama 1. Sınıfta hem Türkçeyi hem de okuma yazmayı birlikte çok rahat öğrenir.

Entegrasyon için istihdam çok önemli; kendi kendine yeterli olmayan insanlar haliyle şehir-den kopuk kötü barınma yerlerinde birlikte ya-şamak zorunda kalacaklardır. Belki şuan için adi suçlara karışmıyor olabilirler ama yaşamak için yarın kendilerinin de hoşuna gitmeyecek yollara sapabilirler.

KAMP UYGULAMASI NE KADAR DOĞRU?Türkiye’de AFAD’ın 24 adet Suriye Mülteci

Kampı var.Suriyelileri şehirden uzak, insanlarımızdan

kopuk, kamplarda oturmaya mecbur bırakmak belki kısa vadede iyi olabilir ama uzun sürede ne Suriyelilere ne de bizlere bir faydası olmayacaktır.

Suriyelilerin ülkemizde daha uzun süre kala-

26 • Haziran’15 Haziran’15 • 27

Karantina Karantina

Page 16: Büyük Birader Seni İzliyor!

cakları aşikâr. Yukarıda entegrasyonun önemine değinmiştik. Bu kamplar entegrasyonun önün-deki büyük engellerdir.

Can güvenliği riski taşıyan askeri ve siyasi kimlikli insanlar için kurulan kamplar dışında, di-ğer kampların kapatılması ve Suriyelilerin şehir içinde bizim vatandaşlarla iç içe oturmaları sağ-lanmalıdır.

Ülkemizdeki kamplar için ayrılan bütçe ile Su-riye tarafında yeni kamplar oluşturulabilir.

KAMPLARIN SURİYE TARAFINA KAYDIRILMASI Suriyeliler için kurulan kampların, Suriye ta-

rafında sınıra sıfır noktada kurulması daha doğru olurdu. Bunun birkaç faydası olurdu:

a) Maliyet: Türkiye’de kurulan bir kampın ma-liyeti ile Suriye tarafında en az 2 kamp kurulur.

b) Toplumsal Huzur: Birçok ilde bazı kesim-lerin Suriyelilere yönelik bir defans sergilediğini hepimiz biliyoruz. Bu kampların Suriye tarafında olması durumunda içeride bizim vatandaşlarla Suriyeli Muhacirler arasında olası bir çatışma, huzursuzluk ihtimalini en aza indirirdi.

c) Suriyelilerin Hayatlarını İdame Etmesi: Sı-nırımız boyunca ortalama 100-150 km derinliğin-deki topraklar Suriye’nin en verimli topraklarıdır. Suriyeli çiftçiler, ailelerini sınırdaki kamplara yer-leştirip kendileri iç taraftaki tarlalarını rahatlıkla ekip biçebilirler. Böylesi bir durumda içerideki ekonomik dinamizm savaşa rağmen devam eder ve avuç açmak zorunda kalan insanların sayısı ciddi oranda azalırdı.

d) Esad Rejimi Üzerindeki Baskısı: Sınır boyu oluşacak kampların varlığı, ister istemez dünya kamuoyunun gündeminde olacaktır. Bu da Esad Rejimi üzerinde uluslar arası arenada bir baskı unsuru olacaktır.

e) Güvenlik: Sınırdan giriş ve çıkışlar azalaca-ğı için, Suriye sınırında oluşan güvenlik zafiyeti de o oranda azalacaktır.

SONUÇSuriye sorunu 5 yıldır sürüyor. Tarihteki iç

savaşların ortalama 17 yıl sürdüğü göz önüne alınırsa, bu savaşın kısa sürede bitmeyeceği he-saplanmalıdır.

Savaş bittikten sonra bile en azından hatırı sa-yılır bir Suriyeli kitle ülkemizde yaşamaya devam edecektir.

Aslında her kaos bir fırsattır. Suriye krizi bir fırsata çevrilebilir ama bunun için oturup ciddi plan ve programlar yapılmalı.

Planlı bir istihdam politikası ile şuan ekono-mik yük olan Suriyeliler, ekonomimize artı bir katkı sağlayabilirler.

Zihnimize çizilen misakı milli sınırlarından kurtulmak zorundayız. Suriye bizim dışımızda bir ülke değil; Irak, Lübnan, Filistin’in olmadığı gibi. Kaderlerimiz aynı; buralarda huzursuzluk varken ülkemizde huzur olması mümkün değildir.

Suriye’deki durumu salt Suriye sınırları için-de değerlendirmek hata olur. Bu sorunun çözü-mü için Arakan’dan Fas’a kadar olan coğrafyayı, ABD’den Çin’e kadar olan egemen zorbaları bir-likte değerlendirmek zorundayız.

Suriyelilere yardım ederken aslında kendimi-ze yardım ediyoruz; Suriye, Türkiye’den bir ön-ceki kalemiz/mevzimizdir. Suriye kaybedildikten sonra sıranın bize geleceğinden kimsenin kuşku-su olmasın.

Suriye aslında tüm İslam ümmetinin imtihan verdiği bir arenadır. Batılılar/Emeryalistler için Suriye, İslam coğrafyasında uzun süreli mezhep-ler savaşı çıkarmak için bir laboratuardır.

Siyasi, ekonomik ve coğrafik/milli konjüktör-ler önemlidir ama hiçbir siyasi, milli ve ekono-mik konjüktörler, mezhepler Allah’ın rızasından, Müslümanların huzurundan daha önemli değildir

D eğil mi ki pamuk ipliğine bağlı ellerimiz. Değil mi ki gözlerimiz birer hazine.İnsanın insana naz-

lanışına şahitlik ederken mevsimler, yitip gidiyordu her gün bir şeyler daha.Sözleşmek istese, kapılar sür-melidir bilir.Hep saklıyordu iyi geçinenler iyi geçimli-leri.Saçlarına değmesini kirpiklerin, umursamıyordu.

Yürüyorduk yollarda ve büyümeyi öğreniyorduk.Bencil olmamayı beceremiyorduk.Bize çalışsa halat-lar kuyularda, gömleğimize el sürdürmezdik.Bu hayat bizim!

Zayıflığımıza her maskeyi denedik.Bir yumruk patlatır gibi gökyüzüne, meydan okuyarak nizamın yıpratılmışlığına, her taşın altından çıkmışlığımıza yediremedik.”Ne me lazım”cı bizdik.Her yeni nârâ giz olup karışırdı bulutların kalbine, barışırdı.Yine de yağmurla affedip, yağmurla küfredip, yağmurla dua edip, yağmura dua edip, yağmurla sarılmayı öğrenip yağmurla terk edilirdik.Vefasızlık revaçtaydı, ters yüz etmemek rikkati, olmazdı.Ah ne hüsransın insanoğlu! Burnundan getiriyorsun anasını ağlattığın arzın.Püs-kürtse ciğerini,vallahi ciğeri beş para etmezlik olurdu maviler! Püskürtse âhını, tuz buz olurdu dağlar her zerreye.

Tozlanmış yıllanmışlıkların lafı bile olmazdı.Geçen tek şey zamandı.El açık beklediğimiz, göz açık düşle-diğimiz, dil açık küsmemişliğimiz, his açık kükremişli-ğimiz, deli divane sevmişliğimiz zamandı...

SelamaMerâmım

Ayşe COŞKUN Ankara İlahiyat

28 • Haziran’15 Haziran’15 • 29

Karantina Atölye

Page 17: Büyük Birader Seni İzliyor!

S onsuz güç ve kudret sahibi biricik İlahım olan tek Rabbimin adıyla;

Dilimiz üzerinde yapılan katliamın bir sonucu mudur bilmem, en kutsal kelimelerin bile anlamını kaybettik. Yine şikâyet eden birisi daha diyecek-siniz haklı olarak şimdi. Ama en iyi yaptığımız da bu değil mi? Bununla başlayalım o zaman. Şikayet ederek.

Günlük konuşmalarda kullandığımız kelimele-rin anlamları hakkında nedense fazla düşünmeyiz. Mesela;

“İlah” ne demek acaba? Bu “Rabb” kelimesinin kökü nedir?.. ?Gibi sorular… Bu tür sorular yönelttiyseniz ken-

dinize, benden bir dua. “Rabbim, sen bu kullarına ilim ve firaset nasip eyle” Amin!

Çünkü sorgulayıp daha iyisini bulacaksın ve ipin ucunu tutmuşsun kardeşim.

Şimdi yüksek müsaadenizle konuya girmek is-terim;

İnsanı, ibâdete ve ilâh edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve güçsüz oluşudur1 Yani insan beşerdir ve son derece acizdir. Yaratılan en üstün varlık olmasına rağmen yeri gelir aşağıla-rın aşağısındadır. Çünkü nefs sahibidir. Yaratılmıştır. Cüzi de olsa bir iradesi vardır.

Ama aşağıların aşağısına inmek için adeta yarı-şan bu yaratık, cüzi iradesini sonsuz zanneder. Şı-marır, kibirlenir, isyan eder. İşte nasipsizliğin zirve noktası mıdır yoksa kör veya sağır mıdır, bunu artık siz düşünün.

Fakat ihlaslı, samimi müminler müstesna. On-

lar bu iradeleriyle İlah’larının Allah olduğunu kabul ederler, boyun eğerek de onu Rabb edinirler. Ac-ziyetini anlarlar. Kendisinin tek başına hiçbir iş ya-pamayacağını, bütün nimetleri ona yaratıcısı, yani İlah’ının verdiğini idrak ederler. Onun kanunlarıyla yönetilmek isterler.

Şu hakikati hiç unutmamak îcap eder ki, insanı Allah Teâlâ yaratmıştır. Bu sebeple kulunun huzur ve saâdet üzere bereketli bir hayat yaşamasını sağ-layacak en güzel yolu da ancak O bilir. Nasıl ki bir cihazın arıza yapmadan verimli bir şekilde çalışa-bilmesi, onu yapan kişinin hazırladığı kılavuza uy-maya bağlıysa, insan için de durum aynıdır. Kişi ra-hat ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyorsa, Allâh’ın koymuş olduğu kaidelere riâyet etmelidir.2

Meselemiz şudur; Allah Teâlâ, alemlerin kuşkusuz yaratıcısı (İlah’ı),

yani yoktan var edenidir. O ol derse olur. O insanı da yaratmıştır. İnsana sayısız nimetler vermiştir. Nimetini arttırması ve biz kullarını cennetle ödül-lendirmesi için ise kullarının onun buyruklarına, emir ve yasaklarına uymasını, yani kullarının onu “Rabb” edinmesini istemiştir.

“Rabb” kelimesinin anlamına gelince… “Rabb” , terbiye eden, kanun koyan anlamındadır. Şimdi soru şu; “Acaba biz İnsanlar, Allah’ı ilah edindiğimiz gibi aynı zamanda O’nu “Rabb” kabul ettik mi?”

Kabul etmek gerekir ki soru biraz enteresan. Ama meali şu: “Biz Allah’ı aklımız vardı, kör değil-dik, tamam; O’nu yaratıcı kabul ettik. Ama O’nun buyruklarına uyduk mu? En önemlisi O’nun hü-kümleriyle hükmedip, O’nun hükümleriyle yönetip

Yunus Emre YEGENOĞLU

Mehmet Akif ERSOY Anadolu İmam-Hatip Lisesi AND/9/C

yönetildik mi? İşte bunları yaptığımız za-man Allah’ı diğer İlah kabul eden din ve kavimlerden farkımız oluyor da bize Müslüman ve Mümin deniliyor.

Allah’ın hükümleri değişme-miştir. Her asra uygundur, her kavime uygundur, her zaman dipdiri ve her zaman taptaze-dir. Kesindir. Kanunu budur Müslüman’ın.

Ve nitekim Şehid Hasan El-Benna (rahmetullahi aleyh)’in dediği gibi:

‘’Kur-an bizim anayasamız-dır.’’

Rabb kelimesini daha derin inceleyim ve tehlikeyi fark ede-lim:

Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”3

Ayet hakkında tefekküre davet ediyo-rum sizleri. Firavun ben sizin ilahınızım de-miyor. Zaten diyemez. Çünkü onun böyle bir meziyeti yok. Firavun yoktan var ede-mezdi. O rabb olduğunu yani kavmi üzerin-de kanun koyanın kendisi olduğunu iddia ediyordu. Şüphesiz sapıtmıştı.

“Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir” 4

Firavun bu sapkınlığı yüzünden hüsra-na uğrayanların en acıklısı oldu.

Hiç kuşkusuz günümüzde de birta-kım “Firavunnameler” vardır. Hepsi de insanı hüsrana götürecek mad-delerle doludur. Akıllara durgun-luk veren ise “Müslümanım” di-yenlerin bu “Firavunnameleri” batıldan alıp, kopyala yapıştır yöntemiyle tağut bir düzen oluşturmalarıdır. Heyhat ki heyhat! Farkında bile de-ğillerdir. Tağutun düzenine boyun eğmektedir. Allah’ın hükümleriyle hükmedilme-menin adaletsizliği içinde hüsrana uğramıştır ve son de-rece mutsuzdur.

Ve biz diyoruz ki “BİZİ YARATAN, YOKTAN VAR EDEN, YEDİREN İÇİREN

, NİMETİMİZİ EKSİZLİK VEREN VE BİZİ İSLAM’LA ŞEREFLENDİREN ALLAH, BİZİM İÇİN EN DOĞRU HÜKMÜ VERMİŞTİR!

Çevrenize bakın ve düşünün. Cahiliye düze-nini göreceksiniz. Bütün gücümüzle haykırıyoruz ve isyan ediyoruz cahiliye düzenine. Ve diyoruz ki :

Allah’tan başka ilah yoktur!“ ” . İsyan ediyoruz. Allah başka ne kadar

tapınılan varsa yıkıyoruz onu gönül denizimizde. “Yoktur”… Ondan başkasına yaraşmaz İlahlık diye feryat ediyoruz. Feryadımızı ettik; Dedik ki :

“Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtların-dan onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?”

Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”5

Şimdi… Unutanı uyarıyor mu-yuz? Hak ve hakikat yolun-

da ne yapıyoruz.En başında şika-

yet etmiştik değil mi? Şimdi yine başladık şikayete. Neyse cümleleri-mi bitirirken siz-leri Rabbimiz ve İlah’ımız Allah’a

emanet ediyor ve yine bir soruyla bi-

tirmek istiyorum mü-saadenizle…Ne güzel söylemiş Üs-

tad Sezai Karakoç; “Bu dünyada olup bitenlerin

Olup bitmemiş olması içinNe yapıyorsun”

(?) …

Dipnotlar1 Mevdudi-Kur’an’a Göre Dört Terim, Beyan Yayınları, s162 Osman Nûri Topbaş- Hakk’a Adanmış Gençlik, s.126,1273 Kur’ân-ı Kerim » NÂZİÂT » 79/NÂZİÂT-244 Kur’ân-ı Kerim » A’RÂF » 7/A’RÂF-1725 Kur’ân-ı Kerim » A’RÂF » 7/A’RÂF-172

İlah ve Rabb

30 • Haziran’15 Haziran’15 • 31

Atölye Atölye

Page 18: Büyük Birader Seni İzliyor!

İnsanın yeryüzü ile tanışmasından sonra kendisi-nin dünyada imtihanına sebep olan pek çok yer,

olay, kendisine tavsiye edilen tarza uygun bir ya-şam şeklini benimsediği takdirde hayatının çok ko-lay ve isteğe uygun gerçekleşeceği konusunda hem uyarılmış, hem de gösterilmiştir.

Yaratılışla beraber, suç makinası şeytan, Hz. Adem ve eşinin yaşam tarzına savaş açmış, her ikisini de suça teşvik etmiştir. Böylece insanın ilk imtihanında suç işlediğini, kirlendiğini, kural dışı davrandığını görmekteyiz. Kural dışı davranan Hz. Adem ve eşi suçun karşılığını anında görmüşler ve cennetten kovulmuşlardır.

Dünyadaki kirlenmenin ilki ise, dünyevileşme hırsına mağlup olan Kabil ile başlamıştır.

Kardeşler arasındaki mücadelede, egosuna ye-nilmiş, benlik duygusunun kirlettiği Kabil, kendisini daha da kirletecek ve üstelik hiç affedilmeyecek bir iş yapmış, kardeşi Habil’i katlederek kendisinin ilk imtihanından hüsranla çıkmıştır.

ŞEYTANIN YAPISINDA BARIŞ ANLAŞMASI FİKRİ YOKTUR.

Şeytanla barış anlaşması yapı-lamaz. Şeytanla barış anlaşması yapmak diye bir şey düşünüle-mez. Şeytanla barışık yaşamak isteyenler hep yanılmışlar, za-rara uğramışlardır. Şeytan on-ları hep azdırmış, suça teşvik etmiş ve yoldan çıkartmıştır.

Şeytan daima yolsuzluğu, sapkınlığı, düşmanlığı, kargaşayı, adaletsizliği önermiş ve teşvik etmiştir.

Şeytanla dans edilmez. Suça bulaşmamak ve suçlu duruma düşmemek için şeytanla dans etme-ye eğilimli olmamak gerekir.

Bu günde kendimizin ve ailemizin yaşam tar-zına savaş açan her türlü ve modern ve çağdaş görünümlü şeytan ve askerleriyle karşı karşıyayız. Bunlara karşı dik durmak, oyunlarına gelmemek, suçlarına ortak olup mağlup olmamak için, yaşam tarzımızı, hiç bir paha karşılığı değiştirmememiz gerekir.

SUÇ KİRLETİR

Kirlenmek; arzu ve isteklerin kötülüklerden ve yasaklardan beslenmesidir. İsnanın en çabuk kirle-nen yeri zihnidir. Kirli zihin diğer organlara onların hoşuna gidecek talimatlar gönderir, onların rotası-nı şaşırtır. Onları asli faaliyetlerinden alıkoyar, kö-

tülüğe bulaştırır. Tüm kötülükler önce kirli zihinde belirir,

şekillenir. Diğer organlarda kirli zihnin ver-diği yanlış ve zararlı talimatları uygulamaya sokar.

Kirli zihin cehennemi algılamaz. Ya ce-hennemi kabul etmez, ya da cehennem başka-

ları içindir, sen keyfine bak der.Bu algı eksikliğinin sonucu da hüsran ve deh-

şettir. Kalbi ve algısı açık olmayan ise dehşeti asla kavrayamaz.

Kirli zihnin dönüşümü ise kararlılıkla devam edcek bir süreç ister ve zaman alır. Bu bakımdan

süreçte hep diri ve dirençli olmak zorunludur.

ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ

Vahap YAMAN

İnsan bu süreçte ilahi mesajdan beslenmeli ve bu mesajın kurallarını hayat tarzına dönüştürmelidir.

Allah’ın koyduğu sınırları aşmak insanı kirlendi-rir. Kirlenmeyi arttıran şey ise azgınlıktır.

Suç ve kirlenme kendisine bulaşanı günahla ta-nıştırır. Suç, kirlenme ve günah arasında doğrudan bir bağ vardır.

Suç insanı kirlendirir. Kirlenme ise insanı suça götürür. Suç, kirlenme ile birlikte insanın günahlara yönelmesini, yasak ve helal olmayan alanlara dal-masına sebep olur.

Bedensel isteklerine gem vuramayanlar, onla-rın azgın isteklerine boyun eğenler, isteklerini ya-saklardan besleyenler Allah’ın gazabına uğrarlar.

Suç, insanın kendisini aldatması ile ortaya çıkar. Suçlu duruma düşmemek için öncelikle kendi ken-dimizi aldatmaktan uzak durmamız gerekir.

Yüce yaratıcımız, Rabb’imiz, insanı kirletecek is-tek ve talepler için kirliliğe sebep olmayan temiz ve helal alanlar var etmiştir.

Arzu ve istekler, heva ve hevesler kötü şeyler değildir. Kötü olan, bunların kötülüklerden ve ya-saklardan beslenmesidir. Kişi insani olan bu taleple-ri, meşru alanlarda ve meşru şekilde doyurmalıdır.

İnsana, dünya nimetlerinin meşru ve helal alan-lardan elde edilmesi, tüm davranış ve edinimleri-nin Rabb’imiz tarafından adeta serbest bölge ilan edilen ve sınırlarını kendisinin çizdiği alanlardan kazanılması tavsiye edilmiştir.

Belirtilen sınırların aşılmaması, bu alanların insan tarafından çok iyi korunması talebi, zaman zaman insan tarafından göz ardı edilmiş, kurallar önemsenmez hale gelmiştir.

Müslüman, kendisine Rabb’imiz tarafından önerilen şekliyle, müslüman olması gerekirken, küresel ve seküler güçlerin önerdiği ve yaygınlaş-tırmaya çalıştığı yaşadığı kadar müslüman olama tuzağına düşürülmek istenmektedir. Bu sakıncalı bir durumdur.

Günümüzde modern ve seküler dünya, suç iş-leyerek imanı ile ameli arasındaki bağı kopartmış, kirliliğe bulaşmış müslümandan hoşlanmakta, bu tip İslamcılardan endişe etmemekte ve hiç rahatsız olmamaktadır.

İnsanı suça, harama itecek araçlar ve aygıtlar modern ve seküler dünyanın teknolojik gelişme-lerle ortaya koyduğu sanal araçlar ve sanal ortam-larda günümüzde daha da yaygınlaşmıştır. Sanal ortamın vahşi cazibesi, kontrol mekanizmalarının

azlığı suçu ve kirlemeyi iyice hızlandırmaktadır. Günümüzde internet televizyondan daha fazla kir-li insan üretmektedir. Her türlü maniplasyon ha-berler, tecessüs ve merakın tahrik edilerek, elde edilmek istenen amaç için üretilen yanlış ve yalan bilgilerin yaygınlaştırılması, ahlaki kirlenmeyi artır-mak amaçlı porno yayınlar, küresel emperyalizmin hedeflediği ekonomik, siyasal, kültürel yıkımlar meydana getirmeyi amaçlayan yanlış bilgi ve sahte belgelerle maniple edilmiş, zıt istikametlere yön-lendirilen kirli insan imali inrernetin en yoğun ça-lışmaları arasındadır.

FITRATA UYGUN YAŞAMAK

Fıtrattaki Allah’ın kodlamış olduğu iyilikler, kir-lenmemiş temiz aklın gayretleriyle ortaya çıkar. Hayat bulur. Fıtrat ve akıl insanın yaratılışındaki şekliyle saf, arı duru, temiz olsaydı- veya temiz kal-saydı- peygamberlere ve onların yolundan giden sorumluluk sahibi mü’minlere ihtiyaç duyulmazdı.

Kirlenerek suç üretme makinası haline gelen akıl, fıtratı bozarak onu kendisine suç ortağı yapar. Dolayısı ile kirlenen bu ikiliyi temizlemek maksadıy-la peygamberlere ve onun izinden yürüyen öncü ve önderlere ihtiyaç duyulmuştur.

TEMİZ KAL, ÖRNEK OL

Şunu unutmamak gerekir. Temiz su ile kirli su birbirine karıştığında, kirli su kısmen de olsa temiz-lenmiş olur.Ancak temiz su kirlenmiş olur.

Kişi kendini kirletmemesi için başkalarının üret-tiği değerlerle yaşamayı asla kabul etmemeli, bıra-kın hepsini kabul ederek yaşamayı, bir kısmına dahi uymamalı, Allah’ın bizzat kendisinin projelendirdiği dinin kurallarına harfiyen uymalıdır. Dinin ritüelle-rinin hiç birisini savsaklamamalıdır. Hepsini bir bü-tün kabul etmeli, hepsine uymalıdır.

Kuralları kendi içinde ayırıma tabi tutmamalıdır. Bunlar bana uygun alayım, bunlar bana hitap etmi-yor, şöyle bir kenarda dursun dememelidir.

İmanla küfür arasında hiçbir ortak paydanın ol-madığını, hem iman, hem de küfürle beraber olu-namayacağını bilerek, Allah’a teslimiyette sorun yaşamamalıdır.

Allah’la ilişkileri bozuk olan toplumların birbir-leri ile olan ilişkilerinin de bozuk olacağının farkın-da olunmalıdır. Dünya tarihi bunun bolca örnekleri ile doludur.

32 • Haziran’15 Haziran’15 • 33

Ramazan Ramazan

Page 19: Büyük Birader Seni İzliyor!

Peygamberlerin de, zihni kirlenen toplumları temizlemek için gönderildiğini bilmelidir.

Arınmış tertemiz bir hayat sürdürmek isteyen-ler, hesaplarını kolay vermek isteyenler, toplumda iyi bir örneklik yapmak isteyenler, iyilerle anılmak isteyenler, zihinlerini ve hayat tarzlarını kirleterek suçlu duruma düşürecek davranışlardan kaçınma-ları gerekir.

Toplumun, ülkenin ve dünyanın tüm kötülükler-den arınmış, harama bulaşmamış, arınmış, temiz insanlara ihtiyacı var.

Bu temiz insanlar, kendisini oto kontrole tabi tutanlar, kendisini isteyerek ve bilerek başkaları-na kontrol ettirerek yanlış yapma şanslarını azal-tanlardır. Bunlar bilirler ki tevbe ve isyan değerler mücadelesinin iki temel unsurudur. Yanılıp suç işle-mişlerse, tevbenin hata ve günah silen iyi bir silgi olduğunu daima hatırlarlar.

Yazının başında belirtilen, suç işleyerek ceza-landırılan Adem ve eşinin yaptığı ilk iş, kendilerini kirleten suçlarının farkına varıp, kendilerini hemen sorgulamaları, Rabb’lerine af edilmeleri için bir-likte tevbe ederek yalvarmaları, insanın kirlenme kaşısında atacağı ilk adımı göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Adem ve eşi dediler ki: Ey Rabb’imiz biz ken-dimize zulmettik. Eğer bize acımaz ve bizi bağışla-mazsan mutlaka zarar edenlerden oluruz. Araf/23

Suç işleyebilir, kirlenebilirsiniz. Suçtan korkma-yın, suçunuzun farkına varın, onunla mücadele

edin. Suçu affedecek yaratıcıya boyun edin, teslim olun, O’na kullukta samimi olun.

SUÇ ÖRGÜTLERİNE DİRENİŞ

Kirletilen ve suçlu üretme makinası haline gelen yer yüzündeki küresel ve yerel zulmün, soygunun, adaletsizliğin ve küfrün kendiliğinden son bulma-yacağının farkına varmak en temel kavrayışlardan-dır. Bu kötülüklerin örgütlenmiş, mücadeleden yıl-mayan, direniş ve karşı koyma bilincini elde etmiş, dünyevi imkanlara sahip olma arzusuyla yolunu ve çizgisini kaybetmemiş birlikte mücadele etmeyi be-nimsemiş, kimlik sahibi insanların mücadele azim ve ruhuyla mümkün olabileceğini, protest tavrın inşa diliyle güçleneceğini, inşa dilinin ise devrimin ve dirilişin ayak sesleri olacağını iyi bilinmelidir.

Ayrıca dirilişin, yol haritasını bizzat ALLAH’ın çizdiği arındırma projesinde yer almakla ve bu proje için ter dökmekle sağlanabileceği, hiçbir kişi ve toplumu dışarıdan birilerinin gelip kurtarma-yacağının farkındalığını hiç unutmamak gerekir.

Temiz olabilmek ve temiz kalabilmek isteyenler: arınma çabalarında geç kalınmaması gerektiğini düşünür. Yüzünün hep aydın olası için, zihninde ve yaşayışında oluşan kirlilikleri temizleme çabasın-dan asla geri durmaz. Hayat tarzında bir kirlenme hissederse Rabb’i ile temas kuruş şeklinde bir arıza olduğunun farkında olur ve temasdaki aksamaları tamir eder.

Çünkü kirlenmeden dosdoğru yaşanmış bir hayatı elde etmenin, gelecek için en iyi yatırım ol-duğunun farkındadır. Kulluğu düzgün yapabilme-nin, övülmüş ve örnek gösterilmiş, hesabını kolay vereceği bildirilmiş insan olmanın ilk adımı kişinin kendisini arınmaya ve arındırmaya hazır hale getir-mesidir.

Arınmak her şeyin merkezine Allah’ı almaktır. Allah’ın hayata müdahalesini kabul edip boyun eğ-mektir.

O halde! Arınma çabalarımız, vazgeçilmez sev-damız ve tutkumuz olsun.

İşte bu arınma ve temizlenme çalışmalarının daha yoğun, daha fazla yapıldığı günlerden biri-ne Ramazan’a ulaştık. Özellikle bazı gün ve aylar, arınmada oluşturduğu mistik ve manevi havanın yoğunluğu ve coşkusu ile öne çıkmaktadır. Cuma günleri, Ramazan ayı, İsra ve Kadir geceleri, ha-ram aylar, Ramazan ve Kurban bayramları özellik-le bu coşkuyu zirveye taşıyan günler ve aylardır.

Ruh ve beden dinginliğine ulaşmak insan oğ-lunun zaman zaman ihtiyaç duyduğu bir olgudur. Kendini yenilemek ve kendisi ile yüzleşmek isteyen insan bunu sakin huzurlu bir ortamda kolayca ba-şarabilir. Ramazan yenilenme ayıdır. Yaşanan dün-yeviliği kırma, yok etme, derlenip toparlanarak, ha-kikatı hatırlayıp gereğini yapma zamanlarıdır.

Bilerek ve bilmeyerek işlenen günahlarımı-za tevbe etme, affedileceğine yürekten inanarak Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığınma günleridir.

Hatalarının ve günahlarının affedileceğine ina-nan kimse bir daha bilerek günaha düşmemek için suç işlememeye söz vererek yenilenmesini sağla-mış olur.

Cennet bütün kapılarının sonuna kadar açıl-dığı, Cehennem kapılarının tamamen kapandığı, azgın şeytanların bağlanıp tesirsiz hale getirildiği müjdesinin Hz. Peygamber tarafından verildiği Ra-mazan ayında İslami kimliğe daha doymuş bir hale gelmenin gerekleri yerine getirilmelidir.

Gereğini yapan, gereği gibi davranaan, yenilen-mek ve temizlenerek arınmak isteyenlerin çabala-rını Rabb’imiz bakın nasıl değerlendiriyor.

Muttakilere vaad olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar, ve süzme baldan ırmaklar var-dır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rable-rinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedi

kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu ?” Mu-hammed/15

Ramazanla, kendini sorgulamaya, hatalarından dönmeye, Rabb’iyle kurmuş olduğu temasındaki aksamaları düzeltmeye, dua ve tevbe ile arınmaya niyet edenlere bazı güzellemeler:

Kur’an’ı hayatınızın tam merkezine koyun. O sevgiliniz olsun. O nunla daima elele, kolkola, ko-yun koyuna olun. Sadece başınız sıkışınca Onunla temas kurmayın

Hedefinizi belirleyin, öyle yola çıkınHayatınızın hiç bir döneminde ucuz adam olma-

yınİsminizi lekelemeyin, temiz tutun ki, başınız öne

eğik olmasınDaima güvenilir olun. Peygamberimiz Hz.

Muhammed’in peygamberlik öncesi Mekke’lilerin kendisine verdiği emin ve güvenilir insan sıfatının, İslam’ı insanlara aktarmadaki gücünü unutmayın. Okuyun, bilgili olun, doğru bilgi edinin, bilgiyle kendinizi değiştirin. Bilgiyi kaynağından öğrenin Güçlük ile başarısızlığı, hırs ile azmi birbirinden ayırın.

Başarıyı yakalamak için hırsa kapılmadan, azim-le güçlükleri aşmayı bilin. Menfaatleriniz için, ucuz adam olmayın.

Geçmişi ders almak için anın, geçmişe takılı kal-mayın. Geçmişiniz ayağınıza bağ olmasın

Gününüzü temiz ve güzel yaşayın ki, geleceği-nizde yüzünüz kızarmasın. Yaptığınız kötülükleri başkalarına aktarmayın ki, kötülükler meşru hale gelmesin.

Kötülüklerin ve günahın TEVBE silgisi ile si-linebileceğini unutmayın. Başkalarının da gü-nahlarını sildirmesine destek verin, yol gös-terin, duayı hayatınızdan hiç çıkarmayın. Allah’a kulluk etmekten, hayatın her anında DUA ya yer vermekten uzaklaşmayın. Allah’a sığınmanın ve duanın lezzetini daima yaşayın.

Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine ye-diremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” MÜ’MİN Suresi/ 60

Zifiri karanlik gecede bir mum yak da senin ışı-ğına koşanları gör.

Senden aydınlanmayı bekleyenler var. Hep öncü ve umut ol!

34 • Haziran’15 Haziran’15 • 35

Ramazan Ramazan

Page 20: Büyük Birader Seni İzliyor!

A ssalyamu aleykum ua rahmatullahi ua ba-rakatuh!

Benim adım Toleujan, Kazakistan’lıyım. Sizle-re Kazakistan halkının Ramazan ayını nasıl geçiri-yorlar, genel olarak Kazakistan ve Müslümanları hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Kazakistan Cumhuriyeti, Orta Asya’daki ba-ğımsız bir devlettir. Dünyanın en büyük doku-zuncu ülkesidir. Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüzölçümü bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir. Komşuları olarak kuzeyde Rusya, güneyde Türk-menistan, Özbekistan ve Kırgızistan, doğuda ise Çin Halk Cumhuriyeti bulunmaktadır.

Yaklaşık 18 milyon nüfusa sahip olan Kazakistan’da, 11 milyon Müslüman yaşıyor. Müslümanların yüzde 65’ini Kazaklar oluşturur-

ken onları Özbek, Uygur, Tatar, Kırgız, Başkırd, Tacik, Azeri ve Çeçenler de izliyor.

Senelerce Rusya sömürgesi altında olduğun-dan dolayı, Kazakistan’ın resmi dini İSLAM olma-sına rağmen, genel olarak halk İSLAM dinine göre yaşamıyorlar. Ateist komünist rejim, DİLimizi ve DİNimizi unutturmaya çalışsalarda bile kalpleri-mizdeki imana dokunamamıştır. Bugün de halkı-mız, her ne kadar bir kısmı İslâm’ı yaşayamasa da kendilerinin Müslüman olduklarını alhamdü-lillah biliyorlar ve dilleriyle ikrar ediyorlar. Allah’a şükür artık 25 senedir Bağımsızlığın içerisindeyiz. Ve yavaş – yavaş çocuğun yürüdüğü gibi DİNimizi öğrenmek ve yaşamak çabasındayız. Bağımsızlı-ğımızın hemen akabinde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığımızı desteklemek suretiyle camiler inşa edilmeye başladı. Camilerin sayısı az olsa da

KazakistandaRamazan

içini dolduran gençlerimiz bulunmaktadır. Peki, neden gençler diye sorarsanız, anne – babala-rımız ″Biz Sovyet adamlarıyız″ derken, onlarla mücadele eden ve artık gerçeğin farkına varan gençlere sahibiz. Bu gençlerin, anne ve babaları-na karşı durmaları çoğu zaman namaz kılmaların-dan ve sakal bırakmalarından dolayı evden kov-ma, kızların ise sokakta herkesin önünde anne ve babası tarafından başörtülerini zorla çıkarma gibi zorluluklarla karşılanmaktadırlar. Hâlbuki onlardan dinini sorarsan hepsi – Müslümanlar. Kazakistan’daki bazı arkadaşlarımın anne ve ba-bası Hıristiyan dinini Sovyet zamanındayken ka-bul ettiklerinden dolayı evlerinde rahatça ibadet edemiyorlar. Gidebilecek tek yerleri de camidir. Caminin de çok sayıda olmadığını söylemek is-terdim. Şimdi bu gençlerin hallerini biraz hayal edin ki, Türkiye’de mevcut olan Cami sayısının ve güzelinin, içinde bulunan Hocaların değerini bilin. Tabi ki de Türkiye’nin 30 sene önceki hali de aynıydı dersiniz. Haklısınız! Ama burada dini özgür, serbest olarak yaşamaya bırakınca artık insan varlığı önemsemez. Belki de bizde de aynı şekilde olurdu, onu bilemiyorum. Allah’u A’lem. Hem ne kadar dinini zor şartlarda yaşarsan sım sıkı tutarsın, yaptığın şeylere dikkat edersin, önemsersin, kıymetini ve değerini bilirsin. Her neyse, şu anki için Kazakistan’ın adım adım İS-LAM konusunda ilerlediğini söylemek istiyorum. Ve gelecekte, başörtü takan kardeşlerimize, sa-kal bırakan ağabeylerimize sanki uzaydan gelmiş gibi tuhaf tuhaf bakmazlar, terörist muamelesini yapmazlar inşaAllah.

Kazakistan’da on bir ayın sultanı olan Rama-zan ayına gelirsek, bu mübarek ayı karşılamaya hazırlanan Kazaklar da konuk ağırlama gelenek-lerine önem veriyor.

Kazak halkının tümü Ramazan ayında oruç tutmasalarda bile oruç tutanlara iftar vererek saygı gösterirler ve önemserler. Kazakistan’da iftar kelimesi ‘’auız aşar ‘’ kelimesiyle ifade edi-liyor, harfiyen tercüme edildiğinden bu “ağız

açar” anlamına geliyor. Genelde Kazakistan’daki iftar sofralarında Kazak geleneksel yemeği ‘’beş parmak ‘’ adıyla bilinen et yemeği , özbek pilavı ve bauyrsak bulunuyor. Tabi ki çok farklı lezzetli yemekler de var ama bunlar önde olan yemek çeşitlerindendir.

Kazakların etcil bir millet olduğundan dolayı çoğu yemeklerde et bulursunuz, hatta çorbada da bile. Özellikle at etini seven bir halktır. Yanı sıra, ″kımız″ - at sütü, ″şubat″ - deve sütünü içer-ler. Çok faydalıdır.

İftara gelince, evin içerisinde her ailede oruç tutan olmayınca iftar vakti geldiğinde her za-manki gibi akşam yemeğini yemiş gibi oluyorsun. Evin dışında Ramazan’da bir kere olsa da iftar ya-pan bazı kurumlar da var. Hatta, Türk kurumları İHH, TİKA ve Kazakistan’daki Türkiye Konsoloslu-

Toluejan GALİYEVA

36 • Haziran’15 Haziran’15 • 37

Ramazan Ramazan

Page 21: Büyük Birader Seni İzliyor!

ğu tarafından yapılan iftarlar yapılıyor. Allah on-lardan razı olsun! Ve bide din kardeşler arasında bir araya gelip, arkadaşlar toplanıp, birlikte sofra hazırlayıp, içlerindeki birisi dini bilgileriyle payla-şarak güzel bir vakit geçirirler.

Bunun dışında Ramazan ayında Kazakistan’da teravih namazı hatim ile kılınıyor. Teravih namaz-larında camilerimiz doluyor. Cami içine sığma-yanlar dışarıda halı üzerinde imama uyarlar.Hat-ta şehir merkezlerinde bulunan camiler ihtiyacı karşılamakta zorlanıyor. Bilhassa gençlerimizin dine rağbeti çok fazla alhamdulillah. Cemaatinin %80’i gençlerden meydana geliyor. Diğerleri orta yaş ve az da olsa yaşlılardır.

Böylece, az – çok da olsa Kazakistan’ı ve Müslüman kardeşlerinizin durumunu öğrenmiş oldunuz. Türkiye’de yaşayan, oturan, ikamet eden tüm gençlere söylemek istediğim tek bir ricam var. Bulunduğunuz ülkede İSLAMı rahat-ça yaşadığınız, anne – babanızın, yakınlarınızın, akrabalarınızın, arkadaşlarınızın, komşularınızın, camilerin kıymetini bilin istedim. İbadetlerinizi koruyun, şeytana emanet olarak bırakmayın, ha-diste denildiği gibi namazdan hırsızlık etmeyin, başörtülerinizi Kuran’daki gibi (Ahzâb Suresi, 33/59). “Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır.

Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Ziynet yerlerini kendi kocalarından, babaların-dan, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeş-lerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hiz-metçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göster-mesinler.

Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayakları-nı da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin” um-duğunuza nail olasınız” (en-Nûr, 24/31).

Bu ayeti zaten her gün okuruz, ama her gün okuyup ta önem vererek, o ayetle amel eden az kimse. Unutup ya da nefsine uyan kardeşlerimi-ze bir hatırlatma niyetiyle inşaAllah doğru yolu bulmalarına temenni ederim. Çünkü son zaman-larda kızlarımızın gereği üzere başörtüyü takma-dıklarını fark ettim. Şallarını ayıp olmasın diye omuzlarına bırakıp avret yerlerini yukarıdaki ayette belirttiği gibi kapatmıyorlar. Aynı şekilde bu ifadeyi yani tesettür konusu hakkında erkek-lere de nida ediyorum. İnşaAllah Rabbim doğru yoldan kaydırmasın, saptırmasın!

Keşke bilseniz zor şartlarda yaşayan Müslü-man kardeşlerimizin hallerini. Belki de dersiniz, ″ne kadar az şükür ediyoruz″ diye. Üstelik, yap-tığımız namaz, oruç, zeket, hac ve tesettür gibi ibadetlerde Allah’ın emir ettiği ve razı olacağı halde, şekilde yerine getirmeliyiz. Artık taklit-ten tahkike ulaşmalıyız. Bilim üzerimize farz ol-duğu gibi büyük çalışmalar yapmalıyız. Çünkü düşmanlarımız müthiş bir şekilde çalışıyorlar ve Müslümanları yok etmek için her türlü tuzak ku-ruyorlar. Bunları engellemek için tembelliği terk edip bilinçli olmaya yola çıkmalıyız.

Son olarak, Mübarek Ramazan Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun! Allah tüm inananlara nice huzurlu, bereketli bayramlar nasip etsin! Niyet – dualarınızı makbul eylesin! Salih amel iş-lememize, Allah’ın razı olduğu gibi yaşamamıza, İslam şart – emirlerini hakkıyla yerine getirme-mize nasip etsin!

“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün..” Tahrim/8 Tevbelerin geri çevrilmediği Rahmet ve Mağfiret yüklü Ramazan ayınızı teb-rik eder hayırlara vesile olmasını dilerim. Rama-dan Mubarak!

R amazan 11 ayın sultanı beklenen özlenen. Değerlen-dirildiği taktirde Müminler için bir velinimet, Kuran’ın

indirildiği mübarek ay. Ayetle sabit, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini içinde barındıran kutlu mevsim. Bir arınma, ibadet ayı. Her anının yaşanması, dolu dolu geçirilmesi ge-reken mevsim.

Müslümanların bir nevi miladı. Ramazanla gelen arın-mayla kendimize söz verip bunu diğer 11 aylara da yaymak, ibadetlerin, zikirlerin, Kuran’ı Kerim tilavetinin sürekliliğini, sağlamak için bir milad sayabiliriz. Peki biz Müslümanlar için din ve dini yaşamak sadece zahidlik boyutunda ibadet mıdır ? Kesinlikle hayır! Biz müslümanlar olarak biliriz ki her anımızı, her hareketimizi rızai ilahiye için yaşamaya çalışır-sak, biiznillah her anımız ibadet hükmünde olur. Ama bu hassasiyet çok önemli. Her daim yaratanın seni gördüğü-nü duyduğunu kalbindekine dahi Hakim olduğunu bilmek, unutmamak ve ona göre yaşamak gibi bir hassasiyet taşı-yanlara nasip olacak bir şey her anın ibadet sayılması. Peki nefislerimize döndüğümüzde her anımızda gerçekten bu hassasiyeti yaşıyor, taşıyor muyuz?

Rabbimizin bizi her daim gördüğü, bildiği ve her daim onun huzurunda olduğumuz bilincini hep hatırımızda tutu-yor muyuz?

Sanal gerçeklikle imtihan olduğumuz bu günlerde özellikle bu hassasiyeti klavye başında ne denli yaşadığı-mıza değinmek istiyorum. Gerçekten ağır bir imtihandan geçiyoruz. Son 10 senedir, hassaten de son 5,6 senedir maruz kaldığımız/esir olduğumuz bir sanal gerçeklik ve sosyal hayatımızı ele geçiren sosyal (!) sanal platformlar. .. Birçoğumuzun kendini ifade kürsüsü haline gelen bu plat-formlar aslında gerçek sosyal platformlarda yapamayaca-ğımız şeyleri bizlere yaptırabilen hain bir pusu. Insanlarla yüzyüze iletişimimizde kullanamayacağımız ağır dili, üslubu kullandıran; kadın/erkek ilişkileri hassasiyetimizi yoksaydı-ran, haramları meşru gördüren mekanlar halini almış du-rumda. Müslüman hanım kızlarımızın gayet şık, boyalı pro-fil fotograflarının altında gülücüklü, göz kırpmalı tweetler

atmaları tam bir kişilik karmaşasına bir örnek. Veya bunu eleştiren Müslüman delikanlıların misliyle zafiyet yaşama-ları trajedisi malesef ki sanal gerçekliğin bir realitesi.

İşin vakit kaybı, mâlâyâni ile meşguliyet boyutunu dü-şününce içinden çıkılmaz, tevil edilemez gerçeklikler kapı gibi suratımıza çarpıyor. Vicdanımızın fetva vermediği bu durumlara “ama arkadaşım da öyle, diğer arkadaşım da” gibi nefsi bir fetvayla devam ediyoruz malesef. Kelimelerle egomuzu beslenmemizin yanı sıra görsel paylaşımlarla ve ‘check in’lerle de kendi sürecimizi tamamlıyoruz. “Bu me-kana gittim, şu sofrada oturdum ve şu marka ayakkabıyla koştum, şu çantayla poz verdim” in bir ifadesi olan görsel sosyal paylaşım sitelerinde de acaba çok paramız olduğu görgüsüzlüğümüzü mü, yoksa bir çantaya 3000 dolar ver-me ahmaklığımızı mı gösteriyoruz? Acaba bu sitelerin bio kısımlarına “evli, mutlu, çocuklu” yazarken; “yaşasın ben de zevc/zevce buldum çatlayın a dostlar” mı diyoruz. Kendi iradi kazanımlarımızdan ziyade Allah’ın lütfettiği/imtihan ettiği şeylerle övünüyoruz.

Ya da beğeni arttıkça nirvanaya mı ulaşıyoruz (bir Müs-lüman olarak)...

Bu bir özeleştiridir. Kendimizi uzak tutmaya çalışmamız gerektiğini başta kendi nefsime hatırlatmamın bir yansıma-sıdır.

Zira çevremizde bunların çokça yapılması vicdanımı-zı rahatlatmaya yetmemeli.Ramazan miladımız olsun. Boş işlerden geri duralım, mümin kardeşlerimizin kalbi-ni kırmayalım, nefsi arzularımızın bizi esir almasına engel olalım. Klavyenin kemiği yok diye ipin ucunu kaçırma-yalım. Ramazan miladımız olsun. Arınalım, özellikle bu hususta birbirimizi kardeşçe uyaralım. Satırlarıma son verirken nefsim adına da bu uyarıyı talep ettiğimi öncü kardeşlerime bildiririm. (Buraya utangaç bir gülücük evet) Not: Sosyal medyada geçireceğimiz vakti #haramıterket #haramlarlasavaş gibi etiketlerle ve böylesi kampanyalar-la değerlendirebiliriz.

Bu Bir ÖzeleştiridirZeynep AKSU GÜZEL

38 • Haziran’15 Haziran’15 • 39

Ramazan Ramazan

Page 22: Büyük Birader Seni İzliyor!

D erken Nuh’a şöyle vahyettik: ‘’Şu kesin ki, daha önce inanmış olanlar dışında bundan

böyle toplumundan kimse sana inanmayacak. Artık, onların yapa geldikleri şeylerden dolayı sakın üzüleyim deme! Bizim rehberliğimiz al-tında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi inşa et ve (bundan böyle) sakın kendisini harcayan kimse-ler hakkında Bana başvurma! Şu kesin: onlar bo-ğulacaklar’’. (11/Hud, 36-37.)

Bu ayetten yola çıkarsak, Mavi Marmara’da-kiler-farklı ülkelerden, farklı dinlerden, farklı yaşlardan vicdanlı, inananlar hareketi- Nuh’u ve O’na inananları; barbar, Siyonist İsrail ve onun işbirlikçisi tüm zulüm odakları ise azgınlaşmış olan, helak olacak olan kavmi temsil etmek-tedirler. İlahi yasadır, biliyoruz ki tuğyan olan yerde mutlaka tufan olur. Rağıb’ın tarifine göre tufan, ‘’insanı çepeçevre kuşatan felaketin adı-dır’’. Onun için yaşadığımız bu olaylar, kazandı-

ğımız şehidlerimiz, İsrail’in felaketinin, sonunun başlangıcı, ilk adımları olmuştur, olacaktır. Çün-kü her şey inceldiği yerden koparken zulüm ka-lınlaştığı yerden kopar.

Nuh(a.s) Rabbinden aldığı bildiri ile gemiyi yapmaya başlamıştı. Hem de karada yapıyordu gemiyi. Bu ne demekti peki? Allah’a olan gü-venle atılan adımları Allah boşa çıkarmayacaktı. İnananlar-sadece müslümanlar değil hem isla-mi hem de insani olarak hareket eden, vicdanı-nın sesini dinleyen erdemliler hareketi- yeter ki Rablerine güvenip karada gemilerini inşa etme-ye başlasınlar lazım olduğunda Allah suyu, denizi gönderip gemiyi yüzdürecekti, inananları kurta-racaktı. Gönderilen bu su erdemlileri, temiz akıl sahiplerini, vicdanlıları kurtarırken, onlara rah-met olurken, zulmedenler, laftan anlamayanlar için ise tufan olacaktı ve onlar boğulacaktı. Ha-ziranın ilk sabahında açık denizde yaşanan olay-lar geçmişte yaşanmış bir kıssanın bugün tekrar

etmesiydi. Yani karada gemi inşa edenle-re Allah’ın rahmetini göndermesi-

nin adıdır Mavi Marmara. Mavi Marmara şe-

hidlerinin, şahit-lerinin kanı

bereketini getirecektir ve getirmiştir de. Terör devleti İsrail orta doğuda iyice yalnızlaşmıştır. Yaşanan bu son gelişmelerle en samimi mütte-fikleri bile Siyonist çeteyi savunamaz hale gel-mişlerdir neredeyse. Bugün orta doğuda yaşadı-ğımız halk ayaklanmaları ile terörist İsrail hepten yalnızlaşmaktadır. Bu yaşanan ayaklanmalar, kıyamlar bile şehidlerimizin ve şahitlerimizin kanlarının bereketinin sonucudur, ürünüdür. İsrail içinse bu durum tufanın ilk adımlarından birisidir sadece keza zulüm üzerine hayatları-nı sürdürenler, tuğyan içinde olanlar, tağutla-şanlar yok olmaya mahkûmdurlar, yok olacak-lardır. Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur. Nihayet zulme gömülenler, nasıl bir devrimle devrileceklerini günü gelince öğrenecekler(26/Şu’ara,227). Zulmedenlerin sermayesi buzdan-dır. Bundan dolayı güneşi hiç mi hiç istemezler. Dünyanın dört bir tarafında müslümanlar zulme maruz kalmaktadırlar çünkü zalimler İslam’ın güneşinden çok ama çok korkmaktadırlar. Yer-yüzünün neresinde olursa olsun Müslümanların zulme uğramalarının yegâne sebebi budur.

Nasıl ki hicret tarihte bir dönüm noktası ise, bir dönüm noktasıdır Mavi Marmara da. Bun-dan böyle terör devleti İsrail için herkes, Mavi Marmara’dan önce, Mavi Marmara’dan sonra diye bahsedecekler.

Farklı din, ırk, mezhep, ülke, bölge, coğrafya, yaş ve cinsten olsalar da, bir amaç uğruna bir araya gelebilmenin, fıtratın sesini dinlemenin, vicdanları harekete geçirmenin, izzetli, şerefli ve erdemli insanların yani ebrarilerin hareketleri-nin adıdır Mavi Marmara.

Mavi Marmara; emperyalistlerin çizdiği ulu-sal, milli sınırların aşılıp ümmet bilinci ile hareket edebilmenin adıdır. Nerede ve kime karşı olursa

olsun zulme karşı olmanın, nerede ve kime karşı olursa olsun mazlumun yanında olmanın adıdır Mavi Marmara.

Otuz bir mayısı bir hazirana bağlayan gece hakla batılı birbirinden ayırdığı için Furkan Gece-si; insanlık, zulmeden zalimlerden yana olanlar ile mazlum musta’zaflardan yana olanlar olarak ikiye ayrıldığı, saflar tam olarak netleştiği için Be-dir Gecesi olmuştur. Olanların sonrasında zulme-denlerin prestijinin azalıp, musta’zafların prestiji yükseldiği için Hudeybiye Gecesi olmuştur. Önü-müzdeki mayıs ise inşaallah Fetih Gecesi olacak ve inananlar özgürce Gazze’ye gireceklerdir.

Otorite kabul edilen güçlere başkaldırının adıdır Mavi Marmara. Selam olsun tüm müret-tebatına.

Daha on dokuzunda bir gencin annesini şeha-dete tercih edişinin adıdır Mavi Marmara. Selam olsun Furkan Doğan’a.

Siyonizm denen sapkınlık uğruna Yahudilere bile zulmedilebileceğini bize gösteren kısa film-dir Mavi Marmara. Selam olsun zulme maruz kalan hahamlara.

Mavi Marmara; suların taşmaya başlaması, tuğyanın ayan beyan ortaya çıkması, tufanın ha-bercisi ve başlangıcıdır.

‘’Gerçek şu ki, Allah (bize) adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor ve bize (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böyle-ce (bütün bunları) belki aklımızda tutarız’’. (16/Nahl,90.)

Sözün özü Mavi Marmara; Nuh’un Gemisi, İs-rail; zulmün prototipidir.

MAVİ MARMARA: Halil İNCEKARA

NUH’UN GEMİSİ

40 • Haziran’15 Haziran’15 • 41

Ramazan Ramazan

Page 23: Büyük Birader Seni İzliyor!

Otostopcu DostuMedyum Abilerimiz

B ugün, medyum olduğunu söyleyen bir abi-miz otostopla arabasına aldı. Daha önce iki

defa bu tarz kişilerin arabasına binmiştim.Birincisinde, medyum olduklarını söyleyen iki

adam, boşanmış bir çiftin çocuğuna babasından nefret etmesi için büyü yapmaya gidiyorlardı. Bu medyumları tutan kişi de çocuğun annesiydi. Gerçekten de medyum abiler yolculuk boyunca çocuğun annesiyle telefonda konuşarak çocuğun yemeğine katacakları şeylerin tarifini verdiler. Ne yalan söyleyeyim, ilk defa böyle insanlarla karşılaştığım için baya korkmuştum, öylece sus pus oturmuştum. Arabadan inerken medyum abiler “bir sıkıntın olursa ara, hiç çekinme” di-yerek kartvizitlerini verdiler. Kartvizitin üstünde “Klima-Soğutma Sistemleri Yetkili Servisi” yazı-yordu...

İkincisinde ise, arabaya biner binmez abimiz bana “veli” olduğunu söylemişti. “Nasıl yani, nasıl kanıtlayacaksın abi” dediğimde, benzinin bitmek üzere olduğunu, benzin almasak bile ve-lilerin asla yolda kalmayacağını söyledi. Nihaye-tinde benzin bitmek üzereyken araba tekleme-ye başladı ve bir benzinliğe girerek veresiye ile benzin aldı. Sonra da bana dönüp “sana veliler yolda kalmaz dememiş miydim, bak hiç para harcamadım” dedi. Arabadan inmek üzereyken arka koltukta Sözcü gazetesini fark ettim. Fırsat bu fırsat, lafı çaktım ve hemen uzaklaştım: “Abi senin veli olduğuna inanmıyorum. Zaten veliler Sözcü okumaz...”

Bugün tanıştığım abimiz ise adeta üstad medyumdu. Endonezya tsunamisini ve birçok uçak kazasını önceden gördüğünü söyledi. “Nasıl

görüyorsun abi” dedim. “Aynı sinema izler gibi düşün” dedi. “Abi başka neler yaptın?” dedim, başladı anlatmaya: “Ben bu işi hayır için yapıyo-rum. Dünyanın baş belası dört insan vardı: Ariel Şaron, Bush, Sarkozy, Merkel. Allah’ın izniyle Ari-el Şaron’un yazısını ben yazdım, süründü. Bush ve Sarkozy de kayboldu gitti. Merkel’inkini en son yazmıştım, bir yıl bekledim, daha tutmadı, herhalde en son ona yazdığım için onun hesabı en sona kaldı. Mesela bir velayet davasında bir adama yardımcı oldum. Adamcağız çocuğundan ayrılmak istemiyordu, perişandı. Ben de karşı ta-rafın avukatına cinlerimi yolladım, karşı tarafın avukatı son duruşmaya gelemedi, davayı kazan-dık.” Bunun üzerine ben de “abi ben de avukat olmayı düşünüyorum, böyle şeylerle çok dava kaybeder miyim” dedim... O da “İnşallah benim gibilerine denk gelmezsin, yoksa çok dava kay-bedersin” dedi... Sonra bana cinlerini anlatmaya başladı. Namazında niyazında, sarıklı cinleri var-mış abimizin. Eşi vefat ettikten sonra yakınları abimizi evlendirmek için Ödemiş’ten bir kadın bulmuşlar. Cinler hemen kadını abimizin yanı-na getirmişler. Bakmış kadının boyu kendinden baya kısa, cinlerine talimat vermiş, hemen geri

götürmüşler kadını. Bir ara medyum abi sinirlen-di, “ben sinirlendiğim herkese cinlerimi yollarım, onları rahatsız ettiririm, Cumhurbaşkanı bile olsa fark etmez. Zaten ona da kızıyorum, asgari ücret çok düşük” dedi. Medyum abimiz Erdoğan’a cin-lerini yolladığını söylüyordu... Ben de durur mu-yum, “abi senin cinlerinin gücü nasıl belli oluyor, ya Erdoğan’ı savunan cinler de varsa?” dedim. Meğerse cinlerin gücü hangi sureyle yollandığına bağlıymış. Abimiz de cinlerini Kur’an-ı Kerim’in en uzun suresi olan Bakara suresi ile yolluyor-muş, kimse cinlerinin önünde duramıyormuş. Ben de ne diyeyim, “vay be abi” dedim... Böyle bir adamla yaklaşık bir saat yolculuk yaptım. Bir ara arabadaki navigasyon cihazı dikkatimi çekti. “Abi senin gibi adama yakışıyor mu böyle şeyler” diyecektim, diyemedim... “Abi neden Ariel Şaron gibi tüm zalimleri süründürmüyorsun” diyecek-tim, diyemedim... Daha çok malzeme çıkardı bu konuşmadan ama malum medyum abimiz avu-katlara karşı baya tesirli. Meslek hayatımı riske atmak istemedim...

Vesselâm.

İsmail Yasin AVCI

42 • Haziran’15 Haziran’15 • 43

Ramazan Ramazan

Page 24: Büyük Birader Seni İzliyor!

RAHMET YAĞMURLARI TUFANA DÖNÜŞMESİN

B ulutlar birbirleriyle yarışırcasına sürükle-nirken gök gürültüsünün çıkardığı o aza-

metli ses kalbimi titretiyor hücrelerimi hareke-te geçiriyordu. Aslında biraz korkutuyordu. Her şeye rağmen ısrarla dinledim gök gürültüsünü ve zamanla alıştığımı baştaki gibi titremediğimi farkettim. Sonra gökyüzünden sağanak sağanak dökülen yağmuru izlerken anladım göğün neden bu kadar yüksek sesle gürlediğini.

Gök gürlemesinin sesinin yüksekliği haber verir yağmurun şiddetini. Ne kadar çok sesi çı-karsa gürlemenin o kadar şiddetli yağar yağmur. Aslında rahmeti şiddet kelimesiyle anmak hoşu-ma gitmese de rahmetin şiddetlenmesi umut to-humları serpiyor yüreğime.

Bir de şimşek çakar gök gürültüsünden önce. Bir ışık sinyal verir nazikçe. Gökyüzünde çizdiği şekil biraz sonra göğün üzerime düşeceğini his-settirse de gürlemenin olacağının habercisi olan şimşeğe bir minnet duymuşumdur hep. Zira kal-bimi gök gürültüsüne hazırlar bu ışık. Hele ge-ceyse ve karanlıksa etraf, şimşeğin ışığı daha da anlam kazanır gözümde.

Şimşek göğün gürlemesinin, göğün gürlemesi de yağmurun habercisidir. Hepsi ümmetin topra-ğı yeşersin diye rahmet yağmurunu taşır yürek-

lerinde. Birlikte konuşur birlikte susarlar. Dilleri şekilleri farklıdır ancak amaç aynıdır. Ne şimşek kibirlenir göğün gürlemesini başlattığı için ne de gök gürültüsü kibirlenir yağmura sebep olduğu için. Birlikte olduklarında anlamlıdır işleri bu yüzden şimşek gürültü ve rahmetin kardeşliği asla bozulmamalıdır. Zira bu kardeşliğin bozul-ması demek rahmetin tufana dönüşmesine se-beptir.

Bu düşünceler içerisinde izlerken yağmuru, rahmet yağmurundan bizi mahrum bırakan, iç-lerinde gizledikleri rahmeti, şimşeği ya da gök gürültüsü olmadığı için ümmetin toprağına yağ-dıramayan parçalanmış Müslüman cemaatler geliyor aklıma. Her biri rahmet yağdırma iddia-sında. Oysa ne kadar birikse de rahmet bir şim-şeğe gök gürültüsüne muhtaçtır yağmak için. Sonuçta ulaşılmak istenen rahmet yağmuru ise, yapılan işin gök gürültüsü ya da şimşek olması-nın bir önemi yoktur.

Herkes bir avuç su taşıma telaşında, yeryüzü-ne yağacak rahmet yağmurları için. O halde ne-dir bu kavgalar, suçlamalar, ileri geri konuşmalar. Siyaset adamlarını anlıyorum da ilim adamlığı iddiasında olanların birbirlerine söz söylemeleri-ni ve bunu medya önünde aşağılayıcı cümlelerle

yapmalarını bir türlü anlayamıyorum. İlim, siya-setçi gibi konuşanların ağızlarında ukala bir söze ve fikirleri ispatlama aracına dönüşmüş durum-da. Bu yüzden itibar etmiyor ümmetin çocukları Beni İsrailin sihirbazlarına iman ettiren ilme. ''Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu'' evet Üm-met bildiğini iddia eden adamlara değil, cahiller ile arasındaki fark, oturuşundan, kalkışından, ko-nuşmasından ve duruşundan anlaşılacak Alim-lere muhtaç. Bilenlerle bilmeyenler aynı üslubu kullanmaya başladığı günden beridir itibar edil-miyor ilme ve alime.

Vallahi bu ümmetin çocuklarının fiziki olarak Ebu Hanifeden Fatih Sultan Muhammed'den Aişe'den radıyallahu anhum aşağı kalır hiçbir yönü yoktur. Onları zeka ile güçlendiren Allah, bugünün Müminini de teknoloji ile güçlendirmiş ve durumu dengelemiştir. Dünyanın toprakla-rının her karesinde alimlerinin ayak izi olan bir ümmette alim eksikliği yaşanması akıl ile izah edilebilecek bir durum değildir. Bu eksikliği dü-şünmeli bugünün alim geçinen zevatları. Bunun sebebinin kendileri olabileceğini akıllarından geçirmeli ve kendilerinin o makamı kaldırama-dıklarını itiraf edip asıl alimin nasıl olacağını üm-mete göstermelidir. Buna güçleri yetmiyorsa da

o makamı işgal etmekten vazgeçmeli ve Ümme-tin genç alimlerine yer açmalıdırlar ki adam gibi adamlar yetişebilsin.

Tekrar tefekküre dalalım şimdi. Şimşek gök gürültüsünün gök gürültüsü de şimşeğin göre-vini yapsa ne olur? Herhalde gökyüzü gerçek-ten üzerimize yıkılır. Ne şimşek gök gürültüsüne daha kibar olmasını söyleyebilir ne de gök gürül-tüsü şimşeğe çizgilerine dikkat etmesini. Herkes kendi alanı üzerinde konuşmalı ve alanında en iyi olmaya bakmalıdır.

Ümmetin toprağına yağdırılacak güzel yağ-murlar için şimşekle gök gürültüsü ve yağmurun kardeşliği şarttır. Suya hasret toprağın ümidini kırmama adına birleşmelidir her cemaat. Ve ihti-laflardaki rahmetle ıslanmalıdır toprağımız. Bir-leşmek tek kalıba girmek demek değildir. Bilakis aynı çatı altında farklı farklı görüşlerin varolması-dır. Zira aynı olan bir şeyin, zaten parçası olduğu şeyle birleşmesi söz konusu olamaz. Bu yüzden Resulullah sallallahu aleyhi vesellem ''Ümmeti-min ihtilafı rahmettir'' buyurmuştur.

İhtilaflardaki rahmet tufana dönüşmeden, birleşmek ve yağdırmak gerek rahmeti, Ümme-tin toprağına. Bu yüzden muhtaç Ümmet, şimşe-ğin, gürlemenin ve yağmurun dostluğuna...

Esma KÖSE

RAHMET YAĞMURLARI TUFANA DÖNÜŞMESİN

44 • Haziran’15 Haziran’15 • 45

Ramazan Ramazan

Page 25: Büyük Birader Seni İzliyor!

Y unan asıllı İngiliz vatandaşı Hamza A. Tzort-zis, 1980 yılında Londra’da doğdu. West-

minster Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olan Tzortzis, halen Batı ve İslam felsefesi üzerine doktora çalışmalarına devam ediyor. 2002 yılında hidayete eren Hamza Tzortis, IERA (Islamic Edu-cation and Research Academy) içerisinde tebliğ faaliyetlerini yürütmektedir. Kendisi, Amerika’da, İngiltere’de sokak ortasında yaptığı konuşmalarla ünlüdür. Cana yakın üslubuyla ve güler yüzlülü-ğüyle pek çok insanın kalbinin İslam’a ısınmasına vesile olan ve yeni Malcolm x olarak tanımlanan Tzortzis, kapitalizm ve sekülerizm karşıtı konuş-malarıyla ve ünlü ateistlerle münazaraları ile bi-liniyor.

26 Nisan 2015 Pazar günü “Kimi Seviyorsun? -sallallahu aleyhi ve sellem-” adlı konferansı dü-zenlemek üzere İstanbul’a gelen Hamza Andreas Tzortzis, tüm dünyada 50’yi aşkın ülkede gerçek-leştirilecek olan 16 Mayıs “Global Messenger Day” yani “Global Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) Günü” için tüm gençlere çağrıda bulundu ve tüm gençleri bu etkinliğe katılmaya davet etti.

Konferansında genel olarak sevgi çeşitlerin-den ve sevginin en sonunda Allah ve Peygamber sevgisine dayandığını ifade eden Hamza A. Tzort-zis, şu çarpıcı açıklamalarda bulundu:

“Kalem, sevgiyi yazmaya çalıştığında ikiye ay-rılır. Sevgi, gerçekten güçlü, eşsiz ve karşı konu-lamaz bir duygudur. Sevgimizi ifade etmeye ça-lıştığımızda doğru kelimeleri bulmakta zorlanırız. Kullandığımız ifadeler, kalbimizde yanıp tutuşan sevgiyi tam olarak ifade edemez.

Sevginin farklı çeşitleri bulunmaktadır: * Aile Sevgisi: Kişisel, özel ve ailevi deneyimle-

rimizi paylaştığımızdan dolayı ailelerimizi severiz. Bu sevgi çeşidi, aidiyet hissine bağlıdır.

* Arkadaş Sevgisi: Bu sevgi, arkadaşlarımızla aramızda bulunan sevgi çeşididir. Birlikte yaptık-larımız, ortak ilgi alanlarımız, inançlarımız, tutku-larımız ve faaliyetlerimiz olduğundan dolayı arka-daşlarımızı severiz.

* Tutkulu Sevgi: Eşler arasındaki sevgi, tutkulu bir sevgi çeşididir. Eski Yunan Filozofu Aristoteles, çok derin olan bu sevgi çeşidini “bir bedende iki ruh” olarak tanımlamaktadır.

* Koşulsuz Sevgi: Bu sevgi, herhangi bir şeye bağlı olmayan ve koşullara dayalı olmayan sevgi çeşididir. Koşulsuz sevgi deyince aklımıza anne-lerin çocuklarına olan sevgileri gelir. Bu sevgi, çocukların annelerini sevmelerine veya davranış şekline bağlı değildir, tamamen koşulsuzdur.

Hamza A. Tzortzis ile “Kimi Seviyorsun?” Etkinliği

Yasemin Özenç Kandemir

* Öz Sevgi: Hepimiz kendimizi severiz çünkü mutlu olmak isteriz. Yalnız bu sevgiyi narsisizm ile karıştırmayınız. Bu sevgi, kendimize özen göster-memiz ve kendimize saygı duymamız ile ilgilidir. Eğer kendimizi sevmiyorsak, başkalarını nasıl se-vebiliriz? Eğer kendimizi sevmiyorsak bizi yaratan Rabbimizi nasıl sevebiliriz?

İmam-ı Gazali: “Kendimize olan sevgimiz, bizi yaratan Rabbimize olan sevgimize bağlıdır.” buyu-ruyor.

Sevgimizin kaynağı, Allah’tır. Allah, el-Vedud’tur. Vedûd, çok şefkatli, muhabbetli, sâlih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır.

Allah’ın bu adı şu Kur’an âyetlerinde geçmek-tedir:

* Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhamet-lidir, (müminleri) çok sever. (11:90)

* O, çok bağışlayan ve çok sevendir. (85:14)Allah’ın sevgisi, önceden bahsi geçen sevgi çe-

şitlerinin hepsinden üstündür. O’nun sevgisi, tüm insani sevgi çeşitlerinden - anne sevgisinden bile - büyüktür. Allah hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Allah’ın sevgisi, herhangi bir ihtiyaç veya isteğe bağlı değildir. Dolayısıyla en saf sevgi çeşididir.

Bu bağlamda hayal edebileceğimiz herhangi bir şeyden daha fazla seven Allah’ı nasıl sevme-yiz? Peygamberimiz (sav) Ebu Davud’un rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

“Allah, bir annenin evlatlarına olan sevgisin-den daha çok kullarını sever.”

Allah, kullarını koşulsuz şartsız sever ancak kullarını O’nu sevmeye zorlamaz. Eğer zorlasaydı sevgi tüm anlamını kaybederdi. Allah bizlere seç-me hakkı vermiştir. Ya O’nun yolunu seçip böyle-likle Allah’ın özel sevgisini kazanırız ya da O’nun rehberliğinde yaşamayı reddedip bu seçimimizin sonuçlarına katlanırız.

El-Vedud olan Allah, bizleri özel bir sevgi ile sevmek istiyor ancak bu sevgiyi tam olarak his-sedebilmemiz için bizim de O’nu sevmemiz ve O’nun sevgisine götüren yolu takip etmemiz ge-rekiyor.

Peki, Allah’ın özel sevgisini nasıl kazanabili-riz? Kuran-ı Kerim’de bu sevginin Peygamberimizi

(sav) sevmemize ve O’na (sav) uymamıza bağlı ol-duğu belirtiliyor:

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarını-zı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esir-geyicidir.” (3:31)

Peygamberimizi (sav) sevmemiz ve O’na (sav) uymamız gerekiyor çünkü O’ndan (sav) öğren-diklerimiz ile Allah’a giden yola girebiliriz. Allah’a nasıl ibadet edeceğimizi ve Allah ile nasıl bir ilişki-ye sahip olmamız gerektiğini Peygamberimizden (sav) öğrendik. Allah’a ibadet etmenin, Allah’ı sevmeyi, bilmeyi ve Allah’a itaat etmeyi kapsadı-ğını bize Peygamberimiz (sav) öğretti.

Peygamberimiz (sav) ilahi ve sonsuz mutlulu-ğun kaynağıdır. Allah’ı sevmek, O’nun sevdiklerini sevmek demektir. Peygamberimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

“Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70.)

Peygamberimizi (sav) sevmek, hadis-i şerifle-rini ezberlemek değildir. Onları hayat tarzı haline getirmektir. Bize düşen görev, sadece Hadis-i şe-riflerini okuyup inanmak değil, onları hayatımıza geçirmektir.

O’nun yolundan gitmek için yapabileceğimiz iki şey var:

1- İbadet Etmek2- Tebliğ

İbadet etmenin önemini bildiğimizden bahisle tebliğe daha fazla özen göstermemiz gerektiğini vurgulayarak konferansını noktalayan Hamza A. Tzortzis, 16 Mayıs “Global Messenger Day” yani “Global Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) Günü” için gençlere çağrıda bulunarak onları İstanbul’da meydanlara inip insanlara Peygambe-rimizi (S.a.v.) anlatmaya, Peygamberimizi (S.a.v.) neden sevdiğimizi ve insanların da Peygamberi-miz Muhammed’i (S.a.v.) neden sevmesi gerekti-ğini anlatmaya çağırdı.

Etkinliği bu linkten takip edebilirsiniz: https://www.facebook.comevents/1080956705264617/

46 • Haziran’15 Haziran’15 • 47

Ramazan Ramazan

Page 26: Büyük Birader Seni İzliyor!

Bu yazının sahibi sorulan sorulardan müstesna değildir. Sorulan soruların bizzat muhatabıdır.

Bir düşünün… Anahtarı evde unuttununuz, dışarı çıktınız, hava soğuk, şartlar çetin, cebinizde beş kuruş para yok, gidecek kapınız da yok… Eviniz var ama eve giremiyorsunuz. Bir başınıza dünyanın bir yerinde dolaşıyorsunuz. Bu teşbih tam olarak Rohingyalıların durumunu izah edemese de, sadece mazlum sıfatı taşıyan bir topluluğu anlatabilmek için ufak da olsa bir araç olacağına inanıyoruz.

Kırmızı çizgi ifadesi çoğunlukla devletlerin hukuken diğer devletlerce tanınmış sınırlarını ifade eden, siyasi bir terimdir. Modern insan zihni, kırmızı çizgilerin olduğu parçalı bir yapıya sahip. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kişiyi anlayabilmek, onunla hemhal olabilmek için önce kırmızı çizgileri aşmak gerekiyor. Bugün susuzluk çeken Bolivyalıları anlamak için önünüze bir kronometre koyun, haritayı açın ve Bolivya’nın haritada ki yerini bulabilmek için ne kadar zaman harcadığınıza bakın. Ya da bu yazının konusu olan mazlum halk Rohingyaların aslında ait oldukları memleketlerinin neresi olduğunu bulabilmek için yapın aynısını. Mazlumların yanında olmak için dua eden bir zihin nasıl olur da mazlumdan bihaber olur? Olmasın istedik…

Rohingyalar, Arakan’ın Myanmar bölgesindeki geleneksel vatanlarından çıkarılan mülteci topluluğun adıdır. Medya’da Rohingyalar, Arakanlılar, Myanmarlılar olarak ifade ediliyor. Bu sebeple bu üç ifade de aynı topluluğu işaret etmek için kullanılıyor. 1988’de darbeyle yönetimi ele geçiren cunta, kısa bir süre sonra ülkenin ismini Burma’dan, Myanmar’a çevirdi. Myanmar’ın anlamı da dinamik ve güçlü halk demektir. Ülke 1962 yılından bu yana askeri cuntalar ile yönetilmektedir. Ülke farklı eyaletlerden oluşmaktadır. Rohingyaların içinde yaşadığı Arakan eyaletinin toplam nüfusu yaklaşık 4.5 milyon olup tahminen 1.5 milyonu Rohingya’dır. Yaklaşık 1.200.000 Rohingya, Bangladeş, Suudi Arabistan, Pakistan, Körfez devletleri, Malezya ve Tayland gibi bölge ve bölgeye yakın ülkelere mülteci olarak dağılmışlardır. Rohingyaları ülkelerinden uzaklaştıran ve onları kendi memleketlerinde birden yabancı yapan uygulama nedir? Rohingyalar, ülkelerinden çıkarılmaya, hafızlarımıza sakin, serin insanlar olarak kazınmış Budist Rakhineler tarafından etnik kıyıma maruz kalmadan önce, kendi ülkelerinde bir kimlik krizi yaşamışlar ve aslında Myanmar’a ait olmadıkları iddia edilmiş. Myanmar’da ki askeri rejim, Rohingya ifadesini Bengalli isyancıların oluşturduğunu ileri sürerek bu ifadenin kullanılmasını yasaklamakta ve onları

DÜNYA’NIN DAR OLDUĞU ASYA’NIN FİLİSTİNLİLERİ

Bengalli işgalciler olarak kodlamıştır. Bu görüşün asıl kaynağı Rohingyaların kökenlere dair olan tartışmadan almıştır. Bu tartışma 2 ana koldan sürmektedir. 1. ekol, Rohingyaların Mungal, Afgan, Pathan ve Bengalli göçmen askerler de dahil, Mooriş, Arap ve Fars tüccarların sonraki nesilleri olarak görür. 2. ekol ise, etnik, kültürel, ve dilsel açıdan Bengallilerle, özellikle de Bangladeş’in Chittagong bölgesindeki halkla yakından ilişkili olduklarını öne sürmektedir. Ülkenin mevcut hükümeti ve o bölgede bulunan Budist rahiplerinin paylaştıkları görüş 2. ekoldür. Bu durum, mevcut saldırıların sebeplerinden birini açıklamaktadır. Yani 21. YY gençliğinin en çok karşılaştığı ve maruz kaldığı şeytani sistematik olan ırkçılık, Asya’nın Filistinlileri olarak bilinen mazlum toplum Rohingyaları da vurmuş ve onları, başka şeytanların kucağına atmış. İnsanı istatistik ve makine dişlisi olarak gören şeytani akıl onları kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmemiş, çekinmeyecektir de. İnsan kaçakçılığı, kadınlara tecavüz ve mazlumlara ucuz iş gücü şeklinde bakan fırsatçı, şeytani zihniyet, bu insani krizi de es geçmiyor. Tayland’da içinde Rohingyaların olduğu toplu mezarlar, mülteci kamplarında bekçilerin kadınlara toplu tecavüz ettikleri iddiaları, insani krizin boyutunu ortaya koyuyor. Bütün bunların dışında, Müslüman kardeşlerimizin mazlumiyetleri, gidecek kapıları olmaması nedeni ile, onların diğer ülkeler tarafından istenmemeleri ve Myanmar’a iade edilmeleri ile iki katına çıkıyor.

Devletsizlik, Myanmar’ın Arakan bölgesindeki geleneksel vatanlarından çıkarılan Rohingyalar ile ilişkilidir. Son dönemlerde Bangladeş birincisi 1978’de ikincisi ise 1992’de olmak üzere Myanmarlı Rohingyaların iki büyük göçüne tanık olmuştur. Aslında 1978’de 167.000 Rohingya mülteci Bangladeş’e girmiş ve sonrasında Suudi Arabistan ve BMMYK da dahil uluslararası toplumun desteği ile 10.000 arta kalan mülteci hariç hepsi Myanmar’a iade edilmiştir�.

Peki, içinde yaşadığı dünyayı anlama ve anlamlandırma çabası içinde olan bizler, zulmün farklı formlarını yaşayan –çoğunlukla Müslüman- mazlumlara kalbimizde ne kadar yer ayırıyoruz. Her lokma ekmekte, her geçen saatte, mazlumun payı ne? Sofraya oturduğunda fiziksel olmasa da gönlünde seninle beraber bir mazlum oturuyor mu? O olmasa bile, zalime kin de mi beslemiyorsun? Peki onları vatansız bıraktıklarını sananlar, biz onları kalbimizde o sofraya oturtmayınca haklı çıkmıyorlar mı? Karınları doymasa bile, onurları kırılanların tamiri için kaç dakikanı ayırıyorsun?

Mülk Allah’ındır. Kimse hiçbir alana, birlik, kimlik vs parolaları ile ipotek koyamaz. Bize düşen, varlığımızı, ve kendi memleketlerimizi ıslah etme niyeti ile dünyaya bakmaktır. Yıkan biz olamayız. Dünyaya bu gözle bakanlar kaybetmez. Mısır’da mahkemelerde avaz avaz kazandıklarına şahit olduğumuz insanlar, mazlum olsalar da zulmetmeyen insanlar, ve bolluk içinde daracık dünyalarda yaşayan bizler…

Mustafa Fatih Yavuz

/ twitter/fthyvz7

48 • Haziran’15 Haziran’15 • 49

Ramazan Ramazan

Page 27: Büyük Birader Seni İzliyor!

buluyoruz kendimizi.. Nefislerini dizginle-

mek ve Allah Teala’nın rızasını kazanmak

isteyenler için bu zamanlar gerçek bir cihat

zamanıdır çünkü görünüşte Dindar olan an-

cak bu Fitnelerin avukatlığını yapan, destek-

leyen ve savunan Müslümanlar bile var.

Dışarıda Din var, dindar kisvesine sahip

olan insanlar var ancak onlar arasında da

aynı Fitnelere yakalananlar var. Birçoğu te-

levizyon izliyor veya bu tür yerlere gidiyor...

Bana gelen mektuplarda gençler babalarının

veya hanımlar, eşlerinin dindar oldukları hal-

de televizyonda Dünya Kupasını veya Kriket

veya Ragbi veya başka bir sporu izlediğinden

dolayı Cemaatle Namaza gitmediklerini hat-

ta Namazlarını kaçırdıklarını ifade ediyorlar.

İnna Lillahi ve inna ileyhi raciun.

Hepimiz, Dünya Kupasının bir Fitne dal-

gası olduğunu - günahlardaki uluslararası bir

artışın göstergesi olduğunu biliyoruz. Her

nasılsa kendimizi tüm bu günahlara kaptır-

mış gidiyoruz. Günışığı gibi açıktır ki bu tür

ortamlarda çok fazla Haram var ancak biz

halen onları izlemeye hakkımız olduğunu

düşünüyoruz.

Dış dünyaya dindar bir insan imajı yansı-

tırken özel hayatımızda şeytana itaat ediyor-

sak utanç içerisinde başımızı önümüze eğ-

meliyiz. Bunun adı ikiyüzlülüktür, nifaktır. Bir

insanın iki yüzü var demektir: dış

dünyaya gösterdiği yüzü ve

özel hayatındaki yüzü. Ama

gerçek yüzümüzü Allahü

Teala’dan saklayamayız.

Futbol maçları ile ilgili

olarak gençler şu soruyu

sorabilir: “Eğer Dünya

Kupasını izlemeye-

ceksek ne yapaca-

ğız?”

Alternatifler

bulmak zorunda-

yız, başka çaresi yok.

Herkes camide otursun, Kur’an-ı Kerim

okusun, tespih çeksin ve başka bir şey yap-

masın diyemeyiz... Yapılması gereken şey, bu

günah ortamlarından kaçmaktır. Kendimizi

günahların işlendiği ortamlardan uzaklaştır-

malıyız. Allahü Teala’ya firar etmeliyiz:

“…Öyleyse Allah’a firar edin…”

[Zariyat Suresi, 50. Ayet]

Şüphesiz bu, pek çoğumuz için bir cihattır.

Eğer Allahü Teala’yı ve Resulullah (Sallallahu

aleyhi vesselem)’i seviyorsak o halde kendi-

mizi günahlardan uzaklaştırmak için her tür-

lü gayreti göstermeliyiz.

Sizi Allahü Teala’dan uzaklaştıracak ar-

kadaşlardan, ortamlardan, medya haberle-

rinden, sosyal ağlardan Allahü Teala’ya firar

edin... Sizi Allahü Teala’ya yakınlaştıracak

dostlar edinin ve mubah işlerle meşgul olun..

Allahü Teala hepimize tevfik ve anlayış

versin ve bizi öyle çok sevsin ki bizler, O’nun

gazabına sebep olacak hiçbir işi yapmayalım

ve O’nunla buluşacağımız gün için hazırlana-

lım.

Amin.

H epimiz bazı yılanların ve akreplerin son de-

rece tehlikeli olduğunu ve zehirlemeleri

veya sokmaları halinde büyük zarara hatta ölü-

me yol açabildiklerini biliyoruz. Aslanlar, çitalar

ve diğer vahşi hayvanlar saldırırlar, sakatlarlar

ve öldürürler. Ancak fiziksel bedene zarar verir-

ler ve fiziksel bedenin öleceği zaten kaçınılmaz

bir gerçektir.

Bir de etrafımızda ruhumuza ve İmanımıza

saldıran yılanlar, akrepler ve vahşi hayvanlar var.

Bazen kişinin İmanını ve maneviyatını sakatlar-

lar ve hatta öldürürler.

Hiç şüphe yok ki bir Fitne ve Fesat ortamında

yaşıyoruz: ahlaksız Fitnelerle dolu son derece

tehlikeli bir ortam.

Ve şimdi Müslümanların İmanını hedef alan

füzelerin ve Müslümanların üzerine yağmur gibi

yağan Fitne bombalarının olduğu bir zamanda

Ramazan (Rahman’ın Takımı) Dünya Kupasına(Şeytanın Takımı) Karşı …Siz hangi takımdasınız?

DÜNYA KUPASI VE DİĞER SPOR ETKİNLİKLERİNİN FİTNESİNDEN...ALLAHÜ TEALA’YA FİRAR EDİN! Yazar: Şeyh Yunus Patel Saheb (rahmetullahi aleyh)Çevirmen: Yasemin Özenç Kandemir

50 • Haziran’15 Haziran’15 • 51

Ramazan Ramazan

Page 28: Büyük Birader Seni İzliyor!

7 Haziran seçim sonuçları açıklandı ve 13 yıllık Ak Parti iktidarı tek başına hükümet kurabile-

cek kadar milletvekili sayısını yakalayamadı. Doğu-da ve büyük şehirlerin kenar semtlerinde HDP, İç Anadolu da ise MHP iktidardan büyük oranda oy elde etti. Yakın zamanda koalisyon ya da erken se-çim gözüküyor. Birçok şey kazandık ve birçok şey de kaybettik.

-Hükümet 13 yıl boyunca diğerlerine gösterme-diği bir ilgi ve destekle büyüttüğü cemaatin nasıl en ufak bir itikat tanımadan, en onulmaz düşmanlarla aynı yatağa girip muta nikahı kıyabileceğini görmüş oldu. Son üç yıldır dosta utanç düşmana sevinç böylesi rezil kepaze bir cemaatin seçimlerin sonuç-ları üzerindeki gücü, hükümetin yıllardır diğer İsla-mi STK ve derneklere ilgi ve destek eksikliğinin bir neticesidir,

-Hükümet milletvekili adaylarını seçerken reel değil ideal davrandı. Aday gösterilen birçok kişi yürekli ve ideal olmasına karşın Türkiye’deki seçile-bilme parametreleri maalesef ahbaplık, hinterlant genişliği ve yakınlık ilişkisine bağlı olduğu unutul-

muş olmalı.-Hükümet, muhalefetin somut ve sıradan in-

sanın karşılaştığı sorunlara değinerek halkın da-marına bastığı gibi reel ve bizzat fert fert insanları ilgilendiren projeleri ya sunmadı ya da sunamadı. Maalesef propaganda kabiliyeti dumura uğradı. Sıradan bir insanın mahalle kahvesinde bir iki ke-limeyle edebileceği sloganlar üretilemedi. Kaldı ki hükümet kadrolarının ekseriyetinin bu seçiminin ehemmiyetinden haberdar oldukları da şüpheli.

-Hükümet için bu yenilgi kimlerle yola çıkılıp kimlerle yola çıkılmayacağının hesabını yapmak için iyi bir fırsattır. Bakara-makaracılar, 700 bin liralık takanlar, yolsuzluk ve rantla köşeyi dönen-ler bu dava için fazlalıktır. Atılmadıkları müddetçe sırtımızda yüktürler.

-Velhasıl Davutoğlu samimi davrandı ve baba gibi İslami değerleri savunarak ideal olanı bay-raklandırdı fakat maalesef tarihi, islami ve insani motiflerin yanında her seçimde şu açıktır ki halkın beklentisi kendine doğrudan dokunan reel ve so-mut motiflerdir. Daha önce Erdoğan bu dengeyi

Seçime Dair DeğerlendirmelerDücane Demirtaş

hassas bir şekilde koruyordu fakat Davutoğlu’nun içtenliği somut beklentilerin çok ötesinde kaldı.

Müslümanlar bu seçimden ne öğrendi ve olası koalisyon hükümetinden sonra ne öğrenecek;

-Sonuçlar gösterdi ki Müslümanlar böylesi bir durum için hiçbir hazırlık yapmış değiller. Yetiştiril-miş ve aynı idealde kadrolaşacak bir nesil var de-nilebilir mi? Müslüman dernekler, STK’lar, vakıflar “kader, şefaat, kabir azabı, Hz. İsa öldü mü ölmedi mi” gibi sonu gelmez teolojik tartışmaları yaparak hem dindarlıklarını yağladılar hem de islami bir fa-aliyet yaptıklarına dair kendilerini tatmin ettiler. Bu vakitten sonra Müslümanlar sırf faaliyet raporuna geçsin diye etkinlik yapıp monolog şeklinde konfe-rans vermenin değil, gerçek islami faaliyetin baba gibi siyasete ve bürokrasiye ve yargıya adam yetiş-tirmek olduğunu anlayacaklardır.

-Müslümanlar olası koalisyonun üzerlerindeki etkisinden sonra muhtemelen “salağa yatma” dav-ranışlarından vazgeçeceklerdir. Hem bürokrasi de hem siyasette gerek iyi gözükmek gerekse çağın demokratik normlarına karşı mahcup olmamak için “demokrasicilik” oyununu oynadık. Artık şu açıkça kabul edilsin ki bu ülke de bir biz varız-halk- bir de eline geçtiği ilk fırsatta bizi bir kaşık suda boğmayı bekleyen sistemden beslenen azınlık. Müslüman-lar istedikleri kadar gözlerini kapatıp görmek iste-meseler de bu azınlıkla ilişkimiz basbayağı güce da-yalı ilişkidir yani bununda iki esası vardır karşılıklı hukuk ve çıkar. Bu iki temel bu sıralar bazılarının “demokrasicilik” adına ağızlarına pelesenk ettikle-ri Medine sözleşmesinin dayanağının ta kendisi-dir. Gerçek bu, bir biz varız bir de tetikte bekleyen düşman; karşılıklı hukuk ve çıkar dışında da bizim düşmanla hiçbir ilişkimiz ve “salağa yatma” gibi bir davranışımız olamaz. Müslümanlar artık kabullen-meli ki burası Türkiye Norveç değil ve bizi Batılı de-mokratik ülkelerden ayıran ister iyi olsun ister kötü olsun kendi dinamiklerimiz, şartlarımız ve koşulla-rımız var, artık kompleksten kurtulun.

-Görüldü ki bir danışman telefonuyla bir bildi-riye yüzlerce islami STK’nın imza atmasının doğan yayın grubundan bir kanalın yaptığı propaganda kadar etkisi yoktur. Müslümanlar iktidarı maalesef iktidara bırakmayacak kadar sahiplenmediler. Ne de olsa Erdoğan var anlayışı, onları sürekli iktidar-

dan gelecek bir takım imtiyazlardan hep tek taraflı beslenen obezitelere dönüştürdü. Bu imtiyazların hepsi hükümet tarafından değil, İslami dernek ve kuruluşlar tarafından koparıla koparıla alınacak imtiyazlar olmalıydı ki geri istendiğinde uğrunda ölmek için Müslümanlar yola yatacaktı. Ve hak ve özgürlüklerde öyle, hükümet son 5 yılın kazanım-larını kıyaslamaz gücü sayesinde resmen afedersi-niz ıkına ıkına verdi, değil bugün iktidar değişince başörtüsü özgürlüğüne sahip çıkmak, biz daha ik-tidarken İslami stk ve dernekler olarak başörtüsü sembolüne tecavüz edilmesini bile durduramadık.

-Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olurmuş. Bugün hükümeti sahiplenip, eleştiri ya-pacaksa bile kol kırılır yen içinde kalır deyip aynı mahallenin aynı evin içinde eleştiriyi yapamayan-lar, oy vermeyi hala itikat meselesi olarak görenler ve tarafsız kalmayı bir halt yerine hakk zanneden-ler yarın bakalım, kendilerini oy vererek ya da hiç oy kullanmayarak desteklemiş oldukları, güruhlar gırtlaklarına çökünce nasıl bir ilerleme kaydede-cekler, şahsen merak ediyorum.

-Müslümanlar daha kendi evlatlarına, ağzın-dan bir kardeşlik, barış, özgürlük, ekmek, adalet ve eşitlik çıktı diye henüz ellerindeki mazlumların kanı kurumamış, kendi değerlerinin üstüne pisleyen, eşcinsel evlilik vaadi ile eşcinsel aday çıkartan ka-tillerin ne olduğunu izah dahi edemediler. O kadar Kur’an dersi yapan ağabeyler gençler ne oldu da bir saz sesini duyunca löp diye atladı. Kitabı okur-ken bir bölüm olsun, içinde ahlaksızların biz “barış elçisiyiz” “biz demokratız” diye bu ülkede kan akı-tacaklarına dair bir yorum yapamayacak kadar mı zokayı yutmaya eğilimlisiniz? Sorsan ciltler dolusu kitap yazacak devrimcilik oyunu oynayan Müslü-manlar bugün batılın üstünü hakikatten parçalar serperek kapatan Samirilerin kucağına oturdu, Talut’un içmeyin dediği nehri kana kana kuruttu-lar, Davut ve Süleyman’a alemci, putperest ve ka-dınla kızla takılan kafirler dediler, dedirttiler. Bir Kuran okuyucusu bunun ne anlama geldiğini pek ala kestirebilir.

-Dış mihraklar, faiz lobisi, istikrar, ümmetin sela-meti vb. denince alay edecek kapasite de yetiştiri-len bir Müslüman gençliğin; pollyanna gibi herkese karşı gül dağıtan iyimserliğe sahip olması, bacak

52 • Haziran’15 Haziran’15 • 53

Gündem Gündem

Page 29: Büyük Birader Seni İzliyor!

bacak üstüne atıp bir yandan sigara içerken diğer yandan kadın erkek karışık ortamlarda devlet yıkıp binlerce yıllık teoljik mevzuları karara bağlayabil-mesi, “düşman kim biz kimiz” sorularını hiç sor-mamış sormayacak genişlikte olması elbette İslami STK’ların bugüne kadar gençliğe ne derece yatırım yaptıklarını gösteriyor. Mücadele için sırası gelmiş Müslüman gençliğin önemli bir kısmı bu minval de takla atmakta, memleketin gelecek yıllarına hayırlı olsun.

-Nasıl ki Mısır’da halkın yarısı sırf Müslümanlar-dan diyerek darbeye karşı Mursi’ye sahip çıkmadı ve korku ve zilletle yaşamayı seçtiyse; maalesef Kürt halkının ekseriyeti de korkusuna yenildi ve Erdoğan’a sırtını döndü. Bu vakitten sonra anlaşıldı ki gerçekten bu topraklarda bir “Kürt Sorunu” var. Ezilmiş, hor görülmüş ve bu yüzden korkusu sürekli istismar edilerek kullanılan bir Kürt halkı var. Örgü-tün, değerlerine pisletip onlardan rant sağladıkla-rını bilmelerine rağmen silahların gölgesi özgür ve onurlu yaşama cesaretlerini boğdu. Elbette böyle bir seçimin bir bedeli olacaktı ve onlarda bunun farkındaydılar fakat buna cesaret edemediler. Öyle ki HDP Diyarbakır ve Van’da %75 bandına çıktı.

-Ak Parti iktidarı Kosovalı, Bosnalı, Makedonya-lı, Arnavutluklu, Tunuslu, Mısırlı, Filistinli, Suriyeli, Kafkasyalı, Orta Asyalı, Arakanlı ve Morolu Müs-lümanların iyi kötü hamisidir. Bugün Ak Parti’nin düşmesiyle beraber Nahda’yı boğazlamak isteyen

bir Tunus kemalizmi var. Boşnakları hiçe sayıp Bosna’nın tamamını kontrol etmek isteyen bir Hırvat-Sırp faşizmi var. Sahipsiz bulduğu an Mo-rolu Müslümanların üzerine çökmeyi bekleyen bir Filipinler rejimi var. Türkiye dışında hiçbir ülke ta-rafından istenmediği için denizde açlığa terk edi-len Arakanlılar var. Hükümetin düştüğü an ailele-riyle Rusya’ya, Çin’e, Orta Asya liderlerine teslim edilmesi umulan Çeçen, Uygur, Özbek, Kırgız ve Türkmen Müslümanlar yığınlar var. Ölüme gön-derilecek 2 milyon Suriyeli ve katile karşı savaş-ta yalnız bırakılacak Suriyeli direnişçiler var. Yani öyle ki Türkiyeli Müslümanların “ya bir hata yaptık” deme lüksü çok ağır sonuçlara gebe olabilir.

-Müslümanların bu yenilgisinde bir hayır vardır. O hayır, bu dava sadece Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun davası değil, bizim hepimizin da-vası olduğunu hatırlamaktır. Hükümetin eksiklikle-ri bizzat onu eleştiren ya da bu külfete girmeyen fakat imtiyazlardan yararlanan bütün İslami STK ve derneklerin hep güç sarhoşluğuyla ertelenmiş sorumluluklarıdır. Yenilgi Ak Parti iktidarının değil kişilerin ha diyerek itmesiyle ayakta duran ne in-san yetiştirmede ne de mücadele etmede çok çe-tin bir savaşın içinde olduğunun farkında olmayan Müslüman halkın yenilgisidir. Ders çıkartıp, önlem alırsak inşallah bu yenilgi nice umulmadık zafer-lerin muştusu ve olası hataların tedbiri olacaktır.

Siyaseti Tüketen DilAkif Emre

Yeni Şafak- 28.05.2015

Özellikle medya üzerinden yürütülen bu nefret ve

kendini feda etme dili duygu-sallaşarak siyasetin tepesinde bir güç mücadelesi olmaktan çıkıp toplumsal çatışma potan-siyeline dönüşüyor. Bir yanda hükümete ve yapıp ettiklerine adeta ilahi bir misyon yükle-yen, din dili üzerinden meşru-iyet sağlayan taraftarlık; diğer tarafta adeta onu şeytanlaş-tıran, ihanete varan itham-larla kin ve öfke saçan bir dil.

Demokratik, seküler si-yaset ortamında siyaset di-linin kutsallığa sarılması ile muhalefetin nefret ve ihanet algısından beslenen bir dile sarılması da farklı/tersten bir kutsallaştırmaya dönüşüyor. Bu durumdan her şeyden önce bizzat siyasetin zararlı çı-kacağı açık.

İktidarın yapıp ettiklerine dair tutumunuz, destekleme-deki gerekçeleriniz, hatta hak-lılığa olan samimi kanaatiniz ne olursa olsun, kutsiyet iza-fe edilmesi her şeyden önce hakikatin ortadan kalkmasına

yol açar. Değerler ve kutsallık üzerinden kurulan bir siyaset dili, her şeyden önce taraftar olduğunuz siyasetin eleştiril-mesine izin vermez. Eleştirel bakışın olmadığı bir ortamda da hakikat ortaya çıkmaz, ha-kikatin yozlaşması kaçınılmaz olur. Değer ölçülerinin yozlaş-tığı ortamlarda ise adaletin te-sisi imkansız hale gelir.Her şey ‘dil’le başlar çünkü.

Gezi bir ‘siyahi’ ayaklanması mıydı?Mehmet Hakan Kekeç

Star Açık Görüş- 03.05.2015ABD’deki siyahî ayaklan-

malarının konjonktürel oldu-ğunu söylemek mümkün de-ğildir: Ferguson da Baltimore da yıllardan bu yana biriken enerjinin -etkin bir fay hattı-nın ortaya çıkardığı deprem-lerdir. Bu bize, ABD’de bir sis-tem sorunu olduğunu ya da siyahîlerin sistem içerisinde yeterince var olamadıklarını, sistem tarafından ezildiklerini ve haklarından mahrum bı-rakıldıklarını göstermektedir. Bu ifadeleri Gezi eylemleri-ne katılanlar için kurmak ise imkânsızdır: Gezi eylemleri konjonktüreldir ve dâhil olan-lar sistem tarafından dışlan-

mamaktadır. Tabii, bununla birlikte, -çoğunluk gruplardan bahsediyor olsak da- Gezi’nin ‘karma / heterojen’ bir yapıda olduğunu ‘sistem tarafından dışlananların da’ eylemlere destek vermiş olabileceğini hatırlatmak gerekir.

Gezi eylemlerine katılanla-rın yüzde 76’sının CHP seçme-ni olduğundan bahsetmiştik. CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nde sistemi ve resmi ideolojiyi ku-ran, sisteme karşı oluşacak iti-razlara karşı elinin altında her zaman hazır bir ‘aydın’ sınıfı bulundurmuş ve bulunduran bir partidir. Dikkat ederseniz “siyasi iktidara karşı oluşacak itirazlara” demiyorum, “sis-teme karşı oluşacak itirazlar” ifadesini kullanıyorum. (Bu noktada, ABD’de siyahîlerin sorununun ‘sistemle’ olduğu-nu hatırlatmakta fayda var). CHP uzun yıllardır siyasi ikti-darı elde edemiyor olsa da, kültürel iktidarı her zaman elinde bulundurmuştur ve bulundurmaktadır. Türkiye’de kültürel iktidar aykırı sesle-ri siyasi iktidardan daha gür sesle reddetmektedir. Bütün bunları (özellikle kültür ve sanattaki tekeli ve eylemlere destek vermemiş sanatçıların gördükleri baskıyı) göz önüne alırsak; Gezi eylemlerine katı-lanların ABD’deki eylemciler gibi “alt kültürden” oldukları-nı söylemek inandırıcı olma-yacaktır.

BasındanYansıyanlar

54 • Haziran’15 Haziran’15 • 55

Gündem Medya

Page 30: Büyük Birader Seni İzliyor!

Cumayı Ayasofya’da mı kılalım fabrikada mı?

İsmail KılıçarslanYeni Şafak- 30.05.2015

Hareket elbette iyidir, fa-kat bu hareketlenmeyi

Ayasofya gibi ‘son tahlilde te-orik ve sembolik’ bir alanda görmek yerine Tofaş-Renault grevi gibi son derece ‘pratik’ alanlarda görmek isterim asıl. Geçen hafta yazdım. Otomo-tiv işçileri Bursa’da son yılla-rın en önemli direnişini ger-çekleştirip bütün fabrikaları masaya oturtmayı ve istedik-leri zamları almayı başardılar.

Grev sürecinde gazetelere düşen bir fotoğraf vardı. İşçiler fabrika bahçesinde bir namaz-gah oluşturup cuma namazla-rını burada kıldılar. Muazzam bir kalabalıkla kılınan namaz-da hoca efendi ‘İslam’da işçi hakları’ meselesini anlattı. Za-ten bu namazın ertesi günü de fabrikalardan peş peşe ‘anlaş-ma haberleri’ geldi.

Üzgünüm; memlekette bu fotoğrafı önemseyen dindar genç olduğundan hiç emin değilim. Bu fotoğrafı önemse-mek bir yana grev, işçi hakları, sosyal adalet gibi meseleleri hiç olmazsa düşünce planında dikkate alan dindar gençlerin sayılarının ne denli az olduğu-nu da görüyorum.

Üzgün olduğum bir başka mesele ise şudur: ‘Dava reto-riği’ meselesini tarihsel olan-dan, sembolik olandan, teorik olandan kurtarıp pratik olana,

bu güne dair olana, hayatın içinde olana ilerletmeyi redde-den bir İslamcılık kaybetmeye mahkûmdur.

Bursa’da grev alanına git-mek isteyen dindar gençleri ‘sizi yuhalarlar’ cümlesiyle alı-koyanlarla ‘fetih kutlaması çok önemli gençler; iki eliniz kan-da olsa gitmelisiniz’ diyenlerin aynı adamlar olduklarını gör-meden alınacak mesafe yok. Grev alanındaki işçilerin hak-larının Ayasofya’nın açılmasın-dan daha önemli bir mesele olduğunu kavramadan alına-cak mesafe yok. Cuma nama-zını Ayasofya’da kılmaktansa hakları için direnen işçilerle birlikte kılmayı istemeden alı-nacak bir mesafe yok.

Kusura bakılmasın; son zamanlarda ‘zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şe-yimiz yok’ cümlesini ‘zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın’ cüm-lesinden daha çok önemsiyo-rum.

Ne diyordu Engels: ‘Bi titre yahu delikanlım. Bi kendine gel yeğenim. Başkalarının senin için önemli bulduğu ajandalar-la değil kendi doğrularınla ha-reket et. Aksi takdirde o trenin arkasından bakıp duracaksın.’

Yoksa Evren’in cenazesine ABD

elçiliği bir çelenk dahi göndermedi mi?

Yıldıray Oğur13.05.2015- Türkiye

ABD için 12 Eylül’ün fayda-ları o kadar unutulmaz olacak

ki. Mısır Darbesinin eli kula-ğında olan 2 Temmuz 2013 gecesi ABD’nin yarı-resmî dış politika merkezi olan The Co-uncil on Foreign Relations’ın başkanı Richard Haass şöyle bir tweet atmıştı: “Türkiye’de ordu on yıllardır demokrasinin yeşermesinde kritik bir rol oy-nadı. ABD, ordunun benzer bir rolü Mısır’da oynamasını red-detmemeli.”

Neyi kastettiğini 2008-2010 arası ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan James Jeffrey ile Soner Çağaptay neo-con Washington Institute için yaz-dıkları (Moderating Islamists: Turkey’s Lessons for Egypt-İslamcıları ılımlılaştırmak: Mı-sır için Türkiye’den dersler) raporunda açtılar. ABD’de Türkiye ile ilgili referans alınan bu ikili açıkça 12 Eylül darbe-sinin Türkiye’de demokrasiye faydaları ve İslamcıları nasıl ılımlı hâle getirdiğini anla-tıp, Türkiye’nin darbecilerini Mısır’ın darbecilerine model olarak gösterdiler.

(Tıpkı Sisi gibi, Evren de ge-miyi götürmek için beş para-sız petrole ihtiyacı olduğunda Suudilerin kapısını çalmıştı. Suudi Arabistan’ın ABD’nin buradaki fon dağıtıcısı olma vasfı o tarihlerde de geçer-liydi anlaşılan. Ama o zaman Suudiler şart olarak İsrail’le diplomatik ilişkileri kesmeyi koşmuş, Evren de diploma-tik temsil seviyesini düşürüp, sert bir İsrail karşıtı dille, İs-lam Konferansı Teşkilatı’na destekle buna cevap vermişti. Aynı zamanlarda zorunlu din dersleri, Türk-İslam sentezine dönük adımlar atılınca Evren yönetimi hem kendi içinde bölünmüştü hem Batı’yla hem

de Türkiye’deki laik Kemalist kesimle ipler kopmaya başla-mıştı.)

O yüzden cenaze fotoğra-fına rağmen Evren-Erdoğan arasında berbat anolojiler kuranlar YÖK’e, din dersleri-ne, anayasaya değil, bu büyük fotoğrafta kimin yanında dur-duklarına bir zahmet baksın-lar.

Kenan Evren dünyasının temsil ettiği değerlerin mi-rasçısı olmayı; ona “haram olsun” seslerinin çınladığı yal-nız bir cenaze hazırlayan AK Parti değil, bugünün Evren’i Sisi’ye heyet gönderenler, Türkiye’nin, ABD’nin bölge-de yeni Evrenlerle iş görme politikasına itirazlarına karşı dış politikada eksenimiz kayı-yor diye kendini paralayanlar daha çok hak ediyor.

Bu arada ABD Büyükelçili-ğinden de mi hiç kimse Kenan Evren’in cenazesine katılma-dı? Sisi’ye bundan çıkacak çok ders var.

İstanbul’da tarihi yarımadanın geleceği -

1: Otelleşme mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can Milli Gazete- 01.05.2015Cumhuriyetin kurucu

kadroları, “Eski Türkiye’nin” kurucuları, Batıya, Lozan’da Ayasofya’yı müze yapma sözü vererek cami olmaktan çıkar-mışlardır. Camilere ait vakıf arazilerini işgal etmişler; ona-rılması gereken küçük cami

ve mescitleri onarmayarak yıkılmalarına, yok olmalarına sebebiyet vermişlerdir. Birçok mescidin arazisine (gelir kay-naklarına) el koyarak tarihi ya-rımadadaki cami ve mescidin bakım ve onarımını engelle-mişlerdir.

Ayasofya’nın görüntüsü, silueti cami olmasına rağmen, cami fonksiyonu görmemek-tedir. Çünkü İçerisinde iba-det edilememektedir. “Yeni Türkiye’nin” kurucuları, yapıp uyguladıkları imar planları ile Sultanahmet, Süleymaniye, Beyazıt ve Şehzadebaşı cami-lerini insansızlaştırarak gayrı resmi müzeleştirdiklerini gör-meleri gerekmektedir.

Fatih Belediye Başkanının verdiği beyanatta ortaya çıkan diğer önemli bir konu, şehir-leşmede Batı şehirlerini örnek alarak yapılaşmayı planlamış olmalarıdır:

“Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin yollarını elden ge-çirdik, meydanlarını yaptık. Bu bölgelerden kullanılan malze-meler dünya’nın en iyi mal-zemeleri. Biz Roma’yı, Paris’i, Londra’yı kendimize örnek al-dık.” (2)

Bu şehirleri örnek alarak yapılan bir şehirleşme ile bu şehirlerin bazı tecrübelerin-den yararlanmak arasındaki farkı göremez isek, o zaman, çok yanlış şehirleşme planları hazırlayarak kendi kültür ve medeniyetimize ciddi bir dar-be vurmuş oluruz. Çünkü her kültür ve medeniyet, kendi kodlarına uygun şehirleşme meydana getirir, doğaya, çev-reye kendi rengini vermeye çalışır. Kültür ve medeniye-tin dayandığı temel değerler, bunu zorunlu kılar. Roma, Pa-

ris ve Londra, Batı kültür ve medeniyetinin dayandığı te-mel değerlerin şekillendirdiği ve sembolleştirdiği şehirlerdir. Bizim belediye başkanlarımı-zın ayrı kültür ve medeniye-tin ürünü olan şehirleşmeleri, örnek almakla kendi kültür ve medeniyetlerine haksızlık yaptıklarını ve yanlış şehirleş-me planları uygulayarak şehir-lerimizi daha da tahrip ettikle-rini görmeleri gerekmektedir. Bursa’da Ulucami’nin önüne dikilen 20-25 katlık binalarla Bursa’yı katletmişler, nefes alamaz hale getirmişlerdir. Tarihi dokuyu gölgeleyerek nesillere bir kimlik aktarımını engellemişlerdir.

Uygulamalarda karşımıza çıkan bütün bu sonuçlar, bir zihniyet değişiminin yaşan-dığını bize göstermektedir. Bu zihniyet değişimi, bugün Türkiye’nin en ciddi sıkıntısı-dır. Unutulmasın ki tarihi ya-rımadayı İslam kültür ve me-deniyetinin sembolü haline getiren sadece silueti değildir, onlara sahip çıkacak ve onları bir değer olarak gelecek nesil-lere aktaracak olan insanları-dır da. Tarihi yarımadayı Müs-lümansızlaştıracak olan bütün imar planları, sadece tahribatı artırır ve “Yeni Türkiye’nin” “Eski Türkiye’nin” devamın-dan başka bir şey olmadığını ortaya koyar.

Kültür ve medeniyet da-vası olan herkes, henüz vakit varken, tarihi yarımadanın otelleştirilmesi, Müslümansız-laştırılması politikasına karşı çıkmalıdır.

56 • Haziran’15 Haziran’15 • 57

Medya Medya

Page 31: Büyük Birader Seni İzliyor!

İ çinde yaşadığımız hayatın belli bir düzeni vardır. Her canlı doğar, gelişir ve son nokta olarak ölür. İlk

nefesi soluyan canlı illaki son nefesi de tadacaktır. Yaşlanmak bu döngüde kaçınılmazdır. Yeni doğan bir bebek bir şeyleri keşfetmeye başlar ve zamanla öğrenir. Gençlikte böyledir. Giriş olarak ele aldığı-mız bebeklik, gelişme olarak gençlikte kendini gös-terir. Ve sonuç olarak yaşlılık. Aslında yaşlılık tecrü-bedir şu hayatta, özgüvendir. Gençler; yaşadıkları hayatta kendilerini üretilen teknolojilerin tüketilen gençliklerine verir. Kendilerini o kadar teknolojiye kaptırırlar ki, yaşlılara nasıl davranılması gerekti-ğini bilip de uygulamazlar. Fakat bilmezler ki, her insan yaşlı olarak dünyaya gelmiyor. Dünya onları zamanla yaşlılığa sürüklüyor. Yaşlılık; altın değerin-de bir tecrübedir. Aschylus’un sözünü hatırlayalım. “ İhtiyarlık, gençlikten daha adildir. “ Her şeyi bilen, yaşayan ve yaşayıp da bizlere anlatan yaşlılarımız-dır. İhtiyarlar bizlere anlatmalı, bizler yaşamalıyız.

Günümüzde maalesef, yaşlılara olan sevgi ve saygı hassasiyetimiz eksilmiş durumdadır. Metro ve otobüslerde yaşlılara yer verilmemekte ve yaşlılar hiçe sayılmaktadır. Bunun bir diğer suçlusu gençli-ği harcayan teknolojilerdir. O kadar çok dalmışız ki teknolojilere, yakınımızda olan kendi geleceğimizi görememekte ve gençliğimizi yaşayamamaktayız. Biz sanalda değil, gerçek hayatta nefes alıp tebes-süm etmekteyiz. “Eskiler mutluydu” derler, çünkü teknoloji yoktu o zamanlar.

Günümüzde de gaspçılar, hırsızlar, dolandırıcı-lar ve ahlaksızlar yaşlıları dolandırmakta ve onlara şiddette bulunmaktadırlar.

Geçenlerde birkaç değerli dostlarımla Ankara Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma derneği-nin bir projesinden haberdar olduk. Proje yaşlılara

hizmet vermekteydi. O ortamı görmek isteyip pro-jeye dahil olduk. Yaşlılarımızın evlerine konuk olduk ve bizi çok güzel bir şekilde ağırladılar. Yüzlerindeki tebessümle bize memnuniyet duyduklarını içten-likle anlattılar. Ve biz de gençliklerini ve yaşadıkla-rını içtenlikle dinleyip kendimize bir sonuç çıkardık. Bazılarının gençlik hikayesi acılarla doluydu. Ama şu da var ki; hayat herkese aynı değil. Önemli olan; acıysa yılmayıp, mutluluksa şükretmektir. Yine git-tiğimiz bir evde görme engelli ve yanında kimsesi olmayan bir teyzeyle tanıştık. Yaşamı ibretlik hika-yelerle doluydu. İnsan onları dinleyince kendi ya-şamını sorgulamaya başlıyor. Hatta ders alıyor. As-lında her birey yaşlıların hayatını incelese pek çok hatayı hayatlarından rahatlıkla silebilir.

Yaşlılarımızın bizden bekledikleri ilgi ve saygıdır. Aslında onların beklentilerinden çok, bizim insanlık görevimizdir. İslamiyet’in emri de aynı şekildedir. Yaşlılarımıza ilgi gösterip saygıda kusur etmeme-liyiz. Yaşlılara hassaslık vicdanen bizde olmalıdır. Çünkü bize yatırılan yatırımlar ve öğrendiğimiz ahlak yaşlıların bizi eğitmesinden doğar. Ve şuan-da da ne biliyorsak, ne yapıyorsak onlar sayesinde yapıyoruz. Ve yaşıyoruz, onları da saygıyla, ilgiyle yaşatmalıyız.

İslamiyet yaşlılara çok hassas yaklaşmaktadır. İslamiyet şefkat, sevgi dinidir. İnsanlık dinidir. Ger-çek bir Mümin insanlara büyük değer verir. Yunus Emre’nin dediği gibi; “Yaratılanı severim Yaratan-dan ötürü”. Yaşlılara duyulan saygı Allah’a duyulan muhabbetten kaynaklanmaktadır. Yaşlılar ve onla-rın samimi dualarıdır bizi ayakta tutan. Yaşlılarımı-za değer verelim. Unutmayalım ki hepimiz yaşlılığa adayız ve her insan davrandığı şekilde muamele görür.

YAŞLILIK Nazmiye YENİÇERİ

Biz ortadoğunu’n insanları.Bir inşirah okundu, gün boyu göğsümüzeRabbim sen içimizi ferahlat!

Nasıl unuturum,Gökkubbenin altında esmer buğusunu geceninAy ve yıldızlar.Sergilenen vitrinlerde şehadet sesleriNasıl unuturumToğrağa bulanmış başlar , Ey kıyamın gölgesiDüşer gibi gecenin üstüneBiz ırmak kenarında dizili çocuklar.

Gökyüzünün mavisin’den avuç avuç kar düşerken saçlarına,Ey Kudüsü’mYalın ayak insan ağırlığınca koşuyoruz sanaDağlar , ağaçlar , yeryüzündeki tüm ayrıntılarArd arda, yan yana tekbir sesleriSende şükrümüzü ödemeye geldikKaskatı bedenlerimiz.Bir ezan vaktidir.Göklerde zafer kızıllığı.Bir duru su gibi saflarımızZaman aydınlığı doğuyor, Gazze’den Kudüs’e..

Bugün zincir vurduk, melon şapkalı adamlara60 yıllık esarettenGelecek günlerimizin hatrına .Gülümse Kudüsüm.Bu şehirki amansız, göz önlerinde yetim çocuklarKoşuyoruz özgürlük şiirineBugün.Altı lekesiz ayaklarımız.Şimdi başını koyacak duvar arıyor, nadasa bıraktığımız adamlar!Ey Rabbim, bu İslam’ın dirilişiİki marş bestelendi.Biri arş diğeri arz için.Tan ağarmadan açtı beyaz karanfilimiz.Karanlık güneştir uykudan uyanan.Yüzümüz doğuda.Yazılmış ve çizilmiş göğsümüze.Bir ayet.Yeni yağmış kar gibi Filistin’imDoğuyor güneşin çocuklarıÖzgür tohumlar düşüyor toğrağınaAyaklarımız soğuyor.Dizlerin bağı çözülmüş ,Sevdamız sardı Cuma günlerini.Gök nefesini tutmuş,biz Ortadoğunun insaları

DOĞUYA BESTELENEN ŞİİRErvanur ERDOĞAN

58 • Haziran’15 Haziran’15 • 59

Şiir Atölye

Page 32: Büyük Birader Seni İzliyor!

G enç Öncüler Isparta olarak bahar dönemi faa-liyetlerimize Mayıs ayı itibarı ile nokta koyduk.

Kur’an bilinciyle inşa edilmemiş, meselelere vahiy perspektifinden bakamayan kalplerin ne kendisine ne de başkalarına hayır namına vade-deceği bir şey olmadığına inanarak sure tahlil-lerinde bulunuyorduk. Bu amaçla, Alak, Kasas, Hud surelerini bazen arkadaşlarımızın evlerine misafir olarak bazen de Umran Kültür Merkezin-de değerlendirmiştik. Rabbimiz bize son olarak bu ay İbrahim suresini kardeşlerimizle birlikte de-ğerlendirme imkanı nasip etti. Hamd ediyoruz.

Bu ay Isparta’da İstanbuldan bir kardeşimizi de misafir ettik. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi Fatih Kadir Demirel kardeşimiz “Mehmet Akif’i Anlama Gecesi” etkinliğimiz çerçevesinde Isparta’da konuğumuz oldu. Sunumunu “Üstad Mehmet Akif’i Anlamak Neden Önemlidir” soru-su çevresinde gerçekleştiren kardeşimiz bu soruya “tecrübe, zihniyet, tarihi doğru konumlandırma ve nesil hedefi” başlıklarında açıklık getirdi. Ayrıca Sebilürreşad ve Sıratı Mustakim dergilerinin dö-

nemlerinin problemlerine ve ümmet coğrafyasına yönelik çağrılarının resmi ideolojinin unutturma ve karalama stratejileri çerçevesinde gündemimizde yer etmediğini vurguladı. Samimiyeti ve tevazu-suyla tanışmış olmaktan memnun olduğumuz Fatih kardeşimize bizi kırmayıp Isparta’ya kadar geldiği için buradan tekrar teşekkür ediyoruz. Allah ona ve bizlere güç kuvvet ve ilim nasip etsin.

Bu çalışmalarımızla birlikte ümmet coğrafya-sında yaşanılanlara da sessiz kalmadık. Geçtiğimiz haftalarda hepimizin bildiği üzere Mısırdaki sisi öncülüğündeki hırsız, zalim ve statükocu darbe yö-netiminin ürünü olan mahkeme, Muhammet Be-dii, Muhammet Mursi, ihvanın birçok mensubu ve alim Yusuf el Karadavi hakkında idam kararı talep etti ve kararı son sözü söylemek adına müftülüğe yolladı. Görüyoruz ki Mısır’da firavunların soyu hala devam ediyor. Zulüm hala devam ediyor. Ve firavunlar mazlumların çocuklarını tahtlarından olmamak için öldürmekten imtina etmiyor. Ancak onlar Rabbimizin ilminden ve planından asla üstün değiller. Nilin sularına bırakılan Musa as, firavunun

GENÇ ÖNCÜLER ISPARTA’DAMAYIS AYI BEREKETLİ GEÇTİ

sarayında, firavunun burnunun dibinde firavunu bekleyen akıbetin şahidi olmak adına nasıl büyü-yüp yetiştiyse inanıyoruz ki zalimlerin karşısında elbet bir Musa sağ kalacaktır. Bu inancımızı ve duy-gularımızı ilan etmek, çağımızın şahitleri olmak, şehrimize kardeşlerine sahip çıkmak ve taraflarını belli etmeleri çağrısında bulunmak adına Isparta Kültürevi Derneği, Güldünya Uluslararası Öğrenci Derneği ve Genç Öncüler Isparta olarak Ispartada-ki diğer cemaat, stk ve sendikalarla birlikte “Mısır yürüyüşüne” katıldık. Ispartalı Müslümanlar olarak “Hiç kimseden af dilemem. Ölüm emri yerlerden değil, gökyüzünden gelir” diyen Bedii ve dava ar-kadaşlarına dualarımızı ve şahitliklerimizi haykır-dık. Mısırın erlerine selam olsun. Allah sabır nasip etsin.

Derdi olanlar için şartlar aşılması gereken en-gelleri ifade eder. Hangi şehir ve hangi zaman olur-sa olsun derdi olanlar için yakılacak bir meşale, uzatacak bir el, söyleyenecek bir söz muhakkak vardır. Bizler Isparta’da, Anadolu’nun bu ufak şeh-

rinde derdimizi azığımız bilerek yolumuza devam edeceğiz. Üniversiteye giriş sınavlarının sonlarına yaklaştığımız bugünlerde kardeşlerimize dertle-ri olan ve dert ortakları olmaya hazır kardeşlerini bulacakları bir şehirden, Isparta’dan selam ediyor, Rabbimizden onlar için zihin açıklığı ve hayırlar ta-lep ediyoruz. Selametle…

60 • Haziran’15 Haziran’15 • 61

Etkinlik Etkinlik

Page 33: Büyük Birader Seni İzliyor!

19 Mayıs Salı günü tatili fırsat bilerek li-seli hanım kardeşleri-mizle bir araya geldik. Accayip eğlenceli, bol yarışmalı, çokça oyun-lu, sürpriz hediyeli, güzel yemekli dolu dolu bir programdı. Oyunlarımız fazlasıy-la marjinaldi; Google bunu nasıl tamamlar-dı?, Nesne Anlatma, Böyle bir hastalık var mıdır?, Balon patlata-rak yönerge uygula-ma ve Bu ilginç bilgi doğru mudur? Böyle oyunlar oynayıp, bol-ca hasbihal etme fır-satı bulduğumuz bir programdı. Rabbimi-ze hamd olsun. Tüm hanım kardeşlerimizi bu kardeşlik halkaları-mızda görmek isteriz.

G eçtiğimiz yaz, Salıncak Çocuk Kulübü’nün Yaz Okulu’na katılan arkadaşlar için unutulmaz bir yaz olmuştu! Okula giderken erken kalkmaya üşenirdik, ama yaz boyunca erkenden vakfa gelmek için

yarışır olmuştuk. Birbirinden ilginç etkinlik saatleri ve öğrendiğimiz onlarca yeni dersler sayesinde, hem eğlendik, hem de dinimizi daha iyi tanıdık.

Evet arkadaşlar, biliyoruz, bu sene de Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Okulu olacak mı diye heyecanla bekliyorsunuz. Güzel haberi veriyoruz. Bu yaz da bizim davetlimizsiniz!

22 Haziran- 14 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek olan Yaz Okulu’nda sizleri bekleyen onlarca güzel faaliyet var. İşte programa katılmak için birkaç neden:

*Kuran-ı Kerim’i tecvidli olarak okuyabilmek için! İlmihal ve İbadet bilgilerini öğrenip iyi bir müslüman olma yolunda emin adımlar atabilmek için! *Peygamber ve Sahabe hayatlarını öğrenip doğru kişileri öncü ve önder edinebilmek için! *Elişi saatlerinde, süngerlerden, boncuklardan, kartonlardan elişleri yapmak için! *Gezilere, pikniklere katılmak için! *Ezgi ve marşlar ezberleyip doğru müzikle hemhal olabilmek için! *Tiyatro, canlandırma oynamak için! *Onlarca yeni ablanız olması için! *Metrelerce uzunluktaki upuzun kâğıtlara, denizler, lunaparklar, gök kuşakları çizmek için! *Mısır patlatıp, film izlemek için! *Tatlılar yapmak için! *Evişi eğitimi saatlerinde annelerimize yardımcı olabileceğimiz önemli tüyolar almak için! *Maketler yapıp kültürümüzün önemli olaylarını tam anlamıyla kavrayabilmek için! *Birbirinden keyifli oyunlar oynamak için! *En önemlisi samimi dostluklar kurup hayırlarda yarışa bileceğin bir çevre edinmek için!

Ve daha birçok güzel şeyi bizimle yaşamak için hepinizi Yaz Okulumuza bekliyoruz arkadaşlar. Kontenjanımız sınırlı olduğundan, kayıt olmak için hızlı davranın!

BU YAZ DA SALINCAK’I

BİRLİKTE SALLAMAYA VAR MISINIZ?

Kayıtları Araştırma ve Kültür Vakfı’ndan yaptırabilirsiniz. Daha fazla bilgi almak için

Fatih :0537 986 49 48 Kağıthane : 0538 615 15 16 Bağcılar: 0531 033 65 54

62 • Haziran’15 Haziran’15 • 63

Etkinlik Etkinlik

Page 34: Büyük Birader Seni İzliyor!

Bu tozlar yutulmaz kıvırcığım Bu yola öyle girilmez

Bir küçük bakar kirpiklerine Ayna tutar gamlarına

Bir madalyonun iki yüzü Bir ananın iki ciğerparesi gibi Göğüs germiş Tanrı bildiğine

Bir isyan ki sorma! Çamlara boy yetirir ardıçlara

Ormanlara çakılsız dert salınmaz Çakallara yol verir Kurtlara aş döker

Sana su içmez kırağılar küçüğüm! Yürürsün dağların zirvelerine

Kekik toplarsın çuvalına Keçi sürüleri geçmişse ne!

Bir şiir dök izlerine parıltının Rüzgarları salla cılız çalılara

Çobanlara diz çök. Bu baş bu kellede durmaz küçüğüm!

Harcar seni her mayında Her nisan, yağar ince dokunuş

Mîsak nedir bilmezsin Çevirsen yüzünü bana

Sade iğneyle süzsen bir damla Şırıldarsın çukurlara, köprülere, yelkenlere..

Bu dert, el açınca dudağı kurur Toprak çatlağı gibi dil böler ateşe

Çıldırırsın rahmetle rahmete, şükre Yumruğuna yuva olur şakakların

Ağlamak ne kelime!

~KEDERLE~

64 • Haziran’15

Şiir

Page 35: Büyük Birader Seni İzliyor!

Hiç Kimseden Af Dilemem!

Ölüm EmriYeryüzünden Degil

Gökyüzünden Gelir...Muhammed Bedii