Çürük düş

126

Click here to load reader

Upload: goekcan-sahin

Post on 07-Mar-2016

236 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Ozancan Demirışık'tan kötülüğün damgasını vurduğu bir karanlık masal

TRANSCRIPT

Page 1: Çürük Düş
Page 2: Çürük Düş

ÇÜRÜK DÜŞ

OZANCAN DEMĐRIŞIK

Page 3: Çürük Düş

YAZAR

Ozancan Demirışık

KAPAK TASARIMI

Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ

Ağustos 2010

Bu e-kitap, Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com

adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan

kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.

Page 4: Çürük Düş

Bu öykü sert ve sert olduğu kadar da ahlâksızdır.

Rahatsız olacaksanız uzak durun.

Olmayacaksanız, buyurun gelin; başımın üstünde yeriniz var…

AÇILIŞ

SOMUT KÂBUS

Oyunu oynayan Tanrı, bizlerse dama taşı!

işin doğrusu bu, gerisi laf-ı güzaf

Onun için dünya dama tahtası, bizler birer oyuncak

bıkar sonunda, salıverir hiçliğin kuyusuna!

Ömer Hayyam

Page 5: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

5

Kasvetli bir uykudan uyandığımda, kendimi bir karabasanın tam

ortasında buldum. Aslında bunun bir karabasan olduğunu bile fark

etmemeliydim ama her nasılsa, geniş bir yatağın içinde, güzel bir kadınının

kollarında olduğum halde, bir şeylerin ters gideceği bundan daha açık

olamazdı. Belki kadındandı, belki yatağın öbür ucunda bu kadını becermekte

olan iriyarı adamdan… Kadını henüz göremesem de, zevk dolu çığlıklarını

işitebiliyor ve şehvetli okşamalarını göğsümde hissedebiliyordum. Olduğum

yerde yatıp narin parmakların becerikli dokunuşlarından zevk almam

gerekirken, vaktimi nerede olduğumu merak etmek ve her şeyin

mahvolacağını düşünmekle geçiriyordum. Neden sonra, gözlerim kadının

saçlarına takıldı. Kızıldılar. Kan kızılı. Cehennem kızılı. Alev kızılı…

Tanıdık geliyorlardı. Ürkütüyorlardı beni. Bir deja vu hissi zihnimi

kavuruyordu. Gözlerimi yumup çığlık çığlığa kaçmayı arzuluyordum, sırf o

saçlardan ve o saçların sahibinden uzaklaşabilmek için. Sırf bu ‘somut’

kâbustan kurtulup bombok hayatımı sürdürebilmek için.

“Alev,” diye mırıldandım. “Alev kızılı.”

“Efendim sevgilim?” dedi kadın. “Ne dedin?”

Ağzımı zar zor araladım ve, “Hiçbir şey,” diye yanıtladım. “Hiçbir şey

söylemedim.”

Dile getirdiğim bu beş kelime, beni yeni bir hayrete sürüklemekten

başka hiçbir işe yaramadı. Ses, benim sesim değildi; ben, ben değildim.

Ellerimi kaldırdım ve gözüme yaklaştırdım. O küt başparmağı, uzun işaret

parmağını ve zıtlıklardan güzellik yaratmak istercesine kısacık olan -ama bu

şekilsiz eli daha da çirkin kılmaktan başka hiçbir işe yaramayan- serçe

parmağını süzdüm.

Page 6: Çürük Düş

Çürük Düş

6

Bir başkasının bedenindeyim ama zihin, benim zihnimdi. Kendim gibi

hissediyordum ama kendim değildim.

Okşayışları ciddi bir sürat kazanan kadın, bana dönüp üzerime çıktı.

Vücudu, hakkında sayfalarca şiir yazılmaya layık olacak kadar güzeldi ama

değil saçlarına, suratına bile bakmak midemi bulandırıyordu. Hayır, çirkin

falan değildi; aksine, otuz senelik yaşamım boyunca rastladığım en

mükemmel surattı.

Ekşi Sözlük’te okuduğum bir geyik geldi aklıma: “Tanrım, niye Adriana

Lima’yı Photoshop’ta, beniyse Paint’te çizdin?”

Bu kadın ilk gruba giriyordu. Tanrı internete girip Photoshop’un son

sürümünü -CS kaçsa artık- indirmiş ve açıp günlerce uğraşarak onu yaratmıştı

sanki.

Kadın hakkında düşünmeyi bir kenara bıraktım. Kadının ‘yaptıkları’

hakkında düşünmeye geri döndüm. Üzerime çıktığına ve benden gayet

ahlaksız beklentileri olduğuna göre, çam yarması onunla işini bitirmişti.

Başımı kaldırıp soluma baktım ve vücudu kıldan ibaret olan bu orangutan

kılıklı insan bozuntusunun terden ve sarf ettiği gayretten kıpkırmızı olmuş

halde, öylece uzanmakta olduğunu gördüm.

Eh, evet, belli ki işini bitirmişti.

Kadın beni deli gibi korkutsa ve fena halde midemi bulandırsa bile,

vücudumun kontrolü ‘tamamen’ bende değildi. Aletim ereksiyon halindeydi

ve onu sakinleştirmek mümkün olacak gibi görünmüyordu. Kadının

beklentilerine karşılık vermekten başka bir çarem yoktu. Aletimi onun dar,

ıslak ve tahrik edici vajinasına sokarken, Cehennem’e hoş geldim, diye

düşündüm.

Page 7: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

7

Her şeyin neden bu kadar tuhaf ama aynı zamanda neden bu kadar

tanıdık olduğunu merak ediyordum. Eşi benzerine tanık olmadığım bir

acayiplik söz konusuydu. Daha önce bu anı yaşamış olamazdım. Bir rüyada

olmadığımı biliyordum. Her nasılsa, bundan emindim. Evet, rüyalar ve

karabasanlar da son derece tekinsiz ve belirsizlerdir ama yaşadığım şeyler

gerçek hayat kadar gerçek ve de gerçek olamayacak kadar sıra dışıydı.

Somut kâbusun -veya zaten kâbus olmayan kâbusun- gidişatını

değiştiren olay, o sıralar vuku buldu. Ben aletimi o ıslak cennetten çıkarır ve

derin bir nefes verirken, odanın kapısı tekmelenerek açıldı ve görece genç bir

adam saf öfkeyle yoğrulmuş bir surat ifadesiyle içeri daldı.

Kendimi aynaya bakıyormuş gibi hissettim. Çünkü o adam, bendim.

Ve hatırladım. Her şeyi hatırladım. Bundan sonra neler olacağını adım

gibi biliyordum. Ben, Burç Dinç, hepsini daha evvel yaşamıştım.

‘Ben’ ortalığı tekmeledi, ölüp ölmeyeceklerine bile aldırmadan

adamları bir güzel patakladı ve evden dışarı çıkardı. Pataklananlardan biri

doğal olarak bendim ve acıyı her zerresine dek duyumsadım. Eh, zevk

alabiliyorsam acıyı da yaşamam pekâlâ mümkündü; yani bu gelişmeye pek

şaşırmadım. Kendi kendimden yediğim tekmeler ve yumruklar vücudumun

çeşitli noktalarına inerken, ne bağırdım, ne inledim, ne de ağladım…

Bundan sonrasını ‘yeniden’ yaşayamayacaktım. Ama buna gerek de

yoktu. Neler olduğunu saniyesi saniyesine anımsıyordum. Duvarları kızıla

boyalı o felaket yatak odasına dönecek ve o felaket kadını saçlarından tutup

yataktan kaldıracaktım. Yüzüne bakacak, ağzımdan salyalar saçarak

haykıracaktım: “Kendi evimde… Yüzüne bile bakılmayacak ‘iki’ tane erkekle…

Benim yatağımda… Güpegündüz…”

Page 8: Çürük Düş

Çürük Düş

8

Bana ‘hayal kırıklığıyla’ bakacaktı. Sanki hayatının hatasını yapan o

değil de bendim. Gözlerine bakınca, aşağılık kelimesiyle tanımlanamayacak

kadar aşağılık bir şey yapmadığını zannederdiniz.

“Senden iğreniyorum!” diye devam edecektim haykırmaya. “Đnsan bile

değilsin. Ucubesin! Canavarsın! Bugüne kadar sana katlandım. Seni sevdiğimi

sanıyordum çünkü; yaptığın her kötülüğü de bu yüzden sineye çektim. Ama

artık çizmeyi aştın. Artık dananın kuyruğu koptu!”

***

Benim adım Burç Dinç. Đlginç bir ismim var, biliyorum. Bir yandan

rahatsız edici, bir yandan da sevimli bir kafiyeye sahip. Ama ben bu isme

alışalı ve onu umursamayı bırakalı çok oldu. Anlatacak daha ilginç şeylerim

var. Çok, çok daha ilginç şeyler…

Size düşlerimin ne zaman çürüdüğünü anlatacağım.

Keşke çürüyen yalnızca rüyalarım olsaydı. Keşke rüyalarımın her biri,

biraz önce okuduğunuz gibi ‘somut kâbus’lara dönüşseydi. Bu nasıl bir dilek

diyebilirsiniz, ben de size hak veririm; ama emin olun, yaşadıklarım biraz önce

tanık olduklarınızın yüzlerce kat kötüsü.

Düş ve rüyaları birbirinden ayıran, bambaşka şeyler oldukları

kanısındaki pek fazla insan vardır ve bu fikri üretmek için kasvetli bir filozof

olmak da gerekmez. Benim yalnızca gecelerim değil, gündüzlerim de

mahvolmuştu, çünkü yaşayan her insan yalnızca geceleri rüya görürken; öyle

ya da böyle, her dakika düş kurardı. Farkına varsa da, varmasa da.

Page 9: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

9

Yaşamım yani gecelerim ve gündüzlerim hakkında öyle bir yıkım söz

konusu ki, anlatmak için kelimeleri birbiri ardına sıralayacak, ter dökecek,

beyaz sayfaları siyah şekillerle dolduracağım.

Genelde kasvetli, bazense eğlenceli hikâyeme, bir iş görüşmesine

gittiğim günle başlamak niyetindeyim. Zaman sırasına uymayacağım. Aklınızı

da sık sık karıştıracağım. Baştan sizi uyarmıştım; pek huyum olmadığı halde,

örnek bir nezaket gösteriyor, yani sizi bir kez daha uyarıyorum. Zoru

sevmiyorsanız, bu sert yolculukta beni takip etmeyin.

Eh, bu kadarı yeterli. Kalemimden dökülecek çok fazla kelime var.

Dolma kalemin mürekkepleri arasında, küçük kurtçuklar misali kıpırdanıyor,

‘beni beyazlıkla buluştur’ dercesine çığlık atıyorlar. Gelseniz de gelmeseniz

de, ben anlatmaya başlıyorum.

Gazam mübarek olsun.

Page 10: Çürük Düş

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

GÜNEŞ GÖREN CESET

Keşke biriyle tanışsam... Ama bunun olma şansı çok düşük.

Tanımadığım bir kadınla göz kontağına giremediğim düşünülürse.

Belki de tekrar Naomi’yle çıkmaya başlamalıyım. Tatlı biriydi. Tatlı

iyidir. Beni seviyordu. Neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına âşık

olmak zorundayım?

Eternal Sunshine of the Spotless Mind - Charlie Kaufman

Page 11: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

11

“Madem ölüm döşeğindesin,” derdi dedem, “ölmek için ne

bekliyorsun?”

Başına korkunç bir şey geldiğinde, onu savuşturmak için çok daha

korkuncuyla yüzleşmen gerektiğini düşünürdü. Böylece önceki büsbütün

aklından çıkacaktı. Bu örneği çeşitli mizahçılar dergilerde veya televizyon

dizilerinde gırgır yönleriyle işlediler (Umut Sarıkaya’nın ‘montla sıç’

karikatürünü hatırlayın veya bulup okuyun, ne demek istediğimi daha iyi

anlarsınız) ama hiçbiri dedem kadar etkili bir izlenim yaratamadı bende.

Zaten amaçları da bu değildi.

‘Saçmalıyorsun. Başındaki belaya bir yenisini eklemekten başka ne işe

yarayacak bu?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Size hak veriyorum

vermesine, ama bir şeyi de hatırlatmak istiyorum: Bu yöntemi ancak ‘sahiden’

çaresiz, ‘sahiden’ tükenmiş, ‘sahiden’ yolun sonunda olduğunuzu fark

ettiğiniz vakit uygulayabilirsiniz. Kanınızdaki zehir vücudunuza öylesine

yayılmış; ruhunuzu, yüreğinizi ve yaşamınızı öylesine yakıp yıkmıştır ki, başka

her şeye kucak açarsınız. Ne kadar kötü olursa olsun. Yeter ki o zehirden

kurtulun.

Dedemin verdiği örnek bunun en uç noktasıydı ve gayet karamsardı,

evet, ama bugün bile hatırladığıma ve uygulamaya karar verdiğime göre, bir

o kadar da etkili ve ‘kulağa küpe’ydi.

Alevler beni benden alıp benliğimi kavurunca, düşlerim çürüyünce,

yalnızca geceleri değil gündüzleri bile bir tür ölümle yüzleşip bir ‘güneş

gören ceset’ haline geldiğimde, dedemin bu muğlâk tavsiyesini dikkate

alarak elzem bir karara vardım: Đş görüşmesine gidecektim.

Page 12: Çürük Düş

Çürük Düş

12

Henüz bir iş görüşmesiyle yüzleşmeyenlere veya yüzleştikleri halde

talihleri yaver gidenlere, bunun ne menem bir Cehennem olduğunu hayatta

anlatamam. Dakikalar, saatler, günler hatta haftalarca gazeteleri tararsınız.

Birbirinden büsbütün farklı pek çok anlamsız ilânı işaretler ve bilgi almak için

abuk subuk telefon numaralarını çevirip abuk subuk insanlarla görüşürsünüz.

Bazılarının ağızlarını bıçak açmaz, bazılarıysa yüzlerce söz sarf ederler ama

ağızlarından ‘anlamlı’ tek şey çıkmaz.

Nihayet bir adres edinir, yola çıkar, bitmek bilmeyecek gibi görünen

sokakları ya yürüyerek ya otomobille ya da toplu taşıma araçlarıyla aşar, hiç

bulamayacağınızı sandığınız iş hanını veya müstakil iş yerini eninde sonunda

bulur, asık suratlı veya sinir bozucu derecede güleç bir sekreterle boğuşur,

şanslıysanız o Allah’ın belası formlardan bir tanesini edinir, genelde

mürekkep içermeyen ama arada bir de olsa yazanlarına rastlanan o tuhaf

tükenmez kalemlerden birini alıp bir sandalyeye çöker ve formu dizinize

dayar, orada çalışmaya başlasanız bile -gerçi bu oldukça minik bir ihtimaldir

ve siz muhtemelen zamanınızı beyhude yere harcamaktasınızdır- hiçbir işe

yaramayacak gereksiz ve can sıkıcı sorular bütününü sabırla yanıtlar, sonunda

formu sekretere teslim edip çağrılmayı veya görüşme için bir tarih

belirlenmesini beklemeye başlar, azıcık talihe sahipseniz yaklaşık otuz ila

altmış dakika sonra çağrılır, boğucu bir ofise girip -aynı sekreter gibi ama

ondan çok daha gerginlik yaratan- asık suratlı veya gereğinden fazla coşkulu

bir müdürle ya da oradaki herhangi bir yetkili pozisyondaki insanla

görüşmenize başlarsınız.

Ben her seferinde bunu veya buna benzer eziyet seanslarını yaşadım.

‘Đş’ kavramına değil ama işsizliğe ve iş görüşmesi denen uğraşa hiç

Page 13: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

13

sönmeyecek bir nefret besleyerek o soğuk taş binalardan kendimi dışarı

attım. Bir tanıdıkla, bir referansla falan olmadığı sürece bu ruh boğucu iş

görüşmelerine bir daha adım atmayacağıma dair and içtim. Lakin şimdi, bir

nebze bilinçli sayılabilecek bir ruh haliyle, bu sözümü bozuyor ve bir iş

görüşmesine gidiyorum. Web tasarımı konusunda bir hayli iyiyimdir ve bir

şirkete bağlı olarak çok sayıda web sitesi dizayn edeceğim bir işe

başlayabilmek umuduyla ‘mülakat’a gireceğim.

Bakalım neler olacak? Ben de sizin kadar merak ediyorum… desem de

inanmayın. Ucuz numaralar bunlar. Merak ettiğim falan yok. Yaşadığım

şeyleri gerçeklere bağlı kalarak anlatıyorum ve neler olacağını kelimesi

kelimesine değilse bile ‘olayı olayına’ biliyorum.

Çürük düşlerimden birine tanık olacağınız Kara Kedi Đş Hanı’na -

biliyorum tuhaf bir ismi var ama bu öykü zaten tuhaflıklarla dolu- buyurun.

***

“Vay anasını sayın seyirciler,” dedim. “Burası ne böyle? Hastaneden

hallice.”

Beni müdür ‘hanım’ın odasına götürmekte olan sekreter, “Efendim?”

dedi yüzünde alık balık ifadesiyle. “Duyamadım.”

Gülümsedim. “Duyman gereken bir şey söylemedim tatlım, sıkma

canını.”

Başını sallayıp önüne döndü ve birbiri ardına attığı hızlı ve kıvrak

adımlarını aynı tempo ve aynı zarafetle sürdürmeye koyuldu. Alıcı gözle bir

Page 14: Çürük Düş

Çürük Düş

14

baktım da, güzel yürümesine rağmen pek gideri yoktu. Aptalın teki olduğu

belliydi ve yürüyüşünden gayrı olumlu noktasını göremiyordum. Üstelik

bütün giysileri bembeyazdı! Ne bir aksesuar, ne başka bir şey. Bembeyaz!

Zihnimi sekreterden uzaklaştırıp, aşmakta olduğumuz koridorun

bembeyaz duvarlarına, bembeyaz tavanına, bembeyaz zeminine hayret dolu

gözlerle baktım. Birileri bu durumdan keyif alıyor mu sahiden? Tamam, beyaz

güzel ve kimi zaman iç açıcı bir renktir, ama bu kadarı da fazla. Hastanelerde

bile mavi, kırmızı, hatta yeri geldiğinde yeşil tonlar beyaza kardeşlik eder be!

Sekreter beni, kapısında kör göze parmak bir boyutta MÜDÜR -ne bir

isim ne başka bir şey: Yalnızca MÜDÜR- yazan odanın kapısına kadar götürdü

ve sonra o şaşkın gülümsemesiyle teşekkür edip uzaklaştı.

Gergin bir tavırla kapıyı tıklattım. (Beni tanımanız için söyleyeyim:

Çoğu insanın aksine, gergin zamanlarımda hazırcevap olurum; keyifliysem

suskunumdur).

“Buyurun?” dedi içeriden bir ses. Ben de derin bir nefes alıp kapıyı

iyice araladım ve odaya girdim. Korktuğumun başıma geldiğini kavramam

pek uzun sürmedi: Bu kadın da aynı sekreter gibi beyazlara bürünmüştü.

“Baştan ayağa beyaz giyinmek moda oldu da ben mi kaçırdım?” diye

sordum. “Hâlbuki Fashion TV’yi falan sıklıkla takip ederim. Amacımın moda

hakkında bilgilenmek olduğunu söyleyemem gerçi. Ama haticeye değil

neticeye bakmak lazım, değil mi?”

Bir kaşını kaldırdı kadın (zaten çirkindi ve bunu yapınca iyice çirkin

oluyordu). “Anlamadım?”

Page 15: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

15

“Yok bir şey hanımefendi,” diye mırıldandım. “Đş görüşmesi için geldim.

Formmuş şuymuş buymuş hepsini hallettim, sekreter bayan yeterli olduğunu

söyledi; başka bir formalite gerekirse kusabilirim, şimdiden uyarayım.”

Yapmacık bir gülümseme yerleşti kadının yüzüne. “Benan doğru

söylemiş. Başka hiçbir şeye gerek yok. Yalnızca konuşacağız. Buyurun,

oturun.”

Sekreterin isimden de kaybettiğini düşünerek (o ne öyle, töre

dizilerinden fırlamış kaytan bıyıklı ağa isimleri gibi. Gerçi bu öyküyü

okuyanlardan birinin veya birkaçının adı Benan çıkarsa, sanırım fena bir dayak

yiyeceğim ve dişi olmaları dolayısıyla elimi kaldırıp karşılık bile

veremeyeceğim; orası ayrı) oturdum. Ellerimi dizimde birleştirip beklemeye

koyuldum.

“Adım Işılay Işıl,” dedi kadın ve elini uzattı. “Memnun oldum.”

Uzatılan eli sıkıp bıraktıktan sonra, “Ben de Burç Dinç,” dedim.

“Arkadaşlarım beni Burç diye çağırırlar. Neden öyle çağırdıklarına şaşmamalı.

Ne de olsa ismim.”

Kadın bu soğuk espriye bir tebessümle karşılık vermeye zahmet

etmedi. Ne yalan söyleyeyim, ben olsam ben de etmezdim.

Birkaç yaratıcılıktan uzak soru sorduktan ve ben de elimden geldiğince

cevapladıktan, hatta birtakım alaycı sözlerle kadını afallattıktan sonra, en

klişelerinden birini, Bir Đş Görüşmesi Klasiği’ni yöneltti Işılay Hanım: “On yıl

sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?”

Öksürdüm. “Burası hariç herhangi bir yerde.”

Đşte bu cevabı hiç ama hiç beklemiyordu. ‘Nasıl’ veya ‘Efendim’ gibi

merak dolu, teşvik edici bir cümle bile sarf etmedi.

Page 16: Çürük Düş

Çürük Düş

16

“Burayı tasarlayan mimar hastane olarak kullanacağınızı zannetmiş

galiba,” dedim etrafa bakınarak. “Kırmızıdan sonra beyaz renkten de nefret

edeceğimi düşünmezdim ama başardınız.”

Đşte kırılma noktası tam burasıydı.

Işılay Işıl’ın yüzündeki ‘çattık’ ifadesi kayboluverdi. Gözlerine sinsi,

ışıltılı, ne yaptığını bilen birinin bakışları yerleşti. Elini masasındaki

çekmecelerden birine uzatıp onu açarken, “Beyaz derken?” dedi. “Yanlışınız

var.” Aynı benim gibi çevresini süzdü. “Burada beyaz falan göremiyorum.”

Kadının çekmeceden devasa bir çekiç çıkardığına tanık oldum. Ama

buna anlam veremedim tabii. Dudaklarımdan dökülen soruya da engel

olamadım: “E bu da beyaz?”

“Yok artık,” dedi Işılay Hanım, o rahatsız edici ‘kendine güven’i

muhafaza ederek. “Kafanız mı iyi sizin?” Ve ayağa kalkıp; savaş çekicine

benzeyen, oval, otuz santimlik çekici, Benan’ınkine benzeyen şapşal

bakışlarım eşliğinde duvara geçirdi.

Ben çatlayıp dökülmesini veya en olmadı boyasının soyulmasını

beklerken, duvardan kan akmaya başladı.

Kan! Kızıl!

Duvar kanıyordu. Kanla kızıla boyanıyordu.

Đster istemez bir çığlık koyuverdim ve sandalyemi geriye ittirip apar

topar ayaklandım. Çürüyen düşlerimden biri ne yapıp etmiş, iş görüşmeme

sızıp onu da mahvetmeyi başarmıştı. Şu ana kadar birtakım gariplikler hariç

sıradan seyrini sürdüren günüm, çürük bir gündüz düşüne tanık olmaktaydı.

Kadının siyah saçları arasında koyu kızıl kan damlaları peyda oluverdi.

Duvar kızıla boyanırken ve ben bunu durdurmak için hiçbir şey yapamazken;

Page 17: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

17

kadının saçlarından da duvardakiyle aynı tonda kan damlaları yere şıp şıp

damlıyordu. Đrrite edici bir manzaraydı, bilhassa benim gibi ‘sütten dili yanan’

bir insan evladı için… Ama kadın buna aldırmadı, hatta ağzını sonuna kadar

açıp; ‘kötü adam’ kahkahası diye adlandırdığımız, normalde kulağa komik

gelmesi gereken ama şu anki durumumda beni ölümüne ürküten o pes

kahkahayı attı.

Bir yanım gitmemi, bir yanım kalmamı söylüyordu. Kendime,

hareketlerime, hatta düşüncelerime hâkim olmakta zorluk çekiyordum. Ama

sonunda, kalmayı seçtim. Odadan çıkmam bir şeyi değiştirmeyecekti, çünkü

çürük bir düşün gittiğim her yere benimle beraber geleceğini biliyordum.

Kapıyı açıp çıkmak kolaydı, ama ya sonrası? Belki de bundan çok daha dehşet

verici şeylerle yüz yüze gelecektim.

Klişe tabirle, en iyisi kalmak ve savaşmaktı…

Saçlarından akan son kan damlası beyaz zemini boyladığında, Işılay

Işıl’ın saçları da artık dakikalar evvel olduğu gibi simsiyah değil, kıpkızıldı.

Bana Alev’i hatırlatıyor ve fena halde ürkmeme sebep oluyordu.

Kararı ansızın verdim ve bunu uygulamak amacıyla ileri atılıp, çekici

kapmak yönünde beyhude bir çaba gösterdim. Kadın göğsüme tekmeyi

gömünce, geriye savrulup yere yapıştım. ‘Acele işe şeytan karışır’, ‘öfkeyle

kalkan zararla oturur’, ‘akılsız başın cezasını ayaklar çeker’ gibi güzide

atasözlerimiz canlanmış zihnimde dolaşıyor, ‘dersini aldın mı akıllım’ diye

nispet yapıyorlardı sanki. Umursamadım, çünkü bilinçli düşünüp eylem planı

hazırlayacak halde değildim. Zar zor soluyarak süründüm ve aklıma gelen ilk

şeyi yaptım: Kadının bacağını ısırmak.

Page 18: Çürük Düş

Çürük Düş

18

Dişlerim öylesine keskindi ve çenemi bacağına öyle bir sertlikte

gömmüştüm ki, kadın acı dolu tiz bir çığlık attı ve kontrolünü yitirdi. Bunu

fırsat bilip ha gayret ayağa kalktım ve nihayet amacıma ulaştım: Çekiç

ellerimin arasındaydı. Güç bendeydi artık. (Ne yalan söyleyeyim, o an kendimi

He-Man gibi hissettim. Neşeli bir ruh halinde olsam çekici havaya kaldırıp

‘Güç bende artık!’ diye gürleyebilirdim.)

Işılay’ın bana saldırmasına fırsat bile vermedim. Çekici kafasına sertçe

geçirdim ve bir kereyle de yetinmedim. “Vur Allah vur!” diye kendimi teşvik

edip, kolumu kaldırdım indirdim, kaldırdım indirdim… Her hamlemde içimin

yağları eriyor, beynim aydınlığa kavuşuyordu adeta. Kadının ‘beyni’ dağılıp

kafatası ezik büzük hale gelince, yani öldüğünden emin olunca, çekici fırlatıp

gözlerimi yumdum.

Bitmiş miydi? Eh, en azından bu aşama bitmişti. Ağlamamak hatta

kendimi camdan atmamak için büyük bir çaba göstererek odayı terk ettim.

Kendimi eve zor attım. Yolda, sokakta yürürken korkudan kalbim küt küt

atıyordu, yüzüm morarmıştı, zorbelâ nefes alıyordum. Anahtarı titreyen

ellerimle kilide sokup çevirdim, içeri adım attım. Odama koştum.

Yatağa girdim, yorganı üzerime çektim. Belki şaşırtıcı gelecek, ama

olanca gerginliğime karşın çabucak uyudum.

Bu kasvetli uykudan uyandığımda, kendimi bir karabasanın tam

ortasında buldum. Aslında bunun bir karabasan olduğunu bile fark

etmemeliydim ama her nasılsa, geniş bir yatağın içinde, güzel bir kadınının

kollarında olduğum halde, bir şeylerin ters gideceği bundan daha açık

olamazdı. Belki kadındandı, belki yatağın öbür ucunda bu kadını becermekte

olan iriyarı adamdan… Kadını henüz göremesem de, zevk dolu çığlıklarını

Page 19: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

19

işitebiliyor ve şehvetli okşamalarını göğsümde hissedebiliyordum. Olduğum

yerde yatıyor ve kadının narin parmaklarının becerikli dokunuşlarından zevk

almam gerekirken, vaktimi nerede olduğumu merak etmek ve her şeyin

mahvolacağını düşünmekle geçiriyordum. Neden sonra, gözlerim kadının

saçlarına takıldı. Kızıldılar. Kan kızılı. Cehennem kızılı. Alev kızılı…

Page 20: Çürük Düş

MAZĐYE DAĐR

YAN MASADAKĐ FISTIK

Bazı aşklar vardır, içinde kahkahaların

çınlamasından ziyade gözyaşlarının çağlaması

daha uygun düşer. Onu gördüğüm ilk anda

biliyordum ki bizimkisi, eğer bir aşkımız

olacaksa, böylesine yazgılıdır. Ve kim bu sevdaya

yakışacak sözcükleri kalbimin sahibinden daha iyi

bilebilir? “Seni çok üzerim ben.”

Bir şeyler söyleyecek oldum, ama o

parmaklarını dudaklarıma götürerek beni

susturdu. Ve sonra aşkım, göz bebeklerinde iki

dolunay, lanetini ıslak bir öpücükle mühürlerken,

gökyüzündeki metropol ışıklarının gizleyemediği

bir yıldız kaydı. O zaman ben de hayatım

boyunca ruhumu esir edecek yeminimi diledim:

“Ölümüm elinden olsun.”

Gizliajans - Alper Canıgüz

Page 21: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

21

Pembe ve Lacivert

“Bir çay daha alır mısınız hanımefendi?”

“Hayır, teşekkürler. (Garson uzaklaştığında) Neden Burç? Yanlış bir

şey mi yaptım? Başka bir kadın mı var yoksa?”

“Neden mi? Bunu ciddi ciddi sormuyorsun değil mi?”

“Niye ciddi olmasın?”

“Ohoo. Al bir de buradan yak.”

“Ne saçmalıyorsun sen ya? Neyden yakayım?”

“Neyden olacak Simge… Sence bu ilişki yürüyor mu? Sayende sokağa

çıkarken kendimi gözbağı takmak zorunda hissediyorum yahu! Her an bir

kıskançlık, her an ‘neredesin’, her an ‘ne yapıyorsun’. Tamam, haset bir yere

kadar ilişkiyi renklendirir ama… Bu kadarı da fazla. 3G devrimini senin kadar

coşkuyla kutlayan kimseyi tanımıyorum mesela.”

“Abartma Burç! Hep bire bin katmak zorundasın, yoksa olmaz… Đlişki

asıl bu yüzden yürümüyordu.”

“Yalan mı? Ben son ses maç seyrederken, 3G haberini duyunca öyle

bir çığlık attın ki; ne ‘tek kişilik yurttan sesler korosu’ misali bol küfürlü

tezahüratlarım bastırdı, ne televizyonun gümbürtüsü. ‘Hayırdır piyangoyu

mu tutturduk?’ diye sorunca da şaka gibi cevap: ‘Görüntülü telefon

çıkıyormuş hayatım. Artık bütün gün seni görebileceğim.’ Ben neden bu

kadar sevindiğini anlamadım mı sanıyorsun? Yirmi dört saat beni kolaçan

edebileceğin için!”

“Ya ne demezsin… Benim işim gücüm yok da bütün gün seni merak

edeceğim.”

Page 22: Çürük Düş

Çürük Düş

22

“Madem işin var, neden tek bir günde -dikkatini çekiyorum, bir

günde yirmi dört saat var ve biz bunun sekiz-dokuz saatinde mışıl mışıl

uyuyoruz- cep telefonumun mesaj kutusu doluyor? Gece hepsini siliyorum,

bir dahaki gece ister istemez yine siliyorum. Bana ‘neredesin aşkım,

n’apıyorsun aşkım’ ve benzeri mesajlar ata ata dünyanın en hızlı SMS yazan

insanı haline geldin de haberin yok.”

“Sen uçmuşsun Burç. Vallahi uçmuşsun.”

“Sayende canım.”

“Bana ‘canım’ falan deme yılışık!”

“Merak etme, birkaç dakika sonra ‘Sayın Simge Hanım’ diye

uğurlayacağım seni. Uzatmaları oynuyoruz.”

“Sen ciddisin yani? Kıskancım diye beni terk edeceksin?

Đnanamıyorum ya… Buğçe demişti. O Burç’tan hayır gelmez demişti. Salak

kafam! Niye dinlemediysem onu.”

“Al bir de buradan yak.”

“Yaka yaka bir hal oldun. Yine ne yumurtlayacaksın acaba, çok merak

ediyorum!”

“Buğçe’yi yumurtlayacağım tatlım. Buğçe Tuğçe’yi! Bu kızdan bir

hayır gelmeyeceği daha isminden belli. O isim-soy isim bende olsa sokağa

çıkamam be! Ama hanımefendi bu yetmiyormuş gibi; günaşırı seni

dolduruyor, o zehirli diliyle senin aklına sapan saçma fikirler sokuyor.

Bilmem farkında mısın ama ettiğimiz kavgaların yüzde doksanı Sevgili

Buğçe Tuğçe’den kaynaklanıyor. En şiddetlilerinde bu oran yüzde iki yüzü

bulur!”

“Evet… Kendi hatalarımızı başkalarına yükleme aşamasına geldik.

Bakalım başka kim suçlu olacak... Đstersen arkadaşlarımın ve akrabalarımın

isimlerini birer birer say, hataları neymiş söyle de aydınlanayım.”

Page 23: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

23

“Yo, hiç alakası yok bebeğim. Hatalı olanın aslında kim olduğunu

söyleyeyim mi? Sen. Tamamen sen. Beraber olduğumuz için etrafımdaki

kızlara göz bile değdirmedim… Her türlü ince hareketi, her türlü

romantikliği; bana yakışmadığını düşündüğüm halde, sırf seni mutlu

edebilmek, yüzüne bir tebessüm kondurabilmek için yaptım. Sen gereksiz

yere bağırıp çağırdığında, ağladığında, hatta bir keresinde öfkeye kapılıp

bana tokat atmaya kalktığında bile alttan aldım. Başkalarına kızıp veya

başkaları tarafından doldurulup bana çattığında müthiş bir sabır örneği

gösterip, değil karşılık vermek, seni teselli ettim. Ve en önemlisi, seni

sevdim. Kayıtsız şartsız, ‘sahiden’ sevdim. Ama zaman geçtikçe buna

değmediğini kanıtladın. Böyle değer verilecek biri olmadığını gösterdin.

Neden mi? Çünkü yaptığım her şeye rağmen, tuhaf davranışlarınla, gereksiz

yere başlattığın kavgalarla, yangına körükle gitmelerinle, bitmek bilmez

kıskançlıklarınla bu ilişkiyi bir zindana çevirdin. Ve biliyor musun… Eğer bir

zindandaysan ve kaçmak için fırsatın varsa, kaçacaksın. Öyle bir zaman gelir

ki, zindanı istediğin kadar temizle, güzel kokulara boğ, dilediğince çiçekle

doldur, fark etmez. Orası yine zindan ve sen yine orada bir mahkûmsun.

Sadece bir mahkûm.”

“Son sözlerin bunlar mı?...”

“Bunlar.”

Gözyaşları.

“Ağlama. Sakın ağlama. Böyle olması gerekiyordu. Sen de biliyorsun.

Birbirimizi kandırmayalım.”

Derin derin alınan nefesler.

“Başka birini bulursun. Belki onu sahiden seversin. Bende olduğu gibi,

yalnızca ‘sevgilim var’ diyebilmek veya 14 Şubat’ı yalnız geçirmemek için

sürdürmezsin beraberliği.”

Page 24: Çürük Düş

Çürük Düş

24

Yine-yeni-yeniden gözyaşları.

“Galiba uzatmalar da sona erdi Sayın Simge Hanım. Gitme vakti.”

“Ben gidiyorum. Sen… sen zahmet etme.”

Masadan uzaklaşan minik adımlar. Terk eden sevgiliye son bir buğulu

bakış.

Masadaki çay fincanından alınan son bir yudum. Buğulu bakışa

verilen buruk karşılık ve sonra yere indirilen gözler.

Bitti, diye düşünmek…

Bitti, diye düşünmek…

Lokantanın yavaşça aralanan kapısı ve açık havaya atılan adımlar.

Bir son ve bir başlangıç.

ESKĐden YENĐye.

***

Günler hatta haftalardır üzerinde çalıştığım ‘ayrılma’ seansı,

düşündüğüm kadar basit ve bir o kadar zor olmuştu. Ama bitmişti artık.

Hayatının sınavına girip, kötü geçtiği halde yalnızca o stresten kurtulduğu için

kendini huzurlu hisseden öğrenciler gibiydim. Bileğimi sarmış kelepçelerin

anahtarını, kallavi fakat içerdiği amaç dolayısıyla keyifli bir mücadele sonucu

bulup, özgürlüğüme kavuşmuştum.

Zindan ve o zindanın bekçisi artık benden ıraktı.

Aşk konusunda her zamanki gibi yine şansım yaver gitmemiş ve

heyecan verici olması gereken bir ilişki bu hale gelip böyle sona ermişti.

Page 25: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

25

Gerçek hayata dönmek için, kafedeki diğer insanlara bir baktım.

Gözlerim; bana sırtı dönük halde oturan, yüzünü göremediğim kızıl saçlı

kadına kaydı. Đçeri ilk girdiğimde, karşısında oturan genç bir adamın hızla

çekip gittiğini görmüştüm. Đçimden bir ses, bu kadın da bir terk eden, diye

fısıldamıştı ve bu yüzden kendimi ona yakın hissediyordum.

Tüm bunların yanı sıra, nedenini bilmesem de kadına karşı bir türlü

bastıramadığım bir merakla kıvranmaktaydım. Merak kediyi öldürür derler ya,

sahiden de öyle. Beni de hayatım boyunca karşı koyamadığım ve şimdi de

besbelli koyamayacağım merakım öldürdü. O anda çıkıp gitsem, kıyametim

olacak bu insandan uzaklaşırdım. Kırık bir kalbin acısı hariç hiçbir derdim

olmadan devinip dururdum…

Ama olmadı. Yüzünü görebilmek için, gerekirse o kadın kalkıp gidene

kadar beklemeye karar verdim. Belki de manyaklığım tutar, o kalkınca ben de

kalkardım ve her nereye gidiyorsa takip ederdim. Ne de olsa merak, kural

tanımayan bir çılgınlık halidir.

Bir çay söyledim, geldi, ağır ağır yudumladım. Gözüm belli aralıklarla

yan masaya, kadının kızıl saçlarına kayıyordu.

Sanki hissetmiş gibi, bir anda döndü, bana bir bakış attı ve birkaç

saniye geçmeden başını çevirip eski pozisyonuna döndü ‘O’.

Ama ben felç olmuş gibi, öylece kalakaldım. Kımıldamak istedim,

yapamadım. Bir şeyler söylemek istedim, olmadı. Cevapsız sorular zihnime

doluştu.

Bu bir rüya mıydı?

Bu kadar güzel bir yüz gerçek olabilir miydi?

Page 26: Çürük Düş

Çürük Düş

26

Tek bir bakış insanın tüylerini diken diken edip, gerçek hayatla olan

son bağlarını da koparabilir miydi?

Đlk görüşte aşk diye bir şey var mıydı?

Ve severek takip ettiğim bir roman yazarının dediği gibi, acaba aşk

soruya muhtaç bir cevap mıydı veya her şeyin bittiği anın, ölümün provası

mıydı?

Kendi mezarını kazmak mıydı aşk? O mezara bile bile gömülüp,

canlıyken ölmek miydi?

Böyle yüzlerce sual yalnızca birkaç saniye içinde gözlerimin, beynimin

ve kalbimin önünde uçuştu. Hiçbiri cevap bulmadı. Bulamadı.

Derken, başımı kaldırdım ve çay fincanım ağzına kadar dolu olduğu

halde, garsonu karşımda buldum. Elinde yarısı içilmiş bir viski şişesi vardı. Bir

peçeteye sarılmıştı.

Garson hiçbir şey söylemeden bunları masama bıraktı ve muzip bir

tavırla göz kırparak uzaklaştı.

Viskiyi incelesem de herhangi bir ilginçlik sezemedim; bu sefer

peçeteyi alıp ona bir göz attım ve üzerine kırmızı bir rujla bir şeyler yazıldığını

gördüm. Rahatça okuyabilmek için peçeteyi iyice açtım ve gözlerimi üzerine

diktim:

“BU İKRAM YAN MASADAKİ FISTIKTAN. EĞER MASASINA

GİTMEK VE ONUNLA TANIŞMAK İSTİYORSAN, FONDİP YAPMAK

ZORUNDASIN.

İMZA: İLHAM (VE CESARET) PERİSİ.”

Page 27: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

27

Hayatımda bu kadar heyecanlandığımı, kalbimin böylesine sertçe ve

buna tezat oluştururcasına ‘pır pır’ attığını hatırlamıyorum. Nefesimin sözün

tam anlamıyla kesildiğini, ellerimin yaşlı insanlar gibi titrediğini, ikinci kez

peçeteye göz attığımda disleksiye yakalanmış gibi okuma zorluğu çektiğimi…

Ve gözümün bu kadar karardığını da hatırlamıyorum.

Yarım şişe değil tüm şişe söz konusu olsa bile o viskiyi fondip

yapardım.

Sonra ne olurdu bilinmez, ama muhakkak yapardım.

Dönüp yan masaya bakmaktan dahi ürkerek şişeyi aldım, ‘benden

günah gitti’ dercesine iç çektim ve viskiyi kafaya diktim, bitirdim. Anında

çarptı ve beni etkisine aldı ama aynı zamanda inanılmaz muazzamlıkta bir

cesaret bütün bedenimi sarıp sarmalayıverdi.

Kalktım. Artık tamamıyla bana dönmüş olan kadına doğru yürüyüp,

onun hem afallamış hem tebessüm eden yüz ifadesi eşliğinde masaya

oturdum ve dudaklarına yapıştım.

Uzun, heyecan verici, tatmin edici ve bol miktarda ‘hızlı başlangıç’

manasına gelen bu öpüşmenin sonunda, nihayet (maalesef mi demeliyim

yoksa?) dudaklarımız ayrıldı.

“Adım Burç,” diye fısıldadım. “Burç Dinç. Kiminle öpüştüm acaba?”

Kulağıma müzik gibi gelen şuh bir kahkaha attı.

“Alev,” dedi. “Alev Ateş.”

Ve hayatım daha o saniyeden itibaren, mühürlendi.

Benim için yeni bir aşk başladı. Belki de ilk aşk. Çünkü öncekileri

‘sevgi’ye indirgeyecek kadar büyük ve tutkuluydu. ‘Efsanevi’ydi belki.

Page 28: Çürük Düş

Çürük Düş

28

(Masalvari değil, efsanevi diyorum – her efsane mutlu bir finale sahip değildir,

hatırlatırım.)

Sonunun ne denli kötü biteceğini, ne gibi yıkımlara yol açacağını

henüz bilmiyordum. Sizin şimdiden okuyup gördüğünüz çoğu şeyden

bihaberdim. ‘Yoksa en başında kafeyi terk ederdim – ya da viski şişesini yere

atıp parçalar ve Alev’in yüzüne tükürüp çeker giderdim,’ diyeceğimi

sanıyorsanız, hatalısınız ve aşkın gücünü küçümsüyorsunuz. Aşk zaman

zaman köpekliktir ama her halükarda, güçlüdür. Dünyadaki diğer her şeyden

güçlü.

Her ne olursa olsun, her ne bilirsem bileyim; o müthiş güzelliğe, o

efsunlu kadına kapılır giderdim. Bile bile lades derdim. Yaşamımı bitmek

bilmeyecek bir lanete sürüklerdim.

Kendi ellerimle kendimi yok ederdim.

Page 29: Çürük Düş

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

KAN MÜHRÜ

Küresel kötülük sisteminin bir parçası

olduğumuz için otomatikman suçluyuz.

Sistemleştirilmiş ihlale angaje olmuş

vaziyetteyiz. Korku düzenine itaat ettiğimiz

için rehine, bu yolla düzenin ömrüne ömür

kattığımız için de teröristiz. Düşünmüyoruz,

çünkü deliyiz. Ve özgürlükten kaçıyoruz.

Hapishanede idman yapan mahkûmlarız.

Korkma Ben Varım – Murat Menteş

Page 30: Çürük Düş

Çürük Düş

30

Yaşa dediler, yapamadım. Öldür dediler, yapamadım. O zaman öl

dediler, yapamadım. Yine yapamadım.

Beni öldürdüler, hâlâ yaşıyorum. Beni katlettiler, hâlâ soluyorum.

Söyleyin bana, ben neyim? Söyleyin bana, ben kimim?

Ruhumu çaldılar… Dilimi süpürdüler… Yüreğimi tarumar ettiler... Ben

hâlâ yaşıyorum. Ben hâlâ soluyorum.

Söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin bana, ben neyim?

***

Ailenin yegâne erkek çocuğuysanız ve sizinle pek az yaş farkı olan bir

kız kardeşe sahipseniz, bunun ne kadar zor bir ilişki olduğunu iyi bilirsiniz.

Erkekler arasındaki kardeşlik duygusu doğuştandır: Kan bağı olmasa bile,

daima birbirimizi kollama içgüdüsü içindeyizdir ve en sıkı dostlarımıza

‘kardeşim’ diye hitap edecek kadar güvenebilmeyi derinden arzularız. Savaş

alanındaki askerlerin yürek ve ülkü bağını açıklamak için ‘silah kardeşliği’ diye

bir terim dahi üretilmiştir.

Hal böyleyken, erkekseniz ve kardeşiniz de sizinle aynı cinsiyete

mensupsa, kurallar baştan bellidir. Eğer ağabeyinizse, sizi ömür boyu koruyup

kollayacaktır; eğer küçük kardeşinizse bu görev sizin için geçerli olacaktır.

Başı belaya girdiğinde, yersiz bir hareket yaptığında, bir batağa

saplandığında; onu beladan kurtaracak, yaptığı hareketin sonuçlarını makul

hale getirecek ve saplandığı bataktan çekip çıkaracak olan sizsiniz… Kalbi

kırıldığında, maçoluğu bir kenara bırakıp onu teselli edecek olan da. Tabii sık

Page 31: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

31

sık didişmeyi, hafif veya ağır kavgalar etmeyi yani kardeşliğin gereklerini

yerine getirmeyi ihmal etmeden.

Ama eğer bir kız kardeşiniz varsa, durum büsbütün farklıdır. Söz

konusu şahıs ablanızsa sorun yok, sizden bir hayli küçükse gene no problem.

Fakat yaşlarınız birbirine yakınsa eğer, neredeyse yaşıtsanız, muazzam bir

müşkülât sizi bekliyor demektir. Ona bir arkadaş gibi davranamazsınız (sevgili

gibi de davranmayacağınızı söylememe gerek bile yok – enseste girer ulan!).

Kan bağınız işi basitleştireceğine zorlaştırır. Cinsiyet ayrımınız, muhabbet

ederken bile tuhaf hissetmenize yol açar. Öfkeye kapılınca ağzına bir tane

çakamazsınız mesela… Derler ya hep: Kızlara el kalkmaz! (Ama ayak kalkar…

Of. Korkunç bir espriydi. Gerçi beni tanımışsınızdır artık. Ciddiyetin hâkim

olduğu anlarda gereksiz ve zamansız bir espriyle ortamı renklendirmeye

çalışmak gibi saçma sapan bir huyum var. Gerçi birazdan öyle kötü bir anımı

anlatacağım ki, espri yapacak halim bile kalmayacak. Ama o zamana kadar

geçireceğim son ‘geyik’ dakikaları verimli kullanmam lazım.)

Hele biraz büyüyüp ergenliğe girdiğinizde… Bırr. O dönemi hatırlamak

bile istemiyorum. (Evet, benim de bir kız kardeşim var. Bunca lafı niye sayıp

döktüm sanıyorsunuz? Manyak mıyım da, kız kardeşim olmadığı halde erkek

çocukların kız kardeşleriyle ilişkilerini anlatayım? Psikolog değilim ya!)

Hatun peşinde koşar ve milletin kız kardeşini ‘götürmek’ için

uğraşırken, kendi bacım Peri Dinç’i benim gibilerden korumaya çalışıyordum.

Benim gibiler dediğime bakmayın: Hem aşk hem cinsellik peşinde koşan,

ikisinden birini edinince rahat edemeyen, illa ikisini de isteyen aç gözlü ve

aptal genç erkekler işte… Ama düşünsenize! Ne yaman bir çelişki.

Page 32: Çürük Düş

Çürük Düş

32

Ancak olgun bir yaşa ulaştığınızda, mantıklı bireylere dönüştüğünüzde,

gençliğin toylukları ve absürt çekincelerinden sıyrıldığınızda, kız kardeşinizle

aranızda sağlıklı bir ilişki kurulur. (Evvelki de sağlıksız değildir ama bir hayli

rahatsız edicidir.)

Peri’yle benim için de aynen bu geçerliydi.

Göz korkutucu bir süratle başlayıp biten ve ardında mutluluklar kadar

hayal kırıklıkları da bırakan uzun seneler sonunda, birbirine saygı duyan ve

güven besleyen kardeşler haline geldik. Geç bile kalsak, en önemli meselede

muvaffak olmuştuk: Sıkı birer dost olma.

Çünkü şunu bilir şunu söylerim: Kan bağı abartıldığı kadar elzem

değildir. (Yoksa kardeş katli diye bir kavram olur muydu? Anne babasını

doğrayan manyaklar aramızda yaşar mıydı? Birbirini -mecazî anlamda

söylüyorum- sırtından bıçaklayan şerefsizler bu dünya üzerinde barınabilir

miydi?)

Mühim olan güvendir, dostluktur. Ve saygıdır…

Düşlerim teker teker çürüyene, somut bir kâbusun içine hapsolana

dek, Peri’yle aramda düzgün bir iletişim vardı. Çok sık görüşmüyor olabilirdik

ama uzak da kalmıyorduk. Birbirimize pek çok yardımda bulunuyorduk.

Ben bir gün her şeyi berbat ettim.

Beni gerçek hayattan koparan, canlı değil ölü olduğumu hissettiren,

bir cesetten farksız olduğuma ilk kez kayıtsız şartsız inanmama sebep olan

şeyi; hayatımın hatasını yaptım.

Bunu anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz. Yaşadıklarımı

kaleme aldığım, bazen mizahi çoğunlukla kasvetli bu öykünün en yaralayıcı

kısmı olacak belki de.

Page 33: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

33

***

Her şey sıradan bir manzarayla başlar.

Terk edilmiş, kalbi kırık bir kız (Simge Đmge), eski mi yeni mi belli

olmayan sevgilisinin (Burç Dinç) candan ve anlayışlı kız kardeşine (Peri Dinç)

gitmekte bulur çareyi. Onunla konuştuğunda başındaki tuhaf dertlere bir

çözüm bulabileceğini düşünür, ya da öyle umar.

Sıradanlık burada bozulur. Kırmızı bir çizgi, sıra dışılığın sınırını ortaya

koyar. Simge’nin anlattıkları her gün rastlanan şeyler değildir çünkü. Ve

Peri’nin erkek kardeşinden (aradaki bir yaş dikkate alınırsa ‘abisinden’) bir

hesap sorması gerekmektedir. Aşka âşık Burç Dinç’ten beklenmeyecek bir

husus mevcuttur.

“Tamam canım, ben halledeceğim. Sen gönlünü ferah tut,” der

Simge’ye. Ve kardeşine bir ziyarette bulunmak için hazırlanmaya başlar.

Evinden çıkar, evime gelir.

Burası benim devreye girdiğim kısımdır. Kötülük denen ezelî çukurdan

miras kalmış kan mührüyle ruhuma damgalanan, bizzat kendime duyduğum

‘alevli’ nefretin başlangıcıdır.

Bir anlamda öldüğüm gündür. Burç Dinç’in sonudur.

Okuyun ve görün.

Page 34: Çürük Düş

Çürük Düş

34

***

Kapı çalınca, “Duydun zilin sesini. Yarış başlıyor,” diye mırıldandım ve

büyük bir süratle koşarak; dayanıksız, hırsızlara mahal vermek amacıyla

üretilmiş gibi duran ahşap kapıyı açtım.

Böyle müşkül bir vaziyette bile nasıl bu kadar eğlenebildiğimi

sorarsanız, “Eh, bu da benim savunma mekanizmam. Yoksa şimdiye kadar

kafayı yemiştim,” diye yanıtlarım. Bu yanıt sizi tatmin etmezse de, “Seni

ilgilendirmeyen işlere burnunu sokmasan iyi edersin canım. Tak sepeti

koluna, herkes kendi yoluna,” diye sürdürürüm (daha doğrusu sonlandırırım)

muhabbeti. Hâlbuki kod adı ‘hayatımın hatası’ olan şeyi çok değil yalnızca

birkaç dakika sonra yapacağımı bilsem, ne eğlenmesi, ne keyfi, ne geyiği…

Direkt intihar ederdim.

“Vay, pasaklı perim,” dedim, kapı eşiğinde neye yoracağımı

bilemediğim bir yüz ifadesiyle dikilmekte olan Peri Dinç’e. ‘Pasaklı peri’ ona

taktığım lakaptı. Daha önce Limon Ağacı adlı bir televizyon dizisinde

kullanılmıştı. Ben de durur muyum? Hemen ödünç (ç)aldım tabii. “Hangi

rüzgâr attı seni buraya?”

“Simge rüzgârı,” dedi. Öfkeli falan değildi ama gülmüyordu da. Benim

neşeli, tebessümü gündüz vakti bile ışıltı saçan kız kardeşim neden böyle

davranıyordu? Bir şey mi yapmıştım?

Durakladım bir an. ‘Simge rüzgârı’ demişti. Simge’ye bir şey

yapmamıştım ki; aksine onun yüzünden bana bir şeyler olmuştu. Bir düşümün

Page 35: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

35

çürümesine dolaylı yoldan hatta belki de doğrudan sebep olan, bizzat o

‘hanımefendi’ydi. Ayrıldıktan sonra dahi başıma bela olmayı sürdürmüştü –

gerçi bu belayı başıma ben sarmıştım.

“Simge’ye ne yapmışım ben sevgili kardeşim?” dedim buruk bir

tebessüm eşliğinde.

O anda, dananın kuyruğunun kopacağına dair romanesk bir sezgi

yüreğimi ele geçirdi. Boğulur gibi hissettim. Kaçıp gitmek istedim. Tek bir

kelime daha etmeden, koşarak evi terk etmek…

Keşke öyle yapsaydım. Keşke bu konuşmaya devam etmek gibi bir

gaflette bulunmasaydım. Hayatıma sızan kara deliklerden birini, daha

meydana gelmeden yok edebilseydim.

Ama olmadı. O kadar güçlü değildim. Akışa kendimi kaptırmakla,

rüzgârın beni taşıdığı kıyıya demir atmakla yetindim.

“Kızı rezil etmişsin,” dedi Peri.

“Rezil derken?” Bu soruda içtendim. Hatırladığım kadarıyla -ki gayet iyi

hatırladığım yönünde sizi temin ederim- ortada bir rezalet varsa, bu benim

başıma gelmişti.

“Önce ufak tefek mazeretler öne sürerek kızı terk ediyorsun, sonra bir

gün gidip türlü şebeklikler yaparak kendini affettiriyorsun. Bu da yetmezmiş

gibi, kıza iyi davranıp her şeyi unutturacağına, yataktayken bir anda çığlıklar

atarak çekip gidiyorsun. Kız nasıl küçük düşmüş, gece boyu nasıl ağlamış,

neler çekmiş biliyor musun? Buna rağmen günlerce seni aramış ama

ulaşamamış. Evine geldiğinde kapıyı açmamışsın. Bir kere terk etmen yetmez

miydi? Anlamıyorum, kıza bir kinin var da oyun mu oynuyorsun? Bir tür

Page 36: Çürük Düş

Çürük Düş

36

intikam mı alıyorsun? Bunların hiçbirini senden beklemezdim Burç. Neler

oluyor?”

‘Neler oluyor?’un cevabını siz okuyucular gayet iyi biliyorsunuz.

Ben bu soruyu ‘Neler oldu?’ya dönüştürüp, sizi o geceye götürecek ve

Simge’yle aramda ‘yatakta’ neler geçtiğini kısaca anlatacağım.

***

Simge’yi ve soyadı Đmge’yi şu ana dek yalnızca birkaç kere işittiniz.

Đsmine aşinasınız tabii, ama sizin için çok da bir şey ifade etmiyor.

Zihninizdeki yerini ‘pembe’ rengine borçlu olduğu bir hakikat. Zaten her ne

olursa olsun, hikâyemizde bir araçtan ibaret kalacak.

En son Simge’yi -kendimce gayet haklı sebeplerle- terk etmiştim ve bu

ne yazık ki Alev’le tanışmama vesile olmuştu. Sonsuz gibi görünen lanet

üzerime çöktüğümde, tüm bu somut kâbusun Simge’yi terk ettiğim gün

başladığını fark ettim. Belki de yaşadıklarımın bununla bir ilgisi vardı. Belki de

ona geri dönmek bir şeyleri değiştirebilir, iyileştirebilirdi. Üstelik düş

çürüklerinin yıkıcı etkilerinden daha ucuz kurtulabilmek için bir ilişkiye

dalmam gerekiyordu ve eski bir sevgiliyi tekrar ayartmak, yenisini

tavlamaktan daha kolaydı.

Ben de, aynı Peri’nin dediği gibi, türlü şebeklikler yaparak -bu konuda

ayrıntıya girmek istemiyorum, mazur görün beni dostlar- kendimi affettirdim.

Ve bir gün, eski samimiyetimiz mevcut olmadığı için renksiz geçen

gündüz gezimiz, gece eğlencesine dönüştü: Önce eve, sonra yatağa taşındı.

Page 37: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

37

Bahsi geçen rezaletin fitili de böylece ateşlendi.

Haz dolu bir sevişme olmasını umduğum ‘yatak faslı’nın bir kâbusa

dönüşeceğini ve üzerinden haftalar geçtikten sonra bile cefasını çekeceğimi

bilmiyordum tabii.

Ne mi oldu?

Aynen şunlar:

Ön sevişmeyle yeterince vakit harcadığımıza kanaat getirince, toptan

soyunup asıl kısma geçtik (bu bende daima, filmin sıkıcı girişini atlattıktan

sonra en heyecanlı ve çarpıcı sahneyi izleme hissi uyandırır – gerisi

teferruattır: Kış uykusuna hazırlanan bir ayının, o devasa uykudan önceki

birkaç saatlik ‘şekerleme’leri misali… Teşbihin derinine inersek, ayıya da

bunlar sabırsızlıkla beklediği bir bal ziyafeti öncesi ağzına attığı ‘atıştırmalar’

gibi gelecektir diyebiliriz. Uzun lafın kısası, ön sevişme saçmalıktır. [Evet, tipik

bir Türk erkeğiyim. Şüpheniz mi vardı?] Nokta).

Simge Đmge’yle vücutlarımız birleşirken, yüreğimin havada kaldığını

hissettim. Onu bizzat terk etmiş ve ‘oyalanmam gerektiği’ için yeniden elde

etme kararına varmıştım – bunun bir şeyleri değiştirebileceği, üzerime

çöreklenen ‘alevli’ lanetten kurtulmamı sağlayacağı yönündeki minik umudu

saymazsak tabii. (Evet, bencilce bir düşünce ama arada sırada kendimi

düşünmem gerekiyor, değil mi? Yanan bir helikopterin içinde kalan ve berbat

bir kâbusun tam ortasına paraşütle atlayan benim. Etkilerini bertaraf etmek

gibi bir zorunluluğa sahibim). Dolayısıyla, ortama uyum sağlayamadığımı

hissettiren bazı şeyler mevcuttu.

Page 38: Çürük Düş

Çürük Düş

38

Ön sevişmeden nefret etsem bile, ‘ana yemeği’ kutsal görenlerdenim.

Bir dostum, kadın vücudunun saygı duyulması gereken bir mabet olduğunu

düşünürdü. Belki ben de olaya öyle bakıyorumdur.

Her yönüyle müthiş bir ‘büyük resim’ oluşturan parçalar bütünü… Ve

bu bütünün en önemli parçası ‘aşk’. O olmadan beden yetersiz kalır.

Duyguların somutluğuna inanırım ben. Tutku ve aşkın yoktan var

olabileceğini düşünen ama bunu belli etmeyenlerdenim. Aşk olmadan

sevişmenin hiçbir tat vermeyeceği konusunda kesin idealara sahibim.

Fakat o an, üzerime çullanan lanetten biraz olsun uzaklaşabilme

fırsatının hatırına, duygusuz bir sevişmenin esiriydim.

Ve her şey daha da kötü olacaktı.

Bir anda; üzerinde bulunduğum kadın yani Simge Đmge, bir ucubeye

dönüşecekti: Altımda inlerken ten rengi tuhaflaşacak, giderek yeşile çalacaktı.

Derisi pütürlenecek, saçları balçık misali cıvık bir hal alacak, suratının şekli

‘evlerden ırak’ dedirtecek kadar bozuma uğrayacak, inlemeleri de yerini ürkü

dolu çığlıklara bırakacaktı… Ben ne olduğunu anlamadan, o güzel, o zarif, o

çıtı pıtı kadın, bir canavara dönüşecekti.

Sinema salonlarına özgü o eşsiz karanlıkta bir korku filmi izleyen genç

kızları örnek alır gibi, tiz çığlıklar atacaktım. Değil sevişmek, o kadına

herhangi biçimde temas edemeyecek kadar iğrenecektim: Eskiden Simge

diye bilinen, şimdiyse ne idüğü belirsiz bir varlıktan ibaret olan ‘şey’den

uzaklaşacak, gözlerimi ovalayıp manzaraya bir bakış daha atacak, hiçbir işe

yaramadığını anlayınca; üstüne üstlük korku denen o ruh boğucu duygu

zihnimi işgal edince, çekip gidecektim… Koşa koşa. Arkama bile bakmadan.

Siz biliyorsunuz ki, bu anlattıklarım dibine kadar gerçek.

Page 39: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

39

Ama yine biliyorsunuz ki, kardeşim Peri’ye tek bir kelimesini bile

söyleyemem.

Bu duruma uydurulacak mantıklı bir yalan da mevcut değil.

Belli ki Simge hiçbir şeyin farkına varamadı. Gerçekleri göremedi. Daha

doğrusu, olaya benim gözümle bakamadı. Ben Simge’yi bir canavar olarak

görürken, yani düş çürüklerimin etkisindeyken, onun açısından hayatın ve

‘yatak faslı’nın sıradan seyri devam ediyordu.

Ama ne yapabilirdim ki? Hisleri incinmesin diye bir canavarla mı

sevişecektim?

***

Peri yüzüme derin bir hayal kırıklığı eşliğinde bakmaktaydı. Ve bu,

yüreğimi tasavvur edemeyeceğiniz kadar yaralıyordu. Kız kardeşimin beni bir

‘umutsuz vaka’ olarak görmesine alışık değildim, ama birazdan neler

söyleyeceğini düşünürsek, gayet de öyle görüyordu.

Belki de dananın kuyruğu burada koptu. Belki de hayatımın hatasını

yapmama sebebiyet verecek şartlar bu andan itibaren hazırlanmaya başlandı.

Peri dedi ki: “Artık sana ulaşamıyorum Burç. Hiçbirimiz ulaşamıyoruz.

Ne annemiz, ne babamız, ne sevgilin, ne arkadaşların, dostların… Büsbütün

bambaşka bir insan oldun. Đçine kapanmakla kalmadın, çevrendekileri

üzmeye, onlara haksız yere kötü davranmaya da başladın. Nelere yol açtığını

veya açacağını umursamıyorsun bile! Sanki özellikle herkes tarafından ‘kötü’

diye bilinmek istiyorsun, ‘Sen kötüsün, senden nefret ediyorum’ dememizi

Page 40: Çürük Düş

Çürük Düş

40

bekliyorsun. Sevilmekten korkuyor gibisin. Bilmediğimiz bir şey mi yaşadın?

Anlat… Anlat ki sana yardım edelim. Yalnızlık paylaşılamaz ama paylaşarak o

yalnızlığı huzura dönüştürebiliriz.”

‘Belki’ demiştim, ama artık eminim.

Geçmişi sisli-puslu bir merceğin ardından değil, gıcır gıcır bir

mikroskop üzerinden görüyorum. Yaşarken fark etmediklerimin ayırtına şimdi

varıyor, o vakit görmediklerime gayet berrak bakışlar atıyorum.

Kardeşim Peri’nin anlamlı ve yardımsever sözlerine karşı zihnim bir

süzgeç edinmişti sanki. Đşine gelenleri ayıklayıp gerisini yok eden bir süzgeç.

Yalnızca ‘sen kötüsün, senden nefret ediyorum’ kısmını işitiyordum. Yalnızca

bu cümleler yankılanıyordu kulaklarımda.

‘Sen kötüsün…

Kötü…

Senden nefret ediyorum…

Nefret…’

Kötülük. Nefret.

Ötekiyle paralel olarak, bir başka çürük düş daha açığa çıktı. Öz

kardeşimin bana bu duyguları beslediğini düşündüğümden, ‘kötülük’ ve

‘nefret’i somutlaştırmak için yeterince hak kazandığıma kanaat getirdim.

Siyah, simsiyah bir bağ gözlerimi sarmıştı sanki: Hiçbir şey göremiyor, zihnimi

mantıkla çalıştıramıyor, kendi hareketlerimi yönetemiyordum. Filmlerde

cinler, şeytanlar tarafından ele geçirilen veya kötü robotların esiri olan

insanlar misali... Ama bu daha kötüydü: Her şeyi kendim yapsam dahi,

kontrolümü apaçık biçimde kaybetmiştim. Bilinçli bir kontrol yitimi kadar

kötüsü yoktur, emin olun.

Page 41: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

41

Kalktım. “Demek öyle ‘pasaklı perim’,” dedim. “Demek ben kötüyüm.

Demek beni sevgin ve merhametinle teselli edeceğine, nefret etmekle

yetiniyorsun. O zaman, sonuçlarına katlanırsın. Ölmekten beter olursun.”

Gerisini hatırlamıyorum. Hatırlamak da istemiyorum.

Ama ‘biliyorum’. Ve size anlatacağım. Yüreğimi yaralasa da, boğazıma

yakıcı bir yumru yerleştirse de, zihnimi yakıp yıksa da, anlatacağım…

Bir dahaki gün Peri, benim evimde, öldüresiye dövülmüş ve tecavüz

edilmiş halde bulundu. Hemen hastaneye kaldırıldı, yoğun bakıma alındı.

Hayati tehlikeyi çabucak atlattı ama yaşadığı şeylerin fiziksel ve psikolojik

izlerini daima taşıyacaktı.

Çok geçmeden, hastanede bir odaya alındı. Annesi ve babasının,

“Bunu kim yaptı?” diye sorması üzerine, “Burç değildi o,” dedi inatla. “Abim

öyle bir şey yapmaz. Sanki başka biriydi.”

Ağzını bir daha bıçak açmadı. O ‘sanki’ye rağmen, anne Perihan Dinç

ve baba Tunç Dinç, ‘bu’nun sorumlusunun biricik oğulları olduğunu

öğrenmediler. Zaten öğrenseler, evlatlıktan reddetmekle kalmaz, bulup hesap

sormaya çalışırlardı.

Oğullarının nereye kaybolduğundan bihaberdiler. Vakanın vuku

bulduğu mekânı dikkate alarak, kızlarına bu pisliği yapan şerefsizin Burç’a da

bir zarar verdiğini, belki de onu öldürdüğünü zannederek psikolojik yönden

çöküntüye uğradılar. Yakında bir otel odasında, ‘olağanüstü’ oranda derin bir

uykuya dalmış halde bulunacağı hakkında hiçbir fikirleri yoktu.

***

Page 42: Çürük Düş

Çürük Düş

42

O gün, hayatımın hatasını yaptığım gündür.

Đnsanlıktan çıktığım gündür.

O gün, Burç Dinç’in öldüğü gündür.

Page 43: Çürük Düş

MAZĐYE DAĐR

AŞKA NEFRET KARIŞIR

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.

Suyu başına döksen, başı kırılmaz.

Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,

toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

Hazreti Mevlana

Page 44: Çürük Düş

Çürük Düş

44

Uğruna gösterilen hiçbir çabanın kâfi gelmediği tek şey, aşktır. Ne

yaparsanız yapın: Đster kendinizi paralayın, ister hayatınızı aşka adayın, ister

kimseye vermediğiniz değeri sevdiğiniz kadına altın tabak içinde sunun... Fark

etmez! Đlişkiniz eninde sonunda kirlenir; aşka nefret karışır. Başta birbirinizi el

üstünde tutarken, çok geçmeden kendi kabuğunuza çekilirsiniz. Aşılmaması

gereken sınırlar aşılır, yapılmaması gereken hatalar yapılır. Nihayet aranızdaki

az buçuk saygı da hepten yok olur... Onur kırıcı laflar, çirkin hakaretler hatta

kimi zaman ‘saf’ kötülükler gırla gider.

Aşk, bütün heyecanına, getirdiği olanca mutluluğa rağmen, bir

‘hastalık’tır.

Verdiği keyif yüzünden sizi pençesine alan ve sonra da paramparça

eden bir ‘şey’ diyince aklınıza ne gelir?

Uyuşturucu, değil mi?

Evet, aşk en hasından bir uyuşturucudur. Bundan şüpheniz varsa,

gerçek aşkı hiç tatmamışsınız demektir. Ve size bir tavsiye vermemi isterseniz

(Gerçi isteyeceğinizi hiç sanmıyorum – neden isteyesiniz? Ben perişan herifin

tekiyim; artık anladınız – ama yine de tavsiyemi vereceğim. Birkaç kelimeden

zarar gelmez)... Böyle devam edin! ‘Gerçek aşkı arıyorum’ ayağına, hayatınız

boyunca aşktan uzak durun. Hiç gereği yok. Hiç!

Her neyse, ‘anti-aşk doktoru’ tadında konuşmaya başladım. Sadede

doğru bir U dönüşü yapmamın vakti geldi de geçiyor.

Alev Ateş denen mahlûkla yaşadığım talihsiz ilişkinin ‘giriş-gelişme’

aşamasını atlayıp, doğrudan sonuca geleceğim. Kaçırdığınız kısımları kısaca

anlatmam gerekirse, “Giriş ‘sıradan’dı, gelişme Çin işkencesi,” derim.

Page 45: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

45

Herhangi bir ilişki gibi başlayıp, Alev’in iflah olmaz kötülüğü

(manyaklığı, ruh hastalığı, egoistliği gibi eklemeler yapabilirsiniz – saymakla

bitmez) dolayısıyla korku filmine dönüşen, bir yerden sonra da iplerin

tamamen koptuğu dehşet verici bir serüvendi. Hiç yaşamamış olmayı

dilediğim bir serüven.

Ama yaşadım. Ve anlatıyorum. Ve anlatacağım.

Daha bitmedi. Tanık olacağınız çok şey var.

***

Televizyon açıktı. Bir film oynuyordu (sıkı bir filme benziyordu üstelik)

ama ben fena halde dalgındım; sesleri hayal meyal işitiyor ve kargaşa

ekseninde devinip duran ruh halim sebebiyle hiçbir şey anlamıyordum.

“Ben bir kavram değilim,” diyor kadın. “Tamamen dağılmış bir kızım.

Kendimce doğrularımı arıyorum. Ben mükemmel değilim.”

“Sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum,” diyor adam.

“Ama göreceksin. Bir şeyler bulacaksın. Ben de senden sıkılıp kendimi

kapana kısılmış hissedeceğim. Çünkü bana hep böyle olur.”

Bakışıyorlar. Ortama bir sükûnet hâkim oluyor ama çabucak bozuluyor.

“Tamam,” diyor adam.

“Tamam,” diyor kadın.

Gülüşüyorlar. Bir kez daha ‘Tamam’ diyorlar. Đkisi de.

Derken kapı açılıyor. Bir tıkırtı, bir gıcırtı, sessiz bir soluk.

Page 46: Çürük Düş

Çürük Düş

46

Filmde ekran kararmış, jenerik müziği akmaya başlamıştı. Hal

böyleyken, bir kapının açılması mümkün değildi. O ‘duble-dalgın-dangalak’

halimle bunun gibi basit bir mantığı yürütebildiğime dahi şaşıyorum.

Gözlerimi kırpıştırdım. Bu, filmde değil, ‘burada’ oluyordu.

Evde. Evimde.

Alev o pek sevgili, pek nazik (!) dostlarını nihayet bırakıp eve

dönmüştü. Koltukta doğruldum. Gözlerimi kapıya diktim. Ben zihnimi

dalgınlıkla uyuştururken, o daha etkilisini tercih etmişti: Alkol. Sendeleyerek

girmekteydi içeri. Gözleri kaymıştı. Ta oradan kesif bir beyaz şarap kokusu

burnuma doluyordu.

Ama umursamadım. Gözlerim Alev üzerinde takılı kalmıştı. Koyu kızıl

rengin üzerine siyah karo desenlerin bulunduğu abiye kıyafeti hâlâ göz

alıcıydı.

Nefesimi tuttum. Onu bugün bu kıyafetle ilk kez görmüyordum, ama

her seferinde, ‘onun’ hakkında ne düşünürsem düşüneyim, bu güzellik

karşısında soluğum kesiliyordu.

Bir kadın, sarhoş haliyle bile bu kadar göz alıcı, böylesine güzel olabilir

miydi?

Birinden hem nefret edip, hem de onu sevebilir miydi insan?

Demek ki olabiliyordu.

Demek ki sevilebiliyordu.

Bir şeyden emindim (hâlâ da eminim): Alev Ateş, bir ateisti Tanrı’nın

varlığına inandırabilecek kadar güzeldi.

Bir şeyden daha emindim: Karşımdaki kadın ne kadar güzel olursa

olsun, bu gece bana yaşattıklarının hesabını sormalıydım.

Page 47: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

47

Soracaktım da.

Ben ayağa kalkarken, Alev içki dolabına yürümekle meşguldü. Yuh

artık, diye düşündüm. Midesinde içki stoklayıp gerektiğinde kullanmak mı

istiyor nedir?

Hayret ve öfke dolu bakışlarım arasında, yüzüme bile bakmadan

dolaptan bir Jack Daniel’s şişesi çıkardı. Ve viskiyi bardağa koymaya gerek

duymadan, kafasına dikti.

“Sen bu halde araba mı kullandın?” diye sordum. “Lütfen taksiyle

geldiğini söyle. Kalp krizi geçireceğim yoksa.”

“Söylemeyeceğim, çünkü gelmedim,” dedi kaygan bir sesle.

“Alkollüyken daha iyi araba kullanırım, bilmiyor musun?”

“Bilmiyorum,” diye patladım. “Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Ne biçim bir insan olduğunu bilmiyorum. ‘Aslında’ kim olduğunu bilmiyorum.

Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum. Seni tanımıyorum! Farkında mısın Alev:

Bana ‘uzun’ bir açıklama borçlusun!”

Cevap vermek yerine içkiden birkaç yudum daha alarak beni iyice fitil

etti. Ama sonunda, dönüp yüzüme bakmaya tenezzül edebildi. “Niye?!

Đşlerime burnunu sokmasam bu akşamı sorunsuz geçirecektik!”

Kendimi kaybedip Alev’in üzerine yürüdüm: Kaba kuvvet uygulamayı

ciddi ciddi düşünüyordum (bir Osmanlı tokadı iyi giderdi aslında) ama son

anda, gayriihtiyarî durdum. Sağ elimi suratına geçirmek yerine, yalnızca

yüzüne doğru tutmakla yetindim. “Bu yüzden!”

“Elini niye gösteriyorsun?” diye sordu (bu kadar içkiyi ben içsem, ben

de böyle ilkokul düzeyinde sorular sorardım).

Page 48: Çürük Düş

Çürük Düş

48

“Kimsenin göremediği bir yara var!” diye kükredim. “Benim bile

göremediğim bir yara! Sızım sızım sızlıyor. Ne menem bir acı çektiğimi biliyor

musun sen? Hepsi de dostun olacak o tüysüz herif yüzünden. Beyaz saçlı

kadının saçma sapan hareketlerini saymıyorum bile. Diğer adam en azından

sessiz sessiz oturuyordu ama kim bilir ruhunda ne manyaklıklar yatıyordur!

Ne biçim bir arkadaş çevren var senin? Güveneceğin insanları ruh hastaları

arasından mı seçiyorsun?!”

“Hayır Burç!” dedi Alev çığlık çığlığa. Son sözlerim üzerine o da

kontrolünü yitirmişti. Dananın kuyruğu koptu kopacaktı. “Ama sevdiğim

erkekleri tımarhaneden topluyorum anlaşılan!”

Elimi duvara geçirdim (duvar, Osmanlı tokadını olmasa da ‘Burç

yumruğu’nu yedi yani). “Sen kötüsün, biliyorsun değil mi? Ruhsuz orospunun

tekisin! Güzelliğine kanıp seni nasıl sevebildim?” (Ve nasıl hâlâ

sevebiliyorum?)

Kısa bir an yüzüme baktı. Sonra bir kahkaha patlatıp, sevgili

viskisinden ‘devasa’ bir yudum aldı. Benim zihnimdeki kayış da burada

gevşedi. (Kopmadı; eğer kopsaydı okurken ‘oha’ diyeceğiniz şeyler yapardım.)

Şişeyi aldığım gibi yere fırlattım. Müthiş bir şangırtıyla paramparça oldu.

Kalan az miktardaki viski de halısız parkede yayılmaya başladı.

Alev’in gözleri, karşı konulmaz bir hırs ateşiyle parlıyordu artık.

Üzerime yürüdü ve benim yapmadığımı yaptı: Kaba kuvvet uygulamak...

Gırtlağıma sarıldığı gibi, inanılmaz bir kuvvetle beni nefessiz bırakma

çabasına girişti. Bir yandan da, attığı adımlar yüzünden gerilememi

sağlıyordu. ‘Kadınlara el kalkmaz’ düsturunu umursadığımdan değil, sahiden

Page 49: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

49

karşılık verecek derman bulamadığımdan, hiçbir şey yapmadım. Kızarmış

gözlerle, sıkıca kavranmış bir boğazla, soluk dahi alamadan öylece bekledim.

Neler oluyordu? Ne biçim bir Cehennem’e düşmüştüm?

Öleceğimi zannettiğim kırk saniyenin sonunda, Alev’in önce elleri

gevşedi, sonra da gırtlağımdan tamamen sıyrıldı. Yaşlı gözlerle suratıma

baktı. “Özür dilerim,” diye fısıldadı. Sanki bu her şeyi affettirebilecekmiş gibi.

Gerçekten pişman görünüyordu ama artık bu kadının neyi gerçek neyi

yalan, karman çorman olmuştu. Alev Ateş hakkında hiçbir şeye kayıtsız şartsız

inanamazdım. Hele bu son yaptıklarından itibaren.

Peki olayları bu noktaya getiren o ‘karanlık dostlar’ faslı neydi?

Alev’in birbirinden manyak arkadaş çevresiyle nasıl tanıştım?

Eh, sonunu gördüğünüze göre, başını okumayı da hak ediyorsunuz.

Dile kolay, dibini boyladığım bu tünelde onlarca sayfadır beni takip

ediyorsunuz. Büyük bir fedakârlık bu. Size minnettarım.

Biraz evvelki soruların yanıtlarını görmek istiyorsanız… Okuyun ve

görün.

************

Kaf Dağı Kafe’ydi adı. Hayli büyük, ama sade bir tabelası vardı: Büyük

harflerle KAF, hemen altında dikkatli bakınca fark edilmeyecek kadar minik

ve silik bir Dağı. Đkinci bir bakış atmadığınız sürece mekânın isminin Kaf Kafe

olduğu düşünebilirdiniz.

Page 50: Çürük Düş

Çürük Düş

50

Güldüm. “Vay anasını,” diye mırıldandım. “Şaka maka bizimkiler de

kelime oyunu falan yapmaya başladı. Başımıza taş yağacak. Đnsan Dostlar

Kafe gibi kahve geleneğinden gelme bir isim ya da Blues Cafe tarzı

özentilikler bekliyor.”

Gri tonlardaki metal kapıyı ittirip içeri girdiğimde, yüzümdeki

tebessüm donuverdi. Bir başka boyuta geçmiş gibi hissettim kendimi. Birkaç

saniye evvel zihnimde neşeli ayakkabı cinleri misali gezinmekte olan düşünce

balonları pıt diye patlamıştı sanki.

Her şey tuhaftı. Birinden şüphelenip onu takip ediyorken niye neşe

duyardı insan? Ve takip sona erdiği anda neden bu ruh hali aniden sönüp

giderdi?

Alev’in ‘Đş yemeğine gidiyorum’ yalanlarından biri bugüne denk

gelmişti. Ne zaman bu yalanı söylese, işler karışıyordu; eve geldiğinde

davranışları tuhaflaşıyordu. Yüzünde donuk bakışlara rastlıyordum.

Dudaklarını büzmüş, dişlerini sıkmış oluyordu sıkça. Bir hayal dünyasındayken

gerçekliğe adım atmış gibi, diye düşünüyordu insan. Yani ben öyle

düşünüyordum ve (galiba) bir insan olduğuma göre, vaziyeti böyle

aktarabilirim. Kusura bakmayın, usta bir anlatıcı sayılmam. Đdare edeceksiniz

artık.

Yalanlarla ‘allak bullaklık’ların tesadüfen bir araya geleceğini

zannetmiyordum. Bu duruma dair merakım, kafamda komik bir soru yarattı.

Alev’in tuhaf hallerini incelerken, bunu iş yemeklerinde götten mi sikiyorlar ne

yapıyorlar, diye düşündüm istemsizce. Kusura bakmayın küfürlü

konuşuyorum ama erkeklerin kafasında sevgilileri hakkında bile böyle hiçbir

anlamı olmayan küfürlü ifadeler dönebiliyor. Ruhumuz argo, ne yapalım.

Page 51: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

51

Kendi ‘zihin geyiğim’ yüzünden sırıttım. Derken, yüz ifadem girdaplara

kapıldı. Göğsümden karın boşluğuma doğru bir kobra iniyordu sanki.

Vücudum kocaman kırmızı karıncalar tarafından istila edilmekteydi. Veya

siyah olan ‘içi dolu turşucuklar’dan milyonlarca vardı; emin değilim.

Derin bir nefes aldım. Oksijen, midemdeki kobrayla müthiş bir savaşa

tutuştu. Cinayet arzusu ve kan tutkusuyla yaptığı fedakârlıklar bir neticeye

kavuşamadı ama. Temiz hava bile, şüphe denen duygunun yarattığı sinsi

yılanı silip süpüremezdi.

Hem geyik yaparken, hem öfkeliyken, hem de şüpheliyken (uzun lafın

kısası: her daim) küfre başvuran erkek ruhunun gereklerini yerine getirmek

için, düşünce balonlarıma sızan sövgüye devem ettim: Ya sahiden

sikiyorlarsa... Ve nihayet cinsellikten sıyrılarak güven duygusuna yaslanan asıl

şüphemi seslendirdim: Ya Alev beni aldatıyorsa?

Ve işte buradayım. Kaf Kafe’de. Kıskanç erkek triplerinde, avanak ajan

havalarında. Neden neşeli olduğumu da galiba anladım. Alev’in o donuk

hallerinin ‘aldatma’ eyleminden kaynaklanmadığını tahmin ediyordum galiba.

Beni gayet klişe bir insana dönüştüren şüphelerim, salt kandırmacaydı.

‘Aslında’ ne olduğunu merak ediyordum ve bu merak da beni buraya

sürüklemişti. Peki kediyi öldüren sinsi duygu beni öldürecek miydi?

Müneccim boku mu yedim, nereden bileyim? Bir kendini bilmezin

karaladığı kurgu bir metin olsaydı bu, sonraki adımı bilirdi galiba. Böyle

karmaşık mevzulara girmezdi yoksa. Maazallah, girişi olan her şeyin çıkışı

yoktur. Đnsan kısılıp kalıverir. Temkinli davranmak lazım.

Lafı fazla uzattım. Mekânı betimleyeyim, içiniz açılsın. Beyaz, gri ve

bazen de siyah tonlarında, sade bir kafeydi. Görsel yönden başarılı bir tasarım

Page 52: Çürük Düş

Çürük Düş

52

olduğunu düşündüm – bu işlerden çok anlarmış gibi. Her şeyi az çok

bildiğini, her mevzudan haberdar olduğunu zanneden Türk insanlarına özgü

hareketler işte. Amma da öz eleştiri yapıyorum, değil mi?

Bir ilginçlik de masaların üçgen şeklinde olmasıydı. Üç kenarına birer

sandalye yerleştirilmişti (sandalyelerde eksantrik şekiller yoktu; bildiğiniz

tabureydi hatta), camdan üçgenin birleştiği sivri uçta ise tek sıra halinde

tuzluk, biberlik, peçetelik gibi klasik malzemeler diziliydi.

Üçgenin dağı hatırlattığını düşünmüşlerdi herhalde. “Eh,” dedim kendi

kendime, “fena değil.” Peki ama neden böyle tuhaf sezilere kapılmaktaydım?

Neden ‘donuk’ hissediyordum? Neden zaman yavaşlamış, zihnim pelteleşmiş

gibiydi?

Etrafa göz gezdirdim. Ortalık süt limandı. Đnsanlar en ufak bir enerjik

harekette bulunmuyorlardı; çatal bıçakları, bardakları veya fincanları sakince

kaldırıp indiriyorlardı. Arada bir fısıldarcasına konuşuyorlardı o kadar. Onun

dışında ağızlarını açmaya bile nadiren zahmet ediyorlardı. Birini rahatsız

etmekten korkuyor gibiydiler; ama buna rağmen, bilinçlerinin yerli yerinde

olmadığını sezebiliyordum.

Derken, daha da tuhafını fark ettim. Görüş alanımdaki her renk beyaz

ve siyahın tonlarındaydı. Đnsanların giysilerinde ne mavi vardı, ne kırmızı vardı,

ne de yeşil, mavi, turuncu, mor…

“Ne oluyor lan?!” diye homurdandım sessizce. “Tarikat toplantısı mı

bu, sözleşip mi geldi herkes? Yoksa sanat filmi mi çekiliyor?”

Mekânın görünmeyen kısmına yöneldim. Ve çarpıldım.

Gözüme ilk ‘çarpan’ Alev oldu. Sonra da yanındaki üç kişi.

Page 53: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

53

Paratonerden halliceydiler: Ortamdaki bütün enerjiyi, bütün renkleri

üzerlerinde toplamışlardı. Alev tahmin edeceğiniz gibi, güneş misali

parıldayan kızıl saçları ve üzerindeki kızıl-siyah tonlarındaki kıyafetle insanı

soluksuz bırakıyordu. Ama etrafındakiler de, onun çeyreği kadar güzel

olmasalar da (ikisi erkekti zaten), en az onun kadar dikkat çekici ve

‘özgün’düler.

Bir tanesi beyazdı. Evet, beyaz. Beline dökülen saçları beyazdı, gözleri

beyazdı (beyaz gözler? Kafayı yedim herhalde), giysileri beyazdı. Ama ne

yaşlıydı, ne de çirkin. Alev’in güzelliğiyle ilgili iltifatım abartılıydı galiba: Bu

kadın, beyaz saçlarına rağmen (hatta belki onlar sayesinde), güzellik

konusunda Alev’le yarışabilirdi. Pürüzsüz, heykel gibi bir yüzü, hastalıklı

gözükmesi gereken ama her nasılsa ona ayrı bir estetik katan gözleri, ince ve

biçimli vücuduyla, başlı başına bir maceraydı.

Yanındaki herif siyah saçlarını atkuyruğu şeklinde bağlamıştı. Onun

‘rengi’ siyahtı. Alev’in kırmızısı ve beyazlı kadının -adı üstünde- beyazlığının

aksine, parlamaktan uzak, siyaha yakışır bir matlık taşıyordu.

Hafif bir keçisakalı vardı. Beyazlı kadın kadar ince yapılıydı ama her

nasılsa, insanı parmağıyla darmadağın edebilirmiş gibi kendinden emin bir

hâli vardı. Ağzı kapalı olsa da, her an ‘bu uslu halime kanmayın; hepinizi

betona gömerim’ diyecek gibiydi. Beni en çok şaşırtan, yüzündeki ifade oldu

gerçi. Doğru mu gördüm diye gayri ihtiyari gözlerimi kırpıştırdım.

Somurtuyordu. Ama yüzündeki ifade ‘duygulara bürünmüş’tü. (Hem

somurtup hem nasıl duygulu olabilir insan? Ben de bilmiyorum; sorun da bu

zaten!) Öfkeli olduğunu düşündüm. Mutlu gibi geldi. ‘Yok yok’ dedim, ‘nefret

Page 54: Çürük Düş

Çürük Düş

54

dolu bu’. Huzurlu bir hâli olduğunu düşündüm. Şehvete kapılmış. Kinle dolu.

Hevesli. Umutsuz. Coşku dolu. Ve mutsuz. Mutlu. Mutsuz. Mutlu…

Bir insan her türlü ruh halini ve her türlü surat ifadesini aynı anda

taşıyabilir miydi?

Buna kafa yormanın yersiz olduğuna kanaat getirince, masadaki son

yabancıya diktim gözlerimi. Saçları uzun da değildi, kısa da değildi. Dazlaktı

çünkü. Hatta tüysüzdü. Ne kaşı vardı ne kirpiği. Bu bir hastalıktan mı

kaynaklanıyordu yoksa ilginç görünmek için hepsinden kurtulmuş muydu,

emin değilim. Umursamıyorum da.

Başta erkek olduğunu düşünmüştüm, şimdiyse bundan şüpheliydim.

Tüysüzdü, ama hem erkek hem kadın gibi görünüyordu. Yüzünde hem sertlik

hem yumuşaklık bir arada barınıyordu. Gri pardösüsü de bu hissiyatı tasvir

ediyordu. Sırıtmaktaydı bir yandan. Ve bu beni gayet ürkütüyordu. “Kötü

kalpliyim!” diye haykıran, sinsi bir sırıtmaydı. “Her türlü pisliği yapabilirim,

çalıp çırpabilirim, insanları birbirine düşürebilirim, cinayet işleyebilirim, hatta

bir bebeği gözümü bile kırpmadan öldürebilirim…” O sırıtışın ardına tüm bu

cümleler gizlenmişti de, arada bazıları fısıltı halinde dışarı fırlıyordu sanki.

Bu masadaki herkes, çelişkiler yumağıydı. Tek bir bakışta bile anlamak

mümkündü.

Ve nedense, yeterince hayrete kapılmamıştım. Çünkü Alev yüzünden,

bunlar bir yönüyle tanıdık geliyordu bana. Alev, kalabalık ortamlarda bile

yalnızlığa kapılırdı; yanında ben varken, hatta tutku dolu keskin bir

sevişmenin hazzını duyarken bile, yalnız olduğunu hissederdi. Bir-iki kere onu

sıkıştırınca bunu biraz çıtlatmıştı, ama daha ileri gidip uzun bir itirafa

girişmemişti.

Page 55: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

55

Bu masadayken -tam aksine- yalnızlıktan uzaktı Alev. Sanki insan bile

değildi. Diğerleri de öyle… Ve birbirlerini burada bulmuşlardı. Mutluydular,

huzurluydular.

Alev evine, benim yanıma yani gerçek yaşama dönünce, o tuhaf ruh

haline bürünüyor, canlılığını yitiriyor, donuklaşıyordu. Kendine benzeyenlerin

yani zihnimdeki kod adlarıyla anmak gerekirse Beyaz, Siyah ve Gri’nin

yanında eriştiği huzuru unutamıyordu. Yoktan var olan yalnızlığını hiç kimse

ve hiçbir şey gideremiyordu.

Kötüydüler. Doğuştan değil, şartlardan dolayı kötüydüler. Belki her

daim bu masada otursalar kimseye zararları dokunmayacaktı. Ama nedense,

her seferinde hakikatin soğuk mermisine geri dönüyorlardı (en azından Alev

dönüyordu). Yapmaları gereken bir şey, nihayete erdirmeleri gereken bir

görev varmış gibi…

Onların (bilhassa Alev’in) beni göremeyecekleri bir masaya çöktüm ve

seyretmeye koyuldum. Nadiren de olsa, harika bir espri yapılmış gibi

kahkahalara gömülüyorlardı: Siyahlının mahkeme duvarı suratına yansıyan

duygular da bu mizahı yansıtıyordu.

Sonunda şans yüzüme güldü, beklentilerim bir neticeye erişti: Alev bir

şeyler mırıldandıktan sonra masadan kalkmış ve kafenin en uzak köşesine

doğru yürümeye başlamıştı. O yanımdan geçerken yüzümü güçbelâ gizledim.

Nereye gittiğini bilmiyor, yalnızca her ne yapacaksa uzun sürmesini

umuyordum. Ben de kalktım ve o ‘rengârenk’ masalarına geçip, boşalan

koltuğa oturdum.

“Tek bir soru soracağım beyler,” dedim cesaretimle kendimi dahi

şaşırtarak. “Kimsiniz siz?”

Page 56: Çürük Düş

Çürük Düş

56

“Vay vay vay,” dedi beyazlı kadın, oyuncağını bulmuş bir çocuk

coşkusuyla. “Büyük casusumuz Burç Dinç teşrif ettiler bakıyorum. Takip

yormamıştır umarım?”

Mike Tyson mide boşluğuma sağlı sollu girişmiş gibi kalakaldım. Yine

de bozuntuya vermedim. “Bunun bir iş yemeği olmadığı meydanda. Kimsiniz

siz?”

“Nasıl istersen yavrum,” dedi tüysüz oğlan. Sesi ne ince ne de kalındı.

Erkek mi kadın olduğunu anlamak zordu. Nazikçe elini uzattı. “Tanışalım. Ben

Saydam Kaya.”

Đsminin enteresanlığına tepki vermeden, soğuk bir bakış attım. Elini

sıkmaya tenezzül etmedim. Saydam’ın yüzündeki tebessüm solmadı, ama

dişlerini sıkarak elini indirdi.

“Bana Beyza derler bebeğim,” dedi beyazlı kadın, ansızın yanağıma bir

öpücük kondurarak. “Beyza Beyaz.”

Öpücüğün etkilerini üzerimden atmaya çabalarken, siyahlıya döndüm.

Dişlerini sıkıp, “Kılıç Arslan,” diye hırladı. Bu hırlamada bile onlarca, belki de

yüzlerce duygunun gizli olması beni yepyeni hayretlere gark etti.

“Đsminizi söylediniz, tamam,” dedim. “Ama merak ettiğim bu değil.

Kimsiniz, nesiniz, amacınız ne, Alev’le ne işiniz var ya da onun sizinle ne işi

var?”

“Bak bu olmadı Burç,” dedi Saydam. “Bizim isimlerimiz sizinki gibi

rastgele değildir. Çok şey taşır, çok şey simgeler. Ursula K. Leguin, Yerdeniz

Büyücüsü’nde der ki: ‘Kim bir insanın adını biliyorsa, onun hayatını

avuçlarının içinde tutuyor demektir.’ Bunu dikkate almanı öneririm.”

Page 57: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

57

Sabırla yineledim: “Bizim diyorsun. Ben de bunu öğrenmek istiyorum

işte. Madem bizden farklısınız; o zaman nesiniz? En önemlisi, Alev ne?

Korkmuyorsanız açıklayın şunu.”

“En büyük sırrımızı paçavra kılıklı bir insana söyleyeceğimizi

düşündüren ne?” dedi Beyza sevimli sevimli sırıtarak. “Durup dururken itiraf

edip neden dünyaya karşı avantajımızı yitirelim?”

Bir mide bulantısıyla sarılıp sarmalandığımı hissettim. Titredim. “Siz…”

dedim. “Ucubesiniz. Sanki vücudunuzdan bile kötülük kokusu yayılıyor.

Canavarsınız siz.”

Ve film burada koptu. Saydam’ın yüzündeki tebessüm büsbütün

silindi. Bir şey tutuyor gibi elini yumruk yapıp, havaya kaldırdı ve o tuttuğu

şeyi fırlatacak ya da saplayacak gibi düz bir doğrultuda, benim elimin üzerine

indirdi. “Bize,” diye fısıldadı, “kimse ucube diyemez.”

Istırap yüklü bir çığlık attım. Elim tam ortasından delinmişti. Kan

akıyordu. Akıyordu… Akıyordu…

“Đsimlerin önemli olduğunu söylemiştik,” dedi Beyza. “Temkinli

davranman gerekiyordu bebeğim. Ağzından çıkanı kulağın duymadı. Saydam,

bir şeyleri görünmez -bir başka deyişle şeffaf- hâle getirmekte usta. Ve onun

kesici aletleri normallerinden on kat daha fazla acıya yol açar. Dişini sıkmanı

öneririm, çünkü biraz acıyacak.” Kikirdedi. “Aslında ‘çok’ acıyacak.”

Cam masayı yumruklayarak dişimi sıktım, kıvrandım, çırpındım, elime

baktım, kanıyordu, duracak gibi değildi; acıyordu, dinecek gibi değildi.

Masayı birbirine katıp ayağa kalktım ve sarsak adımlarla uzaklaşmaya

koyuldum. Gayet memnun tavırlarla beni seyrediyorlardı. Kafedeki hiç kimse

Page 58: Çürük Düş

Çürük Düş

58

durumumu fark etmemişti. Edecek gibi de değillerdi; işlerinde

güçlerindeydiler.

Kılıç’a baktım, göz kırptı. Bu, onun işiydi. Đnsanları arzusuna göre

manipüle edebiliyor, bilinçlerini ‘kısabiliyor’, enerjilerini çalabiliyor olmalıydı.

Ne var ki, her şeye rağmen korkuya kapılmadım, paniklemedim. Kılıç’ın

yüzüne tükürdüm; sakin hareketlerle mendili alıp sildi. Ve ani bir kasılma,

dizlerimin üzerine çökmeye mecbur bıraktı beni.

“Acıyı arttırabilirim,” diye hırladı Kılıç. “Acı eşiğinden çok daha fazlasını

yaşatabilirim sana. Ölümü bile tadamazsın, çünkü ölmene izin vermem.

Sonsuza dek acı çekersin. En büyük çaresizliğe merhaba dersin. O yüzden en

iyisi defol git.”

Nihayet birkaç cümle kurabilmişti ama söyledikleri benim için pek

hayırlı değildi.

Nasıl bir manyaklığın merkezinde olduğumu merak ederek, elime

bakmamaya ve acıyı unutmaya çabalayarak, sarsak adımlarıma yenilerini

ekledim. Derken, uzaktan Alev’in yaklaştığını fark ettim. Güzel bacaklarıyla o

şiir gibi yürüyüşünü sergiliyordu yine. Suratı ise allak bullaktı: Hayretler

içerisindeydi ve bu duygusunda samimi olduğunu görebiliyordum.

‘Tayfasının’ bana yaptığı karşılamadan o sorumlu değildi galiba. Peki olanlara

nasıl tepki verecekti?

“Đyi misin?” diye sordu.

Başımla onaylarken, kendi cevabıma kendim bile inanmıyordum. Ama

o, bana bir bakış daha atmayarak ve başka bir şey söylemeyerek, dostlarının

masasına yürüdü. “Neler oldu?” diye sordu. “Senin işin mi bu Saydam?”

Page 59: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

59

“Elbette Alevcim,” dedi adam/kadın. “Evcil köpeğini iyi eğitmemişsin.

Korku nedir bilmiyor. Saygıdan söz etmiyorum bile. Haddini bilmeli. Bize

ucube -hatta canavar- demeye cüret etti. Parçalara ayırmadığıma şükret. Hâlâ

ellerim kaşınıyor. Def et şunu da kurtulalım.”

Beyza kikirdedi yine. “Veda edeyim, öyle gitsin. Onu saygısız diye

itham ederken kendimiz saygı çerçevesinden uzaklaşmayalım, değil mi ama?”

Alev, “Bekle Beyza,” dedi ama kadın dinlemedi ve beyaz saçlarını

savurarak bana doğru yaklaştı. Yüzüne cesur bir bakış fırlattım (ah, bu deli

cesaretim sonumu getirecek!). “Ah, yazık,” dedi elimi tutup. “Öpeyim de

geçsin.”

Öptü, geçmedi.

“Derdin ne orospu?!” diye gürleyince, yüzündeki tebessüm arttı; ‘işte

bunu bekliyordum’ der gibiydi. Aniden soluk alamadığımı hissettim, gırtlağım

çelikten eller tarafından sıkılıyordu adeta. Elimi boğazıma götürüp bir şeyler

yapmaya çalıştım ve derin derin nefes almak için beyhude çabalar gösterdim.

“Dişi Darth Vader gibiyim, değil mi?” dedi o tiz ve sinir bozucu

kikirdemesiyle. “Başka numaralarım da var ama bugünlük bu kadar.”

Alev koşar adım yanımıza gelip Beyza’yı durdurdu – nasıl becerdiğini

bilmiyorum ama gırtlağımdaki inanılmaz baskı, bir anda yok oldu. Yere

çöktüm. Derin derin nefes aldım. Ani oksijen patlaması sebebiyle, yüzüm

morluktan kırmızılığa terfi etmekteydi.

Beyza, “Özür dilerim tatlım,” dedi Alev’in yanağından bir makas alıp.

Ve masasına döndü. Alev beni yerden kaldırdı. Gözlerimin içine baktı.

“Tanımadığın insanlara ne söylediğine dikkat et Burç,” diye tısladı. “Yoksa seni

ben bile kurtaramam.”

Page 60: Çürük Düş

Çürük Düş

60

Derin bir sarsıntı eşliğinde baktım yüzüne. “Nesin sen?!” dedim.

“Nesiniz siz?!”

Bu kez cevabın geleceğine dair boş bir umut taşımadım; sarsak

adımlarımı hızlandırarak kafeden dışarı adım attım. Baştan beri üzerime

çöreklenen o donukluk hissi sönüp gitti. Gayri ihtiyari elime baktım.

Yara yok olmuştu. Dakikalar evvel tam ortasından delinen elim,

sapasağlam görünüyordu: En ufak bir yara izi bile mevcut değildi. Fakat hâlâ

sızlıyordu. Fena halde.

Nasıl bir Cehennem’e düşmüştüm böyle? Okuduğum fantastik

romanlarda tanık olduklarımdan bile katbekat tuhaf şeyler yaşıyordum. Keyifli

olmaktan da çok, çok uzaktı. Alev’in hayatıma girdiği güne lanet ederek,

soluğu evde aldım. Zihnimde bin bir düşünce raks ediyordu; onları sıraya

koyup bir manaya kavuşturmak olanaksızdı. Koltuğa çöküp, yüzleşmek için

Alev’i beklemeye koyuldum. Rüyalar Âlemi ya da Kâbuslar Diyarı’ndaydım

sanki. Hiçbir şey ‘gerçeklik’ hissi vermiyordu.

Televizyon açıktı. Bir film oynuyordu (sıkı bir filme benziyordu üstelik)

ama ben fena halde dalgındım; sesleri hayal meyal işitiyor ve kargaşa

ekseninde devinip duran ruh halim sebebiyle hiçbir şey anlamıyordum.

“Ben bir kavram değilim,” diyor kadın. “Tamamen dağılmış bir kızım.

Kendimce doğrularımı arıyorum. Ben mükemmel değilim.”

“Sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum,” diyor adam.

“Ama göreceksin. Bir şeyler bulacaksın. Ben de senden sıkılıp kendimi

kapana kısılmış hissedeceğim. Çünkü bana hep böyle olur.”

Bakışıyorlar. Ortama bir sükûnet hâkim oluyor ama çabucak bozuluyor.

“Tamam,” diyor adam.

Page 61: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

61

“Tamam,” diyor kadın.

Gülüşüyorlar. Bir kez daha ‘Tamam’ diyorlar. Đkisi de.

Derken kapı açılıyor. Bir tıkırtı, bir gıcırtı, sessiz bir soluk.

Page 62: Çürük Düş

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SADE DĐYARLAR

…Tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu

doldurmak için evreni yaratır. Evrenin içine

gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine

hayatı, hayatın içine insanı yerleştirir. Ve onun içine

koyacak bir şey bulamaz. Đşte insan denen bu tuhaf

hayvanın, varlıkların en yücesi ve en anlamsızı

kılınışının hikâyesi. Evrenin orasını burasını felsefeyle,

sanatla, aşkla, hatta ironik biçimde Tanrı ile bezerken,

ortak anlamsızların en küçüğünün elbette bir gerçeği

unutmaması gerekmektedir: Hakikatte bütün kitaplar

sayfaları doldurmak için yazılır.

Alper Canıgüz – Oğullar ve Rencide Ruhlar

Page 63: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

63

Bir zamanlar, ikimiz de bacak kadarken, hayattan korkardık Peri.

Uçsuz bucaksız bir ummandı hayat: Her karışında seni yutmak arzusuyla

yanıp tutuşan canavarlar barındıran, attığın her adımda peynire koşarken

canından olan fare misali kapana yakalanabileceğin dehşetengiz bir

labirentti. Hiç kimsenin galip gelemediği bir oyundu… Bizse ne yapacağını

bilemeyen, dört başı mamur bir maddiyattan ve bitmek bilmez hayal

gücünden başka hiçbir şeyi olmayan ufaklıklardık. Birbirimize tutunurduk o

günlerde. Anne-baba kavgasıyla ev gümbürdediğinde, babam anneme el

kaldırdığında ya da kapkaranlık bir gecede dışarıda yıldırımlar çatırdarken

gözlerini yumardın. İliklerime dek titremekte olduğum hâlde, “Korkma,”

derdim sana. Sıkıca sarılır, öperdim. “Korkma,” diye yinelerdim.“Hiçbir

şeyden korkma. Abin burada. Seni her şeyden korurum ben. Her şeyden...”

“Dışarıdakilerden bile mi?” diye sorardın, kırpıştırdığın gözlerinle.

Neyi kastettiğini bilmezdim: Hayalinde vücut bulan yaratıklardan mı, kanlı

canlı ‘kötü adamlardan’ mı, yoksa yıldırım gibi tabiî vakalardan mı?

Fark etmezdi. Kendimden emin, yanıtlardım: “Özellikle onlardan.

Ben buradayken hiçbir şey sana zarar veremez Peri.”

Buna inanıyordum: Kayıtsız şartsız. Seni bütün kötülüklerden uzak

tutmak hususunda sonsuz bir güvenim vardı. Bir kez olsun

tökezleyebileceğim usuma bile gelmemişti.

Page 64: Çürük Düş

Çürük Düş

64

Gel zaman git zaman öğrendik ki, asıl korkulması gereken hayat

değil insanlarmış. Hayatı aç ya da tok kılma kudretine sahip olan, onu

öldüren ya da ona soluk aldıran bizlermişiz. Esas umman, insanların

yüreğinde gizlenmekteymiş. Onu kana da bulayabilirmişiz, coşku dolu

dalgalara da...

Ve gel zaman git zaman ‘öğrendim’ ki, seni korumam gereken

dışarıdakiler değilmiş. Yeri geldiğinde onlara kafa tutabilir, kötülüklerini bir

ayna gibi yansıtıp hepsini alt edebilirmişsin. Seni yıkıp geçebilecek olan,

‘ben’mişim. Bizzat ben.

Peri... Kardeşim... Seni kendimden bile korumak isterdim.

Yapamadım. Hakikati çok, çok geç öğrendim. Öğrendiğimde de yeterince

cesur olamadım. Kâfi kudreti bulamadım kalbimde, zihnimde, benliğimde...

Elime yüzüme bulaştırdım Peri. Sana en büyük zararı ben verdim. Ben...

Seni dövdüm, sana tecavüz ettim Peri. Sözcüklere dökerken bile gözlerim

kararıyor, ellerim gevşek bir kapı kulpu misali sallanıp duruyor, ruhum

kâğıttan yapılmış gibi ansızın alev alıyor...

Önümde uzanan engebeli yollarda, kırık dökük köprülerde, bir an

olsun kendimi affedebilecek miyim? Hayatımın hatasını yok sayabilecek

miyim?

Hayır. Asla.

Page 65: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

65

Peki sen beni affedebilecek misin? Belki de. Ama istemiyorum. Buna

layık değilim. Beni sevmeni değil, her şeyinle benden nefret etmeni

istiyorum Peri: Benliğinin her bir zerresiyle bana öfke duymanı istiyorum.

Çünkü öyle bir günah işledim ki, kefareti namümkün.

Ve şimdi ben gidiyorum Peri. Bu bir ‘aklanma’ mektubu değil, bir

‘intihar’ mektubu.

Hayatım burada bitecek ama çok daha kötüsü başlayacak,

seziyorum. Ölümden sonra kopkoyu bir boşluk olmasını isterdim. Ama

olmayacak, biliyorum.

Elveda Peri. Elveda kardeşim...

Burç Dinç

************

Mektubu yazmak, işin en külfetli ve en ıstırap veren kısmıydı. Ölmenin

bu kadar kolay olduğunu bilsem, daha önce ölürdüm.

Odanın ortasına ahşap bir iskemle çekerken, otelin bahçıvanından bin

bir ricayla edindiğim halatı tavana çaktığım çiviye bağlayıp sarkıtırken ve

ölmek için son hazırlıklarımı yaparken, yüreğimde barınan en yoğun duygu

Page 66: Çürük Düş

Çürük Düş

66

‘şevk’ti. Adımlarımın geri geri gitmesi gerekirdi ama aksine, attığım her adım

bir diğerini daha da süratle peşinden sürüklüyordu.

Oldum olası ‘kendini asmak’ en asil intihar yöntemi gibi görünmüştü

gözüme. Ne yalan söyleyeyim, bu fikrim hâlâ varlığını sürdürmekteydi.

Bileklerimi hayatta kesemezdim, düşünmesi bile zihnimi dilim dilim ediyordu.

Đlaç içmek bunalımcı genç kız triplerinin bir uzantısıydı. Kendime

yakıştıramazdım. Başa silah dayamak... Eh, bunun da mafyavari bir karizması

yok değildi, ama fena hâlde zahmetliydi. Kendimi çok yorgun hissediyordum,

tabanca ve mermi bulacak derman benden ıraktı.

Yani halat ve iskemle ikilisi hâlâ en cazibiydi.

Annemle babam muhtemelen beni bulmak için kendilerini paralıyor,

bana ulaşmak için her yolu deniyorlardı, ama bu hususta muvaffak

olamamışlardı. Peri’nin ne durumda olduğunu, hatta yaşayıp yaşamadığını

dahi bilmiyor ve öğrenmekten delice ürküyordum. Đlk işim cep telefonumu

heder etmekti: Đtiraf edeyim, sadist bir zevkle üzerinde tepinip parçalara

ayrılmasını izledim. Az psikopat değilim... Ölüme koşarken bile hastalıklı

şeyler yapabiliyor ve bu ‘şeylerden’ azami keyfi alabiliyorum.

Sonracığıma, yaz yağmuruyla ıslanan daracık sokaklarda ağır ağır

yürüdüm ve önüme çıkan ilk otele, ucuz mu pahalı mı diye bakmadan girdim.

Hâlâ anlamadıysanız, söyleyeyim: Bahtsızın âlâsıyım. Çölde gezintiye

çıksam kutup ayısına rastlamam işten bile değil. Anlayacağınız, görüp

görebileceğiniz en köhne, en derme çatma mekân çıktı adım attığım otel.

Hatta otel demeye bile yüz bin şahit isterdi. Ve bu yüz bin insan da ancak

‘yalancı şahit’ olabilirdi...

Page 67: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

67

Umursamadım. Kir pas içindeki anahtarı kullanarak, burnumun direğini

tarumar edecek kadar kötü kokan odaya girdim. Yatağa uzanıp başımı

yastığa gömdüm. Birkaç günümü hiç ama hiçbir şey yemeden, uyuyarak ya

da öylece boşluğu seyrederek geçirdim. Düşüncelerin zihnime sızmasına da

engel olamadım tabii ve nihayetinde mutlak kararı verdim: Ölecektim.

Amatör bir yazarın karaladığı bir metinde okuduğum gibi, ‘her şeyi hiç kılarak

bu yaşama veda etmek’ arzusuyla, ama bu arzunun anlamsız olduğunun

bilinciyle... Öldüğümde bile Alev’den kurtulamayacak olmamın verdiği

buruklukla... Ama hiç değilse, daha fazla insana zarar vermeden bedenimi boş

bir kabuğa dönüştürebilmenin hazzıyla…

Aç karnına ölmek istemiyordum. Lobiye inip bir şeylerle -ne yediğimi

hiç hatırlamıyorum, zaten herhangi bir önem arz etmiyor- boş midemi

doldurdum. Sonra odaya dönüp iskemleye çıktım, halatı boğazıma doladım,

sol ayağımla iskemleyi ittirdim ve son soluklarımı göğsüme pompalamaya

koyuldum.

Bu pompalama işlemi sırasında yalnız kalmak niyetindeydim, ama

kutup ayısı örneğini hatırlayın: Ne zaman bahtım açık oldu ki?

Ben boğazımı kavrayan halat ve bacaklarımın altındaki boşluk

sebebiyle sara krizine girmiş gibi titrerken -ve kaçınılmaz sonu önlemek için

hiç ama hiç direnmezken- kapı ardına kadar açıldı ve öykü boyunca bir türlü

kurtulamadığımız bir karakter, fal taşı misali gözleriyle üzerime koştu.

“Burç,” diye çığlık attı. Simge Đmge’ydi bu zat-ı muhterem. Başıma bela

olmak hususunda gene herkesten bir adım öndeydi.

Page 68: Çürük Düş

Çürük Düş

68

Beni nereden bulduğundan bihaberdim, fakat bildiğim bir şey vardı:

Çok geç kalmıştı... Yaşam bir daha dönmemek üzere bedenimi terk

etmekteydi.

Artık kimse beni kurtaramazdı.

************

Bendeniz Burç Dinç bunca senedir ölümle karanlığı bir tutar; hiç

değilse bir noktada bir araya geleceklerini, birbirlerine karışacaklarını

düşünürdüm. Uyuduğumuzda hatta gözlerimizi yumduğumuzda dahi

karanlığa gömülüyorsak, ölümün bundan daha ağır bir ‘ışıksızlığı’

barındırması gerekmez miydi?

Gerekirdi.

Fakat her şeyim gibi, ölümüm de bir garip oldu. Son nefesimi verdiğim

anda gözlerimi, görece hayat dolu bir mekân olan Kaf Kafe’de açtım. Daha

doğrusu, Kaf Kafe’nin ‘bir bölümünde’. Buraya ilk gelişimde, Alev’in masadan

kalkıp yöneldiği istikamette. Esasen, biri kadınlar biri erkekler için olmak

üzere iki kapı bulunması gereken arka bölmedeydim: Bu kapılar da tuvalete

veya umumi tabiriyle WC’ye açılmalıydı. Ne var ki, iki değil yedi kapı vardı ve

ihtiyaç gidermekle ilgileri olduğunu anımsatan hiçbir işaret

barındırmıyorlardı.

Arkamı dönüp mekâna göz gezdirdim. Alev ve tayfasından iz yok

gibiydi, ama emin olamazdım çünkü bu noktadan Kaf Kafe’yi büsbütün

göremiyordum. Đnsanlar yine donuk tavırlara sahip olduğuna göre, eğer bu

Page 69: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

69

anti-enerji vaziyeti mekâna özgü değilse, Alev ve hempasının burada bir

yerlerde olmaları mümkündü.

Derken omzuma biri dokundu ve elektrik akımı misali iç gıcıklayıcı bir

his vücuduma yayıldı. Korktuğum bir nebze de olsa başıma gelmişti. Alev’di

bu. Yoktan var olmuş gibi dimdik duruyordu. Alamet-i farikası olan kızıl

saçlarını topuz yapmış, alışık olmadığım üzere beyaz giyinmişti. Aklıma o

kâbustan hallice iş görüşmesi geldi – ve de Beyza Beyaz.

Renkler hayatıma musallat, başıma bela olmuştu.

“Beni rahat bırakmayacak mısın?” diye sordum umutsuzca.

“Asla,” dedi, gözleri vahşi bir keyifle parıl parıl parlarken. “Sen benim

biricik oyuncağımsın, vazgeçer miyim hiç?”

Tahmin edebileceğiniz gibi, bu kadından nefret ediyordum. Ve en

sonunda, niyetindeki musibet sıfatına da yansımış gibi, gözüme eskisi kadar

güzel görünmemeye başlamıştı… Eh, doğrusunu söylemek gerekirse, ‘son

derece’ güzel görünüyordu; ama aşk ve tutku beni terk edip gitmişti artık,

Alev Ateş’e karşı hiçbir zaafım kalmamıştı. Kalsa kendimden şüphe ederdim

zaten.

Alışılagelmiş bir sual yöneltmekle yetindim: “Neredeyiz?”

Dilini önce dişleri sonra dudağında gezdirerek, “Burası Kapılar Odası,”

dedi. “Sade Diyarlar’a açılan yedi kapıyı barındıran mekân.”

“Gidip tam da tuvaletlerin olduğu noktaya mı diktiniz Kapılar Odanızı?”

Arsız bir çocuk gibi davranmayı seçip, dil çıkardı.

Dayanamadım, bir soru daha sordum: “Sade Diyarlar ne alaka?”

Tebessüm etti. “Nihayet mantıklı bir şey sordun. Ruh sağlığını düpedüz

yitirdiğini düşünmeye başlıyordum.” Kapılara hayranlıkla baktı. “Aklına birkaç

Page 70: Çürük Düş

Çürük Düş

70

manzara getir, muhtemelen onlardan çoğunu bu kapıların ardında bulursun.

Ne çetrefillidir, ne de göz kamaştırıcı... Alabildiğine sadedir Sade Diyarlar, adı

üstünde. Etkisini de bu sadelikten alır.”

Birinci kapıya yürüdü. Tokmağı hariç beyaz renkteydi, tokmak ise açık

maviydi. Alev derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Hafif bir meltem odaya daldı,

yüzümüzü okşadı. Kapının ardında masmavi bir gökyüzü ve bembeyaz

bulutlar görünmekteydi. Đleri atılıp kapıdan içeri dalasım ve Peter Pan misali

kanatlanıp uçasım geldi.

Đkinci kapıya yürüdü Alev. Bu defa açık kahverengi renkteydi; tokmak

dâhil. Alev daha rahat tavırlarla kapıyı açtı. Alabildiğine sıcak, alabildiğine

kurak, alabildiğine kumla dolu uçsuz bucaksız bir çöl karşıladı bizi kapının

ardında.

Üçüncü kapıya yürüdü. Kapı gri renkteydi, tokmak ise bembeyaz…

Tokmağı narin parmaklarıyla kavrayıp kapıyı hızla açtı Alev: Toprak zeminden

başlayıp gökyüzünü delen, göz alıcı ama elini uzatsan dokunabilecekmişsin

gibi hissettiren -hatta belki de ‘dokunabileceğin’- bir dağ kapladı

gözlerimizin önünü. Alev dağı huşuyla süzdü. “Tırmanması çok zor ama bir o

kadar da zevklidir,” diye bir yorumda bulunmadan da edemedi.

Dördüncü kapıda dalgaların dövdüğü engin bir okyanus, ya da biraz

evvel o duygu dolu edebî intihar mektubumda yazdığım gibi engin bir

‘umman’, beşinci kapının ardında yer altının kasvetli fakat merak uyandıran

engebeli ortamı, altıncı kapının ardındaysa Kar ve Buz Diyarı’na rastladık –

evet, yine beyaz. Kızıldan sonraki baş belam olma yolunda hatırı sayılır

adımlar atmaktaydı bu renk.

Page 71: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

71

Üzerinde yeşilin bütün tonlarını barındıran kapıyı okşarken, “Bu

sonuncusu,” dedi Alev, “bütün Sade Diyarlar’ın bir araya geldiği Yedinci

Diyar.”

En başta aldığım soluğu üfledim. Bir yenisini çektim ciğerlerime.

Gene göz kırptı. “Etkileyici, değil mi?” dedi. “Sadenin kuvveti. O çok

sevdiğin sinemacılardan Tim Burton gibi, Peter Jackson gibi, Terry Gilliam gibi

sana göz kamaştırıcı bir dünya vaat edeceğime, Sade Diyarlar’ı takdim etmeyi

tercih ederim.”

“Takdim ediyorsun da ne oluyor? Ağzıma sıçmayı görev edinmişken

bana göz ziyafeti mi yaşatmaya karar verdin, hayırdır?”

“Ağzına sıçmaya devam edeceğim bebeğim, meraklanma,” dedi o sinsi

tebessümüyle. “Seni önce Sade Diyarlar’a sonra da Yedinci Diyar’a hapsetmek

niyetindeyim. Sık sık gelip seninle ‘oynayacağım’ böylece.”

“Tayfan nerede ayıptır sorması?”

“Birazdan buyururlar. Hem bugün hem de ‘yarın’, hem şimdi hem de

‘daha sonra’ onları da üzerine salacağım sevgilim. Çok özlediysen üzülme,

onlarsız kalmayacaksın, hatta onlara ‘doyacaksın.’”

Can sıkıcı bir kahkaha patlattı. Ağzını burnunu dağıtasım hatta o güzel

bedenini parça pinçik edesim geldi fakat kendimi tuttum, en ufak bir gözü

kara harekette bulunmadım. Belki kaçabileceğime dair bir umutla Kapılar

Odası’na açılan iki metrelik boşluğu süzüyordum göz ucuyla. Alev bunu fark

etmiş olacak ki, “Boşuna debelenme, sen pek de ‘canlı’ sayılmazsın,” dedi.

“Kaf Kafe dâhil, dış dünya sana kapalı. Sade Diyarlar hariç gidebileceğin hiçbir

yer yok – ki olsaydı bile durdururdum seni, ya da ‘durdururduk’ diyeyim.

Anlayacağın, ‘take it easy’.”

Page 72: Çürük Düş

Çürük Düş

72

Eh, madem öyle, o beni hapsetmeden önce Sade Diyarlar’dan birine

kaçıp gözden kaybolmam en akla yatkın seçenekti. Alev’in bu Diyarlar

üzerinde çok da ciddi bir hâkimiyeti olduğunu zannetmiyordum. Kapı ardında

gördüklerim üzerine kafa yordum: Dağa tırmanmak niyetinde değildim, yer

altının bubi tuzağı misali ölüm çukurlarında debelenmek arzusunu da

taşımıyordum. Uçamayacağıma göre, gökyüzü de isabetsiz bir seçenekti.

Çölde susuzluktan ölmek veya seraplar arasında savrulmak istemiyordum –

son birkaç haftadır günlük yaşamım bile seraplarla dolmuştu çünkü.

Eh, sıkı bir yüzücü olduğuma göre, okyanus en iyi seçenekti. Tek

yapmam gereken kapıyı açıp balıklama bir atlayış gerçekleştirmek ve nefesim

kesildiğimde başımı çıkarabileceğim oksijen yüklü bir yüzey olduğunu umut

etmekti.

Öç almak istercesine Alev’e göz kırpıp Mavi Diyar’a, nam-ı diğer

Umman Diyarı’na açılan kapıya fırladım, tokmağı hızla çevirdim.

Ne var ki, tamamen beklenmedik ve ‘davetsiz’ bir misafir sırılsıklam bir

halde Kapılar Odası’na bombalama atladı. Benim plan da alt üst oluverdi.

Bir an onun da Alev olduğunu zannettim. “Yok artık Lebron James,”

diyecektim az kalsın. Ne var ki, en az Alev’inki kadar hatta belki daha da göz

alıcı kızıl saçlarına ve biçimli vücuduna rağmen, hem gözlerindeki -Alev’de

hiçbir zaman rastlamadığım- görece masum bakış, hem de yüz hatlarındaki

farklılık sebebiyle bunun yeni bir ‘Kızıl’ olduğunun ayırtına vardım.

Bu yeni ‘Kızıl’ saçlarını geriye atarak ayaklanırken, Alev’e bakayım

dedim ve yepyeni bir hayrete gark oldum: Merakla değil öfkeyle süzmekteydi

bu kadını. Benim için daha da hayret uyandıran kısmıysa, bir yabancıya değil

eski bir dosta veya düşmana bakar gibi bakmasıydı…

Page 73: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

73

“Alev,” dedi. “Uzun zaman oldu.”

Alev’se gözlerinden alevler püskürecekmiş gibi gürlemeye koyuldu:

“Đşime karışmamanı söylemiştim. Benden uzak durmazsan gazabımla

yüzleşeceğine dair uyarmıştım seni. Söz vermiştin Gizem! Bir daha yoluma

çıkmayacaktın!”

Gizem’in yüzüne Alev’in biraz önceki tebessümüne çok benzeyen fakat

sinsi değil hınzır bir gülümseme yayıldı. “Belki aksini hatırlıyorsun ama ben

yaramaz bir kızım Alev. Galiba sözümü tutmayacağım. Seni rahat bırakmaya

niyetim yok. Yaptığın kötülükler yanına kâr kalmayacak. Tek bir tanesi bile.

Oyun bitti hayatım.”

Derken biraz önce kaçabileceğime dair umut beslediğim Kaf Kafe

istikametinden ‘Alev Tayfası’nın gelmekte olduğunu gördüm. Beyza Beyaz,

Kılıç Arslan ve Saydam Kaya hızlı adımlarla yaklaşıyorlardı.

“Galiba,” dedim, “macera başlıyor.”

Page 74: Çürük Düş

MAZĐYE DAĐR

SICAK LANET

Pek çok şey gibi, bu da bir şarkıyla

başlıyor. Ne de olsa başlangıçta kelimeler vardı

ve bir ezgiyle beraber geldiler. Dünya böyle

yaratıldı, boşluk böyle parçalandı. Diyarlar,

yıldızlar, küçük tanrılar ve hayvanlar; hepsi

dünyaya böyle geldi.

Şarkıları söylendi.

Neil Gaiman - Anansi Boys

Page 75: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

75

Herakleitos abimiz, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir,” diye

buyurmuş. Doğrudur. Đnsan hayatında her yeni gün, yeni bir değişimin

habercisidir ve bu değişim nadiren daha iyiye, daha güzele doğru olur.

Geçmişe dönüp baktığımızda, “Ne güzel günlerdi onlar,” deriz. Nostaljiden

fena hâlde hoşlanırız. Hayatımızın en keyifli kısımları diye adlandırdığımız ‘o

eski günler’i anarken gözlerimiz dolar bazı bazı. Geçmişine bakıp hayıflanan,

“Berbat günler geçiriyormuşum,” diyenler de vardır tabii; ama azınlıktır onlar.

Nostalji yapmaktan hoşlanmayan veya nostalji yaparken duygulanmayanlar,

çoğunluğa göre ‘tuhaf’ insanlardır.

Bir de ‘dananın kuyruğu koptu’ dediğimiz devasa değişimler vardır. Đyi

de olabilirler kötü de. Đnsanı vezir de edebilirler rezil de. Genelde insanı

ürkütürler çünkü belirsizdirler ve muhakkak sarsıcıdırlar.

O gün evime doğru yürürken, bir dananın kuyruğu kopmak üzereydi.

Biliyordum. Neden veya nasıl, sormayın. Ama gayet emindim. Bir şeyler vuku

bulacaktı ve sefil hayatım iyiden iyiye rezil bir hâl alacaktı. Vezir olmaktan

fersah fersah uzaklaşacaktım gene.

Fakat gözden kaçırdığım önemli bir nokta mevcuttu: Ne kadar büyük

bir ‘rezalet’e adım atabileceğimi tasavvur bile edemiyordum. Sıcak lanet

yaklaşırken, adım üzerine adım atıyor ve değişimin ne zaman başlayacağını

merak ediyordum. O derin karamsarlığım bile; toplanan fırtınayı, yaklaşan

karanlığı düşünürsek, bir iyimserlik olarak adlandırılabilir.

Her şey, her zaman daha kötüye gidebilirmiş meğer. Bu yolun sonu

yokmuş.

Meğer kötülük, insanı iliklerine kadar ele geçirip, kapısız bir zindanda

tutsak edebilirmiş.

Page 76: Çürük Düş

Çürük Düş

76

Meğer mutluluk sınırlıymış da, sefalet sonsuzmuş...

************

Amerikan filmlerindeki banliyö mahallelerini andıran ışıltılı sokağımda

yürürken ve bunun ne menem bir yanılsama olduğunu düşünüp burukça

tebessüm ederken -her gün karısının ve çocuğunun ağzını burnuna kıran bir

komşum vardı; bir başkası, göz göre göre her gündüz kocasını aldatıyordu;

karşı komşum olan üniversiteli grup, ders çalışmaktansa uyuşturucu ve seks

partisi yapmaktan hoşlanıyordu; anlayacağınız, bu dünyanın da bu sokağın

da çivisi çoktan çıkmıştı- kaldırım köşesinde oturan cılız ve pasaklı bir adam

gözüme çarptı.

Doğrudan bana dikiliydi gözleri. Öyle ‘çaresiz bir umut’ taşıyan dilenci

bakışlarından değildi. Anlatmak, paylaşmak istediği şeyler var gibiydi. Gözleri

çakmak çakmaktı. Minik kafasında delice bir zekâ taşıyordu sanki.

Ben onu fark edince, gözlerini devirdi, ardından yumdu. Derin bir

nefes aldı; bu kadar temiz hava, o kir-pasağa fazla kaçmış olacak ki, öksürdü.

Biraz evvelki tahminlerimin ne kadar saçma olduğunu düşünüp

gülerek, hafifçe omuz silktim ve yürümeye devam ettim. Üç adım atmıştım ki,

bacağım güçlü eller tarafından kavrandı. Alaşağı edildim; kendimi yerde

bulmam yalnızca birkaç saniye sürdü.

Neye uğradığımı şaşırmış hâlde dönüp baktığımda, bunun

sorumlusunun Deli Dilenci olduğunu gördüm. “Sapasağlam gözlerine

rağmen bu kadar mı körsün?” diye hırlamakla meşguldü. “Dünyanın yok

Page 77: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

77

olacağına inanmak için kıyametin başlamasını mı beklersin?! Öldüğünü

anlamak için son nefesini vermen mi gerekir?!”

“Ne diyorsun birader sen?” dedim, ayağa kalkmaya yeltenip.

Gözleri yuvalarında fır döndü. Elinin orada gümüş bir ışıltı yakaladı

gözlerim. Anlaşılan bıçağı vardı. “Otur ulan oturduğun yerde!”

Eh, sanırım ne yaptığımı tahmin edebilirsiniz: Kalkmaktan vazgeçtim.

Deli Dilenci’nin yanına çöktüm: Kirli olanın beyaz, temiz olanın siyah

giyinmesi dolayısıyla, ilginç bir tezat oluşturuyorduk galiba.

Bir soru yönelttim: “Ne kıyameti, ne ölümü, neden bahsediyorsun

sen?”

“Alev’den bahsediyorum,” diye, aklımın ucundan bile geçirmediğim bir

yanıt verdi. “Hayatını mahvedecek. Bugüne kadar yaşadıkların neler

bilmiyorum, ama emin ol: Daha yolun başındasın! Bir zaman gelecek,

ölmekten beter olacaksın. Bir plan yap ve Alev’den tamamen kurtul. Yoksa

çok, çok geç olacak!”

“Alev’den kurtulmak mı? Onu öldürmemi mi istiyorsun yoksa?”

Duraksadım. “Hem sen onu nereden tanıyorsun? Kimsin?”

Deli Dilenci gıcırtılı bir kahkaha patlattı. “Öldürmeni mi istiyorum? Geri

zekâlı, onu öldürebileceğini mi sanıyorsun? Tek yapabileceğin çok uzaklara

gidip, seni bulamamasını ummak. Kaçacağın zamanı ve mekânı iyi seçmelisin,

yoksa kâbus başlar. Ve sonsuza kadar sürer.”

“Diğer sorularımı hâlâ cevaplamadın,” dedim bıkkın bir sesle.

“Kim olduğum seni ilgilendirmez. Ne hâlde olduğum ilgilendirir.

Alev’in yıkıp geçtiği masum insanlardan yalnızca bir tanesiyim. Yalnızca bir

tanesi!”

Page 78: Çürük Düş

Çürük Düş

78

“Sen de mi sevgilisiydin yoksa? Sana ne yaptı?”

“Ne sevgilisi?!” dedi alaycı bir sesle. O gıcırtılı kahkahalardan bir tane

daha atmasından korkuyordum; ama neyse ki korktuğum başıma gelmedi.

“Arkadaşı bile değildim. Ölüm döşeğindeki annemin bakıcısıydı Alev. Ben

gündüzleri işteyken, onunla ilgilenirdi. Đlk izlenimim iyi biri olduğu ve anneme

iyi bakabileceği yönündeydi. Bu yanılgı birkaç hafta sürdü maalesef. Ama

artık biliyorum: O, şeytanın ta kendisi.”

Yüreğim buz kesmişti. Sözün nereye varacağını az-çok

kestirebiliyordum.

“Ne yaptı?” dedim. “Annene ne yaptı?”

Hikâyesine bir girizgâh kondurdu: “Bir Cuma günü, işten eve erken

gelmiştim. Annem salonda uzanıyordu ve ben de orada kahve içip gazete

okumakla meşguldüm. Alev galiba yemek hazırlıyordu. Bir ara annemi kontrol

etmek bahanesiyle salona geldi. Annem, yastığını düzeltmesini rica etti –

böyle de nazik bir kadındı. Alev’in para karşılığı yaptığı bir iş olduğu halde,

talep değil rica ediyordu. Alev, ‘Hay hay’ dedi, yastığı aldı ve yüzündeki

şeytani gülümseme hiç ama hiç solmadan, annemi o yastıkla boğmaya

koyuldu. Neler olduğunu fark ettiğim gibi, hayret ve korkuyla haykırıp üzerine

atıldım. Fakat annemin yaşlı yüreği bu ani saldırıya fazla karşı koyamamıştı.

Son nefesini, ben Alev’i engellediğim sırada verdi.

“Nefret ve öfkeyle titriyordum. Alev’in gırtlağına sarılıp, anneme

yaptığını ona yapmak için nefesini kesmeye çalıştım. Ama gayet rahat

tavırlarla kolumu büküp, sert bir tekmeyle beni yere yapıştırdı. Bu hususta, bir

kadından beklenmeyecek kadar rahattı – insanüstü bir kuvveti vardı. Đki

saniye içinde beni yere yıktığı gibi, yüzündeki şeytani tebessüm de hâlâ yerli

Page 79: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

79

yerindeydi. ‘Buradaki işim bitti. Başıma bela olmasan iyi edersin.’ Bunları

söyledi ve def olup gitti.

“Tahmin edebileceğin gibi, Alev Ateş’in başıma açtıkları bununla sınırlı

kalmadı. Yatağa düşmüş de olsa muhtemelen uykusunda ölecek yani acı

çekmeyecek -belki daha bir sene yaşayacak- olan annemi iğrenç bir yolla

öldürdükten sonra, biraz da benim aptallığım yüzünden hayatımı daha büyük

bir kâbusa çevirdi.”

Dakikalardır ilk kez, “Ne aptallığı?” diye sormak için hikâyesini böldüm.

“Đntikam arzum,” dedi. “Ona kafa tutabileceğimi zannedip, izini

sürdüm. Đki sene sonra buldum. Ama yaptığım onca plana rağmen, öldürmeyi

başaramadım. Düşlerimi işte o zaman çürüttü.”

“Dişlerini mi çürüttü?”

“Ne dişi ulan? Düşlerimi!” diye homurdandı. “Hayatımı bitmek

bilmeyen -ve bilmeyecek- kâbuslarla doldurdu. Uzun uzun anlattırma bana.

Çünkü yaram hâlâ taze. Kâbuslar hâlâ sürüyor. Ölene dek peşimi

bırakmayacaklar – belki ölüm bile bu yaraya merhem olmayacak. Sadece sana

dediğimi yap Burç Dinç: Ne yap et, o dişi şeytandan uzaklaş!”

Gözlerinin içine baktım. Samimiydi. Bunları yapmamı sahiden istiyordu.

Boka batmış sefil bir adamdı ve bir başkasının da batmaması için elinden

geleni yapıyordu.

Peki söylediklerine inanıyor muydum?

Bilmiyorum. Bir yandan inanırken bir yandan yalanlıyordum galiba.

Klişe bir tabirle söylemek gerekirse: Zihnim inanmak isterken, yüreğim

yalanlıyordu.

Page 80: Çürük Düş

Çürük Düş

80

Sık sık dönüp Deli Dilenci’ye bakarak ve onu delirtenin sahiden Alev

mi olduğunu merak ederek, eve ulaştım. Kapıyı anahtarla açarken, yepyeni ve

ürkütücü bir değişimin eşiğinde olduğumdan ve o malum kuyruğun

kopacağından büsbütün habersizdim...

************

Sesler:Sesler:Sesler:Sesler: Tanıdık bir kadının tiz iniltileri, gayet yabancı iki adamın ise

hayvanî ve baştan ayağa zevk dolu ‘böğürtüleri’.

Düşünce baloDüşünce baloDüşünce baloDüşünce balonu:nu:nu:nu: N’olur Allah’ım, n’olur düşündüğüm şey olmasın. Bir

gün için bu kadar saçmalık yeter. Her şey iyice boka sarmasın, n’olur!

Eylem:Eylem:Eylem:Eylem: Seslerin kaynağına, yani yatak odasına doğru sessiz adımlarla

yürümek. Her adımda büyüyen korku. Ve her adımda çürüyen umutlar.

Manzara:Manzara:Manzara:Manzara: Biri cılız, biriyse gayet insan azmanı; ama ikisi de kara kuru

ve çirkin adamlar. Ve onlarla yatağın ortasında sevişmekte olan Alev Ateş.

Göz göre göre yapılan bir aldatma eylemi.

Düşünce balonu:Düşünce balonu:Düşünce balonu:Düşünce balonu: Buraya aktarıp da okuru ürkütemeyeceğim kadar

küfürlü.

Aksiyon:Aksiyon:Aksiyon:Aksiyon: Odaya dalıp, grup seksi bölmek. Adam demenin bin şahit

isteyeceği o iki yaratığı yataktan kaldırmak. Cılız olanın iki hamlede ağzını

burnunu kırmak. Çam yarmasına, olanca cüssesine rağmen kafa tutmak ve

öfkenin bahşettiği kuvvet sayesinde onda da ciddi hasarlar yaratabilmek. Ve

ikisini küfürler eşliğinde evden def etmek.

Page 81: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

81

Odaya dönmek. Hayal kırıklığı ve nefret dolu gözlerle, Alev Ateş’i

saçlarından tutup kaldırmak.

Ve haykırmak:

“Kendi evimde… Yüzüne bile bakılmayacak ‘iki’ tane erkekle… Benim

yatağımda… Güpegündüz… Senden iğreniyorum! Đnsan bile değilsin.

Ucubesin! Canavarsın! Bugüne kadar sana katlandım. Seni sevdiğimi

sanıyordum çünkü; yaptığın her kötülüğü de bu yüzden sineye çektim. Ama

artık çizmeyi aştın. Artık dananın kuyruğu koptu!”

Kırmızı ve Lacivert

“Burç! Nihayet... Buraya bakmak hiç aklıma gelmemişti.”

“Çünkü çok barizdi, değil mi? Bunca zamandır ilk tanıştığımız

mekânda olduğumu aklından bile geçirmedin.”

“Öyle.”

Đç çekiş.

“Belki de o yüzden seçtim. Bu mantığı yürüteceğini bildiğim için.

‘Maalesef’ seni çok iyi tanıyorum.”

Gergin bir sessizlik.

“Nasılsın Burç?”

“Buraya hal hatır sormaya mı geldin?”

“Hayır. Beni affetmeni istemeye geldim. Biliyorum, inanılmaz şeyler

yaptım. Ve biliyorum, affedilmeyi zerre hak etmiyorum. Ama senden bir

kerecik olsun bu fedakârlığı göstermeni istiyorum Burç. Bir kerecik.

Değiştiğimi görebilmen için. Karanlığa bürünmüş hayatımda ilk kez birini

Page 82: Çürük Düş

Çürük Düş

82

sevdiğimi anlayabilmen için. Bir insana âşığım Burç. Sana âşığım. Değişmeyi

göze alacak kadar hem de. Sevmeye olan korkumu yenecek kadar... Aylardır,

sırf bunu kendi gözümde yalanlayabilmek için, yapılmaması gereken şeyler

yaptım. Aslında bütün hayatım boyunca böyle bir döngünün içindeydim.

Dünya bana ihanet edince, ben de ona ihanet ettim: Pek çok insan gazabımla

yüzleşti. Sevdiklerim de, sevmediklerim de... Ama artık bitti. Yemin ederim,

hepsi sona erdi.”

Gözler masada.

“Sana inanmıyorum Alev. Artık yüzünü bile görmek istemiyorum.

Boşuna nefesini tüketme. Ne söylersen söyle, ne iddia edersen et, şu gerçek

değişmeyecek: Sen kötüsün. Ve aramızda hiçbir şey kalmadı. Birlikte

olmayacağız. Dost bile olmayacağız. Bugünden itibaren, birbirimizi hiç

görmeyeceğiz. Hiç!”

Titreyen dudaklar. Titreyen eller.

“Burç, söylediklerim sana hiçbir şey ifade etmiyor mu? Değiştim

diyorum! Değiştim! Başından beri seni seviyorum. Yalnızca inkâr ediyordum

bunu.”

“Senin inkâr etme yöntemin aldatmak mı?”

“Evet! Aynen öyle. Seni aldatabileceğimi kendime kanıtlamak istedim.

Seni sevmediğime inanmak istedim. Ne kadar zavallıymışım...”

“Öyle. O güçlü görünüşünün ardında hiçbir şeye muktedir olmayan

bir zavallı gizli.”

Bütün vücudu bir anda saran öfke.

“Sözlerine dikkat et. Aşkımı itiraf etmem, bana güçsüz diyebileceğini

göstermez. Kimse, ama kimse bana bu iftirayı atamaz. Düşündüğünden çok

daha kuvvetliyim ve akla hayale sığmayacak şeyler yapabilirim. Burç.”

Donuk bir tebessüm.

Page 83: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

83

“Al işte. Tek bir söz bile içindeki canavarı açığa çıkarıyor. Anla artık

Alev: Sen kötüsün ve değiştiğini zannetsen de, değişemeyeceksin.

Gözümdeki perde nihayet kalktı. Dur sana bir haber vereyim: Dün eski bir

‘dostunu’ gördüm. Annesini yastıkla boğduğun sefil genç. Bir deri bir kemik,

kirli pasaklı bir halde, Alev Ateş’ten kurtulmam, uzaklaşmam için beni

uyardı.”

Tiksinti yüklü bir surat ifadesi.

“Ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadını boğmak... Bunun gibi kim bilir kaç

tane kötülük yapmışsındır. Kaç tane cinayet işlemişsindir. O tuhaf arkadaş

grubunun da yardımlarıyla tabii!”

“Yüzlerce. Bunu inkâr etmiyorum. Artık hayatımda inkâra yer yok.

Đtirafa ise bolca var... Ama sana söylüyorum Burç. Artık bitti. Daha fazla

karanlık yok. Daha fazla kötülük yok. Daha fazla ölüm yok. Yalnızca aşk var.

Bana inanmak zorundasın.”

“Neden?”

“Çünkü seni kendimden bile çok seviyorum. Ve bu, evvelki hayatımda

bir kez olsun yaşamadığım bir duygu.”

Đki yana sallanan bir baş.

“Sana inanmıyorum. Tek bir sözüne bile.”

Duraksama.

“Madem artık bir şeyleri itiraf edeceksin, diğer ‘icraatlarını’ da söyle.

Ne kadar kötü olduğunu senin ağzından duymak istiyorum.”

Bir damla gözyaşı.

“Anlatırsam inanacak mısın?”

“Belki.”

Derin bir soluk.

Page 84: Çürük Düş

Çürük Düş

84

“Yaşlı, genç demeden yüzlerce insanı öldürdüm, hatta öldürmekten

beter ettim. Genelde önce kendimi onlara sevdiriyor, senin deyiminle

‘icraatlara’ sonra başlıyordum. Kimi zaman öğretmen oldum, kimi zaman

bakıcı, kimi zaman dost, kimi zaman sevgili... Sevdiklerinin ihaneti insanları

daha çok sarsar. Bunu biliyordum çünkü hayatım boyunca beni yaralayanlar

hep sevdiklerim oldu. Ve nefretimi yansıtmak için... yeri geldi, bebek bile

öldürdüm Burç. Bebek bile.”

Masaya inen bir yumruk.

“Yeter! Ne kadar soğukkanlısın. Anlattıklarının ne kadar korkunç

olduğunun farkında mısın?! Dedim ya Alev: Sana inanmıyorum ve

inanmayacağım. Đnsan görünümlü bir canavar gibisin!”

Bir anda gün yüzüne çıkan öfke.

“Laflarına dikkat etmeni söyledim Burç! Her şeye göz yumarım ama

birinin bana canavar demesini değil! Çok geç olmadan sesini kes. Sana zarar

vermek istemiyorum.”

“Ne söylersen söyle, damarına basıldığı anda ruhundaki karanlık gün

yüzüne çıkacak ve önüne geleni ezip geçen bir yaratığa dönüşeceksin. Sana

inanmıyorum, inanmayacağım.”

Masadan kalkış.

“Gidiyorum. Çok uzaklara… Peşimden geleyim deme.”

“Pişman olursun Burç. Beni sevmek zorundasın! Benimle olmak

zorundasın! Yoksa…”

Zavallı sandalyeye bir tekme.

“Yoksa ne?! Ne yaparsın?”

“Seni lanetlerim. Seni ÇÜRÜTÜRÜM! YOK EDERĐM!”

Page 85: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

85

“Ettiğin hiçbir tehdide pabuç bırakmayacağım. Ne yaparsan yap,

senden nefret ediyor olacağım Alev. Tüm benliğimle senden iğreniyor

olacağım.”

“Seni azat etmem için bir köpek gibi yalvaracaksın!”

“Asla!”

Hızlı adımlarla, öteki müşterilerin ve mekân sahibinin ayıplayan

bakışları eşliğinde, kapıyı çarparak mekânı terk ediş.

Gözlerin fal taşı gibi açılması, suratın öfkeden saçlarla aynı renge

dönmesi.

O anda harekete geçen ve Burç Dinç’e musallat olan SICAK LANET.

Nokta

Page 86: Çürük Düş

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

BUZUL CEHENNEM

Odandan çıkmana gerek yok. Masanın

başında otur ve dinle. Hatta dinleme bile, öylece

otur, hiç ses etme, bir başına otur orada. Dünya

maskesini çıkarıp özgürce sunacaktır kendini

sana, eli mahkûm, kendinden geçercesine

ayaklarına kapanacaktır.

Franz Kafka

Page 87: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

87

Evet sayın seyirciler (ya da ‘okuyucular’ mı demeliyim, bilmiyorum. O

kadarını takmayın kafanıza). Saflar aşikâr, güçler belli. Đki takım arasındaki

kıyasıya mücadele başlamak üzere. Sol tarafta Gizem Kızıl ve bendeniz Burç

Dinç’ten oluşan ‘Kızıl Takım’, sağ tarafta ise Alev Ateş, Beyza Beyaz, Saydam

Kaya ve Kılıç Arslan’dan oluşan ‘Alev Takımı’. Sayı bakımından olduğu kadar

özel yetenekler konusunda da Alev Takımı’nda bir üstünlük göze çarpıyor.

Bakalım bu üstünlük onlara galibiyeti bahşedecek mi? Sade Diyarlar düelloda

ne gibi bir rol oynayacak? Yoksa her şeye rağmen ortalığın tozunu Kızıl Takım

mı attıracak?

************

Ansızın canımın hiç de dövüşmek istemediğini fark ettim – hayret

verici bir dinginlik tarafından sarılıp sarmalanmıştım. Kapılar Odası’nın

ortasında sıcak bir yatak peyda olsa içine kıvrılabilirdim, o derece. Gizem ise

gardını almış bekliyor, düşmanlarının hamlelerini hesap etmeye çalışıyordu.

Halimi görünce, “Kılıç’ın işi,” diye açıkladı. “Unutma, hislerini kontrol edebilir.

Kılıç Arslan’a baktım: Gözlerinin içi inanılmaz bir tatminle

parıldamaktaydı. Ötekilerin de keyfi gayet yerindeydi. Bizi alt edecekleri o

kadar açıktı ki.

Gizem’e dönüp, “Madem Kılıç enerjimizi emiyor… Sen niye bu kadar

dinçsin, Burç Dinç dururken?” diye sordum. Bu halde bile espri

yapabiliyordum, Allah belamı vermesin.

Page 88: Çürük Düş

Çürük Düş

88

Dudağının kenarıyla ama kendinden emin bir tavırla gülümsedi.

“Güçleri bana işlemez. Bir tür kâhinim ben: Zihnimi onlara karşı koruyabilirim.

Kalkanımı aşmaları mümkün değil.”

“Eh,” dedim mayışık bir ses tonuyla, “seni bilmem ama bende ne

kalkan var ne de özel bir güç. Dövüşmeye niyetim de yok. Uyumak

istiyorum.”

Az kalsın yere yığılacaktım, neyse ki Gizem gelip beni kaldırdı. “Diren,”

dedi. “Direnirsen Kılıç’a karşı koyabilirsin.”

Onun bu sözleri bana belli belirsiz bir umut bahşetti. Nasıl

direneceğimi bilmiyordum, o yüzden direnmeyi andıran tek şeyi yaptım:

Dengemi sağlamaya ve gardımı almaya gayret etmek… Bir nevi işe yaradı da

– en azından ‘şurada bir yatak olsa da uyusam’ diye düşünmüyordum artık.

Kendimi toparladığımı gören Alev, “Başlasın,” dedi. Ve başladı…

Đlkin Saydam ileri atıldı: Ellerinde tuttuğu -ve pek tabii bizim

göremediğimiz- bir şeyleri büyük bir zarafetle bana doğru savurdu. “Üç başlı

hançerler,” diye ‘tercüme etti’ Gizem. “Sağa kaç Burç, çabuk!”

Görünmez hançerler üzerime süzülürken sağa fırladım, fakat yeterince

hızlı olamadığım için hançerlerden biri sol bacağımı sıyırdı. Saydam’ın boş

durmadığını ve başka görünmez silahları da -bu kez ‘tam isabet’ ettirmek

amacıyla- üzerime yönelttiğini görünce, Kapılar’dan rastgele birine daldım.

Çıka çıka Çöl Diyarı çıktı – cinsel arzularına hâkim olamayan bir kutup ayısıyla

karşılaşmamayı umarak yakıcı kumlar arasında yuvarlanıp ayaklandım ve

mümkün olduğunca uzağa doğru koşmaya başladım. Başımı çevirdiğimde

gördüm ki, Beyza Beyaz ve Saydam Kaya peşimdeler…

Page 89: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

89

Koşmak beyhude bir çaba olacak; kurtulmamı sağlamak şöyle dursun,

beni apaçık bir hedef haline getirecekti. Olduğum yerde kalakaldım.

Düşmanlarımla bakıştık. Beyza şehvetli bir tavırla bana göz kırptı, ellerini

kaldırıp kızıl-sarı kumları havaya yükseltti ve doğrudan Saydam’ın önüne

sürükledi.

Kum huzmeleri Saydam’ın tüysüz suratının önünde anafor halinde

dönmekteydi: Birden adamın gözleri parladı ve kumlar gözden kayboldu.

Saydam -tabii ki şehvetle hiç de alakası olmayan bir tavırla- göz kırpıp,

kumları bana fırlattı. Bu sefer kaçamadım…

Havada süratle süzülen kumlar üzerime çullanıp boğazıma doldu,

vücudumu yere mıhladı. Per perişan bir vaziyetteydim, rezalet diz boyuydu.

Fakat bu darbeler sinirimi fena halde bozmuş ve beni hırslandırmıştı.

Boğazımdaki kumları tükürdükten sonra beklenmedik bir hareket yapıp,

vücudumu tümden kumların altına soktum ve ağzımı sıkıca kapayarak,

denizde yüzer gibi ilerlemeye koyuldum.

Kumlar o kadar sık ve yoğundu ki, aralarına gömülüp Beyza ve

Saydam’a yaklaşabileceğimi ve onları hazırlıksız yakalayabileceğimi

düşünüyordum. Öyle de oldu. Ellerim birden Saydam’ın bacaklarına rast geldi

– ben de bunu fırsat bilip onu yere mıhladım ve öfkeyle böğürerek kumların

arasından çıktım. Saydam’ın boğazına sarıldım: Sıktım, sıktım ve sıktım.

Derken benim gırtlağım da hiçbir el yapışmadığı halde sıkılmaya başladı.

Esrar perdesini aralamak için pek kafa yormam gerekmedi: Beyza

Beyaz iş başındaydı. Saydam zorbelâ nefes alarak ayağa kalkarken, ben

soluğumun giderek kesildiğini hissediyor ve bu kez Kılıç’ta olduğu gibi

direniş de gösteremiyordum.

Page 90: Çürük Düş

Çürük Düş

90

Ölmem işten bile değildi: Đntihar edince her nasılsa kendimi burada

bulmuş olabilirdim ama bu sefer mutlak karanlığa az kalmıştı galiba. Eh,

böyle düşünürken bir anda boğazımdaki doğaüstü baskı yok olup da

rahatlıkla nefes almaya başlayınca ne denli hayrete düştüğümü tahmin

edebilirsiniz.

Beyza kan tükürerek yere yığıldı. Sırtından bıçaklanmıştı. Hayır, mecazi

anlamda değil – Gizem Kızıl’ın hançeriyle, doğrudan sırtından…

Gizem kanlı hançeri iyice döndürüp Beyza Beyaz’ın öldüğünden emin

oldu, sonra hançeri çıkardı ve kanlı nesneye bakıp, “Hey gidi Gümüş Ölüm,”

dedi. “Hanidir insan canı almamıştın, hanidir insan kanına boyanmamıştın.”

“Sen de az manyak değilsin,” dedim boğazımı ovalarken. “Hançere

isim vermişsin, Yüzüklerin Efendisi üslubuyla konuşuyorsun falan… Ama

Beyza’yı halletmekle iyi ettin, düellonun ortasında beni yatağa atacak diye

korkuyordum. ‘Ayaklı şehvet’ti kadın.”

Hançeri kınına sokarken hafifmeşrep bir tavırla, “Sen şehvet

görmemişsin,” diye mırıldandı Gizem.

Bir kahkaha patlattım. “Ne o, kıskandın mı?”

Demez olaydım: O hafifmeşrep tavır saniyesinde silinip, kadının

suratına öfke çöreklendi. Đç çektim: “Bir an Angelina Jolie gibi bakıyorsun,

sonraki an Arnold Schwarzenegger gibi.” Gizem’in gözleri bu kez kızıl bir

öfkeyle parıldadı. Daha tehlikeli bir belirtiydi bu. “Tamam yahu, şaka yaptım…

Hem biz konuşmaya daldık da, Saydam nerede?”

Sormaz olaydım, çünkü sormamla yüzümde bir kayanın patlaması bir

oldu. Dünyam başıma yıkılmıştı sanki: Tarif etmesi imkânsız bir acıyla, suratım

kanlar içinde yere yapıştım. Kendimden geçmek üzereydim ama direndim.

Page 91: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

91

Direne direne bir hal olsam da, Alev ve tayfasına haddini bildirmeden

bayılamazdım. Bayılmamalıydım…

Başımı sola çevirdim. Gizem’in suratına da bir başka kaya isabet etmiş

olmalıydı. Benden daha iyi sayılmazdı, hatta çok daha beter vaziyetteydi.

Suratı yara bere ve kan içinde yatmaktaydı. Gözleri kapalıydı: Baygın olup

olmadığı belirsizdi.

“Ulan Saydam Kaya,” dedim. “Gittin, adına uysun diye bizi kayaya

boğdun. Alacağın olsun.”

Gayriihtiyarî gözlerim kapandı: Yapacak bir şey yoktu, direniş buraya

kadardı. Yarı baygın bir halde, ayaklarımdan tutulup sürüklendiğimi hissettim.

Gözlerimi tekrar açtığımda, Kapılar Odası’ndaydım. Başımda Alev, Kılıç ve

Saydam vardı. Gizem de kendine gelmiş, ürkütücü bir temkinle üç düşmanına

bakıyordu.

Gergin sükûneti dağıtmak için, zihnime zıplayan ilk soruyu savurdum:

“Bizi niye öldürmediniz?”

“Azıcık eğleniyoruz şurada,” dedi Saydam, “niye öldürelim? Allah’tan

dişli rakiplersiniz de bize eğlence çıktı.”

Gizem dilinden zehir saçmak istercesine konuştu: “Beyza’yı öldürdüm

ama hiç kızmışa benzemiyorsunuz.”

“Birbirimize sandığın kadar bağlı değiliz,” dedi Kılıç, o ‘duygu

yelpazesi’ tadındaki sesiyle.

Yorum yapmadan edemedim: “Ne kadar şerefsiz olduğunuz belli,

birbirinize sadık bile değilsiniz.” Alev bir kahkaha patlattı ve gelip

dudağımdan uzun uzun öptü. Đşte bu hayret vericiydi: Bu kadına artık âşık

olmasam bile, öpücük bedenimi gıdıklamıştı. Ne kadar tiksinmek istesem de

Page 92: Çürük Düş

Çürük Düş

92

tiksinemiyordum. Ne güzel kadındı şu Alev! Dişi şeytanın teki olmasaydı

keşke…

“Sadığız aşkım,” dedi Alev. “Bağlı değiliz. Sadakat ve bağlılık arasındaki

farkı iyi bilmek lazım.”

Benim hareket etmekte hâlâ güçlük çektiğimi zannediyorlardı galiba.

Öyleyse bu avantajı değerlendirmeliydim. Gözlemlerime göre, Saydam’ın

hançerleri mütemadiyen belinde duruyordu: Görünmez olabilirlerdi ama

neticede somuttular; elle tutulabilirlerdi. Plan belliydi: Kendi silahını Saydam’a

karşı kullanacak ve bu tüysüz piçin canını alacaktım.

Saydam kaygan sırıtışıyla öylece dikilirken ayaklandım ve ileri atılıp

belindeki görünmez kından -gene- görünmez üç başlı hançerlerinden birini

çıkardım. Keskin taraftan tuttuğum için elimin kesilmesine mani olamamıştım,

kan damlaları usulca bileğime süzülmekteydi. Fakat umurumda değildi: Şu an

üstün vaziyetteydim ve bu avantajı kaybetmeyecektim. “Elveda,” deyip,

hançerle Saydam’ın gırtlağını kestim.

Đş görüşmesindeki Işılay Hanım’ı sayarsak ikinci leşimdi bu. Ama ilk kez

bu kadar doygun hissetmiştim: Günlerdir aç biilaç geziyorken nihayet midemi

tıka basa doldurmuştum sanki.

Saydam kesik bir gırtlakla ‘küt’ diye yere yapıştı. “Đkiye karşı iki,” dedim.

“Hiç değilse sayımız eşitlendi.” Alev’e baktım. “Bu sefer de sinirlenmedim

diyemezsin, değil mi aşkım?”

Diyemezdi. Đkisi de diyemezlerdi: Ama öfkeyle kelimenin tam anlamıyla

‘dolup taşan’ Kılıç’tı. Tabiri caizse, kızıl görmüş boğa gibi titriyordu. Bana

doğru yürürken, gözleriyle ‘Seni bir kaşık suda boğacağım’ der gibiydi.

Kaçmaya çalıştım, beceremedim: Canım kaçmak istemiyordu. Kılıç’ın etkisinde

Page 93: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

93

olduğumun farkındaydım, ama can arzuma hâkim olup da kaçmayı

başaramıyor, bu yapay felçten kurtulamıyordum.

“Bir şeyi unutuyorsun,” dedi Gizem, “beni felç etmen mümkün değil

Kılıç. Fırsatın varken beni etkisiz hale getirecektin. Yanlış yaptın.”

Alev, arkasından usulca yaklaşıp Gizem’i kollarından yakaladı. “Ben ne

güne duruyorum Gizemcim?”

Kılıç yeri göğü titreten adımlarından sonuncusunu attı: Artık yüz

yüzeydik. “Ayvayı yedin,” bakışı atıp, kollarımı büktü ve beni kaldırıp yerden

yere vurmaya başladı. Birkaç metre ötemizdeki Gizem’se durmaksızın

debelenmekteydi: Bu sayede Alev’in kolları bir nebze olsun gevşeyince,

karnına tekmeyi geçirdi ve onun hâkimiyetinden kurtulup özgürlüğünü elde

etti. “Hiçbir güne durmuyorsun Alevcim,” dedi ve pestilimi çıkarmakla meşgul

olan Kılıç’a yöneldi. Zarif vücudundan beklenmeyecek bir kuvvetle Kılıç’ı

tuttuğu gibi Kapılar’a fırlattı: Kılıç’ın bedeni tesadüfen Umman Kapısı’nı buldu

ve okyanusa yuvarlandı. Gizem de onun peşinden balıklama atladı. Đşler

giderek karman çorman bir hal alıyordu.

Đkisi bir yandan kulaçlar atarak mücadele ederken ben de Mavi Kapı’ya

koştum ve bu ıslak düelloyu dışarıdan izlemeye koyuldum. Her nasılsa, kapı

açılınca sular içeri boşalmıyordu: Arada görünmez bir kalkan mevcuttu.

Böylece olanları tiyatro salonundaymışım gibi açık ve net biçimde takip

edebiliyordum. Gizem’le Kılıç bir yandan yüzüyor bir yandan da birbirlerini

yumruklayıp tekmeliyorlardı. Hatta yeri geldiğinde dişlerini ve tırnaklarını bile

kullanmakta, yani birbirlerine hasar verebilmek için her türlü olanağı

değerlendirmekteydiler.

Page 94: Çürük Düş

Çürük Düş

94

Derken, okyanusun engin maviliğini perdeleyen bir kırmızı renk

gözüme çarptı: Kan kırmızısıydı bu. Đkisinden biri ölmüş ya da ağır

yaralanmıştı, çünkü okyanusa fena halde kan boşanmakta ve maviyle kırmızı

birbirine karışmaktaydı.

Nefesimi tutup bekledim. Kılıç’ın bedeninin yavaşça dibe süzülmekte

olduğunu görünce huzura kavuştum: Galip, Gizem Kızıl’dı. Gümüş Ölüm aynı

gün içinde ikinci leşine kavuşmuştu.

Gizem sırılsıklam halde Kapılar Odası’na döndüğünde, “Alev nerede?”

dedi konuşmama fırsat vermeden.

Manasız gözlerle dönüp, Kapılar Odası’na baktım, hiçbir şey

göremedim: Bomboştu, Alev görünürlerde yoktu. Gördüğüm kadarıyla Kaf

Kafe’de de değildi.

“Yedinci Diyar’da olmalı,” diye, kendi sorusunu kendi cevapladı Gizem.

“En güçlü olduğu yer orası. Çünkü altı diyar yani bütün Sade Diyarlar orada

hayal gücünün etkisiyle bir araya geliyor: Her ne kadar karanlık bir ruha da

sahip olsa, hayaller Alev’in güçlü noktası, senin de bildiğin gibi.”

Başımla onayladım. “Ne demezsin. Ömrü hayatımda ben bu kadar

‘renkli’ hayal gücü görmedim.”

Gizem eliyle gelmemi işaret edip Yedinci Kapı’yı açtı ve Yedinci Diyar’a

adım attı. Ben de onu takip ettim. Đlk girdiğimizde gökyüzündeydik: Ve tam

da Diyar’ı ilk gördüğümde hayal ettiğim gibi, Peter Pan misali uçuyorduk. Bir

kanatlarımız eksikti! Gerçi burada yerçekimi yok gibiydi. Öylece beklesek dahi

dengemizi kaybetmiyor, yere -tabii bu diyarda bir ‘yer’ varsa- düşmüyorduk.

Derken Gizem, Alev’i fark etti ve ona yöneldi. Büyük bir süratle

uçuyordu, öyle ki ne kadar uğraşırsam uğraşayım bu sürate ayak

Page 95: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

95

uyduramıyordum. Gizem’se Alev’e giderek yaklaşmaktaydı: Tam yetişmiş ve

onu omzundan kavramıştı ki, ortam tastamam değişiverdi: Kendimizi Yer Altı

Diyarı’nın ruh boğucu atmosferinde bulduk. Diyarlar arasında en tuhafıydı: Bir

yanda bok kokan kanalizasyonlar, bir yanda Yunan mitolojisindeki Hades’in

cehennemini andıran, siyah-mavi-mor renklere bezeli gotik bir atmosfer…

Zıtlıkların bir araya geldiği absürt ama ürkütücü bir mekândı. Ne zaman bu

Diyar’a gelsek, bir an önce bir başkasına sağ çıkalım, diye düşünmekten

kendimi alamıyordum.

Bu döngü böyle devam etti: Alev ne zaman yakalanacak olsa ortam

değişiyordu. Bir çöl oluyordu, bir okyanus, bir yer altı, bir hava. Kendimizi

dağa tırmanırken bile bulduk. Alev hep bir adım öndeydi ve o adım

kapandığında Diyar da değişiyordu. Derken Kar ve Buz Diyarı’nda işler daha

dingin bir hal aldı.

Gizem, Alev’in kolunu kavradı ve Diyar’ın değişmediğini görünce rahat

bir soluk aldı. Bense pek huzura erişemedim çünkü en az Yer Altı Diyarı’ndaki

kadar tüylerimi diken diken eden bir izolasyon atmosferi vardı burada: Ve buz

gibi bir yalnızlık… Kar ve buz kütleleri etrafı alabildiğine sarmıştı, gözün

görebildiği hiçbir şey ve hiç kimse yoktu başka. ‘Buzul Cehennem’ diyesim

geliyordu.

“Nihayet,” dedi Gizem. “Niye durdun?”

Alev’in cevabı basit ve yaralayıcıydı: “Yoruldum. Çok yoruldum. Karşı

koyacak kudretim yok. Ne yapacaksanız yapın artık.”

Gizem’in suratında alaydan eser yoktu. “Hayatında ilk kez, güçsüz

olduğunu itiraf ettin Alev,” diye mırıldandı buruk bir ses tonuyla. “Bunu

Page 96: Çürük Düş

Çürük Düş

96

ölmeden hemen önce yapman ne acı… Ölüm kapına gelene dek

saplantılarının esiri oldun.”

Bakıştılar. Sanki sözlerin hükümran olmadığı, çok daha etkili bir iletişim

kuruyorlardı. Ama bu iletişimi bölmek zorundaydım: “Neden dövüşe bu kadar

az karıştın? Haftalardır hayatı bana zehir ediyor, akla hayale gelmeyecek

çılgınlıklar yaşamamı sağlıyorsun, ama burada fırsatın olduğu halde ne beni

ne de Gizem’i öldürdün... Neden?”

Alev cevap vermektense buz gibi gözlerle bana baktı.

“Yanıtı ben vereyim,” dedi Gizem. “Đkimize de kıyamadı. Çünkü ne

kadar kötücül de olsa, ne kadar karanlık bir yüreği de olsa, zarar

veremeyeceği yegâne insanlar biziz. Sana âşık. Hem de sırılsıklam. Gözlerinde

görebiliyorum bunu. Sırf aşkına karşılık vermediğin için sana onca şey yaşattı,

düşlerini çürütüp seni ölü veya diri kâbuslara sürükledi: Ama canını almayı da

bir kez olsun aklından geçirmedi. Hep güvendeydin, hatta bizzat Alev’in

koruması altındaydın. Ama madem aşkına karşılık vermeyecektin, acı

çekmeye mecburdun. Gerekirse sonsuza kadar…”

“Ya sen?”

“Ben ‘bağlı’ hissettiği tek kişiyim. Her şeye rağmen.” Alev’in gözlerinin

içine baktı. “Ben onun yegâne ailesiyim. Kardeşiyim…” Gümüş Ölüm’ü

kınından çıkardı. Deniz suyu kanı üzerinden silmişti, artık hançer tertemizdi.

Ama çok geçmeden gümüş, yerini bir kez daha kızıla bırakacaktı. “Ve onun

katiliyim.” Hançer, Alev Ateş’in kalbini deldi.

Ölüme bir adım kala, Alev Ateş’in boğazından birkaç kelime döküldü:

“Seni rahat bırakmıştım… Neden yıllar sonra peşimden geldin?”

Page 97: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

97

“Mecburdum,” dedi Gizem. “Giderek sınırı aşıyordun. Ne kadar

iğrençleştiğinin farkında mısın? Genç bir erkeğin kendi kız kardeşini

öldüresiye dövmesine ve ona tecavüz etmesine sebep olmak.” Yüzünü

buruşturdu. “Yaptıklarına daha fazla seyirci kalamazdım. Hem senin, hem de

gelecekte kurban belleyeceğin onlarca masum insanın iyiliği için…”

Gözlerinden yaşlar süzülürken hançeri çevirdi Gizem. “Elveda Alev. Elveda

kardeşim…”

Page 98: Çürük Düş

MAZĐYE DAĐR

OLMAK YA DA OLMAMAK

Sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu

olağanüstü bir şeye dönüştürür. Hilenin sırrını

arıyorsunuz, ama bulamayacaksınız. Çünkü

dikkatli bakmıyorsunuz.

Siz sırrı bilmek değil, kandırılmak

istiyorsunuz.

The Prestige – Christopher Nolan

Page 99: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

99

Evvela Alev Ateş, ardından da Gizem Kızıl’la oluşan münasebetim

sebebiyle, ‘kırmızı’ denen o gösterişli, o cırtlak renge alışmam gerekirdi, değil

mi? Maalesef öyle olmadı. Aksine, attığım her bakışta gözlerimi daha da

yoruyordu bu renk. Ama dişilere -çocuk, erişkin ya da yaşlı fark etmeden-

yakıştığını da söylemem lazım. Ne demişler: Yiğidi öldür, hakkını yeme.

Çocuklara sevimlilik, erişkinlere şehvet katıyor, ihtiyarları -kaba tabirle

‘morukları’- ise âdeta gençleştiriyor kızıl.

Sadede geleyim…

Bana hayatımın en sefil, en perişan dönemini yaşatan o kötücül yaratık

-Alev Ateş- sonsuz bir uykunun kollarına koşarken, çizgi filmlerden fırlamış

gibi duran farklı şekillerde ‘hayal bulutçukları’ gökyüzüne salınmaktaydı.

Ve anladım. Sırlar açığa çıkacak, yalanlar gerçek olacak, sis perdesi

aralanacaktı. Alev Ateş’in gizemli yaşamı gözlerimizin önüne serilmek

üzereydi. Bulutlardan birine bir görüntü yerleşti. Baştan ayağa kızıl bir oda...

Dönüp Gizem’e baktım. Hâlâ ağlamaklıydı ama kendini toparlamak için

yoğun bir çaba gösterdiğini anlayabiliyordum. Titrek işaret parmağıyla bulutu

işaret edip, ona odaklanmam gerektiğini belli etti. Ben de, merakla ve biraz

da korkuyla, izlemeye başladım.

8888

Kızıl deriden koltuklar, kızıl ipekten kilimler, kızıl ahşaptan dolaplar ve

beyaza boyalı duvar... Ortamı tek bir rengin hâkimiyetinden kurtarıp hayli hoş

Page 100: Çürük Düş

Çürük Düş

100

hale getiren de bu ‘mütevazı’ farklılık. Beyaz duvar, kızılın sebebiyet vereceği

boğuculuğu önlüyor.

Đki kız var odada. Biri yerde oturuyor, öbürü koltukta. Biri mutlu, öbürü

mutsuz. Biri göz alıcı, öbürü vasat.

Daha altı-yedi yaşında olduğu halde, Gizem’i tanıyabiliyorum. Ama

aylarca katlandığım, uğruna nice eziyetler çektiğim Alev... Onu tanımak ne

mümkün!

Koltuktaki, Gizem Kızıl. Yetenekli bir ressamın özene bözene yaptığı

gösterişli bir tablo gibi güzel, bir o kadar zarif... Yüzündeki gülümseme daha

o zaman bile sıcak bir cesaretin izlerini taşımakta. Elinde bir oyuncak bebek

var. Mavi gözlü, örülmüş sarı saçlı, tombul bir şey... Raftan yeni alındığını belli

ediyor. Gıcır gıcır.

Gizem, ışıldayan gözlerini yerde oturmakta olan diğer kıza çeviriyor.

“Alev,” diyor. “Niye gülmüyosun?”

Tam da bir çocuktan beklenecek; sahici, vurucu, yaralayıcı bir soru.

Tanımakta HÂLÂ zorluk çektiğim Alev’e bakıyorum. Çirkin değil belki...

Hiçbir çocuk çirkin değildir. Ama güzel olmaktan da fersah fersah uzak.

Yüzündeki keder, mevcut sevimliliğini de azaltıyor. Çünkü bu, Gizem’in

sorusu kadar, hatta çok daha vurucu bir keder. Haset, öfke ve nefret

parıldıyor gözlerinde. Bir ‘çocuğun’ gözlerinde.

Korkuyorum.

“Artık sizi sevmiyorum!” diyor Alev. “Seni de, annemi de, babamı da.

Hiç kimseyi!”

Page 101: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

101

Gizem’in gözlerine bir endişe bulutu yerleşiyor. Bu duyguya ve

getirdiği izlere alışık olmadığını belli edecek kadar yabancı bir ifade... “Niye

ki?” diyor. “N’aptık?”

“Hiç kimse beni sevmiyo. Herkes seni seviyo. Benden korkuyolar.

Yemek masasında falan benden bahsedilince herkes endişeleniyo. Yüzüme

bile bakmıyolar.”

“Saçmalıyosun,” diyor Gizem. “Hiç kimse sana kötü davranmadı ki.

Annem ya da babam hiç bağırdı mı sana? Dövdüler mi?” Gözlerini o sade

ama çarpıcı halıya, yani ‘yere’ dikiyor. “Babam beni bi kere dövmüştü. Beş

yaşındayken. Annem ona kızdı. Azarladı. Ben de küstüm babama. Özür falan

diledi. Ama çok sonra affettim.” Başını yerden kaldırıyor. “Seni hiç dövmediler.

Yalan mı?”

“Keşke babam beni de dövseydi. Hiç umursamıyolar ki. Benimle ilgili

tek duyguları korku. Đşte o yüzden vurmuyo kimse. Gözlerinin önündeyim

ama beni görmüyolar bile.” Elinde sıkıca tuttuğu, eski püskü, yırtık pırtık

oyuncak ayıya baktı. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. “Doğum

günümüz için hediye bile almadılar bana! Bi de seninkine bak. Mis gibi.”

Alev sessizce ağlıyor. Gizem de ona eşlik ediyor. “Yanlış biliyosun. Seni

de seviyolar. Çok seviyolar. Benden bile çok! Sen yokken söylüyolar.”

Alev birden ağlamayı kesiyor ve canhıraş bir çığlık eşliğinde, “Beni

kandırmaya çalışmasana!” diyor. “Acıdığın için öyle söylüyosun, bilmiyo

muyum sanki? Hiç de bile! Aptal diilim ben!”

“Diilsin,” diyor Gizem. “Tanıdığım herkesten daha akıllısın.”

“Hiç kimse bilmiyo ama. Ne arkadaşlarımız ne anne-babamız. Hiçbiri

beni tanımıyo. Tanımak istemiyolar çünkü. Sevmiyolar, sevmek istemiyolar.

Page 102: Çürük Düş

Çürük Düş

102

Senin kadar güzel, senin kadar sevimli, senin kadar ‘normal’ olmadığım için

benden uzak duruyolar.”

Derken, salondan babaları Muzaffer Kızıl’ın sesi duyuluyor: “Gizem, gel

kızım, yemek hazır.” Bir duraklama anı. Gizem ve Alev bakışıyorlar. Muzaffer

Bey tekrar bağırıyor: “Kardeşine de söyle, açsa gelsin yesin.”

Alev ‘gördün mü’ dercesine bakıyor. Gizem’se karşı koymayı bırakıyor.

“Ama ben seni tanıyorum... Seviyorum... Yetmez mi?”

Alev derin bir nefes alıp, “Dünyada bi tek sen yoksun,” diyor. “Hem

niye seni bin kişi severken beni bi kişi sevsin... Ben n’aptım onlara?”

Cevap yok.

15151515

“Şişşt... Buraya baktı!” diyor Gizem. “Her an gelebilir. Hazır ol.”

Alev heyecandan titriyor, bir türlü şekil almadığı gayet rahat anlaşılan

kızıl saçlarını düzeltme yönünde beyhude bir çaba gösteriyor ve yüzündeki

ekşi ifadeyi silmek için minik bir adım atıyor.

Evet, artık ‘çirkin’ bir kız olduğu söylenebilir. Saçları dağınık ve yağlı,

bir hayli kilolu, gözleri çipil çipil.

Yıllar sonraki o güzel hâline nasıl ulaşacağı merak konusu. Çünkü

durum gayet umutsuz. Bir ‘çirkin ördek yavrusu’ hikâyesi mi vuku bulacak, ne

olacak, bir tek Allah bilir...

Gizem’in, “Her an gelebilir!” diye müjde mahiyetinde duyurduğu

çocuk, geliyor. Lise üniformasının üzerine siyah bir deri yelek giymiş, bütün

Page 103: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

103

jöle kutusunu boca ettiği saçları gayet dik durmakta: Temiz yüzlü fakat sivri

hatlara sahip bir genç. Okulun ‘popüler’ tayfasından olduğu, sert ve ‘cool’

adımlarından belli. Kendine güveni tam; her istediğini elde edebileceği

kanısında.

Alev’in karşısındaki sıraya oturuyor. Gizem, kız kardeşine gülümseyip,

“Sonra görüşürüz,” diye fısıldıyor ve kalkmaya yelteniyor.

Çocuğun yüzü düşüyor. Hızlı bir hamleyle Gizem’in elini tutuyor ve

hafifçe okşayıp geri çekiyor. “Nereye?”

“Ben... şey... sizi yalnız bırakayım dedim Mert,” diye ağzında geveliyor

Gizem. “Konuşacaklarınız vardır.”

Mert’in kaşlarından biri kuşkuyla kalkıyor.

“Konuşacaklarım var tabii. Ama seninle.” Alev’e kısa bir bakış atıyor.

“Başkasıyla değil.”

Gizem derin bir üzüntüyle olduğu yere çöküyor. Alev’in gözlerinde ise

yaşlar birikmiş. “Yine,” diye fısıldıyor. “Yine.”

Mert’se onu kaile almadan, “Seninle bir sürü şey paylaştık,” diye söze

giriyor. Çok can yakmış ve yakacak yeşil gözleri, Gizem’in aynı renkteki

gözlerine mühürlü. Derin bir aşkla bakmakta. “Đçimden bir ses, aramızda

dostluktan fazlası var diyor. Açık konuşacağım Gizem. Senden hoşlanıyorum.

Duygularımız karşılıklı mı, merak ediyorum.”

Gizem, dönüp Alev’e bakıyor. Kız, ağladığını belli etmemeye çalışarak

tahtaya bakıyor. Bunda epey başarılı; daha önce benzer durumlara düştüğü

ve ‘poker surat’ konusunda pratik yapma fırsatı bulduğu besbelli.

“Ben...” diyor Gizem. “Düşünmem lazım.”

Page 104: Çürük Düş

Çürük Düş

104

Olumluya yakın bir cevap aldığını düşünen Mert, kızın elini tekrar

tutuyor. Bu kez uzun süre bırakmıyor; daha hevesli ve daha cesur okşuyor.

“Cevabını bekleyeceğim Gizem,” diyor. “Merakla. Umutla.”

Ve bu artistik sözlerine uygun dramatik hareketlerle çekip gidiyor.

Mert sınıfın kapısında laklak yapan arkadaşlarına katıldıktan sonra,

Alev de kız kardeşinin yüzüne bakmaya tenezzül bile etmeden kalkmaya

yelteniyor.

“Alev,” diye fısıldıyor Gizem. “Böyle olmasını istemezdim.”

Alev, kız kardeşinin elini büküyor. Dişini sıkmış. Yüzünde derin bir

nefret var.

Gizem, “Canımı yakıyorsun,” diye inleyince, ancak bırakıyor.

“Đstemezdin, değil mi? Ne demezsin! Reddetmedin bile!”

Đsterik bir kahkaha atıyor.

“Hanımefendi düşünmeye karar verdi! Mert Bey’in yakışıklılığına tav

oldu çünkü.”

Duraklıyor.

“Ama mutluyum, biliyor musun?”

Yalan bu.

“Çünkü bir şeyi anladım: Umut en nankör duygu. Boş yere bir şeyleri

umut etmeye hiç gerek yok. Ben âşık olamam. Kimseyi sevemem ve kimse de

beni sevemez. Lanetliyim çünkü.”

Ve gözyaşlarına daha fazla hâkim olamayarak, sınıfı terk ediyor.

Kapıdan Gizem’i süzmekte olan Mert’e bir omuz atıp çıkıyor dışarı.

Sonraki derslere de girmiyor. Đnsan içine çıkmak kadar nefret ettiği

hiçbir şey yok artık.

Page 105: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

105

22222222

Büyük Mavi dalgalı. Bahar yeli havada ve karada dolaştıktan sonra

yönünü denize dikmiş. Kadıköy Vapuru hafifçe sallanmakta. Rüzgâr ve deniz,

insanlara huzur veriyor. Alev ve Gizem hariç herkese...

Aralarının limoni olduğu belli. Vapurun üst katında, sol köşede

oturmaktalar. Birbirilerine bakmıyorlar; boşluğa dikmişler gözlerini. Artık

çocuk değiller. Daha yeni reşit olsalar da, çoktan olgunlaştılar.

Neden sonra, “Đyi misin?” diye soruyor Gizem. Alev’in denizi

sevmediğini biliyor. Midesi bulandığından ya da hasta olduğundan değil; bu

uçsuz bucaksız ‘diyar’ onu rahatsız ediyor. Ne zaman denizde olsa -ister

yüzme amaçlı, ister seyahat- kaybolacak gibi hissediyor.

Gizem’in ‘hal hatır’ kisvesi altındaki endişe yüklü sorusunu

yanıtlamıyor. Bunun yerine, ayağa kalkıyor ve tırabzanlara tutunup denizi

seyretmeye başlıyor. Sonra dönüp kardeşine bakıyor. Yüzünde sinsi bir

gülümseme var. Ama Gizem’i asıl korkutan, gözleri. Hem gözbebeği hem

gözakları kıpkırmızı.

Bu ‘iyi saatte olsunlar alarmı’ demek.

Gizem’in ne olduğunu anlaması zor olmuyor. Anında ayaklanıyor, ama

o tırabzanlara koşana kadar, Alev tırmanıp kendini denize bırakıyor. Tüyler

ürpertici kahkahaları denizin her bir karışında yankılanıyor sanki.

Page 106: Çürük Düş

Çürük Düş

106

Gizem eğilip bakıyor ve kardeşinin batmakta olduğunu görüyor.

Vapurdaki insanlar merak ve korkuyla seyretmekte bu ‘enteresan’ manzarayı.

Henüz hiçbiri bir eylemde bulunmayı akıl edememiş.

Derin bir nefes alıp Alev’in ardından, tam da onun daldığı noktaya

atlıyor Gizem. Buz gibi su tarafından kucaklanıyor. Gözlerini açıp, dalgaların

arasında kardeşini görmeye çalışıyor. Nihayet biraz derinlerdeki Alev’i tespit

ediyor ve dalıp yüzeye çıkarıyor. Kolları arasında debelenip yeniden dalmak

hatta ‘batmak’ isteyen kızın başını zorlukla dışarıda tutuyor.

Epey ilerlemiş olan vapurun dört bir yanında toplanan insanlardan biri

onların olduğu noktaya doğru iki can simidi fırlatıyor.

Yegâne kurtulma fırsatlarının bu olduğunu kavrayan Gizem, kardeşini

sürükleye sürükleye oraya yüzüyor. Nihayet can simitlerine ulaşıyor. Gizem;

onu yumruklayıp tekmeleyen, hatta ısırmaya çalışan Alev’i, simitlerden birine

zorbelâ yerleştiriyor. Kendisi de ötekine geçiyor.

Şimdi sıra ‘büyük lokma’da. Kardeşine musallat olan ‘Ruh’u gömmek.

Ya da daha ‘denizsel’ bir tabirle, boğmak...

Simide yerleşince debelenmekten vazgeçen kardeşine, “Alev,” diye

bağırıyor. Rüzgâr ve dalgalar arasında sesi cılız çıkıyor. “Bu sen değilsin.

Kötücül bir varlığın etkisi altındasın. Bana musallat olanlar gibi. Hatırlıyor

musun? Şimdi de seni hedef bellemişler. Bana zarar vermek için seni

kullanmaya çalışıyorlar. Kendine hâkim ol. Onunla savaşabilirsin. Sen daha

güçlüsün.”

‘Güçlüsün’ kısmını duyunca Alev’in gözleri bir anlığına beyazlaşıyor.

Gizem tam huzura erip sevinç gözyaşı dökecekken, yeniden kırmızı hale

Page 107: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

107

geliyorlar. Gizem iç çekiyor. Đş başa düştü, diye düşünüyor. Gözlerini yumuyor.

Yoğunlaşması kolay olmasa da, çok geçmeden transa geçiyor.

Bir labirentte buluyor kendini. Peşinde devasa ateş topları var.

Koşuyor, koşuyor, ama alevler peşini bırakacak gibi değil. Labirentte daireler

çizip duruyor. Ne yaparsa yapsın, nafile. Bir türlü yolunu bulamıyor, çıkışa

ulaşamıyor: Alev’den de hiçbir iz yok.

Sonunda kızı buluyor. Gözleri beyaz. Yere çökmüş, titreyerek

beklemekte. Ama burası, labirentin çıkmazlarından biri. Đlerleyemezler, çünkü

‘çıkış yok’. Onları kavurmak için hevesle bekleşen ‘komplo’ meraklısı ateş

topları arasında geri de dönemezler. Oyun bitti, diye düşünüyor Gizem.

Sonra kardeşine bakıyor. Yıllarını ‘Ben güçlüyüm, ben kimseye muhtaç

değilim’ kalkanı altında geçiren Alev, şimdi çok savunmasız. Gözlerinden

yaşlar damlıyor. Korkuyor. Çok korkuyor.

Onu böyle bırakamam, diye düşünüyor Gizem. Buradan kurtulmak

zorundayız.

Alev’e yaklaşıyor. “Elimi tut,” diyor sağ elini uzatıp. Alev ikiletmeden

tutuyor kardeşinin elini.

Gizem ‘trans içinde trans’ın başarılı olacağını umup, gözlerini yumuyor.

Vücudu bir an sarsılıyor, elleri titriyor ve terliyor. Ama ne çabasından

vazgeçiyor ne de kardeşinin elini bırakıyor. Birden kendini ‘yine’ denizin

ortasında, can simidinde buluyor, etrafına bakınıyor. Alev baygın. Vapur

gözden kaybolmuş, ama ileriden bir Sahil Güvenlik botu yaklaşmakta.

Vapurdakiler ihbarda bulunmayı akıl etmiş anlaşılan.

Gizem yorgun. Çok yorgun. Dayanamayıp, kendini koyuveriyor. Gözleri

yavaşça kapanıyor.

Page 108: Çürük Düş

Çürük Düş

108

***

Bembeyaz bir yatak, bembeyaz bir oda...

Gizem hastanede açıyor gözlerini.

Bir anlık şaşkınlığı ve yadırgamayı atlatınca, neler olduğunu anımsayıp

odayı inceliyor. Sağındaki yatakta Alev var. Gözleri açık. Tavana bakıyor.

Gizem, “Đyi misin?” diye soruyor ve yüzleştiği tekinsiz ‘deja vu’ hissi

onu korkutuyor. Vapurda, Alev’e bir ‘Ateş Ruhu’ musallat olmadan önce de

aynı soruyu yöneltmiş ve her şey çığırından çıkmıştı. Şimdi de bir benzerini

yaşamaktan ürküyor.

Ama doğaüstü hiçbir şey söz konusu değil artık. “Neden iyi olayım?”

diyor Alev. “Ne kadar yardıma muhtaç olduğumu kanıtladığın için mi?”

Gizem kalakalıyor. “Ne?”

“Beni kurtarmak zorunda değildin. Kendi başımın çaresine bakardım.”

“Ölürdüm demek istiyorsun.”

“Gerekirse ölürdüm, evet!”

Gizem’in gözlerinden birer damla yaş süzülüyor. “Neden böylesin

Alev? Niye herkese, özellikle bana düşmansın? Bu kadar nefretin sebebi ne?

Biz kardeşiz! Birbirimizi sevmemiz gerekir.”

Alev’in yüzüne buruk bir tebessüm yerleşiyor. “Hâlâ anlayamadın mı

‘kardeşim’? Sevgi hiçbir yaranın merhemi değil... Sadece acıtıyor. Ve ben artık

acı çekmek istemiyorum. O yüzden, beni kurtarmaktan vazgeç. Sana ihtiyacım

yok...”

Page 109: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

109

Gizem hayal kırıklığı eşliğinde gözlerini yumuyor. “Eve dönmeyeceksin

yani?”

“Asla. ‘Onlar’ beni istemediği halde ısrarla çağırmaktan vazgeç.

Dönmeyeceğim. Kendi evimde mutluyum.”

“Hücremde demek istiyorsun herhalde.”

“Küçük de olsa, o ev ‘benim’. Bırak da bunca yıl sonra bir kez olsun

kendime ait bir şeyin tadını çıkarayım.”

Gizem, “Hıh,” diyor. “Sen bir şeylerin tadını çıkarabilir miydin? Öyle bir

yeteneğin var mı?”

Alev’in gözlerini bir öfke bulutu sarıyor. “Gizem,” diye hırlıyor. “Seni

mahvederim. Kendi ellerimle öldürürüm.”

Bu sözler yüzünden Gizem’in ruhu kavrulurken, bir hemşire giriyor

içeri. “Nasılız hanımlar?” diyor sentetik bir neşeyle.

Alev, Gizem’e bakıp gülümsüyor. Buruk değil, sahte değil: Haz dolu bir

tebessüm bu. “Bomba gibiyiz.”

Ve Gizem, hayatında ilk kez, kardeşinden korkuyor.

27272727

Sade ama bir o kadar ihtişamlı. Basit ama bir o kadar çarpıcı. Yüzleşme

mekânı burası. Bir uçurum. Dibini çarpık çurpuk kayaların süslediği devasa bir

boşluğa açılan yol. Bir ucunda ölüm var, diğer ucunda yaşam.

Ne idüğü belirsiz, gayet biçimsiz taşlar tarafından deşilmek... Ölmek

için amma ‘berbat’ bir yol! Ne şehit olmak gibi ‘kahramanlık’ tınısı taşıyor, ne

Page 110: Çürük Düş

Çürük Düş

110

alevler tarafından kavrulmak gibi ilkel bir görkemi var, ne de suda boğulmak

gibi insancıl bir havaya sahip.

Köküne kadar ‘vahşi’.

Alev Ateş bu uçurumun tam ucunda dikilmekte. Tek bir adım atsa

kayalarla buluşacak. O kadar yakın ölüme. Sanki meydan okuyor ona.

Rüzgâr saçlarını ahenkle oynaştırıyor. Gözleri yumulu. Yüzünde derin

bir huzur var. Bir şeyleri veya birisini beklediğini anlamak zor. Ama bekliyor.

Heyecanla.

“Alev,” diye fısıldıyor zarif bir kadın sesi.

Alev dönüyor. Bakıyor. Gizem’in suratına ve bütün vücuduna, o kısa

ama kendinden emin bakışla nüfuz ediyor sanki. Geçen üç yılda kaçırdığı her

detayı anında özümsüyor. Şaşırmıyor. Gizem’i nasıl bulmayı beklediyse, aynen

öyle buldu çünkü.

Gizem ise hayretler içinde. “Alev,” diye yineliyor. “Ne kadar... ne kadar

güzelsin.”

Alev’in yüzüne alaycı bir tebessüm yerleşiyor. “Hata etmişim o zaman.

Bulunduğun ortamdaki tek güzel kız olmak gibi bir saplantın vardı, değil mi?”

Gizem iç çekiyor. Korktuğu muameleyle daha ilk dakikadan karşı

karşıya kaldı. “Nereden çıkarıyorsun ya? Öyle olmadığını biliyorsun. Beni

benden daha iyi tanırsın.”

“Artık değil.”

Gizem, Alev’e doğru birkaç adım atıyor. “Evet, artık değil. Çünkü üç

yıldır, yüzünü görmek bir yana senden haber bile alamadım! Amma vefalı bir

kardeşsin. Ölü müsün diri mi, onu bile bilmiyordum. Ne kadar merak ettim

Page 111: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

111

haberin var mı?” Duruyor. Alev’in yüzüne tekrar bakıyor, nefesi kesiliyor. “ÇOK

güzelsin. Nasıl... nasıl oldu?”

Alev de Gizem’e doğru üç adım atıyor. Artık birbirilerine hayli yakınlar.

“Benimle güzelliği aklında bağdaştıramıyorsun herhalde. Şaşırmadım. Eskiden

biçimsiz, küçük bir canavar olduğum düşünülürse... Şişmandım, saçlarım bir

şeye benzemiyordu, yüzüm sivilceden geçilmiyordu. Ama ondan da kötüsü,

güçsüzdüm. Annemle babamın umursamazlıklarına hatta nefretlerine

katlandım; okuldaki ve sokaktaki o insan bozuntularının beni yerin dibine

sokmalarına izin verdim. Neden biliyor musun? Çünkü güçsüzdüm. Geçen

yıllar bana bir şey öğretti Gizem. Güç, insana çok şey katıyor. Güzellik, şehvet,

huzur, para... Ve en önemlisi, seni ezmeye çalışanları paramparça etme

fırsatı.”

Gizem, sonunun nereye varacağını bilmeden, merak ve kaygıyla

dinlemekte. “Yani?” diyor sonunda. “Beni buraya neden çağırdın?”

“Artık güçlü olduğumu göstermek için. Artık kimseye muhtaç

olmadığımı kanıtlamak için. Hayatımın geri kalan kısmını yalnız geçireceğimi

söylemek için. Güç, ölüm getiriyor Gizem. Yalnızlık bahşediyor insana. Ve ben

bununla mutluyum. Bana az buçuk düzgün davranan tek insan olduğun için,

bilmeye hakkın olduğunu düşündüm. Ölmek gibi bir niyetim yok.

Yaşayacağım. Sen ölü mü diri mi olduğumu merak ederken, ben gücümü son

zerresine dek kullanarak yaşıyor olacağım.”

“Ne demek istiyorsun?” diyor Gizem. Kardeşinin gizemli laflarına bir

anlam vermeye çalışsa da başaramadı çünkü.

“Dünyayı ele geçirerek tabii.”

Page 112: Çürük Düş

Çürük Düş

112

Gizem gözlerini kısıyor, ‘doğru mu duydum’ minvalinde bir bakış

atıyor.

Alev’se bir kahkaha patlatıyor. Gizem’in ondan duyduğu belki de ilk

kahkaha. Sessiz, derinden. “Şaka yapıyorum. Benim amacım daha da

güçlenmek. Son muhtaçlık kırıntılarını üzerimden söküp atmak. Dünyayla işim

yok. O kirli, o adaletsiz, o anlamsız dünyanızı başınıza çalın. Benim derdim

insanlarla. Yeri geldiğinde aşkı, yeri geldiğinde şehveti, yeri geldiğinde bilgiyi,

yeri geldiğinde gücü kullanarak, önüme çıkan her insanı tuzla buz edeceğim.

Herkesi. Sevip sevmemem umurumda değil. Hoşlanıp hoşlanmamam

umurumda değil. Saygı duyup duymamam umurumda değil. Tanıştığım her

insanı, kudret merdiveninde yukarı çıkmak için bir basamak olarak

kullanacağım. Zirveye varana kadar... Bunları rahatlıkla anlatıyorum, çünkü

yoluma çıkamazsın. Beni asla bulamayacaksın. Önümden geçsen bile

göremeyeceksin.”

Gizem dehşetle dinliyor. Ağzından tek kelime çıkmıyor, çıkamıyor. Tüm

bunların bir karabasan olduğunu umuyor, ama değil. Somut ve soğuk bir

‘hakikat’.

“Kötülük yapacağım, çünkü yapmak zorundayım. Yazma eyleminden

nefret ettiği halde hayatını roman yazarak geçiren yazarlar vardır ya, aynen

öyle. Tek fark, benim nefret etmemem. Bu örnekle beni bağdaştıran,

‘kabullenme’. Kötülük, ruhumda var. Ben karanlık biriyim Gizem. Baştan beri

bunun farkındaydın. Beni değiştirmeye çalıştın. Yaradılışımı ve yaptığım

seçimleri inkâr edip ‘kötü şeyleri iyi amaçlar uğruna yaptığını zanneden kötü

adam’ klişesine girmeyeceğim. ‘Çocukluğunda kötü şeyler yaşadığı için kötü

olmak zorunda kalan şahıs’ muhabbetine de... Annem-babam bana iyi

Page 113: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

113

davransaydı, insanlar beni yerin dibine sokmasaydı bile; bu dünyayı ‘süsleyen’

Âdemoğulları ve Havvakızları’nın ne kadar riyakâr, ne kadar ikiyüzlü, ne kadar

iğrenç olduğunu fark edecektim. Ve eninde sonunda bu yola ilk adımı

atacaktım. Er ya da geç... Çünkü ben buyum Gizem. Berbat bir dünyadaki

berbat insanlara acı çektirme arzusuyla yanıp tutuşuyorum. Bu, beni onlar

kadar berbat yapacaksa yapsın. Dert etmeye değer mi hiç? Hayat çok kısa.”

Gülüyor.

Gizem’in kanı donuyor adeta.

Korktuğu başına geldi çünkü.

Her şey tepetaklak oldu.

Alev; görünümü, sözleri, hatta mimik ve jestleriyle kötülüğün vücut

bulmuş hali gibi. Ve daha önce ne gerçek hayatta ne romanlarda ne de

filmlerde gördüğü bir şeye sahip: ‘Ben kötüyüm, kötü şeyler yapacağım’

deme cesaretine…

Bu cüreti gösteren bir insanın başka neler yapabileceğini tahmin dahi

edemiyor.

Güneş batmakta. Alev, Gizem’e arkasını dönüp, “Bu arada,” diyor, “artık

ben Alev Ateş’im. Aklında bulunsun.” Uçuruma yaklaşırken saçına dokunuyor.

“Ama kızılı oldum olası sevdim. Bana yakışıyor. Soyadımdaki kızılı terk etsem

de, renk olanı kucaklamayı sürdüreceğim. Zaten bu renge aynı dönemde âşık

olmuş ve ortamı kızıla beraber boyamıştık. Soyadın kızıl diye patenti sende

sanma Gizem Kızıl.” Göz kırpıyor.

Gizem’se düşüncelere dalmış vaziyette. Buraya geliş amacını, ‘başka bir

çözüm bulsam’ diye umduğu şeyi yapmak zorunda olduğunu anladı. Ama

korkuyor. Çok korkuyor. Her şeye rağmen karşısındaki bu ‘kötülük timsali’

Page 114: Çürük Düş

Çürük Düş

114

kızı, Alev’i seviyor. Bundan utanması gerekirken utanmıyor da. Hayrete de

düşmüyor. Çünkü nedenini biliyor.

“Alev,” diyor. “Her şeyi biliyorum.”

Alev dönüyor. “Her şey?”

“Neden böyle olduğunu biliyorum. ‘Ne’ olduğunu biliyorum.”

Alev dudağını ısırıyor. “Açık konuş.”

“Böylesin,” diyor Gizem, “böylesin, çünkü...” Yutkunuyor. Gözlerinden

yaşlar süzülüyor. Sonra, hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyor.

“Benim yüzümden. Hepsi benim hatam. Hepsi.”

Alev sağ ayağını öfkeyle yere vuruyor. “Ne saçmalıyorsun sen? Sadede

gel. Ağlamayı da kes. Midem bulanıyor.”

Gizem kulak asmadan devam ediyor anlatmaya: “Küçükken yalnız

kalmaktan korkardım Alev. Geceleri odamda çok zor uyurdum. Hele şimşek

falan çakıyorsa, gözüme uyku girmezdi. Girdiğinde de kâbuslarla sarsılırdım.

Bazen annemle babamın yanına yatardım ama bunun hep böyle devam

edemeyeceğini biliyordum. Bir gün, keşke bir kardeşim olsa diye düşündüm.

Küçük bir umuttu, ama gerçekleşti. Ve bir kardeşim oldu. Hiç sorgulamadım

bunu. Annemle babamın sana karşı tuhaf tavırlarını çözemedim. Ama artık

her şey anlam kazandı. Sevmiyorlardı seni, çünkü ‘yoktun’. Korkuyorlardı

senden, çünkü kurtulmam gereken hayali bir kardeştin onlar için. Ben ilkokul

çağındayken psikolog ‘bu yaşta normal’ diyordu ama yıllar geçti; büyüdüm.

Büyüdün. Anormal bir hale geldin. Psikolog artık ‘normal’ diyemiyordu.

Annemle babam sana gitgide daha kötü davranmaya başladılar. Yokmuşsun

‘gibi’… Ama seni görmezden gelmiyorlardı Alev. Gerçekten ‘görmüyorlardı’.

Daha önce görmüş gibi yapmalarının sebebi tamamen beni idare etmekti.

Page 115: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

115

Özel durumum yüzünden, o zamanlar kontrol bile edemediğim yeteneklerim

yüzünden, bir insan yarattım. Farkında bile olmadan bir kişilik, bir beden

kazandırdım hayal hamuruna. Ama yeterince iyi değildim. Bir çocuğun

bencilliği, kıskançlığı yüzünden çirkindin Alev. Kişiliğini oturtacak mantığa

sahip değildim; dengesiz oldun çıktın. Seni nasıl yarattığımı yeni yeni

hatırlıyorum. Rüya görerek! Yıllardır derinlerde bir yerlerde uyuyan o rüyalar

şimdi uyandı ve bana kendini hatırlatıyor. Dün gece, seni nasıl yarattığımı her

ayrıntısına dek hatırladım. Rüyamı rüyamda gördüm. Dehşete düştüm.”

Alev, okunması güç bir ifade ve ses tonuyla, “Peki benimle birebir

diyaloga giren insanlar?” diyor. “Bana iyi ya da kötü ‘bir şeyler yapan’

insanlar? Alay edenler, itip kakanlar? Onlar beni nasıl görebildi? Nasıl oldu da

nefret ettiler benden? Nasıl küçümsediler? Nasıl ‘yaraladılar’ beni?”

“Öyle bir şey olmadı. Onlar, hiç gerçekleşmemiş anılar. Sadece ikimizin

sahip olduğu anılar...”

Alev gülüyor. “O kadar emin olma Gizemcim. Gidip onlara sorarsan -

eski sınıf arkadaşlarına mesela- hayal meyal de olsa bir şeyler hatırlayacaklar.

Konuyu bana getirirsen, yüzlerinde yarım yamalak bir anımsama ifadesi

olduğunu göreceksin. Bu Gizem’in kardeşi var mıydı ya, diye düşünecekler.

Kafa patlatacak ama bir türlü emin olamayacaklar.” Döndü, Gizem’in

gözlerinin içine, tam içine baktı. “Çünkü kardeşim, ben yarım kalmış bir

yapıtım. Kendi kendimi tamamlamak, güçlenme arzumun kaynaklarından

biri.” Gülüyor yine. “Ama sadece biri. Gerisi sonra gelecek. ‘Var olmak’ bir

araç. Amaca giden yolda bir dönemeç. Đnsan olmak istemiyorum: Görünür

olmak istiyorum. Đnsanlara daha kolay dokunabilmek. Onlara daha kolay zarar

verebilmek. Đnsanları harcamak için onlardan biri…” Tiksintiyle kısıyor

Page 116: Çürük Düş

Çürük Düş

116

gözlerini. “…sizden biri olmam lazımsa, olacağım. Farkında mısın Gizem, sen

bir tür Frankenstein’sın.”

Gizem, vücuduna istemsiz bir titreme krizinin hâkim olduğunu

hissediyor.

Asıl ‘şimdi’ her şey tepetaklak oldu.

Alev... Nasıl bilebilir? Bir insan olmadığı gerçeğiyle yüzleşip de bunca

sene nasıl ‘yaşamını’ sürdürebilir? Nasıl?

Nefretinin, kötülüğünün sebeplerinden biri de ‘var olmamak’mış

meğer.

‘Kardeşinin’ aklını okumuş gibi, “Olmak ya da olmamak... Đşte bütün

mesele bu,” diyor Alev. “Eh, ‘bütün’ olmasa da bir kısmı bu.”

Gizem’in ağzından yalnızca, “Nasıl?” sözcüğü dökülüyor. Birkaç dakika

içinde bu soruyu amma çok sorduğunu -zihninin adam gibi çalışan bir

köşesiyle- fark ederek.

“Biliyordum. En başından beri. Đnsan olmamanın nasıl bir his

olduğundan haberin var mı senin? Kelimelerle tarif edemem. Kimse edemez –

gerçi benim gibi başkaları olup olmadığını bilmiyorum ya, neyse. O yabancılık

hissi, o ait olmama duygusu... Sizin ne kadar alçak mahlûklar olduğunuzu bir

tek ben tüm açıklığıyla görebiliyorum. Gördüğünü söyleyenler de en az sizin

kadar kör.”

Gizem, artık zamanı geldi, diye düşünüyor. Yapmak zorundayım. Đşler

giderek daha tehlikeli bir hal alıyor. Başka şansım kalmadı.

“Şimdi,” diyor Alev, “asıl meseleye gelelim. Senin daha yeni öğrendiğin

‘hakikati’, ben başından beri biliyorum. Bu konuda mutabıkız. Peki başka ne

biliyorum? Öğrenmek ister misin?”

Page 117: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

117

Gizem tepki vermiyor. Ne başını sallıyor ne de ağzından tek bir kelime

çıkıyor.

“Đstersin tabii. Niye istemeyesin? Hakkımdaki gerçeği yani

‘Varolmayan’lığımı öğrendikten sonra, bir yolunu bulup benimle yüzleşmen

gerektiğini düşündün. Sen zeki bir kızsın; iltifat olsun diye söylemiyorum. O

nefret dolu hallerimin, geride bıraktığımız üç yıl içinde doruğa çıkmış

olabileceğini tahmin ettin. Beni durdurman gerektiğini anladın. Gerekirse yok

ederek... Bu uçurumu keşfettin sonra. ‘Sizin çevre’ sağ olsun, uçurumun

dibindeki ölüm çukurunun doğaüstü pek çok varlığı yok edebildiğini duydun.

Neredeyse insan olmayan ‘her’ şeyi... Ve yüzleşme için en elverişli yerin burası

olduğuna karar verdin. Eğer durumum iyi gittiyse, yalnızlık yaradıysa, kendimi

toparladıysam, beni yok etmek zorunda kalmayacaktın. Peki buraya gelmemi

nasıl sağlayacaktın? Tabii ki yarattığın varlığın zihnine düşünceler

yerleştirerek. Bunda çok zorlandın, ama sonunda başardın. Seni çağıran ben

oldum. Kendi felaketime doğru yürüdüğümü sandın. Ama yanıldın.” Göz

kırptı. “Rolleri değiştik Gizem. Avcı, av oldu. Yine de, seni öldürmek

istemiyorum. Yaratıcımı yok etmek benim için ilginç bir deneyim olurdu, ama

buna gerek duymuyorum. Yoluma çıkmayacağına dair teminat verirsen, çekip

gitmene izin vereceğim.”

Gizem’in gözleri yaşlarla dolu. “Üzgünüm Alev,” diyor. “Üzgünüm

kardeşim.”

Buraya geldiğinden beri felç olmuşçasına kasılıp kalan bacaklarını

nihayet hareket ettirerek, Alev’e doğru koşuyor. Onu saçlarından yakalayıp

yere yapıştırıyor ve uçurumun tam ucuna doğru ittirmeye çalışıyor. Alev başta

teslim olmuş görünüyor, ama son anda diziyle Gizem’in karın boşluğuna sert

Page 118: Çürük Düş

Çürük Düş

118

bir tekme geçiriyor. Gizem zorlukla nefes alarak sırtüstü yere yapışıyor. Her

tarafı sızım sızım sızlamakta.

Ama vazgeçmek yok. Ne gerekiyorsa yapılmalı.

Ayağa fırlıyor, Alev’in gırtlağına yapışıyor; onu uçurumun ucuna doğru

ittirmeye başlıyor. Ama kızı etkisiz hale getirecek kuvveti uygulamak ne

mümkün! Alev açıktaki kollarıyla Gizem’in başını kavrıyor ve boynunu kırmak

istercesine hızla döndürüyor. Gizem yüzüstü yere yuvarlanıyor. Bu kez

saçlarından yakalanan da o oluyor.

Alev yüzünde hiçbir zevk ifadesi olmadan, kuvvetli ve kudretli bir

tavırla Gizem’in vücudunu tekmelere boğuyor ve kâfi -karşı koyamayacak-

kıvama geldiğini düşündüğünde, onu uçurumun ucuna sürüklüyor.

“Đstememiştim,” diyor. Suratında hüzün dolu bir ifade var. Her zamankinin

aksine, nefretten yoksun bir ifade. “Bunu yapmayı sahiden istememiştim.

Hayallerin de kalbi vardır ve sizinkinden çok daha kırılgandır. Ölürken hatırla

bunu.”

Tam son hamleyi yapacakken, Gizem ağzının kenarıyla gülümsüyor.

“Zaten yapamayacaksın.”

Vücudunda kalan son kuvvet zerreleriyle kıza bir çelme takıyor. O

sarsılırken, Gizem ayağa dikiliyor. Alev uçurumun tam ucunda; dengesini zar

zor toparlıyor, ama yeni bir hamle yapılmadıkça düşecek gibi değil.

Gizem’se amacına ulaştı: Şimdi ölüme yakın olan Alev. Konumları

birkaç saniye öncesinin tam zıddı. Böyle bir fırsatı ele geçirmişken, bir an bile

beklemiyor Gizem: Ellerini yumruk yapıp Alev’in göğsüne geçiriyor, onu

ittiriyor. Kız canhıraş bir çığlık atarak boşluğa savruluyor ve yüzünde hayal

kırıklığı dolu bir ifadeyle Gizem’e bakarak ölüm çukurunu boyluyor…

Page 119: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

119

***

Tepeden indikten sonra, deniz kenarından ağır ağır yürüyerek evine

gidiyor Gizem.

Denizi seyrediyor. Dalgaları. Yedi sene önce Alev’le yaşadıkları vapur

serüvenini. Alev’in çekip gidişini. Günlerce, haftalarca, aylarca onu aradıkları

halde tek bir iz bile bulamayışlarını. Hasret denen duygunun bir rutin haline

gelişini.

Otobüs duraklarına geldiğinde bile yürümeye devam ediyor. Đnsan

içine çıkacak, kalabalığa karışacak halde değil. Yalnızlığa ihtiyacı var. Fena

halde.

Nihayet eve varıyor. Anahtarla açıyor kapıyı. Yatağa geçip saatlerce

uyumak niyetinde. Hatta hiç kalkmasam keşke, diye düşünüyor ve bunun bir

tür intihar eğilimi olduğunu fark ediyor. Endişelenmiyor ama. Nasılsa uykuda

öldürülecek hali yok. Bir cinayete kurban gitse bile umursamayacak gerçi.

Annesi Esra Hanım kapıda karşılıyor onu. Anahtar tıkırtılarını duymuş

olmalı. “Hoş geldin kızım,” diyor. “Salona geç, sana bir şey göstermem lazım.”

Gizem ağzında bir şeyler geveliyor (‘anne uykum var, sonra gösterirsin’

demeye çalışıyor ama bitkinliği -ve ‘var olmayan’ bir kardeşi yok etmenin

yarattığı süratli travma- sebebiyle ağzından anlamsız mırıltılar çıkıyor

yalnızca). Annesi kısa bir bakış atıyor ona. Gözleri buyurgan. Karşı koymak ne

mümkün. Gizem el mahkûm takip ediyor bu sevimli diktatörü.

Salona girerlerken, “Sürpriz,” diyor annesi. “Bak burada kim var.”

Page 120: Çürük Düş

Çürük Düş

120

Bakıyor. Görüyor. Donuyor. Dehşet ve hazla doluyor. Hem ölmek hem

de yaşamak istiyor.

Alev Ateş tam karşısında oturmakta. Kanlı-canlı. Bir saat önceki

halinden bile daha güzel sanki. Ateşli bir ışıltısı var.

Annesi Gizem’in yüzüne bakarak, sahiden şaşırdığını zannediyor ve

aslında doğru da ediyor.

“Arkadaşın yurtdışına okumaya gitmeden önce seni ilk ve son kez

evinde ziyaret edeyim demiş. Böyle tatlı bir arkadaşın var da benim niye

haberim yok Gizem?”

“Bizim dostluğumuz bir tür sır Esra Teyzecim,” diyor Alev. “Aslında

ilişkimiz dostluktan öte. Biz kardeş sayılırız.” Otuz iki dişini göstererek

gülümsüyor.

Annesini tedirgin etmemek için gülümsemeye çalışıyor Gizem. Ama

olmuyor. Tek yapabildiği suratımı ekşitmek.

Bunun yerine konuşmayı tercih ediyor. “Ya tabii,” diyor zor da olsa,

“biz kardeşiz.”

Annesi saçlarını karıştırıyor. “Çay demlemiştim, simit de var,” diyor.

“Getireyim, afiyetle yersiniz.”

Odadan çıkıyor.

Gizem’le Alev yalnız kalıyorlar.

“Sanırım,” diyor, “insan olacağımı söylerken gerçekleri biraz çarpıttım.

Aslında… çoktan insan oldum. Artık görülebilir ve görebilirim. Dokunulabilir

ve dokunabilirim. Đstediğim her şeyi sizin kadar iyi, hatta sizden daha iyi

yapabilirim. Anlayacağın, yoluma çıkmak istiyorsan çok daha gözü pek olman

lazım Gizemcim. Biricik annenin ve somurtkan babanın hayatını feda edecek

Page 121: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

121

kadar gözü pek… Kendi tatlı canını ve diğer tüm sevdiklerini saymıyorum

bile.” Göz kırpıyor. “Oyun başlasın.”

Page 122: Çürük Düş

KAPANIŞ

DÜŞ FIRÇASI

Kanatlarınızı iyi bildiğiniz belli bir yönde

çırpmıyorsanız, içine vücudunuzu terk

ettiğiniz hayat rüzgârı sizi gerçekten mutlu

olacağınız bir vadiye taşımayacaktır.

Muhammed Bozdağ

Page 123: Çürük Düş

Ozancan Demirışık

123

Gözlerimi araladığımda kendimi bir hastanenin kucaklayıcı (!)

kollarında buldum. Đnsanı ısıtması gerekirken, aksine buz küpünü andıran bir

yataktaydım, her yanım da tutulmuştu. Çatlayacak gibi ağrıyan başımı

ovaladığım ve gerindiğim birkaç saniye boyunca, en son neler yaşadığımı

hatırlayamadım ve şu an neden burada bulunduğumu kavrayamadım.

Derken, odaya dalan şahsı görünce her şey kafama dank -ya da sökün- etti.

“Peri’m,” diye fısıldadım, bir müddet öncesinde ona neler yaptığımı

hatırlayıp, gözlerime hücum eden yaş damlalarını mağlup etmeye çalışarak.

O da ağlamaklıydı: Koşup bana sarıldı. Daha fazla ‘erkek adamlık’

yapmayarak kendimi özgür bıraktım ve hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlamaya

koyuldum. “Özür dilerim,” dedim ayrıldığımızda. “Beni affedebilecek misin?”

“Ne özrü?” dedi anlamaz gözlerle. “Hem ne derdin vardı da canına

kıydın abi? Ailece nasıl kahrolduk biliyor musun?! Simge de perişan oldu. Đki

gün başında bekledi, sen bir türlü kendine gelmeyince biraz uyumak için eve

gitti.”

Bön gözlerle ona baktım. Cevap vermedim, veremedim. Her şeyin

rüya, yalnızca intiharın gerçek olması ihtimali var mıydı? Bu ihtimali umut

dahi edebilir miydim?

Elini cebine atıp bir kâğıt parçası çıkarırken, “Unutmadan,” dedi,

“birkaç saat önce kızıl saçlı bir kadın getirdi bunu.”

Son sözleri beni tarumar etti, vücudum kaskatı kesildi; tutulmayan

yerlerim de bir anda tutuldu. Alev yaşıyor muydu yoksa? Her şey baştan mı

başlıyordu?

Kâğıdı aldım, açtım ve göğsümde davul çalan yüreğime aldırmadan

okudum:

Page 124: Çürük Düş

Çürük Düş

124

“Evvelâ geçmiş olsun Burç,

Al sana güzel bir haber: Benim kız kardeşimin ölümü,

senin kız kardeşinin yaralarını sardı – anlayacağın, bu ölüm

düş fırçası işlevi görüp senin düşlerini ak pak etti. Artık

çürük değiller!

Üstelik Alev’in etkisiyle daha önce yol açtığın hasarlar

hiç var olmamışçasına silindi. Peri de sapasağlam. Mutlu ol!

Gizem Kızıl”

Kâğıdı katlayıp cebime koyarken Peri’nin elini avucumun içine aldım ve

gayriihtiyarî gülümsedim. O da bana ışıltılı bir tebessümle karşılık verdi.

Galiba Gizem, diye düşündüm, mutluyum.

SON

17 Ekim 2009 – 9 Mayıs 2010

Page 125: Çürük Düş

YAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDA

Ozancan Demirışık, 12 Mart

1993 tarihinde doğdu ve kendini bildi bileli

okuyor, yazıyor. Đnternet üzerinde üç ayda bir

yayınlanan Xasiork Dergi’nin ve kulüp bünyesinde

yayınlanan e-kitapların editörlüğünü üstlendi.

Önceleri ‘Genç Haberler’ internet sitesiyle ‘Beyaz

Kapı’ adlı e-derginin de editörüydü. Karalama adlı

öykü dergisinde ‘Seyirci’, Yüxexes Karakalem

dergisinin ikinci sayısında ‘Kuşatma’ isimli öyküleri

yayınlandı. Ejderhayurdu.com 1. Fantastik Hikâye

Yarışması’nda birincilik ödülü aldı ve Xasiork 2006

Roman Yarışması’nda jüri özel teşvik ödülüne layık görüldü. Dokuz yazarla beraber

kaleme aldığı "Öğrenciliğin Kitabını Yazdık, Üstelik Kopya da Çekmedik" adlı mizah

türündeki eseri Başlık Yayınları'nca yayınlandı. Truva ve Đskenderiye Yayınları'nda

düzeltmenlik yapmakta.

Şu sıralar roman ve öykünün yanı sıra, senaryolar ve sinema eleştirileri yazıyor.

Yine Gökcan Şahin’le beraber kurduğu sanal yayınevi Buzul Dünya’nın da editörü.

Gelecekle ilgili planlarının vazgeçilmez adımı “yazmak, yazmak ve yazmak”tır.

Page 126: Çürük Düş

Çürük Düş

126