cumhurbaşkanımız abdÜlcanbaz olsunki alalım. post modernizmin “bana göre” kavramını...

22
27 Haziran 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 122 Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsun 6 Taylan Kara Türkiye’de edebiyat ödülleri nasıl verilir Mecit Ünal Toplu mezar bulucusu: Hamdi Koç 14 7 Nihat Ziyalan Ağış: Cemil Eren’in anıları ve resimleri HALDUN ÇUBUKÇU ABDÜLCANBAZ’IN TURHAN SELÇUK’U KÖKSAL ÇİFTÇİ

Upload: others

Post on 14-Oct-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

27 Haziran 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 122

AydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlık

CumhurbaşkanımızABDÜLCANBAZolsun

6Taylan KaraTürkiye’de edebiyat ödüllerinasıl verilir

Mecit ÜnalToplu mezar bulucusu:Hamdi Koç

147Nihat ZiyalanAğış: Cemil Eren’in anıları ve resimleri

HALDUN ÇUBUKÇU

ABDÜLCANBAZ’IN TURHAN SELÇUK’UKÖKSAL ÇİFTÇİ

Page 2: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi
Page 3: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

3

Edebiyat artık tartışma masalarını terk etti.Herkes reklam metinleri okumaya alıştı. Herşey hep çok iyi, o halde her şeyi alalım. Yeterki alalım. Post modernizmin “bana göre”

kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi de adama de-mezler mi sen kimsin? Lütfen deyiniz sevgili okur.Artık eleştiri kavramının tekrar içini doldurma za-manıdır. Yalnız metinlerin eleştirisinden de bahset-miyoruz, ödüllendirme sistemindeki büyük ‘çöküş’de eleştiriden payını almalı. Yoksa, kabullenişler dü-şünmenin önüne geçer ve düşüncenin olmadığı yer-de gelişimden söz etmek olanaksızdır. Tartışmanınolmadığı yerde ise düşünceden söz etmek olanak-sızlaşacaktır.

Şöyle bir cümle kuruyor haspam “bana göre kır-mızı güzel bir renk değil” hay hay şekerim. Sonraşöyle bir cümle daha duyuyoruz kendisinden “banagöre çilek mordur” postmodern bir cevap verelimbağyana: NAH derler. Ama artık postmodern kafa-larda her şey mümkün. Elma armuttur ve armut dakavanozdur. Hatta elma bile değil her an ananas veoradan da beyaz bir eşeğe dönüşebilir.

Allah ne verdiyse! Ve duruyoruz.Artık gerçekleri söylemenin zamanıdır.

Geçen kapağımızda Haldun Çubukçu sessizliğibozmuştu. Edebiyat alanındaki ödüllendirmelere,bunun içerik ihlaline değinmişti. Kan uyuşmazlığıolan çiftleri evlendiriyordu kurul. Bu uyuşmazlığı gör-meyen jüriye “intihar edin” diyordu Haldun Çubukçu.Tartışma devam edeceğe benziyor. Bu sayıda MecitÜnal, Hamdi Koç ve Orhan Kemal Roman Ödülü’nüalan kitabı “Çıplak ve Yalnız” üzerine oldukça ilginçbir yazı kaleme aldı. Taylan Kara da seçici kurullar /jüriler üzerine çok çarpıcı verilerle katılıyor tartışma-ya. Değerli yazarlarımızdan da görüşlerini içeren ya-zılarını bizlerle paylaşmalarını bekliyoruz ve bu yazı-lara yer vermeye hazırız. Aydınlık Kitap her zamaniçin söylenmeyenlerin söylendiği, söylen-e-meye-yenlerin söylen-e-bildiği bir yazın mecrası olmayadevam edecek.

TBMM’DEN 20 ABDÜLCANBAZ ÇIKACAK MI?Bu sayıda kapağımıza usta çizer Turhan Sel-

çuk’un yarattığı karakter Abdülcanbaz’ı taşıyoruz.Abdülcanbaz’ın duruşunu ve mizahını bugüne uyar-lıyoruz, cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakıyoruz, ge-ricilik seçeneğine karşı muhalefet başka bir gericiliğisunmuş bize. “Vah benim dertli başım” derdi eskiler,tam da öyle. Muhalefetin adayı Ekmeleddin İhsa-noğlu’na karşı bizim adayımız Abdülcanbaz. Mertli-ğiyle, dürüstlüğüyle, gericiliğe ve emperyalizme karşısavaşımıyla...

“Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide azçok Abdülcanbaz’lık vardır” diyor ya albümlerindeAbdülcanbaz tanıtılırken... Umut ediyoruz ki 20 yü-rekli ve içinde Abdülcanbazlık olan halkını seven,dürüst ve namuslu milletvekili çıkacaktır ve yine buniteliklerde içinde Abdülcanbazlık boy atan bir cum-hurbaşkanı adayı çıkaracaklardır.

TİRAJIMIZ ARTARKENSon haftalarda tirajı artan gazetemizin okurlarının

kitap ekine olan ilgisi somut şekilde bizlere yansıyor.Geçen hafta cuma günü tirajımız 57. 066 idi. Okur-larımıza ve yayın dünyamıza, yazarlarımıza teşekkürediyoruz.

Artık gerçekleri söylemenin zamanıdırDAMLA YAZICI

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul

Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Celal Demirel

Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel

Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş

Reklam Müdürü Kamile Karakadılar [email protected]

Reklam Gurup Başkanı Saynur Okuroğlu [email protected]

[email protected]

Reklam Servisi

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Sayfa Sekreteri Hakan UğurluayKatkı sunanlar İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak

Görsel Tasarım Hakan Uğurluay, Şener Soysal

AydınlıkAydınlıkAydınlık

Page 4: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

Bir okurum aradı. ABD’de SenatörMcCarthy önderliğinde başlatılan“cadı avı”nın, Amerika’ya Karşı Ey-lemleri Araştırma Komisyonu’nun

soruşturmalarının ne zaman sona erdiğinisordu.

Cadı avı sona erdi mi, ermedi mi, orasınıtam kestiremiyorum. Komünist olmasa bile,başka türden cadıların peşine düşülmüştürbelki. Komisyon’un soruşturmaları ise 1950’ler-de kesilmedi. Bendeki son soruşturma belgesi19 Ağustos 1966 tarihini taşıyor. Tanık StevenCherkoss. İlerici İşçi Partisi üyesi. Maocu.

Aşağıda sunacağım belge ülkemizde dahaönce hiç yayımlanmadı.

NITTLE: Steven Cherkoss, avukatınız varmı?

CHERKOSS: Hepimiz biliyoruz. Bu sistemsürüp gidecek. Şimdi sorunuzu yanıtlayayım.İstediğim avukatı getirmeme izin vermediniz.Ben de başka bir avukat tarafından temsil edil-mek istemiyorum. Savaş suçları işleyen bir hü-kümetin görevlileri olan sizlerin seçeceğiavukatlara güvenmiyorum. Vietnam’da kı-yımlara yol açan, Amerikan ve Vietnam halk-larının çıkarlarını hiçe sayan, korkak gerici-lerden oluşan bu ırkçı Komite’ye güvenim yok.

NITTLE: Avukatınız olmadan tanıklık etmekistiyor musunuz?

CHERKOSS: Evet, sizi salıvermeye hiç ni-yetim yok.

NITTLE: Doğruyu söyleyeceğinize –CHERKOSS: Elbette doğruyu söyleyece-

ğim, ama bu Komite doğruları duymak iste-miyor ki.

Üniversiteler beyin pazarlarına çevrildi

NITTLE: Adınız?CHERKOSS: Adımı biliyorsunuz. Uzun

araştırmalar yaptınız zaten. Bir devrimciyimben, 1776’da İngiliz emperyalistlere başkaldırıpBağımsızlık Savaşı’nı kazanan, tutsaklığa kar-şı, bugün de yurttaşlık hakları için, karaderi-lilerin hakları için, ABD’nin Vietnam’dan çe-kilmesi için savaşan milyonlarca kişiden bi-riyim. Evet, benim adım Steven Cherkoss... Vi-etnam’da sürdürülen kıyımın sona erdiril-mesini isteyenlerden biriyim. Johnson sava-şı tırmandırıyor. Tek yöntemi var: Öldürmek,yakıp yıkmak. Politik baskıyı gittikçe güçlen-diriyor. Komite denilen bu sirkte de militan-ların, devrimcilerin parçalanması, susturulmasıamacı güdülüyor... Savaş yüzünden ücretler veçalışma koşulları gittikçe kötüleşiyor. Yiyecek,giyim, kira giderleri yükseliyor. Vergiler savaşgiderlerini ancak karşılayabildiği için ek ver-giler getiriliyor. Üniversiteler beyin pazarları-na çevrildi. Öğrenciler ve aydınlar yaratıcılık-tan yoksun hale getiriliyor, tek amaç büyük şir-ketlere ve Washington’daki acımasız, çürümüşhükümete destek sağlamak. Herkes biliyor ar-tık: ABD, Vietnam’da halkı özgürlüğe kavuş-turmak için değil, devrimi engellemek için sa-vaşıyor. ABD’nin Asya’da inanılmaz yatırımlarıvar. Bu yatırımlardan milyarlar kazanılıyor. Gü-neydoğu Asya halkları bağımsızlığa kavuşursa,ABD’nin sömürüsü tehlikeye girer. Kaç kişinin

öldürüldüğü Johnson’un da, egemen sınıfın daumurunda değil. Amerika’ya karşı olanlar,Johnson çetesi ve elbette bu Komite. Dünyahalklarının düşmanları onlar. Uluslararası po-litika tarihinin en nefret edilen güçleri. Mutlakayenilgiye uğratılmalıdırlar. Grevler çığ gibibüyüyor. Gettolarda başkaldırılar çoğalıyor. Ka-raderililer politik güç için örgütleniyor. Asıl sa-vaşın Vietnam’da değil, burada olduğu biliyorlar.Karaderililerin de, Vietnamlıların da düş-manları aynı: ABD yöneticileri. ABD hükümeti,Adolf Hitler’in izinden yürüyor. Mark Twain, ikiAmerika olduğunu söylemişti. Biri hüküme-ti, öteki halkı temsil eden iki Amerika. Biz ger-çek Amerika’dan, halkın Amerika’sından ya-nayız.

POOL: Bir dakika.

Görevli kapıya kadar götürsün CHERKOSS: Emekçilerin politik gücü elde

edeceklerine inanıyoruz. Öğrencilerin ve na-muslu aydınların yardımıyla... Sizler, bizi kor-kutmak, parçalamak amacıyla çağırıyorsunuzkarşınıza. Biz buraya temiz ellerle geliyoruz;siz ise aynı şeyi söyleyemezsiniz. Amerikanhalkının çıkarlarına karşı davrananlar bizler de-ğil, sizlersiniz... Hükümet gibi, bu Komite deAmerikan halkı tarafından, emekçiler, aydın-lar, öğrenciler tarafından paramparça edile-cektir. Amerikan ve dünya halklarının çıkar-larını gözeten bir Komünist, bir Marksist-Le-ninist, bir devrimci olduğumu söylemekten degurur duyuyorum.

POOL: Hükümeti devirmek için gerekirseşiddet kullanmayı da düşünüyor musunuz?

CHERKOSS: Avukatları salondan çıkarmakiçin nasıl şiddet kullandığınıza buradaki her-kes tanık oldu. Dünya halklarını sindirmek içinABD hükümetinin nasıl şiddet kullandığını daherkes biliyor. Apaçık ortada. Şiddet, yöneti-ci sınıfın kullandığı bir araçtır. Tarihsel bir ger-çektir bu. Şiddeti uygulayanlar sizlersiniz.

POOL: Hükümeti devirmek için gerekirseşiddet kullanır mısınız?

CHERKOSS: Daha önce söylediğim gibi,Amerikan emekçileri, kendilerini destekle-yenlerle birlikte, gücü bir biçimde ele geçire-ceklerdir.

POOL: Gerekirse şiddet kullanarak mı?CHERKOSS: Tarihe bir göz atarsak hiçbir

yönetici sınıfın gücü gönüllü bir biçimde dev-rettiklerini göremeyiz. Tarihsel bir gerçektir bu.

POOL: Gelecekte de mi öyle olacak?CHERKOSS: Gelecekte değil, bugün Hü-

kümet dünya halklarını da, bizim halkımızı daşiddetle sindiriyor. Her gün güç ve şiddet kul-lanıyorlar.

POOL: Bir kere daha soruyorum. Bu Hü-kümeti devirmek için gerekirse şiddet kulla-nır mıydınız?

CHERKOSS: Güç ve şiddet –POOL: Yönetici sınıfın araçlarıdır diyorsu-

nuz.CHERKOSS: Yanıtım bu... POOL: Tanık gidebilir.CHERKOSS: Söylemek istediğim birkaç şey

daha var.POOL: Görevli onu kapıya kadar götürsün.

4

Mark Twain, iki Amerika

olduğunu söylemişti.Biri hükümeti,

öteki halkı temsil eden iki Amerika.

Biz gerçek Amerika’dan, halkın

Amerika’sındanyanayız

Şiddet yönetici sınıfın kullandığı bir araçtır

Aydınlık27 Haziran 2014 Cuma

ÜLKÜ TAMER

Steven Cherkoss, Vietnam Savaşı karşıtı gösterileri nedeniyle

ABD basınında yer almıştı (1966)

Page 5: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

Önceki yıllarda Nihat Ziyalan, TahaToros, Ayla Kutlu, İpek Ongun veProf. Dr. Erman Artun’a verilen‘Çukurova Ödülü’ bu yıl, ‘üstün

sanatsal birikimi, seçkin kimliği, yapıtları,poetikası, yazınsal evreni’ gibi çok yönlükimliği gözetilerek şair yazar Ülkü Ta-mer’e verildi.

Adana’dan Çetin Yiğenoğlu, Antak-ya’dan Mehmet Karasu, Mersin’den F. Saa-det Bilir’den oluşan Çukurova Ödülü SeçiciKurulu bu yıl ‘sanatın pek çok dalındaki ve-rimliliği, edebiyatımızın şiir, öykü, oyun, anıtürlerinde düzeyli yapıtlar ortaya koyma-sı özellikle Türk şiirinin modernleşme sü-recindeki öncü rolü, öykülerinde, şiirlerin-de yarattığı özgün dilin yanı sıra oyuncu-luk, çevirmenlik, yayıncılık, sinema alanın-daki çalışmaları, toplumsal duyarlılığı, ren-kli, üretken, bilgi kişiliğiyle kültürümüze kat-kıları dolayısıyla’ 8. Uluslararası Çukuro-va Sanat Günleri kapsamındaki 6. Çuku-rova Ödülü’nü Ülkü Tamer’e sunmayı uy-gun gördü.

Ödülle birlikte Ülkü Tamer’e armağanolarak “Ülkü Tamer Çukurova Ödülü2014” adıyla bir de kitap yayımlandı. Ki-tapta, aralarında benim de; ‘Ülkü Tamer İçinKısa Yazı Uzun Başlık: Hem Dersini BilmiyorHem de Şişman Herkesten’ başlıklı yazımile Refik Durbaş, Doğan Hızlan, Öner Yağ-cı, Mehmet Karasu, F. Saadet Bilir, Oğuz De-miralp, Dolunay Aker, Arife Kalender gibi,22 yazarın Ülkü Tamer’e adanmış yazıla-rı, Ülkü Tamer’le yapılan söyleşiler veÜlkü Tamer’in şiirlerinden, yazılarındanörnekler yer alıyor.

Ülkü Tamer, 20 Şubat 1937’de Gazian-tep’te doğdu. Dayı Ahmet Ağa İlkokulu’nu,İstanbul’da Robert Koleji’ni bitirdi. Bir süreİstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitü-sü’nde okudu. Robert Koleji’nde okurken şiiryazdı, tiyatro ile ilgilendi. Okul tatil oldu-ğunda Gaziantep’te aralarında Onat Kut-lar’ın da bulunduğu arkadaş çevresiylevakit geçirir. Kolejin son sınıfında geldiğindePazar Postası’nda, Yeditepe ve Varlık der-gilerinde şiirleri yayınlanır. Tiyatro çevirileriyapar. Çeviri oyunları; Karaca, Gazanfer Öz-can, Kenterler, Şehir ve Devlet tiyatrolarındaoynanır. Kendisi de oyunlarda rol alır. “Di-reklerarası” oyununda Hüsmen Pehlivan’ıoynar. Oyunculuğa yönelten sınıf arkada-şı Genco Erkal’dır. Bunu, Haldun Taner’in“Keşanlı Ali Destanı”nda oynadığı ManyakCafer, ardından “Teneke”, “Kurban” gibioyunlardaki tiyatro aktörlüğü izler. Oyun-culuğunu beş yıl kadar sürdürür.

Çocukluğunun anayurdu her ne kadarGaziantep ise de, beşiği Türk şiiridir. Ana-yurdu kadar sever şiiri. Garip şairleri, İkin-ci Yeniciler, Dışavurumcular, Letristler şiir ya-zıyorlardır, ama çoğu zaman anlamı ol-mayan şiirlerdir bunlar. Anlamı bilerek,isteyerek yok saymışlardır. Anlamsızlığı sa-vunurlar. Özellikle İkinci Dünya Sava-

şı’ndan sonra insanlık onurunun aşağıla-narak çiğnendiğini düşünen yeni şiir akımıtemsilcileri, insanı bu denli alçaltan ve an-lamsızlaştırılan bir dünyada güzel ve iyi şey-ler olamayacağını ileri sürerler. Şiirin de iyive güzelden yana bir tavır takınmasının,bundan böyle şiire haksızlık sayılacağıdüşüncesiyle şiirde saçmaya saplanırlar veanlamsızın şiirini yazmaya başlarlar.

Özdemir İnce şiirde anlamsızlığa karşıdır,İnce’ye göre çağdaş şiir aynı anda anlam-lı olan şiirdir. “Tabula Rasa”da, ‘Şiirsel An-lamın Yapısı’ adlı denemede “Gerçektençağdaş bir şiir yazmak için, biçimin, anla-mın yapısal katmanlarından biri olduğunuanlamak gerekiyor” der.

1940’larda şiirimize devrimci bir akımolarak giren Garip -Birinci Yeni- Şiiri, De-mokrat Parti döneminde başlangıçtakiçizgisinden saparak, kendini yinelemeyebaşlayınca, Mavi’cilerin yoğun eleştirisineuğrar. Özellikle de Attila İlhan Birinci Yeni’yieleştirileriyle sarsar.

İkinci Yeni, Birinci Yeni hareketine kar-şı bir tepki olarak ortaya çıkar. İkinci Ye-ni’ciler de Mavi’ciler gibi Garip şiirinin, şii-ri yozlaştırdığı inancındadırlar. Buna karşıçıkmak için yanlış bir yöntemle anlamsı-zı yücelten şiirler yazılır. İkinci Yeni şiirlerihenüz bu ad altında anılmadan önce1954’ten itibaren; Yedi Tepe, Pazar Posta-sı, Salkım, Kimsecik ve Köprü’de, 1960’lı yıl-larda da Yeni Dergi, Papirüs gibi dergiler-de görülür. Aynı anlayışla yazan İkinciYeni şairler arasında; Cemal Süreya, İlhanBerk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Ka-rakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer yer alır.

Ülkü Tamer’in İkinci Yeni’de iken anla-mı kovduğu şiirleri dışında, İkinci Yeni’denkopması ile anlam şiirlerine girmeye baş-lar. Şiirdeki kırılma noktası olarak burayı işa-ret edebiliriz. “Selam Olsun” bu niteliktekişiirlerindendir. “Selam olsun dağa taşa / Ya-ranlara selam olsun / Ormandaki kurdakuşa / Cerenlere selam olsun // Dünyaüstü kara zindan / Boynumuzda yağlı ur-gan / Yolculardan hancılardan / Soranla-ra selam olsun // Ölüm canın has yolda-şı / Diken gülün gönüldeşi / Kar altında de-niz düşü / Kuranlara selam olsun // Kâ-ğıdımız çaput bizim / Kefenimiz bulut bi-zim / Mesleğimiz umut bizim / Kuranlaraselam olsun”

Çetin Yiğenoğlu, 8. UÇSG Genel Koor-dinatörü olarak Çukurova Sanat Girişimiadına kitaba yazdığı ‘Sunu’da “…genlerin-de bu kültüre ait şifreler taşıdığına inandı-ğımız bir Çukurovalı olan Gaziantepli hem-şehrimiz Ülkü Tamer’e kendi sanatıylabirlikte bölgemizin adını da bayraklaştırdığıiçin…” Çukurova Ödülü’nü Ülkü Tamer’esunduğunu yazıyor.

Hiç itirazımız yok. Neruda’nın da dediğigibi “şiir; onu yazana değil, ona ihtiyacı ola-na aittir.” Buna şairler de dâhildir. Ülkü Ta-mer Anadoluludur ve hepimizindir.

Güneş toplayan şair:Ülkü Tamer

HALİT PAYZA5Aydınlık

Page 6: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

Önceki yıllarda Nihat Ziyalan, TahaToros, Ayla Kutlu, İpek Ongun veProf. Dr. Erman Artun’a verilen‘Çukurova Ödülü’ bu yıl, ‘üstün

sanatsal birikimi, seçkin kimliği, yapıtları,poetikası, yazınsal evreni’ gibi çok yönlükimliği gözetilerek şair yazar Ülkü Ta-mer’e verildi.

Adana’dan Çetin Yiğenoğlu, Antak-ya’dan Mehmet Karasu, Mersin’den F. Saa-det Bilir’den oluşan Çukurova Ödülü SeçiciKurulu bu yıl ‘sanatın pek çok dalındaki ve-rimliliği, edebiyatımızın şiir, öykü, oyun, anıtürlerinde düzeyli yapıtlar ortaya koyma-sı özellikle Türk şiirinin modernleşme sü-recindeki öncü rolü, öykülerinde, şiirlerin-de yarattığı özgün dilin yanı sıra oyuncu-luk, çevirmenlik, yayıncılık, sinema alanın-daki çalışmaları, toplumsal duyarlılığı, ren-kli, üretken, bilgi kişiliğiyle kültürümüze kat-kıları dolayısıyla’ 8. Uluslararası Çukuro-va Sanat Günleri kapsamındaki 6. Çuku-rova Ödülü’nü Ülkü Tamer’e sunmayı uy-gun gördü.

Ödülle birlikte Ülkü Tamer’e armağanolarak “Ülkü Tamer Çukurova Ödülü2014” adıyla bir de kitap yayımlandı. Ki-tapta, aralarında benim de; ‘Ülkü Tamer İçinKısa Yazı Uzun Başlık: Hem Dersini BilmiyorHem de Şişman Herkesten’ başlıklı yazımile Refik Durbaş, Doğan Hızlan, Öner Yağ-cı, Mehmet Karasu, F. Saadet Bilir, Oğuz De-miralp, Dolunay Aker, Arife Kalender gibi,22 yazarın Ülkü Tamer’e adanmış yazıla-rı, Ülkü Tamer’le yapılan söyleşiler veÜlkü Tamer’in şiirlerinden, yazılarındanörnekler yer alıyor.

Ülkü Tamer, 20 Şubat 1937’de Gazian-tep’te doğdu. Dayı Ahmet Ağa İlkokulu’nu,İstanbul’da Robert Koleji’ni bitirdi. Bir süreİstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitü-sü’nde okudu. Robert Koleji’nde okurken şiiryazdı, tiyatro ile ilgilendi. Okul tatil oldu-ğunda Gaziantep’te aralarında Onat Kut-lar’ın da bulunduğu arkadaş çevresiylevakit geçirir. Kolejin son sınıfında geldiğindePazar Postası’nda, Yeditepe ve Varlık der-gilerinde şiirleri yayınlanır. Tiyatro çevirileriyapar. Çeviri oyunları; Karaca, Gazanfer Öz-can, Kenterler, Şehir ve Devlet tiyatrolarındaoynanır. Kendisi de oyunlarda rol alır. “Di-reklerarası” oyununda Hüsmen Pehlivan’ıoynar. Oyunculuğa yönelten sınıf arkada-şı Genco Erkal’dır. Bunu, Haldun Taner’in“Keşanlı Ali Destanı”nda oynadığı ManyakCafer, ardından “Teneke”, “Kurban” gibioyunlardaki tiyatro aktörlüğü izler. Oyun-culuğunu beş yıl kadar sürdürür.

Çocukluğunun anayurdu her ne kadarGaziantep ise de, beşiği Türk şiiridir. Ana-yurdu kadar sever şiiri. Garip şairleri, İkin-ci Yeniciler, Dışavurumcular, Letristler şiir ya-zıyorlardır, ama çoğu zaman anlamı ol-mayan şiirlerdir bunlar. Anlamı bilerek,isteyerek yok saymışlardır. Anlamsızlığı sa-vunurlar. Özellikle İkinci Dünya Sava-

şı’ndan sonra insanlık onurunun aşağıla-narak çiğnendiğini düşünen yeni şiir akımıtemsilcileri, insanı bu denli alçaltan ve an-lamsızlaştırılan bir dünyada güzel ve iyi şey-ler olamayacağını ileri sürerler. Şiirin de iyive güzelden yana bir tavır takınmasının,bundan böyle şiire haksızlık sayılacağıdüşüncesiyle şiirde saçmaya saplanırlar veanlamsızın şiirini yazmaya başlarlar.

Özdemir İnce şiirde anlamsızlığa karşıdır,İnce’ye göre çağdaş şiir aynı anda anlam-lı olan şiirdir. “Tabula Rasa”da, ‘Şiirsel An-lamın Yapısı’ adlı denemede “Gerçektençağdaş bir şiir yazmak için, biçimin, anla-mın yapısal katmanlarından biri olduğunuanlamak gerekiyor” der.

1940’larda şiirimize devrimci bir akımolarak giren Garip -Birinci Yeni- Şiiri, De-mokrat Parti döneminde başlangıçtakiçizgisinden saparak, kendini yinelemeyebaşlayınca, Mavi’cilerin yoğun eleştirisineuğrar. Özellikle de Attila İlhan Birinci Yeni’yieleştirileriyle sarsar.

İkinci Yeni, Birinci Yeni hareketine kar-şı bir tepki olarak ortaya çıkar. İkinci Ye-ni’ciler de Mavi’ciler gibi Garip şiirinin, şii-ri yozlaştırdığı inancındadırlar. Buna karşıçıkmak için yanlış bir yöntemle anlamsı-zı yücelten şiirler yazılır. İkinci Yeni şiirlerihenüz bu ad altında anılmadan önce1954’ten itibaren; Yedi Tepe, Pazar Posta-sı, Salkım, Kimsecik ve Köprü’de, 1960’lı yıl-larda da Yeni Dergi, Papirüs gibi dergiler-de görülür. Aynı anlayışla yazan İkinciYeni şairler arasında; Cemal Süreya, İlhanBerk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Ka-rakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer yer alır.

Ülkü Tamer’in İkinci Yeni’de iken anla-mı kovduğu şiirleri dışında, İkinci Yeni’denkopması ile anlam şiirlerine girmeye baş-lar. Şiirdeki kırılma noktası olarak burayı işa-ret edebiliriz. “Selam Olsun” bu niteliktekişiirlerindendir. “Selam olsun dağa taşa / Ya-ranlara selam olsun / Ormandaki kurdakuşa / Cerenlere selam olsun // Dünyaüstü kara zindan / Boynumuzda yağlı ur-gan / Yolculardan hancılardan / Soranla-ra selam olsun // Ölüm canın has yolda-şı / Diken gülün gönüldeşi / Kar altında de-niz düşü / Kuranlara selam olsun // Kâ-ğıdımız çaput bizim / Kefenimiz bulut bi-zim / Mesleğimiz umut bizim / Kuranlaraselam olsun”

Çetin Yiğenoğlu, 8. UÇSG Genel Koor-dinatörü olarak Çukurova Sanat Girişimiadına kitaba yazdığı ‘Sunu’da “…genlerin-de bu kültüre ait şifreler taşıdığına inandı-ğımız bir Çukurovalı olan Gaziantepli hem-şehrimiz Ülkü Tamer’e kendi sanatıylabirlikte bölgemizin adını da bayraklaştırdığıiçin…” Çukurova Ödülü’nü Ülkü Tamer’esunduğunu yazıyor.

Hiç itirazımız yok. Neruda’nın da dediğigibi “şiir; onu yazana değil, ona ihtiyacı ola-na aittir.” Buna şairler de dâhildir. Ülkü Ta-mer Anadoluludur ve hepimizindir.

Güneş toplayan şair:Ülkü Tamer

HALİT PAYZA5Aydınlık

Page 7: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

6TAYLAN KARA [email protected]

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Hamdi Koç’un 2014 yılında OrhanKemal Roman Ödülü’nü almasıylabaşlayan bu tartışmada…

Yazıya böyle başlamak isterdim amabaşlayamıyorum. Çünkü Hamdi Koç’un ödü-lü alması hiçbir tartışma yaratmadı. Nere-deyse iki aylık sürede eleştirel sadece bir (ra-kamla 1) yazı gördüm. Ödül jürisi kimlerdirdiye merak ederken Türkiye’deki edebiyatödüllerinin jürilerini inceledim.

Son söyleyeceğimi şimdi söyleyebilirim:Türkiye’de ödüller veren, şair ve yazarla-

rı öne çıkaran kısacası “edebiyat piyasası” bir-kaç kişinin mutlak hakimiyeti altındadır.

Tek başına bir seçici kurul: Doğan Hızlan

2013’te verilen 23 edebiyat ödülünde, bir-den fazla jüri üyeliği yapmış adları incelediğimizdeşöyle bir tabloyla karşılaşırız:

Doğan Hızlan: 12 kez, Hilmi Yavuz: 5 kez, CevatÇapan: 4 kez, Egemen Berköz: 4 kez, Metin Celâl:4 kez; Refik Durbaş: 4 kez, Cemil Kavukçu, Enver Er-can, Eray Canberk, Faruk Şüyün, Nursel Duruel, Se-lim İleri, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi, Turhan Gü-nay ve Ülkü Tamer ise üçer kez ödül jürisinde yeralmıştır. (1)

Bu sayılar bütün ödülleri kapsamadığındanmuhtemelen daha da fazladır.

Benim tek tek bakarak saptayabildiğim kadarıylaDoğan Hızlan’ın seçici kurulunda bulunduğu ede-biyat ödülleri aşağıda verilmiştir:

Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Sait Faik Hikaye Ar-mağanı, Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Yunus NadiŞiir Ödülü, Haldun Taner Öykü Ödülü, Erdal Öz Ede-biyat Ödülü (2010’a kadar), Behçet Aysan ŞiirÖdülü, Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, Altın Porta-kal Şiir Ödülü, Dünya Kitap Ödülü, Attilâ İlhan ŞiirÖdülü, Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü, Metin Altı-ok Şiir Ödülü.

Muhtemelen fazlası da vardır. Aydın DoğanÖdülü 1997’de roman, 2000’de şiir, 2012’de ise öyküdalında verilmiştir. Hepsinin seçici kurulunda Do-ğan Hızlan vardır. (2)

Aydın Doğan Ödülü, arkeoloji, kent mimarisi, re-sim, moda tasarımı, heykel, tiyatro, sinema, Türk Halkmüziği, fotoğraf dalında verildiği yılların tamamındaseçici kurulda yine Doğan Hızlan bulunmaktadır.

Farkında mısınız bilmiyorum ama size bir deh-şet resmi gösteriyorum.

İlan edilene göre 2014’te Orhan Kemal RomanÖdülü’ne 44 roman katılmış. (3)

Ödül yönetmeliğine göre dosyalar şubat sonundajüriye ulaşmakta ve mayısın ikinci haftası ilan edil-mektedir. Yani jüri üyelerinin dosyaları okuması içintoplam 2.5 aylık (75 gün) bir süre vardır. 44 romanınher birinin ortalama 300 sayfa olduğunu kabul eder-sek (ödülü alan kitap 599 sayfadır) toplam 13 binsayfadan fazla eder. Acaba jüri üyeleri işi gücü bı-rakıp 75 günde 13 bin sayfa okumuş mudur, ne der-siniz? Birçok jüri üyesinin başka ödüllerde de seçi-ci olduğunu da unutmadan...

Yoksa dosyalar okunmayıp sadece “değerlen-dirilmiş” midir? Soruyu sizin muhakemenize bıra-kıyorum. Bir roman “okunmadan” nasıl “değerlen-dirilir”, doğrusu hiç bilmiyorum. Ama sanırım bir yolubulunmuş olmalı, çünkü başka türlü bu kadar çok

dosyayı okumanın olanağı yok.

Jüri üyeleri ne diyorHaldun Taner Öykü Ödülü jürisinden ayrılan Ah-

met Oktay: “Kendi adıma gelen dosyaları doğru dü-rüst okuyamıyordum. Yapıtlara gerekli ilgiyi göste-remiyordum.”

Yine aynı jüriden ayrılan Tuğrul Eryılmaz: “Dos-yaları asla tam anlamıyla” okuyamadığını ve “jüri-nin akıntısına kapılarak” oy kullandığını söylüyor.

Aynı jürinin üyelerinden Tahsin Yücel, görevini bı-rakan üyelerin gerekçelerini doğru bulduğunu ve bugerekçelerin kendisi için de geçerli olduğunu belir-tiyor.(4) Tahsin Yücel, aynı zamanda Hamdi Koç’a ve-rilen Orhan Kemal Roman Ödülü’nün de seçici ku-rul üyesidir.

Peki, şuna ne demeli: 2003 yılı Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Ali Hikmet’e

veriliyor. Jüride Adalet Ağaoğlu, Füsun Akatlı, Prof.Cevat Çapan, Mehmet H. Doğan, Doğan Hızlan (el-bette ve daima!), Hilmi Yavuz ve Prof. Tahsin Yücelvar. Ali Hikmet kim? Hilmi Yavuz’un oğlu. Yani ba-basının yer aldığı bir jüri, oğluna ödül veriyor! Bunuhak edip etmemesi ayrı konu ama yarışmacı Ali Hik-met ya da jüri Hilmi Yavuz, birisinin orada olmamasıgerekmiyor mu? Bu işte terslik yok mu? Babası-nın jüri olduğu bir yarışmada oğlu nasıl ödül alır? Busoruları muhakemenize değil şaşkınlığınıza bırakı-yorum. Aynı Hilmi Yavuz, Orhan Kemal Roman Ödü-lü jürisindeyken, ödül sekreterinin, seçiciler kurulu-nun haberi bile yokken, ödülü kimin aldığını açık-laması üzerine, öteki bazı üyelerle birlikte istifa eder.Yapılanın densizlik olduğunu belirtir. (5)

Jürinin ödül verilen yazardan haberinin olmaması,sanırım bu konuda gelinecek en son yerdir. Yine,2009’da benzer bir olay yaşanır. Reha Mağden ÖyküÖdülünde jüri üyeleri, ödül verildiği açıklanan ese-ri okumadıklarını açıklamıştır. Jüri başkanı tahminedeceğiniz gibi elbette ve her zamanki gibi DoğanHızlan’dır! (6,7)

Bu olay üzerine Birgün gazetesi sorumluluğu üst-lenerek, pek benzerine rastlanmayacak bir tavır al-mış ve özür yayınlamıştır.

Örnekler çoğaltılabilir, bu yazı sayfalarca uzatı-labilir. Ancak tablo yeterince nettir.

• Türkiye’de edebiyat ödülleri birkaç kişinin kont-rolü altındadır.

• Ödül jürilerinin büyük çoğunluğu hep aynı in-sanlardan oluşmaktadır.

• Ödül jürilerinin çoğu yarışmacıların eserleriniokumamaktadır.

• Ödül vermede, edebiyat dışı ölçütler kulla-nılmaktadır.

• Verilen bazı ödüllerden, ödül jürisi dahi ha-berdar değildir.

Bu sonuçlardan sonra “edebiyat piyasası”’naiki önerim var. İlki şu:

Yarışmacıların bu kadar ödüle ayrı ayrı baş-vurup katılması büyük bir zahmettir. Bu neden-le edebiyat ödülleri tek çatı altında toplanmalı. Na-sılsa hepsinin jürisinde Doğan Hızlan olduğunagöre yarışmacıların doğrudan ona başvurmala-rını öneriyorum. Doğan Hızlan gerekli değerlen-dirmeyi (“okumayı” değil “değerlendirmeyi”) yap-tıktan sonra kazanan 10-15-20 kişiyi açıklama-lı.

İkinci önerim şu: Tüm ödül verme yetkisi birjüri meclisine devredilmeli (ki şu an durum za-ten aşağı yukarı böyledir): Türkiye Büyük Edebi-

yat Jürisi Meclisi (TBEJM) gibi.Her jürinin ağırlıklı oy hakkı olmalı. Örneğin Do-

ğan Hızlan’a 13 oy, Hilmi Yavuz’a 5 oy vs. gibi. Ödül-leri bu kurul tek elden dağıtmalı.

Olanlar, daha mı az saçmaŞu an edebiyat dünyasında olanların, asgari öl-

çüler içerisinde herhangi bir açıklaması var mıdır?Bir an jüri üyelerinin birer edebiyat dahisi olduğu-nu düşünelim. Bütün şüphelerimizi ve “fesatlığımı-zı” bir kenara koyalım. Gerçekten son derece yet-kin ve hatta gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçılar,dehalar bile olsalar, bir edebiyatın birkaç kişinin sa-nat anlayışı ve kavrayışı tarafından şekillendirilmesidoğru mudur? Fransız edebiyatını tek başına Bal-zac şekillendirseydi, İngilizce edebiyat sadece Ber-nard Shaw ve onun gibi yazanlardan oluşsaydı şuan olduğundan daha fakir bir edebiyat olmaz mıy-dı? Ne kadar yetenekli olursa olsun birkaç insanınanlayışının damgasını vurduğu edebiyat kısır kal-maktan kurtulamaz. Ayrıca hangi insan ya dahangi bir grup insan koca bir edebiyatı şekillendir-me hakkına sahip olabilir?

Bu yazının amacı, asla bu ödülleri almış şair, ya-zar ve edebiyatçıları rencide etmek veya eserleri-ni küçümsemek değildir. Jüri üyeleri de kendieserlerinin niteliğince elbette değerli insanlardır. Ama“piyasa sanatı”nın ve “ödül oligarşisi”nin Türk ede-biyatını getirdiği nokta burasıdır. Vasat Edebiyat bubataklığın bir ürünüdür. Ortada bir bataklık vardır:birçok kişi ve kurumun görmezden geldiği, yok say-dığı, kafasını çevirdiği, sessizce izlediği bir bataklık…Sessiz kalan herkesi er ya da geç içine çekecek olanbir bataklık.

Kaynaklar1 http://koltukname.com/2014/01/01/2013un-one-ci-

kan-juri-uyeleri/2 http://www.aydindoganvakfi.org.tr/TR/AydinDoga-

nAwards.aspx?View=20083 http://orhankemal.org/v04/yonet_tr.htm4 http://www.maviyesildergisi.com/index_dosya-

lar/Page534.htm5 http://www.zaman.com.tr/hilmi-yavuz/bir-juri-uye-

sinin-anilari_537625.html6 http://www.gazeteciler.com/birgunde-odul-skanda-

li-0-2989p.html7 http://www.odatv.com/n.php?n=birgun-gazetesi-ne-

den-ozur-diledi-0906091200

Ama “piyasa sanatı”nınve “ödül oligarşi”sinin

Türk edebiyatınıgetirdiği nokta burasıdır.

Vasat Edebiyat bu bataklığın bir ürünüdür.

Ortada bir bataklıkvardır: birçok kişi

ve kurumungörmezden geldiği,

yok saydığı, kafasını çevirdiği,sessizce izlediği

bir bataklık… Sessiz kalan herkesi

er ya da geç içine çekecek olan

bir bataklık

Türkiye’de edebiyat ödülleri nasıl verilir

Page 8: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

MECİT ÜNAL7

Hamdi Koç “toplu mezar bu-lucusu” olmalı! Böyle bir mes-lek gerçekte yoksa da, yaza-rın “Çıplak ve Yalnız” adlı

“küfür romanı”dan sonra artık var! “Küfür romanı” adlandırması, ede-

biyat eleştirisi tarihimizde aşağı yuka-rı 30 yıldır var olan bir niteleme. Bu ni-telemeyi hak eden pek çok roman ya-zıldı o günden bu güne. Aradan geçen30 yılda küfrün biçimi, hedefi ve ama-cı değiştiyse de özü, içeriği aynı kaldı.Ahmet Altan’ın “Soğuk Savaş” ideolojisigereği devrime, devrimciliğe (sola vesosyalizme) küfreden “Sudaki İz” vb. ro-manları zaman içinde SB’nin dağılmasıve dünyaya yeni bir düzen -“yeni dün-ya düzeni”- verilmesiyle birlikte yönünüonun müttefiki 1908 Jöntürk ve 1923Cumhuriyet devrimlerine dönerkenbu yeni düzenin ideolojisinin gereğiniyerine getiriyordu. “Kılıç Yarası” ve“Tehlikeli Masallar”, “Yeni Orta Çağ” dadenilen bu yeni “konsept”in Türki-ye’deki –belki dünyadaki de- ilk ro-manları oldu.

Proje metinlerBaştan söyleyelim ki, bunlar roman

değil, son günlerin deyimiyle, bir deedebiyat aracılığıyla algı yaratmayı amaçlayanproje-metinlerdir ve Türkiye üzerindeki emperya-list programın bir parçası olarak 30-35 yıldan beriyazılmakta ve yazdırılmaktadır. Proje romanın iş-lediği tez, verdiği mesaj hep bu emperyalist prog-ramın ruhuna uygun olmak, uydurulmak duru-mundadır. Söz gelimi, emperyalizmin soykırımtezini roman yoluyla kanıtlamaya soyunan Ham-di Koç’un “Çıplak ve Yalnız”da yaptığı gibi yüzyıl ge-riye gitmesine gerek yok; çok daha yakın zaman-lardaki Hocalı katliamına değinen bir hikâyenin ro-manını basacak yayınevi bulamayan bir romancı-nın, aynı romanı hikâyenin geçtiği yer, zaman ve ki-şilerde yapacağı küçük değişikliklerle emperyaliz-min Türkiye’nin Ermeni soykırımı yaptığı tezlerineuygun hale getirerek yeniden götürdüğünde bu kezyayınevi seçmekte zorlanacağı, maalesef, “edebi-yat dünyamız”ın acı bir gerçeğidir. Toplu mezar dabulmalı ama!

Biz bu gerçekten, ilaveten şu gerçeği de çıka-rabiliriz: Türkiye’ye, devrimlere, Kurtuluş Savaşı’na,Cumhuriyet’e, Atatürk’e, İnönü’ye küfret en büyükromancı sen olursun. Kim tutar artık seni, ödül desenin, çok satmak ve yok satmak da, şan ve şöh-ret de!

Ahmet Altan’ın, Orhan Pamuk’un on binlerce sa-tılan ama nedense kimsenin okumadığı romanla-rının dayandığı gerçek işte bu!

Devam edelim.

Hiç utanmadılar mı“Konsept” varlık zeminine göre kendini güncel-

ledikçe “küfür romanı” da çerçevesini Poyraz Köyve Zir Vadisi’ne dek genişletti. “Ergenekon” ve“Balyoz” gibi operasyonları planlayan ve yürüten-lerin elleriyle koymuş gibi buldukları silah, mühimmatve belgeleri televizyonlardan canlı yayınla ortalığasaçmaları aynı yıllardadır. Salt silah ve mühimmat

mı, eş zamanlı kazılarda insan kemikleri de bulundu!O günlerde kimse inanmadıydı ama, şimdi bütünbunların düzmece olduğu ve gerçekte de, birkaç günöncesinin gazetelerine sarılı bir haldeki her şeyinbu operasyonları planlayan ve yürütenlerin kendi-lerinin koyup kendilerinin bulduğu bir bir ortaya çı-kıyor. Bundan, edebiyat tarihinin adaletine havaleetmeden küfür romanı yazarlarının da payına dü-şen, utançtan çok daha fazlası olacak ve olmalı.

Yine de şunu soracağız ve sormalıyız: Gerçek-ten de hiç utanmadınız mı o satırları yazarken?

Eşzamanlı kazılarGelelim “Çıplak ve Yalnız” yazarının “toplu me-

zar buluculuğu”na… Kazıcılığı da diyebiliriz ve hiç deyanlış olmaz… Evet, Emniyet’in Poyraz Köy ve ZirVadisi’nde bulduğu silah ve mühimmatla HamdiKoç’un “Çıplak ve Yalnız”da on gün süren bir kazısonunda bulduğu -Mesut Akarsu’ya buldurduğu-Haybetlere ait toplu mezar aynı yıllardadır! (“Çıp-lak ve Yalnız”ın son sayfasındaki tarih 2009-2013).

599 sayfa boyunca ara ara ipuçları verdiği, araara bir vesileyle hatırlattığı bir toplu mezar arıyanyazar, romanına seçtiği, hiçbir şeye, hatta Tanrı’yabile inanmayan başkişisi, ruhlarla konuşma yete-neğine sahip Mesut Akarsu’nun aracılığıyla bulu-yor da!

Kimseyi sevmeyen, paradan, kadın ve kızlardanbaşka bir şey düşünmeyen bir roman kişisi! Okurgözünde ancak böyle biri inandırıcı olabiliyor demekki! Define arayıcılarının tılsımı papaza çözdürme-leri ile misyonerlerin Tanrı’nın varlığına daha öncekiyaşamında her türlü pisliğe bulaşmış olan kimse-leri tanık göstermeleri birbiriyle akraba iki düşün-cedir. Buna Ergenekon davasının gizli tanıklarını daekleyebiliriz. Demek ki hakimler de yalancıya,anasının ipini satmışlara inanmayı, yaşamları insan

ve ülke sevgisi, dürüstlük ve özveri üze-rine kurulu kimselere inanmaya yeğ tu-tuyorlar.

En gerçek dışı şeylere, hurafelere, enköksüz iddialara inanmamızı sağla-yanların kişilikleri en kötü olanlar olmasıbir rastlantı mı sizce?

Romanımızın en yeni konusu“Çıplak ve Yalnız”la birlikte roman-

cılarımızın ruhların dünyasına nüfuz et-meye başladıklarını, ruhlarla konuştuk-larını, vasiyetlerinin yerine getirilmeyenruhların nasıl acı çektiklerini gördükle-rini de öğrenmiş bulunuyoruz ne yazı ki!Yeni ölmüş veya öldürülmüş olanlarınruhları ile eskiden ölmüş veya öldürül-müş olanların ruhlarının gösterdikleri tep-kilerin farklı olduğu da öğrendiklerimizarasında. Hele de toplu bir katliamla(soykırım) öldürülmüşlerse bunu iç ba-yıltıcı bir gazla süreğen bir çığlık halin-de gösterdiklerini yazmak bir romancıiçin çok büyük bir buluş olmalı.

“Çıplak ve Yalnız”dan öğrendikleri-mizin sonu yok. Hikâyesi Ünye’de geçen“Çıplak ve Yalnız”da aranan ve buluna-cağını daha ilk gaz kokusunu duydu-ğumuz an hissettiğimiz toplu mezar bu-lununca, tüm ruhların rahatladığını da öğ-

reneceğiz ayrıca. Tümü de o türlü filmlerdeki gibibuhar olup uçuyorlar!.

Zorunlu bir güncellemeŞunu da saptayalım mı?“Çıplak ve Yalnız”la birlikte artık ruhlar edebi-

yatımızın en önemli konusu ve kişileridir. Bir ruhunkahramanı olduğu ya da sadece ruhların konu edil-diği romanlar bekleyebiliriz artık. Koskoca GATA pro-fesörünün şizofreni hastalarının cin çarpmaya uğ-ramış oldukları bilimsel gerçeğini keşfetmesindensonra “Çıplak ve Yalnız” romancısı, ruhlarla ko-nuşmayı keşfetmiş olmasının neresi absürd?!

Seçici kurulun böyle bir romanda Orhan Kemal’in“ruhu”na uygun ne bulup da ödül verdiği mesele-si ayrıca üzerinde durulması gerekli bir konu. Be-nim burada yapacağım şey, bir güncellemede bu-lunarak 2014 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü ve-rilen “Çıplak ve Yalnız”ı da, Yalçın Küçük’ün 12 Ey-lül ürünü romanları tanımlamada kullandığı “küfürromanları” listesine eklemek. Ekliyorum.

Son günlerin ‘popüler’i 2014 Orhan KemalRoman Ödülü’nüalmış olan Hamdi Koç’un ‘Çıplak ve Yalnız’ı proje bir metin, bir küfür romanı ve ruhlarıkahramanlaştıran bir kitap

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

Toplu mezar bulucusuGÜLDEN TERAZİ

Küfür Romanları

Cumhuriyet’e Karşı

Yalçın KüçükMızrak Yayınları

368 s.

Hamdi Koç

Page 9: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

8DAMLA YAZICI [email protected]

Tüm dinleyicilerimize ‘Tanrı sizi korusun’demek istiyorum, iktidardaki p.çlere isedemek istiyorum ki bitti sanmayın. Yıl-lar gelip geçecek, politikacılar dünyayı

daha güzel bir yer haline getirmek bahanesiy-le herkesi s.kecek. Ama bütün dünyada genç kız-lar ve genç adamlar hayaller kurmaya ve o ha-yalleri şarkılarına koymaya devam edecek. Bugece ölen mühim bir şey yok, ancak bu boktangemideki birkaç çirkin adam ölür. Bu geceyle il-gili tek şey varsa o da şu ki, önümüzdeki yıllardabir sürü harika şarkı yapılacak ve bizim onlarıçalmak gibi bir ayrıcalığımız olmayacak. Amabana inanın o şarkılar yazılacak, söylenecek vedünyanın harikaları olacak.

Kont - The Boat That Rocked Üniversiteyi yeni kazandığım dönemlerdey-

di sanırım, sanırım demek doğru olur, ergenlikyılları takvime pek bakmadığımız yıllar sonuç-ta, müzik peşindeyiz. Sövmek huyunu kazan-mışız, sevmenin peşinden gidiyoruz. Çocuklu-ğun dizlerde bıraktığı yara izleri kalplere taşın-mış. Romantizm bu, adamı perişan eder ma-zallah. İsyan büyük, aşka, adalete, siyasete.Çirkiniz ya hani, sivilceye boğulmuş ya suratı-mız, her yan irin, her yer sivri, biraz delik deşik.O yüzden olsa gerek çirkin adamları, serseri ka-dınları dinliyorum, yüksek sesleri, kaba dışa vu-rumları seviyorum. Yozlaşmış sisteme tekme-

ler atan, fantastik bir hikayeden sahneye düş-müş insanlar şaşırtıyor beni. Tam da o aralar in-ternette rock’n roll kültür mecmuası “Deli Ka-sap” dergisiyle karşılaşıyorum. Müziğin dünya-yı değiştirecek güçlerden biri olduğuna inananinsanların “müzikal eylem” adıyla yazılarını ya-yımladığı bir mecra. O gün bugündür takipçi-siydim.

Geçtiğimiz günlerde Esen Kitap’tan Delika-sap’ın 13. Yıl Özel Koleksiyon baskısı çıktı. De-likasap yayımladığı özel koleksiyon sayılarını birgelenek olarak mutlaka Türkiye’nin değerlerin-den birine ithaf etmekte. Daha önce Aziz Ne-sin, Hrant Dink, Can Yücel ve Yaşar Kemal’e ada-dıkları sayılarını bu sefer büyük şair Nâzım Hik-met’ e ithaf ediyorlar. Ve Haziran Ayaklanma-sı’nın ruhu bütün kitapta yer alıyor. #diren-rock’n’roll altbaşlığı da bu ruhun önemli bir gös-tergesi.

Bir şarkı sözü oluvermekPolitik tavır buradan da anlaşılmakta elbet-

te ama zaten rock ve metal kültürünün teme-linin politiklikten uzak olduğu pek de söylene-mez. Tavır almak farklı yöntemlerle gerçekleş-tirilebilir bu hayatta ve müzik her zaman iyi birseçim olmuştur. Miting meydanlarını düşü-nün, sloganları, pankartları... İdeolojilerine sahipçıkan insanları içerir. Bir de konser alanlarını...Bir aşkı, bir terk edilmeyi, bir çatışmayı aynı andayaşayan, bir ağızdan söyleyen binlerce insan...Alın, muazzam bir ibadet şekli size. Dünya üze-rinde, hiç gitmediğiniz bir köyden bir adam çı-kıyor, koltuklarına, perdelerine sigara kokusu sin-miş köhne odasında delirmemek için -belki de-birkaç söz karalıyor. Aşka, ölüme, yalnızlığa, umu-da ve mutsuzluğa dair... Ve milyonlarcamız na-sıl da ortak oluyoruz o odaya. Ve milyonlarca-mız nasıl da bir şarkı sözü oluveriyoruz soyut de-ğil, somut olarak.

Deli Kasap’a ara ara yazı yazan Nejat İşler gü-zel anlatıyor bunu “Stairway to Heaven withJimmy Page” adlı yazısında. İşler, Teşvikiye’de-

ki sahaf mesaisinde Zed Zeppelin 4 plağına vu-rulur. Aşk... Bildiğin aşk. Ustası İblis Şeref pla-ğın sahibi. Her gün Allah’ın emri peygamberinkavliyle ister plağı Nejat İşler. Bir gün köprü al-tında içerken alır kızı(!) Ve sonra hikaye KemancıBar’a taşınır. Gerisini okuyun görün.

Rock’n Roll her zaman çılgınlık, çarpıcılık veyüksek etki barındırmıştır. Arthur Brown’la baş-layan Alice Cooper’la devam eden 70’lerin ba-şında Kiss grubunun makyajlı suratlarıyla ser-giledikleri unutulmaz konser performanslarıGwar grubunun fantastik masallarla sahnedesistem karşıtı gösterileri ile doruğa çıkmıştı. Ki-tapta Gwar grubundan Oderus Urungus’unDelikasap’a verdiği röportaj da mevcut. Nasıl birgruptan mı bahsediyoruz? Her şarkıda sahne-ye karakterler çıkarıp derisini yüzer, iç organla-rını söküp seyirciye atar ve en sonunda seyir-ciyle birlikte kan banyosu yaparlar. Bu karakterlerarasında olan bazı isimler: Britney Spears, Ge-orge Bush, Obama, İsa, Papa, Hitler, kıçına ikimetrelik bir kazık sokulan polis, Hillary Clinton,Paris Hilton vardır.

Müzik kitaplarını sevinizArşivlik eserlere önem veriyorsanız kesinlikle

sizlik bir kitap ve müziği seviyorsanız gene ke-sinlikle sizlik bir kitap.

İstanbul manzarasındayız, Haliç’e bakıyoruz.Çarpık yerleşmenin çirkin manzarasında bile gü-zel görünen bu kentte ‘serseriler’ müzik yap-makta. Hayyam’dan bestelemişler. Karacoğ-lan’dan sevda çığırıyorlar.

Fatih Akın’ın “İstanbul Hatırası: KöprüyüGeçmek” belgeseli Siyasiyabend’den BizonMurat’ın konuşmasıyla başlar hani: “Konfüçyusder ki; ‘Yeni gittiğiniz bir yerdeki kültürü, kafa se-viyesini, derinlikleri, sığlıkları anlamak için o ye-rin müziğini dinleyin’ der. ‘Müziğini dinlediğinizzaman o yerle ilgili her şeyi algılayacaksınız.”

Şimdi kemerlerinizi bağlayın ve koltuklarınızıdik değil yatar vaziyete getirin. Çünkü müzik din-leyeceğiz.

Dünya üzerinde, hiç gitmediğiniz

bir köyden bir adamçıkıyor, koltuklarına,perdelerine sigara

kokusu sinmiş köhneodasında delirmemek

için -belki de- birkaçsöz karalıyor. Aşka, ölüme,

yalnızlığa, umuda vemutsuzluğa dair...

Ve milyonlarcamız nasıl da ortak

oluyoruz o odaya. Ve milyonlarcamız

nasıl da bir şarkı sözüoluveriyoruz soyut değil,

somut olarak

Delikasap(13. Yıl Koleksiyon Baskısı)

KolektifEsen Kitap

216 s.

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Bana inanın, o şarkılar yazılacakKiss

Woo

dy G

uthr

ie

Page 10: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

ERCAN DALKILIÇ

9

1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi NecibMahfuz, bu coğrafyadaki her ülke gibi siyasigeçmişi oldukça karışık ülkesi Mısır’da ger-çekleşen 1952 Temmuz Devrimi’nin destek-

çisiydi. Fakat, devrimle birlikte gücü eline alan Ce-mal Nasır’ın yönetiminden rahatsız olan Mahfuz, ilkkez 1961’de yayımlanan “Hırsızlar ve Köpekler”de,‘kara polisiye’ diyebileceğimiz türü kullanarak, hemuğradığı düş kırıklığını yansıtmaya, hem de öze-leştirisine soyunmuş.

“Hırsızlar ve Köpekler” 1952’de devrim affıyla ha-pishaneden çıkmış, çırağı İliş ile bir olup kendisineihanet eden karısı Nebevviye’den intikam almak içinyanıp tutuşan hırsız Said Mahran’ın ekseninde şe-killeniyor. Sadece, hapisten sonraki iki haftalık birzaman dilimi anlatılıyor metinde. Said, yalnız basitbir hırsız değildir. Artık bir villada zevküsefa içindeyaşayan ünlü gazeteci, El-Sahra’nın başyazarı, eskidevrim militanı Rauf İlvan’ın da silah arkadaşı, öğ-rencisidir aynı zamanda. İlvan’ınki gibi büyük olmasa

da, yapılan devrimde az da olsa payı vardır.İlvan, “Hırsızlar ve Köpekler”in kilit karakteri ko-

numunda; devrim öncesi Said’e, “Çaldın demek. He-lal olsun. İstismarcıların günahlarını biraz olsun ha-fifletmek için çalmak kesinlikle meşrudur Said. Hiçkuşkun olmasın” diyerek arka çıkan, bir anlamdaonun hapse düşüşüne de zemin hazırlayan İlvan,hapisten çıkan yardıma muhtaç Said’e yardım et-meyi kabul etmez. Bunun üzerine Said, düşman-larının arasına, eski yoldaşı Rauf İlvan’ın adını da bü-yük harflerle yazar.

Gazeteci Rauf İlvan, 52 Devrimi’nin Necib Mah-fuz üzerinde yarattığı etkinin izdüşümüdür; sosya-lizan Nasır’ın ‘beklediği gibi çıkmaması’, Mahfuz’unduygu dünyasında büyük bir yıkım yaşamasına se-bep olmuştur. Kendisine ihanet edildiğini hissedenMahfuz, 52 Devrimi’nin kendi açısından tezahürü-nü, Rauf İlvan kimliğinde kurgular ve sorgular gö-rünür.

Nasır, -Mahfuz’a göre- devrimden sonra nasıl hal-kına “ihanet” ettiyse; İlvan da, hapisten çıktıktan son-ra Said’e ihanet etmiştir. (Tabii bu noktada bazı ol-guları da açıkça belirtmek gerekir ki; Nasırcı Milli De-mokratik Devrim, Krallığı devirerek monarşiye sonvermiş, Süveyş Kanalı’nı millileştirmiş ve Filistin hal-kının ABD, İsrail saldırısına karşı büyük destekçisiolmuştur. Romandaki bakış açısının Mahfuz'un şah-sına ait olduğunu belirtmeden geçmeyelim.) Mah-fuz, kitabın sonuna doğru, Said’in ağzından “Her kimbeni öldürürse milyonları da öldürmüş olacak” di-yerek bu alegoriye açıklık getirir az da olsa. SaidMahran, Nasır’ın altına ezilen Mısır halkının takendisidir Mahfuz’un gözünde. Böylesi tarihsel birarka planı olan “Hırsızlar ve Köpekler”i diğer Mah-fuz eserlerinden ayıran en önemli özellikse; yaza-rın Ortadoğu’nun “Balzac”ı olarak anılmasına yolaçan o klasik, detaylı betimlemeye girişen edebi di-linden uzaklaşması. Mahfuz, bir Camus veyahut daKafka’nınki gibi iç seslerin yoğunlukta olduğu; geç-miş ve şimdinin iç içe geçtiği oldukça modern birbiçem ortaya koymuş romanında. Varoluşçu bir ya-pıtta görülebilecek türden yoğun bir yalnızlığın du-

yumsanması boşuna değil. Gerçekten de, Said, Al-bert Camus’un “Yabancı” romanının baş karakte-ri Meursault’un Ortadoğu’ya özgü bir çeşitlemesi;hapisten sonra karşılaştığı dünyayı, silahıyla dize ge-tirebileceğine inanan bir düşmüş, bir kinik, enönemlisi de bir ‘yabancı’dır ! En komiği de, Said’inbir türlü doğru kişiyi öldürememesi; düşmanları ye-rine her seferinde yanlışlıkla başka bir kişiyi öl-dürmesi; düşmüşlüğünün gitgide katmerlenmesi.

Mısır’ın en önemli gazetesi El Ahram’ın yazar-larından olan Mahfuz, bir polisiye hikaye anlatırken,diğer yandan da bir gazetenin toplum üzerinde na-sıl bir yönlendirici etkiye sahip olduğunu da gös-termeyi ihmal etmemiş. Said, daha önce bir cina-yet işlemiş olmasına rağmen kısmen rahat dola-şırken, El-Sahra’nın başyazarı Rauf İlvan’a suikastdüzenleyip başarısız olduktan sonra, başta El-Sahra gazetesi olmak üzere diğer gazetelerin degüçlerini hissettirmesiyle etrafında ateş çemberi biranda daralıyor ve o beklenen sonla yüzleşmek zo-runda kalıyor.

Mahfuz’un 1960 yılında Mısır’da gazete man-şetlerinden düşmeyen hırsız-katil ‘İskenderiye Ka-tili’nin hikayesinden esinlenerek kaleme aldığı“Hırsızlar ve Köpekler”, zevkle okunacak, akıcı bir po-lisiye olmasının yanında modern romanın seçkinbir örneği. Ülkemizde ilk baskısı 2006 yılında ya-pılan “Hırsız ve Köpekler” usta çevirmenAvi Pardo’nun duru ve güçlü Türkçesiy-le raflardaki yerini aldı.

Said, Camus’un‘Yabancı’ romanınınbaş karakteriMeursault’unOrtadoğu’ya özgü birçeşitlemesi; hapistensonra karşılaştığıdünyayı, silahıyla dizegetirebileceğineinanan bir düşmüş,bir kinik! En komiği de, Said’in bir türlü doğrukişiyi öldürememesi;düşmanları yerineher seferindeyanlışlıkla başka birkişiyi öldürmesi

Hırsız ve Köpekler

Necib MahfuzÇev: Avi Pardo

Kırmızı Kedi Yayınevi 120 s.

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

Ortadoğu’da ihanet yabancılaşmaz

“Kulağıma durmadan yürü diye fısıldayan, git-tikçe uğultuya dönüşen, menşei belirsiz bir sesçalınıyordu. Gökyüzü pusunu üzerime kusu-yor, beni yutmaya yelteniyordu. Boyun eğmek,

geri dönmek yoktu. Yolu bir çaprazına, bir dikinedilimledim. Sonunda bitap düşüp bir merdiveninbaşında durdum. Çöksem olduğum yerde uyu-yacak, soğuğun ikide bir dürten dikenli ellerinde yı-ğılıp kalacaktım. Artık bir evim yoktu ama bir oku-lum vardı. Ailemi yeni arkadaşlarımdan kuracak,atanmışlarla değil, seçilmişlerle mutlu mesut ya-şayacaktım.”

“Bitirgen”le başlayan bir büyüme öyküsü bu.Baba evinden, yurdundan, kalabalıklarından kaç-manın ve yaşamanın mücadelesini veren genç birkadındır artık Hayriye. Soyadıyla çok müsemmaolan bir yazarın kaleminden 90’lı yılların çıkmazve kaos günlerini yaşayan Hayriye’nin ‘kadın’ ola-rak verdiği mücadeleyi, yaşama uğraşını; birey ola-rak bağımsız ve hür yaşamanın savaşını anlatıyor.

Aslında hayatlarımızdaki en kalıcı değişimlerin ilkgençliğimizde gerçekleştiği gerçeğini sıradan ve na-diren kabul gören bir kimlikle aktaran yazar, Hay-riye’ye kadın olmanın bilincini vermiş gibi görünüyor.90’lı yılların çok devingen ve değişken karmaşa-sı içinde bir sabah evden kaçan genç bir kadınınhayata meydan okumasına dair güçlü bir kurgu, ke-limelerle verilmiş görsel bir şölen. Film tadında, çoksinematik bir kurgu. Öykülerindeki ve metinlerin-deki başarısını senaristliğiyle bağdaştırmak yan-lış olmaz belki de.

Yaşanmış ve dönüp geriye bakıldığında veril-miş bir mücadeleye geri dönüş. Aileden, üniver-siteye oradan meslek hayatına giriş yapmış bir ka-dın olarak düzene diş geçirebildiği kadar derin ısı-rıklar atmış Hayriye. Toplumda ve edebiyatımız-da hala genç yazarların bile eril bir dil ve kurgu-dan kurtulamadıkları bu günlerde erile ve feoda-le yazarın da karşı kalem tuttuğu bu metin, asıl gü-cünü feminist ve devrimci bir direniş vermekten

alıyor. Eril kurgularda bile kadın dilini kullanan SemaKaygusuz gibi nadir bir dil ve üsluba sahip Şaka-cı. Bu eserinde de bu yanını hiç kaybetmeden yo-luna devam etmiş. Toplumda ve ailede bekâretin,esaretin, baskının, zincirlenmenin karşısında ‘dü-zene diş geçirme sanatı’nı kusurca yaşamanın, bunuemsal göstermenin derdinde bir başkarakterin oku-ra mürebbiyeliği aynı zamanda. Alelacele, çabu-cak yaşanmış bir hayat. İçine her şey sığmış. Neeksik, ne fazla… Bir şeyleri bir şekilde değiştir-menin, yeni bir şeyler etrafında yeni bir dünyayımümkün kılmanın mücadelesini veren Hayri-ye’nin bir kadın olarak “ben varım!” dediğini hay-kırdığı kitap bir mücadele kitabıdır. Sınırları, engelleriaşmak için umut vaat eden, direnenlerin kazan-dığını gösteren ayrıca bir çaba kitabı. Düşlerini ya-lanlardan sıyırmaya, arındırmaya çalışan kadınla-rın öyküsü. Ve sonunda Hayriye’nin bu mücade-leyi kazandığını göreceksiniz, ama nasıl dersiniz?Buyurun, kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı.

Düzene diş geçirme sanatıAYFER FERİHA NUJEN

Figen Şakacıİletişim Yayınları

175 s.

Pala Hayriye

Necib Mahfuz

Page 11: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

10SELÇUK ÖZCAN NURİYE BİLİCİ

Üç fidanın teorisyeniHÜSEYİN İNAN

THKO’dan TDY’yeTürkiye Devriminin Yolu

Süleyman EkinciÇıngı Yayıncılık

216 s.

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Güç, iki tarafı keskin kılıç

Zafer Sarhoşluğu

Ian RobertsonÇev: Samet Öksüz

Say Yayınları 328 s.

Bir insan neden sürekli kazanmakister? Neden bazı insanlar ka-zanmak için olağanüstü bir hırsasahipken diğerleri başarı ve güç-

ten çekinirler? Güç ve güçsüzlüğün in-sanlarla ne gibi bir ilişkisi vardır? Başarıve güç daha uzun ve iyi bir yaşamın anah-tarı olabilir mi? Ve sürekli olarak gücü elin-de bulundurma nasıl ve hangi sonuçla-ra yol açar? Neden bu kadar çok kazan-mak istiyoruz?

Özellikle beynin işlevleri konusunda uz-man olan ünlü sinirbilimci ve psikolog IanRobertson yukarıda sıraladığımız sorularayanıt aradığı “Zafer Sarhoşluğu” isimli ese-rinde, ilk olarak kazananı belirleyen nedir,sorusunun cevabını arıyor. Acaba bazı ki-şiler kazanmak için doğmuş olabilir mi?Kazanma dürtüsü genlerle aktarılan birşey midir? Dünyanın en ünlü ressamla-rından Pablo Picasso ve oğlunun hikâ-yesine bakacak olursak böyle bir durumsöz konusu değil. Oğul Picasso, bırakın ba-bası kadar başarılı ve ‘kazanan’ olmayı,yaptığı hiçbir işte dikiş tutturamayan,başarısızlığını alkolle boğmaya çalışan, ba-basının gölgesinden çıkamayan, sürekliolarak onun aşağılamalarına maruz ka-lan, buna rağmen ömrünü onun şoförlü-ğünü ve sekreterliğini yaparak tamam-layan birisiydi.

Eğer herkes başarıyı hak etmek yeri-ne, bir kazananın özelliklerini miras aldı-ğına inansaydı ne olurdu? Başka bir de-yişle, kazanmakla ilgili inançlarımız ve ön-yargılarımız beyin hücrelerimizi etkileye-rek kendi kendilerini gerçekleştiren ke-hanetlere yol açar mıydı? Robertsonyaptığı deney ve çalışmalarla insan bey-ninin dışarıdan gelen etkilere açık oldu-ğunu gösteriyor bizlere. Devamlı başarı içinuzak ve ulaşılmaz hedefler koymaktan-sa ulaşılabilir amaçlar belirlemenin dahaiyi bir yol olduğunu, başarı kazandıkça bey-nin buna odaklandığını belirliyor. Zekâyıdoğuştan gelen ve sabit bir şey olarak gör-menin başarıyı düşürdüğünü ve hataya yolaçtığını gösteriyor.

“Zafer Sarhoşluğu” insan beyninin iş-leyişini heyecan verici ve bilgilendirici birşekilde ele alan bir eser; beyin hakkındaki

gerçekleri, duyguları ve duyguları etkile-yen kimyasal süreçleri açığa çıkarmayı ba-şarıyor. Kazanmakla ilgili sorulabilecek bü-tün sorulara bir cevabı var. Yine de kita-bın en ilgi çekici bölümünün, başarının ge-tirdiği gücün bir insanın karakterini dön-üştürüp dönüştürmediğini, insanı zamanzaman tuhaf ve zarar verici noktalara gö-türüp götürmediğini, ahlaki açıdan yoz-laştırıp yozlaştırmadığını ve eğer bu insansiyasi bir liderse yol açabileceği yıkımla-rı ele aldığı bölüm olduğunu düşünüyo-rum.

Robertson’a göre, liderlik son derecestresli ve yalnız bir iş. Milyonlarca insanıetkileyecek, pek çoğunda dargınlık ve öfkeuyandırabilecek kararlar almak, uyku-suz geceler, psikolojik ve fiziksel tehdit-lerle dolu günler anlamına geliyor. Bir li-der gücü elinde tutmakla ilgili tatmin duy-gusu yaşamıyorsa eğer, işini layıkıyla ya-pabilmesi mümkün değil. Güç, bir çeşitantidepresan ve kaygı giderici bir ilaç aynızamanda. Beyindeki testosteronu artırı-yor ve testosteron beyindeki kimyasal ha-berci dopamini artırarak iyimserliğe, stra-tejik düşünmeye ve önseziye yol açıyor.Dolayısıyla bir liderin güce arzu duyma-sı gerekiyor.

Ancak, deneyimler gösteriyor ki güç, ikitarafı da keskin bir kılıç gibidir. Güce arzuduymayan zayıf bir lider ülke için nasıl teh-dit olabiliyorsa, güce aşırı şekilde tapan,denetlenemeyen ve uzun süreler bo-yunca ülkeyi yöneten liderler de o kadartehdit olabiliyor. Böylesi liderlerde nere-deyse kaçınılmaz olarak beyin işlevleri çar-pılıyor ve bu çarpıklık yargı bozukluğuna,vazgeçilmezlik yanılgısına, risklere karşıkör olmaya ve duygusal duyarsızlığa yolaçıyor.

Geçmiş acı deneyimler bu gibi lider-lerin verdiği kararların yol açtığı yıkımla-rın önüne geçebilmek için serbest se-çimler, liderler için sınırlı görev süreleri, öz-gür bir basın ve bağımsız yargı gibi bazıyöntemler geliştirilmesine yol açmıştır.“Zafer Sarhoşluğu”nu ayrıca ilginç kılanboyut, söz konusu yöntemlerin bugünlerdeülkemizde de sıkça tartışılıyor olması.

Alevi olduğu için arkadaşları ona‘dede’ diyorlardı. Dedesinin evindeeniştesi tarafından jandarmalarateslim edildi. “Türkiye Devriminin

Yolu” ve THKO savunması yarınlar için bı-raktıkları yazılı miras.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan Hüseyin İnanve devrimci arkadaşları, 68 öğrenci hareketiiçinde sivrilip öne çıkmışlar ve daha sonraTHKO adını verecekleri örgütü kurmuşlar-dır. Örgütün önderleri, 6 Mayıs 1972’deasıldıklarında arkalarında birçok eylemin ya-nında iki önemli teorik metin bırakmışlardı.Bu metinlerden ilki THKO’nun kuruluşununaçıklandığı bildiridir. Kuruluşbildirisinde THKO eylem-lerinin nedenlerini ve amaç-larını belirtirken Amerikabaşta olmak üzere tümemperyalizmi yurttan ko-varak tam bağımsız Türki-ye’yi kurmaktır. Mahkeme-deki son sözleri de bu yön-de olacaktır.

“Yalnız, biz varlığımızıhiçbir karşılık beklemedenesasen türk halkına arma-ğan etmiş bulunuyoruz.Türk halkı ve devletin ba-ğımsızlığına armağan etmişbulunmaktayız. Bu sebep-le ölümden çekinmiyoruz.Biz hiçbir zaman bütün ça-bamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığını te-min edemedik. Bugüne kadar da bu özlemiçinde kaldık.” (Deniz Gezmiş’in THKO da-vasında savunması)

1. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu halkı-mızın bağımsızlığının silahlı mücadele ile ka-zanılacağına ve bu yolun tek yol olduğunainanır.

2. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu bütünyurtseverleri bu kutsal mücadele saflarınaçağırır ve hainlere karşı giriştiği kavgada sonsavaşçısına kadar devam edeceğini bildirir.

3. Amacımız Amerika’yı ve tüm yaban-cı düşmanları temizleyerek, hainleri yok et-mek ve düşmandan temizlenmiş tam ba-ğımsız Türkiye’yi kurmaktır.

(THKO Kuruluş Bildirisi-4 Mart 1971)THKO’dan geriye kalan diğer metin ise ay-

rıntılı bir teorik çalışma olan ve hapishane-deyken kolektif olarak yazılmış olan “Türki-ye Devriminin Yolu” kitapçığıdır. Kitapçığa sonşeklini veren THKO’nun teorisyeni olarak bi-linen Hüseyin İnan’dır.

Türkiye’nin tarihsel konumu ile birlikte sı-nıf mücadelesinin de ne şekilde seyrettiği,emperyalizmin gericilikle nasıl birleşerek ye-niden ülkede hakim duruma geldiği konu-ları incelenmektedir. Milli Demokratik Dev-rim tezini öteden beri sürdürmekte olan Hü-seyin İnan ve arkadaşları, Türkiye toplu-mundaki sınıfların tarihsel açıdan analizini ya-parak giriştikleri çalışmada tek çıkar yol ola-

rak halk savaşını görenTHKO kadroları devriminkırsal bölgelerde ağalığaisyanla başlayacağını veoralardan kentlere ve işçi sı-nıfına doğru ilerleyeceğinidüşünmüşlerdir. Onlaragöre halk savaşının esaskuvvetini teşkil edecek olanköylülerdir.

Hüseyin İnan ve arka-daşları incelenince görüle-cek olan bir diğer şey iseamansız birer Leninist veAtatürkçü olmalarıdır. Dev-rim yapmış olanlara karşıasla bir saygısızlıkta bulun-mamakta ve onların gele-neklerini geleceğe taşı-

maktadırlar. Savunma ve Türkiye devrimi-nin yolu metinlerinde bunlar açıkça görüle-biliyor. Süleyman Ekinci’nin hazırladığı“THKO’dan TDY’ye Türkiye Devriminin Yolu”kitabında ayrıca Hüseyin İnan’ın bazı mek-tuplaşmaları ve kısaca giriştikleri eylemin deözeti bulunmakta. Onlar Cumhuriyet ile ka-zanılan halk iktidarının yeniden eski hort-lakların eline geçmiş olduğunun tespitini yap-mış, buna karşılık halkın silahla direnme hak-kı olduğunu savunmuş ve uygulamışlardır.

Son sözleri,“Ben şahsî hiçbir çıkar gözetmeden hal-

kımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaş-tım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım.Bundan sonra bu bayrağı Türk halkınaemanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler veyaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm.”

Hüseyinİnan

Page 12: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

KÖKSAL ÇİFTÇİ11

Dört yıl önce yitirdiğimiz usta ka-rikatürcü Turhan Selçuk’un çiz-gi karakteri Abdülcanbaz; ilk ya-yınlandığında, işini bilen, kurnaz,

çıkarcı bir turist rehberiyken zaman için-de olgunlaşır, tam bir Cumhuriyet çocu-ğu kimliği ile laikliğin, demokrasinin, Ata-türk Devrimleri’nin, yoksul emekçilerin, iş-çilerin hakkını savunan gözü kara bir yurt-sever olup çıkar.

Çizgi tarihimizdeki benzer yaklaşımlıikinci örnek de, sıradan bir mahalle ka-badayısıyken zaman içinde canı pahası-na Kurtuluş Savaşı’na destek veren bir öz-gürlük savaşçısına dönüşmüş, Haldun Se-vel’in yarattığı çizgi karakter Ustura Ke-mal’dir.

Bu soyluluğa ulaşmış üçüncü bir ör-nek anımsamıyorum.

‘Tutan’ bir roman kahramanıolarak Abdülcanbaz

Ben tanıdığımda Abdülcanbaz, kapi-talizmin temsilcisi Gözlüklü Sami ve çe-tesini Osmanlı tokadıyla perişan eden,emekçi dostu devrimci bir kahramandı.Duymuş, şaşırmıştım, çizgi tipleme ol-masına karşın meğer onun da magazintadında, çok farklı, renkli bir özel yaşamıvarmış. Turhan Selçuk, gelişmeleri şöy-le anlatıyor:

“Abdülcanbaz, 1957 yılında Milliyetsütunlarında doğdu. ..Milliyet’te yayımla-nan ‘Turist Rehberi’ serüvenine Aziz Ne-sin’le birlikte başlamıştık, o yazıyor, ben çi-ziyor, gelirini de bölüşüyorduk. Bu serü-venden sonra Abdülcanbaz’ın isim babasıolan Aziz Nesin, işlerinin çokluğundan ola-cak, vazgeçti.”

“Sürdürmek istemiyordum. Abdi İpek-çi zorladı. ‘Tuttu bu roman, devam et’ dedi.Başlangıçta zor geldi, kendi uğraşımın dı-şında bir işti.”

“Abdülcanbaz başlangıçta yalnızdı, bir turist reh-beri, bir yeşilçam simsarı, anasının gözü, hatta üçkağıtçı bir tipti. Tek başıma sürdürmek zorunlulu-ğunda kalınca onu yeniden yaratmaya, karakteri-ni yeniden çizmeye mecbur oldum. Abdülcanbazgiderek arınıp sağlam bir kişilik edindi. Daha son-ra karşıtları ve yandaşları ile değişik karakterlerinbelirlendiği bir kalabalık oluştu onun çevresinde.”

“Yeni Abdülcanbaz halktan bir kişidir. Değerini,cevherlerini yitirmemiş bir halk adamı. İyiden, doğ-rudan, halktan, haktan yana olduğu için güçlüdür.”

Her yanıyla keyif veren bir kahraman, Abdül-canbaz.

Sömürücü ‘kötü’lere karşı bir sınıf savaşçısı olarak Abdülcanbaz

Abdülcanbaz, Turhan Selçuk yazıp çizmeye baş-ladığında artık bir misyon yüklenmiş kahraman-dır. Pek çok örneğinde olduğu gibi bu çizgi serü-vende de iyiler ve kötüler vardır. Ne var ki Abdül-canbaz, politik kimliği ile tüm benzerlerinden ay-rılmaktadır. Kötüler emperyalisttir, kapitalisttir, sö-mürü sınıfındandır, emek düşmanıdır; iyiler ise Ata-türkçüdür, devrimcidir, aydınlanmacıdır, laik Cum-

huriyet yanlısıdır, halktan, emekten, ezilenden ya-nadır. Konu mekanları bazen geçmiş, bazen gelecek,bazen yerin yedi kat altı, bazen da uzayın derinlikleriolmaktadır. Mekan her neresi olursa olsun Ab-dülcanbaz’ın verdiği, hep bir sınıf savaşıdır.

Abdülcanbaz yerlidir, ayağı hep Türkiye top-raklarına basmaktadır.

Çağdaş çizgiyle üretilmiş olması yanıltmasın, te-melinde Karagöz, Orta Oyunu ve Evliya Çelebi gibikültür miraslarımızın harcı vardır. Bu özelliğindendolayıdır ki Abdülcanbaz, Batı Avrupa ve Ameri-ka’da olduğu gibi kültür emperyalizminin hizme-tine girmemiş, kapitalist dünyanın, geri kalmış ül-kelerdeki propaganda aracı olmaktan uzak dura-rak özgünlüğünü koruyabilmiştir.

Bu konuda Turhan Selçuk şöyle der:“Üçüncü Dünya ülkeleri içinde Abdülcanbaz, an-

tiemperyalist karakteriyle tek çizgi romandır ve Ba-tı’nın bir fabrikasyon haline getirip bütün dünya-ya yaydığı emperyalist fikirlere karşı tek tiptir.”

Bir ‘Mustafa Kemal’ olarak Abdülcanbaz

Ve aslında bir Mustafa Kemal’dir Abdülcanbaz.Abdülcanbaz’ın kendisiyle kişilik yönünden

benzerliği sorulmuş Turhan Selçuk’a da Mustafa

Kemal’le benzerliği sorulmamış, oda bir şeyler söylememiş.

Fikren uyuşmuş olmaları biryana, Mustafa Kemal’in kolağası rüt-besiyle çektirdiği fotoğraflarıylaAbdülcanbaz’ın portre çizimleriniyan yana koyduğumuzda bile ben-zerlik net bir şekilde görülmektedir:Abdülcanbaz ortalama 35 yaşın-dadır, Mustafa Kemal da kolağasıiken 30 yaşındadır. İkisi de kırmızıfes giymektedir. İkisinin de bıyıkla-rı koç boynuzu gibidir. İkisinin de el-macık kemikleri belli belirsiz çıkık-tır, ikisi de oldukça şık giyinirler. İki-si de halkçıdır ve devrimcidir.

Abdülcanbaz’dan farklı değildiryaratıcısının çizgi serüveni. Hem üs-lup açısından hem de dünya görü-şü açısından Turhan Selçuk da za-man ilerledikçe köklü, devrimci de-ğişiklikler yaşamıştır kendi içinde.Dünya görüşü konusuna girmeye-ceğim, onu, bir gün biri çıkıp biyo-grafisini yazdığında öğreneceğiz.

‘Çizgiyle mizah’ öncüsü Turhan Selçuk

Karikatüre ilk adım atışı, CemalNadir ekolünün etkisindeki bir çi-zimle olur.

“(1941’de) Adana Erkek Lise-si’ne giderken çamuru çok bir yol-dan geçmeye mecburdu öğrenci-ler. Bir gün derste bu yolu eleştirenbir karikatür çizdim. Arkadaşlarımbunu gazeteye götürmemi istediler.Belki ilgililerin dikkatini çeker de yoluyaptırırlar diye. Böylece, karikatür ga-zetede basıldı; yayımlanan ilk kari-katürümdü bu; arkası da gelmeyebaşlamıştı.”

İki yıl sonra, 1943’te İstanbul’a gelir ve çizimle-rini Akbaba dergisi sahibi ve yöneticisi olan YusufZiya Ortaç’a götürür. İşleri beğenilir, parça başı üc-retle çalışmaya başlar. Bu, onun için hayalinin öte-sinde bir şeydir.

1943 ile 1956 yılları arasında Tasvir, Aydede, Yeniİstanbul, 41 buçuk, Karikatür, Dolmuş adlı yayınlardaçizerken bile hâlâ Cemal Nadir’in yuvarlak çizgi-lerinden vazgeçmiş değildir. 1957’de Abdülcanbazda yuvarlak ve yumuşak çizgilerle yaşama adım atar.

1950’lerde keşfettiği Saul Steinberg gibi çizmek,Turhan Selçuk’un en büyük hayalidir. Geçiş yu-muşak olur ve zamana yayılır. 1960’larda artık Ste-inberg üslubu, Cemal Nadir üslubunun yerini alır.Yuvarlak ve yumuşak formlar, düz çizgilerle oluş-turulmuş geometrik formlara dönüşür ve TurhanSelçuk, bu dönüşümden sonra ülkemizde "çizgiylemizah" olarak adlandırılan ve "yazısız karikatür" dedenilen ekolün önderliğini yapar. Bu yıllarda çiz-gilerine paralel olarak dünya görüşünde de olum-lu yönde köklü değişiklikler yaşanır.

Unutmayalım, çizgi roman, Turhan Selçuk içinyan uğraştan daha fazla bir şey ifade etmiyordu;o bir karikatürcü olarak doğdu, karikatürcü olarakyaşadı ve kendinden sonraki kuşakları etkileyenusta bir karikatürcü olarak yaşama veda etti.

Ve aslında bir Mustafa Kemal’dirAbdülcanbaz.Fikren uyuşmuşolmaları bir yana,Mustafa Kemal’inkolağası rütbesiyleçektirdiği fotoğraflarıylaAbdülcanbaz’ın portreçizimlerini yan yanakoyduğumuzda bilebenzerlik net bir şekilde görülmektedir

Abdülcanbaz’ın Turhan Selçuk’u

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

Çizim

: Kök

sal Ç

iftçi

Page 13: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

Çizgi roman okuyan kentli çocuklardık.Kentimiz bu ülkenin neresinde olursa ol-sun, aynı haftalık heyecanlar içinde, aynıkahramanların maceralarını yaşardık.

Hafta sonları sinema, radyodan maç nakli, sa-kızlardan çıkan futbolcu resimleriyle “tek mi çiftmi”… TRT Ankara Radyosu Çocuk Saati ve Ju-les Verne başta olmak üzere hayal dünyamızı,düşlerimizi etkisi altına alan bir yazın…

Televizyonun yaşamımıza girmemiş olduğu,“arkadaş ıslıkları”yla kimi zaman anne izinli, kimizaman firari oynamaya koşturduğumuz, ak-şamları oyuna doyamadan babalardan önceeve gidilen günler…

O günlerde Tommiks, Teksas, Kaptan Swing,Teks… 1001 Roman, Korku ve Savaş albümleri…Öğle güneşi altında, kavak diplerinde birlikte oku-yup, değiş tokuş yaptığımız, bize Amerika’yı ve Ba-ğımsızlık Savaşı’nı, “kırmızı urbalıları”, Kızılderili-leri, avcıları; yani tarafımızı ve düşmanımızı seç-tirip balta girmemiş ormanlara götüren, kaktüs-lü çölleri aştıran hayali tabancalarla, hayali atlarüzerine koşturan maceralarına ortak olduğumuzkahramanlar...

Ama sinemadakilerin aksine hiç sevişmezdibu kahramanlar…

Ve her niyeyse öğretmenlerimiz hiç onayla-mazlardı o çizgi romanları. Hangi endişelerle onay-lamazlardı aşağı yukarı belliydi ama endişele-rindekinin tam tersi etkiler yapardı çocuklara oçizgi romanlar. Daha da çok okumayı, merak et-meyi, başka dünyaları, insanları keşfetmeyi, özel-likle de karakter oluştururken o kahramanların yi-ğitlik, namus, cesaret ve mertliklerini örnek alışaz kazanç mıydı?

Eğer benzeyecekse, her kuşak kendi dönem-lerinin çizgi roman kahramanlarına benzer!

Ama… Bir çizgi roman kahramanı kaç kuşakbüyütür?

Bir İstanbul beyefendisi geliyor1970 Şubat’ı. Korkunç bir kış.Bir gün kentimize Ankara’dan Dev Genç’liler

geldi.Komünizmle Mücadele, Kuran Kursu, Cami

Yaptırma, İmam Hatip Açtırma derneklerinin; ‘ko-mando’ yetiştirme kamplarının uğursuzluğunun,karanlığının sardığı bir vasatta o zamanlar 4 binişçisi bulunan ‘Cer Atölyesi’ işçilerini Bağımsız-lık mücadelesine çağıran bildiriler dağıttılar. Po-lis destekli saldırılara uğradılar, yaralandılar, kent-te estirilen terör havasına karşın vakar içinde gel-meden ne hedefliyorlarsa ulaştılar ve kalpakla-rı başlarında, camları buzlanmış otobüslerine bi-nip gittiler…

Başlarında Mustafa Kuseyri vardı…Gittiklerinde bana altında “Ya İstiklal Ya Ölüm”

yazan Mustafa Kemal’li yüzlerce kart, İşçi–Köy-lü gazetesi ve bir de Abdülcanbaz’ı bıraktılar.

Orta 2’deydim, mücadeleyi devraldım, DevGenç’liydim. Kalanları dağıttım.

Abdülcanbaz benimle kaldı. O da Dev

Genç’liydi.Gel gör ki, çok değişik bir kahramandı bu Ab-

dülcanbaz abi. Tam bir eski İstanbul beyefendi-siydi. Arada o da silah kullanırdı vatan savun-masında, hayınlarla çarpışırken, Mustafa KemalPaşa’nın emrindeyken… Ama onun diğer hiçbirkahramanda olmayan bir silahı vardı: Korkunç ok-kalı bir Osmanlı tokadı aşkederdi çok mu çok ge-rekirse; çünkü o sorunları akılla, irfanla aşmayıyeğlerdi. Ne var ki emperyalist işbirlikçisi hayın-lar, gerici yobazlar, vatan satıcısı monşerler, had-dini bilmez halk düşmanı külhanbeyleri o toka-dı yemek zorundaydılar… Abdülcanbaz’ın o tokadıniye o denli güçlüydü? Açık değil mi; o tokadı Ab-dülcanbaz’da cisimlenmiş bir halk, emekçiler, ba-ğımsızlıkçılar, Kemalistler, devrimciler, cümle na-mus erbabı atardı da ondan.

Çok değişik bir kahramandı bu Abdülcanbazabi. Öteki çizgi romanları gibi değildi. Bıyıkları, İt-tihatçı adanmışlığının simgesi, Köksal Çiftçi’nin ya-zısındaki fotoğrafın anlattığı her şey.

Hiç benzemezdi öteki kahramanlara, bilumumTommikslerin, Teksasların cinselliksiz ahlakçılı-ğına aykırı bir abiydi Abdülcanbaz. Sevişirdi. Ka-dınlar girer, çıkardı maceralarına. Birbirindenşuh, güzel, balık etli, yer yer tombul, okurların gözüönünde sakınmasızca oturan, bacakları, saçları,gözleri ve memeleri baştan çıkaran kadınlar. Ab-dülcanbaz abimiz kadınlara karşı zaafını düşünürdurur hâlâ…

Ayrıca bir de takımı vardı Abdülcanbaz’ın, baş-ta Karanfil Hoca olmak üzere aynı karakterde, aynısaf tutuşta arkadaşları. Ve öylesine engin gö-nüllüdürler ki bu yüzden Ay’a Abdülcanbaz, Ka-ranfil Hoca’lı Türk ekibinin ilk ayak basanlar ol-duğu bilinmez. Ay yolculuğunda Amerikan as-tronotlarının kaçırdığı bilimsel gerçekleri, Ay in-sanlarını onlar keşfetmişlerdir. Karanfil Hoca’nınminare benzeri füzesiyle.

Turhan Selçuk'un büyük başyapıtı

‘Abdülcanbaz’ (32 kısım

tekmili birden) Cafe City Yayıncılık'ınözenli baskılarıyla bir

kez daha hayranlarınıngündemine geliyor.

Çağlar aşan kahramanAbdülcanbaz

arkadaşlarıyla birlikteyine emperyalistlere ve

uşaklarına, gericilere,namussuzlara karşı

mücadele ediyor Hiçbir çizgi kahramanda olmayan bir

özellikle hayvanları da çok sever Abdül-canbaz abi. Yoksa “iyi, kötü, namuslu, na-mussuz, aydın, karacahil, cesur, korkak in-sanlar arasında” dolaşarak Prens’likten so-kak köpekliğine düşürülen Alman kurdu Kir-şen’in günlüğünü “Bir Köpeğin Anıları”nıçizmesi için Turhan’a verir miydi?

Hep o aynı düşmanlarÜstelik, diğer çizgi romanlarda kahra-

manların düşmanları geneldeo serüvene özgüdür, bir başkaserüvende başka düşmanlar çı-kıverir. Oysa Abdülcanbaz’ındüşmanları pek değişmez.

Gözlüklü Sami ile yalakasıSürmegöz İhsan değişmez düş-manlarıdır.

Osmanlı sarayıyla ‘akraba’ve bağlantılı Gözlüklü Sami her-gelesi ile Sürmegöz İhsan herdönemin adamıdırlar. 1920-1940 arası muhalefette kalsalarda önceki sonraki iktidarlar on-larındır; onlar da iktidarların hiz-metlerinde. Gericiliğin bütünduygularını okşarlar, emperya-listlerin emrindedirler; önemli tek değerle-ri kişisel çıkarlarıdır. Çıkarları için alamaya-cakları kalıp, giremeyecekleri ayakkabı ku-tusu yoktur.

Aslında onlar simgeledikleri tarihsel ge-riciliğin, emperyalist uşaklığının, yobazlığınve bağnazlığın Abdülcanbaz üzerine sürü-len figürleridir. Modern zamanların tarihselsaflaşmasında liberal, sağcı, dinci çizginintemsilcileridir.

Yani Abdülcanbaz’ın çizgisi İttihatçı, Cum-huriyetçi, halkçı, solcu çizgisinin düşman-larıdır.

Bu tarihsel saflaşma ve mücadele zamanve mekan dışılıkta macera macera sürer du-rur. Ay’da, Arap Çöllerinde Lawrence’yekarşı, Amerika’da kovboylar arasında, Ma-salya’nın gelenin gideni feryat feryat arat-tığı vezirlerinin hikayelerinde… Ve tabii İs-tiklal Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nınemrinde savaşırken.

Bu mekan ve zaman dışılıktaki saf tutu-şun değişmezliği öyle-sine açık yürekli ve bi-linçli seçimdir ki Turhanöldükten sonra da Ab-dülcanbaz abimizi ara-mızda görürüz, bulu-ruz, bulacağız.

Onun için Ergene-kon sanığı olması kim-seyi şaşırtmaz. Has-dal’da yatan bir komu-tandır. Ne de olsa HarpOkulludur. Cumhuriyetmitinglerindedir. TGByürüyüşlerinde TGB’li-lerle en baştadır. Ge-zi’de bir ağacı korur, er-

tesi günlerde Haziran Ayaklanması’nda po-lisin toz, duman, gaz bombası saldırısına, to-malarına o ünlü tokadıyla dalar.

Satın alınamaz değerlerin adamıdır Ab-dülcanbaz Abi.

Zampara değil ama hovardadır.Beyefendiliği bir halkın görgüsünün ya-

digarıdır.Zulme, zalime, sahtekara, işbirlikçiye,

hayına, tufeyliye hoşgörü göstermez, had-

dini bildirir.Gözlüklü Sami ile Sürmegöz İh-

san’ın atalarından bin beter felakettorunları Gözlüklü Fethullahlardan,Sürmegöz Ekmeledünlere, Gözlük-lü Tayyiplerden, Sürmegöz Abdul-lahlarla karşı mücadeleyi bir an bı-rakmaz.

Çünkü Abdülcanbaz abimizin “32 KısımTekmili birden” maceraları Turhan’ın ala-bildiğine yalınlaştıkça o kadar çok şey an-latmaya muktedir çizgisinin gücüyle bütünbir halkımızın bağımsızlık, özgürlük, eşitlik,kardeşlik mücadelesinin en keyif verici tu-tanağıdır.

Atatürk’ten sonraki en güzel cumhur-başkanımız Abdülcanbaz olacaktır.

Cumhurbaşkanımız Abdülcanbaz olsun.1957 yılında Milliyet gazetesi Genel Ya-

yın Müdürü Abdi İpekçi, Türk sanatında çiz-gi roman türünün karakteri bir ‘İstanbul Bey-efendisi’ne dönüşerek ahlaksız olan, kötü-lüğün yanında kendine pay kapmak için du-ran, utanmaz tiplere karşı savaşan birsembol haline gelir.

Genco Erkal yönetimindeki DostlarTi-yatrosu tarafından oyunlaştırılmıştır. Kad-roda Ahmet Mekin Albülcanbaz olarak yeralır.

Yalnız ülkedeki, yalnız dünyadakilerideğil, evren adı verilen bir boşlukta olanolmayan her şeyi çizgileştirmek... Cum-huriyet’te başlayan yeni Abdülcanbaz di-zisinde çağdaş insan aklının sınırlarını zor-layan bir serüveni çizgilerle anlatmayabaşladı yine... Düş gücünün, yaratıcılığın nedenli bir genişlikte olduğunu bir kez dahagösteriyor. En usta bir öykücünün hayal bileedemeyeceği serüvenler, insanlar...

12HALDUN ÇUBUKÇU

13

Abdülcanbaz

Turhan SelçukCafe City Yayınları

4 seri, 20 albüm

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsun

Abdülcanbaz’ın baş düşmanıGözlüklü Sami

Page 14: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

14NİHAT ZİYALAN [email protected]

Yukarıdaki yorumların ortak özelliği, ya-şamın haritasını sırf yazıyla değil, resimlede çizen Ağış’ın, özenli basılması üstü-nedir. Gerçekten içeriğine yakışan bir

baskıyla okuyucuya sunulmuştur.İnternet üstünden yazıştığım Cemil Eren’den,

bir gün, çocukluğunu dile getiren bir şiir aldım.Estetik kaygısı taşımayan, daha doğrusu este-tik denilen ‘güzelliği’ yalınlığıyla ören bir metindi.Çok etkilenmiş ve “şiirini beğendim” diye yaz-mıştım. “Anı-öykü” diye yanıtlayınca, “düzyazı-şiir” dedim içimden. Aman yaz, devamını getirdiye neredeyse yalvardım kendisine. Yazmasıiçin moral verdiğimi sanarak, hep kendi mora-line sarılıp, çocukluk-ilkgençlik yıllarını sorgu-layarak yazdı. Yazması yılları alan kendineözgü bir özeleştiri bence.

Edebiyatla ‘estetiği’ örmek bana göre bir yut-turmaca, göz boyama, okuyucuyu kandırma sa-natıdır. Biçimi öne alanlarda bu, ‘postmodern’ledoruğa ulaşır. Yanılabilirim ama ben böyle dü-şünüyorum. Ortalıkta salınan şiire bakın. İkin-ci Yeni’nin ‘anlamsız’ yanına yapışıp bir şey de-memek için çırpınan şairler! Yaşam karşısındaduygu ürpermelerini dile getirmekten kaçınan,sözcük oyunlarıyla yetinenler! İktidar korku-sundan ötürü ülkesinin sorunlarını hissetmeyen,duymayan sağırlar! Arthur Rimbaud, Lautremont,Aloysius Bertrand’ın söyledikleri onların Kur’an’ı.Sanki Fransa’nın, başka bir ülkenin şairleri.İkinci Yeni’nin içinden geçen, yukarıda saydığım

şairlerin kitaplarını çeviren Özdemir İnce’nin şii-rine bakın. İnce’nin şiiri kendi toprağı kokar, o top-rakta yalınayak koşarken hissettikleri vardır. Çün-kü özümsemesini bilen bir şairdir. Şiir üstünesöylediğim sert sözleri, daha önce birkaç kezyazdığım şu sözlerle yumuşatmak isterim, çe-lişkili olacak ama olsun: “Şiirin reçetesi yoktur.Olsaydı, birileri yazar ve defterini dürerdi.” Şiirkitabının satmadığından yakınıyorlar. Peki bu ka-dar çok şiir kitabı neden basılıyor? Bir de araş-tırılsın bakalım. Hangi şiir kitapları satıyor.

Cemil Eren’in düzyazı-şiir olarak gördüğümmetinleri, gerçeğin yalınlıkla damıtılarak ‘este-tik’ denilen güzelliğe varmasıdır. “Bunu ben deyazarım” rahatlığıyla okunan metin duyguyla ile-tişime geçip, bilinçte dönmeye başlayınca, yaz-manın o kadar da kolay olmadığı fark edilir. Çün-kü bunlar, yaşanmadan, sırf kurmacayla yazı-labilecek anı-öyküler değildir.

İktidarın Cumhuriyet değerlerine saldırısın-dan bunalan bir ressamın sorumluluğudur bumetinler. Cumhuriyet devrimleriyle büyüyen, Kur-tuluş Savaşı rüzgarını benliğinde hissederek gü-nümüzde de fırça sallayan ressam, kalemini deişe katıp, “geçmişte işte böyle bir yaşam vardıey okuyucu!” diyor.

Erzincan askeri okuldaki anısından bir par-ça:

Askerlik dersi sıkıcı,Sağa dön, sola dönSelam ver...

Hiç bireyliğimiz yokHer an her yer aranır.Korku yerleştirilir beyinlerimize.Kişiliklerin önemi yokRobot eğitimi...Neden askerlikten ayrıldığının kanıtı için

seçtim bu parçayı. Sanatçı duyarlığı taşıyan Ce-mil Eren her sanatçı gibi baskıya gelemez. Çün-kü sırf yazar sorumluluğu diye bir şey yokturbence, ressam sorumluluğu, sorarak bakması-nı bilen vicdanlı kişilerin de sorumluluğu vardıryaşama karşı.

Bu son bölüm diye gönderdiği metinden son-ra, kitabı nasıl bastıracağız, bu anı-öykülerin kıy-

metini bilecek yayınevini, editörü nasıl bulaca-ğız kaygısına düştüm. O sırada Aydınlık KitapEki’nde yazmaya başlamıştım. Kitaplarını oku-duğum, yazarlığına güvendiğim, kitap ekinin kap-tanı Haldun Çubukçu’ya yolladım. Çok beğen-diğini ve Kaynak Yayınları’nın editörü Sadık Us-ta’ya göndereceğini söyleyince, bakalım nasıl birhaber gelecek diye beklemeye başladım. Us-ta’nın “bu kitabı basmaktan onur duyarız. Cum-huriyet Devrimi sanatçılarına sahip çıkmakgörevimizdir. Ama bunu kotaracak ekibim yok.Siz hazırlarsanız gurur duyarak basarım” diyeniletisine nasıl sevindiğimi anlatamam. DevreyeMelbourne’daki arkadaşlar girdi. “Ağış” adlıbaşyapıt böylece kitaplaştı. Bu güzel insanlarateşekkür ederim.

“Ağış”ı okuyup Facebook üstünden yorum ya-pan iki değerli kişi: Tülin Eroğlu Kaynak (Dok-tor-İzmir): “Ağış”ı çok beğendim. Arkadaşlarımahediye edeceğim.

İlhan Temur (Devrimci öğretmen-Çerkezköy)“Ağış” okullarda ders kitabı olarak okutulmalı-dır.

İşte bu.

Sanatçı duyarlığıtaşıyan Cemil Eren

her sanatçı gibi baskıya gelemez.Çünkü sırf yazar

sorumluluğu diye bir şey yoktur bence,ressam sorumluluğu,

sorarak bakmasını bilenvicdanlı kişilerin desorumluluğu vardır

yaşama karşı

Ağış(Bir Ressamın Anıları)

Cemil ErenKaynak Yayınları

132 s.

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

KANGURUCA AYDINLIK GÜNLER

Ressamın sorumluluğu Sivas

Sucu Cemal

Page 15: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

CÜNEYT AKALIN15

Haluk, Siyasal Bilgiler’den arkada-şım. Darüşşafaka’lı. SBF’ye dip-lomat, vali vb. olmak için girmiş ol-malı. Ama hayat onu turistlerin içi-

ne savurdu. Bizim Haluk, turistleri peşindenkoşturarak yaşamını sürdürdü. Japonca öğ-rendi, Japon kültürü uzmanı oldu.

Turist rehberliği bir yanı ile kahırlı, cefalı,bir yanı ile zevkli, öğretici bir uğraştır.

Gezmesi tozması, iç yüzünü bilmeyenehoş görünür ama bir de işin içindekilere sor-malı. Kişi, yeni şeyler öğrenir, yeni insan-lar tanır. Dünya, 72 millet, ayağınıza gelmişgibi olur. Bu da az şey değildir. Bunun de-ğerini bilen, birkaç üniversite bitirmiş ka-dar olur. Aslında, bunu bilenlerin sayısı birelin parmakları kadardır. Çoğu rehber işi-ne (cebine) bakar, yaşayıp gider.

Yaşamak daha kolaydır yazmak zor… Bi-zim gibi yazma özürlü toplumlarda yazmakinsanın gözünde büyüdükçe büyür, “bu-günün işi yarına bırakılır”. Kendisi debunu itiraf ediyor. Kitaba: “Otuz beş yıllıkmesleki yaşantımda tanık olduğum ve il-ginç olduğunu düşündüğüm olayların ba-zılarını yıllar önce öykü halinde yazmıştım.Ama tur rehberliği anılarımı derleyip to-parlamaya başlarken bu işin ne denli kar-maşık ve çetrefilli olacağını açıkçası dü-şünmemiştim” diye başlıyor.

Yani, çok titizlenince de yazamıyor in-san.

Başlamak yarı yarıya bitirmektir, de-mişler. Haluk da başlamış bir kez.

Rehber mavralarıTurist rehberliği zor zanaattir. Bir bakı-

ma, gezginci ev sahipliğidir. Ülkeye gelenyabancıları hem bilgilendirmek hem eğ-lendirmek hem de onların sorunlarını çöz-mek, kolay değildir. Rehber turist grubununsorumlusudur; grubun nabzını elinde tutar.Onları hoşnut etmek zorundadır, yoksa iş-siz kalır.

Birçok ünlünün yaşamının bir döne-minde rehberlik yaptığı bilinir. Örneğin, si-nema eleştirmeni Atilla Dorsay bunlardanbiridir. Peki ama neden bir turizm edebiyatıdoğmadı? Neden yazmadı bu insanlar ren-

kli anılarını? Rehberlik edebiyatının piya-sadaki örnekleri daha çok gırgıra, biraz daabartıya dayanır. Abartıda, gırgırda ipin ucu-nu kaçırmak, inandırıcılığı yitirmek de-mektir. İlginç gözlemler “rehber mavrası”olup çıkar. Ama mavranın değeri ne ka-dardır? Geçer gider.

Haluk Özyurt “Gide Gide Gele Gele”debu hataya düşmemiş. İlginç gözlemlerini,anekdotları, bir belgesel gibi abartısız, ya-lın bir biçimde aktarıyor. Yaşadıklarındanhem dersler çıkartıyor hem de içtenliğiy-le bizleri düşündürüyor. Yabancı turistler-le iç içe olmanın kaçınılmaz sonucu, kı-yaslamalara gidiyor.

100 sayfaya yaklaşan, kolay okunan ki-tabın doğrusu birbirinden ilginç anekdot-ları arasında, Rehberler Odası BaşkanıŞerif Yenen’in de dikkat çektiği üç öykü öneçıkıyor:

• “Köprülü Menfez İnşaatı” bir devre ışıktutuyor.

• “Erkekler Ağlamaz” okuru hem duy-gulandırıyor hem de sarsıyor.

• “Lubicrius Cubicrium” okuru gülüm-setiyor.

Dahası var: Sovyet Devrimi’ni savun-duğu için Rus Konsolosluğu’ndan uyarı alanrehberler… İstanbul’dan İspanya’ya, oradanKüba’ya, oradan da Amerika’ya kaçan İs-tanbul kökenli insanlarımız vb.

“Erkekler Ağlamaz” ın F. Hanım’ı başlıbaşına bir öykü.

Haluk bu konuyu ileride romanlaştırır mı,bilemem. Belki de iş bir sinemacıya dü-şüyor.

Aslında öyküyü anlatmak geliyor içim-den ama bu, yazara haksızlık olacak. Filminsonunu anlatmak gibi bir şey. Kabaca,öykü, akrabalarını aramaya Midilli üzerin-den Bergama’ya gelen Amerikalı-Yunan tu-ristlerin yaşadıkları üzerine. Yaşlı amca, ka-çarken ailesinin terk ettiği eve ulaşıyor, Ame-rikalı Despina da teyze kızı F.’yi buluyor.

Sonrası derin bir hüzün, sarsıcı olduğudenli unutulmaz sürprizli bir karşılaşma. Eniyisi okumanız gerektiğini belirterek, bura-da kesmek.

Dilerim “ bu daha başlangıç”tır, gerisi ge-lir.

Daçka’lı HalukAnadolu yollarında

Gide Gide Gele Gele

M.Haluk Özyurtİstanbul Rehber

Odası Yayını, 2014İsteme adresi: İstanbul Rehberler Odası

Cihangir Mahallesi, Sıraselviler Cad.Soğancı Sok. No:3 Kat:1 Beyoğlu / İstanbul

0212 292 0520  -  www.iro.org.tr

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

YİĞİT BENER (Yazar-Çevirmen):

Ressam Cemil Eren’in, çocuk anı-larıyla bu anıların esin verdiği resim-lerini buluşturduğu “Ağış: Bir RessamınAnıları” adlı kitabının sayfalarını ka-rıştırıp genç Cemil’in çocukluğunda onuetkileyen, duygu dünyasını şekillendi-ren ve kişiliğinin yapı taşları arasındayer alan Abu, Hüsamettin Amca, SatıAna, Binnaz Abla ve benzeri gibi bü-yüleyici karakterin öykülerini okurkenşunu düşünmeden edemedim: Eğerben de bir gün benzer şekilde çocuk-luk-ilkgençlik anılarımı kaleme almışolsaydım, çocukluğumdan itibaren

sağlam ve sevecen kişiliğiyle, bilgisi,görgüsü ve bilgeliyle beni etkileyen,duygu dünyamı şekillendiren ve kişi-liğimin yapı taşları arasında yer alanbaşlıca büyüleyici karakterlerden biride Cemil Amca olurdu kuşkusuz (Obenim için daima baba-amca yadigarıCemil Amca’dır).

Böylesine bir kitaba hangi resimle-rin eşlik etmesini isterdim sorusununyanıtı da kolay: Çocukluğumdan berigerek Bodrum’da gerekse de Anka-ra’daki atölyelerinde ve sergilerinde (iti-raf etmeliyim ki birkaçı da evimin du-varlarında) izlemeye doyamadığım,“Ağış”takilere benzer, büyüleyici CemilEren tabloları elbette...

SABA ÖYMEN (Yazar-Sydney)

“Ağış”ın ben Türkiye’deyken yayın-lanması çok güzel bir sürpriz oldu. Ya-kın bir zamanda yayınlanacağını bili-yordum ama henüz ben Avustralya’yadönmeden kitapçılarda yerini almasınıbeklemiyordum. Hemen Kadıköy’dekisevdiğim kitapçıya gittim. Ressam Ce-mil Eren’in o çok özgün resimleriyle, anı-öykülerinin bir araya gelerek oluşturdu-ğu kitabı elimde tutuyordum. “Ağış”coşkulu bir kitap. Resimler yazıları, ya-zılar resimleri heyecanla kovalıyor. Bir bü-tünün parçası oluyor resimlerle yazılar,

birbirini tamamlıyor. Bir solukta okudumher öyküyü. Resimlerse... Durduruyorinsanı, tekrar tekrar baktırıyor. Dalıp gi-diyorum... Keskin. Sert. Çok şey anlatı-yor. Öyle güzel geldi ki, Cemil Eren’in ya-şamının parçası olmuş, belleğinden, yü-reğinden süzülüp, yazılarında, resimle-rinde yerini bulmuş bu gerçek kişileri ta-nımak... Bir zamanların Anadolu’sunu,Anadolu’nun çocuklarını, insanlarını,okullarını, yaşamını... İçinde resim olan,bir ressamın yapıtlarını içeren her kitaptabaskı kalitesi çok önemlidir. “Ağış”ıntam da ressam Cemil Eren’e yaraşır birkitap olduğunu düşünüyorum.

DENİZ GÜNAL (Yazar-Melbourne)

Kitabı elime alınca gerçekten güzelbasılmış olduğunu gördüm. Kaynak Ya-yınları’nı takdir ettim. “Ağış”ın CemilAbi’ye yakıştığını düşündüm. Acaba de-dim kitabı alanlar içindeki resimlerindeğerini anlayabilecek mi, çünkü bü-tün bu resimlerin okuyucunun eline bu

kalitede, üstelik de kendi öyküleri ilegelmiş olması, büyük bir ayrıcalık. Re-simlerle öykülerin her biri hem geç-mişten geliyor hem de hala yaşananacılarla yoksunluklara işaret ediyor.Bunu çok ciddi bir arılıkla yapıyor. Butür kitaplara öncülük eder mi acabadiye düşünüyorum. Sanırım yeterinceduyurulur, değeri bilinirse, öncü birçalışma.

AŞKIN BARAN (Gazeteci-Yazar- Sydney)

“Ağış”ın içeriğinde resim var...Ama en önemlisi ‘insan’ var.Dostlarımın, sevdiklerimin eme-ği var. Nihat Ziyalan’ın, FerruhDinçkal’ın, Deniz Günal’ın. Ve ta-bii ki usta ressam Cemil Eren’in.Benim de, dünyanın bir ucunda

bir Avusturalyalı “Yahu sizin di-yardan bir yapıt, bir sanatsal ça-lışma yok mu?” derse, sevgiylegöstereceğim bir kitap var elim-de. Dilerim bu kitaptan herkesinolur. O kadar güçlü ve etkileyiciki, bir, bir daha okuyorsunuz.Yine de elinizden bırakamıyor-sunuz. Emeği geçenler sağol-sun.

FERRUH DİNÇKAL (Felsefeci-Melbourne)

Ağış su buharının havaya doğ-ru çıkışı, yağış karşıtı. Bereketdöngüsünün bir parçası suyun entemiz hali olan buharın yukarı,arşa yükselişi. Cemil Eren deöyle yapmış: Tüm yaşamındaonu etkileyen olay ve ve kişiler-den bir demet sunarken bunu re-

simleri ile daha da zenginleştire-rek bize sunmuş. Bir buhar gücügibi. Sadece bu mu? Bir estetikkaygısı mı? Bence değil. Okur-ken; Cemil Eren’in bir sanatçı du-yarlılığı ile tarihe yaptığı kayıt,onun ne kadar toplumsal bir so-rumluluk sahibi olduğunun dazarif bir kanıtı. Eline, diline ve ta-bii ki fırçasına sağlık. Kitabınbaskısı da harika!

‘AĞIŞ’ İÇİN NE DEDİLER

Page 16: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

16H. ZAFER KARS

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Bijan Cezani’nin İran Meşrutiyet Devrimi’nianlatan kitabı kısa bir süre önce yayım-landı. Bu konuda ülkemizde basılmış ha-cimli yapıt sayısının (yüksek lisans ve dok-

tora tezleri dâhil) bir elin parmaklarını geçme-diği göz önüne alınırsa kitabın değeri kolayca an-laşılır.

Cezani, Tudeh Partisi (İran komünistlerinin par-tisi) içinde başladığı devrimci mücadelesine ku-rucuları arasında yer aldığı İran Halk Fedaileri Ör-gütü’nde devam etmiş. Şah döneminde, 1975 yı-lında hapishanede arkadaşlarıyla birlikte infaz edil-miş. Öldürüldüğünde otuz yedi yaşında olan Ce-zani’nin kitaba yazdığı önsöz 1962 tarihli. Dolayı-sıyla yirmi dört yaşındaki genç bir devrimcinin ka-leme aldığı bir eserle karşı karşıyayız.

Üç bölümlük kitabın ilk bölümünde Meşruti-yet Devrimi öncesindeki siyasi ve toplumsal ko-şullar ele alınmış, devrimin kısa bir tarihçesi ve-rilmiş. İkinci bölümde devrimin yanında ve kar-şısında olan güçler irdelenerek hareketin amaç-ları değerlendirilmiş. Son bölümde ise devrimci-lerin ve karşı devrimcilerin mücadele yöntemle-

ri anlatılmış.Bijan Cezani, bu konuda daha önce İranlı, İn-

giliz ve Rus tarihçiler tarafından yazılmış klasik eser-lerden geniş biçimde yararlanmış. MeşrutiyetDevrimi’nin tarihçesi kitapta yüz altı sayfalık bir bö-lüm olmasına rağmen diğer bölümlerde verilenayrıntılı ve geniş bilgilerle okur İran meşrutiyeti hak-kında bütünsel bir fikre sahip olabiliyor.

Önemli çeviri sorunlarıEser anadilinden, Farsçadan Türkçeye çevril-

miş olması gibi olumlu bir özelliğe sahip. Ancak,kitabın özellikle ilk yarısında çok sık rastlanan çe-viri yetersizlikleri, maddi tarihsel hatalar, tarihler-de tekdüzelik olmaması okumayı ve anlamayı güç-leştiriyor. Türkçe yazılması gereken Rus adları me-tinde İngilizce olarak yer almış. Türkçe karşılığı olanbazı sözcükler İngilizce verilmiş (Mahratte, post,count). Tarihler, herhangi bir açıklama yapılmadanhicri, miladi veya İran takvimine göre gelişigüzelbir şekilde aktarılmış. Sir John Malcolm, İran ta-rihinde önemli bir kişilik olan Malkom Han’la ka-

rıştırılmış. Gene İran tarihindeki önemli şahıslar-dan Şapşal (Han)’ın adı sıfat olarak (şapşal) kul-lanılmış metinde. Bu önemli kusurların kitabın ikin-ci baskısında düzeltileceğini sanıyorum.

Cezani’nin kitabı, İran ve tarihi konusunda ya-yın hayatımızda saptadığım önemli bir boşluğu dol-duruyor.

Din adamlarını tanımadanİran Meşrutiyet Devrimini konu alan ancak göz-

den kaçmış diğer kitap Prof. Dr. Mazlum Uyar’ıneseri: “İran’da Modernleşme ve Din Adamları”. Ki-tabın iç kapak sayfasında yer alan “Meşrutiyet Ör-neği” ifadesinin dış kapakta ve tanıtım metinle-rinde yer almaması, genel bir değerlendirme ol-duğu izlenimi veriyor.

İlahiyatçı olan Mazlum Uyar, yüksek lisans ça-lışmasını Manchester Üniversitesi Orta DoğuÇalışmaları Bölümü’nde, İran’ın 1906 ve 1979 ana-yasalarında egemenlik kavramı ile ulemanın yerikonusunda yapmış. Yazar, İran’ın yakın tarihi,İran’daki düşünce akımları ve önemli bir toplum-sal sınıf olan ulema konusunda uzman.

İran Meşrutiyet Devrimi tarihçesi, kitabın yarı-sından fazlasını (yüz seksen sayfa) kapsıyor. İlk bö-lümde meşrutiyetin ortaya çıkış nedenleri, ikincibölümde düşünsel kökenleri, üçüncü bölümde dedevrim süreci ele alınmış. Yazar, meşrutiyet tari-hini 1908 karşı devriminden sonra meclisin dev-rimciler tarafından ikinci kez açıldığı 1909 yılınakadar anlatmış. Bu tarihten sonraki gelişmeler ki-tapta yer almıyor. Son bölümde ise devrim süre-cinde ulemanın meşrutiyet yanlısı ve karşıtı ikikampa bölünmesi anlatılmış ve iki taraftanönemli birer din âlimi örneklenerek görüşlerikarşılaştırılmış.

İran modernleşmesinde etkili olmuş aydınlarınkitabın ikinci bölümünde yer alan yaşamöykü-leri ve siyasi eğilimleri, meşrutiyet devriminin dü-şünsel yapısının anlaşılmasını kolaylaştıran bil-giler içeriyor. Kitapta Şii din adamlarının İran top-lumundaki özel yerlerikonusunda ipuçları bul-mak mümkün. Kitabınkaynakçasında elliyeyakın Farsça ve İngi-lizce eser mevcut.

İran Meşrutiyet Dev-rimi’ni öğrenmek iste-yenlerin Cezani’nin yeniyayımlanan kitabıylaMazlum Uyar’ın kita-bını peş peşe okuma-larını tavsiye ediyo-rum.

Üçüncü kitapSon olarak kitapseverlere ülkemizde İran ta-

rihi hakkında ülkemizde yayımlanmış bir ilk ese-ri hatırlatmak istiyorum: “İran ve İnkılabı”. Adındanda anlaşılacağı gibi Meşrutiyet Devrimi’ni de içe-ren bu kitap esas olarak kısa bir İran tarihi. Meş-rutiyet, öncesi ve sonrasıyla kitabın son kırk say-falık bölümünde ele alınmış.

Şah döneminde,hapishanede

37 yaşında infaz edilenİranlı devrimci

Bijan Cezani’nin İran Meşrutiyet

Devrimi’ni anlatankitabıyla okur ayrıntılı

ve geniş bilgilerle İran meşrutiyeti

hakkında bütünsel bir fikre sahip olabiliyor.

Eserin, FarsçadanTürkçeye çevrilmiş

olması da ayrıca dikkat çekici

BÜYÜK KOMŞUMUZ İRAN’I TANIMAK İÇİN İKİ KİTAP

İran Meşrutiyet Devrimi üzerine

İran MeşrutiyetDevrimiGüçler ve Amaçlar (1906-1911)Bijan CezaniKaynak Yayınları 328 s.

İran’daModernleşmeve Din Adamları Prof. Dr. Mazlum UyarEmre Yayınları 336 s.

Page 17: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

VEYSEL ÇOLAK1727 Haziran 2014 CumaAydınlık

Enver Topaloğlu “Aşk Kayıtları” koymuşyeni kitabının adını. “Yakamoz ve Te-bessüm” (1993), “Kristal Kral” (1997), “Di-vane” (2006) adlı yayımlanmış üç şiir

kitabı daha var. Şiire saygılı bir şair o. İyi bir şi-irle karşılaştığı zaman yüzünün güzelleştiğini bi-liyorum. 1980’li yılların başında, hemen hemenher hafta sonu İzmir Konak’ta Saat Kulesi’nin di-binde buluşur, zamana inat, uzun uzun şiir ko-nuşurduk. Sonra Kemeraltı’nın daracık sokak-larında sıkışmış kalmış hanların avlularındakiçayhanelerde çay içer, gene hayata ilişkin şiirikonuşurduk. Her gelişinde bir tomar şiir olur-du yanında. Şiir bilgilerini mihenk taşı yapar, ir-delerdik her şiiri. Şimdi arasam bulamam bel-ki, ama o günlerde kalmış birkaç şiiri vardır evinbir yerinde, bir kitap arasında. Enver Topaloğ-lu’nu Beyoğlu’nda gördüm yıllar sonra. Uçuşansözcüklerde oluşmuş, ipi kopmuş bir uçurtmagibiydi. Daha sonra da Ordu’da karşılaştık bir şiiretkinliğinde. Bu iyi olmuştu benim için. Gençli-ğini biliyordum onun, çocukluğunu da öğrendimbu buluşmada. Her tarafı heyecandı sahneye çık-tığında. Annesi için yazdığı şiirini okurken bir alevtopuna dönüşmüştü bana kalırsa. Sahneden inipannesine sarılışı, fark edilmiş midir bilmem; amabeni çok etkilemişti bu fotoğraf. Bunları yazı-yorum; çünkü onun “Aşk Kayıtları” kitabı bun-ları anımsattı. Bu kitaptaki şiirlerin içeriği de oanne sevgisinde, aile kavrayışında anlamınıbuluyor. Kitaptaki her şiir ‘beni eve götür sev-gilim’ dizesiyle bitiyor. Elbette bu dizeden yolaçıkarak; şiirler aşk temasıyla sınırlandırılabilir.

Ev bir kaleymiş gibiBöylesi bir yargıyı, kitabın adının ‘Aşk Kayıt-

ları’ olması da destekleyebilir; ama bu çerçe-veleme şiirlerin anlamsal genişliğine haksızlıkolur. Farklı gören birçokgözle bakmak gerekiyorbu şiirlere. O zaman ‘benieve götür sevgilim’ dize-sinin çağrıştırdığı anlam-lar daha bir görünür ola-caktır. Böyle düşündü-ğüm için, bu dizenin aşkıanlattığı kadar dış dünyayıda reddediyor anlamınageldiği kanısındayım. Ev,bir kaleymiş gibi algılan-sın isteniyor. Sokaklarıyla,iş yerleriyle, holdingleriy-le, bankalarıyla, insan pa-zarlarıyla, asfaltıyla, mazotkokusuyla, kemirilen gök-yüzüyle, o çürümüş ko-kularıyla, ölümüne sav-rulan insanlarıyla, tuzaklarıyla kent düşmüştür.Başka nedir ki kent: “çok üzücü bir intihar daha/ klişelerle kamunun uçurumuna itilir / bulvargazetelerinde üçüncü sayfa haberi / oracıktaüstü arka sayfa mankenleriyle örtülür” Ta-mamlayıcı olması bakımından şu kent betim-lemesine de bakılmalı: “erbaine doğru / sokaklarkolsuz kanatsız / bahçeler kimselerin inmedi-ği / tren istasyonları kadar tenha / yürüdüğümyolun bir yanı tenha / bir yanı çorak / su de-sem / tuz verenler bile olacak” Sahi nedir ki kent,

kapitalizmin boyalı yüzünden başka. Bu algı ne-deniyle gidilecek, sığınılacak tek yer olarak evkalmıştır şiir öznesine göre. Böyle bir anlam-landırma, sanıyorum, yanlış olmaz. Çünküaşk, hiçbir koşulda zamandan, mekândan vetoplumsal olandan yalıtık yaşanamaz. Bu ne-denle ‘aşkı mümkün kılan isyandır’ dizesini yaz-mış olmalı şair. Onca çirkinliğe isyan edilmeli;onca çirkinlik aşılmalı ki bir aşk dupduru yaşa-nabilsin.

Şair, “aşk bir kelimedir dediler / niye mi kar-şı çıktım / dil yazılandan ibaret değil” diyor birşiirinde. Önemli bu. Her şiirin anlamı, çağrış-tırdıklarının bütünüdür demeye getiriliyor. ‘Herşiir, kullanılan sözcükler kadar, dışarıda bırakı-

lan sözcüklerle de yazılır’ vurgusuda yapılıyor. Aynı zamanda En-ver Topaloğlu şiirini açıklayanpoetik bir yaklaşım bu. Sözcükekonomisine önem veriyor. Söz-cükleri boşa kullanmaktan, yor-maktan; özenle, uzak duruyor.Sözcüklere alabildiğine saygılı.Sözcüklerin canlı olduğunu ak-lından çıkartmıyor, kelimelerinkanıyla yazıyor şiirlerini. Kulak-lar onca sağır olunca insanlarınkalbine konuşuyor bir çıkış yoluolarak.

Eşyanın teni olanlarAşk, büyük bir yer tutuyor şi-

irlerde; ama hayata ilişkin ay-rıntıların büyüklüğü daha görü-

nüyor oluyor çoğu kez. Bu bakımdan şu dize-lere bakılabilir: “sahibinin sesi yargıçlar ye-nenden yana hüküm kursun varsın / zamandaher fetvanın geri döndüğü / her fermanın hü-kümsüz kaldığı bir an vardır / gerçeği arayan ay-nanın öteki yüzüne de bakmaz mı” Böylesi bir-çok fotoğraf yerleştirilmiş şiirlere. Böylece bir ara-ya getirilmiş onlarca bireysel ve toplumsal fo-toğrafın kurgusuyla oluşturulmuş şiirler. Bufotoğrafların birine bakıp ötekiler de düşünül-sün, algılansın istenmiş. İşte o fotoğraflardan biri

daha: “emek değer artı değer proleter / prole-terler / işçiler / emekçiler fabrikalarda atölye-lerde / teri olanlar / eşyanın teni olanlar” Ha-yatın bütünü içerisinde ilişkilendirilmiş olaylar,olgular hep işlerlikte tutulmuş. Yaşanılan bütünalanlara uğransın istenmiş. Okuyucuya sunu-lanlar tikelden tümele giden bir disiplinle yer-leştirilmiş şiirlere. Geçmiş, bugün ve gelecek ara-sında kurulan diyalektik bir tarih bilinci deoluşturulmuş bir bakıma. Bu açıdan bakıldığında,şiirlere yedirilmiş olan gizli tarihin olduğu da gö-rülebilir. Bu da, esin kaynaklarının ne denlizengin olduğunu da göstermektedir. Anlam-yo-ğun, hayat-yoğun bu şiirlerin dil tadı da gözdenkaçmamalı. Her bakımdan sevdiğim bir kitap ol-muş “Aşk Kayıtları.” Bu şiirlerle düşünebilir,aşık olabilir, birbirimizi daha iyi anlayabiliriz. Şii-re ilişkin umudumu diri tutan şiirler getirmiş En-ver Topaloğlu. Gözden kaçmamalı bu kitap. Ney-se. Bu yazı onun, ‘Kelimelerin Kanı’ adlı minik birşiiriyle tamamlansın:

kıskanç değilim ey okurbütün şiirlerim senin olsan

dudağımın kıvrımından sızankelimelerin kanı

yazıyorum elini temizlemen için

beni eve götür sevgilim

Okuyucuya sunulanlartikelden tümele gidenbir disiplinleyerleştirilmiş şiirlere.Geçmiş, bugün vegelecek arasındakurulan diyalektik birtarih bilinci deoluşturulmuş bir bakıma. Bu açıdan bakıldığında,şiirlere yedirilmiş olangizli tarihin olduğu dagörülebilir

Kelimelerin kanıyla tutulmuş ‘Aşk Kayıtları’

Aşk Kayıtları

Enver TopaloğluYitik Ülke Yayınları

72 s.

Enver Topaloğlu

Page 18: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

18 27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

ElifG. Willow Wilson,Çev: Gökhan Sarı,Monokl, 368 s.Meçhul bir Orta Doğuşehrinde, takma adı Elifolan yetenekli ve gençbir hackerın Devlet’lebaşı belaya girer. O an-dan itibaren, aşk aç-mazındaki Elif, DevletGüvenlik’ten kaçmakiçin sürüklendiği dün-yada, görünür ve gö-rünmez güçlerle aman-sız bir mücadeleye tu-tuşmak zorunda kala-caktır.

“Elif”, İslam mitoloji-siyle bezenmiş eşsiz birfantastik kurgu.

MayısFatih Öcal, Can Yayınları, 480 s. “Mayıs”, çok sevdiği ga-zeteci eşi canice katle-dilen işadamı Ayhan’ınromanı. Olaylı 1 Mayıs2008 günüyle başlayanroman, bir aylık zamandiliminde; içine Türki-ye’deki birçok büyükoluşumu katarak ilerli-yor ve adım adım takipedilecek bir kovalama-caya dönüşüyor. FatihÖcal’dan, Türkiye’dekidinî gruplar, mafya vedevlet kurumları ara-sındaki kirli ilişkilere dairkanıt niteliğinde, sürük-leyici bir ilk roman.

Paul DiracGraham Farmelo,Çev: Zeynep Alpar, İş Bankası KültürYayınları, 563 s.Kuantum mekaniğininkurucusu Dirac’ın orta-ya attığı ve önceleri bi-lim camiasında itirazla-ra neden olan fikirler,sonradan kabul göre-cekti. Saf teoriye duy-duğu inançtan güç ala-rak öngördüğü anti-madde, yıllar sonra de-neylerle kanıtlandı. Son-radan pozitron adı veri-len pozitif elektronu, de-neylerle ispatlanmadanönce matematiksel ola-rak buldu.

İlk Üç DakikaSteven Weinberg,Çev: Zekeriya Aydın, Zeki Aslan, KırmızıKedi, 236 s. Bu öykünün özellikle ilkbirkaç dakikası 1960ve 1970’lerde büyükilerlemeler kaydetmişolan temel parçacıklarfiziğine dayanır; temelparçacıklar fiziğinin“Standart Model”i o ta-rihlerde, özellikle Wein-berg’in önemli kuramsalkatkılarıyla tamamlan-mıştı. Kitapta evrenintüm evrimine değinil-mekte, henüz yanıtsızolan sorular da ele alın-maktadır. 

Ölüleri AnmakIan Rankin, Çev: DilekŞendil, Yapı KrediYayınları, 508 s. Tecavüz suçlusu biri ci-nayete kurban giderama pek umursayanolmaz... Edinburgh dün-ya liderlerini ağırlama-ya hazırlanırken sıkı gü-venlik önlemleri sür-mektedir... Polis böylebirinin katilini aramayazaman ayıramaz.Emeklilik günlerini sa-yan John Rebus dışın-da...  Rebus, sezgilerinidinleyerek delil peşinedüşmek için her türlügerekçeyi bulmuştur ar-tık... 

RuKim Thuy, Çev: Gizem Şakar,Kafka Yayınevi, 141 s.Kim Thúy on yaşındaVietnam’dan ayrılır. Ko-münist rejimden ka-çarken Malezya’dakimülteci kampına ula-şırlar. Göçmen kimliği-ni sorgulayarak ta-mamladığı eğitimininardından avukat ve ter-cüman olarak çalışır.Kim Thuy, Vietnamlı birgöçmenin meçhul birgeleceğe yol alışının hi-kâyesini satırlarına dö-kerken geçmişin Viet-nam’ını da yeniden ya-ratıp bugüne aktarır.

BalyozKumpanyasıMuharrem Işık, NurettinDemir, Özgür Özel, VeliAğbaba, CumhuriyetKitapları, 152 s.Bu kitapta 2010 yılındabaşlatılan “Balyoz Kum-pası”nın kronolojik birdeğerlendirmesini su-nuluyor. Balyoz davası,Türkiye’nin hukuk, siya-si ve askeri tarihininutanç duyulacak kap-kara bir lekesidir. Balyozdavası, Türkiye’nin tari-hindeki karanlık dö-nemlerin aktörlerininvücut değiştirerek kur-guladıkları ve başarıyaulaştıkları bir kumpastır. 

GezileriminFıkralarıFaruk Pekin, E Yayınları, 123 s. Faruk Pekin 1985 yılın-dan bu yana Türkiye’dekültür turizminin öncü-lüğünü yapan, bir sanatve kültür tasarımcısıgibi İstanbul’da yaklaşık170, yurtiçinde yakla-şık 140 özgün güzergâhyaratan Fest Travel’ı yö-netiyor. Bu kitapta yak-laşık yirmibeş senedeyaptığı gezilerde, gezi-lerin hazırlık aşamasın-da, rötarlı uçakların bek-leme salonlarında an-lattığı, dinledeği fıkrala-rı derliyor.

Bay Jules ile Bir GünDiane Broeckhoven,Kolektif Kitap, 78 s. Her gün kocasının ha-zırladığı kahvenin ko-kusuna uyanan Alice,yine sıradan bir günebaşladığını düşünür. An-cak kanepede oturmuşyağan karı izleyen BayJules’ün öldüğünü farkettiğinde, o sıradan gün,yıllardır içinde tuttuğuşeyleri tek tek döktüğüeşsiz bir ana dönüşür.Komşusunun otistikoğlu David ise hiç bek-lenmedik bir şekildeona bu keder ve kayıpgirdabında eşlik eder.

Az Gidenler Uz GidenlerMuhsine HelimoğluYavuz, Kaynak Yayınları,200 s. Masalın kurgusal dün-yasına açılan bir kapıişlevi gören tekerleme,bizi gerçeklikten uzak-laştırarak bu dünyayahazırlar. Muhsine Heli-moğlu Yavuz’un bu ki-tapta topladığı 47 ma-sal, biz yetişkinlere, ço-cukluğumuzda bıraktı-ğımız masalları hatır-latmakla kalmıyor, ço-cukluktan yetişkinliğegeçiş sürecinde masal-ların üzerimizdeki etki-sine de ayna tutuyor.  

Başka DiyarlarınFelsefeleriRoger-Pol Droit,Çev: İsmail Yerguz, Say Yayınları, 368 s.İsmi eski Yunancadangelse de felsefe AntikYunan kültürlerine özgübir şey değildir. Bu an-tolojinin ilk cildinde Hint,Çin ve Tibet uygarlıkla-rına ait temel felsefi me-tinler bir araya toplan-mıştır. Orijinal dillerinegöre gruplanmış olanbu metinler, başka di-yarların felsefelerinin te-mel unsurlarını keşfet-meye yardımcı olurkenfarklı tonlarını da gözlerönüne sermektedir. 

KomplolarKitabıDoğan Gürpınar, Doğan Kitap, 288 s.Kızdıkça tüm dünyayıboynuzlarının üzerindesarsan öküz masalınainandığı çocukluk çağ-larını çoktan geride bı-rakmıştı insanlık. Yinede altın çağlara, masu-miyetini ve iyiliğinionaylatacağı karşıtlıklardünyasına dönmek is-tiyordu. Görünmez düş-manların yok ettiğipembe panjurlu bir ül-kede insanlar birbirleri-ne soruyorlardı: Ya hiç-bir şey göründüğü gibideğilse?

Yeni çıkanlar

Page 19: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

1927 Haziran 2014 CumaAydınlık

Mekanın ÜretimiHenri Lefebvre,Çev: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 447 s.“Mekânın Üretimi”, me-kân felsefeleriyle tartı-şan, mekânın tarih için-deki yolculuğuna dairkavrayıcı ve kapsayıcıbir tarih yazımı sunanama bütün bunları sos-yal ve siyasal pratikleilişkili bir şekilde yapan,yaparken de felsefedentarihe, fizikten metafi-ziğe, psikanalizden sa-nata, dilbilimden ilahi-yata kadar çok birçokdisiplini eleştiriye tabitutan en ustalıklı eser-lerinden biridir.

Çarşı Ulan!Erk Acarer, Yitik ÜlkeYayınları, 136 s. Bu kitabın geliri yazarıtarafından Umut Der-neği’ne bağışlanmıştır.

19.03, aşkın saati...Ihlamurdere Caddesihıncahınç insan dolu.En öndeki kırmızı pan-kartın üzerinde siyah,kalın harflerle “çArşı”yazıyor. Valideçeş-me’den Nişantaşı’nauzanan yolda insan sa-yısı on binlerle ifadeediliyor. Orada olanlarınhiçbiri, o akşamüzerigüneşini de, omuzları-mıza düşen karanfille-ri de asla unutmayacak.

Çılgın ve ÖzgürHıfzı Topuz, Remzi Kitabevi, 272 s.Hıfzı Topuz, inişli çıkışlıömrü birbirinden renkliserüvenlerle geçen, Türkaydınları arasında ken-dine özgü duruşuyladikkat çeken NeyzenTevfik’in yaşamını ro-manlaştırdı. İstibdat veardından gelen Cum-huriyet döneminin il-ginç kişiliklerinden biriolan Neyzen Tevfik’intüm yaşamı, ney üfle-mesiyle, özgür yaşammücadelesiyle ve hattasinema oyunculuğuylabu biyografik romandaöne çıkıyor.

Lambous KrallığıFerhat Atik, Destek Yayınları, 232 s.Bir dönemi, ünüyle ay-dınlatan LambousaKrallığı, bölgenin de-vam eden tarihine rağ-men, hâlâ bir simgesidurumundadır. Antro-polojik olarak baktığı-mızda halkın, yaşan-makta olan dönemerağmen, kültürlü veüretken olmak yanında,liderliklerin hırsları dı-şında bir sorunlarınınolmadığı da görülmek-tedir. Ne tesadüftür ki, li-derlik hırsları KıbrısAdası’nın tüm tarihler-deki kaderidir.  

Çaylar ŞirkettenRemzi Kazmaz,Chiviyazıları Yayınevi,176 s.Kitap, zamandan, me-kandan bağımsız nicesohbete eşlik eden ça-yın tadının, nasıl bakikalabildiğini anlatıyor. Lâkin “Son dönemdeçayın damak tadı kaçı-yor,” uyarısıyla birliktebu anlatının da tadı de-ğişiyor. Bu noktadan iti-baren çayın özelleşti-rilmesindeki kirli oyun-ları farklı bir yaklaşım-la kaleme alan yazar,bölgede yaşanan diğersıkıntılara dikkat da çe-kiyor.

Zeytin ÇekirdeğiŞ. Levent Deniz, Aya Kitap, 374 s. “Sen cennete gidecek-sin ve ben sana oradada kavuşamayacağım.Ne yaparsam yapayımhep kaybediyorum... Ba-zen duygularım karma-şıklaştı; senin genç yaş-ta ölmene mi üzüldümyoksa senden ayrı kal-dığım için kendime mi?Ben daha çok kendimeacıdım sanırım. Sensizkaldım diye kendimeacıdım daha çok, değilmi? Bencilce... Oysa budünyadan göç edensendin. Ruhun bir huzurbulamadı değil mi?”

Barbar Conan’ınVahşi KılıcıSayı 10, Marmara Çizgi, 264 s. Conan serisinin 55’ten60’a kadar olan sayıla-rının bir araya getirildi-ği bu ciltte de Conan ef-sanesinin şimdiye kadaryapılmış en tutkuluuyarlamaları yer alıyor.Robert E. Howard’ınhem orijinal Conan hi-kayelerinin kullanıldığıhem de bunların diğeryazarların Conan ma-ceralarıyla birleştirilirekzenginleştirildiği ciltler,Conan tutkunları içinvazgeçilmez birer ko-leksiyon malzemesi.

Bizim BirHaziranımızKolektif, PatikaYayınları, 480 s.

Muktedirlerin Okmey-danı'yla, Gülsuyu’yla ne-den bu kadar yakındanalakadar olduğunuanla-mak, Gezi’yle birlikte dü-şünen, süreçten öğre-nen, sermayenin sonsuzhareketliliğini ve iktidar-sermaye ilişkilerini izle-meye koyulan kitleler içinartık daha kolay. Kitap,ayaklanmanın sıcaklı-ğıyla yapılanan analiz-lerden uzaklaşıp, bu biryıllık birikimle Gezi’yegeri dönmeyi amaçlıyor.

Nietzsche -Özgürlüğü YaratmakMichel Onfray, Maximilien Le Roy, Çev: İbrahim Şahin, Esen Kitap, 136 s.

“Felsefeyi demokratik-leştirmeye çalışan bir fi-lozof ile çizgi romanınne kadar yetenekli res-samlara sahip olduğunugösteren değerli bir eser.”

-Planète BD-“Bu kitaptaki çizim-

lerde Van Gogh, Gauginve Cézanne’dan esinlen-diğini söyleyen Maximi-lien Le Roy, genç yaşınarağmen binlerce hayatyaşamış gibi...”

-Laurence Le Saux-

Ne İçin MücadeleEdiyoruz?Kolektif, Çev: ServetYeşilyurt, Habitus Kitap,216 s. 

“Bence giderek dahafazla insanın statükove bunun temsil ettiğidemokratik süreçtendolayı hayal kırıklığınauğradığı bir noktaya gel-dik ve bunu yenidenüretmeyecek alterna-tifleri aramaya çalışı-yoruz. Yatay biçimlerikullanmak, bu hiyerar-şik yapıları yenidenüretmeyen ilişki kurmayollarını bulmanın birparçası.” 

(Matt P.)

Bilim ve Ütopya DergisiHaziran 2014

“Yeni Ortaçağ”da Devrimin Karakteri”* Mafyalaşan rejimin karakteri ve halkın talepleri

* Millî demokratik devrim bugün neden daha büyük bir ihtiyaç?

* Soma katliamının ekonomi politiği nedir?* Diktatörlüğün kitle psikolojisine

nasıl başkaldırmalı?* Muazzez İlmiye ÇIĞ ile söyleşi: “Başımız açık Kur’an okurduk!”

* ODTÜ Biyogen’in hazırladığı Yaşam Ağacı’ndabu ay: “İnsanoğlu dünyada yaşamaya

veda mı ediyor?”* Bertrand RUSSELL’ın Çin izlenimleri

ilk kez Türkçede: “20. yüzyılın başlarında Batı’dan Çin’e bakışlar”

* Prof. Dr. Ahmet İNAM yazdı: “Yaşama borçlu bir varlık olarak insan”

Yeni çıkanlar

Page 20: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

20 27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

Haluk Işık bir tiyatro adamı, yazar,şair, gazeteci. “Çocukken geldi-ğim bu kenti, şimdi ‘Sevgilim İz-mir’ diye anlatırım” diyebilen bir

İzmirli. Yaşam ve sanat ustalarına kar-şı saygı ve sevgiyi öğretmenlerinden ka-zanım olarak değerlendiren bir sanatçı.

Bugüne dek yazdığı 60 dolayındaoyun, yurt içi ve dışında sahnelendi.300 bölüm dolayında televizyon filmi se-naryosu ve birçok radyo oyunu yayın-landı. Sayısız oyunun dramaturgluğunuüstlendi, 30 dolayında oyun yönetti.Çalışmaları ve yazdığı oyunlar, bugünedek 20’ye yakın ödülle onurlandırıldı.

Yazmayı yaşama biçimi olarak belle-yen Haluk Işık 54 yaşında, ama hep ço-cukluğunda kalan, çocuklar için üret-mekten gönenen bir yazar. “Çünkü bi-liyorum; ‘En güzel şarkıyı çocuklar ya-zacak…” diyebiliyor içtenlikle.

Çocuklar için yazmak, çocuk dünya-larından yeni yazılar, şiirler üretmek, ço-cuk düşlerinden yeni dünyalar kurmak,sorular sormak, yanıtlar almak ne güzelbir işlevsellik. Bunu beceren, başaran, ya-şama geçiren yazarlara, şairlere saygı du-yuyorum. Haluk ışık da bunlardan biri.

“Şarkıcı” (1) Haluk Işık’ın “SahnedenKitaba” adını verdiği bir proje kapsamındagerçekleştirilmiş bir çalışma. TOBAV Ço-cuk Oyunları Yarışması’nda (1990) bü-yük ödüle değer görülmüş. Yurtiçi ve yurtdışında da sahnelenen “Şarkıcı”, yıllarsonra Işık’ın düzenlemesiyle masal-oyun biçiminde kitaplaştırılmış.

Şirinköy… Ağaçları, tarlaları, kırmızı ki-remitli damların süslediği kardeş evle-ri, koyunları, inekleri, keçileri, kuş sesle-ri ile sevimli, adı gibi şirin bir köy… İn-sanları gürültü patırtıdan hoşlanmayan,sade, duru, çalışkan… Zaman zaman köy-lerine gelen Devgücü adlı o yaratık da ol-masa gül gibi yaşayıp gidecekler.

Evet Devgücü… Korkutan, ürküten, açgözlü, bir dev adam… Ruhu, düşüncesi veniyeti görüntüsüne yansıyan “tuhaf veacımasız” bir yaratık… Şarkılar da söy-ler ama onun şarkıları da ürkütücü, kor-kutucu, öcü gibi…

Peki kitaba adını veren şarkıcı kim-dir? Şaşkın, hüzünlü ama kendini ve dün-yayı gitarının sesleriyle, şarkılarıyla an-latan bir insan. Annesine göre şarkıla-rıyla “kafa şişirdiği” için pek seveni yok-tur. Köyde bir tek Fidan adlı “çilli burunlu,iki örgü saçlı” bir kız çocuğu onu anlar,şarkılarını sever, savunur. Şarkıcı’nın herşarkısından etkilenir:

İstemem ne kavga ne savaşSevgiyi dokurum durmadan.Herkesin bir işi var dünyadaEn güzel şarkılar da benden.

Aslında Şarkıcı yaşama umutla bakan,sevgi dolu, iyi niyetli, içtenlikli bir insandır.Kavgaya, şiddete karşıdır. Salt gitarını çal-sın, şarkılar söylesin, sanatını yapsınyeter ona. İyi ki onu anlayan, güç veren,şarkısını algılayan Fidan vardır.

Köylüleri haraca kesen, onları buyru-ğuna alan, korkutan Devgücü’nden Şar-kıcı ve Fidan’ın ortak akıl ve planlarıylakurtulurlar. Gün gelir rastlantıların da yar-dımıyla Devgücü’nün gücünü elinden, da-hası boynuna duran kolyesinden alırlar.

Devgücü derin uykuda sayıklarken,onun gücünü boynundaki kolyeden al-dığını duyar. Bir yandan Şarkıcı onauydurduğu ninniyi söyler. Fidan da boy-nundan kolyesini alır. Şarkıcı’nın boynu-na takar. Bundan sonra olaylar iyiden,dürsüt olandan, akıllı ve aydınlık olandanyana gelişir. Mutlu sona ulaşır. ŞarkıcıDevgücü’nü dize getirir.

Madolyon dediğin nedir ki?Her canlı güçlüdür.İnsanı insan yapanAklının gücüdür.

Dışlanan, alay edilen, korkaklıkla suç-lanan Şarkıcı artık bir kahramandır. Üs-telik “Devgücü’nün içindeki gerçek insanıortaya çıkaran, hepsine farkında olma-dıkları duyguları anımsatan” bir kahra-man… Kolye kırılmıştır.

En güzel şarkıyıçocuklar yazacak

ŞarkıcıHaluk Işık, Top Yayınları, 112 s.

Karar verme üzerine son zaman-larda okuduğum en iyi kitaplardanbiri “Şu Benim Kararsız Hayatım.”Geçtiğimiz Nisan ayında Remzi

Kitabevi tarafından okurla buluşturulan –orijinal ismiyle– My Life Undecided Jes-sica Brody’nin kaleminden ve Müge Yal-çın’ın özenli çevirisiyle özellikle genç ye-tişkinler açısından okunmaya değer.

Kitap, hayatında doğru kararlar ala-mayan ve buna son vermek üzere bir blogaçıp kararlarını başkalarına bırakan on beşyaşındaki bir kızın hikâyesi. Brooklyn Pi-erce, Amerika’nın Denver şehrinde yaşa-yan bir lise öğrencisidir. Kariyer sahibianne babası ve Harvard öğrencisi abla-sına rağmen başı pek dertten kurtulmaz.Sıkılgandır, derslerine pek dikkat etmez;bunun yerine nasıl göründüğü daha ilgi-sini çeker. Sorumluluktan olabildiğince ka-çar. Okulun en popüler kızı en yakın kızarkadaşıdır, seçimlerini onun direktifleri-ne göre düzenler. Aslında kendisi demutlu değildir bu kurguda; ama mem-nuniyetsizliğinin hiç farkında değildir. Yü-zeysel ama bir o kadar pırıltılı olan ya-şamında Brooklyn neredeyse bir finoköpeği gibidir. Arkadaşı ne derse onu ya-par; onun zevkine göre giyinir, onun zev-kine göre süslenir, matematiği çok iyi ol-masına rağmen o yetersiz diye daha altseviyedeki matematik dersine yazılma-ya razı olur. Kendine güvensizlik içine öyleişlemiştir ki, iki yaşında maden kuyusu-na düşmesinden sonra seçimlerini ne-

redeyse otomatikman yanlış yöne yapar. Ve neredeyse kişiliksizdir; kişiliğinin far-

kında olamayacak kadar ruhuna uzak, içi-ne ayna uzatmayan…

Ta ki evin bir kısmının yanmasına se-bep oldukları o güne kadar…

Bundan sonra gelsin toplum hizmet-leri, cezalar, üstelik en yakın arkadaşihaneti… Fakat hani fena da olmaz!

Sonra ister istemez “kendine” yelkenaçmalar gelir; ama hemen olmaz bu, öncekarar vermeyi öğrenmek zorundadır; ka-rar vermeyi öğrenecektir, ama kimseninaklına gelmeyen bir şekilde!

Görünenin arkasındaki görünmeyen…Hayat bir kararlar silsilesinden oluşur.

Nerede hangi yoldan gideceğimize kararvermek, sadece on beş yaşındaki biryeni yetmeyi değil çoğu zaman biz yaşı-nı başını almışları da korkutur. Kolay gö-rünenin zor gelmesidir bu.

Doğruyu yanlıştan ayırmak, değerliolanı boyalı ama değersiz olandan ger-çek hayatta kıl inceliğinde tespit edebil-mek için boyalı olanın perdelediği değerliolanı görebilmede bazen bir parça sı-kıntıya ihtiyacımız vardır.

Bunun sonucunda algılarımız, sonra se-çimlerimiz değişir. Seçimlerimiz… Birbaşka anlatımla kararlarımız. “Şu BenimKararsız Hayatım”; karar, seçim, algı gibi ko-nulara ilgi duyan, kendimizi nasıl bildiğimizve başkalarının bizinle ilgili neler düşün-dükleriyle ilgili merak edenler için eğlencelive düşündürücü bir hikâye

Hadibenimyerimesen kararver!

Şu Benim Kararsız Hayatım

Jessica Brody Çev: Müge Yalçın

Remzi Kitabevi, 301 s.

Çocuk / GençOĞUZ TÜMBAŞ AYÇA GÜZEL

Page 21: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

UMUT ERDOĞAN MERT ERPENÇ[email protected]

21

Zor günler yaşadık tarihimiz bo-yunca, yaşıyoruz. Temennimizher zaman zorlukların aşılması,idealimizdeki yaşama, refaha

kavuşmamız.Geriliyoruz, inanamıyoruz. Sorgula-

dıkça sinirleniyoruz, kafamız ya daha çokkarışıyor ya da daha çok berraklaşıyor.Zihnimiz sürekli meşgul, korkularımız,çekincelerimiz var. Gelecekten korkarhale geliyoruz; medyanın sunduğu yap-macık gerçeklik içinde asıl doğruyuarıyoruz. Kimimiz haberleri izlemeye ta-hammül edemiyoruz; her bir haber ki-mini sinir krizine sokuyor, kiminin tan-siyonunu yükseltiyor. Duvarlara ku-mandalar fırlatılabiliyor; televizyonuaşağı atacak kadar hala zengin bir ülkedeğiliz çünkü. Kapitalizmin eşyaya in-sandan daha çok bağlanılmasını aşıla-yan düzeni içinde eşyaları harcamamızinsanları harcamamızdan daha zor çokşükür(!).

Son yıllarda ülke gündemimiz hemenher gün gittikçe daha ağır bir hal alıyor.Duyduklarımıza, yaşadıklarımıza ina-namayarak günlerimizi geçiriyoruz. Hergün yeni bir konu karşımıza çıkıyor; busefer daha kötüsü olamaz, diyoruz. Er-tesi gün bin beterini duyuyoruz.

Davalar davaları takip ediyor, günlergeçiyor, kararlar veriliyor...

Cem Okyay’ın kurgusuyla2023’te Türkiye

Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkanCem Okyay’ın kitabı “Kapı”da, 2023 Tür-kiye'sine doğru gidiyoruz yavaştan.2022'de geçiyor olayların çoğu. Geri dö-nüşlerle, farklı bölümlerde 2022'ye na-sıl gelindiğine dair kesitler yer alıyor. Bal-ta Davası'ndan içeride olan, afla dışarıçıkan ve karşılaştıkları yeni Türkiye'ye yada daha doğru ifade etmek gerekirseyeni Federal Devlet’e alışmaya çalışanaskerlerin hikayelerine tanık oluyoruz.

Tamamı kurgu(!) olan “Kapı”da, uy-durma delillerle, çelişkili ifadelerle öz-

gürlükleri, en azından fiziksel özgürlüklerikısıtlanan askerlerin dramını, hayatla-rında değişen gerçeklikleri okuyoruz.

Bir arkadaş grubu içerisinde, farklı bö-lümlerde her bir karaktere odaklanan ki-tapta, geçmişin adaletsizliğini gören,gelecekten adil bir yargılama isteyen as-kerlerin bir olarak giriştiği mücadeleyi vezorlu yolcuğu okuyoruz.

Hikayenin içinde her bir karakterinkendi dramı var; kendi mutluluğu ve ka-yıpları, kendi sorunları ve hayalleri var.Cem Okyay yalnızca adalet yolculuğu-na değil, karakterleri “kendileri” yapandetaylara da değiniyor; bu da her biri-ni daha yakın hissetmenizi sağlıyor,okuyucu ile arasında kurulan bağı pe-kiştiriyor.

Türkiye’nin distopyası2022 Türkiye’sini size biraz anlatmak

isterim: Sinsice devletin her organını elegeçiren güç, istediğini almıştır. Ülke,bildiğimiz ülkemiz değildir artık. Kadın-lar ve erkekler ayrı ayrı toplu taşımaaraçlarına biniyor. Sarıklı, cübbeli adam-lar İstanbul'un her yerinde. Bu arada, İs-tanbul artık Başkent. Tekke ve zaviye-ler yeniden açılmış. Din temelli, parça-lanmış bir Türkiye var karşımızda. (Buparçalanma aslında ülkemizle sınırlıdeğil, Ortadoğu’da değişen sınırlarınolduğu da “Kapı”nın kurgusu içinde yeralıyor). Şehrin merkezi noktaları az çokdeğişmiş; her yeri kaplayan gökdelen-ler, yalnızlaşan ve mutsuzlaşan insan-lar...

Tamamı kurgu olan, Cem Okyay'ıngüçlü anlatımı ile kendisine hayran bı-rakan “Kapı” romanını herkese, şiddet-le tavsiye ediyorum.

Olabilecek en kötü durumu ve biryanda da olabilecek en güzel durumugöstermesi açısından sert bir anlatımıolduğu söylenebilir ancak böyle kurgu-ların insanları sorgulamaya, anlamayave öğrenmeye daha çok teşvik ettiği fik-rindeyim. Buyrunuz.

Kabullenmesi zor gerçekler

Kapı

Cem OkyayKırmızı Kedi Yayınevi

392 s.

“Az zamanda çok işler ba-şardığımız” dönemin hatırısayılır simalarından olan Fa-lih Rıfkı Atay’ın hayatının ele

alındığı eserde yazarın geçmişifarklı yönlerden ele alınıyor. Dö-nemin çoğu aydını gibi bir Rö-nesans insanı olduğunu söyle-yebileceğimiz Atay’ın kişiliğindeyetkin bir gazeteciyi, edebiyatçı-yı, milletvekilini görüyoruz. Tebaaolarak doğup vatandaş olarak budünyadan göç etmiş Atay’ın tec-rübeleri ve bize aktardıkları, tari-himiz açısından büyük önem ta-şıyor. Konu Cumhuriyet tarihi olunca, Ata-türk ile yakınlığından ötürü, aktardığı çoğuolayda kendisi de şahit konumunda bulu-nuyor. Yazar, rüşdiye, idadi ve son olarak Da-rülfünun’un Edebiyat kolunda noktaladığıeğitim hayatı ile döneminin rahle-i tedri-satından baştan sona geçmiştir. İlk yazıla-rını Servet-i Fünun’da yayınlatan yazar,1913’ten itibaren memuriyetle tanışmıştır. Budönemde yazılarında Türkçülük akımının et-kisi görülmeye başlar. Birinci Dünya Sava-şı’nda ve Milli Mücadele’de kalemiyle, gerekaldığı resmi görevler gerek yazdığı yazılar-la yer almıştır. Milli Mücadele karşıtları ta-rafından Kurtuluş Savaşı’nı destekleyenyazıları sebebiyle idama mahkum edilse de,İkinci İnönü Muharebesi’nin sonucu bu du-rumu değiştirmiştir. 1923’te girdiği Meclis’temilletvekilliği görevini 27 yıl sürdürmüştür.

Edebiyat dünyamıza kazandırdıkları, ta-rihimiz açısından da büyük bir şanstır. Eli-nizdeki eserde Atay’ın hayatı ve tarihimi-zin kesiştiği noktalar İmparatorluk’tan Cum-huriyet’e ele alınıyor. Türk toplumunun va-roluş mücadelesiyle Falih Rıfkı’nın hayatı pa-ralel olarak ele alınmış. Bu bağlamda ken-disini geniş bir dönemde takip etmekmümkün. Türkiye’nin o dönemki mücade-lesini İttihatçılıktan Türkçülüğe, İmparator-luğun çöküşünden Milli Mücadele’ye ve Ba-tılılaşma meselesine kadar Falih Rıfkı’da ta-kip edebiliyoruz. Kitabın özellikle geniş yerayırdığı kısım ise, ulus devletin inşası ve ya-şanılan süreç. II. Meşrutiyet ile yazarlığa baş-layan Falih Rıfkı, 1971 yılındaki vefatına ka-

dar aktif olarak yazı dünyası içinde bulun-muştur. Bu eserde yazarın Cumhuriyetideolojisini inşa etmekte üstlendiği rolügörebiliyoruz. Ayrıca dönemin birçok insa-nı gibi birden fazla alanda mücadele etmişolan Falih Rıfkı’nın kalemiyle yazın hayatı-mıza kattıkları, bölüm bölüm ele alınmış. Sa-dece siyasi yazılarıyla değil, sosyal içerikli ya-pıtlarıyla da ön plana çıkan Atay’ın yazıla-rı, yaşadığı döneme ayna tutan önemli birkaynak. Devletin ideolojik aygıtlarındanbasını etkin bir biçimde kullanan yazarınCumhuriyet ideologu olarak çabaları, ma-hir bir şekilde analiz ediliyor.

Bunun yanı sıra döneminin aydının siyasimeselelere bakışı ve dünya görüşleri de busayfalarda bulunabilecekler arasında. Dö-nemin ruhu oldukça akıcı bir dille okuyucuyayansıtılıyor. Atay’ın siyasi alanda İttihatçılıktanKemalizm’e geçişini de takip edebiliyoruz.Atay’ın yazılarıyla halkın döneminin lider-lerine olan bakış açısını etkilemesi ve ka-muoyu oluşturma çabası, kitabın ana te-maları arasında. Türkiye Cumhuriyeti için“ideal vatandaş’’ oluşturmakta kaleminietkin olarak kullanan Atay’ın çalışmaları, budönemin tarih yazımı ve Cumhuriyet tari-hinin genel olarak değerlendirilmesindebüyük önem arz etmektedir. Üretken birCumhuriyet aydınının hayatı, Kocaeli Üni-versitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerindenDoç. Dr. Funda Selçuk Şirin tarafından ge-niş bir kapsam içerisinde ele alınmış. Herseviyeden okuyucunun ilgisini çekebileceknitelikte bir eser.

FALİH RIFKI ATAY

İmparatorluk’tanCumhuriyet’e Bir Aydın:

Funda Selçuk ŞirinTarihçi Kitabevi

560 s.

27 Haziran 2014 CumaAydınlık

Falih Rıfkı AtayOSMANLI MÜNEVVERİNDEN CUMHURİYET AYDININA:

Falih Rıfkı ile Halide EdipFalih Rıfkı ile Halide Edip

Page 22: Cumhurbaşkanımız ABDÜLCANBAZ olsunki alalım. Post modernizmin “bana göre” kavramını zihinlerimize kazımasıyla haydi buyrun ni-teliğin cenaze namazını kılmaya. İyi

22GÜNEŞ ÖZAYTEN [email protected]

Atilla Dorsay, “100 Yılın 100 Yönetmeni”adlı kitabının İtalyan yönetmen SergioLeone’den bahsettiği köşesine şu sözlerlebaşlıyor: “Sergio Leone deyince akla

western gelir. Western deyince de Sergio Leone…Kuşkusuz bir İtalyan yönetmeni için oldukça ga-rip bir yazgı… Ama 1970’lerde western ana yur-du Amerika’da neredeyse unutulmuş, sinema ta-rihinin malı olmuş eski bir tür sayılırken, İtalya’daçıkan bir adam tüm bir kuşağa vahşi batının ensaf ve en sert düşlerini sunduysa ve tüm bir ku-şak western dünyasına onun filmleriyle girdi vewestern deyince John Ford’dan çok Sergio Leo-ne’yi bildiyse bunda şaşılacak ne var?”

Tür açısından western filmlerine baktığımız-da, İtalyanların yaptığı “spagetti western”lerin,western türü açısından bir dönüm noktası ol-duğunu görürüz. Bunlar arasında da, Sergio Leo-ne’nin ünlü dolar üçlemesi “Bir Avuç Dolarİçin”(1964), “Birkaç Dolar İçin”(1965), “İyi, Kötü,Çirkin”(1966) ve bu üçleme dışında Amerikantarihinden belirli bir kesiti anlattığı “Bir Zaman-lar Batı’da” öne çıkan üstün yapımlardır. Bu film-ler ayrıca detaylı senaryo ve anlatı yapıları ve gör-sellikleriyle de sinema tarihinin önemli klasik-leri arasına girerler. İtalyan westernleri, Holly-

wood’un ezberini ve söylevlerini bozan yapım-lardır. Çünkü Hollywood, 1930’lardan itibaren be-yazperdede kendi western efsanelerini yarat-maya başlamıştır. John Ford’un “Posta Araba-sı”(1939) ve Fred Zinneman’ın “Kahraman Şe-rif” (1952)’i bu filmlerin en önemlileridir. Holly-wood, western türünde filmler üreterek hem ken-di halkına, hem de dış dünyaya popüler kültüraracılığıyla birtakım mesajlar verir. Bu mesajlararasında Amerikalılık bilincini yerleştirmek ilkbaşta gelmektedir. Bundan dolayı, 1960’lara ka-dar western filmlerinin çoğunda idealize edilmişkarakterler bulunmaktadır. Örneğin John Way-ne, hep kendi sağladığı adaletle “kasabaya dü-zeni getiren kovboy” rolündedir.

İkinci Dünya Savaşının ardından Avrupa’da ikibüyük sinema akımı ortaya çıkar. Bu akımlarınortaya çıkışında savaşın yarattığı yıkım, ve he-men ardından ortaya çıkan sosyo-kültürel or-tam etkin olmuştur: İtalyan Yeni Gerçekçiliği veFransız Yeni Dalga’sı… İtalyanlar, 1950’lerden iti-baren Cinecitta Stüdyoları gibi sinema yatırım-ları ve Roberto Rossellini, Vittorio De Sica, Luc-hino Visconti, Federico Fellini gibi önemli yö-netmenleriyle 1960’larda dünya sinemasınadamgalarını vururlar. İlk filmini 1959’da çekenSergio Leone ise, İtalyan Yeni Gerçekçiliğininözelliklerini western türüne uyarlayarak önem-li spagetti western filmlerinin ortaya çıkmasınısağlar. Amerikan western filmlerinin aksine,bu filmlerde karakterler idealize edilmiş tipler de-ğillerdir. Bu tipler, uzamış sakalları, leş gibi du-ran giysileri, yorgun tavırları ve ahlaki kurallarasığmayacak davranışlarıyla çok gerçekçidirler.

Leone, 1966’da, ünlü dolar üçlemesinin sonfilmi “İyi, Kötü, Çirkin”’i çeker. Film, büyük bir ödü-lün peşindeki üç kanun kaçağı silahşörün hi-kayesini anlatmaktadır. Leone, daha sonra “BirZamanlar Batı’da” filminde de yapacağı gibi, fil-mi için Amerikan tarihinin önemli dönüm nok-talarından biri olan Amerikan İç Savaşı’nı fon ola-rak kullanır. Film, incelikli senaryo yapısı, görüntü

yönetmeni Tonino Delli Colli’nin başarılı görün-tüleri, İtalyan film müzisyeni Ennio Morricone’ninmuhteşem müzikleri ve oyuncularının unutul-maz performanslarıyla ön plana çıkar. Atilla Dor-say, “İyi, Kötü, Çirkin” gibi İtalyan yapımı wes-ternleri kitabında şöyle değerlendiriyor; “Özgünbir kültür olayını bambaşka koşullarda yenidenyaratmak, diğer bir deyişle bir ‘kültür nakli’ni ger-çekleştirmek mümkün müdür?” Çünkü Leone’ninyapmayı denediği ve sonuç olarak yaptığı, tamıtamına budur. Amerikan kültürünün tipik bir ürü-nü olan, her şeyiyle belli bir tarihsel dönemin ken-dine özgü yaşamının perdeye yansıması olan vetümüyle bir “tür sineması” sayılan Amerikan si-nemasının genel panoraması içinde türlerin enAmerikanı olan western, bambaşka koşullarda,bambaşka bir kültür içinde yeniden üretilebilirmi? Bu, elbette kültürün asıl anlamı olan “ekin,ekip-biçme, yetiştirme kavramlarıyla bağlantı-lı olarak, tarımsal örnekleri akla getiriyor..” Ger-çekten de feodalizm bu iki kültür arasındaki ben-zerliktir. Filmler, İtalya ve İspanya’da çekilmele-rine rağmen, Amerika’da bile Hollywood’u ra-hatsız edecek kadar büyük gişe başarısı eldeederler. Bu da idealize edilmiş kovboyları yerlebir eder. Hollywood, İtalyan sinemasına karşı ko-yamaz.

Gerçekçi tiplemeler, bu filmlerde feodalizmeağır eleştiriler yöneltilmesini sağlar. Zira, sefa-let diz boyudur ve bu ortamda kendi adaletle-rini yaratan, kendi kaderlerinin peşinde koşan si-lahşörler de bu sistemin birer parçasıdır. Leone,eleştirilerini sistemin parçası olan bu tiplerüzerinden yapar. Genellikle filmlerinde karak-terlerin geçmiş yaşamlarından bağlantılar ver-mez, yalnızca ipuçları sunar ve onları değer-lendirmeyi seyirciye bırakır. Örneğin, “İyi, Kötü,Çirkin”de, filmin iyi karakteri “Blondie”(ClintEastwood), ile filmin ‘kötü’sü “Angel Eyes”(Lee VanCleef) ve filmin ‘çirkin’i Tuco(Eli Wallach)’tan çokküçük farklarla ayrılır; alışılmış bir ‘iyi’ değildir, ade-ta ‘kötünün iyisi’dir. Çünkü Leone, karakterininfeodal sistemin içinden çıkmak gibi bir kaygısıolmadığını bilmektedir ve karakterin sınırlarını,filminin içinde öyle çizer. 170 dakikalık “İyi,Kötü, Çirkin”de Sad Hill Mezarlığı ve bir nehir üze-rindeki köprü için çarpışan Kuzeyliler ve Gü-neylilerin olduğu savaş sahnesi gibi sinema ta-rihine geçen sahneler bulunmaktadır. EnnioMorricone’nin unutulmaz müzikleri ise, bu sah-nelerin dramatik etkisini tamamlamaktadır.Leone’nin filmleri açısından oyuncu seçimleri deilginçtir. O zamana kadar başrol fırsatı bula-mamış ama başarılı Amerikan karakter oyun-cularıyla Gian Maria Volonte, Klaus Kinski gibiİtalyan, Fransız ve Alman sinemasının önemlioyuncularına yer verir. Clint Eastwood ve Lee VanCleef, Leone’nin dünya sinemasına kazandırdı-ğı iki büyük yıldızdır. “İyi, Kötü, Çirkin”’in başro-lünde Leone’nin filmlerinde oynamadan önce yıl-dızı yeni parlamaya başlayan bir televizyon yıl-dızı olan Clint Eastwood var. Eastwood, rol aldığı“Bir Avuç Dolar İçin”, “Birkaç Dolar İçin”, “İyi, Kötü,Çirkin” gibi filmlerle dünya çapında şöhrete ka-vuşurken, bu filmlerde oynadığı karakterlerleJohn Wayne’in anti-tezi bir çizgi çizmektedir.Eastwood’a, sinemanın en karakteristik çirkin-lerinden Lee Van Cleef, Eli Wallach, Aldo Giuff-re ve Mario Brega eşlik ediyorlar.

Filmler, İtalya veİspanya’da

çekilmelerine rağmen,Amerika’da bile

Hollywood’u rahatsızedecek kadar büyük

gişe başarısı elde ederler.

Bu da idealize edilmişkovboyları yerle bir eder.

Hollywood, İtalyan sinemasına

karşı koyamaz

İyi, Kötü, Çirkin

Yönetmen:Sergio Leone

Oyuncular:Clint Eastwood

Lee Van CleefDVD: Tiglon, 170 dak.

27 Haziran 2014 Cuma Aydınlık

GÖRSEL KİTAPLIK

Hollywood’a ezber bozduran western‘İyi, Kötü, Çirkin’