dil ve etimoloji kütüphanesi - yıl iv, sayı 1, ocak 2012...

392
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun İÇİNDEKİLER Emine Gürsoy Naskali, “Giriş” [I] PİŞMİŞ TOPRAK Buket Acartürk, Toprağın Binlerce Yıllık Macerası [1-17] Deniz Onur Erman, Türk Seramik Sanatının Gelişimi: Toprağın Ateşle Dansı [18-33] İrem Çalışıcı Pala, Osmanlı Sarayında Dinin ve Bazı İnançların Etkisiyle Pişmiş Toprak Yiyecek Eşyası Kullanımı [34-50] Muna Silav Utkan, Çatalhöyük [51-61] TOPRAK HUKUKU Sevim Yılmaz Önder, 14. Yüzyıldan Bugüne Türkiye Türkçesinde Toprak Ölçümü [62-79] Sedat Erkut, Esma Reyhan, Hititlerde Toprak Edinme ve Arazi Bağış Belgelerinden Örnekler [80-86] Güler Yarcı, Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi [335-375] ZİRAAT Makbule Sarıkaya, Türkiye’de Zirai Eğitime Bir Örnek: Kalender Ziraat Yurdu [87-101] TOPRAK COĞRAFYASI Güven Şahin, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Toprak Araştırmaları [102-118] Taner Okan, Orhan Sevgi, H. Barış Tecimen, Türkiye’de Toprak Kullanma ve Koruma Kültürü [119-131] TOPRAĞIN İNSANLARI Ali Asker Bal, Toprak Kesilen Bedenler; Neşet Günal’ın Kırsal Yaşam Manzaraları [132-140] Nigar Pösteki, Türk Sinemasında Toprak Mülkiyetine Bakış [141-171] EDEBİYATTA TOPRAK

Upload: others

Post on 26-Jan-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun

    İÇİNDEKİLER

    � Emine Gürsoy Naskali, “Giriş” [I]

    PİŞMİŞ TOPRAK

    � Buket Acartürk, Toprağın Binlerce Yıllık Macerası [1-17]

    � Deniz Onur Erman, Türk Seramik Sanatının Gelişimi: Toprağın Ateşle Dansı [18-33]

    � İrem Çalışıcı Pala, Osmanlı Sarayında Dinin ve Bazı İnançların Etkisiyle Pişmiş Toprak

    Yiyecek Eşyası Kullanımı [34-50]

    � Muna Silav Utkan, Çatalhöyük [51-61]

    TOPRAK HUKUKU

    � Sevim Yılmaz Önder, 14. Yüzyıldan Bugüne Türkiye Türkçesinde Toprak Ölçümü

    [62-79]

    � Sedat Erkut, Esma Reyhan, Hititlerde Toprak Edinme ve Arazi Bağış Belgelerinden

    Örnekler [80-86]

    � Güler Yarcı, Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi [335-375]

    ZİRAAT � Makbule Sarıkaya, Türkiye’de Zirai Eğitime Bir Örnek: Kalender Ziraat Yurdu

    [87-101]

    TOPRAK COĞRAFYASI � Güven Şahin, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Toprak Araştırmaları [102-118]

    � Taner Okan, Orhan Sevgi, H. Barış Tecimen, Türkiye’de Toprak Kullanma ve Koruma

    Kültürü [119-131]

    TOPRAĞIN İNSANLARI � Ali Asker Bal, Toprak Kesilen Bedenler; Neşet Günal’ın Kırsal Yaşam Manzaraları

    [132-140]

    � Nigar Pösteki, Türk Sinemasında Toprak Mülkiyetine Bakış [141-171]

    EDEBİYATTA TOPRAK

  • ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun

    � Ebru Burcu Yılmaz, Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana Romanında Toprağın Dili

    [172-182]

    � Namık Kemal Şahbaz, Ceyhun Atuf Kansu’nun Şiirlerinde Toprak Teması ve Sakarya

    Meydan Savaşı’nın “Ve Toprak”ı [183-192]

    SÖZLÜKTE “TOPRAK” � İsa Yüceer, Kur’an’da Toprak ve Yeryüzü Lafızları [193-206]

    � G. Selcan Sağlık Şahin, Türkmen Türklerinde Toprak [207-221]

    � Orhan Sevgi, O. Yalçın Yılmaz, H. Barış Tecimen, Taner Okan, Türklerde Toprak

    Bilgisinin Kökenleri [222-234]

    � H. Barış Tecimen, Orhan Sevgi, Taner Okan, Türkiye Türkçesinde Geleneksel Toprak

    Bilgisi [235-247]

    TOPRAK VE İNANÇLAR

    � Aynur İnce, Anadolu’da Alevî-Bektaşî Geleneğinde Kerbelâ Toprağının Kullanımı

    [248-258]

    � Metin Eren, Türk Kültüründe Ölüm ve Toprakla İlgili İnanış ve Ritüeller [259-271]

    � Ayşe Güç Işık, Müslüman-Yezidi İlişkileri Örneğinde Arındırıcı Bir Madde Olarak

    Toprak [273-280]

    TOPRAK VE ŞİFA

    � Yasemin Demircan, Tıyn-ı Mahtûm: Akdeniz Dünyasının Mucize Toprağı [281-295]

    � Canser Kardaş, Şırnak Türbelerinde Toprakla İlgili Uygulamalar [296-301]

    GELENEKTE “TOPRAK”

    � Gülpınar Akbulut, Türk Kültüründe Toprak Yeme Alışkanlığı (Jeofaji): Arguvan’dan

    Örnek Bir Çalışma [302-315]

    � Pınar Kasapoğlu Akyol, Kullanım Şekilleri ve Geleneğiyle Kültürümüzde Toprak

    [316-334]

    � Yasemin Bulut, Toprak, Kum, Balçık, Çamur, Kil ve Mil Üzerine [375-386]

  • 1

    ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun

    Toprağın Binlerce Yıllık Macerası Thousand Years of Clay

    Buket Acartürk*

    Özet

    Anadolu’da Seramik sanatının oluşumu dokuz bin yıllık bir geçmişe sahiptir.

    İnsanoğlu kili ilk şekillendirmeye başladığında önce suyu kullandı, sonra toprağı, sonra da

    ateşi. Anadolu’da Çatalhöyük’te, kil ilk şekillendirildiğinde tarih MÖ 6000’i gösteriyordu.

    Çatalhöyük kazılarında evlerde pişmiş toprak figürler, ana tanrıça heykelcikleri bulunmuştur.

    Mezarlarda ise pişmiş topraktan damga mühürler bulunmuştur. M.Ö 5500–5000 arasında

    (Kalkolitik Çağ) seramik sanatı açısından özgün ve çeşitli formlar vardır. Hacılar’da yapılan

    kazılarda evlerin ortasında üç çömlekçi atölyesi bulunmuştur. Seramikler perdahlı ve

    bezemelidir.

    Antik Çağ Anadolu uygarlıklarına baktığımızda, kil’in, günlük kullanım eşyaları,

    dinsel objeler, mimari elemanlar, dekoratif eşyalar ağırlıklı olmak üzere iletişim veya yazılı

    belge niteliğinde kil tabletler olarak kullanıldığını görürüz. Seramik, Türklerin Anadolu’ya

    yerleşmesi ile birlikte Selçuklularda ve sonra da Osmanlıda tarihsel gelişimine kesintisiz

    devam etti ve var olan işlevlerinin dışında çini olarak da çok önemli ve estetik bir düzey

    yakaladı.

    Anahtar kelimeler: Toprak, Kil, Seramik, Anadolu, Terracotta

    Abstract:

    The story of ceramic art has a nine thousand year history. When man began to shape

    clay, he used first water, then earth and lastly fire. It was B.C. 6000 when clay had been

    shaped in Catalhoyuk in Anatolia. In the Catalhoyuk archaeological site terra cotta figurines,

    * Yrd. Doç. Buket Acartürk, Sakarya Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik ve Cam Bölümü, Sakarya. [email protected]

  • 2

    mother goddess figurines were found. Stamp seals were found in graveyard excavations.

    Between B.C. 5500-5000 (Chalcolithic Period) there were various and unique forms in

    ceramic art. In the archaeological site of Hacilar three pottery studios were found. Ceramics

    are polished and ornamented. In Ancient Age Anatolian civilizations, clay was used for

    objiects of daily, religious objects, architectural elements, decorative objects and as well as

    for clay tablets for communication purposes and written documents. After Turks settled in

    Anatolia, the development of ceramic art continued in the Seljuks and Ottoman periods.

    Beside the existing functions it reached an important and aesthetic level as tile.

    Key Words: Earth, Clay, Ceramic, Anatolia, Teracotta

    Bir testici gördüm, çamur içindeydi:

    Ayağı çarkında, elinde bir testi;

    Testinin başında bir yoksulun ayağı

    Kulpunda bir padişahın kellesi

    Ömer Hayyam

    Tarihin en eski zamanlarından günümüze kadar yaşanmış olan süreçte insanoğlu,

    doğayı, her çeşit ihtiyacını karşılamak için kullanmıştır. Yeryüzünün en üst tabakası olan

    toprak, ilk çağlardan başlayarak insanların ihtiyaçlarını karşılayan en zengin kaynak

    olagelmiştir. Taşıma kapları, çanak-çömlek gibi kullanım eşyaları, heykelcikler, idoller, süs

    eşyaları, mühürler vb. gibi birçok nesne, toprak, kayaç veya taşlardan üretilmiştir.

    Anadolu’da toprağın kullanımı, seramik sanatı ve üretimi anlamında dokuz bin yıllık

    bir geçmişe sahiptir. İnsanoğlu kili ilk şekillendirmeye başladığında önce suyu kullandı, sonra

    toprağı, sonrada ateşi. Bu üç ana malzemenin bir araya gelmesi insanlık tarihi açısından,

    yaratıcılığın ve yeteneğin de kullanımı ile seramik sanatının doğumu olarak da tanımlanabilir.

    Anadolu’nun zengin toprakları tarih boyunca Lidyalıları, Hititleri, Urartuları, Bizans’ı,

    Selçukluyu ve Osmanlıyı bünyesinde beslerken onların zengin kültürel medeniyetlerine de

    kucağını açtı. Anadolu’da Çatal höyükte, kil ilk şekillendirildiğinde tarih M.Ö. 6000’i

    gösteriyordu.

    Anadolu’nun tarihine kronolojik sıra ile bakacak olursak ilk olarak neolitik döneme

    göz atmak gerekir. M.Ö. 8000-5500 olarak tarihlenen neolitik dönem, çanak çömlekli ve

    çanak çömleksiz olmak üzere iki evreye ayrılmaktadır.“Cilalı taş dönemi olarak bildiğimiz,

    arkeoloji literatüründe neolitik olarak tanımlanan dönem, insanların avcılık ve toplayıcılığa

    dayalı gezginci bir yaşamdan besin üretimine, çiftçiliğe dayalı yerleşik yaşama geçtikleri

  • 3

    insan kültür tarihinin en önemli aşamalarından birini oluşturan süreçtir. Bu dönem içinde

    gelişen mimari, sanat ve zanaat, uzmanlaşma, toplumsal örgütlenme gibi birçok olgu ile her

    şeyin değiştiği ve yeni bir düzenin kurulduğu birçok yeni buluşun sınanarak ortaya çıktığı

    heyecan verici bir uygarlık sürecidir Neolitik çağın seramiksiz döneminde kap kacaklar taş

    veya ahşaptan yapılıyordu, obsidyen(doğal cam) ticareti vardı, yani yerleşim merkezlerinde

    belli bir sirkülasyon vardı. Kilden küçük figürler yapılmıştı, pişirmeden kap-kacak üretimi

    yapılıyordu.”1

    Neolitik çağın en önemli araç yapım malzemelerinden obsidyen taşı Çatalhöyük.

    Kaynak: http://www.ozantalyatour.com.tr/tur/haber_detay.asp?haberID=311

    Neolitik çağın seramikli döneminde kaplar fonksiyonel olarak; topraktan yapılan

    yiyecek-içecek kapları, pişirme kapları, taşıma kapları, depolama kapları olarak

    şekillendirilmiştir.

    Çatal Höyük MÖ 6600-6300 Çatal Höyük 6300 Dört Ayaklı Kap

    Ayaklı Pişirme Kabı

    Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html 1 Nezih Başgelen, “Seramiğin Bulunup Geliştiği Anadolu’nun Benzersiz Dönemi Neolitik Çağ”, Seramik Türkiye Dergisi, Sayı 13, 2006, s. 114.

  • 4

    “Bu dönemin içinde ortaya çıkan uygarlık tarihi açısından ikinci önemli aşama çanak-

    çömleğin kullanılmaya başlanması olmuştur. Yerleşik yaşama geçen insanoğlu kili önceleri

    mimari gereksinimleri için kurutup sertleştirerek çeşitli amaçlarla kullanmıştır. Yine bu

    dönemde insanın pişirme teknolojisine de sahip olduğu bilinmektedir. Mutfak kültürünün

    gelişmesi ile ahşap kapların yanı sıra farklı malzemelerden dayanıklı kap kacak gereksinimi

    ortaya çıkmıştır. Pişmiş toprak ilk kabın nerede üretildiğini bilmiyoruz. Ancak bilinen en eski

    çanak çömlek kalıntılarının Anadolu’daki neolitik merkezlerde seramik tarihinin erken ve

    önemli örneklerinin olduğunu söyleyebiliriz.”2

    “Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Canhasan III gibi merkezlerde ortaya çıkarılan ve

    günümüz uygarlığının temelini oluşturan Neolitik gelişmeler, Ön Asya’da İran, Irak, Suriye

    ve Filistin’de aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya çıkarken, Ege yöresi ve Balkanlarda en az

    bin, Avrupa’da ise yaklaşık dört bin yıl sonra gerçekleşti.”3

    Çatalhöyük’de yapılan arkeolojik kazılarda evlerde pişmiş toprak figürler, ana tanrıça

    heykelcikleri bulunmuştur. Mezarlarda ise pişmiş topraktan damga mühürler bulunmuştur. Bu

    mühürler mülkiyet işlerinde ve tekstilde kullanılmıştır. Neolitiğin geç döneminde ise kilden

    yapılmış tanrıça figürleri yapılmış ve bu heykelcikler ev içinde ayrı bir yerde tapınma alanı

    olarak kullanılmıştır. Geç neolitik dönemde seramikler daha iyi pişmiş, perdahlıdır. Renk

    olarak kahverengi, kırmızı, sarı renkler hâkimdir. Hayvan biçimli kaplar, geometrik desenler,

    mataralarda ise tutamaçlar dönemin seramiklerinin en ileri örneklerindendir Çatalhöyük

    kazısında binden fazla konut ve bunlarda oturan on bin nüfustan bahsedilmektedir.

    Ikiz tanrı heykeli, Çatalhöyük, M.Ö. 6000

    2 agm., s. 116. 3 A. Britannica, Cilt 28, 1996. s. 362.

  • 5

    Mühür, Çatalhöyük, MÖ 6000

    Yemek pişirme kabı, Çatalhöyük, M.Ö. 6000

    Kaynak: http://www.nuveforum.net/171-nuve-muze/9906-anadolu-kulturleri

    “Çatalhöyük’de bulunan erken neolitik çağ yerleşmesi binlerce konut ve on bin kişiyi

    bulduğu söylenen nüfusuyla yakın doğunun bilinen en büyük kasabalarından biri

    durumundadır.”

    Topraktan yapılmış ana tanrıça heykelciklerinin oldukça fazla olması neolitik dönemin

    karakteristik özelliklerindendir.

    Pişmiş topraktan yapılmış Ana Tanrıça Heykelciği. Çatalhöyük (Anadolu Medeniyetleri

    Müzesi, Ankara )

    Kaynak: http://www.altarmodeling.com/maketcesitlerien.html

    4 Fahri Özparlak, “Çatalhöyük’ten Günümüze Ticaret ve Konya Ticaret Odasının 125. Kuruluş Yılı”, İpek Yolu Dergisi, Sayı 237, 2007, s. 57.

  • 6

    Geyik şeklinde kap, Hacılar, M.Ö. 6000 Kadın başı seklinde kap, Hacılar, MÖ 6000

    Kaynak: http://www.nuveforum.net/171-nuve-muze/9906-anadolu-kulturleri/

    Hacılar, Geç Neolitik 6500-6000 Köşk Höyük Kazısı, Neolitik sonu Kalkolitik başı, MÖ.

    6000

    Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html

    Kalkolitik dönem ise, arkeologlar tarafından Anadolu’da M.Ö. 5500–3000 arasında

    tarihlenmektedir. Madenin keşfi bu dönemde olmuştur. Bu madenlerden alaşımların yapılması

    ve bunların takas usulüyle kullanılması ve dolayısıyla ticaretin doğuşu dönemin önemli

    özelliklerindendir. Seramik sanatı açısından bronz çağı ise bir önceki çağdan çok keskin

    olarak ayrılmamakta, geometrik bezemeler büyük oranda devam etmekte fakat daha özgün ve

    çeşitli formlar bu dönemde görülmektedir. Seramikler perdahlı ve bezemelidir. Pembe, sarı,

    kırmızı, renkli bezemeler hâkimdir. Oval ağızlı, küre gövdeli, dikdörtgen seramik kaplar

    bulunmuştur. Geç kalkolitik dönemde ise ince et kalınlığında, krem rengi astarlı, kafes

    görünümlü süslemeli seramikler bulunmuştur. Boyunlu, kırmızı, kahverenginin tonlarının

    bulunduğu, kafes örgü dolgulu bezemeler dönemin karakteristik özelliklerindendir.

    Karamanda Canhasan, Kuruçay ve Canhisar, Denizli’de Beycesultan en önemli

    merkezlerdendir.

  • 7

    Hacılar Erken Kalkolitik M.Ö. 6 binin ilk yarısı

    Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html

    Can Hasan II Höyük kazısı buluntusu, Orta kalkolitik çağ

    Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html

    Tanrıça figürü, kalkolitik dönem, Hacılar

    Kaynak: http://yasamguzelsanatlar.blogspot.com/2011/03/anadoluda-pisen-toprak-gonul-

    paksoy.html#more

  • 8

    Suriye’de bulunan tabletlerde ilk seramik teknolojisinin bilgileri vardır. Mavi-yeşil

    tonlu ilk kurşunlu sırlar yapılmıştır. M.Ö. 2000’lerde Mısır’da sır yapımında alkali ve toprak

    alkaliler kullanılmıştır. Bugün mısır mavisi olarak adlandırdığımız renkte çok özel bir çamur

    kullanılmıştır. Hacılarda yapılan kazılarda evlerin ortasında üç çömlekçi atölyesi

    bulunmuştur. Seramik üretimi açısından en önemli gelişmelerin başında ise çarkın keşfi

    gelmektedir. İlk Tunç çağının birinci döneminde, M.Ö. 3000’lerde çark diyebileceğimiz

    türden üretim araçları kullanılmıştır. Çarkın keşfi ile birlikte insan için daha az yorularak ve

    daha az enerji harcayarak daha uzun süre çalışma imkânı doğmuştur. Böylelikle daha çok

    sayıda üretim ve nitelik açısından çok daha kaliteli ve düzgün seramik formlar ortaya çıkmaya

    başlamıştır.

    Bu dönemde Anadolu’da çok kullanılan seramik içki kapları olan Depaslar, ince uzun

    gövdeli, çift kulplu, oldukça zarif formlardadır. İlk tunç çağının ikinci döneminde Anadolu’da

    seramik formların üstünde stilize edilmiş insan yüzleri görülmektedir. Batı Anadolu’nun

    karakteristik kaplarından sayılan Yortan tipi seramikler bulunmuştur. Kırmızı astarlı,

    diyagonal kazıma desenli bu kaplar törenlerde kullanılmıştır. Ayrıca bu dönemde pişmiş

    toprak idoller vardır, keman biçimli, bej rengi çamurlu, gri renk astarlı, kazımaları stilize

    edilmiş, elbise kıvrımları olan heykelciklerdir bunlar.

    Orta Tunç çağında ise Asur ticaret kolonileri başlamıştır. Ticarette seramik silindir

    mühürler kullanılmıştır.

    “Asur ticaret kolonileri döneminde, seramikte görülen gelişmenin bir nedeni;

    başlangıçta yalnız Kayseri ovasında kullanılan çarkın, bu dönemde Orta Anadolu’da tanınmış

    olmasıdır.”5 En yaygın olarak kullanılan formlar: gaga ağızlı testiler, kübik meyve kapları,

    çaydanlıklar, kabartma ya da heykel süslü ayaklı kâseler, insan yüzlü törensel kaplar, yüksek

    ayaklı formlar, çok kulplu seramikler, yüksek ayaklı, ağızları hayvan figürlü olan kaplar,

    törensel içki kapları olan Rhyton’lar, bitkisel bezemeli, kuş süslemeli kaplardır.

    5 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994, s. 122.

  • 9

    Ryhton, Orta tunç çağı

    Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2011/01/panaztepe-ii-izmir-aiolis.html

    “En çok sevilen seramik eserler, aslan, boğa, koç gibi hayvan biçimli kaplardır.

    Rhyton adı verilen bu kaplar tanrıya içki sunmak amacıyla kullanılırdı. Uzun gagalı ve

    çaydanlık biçimli kaplar bu dönemde yapılmış ilginç örnekler arasındadır.”6

    Anadolu’da seramik çamurunun kullanım alanlarından bir diğeri de tuğla kullanımıdır.

    Tuğla’nın Anadolu’da ilk kullanım dönemi Çatalhöyük ve Hacıların neolitik çağ evleri,

    Canhasan ve Alişar’ın kalkolitik çağ mimarisinde görülmektedir.

    Çömlekçilik sanatının antik dönemde çok iyi kullanıldığı çeşitli araştırma ve

    kazılardan bilinmektedir. Günümüzde sayıları hayli azalmış olan çömlekçilik merkezlerinin

    üretim biçimleri ile antik dönem çömlekçiliğinin teknik olarak çok farklı olmadığı

    bilinmektedir. Antik dönem formlarından pithos ve anforalara benzeyen küp ve testiler,

    maşrapalar ve su bardakları günümüzde işlevlerini sürdürdükleri için üretimleri devam eden

    formlardır. Sunu kapları gibi işlevleri sona erenler ise kendiliğinden ortadan kalkmıştır.

    Günümüzde mutfak kap-kaçakları artık çömlekçilerde değil, her biri özel teknolojilere sahip

    fabrika veya işletmelerde üretilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile gelen plastik, cam, çelik,

    emaye gibi malzeme çeşitleri çömlekçilik sanatını büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir.

    Antik çağa ait uygarlıkların tümünde Anadolu’da seramik üretimi aralıksız devam

    etmiştir. Hitit’lerin pişmiş toprak yazıtları bugün tarihi aydınlatmaya devam ederken aynı

    zamanda sanatta yakaladıkları üst düzeyinde en güzel ifadesini vermektedir.

    6 Ece Kanışkan, Anadolu’da Tarih Öncesi Çağlardan Helenistik Dönem’e Kadar Bulunan Ana Tanrıçalar ve Günümüzdeki Seramik Yorumları, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998, s. 12.

  • 10

    Hitit yazıtları

    Kaynak: http://www.kultur.gov.tr/TR/belge/1-6697/bogazkoy-hitit-civi-yazili-tabletleri-

    dunya-bellegine-k-.html

    “Hitit’lerden sonra Demir çağında Anadolu’da egemen olan güçlerden biri olan

    Frig’lerin M.Ö. 11. yüzyılın ortalarında boğazlar üzerinden Anadolu’ya geldikleri

    sanılmaktadır. Frig’ler seramikte kendine özgü bir üslup geliştirmişlerdir. Geometrik desen ve

    stilize hayvan motifleri ile süslü bu eserler daha sonraki birçok kültüre de örnek olmuştur.

    Frig’ler tapınaklarının dış cephelerini kabartmalı seramik levhalarla kaplamışlardır.”7

    Frig seramiği

    Kaynak: http://www.defineci.com.tr/Pagex.asp?ID=4&KID=68

    7 Nezih Başgelen, Seramik Federasyonu Dergisi, sayı 8, 2005, s. 120.

  • 11

    Frig seramiği

    Kaynak: http://dogaciyiz.biz/arkeolojik-kazilar-buluntular/frigya-seramik-eserler/

    Frig kralı Midas’ın ölümünden sonra M.Ö. 7. yüzyıl ile M.Ö. 550 yılları arasında Batı

    Anadolu’da Bakırçay ve Aydın dağları arasındaki bölgede Lidya’lılar hüküm sürmüş ve

    zenginlikleri ile tanınmışlardır. Lidyalıların altın işlemedeki ustalığı onların toplumsal refah

    düzeyini belirlemiştir. Lidya’da üretilen Lydion isimli seramik vazolarda parfüm ve kremleri

    sattıkları bilinmektedir. Bu vazolar o dönem Ege bölgesi ticaretinde en çok aranan mallar

    arasındadır.

    Urartu’lar da ise seramik sanatı daha çok saray ve üst yönetimin kullanabilmesi için

    üretilen kırmızı perdahlı, özel işçilik gösteren kaplarla tanınır.

    Urartu seramiği (sürahi)

    Kaynak: http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=urartu+seramik&gs

    Oldukça sınırlı tutulmuş bu yazı çerçevesinde antik çağa bu kadar yer ayrılmasının

    nedeni, bugünü belirleyen derin köklerin o günden atılmış olmasıdır. Seramik sanatı Anadolu

    topraklarında binyıllardır kesintisiz üretimi süren ve mirasından bugün en iyi yararlanılan

  • 12

    sanat dalımızdır demekle abartı yapmış olmayız. Bu uzun asırlar içinde seramik üretimlerinde

    zaman zaman kopukluklar görülse de bunun nedenleri çok fazla araştırılmamıştır.

    Anadolu’da seramik ve çini sanatı, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri

    halinde süregelen tarihsel akışı ile dünya seramik tarihi içinde ayrıcalıklı bir yer almıştır. Orta

    Asya'da gelişen seramik sanatının bir kolu olan çinicilik ise Selçuklularla Anadolu'ya

    girmiştir. Anadolu’da beylikler döneminde seramik sanatı geleneksel üretimini kap-kacak

    olarak devam ettirirken, mimari yapılarda da tuğla uygulamaları olarak kullanılmıştır.

    Selçuklu çinisi 13. yüzyıl

    Kaynak: http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/cini-seramik-desen-isleme-

    oya/turklerde-cini-sanati.html

    Seramik sanatı asıl gelişimini ortaçağda Anadolu Selçuklularında yaşamıştır.

    Selçuklulardan sonraki Beylikler devri çini sanatı Selçuklu dönemi çini sanatı kadar zengin

    olmamakla birlikte Osmanlı sanatına geçişte önemli katkıları olmuştur. Beylikler dönemi,

    Selçuklu devri çini mozaik tekniği ile Osmanlıların renkli sır tekniğinin birleştiği bir geçiş

    dönemi olmuştur. Mozaik çini sanatının mimari ile organik bir bütünlük sağlayan teknik ve

    dekoratif üstünlüğü erken Osmanlı çini sanatında da devam etmiştir.

    Anadolu’da Selçuklu, Beylikler dönemi ve Osmanlı mimarisinde çini mozaik

    mimarinin temel unsurları arasındadır. Çini gerek levha, gerekse mozaik çini olarak mimari

    ile organik bir bütün oluşturmuştur. İlk Türk eserlerinde tuğla istifleri arasında kullanılan

    mozaik parçalar 13. yüzyıl başından itibaren gittikçe artmıştır. Çinilerin yerleştirilmesi levha

    olarak da mozaik olarak da daima mimari hatları takip etmiş ve ona tabi olmuştur. Mozaik

    çiniler net renklerle biraz loş olan iç mekânlara renkli bir atmosfer katarak canlandırıcı

    nitelikte olmuş, tuğla mozaikler ise desen sınırları nedeniyle genelde dış mimaride

    kullanılmıştır.

    Osmanlı imparatorluğu döneminde çini mozaik Selçuklu dönemine göre daha az

    kullanılmıştır. Osmanlıda çini mozaik parçaları Selçuklu ve İlhanlı dönemine göre daha

  • 13

    büyük parçalıdır ve oluşturulan kompozisyonlarda büyük parçalardan oluşmuştur. Renk

    açısından da geleneksel firuze, kobalt mavisi, siyah ve patlıcan moru renklerin yanı sıra bu

    dönemde çini mozaiğinde sarı, fıstık yeşili, beyaz renklerinde kullanıldığı görülür.

    15. yüzyıl-16. yüzyıl başı İznik ve Kütahya mavi-beyaz seramikleri de kuşkusuz

    Osmanlı devri seramik sanatının en gözde örneklerini oluşturur.

    15. yüzyıl, şeffaf sır altına uygulanmış mavi-beyaza firuze ve kırmızının kullanıldığı çini

    mihrap.

    Kaynak: http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/cini-seramik-desen-isleme-

    oya/turklerde-cini-sanati.html

    İznik ve Kütahya’da üretilen ve mavi-beyaz gurubu diye anılan bu seramikler özellikle

    kullanım alanında çok yaygındır. Bu çini ve seramikler genellikle beyaz zemin üzerine, sır altı

    tekniği ile mavi tonları renklerle bezenmiştir. Çini çamuru, beyaz, sert ve porseleni

    hatırlatacak kadar sık dokuludur. Bezemede 14.-15. yüzyılın Çin porselenlerini hatırlatan

    motifler izlenir. 17.-18. yüzyılda mavi-beyaz çinilerin kaliteleri giderek bozulmaya başlar.

    Canlı mavi tonları artık soluk gri maviye, firuzeye dönüşür.

    17. yüzyıl Osmanlı çinicilik sanatında mavi–beyaz çinilerde çok ince kıvrık dallar, hataîler ve

    küçük çiçekler bulunur.

    Kaynak: http://www.armadaceramic.com/?p=cinisanati

  • 14

    Osmanlılarda mimari süslemede çok önemli yeri olan çini, cami, medrese, türbe,

    sarayları süslemekte kullanılmıştır. İlk Osmanlı devri çinileri Selçuklu geleneğinin devamıdır.

    Figürlü geometrik yazı, nebati süslemelerle sarı, yeşil renkler farklı kullanılmıştır. Bizanslılar

    zamanında bir seramik merkezi olan İznik, Osmanlı İmparatorluğunun da en önemli çini

    merkezi olarak 14. yüzyıldan, 18. yüzyıla kadar üstünlüğünü korumuştur.

    Geleneksel üretimin dışında ilk porselen fabrikası 1894 yılında, II. Abdülhamit

    döneminde İstanbul’da Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmuştur. Fransa’daki Sevres fabrikası

    örnek alınarak kurulan bu fabrikanın tasarımlarında Fransız anlayışı hâkim olmuştur.

    Hammaddenin çoğu Avrupa’dan getirilmiştir. Bir süre üretime ara veren bu fabrika 1957

    yılında “Sümerbank Yıldız Porselen Müessesesi” adı altında üretime tekrar başlamıştır.

    20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Çanakkale’de İznik ve Kütahya seramiklerinden

    farklı, ilginç örnekler üretilmiştir. Kütahya’da bugüne kadar süregelen üretimde geleneksel

    ürünlerin aynıları görülmekte ve zaman zaman bozulan bir üretime dönüşmektedir.

    Halkın beğenisi ve talebine göre üretim yapan Aydın-Karacasu, İzmir-Menemen,

    Nevşehir-Avanos, Eskişehir-Sorkun, Bilecik-Kınık gibi yöresel merkezlerde ise geleneksel

    çömlekçilik üretimi bugün de devam etmektedir.

    1950’lerin sonu, 1960’lı yılların başı Türk seramiği açısından çok önemlidir.

    Çanakkale’de 1957 yılında temelleri atılan, 1965’ten itibaren üretime başlayan Çanakkale

    Seramik Fabrikaları, 1958 yılında küçük çaplı üretime başlayan 1962’de üretim paletini

    geliştiren Eczacıbaşı Seramik Fabrikası,1966’da Bilecik’te üretime geçen Sümerbank

    Bozhöyük Fabrikası seramik endüstrisinin gelişimini hızlandıran kuruluşlardır.

    Seramiğe ilginin artması, seramik fabrikalarında sanat atölyelerinin ve seramik

    kurslarının açılmasına neden olmuştur. Özellikle Eczacıbaşı Vitra Seramik Sanat Atölyesi bir

    okul niteliğinde hizmet vermiştir.

    Türkiye’de seramik eğitimi, 1956-1957 yıllarında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek

    Okulunun açılması ile başlamıştır. 1982 yılına kadar İstanbul’da Devlet güzel Sanatlar

    Akademisi ve Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Seramik Bölümleri, seramik

    programlarındaki amaçlarına yönelik öğrenci yetiştirmeye devam etmişlerdir.

    1957’den sonraki gelişmelerin çağdaş seramik sanatını olumlu etkilediği

    görülmektedir. 1960’lı yıllar seramik sanatının uyanış dönemi olmuştur. Kısıtlı olanaklara

    rağmen sanatçılarımız kişisel atölyelerini açmaya başlamışlardır. Bugün hem akademisyen

    olarak hem de serbest çalışan çok sayıda seramik sanatçımız ulusal ve uluslar arası alanda

    haklı ünlere sahiptirler.

  • 15

    Yaşamda her nesne, geçmişten geleceğe doğru biçimlenen bir oluşum çevresinde

    yerini almaktadır. Fakat toprak, tüm diğer malzemeden farklı olarak, sanat ve endüstride,

    köklerini geçmişi ile güçlendiren ve sürekli bir gelişim gösteren yegâne hammaddedir.

    Gelişen teknoloji sayesinde toprak günümüz seramik fabrikalarında sağlık gereçleri (lavabo,

    klozet vb.), yer duvar karoları, mutfak gereçleri (yemek takımları, çay, kahve takımları vb.)

    olarak endüstrileşme aşamalarını en hızlı yaşayan malzemelerin başında yer almaktadır.

    Toprak, kil malzeme olarak bugünün teknolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır ve

    uygulama alanları her geçen gün giderek artmaktadır.

    “Yeni seramik temelli malzemeler çok etkili yanma ve önemli yakıt tasarrufu

    sağladıklarından otomobil ve hava taşıtları için makine parçaları yaratmakta da

    kullanılıyorlar… Seramik ısıya, aşınmaya ve korozyona dirençli tek malzeme. Ayrıca elektrik

    ve ısı yalıtımlı, üstelik de hafif. Kısacası seramik geleceğin makinelerinde pek çok önemli

    bileşen için yeni teknolojik olanaklar yaratıyor… Seramiğin eskiden beri kullanıldığı

    alanlardan biri de tıp dünyası. Cerrahlar, biyoseramik malzemelerden insan kalçasını, dizini,

    omzunu, dirseğini, parmak ve bileğini onarmada yararlanıyorlar. Seramik hasta kalp

    kapakçıkları yerine kullanılabildiği gibi dişçiler için diş dolgusu ve köprü malzemesi… hafif

    ağırlıklı seramik ise pek çok modern ordunun hücum helikopterlerinde kullanılıyor. Ordunun

    radar iletişim sistemlerinde seramik kullanılıyor.”8

    Bu anlamda modern (ileri) seramikler olarak sınıflandıran grupta toprak yine başta yer

    almaktadır. Bu gruptaki seramiklerin uygulama örnekleri, sızdırmazlık elemanları, aşınma

    plakaları, contalar, kesici uçlar, entegre devre kartlarında altlık olarak kullanılan kapasitör ve

    rezistörlerdir. İleri seramikler özellikle yüksek teknoloji süreçlerinde yüksek aşınma ve

    korozyon dayanımları, elektriksel özellikleri, ısıl özellikleri, sertlikleri ile endüstriyel

    alanların hemen hemen tümünde kullanılmaktadırlar. Bu gruptaki seramikler iletken, süper

    iletken, yalıtkan özellikleri ile hızlı ve yüksek verimde önemli işlevleri yerine getiren

    malzemelerdir.

    8 www.acers.org, Seramikte Yeni Uygulama Alanları, Seramik Dergisi, sayı 9, 2000, s. 10.

  • 16

    Refrakter tuğla(teknoloji seramikleri)

    Kaynak: http://www.hkaraca.com/tag/seramik

    Günümüz dünyasının endüstrileşme sürecinde seramik alanında ülkemizde ulusal

    bilim ve teknoloji birikimini geliştirmek üzere araştırma geliştirme çalışmaları yapılmaktadır.

    İleri seramikler alanında ülkemizde bilim temelli ileri teknoloji modeli geçerlidir. Dünyanın

    ilgisini çeken seramik sanatımız kadar seramik teknolojisi de dünya standartlarını takip

    edebilecek ve uygulayabilecek durumdadır. Hammadde kaynakları, insan gücü, ülkenin

    uygun coğrafik konumu ve son derece güçlü geleneği ile seramik endüstrisi bu konuda

    avantajlı olarak değerlendirilmektedir.

    Toplumların kültürel yapıları zamanla değişim gösterse de her dönemde seramik bu

    değişim içinde var olmuş ve gelişim göstermiştir. Toprak, malzeme olarak, insan yaşamında

    sürekli önemli bir yere sahip olmuştur. Toprağın, seramik sanat ve teknolojisi anlamında

    kullanıldığı bu metinde insanoğlunun tarihsel süreç içinde şekillendirdiği bu temel

    malzemenin aslında insanın kendisini ve dolayısıyla yaşamı ve kültürü de aynı paralellikte

    nasıl geliştirdiği anlatılmak istenmiştir. Sonuç olarak; insan binyıllardır toprağa şekil verirken

    aynı zamanda toprak ana’da insanı şekillendirmiş, toprak, insanı insan yapan en önemli

    yapıtaşlarından biri olmuştur.

    Kaynaklar

    A. Britannica, Cilt 28, Ana Yayıncılık, İstanbul 1996.

    Aktüre, Sevgi, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994.

    Başgelen, Nezih, Seramik Federasyonu Dergisi, Sayı 8, İstanbul 2005.

    Başgelen, Nezih “Seramiğin Bulunup Geliştiği Anadolu’nun Benzersiz Dönemi Neolitik

    Çağ”, Seramik Türkiye Dergisi, İstanbul 2006.

    Kanışkan, Ece, Anadolu’da Tarih Öncesi Çağlardan Helenistik Dönem’e Kadar Bulunan Ana

    Tanrıçalar ve Günümüzdeki Seramik Yorumları, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu

    Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 1998.

  • 17

    Özparlak, Fahri, “Çatalhöyük’ten Günümüze Ticaret ve Konya Ticaret Odasının 125. Kuruluş

    Yılı”, İpek Yolu Dergisi, Sayı 237, Konya Ticaret Odası Yayını, Konya 2007.

    www.acers.org, Seramikte Yeni Uygulama Alanları, Seramik Dergisi, sayı 9, İstanbul 2000.

  • 18

    ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun

    Türk Seramik Sanatının Gelişimi: Toprağın Ateşle Dansı The Evolution of Turkish Ceramic Art: The Dance of Earth with Fire

    Deniz Onur Erman∗

    Özet:

    Uygarlığın erken dönemlerindeki hemen hemen tek plastik malzeme olması nedeniyle

    seramik ürünler, insanların yaşamında önemli yer tutmaktadır. Türklerin İslamiyet’i kabulü ve

    daha yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla, seramik sanatında da önemli gelişmeler

    sağlanmaya başlanmıştır. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra seramik sanatı, bu

    bölgede 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katmış ve yepyeni bir boyut

    kazanmıştır. Bu sentezin sonucunda özellikle Kütahya ve Çanakkale önemli seramik üretim

    merkezleri hâline gelmiş, çini yanında hayvan şekilli kaplar Çanakkale seramiklerinin simgesi

    olmuştur. Yine de, Osmanlı seramik sanatının doruk noktası İznik’tir. Bu üretim merkezleri

    zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı

    yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam

    geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.

    Anahtar Kelimeler: Pişmiş toprak, terracotta, seramik, Türk Seramik Sanatı,

    Çanakkale seramikleri, Kütahya çinileri, İznik seramikleri, Anadolu’da seramik.

    Abstract:

    Clay has remained almost exclusively the only plastic material for a long time since

    the beginning of civilization. The adoption of Islam by Turks and in turn the transition to a

    more stationary society have resulted in important developments in ceramic art. The conquest

    of Anatolia by the Turks has led to the acquisition of the 8,000 year-old ceramic tradition of

    the region. This synthesis has triggered an impressive transformation, while Kütahya and

    ∗ Öğr. Gör. Deniz Onur Erman, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Ankara. [email protected]

  • 19

    Çanakkale become major ceramic production centers. However, the summit of Ottoman

    ceramic art is Iznik. These centers have become obsolete in time. However, Turkish Ceramic

    Art has entered a totally different era with the Republic. The synthesis and interpretation of

    Anatolian civilizations and Turkish-Islamic tradition form the basis of Contemporary Turkish

    Ceramic Art, which is in constant progress towards world-wide recognition.

    Key words: Terracotta, ceramics, Turkish ceramics art, Çanakkale ceramics, Kütahya,

    İznik, Anatolian ceramics culture.

    Ana malzemesi “kil” olan seramik, en yalın haliyle “pişmiş toprak” olarak ifade

    edilmektedir. Seramik; uygarlığın erken dönemlerinde insanoğlunun günlük hayatına girmiş

    ve günümüze kadar kesintisiz olarak kullanımını sürdürmüştür. Kimi kaynaklar seramiğin

    tarihini insanlığın tarihiyle yaşıt kabul etmiştir.1 İnsanın varolduğu her yerde seramiğin

    izlerine rastlanmış, tarih boyunca türlü biçim ve işlevlerle günlük yaşamın içinde yerini

    almıştır. Çağlar boyunca uygarlığın gelişimine ışık tutmuş, yer aldığı toplumun ekonomik,

    siyasal ve kültürel gelişiminin bir göstergesi olmuştur. Seramik üretimi; insanın uygarlığa

    yapmış olduğu en eski ve en kalıcı katkılardan biri olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda

    seramik; geçmişimizi daha iyi anlayıp değerlendirebileceğimiz bilgi ve kaynakları günümüze

    taşımasıyla önemli bir görev üstlenmektedir. Seramiğin gelişimi, ona şekil veren toplumun

    sosyo kültürel ve ekonomik evreleriyle paralellik taşımaktadır.2 Bu nedenledir ki seramik,

    döneminin ve ait olduğu uygarlığın sanatına, kullandığı tekniklere ilişkin eşsiz ipuçları veren

    en değerli tarihi belgeler arasında yer almaktadır.

    Seramiğin ana malzemesi, su geçirmez killi toprak, balçık ya da çamurdur. Rahatlıkla

    her yerde bulunabilen ve kolayca şekillendirilebilen bu basit ve iddiasız malzeme, uygarlığın

    erken dönemlerinde insanoğlunun şekillendirdiği hemen hemen tek plastik malzeme olmuştur.

    Temel bileşenleri çok yalın olmakla birlikte, zamanla daha karmaşık malzeme ve yöntemlerin

    kullanıma girmesi, seramik üretiminin ve sanatının imkânlarını heyecan verici boyutlara

    taşımıştır.

    İnsanoğlunun ilk atalarının ortaya çıktığı dönem günümüzden yaklaşık iki milyon yıl

    önce başlayan ve 10.000 yıl önce son bulmuş olduğu tahmin edilen Paleolitik Çağ olarak

    kabul edilmektedir. Bu dönemin ilk el aletlerinin üretimiyle insanlaşma sürecine girişi de

    temsil ettiği var sayılmaktadır. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli için geçerli olduğunu,

    1 Coşkun Özgünel, Toprağın Ateşle Dansı (DOMUSM İstanbul), s. 6. 2 Hikmet Serdar Mutlu, “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat, Eskişehir 2007, s. 71.

  • 20

    fakat yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir.3 Orta Avrupa’da Üst

    Paleolitik dönemde kayıtlara geçen bazı pişmiş toprak örnekler bulunsa da Anadolu’da

    Paleolitik çağda pişmiş toprak ürünlere rastlanılmamaktadır.4 Neolitik çağ ile birlikte özellikle

    kilin pişirilmeye başlanması hem bu önemli malzemenin kullanım amaçlı olarak hayata

    girmesinde, hem de sanatsal bir malzemeye dönüşmesinde dönüm noktası olmuştur. Neolitik

    çağ ile başlayan, daha sonra yerleşik düzende devam eden seramik üretimi, günümüzde de

    gelişerek etkinliğini sürdürmektedir.

    Pişmiş toprağın, ilk olarak depolama amacıyla kullanılan kap-kacak ve küpler şeklinde

    günlük hayatın içine girdiği bilinmektedir. Dinsel törenlerde simgesel anlamlar taşıyan

    idoller; aydınlatmayı sağlayan kandiller; haberleşme ve belgeleme işlevi olan tabletler; tuğla,

    kiremit, suyolu ve künk gibi mimari elemanlar; takılar ve süs eşyaları, çanak çömlek, ocak

    gibi gündelik kullanım eşyaları; ölü küllerinin saklandığı kaplar ve lahitler seramiğin sayısız

    formlarından bazılarıdır.5 Seramik, kısa sürede günlük hayatın vazgeçilmezlerinden olan

    pekçok ürünü insan hayatına sokmuştur, malzemenin esnekliği ve şekillendirmedeki kolaylığı

    sayesinde inanış ve dini ihtiyaçları karşılayan nesnelerden, çocuk oyuncaklarına kadar geniş

    bir ürün yelpazesinin üretilmesine imkân sağlamıştır.

    Seramiğin 8000 yıllık tarihine damgasını vuran bereketli Anadolu toprakları, asırlar

    boyunca çok çeşitli uygarlıklara kapılarını açmış, topraklarında farklı kültürleri konuk etmiş

    ve insanlık tarihinin en önemli dönüşümlerine tanık olmuştur. Maya uygarlığından 4000 yıl,

    tarih öncesi Mısır’dan 1000 yıl önce, toprakla ateş Anadolu’da Çatalhöyük’te buluşmuştur.

    Anadolu toprağı üzerinde, Neolitik çağdan Roma ve Bizans’a, Selçuklu ve Osmanlı’dan

    Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan tarih yolculuğunun her adımında karşımıza yeni

    buluşlar, farklı formlar ve arayışlarla seramiğin izleri çıkmaktadır.6 Çanak-çömlek yapımının

    ilk kez nerede gerçekleştirildiğine dair kesin verilere ulaşamamakla birlikte Anadolu ve

    Yukarı Mezopotamya’da birçok yerleşmede gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, İ.Ö.

    6000’lere tarihlenen örneklere rastlanmıştır. Bu anlamda Anadolu topraklarının seramiğin de

    anavatanı olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Neolitik çağ ile başlayan pişmiş toprak

    eşya üretimi, sadece günlük kap ve kullanım eşyası ile sınırlı kalmamıştır. Çamurun plastik

    3 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 60. 4 http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55026/paleolitik-cag.html 5 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, s. 13, İstanbul 2003. 6 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 6.

  • 21

    özelliği karşısında büyülenen Anadolu insanı, kille şekillendirdiği ana tanrıça

    heykelciklerinde inancına dair simgeleri elle tutulur hale getirerek, sanatsal yaratım gücünü

    ele veren uğraşlara da girişmiştir. Konya-Çatalhöyük’te, Diyarbakır Çayönü Höyük’de ve

    Burdur Hacılar’da gün ışığına çıkarılan ana tanrıça idolleri, belki de çamurun insan eliyle

    aldığı en naif ve en güzel biçimlerdir.7 (Görüntü 1, 2, 3)8

    Görüntü 1: ”Leoparlı ana tanrıça

    figürini”, Neolitik Çağ, Çatalhöyük.

    Görüntü 2: “Ana tanrıça figürini”,

    Kalkolitik Çağ, Burdur.

    Görüntü 3: “Ana tanrıça figürini”,

    Neolitik Çağ, Köşkhöyük.

    İnsanın hareketi kontrol etme isteği, tekerleğin ve çarkın uygarlığa hediyesidir.

    Yaşamı ve tarihi değiştiren, savaşlara yön veren bu icat ile insan, kendini yeni bir dönemin ve

    üretimin içinde bulur. İ.Ö. 6. yüzyılda Homeros’un İlyada destanında çömlekçi çarkından söz

    edilmektedir. Çeşitli bulgular, İ.Ö. 3000-2000 arasında Anadolu’da Alişar, Boğazköy ve

    Troya gibi yerleşmelerde çömlekçi çarkının kullanıldığını göstermektedir.9 İnsanın, kili çarkta

    kısa sürede biçimlendirebilmesi ve üretim aracı olarak geliştirmesi seramik sanatını

    sanayileştirmiştir.

    Tunç Çağı, Anadolu uygarlık tarihinde gelişimin hızlandığı bir süreç olarak

    tanımlanır. Bu gelişim İ.Ö. 2000 dolaylarında yazılı tarihin başlamasıyla daha da büyük bir

    ivme kazanır. Bu dönemde bölgede ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar mektuplarını,

    sipariş ve ticaret anlaşmalarını pişmiş toprak tabletler halinde yazmışlardır. Anadolu’ya

    göçerek büyük bir imparatorluk kuran Hititler’de gelişmiş toplumsal yasalara bağladıkları tüm

    ticari ve sosyal yaşantılarını kil tabletlere aktarmışlardır.10 En önemli Hitit merkezlerinden

    7 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 15. 8 Görüntü 1, 2, 3: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 13-19. 9 Hikmet Serdar Mutlu, “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat, Eskişehir 2007, s. 73. 10 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 34.

  • 22

    Boğazköy’de on binden fazla sayıda bulunan bu kil tabletler Anadolu’nun köklü tarihe ışık

    tutmaktadır. (Görüntü: 4, 5, 6)11

    Görüntü 4: ”Çivi Yazılı Tablet” Tunç Çağı. Görüntü 5: ”Evlilik Kontratı Tablet”

    Tunç Çağı.

    Görüntü 6: Bulla (Mühür Baskı),

    Tunç Çağı.

    İ.Ö. 900’lerde Doğu Anadolu’da kurulan Urartu Devleti ve Ege göçleri ile Anadolu’ya

    girerek İ.Ö. 1200-700 yılları arasında varlık gösteren Frigler kültür birikimlerini ve özgün

    eserlerini Anadolu topraklarıyla biçimlendirmişlerdir. Öte taraftan Akdeniz ve Ege

    medeniyetleri, komşu kültürlerle etkileşimler yaşayarak Anadolu kültürünü ve seramik

    birikimini zenginleştirmişlerdir. Hellenistik Dönem’de (İ.Ö. 330-30) Anadolu’da yaygın bir

    şekilde terra sigillata tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir. Roma (İ.Ö. 30-395) döneminde

    pişmiş toprak oyuncaklara ve çocuk mezarlarından çıkan adak heykelciklerine

    rastlanmaktadır. Bizans döneminde ise (330-1453) beyaz astar ve ince kazıma teknikleri

    pişmiş toprak kaplar üzerinde kendini gösterir.12

    Seramik üretiminin sabit veya taşıması zor fırınlara bağımlı oluşu ve seramik

    ürünlerin nispeten ağır ve kırılgan olmaları nedeniyle, bu sanat göçebe toplumlarda nispeten

    az gelişmiştir. Bu nedenle yerleşik düzene geçmemiş toplumlarda seramik sanatının gelişimini

    izlemek zordur. Türklerin Orta Asya’daki konar-göçer yaşam tarzları da bu duruma istisna

    oluşturmayacak şekildedir. Türklerin İslamiyeti kabulü ve daha yerleşik düzende yaşamaya

    başlamalarıyla, seramik sanatında da önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmıştır. Abbasiler,

    Fatimiler, Samanoğulları, Karahanlılar gibi Arap ve Türk devletlerinde seramik sanatının

    güzel örnek ve uygulamaları olmakla birlikte, bu sanat asıl büyük teknik çeşitliliğine

    günümüz İran’ında, Selçuklular döneminde ulaşmıştır.

    11. yüzyılın sonunda Türkler Anadolu’yu ele geçirdiklerinde, yerel Bizans

    geleneklerini devralırlar ama özellikle o dönemde İran’da kullanılan ve beraberlerinde

    11 Görüntü 4, 5, 6: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 32-35. 12 http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55027/urartu-kralligi.html

  • 23

    getirdikleri, Selçuklulara özgü pek çok seramik tekniğinden de yararlanırlar. Anadolu

    Selçuklu devleti o dönemde bir sanat politikası geliştirmekten çok askeri egemenliğini

    yaymakla uğraşmaktadır. Yine de Selçuklu sultanları, iktidarlarını pekiştirmek amacıyla

    önemli mimari yapım işlerine girişirler. Yapıları çinilerle kaplarlar, Selçuklu sanatının en

    belirgin öğelerinden olan camilerin mihraplarını, kubbelerini, minare ve portallarını, türbe,

    medrese ve sarayları çinilerle donatırlar.13 Selçukluların gelmesiyle birlikte Pers seramik

    üretiminde de büyük değişiklikler yaşanmaya başlanır. Çin’den ihraç edilen Sung Hanedanlığı

    (960-1279) seramik ürünlerinin etkisi altında yeni beyaz bünyeli çamur malzeme ile tanışılır.

    Bu yeni beyaz çamur üzerinde yeni dekorlama, kazıma ve sırlama teknikleri uygulanmaya. Sır

    altı bezemeler, sır üstü lüster dekorları ve sır üstü çok renkli bezemeler gibi önemli teknikler

    geliştirilmeye başlanır.14 İran’da Rey, Keşan, Sultanabad, Nişapur, Suriye’de Rakka en

    önemli çini ve seramik merkezleri olduğu ve buralarda ince kazıma, barbotin, lakabi, sıraltı ve

    slip gibi teknikler kullanılarak, firuze, kobalt mavisi veya tek renk beyaz sırlı ürünlerin

    üretildiği bilinmektedir.

    Selçuklular henüz Anadolu’ya yerleşmeden önce, İran’da mimaride sırlı tuğla

    geleneğini başlatmış, özellikle türbelerde turkuaz sırlı tuğlalara yer vermişlerdir. Tek renkli

    sırlı levhaların kesilmesiyle ya da desene göre hazırlanmış parçaların sırlanmasıyla

    oluşturulan çini-mozaik tekniği de Anadolu’da yaygın olarak kullanılmıştır.15 Selçuklular’da

    en önemli çini üretim merkezi, o dönem devletin başkenti olan Konya’dır. Bu tekniğin 13.

    yüzyıldaki en yetkin örnekleri Sivas Keykavus Şifahanesi ve Gök Medrese’de, Malatya

    Ulucami’de, Konya Alaaddin Cami’de Sırçalı Medrese, Karatay Medresesi ve İnce Minareli

    Medrese’de görülmektedir. Beyşehir yakınlarındaki Kubadabad Sarayı ve Kayseri

    yakınlarındaki Keykubadiye Sarayı kazılarında ortaya çıkartılan çiniler de tekniğin önemli

    örneklerindendir.16 (Görüntü: 7, 8, 9)17

    13 Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 23. 14 Yücel Başeğit, “Türk-İslam Seramiklerinin Çağdaş Seramik Sanatına Etki ve Yansımaları”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2008, s. 18. 15 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 56. 16 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, s. 59, İstanbul 2003. 17 Görüntü 7, 8, 9: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 32-35.

  • 24

    Görüntü 7: “Konya

    Sırçalı Medrese” Görüntü 8: “Malatya Ulu Cami” Görüntü 9: “Sivas I.Keykavus Türbesi”

    Sanat tarihinde ‘çini’ İslam mimarisini ve ona paralel gelişen seramik sanatını

    çağrıştırmaktadır. Türk, İran, Moğol, Arap ve Berber asıllı toplumların Orta Asya’dan

    İspanya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada 7. yüzyıldan çağımıza kadar geliştirdikleri çini

    ve seramik sanatı, devir ve ülkelere göre farklılıklar ortaya koyar. Bu gelişme çizgisinde

    Selçuklu’dan Osmanlı devri sonuna kadar çini ve seramik sanatı oldukça özgün ve ilklere

    damgasını vuran özellikler sunar. İslam sanatında farklı bölge ve devirlerde görülen

    yeniliklere rağmen, müşterek detaylar, süsleme ve mimari özellikler dikkati çeker.18 14.

    yüzyılın başında, Selçuklular’ın Anadolu’daki egemenliğinin sona ermesiyle başlayan

    dönemde, Karahanlı ve Aydınoğulları Beylikleri, inşa ettikleri eserlerde çini-mozaik tekniğini

    ve yıldız biçimindeki sırlı tuğla geleneğini sürdürmüştür. Aynı dönemde giderek güç kazanan

    Osmanlı Beyliği ise, siyasi açıdan hızla gelişirken mimari ve sanat alanlarında da görkemli

    örnekler vermektedir.19 15. yüzyıldan itibaren Osmanlılar Anadolu’nun büyük bir bölümüne

    hâkim olmuştur. Bu güç değişimi, kabaca ikiyüz yıllık bir devri kapsayan dönemin “Beylikler

    ve Erken Osmanlı Devri” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Sanat anlayışının

    değişmeye ve gelişmeye başladığı erken Osmanlı devrinde, Klasik Osmanlı sanatının da

    temelleri atılmıştır. Selçuklu döneminde çini üretim merkezi Konya iken, 15. yüzyıldan

    itibaren başta İznik olmak üzere Kütahya, Bursa ve İstanbul gibi merkezler öne çıkmıştır.20

    İznik Yeşil Cami minaresinin sırlı tuğla bezemeleri dönemin güzel örneklerindendir. Bursa

    Yeşil Külliye’de sırlı tuğlalar çini mozaik tekniği ile beraber kullanımlarıyla dikkat çeker.

    1436’da Edirne’de yapılan Muradiye Cami, bir yandan geleneksel iç mekan anlayışını

    18 Gönül Öney, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, İstanbul, s. 13. 19 Seramik Tanıtım Komitesi Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 64. 20 Gönül Öney, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2007, s. 203,.

  • 25

    sürdürürken, öte yandan yeni arayışların da habercisidir. Çini-mozaik tekniğinin uygulandığı

    son mimari örnek Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı içinde inşa ettirdiği Çinili

    Köşk’tür. Renkli sır tekniğinin İstanbul’daki son örneği ise 1548 tarihli Şehzade Mehmed

    Türbesi’dir.21 (Görüntü: 10, 11, 12)22

    Görüntü 10: “Çinili Köşk” Görüntü 11: “İznik Yeşil Cami” Görüntü 12: “Edirne Muradiye Cami”

    16. yüzyılın ilk yarısından itibaren sıraltı tekniğinin uygulandığı, iç ve dış mekânlarda

    çoğunlukla İznik’te üretilen çinilerin kullanıldığı görülür. Bu tarihten itibaren yüzyılı aşkın bir

    süre İznik, Osmanlı’nın en önemli çini ve seramik merkezi olmuştur. Büyük ve önemli

    yapıların çini tasarımları Fatih Sultan Mehmet’in sarayda kurduğu Nakkaşhane’de

    mimarbaşının denetiminde ustalar tarafından hazırlanmakta ve İznik’teki atölyelerde

    üretilmektedir. İslam dünyasında uzun bir geçmişe sahip olan fritli seramik geleneği İznik’te

    onu diğer merkezlerden ayıran en önemli özellik olarak ortaya çıkar. Bütün üretim aşamaları;

    seramik hamurunun hazırlanması, kullanılan hammaddeler, pişirim teknikleri, astar, boya ve

    sırlar, zengin renk yelpazesi, karakteristik desenler, hepsi bir araya gelerek İznik

    seramiklerinin sihrini yaratır ve eşsiz kılar.23 Sert ve kaliteli beyaz hamur, pürüzsüz bir yüzey,

    şeffaf ve kırmızı sır 16. yüzyılın ikinci yarısında İznik seramiklerinin karakteristik özelliği

    olmuştur. Günümüze ulaşan sayısız örneklerde ustaca kullanılmış fırça darbelerini, detaylı

    bezemeleri, özgün stilizasyonları, sırlardaki renk kalitesini görmek mümkündür. Ayrıca İznik

    kazılarında bugüne kadar bilinmeyen renk ve desenlerde binlerce parçanın yanısıra fırın

    21 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 65. 22 Görüntü 10: http: //www.pbase.com/dosseman/cinili_kosk; Görüntü 11: http: //www.kentselhaber.com/CityName/Bursa/BURSA-CAMILER; Görüntü 12: http: //wowturkey.com/forum/viewtopic/Muradiye 23 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 74.

  • 26

    kalıntıları da bulunmuştur.24 Bahar dalları, laleler, karanfiller gibi çiçek motifleri, yelpaze

    yapraklar, ağaç dalları, salkımlar ve çeşitli rozetlerden meydana gelen bezemeleri radyal

    düzende kalın çizgiler, kalın şeritler ve geometrik süslemeler takip etmektedir. Dekoratif kuş

    figürleri de yavaş yavaş çiniler üzerinde yerlerini almaya başlar. Bunların yanısıra tavşan,

    balık, geyik gibi hayvan betimlemeleri, hayvanların av ve mücadele sahneleri, neshi ve küfi

    yazılar İznik çinilerinde işlenilen başlıca konular olmuştur.25 (Görüntü: 13, 14, 15, 16)26 İznik

    seramiklerinin kalitesinin bozulduğu ve gerilemeye başladığı dönemi Günyar şu sözlerle

    özetlemektedir; “Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde, sarayın hem sanatsal hem

    de finansal desteğini çekmesi İznik’teki seramik üretimi için sonun başlangıcı olmuştur.

    Üretim giderek kalitesini yitirmiş, kullanım olanakları giderek daralarak, ithal ürünlerle

    rekabet edememeye başlamıştır. Ülkenin bozulan ekonomisi doğrultusunda, siparişlerin

    azalması, imalathane sayısında düşüşlere neden olmuş ve üretim 18. yüzyılda tamamen sona

    ermiştir.”27

    Görüntü 13: “İznik, Lale

    Motifli Kapaklı Kavanoz”

    1575

    Görüntü 14: ”İznik, Çiçek

    Motifli Bardak” 1585-1590 Görüntü 15: “İznik, Asma

    Motifli Tabak” 1540-1550 Görüntü 16: ”İznik,

    Çarkıfelek Motifli

    Tabak”1585

    İznik atölyelerinin gerilemesiyle birlikte, Frigler’den beri bir seramik üretim merkezi

    olarak kabul edilen Kütahya’ya da zaman zaman çini sipariş edilmeye başlanır. Kütahya

    seramiklerinde hamur farklılığının yanısıra, desenlerde de üslupsal farklılıklar dikkat çeker.

    İznik çinilerinin görkeminden uzak olmakla birlikte, sarı renk tonlarının belirginleştiği bu

    çiniler Üsküdar Yeni Valide Cami’nde, Kütahya Hisarbey Cami’nde ve Topkapı Sarayı’nda 24 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 113. 25 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri”, Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 119. 26 Görüntü 13, 14, 15, 16: Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 63-78. 27 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri”, Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 113.

  • 27

    bolca kullanılmıştır. Kütahya çinileri yine aynı dönemde Ermeni kiliselerinde de kullanım

    alanı bulmuştur. Çiniler dışında aynı dönemlerde üretilen seramikler de gerek form gerekse

    renk kullanımı açısından İznik seramiklerinden farklıdır.28 Kütahya seramiklerinde beyaz

    çamur ve sıraltı tekniği benimsenmiştir. 18. yüzyılda Kütahya’da üretilen seramiklerde yeşil,

    kobalt, turkuaz ve kırmızının yanı sıra, sarı ve mor gibi renkler de kullanılmıştır. Beyaz ya da

    krem renkli, beyaz astarlı, çoğunlukla şeffaf sırlı bu seramiklerde stilize edilmiş bitkisel

    motifler, insan ve hayvan figürleri, dinsel konular betimlenmiştir. Üretilen formlar ise küçük

    tabaklar, fincanlar, mataralar, gülabdanlar, yüzey karoları ve askı toplarıdır. Sadece renk ve

    desen bakımından değil, form bakımından da etkileyici bir zerafete sahip olan Kütahya çini ve

    seramik üslubu Türk seramik sanatının yarattığı son orjinal üslup olarak kabul edilmektedir.29

    19. yüzyıla gelindiğinde, gerek yapı etkinliğinin giderek azalması, gerek hamur ve bezeme

    açısından kalitenin düşmesi sonucunda Kütahya çiniciliği de gerilemeye başlar, yüzyılın

    sonunda ise neredeyse tamamen yok olur. (Görüntü: 17, 18, 19, 20)30

    Görüntü 17: “18. yüzyıl

    ikinci yarısında yapılmış,

    stilize kuş betimlemeli

    tabak, Kütahya.”

    Görüntü 18: “18. yüzyılın

    ikinci yarısında yapılmış,

    gövdesi leylek ve bitki

    betimlemeli matara,

    Kütahya.”

    Görüntü 19: “18. yüzyılın

    ortalarında yapılmış, gövdesi

    geometrik, dört kenarı stilize

    insan ve kanat betimlemeli

    (melek) yüzey karosu,

    Kütahya.”

    Görüntü 20: “19. yüzyıl

    sonlarında yapılmış, form

    olarak Çanakkale esinli,

    gövdesi stilize kuş ve bitki

    betimlemeli sürahi, Kütahya.”

    Üretimi günümüzde neredeyse tamamen duran Çanakkale seramikleri, gerek üslup,

    gerekse desen ve renk açısından Türk seramik sanatına büyük yenilikler getirmiştir. Kaba

    kırmızı, ender olarak da bej hamurlu, sıraltı tekniğiyle bezeli Çanakkale seramikleri ilginç

    desenleriyle dikkat çeker. 17. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar İznik ve

    Kütahya seramiklerinden oldukça farklı biçim ve sırlama anlayışlarıyla çeşitli özgün örnekler 28 Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 23. 29 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009, s. 113. 30 Görüntü 17, 18, 19, 20: Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 115-117.

  • 28

    ortaya konulmuştur. Öney, Çanakkale seramikleriyle ilgili şunları söylemektedir;“18. yüzyıl

    Çanakkale seramiklerinde desenler serbest fırça darbeleriyle verilmiştir. Soyut çiçek motifleri,

    rozetler, benekler, yelkenliler, kalyonlar, camiler, köşkler, kuşlar, balıklar, hayvan

    betimlemeleri büyük bir ustalıkla özlü ve soyut şekilde işlenmiştir.”31 Çanakkale

    seramiklerinin önemli bir özelliği de ürün çeşitliliğidir. Küp, ibrik, testi, vazo, şekerlik, saksı,

    mangal, çanak, çömlek, tabak, matara, şamdan, fincan, lamba, hokka, demlik, hayvan veya

    insan biçimli dekoratif ürünler gibi çok çeşitli seramikler yapılmıştır. Form çeşitliliği

    renklendirme ve sırlama da da kendini göstermektedir. Tek renk sırlı olanlar gibi, üst üste

    akıtma şeklinde çok renkli örneklere de rastlanmaktadır. Kimi örneklerde sır üstü yaldızlı

    dekorlamalar dikkat çekmektedir. Bazı geç tarihli örneklerde ebruli renkler de bulunmaktadır.

    (Görüntü: 21, 22, 23, 24)32 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başı Çanakkale seramik

    örnekleri çoğunlukla zevksiz ve abartılı desenler sergiler.

    Görüntü 21: “Aslan

    Biçiminde Kap, Çanakkale”

    20. yüzyıl başı.

    Görüntü 22: “Stilize Kuş

    Başlı Testi, Çanakkale”19.

    yüzyıl’ın ikinci yarısı.

    Görüntü 23: “Fıçı ve

    Arabası, Çanakkale” 20.

    yüzyıl başı.

    Görüntü 24: “Aslan

    Biçiminde Kap, Çanakkale”

    20. yüzyıl başı.

    19. yüzyıldan itibaren, giderek Batılılaşma hareketleri ve başta saray çevresi olmak

    üzere yemek ve sofra alışkanlıklarının değişmesi porselen sofra eşyası kullanımını gündeme

    getirmiştir. Aynı dönemde Osmanlı toprakları içerisinde porselenin hammaddesi olan kaolin

    yataklarının işletilmeye başlaması da porselen üretimine geçişi hızlandırır. “1845’de Boğaz’ın

    Anadolu yakasında, Beykoz yakınlarında İncirli’de Ahmed Fethi Paşa tarafından açılan bir

    imalathanede “Eser-i İstanbul” damgasını taşıyan duvar çinileri, tabaklar, sürahiler, kapaklı

    bardaklar üretilmeye başlanır. Bu eserler Osmanlı zevkini yansıtan çiçek ve bitki motifleriyle

    31 Gönül Öney, Türk Çini Sanatı, İstanbul 1976, s. 104. 32 Görüntü 21, 22, 23, 24: Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. Yüzyıl, Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 198-210.

  • 29

    süslenir. İmalathane, sahibinin ölümüne dek yaklaşık 20 sene hizmet verir.”33 1892’de Sultan

    II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nın bahçesinde yeni bir porselen imalathanesi açılmasını ister.

    Sevres Fabrikası, İstanbul’a mühendis ve ustabaşlarını yollar hatta seramik çamuru ve gerekli

    diğer malzemeleri de sağlayarak üretimi başlatır. Ay-Yıldız damgalı porselenler hem sarayın

    ihtiyaçlarını karşılamak hem de yabancı elçi ve hükümdarlara seçkin armağanlar vermek

    amacıyla üretilir. Son derece dekoratif parçalar, tabaklar, vazolar, levhalar çoğunlukla

    büyüleyici İstanbul manzaralarıyla süslenir ya da padişahın portresini veya tuğrasını

    resmeder. Yıldız Porselen Fabrikası 1909’da II.Abdülhamit’in tahttan inmesiyle kapanır.

    19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı ve dört bir

    yanını saran işgalci ülkelerle çetin bir savaşım halinde olduğu görülmektedir. 1919 yılında

    başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak,

    Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur. Henüz kurulmuş bir

    Cumhuriyet’e uyanan Türkiye için seramik, savaşlarla yıkılmış, ekonomisi yerle bir olmuş bir

    imparatorluğun, bir zamanlar camilerini ve saraylarını donattığı bir süsleme unsurundan başka

    birşey değildir. Yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşayan halkların kültür ve uygarlığına

    tanıklık eden seramik, imparatorluğun son dönemlerinde daha çok mimari bir unsur ve

    süsleme malzemesi olarak işlev üstlenerek saray çevresinde yaygınlaşabilmiştir. Yöresel

    üretimler çömlekçilik boyutlarını aşamamıştır. Mimaride, dekoratif ürünlerde ve sofra

    eşyasında durum böyleyken, modern anlamda banyo kültürü ise sadece Osmanlı topraklarında

    değil, henüz dünyanın hiçbir yerinde tam anlamıyla gelişememiştir. Bu dönemde evlerin

    çoğunda banyo bulunmamakta, düzenli olarak hamama gidilmekte ve küvet yerine kurna

    kullanılmaktadır.34 Seramik alanında hiç bir endüstriyel üretim devralınmaz. Ancak

    Cumhuriyet ekonomisi, seramiğe de, her türlü sanayinin geliştirilmesi, yurdun dört bir

    tarafına yayılarak kitleselleştirilmesi ilkesiyle yaklaşır ve ilk yıllarından itibaren seramik

    endüstrisinin önünü açan bir mecrada ilerler. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan

    bunalımlı yıllar, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sosyal ve ekonomik hayatta yaşanan

    ilerlemeler sürecini beraberinde getirirken, bu ilerlemelere paralel olarak Türk sanatı da

    yenilikçi bir gelişim süreci içerisine girmektedir. Seramik çamurunun Anadolu

    topraklarındaki varlığı Anadolu insanının bu malzemeyle binlerce yıllık tanışıklığından

    kaynaklanan bilgi birikimi, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde de seramiğin hem bir sanat dalı

    33 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 89, 34 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 97.

  • 30

    hem de önemli bir endüstri kolu olarak gelişmesine olanak tanımıştır. Ülkemizde çağdaş

    seramik sanatının ilk adımları, öncelikle, sanat eğitimi veren kurumlar bünyesinde atılmış,

    Cumhuriyetin ilk yıllarında, seramik eğitimi için yurtdışına gönderilen sanatçılar, daha

    sonraki yıllarda hem eğitmen hem de sanatçı kişilikleri ile çeşitli sanat akımlarının

    öncülüğünü gerçekleştirmişlerdir. Ağatekin, bu gelişmelere tezinde şu cümlelerle yer

    vermektedir; “Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1929 yılına kadar, seramik sanatı ve endüstrisi

    alanlarında kaydedilen önemli bir gelişme ve etkinliğe rastlanılmamıştır. 1929 yılında Çağdaş

    Türk Seramik Sanatının oluşumunu başlatan ilk önemli adım, Sanayii Nefise Mektebi’nden

    Namık İsmail’in Akademiye Dekoratif Sanatlar Bölümü’nü katmasıyla gerçekleşir. 1929’un

    kasım ayında çinicilik atölyesi açılır ve atölyenin başına İsmail Hakkı Oygar getirilir. Daha

    sonra 1931 yılında, Paris’ten dönen Vedat Ar ve Hakkı İzzet’in de katılımlarıyla atölye

    çalışmalarına bu önemli hocaların önderliğinde devam edilir.”35 Günyar, Cumhuriyet

    döneminde seramik alanında yaşanan gelişmeleri şu sözlerle özetlemektedir; “1929’da

    Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) “Seramik ve Türk Çiniciliği

    Atölyesi”ni kuran İsmail Hakkı Oygar ile seramik eğitimi için bursla yurtdışına giden

    sanatçılarımız Hakkı İzzet ve Vedat Ar seramiği geleneksel anlayıştan farklı olarak, çağdaş ve

    özgün bir anlatım formuna kavuşturarak öncü olmuşlardır. Oygar işlerinde yüzey

    değerlendirmelerine ağırlık verirken geleneksel sanata göndermeler yapmıştır. İzzet ise;

    yapıtlarında hayvan figürleri soyutlamalarına ve araştırmacı tavrı ile Bauhaus etkilerine yer

    vermiştir. Vedat Ar’ın yapıtlarında ise Art Deco akımının etkilerinin yansımaları

    görülmektedir.”36

    İstanbul’da Sanayii Nefise’deki sanat eğitiminin bir benzerinin Ankara’da Gazi Eğitim

    Enstitüsü’nde bir seramik atölyesi kurularak ve seramik dersleri verilmeye başlanılarak

    benimsendiği görülmektedir. Burada Hakkı İzzet Bey dersler vermeye başlar aynı zamanda da

    Ankara Kimya Fakültesi Seramik Bölümünde de çalışmalarını sürdürmektedir. Sanat

    eğitimine önem verilmesi, Batı’lı anlamdaki sanat anlayışının benimsenmeye çalışılması

    bireysel düşüncelerin ve bireyselliğin önem kazandığı bir dönemi de beraberinde

    getirmektedir.37 Bu gelişmelerin seramik sanatına yansıması da özel seramik atölyelerinin

    35 Mustafa Ağatekin, “Cumhuriyet Sonrası Çağdaş Türk Seramik Sanatının Gelişimi ve Anlatım Yönünden Değerlendirilmesi”, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 1993, s. 15. 36 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri” Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 113. 37 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 125.

  • 31

    kurulmaya başlamasıyla olmuştur. Bu noktada Türkiye’de seramik sanatının oluşumuna

    özgün bir bakış getiren Füreya Koral ve Sadi Diren 1950-1970 yıllarına damgasını vuran

    önemli isimler olmuşlardır. Füreya Koral Türkiye’deki ilk özel seramik atölyesini açan

    sanatçı olarak belleklere yerleşir. Resimsel öğeler kullanarak gerçekleştirdiği duvar panoları,

    tabaklar ve formlarda geleneksel unsurları çağdaş bir üslupla yorumlamıştır.

    Seramiğin sanat dünyasında popülerlik kazanmaya başlamasıyla pek çok sanatçı bu

    alana ilgi duymaya başlamış, Mediha Akarsu, Nasip İyem, Seniye Fenmen, Tüzüm Kızılcan,

    Müfide Çalık, Ayfer ve Sabit Karamani gibi isimler sanatsal üretimlerini bu dönemde seramik

    alanında yoğunlaştırmışlardır. Cumhuriyet sonrası Türkiyesi’nde seramik sanatının olgunluk

    dönemi olarak nitelendirilebilen 1970’li yıllarda ise Hamiye Çolakoğlu, Bingül Başarır,

    Candeğer Furtun, Alev Ebüzziya, Atilla Galatalı, Jale Yılmabaşar, Güngör Güner, İlgi

    Adalan, Beril Anılanmert, Mustafa Tunçalp, Erdinç Bakla, Ferhan Taylan Erder gibi

    sanatçılar yapıtlarıyla seramik sanatına canlılık katmışlardır. Hamiye Çolakoğlu figüratif

    anlayıştaki çalışmalarını geniş yüzeyler ve formlar üzerinde hayata geçirirken, Jale

    Yılmabaşar süslemeci ve renkçi üslubuyla panolar, figüratif hayvan ve insan formları

    yapmıştır. “Anadolu’da İlkel Çömlekçilik” konusunda uzun araştırmalarda bulunan Güngör

    Güner araştırmalarını kendi özgün yapıtlarında çağdaşlaştırırken, Alev Ebüzziya klasik çanak

    formlarına bambaşka bir yorum getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda seramikte teknik

    arayışlara cevaplar arandığı, sanatçı-mimar, sanat-endüstri işbirlikteliklerinin doğduğu bir

    dönem olmuştur. Kurumsal destekli sergi ve yarışmalar, akademik ortaklıklar, yurtiçi-yurtdışı

    karma etkinlikler bu dönemde seramik sanatına yeni bir soluk getirmiştir.38 Günümüz

    Türkiyesi’nde, ülkenin dört bir yanında bulunan köklü akademilerin ve yeni kurumsallaşmaya

    başlayan Güzel Sanatlar Fakültelerinin hocalarının ve serbest çalışan sanatçıların kendi bakış

    açıları ve özgün yorumları doğrultusunda eserler ürettikleri, yetişmekte olan genç kuşak

    seramik sanatçılarına yol gösterdikleri görülmektedir. Mustafa Tunçalp, Zehra Çobanlı,

    Sevim Çizer, Gül Özturanlı, Mehmet Kutlu, Sibel Sevim, Kemal Uludağ gibi isimler bu

    öncülerden yalnızca birkaçıdır. (Görüntü: 25, 26, 27, 28)39

    38 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri” Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 135. 39 Görüntü 25, 26: Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009, s. 198-129; Görüntü 27: http: //lebriz.com/pages/artist. =TR; Görüntü 28: Kişisel fotoğraf arşivi.

  • 32

    Görüntü 25: “Jale

    Yılmabaşar’a ait

    figüratif bir

    seramik

    çalışması.”

    Görüntü 26: “Erdinç

    Bakla’nın 1998 senesinde

    yaptığı “Zafer Tanrıçası

    Nike” isimli çalışması”

    27: “Kemal Uludağ’a ait bir

    çalışma”

    Görüntü 28: “Hamiye Çolakoğlu’nun

    vefat eden kardeşi için 1986 senesinde

    yaptığı ve hâlen Hacettepe Üniversitesi

    Beytepe Kampüsü girişinde bulunan

    “Derman Çeşmesi” isimli

    çalışması”.Görüntü

    Sonuç

    Ana malzemesi toprak olan seramik dünya uygarlığının erken dönemlerinde insanın

    günlük yaşamına girmiş ve bugüne kadar kesintisiz kullanılmıştır. Seramiğin 8000 yıllık

    tarihine damgasını vuran bereketli Anadolu toprakları, asırlar boyunca çok çeşitli uygarlıklara

    kapılarını açmış, topraklarında farklı kültürleri konuk etmiş ve insanlık tarihinin en önemli

    dönüşümlerine tanık olmuştur. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra seramik sanatı,

    bu bölgede 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katmış ve yepyeni bir boyut

    kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başta İznik, Kütahya ve çanakkale merkezleri

    başta olmak üzere özellikle İslamın etkisiyle mimari yapı süslemeleri, dekoratif ürünler, sofra

    eşyaları gibi çok sayıda seramik ürünler verilmiştir. Bunu takip eden dönemde Cumhuriyet ile

    Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri,

    gerekse Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.

    Günümüzde Çağdaş Türk Seramik Sanatı ve endüstrisi Anadolu ve Türk kültür tarihinin

    birikimiyle gelişimini sürdürmekte ve dünyada hakettiği yeri almaya çalışmaktadır.

    Kaynaklar

    Ağatekin, Mustafa, Cumhuriyet Sonrası Çağdaş Türk Seramik Sanatının Gelişimi ve Anlatım

    Yönünden Değerlendirilmesi, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi

    Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir, 1993.

    Başeğit, Yücel, Türk-İslam Seramiklerinin Çağdaş Seramik Sanatına Etki ve Yansımaları,

    Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

    Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2008.

  • 33

    Günyar, Şerif, Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi,

    Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir

    2007.

    Mutlu, Hikmet Serdar, Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik, Anadolu Sanat, 2007.

    Onur Erman, Deniz, Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar,

    Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

    Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009.

    Öney, Gönül, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı T.C. Kültür ve

    Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2007.

    Öney, Gönül, Türk Çini Sanatı, İstanbul, 1976.

    Özgünel, Coşkun, Toprağın Ateşle Dansı (DOMUSM), İstanbul.

    Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim

    Hizmetleri, İstanbul, 2003.

    Soustiel, Laure, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk

    Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul, 2000.

    http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr

  • 34

    ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun

    Osmanlı Sarayında Dinin ve Bazı İnançların Etkisiyle Pişmiş Toprak Yiyecek

    Eşyası Kullanımı

    The Influence of Religion and Other Beliefs on The Usage of Ceramic Tableware at

    the Ottoman Palace

    İrem Çalışıcı Pala*

    Özet:

    Osmanlı Döneminde, altın ve gümüş kaplardan yemek yemek, maddi nedenler

    dışında, dinî bir yasak nedeni ile tercih edilmemekteydi. Hz. Muhammed hadislerinde değerli

    metalden yemeği ve içmeği yasaklamıştır. Bu nedenle bazı durumlarda, değerli metal yerine,

    pişmiş toprak türleri veya altın gibi gözüken altın kaplı bakır (tombak) ve gümüş gibi gözüken

    kalay kaplı bakır ürünlerin kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca Osmanlı Sarayında, bir tür Çin

    porseleni olan seledon, içine konulan zehri belli ettiği inancı ile sarı porselenler ise

    imparatorluk rengi olması nedeni ile tercih ediliyordu. Bu çalışmada, Osmanlı Saray ve

    çevresinde pişmiş toprak yiyecek eşyası kullanımını etkileyen nedenler belgeler ışığında ele

    alınmaktadır.

    Anahtar kelimeler: Osmanlı, altın yasağı, seramik, porselen, yemek kapları

    Abstract:

    In the Ottoman Empire, the custom of eating from precious metal utensils such as

    from gold and silver plates is known to have been displaced, and instead fired earthenware

    ceramics were used, probably because of the hadith (the sayings of the Prophet Muhammed)

    * İrem Çalışıcı Pala, Araştırma Görevlisi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü, İzmir. [email protected]

  • 35

    which says, indeed, one of the rewards of paradise is to be served drinks in gold goblets,

    whosoever drinks from a cup of silver imbibes the fire of Hell.

    At the Ottoman court, celedons (a kind of Chinese porcelain) were preferred because

    they had a property reflecting poison. Yellow porcelains were a symbol of royalty of the

    highest rank.

    In this paper, discusses causes which influenced the wide usage of ceramics at the

    Ottoman court.

    Keywords: Ottoman, prohibition of gold, ceramic, porcelain, tableware

    Osmanlı Dönemi saray ve çevresinde kullanılan pişmiş toprak sunum kapları, temelde

    dokuz türdür. Bunlar, Çin, Uzakdoğu, Avrupa, İstanbul, Eser-i İstanbul ile Yıldız porselenleri

    ve İznik, Kütahya, Tophane ile Çanakkale seramikleridir. Bu pişmiş toprak türleri, özellikle

    hijyenik, dayanıklı ve dönemlerinin moda ürünü olmaları yanı sıra, bazı inanış ve dinî

    görüşler nedeniyle tercih edilmektedir.

    Osmanlı Döneminde, altın ve gümüş kaplardan yemek yemek, maddi nedenler

    dışında, dinî bir yasak nedeni ile tercih edilmemekteydi. Hz. Muhammed, “Altın ve gümüş

    bardaklardan bir şey içmeyiniz. Altın ve gümüş kaplardan da bir şey yemeyiniz. Çünkü tüm

    bunlar dünyada kafirlerin, ahirette de bizimdir.-gümüş bardaktan içen kimse karnında

    cehennem ateşini şarıldatır.”1 diyerek, değerli metalden yemeyi ve içmeyi yasaklamıştır. Bu

    nedenle bazı durumlarda, değerli metal yerine, pişmiş toprak türleri veya altın gibi gözüken

    altın kaplı bakır (tombak) ve gümüş gibi gözüken kalay kaplı bakır ürünlerin kullanıldığı

    görülmektedir.

    Osmanlı sarayında, pişmiş toprak kullanım tercihini etkileyen, bir inanış ise

    seledonların (Çin porseleni), içine zehir konulduğunda bunu belli etmesidir. Sarı porselenler

    (Çin porseleni) ise, renk hiyerarşisinde en üst sırada olan imparatorluk renginin, sarı olması

    nedeniyle tercih edilmekteydi.

    Değerli metalden yemek yeme yasağı olarak değerlendirilen hadisin, değerlendirilişine

    ilişkin ulaşılabilen en erken tarihli belge 1331 yılına aittir ve şöyledir: İbn Battuta 1331’de

    Aydın’daki bir Anadolu Beyliği Sarayı’nda kendi adına verilen resmî kabul sırasında: “Daha

    sonra, şerbetle dolu altın ve gümüş taslar getirildi. Ayrıca yine şerbetle doldurulmuş çini

    kaselerde ortaya konmuştu. Altın ve gümüş eşyayı takva sebebi ile kullanmaktan kaçınan

    1 Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Hüner Yayınları, 4. Baskı, Konya 2004, s. 700, 712.; Yaşar Nuri Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar, Yeni Boyut, İstanbul 2002, s. 234, 235.

  • 36

    kimseler için tahta kaşıklarda konmuştu.2 Toplantıda, değerli metal kullanmaktan hoşnutsuz

    olabilecek ulema’dan iki kişi ‘kadı’ ve ‘faqih’ bulunuyordu. Tereddüt edenler çini çanak ve

    tahta kaşık kullanmıştı.”3

    Ulaşılabilen belgelerden, değerli metalden yemek yeme yasağının, 600 yıllık süre

    boyunca4 Osmanlı saray ve çevresinde bulunduğu görülmektedir. Ancak, ulemanın5

    onaylamamasına rağmen dindar olmayan Müslüman saraylılar tarafından geniş çapta gümüş

    ve altın kullanımına engel olunamamıştır.6

    Osmanlı Döneminde, padişahların kullandıkları eşyalar, diğerlerinin kullandıklarından

    farklıdır. Bir yönetim biçimi olarak saltanat, mutlak iktidar sahibi olan sultana, statüsünü

    sergilemesi gereğini de beraberinde getirir. Statü sergilemesinin asıl işlevi, sultana ve

    saltanatına geçerlilik sağlamaktır. Sultanın konumu ne kadar güçlü olursa olsun, bu gücü

    yaymada simgelere ihtiyaç duyar. Gücün simgeler aracılığıyla sergilenmesi, sultanın

    merkezdeki konumuna dikkat çeker ve onu her alanda diğerlerinden ayrıştırır.7 Bu simgeler

    arasında yiyecek kaplarının malzemelerinin seçimini de saymak gerekmektedir. Sultan’ın

    2 İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal- Kültürel ve iktisadi Hayatı ile Ahilik, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s. 48. 3 Julian Raby ve Ünsal Yücel, “Chinese Porcelain At The Ottoman Court”, Chinese Ceramics In The Topkapı Saray Museum Istanbul- A Complete Catalogue, Published in association with The Directorate Of The Topkapı Saray Museum By Sotheby’s Publications, London 1986, s. 42. 4 Kanuni Sultan Süleyman Döneminde, 1555’te, Tanrının nimetlerine saygı maksadıyla çıkarılmış bir dini hüküm altın veya gümüş kap kaçağın kullanılmasını engelliyordu. (Padişah) altın yaldızlı tepsi ve porselen takımları içinde sabah kahvaltısını alırdı. A. De Lamartine, Türkiye Tarihi Olgunluk çağı 4. cilt, Tercüman 1001 Temel eser, sayı: 41, s. 881. Kanuni Sultan Süleyman Döneminde yaşamış olan, kitabında kendisini ‘Pedro’ olarak tanıtan İspanyol esir: şeriatları gümüş kaplarda yemeyi içmeyi, gümüş tuzluk, gümüş kaşık kullanmayı men eder. Ulu Türk olsun, prens olsun, büyük veya küçük olsun, şeriatlar buna yetki vermez. Tuğrul Şavkay, “Gündelik Hayatta Yemek Ve İçmek Üzerine”, Hünkar Beğendi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 32- 33. Dördüncü Mehmed Döneminde, 1670- 1679 yılları arasında İstanbul’da bulunan, John Covel, Hatice Sultan’ın düğünü için düzenlenen ziyafette, hepimize, çok pahalı tabaklarda servis yapılıyordu, kanunlara göre ne Büyük Efendi ne de mevki sahibi başka bir Türk gümüş tabak kullanamaz. Kullandıkları malzemenin adı martabandır. John Covel, Bir Papazın Osmanlı Günlüğü (1670- 1679), Dergah Yayınları, İstanbul 2009, s. 175.; ayrıca bkz. Tülay Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat (1582-1599), Ankara 1983, s. 88 (dipn