dil ve etimoloji kütüphanesi - yıl iv, sayı 1, ocak 2012...
TRANSCRIPT
-
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun
İÇİNDEKİLER
� Emine Gürsoy Naskali, “Giriş” [I]
PİŞMİŞ TOPRAK
� Buket Acartürk, Toprağın Binlerce Yıllık Macerası [1-17]
� Deniz Onur Erman, Türk Seramik Sanatının Gelişimi: Toprağın Ateşle Dansı [18-33]
� İrem Çalışıcı Pala, Osmanlı Sarayında Dinin ve Bazı İnançların Etkisiyle Pişmiş Toprak
Yiyecek Eşyası Kullanımı [34-50]
� Muna Silav Utkan, Çatalhöyük [51-61]
TOPRAK HUKUKU
� Sevim Yılmaz Önder, 14. Yüzyıldan Bugüne Türkiye Türkçesinde Toprak Ölçümü
[62-79]
� Sedat Erkut, Esma Reyhan, Hititlerde Toprak Edinme ve Arazi Bağış Belgelerinden
Örnekler [80-86]
� Güler Yarcı, Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi [335-375]
ZİRAAT � Makbule Sarıkaya, Türkiye’de Zirai Eğitime Bir Örnek: Kalender Ziraat Yurdu
[87-101]
TOPRAK COĞRAFYASI � Güven Şahin, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Toprak Araştırmaları [102-118]
� Taner Okan, Orhan Sevgi, H. Barış Tecimen, Türkiye’de Toprak Kullanma ve Koruma
Kültürü [119-131]
TOPRAĞIN İNSANLARI � Ali Asker Bal, Toprak Kesilen Bedenler; Neşet Günal’ın Kırsal Yaşam Manzaraları
[132-140]
� Nigar Pösteki, Türk Sinemasında Toprak Mülkiyetine Bakış [141-171]
EDEBİYATTA TOPRAK
-
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun
� Ebru Burcu Yılmaz, Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana Romanında Toprağın Dili
[172-182]
� Namık Kemal Şahbaz, Ceyhun Atuf Kansu’nun Şiirlerinde Toprak Teması ve Sakarya
Meydan Savaşı’nın “Ve Toprak”ı [183-192]
SÖZLÜKTE “TOPRAK” � İsa Yüceer, Kur’an’da Toprak ve Yeryüzü Lafızları [193-206]
� G. Selcan Sağlık Şahin, Türkmen Türklerinde Toprak [207-221]
� Orhan Sevgi, O. Yalçın Yılmaz, H. Barış Tecimen, Taner Okan, Türklerde Toprak
Bilgisinin Kökenleri [222-234]
� H. Barış Tecimen, Orhan Sevgi, Taner Okan, Türkiye Türkçesinde Geleneksel Toprak
Bilgisi [235-247]
TOPRAK VE İNANÇLAR
� Aynur İnce, Anadolu’da Alevî-Bektaşî Geleneğinde Kerbelâ Toprağının Kullanımı
[248-258]
� Metin Eren, Türk Kültüründe Ölüm ve Toprakla İlgili İnanış ve Ritüeller [259-271]
� Ayşe Güç Işık, Müslüman-Yezidi İlişkileri Örneğinde Arındırıcı Bir Madde Olarak
Toprak [273-280]
TOPRAK VE ŞİFA
� Yasemin Demircan, Tıyn-ı Mahtûm: Akdeniz Dünyasının Mucize Toprağı [281-295]
� Canser Kardaş, Şırnak Türbelerinde Toprakla İlgili Uygulamalar [296-301]
GELENEKTE “TOPRAK”
� Gülpınar Akbulut, Türk Kültüründe Toprak Yeme Alışkanlığı (Jeofaji): Arguvan’dan
Örnek Bir Çalışma [302-315]
� Pınar Kasapoğlu Akyol, Kullanım Şekilleri ve Geleneğiyle Kültürümüzde Toprak
[316-334]
� Yasemin Bulut, Toprak, Kum, Balçık, Çamur, Kil ve Mil Üzerine [375-386]
-
1
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun
Toprağın Binlerce Yıllık Macerası Thousand Years of Clay
Buket Acartürk*
Özet
Anadolu’da Seramik sanatının oluşumu dokuz bin yıllık bir geçmişe sahiptir.
İnsanoğlu kili ilk şekillendirmeye başladığında önce suyu kullandı, sonra toprağı, sonra da
ateşi. Anadolu’da Çatalhöyük’te, kil ilk şekillendirildiğinde tarih MÖ 6000’i gösteriyordu.
Çatalhöyük kazılarında evlerde pişmiş toprak figürler, ana tanrıça heykelcikleri bulunmuştur.
Mezarlarda ise pişmiş topraktan damga mühürler bulunmuştur. M.Ö 5500–5000 arasında
(Kalkolitik Çağ) seramik sanatı açısından özgün ve çeşitli formlar vardır. Hacılar’da yapılan
kazılarda evlerin ortasında üç çömlekçi atölyesi bulunmuştur. Seramikler perdahlı ve
bezemelidir.
Antik Çağ Anadolu uygarlıklarına baktığımızda, kil’in, günlük kullanım eşyaları,
dinsel objeler, mimari elemanlar, dekoratif eşyalar ağırlıklı olmak üzere iletişim veya yazılı
belge niteliğinde kil tabletler olarak kullanıldığını görürüz. Seramik, Türklerin Anadolu’ya
yerleşmesi ile birlikte Selçuklularda ve sonra da Osmanlıda tarihsel gelişimine kesintisiz
devam etti ve var olan işlevlerinin dışında çini olarak da çok önemli ve estetik bir düzey
yakaladı.
Anahtar kelimeler: Toprak, Kil, Seramik, Anadolu, Terracotta
Abstract:
The story of ceramic art has a nine thousand year history. When man began to shape
clay, he used first water, then earth and lastly fire. It was B.C. 6000 when clay had been
shaped in Catalhoyuk in Anatolia. In the Catalhoyuk archaeological site terra cotta figurines,
* Yrd. Doç. Buket Acartürk, Sakarya Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik ve Cam Bölümü, Sakarya. [email protected]
-
2
mother goddess figurines were found. Stamp seals were found in graveyard excavations.
Between B.C. 5500-5000 (Chalcolithic Period) there were various and unique forms in
ceramic art. In the archaeological site of Hacilar three pottery studios were found. Ceramics
are polished and ornamented. In Ancient Age Anatolian civilizations, clay was used for
objiects of daily, religious objects, architectural elements, decorative objects and as well as
for clay tablets for communication purposes and written documents. After Turks settled in
Anatolia, the development of ceramic art continued in the Seljuks and Ottoman periods.
Beside the existing functions it reached an important and aesthetic level as tile.
Key Words: Earth, Clay, Ceramic, Anatolia, Teracotta
Bir testici gördüm, çamur içindeydi:
Ayağı çarkında, elinde bir testi;
Testinin başında bir yoksulun ayağı
Kulpunda bir padişahın kellesi
Ömer Hayyam
Tarihin en eski zamanlarından günümüze kadar yaşanmış olan süreçte insanoğlu,
doğayı, her çeşit ihtiyacını karşılamak için kullanmıştır. Yeryüzünün en üst tabakası olan
toprak, ilk çağlardan başlayarak insanların ihtiyaçlarını karşılayan en zengin kaynak
olagelmiştir. Taşıma kapları, çanak-çömlek gibi kullanım eşyaları, heykelcikler, idoller, süs
eşyaları, mühürler vb. gibi birçok nesne, toprak, kayaç veya taşlardan üretilmiştir.
Anadolu’da toprağın kullanımı, seramik sanatı ve üretimi anlamında dokuz bin yıllık
bir geçmişe sahiptir. İnsanoğlu kili ilk şekillendirmeye başladığında önce suyu kullandı, sonra
toprağı, sonrada ateşi. Bu üç ana malzemenin bir araya gelmesi insanlık tarihi açısından,
yaratıcılığın ve yeteneğin de kullanımı ile seramik sanatının doğumu olarak da tanımlanabilir.
Anadolu’nun zengin toprakları tarih boyunca Lidyalıları, Hititleri, Urartuları, Bizans’ı,
Selçukluyu ve Osmanlıyı bünyesinde beslerken onların zengin kültürel medeniyetlerine de
kucağını açtı. Anadolu’da Çatal höyükte, kil ilk şekillendirildiğinde tarih M.Ö. 6000’i
gösteriyordu.
Anadolu’nun tarihine kronolojik sıra ile bakacak olursak ilk olarak neolitik döneme
göz atmak gerekir. M.Ö. 8000-5500 olarak tarihlenen neolitik dönem, çanak çömlekli ve
çanak çömleksiz olmak üzere iki evreye ayrılmaktadır.“Cilalı taş dönemi olarak bildiğimiz,
arkeoloji literatüründe neolitik olarak tanımlanan dönem, insanların avcılık ve toplayıcılığa
dayalı gezginci bir yaşamdan besin üretimine, çiftçiliğe dayalı yerleşik yaşama geçtikleri
-
3
insan kültür tarihinin en önemli aşamalarından birini oluşturan süreçtir. Bu dönem içinde
gelişen mimari, sanat ve zanaat, uzmanlaşma, toplumsal örgütlenme gibi birçok olgu ile her
şeyin değiştiği ve yeni bir düzenin kurulduğu birçok yeni buluşun sınanarak ortaya çıktığı
heyecan verici bir uygarlık sürecidir Neolitik çağın seramiksiz döneminde kap kacaklar taş
veya ahşaptan yapılıyordu, obsidyen(doğal cam) ticareti vardı, yani yerleşim merkezlerinde
belli bir sirkülasyon vardı. Kilden küçük figürler yapılmıştı, pişirmeden kap-kacak üretimi
yapılıyordu.”1
Neolitik çağın en önemli araç yapım malzemelerinden obsidyen taşı Çatalhöyük.
Kaynak: http://www.ozantalyatour.com.tr/tur/haber_detay.asp?haberID=311
Neolitik çağın seramikli döneminde kaplar fonksiyonel olarak; topraktan yapılan
yiyecek-içecek kapları, pişirme kapları, taşıma kapları, depolama kapları olarak
şekillendirilmiştir.
Çatal Höyük MÖ 6600-6300 Çatal Höyük 6300 Dört Ayaklı Kap
Ayaklı Pişirme Kabı
Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html 1 Nezih Başgelen, “Seramiğin Bulunup Geliştiği Anadolu’nun Benzersiz Dönemi Neolitik Çağ”, Seramik Türkiye Dergisi, Sayı 13, 2006, s. 114.
-
4
“Bu dönemin içinde ortaya çıkan uygarlık tarihi açısından ikinci önemli aşama çanak-
çömleğin kullanılmaya başlanması olmuştur. Yerleşik yaşama geçen insanoğlu kili önceleri
mimari gereksinimleri için kurutup sertleştirerek çeşitli amaçlarla kullanmıştır. Yine bu
dönemde insanın pişirme teknolojisine de sahip olduğu bilinmektedir. Mutfak kültürünün
gelişmesi ile ahşap kapların yanı sıra farklı malzemelerden dayanıklı kap kacak gereksinimi
ortaya çıkmıştır. Pişmiş toprak ilk kabın nerede üretildiğini bilmiyoruz. Ancak bilinen en eski
çanak çömlek kalıntılarının Anadolu’daki neolitik merkezlerde seramik tarihinin erken ve
önemli örneklerinin olduğunu söyleyebiliriz.”2
“Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Canhasan III gibi merkezlerde ortaya çıkarılan ve
günümüz uygarlığının temelini oluşturan Neolitik gelişmeler, Ön Asya’da İran, Irak, Suriye
ve Filistin’de aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya çıkarken, Ege yöresi ve Balkanlarda en az
bin, Avrupa’da ise yaklaşık dört bin yıl sonra gerçekleşti.”3
Çatalhöyük’de yapılan arkeolojik kazılarda evlerde pişmiş toprak figürler, ana tanrıça
heykelcikleri bulunmuştur. Mezarlarda ise pişmiş topraktan damga mühürler bulunmuştur. Bu
mühürler mülkiyet işlerinde ve tekstilde kullanılmıştır. Neolitiğin geç döneminde ise kilden
yapılmış tanrıça figürleri yapılmış ve bu heykelcikler ev içinde ayrı bir yerde tapınma alanı
olarak kullanılmıştır. Geç neolitik dönemde seramikler daha iyi pişmiş, perdahlıdır. Renk
olarak kahverengi, kırmızı, sarı renkler hâkimdir. Hayvan biçimli kaplar, geometrik desenler,
mataralarda ise tutamaçlar dönemin seramiklerinin en ileri örneklerindendir Çatalhöyük
kazısında binden fazla konut ve bunlarda oturan on bin nüfustan bahsedilmektedir.
Ikiz tanrı heykeli, Çatalhöyük, M.Ö. 6000
2 agm., s. 116. 3 A. Britannica, Cilt 28, 1996. s. 362.
-
5
Mühür, Çatalhöyük, MÖ 6000
Yemek pişirme kabı, Çatalhöyük, M.Ö. 6000
Kaynak: http://www.nuveforum.net/171-nuve-muze/9906-anadolu-kulturleri
“Çatalhöyük’de bulunan erken neolitik çağ yerleşmesi binlerce konut ve on bin kişiyi
bulduğu söylenen nüfusuyla yakın doğunun bilinen en büyük kasabalarından biri
durumundadır.”
Topraktan yapılmış ana tanrıça heykelciklerinin oldukça fazla olması neolitik dönemin
karakteristik özelliklerindendir.
Pişmiş topraktan yapılmış Ana Tanrıça Heykelciği. Çatalhöyük (Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Ankara )
Kaynak: http://www.altarmodeling.com/maketcesitlerien.html
4 Fahri Özparlak, “Çatalhöyük’ten Günümüze Ticaret ve Konya Ticaret Odasının 125. Kuruluş Yılı”, İpek Yolu Dergisi, Sayı 237, 2007, s. 57.
-
6
Geyik şeklinde kap, Hacılar, M.Ö. 6000 Kadın başı seklinde kap, Hacılar, MÖ 6000
Kaynak: http://www.nuveforum.net/171-nuve-muze/9906-anadolu-kulturleri/
Hacılar, Geç Neolitik 6500-6000 Köşk Höyük Kazısı, Neolitik sonu Kalkolitik başı, MÖ.
6000
Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html
Kalkolitik dönem ise, arkeologlar tarafından Anadolu’da M.Ö. 5500–3000 arasında
tarihlenmektedir. Madenin keşfi bu dönemde olmuştur. Bu madenlerden alaşımların yapılması
ve bunların takas usulüyle kullanılması ve dolayısıyla ticaretin doğuşu dönemin önemli
özelliklerindendir. Seramik sanatı açısından bronz çağı ise bir önceki çağdan çok keskin
olarak ayrılmamakta, geometrik bezemeler büyük oranda devam etmekte fakat daha özgün ve
çeşitli formlar bu dönemde görülmektedir. Seramikler perdahlı ve bezemelidir. Pembe, sarı,
kırmızı, renkli bezemeler hâkimdir. Oval ağızlı, küre gövdeli, dikdörtgen seramik kaplar
bulunmuştur. Geç kalkolitik dönemde ise ince et kalınlığında, krem rengi astarlı, kafes
görünümlü süslemeli seramikler bulunmuştur. Boyunlu, kırmızı, kahverenginin tonlarının
bulunduğu, kafes örgü dolgulu bezemeler dönemin karakteristik özelliklerindendir.
Karamanda Canhasan, Kuruçay ve Canhisar, Denizli’de Beycesultan en önemli
merkezlerdendir.
-
7
Hacılar Erken Kalkolitik M.Ö. 6 binin ilk yarısı
Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html
Can Hasan II Höyük kazısı buluntusu, Orta kalkolitik çağ
Kaynak: http://kirsehirarkeoloji.blogspot.com/2010/12/ortan-anadolu-neolitik-kalkolitik.html
Tanrıça figürü, kalkolitik dönem, Hacılar
Kaynak: http://yasamguzelsanatlar.blogspot.com/2011/03/anadoluda-pisen-toprak-gonul-
paksoy.html#more
-
8
Suriye’de bulunan tabletlerde ilk seramik teknolojisinin bilgileri vardır. Mavi-yeşil
tonlu ilk kurşunlu sırlar yapılmıştır. M.Ö. 2000’lerde Mısır’da sır yapımında alkali ve toprak
alkaliler kullanılmıştır. Bugün mısır mavisi olarak adlandırdığımız renkte çok özel bir çamur
kullanılmıştır. Hacılarda yapılan kazılarda evlerin ortasında üç çömlekçi atölyesi
bulunmuştur. Seramik üretimi açısından en önemli gelişmelerin başında ise çarkın keşfi
gelmektedir. İlk Tunç çağının birinci döneminde, M.Ö. 3000’lerde çark diyebileceğimiz
türden üretim araçları kullanılmıştır. Çarkın keşfi ile birlikte insan için daha az yorularak ve
daha az enerji harcayarak daha uzun süre çalışma imkânı doğmuştur. Böylelikle daha çok
sayıda üretim ve nitelik açısından çok daha kaliteli ve düzgün seramik formlar ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Bu dönemde Anadolu’da çok kullanılan seramik içki kapları olan Depaslar, ince uzun
gövdeli, çift kulplu, oldukça zarif formlardadır. İlk tunç çağının ikinci döneminde Anadolu’da
seramik formların üstünde stilize edilmiş insan yüzleri görülmektedir. Batı Anadolu’nun
karakteristik kaplarından sayılan Yortan tipi seramikler bulunmuştur. Kırmızı astarlı,
diyagonal kazıma desenli bu kaplar törenlerde kullanılmıştır. Ayrıca bu dönemde pişmiş
toprak idoller vardır, keman biçimli, bej rengi çamurlu, gri renk astarlı, kazımaları stilize
edilmiş, elbise kıvrımları olan heykelciklerdir bunlar.
Orta Tunç çağında ise Asur ticaret kolonileri başlamıştır. Ticarette seramik silindir
mühürler kullanılmıştır.
“Asur ticaret kolonileri döneminde, seramikte görülen gelişmenin bir nedeni;
başlangıçta yalnız Kayseri ovasında kullanılan çarkın, bu dönemde Orta Anadolu’da tanınmış
olmasıdır.”5 En yaygın olarak kullanılan formlar: gaga ağızlı testiler, kübik meyve kapları,
çaydanlıklar, kabartma ya da heykel süslü ayaklı kâseler, insan yüzlü törensel kaplar, yüksek
ayaklı formlar, çok kulplu seramikler, yüksek ayaklı, ağızları hayvan figürlü olan kaplar,
törensel içki kapları olan Rhyton’lar, bitkisel bezemeli, kuş süslemeli kaplardır.
5 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994, s. 122.
-
9
Ryhton, Orta tunç çağı
Kaynak: http://arkeodenemeler.blogspot.com/2011/01/panaztepe-ii-izmir-aiolis.html
“En çok sevilen seramik eserler, aslan, boğa, koç gibi hayvan biçimli kaplardır.
Rhyton adı verilen bu kaplar tanrıya içki sunmak amacıyla kullanılırdı. Uzun gagalı ve
çaydanlık biçimli kaplar bu dönemde yapılmış ilginç örnekler arasındadır.”6
Anadolu’da seramik çamurunun kullanım alanlarından bir diğeri de tuğla kullanımıdır.
Tuğla’nın Anadolu’da ilk kullanım dönemi Çatalhöyük ve Hacıların neolitik çağ evleri,
Canhasan ve Alişar’ın kalkolitik çağ mimarisinde görülmektedir.
Çömlekçilik sanatının antik dönemde çok iyi kullanıldığı çeşitli araştırma ve
kazılardan bilinmektedir. Günümüzde sayıları hayli azalmış olan çömlekçilik merkezlerinin
üretim biçimleri ile antik dönem çömlekçiliğinin teknik olarak çok farklı olmadığı
bilinmektedir. Antik dönem formlarından pithos ve anforalara benzeyen küp ve testiler,
maşrapalar ve su bardakları günümüzde işlevlerini sürdürdükleri için üretimleri devam eden
formlardır. Sunu kapları gibi işlevleri sona erenler ise kendiliğinden ortadan kalkmıştır.
Günümüzde mutfak kap-kaçakları artık çömlekçilerde değil, her biri özel teknolojilere sahip
fabrika veya işletmelerde üretilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile gelen plastik, cam, çelik,
emaye gibi malzeme çeşitleri çömlekçilik sanatını büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir.
Antik çağa ait uygarlıkların tümünde Anadolu’da seramik üretimi aralıksız devam
etmiştir. Hitit’lerin pişmiş toprak yazıtları bugün tarihi aydınlatmaya devam ederken aynı
zamanda sanatta yakaladıkları üst düzeyinde en güzel ifadesini vermektedir.
6 Ece Kanışkan, Anadolu’da Tarih Öncesi Çağlardan Helenistik Dönem’e Kadar Bulunan Ana Tanrıçalar ve Günümüzdeki Seramik Yorumları, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998, s. 12.
-
10
Hitit yazıtları
Kaynak: http://www.kultur.gov.tr/TR/belge/1-6697/bogazkoy-hitit-civi-yazili-tabletleri-
dunya-bellegine-k-.html
“Hitit’lerden sonra Demir çağında Anadolu’da egemen olan güçlerden biri olan
Frig’lerin M.Ö. 11. yüzyılın ortalarında boğazlar üzerinden Anadolu’ya geldikleri
sanılmaktadır. Frig’ler seramikte kendine özgü bir üslup geliştirmişlerdir. Geometrik desen ve
stilize hayvan motifleri ile süslü bu eserler daha sonraki birçok kültüre de örnek olmuştur.
Frig’ler tapınaklarının dış cephelerini kabartmalı seramik levhalarla kaplamışlardır.”7
Frig seramiği
Kaynak: http://www.defineci.com.tr/Pagex.asp?ID=4&KID=68
7 Nezih Başgelen, Seramik Federasyonu Dergisi, sayı 8, 2005, s. 120.
-
11
Frig seramiği
Kaynak: http://dogaciyiz.biz/arkeolojik-kazilar-buluntular/frigya-seramik-eserler/
Frig kralı Midas’ın ölümünden sonra M.Ö. 7. yüzyıl ile M.Ö. 550 yılları arasında Batı
Anadolu’da Bakırçay ve Aydın dağları arasındaki bölgede Lidya’lılar hüküm sürmüş ve
zenginlikleri ile tanınmışlardır. Lidyalıların altın işlemedeki ustalığı onların toplumsal refah
düzeyini belirlemiştir. Lidya’da üretilen Lydion isimli seramik vazolarda parfüm ve kremleri
sattıkları bilinmektedir. Bu vazolar o dönem Ege bölgesi ticaretinde en çok aranan mallar
arasındadır.
Urartu’lar da ise seramik sanatı daha çok saray ve üst yönetimin kullanabilmesi için
üretilen kırmızı perdahlı, özel işçilik gösteren kaplarla tanınır.
Urartu seramiği (sürahi)
Kaynak: http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=urartu+seramik&gs
Oldukça sınırlı tutulmuş bu yazı çerçevesinde antik çağa bu kadar yer ayrılmasının
nedeni, bugünü belirleyen derin köklerin o günden atılmış olmasıdır. Seramik sanatı Anadolu
topraklarında binyıllardır kesintisiz üretimi süren ve mirasından bugün en iyi yararlanılan
-
12
sanat dalımızdır demekle abartı yapmış olmayız. Bu uzun asırlar içinde seramik üretimlerinde
zaman zaman kopukluklar görülse de bunun nedenleri çok fazla araştırılmamıştır.
Anadolu’da seramik ve çini sanatı, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri
halinde süregelen tarihsel akışı ile dünya seramik tarihi içinde ayrıcalıklı bir yer almıştır. Orta
Asya'da gelişen seramik sanatının bir kolu olan çinicilik ise Selçuklularla Anadolu'ya
girmiştir. Anadolu’da beylikler döneminde seramik sanatı geleneksel üretimini kap-kacak
olarak devam ettirirken, mimari yapılarda da tuğla uygulamaları olarak kullanılmıştır.
Selçuklu çinisi 13. yüzyıl
Kaynak: http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/cini-seramik-desen-isleme-
oya/turklerde-cini-sanati.html
Seramik sanatı asıl gelişimini ortaçağda Anadolu Selçuklularında yaşamıştır.
Selçuklulardan sonraki Beylikler devri çini sanatı Selçuklu dönemi çini sanatı kadar zengin
olmamakla birlikte Osmanlı sanatına geçişte önemli katkıları olmuştur. Beylikler dönemi,
Selçuklu devri çini mozaik tekniği ile Osmanlıların renkli sır tekniğinin birleştiği bir geçiş
dönemi olmuştur. Mozaik çini sanatının mimari ile organik bir bütünlük sağlayan teknik ve
dekoratif üstünlüğü erken Osmanlı çini sanatında da devam etmiştir.
Anadolu’da Selçuklu, Beylikler dönemi ve Osmanlı mimarisinde çini mozaik
mimarinin temel unsurları arasındadır. Çini gerek levha, gerekse mozaik çini olarak mimari
ile organik bir bütün oluşturmuştur. İlk Türk eserlerinde tuğla istifleri arasında kullanılan
mozaik parçalar 13. yüzyıl başından itibaren gittikçe artmıştır. Çinilerin yerleştirilmesi levha
olarak da mozaik olarak da daima mimari hatları takip etmiş ve ona tabi olmuştur. Mozaik
çiniler net renklerle biraz loş olan iç mekânlara renkli bir atmosfer katarak canlandırıcı
nitelikte olmuş, tuğla mozaikler ise desen sınırları nedeniyle genelde dış mimaride
kullanılmıştır.
Osmanlı imparatorluğu döneminde çini mozaik Selçuklu dönemine göre daha az
kullanılmıştır. Osmanlıda çini mozaik parçaları Selçuklu ve İlhanlı dönemine göre daha
-
13
büyük parçalıdır ve oluşturulan kompozisyonlarda büyük parçalardan oluşmuştur. Renk
açısından da geleneksel firuze, kobalt mavisi, siyah ve patlıcan moru renklerin yanı sıra bu
dönemde çini mozaiğinde sarı, fıstık yeşili, beyaz renklerinde kullanıldığı görülür.
15. yüzyıl-16. yüzyıl başı İznik ve Kütahya mavi-beyaz seramikleri de kuşkusuz
Osmanlı devri seramik sanatının en gözde örneklerini oluşturur.
15. yüzyıl, şeffaf sır altına uygulanmış mavi-beyaza firuze ve kırmızının kullanıldığı çini
mihrap.
Kaynak: http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/cini-seramik-desen-isleme-
oya/turklerde-cini-sanati.html
İznik ve Kütahya’da üretilen ve mavi-beyaz gurubu diye anılan bu seramikler özellikle
kullanım alanında çok yaygındır. Bu çini ve seramikler genellikle beyaz zemin üzerine, sır altı
tekniği ile mavi tonları renklerle bezenmiştir. Çini çamuru, beyaz, sert ve porseleni
hatırlatacak kadar sık dokuludur. Bezemede 14.-15. yüzyılın Çin porselenlerini hatırlatan
motifler izlenir. 17.-18. yüzyılda mavi-beyaz çinilerin kaliteleri giderek bozulmaya başlar.
Canlı mavi tonları artık soluk gri maviye, firuzeye dönüşür.
17. yüzyıl Osmanlı çinicilik sanatında mavi–beyaz çinilerde çok ince kıvrık dallar, hataîler ve
küçük çiçekler bulunur.
Kaynak: http://www.armadaceramic.com/?p=cinisanati
-
14
Osmanlılarda mimari süslemede çok önemli yeri olan çini, cami, medrese, türbe,
sarayları süslemekte kullanılmıştır. İlk Osmanlı devri çinileri Selçuklu geleneğinin devamıdır.
Figürlü geometrik yazı, nebati süslemelerle sarı, yeşil renkler farklı kullanılmıştır. Bizanslılar
zamanında bir seramik merkezi olan İznik, Osmanlı İmparatorluğunun da en önemli çini
merkezi olarak 14. yüzyıldan, 18. yüzyıla kadar üstünlüğünü korumuştur.
Geleneksel üretimin dışında ilk porselen fabrikası 1894 yılında, II. Abdülhamit
döneminde İstanbul’da Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmuştur. Fransa’daki Sevres fabrikası
örnek alınarak kurulan bu fabrikanın tasarımlarında Fransız anlayışı hâkim olmuştur.
Hammaddenin çoğu Avrupa’dan getirilmiştir. Bir süre üretime ara veren bu fabrika 1957
yılında “Sümerbank Yıldız Porselen Müessesesi” adı altında üretime tekrar başlamıştır.
20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Çanakkale’de İznik ve Kütahya seramiklerinden
farklı, ilginç örnekler üretilmiştir. Kütahya’da bugüne kadar süregelen üretimde geleneksel
ürünlerin aynıları görülmekte ve zaman zaman bozulan bir üretime dönüşmektedir.
Halkın beğenisi ve talebine göre üretim yapan Aydın-Karacasu, İzmir-Menemen,
Nevşehir-Avanos, Eskişehir-Sorkun, Bilecik-Kınık gibi yöresel merkezlerde ise geleneksel
çömlekçilik üretimi bugün de devam etmektedir.
1950’lerin sonu, 1960’lı yılların başı Türk seramiği açısından çok önemlidir.
Çanakkale’de 1957 yılında temelleri atılan, 1965’ten itibaren üretime başlayan Çanakkale
Seramik Fabrikaları, 1958 yılında küçük çaplı üretime başlayan 1962’de üretim paletini
geliştiren Eczacıbaşı Seramik Fabrikası,1966’da Bilecik’te üretime geçen Sümerbank
Bozhöyük Fabrikası seramik endüstrisinin gelişimini hızlandıran kuruluşlardır.
Seramiğe ilginin artması, seramik fabrikalarında sanat atölyelerinin ve seramik
kurslarının açılmasına neden olmuştur. Özellikle Eczacıbaşı Vitra Seramik Sanat Atölyesi bir
okul niteliğinde hizmet vermiştir.
Türkiye’de seramik eğitimi, 1956-1957 yıllarında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulunun açılması ile başlamıştır. 1982 yılına kadar İstanbul’da Devlet güzel Sanatlar
Akademisi ve Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Seramik Bölümleri, seramik
programlarındaki amaçlarına yönelik öğrenci yetiştirmeye devam etmişlerdir.
1957’den sonraki gelişmelerin çağdaş seramik sanatını olumlu etkilediği
görülmektedir. 1960’lı yıllar seramik sanatının uyanış dönemi olmuştur. Kısıtlı olanaklara
rağmen sanatçılarımız kişisel atölyelerini açmaya başlamışlardır. Bugün hem akademisyen
olarak hem de serbest çalışan çok sayıda seramik sanatçımız ulusal ve uluslar arası alanda
haklı ünlere sahiptirler.
-
15
Yaşamda her nesne, geçmişten geleceğe doğru biçimlenen bir oluşum çevresinde
yerini almaktadır. Fakat toprak, tüm diğer malzemeden farklı olarak, sanat ve endüstride,
köklerini geçmişi ile güçlendiren ve sürekli bir gelişim gösteren yegâne hammaddedir.
Gelişen teknoloji sayesinde toprak günümüz seramik fabrikalarında sağlık gereçleri (lavabo,
klozet vb.), yer duvar karoları, mutfak gereçleri (yemek takımları, çay, kahve takımları vb.)
olarak endüstrileşme aşamalarını en hızlı yaşayan malzemelerin başında yer almaktadır.
Toprak, kil malzeme olarak bugünün teknolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır ve
uygulama alanları her geçen gün giderek artmaktadır.
“Yeni seramik temelli malzemeler çok etkili yanma ve önemli yakıt tasarrufu
sağladıklarından otomobil ve hava taşıtları için makine parçaları yaratmakta da
kullanılıyorlar… Seramik ısıya, aşınmaya ve korozyona dirençli tek malzeme. Ayrıca elektrik
ve ısı yalıtımlı, üstelik de hafif. Kısacası seramik geleceğin makinelerinde pek çok önemli
bileşen için yeni teknolojik olanaklar yaratıyor… Seramiğin eskiden beri kullanıldığı
alanlardan biri de tıp dünyası. Cerrahlar, biyoseramik malzemelerden insan kalçasını, dizini,
omzunu, dirseğini, parmak ve bileğini onarmada yararlanıyorlar. Seramik hasta kalp
kapakçıkları yerine kullanılabildiği gibi dişçiler için diş dolgusu ve köprü malzemesi… hafif
ağırlıklı seramik ise pek çok modern ordunun hücum helikopterlerinde kullanılıyor. Ordunun
radar iletişim sistemlerinde seramik kullanılıyor.”8
Bu anlamda modern (ileri) seramikler olarak sınıflandıran grupta toprak yine başta yer
almaktadır. Bu gruptaki seramiklerin uygulama örnekleri, sızdırmazlık elemanları, aşınma
plakaları, contalar, kesici uçlar, entegre devre kartlarında altlık olarak kullanılan kapasitör ve
rezistörlerdir. İleri seramikler özellikle yüksek teknoloji süreçlerinde yüksek aşınma ve
korozyon dayanımları, elektriksel özellikleri, ısıl özellikleri, sertlikleri ile endüstriyel
alanların hemen hemen tümünde kullanılmaktadırlar. Bu gruptaki seramikler iletken, süper
iletken, yalıtkan özellikleri ile hızlı ve yüksek verimde önemli işlevleri yerine getiren
malzemelerdir.
8 www.acers.org, Seramikte Yeni Uygulama Alanları, Seramik Dergisi, sayı 9, 2000, s. 10.
-
16
Refrakter tuğla(teknoloji seramikleri)
Kaynak: http://www.hkaraca.com/tag/seramik
Günümüz dünyasının endüstrileşme sürecinde seramik alanında ülkemizde ulusal
bilim ve teknoloji birikimini geliştirmek üzere araştırma geliştirme çalışmaları yapılmaktadır.
İleri seramikler alanında ülkemizde bilim temelli ileri teknoloji modeli geçerlidir. Dünyanın
ilgisini çeken seramik sanatımız kadar seramik teknolojisi de dünya standartlarını takip
edebilecek ve uygulayabilecek durumdadır. Hammadde kaynakları, insan gücü, ülkenin
uygun coğrafik konumu ve son derece güçlü geleneği ile seramik endüstrisi bu konuda
avantajlı olarak değerlendirilmektedir.
Toplumların kültürel yapıları zamanla değişim gösterse de her dönemde seramik bu
değişim içinde var olmuş ve gelişim göstermiştir. Toprak, malzeme olarak, insan yaşamında
sürekli önemli bir yere sahip olmuştur. Toprağın, seramik sanat ve teknolojisi anlamında
kullanıldığı bu metinde insanoğlunun tarihsel süreç içinde şekillendirdiği bu temel
malzemenin aslında insanın kendisini ve dolayısıyla yaşamı ve kültürü de aynı paralellikte
nasıl geliştirdiği anlatılmak istenmiştir. Sonuç olarak; insan binyıllardır toprağa şekil verirken
aynı zamanda toprak ana’da insanı şekillendirmiş, toprak, insanı insan yapan en önemli
yapıtaşlarından biri olmuştur.
Kaynaklar
A. Britannica, Cilt 28, Ana Yayıncılık, İstanbul 1996.
Aktüre, Sevgi, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994.
Başgelen, Nezih, Seramik Federasyonu Dergisi, Sayı 8, İstanbul 2005.
Başgelen, Nezih “Seramiğin Bulunup Geliştiği Anadolu’nun Benzersiz Dönemi Neolitik
Çağ”, Seramik Türkiye Dergisi, İstanbul 2006.
Kanışkan, Ece, Anadolu’da Tarih Öncesi Çağlardan Helenistik Dönem’e Kadar Bulunan Ana
Tanrıçalar ve Günümüzdeki Seramik Yorumları, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 1998.
-
17
Özparlak, Fahri, “Çatalhöyük’ten Günümüze Ticaret ve Konya Ticaret Odasının 125. Kuruluş
Yılı”, İpek Yolu Dergisi, Sayı 237, Konya Ticaret Odası Yayını, Konya 2007.
www.acers.org, Seramikte Yeni Uygulama Alanları, Seramik Dergisi, sayı 9, İstanbul 2000.
-
18
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun
Türk Seramik Sanatının Gelişimi: Toprağın Ateşle Dansı The Evolution of Turkish Ceramic Art: The Dance of Earth with Fire
Deniz Onur Erman∗
Özet:
Uygarlığın erken dönemlerindeki hemen hemen tek plastik malzeme olması nedeniyle
seramik ürünler, insanların yaşamında önemli yer tutmaktadır. Türklerin İslamiyet’i kabulü ve
daha yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla, seramik sanatında da önemli gelişmeler
sağlanmaya başlanmıştır. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra seramik sanatı, bu
bölgede 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katmış ve yepyeni bir boyut
kazanmıştır. Bu sentezin sonucunda özellikle Kütahya ve Çanakkale önemli seramik üretim
merkezleri hâline gelmiş, çini yanında hayvan şekilli kaplar Çanakkale seramiklerinin simgesi
olmuştur. Yine de, Osmanlı seramik sanatının doruk noktası İznik’tir. Bu üretim merkezleri
zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı
yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam
geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Anahtar Kelimeler: Pişmiş toprak, terracotta, seramik, Türk Seramik Sanatı,
Çanakkale seramikleri, Kütahya çinileri, İznik seramikleri, Anadolu’da seramik.
Abstract:
Clay has remained almost exclusively the only plastic material for a long time since
the beginning of civilization. The adoption of Islam by Turks and in turn the transition to a
more stationary society have resulted in important developments in ceramic art. The conquest
of Anatolia by the Turks has led to the acquisition of the 8,000 year-old ceramic tradition of
the region. This synthesis has triggered an impressive transformation, while Kütahya and
∗ Öğr. Gör. Deniz Onur Erman, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Ankara. [email protected]
-
19
Çanakkale become major ceramic production centers. However, the summit of Ottoman
ceramic art is Iznik. These centers have become obsolete in time. However, Turkish Ceramic
Art has entered a totally different era with the Republic. The synthesis and interpretation of
Anatolian civilizations and Turkish-Islamic tradition form the basis of Contemporary Turkish
Ceramic Art, which is in constant progress towards world-wide recognition.
Key words: Terracotta, ceramics, Turkish ceramics art, Çanakkale ceramics, Kütahya,
İznik, Anatolian ceramics culture.
Ana malzemesi “kil” olan seramik, en yalın haliyle “pişmiş toprak” olarak ifade
edilmektedir. Seramik; uygarlığın erken dönemlerinde insanoğlunun günlük hayatına girmiş
ve günümüze kadar kesintisiz olarak kullanımını sürdürmüştür. Kimi kaynaklar seramiğin
tarihini insanlığın tarihiyle yaşıt kabul etmiştir.1 İnsanın varolduğu her yerde seramiğin
izlerine rastlanmış, tarih boyunca türlü biçim ve işlevlerle günlük yaşamın içinde yerini
almıştır. Çağlar boyunca uygarlığın gelişimine ışık tutmuş, yer aldığı toplumun ekonomik,
siyasal ve kültürel gelişiminin bir göstergesi olmuştur. Seramik üretimi; insanın uygarlığa
yapmış olduğu en eski ve en kalıcı katkılardan biri olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda
seramik; geçmişimizi daha iyi anlayıp değerlendirebileceğimiz bilgi ve kaynakları günümüze
taşımasıyla önemli bir görev üstlenmektedir. Seramiğin gelişimi, ona şekil veren toplumun
sosyo kültürel ve ekonomik evreleriyle paralellik taşımaktadır.2 Bu nedenledir ki seramik,
döneminin ve ait olduğu uygarlığın sanatına, kullandığı tekniklere ilişkin eşsiz ipuçları veren
en değerli tarihi belgeler arasında yer almaktadır.
Seramiğin ana malzemesi, su geçirmez killi toprak, balçık ya da çamurdur. Rahatlıkla
her yerde bulunabilen ve kolayca şekillendirilebilen bu basit ve iddiasız malzeme, uygarlığın
erken dönemlerinde insanoğlunun şekillendirdiği hemen hemen tek plastik malzeme olmuştur.
Temel bileşenleri çok yalın olmakla birlikte, zamanla daha karmaşık malzeme ve yöntemlerin
kullanıma girmesi, seramik üretiminin ve sanatının imkânlarını heyecan verici boyutlara
taşımıştır.
İnsanoğlunun ilk atalarının ortaya çıktığı dönem günümüzden yaklaşık iki milyon yıl
önce başlayan ve 10.000 yıl önce son bulmuş olduğu tahmin edilen Paleolitik Çağ olarak
kabul edilmektedir. Bu dönemin ilk el aletlerinin üretimiyle insanlaşma sürecine girişi de
temsil ettiği var sayılmaktadır. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli için geçerli olduğunu,
1 Coşkun Özgünel, Toprağın Ateşle Dansı (DOMUSM İstanbul), s. 6. 2 Hikmet Serdar Mutlu, “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat, Eskişehir 2007, s. 71.
-
20
fakat yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir.3 Orta Avrupa’da Üst
Paleolitik dönemde kayıtlara geçen bazı pişmiş toprak örnekler bulunsa da Anadolu’da
Paleolitik çağda pişmiş toprak ürünlere rastlanılmamaktadır.4 Neolitik çağ ile birlikte özellikle
kilin pişirilmeye başlanması hem bu önemli malzemenin kullanım amaçlı olarak hayata
girmesinde, hem de sanatsal bir malzemeye dönüşmesinde dönüm noktası olmuştur. Neolitik
çağ ile başlayan, daha sonra yerleşik düzende devam eden seramik üretimi, günümüzde de
gelişerek etkinliğini sürdürmektedir.
Pişmiş toprağın, ilk olarak depolama amacıyla kullanılan kap-kacak ve küpler şeklinde
günlük hayatın içine girdiği bilinmektedir. Dinsel törenlerde simgesel anlamlar taşıyan
idoller; aydınlatmayı sağlayan kandiller; haberleşme ve belgeleme işlevi olan tabletler; tuğla,
kiremit, suyolu ve künk gibi mimari elemanlar; takılar ve süs eşyaları, çanak çömlek, ocak
gibi gündelik kullanım eşyaları; ölü küllerinin saklandığı kaplar ve lahitler seramiğin sayısız
formlarından bazılarıdır.5 Seramik, kısa sürede günlük hayatın vazgeçilmezlerinden olan
pekçok ürünü insan hayatına sokmuştur, malzemenin esnekliği ve şekillendirmedeki kolaylığı
sayesinde inanış ve dini ihtiyaçları karşılayan nesnelerden, çocuk oyuncaklarına kadar geniş
bir ürün yelpazesinin üretilmesine imkân sağlamıştır.
Seramiğin 8000 yıllık tarihine damgasını vuran bereketli Anadolu toprakları, asırlar
boyunca çok çeşitli uygarlıklara kapılarını açmış, topraklarında farklı kültürleri konuk etmiş
ve insanlık tarihinin en önemli dönüşümlerine tanık olmuştur. Maya uygarlığından 4000 yıl,
tarih öncesi Mısır’dan 1000 yıl önce, toprakla ateş Anadolu’da Çatalhöyük’te buluşmuştur.
Anadolu toprağı üzerinde, Neolitik çağdan Roma ve Bizans’a, Selçuklu ve Osmanlı’dan
Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan tarih yolculuğunun her adımında karşımıza yeni
buluşlar, farklı formlar ve arayışlarla seramiğin izleri çıkmaktadır.6 Çanak-çömlek yapımının
ilk kez nerede gerçekleştirildiğine dair kesin verilere ulaşamamakla birlikte Anadolu ve
Yukarı Mezopotamya’da birçok yerleşmede gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, İ.Ö.
6000’lere tarihlenen örneklere rastlanmıştır. Bu anlamda Anadolu topraklarının seramiğin de
anavatanı olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Neolitik çağ ile başlayan pişmiş toprak
eşya üretimi, sadece günlük kap ve kullanım eşyası ile sınırlı kalmamıştır. Çamurun plastik
3 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 60. 4 http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55026/paleolitik-cag.html 5 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, s. 13, İstanbul 2003. 6 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 6.
-
21
özelliği karşısında büyülenen Anadolu insanı, kille şekillendirdiği ana tanrıça
heykelciklerinde inancına dair simgeleri elle tutulur hale getirerek, sanatsal yaratım gücünü
ele veren uğraşlara da girişmiştir. Konya-Çatalhöyük’te, Diyarbakır Çayönü Höyük’de ve
Burdur Hacılar’da gün ışığına çıkarılan ana tanrıça idolleri, belki de çamurun insan eliyle
aldığı en naif ve en güzel biçimlerdir.7 (Görüntü 1, 2, 3)8
Görüntü 1: ”Leoparlı ana tanrıça
figürini”, Neolitik Çağ, Çatalhöyük.
Görüntü 2: “Ana tanrıça figürini”,
Kalkolitik Çağ, Burdur.
Görüntü 3: “Ana tanrıça figürini”,
Neolitik Çağ, Köşkhöyük.
İnsanın hareketi kontrol etme isteği, tekerleğin ve çarkın uygarlığa hediyesidir.
Yaşamı ve tarihi değiştiren, savaşlara yön veren bu icat ile insan, kendini yeni bir dönemin ve
üretimin içinde bulur. İ.Ö. 6. yüzyılda Homeros’un İlyada destanında çömlekçi çarkından söz
edilmektedir. Çeşitli bulgular, İ.Ö. 3000-2000 arasında Anadolu’da Alişar, Boğazköy ve
Troya gibi yerleşmelerde çömlekçi çarkının kullanıldığını göstermektedir.9 İnsanın, kili çarkta
kısa sürede biçimlendirebilmesi ve üretim aracı olarak geliştirmesi seramik sanatını
sanayileştirmiştir.
Tunç Çağı, Anadolu uygarlık tarihinde gelişimin hızlandığı bir süreç olarak
tanımlanır. Bu gelişim İ.Ö. 2000 dolaylarında yazılı tarihin başlamasıyla daha da büyük bir
ivme kazanır. Bu dönemde bölgede ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar mektuplarını,
sipariş ve ticaret anlaşmalarını pişmiş toprak tabletler halinde yazmışlardır. Anadolu’ya
göçerek büyük bir imparatorluk kuran Hititler’de gelişmiş toplumsal yasalara bağladıkları tüm
ticari ve sosyal yaşantılarını kil tabletlere aktarmışlardır.10 En önemli Hitit merkezlerinden
7 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 15. 8 Görüntü 1, 2, 3: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 13-19. 9 Hikmet Serdar Mutlu, “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat, Eskişehir 2007, s. 73. 10 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 34.
-
22
Boğazköy’de on binden fazla sayıda bulunan bu kil tabletler Anadolu’nun köklü tarihe ışık
tutmaktadır. (Görüntü: 4, 5, 6)11
Görüntü 4: ”Çivi Yazılı Tablet” Tunç Çağı. Görüntü 5: ”Evlilik Kontratı Tablet”
Tunç Çağı.
Görüntü 6: Bulla (Mühür Baskı),
Tunç Çağı.
İ.Ö. 900’lerde Doğu Anadolu’da kurulan Urartu Devleti ve Ege göçleri ile Anadolu’ya
girerek İ.Ö. 1200-700 yılları arasında varlık gösteren Frigler kültür birikimlerini ve özgün
eserlerini Anadolu topraklarıyla biçimlendirmişlerdir. Öte taraftan Akdeniz ve Ege
medeniyetleri, komşu kültürlerle etkileşimler yaşayarak Anadolu kültürünü ve seramik
birikimini zenginleştirmişlerdir. Hellenistik Dönem’de (İ.Ö. 330-30) Anadolu’da yaygın bir
şekilde terra sigillata tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir. Roma (İ.Ö. 30-395) döneminde
pişmiş toprak oyuncaklara ve çocuk mezarlarından çıkan adak heykelciklerine
rastlanmaktadır. Bizans döneminde ise (330-1453) beyaz astar ve ince kazıma teknikleri
pişmiş toprak kaplar üzerinde kendini gösterir.12
Seramik üretiminin sabit veya taşıması zor fırınlara bağımlı oluşu ve seramik
ürünlerin nispeten ağır ve kırılgan olmaları nedeniyle, bu sanat göçebe toplumlarda nispeten
az gelişmiştir. Bu nedenle yerleşik düzene geçmemiş toplumlarda seramik sanatının gelişimini
izlemek zordur. Türklerin Orta Asya’daki konar-göçer yaşam tarzları da bu duruma istisna
oluşturmayacak şekildedir. Türklerin İslamiyeti kabulü ve daha yerleşik düzende yaşamaya
başlamalarıyla, seramik sanatında da önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmıştır. Abbasiler,
Fatimiler, Samanoğulları, Karahanlılar gibi Arap ve Türk devletlerinde seramik sanatının
güzel örnek ve uygulamaları olmakla birlikte, bu sanat asıl büyük teknik çeşitliliğine
günümüz İran’ında, Selçuklular döneminde ulaşmıştır.
11. yüzyılın sonunda Türkler Anadolu’yu ele geçirdiklerinde, yerel Bizans
geleneklerini devralırlar ama özellikle o dönemde İran’da kullanılan ve beraberlerinde
11 Görüntü 4, 5, 6: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 32-35. 12 http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55027/urartu-kralligi.html
-
23
getirdikleri, Selçuklulara özgü pek çok seramik tekniğinden de yararlanırlar. Anadolu
Selçuklu devleti o dönemde bir sanat politikası geliştirmekten çok askeri egemenliğini
yaymakla uğraşmaktadır. Yine de Selçuklu sultanları, iktidarlarını pekiştirmek amacıyla
önemli mimari yapım işlerine girişirler. Yapıları çinilerle kaplarlar, Selçuklu sanatının en
belirgin öğelerinden olan camilerin mihraplarını, kubbelerini, minare ve portallarını, türbe,
medrese ve sarayları çinilerle donatırlar.13 Selçukluların gelmesiyle birlikte Pers seramik
üretiminde de büyük değişiklikler yaşanmaya başlanır. Çin’den ihraç edilen Sung Hanedanlığı
(960-1279) seramik ürünlerinin etkisi altında yeni beyaz bünyeli çamur malzeme ile tanışılır.
Bu yeni beyaz çamur üzerinde yeni dekorlama, kazıma ve sırlama teknikleri uygulanmaya. Sır
altı bezemeler, sır üstü lüster dekorları ve sır üstü çok renkli bezemeler gibi önemli teknikler
geliştirilmeye başlanır.14 İran’da Rey, Keşan, Sultanabad, Nişapur, Suriye’de Rakka en
önemli çini ve seramik merkezleri olduğu ve buralarda ince kazıma, barbotin, lakabi, sıraltı ve
slip gibi teknikler kullanılarak, firuze, kobalt mavisi veya tek renk beyaz sırlı ürünlerin
üretildiği bilinmektedir.
Selçuklular henüz Anadolu’ya yerleşmeden önce, İran’da mimaride sırlı tuğla
geleneğini başlatmış, özellikle türbelerde turkuaz sırlı tuğlalara yer vermişlerdir. Tek renkli
sırlı levhaların kesilmesiyle ya da desene göre hazırlanmış parçaların sırlanmasıyla
oluşturulan çini-mozaik tekniği de Anadolu’da yaygın olarak kullanılmıştır.15 Selçuklular’da
en önemli çini üretim merkezi, o dönem devletin başkenti olan Konya’dır. Bu tekniğin 13.
yüzyıldaki en yetkin örnekleri Sivas Keykavus Şifahanesi ve Gök Medrese’de, Malatya
Ulucami’de, Konya Alaaddin Cami’de Sırçalı Medrese, Karatay Medresesi ve İnce Minareli
Medrese’de görülmektedir. Beyşehir yakınlarındaki Kubadabad Sarayı ve Kayseri
yakınlarındaki Keykubadiye Sarayı kazılarında ortaya çıkartılan çiniler de tekniğin önemli
örneklerindendir.16 (Görüntü: 7, 8, 9)17
13 Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 23. 14 Yücel Başeğit, “Türk-İslam Seramiklerinin Çağdaş Seramik Sanatına Etki ve Yansımaları”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2008, s. 18. 15 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 56. 16 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, s. 59, İstanbul 2003. 17 Görüntü 7, 8, 9: Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 32-35.
-
24
Görüntü 7: “Konya
Sırçalı Medrese” Görüntü 8: “Malatya Ulu Cami” Görüntü 9: “Sivas I.Keykavus Türbesi”
Sanat tarihinde ‘çini’ İslam mimarisini ve ona paralel gelişen seramik sanatını
çağrıştırmaktadır. Türk, İran, Moğol, Arap ve Berber asıllı toplumların Orta Asya’dan
İspanya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada 7. yüzyıldan çağımıza kadar geliştirdikleri çini
ve seramik sanatı, devir ve ülkelere göre farklılıklar ortaya koyar. Bu gelişme çizgisinde
Selçuklu’dan Osmanlı devri sonuna kadar çini ve seramik sanatı oldukça özgün ve ilklere
damgasını vuran özellikler sunar. İslam sanatında farklı bölge ve devirlerde görülen
yeniliklere rağmen, müşterek detaylar, süsleme ve mimari özellikler dikkati çeker.18 14.
yüzyılın başında, Selçuklular’ın Anadolu’daki egemenliğinin sona ermesiyle başlayan
dönemde, Karahanlı ve Aydınoğulları Beylikleri, inşa ettikleri eserlerde çini-mozaik tekniğini
ve yıldız biçimindeki sırlı tuğla geleneğini sürdürmüştür. Aynı dönemde giderek güç kazanan
Osmanlı Beyliği ise, siyasi açıdan hızla gelişirken mimari ve sanat alanlarında da görkemli
örnekler vermektedir.19 15. yüzyıldan itibaren Osmanlılar Anadolu’nun büyük bir bölümüne
hâkim olmuştur. Bu güç değişimi, kabaca ikiyüz yıllık bir devri kapsayan dönemin “Beylikler
ve Erken Osmanlı Devri” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Sanat anlayışının
değişmeye ve gelişmeye başladığı erken Osmanlı devrinde, Klasik Osmanlı sanatının da
temelleri atılmıştır. Selçuklu döneminde çini üretim merkezi Konya iken, 15. yüzyıldan
itibaren başta İznik olmak üzere Kütahya, Bursa ve İstanbul gibi merkezler öne çıkmıştır.20
İznik Yeşil Cami minaresinin sırlı tuğla bezemeleri dönemin güzel örneklerindendir. Bursa
Yeşil Külliye’de sırlı tuğlalar çini mozaik tekniği ile beraber kullanımlarıyla dikkat çeker.
1436’da Edirne’de yapılan Muradiye Cami, bir yandan geleneksel iç mekan anlayışını
18 Gönül Öney, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, İstanbul, s. 13. 19 Seramik Tanıtım Komitesi Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 64. 20 Gönül Öney, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2007, s. 203,.
-
25
sürdürürken, öte yandan yeni arayışların da habercisidir. Çini-mozaik tekniğinin uygulandığı
son mimari örnek Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı içinde inşa ettirdiği Çinili
Köşk’tür. Renkli sır tekniğinin İstanbul’daki son örneği ise 1548 tarihli Şehzade Mehmed
Türbesi’dir.21 (Görüntü: 10, 11, 12)22
Görüntü 10: “Çinili Köşk” Görüntü 11: “İznik Yeşil Cami” Görüntü 12: “Edirne Muradiye Cami”
16. yüzyılın ilk yarısından itibaren sıraltı tekniğinin uygulandığı, iç ve dış mekânlarda
çoğunlukla İznik’te üretilen çinilerin kullanıldığı görülür. Bu tarihten itibaren yüzyılı aşkın bir
süre İznik, Osmanlı’nın en önemli çini ve seramik merkezi olmuştur. Büyük ve önemli
yapıların çini tasarımları Fatih Sultan Mehmet’in sarayda kurduğu Nakkaşhane’de
mimarbaşının denetiminde ustalar tarafından hazırlanmakta ve İznik’teki atölyelerde
üretilmektedir. İslam dünyasında uzun bir geçmişe sahip olan fritli seramik geleneği İznik’te
onu diğer merkezlerden ayıran en önemli özellik olarak ortaya çıkar. Bütün üretim aşamaları;
seramik hamurunun hazırlanması, kullanılan hammaddeler, pişirim teknikleri, astar, boya ve
sırlar, zengin renk yelpazesi, karakteristik desenler, hepsi bir araya gelerek İznik
seramiklerinin sihrini yaratır ve eşsiz kılar.23 Sert ve kaliteli beyaz hamur, pürüzsüz bir yüzey,
şeffaf ve kırmızı sır 16. yüzyılın ikinci yarısında İznik seramiklerinin karakteristik özelliği
olmuştur. Günümüze ulaşan sayısız örneklerde ustaca kullanılmış fırça darbelerini, detaylı
bezemeleri, özgün stilizasyonları, sırlardaki renk kalitesini görmek mümkündür. Ayrıca İznik
kazılarında bugüne kadar bilinmeyen renk ve desenlerde binlerce parçanın yanısıra fırın
21 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 65. 22 Görüntü 10: http: //www.pbase.com/dosseman/cinili_kosk; Görüntü 11: http: //www.kentselhaber.com/CityName/Bursa/BURSA-CAMILER; Görüntü 12: http: //wowturkey.com/forum/viewtopic/Muradiye 23 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 74.
-
26
kalıntıları da bulunmuştur.24 Bahar dalları, laleler, karanfiller gibi çiçek motifleri, yelpaze
yapraklar, ağaç dalları, salkımlar ve çeşitli rozetlerden meydana gelen bezemeleri radyal
düzende kalın çizgiler, kalın şeritler ve geometrik süslemeler takip etmektedir. Dekoratif kuş
figürleri de yavaş yavaş çiniler üzerinde yerlerini almaya başlar. Bunların yanısıra tavşan,
balık, geyik gibi hayvan betimlemeleri, hayvanların av ve mücadele sahneleri, neshi ve küfi
yazılar İznik çinilerinde işlenilen başlıca konular olmuştur.25 (Görüntü: 13, 14, 15, 16)26 İznik
seramiklerinin kalitesinin bozulduğu ve gerilemeye başladığı dönemi Günyar şu sözlerle
özetlemektedir; “Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde, sarayın hem sanatsal hem
de finansal desteğini çekmesi İznik’teki seramik üretimi için sonun başlangıcı olmuştur.
Üretim giderek kalitesini yitirmiş, kullanım olanakları giderek daralarak, ithal ürünlerle
rekabet edememeye başlamıştır. Ülkenin bozulan ekonomisi doğrultusunda, siparişlerin
azalması, imalathane sayısında düşüşlere neden olmuş ve üretim 18. yüzyılda tamamen sona
ermiştir.”27
Görüntü 13: “İznik, Lale
Motifli Kapaklı Kavanoz”
1575
Görüntü 14: ”İznik, Çiçek
Motifli Bardak” 1585-1590 Görüntü 15: “İznik, Asma
Motifli Tabak” 1540-1550 Görüntü 16: ”İznik,
Çarkıfelek Motifli
Tabak”1585
İznik atölyelerinin gerilemesiyle birlikte, Frigler’den beri bir seramik üretim merkezi
olarak kabul edilen Kütahya’ya da zaman zaman çini sipariş edilmeye başlanır. Kütahya
seramiklerinde hamur farklılığının yanısıra, desenlerde de üslupsal farklılıklar dikkat çeker.
İznik çinilerinin görkeminden uzak olmakla birlikte, sarı renk tonlarının belirginleştiği bu
çiniler Üsküdar Yeni Valide Cami’nde, Kütahya Hisarbey Cami’nde ve Topkapı Sarayı’nda 24 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 113. 25 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri”, Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 119. 26 Görüntü 13, 14, 15, 16: Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 63-78. 27 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri”, Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 113.
-
27
bolca kullanılmıştır. Kütahya çinileri yine aynı dönemde Ermeni kiliselerinde de kullanım
alanı bulmuştur. Çiniler dışında aynı dönemlerde üretilen seramikler de gerek form gerekse
renk kullanımı açısından İznik seramiklerinden farklıdır.28 Kütahya seramiklerinde beyaz
çamur ve sıraltı tekniği benimsenmiştir. 18. yüzyılda Kütahya’da üretilen seramiklerde yeşil,
kobalt, turkuaz ve kırmızının yanı sıra, sarı ve mor gibi renkler de kullanılmıştır. Beyaz ya da
krem renkli, beyaz astarlı, çoğunlukla şeffaf sırlı bu seramiklerde stilize edilmiş bitkisel
motifler, insan ve hayvan figürleri, dinsel konular betimlenmiştir. Üretilen formlar ise küçük
tabaklar, fincanlar, mataralar, gülabdanlar, yüzey karoları ve askı toplarıdır. Sadece renk ve
desen bakımından değil, form bakımından da etkileyici bir zerafete sahip olan Kütahya çini ve
seramik üslubu Türk seramik sanatının yarattığı son orjinal üslup olarak kabul edilmektedir.29
19. yüzyıla gelindiğinde, gerek yapı etkinliğinin giderek azalması, gerek hamur ve bezeme
açısından kalitenin düşmesi sonucunda Kütahya çiniciliği de gerilemeye başlar, yüzyılın
sonunda ise neredeyse tamamen yok olur. (Görüntü: 17, 18, 19, 20)30
Görüntü 17: “18. yüzyıl
ikinci yarısında yapılmış,
stilize kuş betimlemeli
tabak, Kütahya.”
Görüntü 18: “18. yüzyılın
ikinci yarısında yapılmış,
gövdesi leylek ve bitki
betimlemeli matara,
Kütahya.”
Görüntü 19: “18. yüzyılın
ortalarında yapılmış, gövdesi
geometrik, dört kenarı stilize
insan ve kanat betimlemeli
(melek) yüzey karosu,
Kütahya.”
Görüntü 20: “19. yüzyıl
sonlarında yapılmış, form
olarak Çanakkale esinli,
gövdesi stilize kuş ve bitki
betimlemeli sürahi, Kütahya.”
Üretimi günümüzde neredeyse tamamen duran Çanakkale seramikleri, gerek üslup,
gerekse desen ve renk açısından Türk seramik sanatına büyük yenilikler getirmiştir. Kaba
kırmızı, ender olarak da bej hamurlu, sıraltı tekniğiyle bezeli Çanakkale seramikleri ilginç
desenleriyle dikkat çeker. 17. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar İznik ve
Kütahya seramiklerinden oldukça farklı biçim ve sırlama anlayışlarıyla çeşitli özgün örnekler 28 Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 23. 29 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009, s. 113. 30 Görüntü 17, 18, 19, 20: Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 115-117.
-
28
ortaya konulmuştur. Öney, Çanakkale seramikleriyle ilgili şunları söylemektedir;“18. yüzyıl
Çanakkale seramiklerinde desenler serbest fırça darbeleriyle verilmiştir. Soyut çiçek motifleri,
rozetler, benekler, yelkenliler, kalyonlar, camiler, köşkler, kuşlar, balıklar, hayvan
betimlemeleri büyük bir ustalıkla özlü ve soyut şekilde işlenmiştir.”31 Çanakkale
seramiklerinin önemli bir özelliği de ürün çeşitliliğidir. Küp, ibrik, testi, vazo, şekerlik, saksı,
mangal, çanak, çömlek, tabak, matara, şamdan, fincan, lamba, hokka, demlik, hayvan veya
insan biçimli dekoratif ürünler gibi çok çeşitli seramikler yapılmıştır. Form çeşitliliği
renklendirme ve sırlama da da kendini göstermektedir. Tek renk sırlı olanlar gibi, üst üste
akıtma şeklinde çok renkli örneklere de rastlanmaktadır. Kimi örneklerde sır üstü yaldızlı
dekorlamalar dikkat çekmektedir. Bazı geç tarihli örneklerde ebruli renkler de bulunmaktadır.
(Görüntü: 21, 22, 23, 24)32 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başı Çanakkale seramik
örnekleri çoğunlukla zevksiz ve abartılı desenler sergiler.
Görüntü 21: “Aslan
Biçiminde Kap, Çanakkale”
20. yüzyıl başı.
Görüntü 22: “Stilize Kuş
Başlı Testi, Çanakkale”19.
yüzyıl’ın ikinci yarısı.
Görüntü 23: “Fıçı ve
Arabası, Çanakkale” 20.
yüzyıl başı.
Görüntü 24: “Aslan
Biçiminde Kap, Çanakkale”
20. yüzyıl başı.
19. yüzyıldan itibaren, giderek Batılılaşma hareketleri ve başta saray çevresi olmak
üzere yemek ve sofra alışkanlıklarının değişmesi porselen sofra eşyası kullanımını gündeme
getirmiştir. Aynı dönemde Osmanlı toprakları içerisinde porselenin hammaddesi olan kaolin
yataklarının işletilmeye başlaması da porselen üretimine geçişi hızlandırır. “1845’de Boğaz’ın
Anadolu yakasında, Beykoz yakınlarında İncirli’de Ahmed Fethi Paşa tarafından açılan bir
imalathanede “Eser-i İstanbul” damgasını taşıyan duvar çinileri, tabaklar, sürahiler, kapaklı
bardaklar üretilmeye başlanır. Bu eserler Osmanlı zevkini yansıtan çiçek ve bitki motifleriyle
31 Gönül Öney, Türk Çini Sanatı, İstanbul 1976, s. 104. 32 Görüntü 21, 22, 23, 24: Laure Sousteil, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. Yüzyıl, Suna İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul 2000, s. 198-210.
-
29
süslenir. İmalathane, sahibinin ölümüne dek yaklaşık 20 sene hizmet verir.”33 1892’de Sultan
II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nın bahçesinde yeni bir porselen imalathanesi açılmasını ister.
Sevres Fabrikası, İstanbul’a mühendis ve ustabaşlarını yollar hatta seramik çamuru ve gerekli
diğer malzemeleri de sağlayarak üretimi başlatır. Ay-Yıldız damgalı porselenler hem sarayın
ihtiyaçlarını karşılamak hem de yabancı elçi ve hükümdarlara seçkin armağanlar vermek
amacıyla üretilir. Son derece dekoratif parçalar, tabaklar, vazolar, levhalar çoğunlukla
büyüleyici İstanbul manzaralarıyla süslenir ya da padişahın portresini veya tuğrasını
resmeder. Yıldız Porselen Fabrikası 1909’da II.Abdülhamit’in tahttan inmesiyle kapanır.
19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı ve dört bir
yanını saran işgalci ülkelerle çetin bir savaşım halinde olduğu görülmektedir. 1919 yılında
başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak,
Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur. Henüz kurulmuş bir
Cumhuriyet’e uyanan Türkiye için seramik, savaşlarla yıkılmış, ekonomisi yerle bir olmuş bir
imparatorluğun, bir zamanlar camilerini ve saraylarını donattığı bir süsleme unsurundan başka
birşey değildir. Yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşayan halkların kültür ve uygarlığına
tanıklık eden seramik, imparatorluğun son dönemlerinde daha çok mimari bir unsur ve
süsleme malzemesi olarak işlev üstlenerek saray çevresinde yaygınlaşabilmiştir. Yöresel
üretimler çömlekçilik boyutlarını aşamamıştır. Mimaride, dekoratif ürünlerde ve sofra
eşyasında durum böyleyken, modern anlamda banyo kültürü ise sadece Osmanlı topraklarında
değil, henüz dünyanın hiçbir yerinde tam anlamıyla gelişememiştir. Bu dönemde evlerin
çoğunda banyo bulunmamakta, düzenli olarak hamama gidilmekte ve küvet yerine kurna
kullanılmaktadır.34 Seramik alanında hiç bir endüstriyel üretim devralınmaz. Ancak
Cumhuriyet ekonomisi, seramiğe de, her türlü sanayinin geliştirilmesi, yurdun dört bir
tarafına yayılarak kitleselleştirilmesi ilkesiyle yaklaşır ve ilk yıllarından itibaren seramik
endüstrisinin önünü açan bir mecrada ilerler. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan
bunalımlı yıllar, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sosyal ve ekonomik hayatta yaşanan
ilerlemeler sürecini beraberinde getirirken, bu ilerlemelere paralel olarak Türk sanatı da
yenilikçi bir gelişim süreci içerisine girmektedir. Seramik çamurunun Anadolu
topraklarındaki varlığı Anadolu insanının bu malzemeyle binlerce yıllık tanışıklığından
kaynaklanan bilgi birikimi, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde de seramiğin hem bir sanat dalı
33 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 89, 34 Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim Hizmetleri, İstanbul 2003, s. 97.
-
30
hem de önemli bir endüstri kolu olarak gelişmesine olanak tanımıştır. Ülkemizde çağdaş
seramik sanatının ilk adımları, öncelikle, sanat eğitimi veren kurumlar bünyesinde atılmış,
Cumhuriyetin ilk yıllarında, seramik eğitimi için yurtdışına gönderilen sanatçılar, daha
sonraki yıllarda hem eğitmen hem de sanatçı kişilikleri ile çeşitli sanat akımlarının
öncülüğünü gerçekleştirmişlerdir. Ağatekin, bu gelişmelere tezinde şu cümlelerle yer
vermektedir; “Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1929 yılına kadar, seramik sanatı ve endüstrisi
alanlarında kaydedilen önemli bir gelişme ve etkinliğe rastlanılmamıştır. 1929 yılında Çağdaş
Türk Seramik Sanatının oluşumunu başlatan ilk önemli adım, Sanayii Nefise Mektebi’nden
Namık İsmail’in Akademiye Dekoratif Sanatlar Bölümü’nü katmasıyla gerçekleşir. 1929’un
kasım ayında çinicilik atölyesi açılır ve atölyenin başına İsmail Hakkı Oygar getirilir. Daha
sonra 1931 yılında, Paris’ten dönen Vedat Ar ve Hakkı İzzet’in de katılımlarıyla atölye
çalışmalarına bu önemli hocaların önderliğinde devam edilir.”35 Günyar, Cumhuriyet
döneminde seramik alanında yaşanan gelişmeleri şu sözlerle özetlemektedir; “1929’da
Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) “Seramik ve Türk Çiniciliği
Atölyesi”ni kuran İsmail Hakkı Oygar ile seramik eğitimi için bursla yurtdışına giden
sanatçılarımız Hakkı İzzet ve Vedat Ar seramiği geleneksel anlayıştan farklı olarak, çağdaş ve
özgün bir anlatım formuna kavuşturarak öncü olmuşlardır. Oygar işlerinde yüzey
değerlendirmelerine ağırlık verirken geleneksel sanata göndermeler yapmıştır. İzzet ise;
yapıtlarında hayvan figürleri soyutlamalarına ve araştırmacı tavrı ile Bauhaus etkilerine yer
vermiştir. Vedat Ar’ın yapıtlarında ise Art Deco akımının etkilerinin yansımaları
görülmektedir.”36
İstanbul’da Sanayii Nefise’deki sanat eğitiminin bir benzerinin Ankara’da Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde bir seramik atölyesi kurularak ve seramik dersleri verilmeye başlanılarak
benimsendiği görülmektedir. Burada Hakkı İzzet Bey dersler vermeye başlar aynı zamanda da
Ankara Kimya Fakültesi Seramik Bölümünde de çalışmalarını sürdürmektedir. Sanat
eğitimine önem verilmesi, Batı’lı anlamdaki sanat anlayışının benimsenmeye çalışılması
bireysel düşüncelerin ve bireyselliğin önem kazandığı bir dönemi de beraberinde
getirmektedir.37 Bu gelişmelerin seramik sanatına yansıması da özel seramik atölyelerinin
35 Mustafa Ağatekin, “Cumhuriyet Sonrası Çağdaş Türk Seramik Sanatının Gelişimi ve Anlatım Yönünden Değerlendirilmesi”, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 1993, s. 15. 36 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri” Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 113. 37 Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara 2009, s. 125.
-
31
kurulmaya başlamasıyla olmuştur. Bu noktada Türkiye’de seramik sanatının oluşumuna
özgün bir bakış getiren Füreya Koral ve Sadi Diren 1950-1970 yıllarına damgasını vuran
önemli isimler olmuşlardır. Füreya Koral Türkiye’deki ilk özel seramik atölyesini açan
sanatçı olarak belleklere yerleşir. Resimsel öğeler kullanarak gerçekleştirdiği duvar panoları,
tabaklar ve formlarda geleneksel unsurları çağdaş bir üslupla yorumlamıştır.
Seramiğin sanat dünyasında popülerlik kazanmaya başlamasıyla pek çok sanatçı bu
alana ilgi duymaya başlamış, Mediha Akarsu, Nasip İyem, Seniye Fenmen, Tüzüm Kızılcan,
Müfide Çalık, Ayfer ve Sabit Karamani gibi isimler sanatsal üretimlerini bu dönemde seramik
alanında yoğunlaştırmışlardır. Cumhuriyet sonrası Türkiyesi’nde seramik sanatının olgunluk
dönemi olarak nitelendirilebilen 1970’li yıllarda ise Hamiye Çolakoğlu, Bingül Başarır,
Candeğer Furtun, Alev Ebüzziya, Atilla Galatalı, Jale Yılmabaşar, Güngör Güner, İlgi
Adalan, Beril Anılanmert, Mustafa Tunçalp, Erdinç Bakla, Ferhan Taylan Erder gibi
sanatçılar yapıtlarıyla seramik sanatına canlılık katmışlardır. Hamiye Çolakoğlu figüratif
anlayıştaki çalışmalarını geniş yüzeyler ve formlar üzerinde hayata geçirirken, Jale
Yılmabaşar süslemeci ve renkçi üslubuyla panolar, figüratif hayvan ve insan formları
yapmıştır. “Anadolu’da İlkel Çömlekçilik” konusunda uzun araştırmalarda bulunan Güngör
Güner araştırmalarını kendi özgün yapıtlarında çağdaşlaştırırken, Alev Ebüzziya klasik çanak
formlarına bambaşka bir yorum getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda seramikte teknik
arayışlara cevaplar arandığı, sanatçı-mimar, sanat-endüstri işbirlikteliklerinin doğduğu bir
dönem olmuştur. Kurumsal destekli sergi ve yarışmalar, akademik ortaklıklar, yurtiçi-yurtdışı
karma etkinlikler bu dönemde seramik sanatına yeni bir soluk getirmiştir.38 Günümüz
Türkiyesi’nde, ülkenin dört bir yanında bulunan köklü akademilerin ve yeni kurumsallaşmaya
başlayan Güzel Sanatlar Fakültelerinin hocalarının ve serbest çalışan sanatçıların kendi bakış
açıları ve özgün yorumları doğrultusunda eserler ürettikleri, yetişmekte olan genç kuşak
seramik sanatçılarına yol gösterdikleri görülmektedir. Mustafa Tunçalp, Zehra Çobanlı,
Sevim Çizer, Gül Özturanlı, Mehmet Kutlu, Sibel Sevim, Kemal Uludağ gibi isimler bu
öncülerden yalnızca birkaçıdır. (Görüntü: 25, 26, 27, 28)39
38 Şerif Günyar, “Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri” Yayınlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2007, s. 135. 39 Görüntü 25, 26: Deniz Onur Erman, “Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar”, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009, s. 198-129; Görüntü 27: http: //lebriz.com/pages/artist. =TR; Görüntü 28: Kişisel fotoğraf arşivi.
-
32
Görüntü 25: “Jale
Yılmabaşar’a ait
figüratif bir
seramik
çalışması.”
Görüntü 26: “Erdinç
Bakla’nın 1998 senesinde
yaptığı “Zafer Tanrıçası
Nike” isimli çalışması”
27: “Kemal Uludağ’a ait bir
çalışma”
Görüntü 28: “Hamiye Çolakoğlu’nun
vefat eden kardeşi için 1986 senesinde
yaptığı ve hâlen Hacettepe Üniversitesi
Beytepe Kampüsü girişinde bulunan
“Derman Çeşmesi” isimli
çalışması”.Görüntü
Sonuç
Ana malzemesi toprak olan seramik dünya uygarlığının erken dönemlerinde insanın
günlük yaşamına girmiş ve bugüne kadar kesintisiz kullanılmıştır. Seramiğin 8000 yıllık
tarihine damgasını vuran bereketli Anadolu toprakları, asırlar boyunca çok çeşitli uygarlıklara
kapılarını açmış, topraklarında farklı kültürleri konuk etmiş ve insanlık tarihinin en önemli
dönüşümlerine tanık olmuştur. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra seramik sanatı,
bu bölgede 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katmış ve yepyeni bir boyut
kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başta İznik, Kütahya ve çanakkale merkezleri
başta olmak üzere özellikle İslamın etkisiyle mimari yapı süslemeleri, dekoratif ürünler, sofra
eşyaları gibi çok sayıda seramik ürünler verilmiştir. Bunu takip eden dönemde Cumhuriyet ile
Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri,
gerekse Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Günümüzde Çağdaş Türk Seramik Sanatı ve endüstrisi Anadolu ve Türk kültür tarihinin
birikimiyle gelişimini sürdürmekte ve dünyada hakettiği yeri almaya çalışmaktadır.
Kaynaklar
Ağatekin, Mustafa, Cumhuriyet Sonrası Çağdaş Türk Seramik Sanatının Gelişimi ve Anlatım
Yönünden Değerlendirilmesi, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir, 1993.
Başeğit, Yücel, Türk-İslam Seramiklerinin Çağdaş Seramik Sanatına Etki ve Yansımaları,
Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir 2008.
-
33
Günyar, Şerif, Anadolu Seramiğinde Kuş Öğeleri, Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı, Eskişehir
2007.
Mutlu, Hikmet Serdar, Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik, Anadolu Sanat, 2007.
Onur Erman, Deniz, Seramik Sanatında Kuş Figürü Üzerine Kişisel Uygulamalar,
Yayımlanmış Sanatta Yeterlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Seramik Anasanat Dalı, Ankara, 2009.
Öney, Gönül, Zehra Çobanlı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2007.
Öney, Gönül, Türk Çini Sanatı, İstanbul, 1976.
Özgünel, Coşkun, Toprağın Ateşle Dansı (DOMUSM), İstanbul.
Seramik Tanıtım Komitesi, Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, Grup 7 İletişim
Hizmetleri, İstanbul, 2003.
Soustiel, Laure, Osmanlı Seramiklerinin Görkemi 16.-19. yüzyıl. Suna İnan Kıraç ve Sadberk
Hanım Müzesi Kolleksiyonlarından, AKMED Yayınları, İstanbul, 2000.
http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr
-
34
ACTA TURCICA Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies www.actaturcica.com Yıl IV, Sayı 1, Ocak 2012 “Kültürümüzde Toprak”, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun
Osmanlı Sarayında Dinin ve Bazı İnançların Etkisiyle Pişmiş Toprak Yiyecek
Eşyası Kullanımı
The Influence of Religion and Other Beliefs on The Usage of Ceramic Tableware at
the Ottoman Palace
İrem Çalışıcı Pala*
Özet:
Osmanlı Döneminde, altın ve gümüş kaplardan yemek yemek, maddi nedenler
dışında, dinî bir yasak nedeni ile tercih edilmemekteydi. Hz. Muhammed hadislerinde değerli
metalden yemeği ve içmeği yasaklamıştır. Bu nedenle bazı durumlarda, değerli metal yerine,
pişmiş toprak türleri veya altın gibi gözüken altın kaplı bakır (tombak) ve gümüş gibi gözüken
kalay kaplı bakır ürünlerin kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca Osmanlı Sarayında, bir tür Çin
porseleni olan seledon, içine konulan zehri belli ettiği inancı ile sarı porselenler ise
imparatorluk rengi olması nedeni ile tercih ediliyordu. Bu çalışmada, Osmanlı Saray ve
çevresinde pişmiş toprak yiyecek eşyası kullanımını etkileyen nedenler belgeler ışığında ele
alınmaktadır.
Anahtar kelimeler: Osmanlı, altın yasağı, seramik, porselen, yemek kapları
Abstract:
In the Ottoman Empire, the custom of eating from precious metal utensils such as
from gold and silver plates is known to have been displaced, and instead fired earthenware
ceramics were used, probably because of the hadith (the sayings of the Prophet Muhammed)
* İrem Çalışıcı Pala, Araştırma Görevlisi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü, İzmir. [email protected]
-
35
which says, indeed, one of the rewards of paradise is to be served drinks in gold goblets,
whosoever drinks from a cup of silver imbibes the fire of Hell.
At the Ottoman court, celedons (a kind of Chinese porcelain) were preferred because
they had a property reflecting poison. Yellow porcelains were a symbol of royalty of the
highest rank.
In this paper, discusses causes which influenced the wide usage of ceramics at the
Ottoman court.
Keywords: Ottoman, prohibition of gold, ceramic, porcelain, tableware
Osmanlı Dönemi saray ve çevresinde kullanılan pişmiş toprak sunum kapları, temelde
dokuz türdür. Bunlar, Çin, Uzakdoğu, Avrupa, İstanbul, Eser-i İstanbul ile Yıldız porselenleri
ve İznik, Kütahya, Tophane ile Çanakkale seramikleridir. Bu pişmiş toprak türleri, özellikle
hijyenik, dayanıklı ve dönemlerinin moda ürünü olmaları yanı sıra, bazı inanış ve dinî
görüşler nedeniyle tercih edilmektedir.
Osmanlı Döneminde, altın ve gümüş kaplardan yemek yemek, maddi nedenler
dışında, dinî bir yasak nedeni ile tercih edilmemekteydi. Hz. Muhammed, “Altın ve gümüş
bardaklardan bir şey içmeyiniz. Altın ve gümüş kaplardan da bir şey yemeyiniz. Çünkü tüm
bunlar dünyada kafirlerin, ahirette de bizimdir.-gümüş bardaktan içen kimse karnında
cehennem ateşini şarıldatır.”1 diyerek, değerli metalden yemeyi ve içmeyi yasaklamıştır. Bu
nedenle bazı durumlarda, değerli metal yerine, pişmiş toprak türleri veya altın gibi gözüken
altın kaplı bakır (tombak) ve gümüş gibi gözüken kalay kaplı bakır ürünlerin kullanıldığı
görülmektedir.
Osmanlı sarayında, pişmiş toprak kullanım tercihini etkileyen, bir inanış ise
seledonların (Çin porseleni), içine zehir konulduğunda bunu belli etmesidir. Sarı porselenler
(Çin porseleni) ise, renk hiyerarşisinde en üst sırada olan imparatorluk renginin, sarı olması
nedeniyle tercih edilmekteydi.
Değerli metalden yemek yeme yasağı olarak değerlendirilen hadisin, değerlendirilişine
ilişkin ulaşılabilen en erken tarihli belge 1331 yılına aittir ve şöyledir: İbn Battuta 1331’de
Aydın’daki bir Anadolu Beyliği Sarayı’nda kendi adına verilen resmî kabul sırasında: “Daha
sonra, şerbetle dolu altın ve gümüş taslar getirildi. Ayrıca yine şerbetle doldurulmuş çini
kaselerde ortaya konmuştu. Altın ve gümüş eşyayı takva sebebi ile kullanmaktan kaçınan
1 Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Hüner Yayınları, 4. Baskı, Konya 2004, s. 700, 712.; Yaşar Nuri Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar, Yeni Boyut, İstanbul 2002, s. 234, 235.
-
36
kimseler için tahta kaşıklarda konmuştu.2 Toplantıda, değerli metal kullanmaktan hoşnutsuz
olabilecek ulema’dan iki kişi ‘kadı’ ve ‘faqih’ bulunuyordu. Tereddüt edenler çini çanak ve
tahta kaşık kullanmıştı.”3
Ulaşılabilen belgelerden, değerli metalden yemek yeme yasağının, 600 yıllık süre
boyunca4 Osmanlı saray ve çevresinde bulunduğu görülmektedir. Ancak, ulemanın5
onaylamamasına rağmen dindar olmayan Müslüman saraylılar tarafından geniş çapta gümüş
ve altın kullanımına engel olunamamıştır.6
Osmanlı Döneminde, padişahların kullandıkları eşyalar, diğerlerinin kullandıklarından
farklıdır. Bir yönetim biçimi olarak saltanat, mutlak iktidar sahibi olan sultana, statüsünü
sergilemesi gereğini de beraberinde getirir. Statü sergilemesinin asıl işlevi, sultana ve
saltanatına geçerlilik sağlamaktır. Sultanın konumu ne kadar güçlü olursa olsun, bu gücü
yaymada simgelere ihtiyaç duyar. Gücün simgeler aracılığıyla sergilenmesi, sultanın
merkezdeki konumuna dikkat çeker ve onu her alanda diğerlerinden ayrıştırır.7 Bu simgeler
arasında yiyecek kaplarının malzemelerinin seçimini de saymak gerekmektedir. Sultan’ın
2 İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal- Kültürel ve iktisadi Hayatı ile Ahilik, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s. 48. 3 Julian Raby ve Ünsal Yücel, “Chinese Porcelain At The Ottoman Court”, Chinese Ceramics In The Topkapı Saray Museum Istanbul- A Complete Catalogue, Published in association with The Directorate Of The Topkapı Saray Museum By Sotheby’s Publications, London 1986, s. 42. 4 Kanuni Sultan Süleyman Döneminde, 1555’te, Tanrının nimetlerine saygı maksadıyla çıkarılmış bir dini hüküm altın veya gümüş kap kaçağın kullanılmasını engelliyordu. (Padişah) altın yaldızlı tepsi ve porselen takımları içinde sabah kahvaltısını alırdı. A. De Lamartine, Türkiye Tarihi Olgunluk çağı 4. cilt, Tercüman 1001 Temel eser, sayı: 41, s. 881. Kanuni Sultan Süleyman Döneminde yaşamış olan, kitabında kendisini ‘Pedro’ olarak tanıtan İspanyol esir: şeriatları gümüş kaplarda yemeyi içmeyi, gümüş tuzluk, gümüş kaşık kullanmayı men eder. Ulu Türk olsun, prens olsun, büyük veya küçük olsun, şeriatlar buna yetki vermez. Tuğrul Şavkay, “Gündelik Hayatta Yemek Ve İçmek Üzerine”, Hünkar Beğendi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 32- 33. Dördüncü Mehmed Döneminde, 1670- 1679 yılları arasında İstanbul’da bulunan, John Covel, Hatice Sultan’ın düğünü için düzenlenen ziyafette, hepimize, çok pahalı tabaklarda servis yapılıyordu, kanunlara göre ne Büyük Efendi ne de mevki sahibi başka bir Türk gümüş tabak kullanamaz. Kullandıkları malzemenin adı martabandır. John Covel, Bir Papazın Osmanlı Günlüğü (1670- 1679), Dergah Yayınları, İstanbul 2009, s. 175.; ayrıca bkz. Tülay Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat (1582-1599), Ankara 1983, s. 88 (dipn