distopyalarda Đleti şim araçlarının kullanımı
TRANSCRIPT
T.C.
Đstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Gazetecilik Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Distopyalarda Đletişim Araçlarının Kullanımı
Ayşe Bihter Çelik
2501060585
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nurdoğan Rigel
Đstanbul, 2010
ii
ÖZ
Bu çalışmanın amacı, Batı edebiyatında Antik Çağ' dan beri önemli yeri olan
Ütopya metinlerinin yazıldıkları dönemlerin sosyo-ekonomik koşullarını yansıtmış
olmaları ve sanayileşmeden sonraki modern dönemde kendi olumsuzu olan Distopya'
ya dönüşmüş olmalarının incelenmesidir. Çalışmada, modernizmle birlikte teknoloji
ve iletişim araçlarının taraflı kullanımının, alıcı durumundaki bireyler için bir
distopya, iletişim verilerini pazarlayanlar içinse gerçekleşmiş bir ütopya oluşu analiz
edilmektedir. Bu amaçla, Ütopya ve Distopya metinleri kronolojik olarak, toplumsal
yansımalarıyla ele alınmaktadır. Daha sonra, Söylem Analizi yöntemi ve altında
yatan iktidar ve ideoloji kavramları tanımlanıp Cesur Yeni Dünya adlı kitabın söylem
analizi yapılmaktadır. Elde edilen verilere dayanarak, modern dönemde teknoloji ve
iletişim araçlarının taraflı kullanımının, alıcı durumundaki bireyler için bir distopya,
iletişim verilerini pazarlayanlar içinse gerçekleşmiş bir ütopya olduğu sonucuna
varılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ütopya, distopya, söylem, söylem analizi, ideoloji.
ABSTRACT
The aim of this study is to examine the reflection of socio-economic
conditions to Utopia texts in Western Literature since Ancient Ages and the
transition of Utopia to Dystopia in the modern times which accured after
industrialization. In this study, if the unfair usage of technology and communication
tools along modernization an accrued Utopia for the producers of communication
datas and a Dystopia for the receivers of communication datas is analysed. To that
end, Utopia and Dystopia texts are addressed cronologically with their social
reflections. Afterwards, Discourse Analysis Method and the underlying power and
ideology notions are defined and the discourse analysis of Brave New World is done.
According to the datas attained, the conclusion is; the unfair usage of technology and
communication tools along modernization is an accrued Utopia for the producers of
communication datas and a Dystopia for the receivers of communication datas.
Key Words: Utopia, dystopia, discourse, discourse analysis, ideology.
iii
ĐÇĐNDEKĐLER
Öz............................................................................................................................ii
Đçindekiler………………………………………………………………...…........iii
Giriş…………………………………………………………………………….....1
1. Ütopya... .............................................................................................................3
1.1. Ütopya Kavramının Tanımı....………………………….........……....3
1.2. Đdeoloji ve Ütopya................................................................................4
1.3. Ütopya Kavramının Gelişimi……………………...............................6
1.3.1. Platon........................................................................................6
1.3.2. Orta Çağ...................................................................................9
1.3.3. Thomas More...........................................................................11
1.3.4. Francis Bacon ve Campanella.................................................13
1.3.5. Robensonadlar ve Gülliverianlar.............................................15
2. Ütopya' nın Distopya' ya Dönüşümü....................………..................................16
2. 1. 18. Yüzyıl ve Sonrası Sosyo-politik Gelişmeler ………....................16
2.1.1. Aydınlanma...........................................................................16
2.1.1.1. Bilim ve Teknikteki Gelişmeler ve Etkileri...........19
2.1.1.2. Ulus Devlet Anlayışı..............................................22
2.1.1.3. Kentleşme ve Ütopik Mimari.................................23
2.1.2.. Ütopik Sosyalizm.................................................................26
2.1.3. Distopya Metinlerinin Yazılmaya Başlanması......................28
2. 2. Distopya Kavramının Tanımı.............................................................30
2. 3. Klasik Distopya Örnekleri..................................................................34
2.3.1. Biz.........................................................................................34
2.3.2. Cesur Yenidünya..................................................................39
2.3.3. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.................................................50
3. Cesur Yeni Dünya.........................................................……….........................57
3. 1. Kitabın Çalışma Đçin Önemi..............................................................57
3. 2. Kullanılan Đletişim Araçlarının Analizi.............................................59
3.2.1. Yöntem: Söylem Analizi......................................................59
iv
3.2.1.1. Söylem ve Toplumsal Denetim..............................63
3.2.1.2. Rızanın Đmalatı.......................................................64
3.2.1.3. Söylem ve Đdeoloji.................................................66
3.2.1.4. Đdeoloji ve Kültür...................................................71
3.2.2. Analiz....................................................................................72
Sonuç..............………………………………..……..............................................90
Kaynakça.........…………………………………..………………………….........95
1
GĐRĐŞ
Bu konunun seçilmesindeki amaç, Edebiyat' ta “Ütopya” ve “Distopya”
olarak tanımlanan eserlerin, aslında dönemlerinin sosyo-politik özelliklerini
yansıtıyor olmaları ve tarihsel değişimlerle paralel bir gelişim gösteriyor olmalarına
bağlı olarak, teknolojiyle birlikte gelişen iletişim araçlarının toplumlar üzerindeki
etkisinin bu edebi türler üzerinden ele alınmak istenmesidir. Böylece, modernleşme
ve teknolojik gelişmenin etkisiyle iletişim araçlarının taraflı kullanımının, alıcı
durumundaki bireyler için bir distopya, iletişim verilerini pazarlayanlar içinse
gerçekleşmiş bir ütopya olup olmadığı durumu analiz edilmek istenmektedir.
Çalışmanın ilk bölümünde, ütopya kavramının tanımı yapılmakta ve ilk
örneklerden bahsedilmektedir. Đçerik olarak ilk denemelerin yapıldığı Antik Çağ ve
Platon' dan bahsedilmekte, tarihle birlikte geçirdiği süreçler ele alınmakta ve bu
süreçlerde gelişen ütopya örneklerinin tipik özelliklerine değinilmektedir. Đsim
babası olan Thomas More ve onun “Ütopya” kavramına kazandırdıkları
anlatılmaktadır. Tarihsel süreçlerle birlikte ütopya metinlerinin de nasıl değişime
uğradığı ele alınmaktadır.
Çalışmanın esas konusunu Distopyalar oluşturmaktadır. Ancak Ütopya
metinleri distopyalara kaynaklık etmesi açısından önem taşımaktadır. Distopyalar' ı
bir anlamda günümüzün olumsuz ütopyaları olarak değerlendirmek mümkündür Bu
bağlamda, 19. Yüzyıl' a kadarki süreçler ele alındıktan sonra ikinci bölümde, Ütopya'
nın Distopya' ya dönüşüm süreçleri irdelenmekte, dönemin sosyo-politik gelişmeleri
anlatılmakta, bu dönüşümün Aydınlanma ve endüstrileşme ile olan paralelliklerine
dikkat çekilmektedir. Daha sonra distopya kavramının anlaşılabilmesi için, tipik birer
Distopya örneği olan “Biz”, “Cesur Yeni Dünya” ve “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”
adlı eserlerin özeti verilmektedir.
Distopya kavramının Đletişim Bilimi için önemi; teknolojinin gelişmesiyle
birlikte iletişim araçlarında köklü değişikliklerin yaşanması ve bu değişikliklerin tüm
insanlığı etkileyecek boyutlara varması, durumunu edebi bir şekilde dile getiriyor
olmasıdır. Distopyalar, iletişim araçlarının, kullanım amacının önemine atıf
2
yapmaktadır. Distopyaların kitle iletişim araçları ve manipülasyon teknikleri ile
kitlelerin nasıl yönlendirebileceğini ve insanlığın nasıl egemen güçlere bağımlı bir
hale getirebileceğini çok önceden, teknoloji henüz bu kadar gelişmiş değilken
öngörmesi, onları önemli kılan diğer bir özelliktir.
Nihayetinde üçüncü bölümde, günümüzün küresel boyutlu sorunlarını
öngörmüş olması ve bilgi ve teknoloji denetiminin en uç sınırları konusunda uyarıda
bulunmuş olması sebebiyle, Huxley' in “Cesur Yeni Dünya” adlı eseri seçilip,
söylem analizi yapılmaktadır. Bundan önce de, söylemin önem kazanması, Söylem
Analizi yönteminin ortaya çıkması ve bu konuda önemli olan iktidar, ideoloji,
toplumsal denetim gibi kavramlar açıklanmakta ve kitabın söylem analizi bu
kavramlar doğrultusunda gerçekleştirilmektedir.
Son bölümde ise, yapılan analizle ortaya çıkarılan veriler ele alınmakta, kitle
iletişim teorileri doğrultusunda eleştirel bir yaklaşımla değerlendirme yapılıp,
çalışma bir sonuca bağlanmaktadır.
3
1. ÜTOPYA
1.1. Ütopya Kavramının Tanımı
Đçerik olarak kökenini Sümer, Babil yazıtlarından, kutsal kitaplara kadar
götürebileceğimiz “Ütopya”, kelime olarak, “olmayan yer” anlamına gelir. Yunanca'
da “u” yok, olmayan anlamında bir olumsuzluk ekidir, “topos” da yer anlamına
gelmektedir.1 Đlk kez Thomas More’ un 1516’ da yayınlanan “Utopia” adlı eserinde
kelime olarak kullanılmıştır.
Ütopya kavramının Sosyal Bilimler açısından önemi, erken modernitenin
bireyselleştirme yönelimlerine karşı ilk eleştirilerinden biri olarak ortaya çıkmış
olmasıdır. Buradan hareketle, Thomas More' un Ütopya kavramı klasik ütopya
olarak tanımlanır, diğer yandan Gustav Landauer 1907' de “Devrim” adlı yazısında
ütopyayı; 16. yüzyıldan itibaren Avrupa' daki tarihsel ve toplumsal dönüşümlerin
itici gücü olarak değerlendirmiştir ve böylece amaçsal ütopya kavramı ortaya
çıkmıştır. Landauer, bir yandan da tüm toplumsal alanları içine alan ve bireysel
yaşama da nüfuz eden düzenin yapısını ise topi olarak tanımlar. Ütopya kavramının
da egemen toplumsal norm ve kurumların boyunduruğu altına girmeyen ve topinin
iktidar yapısına karşı yönelen özelliğine vurgu yapar.2
Sözlük anlamıyla ise, ütopya, kusursuz bir toplumu ya da ideal bir devleti
ifade eden hayali bir kurgudur. Bu terimi sosyolojiye sokan kişi ise Karl Mannheim
olmuştur. 1929’ da yayınlanan “Đdeoloji ve Ütopya” da Mannheim, “bağımlı
grupların ve sınıfların, değişim ve köklü dönüşüm ihtimallerini sunan ütopyacı
inançları çekici bulduklarını, oysa egemen sınıfların istikrarı ve sürekliliği temel alan
bir ideolojik bakışı benimsediklerini ileri sürmüştür.”3
Mannheim’ ın tanımından hareketle, ütopya, bir toplumda bulunan bağımlı
grupların, hep daha iyi bir düzeni arayışında yatmaktadır. Bu noktada ortaya çıkan
1 Sadık Usta, Platon'dan Jambulos' a Antikçağ Ütopyaları, 1. bs., Đstanbul, Kaynak Yayınları, 2005, s. 7 2 Karl Mannheim, Đdeoloji ve Ütopya, Çev. Mehmet Okyavuz, Ankara, Deki Basım Yayın, 2009, s. 19-20. 3 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 780
4
bir ötekileştirme söz konusudur. Bu ötekileştirme, ütopyayı yaratan bağımlı sınıfın,
özendiği bir toplum düzenidir. Diğer bir deyişle, ütopyanın kökeninde bir ötekine
özenme durumu vardır. Çünkü, ütopyalar, “kendilerini öteki üzerinden kurma, öteki
üzerinden içeriye/topluma konuşmadır”4 Bu ötekileştirme durumunu, hem Đlk Çağ
medeniyetlerinde, hem de kutsal kitaplarda görmek mümkündür. Cennet cehennem
tasvirleri de, hep bir öteki üzerinden yapılmakta; bolluk ve verim içinde bir
yaşamdan söz edilmektedir.
Ütopyaları önemli kılan özelliklerinden biri, ütopyaların tarihte hep sıkıntılı
dönemlerde ortaya çıkıp, toplum düzenini eleştiren, umutlu ve iyi bir gelecek fikri
sunan metinler olmalarıdır. Diğer yandan, ütopyalar, yazıldıkları dönemlerin ciddi
birer sosyo-politik yansımaları olmaları açısından da önem taşımaktadır. Tarihe
bakıldığında, ütopyaların hep çözümsüzlük dönemlerinde ortaya çıktığı
görülmektedir.5
1.2. Đdeoloji ve Ütopya
Đdeoloji kavramı zengin bir tarihe sahiptir ve fikirler, kültürler, siyaset ve
iktisat üzerinden birçok şekilde ele alınmıştır. Bu yüzden kavramın tanımlanması
başlı başına bir güçlük oluşturmaktadır. Đdeoloji kavramının temelinde, Marx' ın
argümanıyla, idealizmin aslında aklın sonunda kendi kendisinin bilincine varması
değil; tersine, o zamana kadar gözlerden kaçmış olan bir tarihin ürünü ve ideolojik
bir doktrin olması yatar. Nitekim, bir süre sonra Marx bunu, “sınıf mücadeleleri
tarihi” olarak adlandırmaktadır. Bunun daha önce anlaşılamamış olmasının sebebi,
çağın egemen fikirleriyle alakalıdır ve bu fikirleri ideolojik kılan da, egemen sınıfın
yararına olmalarıdır. 6
4 Đsmail Coşkun, “Şimdinin Eleştirisi: Thomas More ve Bir Đmkân/Öneri Olarak Ütopyalar”, Hece, No: 90-91-92, 2004, s. 204. 5 Usta, a.g.e., s. 8 6 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 320.
5
Mannheim da ideolojinin farklı tanımlarından yola çıkarak, ideolojiyi ütopya
düşüncesi üzerinden tanımlama çabasında olmuştur. Mannheim, ideoloji ve ütopya
kavramlarının beraber anılabileceğinden bahseder ve ütopyan düşüncenin
bilincin/kolektif bilincin değişimiyle yakından alakalı olduğuna vurgu yapar.7
Đdeoloji, Mannheim' a göre varoluş açısından aşkın tasarımlardır, aynı şekilde ütopya
da varoluş açısından aşkındır fakat ütopya, varoluşsal gerçekliği kendi tasarımları
yönündeki karşı etkileşimle değiştirmediği için ideoloji değildir. Böylece, ütopya,
prensip olarak hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek tasarımlar olarak adlandırılır.8
Buradan hareketle, varoluşla diyalektik bir birlik içinde olan ütopya, bir
sonraki sürecin itici gücü konumundadır. Yani, “varoluş ütopyayı doğurur; ütopyalar
ise, varoluşu bundan sonraki varoluş yönünde harekete geçirirler.”9 Daha sonraki
bölümlerde tarihsel süreçler ele alındığında bu diyalektik ilişki net bir şekilde fark
edilebilmektedir.
Ütopyaların tarihine bakıldığında, yazıldıkları dönemlerde varoluşu
dönüştürücü tabakalarla yakın ilişkisi olduğu görülür. Bu yüzden ütopyaların
toplumsal ve tarihsel bir dönüşümü söz konusudur.10 Yani, Dünya belli sosyo-politik
aşamalar geçirdikçe bunların yansıması ütopyalarda görülebilmektedir. Tıpkı,
yirminci yüzyıl ve sonrasında yaşanan ve dünyada köklü değişimlere yol açan
gelişmeler gibi. Đşte toplumlardaki biçimsel değişmeler ütopya metinlerine öyle
yansımıştır ki, ütopya ve karşı-ütopya metinleri sosyal bilimler açısından o oranda
önem kazanmaya başlamıştır. Bu noktada, Mannheim' ın ütopik bilinç kavramına
atıf yapmak yerinde olacaktır. Mannheim, tarihin değişmesiyle birlikte sadece
bilinçte değil, ütopik bilinçte de farklı biçim ve aşamaların oluşmasından bahseder.11
Bu durumu, ütopyanın, More ile ilk örneklerinden nasıl farklılaştığı ve sonrasında da
yirminci yüzyılın başlarında nasıl tekrar farklı bir bilincin ürünü olarak ortaya
çıktığıyla örneklendirmek mümkündür.
7 Karl Mannheim, Đdeoloji ve Ütopya, Çev. Mehmet Okyavuz, Ankara, Deki Basım Yayın, 2009, s. 71. 8 Mannheim, A.e., s. 189-191. 9 Mannheim, A.e., s. 193. 10 Mannheim, A.e., s. 200-201. 11 Mannheim, A.e., s. 201.
6
1.3. Ütopya Kavramının Gelişimi
Ütopya ve distopya kavramlarını anlamanın temeli, öncelikle geçmişlerine
bakmak ve taşıdıkları düşünceleri anlamakla başlar. Bu anlamda, her ne kadar
“Ütopya” kavram olarak ilk More tarafından kullanılmış olsa da içerik olarak ilk
kullanan isimin Platon olduğu söylenebilir.
Çağlar boyunca ütopyalar, kendilerini üreten kaygıları ve hoşnutsuzlukları
yansıtmıştır ve karanlıklar içindeki ışık olmuşlardır. Đnsanların zihni ne kadar
karışıksa, ortaya o kadar çok ütopya örneği çıkmıştır. Ancak Orta Çağ' da Rönesans
ve Reform' a kadar çok az ütopya ortaya çıkmıştır. Bu bir anlamda kilisenin sağladığı
baskı, bir anlamda da sunduğu cennet tasvirleriyle ütopya ihtiyacını ortadan
kaldırmasından kaynaklanmaktadır.12 Bu gelişmelerden ikinci bölümde ayrıntılı bir
şekilde bahsedilmektedir.
1.3.1. Platon
Platon, yaptığı ideal devlet ve ideal yönetici tasvirleriyle Ütopya' nın temel
özelliklerini belirlemesi açısından, büyük önem taşımaktadır. Ancak, Platon öncesi
dönemde de Ütopya sayılabilecek metinler ortaya çıkmıştır. Hesiod' un M.Ö. yedinci
yüzyıla ait eseri “Đşler ve Günler” de, “insanların kalpleri bütün kederlerden uzak,
zor iş ya da acı olmadan, tanrıymış gibi yaşadıkları, bereketli toprağın bol ürününü
kendiliğinden onlara verdiği ve onların da ülkelerinde birçok iyi şeyle birlikte rahat
ve huzur içinde yaşadığı” Kronos' un hükümdarlığının kaybolmuş çağı, Altın Çağ' ın
dinsel tasvirleri vardır. Yine Virgil' in dördüncü “Eclogue” u Kronos' un
hükümdarlığının ve Altın Çağ' ın geri döneceğinden bahseder. Ovid' in
“Başkalaşımlar” ı da Platon öncesi dönemin Altın Çağ tasvirlerinin önemli
örneklerindendir.13
12 H. G. Wells, “Ütopyalar” Başka Dünyalar Mümkün: Bilimkurgu, Siberpunk ve Siyaset, Haz. K. Murat Güney, Đstanbul, Varlık Yayınları, 2007, s. 65 13 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Kalkedon, Đstanbul, 2006, s. 15.
7
Đdeal bir toplum düzeninin anlatıldığı Devlet' in yazıldığı dönem, Yunanistan'
ın köklü değişiklikler içinde olduğu bir dönemdir.14 Bu geçiş sürecinin yarattığı
bunalımlar Platon' u ideal bir devlet biçimini yazmaya itmiştir. Burada yine, ütopya
sayılacak bir metnin bir bunalım döneminde ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir.
Platon, aristokratça bir yaklaşıma sahiptir ve ideal devletini eğri ve doğrunun
kavramlaştırılması üzerinden kurmaktadır.
Aslında Devlet' i, sosyalist öğeler barındırmasının yanı sıra, ilk distopya
olarak kabul etmek bile mümkündür, çünkü totaliter bir sistemi savunmakta ve
kişilerin ancak bir statü ile doğduğunu ileri sürmektedir. Devlet' in II. kitabında bu
anlamda ilginç söylemler yer almaktadır. Burada Platon, çocukların doğdukları
andan itibaren doğru insanlar olarak yetiştirilmesi gerektiğinden bahseder, “Her işte
başlangıcın en önemli şey olduğunu, hele genç ve körpe varlıklar için bunun daha da
önem taşıdığını bilmez misin? Çünkü bunlar en iyi o çağda biçime, kalıba dökülür;
istenen damgayı alırlar.”15 şeklinde bir vurgu yapar.
Cesur Yeni Dünya' da da aynı düşünceyle, çocuk şartlandırma sistemi
kullanılmaktadır. Ancak Cesur Yeni Dünya' da tamamen ayrı bir amaç vardır; kimin
ne kadar bileceğine karar verip böylece, toplumun istikrarını bozacak davranışlara
engel olmak. Devlet' in ayrıldığı nokta, çocukları topluma yararlı, iyi ve doğru
insanlar olarak yetiştirmek gerektiğini vurgulamasıdır. Diğer yandan, Platon bunun
başarılabilmesi için gerekli denetim mekanizmalarından da bahsetmektedir. Bu da
yine onu teoride distopik yapabilecek özelliklerinden biridir ancak yirminci yüzyıl
distopyalarından çok daha farklı bir niyet söz konusudur.
Platon' un Devlet' teki en önemli analizlerinden biri de, yine II. Kitapta, bir
sitenin kuruluşunu anlatırken değindiği aşamalardır. Sırasıyla, insanların birbirine
olan ihtiyaçlarından, bu ihtiyaçların kişi sayısını arttırmasından, böylece daha fazla
üretim yapılması gerektiğinden, bundan sonra da araç gereçlere ihtiyaç
duyulduğundan, daha sonra komşu sitelerle alış veriş yapılması gerektiğinden, bunun
da savaşı ve orduyu doğuracağından bahsetmektedir. Diğer bir deyişle, Platon,
14 Platon, Devlet, Çev. Hüseyin Demirhan, Sosyal Yayınlar, Đstanbul, 2002, s. 5. 15 Platon, A.e., s. 83.
8
insanlığın hareketliliğinin basitten karmaşığa olan gelişmesinden, bunun da araçları
ve teknikleri doğurduğundan ve sosyal değişimin teknolojik gelişme ile olan yakın
ili şkisinden bahsetmekte, doğruluk için yasaların da bu doğrultuda hazırlanması
gerektiğini vurgulamaktadır.16
Filozof yöneticilerin denetimi altında kurulan sitede, rast gele yasalar değil,
kolektif çıkarların göz önünde tutulduğu, bilinçli bir şekilde hazırlanmış yasaların
olması gerektiğinden bahseder. Bu sistemin en doğru şekilde yürüyebilmesi için de
herkesin iyi yapabildiği işi yapması gerektiğini vurgular. Böylece karışıklık
yaşanmayacaktır.
“Zaten biz sitemizi kurarken bir sınıfı ötekilerden çok daha mutlu kılmayı
değil, bütün siteye elden geldiği kadar mutluluk sağlamayı göz önünde
tutmuştuk...koruyucularımıza da onları koruyucu olmaktan çıkaracak bir
mutluluk sağlamaya zorlama bizi. Öyle olsa çiftçilerimize de bayramlık giysiler
giydirip altınlar takar, toprağı canları istediği kadar işlemelerine izin verirdik;
çömlekçilerimizin de ateşin çevresinde yan gelip kadeh tokuşturarak bir
yandan yiyip içmelerine, bir yandan da çarklarını yanlarına alıp gönülleri diledikçe
çark yapmalarına ses çıkarmazdık...yardımcıları ve koruyucuları da, bütün öteki
yurttaşları da, kendilerine düşen işleri en iyi biçimde başarmaya zorlamak,
bunun gereğine inandırmak gerekmez mi? Böylece bütün site gelişip iyi bir
yönetime kavuşunca da her sınıfın yaratılışı gereği kendine düşen mutluluk
payını almasına imkân vermiş olmaz mıyız?”17
Bu noktada, yine distopik öğelerden bahsetmek mümkündür ancak yirminci
yüzyıl distopyalarından farklı olarak, insanlığın salt doğru olabilmesinin böyle
sağlanabileceğini düşünmektedir. Oysa, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, bu tip bir düzenin
ütopya değil de bir distopya oluşuna tanık olunmaktadır.
16 Mulford Q. Sibley, “Utopian Thought and Technology”, American Journal of Political Sciences, C. 17, No: 2, Mayıs 1973, s. 259. 17 Platon, Devlet, Çev. Hüseyin Demirhan, Sosyal Yayınlar, Đstanbul, 2002, s. 136.
9
Platon, ütopya sayılacak diğer bir metnini, Mısır üzerinden kurmaktadır.
Ütopyalara kaynaklık eden Atlantis uygarlığı, Platon’ un Timaios ve Kritias
diyaloglarında Kritias tarafından, rahipler ve şair Solon'dan dinledikleriyle
anlatılmaktadır. Atina' nın savaşmak zorunda olduğu bir uygarlık olan Atlantis
uygarlığı sistemlerinin ve güçlerinin anlaşılması açısından dile getirilmektedir18
Metin, zenginlik, tanrısallık, erdemlilik üzerine kurulmuştur ve oradaki sistemin
güzelliği abartılı bir dille anlatılmaktadır;
“…soğuk su kaynağı da sıcak su kaynağı da bol bol fışkırıyor, sularının güzel
içimiyle, yararlılığıyla halkın ihtiyaçlarını pek iyi karşılıyordu. Bu kaynakların
etrafında yapılar yapmışlar, sulara uygun ağaçlar yerleştirmişlerdi. Yanı
başlarına da bazısının üstü açık, bazısının, kışın sıcak suyla yıkanabilmek için üstü
kapalı havuzlar yapmışlardı...”19
Platon, tanrısal bir dille anlatılmış olan Kritias' ta, sistemin tüm güzelliklerini
verdikten sonra, böyle bir sistemin çöküşüne neden olacak sebepleri de
vurgulamaktadır; başlangıçta erdemli ve sahip oldukları zenginliklerin zevkine
kapılmayan Atlas soyu, günden güne erdemlerini kaybedip soysuzlaşmaya
başlamıştır, bunun üzerine Zeus ellerindekileri almak istemiştir.20
1.3.2. Orta Çağ
Ütopyaların coğrafi olarak Batı-dışı olması ilgi çekicidir. Ütopyalar,
çoğunlukla Batı ' nın Doğu’ ya özlemini vermektedir. Ütopya metinlerinin
belirleyiciliği, Batı’ nın Doğu’ ya uzaklığı ve ona ulaşamama durumudur. Örneğin,
Roma dönemi, Batı kazanmış olduğu üstünlükle, Mısır ve Đran’ a yakınlaşmıştır ve
bu dönemde, ütopya metinlerine rastlanmamaktadır. Roma’ nın uygarlıkla olan
ili şkisi, bir öteki hayali kurmasının gerekliliğini oradan kaldırmıştır.21 Ütopyaların
önemli özelliklerinden biri de budur. Doğu toplumları tarihte hep merak uyandıran
ve zengin toplumlar olarak sunulmuştur. Bu durum bir anlamda Oryantalizm 18 Platon, Kritias , Çev. Erol Güney, Lütfi Ay, Sosyal Yayınları, Đstanbul, 2001, s. 12 19 Platon, A.e., s. 25. 20 Platon, A.e., s. 30-31 21 Coşkun, a.g.e., s. 210.
10
düşüncesinin de temelleri olarak görülebilir. Nitekim, Batı' nın ötekine olan ilgisi
tarih boyunca devam etmiştir. Bu ilginin bir yansıması da ütopya metinlerinde yer
bulmuştur.
Roma’ nın çöküşüyle ise, ütopya metinleri geri dönmüştür. Ancak, bu
metinler, ilk örneklerden oldukça farklıdır. Batı artık, kapalı bir Orta Çağ dönemine
girmiştir ve ötekine ulaşması imkansızlaşmıştır. Bu yüzden, ütopyalar görülen bir
coğrafya üzerinden değil, hayali bir öteki üzerinden yazılmaya başlanmıştır. Bu
metinler daha çok, ilk ütopyaların Hıristiyanlaşmış kopyaları niteliğinde, öteki
dünyada ulaşılacak bir cennet tasarımının yansımalarıdır.22
Beşinci yüzyılda, Augustine' in “Tanrı' nın Şehri” adlı eseri dönemin ütopyan
anlayışının en iyi örneğidir. Eser, Orta Çağ Ortodoks düşüncesinin önemli bir
temsilidir ve cennet bir ütopya olarak anlatılmaktadır.23 Bu dönemdeki diğer Ütopya
örnekleri de, Kutsal Kitap’ ta yer alan, kurtarılma öyküleri ve Kudüs’ ün
betimlemeleri üzerinden kurgulanmaktadır.24 Hıristiyanlık inancının temelinde yatan,
Mesih’ in gelip tüm insanlığı kurtaracağı düşüncesi, dönemin Ütopya metinlerinde
kendisini göstermektedir. Bu dönem Ütopya metinlerinde sıkça cennet betimlemeleri
yer almaktadır.
Orta Çağ’ ın sonlarına doğru, yaşanan toplumsal ve siyasi değişimler, Ütopya
geleneklerine de yansımıştır. Avrupa coğrafyası gittikçe feodal bütünlüğü yitirmeye
başlamıştır, Avrupa’ da ulusal merkezler oluşmaya başlamıştır, mezhep çatışmaları
yaşanmaya başlamıştır, sömürgeci girişimlerle birlikte mülkiyet anlayışı sahneye
çıkmıştır ve şiddetin yoğun yaşandığı bir döneme girilmiştir.25 Đşte böyle bir
dönemde, ütopya metinleri o günün eleştirisi şeklinde kurgulanmaya başlanmıştır. Bu
metinleri şekillendiren bir olgu da, eski düzene özlem ve sarsılmış olan statükodur.
22 Coşkun, a.y. 23 Sibley, a.g.e., s. 260. 24 Lymann Tower Sargent, “Ütopya Gelenekleri: Đzlekler ve Varyasyonlar”, Kitaplık , Çev. Mehmet H. Doğan, No: 76, 2004, s. 92. 25 Coşkun, a.g.e., s. 211.
11
On dördüncü yüzyıl Đngiliz şiirinde yansımalarını bulan ütopyan düşünce,
Cokayne Ülkesi isimli şiiri doğurmuştur.26 Cockayne Ülkesi, dönemin Ütopya
anlayışından bir kopuşu simgeler. Çünkü, diğer Orta Çağ ütopyalarından farklı
olarak, anlatım canlanmış, zenginlik tasvirleri yapılmaya, yaşanan dünyanın
tatlarından bahsedilmeye başlanmıştır. Bu yeni ütopya anlayışının ortaya çıkmasında
dönemin koşulları son derece önemli bir yere sahiptir.
Batı, Orta Çağ’ dan çıkma çabaları içine girmiştir ve Haçlı Seferleri’ ni
başlatmıştır ve tekrar öteki ile bir ilişki kurulmaya başlanmıştır.27 Cockayne, açlık ve
cinsel isteklerin anında doyurulması, halkın istediği her şeyi kendi isteğiyle yaratma
gücüne sahip olması üzerine kuruludur.28 Ancak Cokayne Ülkesi, bir aşırılık ve fazla
bolluk ütopyası olarak ortaya çıkmıştır, şiir ve resimde yansımalarını bulmuştur.
1.3.3. Thomas More
Ütopyanın devam eden bir tarihi vardır ve bu tarihte siyasi tarihin
yansımalarını görmek mümkündür. Ütopya metinlerini bu denli önemli kılan özellik
de budur. Batı' daki sosyo-politik gelişmelerle birlikte, ütopya metinlerinde de
gelişme, duraklama veya değişikli ğin izleri görülür.
Gerçek anlamda ilk ütopya More' un “Ütopya” sıdır. Ancak, Ütopya sanıldığı
gibi sınırsız bir hayal gücünün ürünü değildir, çünkü More, hikâyesini var olan
toplum üzerinden kurmaktadır. Bu anlamda Ütopya kendi sınırlarını oluşturmaktadır.
“Ütopya” yı geçmişteki diğer mükemmel toplum tasvirlerinden ayıran nokta da
budur.29 Ancak yine de, ütopya “hiçbir yer” i temsil etmesi açısından insani bir
olanaktan çok Platoncu bir ruhu temsil eden bir bakış açısıdır. Zaten, bu dönemde,
Antikite' nin tekrar canlanmasının topluma ve eserlere büyük etkisi vardır. Antik
26 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Kalkedon, Đstanbul, 2006, s. 23. 27 Coşkun, a.g.e., s. 211. 28 Sargent, a.g.e., s. 92. 29 Krishan Kumar, “Aspects of the Western Utopian Tradition”, History of the Human Sciences, No: 16/1, 2003, s. 16.
12
Çağ' da yazılan birçok eser on altıncı yüzyıldaki gelişmelere bağlı olarak tekrar
okunmaya başlanmıştır.
1500' lerde Thomas More’ un ütopyasını şekillendiren, manastır yaşamı ve
dönemin koşullarıdır. Dindar bir kişili ğe sahip olmanın yanı sıra, More, dönemin
Đngiltere’ sinin önde gelen entelektüellerindendir. Onun ütopyası, gününün eleştirisi
niteliğindedir. Ancak bu eleştiri, daha çok Hıristiyanlık' ın bölünmesi ve mezhep
ayrılıklarına sebep olan Batı’ nın yeni toplum düzenine karşı bir eleştiridir.
1516 yılında yayınlanan “Ütopya” iki bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde
dönemin ve krallık sisteminin eleştirisini veren More, ikinci bölümde de öteki
üzerinden kurulmuş çözüm önerilerinden bahsetmektedir. Bu öteki, Utopia adındaki
bir adadır.
More, metni, Amerigo Vespucci ile yolculuk eden bir denizci-Raphael
Hythloday- üzerinden kurmaktadır. Metinde, dönemin Đngiltere’ sine ve krallık
sistemine ağır eleştiriler yer almaktadır. Kralların kamu yararına işler yapmaları
gerektiği söylenmektedir. Bunun yanı sıra, halka eşit koşullar sağlanması gerektiği,
halkları yönetmek için doğru yasaların koyulması gerektiği söylenmektedir.
“Hırsızlara en ağır cezaları verecek yerde, toplumun bütün üyelerine yaşama
olanaklarını sağlarsanız ve kimse kellesi pahasına çalmak zorunda kalmazsa daha iyi
olmaz mı?”30 Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki Utopia, Platon' un Devlet' inin
dönemin koşullarına mükemmel bir şekilde uyarlanmasıdır.
Metinde, özellikle, eşitlik, adalet kavramlarından, özel mülkiyetin olmadığı
bir sistemden sıkça bahsedilir, burada hem “Devlet” in hem de Orta Çağ
komünizminin izlerini görmek mümkündür. Bu sistem yine Doğu üzerinden
şekillendirilmektedir. Raphael, suçluların cezalandırılması ile ilgili şöyle bir örnek
vermiştir; “ Đran’ a bağlı Polyleritler’ in yurdu bir hayli uygar ve birçok kurumu pek
akıllıcadır… Bir kimsenin hırsızlık ettiği ortaya çıkınca, çaldığı şeyi sahibine (başka
yerlerde olduğu gibi krala değil) geri vermesi sağlanır. Çaldığı şey bozulmuş ya da
30 Thomas More, Utopia, Çev. Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, 5. bs., Đstanbul, Cem Yayınevi, 1997, s.24.
13
yok olmuşsa hırsızın mallarına el koyup o şeyin değerinin karşılığı alınır, üst tarafı
karısına ve çocuklarına bırakılır. Suçlu ise halkın hizmetine çalıştırılır.” 31
More, büyük ölçüde teknolojik gelişmeyi dışlamıştır ve değerler sistemi lüks
tüketimi dışlamak, basit ve dayanıklı kıyafetler giymek üzerine kuruludur. Onun
Ütopya' sında hayatın amacı derin düşünmek ve doğadan keyif almaktır. More' un
ütopyan düşüncesi, kendisinden sonraki ütopyacılar için bir zemin hazırlamıştır.
Çağın ilerlemesi ve teknik bilginin de gelişmesiyle birlikte yeni dönem ütopyaları
bilim ve teknolojiye oldukça kafa yormaya başlamışlardır.
1.3.4. Francis Bacon ve Campanella
Ancak on yedinci yüzyıla gelindiğinde bilim ve teknoloji ütopya metinlerinde
yerini bulmuştur. Francis Bacon’ ın 1627’ de yayınlanan “Yeni Atlantis” te More’
un ütopyan düşüncesinden farklı olarak, yine Đncil ve kiliseye inanmasına karşılık,
skolastik düşünce yerine ussal düşünceyi koymuştur.32 Bacon’ ı ayrı kılan diğer bir
özelliği de, doğayı anlamak ve insanların hizmetinde kullanılmasını sağlayacak bir
sistem kurmak istemesidir. More' dan farklı olarak onun sorusu ise, fen bilimlerinin
insanlık için neler yapabileceği ile ilgilidir.
Yani Atlantis' ten önce, “keşke toplumu iyi düzenleyebilseydik” şeklindeki
düşünce, Bacon ile birlikte “keşke zihinlerimizi ve bilgilerimizi bir düzene
koyabilseydik” şeklindeki bir düşünceye dönüşmeye başlamıştır.33 Bunda, Bacon ' ın
bilimsel gelişmelere atıf yapan ilk ütopyacı olmasının büyük yeri vardır.
Onun çabası, daha çok bilimi yüceltmek üzerinedir ve “Yeni Atlantis”te de
bunu “Süleyman Evi” veya “Altı Günlük Đşler Koleji” ile sunmaktadır. Bacon,
metinde bu kurumun kuruluş amacını şöyle anlatır; “olayların sebepleri ve gizli
nedenleri hakkında, bilgi edinmek, mümkün olan her şeyi yapabilmek için, insanın
doğa üzerine egemenliğinin sınırlarını genişletmektir.”34 Bacon, bilimin gelişmesi
31 More, A.e., s. 34-35. 32 Francis Bacon, Yeni Atlantis , 2. bs., Çev. Hamit Dereli, Akyüz Kitapevi, Đstanbul, 2002, s. 12. 33 H. G. Wells, “Ütopyalar” Başka Dünyalar Mümkün: Bilimkurgu, Siberpunk ve Siyaset, Haz. K. Murat Güney, Đstanbul, Varlık Yayınları, 2007, s. 66 34 Bacon, a.g.e., s. 58-59.
14
adına gerekli olan ne varsa, bu kurumlarda mevcut olduğunu anlatmaktadır ve
Süleyman Evi öğretim üyeleri, çeşitli yerleri gezerek hem kendi bilgilerini yaymakta,
hem de bilmedikleri bilgileri oralardan edinmektedirler.
Campanella da 1643' te yayınlanan “Güneş Ülkesi” nde, Bacon ile benzer
noktaları öne çıkarmıştır. Özellikle üzerinde durduğu nokta, eğitim sistemidir ve hem
felsefik hem de teknolojik bir eğitimin gerekliliğinden bahsetmektedir. Ancak Bacon'
dan farklı olarak, teknoloji konusunda daha ciddi bir uyarı içermektedir. Campanella
aynı zamanda tüm kötülüklerin bencillikten geldiğini ve herkes toplum için
çalıştığında haksızlıkların ortadan kalkacağını savunmaktadır.
Campanella, Güneş kentin mimari bir tasvirini de vermektedir. Daha sonra,
kentte bilgiye verilen önemden bahsetmekte, nasıl filozofça ve ortak bir toplum
kurulduğunu anlatmaktadır. Oradaki insanların yurtlarını nasıl sevdiğini bu yüzden
onun için çalışmaktan zevk duyduklarını da anlatır. Kadın erkek arasında ayrım
yoktur, aynı işleri yapar, ortak çalışırlar ve toplumun malları da ortaktır.35
Campanella, olayları astronomiyle açıklamakta ve dünyadaki her olayı
evrensel bir nedene bağlamaktadır. Tanrısallık önemlidir ancak, din bilim ile
uzlaşmış durumdadır.36 Bu düşünceleri Engizisyon mahkemelerinde yargılanmasına
sebep olsa da, bilimin önemini savunmaya devam etmiştir.
On altıncı ve on yedinci. yüzyıl ütopyaları, yeni bilimin önemini takdir
etmekte ve bunun meşruiyetinin desteklenmesinde öncülük etmekteydiler. Yeni
bilimin, yoksulluğu ve hastalıkları yok etmede ve insan hayatını kolaylaştırmada
yararlı olduğunu düşünmekte ancak bilimin başı boş bırakılmasından
korkmaktadırlar.37 Bu noktada, dönemin ütopyacılarının bilim ve teknolojinin
gelişiminin toplumlar üzerindeki etkisini sezinlediğini söylemek mümkündür. Yine
35 Tomasso Campanella, Güneş Ülkesi, Çev. Haydar Kazgan, Vedat Günyol, Sosyal Yayonlar, 3. bs., Đstanbul, 1996, s. 25-30. 36 Campanella, A.e., s. 78. 37 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Kalkedon, Đstanbul, 2006, s. 67.
15
de, umutsuzluk henüz başlamamıştır çünkü yeni bilimin coşkusu içersindedirler ve
bilimi mükemmel bir toplum yaratmada kullanma çabası içersindedirler. Bu sebeple
dönemin metinleri hâlâ birer ütopyadır. Çünkü teknolojinin kötü amaçlar için
kullanıldığında varabileceği boyutlar henüz görülmemiştir.
Bu ilk modern ütopyalar, Rönesans ve Reform' un rasyonel birer ifadesi
olmakla beraber aynı zamanda, toplumu bölmekle tehdit eden bireyciliğine karşı da
bir tepkiyi temsil etmektedir. Toplumun yeni bir ahlaki ve sosyal düzen çevresinde
bütünleştirilmesi gerekliliğine inanmakta ve bu işlevi yerine getirmekte rol
üstlenmektedirler.38 Bu tipik ütopyacı gelenek, More' un bir devamı niteliğindedir ve
dönemin önemli politik düzenini de, “sekülerize manastırcılık”39, yansıtmaktadır.
1.3.5. Robensonadlar ve Gülliverianlar
1719’ da, Daniel Defoe’ nun “Robinson Crouse” u yine ütopyan bir tarzda
yazılmış olsa da, daha bireysel bir arayışı temsil etmektedir. Metin, Robinson’ un
kendini ve hayatı keşfetmesi, farklı ülkeler, denizler, adalar keşfetmesi üzerine
kuruludur, bu yüzden bir ütopya sayılıp sayılamayacağı tartışma götürmektedir. Yine
de, Robinsonad adlı edebi akımı doğurmuştur. Ancak, ondan önce de bu tarzda,
metinlerin varlığı bilinmektedir. Bunlardan önemlisi, on ikinci Yüzyılda Đbn Tufeyl
tarafından yazılmış olan “Hay Bin Yakzan” dır.40
Bu metinde de, çocukken bir adaya terk edilmiş bir çocuğun, yetişkin olana
kadar yaşadığı tecrübeler anlatılmaktadır. Klasik ütopya tarzından farklı olarak,
varolan bir ideal toplum üzerinden konuşmak yerine, bir adaya düşüp, orada yeni bir
düzen yaratılmasından bahsedilmektedir.
Aynı dönemde, 1726’ da Jonathan Swift’ in yazdığı, “Güliver’ in Gezileri” de
önemli bir örnektir. Metin dört bölümden oluşmaktadır ve Đngiltere’ nin o dönem
sistemine ağır eleştiriler içermektedir. Bunun yanı sıra, insanlık, erdem, yardım
38 Kumar, a.g.e., s. 69. 39 A.y. 40 Gregory Claey, Lymann Tower Sargent, “Ütopyanın Sınırlarında: Hicivler ve Robensonadlar”, Kitaplık , Çev. Mehmet H. Doğan, No: 76, 2004, s. 102.
16
severlik gibi insani duygulara da önemli göndermelerde bulunmaktadır. On sekizinci
ve on dokuzuncu yüzyıl boyunca, birçok Gülliverian taklide rastlamak mümkündür.
Swift, insanlığın teknoloji ve bilimi iyi sonuçlar verecek şekilde
kullanacağına güvenmemiştir çünkü kural koyucuların silahlarının yıkıcı gücünü
arttırmak için hep teknikleri ve bilimi geliştirmek isteyeceklerinden bahsetmiştir.41
Swift bir anlamda Bacon ve onun bilim coşkusunu alaya almaktadır çünkü bilimin
insanlığın yararına kullanılacağı inancını çoktan yitirmiştir. Kitabında ele aldığı
Lilliput ve Brobdingnag toplumlarında ütopyan özelliklere yer vermektedir. Swift' i
önemli kılan, bilim ve teknolojiyle dalga geçerek oluşturduğu hicivsel eserinin daha
sonra distopyalara biçim olarak kaynaklık edecek olmasıdır.42
2. ÜTOPYA' NIN D ĐSTOPYA' YA DÖNÜŞÜMÜ
2.1. On Sekizinci Yüzyıl ve Sonrası Sosyo-politik Gelişmeler
2.1.1. Aydınlanma
On sekizinci yüzyıl bir süreç olarak Aydınlanma Çağı olarak
adlandırılmaktadır. Çünkü Batı, bir toplumsal yapı değişimi içine girmiştir ve gerek
teknik gerek sosyal değişimler yeni yapının oluşmasında etkili olmuştur. Robert
Bierstedt Aydınlanma Çağını şu şekilde özetlemektedir; doğa üstünün doğalla, dinin
bilimle, tanrısal buyruğun doğa yasasıyla ve din adamlarının filozofla yer
değiştirmesi, aklın her türlü sorunu çözmede yüceltilmesi, insan ve toplumun
mükemmelleştirilebileceği inancının oluşması ve son olarak insan haklarına saygı
duyulmaya başlanması. 1
Batı' nın değişim isteği aslında, on birinci yüzyıldan itibaren başlamıştır. Batı,
içinde bulunduğu kapalı Orta Çağ koşullarından kurtulabilmek için çeşitli çabalarda 41 Mulford Q. Sibley, “Utopian Thought and Technology”, American Journal of Political Sciences, C. 17, No: 2, Mayıs 1973, s. 264. 42 Kumar, a.g.e., s. 187. 1 Robert Bierstedt, “On Sekizinci Yüzyılda Sosyolojik Düşünüş”, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, Sosyolojik Çözümleminin Tarihi, Haz. Tom Bottomore, Robert Nisbet, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2002, s. 19.
17
bulunmuştur. Haçlı Seferleri ile başlayan bu serüven, Rönesans, Reform, Coğrafi
Keşifler ve nihayetinde Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi ile son bulmuştur.
Yaşanan her süreç Batı' nın tarihinde köklü değişimlere sebep olmuştur. Đşte bu,
sosyal değişimler düşünce dünyasında Aydınlanma ile .karşılık bulmuştur.
Aydınlanma' nın esas amacı, dünyayı gizlerinden kurtarmaktır ve insanlardan
korkuyu kaldırmak ve onları kendilerinin efendisi durumuna getirmektir. Hiçbir giz
kalmayacak ama aynı zamanda kimse onları açığa vurmaya da özenmeyecektir. Bu
yüzden de Aydınlanma totaliterliği içinde barındırmaktadır. Böylece, aydınlanma
yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir ve diktatörün insanlara karşı tutumu da
bu olur.2
Özellikle Rönesans döneminde yeniden keşfedilen Antik eserler önem
kazanmıştır ve Platon' un Devlet' i de böylece tekrar okunmaya ve benzer çalışmalar
yapılmaya başlanmıştır. Batı' da yaşanan değişim bir anlamda modern ile eskinin
ayrım noktasını oluşturmaktadır. More' un ütopyası tam da bu kopuş noktasını temsil
etmektedir. Yani, gerçek anlamda ütopyanın modern dünyanın bir keşfi olduğunu
söylemek mümkündür.3
Ancak bu yeniden canlanma durumu akıl, gerçeklik ve Aydınlanma
kavramlarını animist bir büyü durumuna getirmiştir. Yani, Aydınlanma geçmişi
(Antik düşünceyi) düşünen bir ruhmuşçasına yüceltip bunu içkin bir hale
getirmektedir; geçmişte eşitsizliğin neden olduğu haksızlığı, araçsız otoriteyi
eleştirirken, kişileri tümel olmakla ebedileştirmektedir. Đnsanlar reel bir konformizme
zorlanmaktadır. Böylece, bireyler liberal bir dönemde bile sosyal baskılara maruz
kalmak durumunda olmuştur.4 Bu uyum süreci, karşısına konmuş modelleri örnek
almak ve bunun dışında kalan fikir ve davranışların okul sıralarından sendikalara
kadar, onları dikkatle izleyen kolektifin gücünü üzerlerinde hissetmektedirler.
2 Max Horkheimer, Theodor Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, C. I, Çev. Oğuz Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995, s. 19-25. 3 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Đstanbul, Kalkedon, 2006, s. 19-46. 4 Horkheimer, Adorno, a.g.e., s. 28-29.
18
Sonuçta, Aydınlanma aklın ve bilimin bir zaferi olacakken, insanları
egemenliği altına alıp, yozlaşmalara sebep olmaktadır. Burada, diyalektik bir ilişki
söz konusudur; çünkü önceleri bilim toplumun mutluluğu ve hayatın kolaylaşması
adına yapılması amaçlanırken, sonra tamamen karşıt amaçlar söz konusu olmuştur.
Böylece Aydınlanma kendi antitezini yaratarak bir takım araçlara sahip olanların
egemenliği haline dönüşmüştür. Distopyalar da sistemlerini kurarken çokça
Aydınlanmanın bu özelliğinden beslenmektedir.
Ütopyaların böylesine çağının özelliklerini temsil eder nitelikte olması,
modern dünyanın getirdiği yeniliklerden oluşan sorunların da olumsuz ütopya
anlamında kullanılan “Distopya” kavramının oluşmasının sebeplerini açıklamaktadır.
Siyasi ve ekonomik değişimlerle birlikte, Batı tarihinde yaşanan değişimlerin ütopya
metinlerinde yansımasını bulması, Ütopya ve Distopya metinlerini önemli
kılmaktadır. Çünkü bu metinlere bakıldığında Batı' daki değişimin izleri
görülebilmektedir. Modern ütopya -yani distopya-, bütün karmaşıklığı ile birlikte,
endüstriyel ve bilimsel olmak durumunda kalmıştır ve her şeyden önemlisi de
Aydınlanma düşüncesinin yarattığı egemenlik anlayışının bireylere “genel-olan”5
olarak sunup, onlara başka çıkış yolu bırakılmaması durumunun eleştiricisi olmuştur.
Horkheimer ve Adorno, bu bağlamda dili, burjuvanın genelliğinin toplumla
ili şki kurma aracı, böylece de egemenlik ilişkilerini sağlama aracı olarak
tanımlamaktadır. 6 Akıl ise, egemenliğin bir aygıtı haline gelmiştir. Böylece
egemenler tarihin bir mühendisi olmuştur ve uysal proletarya mitten kalan sağır
kulaklarıyla, hiçbir zaman bir üstünlüğe sahip olamayacaktır.7 Yani mitin yeniden
canlanması, yine egemen sınıfın lehine olmuştur. Ütopyanın asıl ütopya haline
gelmesi de Aydınlanma düşüncesi ile gerçekleşmiştir çünkü aklın insanlığın
mutluluğu için kullanılacağı düşüncesi tamamen ortadan kaldırılıp yalnızca bir
ütopya olarak kalması sağlanmıştır. Böylece, ütopya kendi içindeki olumsuz
5 Horkheimer, Adorno, a.g.e., s. 39. 6 A.e., s. 40. 7 A.e., s. 55.
19
ütopyayı doğurmuştur. Aynı diyalektik, Aydınlanma düşüncesinin ta kendisinde de
mevcuttur.
Adorno ve Horkheimer' ın Aydınlanma' nın kültürel boyutuna karşı eleştirileri
ise inanılmaz derecede distopiktir. Onlar, modern dönemin kültür yapısını analiz
ederken distopya metinleriyle birçok açıdan benzer özelliklerini ortaya
çıkarmaktadırlar. Bu anlamda, onların “Aydınlanma' nın Diyalektiği” adlı eserlerini
distopyaların teorik bir yansıması olarak okumak mümkündür.
“Herkes önceden ipuçları vasıtasıyla belirlenmiş “level”ine (düzeyine) göre adeta
kendiliğinden davranmalıdır ve kendi tipi için seri halde çıkarılan ürünler
kategorisine el atmalıdır. Birer istatistik malzemesi olarak tüketiciler, propaganda
mekanlarından artık bir farkı kalmayan araştırma mekanlarının haritalarında gelir
gruplarına göre ayrılmakta ve kırmızı, yeşil, mavi alanlara dağıtılmaktadır.”8
Üçüncü bölümde, Söylem Analizi' nin teorik altyapısı ele alınırken, kültür ve
ideoloji arasındaki bağlantıya daha ayrıntılı şekilde değinilmektedir.
2.1.1.1. Bilim ve Teknikteki Gelişmeler ve Etkileri
Aydınlanma düşüncesine ulaşmadan önce Batı birçok bilimsel aşamayı
aşarak ilerlemiştir. Bu yüzden geçmişten bağımsız bir Aydınlanma düşüncesinden
bahsetmek mümkün değildir. 1543' te Copernicus, 1597' de Kepler, 1687' de Newton'
un çalışmalarıyla dünyanın evrendeki konumunun anlaşılmasıyla büyük bir başarı
yakalanmıştır. Artık bilim yükselişe, din ise inişe geçmiştir ve bilimsel yöntemin
gelişmesi Aydınlanma' yı etkileyen en büyük etki olmuştur.9 Bu bir anlamda,
doğanın anlaşılmasını sağlayacak bilimin zaferidir. Ancak o zaman kimse, bilimin
olumsuz etkilerini öngörmemektedir. Bu öngörüler ancak yirminci yüzyılda
Distopyalar' ın yazılmasıyla başlar, bu anlamda da distopyalar Edebiyat alanında başı
çekecektir.
8 Max Horkheimer, Theodor Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, C. II, Çev. Oğuz Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1996, s. 11. 9 Bierstedt, a.g.e., s. 21.
20
Rousseau, 1749 yılında yazmış olduğu “Sanatların ve Bilimlerin Ahlaki
Etkileri Üzerine Bir Söylev” adlı denemesinde, sanat ve bilimlerin gelişmesiyle
erdemin kaybolduğundan ve bilimin yükselişiyle ahlakın çöküşünden bahsetmiştir.
Yine aynı dönemde sunduğu “Đnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni Nedir ve Buna
Olanak Sağlayan Doğa Yasası mıdır?” adlı denemesinde de, insanlar arasındaki
eşitsizliğin hem doğal ya da fiziksel; hem de, bir tür sözleşmeden kaynaklanan ve
insan rızası tarafından belirlenen ahlaki ya da siyasi sebeplerinden bahsetmektedir.10
Đnsanlar kolaylıkla baştan çıkabilmektedir, özgürlüklerinin bir kısmını, geri
kalanını koruyabilmek uğruna feda etmenin iyi olacağını sanmakta ve kendi rızasıyla
zincirlere koşmaktadır. Toplumun ve yasanın kökeni de bu şekilde ortaya çıkmıştır.11
Bu oluşumu Distopyalar' ın kurgusunda da görmek mümkündür; bireyler toplumun
istikrarı bozulduğunda mutsuzlaşacaklarını düşündüklerinden tüm kurallara
uymaktadır.
Batı' nın girmiş olduğu bu değişim Rönesans ve Reform ile daha da
güçlenerek devam etmiştir ve Yeni Dönem Batı kimliğinin oluşmasında önemli bir
yer edinmiştir. Daha önce de değinildiği gibi, Antik eserler bu dönemde tekrar ele
alınmaya başlanmıştır. Yani teknik gelişmeler toplumsal yapıyı değiştirirken,
toplumsal yapıdaki değişimler de teknik gelişmeleri tetiklemiştir.
Diğer yandan, barut ve pusulanın kullanılmaya başlanması ve gemi yapım
tekniklerinin geliştirilmesi deniz aşırı seyahatleri ve nihayetinde de Amerika' nın
keşfedilmesini sağlamıştır. Matbaanın icadı da yine Batı' da önemli dönüm
noktalarından birini oluşturmaktadır. Matbaanın kullanılmasıyla birlikte, zaten köklü
bir değişim içinde olan Batı toplumu, bu değişimi yaygınlaştırmada ve Reform
hareketini başlatmada başarılı olmuştur.12 Aslında övgüye değer tüm bu buluşlar;
matbaa ile bilimin, top ile savaşın, pusula ile de denizcilik ve ticaretin gelişmesini
10 A.e., s. 29-30 11 A.e., s. 32. 12 Đsmail Coşkun, Modern Devletin Doğuşu, Đstanbul, Der Yayınları, 1997, s. 140-142.
21
sağlayarak, toplumların daha çok birbirine düşmesine sebep olmuştur.13 Đki büyük
dünya savaşı bunun en büyük kanıtıdır.
Batı, on beşinci yüzyılda gemi üretmeye başlamıştır, böylece Coğrafi
Keşifler' i yapabilmiş, farklı kıtalara ulaşabilmiştir. Yine silah üretmesi ve keşfedilen
topraklar üzerinde etkin bir hale gelmesi de bu döneme rastlamaktadır. Bir yandan
ticaret ve makineleşme de gelişmektedir ve Batı sürekli bir ilerlemenin içine girmiş
bulunmaktadır. On sekizinci yüzyılda buharlı makinenin kullanılmaya başlanması ile
gerçekleşen Endüstri Devrimi ve Fransız Devrimi Batı değişiminde son nokta
olmuştur. Ticaretin daha da gelişip yaygınlaşması, demiryolları ağlarının kurulmaya
başlanması on dokuzuncu yüzyıldaki önemli gelişmlerdir.14 Bu dönemden itibaren
Batı iyice güçlenip, küresel boyutta etkiler yaratmaya başlamıştır.
Batı' daki bu toplumsal değişim sosyal bilimler alanında da kendisini
göstermiştir ve birçok düşünür on dokuzuncu yüzyılda yaşanan değişimler üzerine
teoriler üretmiştir. Bu dönemde ütopya metinleri bir anlamda yerini teorik bilgiye
bırakmıştır ve bu süreçte ütopya metnine rastlanmamaktadır. Bunun bir sebebi de,
daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Batı' nın bu dönemde tekrar bir üstünlük
kazanmış olmasıdır. Böylece bir ötekine ihtiyaç duymamaya başlamıştır. Zaten
ütopya yirminci yüzyılda tekrar yazılmaya başlandığında da çok farklı bir boyut
kazanmış olacaktır.
Önemli ütopik düşünürlerden biri olan Ernst Bloch, iki tip gelecek
olduğundan bahsetmiştir; özgün gelecek ve özgün olmayan gelecek. Özgün
olmayan gelecek şu anda yaşanan gelecektir.15 Özgün gelecek ise, ütopyadır. Ütopya,
on dokuzuncu yüzyılda hâlâ umut ve geleceği temsil eden soyut bir düşüncedir ve
bilim bu özgün geleceğe ulaşmak için bir araç olarak görülmektedir. Bilimle birlikte
merak edilen doğa anlaşılmaya başlanmıştır ve onun sırlarına ulaşılıp ona
13 Max Horkheimer, Theodor Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, C. II, Çev. Oğuz Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1996, s. 19 14 Oral Sander, Siyasi Tarih Đlk Çağlardan 1918' e, 16. bs., Ankara, Đmge Kitabevi, 2007,s. 80-96. 15 Helga Nowotny, “Science and Utopia: On the Social Ordering of the Future”, Nineteen Eighty-Four: Science Between Utopia and Dystopia. (Sociology of the Sciences: a Yearbook; Vol. VIII), Haz. Everett Mendelsohn, Helga Nowotny, Holland, Reidel Publishing C., 1984, s. 3.
22
hükmedilmeye başlanmıştır. Zaten Aydınlanma düşüncesinin temelinde yatan istek
de budur. Böylece, soyut geleceğe yani ütopyaya ulaşılabileceği düşünülmüştür.
Nitekim, bilim insan hayatına müthiş kolaylıklar sağlamıştır ancak, daha sonraları
distopyaların da konusunu oluşturacak olan aşama henüz öngörülmemiştir ve
insanlık gelişen bilimin coşkusu içersindedir.
Bilim sanıldığının aksine, gücün yaygınlaştırılmasına ve belli grupların
güçlenmesine yaramıştır, böylece en güçlüler diğer grupları yönetmeye başlamıştır.16
Bu bilimin bir başarısı mı yoksa bilimin başarısızlığımı olmuştur? Şüphesiz, egemen
güçler bunu bir başarı olarak görmektedir. Aynı egemen güçlerin tahakkümünün bir
yansıması da Distopya metinlerinde görülmektedir.
2.1.1.2. Ulus Devlet Anlayışı
Batı' da on sekizinci yüzyıl sonrası yaşanan tüm gelişmeler yeni bir
örgütlenme sistemini gerekli kılmıştır. Çünkü Batı artık Orta Çağ' daki gibi sınırlı
topraklarda ve sınırlı ilişkiler içinde yaşamamaktadır, deniz aşırı topraklara kadar
yayılmıştır ve Avrupa toprakları içinde de küçük küçük uluslar oluşmaya başlamıştır.
Böylece, yeni bir örgütlenme sistemi -ulus devlet- ortaya çıkmıştır.17 Ulus devletler,
bir vatan birliğini temsil etmenin yanı sıra, dil ve kültür birliğini de temsil
etmektedir.
Ulus devletler, feodal devletin kalıntıları üzerine, Batı' nın on sekizinci
yüzyılda yaşadığı değişimler doğrultusunda kurulmuştur. Ulus devletin temelinde,
Coğrafi Keşifler' le ulaşılan yeni toprakların sömürüsü ve savaş teknolojisinin
sağladığı avantajlar yer almaktadır. Bu durum Batı' da yeni ili şkiler ağını gerekli
kılmıştır böylece, feodal beyler ve kilise ideolojisi yerini burjuva ve milliyetçiliğe
bırakmıştır.18 Bu yeni devlet anlayışında milliyetçilik, kitleleri bir araya getirmede
önemli bir ideolojik araç olmuştur böylece, burjuva için üreten ve devleti için bunu
yapmaktan gurur duyan kitleler ortaya çıkmıştır.
16 A.e., s. 6. 17 Coskun, a.g.e., s. 157. 18 A.e., s. 159-160.
23
Ulus devletlerin oluşumu Avrupa' daki büyük imparatorlukların
parçalanmasıyla gerçekleştiğinden, milliyetçilik büyük önem taşımaya başlamıştır.
Bu sebeple devletin oluşumu, propaganda ile yayılan ulus bilinci ile sağlanmıştır. Bu
sistemin devamlılığı için de pozitif hukuk sistemlerine ihtiyaç duyulmuştur, böylece,
bürokratlar ve hukukçular gibi uzmanlaşmış bir kurumsal örgütlenme oluşmaya
başlamış; sırtını da ordu, polis ve ceza yargısına dayamıştır.19
Aynı dönemde, kentleşme ve ekonomik modernleşme de başlamıştır, böylece
mahalli sosyal cemiyetlerin yerini, cemaatler almaya başlamıştır, böylece halkın
yeni sisteme entegre olması ve dayanışmacı bir nitelik kazanması sağlanmıştır.20
Böylece, bireylerde bir kültüre ait olma duygusu oluşmuştur ve ulus devlet böylece
kendisini daha da güçlendirmiştir. Aynı süreçler kolektifliği de doğurmuştur böylece
kolektif özgürlük bireysel özgürlüklerin yerini almaya başlamıştır.
Eskiden bireyler arası bir toplum sözleşmesi olduğundan bahseden Rousseau,
yeni dönemde insanların kendilerini, genel iradenin yüksek yönetimine teslim
ettiklerinden bahsetmektedir. Rousseau daha o dönemde, kamuoyunun etkisinden
bahsetmektedir.21 Kamuoyu ki, egemen sınıfın ideolojisini temsil etmektedir.
Böylece bir ulus içindeki farklılıklar ortadan kaldırılabilmiştir. Yani yeni dönemde,
tüm çarklar burjuva lehine dönmektedir. Aynı sistemi, Distopyalar' da; Biz' de
Velinimet, Cesur Yeni Dünya' da Ford Hazretleri ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' te
de Büyük Birader temsil etmektedir.
2.1.1.3. Kentleşme ve Ütopik Mimari
Bilim ve teknolojinin gelişmesi, bir teknolojik iyimserlik yaratmıştır.
Đnsanlık, yaratılan araçlarla artık doğaya hükmedebileceğini hatta afetlere bile engel
olunabileceğini düşünmeye başlamıştır. Böylece, yeni dönemde Batı, yeni bir
örgütlenme modeli gibi yeni bir şehir planlamasına da ihtiyaç duymuştur. Bu
noktada, ütopya tekrar devreye girer ve kentlerin yeniden tasarlanması ile can bulur.
19 Jürgen Habermas, “Öteki” Olamk “Öteki”yle Ya şamak, Çev. Đlknur Aka, 3. bs., Đstanbul, YKY, 2005, s. 13-17. 20 A.e., s. 20. 21 Bierstedt, a.g.e., s. 33.
24
On dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren ütopyan gelecek miti mimaride
yansımalarını bulur.22 Yirminci yüzyıl artık makineleşmenin ve rasyonelleşmenin
tanındığı bir dönemdir ve yaşam alanları da bu doğrultuda düzenlenmek
istenmektedir. Ütopya bunun için en iyi seçenektir çünkü bilim gelişmiştir ve artık
ütopyanın yaratılabileceği düşünülmektedir.
Ütopya' nın mimariye yansıması Platoncu Aristokrat Devlet' in fiziksel olarak
cisimleştirilmesi anlamına gelmektedir. Lewis Mumford, bu konuda, ilk ütopyanın
şehrin ta kendisi olduğunu vurgulamaktadır.23
Harvey, Avrupa' da kapitalizmin gelişmesinden sonra yeni dönemde yaşanan
değişimler ve mekanın kazandığı önemi şöyle dile getirmektedir;
“Burjuvazi iktidara sahip olduğunda, devrimci misyonunu yerine getirmeye içsel ve
dışsal coğrafi dönüşümler aracılıyla devam etti. Şehirler, hızlı kentleşme ve büyük
metropollerin oluşumu yüzünden, kırsal alanlar üzerinde hakimiyet sağlandı (ve aynı
zamanda taşradakileri kır yaşamının budalalığından kurtarıp köylüyü bir alt sınıf
olmaya itti). Kentleşme hem üretici güçleri, hem de emek gücünü mekan içerisine
sıkıştırdı; dağınık nüfusu ve ademi-merkezi mülkiyet haklarını , nihai olarak ulus-
devletin hukuki ve askeri aygıtlarında pekişecek olan büyük siyasal ve ekonomik
güç birikimlerine dönüştürdü. “Doğanın güçleri” insan kontrolüne tabi kılındı,
ulaşım ve iletişim sistemleri, bölgesel işbölümü ve kentsel altyapı haline gelerek
sermaye birikiminin temellerini oluşturdu.”24
Bu süreç daha sonra distopya metinlerinde de yansımasını bulacaktır ve
yirminci yüzyıl distopyaları, kentsel mekanların mükemmel birer tasvirini verecektir.
Harvey, kentlerin kolektif olarak üretilirken aynı zamanda kendimizin de
kolektif olarak üretildiğinden bahseder. Yani, bir kentin nasıl olması gerektiği ile
ilgili projeler aslında kendimizin kim olmak istediğimizle ilgili bir projedir.25
Distopyalardaki kent tasvirlerinin temelinde de aslında More' un Ütopyası' ndaki
22 Nowotny, a.g.e., s. 10. 23 Kumar, a.g.e., s. 19. 24 David Harvey, Umut Mekanları, Çev. Zeynep Gambetti, Đstanbul, Metis Yayınları, 2008, s. 41. 25 A.e., s. 196.
25
sisteme atıf vardır. Ancak, distopyalar onun aksine, bu kent sistemin ve dolayısıyla
oluşan insan yapısının olumsuz yönleri hakkında uyarıda bulunmaktadır.
Robert Park, kentin bir “uzamsal örüntü ve ahlaki düzen” olduğunu
söylerken, Louis Marin de More' un Ütopya' sının bir “uzamsal oyun” türü olduğunu
vurgulaşmıştır. Marin' in bu tanımlaması, ütopya metinlerinde hayal gücünün nasıl
serbestçe kullanıldığını anlatmaktadır. Ancak, Foucault' nun “panoptikon etksi”
olarak ele aldığı uzamsal gözetim ve denetim sistemleri de ütopya metinlerinin içinde
yer almaktadır.26 Bu durum, ütopyanın kendi içindeki çelişkisini doğurmaktadır.
Çünkü, mükemmel toplum ve devlet tasarımları yapılmak istenirken aslında nasıl da
bir denetim ve kontrol mekanizmasını temsil ediyor oldukları daha bilim bu kadar
gelişmemişken göze çarpmamaktadır. Ancak bilimin gelişmesiyle birlikte, bu
mükemmel sistemlerin birer distopyaya dönüşmesi kaçınılmaz olmuştur.
Gerçek yaşamda da bunun somutlaştırılmış örneklerini görmek mümkündür.
Disneyland ve Epcot örnekleri Marin' e göre “dejenere ütopyalar”dır. Diğer bir
örnek de Amerika' daki alışveriş merkezileştirme eğilimidir. Bu mükemmel mekanlar
aslında gözetim ve denetimin en iyi yapılabildiği mekanlar olmuştur.27 Yine
Amerika' daki banliyö yaşamı da, bir yandan, bireyleri toplumdan soyutlayıcı
olmakta bir yandan da otomobil bazlı sistemleri yüzünden gereksiz bir enerji
tüketimine sebep olmaktadır ve bu tip bir yaşam ancak elit bir kesime hitap
edebilmektedir.
Böylece on dokuzuncu yüzyılda, ütoypanın gerçek yaşamda denenmesi de bir
hüsranı getirmiştir çünkü içinde bulunulan koşulları, mutlu insanı yaratmaktan çok
uzak olduğu görülmüştür ve ütopik mimari biçimlerinin tıpkı distopya metinlerinde
olduğu gibi yalnızca egemen güçlere/sınıflara hitap ettiği ve çoğunluğu dışladığı
anlaşılmıştır.
26 A.e., s. 198-199. 27 A.e., s. 205-206.
26
2.1.2. Ütopik Sosyalizm
On sekizinci. yüzyılda, ütopya metinlerine rastlanmaz ancak, aydınlanmanın
etkisiyle, aklın ön plana çıkması, sosyal felsefe alanında bu konunun fazlaca
irdelenmesine sebep olur. Aydınlanma düşünürlerinin birçoğu ütopyacı bir geleneğin
devamcısı şeklinde ortaya çıkmaktadırlar. Saint Simon, Comte, Marx, Rousseau gibi
birçok isim, toplum düzeni üzerine teoriler geliştirmiştir ve mülkiyet ve bireyselcilik
üzerine kafa yormuşlardır.28
On sekizinci yüzyıl Avrupa filozofları, ussal bir toplumun kurulması
gerekliliğinden bahsetmektedir. Ancak bu ussal toplumun daha ilk dönemleri,
eşitlikten uzak ve acı hikâyelerle doludur. Böylece bu düş kırıklığı, toplumu bu
anormallikten yine usun gücüyle kurtarma düşüncesine dönüşmüştür.29. Bu da ütopik
teorileri gündeme getirmiştir. Kimileri, endüstrileşmeyi ve modernizasyonu olumlu
bir gelişme olarak görürken kimileri de bu durumu eleştirmektedir. Bu dönemde
ortaya çıkan ütopik sosyalizm anlayışı büyük ölçüde geçmişteki ütopya
metinlerinden beslenmekle beraber, yeni dönemdeki endüstrileşmeyle birlikte yeni
sistemler kurma çabasıyla ortaya çıkmıştır.
Saint Simon, Fransız ve Burjuva Devrimini yaşamış bir kişi olarak, feodal
beylerin yerini teknokratların alması gerektiğini ve toplumda teknolojik yeteneğe
göre (işlevsel) bir hiyerarşi ve rasyonel bir disiplin olması gerektiğini
savunmaktadır.30 Saint Simon Cenevre Mektupları' nda, ekonomik durumun
toplumsal kurumların temeli olduğuna değinmiştir; insanların siyasal yönetiminden,
şeylerin yönetimine, ve üretim işlemlerinin yönetimine geçiş, yani devletin ortadan
kalkmasını daha o zamandan üstü kapalı bir şekilde öngörmüştür.31
Saint Simon, sanayi toplumu terimini ortaya atan kişi olmuştur ve yeni
dönemi, toplumsal sınıf, mülkiyet, işbölümü, teknoloji ve bilimin analizi, entelektüel
28 Kumar, a.g.e., s.75. 29 Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu, 9. bs., Ankara, Sol Yayınları, 2004, s. 47. 30 Mulford Q. Sibley, “Utopian Thought and Technology”, American Journal of Political Sciences, C. 17, No: 2, Mayıs 1973, s. 266. 31 Engels, a.g.e., s. 50.
27
seçkinlerin rolü gibi kavramlarla açıklama yoluna gitmiştir. Devlet ve sivil toplum
ayrımını yaparak ve merkezi bir yönetimden bağımsız ekonomik, politik ve kültürel
kurumlardan oluşan bir kamusal alanın geliştiği fikrinin teorileştirilmesini temsil
etmektedir. Yani sanayi toplumunda, idari kurumların devletin elinde değil sivil
toplum kurumlarının elinde olacağına vurgu yapmıştır.32 Saint Simon' un teorisi bir
burjuva teorisi olarak değerlendirilmektedir çünkü, o feodal toplumun tüketici ve
baskıcı bir toplum olduğunu, sanayi toplumunun ise üretici ve dayanışmanın olduğu
barışçı bir toplum olarak nitelendirmektedir.33
Sain Simon, “Yeni Hıristiyanlık” ta, sanayi toplumunun çıkarları kitlelerin
çıkarlarıyla aynı olan sanatçılar, bilimciler ve sanayinin önderlerinden oluşan bir
ruhban sınıfı aracılığıyla etkili olabilecek bir ahlaki merkezin gerekliliğinden
bahsetmektedir. Böylece, otorite, sivil topluma geri dönmektedir ancak bu sefer
bireyler üzerinde değil, planlama, işbirliği ve üretim kurumları üzerinde denetim
kurma çabası içindedir.34
Charles Fourier, teknik gelişmenin ötesindeki her şeye en şüpheli yaklaşan
ütopisttir. Burjuva dünyasının maddi ve tinsel sefaletini ortaya sermiştir. Onun
toplum tarihinin evreleri bu anlamda önem taşımaktadır. Tarihi, yabanıllık, barbarlık,
ataerkillik ve burjuva toplumu olarak dönemlendirmiştir ve bunun bir kısır döngü
oluşundan bahsetmiştir. Yani onun kendi karşıtına döneceği fikrini savunmuştur.35
Robert Owen, tarım ve endüstrileşmenin bir arada bulunduğu köylerin
olması gerekliliğinden bahseder ve adem-i merkeziyetçi bir anlayışa sahiptir.36
Owen, Fransa' daki Burjuva Devrimi' nin Đngiltere' de buhar ve yeni makinecilik
olarak karşılık bulduğu bir dönemin düşünür olarak, insan özyapısının bir yandan
doğuştan örülmüş, bir yandan da yaşamı boyunca ve özellikle de yetişme dönemi
32 Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Osman Akınhay, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998, s. 54-55. 33 A.e., s. 57. 34 A.e., s. 58. 35 Engels, a.g.e., 51. 36 Sibley, a.g.e., s. 266.
28
sırasında çevreleyen koşulların ürünü olduğunu düşünmektedir. Hatta bu düşüncesini
uygulamaya koyarak yöneticisi olduğu pamuk fabrikasındaki insanların insanca
davranmalarını sağlamış ve ilk anaokulu uygulayıcısı olarak önem kazanmıştır.37
Ancak, onun bu uygulaması bilim ve teknik ilerledikçe tam tersi bir amaç için
kullanılmaktadır.
Owen ve Fourier kendi emeğinin meyvelerini tadabileceği bir toplumun
gelişmesini savunmakta bunun için de toplumsal örgütlenme aracı olarak rekabetin
değil i şbirliğinin zorunluluğundan bahsetmektedirler. Kapitalist sistemin işçiyi kendi
ürettiği şeyden yoksun bırakmasını ahlakdışı ve toplumu bölücü olarak nitelendirip,
ahlaki eleştiri ve eylem yoluyla toplumsal dönüşümün sağlanması gerekliliğini
savundukları için Engels onları ütopik sosyalistler olarak nitelendirmiştir.38
Etinne Cabet de yeni sistemin insanlığa eşitlik ve bereket getireceğini,
insanların memnuniyetini en iyi şekilde sağlayacağını savunmaktadır, eşitlik anlayışı
ise standardizasyondur.39
Görüldüğü gibi bu yüzyılda ütopyanın ateşlediği düşünce, teoriyi etkilemiştir
ve teori de yeni nesil ütopya anlayışını... Bu sebeple on sekizinci ve on dokuzuncu
yüzyıl ütopya yerine toplumsal teoriler yüzyılı olmuştur ve ütopya düşüncesi ve
sosyalizmin ütopik söylemleri, teorik anlamda sosyalizmin ve Marksizm’ in
temellerini oluşturmaya başlamıştır. Ancak bu sosyalist teoriler, endüstrileşmenin
gücüne ve teknolojik değişimlerin toplumu getirdiği noktaya yetememiştir ve sonuçta
ütopya düşüncesi karşıtına dönüşmüştür.
2.1.3. Distopya Metinlerinin Yazılmaya Başlanması
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, artık, kapitalist sistem geçerlilik
kazanmıştır, yeni bir düzen söz konusudur, teknolojik gelişmeler yaşanmaya devam
etmektedir. Mannheim bu süreçte ütopyanın, kilisenin tüm varoluşu aşkınlaştırıcı 37 Engels, a.g.e., s. 53. 38 Swingewood, a.g.e., s. 83. 39 Sibley, a.g.e., s. 266.
29
tasarımları felce uğratma çabasına karşılık, o anda gerçekleşebilir bir eylemsellik
yarattığını söyler. Yani o dönemde, politikanın toplumsal alandaki gerilimsel etmeni,
ezilen tabakaların ütopik yapısından oluşmuştur.40 Ütopik imaj ile karşı imaj
arasındaki diyalektik ilişki, bir öncekinin diğerini tetiklemesi gerçekten tarih
boyunca ilgi çekici olmuştur.
Yeni dönemdeki değişimler, yayın alanında da bir çok kolaylık sağlamıştır ve
bu dönemde, birçok ütopya metni yayınlanmıştır. Kısacası, bilim, teknoloji ve
materyal ilerlemenin insani değerler üzerindeki inanılmaz tehdidi fark edilmeye ve
bu konuda öngörüler yapılmaya başlanmıştır.41 Ütopya metinleri dönemin iki önemli
düşüncesinden etkilenmiştir; sosyalizm ve kadın hakları.42 Diğer yandan, post-
modernist kültür, teknolojik değişim ve küresel kapitalizm ütopyan düşünceyi ve
kendisinin karşıtı yönündeki edebiyat akımını tetikleyen önemli faktörler olmuştur.43
Mannheim, ütopyanın yeni dönemde özünü nasıl kaybettiğinden
bahsetmektedir. Bu yeni biçimin liberal, sosyalist ve muhafazakar bir tasarı olarak,
sürecin bir karşı biçimi olarak ortaya çıkmış olduğunu vurgular, böylece, ütopyanın
kendi geleneğinden gelen içeriksel özellikleri bu yeni duruma adapte edilmiştir.44 Bu
anlamda, bir toplumsal süreç sonucu, ütopya yerini bir karşıtına bırakmıştır.
Edward Bellamy 1888 tarihli “Looking Backward” adlı eserinde on
dokuzuncu yüzyıl sosyalizmini ve teknolojik gelişmenin çekiciliğini naif bir şekilde
dile getirmiştir. Onun ütopyasında, makineleri çalıştıran Endüstriyel Ordu, merkezi
şekilde düzenlenmiş disiplinli bir vücuttur. Bellamy, karmaşık teknoloji
toplumlarında politikanın merkezleşmesi, ürünlerin standartlaştırılması ve insanların
planlanmış bir organizasyonla uyumluluğu istemeleri gerektiğinden bahseder.45
Daha sonra, 1890' da William Morris' in “News From Nowhere” adlı eseri
gelir. On dokuzuncu yüzyıl ütopyalarından farklı olarak, teknolojinin insan 40 Karl Mannheim, Đdeoloji ve Ütopya, Çev. Mehmet Okyavuz, Ankara, Deki Basım Yayın, 2009, s. 204. 41 Krishan Kumar, “Aspects of the Western Utopian Tradition”, History of the Human Sciences, No: 16/1, 2003, s. 71. 42 Lymann Tower Sargent, “Ütopya Gelenekleri: Đzlekler ve Varyasyonlar”, Kitaplık , Çev. Mehmet H. Doğan, No: 76, 2004, s. 96. 43 Kumar, a.g.e., s. 74. 44 Mannheim, a.g.e., s. 234. 45 Sibley, a.g.e., s. 268.
30
özgürlüğü ve mutluluğu için kullanılacağını tasarlamıştır ancak tüm kurgunun
makineleştiği eserinde de buna pek ulaşamamıştır.46
Önemli bir değişim, 1895’ te Herbert George Wells’ in “Zaman Makinesi” ni
yayınlamasıyla gerçekleşmiştir. Ütopya düşüncesinde bir yandan teknolojinin
gelişmesine saygı duyulurken bir yandan da otoriteye karşı oluşan şüphenin etkisiyle
bir ikilem oluşmuştur ve bunun en önemli yansımalarına Wells' in eserlerinde
rastlanmaktadır. Onu önemli kılan, bilim teorisinin teknolojik imalarına karşı
sakınması ve teknolojik gelişmenin sosyal ve politik zorlukları konusundaki
bilincidir.47
Distopyaların esas ortaya çıkışı, I. Dünya Savaşı ve Bolşevik Devrimi sonrası
dünyada ortaya çıkan hayal kırıklığı ile olmuştur. Savaşı takip eden yıllarda,
Almanya Hitler ve Nazizmle, Đtalya Mussolini’ yle ve Rusya da Stalin ile
tanışmıştır.48 Totaliter sistemlerin etkilerinin bir sonucu olarak, 1924’ te ilk distopya
örneği olan Yevgeni Zamyatin’ in “Biz”i, daha sonra 1932’ de Aldous Huxley’ in
“Cesur Yeni Dünya” sı ve 1949’ da da George Orwell’ in “1984” ü yayınlanmıştır.
2.2. Distopya Kavramının Tanımı
Distopya kavramı ilk olarak John Stuart Mill tarafından 1868' de
kullanılmıştır. O bu kavramı “gerçekleşmesi için fazla iyi” olan ütopyanın tam aksine
gerçekleşmesi için fazla kötü olan karşı-ütopya olarak kullanmıştır.49 Böylece,
yukarıda sıralanmış olan ütopyanın süreç ve özelliklerine bakıldığında, distopyayı
onun bir antitezi olarak ele almak mümkündür.
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl Batı' daki gelişmeler göz önüne
alındığında, Distopya metinlerinin yazıldığı koşullar ortaya çıkmaktadır. Böylece
46 A.e., s. 270. 47 A.e., s. 270. 48 Đbrahim Şamil, “Gündelik Hayatın Gerçekliğine Fantastik Bir Başkaldırı: Ütopyalar ve Bilimkurgu Edebiyatı”, (Çevrimiçi), www.cemaat.com, 4 Haziran 2008. 49 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Đstanbul, Kalkedon, 2006, s. 172.
31
Distopya metinleri, emir ve kontrolün kurbanı haline gelmiş, teknoloji ve bilimin
işlevlerinin bozulduğu ütopyanın versiyonları olarak görülebilir.50
Distopyalar, Ütopyalar' dan farklı olarak artık mutluluk vaat etmemektedir.
Çünkü ezilen sınıflar ortaya çıkmıştır ve insanlar sefalete doğru sürüklenmektedir,
artık geçmişteki ütopya umudu tükenmektedir. Teknoloji günden güne gelişmektedir
ve makineleşme başlamıştır. Artık insanların yerini makineler almaktadır. Đnsana
olan ihtiyaç azalmakta, bu yüzden insanlar giderek yoksullaşmaktadır. Bu yüzden,
distopya kavramı önem kazanmaya başlamıştır.51
Kumar, distopya ile ütopya arasındaki ilişkiyi şöyle dile getirmektedir:
“Ütopya orijinal, karşı ütopya kopyadır; yalnızca sanki daima siyah renklidir... Karşı
ütopya malzemesini ütopyadan alır ve onu ütopyanın olumlanmasını reddeden bir
tavırla yeniden kurar.”52 Diğer bir deyişle distopya var olabilmek için ütopyaya
ihtiyaç duymaktadır. Aralarındaki diyalektik ilişki, distopyanın ütopyanın antitezi
olarak var olmasına sebep olmuştur.
Kumar, distopyaların başka bir özelliği olarak da, Augustinyenci olduklarını
söyler, yani ilk günahın etkisindeki insanlığın zayıflığı ve açgözlülük, hırs gibi
özelliklerde olmaları onları bu günahın bir devamcısı yapmaktadır.53 Huxley ve
Orwell gibi yazarlar, distopyanın tüm bu olumsuz özelliklerinin karşısında olan
kişilerdir bu yüzden de bu olumsuzlukların altını çizmekte ve onları
eleştirmektedirler.
Distopyalarda ilginç olan diğer bir nokta da, ütopylara umut kaynağı olan;
demokrasi, bilim ve sosyalizmin, distopyalarda cehennemi hazırlayan güçler haline
gelmiş olmasıdır. Distopyacılar, genellikle tutku, eşitlik, bilim ve akla inanmaktadır
ancak onları öfkelendiren, tüm bu ilkelerin kullanım biçimleridir; demokrasinin
despotizmi, bilimin barbarlığı ve aklın da akıl dışılığı üretmiş olmasıdır.54
50 Nowotny, a.g.e., s. 15. 51 Şamil, a.y. 52 Kumar, a.g.e., 172. 53 A.e., s. 173 54 A.e., s. 187-188.
32
Distopyalar' ın çıkış noktaları aynıdır ama, ele alış tarzları birbirlerinden
oldukça farklıdır; Zamyatin bir devrimcidir, Orwell radikal bir demokrattır, Huxley
de liberaldir.55 Dolayısıyla, eleştiri noktalarında da farklılıklar vardır. Biz’ i
diğerlerinden farklı kılan, Zamyatin’ in II. Dünya Savaşı’ nı ve değişimleri, Stalin’ i
görmemiş olmasına rağmen bir öngörüde bulunup totaliter rejimlerin nelere yol
açabileceğini sunmuş olmasıdır. Diğer yandan, Cesur Yeni Dünya’ ya ve 1984’ e
kaynaklık etmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Diğer ikisi, totaliter rejimleri
de görmüştür.
Distopyaların çıkış noktası, totaliter sistemlere bir eleştiridir. Bu yüzden,
metinler baskı rejimlerinin eleştirisi üzerinden şekillenmektedir. Distopyalarda, öne
çıkan unsurlar bürokrasi ve teknolojik gelişmedir. Bürokrasi, insanları denetim ve
baskı altına almak için gerekli yöntem ve aygıtları sağlamaktadır. Distopyalarda bu
durum, bürokrasinin insanların boş zamanlarını nasıl geçireceklerine, kimlerle ilişki
kuracağına, nasıl yaşayacağına karar vermesi şeklinde kurgulanmıştır. 56
George Orwell bile, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' te, O' Brien' in Winston' a
uyguladığı şiddetle ona sistemin doğrularını kabul ettirmeye çalıştığı bölümde, bir
anlamda Distopya' yı tanımlamıştır; “Nasıl bir dünya yaratmaya çalıştığımızı anlıyor
musun? Yaşamın amacını zevk kabul eden aptal ütopyacıların tam tersi bir yer...
Korkunun, acının, işkencenin dünyası. Kendini geliştirdikçe daha da acımasızlaşan
bir yer...”57
Teknoloji, distopyalarda çok önemli bir unsurdur. Bu metinlerde, teknoloji,
kitlelerin yönlendirilmesi, kitlelerin denetim altında tutulması, bağımlı insan tipleri
yaratılması, kişilerin yirmi dört saat izlenmesi gibi amaçlar için kullanılmaktadır.
Distopyalar' ı Aydınlanma düşüncesinin hicivsel bir (eleştirel)ifadesi olarak
değerlendirmek mümkündür. Çünkü, akıl, bilim ve teknik, egemen gücün birer aracı
haline gelmiştir, her şeyden acı olan da, tikellerin tümele bilinçsizce ama büyük bir
55 Yevgeni Zamyatin, Biz, Çev. Füsun Tülek, 2. bs., Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1996, s. 11. 56 Sertan Bozkurt, “Karşı-ütopya ve Postmodern Savaş”, Radikal, 10.05.2008, (Çevrimiçi) http://www.radikal.com.tr/ek_haber.phpek=r2&haberno=2146 4 Haziran 2008. 57 George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Çev. Nuran Akgören, 6. bs., Đstanbul,Can Yayınları, 2004, s. 216.
33
istek ve gururla olan bağlılığıdır. Đşte bu yüzden, Distopyalar modern devleti çok iyi
temsil etmektedir.
2.3. Klasik Distopya Örnekleri
Bu bölümde, klasikleşmiş distopya örnekleri yayınlanma yıllarına göre sırası
ile ele alınmaktadır. Öncelikle 1924' te yayınlanan Yevgeni Zamyatin' in “Biz” adlı
romanı, daha sonra Aldous Huxley' in 1932' de yayınlanan “Cesur Yeni Dünya” adlı
romanı, son olarak da 1949' da yayınlanan George Orwell' in “Bin Dokuz Yüz
Seksen Dört” adlı romanı, Distopya kavramının anlaşılabilmesi açısından özet bir
şekilde anlatılmaya çalışılmıştır.
Yirminci yüzyıldan itibaren Distopya olarak tanımlanacak birçok roman
yazılmıştır ancak, çalışmanın kapsamının daraltılabilmesi açısından, bu alanda birer
kült haline gelmiş bu eserler ele alınmaktadır.
2.3.1. Biz57
Zamyatin Biz adlı romanını, Tek Devlet' te yaşayan D-503' ün tuttuğu
günlükler üzerinden kurmaktadır. D-503 önemli bir matematikçidir, aynı zamanda
tüm gezegenleri aklın boyunduruğu altına ve Tek Devlet' in egemenliği altına almayı
sağlayacak olan cam Đntegral' in de yapımcısıdır. Günlüğü, Tek Devlet' in
matematiksel mükemmelliğini anlatmak üzere yazmaktadır ve Đntegral' in yapımı
tamamlandıktan sonra diğer gezegenlere ulaştırmayı planlamaktadır. Tek Devlet,
kentle köy arasında yaşanan Đki Yüz Yıl Savaşları' ndan sonra, dünya nüfusunun sağ
kalan onda ikisi tarafından kurulmuştur.
Müzik Üretim Evi ' nde her zaman Tek Devlet Marşı çalmaktadır. Herkes,
Tek Devlet' in verdiği üzerlerinde kendi sayılarının yazdığı altın kolyeler
takmaktadır. Sokaklar, düzgün, değişmez cam kaldırımlar ve saydam evlerden
oluşmaktadır. Saydam evlerde herkes birbirinin ne yaptığını görebilmektedir.
Evlerdeki perdeler yalnızca Cinsel Birleşme Günü' nde çekilmektedir. Bu günlerde,
57 Yevgeni Zamyatin, Biz, Çev. Füsun Tülek, 2. bs., Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1996.
34
pembe bir kupon, evin girişindeki görevliye verilip perdeleri çekme belgesi alınır, bu
hak yalnızca o günlerde tanınmaktadır çünkü kimsenin gizleyecek bir şeyi yoktur.
Bilimsel bir ahlak sisteminin ancak çocuk ıslahı ve cinsel yaşamın kontrol
edilmesiyle mümkün olabileceği düşünülmektedir.
Şehir yeşil bir duvarla çevrilidir ve onun ötesindeki vahşi ormana
geçilememektedir. Yaşam, Zaman Tablosu ile belirlenmiştir böylece milyonlarca
kişi aynı anda hareket ederek tek bir bedenmiş gibi davranır ve bu onlara mutluluk
vermektedir. Aynı anda bir zil ile uyanırlar, aynı anda kahvaltı edip, aynı anda evden
çıkarlar. Saat akşam dört ve beş ile dokuz ile on arası Zaman Tablosu tarafından
Ki şisel Saat olarak belirlenmiştir. Saat yirmi iki otuzdan sonra ise sokakta bulunmak
yasaktır. Tüm düzen matematik kuralları üzerinden sağlanmıştır ve bu sistem mutlak
mutluluğu getirmiştir.
Küp Meydanı' nda zaman zaman adalet törenleri yapılır, bu törenlerde
sisteme uymayan kişiler idam edilerek, Velinimet' e kurban verilir. Velinimet' in
yönettiği törende, suçlu, Tek Devlet için yazılan şiirler eşliğinde Velinimet' in
Makinesi' yle öldürülür. Bu bir anlık sıradan bir işlemdir; ikiye katlanan beden
kimyasal bir su birikintisine dönüştürülür. Töreni tüm sayılar izler ve böylece, Tek
Devlet' in sağladığı mutlak mutluluk koruma altına alınmış olur. Operasyon
Bölümü' nde ise, insanları Velinimet denetimindeki Gaz Odası' na kapatarak Tek
Devlet' in güvenliği sağlanmaktadır.
Bir gün E-330 (D-503' ün kişisel saatinde tanıştığı ve çok etkilendiği bir sayı)
D-503' ü arar ve Antik Ev' e gitmeyi teklif eder. Oraya gittiklerinde yaşlı bir kadın
kapıdadır. E-330 ile D-530 içeri girerler ancak D-530 hâlâ neden burada olduğunu
anlamamıştır. E-330 ona evi gösterir ve bu geçmişten kalma abes apartman, D-530' a
Tek devletin matematiksel düzeniyle kıyaslanamayacak kadar karmaşık gelir. Kişisel
saat dolduğunda E-330 gitmesini istemez ve isterse onun için Tıp Merkezi' nde
tanıdığı doktordan rapor alabileceğini söyler. Ancak tüm yaşananlar D-530' a saçma
gelir ve onu Koruyucular Bürosu ' a rapor etmeye karar verir. Fakat bir türlü rapor
edemez ve o günden sonra kafasında soru işaretleri oluşmaya başlar.
35
Gece, D-503 yaşadıkları olayla ilgili bir rüya görür, oysa rüya görmek bir
hastalık sayılmaktadır bu yüzden en kısa zamanda bir doktora gitmesi gerektiğini
düşünür. Akşam kişisel saatte eski arkadaşı R-13( integral ve Tek Devlet için şiirler
yazan bir şair) ve O-90 (daha önce D-503 ile şimdi ise R-13 ile Cinsel Birleşme
Günü için kayıtlı olan sayı) ile karşılaşır. Đçindeki tuhaf duygu yüzünden yalnız
kalmak istememektedir bu yüzden onlarla birlikte gitmeyi kabul eder.
D-503, her zamanki gibi yoklama verip Đntegral sitesine girer, kendisine E-
330' dan bir mektup gelmiştir, D-503' ü odasına davet etmektedir. Kişisel saatinde E-
330' a gider ve kuponu kullanır. Onu kırk sekiz saat içinde Koruyucular Bürosu' na
bildirmediği için artık kozlar E-330' un elindedir. E-330 nikotin ve alkol gibi yasak
maddeler ikram eder ve D-503 onun cazibesine kapılarak bu maddeleri kullanır. O
gece uyuyamaz, ancak geceleri uyumamak da ceza gerektiren bir suç olduğundan,
kendini daha da kötü hissetmeye başlar, Tek Devlet' e ihanet ediyor olmanın vicdan
azabını duyar. Daha sonra arkadaşı R-13 ile konuştuğunda, onun da daha önce E-330'
la birlikte olduğunu öğrenir.
D-503, şiirin gücünü ve okulda öğretilen Matematiksel Đlkeler' i hatırlar ve o
mısralar olmasaydı ve şiir toplumun hizmetine sunulmuş olmasaydı, bu düzeni bu
kadar sevebilip sevemeyeceğini düşünür. Velinimet' in Makinesi' nin gücünü ve idam
esnasında çalan Tek Devlet Marşı' nın heybetini düşünür.
Ertesi gün E-330 yine arar ve tehditkar bir şekilde iki dakika içinde köşede
olmasını söyler. Buluşurlar, artık işe geç kalmıştır ve vicdan azbıyla birlikte E-330'
un yanında olmanın zevkini bir arada yaşar. Tıp Merkezi' ne giderler, E- 330 ikisi
için de hasta oldukları için işe devam edemeyeceklerine ilişkin birer yazı alır. D-503,
bir an kendisini Velinimet' in idam makinesinde hayal eder çünkü Tek Devlet' ten
çalışma saatlerini çaldığını düşünmektedir.
E-330 onu tekrar Antik eve götürür, D-503 yine onun cazibesine kapılır ama
içinde büyük bir korku vardır. D-503, tekrar işe gittiğinde, önceki gün hasta olup
gelmediğinde, sayısı olmayan bir adamın Đntegral binasına girdiğini ve yakalandığını
öğrenir.
36
Bir gün E-330 Cinsel Birleşme Günü' nde, D-503 ile kayıtlıdır, ancak gelmez.
D-503 çılgına döner ve onun evine gider, evde yoktur. Kişisel saat dolmasına rağmen
hâlâ sokaktadır ve artık her şeyin bittiği ana geldiğini anlar ve Operasyon Bölümü' ne
götürüleceğini düşünmeye başlar. Ancak, S ( Daha önce E-330' un yanında görmüş
olduğu Operasyon Görevlisi) onu alıp Tıp Merkezi' ne götürür. Daha önce E-330' la
birlikte hasta raporu aldıkları doktor oradadır. Doktor ona içinde bir ruh oluştuğunu
ve bunun çok tehlikeli olduğunu anlatır. D-503' e düş gücünü yok etme ameliyatını
uygulamak isterler ancak, Đntegral' in mühendisi olduğundan yapılmaması
gerektiğine karar verirler ve onu tanıyan doktor, onu gizlice salacağını ve tanıdığı
başka birinde de bu hastalığın olduğunu ima eder. Ve ona yarından itibaren yürüyüş
yapmasını, hatta Antik Ev' e doğru bir yürüyüş yapmasını önerir.
Ertesi gün D-503 bunun bir işaret olduğunu düşünerek Antik Ev' e gider,
ancak E-330 orada değildir. Daha sonra S' yi görür ve saklanır, bir koridorda
yürümeye başlar, önce doktoru sonra da E-330' u görür. E-330' u görmek onu
rahatlatmıştır. E-330, bir randevu verir ve gider.
E-330 randevuya gelmek yerine kuponuyla birlikte bir mektup yolar. sanki
oradaymışçasına perdeleri çekmesini söylemektedir. E-330, bunu daha sonra
tekrarlar. En sonunda gelir ve D-503' ün kafası daha da karışır çünkü bilinmeyen bir
sürü soru bırakmıştır. D-503' e neler olup bittiğini öğrenip öğrenmek istemediğini
sorar ve o da öğrenmek istediğini söyler. Bu arada, Đntegral' i sorması da D-503' ün
kafasını karıştırmıştır.
Birlik Günü gelir, yine her sene olduğu gibi herkes Velinimet' e oy vererek
başkan olarak onu seçecektir. Bu mutlak mutluluğun en önemli anahtarıdır. Açık bir
oylama sistemi vardır ve herkes oyunu Velinimet' e verir. Ancak bu sefer, binlerce el
Velinimet' e karşı kalkmaktadır ve bunlardan biri de E-330' un elidir. D-503 bunu
görür ve dehşete düşer, bir yandan Koruyucular da sağa sola koşturmaktadır.
Bu bir devrim yaratmıştır, E-330 ile D-503 buluşur, D-503 şaşkındır ama E-
330' a olan aşkı ona her şeyi yaptırabilecektir. Tek Devlet Gazetesi, her şeyin
normale bindiğini, en kısa zamanda bir devlet operasyonuyla mutluluk düşmanlarının
ortadan kaldırılacağını yazmaktadır.
37
D-503 Đntegral binasına giderken her yerde üzerinde Mephi yazan beyaz
kağıtların asılı olduğunu görür. D-503, çok korkmakta, sonunun geldiğini
düşünmekte ama yine de Antik Ev' e gitmekten kendisini alamamaktadır. Oraya
gittiğinde E-330' u görür, birlikte koşarak bir koridordan geçerler ve artık Yeşil
Duvar' ın ardında, o vahşi ve düzensiz taraftadırlar. Ormanın içinde bir süre
ilerledikten sonra yeşil bir çayıra gelirler, ve orada üç yüz dört yüz kişilik bir insan
kalabalığı vardır. Oradakiler, Yeşil Duvarlar' ı yıkmakla ilgili slogan atmakta,
“Kahrolsun Đntegral” demektedirler. E-330, Đntegral' in yapımcısının orada olduğunu
söyleyince D-503 kucaklarda taşınır. Ancak D-503' ün içinde denetçi S' nin orada
olduğuna dair bir şüphe vardır.
Sonraki gün E-330, D-503' ün evine gider ve duvarın arkasındaki hayatı
anlatır, Đki Yüz Yıl Savaşları' nda zorla mutlu edilmek üzere duvarın diğer tarafına
geçirilememiş insanların oradaki yaşamından bahseder. Kendilerini Mephi diye
çağırmaktadırlar. Daha sonra, her zaman E-330' un mektuplarını getiren çocuk içeri
girer ve denetçi S' nin geldiğini haber verir. E-330 odadan çıkar, D-503 ise korku
içindedir. Ancak onun Đntegral' in yapımcısı olduğunu öğrenince odadan ayrılırlar.
D-503 Antik Ev' e giderken O-90' ı görür. O-90 kendisinden hamile olduğunu
söyler, ancak bu Tek Devlet' te bir suçtur. D-503, çocuğunu ancak diğer tarafta
büyütebileceğini söyler, ancak 0-90 orada E-330 olduğu için bunu reddeder.
Antik Ev' de E-330, Đntegral' in uçuş denemesi yapılacağı gün orayı ele
geçirecekleri planını açıklar. D-503 her şeyi kendi eliyle mahvedecek olmanın
üzüntüsü içersindedir, bir kaçış yolu arar ancak bulamaz. Tek Devlet gazetesinde
yayınlanan bilimin son buluşu olan düş gücünü yok etme tedavisinin sonunda
uygulamaya hazır olduğunu okur ve biraz rahatlar, bunun kendisi için bir kaçış
noktası olabileceğini düşünür. Ancak, E-330' la konuştuğunda düşünceleri yine
değişecektir.
Diğer yandan şehirde, büyük bir operasyon gerçekleştirilmi ştir, bütün
mutluluk düşmanları toplatılmıştır. O-90' da D-503' ün çocuğunu taşıyor olduğu için
böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır ve sonunda E-330' un yanına gitmeyi kabul eder.
38
D-503 devamlı S tarafından takip edildiğini hissetmektedir. Bir yandan da Tek
Devlet gazetesi suçluları rapor etmeyen sayılara tehditler savurmaktadır.
Sonunda Đntegral' in havalanacağı gün gelir. D-503 gergindir, nereye
uçacağını bilmemektedir. Havalanırlar, ve içerde yaşanan karmaşadan sonra D-503'
ün de işin içinde olduğu anlaşılır. D-503 bundan U' yu (Yoklama alan kapı görevlisi)
sorumlu tutmaktadır çünkü, odasındaki masadaki not defterini o görmüştür. Ertesi
gün sokaklarda bir kaos ortamı vardır, iş yerleri ve trenler çalışmamaktadır. Odasına
döndüğünde telefon çalar, Velinimet kendisini çağırmaktadır.
D-503, Velinimet' in yanına gider. Velinimet ona eskilerin Cennet düşünü ve
mutluluğu Tek Devlet' in nasıl da gerçekleştirdiğini anlatır. Daha sonra, o vahşi
bölgede yaşayanların onu yalnızca Đntegral' in yapımcısı olduğu için istediklerini
vurgular. D-503 hüsrana uğramıştır, oradan kaçarak uzaklaşır, meydanda bir kaos
vardır, yeşil duvar yıkılmıştır ve D-503, E-330' u görmek için can atmaktadır. Onun
odasına koşar, ama yerinde yoktur.
Odasına döndüğünde E-330 orada oturmaktadır ve tüm gerçekler ortaya çıkar.
O umutsuzlukla D-503, Koruyucular Bürosu' na gidip her şeyi anlatmayı düşünür.
Orada, S' ye her şeyi anlatmaya başlar ama o zaten her şeyi bilmektedir.
D-503 son satırlarını yazarken, mutludur çünkü düş gücünü yok etme
ameliyatı olmuştur ve daha önce yazdığı satırlar ona gülünç gelmektedir. Cam gaz
odasının önünde Velinimet' le birlikte oturmuş, sayılara yapılan işkenceyi
izlemektedirler. E-330 da bunların arasındadır ancak konuşmamakta ısrarlıdır. Ertesi
gün aynı kişiler Velinimet' in Makinesi' nin basamaklarını çıkıyor olacaktır. D-503
bu davayı kazanacak olmanın mutluluğu içinde satırlarını bitirir.
2.3.2. Cesur Yeni Dünya58
Cesur Yani Dünya' da mekan Londra, tarih F.S. (Ford' dan Sonra) 632' dir.
Hikâye, bir grup öğrencinin Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi
(KŞM)' ne yaptıkları eğitim gezisi ile başlar. Burası otuz dört katlı bir binadır ve
üzerinde Dünya Devleti' nin sloganı “Cemaat, Özdeşlik, Đstikrar” yazılıdır.
58 Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, 2. bs. Đstanbul, Đthaki Yayınları, 2000.
39
KŞM müdürü meraklı öğrencilere kuluçka sistemiyle, nasıl tek yumurtada
doksan altı embriyo yetiştirilebildiğini ve birbirinin aynı 96 insan yaratılabildiğinden
bahseder, bu işleme Bokanovski Đşlemi denmektedir. Bu işlem toplumsal istikrarın
en önemli araçlarından biri olarak görülmektedir ve amaç nüfusu sabitleştirmektir.
Bokanovski Đşlemi' nin doğa üzerinde sağlanmış muazzam bir ilerleme olduğu
düşünülmektedir.
Embriyolar, bir bandın üzerinde ilerletilerek çeşitli i şlemlerden geçirilir, isim
ve kimlik bilgileri kazandırılır daha sonra Sosyal Belirleme Odası' na doğru
yollanır. Sonraki aşamada ışığın içeri sızması engellenmiş Embriyo Deposu' na
gönderilirler. Sonuçta bu embriyolardan, erkek (T), dişi (O) ve kısır (?) bireyler elde
edilmektedir. Kadınların %70' i kısırlaştırılmaktadır çünkü denetimsiz doğumlara
engel olmak istemektedirler.
Nüfus planlaması çok önemlidir ve anadan doğumun engellenebilmesi için,
hipnopedya ve yapılan Malthus alıştırmaları ile kadınların doğum kontrol
önlemlerini alarak yönetmeliğe sadık kalmaları sağlanmaktadır. Zaten en önemli
yöntem de (nüfusu sabitlemek ve istikrarı sağlamak adına) Bokanovski işlemi ile
gerçekleştirilen harici doğumlardır.
Sonraki aşama ise, yazgılarının belirlenmesidir. Embriyolara, ne kadar alt
sınıfa ait olması isteniyorsa o kadar az oksijen verilir, böylece en alt sınıf olan
Epsilon (siyah giyerler ve en aptallarıdır), Delta (haki giyerler), Gama (yeşil
giyerler), Beta (dut rengi giyerler) ve Alfa (gri giyerler ve en zekileridir)' lar
dünyaya getirilir. Đlerde yapacakları iş bellidir ve bu işlere göre yetenekler daha
embriyo halindeyken çeşitli yöntemlerle onlara kazandırılır. Diğer bir önemli nokta
da insanlara bu kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmektir. “Yapmak zorunda
olduğun şeyi sevmek mutluluk ve erdemin sırrıdır”.
Pavlovcu Şartlandırma Odaları' nda, bebeklere ait oldukları sınıflara göre
şartlandırmalar uygulanmaktadır. Örneğin haki renkli kıyafetler içindeki Delta
bebeklerine kitaplardan ve doğadan nefret etmeleri için kitaplar ve çiçekler gösterilip
aynı zamanda elektrik şoku verilmekte böylece bebeklerin içgüdüsel bir şekilde
40
gelecekte kitaplardan uzak durmaları sağlanmaktadır. Aynı tip şartlandırmalar,
insanları tüketime yönlendirmek gibi amaçlar için de uygulanmaktadır.
KŞM' de uygulanan önemli tekniklerden biri de uykuda öğretme yöntemi yani
hipnopeyadır. Bebeklere, hoparlörden periyodik olarak aynı dersler tekrarlatılarak
öğrenmeleri sağlanmaktadır. Bu derslerde kendi sınıfları ve diğer sınıflar arasındaki
farklar öğretilir ve bu şekilde sosyalleştirilmeye çalışılırlar. Hipnopeya ile
öğretilenler, bireyler yetişkin olduklarında bile zihinlerinde varolmaya devam eder
ve bu bilgiler “Devlet' in öğretileri” dir.
Bu devlette tüketimi arttırmaya katkısı olmayan hiçbir oyuna izin
verilmemektedir çünkü çarklar devamlı dönmeli ve üretim devam etmelidir. Böylece
istikrarın devamlılığı sağlanacaktır, aksi halde yeryüzündeki iki milyar insan hayatını
sürdüremez hale gelecektir. Bu çarkların dönmesi için ise, onların bakımını yapan,
akıllı, itaatkar, mutlu ve istikrarlı bireylere ihtiyaç vardır.
Günün belli saatlerinde bedensiz sesler, hoparlör ağızlardan, insanlara
yapacakları görevleri tekrarlamaktadır, her davranış saati saatine yapılamaktadır ve
vardiya sistemi uygulanmaktadır.
Müdür yardımcısı çocukları gezdirmeye devam ederken Denetçi Mustafa
Mond ile karşılaşırlar. Mustafa Mond, on dünya denetçisinden biridir ve sistemde
çok önemli bir yeri vardır. Mustafa Mond, Ford Hazretleri' nin önemli deyişi “Tarih
saçmalıktır” hatırlattıktan sonra çocuklara biraz tarihten bahsetmeye başlar.
Geçmişteki aile yaşantısından ve bunun duygusal taraflarından bahseder. Aynı evin
içinde birçok kişinin kötü koşullar altında yaşıyor olmasından bahseder. Bu esnada
çocuklar onu tiksintiyle dinler, çünkü hepsi zamanında bu tip ilişkilerin yanlış olduğu
şeklinde şartlandırılmıştır.
Mustafa Mond aileyi tekeşlili ği, romantizmi ve özel hayatı yermeye devam
eder ve hipnopedik atasözü “Herkes herkese aittir” i hatırlatır. Mustafa Mond, aile
ili şkilerini modernlik öncesi olarak nitelendirmektedir ve o dönemde istikrar
olmadığından bahseder, istikrar olmayınca uygarlık olmayacağını, bireysel istikrar
olmadan da toplumsal istikrar olmayacağını vurgular.
41
Aile hayatının tehlikelerini ortaya ilk koyan Ford' dur ve ilginç bir şekilde
Ford psikolojik konulardan bahsettiğinde kendisini Freud olarak adlandırmaktadır.
Mustafa Mond tüm bu bilgileri verdikten sonra, çocuklara duygularından
arındırılabildikleri için şanslı olduklarını söyler ve geçmişten, liberalizmden,
parlamentodan, öznenin özgürlüğünden-yani verimsiz ve sefil kalma özgürlüğünden-
, demokrasiden ve kast sisteminden bahseder.
Mustafa Mond geçmişteki Tüketim Seferberliği' ni anlatır. Bu seferberliğin
sebebi, dev ölçekte bir vicdani reddedişe engel olmaktır. Mustafa Mond insanlar
kitap okursa fazla bir şey tüketilmeyeceğini söyler. Bu yüzden seferberlik
döneminde, Golders Green' de sekiz yüz tane Basit Yaşam Savunucusu, makineli
tüfeklerle biçilmiştir. Britanya Müzesi katliamında ise iki bin kültür hayranı
zehirlenerek öldürülmüştür. Ancak, denetçiler güç kullanmanın işe yaramayacağını
anladıklarında Pavlovcu şartlandırma ve hipnopedya yöntemlerine başvurmaya
başlamıştır.
Pfitzner ve Kawaguchi' nin buluşlarıyla canlı anadan doğumla üremeye
karşı yoğun bir propaganda başlatılmıştır; müzeler kapatılmış, tarihi anıtlar havaya
uçurulmuş, F.S. 150' den önce yayınlanmış tüm kitaplar yasaklanmıştır. Tüm bu
gelişmeler bilimsel bir eğitimin avantajlarıdır.
Ford' un piyasaya sürdüğü ilk T modeli haçların üstleri kesilerek elde
edilmiştir ve böylece Dünya Devleti ilan edilmiştir. Artık Ford Günü Bayramları,
Cemaat Đlahileri ve Dayanışma Ayinleri vardır.
F. S 178' de iki bin eczacı ve biyo-kimyager maaşa bağlanmış ve mükemmel
bir uyuşturucu olan soma üretilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlık ve alkolün bütün
avantajlarına sahip ama yan etkilerini taşımayan, hipnopedik deyişle “bir
santimetrekübü bin musibet savuşturan” soma... Đnsanlar yaşlılıklarında bile
çalışmaya devam etmektedir böylece düşünmeye vakitleri kalmamakta. Eğer boş
vakitleri kalırsa da soma yardıma koşmaktadır.
Yüksek katlı evlerin çatıları düzdür ve ulaşım için kullanılan helikopterler
evlerin çatılarına inmektedir. Şehrin merkezinde Charing-T Kulesi (yazar burada
42
Londra' daki “Charing Cross” yani haca atıf yapmaktadır) bulunmaktadır. Đlahievinin
saati “Big Henry” yine Londra' daki “Big Ben”e bir atıftır.
Fleet Caddesi' nde altmış katlı bir binada, Propaganda Büroları
(Televizyonla Propaganda, Duygusal Görüntülerle Propaganda, Sentetik Ses ve
Müzikle Propaganda Büroları), Duygu Mühendisliği Üniversitesi ve üç büyük
Londra gazetesinin (üst sınıf için Saatbaşı Radyosu, soluk yeşil Gama Gazetesi ve
haki kağıt üzerine tek heceli kelimelerden oluşan Delta Günlüğü) matbaaları ve
ofisleri bulunmaktadır. Diğer yandan Ses Bantı yazarlarıyla Sentetik Besteciler' in
hassas işlerini yürüttükleri araştırma laboratuarları ve yalıtılmış odalar
bulunmaktadır.
Batı' da Burnham Beeches ormanı uzanmaktadır. Kuzeyde Đç ve Dış Salgılar
Fabrikası aşağısında da Golf Kulübü' nün binaları yer almaktadır. Alt sınıflara ait
dev barakalar ve bir ayırma duvarının diğer tarafında da Alfa ve Betalar' a tahsis
edilmiş daha küçük evler yer almaktadır. Alt sınıfların tek raylı bir istasyonu vardır.
Güneydoğu tarafında Slough Krematoryumu yer almaktadır, burası en önemli
kilometre taşlarından biridir çünkü burada yakılan cesetlerden fosfor elde
edilmektedir. Yani insanlar öldükten sonra bile topluma faydalı olmaya devam
etmektedir.
Westminster Manastırı Kabaresi' nde dinlenen müzikler sentetik müzik
olarak adlandırılmakta, renk orgu ve seksofon adlı müzik aletleri kullanılmaktadır.
Burada insanlar soma içerek müzik ve kokuların da etkisiyle kendilerinden
geçmektedir.
Psikoloji bürosunda çalışan Bernard Marx bir alfa artıdır. Diğer alfalardan
daha kısa boylu ve çelimsiz olmasının yanı sıra, diğerlerinin aksine yalnız vakit
geçirmeyi (sisteme aykırı bir durum, çünkü herkes herkes içindir ve kişilerin yalnız
kalıp düşünmeleri istenmemektedir) sevmektedir. Bernard diğerleri gibi soma
içmekten de hoşlanmaz çünkü kendisi gibi olmak (bu da sisteme aykırıdır çünkü her
şey toplum içindir) ister. Diğerleri gibi engelli golf oynamaktan da hoşlanmaz.
Bernard' ın diğer alfalardan farklı görünüşü de zaman zaman kendisini dışlanmış
43
hissetmesine böylece de yabancılık ve yalnızlık duygusu yaşamasına sebep
olmaktadır.
Lenina Crowne, güzel bir gama kadınıdır birçok erkekle birlikte olmuştur
ancak dört aydır tek bir erkekle çıkmaktadır ( sistemde herkes farklı farklı insanlarla
çıkmak zorundadır, bağlanmak ve duygusal ilişkiler hoş karşılanmaz).
Helmholtz Watson bir alfa artı olmakla beraber çok yakışıklı ve başarılıdır.
Duygu Mühendisliği Üniversitesi' nde ders vermekte, Saatbaşı Radyosu' nda
yazmakta ve duyusal film senaryoları yazmaktadır. Aynı zamanda slogan ve
hipnopedik tekerlemeler konusunda uzman olan Helmholtz, Bernard' ın (Bernard
zaman zaman onu kıskansa da) en yakın dostudur. Helmhotz' daki zihinsel aşırılık ve
yetenek onda, Bernard' ınkine benzer bir mutsuzluk ve yalnızlaşma yaratmıştır.
Bernard Lenina' ya New Mexico Vahşi ayrıbölgesine gitmeyi teklif eder.
Bernard bir alfa artı olduğundan ayrıbölgeye çıkabilme izni vardır. Ancak, Bernard
izin kağıdını müdüre imzalatmaya götürdüğünde müdür önce yıllar önce kendisinin
de bir ayrıbölgeye gittiğini ve orada sevgilisini kaybettiğini bu yüzden orada çok
dikkatli olmak gerektiğini anlatır. Daha sonra da onun çalışma zamanları dışındaki
davranışları hakkında hoş olmayan raporlar aldığını, çalışanların, özellikle de en üst
sınıftan olanların, kesinlikle şüpheden arınmış olmaları gerektiğini belirtir ve onu bir
alt merkeze -Đzlanda' ya- transfer etmekle tehdit eder.
Bernard ayrıbölge yolculuğunda arkadaşı Helmholtz' u aradığında, kendisinin
yerine başka birini aradıklarını öğrenir ve çok üzülür. Oysa, müdür onu Đzlanda' ya
yollayacağından bahsederken kendisini büyük hissedip müdüre karşı meydan
okuyuşu onu güçlü hissettirmiştir. Şimdi ise bunun gerçekleşebileceği durumu onu
sarsmıştır.
Bernard ve Lenina uçak ile uygarlığı vahşi yaşamdan ayıran sınırı geçerler ve
birçok egzotik yerin üzerinden uçtuktan sonra bir kızılderili köyü Malpais (Đngilizce'
de alt tabakası bazalt lavlarından oluşmuş kötü yer anlamına gelir)' e ulaşırlar. Gama
görevli onları vahşi bölge ile ilgili uyardıktan ve rehberleri genç vahşiyi tanıttıktan
sonra uçağa binip geri döner. Genç vahşi onları köye götürür. Yol boyunca Lenina
44
tedirgin ve hoşnutsuzdur. Pis sokaklar, yaşlanmış insanlar, çocuklarını emziren
kadınlar, bunların hepsi Lenina' yı iyice hoşnutsuz kılar, üstelik soması da yanında
değildir.
Rehberleri genç vahşi onları köy meydanına götürür, burada yapılan ritmik
müzik Lenina' yı biraz rahatlatır çünkü bunu Dayanışma Ayinleri' ndeki müziğe
benzetir. Daha sonra müziğin şiddeti artar, kadınların getirdiği yılanlar yere bırakılır
ve ortada bir kartal resmi ile çarmıha çivilenmiş bir adam resmi belirir. Daha sonra
on sekiz yaşlarında bir çocuk yürümeye ve tur atmaya başlar bu sırada çakal maskeli
bir adam çocuğu kamçılar, yedi turun sonunda çocuk kanlar içinde yere yığılır. Yaşlı
kızıl derili beyaz bir tüyü çocuğun sırtına dokundurur ve kızıl olan tüyü havaya
kaldırıp yılanların üzerine doğru tutar. Birkaç damla kan damlattıktan sonra müzik
tekrar aynı şiddetiyle devam eder.
Lenina, bu olayı korkunç bulur ve ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başlar.
Bu sırada, kızılderili giysileri içinde bronzlaşmış beyaz tenli açık renk saçlı bir
yabancı gelir yanlarına ve bozuk bir Đngilizce' yle merhaba der. Çocuk Lenina' dan
hoşlanmıştır ve gözünü ondan kaçırarak konuşmaya devam eder, o meydanda
kendisinin kurban edilmesini istediğinden bahseder ancak teni yüzünden
kızılderililerin onu dışladığını söyler. Bernard ve Lenina onun bu istediğini
şaşkınlıkla karşıladıklarında, bunu köye yağmur ve bereket getirmek, Pookong ve
Đsa' yı memnun etmek için istediğini belirtir. Daha sonra çocuk kendisinden ve
annesinden bahsetmeye başlar. Annesi Linda ayrıbölgeye, sevgilisiyle birlikte, uygar
bölgeden tatil için gelmiştir. Bir gün tek başına yürürken kaybolmuştur, babası
Tomakin de uygar bölgeye geri dönüp onu burada bırakmıştır. Bernard hikâyeyi
dinledikçe bu kişinin KŞM müdürü Thomas olabileceği fikrine kapılır. Böylece John
da Malpais' te dünyaya gelmiştir.
Linda, Bernard ve Lenina' ya başından geçenleri anlatırken yıllar sonra uygar
insanlar görmenin heyecanı içindedir, Lenina kadının çirkinliğinden yaşlılığından ve
pis kokusundan tiksinerek onu dinlemektedir. Linda Dölleme Odası' nda çalışan bir
Beta olduğunu bu yüzden buraya alışmanın çok zor olduğunu ve kürtaj yaptırma
şansı olmadığı için de John' u doğurmak zorunda kaldığını anlatır. Ve buradaki
45
insanların deliliklerine soma olmadan katlanmanın ne kadar zor olduğundan
bahseder. Bir Beta olup da bildiği konular sınırlı olunca, çocuğu soru sorduğunda
ona yanıt verememenin ne kadar üzücü olduğunu söyler.
John Bernard' a hatırladığı kadarıyla çocukluğunu, burada nasıl dışlandığını
ve geçmişini anlatır. Bernard, kendisi de bu tip bir yalnızlık çektiğinden John' u
dinlerken duygusallaşır. John, bir gün bir kızılderilinin Shakespeare' in kitabını
Linda' ya getirişinden ve onu okuduğunda anlamasa bile oradaki sözcüklerden nasıl
büyülendiğinden, kızılderililer onu dışladığı için kendi kendine dağa çıkıp tanrıyı
arayışından bahseder. Bernard, bu vahşinin KŞM müdürünün oğlu olduğunu
anladığı için gizli bir plan peşine düşer ve John' a Londra' ya gelmek isteyip
istemeyeceğini sorar. John içinse bu bir mucizedir çünkü yıllardır annesinden
dinlediği kadarıyla orası mükemmel ve mutluluğun olduğu bir yerdir. O coşkuyla
Miranda' nın Shakespeare' in Fırtına adlı oyununda söylediği sözü tekrarlar “Hey
cesur yeni dünya”...
Ertesi gün Bernard acil bir şekilde çeşitli merkezlere uçarak John ve Linda'
nın Londra' ya götürülebilmesi için izinleri çıkarmaya çalışır. Mustafa Mond' a genç
vahşinin bilimsel açıdan faydalı olacağını söyleyerek izni koparır. Birlikte Londra' ya
giderler. KŞM müdürü Bernard' ı çağırır ve herkesin içinde bir alt merkeze transfer
edileceğini söyler ve bunun olmaması için geçerli bir nedeni olup olmadığını sorar. O
sırada Bernard Linda ve John' u içeri çağırır. Linda, “Hatırlamıyor musun Tomakin”
diyerek müdürün boynuna sarılır. Herkes şaşkınlıkla izlemektedir, diğer yandan
John gelir ve “Babam benim!” der. Bu durum hem toplum için müstehcen hem
tiksindirici hem de ahlaki bir çarpıklıktır.
KŞM müdürü o günden sonra istifa eder ve bir daha o merkeze uğramaz.
Diğer yandan bunun bir şaka olduğunu düşünen bütün üst sınıf insanları o yaratığı
görmek için can atmaya başlarlar.
Lenina yaşadığı tecrübelerin de etkisiyle aldığı somaların dozunu arttırmıştır
ve artık neredeyse yataktan çıkamayacak bir hale gelmiştir Diğer yandan John' un
resmi velisi olan Bernard artık herkes tarafından saygı görmektedir ve eski
46
komplekslerinin yerini gurur ve özgüven almıştır. Bernard artık istediği kadınla
birlikte olabilmektedir ve bunu böbürlenerek anlatmaktadır. Arkadaşı Helmholtz bu
duruma üzülmektedir, Bernard ise bu üzüntüyü kıskanma olarak algılamaktadır.
Bernard' ın başarıdan başı dönmüştür ve sistemle uzlaşmaya başlamıştır. Herkes
nezaketten ona saygı göstermekte ancak sonunun çok da iyi olmadığını
düşünmektedir.
Bernard John' a uygar yaşamın öğretilmesini ister. Bir yandan da John' daki
gelişmeleri Mustafa Mond' a rapor etmektedir. Bernard John' a Elektrik Donanım
Şirketi' ni ve oradaki sistemi gösterir. Daha sonra Eton' daki Yüksek Okul' a
giderler. Burası üst sınıftan erkek ve kızlar için bir okuldur. Vahşi burada, Alfa-
Çifte-Artı' ların Göreliliğe Giriş dersini, Beta-Eksilerin Coğrafya dersini görür.
Coğrafya dersinde, ayrıbölgelerin elverişsiz iklim ya da jeolojik koşullar yüzünden
uygarlaştırmaya değmeyecek yerler olduğunu öğrenir. Ayrıbölgede ritüelleriyle ilgili
videolar gösterilirken çocuklar gülmektedir. Vahşi, neden güldüklerini anlamaz.
Daha sonra, Uykuda Eğitim Kontrol odasına giderler. Sonra, Slough Ölü
Yakma Merkezi' nden dönen çocukları görürler ve okul müdürü ölüme
şartlandırma dan bahsetmeye başlar; on sekiz aylıkken çocuklar Ölecek Hastalar
Hastanesine periyodik olarak götürülmekte, burada en iyi oyuncaklar ve çikolatalı
pudingler verilerek ölümü olağan bir olgu olarak kabul etmeleri sağlanmaktadır.
Bernard, Vahşi ile kazandığı şöhretini, evinde verdiği partilerle pekiştirmekte,
bütün üst sınıf ünlüleri evine toplamaktadır. Bir gün yine, Canterbury Büyük Cemaat
Đlahievi Baş Şarkıcısı, Eton' ın Baş Müdiresi, Ölü Yakma ve Fosfor Kazanımı
Müdürü gibi ünlü kişileri davet ettiği bir partide John onların içine çıkmak istemez
ve Bernard' ın şöhreti bir anda söner. Bernard yine eskisi gibi kendisini mutsuz ve
yalnız hissetmeye başlamıştır. Bu duyguyu tekrar ona yaşatan John' dan intikam
almak istemektedir. Diğer yandan gidebileceği tek kişi eski dostu Helmholtz' dur.
Helmholtz' un da başı beladadır çünkü Ahlaki Propaganda ve Reklamda
Şiir Kullanımı dersinde yapmaması gereken bir şey yapmıştır ve çocuklara kendi
yazmış olduğu ve yalnızlıkla ilgili bir şiiri okumuştur. Bunun üzerine kovulma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ancak her şeye rağmen Helmoltz mutludur çünkü
47
içinde varlığını hissettiği o gizli güce yaklaştığını ve artık yazabileceği bir şeyler
olduğunu fark eder.
Bernard son dönemde yaşamış olduğu tüm sorunları soma alarak yenmeye
çalışmaktadır. Bu sırada Helmoltz ile Vahşi' nin dostlukları ilerlemekte, Bernard ise
onları kıskanmaktadır. Helmoltz kendi yazdığı şiirleri okurken Vahşi de Shakespeare'
den bölümler okumaktadır. Helmoltz onun okuduğu şiirleri müthiş bir duygu
mühendisliği çalışması olarak değerlendirir, ancak en sonunda Vahşi, baba ve
anneden, bir sevgiliye ulaşamama gibi duygulardan bahsedince kendisini tutamaz ve
kahkahalarla gülmeye başlar. Tabi bu durum Vahşi' yi hayal kırıklığına uğratmıştır.
Çünkü Vahşi' nin Lenina' ya olan ilgisi bir aşka dönüşmüştür ve bu mısralar onun
için çok değerlidir.
Diğer yandan Lenina da Vahşi' ye ilgi duymaktadır ancak bu ilgi yalnızca
diğer erkeklere duyduğu tarzda bir ilgidir. Bir gün Lenina cesaretini toplayıp John ile
birlikte olmak üzere evine gider ancak Vahşi' nin kültüründe birbirlerine sonsuza
dek sadık kalma sözü vermeden ve evlenmeden birlikte olmak yoktur, bu yüzden onu
reddeder. Đkisi de umduğunu bulamadığı için üzgündür. Aynı esnada, Vahşi' ye bir
telefon gelir ve Linda' nın Ölecek Hastalar Hastanesi' nde olduğu söylenir.
Vahşi, hastaneye gider ve annesinin yanında oturup elini tutar. Geçmişi ve
annesinin öğrettiği tekerlemeleri anımsar, buranın bir iyilik ve güzellik cenneti
olduğunu anlatırdı annesi. Linda ölür ve John' un ölüme ağlaması hastanede tuhaf
karşılanır. John üzgün bir şekilde dışarı çıkar ve kalabalığın içine karışır.
Vardiyaları bitmiş Delta' lar istasyonda günlük soma haklarını almak için
beklemektedir. John bu tek tip insanları görünce bunun bir delilik olduğunu düşünür.
Linda' nın ömür boyu bir köle olarak yaşadığını anımsar, bu yüzden diğerlerini
özgürleştirmek istediğine karar verir. Kalabalığın içinde birden “Durun” diye
bağırır. Somanın bir zehir olduğunu anlatmaya çalışır, bedenleri gibi ruhlarını da
zehirlediğini söyler. Somaların dağıtımını yapan görevli Helmoltz' a ve Bernard' a
haber verir. Đkisi hemen hastanenin sokağına gelir.
Vahşi bir yandan somaları atarken bir yandan da insanlara onları
özgürleştireceğini bağırır, Deltalar bu şaşkınlıkla ona saldırırlar, neredeyse onu
48
öldüreceklerdir. Sonra polisler gelir ve sentetik müzik kutusu, soma buharı ve
aneztetikle doldurulmuş tabancalarla kalabalığı yatıştırmaya çalışır, bir yandan da
sentetik müzik kutusunda Đsyan Bastırma Konuşması' nın ses bandı çalmaktadır.
Banttaki yumuşak ses “Hepinizin mutlu olmasını isterim, beraber, huzur içinde,
lütfen, huzur ve barış içinde” diye şarkılar söylerken insanlar yatışır ve birbirleriyle
kucaklaşır.
Sonunda polis, John, Helmholtz ve Bernard' ı yakalayıp Denetçi' nin odasına
götürür. Burada Mustafa Mond ile Vahşi arasında uzun bir konuşma geçer. Mustafa
Mond, Vahşi' ye “Demek ki uygarlıktan hoşlanmadınız” der, “Evet” der John. Sonra
Mustafa Mond Shakespare' den bir mısra söylediğinde John şaşırır, burada kimsenin
bilmediğini düşündüğünü söyler. Mustafa Mond ise yasaklandığını ve bunları bilen
çok az insandan biri olduğunu söyler, yasaları kendisi koyduğu için de
çiğneyebileceğini ekler. John neden böyle muhteşem şeylerin yasaklandığını sorar ve
Mustafa Mond, insanların yeni şeyleri sevmesi gerektiğini, eskinin muhteşem bile
olsa işlerine yaramadığını, zaten insanların da bunlardan anlamayacağını söyler.
Đstikrarı sağlayabilmek için güzel sanatlardan vazgeçildiğini anlatır ve sonrasında
bilimin mükemmelliği ve makinenin atılımıyla nasıl bir sistem yaratıldığını
anlatmaya başlar.
Sadece Alfalar' dan oluşan bir toplumun sonunda istikrarsız ve sefil olacağını
çünkü hiç kimsenin Epsilonlar' ın işini yapmak istemeyeceğini örneklerle anlatır.
Optimum toplumun buzdağı örneğine göre kurulduğunu dokuzda sekizinin su
seviyesinin altında yer aldığını anlatır ve buradaki insanların bu şekilde yaşamaktan
mutlu olduklarını söyler.
Değişimin istikrar için bir tehdit unsuru olduğunu, güzel sanatlar gibi bilime
de temkinli yaklaşmak gerektiğini söyler. Helmholtz aldıkları eğitimin bilim
olduğunu düşündüğü için hüsrana uğramıştır. Mustafa Mond gerçek bilimin ne
olduğunu anlatır ve bir zamanlar kendisinin gerçek bir fizikçi olduğunu söyler.
Kaderinin onlar gibi bir adaya gönderilmek olacakken sayılı denetçilerden biri
olmayı tercih ettiğini söyler. Bernard bu noktada korkmaya ve kendisini adaya
göndermemesi için yalvarmaya, John ve Helmholtz' u suçlamaya başlar. Mustafa
49
Mond görevlileri çağırır ve Bernard' ı soma buharıyla uyutmalarını söyler. Oysa bu
ada, kendileri gibi farkındalık yaşamış alfaların gönderildiği bir adadır, yani bu bir
cezadan çok bir ödül olmaktadır.
Mustafa Mond bilim ile gelinen bu istikrarlı denge için, yine bilimin tehlike
oluşturduğunu bu yüzden de bilimin kapsamının sınırlandırılması gerektiğini
anlatmaya devam eder. Her şeyin seri üretimle başladığını böylece evrensel
mutluluğun çarkların sabit bir şekilde dönmesiyle sağlandığını anlatır.
Dokuz Yıl Savaşları' na kadar bilime izin verildiğini ancak bundan sonra,
insanların huzurlu bir yaşam uğruna her şeyden ödün verecek bir duruma geldiğini,
böylece bilimin kontrol edilmeye başlandığını, kendisinin de insanların mutluluğu
adına kendi gerçeklerinden vazgeçtiğini anlatır.
Daha sonra, Helmholtz' un hangi adaya gitmek istediğini sorar. Helmholtz,
daha iyi yazabilmek için kötü iklimli bir adayı tercih eder ve odadan çıkar.
Vahşi ve Mustafa Mond odada yalnız kalmıştır ve Mustafa Mond aynı şekilde
dinden de vazgeçtiğini söyler. Gizli bir kasadan “Kutsal Kitap”, “Đsa' nın Taklidi” ve
“Dinsel Deneyimin Türleri” isimli kitapları çıkarır. Vahşi, tanrıyı biliyorsa neden
insanlara anlatmadığını sorar. O da eski olduklarından olduğunu söyler. Din ve tanrı
üzerine yaptıkları konuşmadan sonra, Vahşi, Helmholtz ve Bernard ile birlikte adaya
gidip gidemeyeceğini sorar. Mustafa Mond, gidemeyeceğini burada kalıp deneyi
sürdürmesi gerektiğini söyler.
Vahşi çok üzgündür, ıssız bir yer bulup inzivaya çekilmek ister. Puttenham ve
Elstead arasındaki bir tepenin doruğundaki eski fenerin oraya geçer. Burada, uykusuz
geceler, tanrıya yakarış, hatalarının sorgulanması, kendini kırbaçlama gibi kızılderili
ritüellerini yerine getirip, tekrar yaşamaya hak kazanma çabasındadır. Kendine ait bir
yaşam kurar ve Dünya Devlet' in tüm nimetlerinden uzak durmaya çalışır. Ancak,
onun bu işkence dolu yaşantısı hem insanlara hem de medyaya çok iyi malzeme
vermiştir. Gözetlenir, hakkında filmler yapılır, turistik gezilerle her gün akın akın
insan gelip onun kendine yaptığı işkenceleri izler. Böyle bir günün sonunda, hem
soma buharı hem de sentetik müziğin etkisiyle herkes dinsel ayin ilahilerini
söylemeye ve birbirleriyle kucaklaşmaya başlar.
50
Vahşi uyandığında, önceki gün yaşananlar aklına gelir ve kötülüklerden ve
günahlardan arınmak için geldiği fenerde intihar eder.
2.3.3. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört59
Orwell' in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' ü, Okyanusya kentlerinin en yoğun
nüfuslu üçüncü kenti olan Londra' da 1984 yılında geçmektedir. Okyanusya ile
Avrasya arasında bir savaş mevcuttur ve şehirde haftada ortalama yirmi otuz bomba
patlamaktadır. Evler bakımsız ve pistir, yiyecek kıtlığı yüzünden her şey sayıyla
verilmektedir ve çok düşük bir kaliteye sahiptirler. Oysa Đç Parti üyeleri,
diğerlerinden farklı koşullara sahiptir, her zaman en iyi yiyecek ve içeceklere
ulaşabilirler. Zafer Kahvesi, Zafer Cini, sakarin gibi diğer Partililer' e verilen kötü
ürünleri kullanmazlar.
Şehrin her yerinde üzerinde “Büyük Biraderin Gözü Sende” yazılı dev
posterler asılıdır. Bir yanda da üzerinde Đngsos yazan afişler vardır, Đngsos yenidilde
Đngiliz Sosyalizmi anlamına gelmektedir. Her evde teleekran denen bir alet, hem
yayın yapıp hem de insanların konuşmalarını kaydetmektedir. Evler her an Düşünce
Polisi tarafından nereden ve nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde izlenmektedir.
Düşünce Polisi, tutuklamaları hep gece yapmaktadır, yargılamadan, sebep
göstermeden, insanlar gece ortadan kayboluvermektedir, daha sonra sicilleri silinir ve
öyle biri hiç olmamış gibi davranılır, bu yok etme olayına da buharlaşma denir. Aynı
şekilde, ayda bir kere de, parkta idam törenleri yapılmaktadır.
Zafer Konağı' ndan görülebilen dört büyük bakanlık binası vardır; Doğruluk
Bakanlığı (haber, eğlence, eğitim ve güzel sanatlar ile ilgilenir), Barış Bakanlığı
(savaşlarla uğraşır), Sevgi Bakanlığı (yasa ve düzen koyar), Bolluk Bakanlığı
(ekonomi ile ilgilenir). Yenikonuş diliyle (Okyanusya' nın resmi dili); Doğrubak,
Barışbak, Sevbak ve Bolbak olarak adlandırılmaktadırlar. Yenikonuş, sözcüklerin
basitleştirilmesi ve sözcük hazinesinin daraltılmasıyla elde edilmiş bir dildir, böylece
düşünme sınırları daraltılabilmektedir. Bu dilde gerçeğin denetlenmesi işine de
59 George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Çev. Nuran Akgören, 6. bs., Đstanbul, Can Yayınları, 2004.
51
Çiftdü şün denmektedir. Tarihte neler olduğu her zaman Parti çıkarları
doğrultusunda yazılmakta ve insanlara empoze edilmektedir. Bu yüzden kimse
devrimin kökenini bilmemektedir çünkü kaynaklarda her şeyi Parti' nin yaptığı
yazılıdır.
Bakanlıkta düzenlenen Đki Dakikalık Nefret töreninde, eski Parti
önderlerinden, neredeyse Büyük Birader düzeyinde ancak bir karşı devrimle sisteme
ihanet eden, hakkında ölüm emri çıktığında da ortadan kaybolan Emmanuel
Goldstein' ın görüntüleri izletilmektedir. Ancak Goldstein' ın hâlâ bir yerlerde
gizlendiği ve kendi devamcılarını yönettiği de düşünülmektedir. Her geçen gün onun
izinden giden birçok insan Düşünce Polisi tarafından yakalanmaktadır. Goldstein
zamanında, Kardeşlik adında bir örgütün başıdır ve herkesin Kitap dediği karşı
doktrinlerden oluşan bir kitabı vardır.
Herkes Goldstein' a nefret duymaktadır. Ancak Parti üyelerinden biri olan ve
Doğruluk Bakanlığı' nda Arşiv dairesinde çalışan Winston Smith, bir an için aynı
nefreti Büyük Birader' e duyduğunu sezer. Ancak, hemen sonra bu nefret bir
hayranlığa dönüşür. Daha sonra, orada bulunan esmer ve çok güzel, Roman
dairesinde çalışan kıza karşı bir nefret duymaya başlar, çünkü belinde Gençlik Anti-
seks Örgütü' nün al kemerini taşımaktadır bu yüzden de hiçbir zaman ona sahip
olamayacağını bilmektedir.
Ekrandaki nefret dolu yüz bir anda Büyük Birader' in esmer, bıyıklı, gizemli
ve sakin yüzüne dönüşür daha sonra da partinin sloganları ekranda yer alır: Savaş
Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.
Winston bir an, O' Brien' la (bir Đç Partilidir) göz göze gelir ve onun da
kendisi gibi bir duygu içinde olduğunu düşünür. O andan sonra bir günlük tutmaya
karar vermiştir ve bunları anımsarken deftere defalarca “Kahrolsun Büyük Birader”
yazmış olduğunun farkına varır. Dehşete düşer çünkü bu sözleri yazmak da günlük
tutmak da çok tehlikelidir. Ancak Winston er geç Düşünce Polisi tarafından ele
geçirileceğini düşünmektedir, bu yüzden günlük tutmaktan vazgeçmez. Daha sonra,
bu günlüğü neden yazdığını düşündüğünde, O' Brien için olduğuna karar verecektir.
52
Winston' un anne ve babası da ellili yıllarda yer alan büyük temizliklerde
kaybolmuştur. Bir de kardeşi olduğunu anımsar ancak, geçmişle ilgili her şey
silindiğinden elinde somut veriler yoktur. Bu yüzden kafasında belli belirsiz anılar
vardır. Çocukluğundaki kısa bir dönem dışında, ülkesinde hep savaş olduğunu
anımsar. Bu yüzden de her an savaşa hazırlıklı bulundurulmaktadırlar, bunu
sağlamak için her sabah, teleekran eşliğinde hep berber idman yapılmaktadır.
Winston Doğruluk Bakanlığında, arşiv görevlisidir; hatalı basılmış bildirileri
yeniden düzenleyip, yeni baskı için yönlendirmektir. Hatalı baskılar da, binanın her
yerinde bulunan bellek deliklerine yollanıp, yer altında bir yerlerde yakılmaktadır.
Bu düzeltme işlemi, gazete, kitap, dergi, broşür, afiş, film, ses bandı, karikatür,
fotoğraf gibi ideolojik anlam taşıma olasılığı olan her belgeye uygulanmaktadır.
Böylece metinler hem Yenikonuş' a uygun hem de Parti' nin çıkarları doğrultusunda
yeniden düzenlenebilmektedirler. Yeniden düzenlenen her belge, Büyük Birader' in
askeri ve bilgiççe üslubuyla yazılmaktadır. Tüm bu uydurma haberler, istatistikler,
teleekrandan sel gibi akmaktadır ve insanlar daha önceki gün tam tersi yönde verile
bir habere bugün tekrar inanmaktadır.
Evliliğin amacı partiye çocuk yetiştirmektir, bunun dışındaki doğumlara ise
izin verilmez. Her iki cinsin de bekaretini özendiren Gençlik Anti -seks Örgütü
vardır. Bu şekilde insanlar cinsel ilişkiden soğutulmaktadır. Dünyaya gelen çocuklar
da, doğdukları andan itibaren Parti adına çalışan casuslarmışçasına yetiştirilirler.
Yalnız kalmak partiye aykırı bir istektir, bu yüzden insanların boş
vakitlerinde ne yapacakları bellidir. Yenikonuş' ta bu duyguya özyaşam denmektedir.
Winston' un da böyle zamanlarını Dernek Merkezi' nde geçirmesi gerekmektedir.
Winston yalnız kalmak istediği böyle bir günde, proleterlerin yaşadığı
sokaklarda dolaşmaya başlar. Bunun büyük bir suç olduğunu bilmektedir ancak
oraya gitme isteğine karşı koyamamaktadır. Daha önce bir defter aldığı kırtasiyeye
girer, Bay Charrington onu anımsar, biraz geçmişten bahsederler ve Winston oraya
tekrar gitmenin planını yapmaya başlar. Hatta, kafasında Bay Charrington' un
dükkanının üst katında, eskiden karısıyla yaşadıkları şimdi ise oradaki eşyaları sattığı
odayı kiralama fikri bile oluşur. Dönüşte, nefret ettiği siyah saçlı kızı görür, göz göze
53
gelirler. Ona karşı nefreti daha da artar çünkü onu bulunmaması gereken bir yerde
görmüştür.
Bakanlık' ta tekrar aynı kızla karşılaştığında, kız düşer ve Winston ona
yardım ederken eline bir kağıt verir. Kağıtta “Seni seviyorum” yazmaktadır, Winston
gözlerine inanamaz ve müthiş bir heyecan duyar, oysa birkaç gün önce ona nefret
duymaktadır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, kızla yemekhanede karşılaşır,
korkarak yanına oturur ve teleekrana yakalanmadan kısa bir şekilde, buluşma planı
yaparlar. Winston, Julia' nın da kendisi gibi sistemden nefret eden ancak, fark
edilmemek için sistemin her kuralına uyan sistem karşıtı biri olduğunu öğrenir. O
günden sonra gizli gizli buluşmaya devam ederler. Sonunda, Winston Bay
Charrington' un üst katını kiralar ve Julia ile orada buluşmaya başlarlar. Ancak ,
Julia' nın geçmişten, devrimden ve devrim için savaşanların hiçbirinden haberi
yoktur, sisteme yalnızca kendi çıkarları söz konusu olduğunda karşı çıkmaktadır.
Bir gün, O' Brien ile karşılaşır ve O' Brien Yenikonuş üzerine yazdığı
makaleden bahsederek, yeni çıkan sözlüğü görmek isterse onun evine gidebileceğini
söyler. Winston bunun bir işaret olduğunu düşünmektedir. Julia ile birlikte adrese
giderler. O' Brien' in uşağı Martin kapıyı açar, O' Brien o sırada çalışmaktadır.
Winston ve Julia içeri girerler, O' Brien' in teleekranı tamamen kapatabiliyor olması
ikisini de şaşırtır. Đç Parti üyelerinin bunu yapabildiğini söyler O' Brien. Daha sonra
Winston' un konuşmasını bekler. Winston tüm cesaretini toplayıp, Đngsos ilkelerine
ve Büyük Birader' e karşı olduklarını, kendisinde de bu tip karşı duruşu fark
ettiklerini ve Parti karşıtı bir örgütün lideri olduğunu düşündükleri için kendilerini
ona adamak istediklerini anlatır.
O' Brien Martin' i de masaya davet eder ve hep beraber Emmanuel Goldstein
ve Kardeşlik örgütünden konuşmaya başlarlar. Ve bu örgütün gerçekten var
olduğunu artık onların da bu örgütün bir üyesi olduklarını söyler. Nasıl davranmaları
gerektiğini anlatır ve gizlilikten bahseder, yeri geldiğinde masum insanları
öldürmekten, çocukların suratına asit atmaktan, yakalanıp hücreye atılmaktan ve
yüzleri değiştirilip tamamen farklı bir hayata başlamaktan... Üyelerin birbirini
tanımadığını, örgütten insanlar ölse de örgütün yaşamaya devam edeceğini, kimsenin
54
tam sayıyı bilmediğini anlatır. Ölmekten ve gelecekte her şey başarılmadan iyi bir
hayatları olamayacağından, sonuçsuz ve umutsuz yaşayacaklarından bahseder. Bir
daha kendisini göremeyeceklerini, Martin ile onlara haber yollayacağını söyler.
Birkaç gün içinde ona Kitap ' ı da ulaştıracaktır ve en geç dört gün içinde okuyup
geri yollamasını ister.
Winston, sonunda kitabı okumak için bir fırsat bulur. Kitabın adı “Oligarşik
Kolektivizm Kuram ve Uygulaması” dır. Kitap' ta savaştan ve üç büyük güç olan
Avrasya, Okyanusya ve Doğu Asya bölgelerinden bahseder. Çağdaş yaşamın
amacının, yaşama düzeyini yükseltmeksizin, makinelerin ürettiklerini tüketmek
olduğunu, tüketim mallarının artıklarının da ne yapılacağının endüstrileşmiş
ülkelerde büyük bir sorun olduğunu yazar.
Yirminci yüzyılın başlarında, bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesinin devam
edeceği ve bunun iyi bir gelişme olduğu düşünülürken sonuç pek de böyle
olmamıştır. Makineleşmeyle birlikte, hayatta kolaylık sağlanmıştır ve oluşan
zenginlikle, herkesin yaşam standardının yükseleceği düşünülmüştür ancak, bu
düşüncenin Hiyerarşik toplumun üstündeki kişilerce denetlenmesi gerekliliğini
ortaya çıkarmıştır; çünkü sistemin devam edebilmesi için yoksul ve eğitimsiz bir
kesimin olması gerektiği anlaşılmıştır. Böylece, sorunun gerçek zenginliğin
arttırılamadan endüstri çarkının döndürülebilmesi olduğu ve bunun da ancak savaşla
mümkün olduğu anlaşılmıştır. Savaş endüstrisi, tüketim maddeleri üretmeksizin
işgücünü kullanır böylece hem insanların meşgul edilir hem de üretim sürekli bir
şekilde devam eder.
Böylece Đç Parti üyeleri diğer partililerden, onlar da proleterlerden daha üstün
konumda ve daha iyi koşullarda yaşamaktadır. Diğer yandan, Đç Parti üyeleri savaş
konusunda herkesten daha tutkuludur, ancak yazılıp çizilenleri bildiği için bunlara
inanması gerektiğini, toplumdaki korkunun ve devamlı bir savaş halinin ancak
Çiftdü şün tekniğiyle sağlanabileceğini bilirler Bu noktada, bilim sırf Parti için
kullanılır ve bağımsız düşünme olanağını tamamen yok etmek için vardır.
Aslında her üç büyük güç de aynı sorunu yaşamaktadır; başka bir toprağı ele
geçirseler bile oranın halkını kendi kültürlerinde eritmenin zorluğunu bildikleri için
55
genişlemek istemezler, Okyanusya' daki Đngsos' un Avrasya' da Yeni Bolşevizm,
Doğu Asya' da da Ölüme Tapınma ile anılır ve üç tarafın yurttaşlarının da
birbirlerinin sistemleri hakkında bilgi edinmeleri engellenmiştir. Her üç güç de
dünyayı ele geçirme çabasındadır ama aynı zamanda bunu gerçekleştirmez. Aslında,
bu üç güç savaşmak yerine barışı seçmiş olsaydı da bitmez bir barış, bitmez bir savaş
ile aynı olacağından, Parti sloganlarından biri “Savaş Barıştır” olarak belirlenmiştir.
Tarihte hep üç tür insan sınıfı olmuştur; üst, orta ve alt sınıf ve üst sınıf
durumunu korumak, orta sınıf onun yerine geçmek ve alt sınıf da herkesin eşit
olduğu bir toplum yaratmak istemiştir ki bu hayat şartlarının kötülüğü yüzünden
hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Yine tarihte, bir şekilde bir sınıf diğerinin yerine
geçtiğinde, yine altındaki sınıfları sömürmeye devam etmiştir bu sistem böylece
süregelmiştir. Bu yüzden yaratılan bağımlıkla eşitsizlik sürdürülmeye
çalışılmaktadır. Çünkü makineleşmeyle birlikte dünyada eşitlik sağlanabileceği her
sınıfın aynı yaşam standardına ulaşabileceği gerçeği oluşmuş bunun bir şekilde tersi
yöne çevrilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Böylece yeni dünyada, bürokratlar, bilim
adamları, teknisyenler, işçi sendika önderleri, halkla ilişkiler uzmanları, okutmanlar,
gazeteciler ve usta politikacılardan oluşan yeni bir aristokrat çevresi oluşmuştur
Televizyonun yapılması ve hem alıcı hem de verici olarak kullanılması, özel
hayatın sonunu getirmiştir ve yurttaşların devamlı gözetilmesini ve resmi bir
politikaya maruz bırakılmasını sağlamıştır. Yeni üst sınıf ise öncekinden farklı
olarak, oligarşinin temelinin kolektivizm olduğunu çoktan anlamıştır.
Şimdiki yönetim için en önemli tehlike, yarı işsiz, becerikli ve iktidara
susamış bir sınıfın, liberalizm ve kuşkuculukla birlikte gelişmeye başlamasıdır. Bu
yüzden eğitim denetlenmelidir. Bunu da ortak bir öğreti ile sağlarlar. Parti, Büyük
Birader imgesi ile insanlara bir çok duyguyu yaşatır ve Đç Parti yalnızca nüfusun
yüzde iki gibi bir kesimini oluşturur. Ülke nüfusunun yüzde seksen beşi ise aptallar
yani proleterlerdir. Böylece bir bütünlük sağlanmıştır ve Okyanusya toplumu Büyük
Birader' in değişmezliğine inanmaktadır.
Yenikonuş' ta sağlanan; suçdurdurma ile çocuklar daha küçük yaşta kuşkucu
düşüncelerden arındırılır, Siyah-beyaz ile inandıkları bir şeyin tam tersinin
56
doğruluğuna inandırılırlar ve çiftdüşün ile de geçmiş değiştirilip onun tam tersine
inandığı kişiye unutturulur. Çiftdüşün sayesinde, Parti hem kendisini hem de
insanları aynı şeyin çelişkili hallerine inandırır. Böylece Đngiliz sosyalizmini aslında
yadsır, her şey aslında karşıtını temsil eder hale gelmiştir.
Asıl sorulması gereken soruysa, “neden Parti bu düzenlemeleri kullanmaya
gerek duymaktadır?” Winston tam bu kısma gelmişken, Julia' nın uykuya dalmış
olduğunu fark eder, onunla konuşur, uyandığında, duvardaki resim çerçevesinin
arkasından bir konuşma gelir ve anlarlar ki orada bir teleekran gizlidir. Daha sonra
içeriye siyah kıyafetli coplu görevliler girer, onlarla birlikte de Bay Charrington...
Daha sonra, Winston kendisini teleekranlı bir hücrede bulur, saat kaçtır, hangi
gündür bilmez. Hücreye suçluların biri gelir biri gider. Bir gün O' Brien da aynı
hücreye atılır. Winston şaşırır ve O' Brien sık sık yakalandığını söyler, Winston daha
da şaşırmıştır. Daha sonra şiddetli bir şekilde dövülmeye ve konuşturulmaya başlar,
yeri gelir işlemediği suçlar bile itiraf ettirilir. Sonra, onu konuşturan kişiler, iyi
giyimli Parti aydınları olmuştur; onu kendi görüşleriyle çeliştirip, zaman zaman
yoldaş diye seslenip, bazen de Parti' ye bağlılığını sorgulamaktadırlar. Bu kafa
karışıklığı gardiyan dayaklarından daha etkili olmuştur ve her istenileni söyler bir
pozisyona gelmiştir.
Sonra öğrenir ki her şeyi yaptıran O' Brien' dır. Onu yakalatan, işkence
ettiren, sorgulatan, sonra dayak yemesini durduran... O' Brien yedi yıldır kendisini
izlediğini açıklar. Şimdi sıra çiftdüşündedir. Yani, O' Brien kendi elleriyle Winston'
a işkence edip ona doğru bildiği şeylerin tam tersinin doğru olduğunu benimsetmeye
çalışmaktadır. Sonunda, Winston acıdan neyin doğru olduğunu niye burada olduğunu
unutur. O' Brien anlatmaya başlar; Orta Çağ' da Engizisyon, yirminci yüzyılda ise
Alman Nazileri ve Rus Komünistleri vardır ve onların yanlışları, itirafların düzmece
olduğunu kabullenip ölenlerin şehit olarak nitelendirilmesidir. Oysa kendilerinin aynı
hataya düşmediğini çünkü yanlışı doğru yaptıklarını vurgular. Daha, sonra türlü
işkencelerle Parti' nin doğrularını ona kabul ettirmeye çalışır. O' Brien yeni oluşumu
için önce öğrenme, anlama sonra da kabullenme aşamalarından geçmesi gerektiğini,
şu anda da öğrenme aşamasında olduğunu söyler. Kitap' ı da kendisi yazmıştır.
57
O' Brien Parti' nin neden tüm bunlara gerek duyduğunu iktidarı ellerinden
bırakmak istemedikleri için ve iktidarın servet, lüks, mutluluktan daha güçlü
olmasıyla açıklar. Đktidarın bir araç değil amaç olduğunu ve kimsenin onu başkasına
bırakmak istemeyeceğini söyler. Geçmişteki oligarşilerden farklarının da akla
hükmetmek olduğunu söyler. O' Brien işkencelere devam eder ve onu inandırmaya
çalışır, Winston inat eder yine kendi doğrularını tekrarlar, O' Brien aynada kendisini
gösterir Winston' a, acınacak haldedir, insanlıktan çıkmış durumdadır.
Sonunda, Winston' u bir hücreye koyarlar ve şartlarını iyileştirirler, Winston
iyi beslenmeye, kilo almaya başlamıştır. Zaman zaman düşlerinde, annesi Julia ve O'
Brien ile sohbet ettiğini görür. En sonunda kendisini “Özgürlük köleliktir”, “ Đki kere
iki beş eder”, Tanrı iktidardır” gibi cümleler yazarken bulur. Bu mantık olarak ona
zor gelir ama artık bir şeyleri kabullendiğini fark eder. Duygularından da tamamen
arındırıldıktan sonra, hayata döndürülür. Döndüğünde, daha iyi bir maaşla iyi bir
konumda çalışmaktadır. Ve artık Büyük Birader' i sevmektedir.
3. CESUR YENĐ DÜNYA
3.1. Kitabın Çalışma Đçin Önemi
Bu kitabın seçilmesindeki amaç, Biz ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' te
şiddet uygulanarak kabul ettirilen “iktidarın doğruları” nın Cesur Yeni Dünya' da
şiddet uygulamak yerine insanlara sevdirilmesi ve insanların gönüllü olarak bu
sistemi kabulleniyor olmalarının modern devlete daha yakın görülmüş olmasıdır.
Huxley, Cesur Yeni Dünya' yı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' ten ayrı kılan noktanın,
istenmeyen davranışın ceza yoluyla kontrol edilmesi yerine, istenen davranışın
ödülle pekiştirilmesi olduğunu söyler.1 Nitekim, bu durum günümüzde işlemektedir
çünkü artık manipülasyon ile kitleler kontrol edilebilmektedir.
Diğer yandan, Huxley' in kitapta, günümüzde de sorun olan bir çok noktaya
simgesel olarak değinmiş olması da ilgi çekicidir. Nitekim, Huxley bizzat kendisi,
1 Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya' yı Ziyaret, Çev. Savaş Kılıç, Đstanbul, Đthaki Yayınları, 2001, s. 13.
58
1958 yılında, hem kendi kitabının hem de Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' ün
değerlendirmesini yapıp yirmi altı sene içinde hangi noktaya gelindiğini ele aldığı
“Cesur Yeni Dünya' yı Ziyaret” adlı kitabını yazmıştır ve sosyolojik çözümlemelerde
bulunarak gelinilen noktayı ele almıştır. O dönemde, pek de iç açıcı olmayan durum,
günümüzde, yirmi birinci yüzyılda, daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Diğer yandan, Postman “Televizyon Öldüren Eğlence “ de Huxley ve Orwell'
in hikâyelerini şekillendiren korkulardan bahsetmekte ve ikisinin ufak bir
karşılaştırmasını yapmaktadır.
Postman şöyle bir ayrım yapmaktadır2: Orwell harici bir boyunduruğun,
insanların hakkından geleceği konusunda uyarıda bulunurken, Huxley, bu
boyunduruğa insanların seve seve ve düşünme kapasitelerini yok eden teknolojiye
inanarak gireceklerini söylemektedir. Orwell kitapların yasaklanacağından
korkarken, Huxley, kitapların yasaklanmasına gerek kalmayacağından çünkü
okumak isteyecek kimse kalmayacağından korkmaktadır. Orwell insanların bilgiden
mahrum edileceğinden korkarken, Huxley, fazla bilgi verilip pasiflik ve egoizm
yaratılacağından korkmaktadır. Orwell gerçeğin insanlardan saklanacağından
korkarken, Huxley gerçeğin konu dışı olan her şeyin arasında boğulacağından
korkmuştur. Orwell tutsak bir kültür oluşacağından Huxley ise, duyguların eşitli ği ve
çeşitli meşgul edici ama değersiz şeylerle kültürün yok olacağından korkmuştur.
Böylece, bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere, modern toplumun üst
düzeylerinin yaşandığı günümüzde, Huxley' in öngörülerinin nasıl da çağımıza
yakıştığını yadsımak mümkün değildir. Sonuçta, günümüzde de severek yapılan ve
teslim olunulan her şey- televizyon, bilgisayar-internet, cep telefonları ve boş
zamanların yok edilmesi için yaratılan her şey- insanları eğlendirmekte ve mutlu
etmekte ancak, aynı zamanda insanlığı ve kültürü yok etmektedir. Ayrıca bunu,
işkence ve korkuyla değil, insanların rızası ile yapmaktadır.
Kitaptaki söylemin analizinin yanı sıra, kitabın içinde yaratılan söylem de
ayrı bir önem taşımaktadır. Diğer bir değişle, gerek Dünya Devleti' nin sloganı olan
2 Neil Postman, Amusing Ourselves to Death Public Discourse in the Age of Show Business, New York, Penguin Books, 1986, s. vii-viii.
59
cümleler, gerekse şartlandırma adı altında kullanılan cümleler, çok iyi birer ideoloji
ve iktidar söylemleri olmaları açısından başlı başına bir çalışmayı gerektirmektedir.
3.2. Kullanılan Đletişim Araçlarının Analizi
3.2.1. Yöntem: Söylem Analizi
Foucault “Kelimeler ve Şeyler” de dilin doğanın görülebilir biçimleriyle
deruni söylemlerin gizli yakınlıklarının ortasında olduğundan bahsetmektedir.
Doğanın, ilk şeffaflığını kaybetmiş, parçalanmış kendine rağmen bölünmüş ve
bozulmuş olduğunu ve onda saklı olan sırrın yüzeye çıktığını, dilin de onun
söylemek istediklerinin işaretlerini taşıdığını söylemektedir.3 Bu noktada on yedinci
yüzyıldaki Ansiklopedi tasarısına ve onun devamında gerçekleşen Rönesans ve
Aydınlanma düşüncesine atıf yapmaktadır çünkü dilin bu tasarıyla birlikte tarafsız
unsuru içinde bilineni yansıtmak değil de, keyfi ama etkin ansiklopedi düzeni olarak
alfabenin kullanılmasıyla; dünya düzenini, kelimeler ve onların mekâna yerleştirilmi ş
biçimlerinin zincirlenmeleri aracılığıyla yeniden kurmaya başladığını
vurgulamaktadır.4 Zaten Rönesans ve Reform gibi sonraki gelişmelerin temelinde de
dil ve şeylerin ortak bir mekân içinde bağlanmaları ve matbaanın gelişmesi vardır.
On yedinci yüzyıldan itibaren söz etkisini kaybetmeye başlamıştır ve yazı
devreye girmiştir bu sebeple derunilik söz değil de bir yazı olgusu haline gelmiştir.5
Böylece yazı ile birlikte tarihin yorumlanabileceği ve değiştirilebileceği anlaşılmıştır.
Diyalektik bir biçimde, yazı kendi sonunu hazırlamaya başlamıştır çünkü bilgi
kendisini yoruma teslim etmiştir.6 Yine bu dönemde dilin zenginliğinin ve
derinliğinin farkına varılmıştır böylece de söylemin önemi anlaşılmaya başlanmıştır
çünkü dil artık söylemi kontrol edemez hale gelmiştir.
3 Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler Đnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi , Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 3. bs., Ankara, Đmge Kitabevi, 2006, s. 71. 4 A.e., s. 73. 5 A.e., s. 75. 6 A.e., s. 77.
60
Rönesans' ta dille birlikte kültürün de yeniden örgütlenmesi söz konusu
olmuştur, on sekizinci yüzyıl edebiyatı da bu durumun bir temsilcisi olmuştur üstelik
bu işi, imalı ve diagonal bir şekilde yaparak. Böylece dil, bir söylem olarak oluşmaya
başlamıştır.7 Postman, kültürü söylemin yarattığını, dilin de duygu, düşünce ve
izlenimleri yaratarak söyleme benzersiz bir biçim verdiğini vurgulamaktadır. Bu
sebeple de, medyada yer alan somut ifadelerden çok, göze çarpmayan ama güçlü bir
şekilde insanların gerçeklik tanımlarını şekillendiren metaforların kullanıldığından
bahseder.8 “Söylem” kavram olarak ise, konuşma dili veya konuşma yöntemleri
tarafından şekillenmiş bir dil formuna atıf yapmaktadır.
Van Dijk' ın Söylem Analizinde mikro ve makro olmak üzere birçok strateji
vardır. Mikro stratejiler daha çok dilbilimsel analizleri içerdiğinden, bu çalışma için
makro strateji daha uygun bulunmuştur. Makro-strateji diğer stratejiler arasında daha
esnek ve daha bulgusal bir yöntemdir. Metnin hikâyesini içerir, ana temasını verir ve
metne göre şekillenir. Çalışmanın tarzına göre şekillendirilebilecek olan makro-
strateji, amaca uygun bir şekilde varsayımsal olarak gerçekleştirilir. 9
Makro strateji, dünya ile alakalıdır, bu gerçek veya kurmaca bir dünya olabilir
ama hakkında bilgisi olunan ve sosyokültürel etkileşimlerin bir parçasıdır,
dağılımları varyasyonları açıkça gösterir ve ilgi, dikkat ve hedeflere vurgu yapar.10
Bu yüzden, makro stratejide dört önemli soru vardır; kim, nasıl, neden ve ne zaman.
Buradan hareketle, Cesur Yeni Dünya' nın kim tarafından, nasıl, neden ve ne zaman
yapıldığı önem kazanmaktadır. Dolayısıyla, analiz kısmında öncelikli olarak bu
sorulara cevap aranacaktır.
Van Dijk, Söylem Analizi' nde üç önemli boyut olduğundan bahseder;
bunlardan ilki linguistik tarafından kullanılan dil, ikincisi, psikoloji tarafından
kullanılan inançların iletişimi ve sonuncusu da, sosyal bilimler tarafından kullanılan
sosyal olaylar arasındaki etkileşimdir. Bu boyutlar aynı zamanda, söylemin öğelerini
7 A.e., s. 81. 8 Postman, a.g.e., s. 10. 9 Teun A. Van Dijk, Strategies of Discourse Comprehension, Academic Press, London, 1983, s. 15-16. 10 A.e., s. 197.
61
sosyal ve kültürel içerik ile de bağlantılandırmaktadır ve böylece, her biri
kavramanın bir öğesi haline gelmektedir. Böylece, söylem analizi konuşmanın,
metnin, içeriğin veya topluluğun makro ve mikro boyutlarının anlaşılması ve güç ve
eşitsizlik gibi sosyal problemlerin anlaşılmasında eleştirel bir yaklaşım oluşturması
açısından önem taşımaktadır.11
Eleştirel Söylem Analizi, Foucault' nun “söylemin düzeni” ve “güç ve bilgi”
formülasyonları, Gramsci' nin “hegemonya” kavramı ve Althusser' in “devletin
ideolojik aygıtları” ve “çağırma” nosyonlarıyla şekillenmiştir. Söylem Analizinin
temelinde, güncel dil ürünlerinin sosyal yapı ile diyalektik bir ilişki içinde olduğu
vardır. 12 Buradan hareketle, Cesur Yeni Dünya' daki söylemin Althusser' in ideoloji
kavramlaştırmalarıyla uygun olduğu düşünülmektedir ve bu doğrultuda bir analiz
öngörülmektedir. Diğer yandan, eleştirel analizde dominant paradigmanın, dil
bilimlerindeki ideolojik kurulumlar üzerine olması13 da bu seçimde etkili olmuştur.
Böylece çalışmada Söylem Analizi yöntemi kullanılarak iletişim araçlarının
analizi yapılıp, yazarın söylemlerinin altında yatan iktidar ve ideoloji kavramları ele
alınmak istenmektedir. Bu sebeple öncelikle ideoloji kavramının tanımlanmasının
gerekli olduğu düşünülmektedir. Bu kavram tanımlanmadan önce de Van Dijk' ın
söylemdeki iktidarın özelliklerine değinmek ve toplumsal denetimden bahsetmek
yerinde olacaktır.
Van Dijk söylemdeki iktidarın özelliklerini14 şöyle sıralar:
−−−− Söylemdeki iktidar, bireysel değil toplumsal bir iktidar dır.
−−−− Toplumsal iktidar ilişkileri belli bir etkileşimle belirir. Yani, A' nın B
üzerindeki toplumsal denetimi, B' nin toplumsal eylem özgürlüğünü
sınırlandırır.
11 Teun A. Van Dijk, Discourse as Structure and Process Discourse Studies: A Multidisciplinary Introduction Volume 1, Sage Publications, London, 1997, s. 1-5. 12 Jan Blommaert, Chris Bulcaen, “Critical Discourse Analysis”, Annual Review of Anthropology, Vol. 29, 2000, s. 451-452. 13 A.e., s. 458. 14 Teun A. Van Dijk, “Söylemin Yapıları ve Đktidarın Yapıları”, Haz. Mehmet Küçük, Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2005, s. 316-319.
62
−−−− A' nın, B' nin eylemleri üzerindeki iktidarı, A' nın, B' nin eylemlerinin;
arzular, istekler, planlar ve inançlar gibi bilişsel koşulları üzerinde
denetime sahip olmasını öngerektirir. B, A' nın arzuladığı gibi yapmayı
yasayı, kuralları ya da konsensüsü izlemeyi kabul edebilir. Yani,
toplumsal iktidar dolaylıdır ve insanların zihinleri yoluyla işler.
Zihinsel denetimi içeren iktidar biçimleri ikna veya diğer söylemsel
iletişim biçimleri yoluyla ya da B' nin A tarafından uygulanacak olan
yaptırımlar dan duyulan korku yoluyla uygulanır. Đktidarın analizi bu
noktada anlam kazanır. Ancak dikkat edilmesi gereken, “zihinsel
dolayımı” nın, iktidar uygulamasına maruz kalanlara değişen derecelerde
özgürlük ve direniş alanı bırakmasıdır.
−−−− A' nın iktidarı, bir temele ihtiyaç duyar. Bu temel, iktidar uygulamasını
yetenekli kılan; zenginlik, konum, mevki, statü, otorite, bilgi, uzmanlık,
ayrıcalıklar ya da başat bir grubun üyesi olmak gibi kaynaklara veya
uyuşmazlık durumunda yaptırımın uygulanmasına ihtiyaç duyar. Đktidarın
A tarafından uygulanması, genellikle A' nın çıkarları doğrultusundadır.
−−−− A' nın iktidarının uygulanması ya da korunması için, B, A' nın arzularını,
isteklerini, niyetlerini bilmesi gerekir. B bu bilgiyi, emir, rica, tehdit gibi
dolaysız yollarla ya da, kültürel inanç, norm/değer ve ideolojik bir
çerçeve içinde paylaşılan konsensüs yoluyla edinebilir.
−−−− Batı toplumlarında, iktidar failleri yalnızca toplumsal bir alanda (siyaset,
ekonomi, eğitim) ya da okullardaki derslikler veya mahkemede olduğu
gibi özgül toplumsal durumlarda güçlü olabilirler. Bu durumun bir de
direniş boyutu vardır: Tahakküm altındaki gruplar çeşitli direniş biçimleri
sergileyebilir ve karşı-iktidar icrasına girişebilir.
−−−− Toplumsal iktidarın uygulanması ve korunması ideolojik bir çerçeveyi
öngerektirir.
−−−− Đktidar, çeşitli karşı-iktidar biçimleri ya da tahakküm altındaki grupların
direnişleriyle ilişkili olarak analiz edilmelidir.
63
3.2.1.1. Söylem ve Toplumsal Denetim
Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir koşulu
söylemin denetimi ve bizzat söylem üretimidir. Bu sebeple, söylemin analizinde
merkezi sorular vardır; Hangi durumlarda, kim, kime, ne söyleyebilir ya da
yazabilir? Söylemin üretim araçlarına erişme imkanına kimler sahiptir? Karakol,
mahkeme, derslik ya da toplumsal bürokrasinin diğer kurumlarında, insanlar ancak
kendilerinden istenildiğinde, emredildiğinde enformasyon verir ve daha güçsüz
olanlar çoğunlukla alımlayan konumundadır. Daha güçlü gruplar ise, söylemi
denetleme veya bunlara erişebilme olanağına sahiptir.15
Đktidar yalnızca söylem içinde veya söylem yoluyla görülmez, aynı zamanda
söylemin arkasındaki toplumsal bir güçtür. Đktidar, söylem türlerine, içeriklerine ve
üsluplarına erişme derecelerine sahip olunması yoluyla dolaysız olarak uygulanır.
Örneğin kitle medyası örgütleri veya sahipleri, hem finansal hem de teknolojik
üretim koşullarını denetler. Yatırım, bütçe denetimi, eleman alımı, editoryal tesir,
kamusal söylemi ise kısmen denetler. Bu dolaylı denetim aynı zamanda, büyük
şirketler ve haber aktörleri tarafından da uygulanabilir. 16
Bourdieu' nun Simgesel seçkinler dediği gruplar – gazeteciler, yazarlar,
sanatçılar, yönetmenler ve akademisyenler – eklemlenmenin üretim tarzını denetler.
Bu grupların kendi iktidar bölgeleri içinde söyleme karar verme özgürlükleri vardır.
Bu simgesel iktidar, kamusal tartışmaların gündemini oluşturabilir toplumsal bilgi,
inanç, tutum, norm, değer, ahlak ve ideolojilerin imalatçısıdır böylece, simgesel
iktidar aynı zamanda ideolojik bir iktidar biçimidir.17 Siyasal, askeri ve ekonomik
seçkinlerin yanı sıra, simgesel seçkinler de ideolojik iktidarda rol oynar ancak, yine
de bazı devlet ya da özel şirketler tarafından yönetiliyor olmaları bazı kısıtlamalar
getirir.
15 A.e., s., 319. 16 A.e., s., 320. 17 A.e., s., 321.
64
Van Dijk, söylemin iktidarı harekete geçirme yöntemlerini ise şöyle
sunmaktadır18; hukuki ya da diğer kurumsal yaptırımlar yoluyla, reklam ve
propaganda gibi ikna yöntemleriyle, gelecekteki ya da muhtemel olayların önceden
betimlenmesi yoluyla, simgesel seçkinlerin yayınladıkları basılı eserler yoluyla.
Buradan hareketle, analiz kısmında Van Dijk' ın iktidar, toplumsal denetim ve
ideoloji formülasyonlarına dayanarak bir değerlendirme yapılacaktır.
Söylemsel iktidar genellikle ikna edicidir ve iktidarın gizlenebilmesi için
“güçsüzleri kendilerinden istenilen eylemlerin kendi çıkarlarına olduğuna ikna
etmek”19 en önemli stratejidir. Bu ikna durumuna ise Herman ve Chomsky' nin
“Rızanın Đmalatı” kavramları denk gelmektedir.
3.2.1.2. Rızanın Đmalatı
Aydınlanma ile oluşan modern devlet kavramı on sekizinci yüzyıldan bu yana
birçok açıdan sosyal bilimlerin ilgisini çekmiştir. Modern devletin aldığı biçimi ve
etkilerini ileri kapitalist bir dönem için, Hall şu şekilde sınıflamaktadır: Kültürel
anlamda, kitle kültürü ile yüksek kültür yerinden edilmiştir ve bozulmaya uğramıştır.
Siyasal anlamda, medyanın yanlış çağrıları ve propaganda ile kitleler
güçsüzleşmiştir. Toplumsal anlamda da, topluluk bağlarının, cemiyet ve yüz yüze
gruplar dağılıp kitleler seçkinlerin ticarileşmiş etkilerine açık bir hale gelmiştir.20
Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası güçlenen bu durum, çoğulculuk anlayışını da
beraberinde getirmiştir.
Ancak, çoğulculuk ve konsensüs zamanla kendi sorunsalını yaratmıştır.
Çünkü çoğulculuk belli grupları dışarıda bırakma durumunu yaratmıştır ve medyanın
şeffaf dil anlayışı yerini gerçekliğin yeniden tanımlanması ve hatta yorumlanması
durumuna bırakmıştır.21 Bu noktada tekrar ideoloji devreye girmektedir. Bu yüzden,
bu konudaki tartışmalar eleştirel paradigmanın en önemli konularından biri olmuştur.
18 A.e., s., 327-328. 19 A.e., s., 360. 20 Stuart Hall, “Đdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Haz. Mehmet Küçük, Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2005, s.75. 21 A.e., s. 84.
65
Ancak ideolojinin, nasıl olup da, kitlelere empoze edilebildiği bir türlü
açıklanamamaktadır. Bu boşluk tahakküm kavramı ile açıklanmak istenmiştir.
Böylece tahakkümün, bilinç düzeyinin yanı sıra, bilinç dışı düzeyde de
gerçekleştiğinin gösterilmesi gerekmiştir ve söylemdeki işlevler ele alınmaya
başlanmıştır. Daha sonra Gramsci' nin “hegemonya” kavramıyla, belli oluşumların
tahakkümlerinin ideolojik zorla değil, kültürel önderlikle sağlandığı ima edilmeye
başlanmıştır. Diğer yandan, bu aşamadan sonra anlaşılan bir nokta da, bu
hegemonyanın, hukuki veya meşru bir zordan ziyade, grupların aktif bir rızasının
kazanılması yoluyla başarıldığı, olmuştur.22
Marksist teorideki boşluk böylece doldurulmuştur ve ABD ve Britanya gibi
demokratik toplumlardaki istikrarı sağlayan rıza öğesi anlaşılmıştır. Rıza kavramını
önemli kılan; konsensüs ile sağlanan başat sınıfın ideolojilerinin çoğunluğun
ideolojisiymiş gibi gösterilmesi durumunu, sağlıyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Bunun da ötesinde, medya, bu konsensüsü yansıtan bir kurum olmaktan çok, rızayı
imal eden bir kurum haline gelmektedir.23 Böylece, söylem ve medyadaki söylemin
analizi önem kazanmaya başlamıştır.
Herman ve Chomsky' nin propaganda modeli medya davranışlarının yapısal
koşullarını ele almaktadır. Rızanın imalatı süreci yapısal bir mantıkla işlemektedir.
Herman ve Chomsky propaganda modelini, devletin ve medya araçlarına ulaşma
imkanına sahip elitlerin pazar piyasasını şekillendirmeleri üzerinden kurmaktadırlar.
Medyanın, dominant güce hizmet etmek için haberin içeriğini beş süzgeçten24
geçirdiğini söylerler:
1- Dominant kitle medyası şirketlerinin büyüklüğüne bağlı olarak sahip
oldukları güç.
2- Temel gelir kaynağı olarak reklamcılık.
3- Devletin ve ideoloji sahibi uzmanların oluşturduğu medya bilgisine güven.
4- Medya disiplini için Đtiraz.
22 A.e., s. 114-115. 23 A.e., s. 116. 24 James R. Bennett, ”Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media by Edward S. Herman; Noam Chomsky”, Contemporary Sociology, Vol. 18, No. 6, Kasım 1989, s. 937-938.
66
5- Ulusal din ve kontrol mekanizması olarak anti-komünizm.
Herman ve Chomsky, böylece paranın ve gücün söylemi nasıl filtrelediğini
açıklamaktadır. Yani, bu süreç konsensüs yansıtılırken bir yandan da ideolojinin
şekillendirilmesi açısından bir üretim süreci haline gelmektedir. Bu aynı zamanda,
tikel bir çıkarın genel çıkar olarak, genel çıkarın da yönetici çıkar olarak temsil
edildiği süreçtir.25
Propaganda modeli, gazeteci ve editörlerin bilgiyi yaymada merkez role sahip
olduğunu söyler, ancak bu süreç bilinçdışıdır. Bu da, bilginin filtrelenmiş olmasından
kaynaklanır, böylece bilinçli şekilde üretilen bilgi, bilinçsiz bir şekilde doğalmış gibi
algılanır. 26
Görüldüğü gibi, tahakküm kavramı birçok açıdan ele alınmıştır ve her ele
alış, ideoloji kavramıyla temellenmiştir. Bu yüzden medya ve söylem analizinde
ideoloji kavramının önemi büyüktür ve Huxley' in Cesur Yeni Dünya' sının
analizinde de birincil kavram ideolojidir. Bu bağlamda, ideolojinin söylemdeki rolü
önem kazanmaktadır çünkü başat ideolojinin yeniden üretimi söylemi
gerektirmektedir.
3.2.1.3. Söylem ve Đdeoloji
Đdeoloji kavramının gelişimi ve bu konuda yapılmaya çalışılan tüm
kavramlaştırmalar, çok zengin olduğundan bu çalışmada, ancak seçmeli bir okuma
ile ideoloji kavramı tanımlanmaya çalışılıp, bu doğrultuda bir analiz yapılacaktır.
Đdeoloji Destut de Tracy, Cabanis ve arkadaşları tarafından, Aydınlanma
Felsefesi' nin gelenekleriyle düşüncelerin (ideo-) oluşuna ilişkin kuramı(-loji) yani
ideolojiyi anlatmak üzere27 kullanılmış olsa da; kavram olarak içeriğini Marx ve
Engels' ın sınıf çatışmasını tanımlama çabalarıyla kazanmıştır. Marx ve Engels' in
“Alman Đdeolojisi”nde “camera obscura” ile benzetme yaparak tanımlamaya
25 Hall, a.g.e., s. 118. 26 Jeffery Klaehn, “A Critical Review and Assessment of Herman and Chomsky' s Propaganda Model”, Europen Journal of Communication, Vol 17(2), 2002, s. 150. 27 Louis Althusser, Đdeoloji ve Devletin Đdeolojik Aygıtları , Çev. Alp Tümertekin, 3. bs., Đstanbul, Đthaki, 2008, s. 75.
67
çalıştıkları ideoloji kavramı, “arı yanılsama (optik bir yanılsama gibi) olarak hakiki
bir ideoloji anlayışına ve bununla bağlantılı, ideolojinin maddi gerçekliğinin bir
bakıma tersi ya da karşıtı olduğu fikrine yol açmıştır.”28 Böylece, ideolojinin
kavramlaştırılma çabaları başlamıştır ve ideoloji çoğunlukla yanlış bilinç şeklinde
öngörülmüştür. Marx' ın bu metaforu onun devamcısı veya eleştiricisi olan birçok
düşünür tarafından ele alınmıştır ve ideoloji kavramı sosyal bilimlerde önemli bir
tartışma konusu olmuştur.
Marx, ideolojiyi tarihsel bir bakış açısıyla ele almaktadır. Başat
grupların/burjuvanın, kapitalist sistemin öncüllerini tarihten bağımsız ve ebedi doğal
yasalar içindeymişçesine, kendi ideolojilerinin içine gizleyip ve bu şekilde kendi
ideolojilerini kaçınılmaz bir şeymiş gibi gizlice sunduklarını söyler. 29 Marx, ideoloji
kuramını sınıf mücadelesi üzerinden şekillendirmektedir ve toplumsal ilişkileri
ekonomik ilişkilere dönüştüren üretim tarzının da kapitalizm olduğunu
vurgulamaktadır. Marx, kapitalizmle oluşan yeni ilişki biçimini ve oluşturulan hayali
cemaat duygusunu eleştirmektedir. Devletin ise bu yeni ilişki biçiminde ideolojiyi
temsil eden kurum olduğunu söylemektedir. 30
Đdeoloji ve ideolojik pratikler devlet, medya, eğitim ya da din gibi kurumların
yanı sıra, aile gibi gayri resmi kurumlar aracılığıyla edinilir. Klasik Marksist analize
göre, başat gruplar kendi ideolojilerini gizleme eğilimindedir ve onları, genel ya da
doğal değerler, normlar ve amaçlar sistemi olarak kabul edilmesini sağlamayı
amaçlar. Van Dijk bu noktada ideolojiyi bir toplumsal grubun üyeleri tarafından
paylaşılan toplumsal bir biliş biçimi olarak tanımlamaktadır. Yani, ideoloji, önyargı,
bilgi, kanaat, tutum ve toplumsal tasarımlar gibi diğer toplumsal bilişlerin
oluşumunu, dönüşümünü ve uygulamasını denetleyen karmaşık bilişsel bir
çerçevedir. 31
28 Michele Barrett, Marx' tan Foulcault' ya Đdeoloji, Çev. Ahment Fethi, Ankara, Doruk Yayımcılık, 2004, s. 14. 29 Hall, a.g.e., s. 101. 30 Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Osman Akınhay, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998, s. 209-213. 31 Van Dijk, a.g.e., s. 324.
68
Đdeoloji bireysel bir sistem değil toplumsal bir sistemdir ve ideolojilerin hepsi
toplumsal gerçekliğin çıkar bağımlı bir yeniden inşasını cisimleştirir. Bu noktada
ölçüt, söz konusu inşanın toplumsal amaç ve çıkarları gerçekleştirmede
anlamlılığıdır. Van Dijk, buradan hareketle söylem ve iletişimin, ideolojinin
oluşmasında merkezi bir rol oynadığını vurgular. Van Dijk, bir ideolojinin oluşumu
ve uygulanışı gibi süreçleri sosyolojik açıdan değil de sosyo-bilişsel bir analiz ile
ortaya çıkarmayı amaçlar çünkü önceki ideoloji analizlerinin makro düzeyde
olmasından kaynaklanan, ideolojilerin gizlediği iktidar yapıları ve söylemin etkisi
arasındaki bağın ortaya konmasında eksiklik olduğunu düşünmektedir.32
Hall, ise ideoloji ve söylem arasındaki bağı, medyadaki söylemlerin
kodlanması ve kod açılması açısından ele almaktadır. Hall, Marx' tan ödünç aldığı
“sirkülasyon” ve “alımlama” terimleri ile medyadaki üretim sürecini ele almaktadır.
Medyada, mesajın tüketimi de üretim gibi başlı başına bir süreçtir, böylece mesaj
amacına ulaşır. Ancak bu aşamaya gelmeden önce bu mesajlar anlamlı bir şekilde
kodlanmalıdır, böylece etki yapma özelliğini kazanır.33
Hall kodlama sürecini şu şekilde anlatmaktadır; anlamlı bir söylem oluşturma
sırasında kodlama ve kod açım simetrik olmaz, çünkü kodlayan üretici, kod
açımlayan da alıcıdır. Bu ikisi arasındaki eşitsizlik yanlış anlamanın kaynağıdır.
Söylemdeki kodlar, onu doğallaştırır ancak bu bir yanılmadır.34 Marx' ın “camera
obscura” sistemi ile ideolojiyi ele alması da buna benzer bir anlatımdır. Söylemdeki
kodlar, yanılmayı sağlar, ideolojinin tanımında da bu tip bir yanılma söz konusudur.
Hall, kodlama ve kod açım arasındaki ilişkiyi, dil bilimdeki düz anlam ve yan
anlam ilişkisine benzetmektedir. Yan anlam ideoloji söyleminin yaratıldığı kısımdır.
Ancak düz anlam da gelenekselleşmiş ve doğallaşmış olması açısından en az onun
kadar ideolojiktir. Yan anlamlar her zaman kültür, bilgi, tarih gibi toplumsal
özelliklerle ilişki içindedir ve her toplum bunlara kendi anlamlarını
32 A.e., s. 325. 33 Stuart Hall, “Encoding/Decoding”, Haz. Meenakshi Gigi Durham, Douglas M. Kellner, Media and Cultural Studies, Oxford, Blackwell, 2002, s. 168. 34 A.y.
69
yükleyebilmektedir. Yan anlam dönüşüme açıktır, düz anlam ise kesin işaretlerden
ve kompleks kodlardan oluşmaktadır.35
Alımlayanın rızasını kazanmak üzere yapılan kodlama, aynı zamanda onların
kod açımını da yapılandırmaktadır. Böylece, alımlayanlar hegemonik kodlar
çerçevesinde zorunlu olarak, ideolojinin sağladığı mekan içine yerleştirirler. Rızanın
sağlanması başarılmış olur.36
Hegemonya, egemen bir sınıfın, toplumsal formasyon üzerinde dolayısıyla,
tabi sınıflar üzerinde kurduğu otoritedir. Hegemonyanın işlemesi, sadece yönetmek
değil aynı zamanda da yönlendirmekle sağlanır, bu da daha önce değinildiği gibi
rızanın imalatını gerektirmektedir. Rızanın imalatı da ideolojiyi gerekli kılar böylece
tahakkümün sorunsuz bir şekilde işlemesi de toplumsal kurumlarla ideolojinin
empoze edilmesiyle başarılmış olur.37
Althusser ideoloji kavramlaştırmasını yeniden üretim nosyonu üzerinden
yapmaktadır. Buradan hareketle, kapitalist sistemin toplumsal yeniden üretimi
gerektirdiğini söylemektedir. Bu da emek gücünün ve üretim ilişkilerinin yeniden
üretimini gerektirmektedir. Emek gücünün ücret aracılığıyla yeniden üretilmesi
aileyi, ileri beceri ve tekniklerin yeniden üretilmesi eğitim sistemini
gerektirmektedir; dahası yönetici ideolojiye boyun eğilmesinin yeniden üretimi
kültürel kurumları, kiliseyi, kitle iletişim araçlarını ve siyasal aygıtları kendi
bölgesine doğru çeken devlet yönetimini gerektirmektedir.38
Althusser, burjuva ideolojisinin, yani hukuki ideolojinin, yükselişiyle,
öznenin ortaya çıktığını ve öznenin her tür ideolojinin kurucusu olduğunu söyler.
Yani, özne ideoloji ile somutlaşarak onun nesnesi haline gelmektedir.39 Buradan
hareketle, burjuva hukuku, kapitalist düzende üretim ilişkilerinin işleyişini sağlar,
böylece üretim ilişkileri çerçevesinde kurulmuş tüm kurumlar, aynı ideolojiyi temsil
35 A.e., s. 171-172. 36 Stuart Hall, “Kültür, Medya ve Đdeolojik Etki”, Haz. Mehmet Küçük, Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2005, s.228-229. 37 A.e., s. 214. 38 A.e., s. 217. 39 Althusser, a.g.e., s. 99.
70
eder. Çünkü Marx' ın kanıtlamış olduğu gibi, üretimin olmazsa olmaz şartı, üretim
koşullarının yeniden üretimidir.40
Althusser, bu yeniden üretim nosyonuna, diğer koşulları da eklemiştir. Üretim
araçlarının yeniden üretimi emeğin de yeniden üretimini gerektirmektedir. Ancak
kapitalist sistemde emeğin yeniden üretimi giderek başka kurumların da yeniden
üretimini gerektirmiştir. Böylece okullardaki eğitim, kapitalist üretim sistemlerini
öğretirken bir yandan da egemen ideolojiyi aktarmaya başlamıştır.41
Althusser ideoloji anlayışını kuramsallaştırırken, Marx' ın üst yapı ve alt yapı
ayrımından faydalanır. Üst yapı, hukuki, siyasal ve ideolojik yapıları temsil eder, alt
yapı ise, ekonomik yani, üretim yapısını temsil eder, yani aslında üst yapı, temel -alt-
yapı olmadan varlığını sürdüremez. Böylece, bir üst yapı olarak devlet, hukuki
pratikler ve baskı aracı olarak ordu, devlet başkanı, hükümet ve yönetim gibi
sistemlere ihtiyaç duymaktadır. Althusser kuramını kurarken, açık bir şekilde
Marxist teorinin devletin ideolojik aygıtlarını ele aldığından ancak kendisinin sadece
bunu kuramsal bir şekilde sistemleştirdiğinden bahseder.42
Althusser öncelikle devletin baskı aygıtı; hükümet, idare, ordu, polis,
mahkemeler, hapishaneleri devletin ideolojik aygıtlarından ayırmaktadır. “Devletin
ideolojik aygıtları” kavramlaştırması şöyledir43:
−−−− Dinsel aygıt.
−−−− Hukuki aygıt
−−−− Siyasal aygıt
−−−− Sendikal aygıt
−−−− Haberleşme aygıtı; basın, radyo ve televizyon vb.
−−−− Kültürel aygıt; edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.
Buradan hareketle, Althusser, üretim ilişkilerinin yeniden üretimini, devletin
baskı aygıtları ve ideolojik aygıtları aracılığıyla sağlandığını söyler. Devlet (Baskı)
40 A.e., s. 153. 41 A.e., s. 156-159. 42 A.e., s. 168. 43 A.e., s. 168-169.
71
Aygıtı, yeniden üretimin siyasal koşullarını sağlar.44 Diğer tüm ideolojik aygıtlarda,
ideolojinin aktarılması işini başarılı bir şekilde yapmaktadır.
3.2.1.4. Đdeoloji ve Kültür
Adorno ve Horkheimer kültürü ve onun ürünü olan her şeyi bir sanayi olarak
göstermektedir. Bir filmin, filmdeki karakterlerin, kullanılan müziğin, her şeyin
planlı bir şekilde özel uzmanlar tarafından yönetilmekte olduğunu söylerler. Böylece
tikelin uyumlu etkisinin nasıl kaybolduğunu ve kültür endüstrisinin bütünün
üstesinden nasıl geldiğini vurgularlar.45 Diğer bir deyişle, sanatın vaat ettiklerinin
altında da ideolojinin yattığından bahsederler. Bu yüzden de, yeniliğe pek açık
değillerdir ve eskinin birer kopyası niteliğindedirler. Diğer yandan da, yüzeysel
sanat, özerk sanatı ezmekte ve böylece kendisini yeniden üretmektedir.46 Gelinen
nokta, kültürle eğlencenin birleşmesi böylece, hem kültürün yozlaşması hem de
eğlenceye içerik kazandırılması olmaktadır.
Hall, modern devletin oluşumuyla sanatsal ürünün bir metaya dönüşmüş
olmasından, bununla birlikte kültürün ürünlerinin de piyasa ilişkilerine göre
şekillenmeye başladığından bahseder.47 Diğer yandan, yozlaşmış kültürün yanında
teknoloji de büyük ölçüde kültürü şekillendirmektedir. Buna en iyi örnek internet
üzerinden ulaşılabilen her türlü bilgidir. Böylece kültür ürünlerinin
popülerleşmemesi elde değildir çünkü zihnin şekillendirilmesi yoluyla kişiler
gerçeklik algılarını teknoloji üzerinden şekillendirmeye başlamıştır.
Postman' ın teknoloji ve mekan arasındaki ayrımı; teknolojinin beyin gibi
fiziksel bir araç olması, mekanın ise akıl gibi hangi fiziksel aracın kullanılacağını
belirlemesi ile mekanın gerçekleşmesi söz konusu olmaktadır. Teknoloji belli bir
sembolik kod içerdiğinde veya sosyal bir durumu temsil ettiğinde mekan haline
gelmektedir, diğer bir deyişle, mekan teknolojinin yarattığı sosyal ve entelektüel bir
44 A.e., s. 174. 45 Max Horkheimer, Theodor Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, C. II, Çev. Oğuz Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1996, s. 13. 46 A.e., s. 25. 47 Hall, a.g.e., s. 222.
72
çevredir.48 Bu kavramlaştırmayı televizyonun kitleler üzerindeki etkisi bağlamında
yapmakta olduğundan televizyonu bir teknoloji olarak değil, bir mekan olarak ele
almaktadır. Çünkü medya araçlarında temsil edilen ideoloji bir süre sonra gerçek
hayatın ta kendisi olmaktadır ve kişilerin hayatını şekillendirmektedir. Hele ki,
bilgisayar, internet, cep telefonu, televizyon vs. gibi iletişim araçlarının en gelişmiş
halinin yaşandığı günümüzde, bu araçlar yegane sosyalleşme aracı olarak insanların
hayatlarında yerini almaktadır.
Televizyonların ve bilgisayarların bütün gün açık tutulduğu evlerde, kişilerin
dominant ideolojiye sürekli bir şekilde maruz kalmaları da sistemin başarısının en
önemli göstergelerinden biridir. Kaldı ki böyle bir sistemde, saf bir kültürden
bahsetmek de pek mümkün görünmemektedir. Postman' a göre, eğlence ideoloji-üstü
bir durum almaktadır.49 Böylece, sanat ve kültür de bir eğlence aracına
dönüşmektedir.
3.2.2. Analiz
Bu bölümde öncelikle, “Cesur Yeni Dünya” adlı eserin iyi bir analizinin
yapılabilmesi için gerekli olan sorular cevaplanmaktadır. Bunlardan ilki “Kim?”
sorusudur, ikinci soru, “Nasıl?, üçüncüsü “Neden?” ve son olarak da “Ne zaman”
sorusudur. Bu sorulara verilen cevaplarla, eserin hangi koşullar altında yazıldığı
anlaşılıp analiz için önemli bir arka plan oluşturulmaktadır. Daha sonrada, Van Dijk'
ın iktidar formülasyonu ve Althusser' in ideoloji kuramı kullanılarak eleştirel bir
analiz gerçekleştirilecektir.
48 Neil Postman, Amusing Ourselves to Death Public Discourse in the Age of Show Business, New York, Penguin Books, 1986, s. 84. 49 A.e., s. 87.
73
Kim, Ne zaman, Nasıl ve Neden?
Huxley*, 1894' te doğmuş 1963' te ölmüş Đngiliz bir yazardır. Kırktan fazla
kitabı, makaleleri, mektupları, şiirleri, sanat eleştirileri, bilim ve politika ile ilgili
yazıları vardır. Huxley, marjinal bir karaktere sahip olmanın yanı sıra, Doğu kültürü,
Budizm ve mistisizm ile ilgilenmiştir ve mistik bir üstünlük yaşamayı tecrübe etmek
amacıyla meskalin ve lsd gibi uyuşturucuları deneysel olarak kullanıp, duygularını
“The Doors of Perception” (Algının Kapıları) adlı kitabında dile getirmiştir.
“Science and Literature” (Bilim ve Edebiyat), “Heaven and Hell” (Cennet ve
Cehennem), “Themes and Variations”(Temalar ve Varyasyonlar), “Ends and
Means”( Sonuçlar ve Anlamlar), “Texts and Pretexts” (Metinler ve Altmetinler),
“Island” (Ada) çalışmalarından bazılarıdır. Görüldüğü gibi, birçok konuda önemli
çalışmalara imza atmıştır ve kitaplarının her biri ölümünden sonra Đngiliz Edebiyatı'
nın en önemli çalışma alanlarını işgal etmeye başlamıştır. Ölümünden sonra adına
düzenlenen sempozyumlardan üçüncüsü 2004' te Letonya Ünversitesi' nde
yapılmıştır.
Ailesinden birçok ismin de yazarlık yaptığı bilinen Huxley, ölümünden sonra,
hem bir realist hem ironik hem de değer yargılarına önem veren biri olarak
tanımlanmıştır. Aynı zamanda, zarif ama kötümser biri olduğu düşünülmektedir.
Distopyalar' ın yazılmaya başlandığı dönem, Birinci Dünya Savaşı' ndan
çıkıldığı ve dünyanın maddi manevi bir yıkım içinde olduğu bir döneme denk
gelmektedir. Akıl ve bilimin saptırılarak iyi amaçlar için değil, hırs ve zenginlik için
kullanıldığı görülmüş bu da gelecek için bir umutsuzluk ortamı yaratmıştır.
1920-1930 yıllarında bilimin öneminin artmasıyla bilimselliğin
popülerleştirilmesi adına yazılan eserler üzerinden bir misyonerlik faaliyeti baş
göstermiştir. Huxley' in de bilime inanılmaz bir ilgisi vardır. Bilimdeki gelişmeleri
bizzat takip etmektedir ve bunun yanında kardeşi Julian da bir biyologdur ve bilim ve
* Milton Birnbaum, A Quest For Values: Aldous Huxley, New Jersey, Transaction Publishers, 2006, Önsöz' den alınmıştır.
74
toplum üzerine bir çok eseri mevcuttur. Bu on yıl Batı dünyasında bilim ve toplum
üzerine birçok çalışma yapılmıştır.50
Zamyatin “Biz” i yazdığında, Rusya komünizmi ile Alman faşizmi etkilerini
göstermeye başlamıştır. O dönemde Almanya' daki politik kaos birçok edebi metne
yansımıştır. Nazi Almanya' sını eserlerine taşıyan önemli bir isim Brecht olmuştur.
Eserlerinde, Nazi rejiminden, Hitler' in distopik kurallarından, kapitalizmden ve
modern kültürün krizinden bahsetmiştir. 1929' daki ekonomik ve politik kriz
sonrasında ise faşizm Avrupa' da yayılmaya başlamıştır ve totaliter rejimlerin
sonuçları üzerine spekülasyonlar yapılmaya başlanmıştır.51
Bunlardan biri de Huxley olmuştur, böylece bir burjuva distopyası olarak
Cesur Yeni Dünya ortaya çıkmıştır.1930' lar totaliter rejimlerin ortaya çıktığı,
kapitalizmin ileri aşamalarının yaşandığı bir dönem olmanın yanı sıra, Musevi-
Hıristiyan kültürünün negatif yönlerinin anlaşıldığı bir dönemdir. 52
Huxley, tüm bu koşullar altında, bir edebiyatçı olarak o yıllardaki bilimi ve
bilimin insanlar üzerindeki etkisini yer yer eleştirmek yer yer de kötüye kullanıldığı
takdirde insanlığın gelebileceği durum hakkında uyarılarda bulunmak amacıyla hiciv
sanatını kullanarak kaleme almıştır. Huxley, Wells' i okumuştur ve onun toplumun
bilim elitleri tarafından yönetilmesi önerisini beğenmemektedir. Bu sebeple, hem
bilimi kullanabileceği hem de toplumsal içerikli bir kitap yazmak istemiştir. Böylece
hem Wells gibi bilimi ele alabileceği bir eser hem de, eserlerinin birçoğunda olduğu
gibi eleştirel bir eser ortaya çıkarabilmiştir.
Huxley' i Cesur Yeni Dünya' yı yazmaya iten en önemli sebeplerden biri
1926' da Amerika' ya yaptığı ziyarette oluşan yeni uygarlığın onda yarattığı
umutsuzluk olmuştur. Çünkü Los Angeles' a gittiğinde orada hedonizme kapılmış
yaşantıları, müziğin, filmin, kokteyllerin ve otomobillerin yarattığı yapay
mutluluğun ve insanları tek tipleşmeye doğru sürükleyen yaşam biçimlerini
50 Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali Galip, Đstanbul, Kalkedon, 2006, s. 381-384. 51 M. Keith Booker, The Dystopian Đmpulse in Modern Literature Fiction as Social Criticisim, Westport, Greenwood Press, 1994, s. 51. 52 A.e., s. 52.
75
görmüştür.53 Cesur Yeni Dünya, böyle bir yaşantıdan esinlenmektedir. Çünkü
Huxley daha o dönemde Amerika' nın bir dünya öncülü olabileceğini fark etmiştir.
Huxley, Cesur Yeni Dünya' da Kumar' ın deyimiyle karakterlerinin birçoğuna
“betes noires” ını(en çok hoşlanılmayan)54simgeleyen isimler vermiştir. Bu yüzden
Cesur Yeni Dünya simgesel anlamda da incelemeye değer bir kitaptır. Neredeyse her
cümlesinin altında zekice gizlenmiş simgeler yatmaktadır. Ancak bu başka bir
çalışmanın konusu olabilecek kadar kapsamlı olduğundan, bu çalışmada birkaç
önemli karakterin simgesel boyutundan bahsedilecektir.
Daha sonra, hikâyenin geçtiği zaman ve hikâyede bahsedilen, istikrar,
şartlandırma, medya araçları, hipnopedya tekniği, eğitim-bilim ve güvenlik gibi
kavramların bir değerlendirmesi yapılıp, iktidar ve ideolojik söylem analiz
edilecektir.
Karakterler
Huxley' den ve onun Cesur Yeni Dünya' yı (Bundan sonra CYD olarak
anılacaktır) kaleme alışından kısaca bahsettikten sonra, kitaptaki karakterleri ele
almak yerinde olacaktır. Huxley kitaptaki ana karakterlerden biri olan Bernard Marx
ve diğer karakterlerden Lenina Crowne, Herbert Bakunin, Sarojini Engels, Polly
Trotsky gibi isimlerle sola bir atıf yapmaktadır. Daha da ilginç olanı, on dünya
denetçisinden biri olan Mustafa Mond ismi, iki açıdan önem taşımaktadır; birincisi
Atatürk' ün yeni ulusalcı anlayışına ve ikincisi, önemli kimya firması ICI' ın
kurucusu ve endüstriyel anlamda geleceğin hakimi olmaya aday Alfred Mond' a atıf
yapması.55
Kitapta önemli sembollerden biri de Shakespeare' dir. Vahşi' nin Shakespeare'
i bilip de Dünya Devleti' nde yaşayan insanların bilmemesi ilginçtir. Burada, Huxley,
Đngiltere' nin Kuzey Amerika' ya uyguladığı kolonizasyona, diğer yandan da
sistemde geçmişin unutturulması ve kitapların yasaklanması ile Shakespeare' in
53 A.e., s. 390. 54 A.e., s.385. 55 A.e., s. 386.
76
unutturulmuş olmasına atıf yapar. Shakespeare' in kitabın kurgusunda da önemli bir
yeri vardır. Hatta kitap adını Shakespeare' in Fırtına adlı oyunundan almaktadır..
Booker, Huxley' in Amerika üzerindeki emperyalizme ve Fırtına adlı oyunda
Miranda' nın iyi görünümlü yabancılar adayı istila ettiğinde söylediği cümleyi kitabın
adı yapar.56
Zaman
Kitapta diğer önemli simge de zamanlamanın Ford' dan önce ve Ford' dan
sonra olarak yapılmış olmasıdır. Fordizm Sosyal Bilimler' de özellikle Gramsci' nin
tanımladığı şekliyle, hareketli bir montaj hattı, standartlaştırılmış çıktılar, düşük
fiyatlar, yüksek ücretler, reklam ve tüketici kredisinin bir araya getirilip talebi teşvik
etmesi böylece emeğin yönetimi ve pazarlamanın bilimsel yönetimi sistemi ile
Taylorizm ilkelerine göre yapılan bir seri üretim organizasyonu anlatır.57 Böylece,
CYD' de seri üretimle birlikte yeni bir çağın başladığı anlatılmak istenmektedir. Öyle
ki, seri üretim sistemi biyolojiye de uygulanarak, Bokanovski işlemi ile, yapay
yumurtalar üretilmektedir ve bu üretim sürekli ilerleyen bantlar üzerindeki
yumurtalara çeşitli kimyasal işlemlerin uygulanmasıyla sağlanmaktadır. Hatta Ford
bir tanrı gibi yüceltilmekte, adına dini ayinler yapılmakta, Hıristiyanlık' taki haç
işaretinin üstü kesilip Ford' un “T” modeline atıf yapılmaktadır.
Ford' a yapılan atıftan daha da ilginç olanı, “Fordumuz-ya da Freud' umuz, ki
sırrına erişemediğimiz bir nedenle her zaman psikolojik konulardan söz etse kendine
Freud derdi- aile hayatının korkunç tehlikelerini ilk ortaya koyan kişi olmuştur”58
şeklinde bir söylemin geçmesidir. Bu durumda, Ford ve Freud' un aynı kişiler olması,
Freud' un psikolojik boyutta yeni çağın düşüncelerini temsil ediyor olmasıdır.
Nitekim burada Freud' un, ataerkil toplum tanımlamaları, tabu ve totem üzerine
yazıları, toplumsal cinsiyet hakkı gibi konulardaki çalışmalarına ve bilinçaltının
keşfine bir atıf bulunmaktadır.
56 Booker, a.g.e.,s. 62. 57 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 245. 58 Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, 2. bs., Đstanbul, Đthaki Yayınları, 2000, s. 65.
77
Althusser, ideoloji kavramını tanımlarken, Marx' ın Alman Đdeoloji' sinde
ideolojinin katıksız bir yanılsama olduğunu, katıksız bir düş, yani hiçlik olduğunu
öne sürdüğünü söyler ve oradan hareketle, ideolojinin tüm gerçekliğinin kendi
dışında olduğu yargısına varır ve ekler; “Demek ki, ideoloji, Freud' tan önceki
yazarların kuramlarında düşe verdikleri yere tıpa tıp benzeyen imgesel bir kuruluş
olarak tasarlanmaktadır.”59 Althusser, ideolojinin tarih dışı olmasından yola çıkarak
Freud' un “bilinçdışı öncesiz ve sonrasızdır” önermesiyle “ideolojinin tarihi yoktur”
önermesi arasında organik bir bağ kurmaktadır. Yani, ideoloji de öncesiz ve
sonrasızdır. Bu yüzden de Althusser' in kuramında Freud' un önemli bir yeri vardı
çünkü, onun bilinçdışı kuramıyla aslında bir ideoloji kuramı önerdiğini
düşünmektedir.60
Böylece, Huxley' in CYD' de Freud' a yer vermiş olması ki onun Ford' la aynı
kişiymiş gibi gösterilmiş olması onun bu bilinçdışı kavramlaştırmasına bir gönderme
olarak değerlendirilebilir.
Đstikrar
Ford' la birlikte bir dünya devleti kurulmuştur ve bu devletin sloganı
“Cemaat, Özdeşlik, Đstikrar” dır. Cemaat, on dokuzuncu yüzyılda Sosyal Bilimler' de
önemli bir kavramdır çünkü sanayileşme ve kentleşme ile birlikte yüz yüze ilişkilerin
önemini yitirmesi ve cemaat anlayışının bozulmaya başlaması söz konusu olmuştur.
Tönies' in çalışmalarında merkezi önem taşıyan bu kavram, zamanla tanımlanma
güçlükleriyle beraber, yeni bir biçim alarak, belli bir nüfus yerleşimini ve oradaki
ideal-tipik yaşam tarzlarını tanımlayan bir kavram olmuştur. 61 Yani bu sloganda,
özdeşlik ve istikrar kelimeleriyle birlikte kullanılmış olması Dünya Devleti' nde
yaşayan herkesin bir cemaat içinde birbiriyle özdeş olduğu ve böylece de toplumda
bir istikrar sağlandığını anlatmaktadır.
59 Althusser, a.g.e.,s. 80. 60 A.e., s. 82. 61 Marshall, a.g.e., s. 90.
78
Şartlandırma
Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi, istikrarın en önemli kaynaklarından birini
oluşturmaktadır. Burası aynı zamanda, hem seri bir şekilde embriyo üretilen hem de
çeşitli kimyasalların embriyolara enjekte edilmesiyle Alfa, Beta, Gama, Delta ve
Epsilon sınıflarının üretildiği yerdir. Bir yumurtada birçok embriyonun oluşturulması
işlemine Bokanovski işlemi denmektedir. Bu işlem sayesinde, birbirinin aynı birçok
insan üretilmekte ve hepsi standart kıyafetler içinde standart bir şekilde
şartlandırıldıkları işleri yapmaktadır. En düşük sınıf olan Epsilonlar en kötü işleri
yapmakta, en yüksek sınıf Alfa' lar ise duygu mühendisliği, propaganda, yöneticilik
gibi işleri yapmaktadır. Bu bir çeşit kast sistemi olarak değerlendirilebilir ancak bu
sistem tarafından belirlenen ve bilimin katkısıyla gerçekleştirilen bir durumdur.
Örneğin, Epsilon olması istenen embriyolara daha az oksijen vermek gibi...
Embriyolar dünyaya geldiklerinde ise Sosyal Belirleme Odası' nda, ait
oldukları sınıf ve meslek gruplarına göre kimyasal maddeler verilir veya o yönde
şartlandırma yapılır. Böylece yapmak zorunda oldukları işleri sevmeleri
sağlanmaktadır. Đnsan üretimindeki önemli aşamalardan biri de, hipnopedya
uygulamasıdır. Hipnopedya ile bebeklere uykularında önceden hazırlanmış olan
bantlar periyodik şekilde dinletilmekte böylece gelecekte bulunacakları konum için
şartlandırılmaktadırlar. Bu yöntemle öğretilen cümleler yetişkin olduklarında da
akıllarındaki yerlerini korumaktadır. Daha sonra hipnopedik cümlelere ayrıca
değinilmektedir. Diğer yandan, Pavlovcu Şartlandırma Odaları' nda da bebeklere
yapmaları istenen veya istenmeyen davranışlar, Pavlov yöntemiyle öğretilmektedir.
Pavlov Şartlandırma Odaları da aşikar bir biçimde ismini Rus filolog Ivan
Pavlov' dan almıştır. Onun klasik koşullama yöntemi kısaca şöyledir; bir köpeğe
önce ışık verilip sonra et verilir ve köpek salgılamada bulunur, bu davranış
tekrarlandığında, köpek bir noktadan sonra sadece ışık verildiğinde de salgıda
79
bulunmaya başlar. Bu durum koşullu tepki olarak adlandırılır ve bir eğitim
gerektirmektedir.62
CYD' de, bu yöntem çocukları kitaplardan uzak tutmak için uygulanan
şartlandırmada kullanılır. Böylece çocukların büyüdüklerinde de kitaplardan nefret
etmeleri sağlanıp, hem kendilerini geliştirip sistemi sorgulamaları engellenmekte
hem de diğer tüketim ürünlerine yönelmeleri sağlanmaktadır.
Seri üretimin, dolayısıyla istikrarın devam edebilmesi için devamlı bir
tüketim olmalıdır. Bu yüzden kitap okumak hoş bulunmaz ve çocukların Pavlovcu
Şartlandırma ile kitaptan nefret etmeleri sağlanır. Yani, yapılması istenen veya
istenmeyen birçok davranış bu şekilde pekiştirilmekte veya söndürülmektedir.
Tüketim devam ettikçe, istikrar korunacaktır ancak, nüfus artışı buna bir
tehdit oluşturacağından nüfusun kontrol edilmesi ve istikrarın bozulmasına sebep
olacak bir nüfus artışına engel olmak istenilmektedir. Bunun için uygulanan önemli
yöntemlerden biri de Malthus araştırmalarıdır. Kaldı ki, bu ismin de bir nüfus bilimci
ve ekonomist olan Thomas Robert Malthus' tan alınmış olması da simgesel anlamda
ilgi çekici bir noktadır.
Malthus, kuramında nüfusun kaynaklardan daha hızlı büyümeye yönelik
doğal bir eğilimleri olduğundan bahsetmektedir. Malthus buna öneri olarak pozitif
kontrol veya önleyici kontrol – ki bu evliliğin ertelenmesi veya cinsel kontrol
anlamına gelmektedir – ilkeleri sunmaktadır. Kaynakları daha fazla arttırıp
yoksulluğa çözüm bulunmasının nüfusun daha fazla gelişmesini gerektireceğinden
bu yöntemin başarısız olacağını düşünmektedir.63 Nitekim CYD' de kadınlar, Maltus
kemeri denen bir kemer kullanmakta ve okul dönemlerinden itibaren doğum kontrolü
amacıyla Malthus alıştırmaları yapmaktadırlar.
Huxley, yirmi yedi yıl sonra yazdığı Cesur Yeni Dünya' yı Ziyaret' te tekrar
bu nüfus sorununa değinmiştir; “Bağımsızlık Bildirgesi' nin imzalandığı tarih
itibariyle dünya nüfusu yedi yüz milyon sınırını aşmıştı. 1931' de ben Cesur Yeni
Dünya' yı yazarken, iki milyarın biraz altındaydı. Bugün, sadece yirmi yedi yıl sonra,
62 Doğan Cüceloğlu, Đnsan ve Davranışı Psikolojinin Temel Kavramları , 12. bs., Đstanbul, Remzi Kitabevi, 2003, s. 141. 63 Marshall, a.g.e., s. 470.
80
iki milyar sekiz yüz milyonuz. Ya yarın ne kadar olacak?”64 Huxley' in bu kaygısı
günümüzde fazlasıyla gerçekleşmiş bulunmakta, 2009 yılı nüfus sayımına göre
dünya nüfusu 6,5 milyarı aşmaktadır ve doğal kaynakların yetersizliği söz
konusudur.
Huxley çok yerinde bir sosyal analizle CYD' deki ayrı bölgelerin de sebebini
az çok açıklamaktadır:
“Eğer besin ve mamul eşyaların, evlerin, okul ve öğretmenlerin üretimi insan
sayısından daha büyük bir oranda arttırılabilirse, bu az gelişmiş ve aşırı nüfuslu
ülkelerde yaşayan biçare güruhu geliştirmek mümkün olabilir. Ne yazık ki, bu
ülkeler sadece tarım çarkından ve bu çarkı döndürecek endüstriyel donanımdan
yoksun değil, aynı zamanda böyle bir donanımı yaratacak sermayeden de
yoksunlar”65
Bu alıntıda da Huxley, alt sınıfların veya az gelişmiş ülkelerin kaynakları
hiçbir zaman yeterli düzeye gelemeyeceğinden kaderlerinin hep aynı olacağından
bahsetmektedir. Kaldı ki, CYD' de bu kadere sahip grupları ayrı bölge diye
adlandırdığı bölgelere yerleştirmiştir. Bu durum, aynı ülkede bir ayırma duvarı ile
Gama, Delta ve Epsilonlar' ın ayrılması, farklı ülkede de teknolojinin gelişmediği ve
kaynakların yatırım yapmaya değmeyecek düzeyde olduğu düşünülen Vahşi
Ayrıbölgesi olarak simgeleştirilmi ştir.
Ellul' un teknolojik toplumların bilimden umduklarının yani, insanların
tekniği kullanarak özgürleşmesi, teknokrasiden böylece uzaklaşması; tekniğin
insanlarla barışık olması çünkü çatıştığı takdirde tekniğin gelişimine bir engel
oluşturacağı; tekniğin insan tekniğini yeniden inşası ve kimyacıların genetik ve
embriyonik çalışmaları doğrultusunda süper insanı yaratma umutları66, CYD' de pek
de beklenen yönde gerçekleşmediği görülmektedir. O halde teknolojik toplumlarda
bilimin hangi amaç için ne şekilde kullanıldığı önem kazanmaktadır.
64 Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya' yı Ziyaret, Çev. Savaş Kılıç, Đstanbul, Đthaki Yayınları, 2001, s. 15. 65 A.e., s. 18. 66 Jaques Ellul, The Technological Society, New York, Alfred A. Knopf, 1965, s. 337-338.
81
Medya - Propaganda
Propaganda Bürolarında televizyonda propaganda, duygusal görüntülerle
propaganda ve müzikle propaganda çalışmaları yapılmaktadır. CYD' de sistemin
işleyebilmesi için en gerekli öğelerden biri propagandadır. Doğdukları andan itibaren
şartlandırma, hipnopedya ve sonunda da maruz kalınan propaganda hakikaten işe
yaramaktadır. Toplumun en zekileri olan Alfalar bile bu propagandadan paylarına
düşeni almaktadır.
Toplumdaki istikrarın sürdürülebilmesi için sağlanmış olan sistemin devam
etmesi sağlanmalıdır bu da ancak propaganda ile sağlanabilmektedir. Bu yüzden
Duygu Mühendisliği Üniversitesi' nde birçok slogan üretilmektedir.
Diğer yandan Alfalar için Saatbaşı Radyosu, Gamalar için Gama Gazetesi ve
Deltalar için de Delta günlüğü gazetesi üretilmektedir. Böylece, hangi sınıfa ne kadar
bilmesi isteniyorsa o kadar bilgi verilmektedir. Hatta Deltalar için hazırlanan
gazetedeki kelimeler tek heceli ve anlaşılması kolay cümlelerdir.
Böylece zaten kaderleri belirlenmiş insanlar, hiçbir zaman etraflarında ne
olup bittiğinin farkına varmadan yaşayıp, sistem için üretip ve tüketip, ölmektedirler.
Hatta öldüklerinde bile sisteme faydalı olabilmeleri için cesetlerin krematoryumda
yakılıp, onlardan fosfor elde edilmesi söz konusudur.
Đlginç olan nokta, insanlar bu şekilde yaşamaktan mutluluk duymaktadır.
Çünkü daha farklı bir yaşam biçimini bilmemektedirler ve Dünya Devleti' nin onlara
sonsuz bir mutluluk sunduğunu düşünmektedirler. Burada Herman ve Chomsky' nin
rızanın imalatı teorilerinin nasıl işe yaradığını görmek mümkündür. Çünkü insanlar,
gönüllü bir şekilde sisteme hizmet etmekte ve bu durumdan şikayet etmemektedir.
Yani, sistem onların rızasını alarak kendisini meşrulaştırmaktadır.
Eğer içlerinden bir şeylerin farkına varacak biri çıkarsa da sistem soma ile
ona her şeyi unutturmakta ve sentetik müziğin de eşliğiyle onu tekrar mutlu
kılmaktadır. Burada, görüldüğü gibi, rızanın imalatı sanatın da imalatını
gerektirmektedir. Ki, CYD' de bu ihtiyaç da planlı bir şekilde karşılanmaktadır.
Propaganda Bürolarında üretilen sentetik müzik, kitapta her zaman soma ile birlikte
82
anılmaktadır. Bu noktada, Horkheimer ve Adorno' nun sanatla ilgili bir analizine atıf
yapmak yerinde olacaktır:
“Kültür sanayinin zaferi ikilidir: Dışarıda hakikat diye yok ettiğini içerde yalan
olarak istediği gibi yeniden üretebilir. Bu şekliyle “yüzeysel sanat”, yani eğlence bir
yozlaşma biçimi değildir. Bundan katışıksız ifade idealine ihanet diye şikayet eden
kişi toplum hakkında yanılgıya düşmektedir. Maddi praksisin tersine özgürlük
dünyası olarak tecessüm eden burjuva sanatının arılığı başlangıçtan itibaren alt
sınıfların dışlanması pahasına elde edilmiştir, oysa sanat sahte genellik hedeflerinden
uzak durarak alt sınıfların davasına, yani gerçek genelliğe bağlı kalmaktadır.” 67
Yani, modern devlette olduğu gibi sanat CYD' de de sisteme bağlılığı ve
genelin kültürünün kitlelere benimsetilmesi konusunda başarı sağlamaktadır. Bunu,
Mustafa Mond kitabın son bölümünde Vahşi' ye sistemin nasıl işlediğini anlatırken
de doğrudan dile getirmektedir. Đstikrar için nasıl her şeyden vazgeçtiklerini
anlatırken, yine istikrar için sanatın nasıl makineleştirilmesi gerektiğinden
bahsetmektedir.
Egemen güçlerin halkı içine çekebilmesi için, tekniği tek elde toplaması
gerekir, bu da doğrudan totaliter bir devlet sistemini gerektirmektedir. Böylece,
teknikler insanların hayatını kuşatacak şekilde birbirine bağlı hale gelir ve bu
kaçınılmaz son ister demokratik ister liberal olsun tekniğin geliştiği her devlette
gerçekleşir. Tekniğin denetlenme çabası ise propagandayı gerektirir. Böylece liberal
veya demokratik toplumlarda propaganda toplumsal kurumlara entegre edilir ve
uygulanır. Yani, propaganda bir tekeldir. Ancak, bu uygulama ayırt edilemeyecek
şekillerde de yapılabilir çünkü teknik, bir kitle aracıdır ve kişisel olarak anlam ifade
etmemektedir.68 Buradan hareketle, CYD' de propagandanın işlevini fazlasıyla yerine
getirdiği anlaşılmaktadır.
67 Max Horkheimer, Theodor Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, C. II, Çev. Oğuz Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1996, s. 24-25. 68 Ellul, a.g.e., s. 284- 286.
83
Hipnopedya
Hipnopedya ile çocuklara “Sınıf Bilincine Giriş”, “Cinselliğe Giriş” gibi
dersler daha bebekken çeşitli periyotlarla bantlardan dinletilmektedir. Bu sistem
ahlak ve sosyalleşme için en önemli araç olarak görülmektedir. Çocuklar sistem
lehine cümleleri duyarak büyüdüklerinden asla onların yanlış olabileceğini
düşünmezler.
“Sonunda çocuğun zihni bu öğretilere dönüşene dek ve bu öğretilerin toplamı
çocuğun zihnini oluşturana dek. Sadece çocuğun zihnini değil. Yetişkinin zihnini de
– tüm yaşamı süresince. Yargılayan, arzulayan ve karar veren zihin – bu öğretilerden
oluşacak. Ama bütün bu öğretiler bizim öğretilerimizdir!” Müdür neredeyse zaferle
haykırıyordu. “Devlet' in öğretileri.” En yakın masaya yumruğunu indirdi...”69
Böylece, daha savunmasız boş beyinlerken, bu öğretilerle manipülasyona
uğrayan bebekler, çocukluklarında ve yetişkinliklerinde de aynı şekilde ulus bilincini
korumaya devam etmektedirler ve her şeyin devlet için olduğunu
kabullenmektedirler; tersi durum da – yani Dünya Devleti' nin onlar için var olduğu
düşüncesi- aynı şekilde geçerlidir. Bu alıntıda, KŞM müdürünün hipnopedyanın ve
Dünya Devleti' nin başarısını anlatırkenki coşkusu ve elini masaya indirmesi de
geçmişte kendi maruz kaldığı propagandanın nasıl başarılı olduğunu göstermektedir.
Hipnopedik söylemlerden bazıları şöyledir:
“Tarih saçmalıktır”70
“Herkes, herkese aittir”71
“Fordumuz direksiyonun başında, Dünya' da işlere tıkırında”72
“Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir. Yama artarsa refah düşer, yama
artarsa...”73
69 Aldous: Huxley, Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, 2. bs., Đstanbul, Đthaki Yayınları, 2000, s. 54. 70 A.e., s. 60. 71 A.e., s. 67. 72 A.e., s. 72.
84
Soma için söylenen; “Bir santimetrekübü, bin musibet savuşturur”74
“Herkes herkes için çalışır. Hiç kimseden vazgeçemeyiz. Epsilonlar bile
faydalıdır. Epsilonlar olmadan yapamayız...”75
“Şimdilerde herkes mutlu”76
“Bugün alabileceğin keyfi asla yarına erteleme”77
“Birey hissederse, topluluk sendeler”78
“Geçmiş ve gelecek, beni hasta edecek”, “Bir gramını alırım, öyleyse
varım”79
“Temizlik Ford' a imandan gelir”, “Uygar olmak steril olmak demektir”80
Bu hipnopedik deyişler insanların beynine o kadar iyi işlemiştir ki, Linda,
Vahşi Ayrıbölgede kaybolup da ilkel bir hayat yaşamaya başladığında bile o
öğretiler kafasından silinmemiştir. Orada ne kadar mutlu olduğunu ve mükemmel bir
hayat olduğunu, oğlu John' a aynı şekilde hipnopedik deyişlerle aktarmıştır. John da
hep orada yaşamanın hayalini kurmuştur. Ancak kitabın sonunda o yaşamın ne kadar
basit, duygudan yoksun ve eksik olduğunu anlamıştır ve bir türlü oradaki yaşama
adapte olamamıştır.
Eğitim – Bilim
Yüksek Okul' da Alfa ve Betalar için yüksek derecede eğitim verilmektedir.
Böylece, sisteme hizmet etmek üzere, kimyasal şekilde mükemmelleştirilen insanlar
bunu mükemmel bir şekilde bir eğitimle pekiştirmektedir. Ancak, son bölümde
Denetçi Mustafa Mond' un Vahşi' ye sistemi anlattığı kısımda geçen konuşma,
aslında Alfa olsalar da insanlara sınırlı bir bilim yapma hakkı tanındığını ve yalnızca
sistemin devamı için bilmeleri gereken bilginin verildiği gözler önüne serilmektedir:
73 A.e., s. 79. 74 A.e., s. 85. 75 A.e., s. 108. 76 A.e., s. 129. 77 A.e., s. 132. 78 A.y. 79 A.e., s. 145. 80 A.e., s. 151.
85
“... Mutlulukla uyuşmayan tek şey sanat değil, bilim de uyuşmuyor. Bilim
tehlikelidir; büyük bir özenle ağzına gem vurmak ve zincire bağlı tutmak
zorundayız.”
Şaşkına dönen Helmholtz, “Ne? Dedi. “Fakat sürekli, bilimin her şey olduğunu
söylüyoruz. Beylik bir hipnopedik öğretidir bu.”
“On üç yaşla on yedi yaş arasında haftada üç kez”, diye tamamladı Bernard.
“Ve de Üniversite' de yürüttüğümüz bütün bilim propagandası...”
Alaycı bir şekilde, “Evet; ama ne tür bilim?” dedi Mustafa Mond. “Siz hiç bilimsel
eğitim almadınız, onun için bir yargıya varamazsınız. Ben kendi zamanımda oldukça
iyi bir fizikçiydim. Fazlasıyla iyiydim – bütün bilimlerimizin bir yemek pişirme
kitabından başka bir şey olmadığını anlayacak kadar iyiydim. Geleneğe uygun
yemek pişirme teorisini kimsenin sorgulamasına izin verilmeyen bir kitap ve yemek
tarifleri listesine, aşçı başından özel izin almaksızın ek yapılamaz. Şu anda aşçıbaşı
benim...”81
Eğitim sisteminin özelliklerinden biri de çocukların aşılmaz hiçbir durumla
karşılaşmamaları için duygularından arınmalarını sağlamaktır. Böylece, hayatlarında
yolunda gitmeyen hiçbir şey olmaz ve sistem de en iyi şekilde işlemeye devam eder.
Arzulanılan her şey anında tatmin edilir. Diğer yandan, duygulardan arındırmanın bir
yolu da, çocukların Krematoryum' a yaptırılan ziyaretleridir. Orada, ölmeye yakın
insanları ve öldükten sonra nasıl cesetlerinin yakılıp, onlardan fosfor elde edildiğini
öğrenirler. Her şeyden de önemlisi, duygularından arınırlar, aile, anne, baba,
sevgiliye bağlanmadıkları gibi ölüm de onları üzmez. Zaten kimsenin anne babası
yoktur çünkü anneden doğum tamamen ortadan kalkmıştır.
Güvenlik
CYD' de şiddet yoktur, zorlama yoktur. Yapılması istenmeyen davranışın
şiddetle bastırılması yerine yapılması istenen davranışlar ödülle teşvik edilmektedir.
Bir isyan durumunda da Polisler isyanı bastırmak için, sentetik müzik ve soma buharı
81 Huxley, a.g.e., s. 291.
86
kullanmaktadır. Bu noktada yine rızanın imalatı söz konusudur. Çünkü insanlar,
Dünya Devleti' nde mutlu olduklarına öyle inanmaktadır ki, ondan gelen hiçbir şeyin
doğruluğunu yanlışlığını ayırt edememektedirler. Đlginç bir nokta, çıkan isyanda
müzik kutusundan yayınlanan Đsyan Bastırma Konuşması’ dır.
“Birden Sentetik Müzik Kutusu' ndan gelen bir Ses konuşmaya başladı. Aklın Sesi,
Keyfiliğin Sesi' ydi. Đki Numaralı (Orta Şiddetli) Sentetik Đsyan Bastırma
Konuşması' nın ses bantı, alette dönmeye başladı. Aslında var olmayan bir yüreğin ta
derinlerinden gelen ses, öyle yumuşak bir serzeniş tonuyla, “Dostlarım, Dostlarım!”
demişti ki, polislerin, gaz maskelerinin ardındaki gözlerine bile geçici olarak yaşlar
doldu. “Bütün bunların anlamı nedir? Niye hep birlikte iyi ve mutlu olamıyorsunuz?
Đyi ve mutlu,” diye tekrarladı. “Huzur içinde, barış içinde.” Ses titredi, fısıltıya
dönüştü ve bir anlığına kesildi. Müthiş bir ağırbaşlılıkla, “Ah, hepinizin mutlu
olmanızı isterim,” diye başladı. “Hepinizin mutlu olmanızı isterim! Lütfen, lütfen iyi
olun ve...”
Ses ve soma buharı iki dakika içinde etkisini göstermişti. Yarım düzine ikiz, aynı
anda hep beraber kucaklaşarak gözlerinde yaşlarla birbirini öpüyorlardı. Helmholtz
ile Vahşi bile ağlamak üzereydiler. Muhasebeden hap kutularıyla dolu yeni bir kutu
getirildi, çabucak dağıtıldı. Đkizler, Ses' in son derece şefkatli bariton vedaları
eşliğinde, kalpleri paralanırcasına zırlayarak dağıldılar. “Hoşça kalın, benim sevgili
dostlarım. Ford sizinle olsun! Hoşça kalın, sevgili dostlarım...””82
Burada ilgi çekici olan, “Ses” in baş harfinin büyük yazılmış olmasıdır,
demek ki, o sentetik ses gerçek bir kişiymiş gibi nitelendirilmektedir. Diğer yandan
ses bir banttan tekrarlanmasına rağmen, Ford Hazretleri' ni simgelemektedir ve onu
dokunaklı, yumuşak, insanları seven ve insanların mutluluğu için çalışan bir melaike
olarak sunmaktadır. Fısıltı halindeki yumuşak ses tonu, daha bebekken hipnopedik
öğretilerde kullanılan ses tonuyla aynıdır ve somanın da etkisiyle kendilerinden
geçmiş insanlarda annelik şefkatini aratmayacak bir duygu yaratmaktadır.
82 A.e, s. 279.
87
Dolayısıyla insanlar, mutluluğu Ford Hazretleri' nde bulmakta ve kendilerini her
şekilde ona teslim etmektedirler.
Diğer bir ilginç nokta da, sisteme karşı olan kişilere uygulanan işlemdir.
Zaten Gama, Delta ve Epsilonlar hiçbir zaman sisteme karşı olabilecek bir bilinç
düzeyine ulaşamayacaktır. Alfa ve Betalar' dan ise sisteme karşıt olanlar bir adaya
gönderilmektedir. Ancak burada, bu onlar için bir ödül mü yoksa ceza mıdır?
Van Dijk' in Đktidar Formülasyonu ve Althusser' in Devletin Đdeolojik
Aygıtları Kuramının Cesur Yeni Dünya' ya Uygulanması
Van Dijk' ın iktidar formülasyonundan hareketle, Dünya Denetçisi' nn
insanlar üzerindeki denetiminin onların toplumsal eylem özgürlüğünü kısıtladığı
söylenebilir. Bunun için bir ön gereklilik olan arzu, istek, plan ve inançlarını
hipnopedya ve propaganda teknikleriyle (ikna ve söylemsel iletişim biçimleriyle)
denetlemektedir. Böylece insanların zihinlerini denetleyerek dolaylı bir iktidar
sağlamaktadır. Tüm bunları yaparken de insanlara bulundukları sınıfların özellikleri
el verdiğince bir özgürlük alanı tanımaktadır.
Dünya Denetçisi' nin dayandığı temel, onun başat bir grubun üyesi olmasıdır.
Nitekim kendisi bu durumu “Optimum toplum, buz dağı örneğine göre kurulur –
dokuzda sekizi su seviyesinin altında, dokuzda biri üstünde”83 şeklinde
açıklamaktadır. Yani, dokuzda sekizlik kesim, dokuzda birlik bir başat grup için
çalışmaktadır ve aynı zamanda onların ideolojisine maruz kalmaktadır.
Dünya Denetçisi' nin iktidarını koruması için insanlar onun isteklerini
bilmelidir. Bu da ancak, kültürel inanç, norm/değer ve ideolojik bir çerçeve içinde
paylaşılan konsensüs ile elde edilmiştir. Ortak payda ise, herkesin mutlu olma
isteğidir ve Dünya Devleti bunu insanlara sunmaktadır.
Çeşitli kurumlar için, ki bu CYD' de Yüksek Okul, Propaganda Bakanlığı ve
Cemaat Dayanışma Dernekleri' ne denk gelmektedir, bir karşı-iktidar durumundan
korunabilmek için ideolojik bir çerçeve şarttır. Bu ideolojinin sağlanması da söylem
ile mümkün kılınmaktadır.
83 A.e., s. 289.
88
Söylemin üretilmesiyle de toplumsal denetim gerçekleşir. Buradaki
formülasyon ise şu şekildedir: Kim? Denetçi, Duygu Mühendisleri, Kime? Dünya
Devlet' in vatandaşlarına, Ne söyleyebilir? Hipnopedya başlığı altında verilen tüm
söylemler buna karşılı gelir. Böylece güçsüzler yani Gama, Delta ve Epsilonlar her
zaman alımlayan konumunda olmaya mahkumdurlar.
Đktidar aynı zamanda söylemin arkasındaki güçtür. Yani Denetçi aynı
zamanda, duygu mühendisi, sentetik müzik üreticileri ve diğer bilimciler gibi
simgesel seçkinleri de bir şekilde denetlemektedir. Yani simgesel iktidar da
ideolojiktir ve her şeyden önemlisi de simgesel seçkinlerin üretimi de Denetçi' nin
kontrolü altındadır. Söylemin başarısı, tahakküm altındakileri istenilen eylemlerin
kendi çıkarlarına olduğuna ikna etmekle gerçekleşir. CYD' de de insanlar, Dünya
Devleti' nin insanların mutluluğu için çalıştığına ikna edilmiştir. Bu yüzden de
ideolojik söylemler başarı kazanmaktadır.
Aynı veriler Althusser' in “Devletin Đdeolojik Aygıtları” kuramına
yerleştirildi ğinde de şöyle bir tablo meydana çıkmaktadır;
CYD' de büyük ölçüde tüm kurumların işlevini gören çok önemli bir kurum
varolduğundan, diğer kurumların işlevleri yok denecek kadar azdır veya tamamen
ortadan kaldırılmıştır. Bu önemli kurum teknoloji ve bilim ile sağlanmış olan
kuluçka ve şartlandırma sistemidir. Yani Althusser' den farklı olarak “Bilimsel
ideolojik aygıt” da bu sıralamaya eklenebilir. Şüphesiz, modern devlette de bilim ve
teknoloji o kadar gelişmiş olsaydı bu tip bir ideolojik kurum kurulurdu.
Üretim ilişkilerinin yeniden üretimi için emeğin yeniden üretimi
gerekeceğinden, CYD bunu, kuluçka ve şartlandırma yöntemiyle çözmüştür. Çünkü,
alt sınıflar, Bokanovski Đşlemi ile birbirinin aynı yaratılıp, embriyolarına daha az
oksijen ve çeşitli kimyasallar uygulanıp kaderleri belirlenmekte ve sorgulama
yetisinden uzak, sadece eline verilen işi yapan özneler haline getirilmektedir.
Dinsel Aygıt ise; öncelikle Ford Hazretleri' nin tanrılaştırılmış olması (ki bu
da şartlandırma ve eğitim aygıtı ile sağlanmaktadır) ve Cemaat Dayanışma ayinleri
ile işlemektedir.
89
CYD' de, belki de bilimsel aygıtın başarısıyla, aile, hukuki, sendikal, siyasal
ve kültürel aygıta rastlanmaz. CYD aileye karşıdır, çünkü bireylerin duygularından
arınmalarını ister, hukuk sistemi yoktur çünkü herkes mutludur ve zaten kendisini
sisteme adamıştır, belli hakları olsa da geçmişteki şartlandırılmalarından dolayı
herkes nerede olması gerektiğini bilir. Đşçilerin, embriyo döneminde beyinlerinin
işlevi azaltıldığından, sendika kurma gibi bir durum ise söz konusu bile olamaz.
Siyasal aygıt da, Ford Hazretlerine duyulan sevgi ve minnet ile, ortadan
kaldırılmıştır. Kültürel aygıttan da, yine öznelerin sorgulamadan uzak olmaları ve tek
tipleştirilmeleri açısından vazgeçilmiştir; bunu sağlamak için de geçmişten,
kitaplardan ve güzel sanatlardan uzak durulmaktadır.
Bilimsel aygıtın başarısını perçinleyen diğer aygıt ise; haberleşme aygıtıdır.
CYD' de bu aygıt Propaganda Bakanlıkları ile zekice kurulmuştur. Burada, hem
televizyonla hem sinema ile hem de müzik ile propaganda sağlanmaktadır. Her sınıf
için de bulundukları sınıfın seviyesine göre gazete çıkarılmaktadır ve hipnopedik
deyişler hazırlanmaktadır.
Đlginç olan CYD' de Althusser' in baskı aygıtı ile ideolojik aygıt ayrımının
görülmemesidir. Yani, devlet (Dünya denetçisi), hem baskı araçlarını hem de
ideolojinin yayılmasını sağlayan diğer araçları elinde bulundurmaktadır. Böylece,
ideolojik aygıtların teknolojik toplumlarda aynı zamanda birer baskı aygıtına
dönüşüp dönüşmeyeceği sorusu akla gelmektedir.
Demek ki, hem iktidar formülü hem de ideolojik aygıt kuramıyla ele
alındığında, varılan sonuç egemen gücün ideolojiyi kurduğu ve yaygınlaştırdığı
olmuştur. Böylece alıcı durumundaki güçsüzler için bir distopya olan Dünya Devleti
Mustafa Mond' un o dokuzda birlik dediği kesim için ise gerçekleşmiş bir ütopyadır.
Ancak, yine de alımlayan konumundaki insanlar bunun bir distopya olduğunun
farkına hiçbir zaman varamayacaktır.
90
SONUÇ
Çalışmada, Ütopya metinlerinin Batı' nın sosyo-kültürel yapısını yansıtıyor
olmalarından yola çıkarak Batı tarihinden ve Modern döneme kadar sahip olduğu iç
dinamiklerden bahsedilmiştir. Bu süreçlerin Ütopya metinleri üzerinden ele alınmış
olmasının sebebi, Batı' nın yaşadığı koşullara paralel bir şekilde Ütopya metinlerinin
de göstermiş olduğu değişimlerdir.
Ütopya' ya kaynaklık eden Platon' un Devlet' i ele alındıktan sonra, diğer
Antik Çağ ütopyalarına ve ortaya çıktığı koşullara bakılmıştır. Ütopya' nın genellikle
sıkıntı dönemlerinde ortaya çıktığı ve toplumun değişen yapısını eleştirir nitelikte
olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde, ütopya metinlerinin bir “ötekine” özenme “öteki
gibi” olma isteğiyle yazıldığı görülmüştür. Roma döneminde ise Batı' da sağlanan
üstünlük ile ütopya metinlerine rastlanmamıştır.
Orta Çağ' da Batı' nın içe kapanması ve kilise baskısı yüzünden, ütopya
metinleri geçmişteki ütopyaların Hıristiyanlaşmış kopyaları şeklinde yazılmıştır.
Aynı zamanda Batı' nın bu kapalılığı “öteki” ni görmesine ve ona öykünmesine de
engel olmuştur. Daha sora Batı' nın Haçlı Seferleri, deniz aşırı seyahatler, Coğrafi
Keşifler, bilimin gelişmeye başlaması, matbaanın kullanılması, Rönesans ve Reform
Hareketleri, Sanayileşme ve Aydınlanma düşüncesiyle birlikte kendini aşma çabaları
başarılı olmuştur.
Batı' da yeni bir çağ başlamıştır ve bu dinamikler tekrar ütopya metinlerinin
yazılmasına sebep olmuştur. Bu sefer de, Rönesans düşüncesinin etkisiyle Antikite'
ye olan özlem ile metinler Platon' un Devleti üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Đlk
kırılma noktası More' un “Utopia” sı ile gerçekleşmiştir. Daha sonra, Campanella'
nın “Güneş Ülkesi” ve Bacon' ın “Yeni Atlantis” i gelmiştir. Artık metinlere yavaş
yavaş bilim girmeye başlamıştır. Bu metinlerde bilimin Batı' yı içinde bulunduğu
durumdan kurtaracağı ve ütopyayı gerçekleştirebileceği umudu doğmuştur.
Daha sonraki süreçte, Aydınlanma düşünürleri ütopik umutlara teorik alt yapı
oluşturmuştur ve ütopik sosyalizm düşüncesi daha sonra bilimsel sosyalizme
dönüşmüştür. Bu anlamda on sekizinci yüzyıl ve sonrası gelişmeler büyük önem
taşımaktadır. Çünkü ütopya bilimi ve bilimsel teorileri tetiklemekte, bilim ve
91
bilimsel bilginin gelişimi de ütopya umudunu beslemektedir. Böylece toplumsal yapı
ile ütopya metinleri arasında diyalektik bir ilişki oluşmuştur.
On sekizinci yüzyılı o kadar önemli kılan süreçler, bilimde yaşanan
gelişmelerle birlikte Aydınlanma düşüncesinin de etkisiyle köklü değişimler
yaşanmasıdır. Batı öyle bir değişimin içine girmiştir ki, sanayileşmenin etkisiyle ve
özgürlük düşüncesiyle yavaş yavaş Avrupa' da uluslar oluşmaya başlamıştır. Böylece
toplum sözleşmesi yerini ulusal devletlere bırakmıştır. Ki bu daha sonra dünya
savaşlarının da sebebini oluşturacaktır.
Bilimin gelişmesi, ütopya umudunun gerçekleşebileceği fikrini doğurmuştur
ve bunun uygulaması Batı mimarisine yansımıştır. Ancak bu sefer de gerçekleşmesi
mümkün olan ütopya, “öteki” ni yaratmaya başlamıştır. Çünkü yeni düzen ve
kapitalist sistem, herkesin bu kaynaklara eşit derecede ulaşmasını engellemektedir.
Böylece Ütopya' nın ve bilimin olumsuz yanları fark edilmeye başlanmıştır ve
ütopya yavaş yavaş kendi olumsuzuna dönüşmeye başlamıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru bilim hâlâ bir umut kaynağı iken,
Zamyatin' in 1920' de Biz' i yazmasıyla düşünce dünyasında bir farkındalık durumu
yaşanmıştır. Çünkü Zamyatin, bilimin ve teknolojinin gelişmesinin bir toplumda
nelere yol açabileceğini sezinlemiş ve bunu kitabında dile getirmiştir. Teknolojinin
nasıl denetlenmesi gerektiğini ve bunun totaliter rejimlere yol açıp, insanları nasıl
köleleştirebileceğini anlatmıştır.
Daha sonra, bu çalışmanın da ana noktasını oluşturan Huxley' in “Cesur Yeni
Dünya' sı gelmiştir. Huxley, daha farklı bir bakış açısıyla, Biz' deki gibi bilim ve
teknolojinin denetiminin baskı, yasaklar ve şiddetle gerçekleşeceği kurgusu yerine
insanlara yazgıları sevdirilerek ve propaganda yöntemleri ile rızaları alınarak
köleleştirildi ği bir sistem kurmuştur. Dolayısıyla, modern devlete, günümüze en
yakın kurguyu gerçekleşmiştir.
Huxley' den sonra Đkinci Dünya Savaşı yaşanmıştır ve Avrupa' da büyük bir
yıkım olmuştur. Teknoloji büyük ölçüde savaş teknolojisine dönüşmüştür. Bunları ve
Avrupa' daki baskı rejimlerini gören Orwell, çok daha karamsar bir havayla 1949' da
“Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” ü yazmıştır. O da, Zamyatin gibi, teknolojinin ve
92
toplumun denetiminin şiddet ve baskı yöntemleriyle gerçekleşebileceğini ve
insanların bu şekilde köleleştirilecekleri konusunda uyarıda bulunmak istemiştir.
Çalışmanın önemli bir kısmını oluşturan Cesur Yeni Dünya adlı kitap, kitle
iletişimi ve propaganda tekniklerinin hat safhada olduğu günümüze daha yakın
bulunduğundan incelenmek istenmiştir. Bu incelemede Söylem Analizi yöntemi
kullanılmıştır. Kitapta ilgi çekici bir nokta da, ideolojik söylemin de kitap içinde
yaratılmış olmasıdır. Bu sebeple kitap, hem kitabın söylem analizi hem de kitaptaki
söylemin analizi açısından önem kazanmıştır.
Öncelikle Söylem tanımlanmaya çalışılıp daha sonra Söylem Analizi' nin
Sosyal Bilimler açısından önemine değinilmiştir. Eleştirel bir Söylem Analizi
konusunda önemli yeri olan Van Dijk' ın iktidar ve toplumsal denetim kavramları
formülize edilip, Herman ve Chomsky' nin “Rızanın imalatı” kavramı ile Althusser'
in “Devletin ideolojik aygıtları” kavramlaştırması da kullanılarak bir analiz
yapılmıştır.
Analizde ortaya çıkan verilere göre, Cesur Yeni Dünya' daki (bundan sonra
CYD) sistem, istikrar ile ayakta kalmaktadır. Bu istikrarın sağlanabilmesi de ancak,
insanların hem biyolojik hem de psikolojik olarak şartlandırılması ve doğum
kontrolü ile nüfusun sabitlenmesi ile mümkün olmaktadır. Önemli nokta, bu
sağlanmış olan istikrarın nasıl devam ettirileceğidir.
CYD, bu istikrarlı sistemi sürdürmekte çok başarılıdır çünkü Van Dijk' ın
iktidar ve toplumsal denetim formülasyonları bu sisteme bire bir uymaktadır. Diğer
bir değişle CYD' deki Dünya Denetçisi insanlar üzerindeki denetimi onların istek,
arzu ve planlarını yani zihinlerini hipnopedya yöntemi ile denetleyerek onlar
üzerinde dolaylı bir iktidar sağlamaktadır. Dünya Denetçisi, bu iktidarı
sürdürebilmek için kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarıymış gibi onlara benimsetip
onlarda yapay bir kültür, inanç ve değerler sistemi oluşturmaktadır. Yani ideolojik
bir çerçeve oluşturup insanları da ortak bir paydada toplamaktadır.
93
Dünya Denetçisine bu gücü kazandıran, onun başat bir grubun üyesi
olmasından kaynaklanmaktadır ve böylece toplumsal kurumları ve denetim için
gerekli söylemi de denetlemektedir.
CYD' deki Propaganda Bakanlığı, Yüksek Okul ve Cemaat Dayanışma
Dernekleri Althusser' in devletin ideolojik aygıtlarında, haberleşme aygıtı,
öğrenimsel aygıt ve dinsel aygıta denk gelmektedir. Aile aygıtı, hukuki aygıt, siyasal
aygıt, sendikal aygıt ve kültürel aygıt ise, şartlandırma ve geçmişin unutturulması ile
çoktan ortadan kaldırılmıştır.
CYD' deki istikrarlı sistemin devamlılığının en önemli kaynaklarından biri de
söylemin başarısıdır. CYD' de simgesel seçkinlere denk gelen duygu mühendisleri,
sentetik müzik üreticileri ve bilimciler gibi Alfa sınıfına ait insanlar da bir şekilde
iktidarın gizli denetimi altındadır. Söylemin başarısı da buradan kaynaklanmaktadır.
Çünkü, tahakküm altındakiler, Herman ve Chomsky' nin “rızanın imalatı”
kavramlaştırmasında olduğu gibi, kendilerini sisteme gönüllü bir şekilde
adamışlardır. Çünkü Dünya Devleti onların mutluluğu için vardır, ve onlar da Dünya
Devleti' nin varlığı için çalışarak ona olan minnet borçlarını ödemektedirler. Böylece
Denetçi, onların rızasını alarak iktidarını meşrulaştırmaktadır.
Dünya Devleti' nde sadece on tane denetçi bulunmaktadır, bu durumda,
ortaya çıkan nokta, üretim araçlarına erişebilme olanağıdır. Demek ki, on dünya
denetçisi üretim araçlarını ellerinde bulundurmakta, iktidar seçkinleri ve simgesel
seçkinler de bu üretim araçlarına en yakın kesim olmaktadır. Bu bir anlamda onların
da denetçiye bağımlılığını gerektirmektedir.
Sonuçta, iki önemli yargıya varılmıştır. Birincisi, başka bir çalışmaya
kaynaklık edebileceği düşüncesiyle, Huxley' in Cesur Yeni Dünya' sı ile Adorno ve
Horkheimer' ın Aydınlanma' nın Diyalektiği' nin paralel bir okuması önerilmektedir.
Çünkü, CYD' de kurulmuş sistemin neredeyse aynısı Aydınlanma' nın Diyalektiği'
nde kuramsal açıdan ele alınmakta, Aydınlanma' nın dinamikleri ayrıntılı bir şekilde
verilip eleştirilmektedir. Đlginç bir şekilde CYD' deki tüm sorular Aydınlanma' nın
Diyalektiğinde yanıt bulmaktadır. Bu tip bir çalışma, Edebiyat ve Sosyal Bilimler
arasındaki paralelliği ortaya çıkarabilmesi açısından önemli görülmektedir.
94
Diğer sonuç, ki bu çalışmanın asıl sonucudur; belli bir grup insan için bilim
ve teknik ütopyayı gerçekleştirmiştir ve onların sisteminin devamlılığı iletişim
araçlarının taraflı kullanımıyla sağlanmaktadır. Ancak Mustafa Mond' un optimum
toplum söylemindeki buz dağı örneğinde olduğu gibi dokuzda sekizlik bir grup ise
iletişim araçlarının bu taraflı kullanımına maruz kalmak durumundadır. Yani iletişim
verilerini pazarlayanlar için durum bir ütopyayken, iletişim verilerini alımlayanlar
için ise durum bir distopyadır.
95
KAYNAKÇA
Althusser, Louis: Đdeoloji ve Devletin Đdeolojik Aygıtları , Çev. Alp
Tümertekin, 3. bs., Đstanbul, Đthaki,2008.
Bacon, Francis: Yeni Atlantis, Çev. Hamit Dereli, 2. bs., Đstanbul, Akyüz
Kitapevi, 2002.
Barrett, Michele: Marx' tan Foulcault' ya Đdeoloji, Çev. Ahment Fethi,
Ankara, Doruk Yayımcılık, 2004.
Bennett, James R.: ”Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass
Media by Edward S. Herman; Noam Chomsky”,
Contemporary Sociology, Vol. 18, No. 6, Kasım 1989, s.
937-938
Bierstedt, Robert: “On Sekizinci Yüzyılda Sosyolojik Düşünüş”, Çev. Uygur
Kocabaşoğlu, Sosyolojik Çözümleminin Tarihi, Haz. Tom
Bottomore, Robert Nisbet, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2002, s.
17-50.
Birnbaum, Milton: A Quest For Values: Aldous Huxley, New Jersey,
Transaction Publishers, 2006.
Blommaert, Jan, Chris Bulcaen: “Critical Discourse Analysis”, Annual Review of
Anthropology, Vol. 29, 2000, s. 447-466.
Booker, M. Keith: The Dystopian Đmpulse in Modern Literature Fiction as
Social Criticisim, Westport, Greenwood Press, 1994.
96
Bozkurt, Sertan: “Karşı-ütopya ve Postmodern Savaş”, Radikal, 10.05.2008,
(Çevrimiçi)
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.phpek=r2&haberno=2146,
. 4 Haziran 2008.
Campanella, Tomasso: Güneş Ülkesi, Çev. Haydar Kazgan, Vedat Günyol, Sosyal
Yayınlar, 3. bs., Đstanbul, 1996.
Claey, Gregory, Lymann Tower Sargent: “Ütopyanın Sınırlarında: Hicivler ve
Robensonadlar”, Kitaplık , Çev. Mehmet H. Doğan, No: 76,
2004, s. 101-105.
Coşkun, Đsmail: Modern Devletin Doğuşu, Đstanbul, Der Yayınları, 1997.
Coşkun, Đsmail: “Şimdinin Eleştirisi: Thomas More ve Bir Đmkân/Öneri Olarak
Ütopyalar”, Hece, No: 90-91-92, 2004, s. 209-217.
Cüceloğlu, Doğan: Đnsan ve Davranışı Psikolojinin Temel Kavramları , 12. bs.,
Đstanbul, Remzi Kitabevi, 2003.
Ellul, Jaques: The Technological Society, New York, Alfred A. Knopf,
1965.
Engels, Friedrich: Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Çev. Sol Yayınları
Yayın Kurulu, 9. bs., Ankara, Sol Yayınları, 2004.
Foucault, Michel: Kelimeler ve Şeyler Đnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi , Çev.
Mehmet Ali Kılıçbay, 3. bs., Ankara, Đmge Kitabevi, 2006.
97
Habermas, Jürgen: “Öteki” Olamk “Öteki”yle Ya şamak, Çev. Đlknur Aka, 3.
bs., Đstanbul, YKY, 2005.
Hall, Stuart: “Kültür, Medya ve Đdeolojik Etki”, Haz. Mehmet Küçük,
Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları, 2005, s.191-234.
Hall, Stuart: “Đdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı
Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Haz. Mehmet Küçük,
Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları, 2005, s.73-121.
Hall, Stuart: “Encoding/Decoding”, Haz. Meenakshi Gigi Durham, Douglas
M. Kellner, Media and Cultural Studies, Oxford, Blackwell,
2002, s. 166-176.
Harvey, David: Umut Mekanları, Çev. Zeynep Gambetti, Đstanbul, Metis
Yayınları, 2008.
Horkheimer, Max, Theodor Adorno: Aydınlanmanın Diyalektiği, C. I, Çev. Oğuz
Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995.
Horkheimer, Max, Theodor Adorno: Aydınlanmanın Diyalektiği, C. II, Çev. Oğuz
Özügül, Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 1996.
Huxley, Aldous: Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, 2. bs., Đstanbul, Đthaki
Yayınları, 2000.
Huxley, Aldous: Cesur Yeni Dünya' yı Ziyaret, Çev. Savaş Kılıç, Đstanbul,
Đthaki Yayınları, 2001.
98
Klaehn, Jeffery: “A Critical Review and Assessment of Herman and Chomsky'
s Propaganda Model”, Europen Journal of Communication,
Vol 17(2), 2002, s. 147-182
Kumar, Krishan: “Aspects of the Western Utopian Tradition”, History of the
Human Sciences, No: 16/1, 2003, 63-77.
Kumar, Krishan: Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, Çev. Ali
Galip, Đstanbul, Kalkedon, 2006.
Mannheim, Karl: Đdeoloji ve Ütopya, Çev. Mehmet Okyavuz, Ankara, Deki
Basım Yayın, 2009.
Marshall, Gordon: Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü,
Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999.
More, Thomas: Utopia, Çev. Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, 5. bs.,
Đstanbul, Cem Yayınevi, 1997.
Nowotny, Helga: “Science and Utopia: On the Social Ordering of the Future”,
Nineteen Eighty-Four: Science Between Utopia and
Dystopia. (Sociology of the Sciences: a Yearbook; Vol.
VIII), Haz. Everett Mendelsohn, Helga Nowotny, Holland,
Reidel Publishing C., 1984, s. 3-18.
Orwell, George: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Çev. Nuran Akgören, 6. bs.,
Đstanbul, Can Yayınları, 2004.
99
Platon: Devlet, Çev. Hüseyin Demirhan, Đstanbul, Sosyal Yayınlar,
2002.
Platon: Kritias , Çev. Erol Güney, Lütfi Ay, Đstanbul, Sosyal
Yayınları,2001.
Postman, Neil: Amusing Ourselves to Death Public Discourse in the Age of
Show Business, New York, Penguin Books, 1986.
Sander, Oral: Siyasi Tarih Đlk Çağlardan 1918' e, 16. bs., Ankara, Đmge
Kitabevi, 2007.
Sargent, Lymann Tower: “Ütopya Gelenekleri: Đzlekler ve Varyasyonlar”, Kitaplık ,
Çev. Mehmet H. Doğan, No: 76, 2004, s. 91-100.
Sibley, Mulford Q.: “Utopian Thought and Technology”, American Journal of
Political Sciences, C. 17, No: 2, Mayıs 1973, s. 255-281.
Swingewood, Alan: Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Osman Akınhay,
Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998.
Şamil, Đbrahim: “Gündelik Hayatın Gerçekliğine Fantastik Bir Başkaldırı:
Ütopyalar ve Bilimkurgu Edebiyatı”, (Çevrimiçi),
www.cemaat.com, 4 Haziran 2008.
Usta, Sadık: Platon'dan Jambulos' a Antikçağ Ütopyaları, Đstanbul,
Kaynak Yayınları, 2005.
100
Van Dijk, Teun A.: “Söylemin Yapıları ve Đktidarın Yapıları”, Haz. Mehmet
Küçük, Medya, Đktidar, Đdeoloji, 3. bs., Ankara, Bilim ve
Sanat Yayınları, 2005, s.315-375
Van Dijk, Teun A.: Discourse as Structure and Process Discourse Studies: A
Multidisciplinary Introduction Volume 1 , Sage Publications,
London, 1997.
Van Dijk, Teun A.: Strategies of Discourse Comprehension, Academic Press,
London, 1983.
Wells, H. G.: “Ütopyalar” Başka Dünyalar Mümkün: Bilimkurgu,
Siberpunk ve Siyaset, Haz. K. Murat Güney, Đstanbul, Varlık
Yayınları, 2007, s. 61-67.
Zamyatin, Yevgeni: Biz, Çev. Füsun Tülek, 2. bs., Đstanbul, Ayrıntı Yayınları,
1999.