dÜŞÜnce - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d073157/1999/1999_ozcana.pdf · 2019. 9. 17. · ayla...

12
EDiTÖR GÜLEREREN BiLiM EDiTÖRLERi DOÇ . DR. KEMAL CEMOGUZ YAYINLARI

Upload: others

Post on 28-Jan-2021

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • DÜŞÜNCE

    EDiTÖR

    GÜLEREREN

    BiLiM EDiTÖRLERi

    DOÇ. DR. KEMAL ÇİÇEK CEMOGUZ

    YENİ TÜRKİYE YAYINLARI

  • TEKNİK KOORDiNATÖR MURATOCAK

    GÖRSEL YÖNETMENLER HATiCE KOT 1 ERSİN BALCI

    GÖRSEL YÖNETMEN YARDIMCILARI SEVGİ öZÇELİK/ LEVENT ELPEN 1 AYŞE BALCI

    DiZG1 GRUBU ALİ TAŞTEPE 1 Ö. FARUK TAŞTEPE 1 ADEM TEMiZKÖK

    ALİ ŞİMŞİR 1 EMRE TAŞTEPE 1 GÖKHAN ÖZEN FAHRİ UZUN 1 AHMET MAYALI

    RESİM TARAMA HAMDiALKAN

    TASHİH GRUBU OYA AKBAŞ OCAK 1 ELNUR AGAOGLU 1 KAZIM BiLGE AHMET KARAÇAVUŞ 1 HALİT ÜNSAL 1 SEVİL DÜNDAR

    AYLA YILDIZ 1 MEHMET LALE 1 EMİNE ÖZDEMİR SERAP DÜNDAR 1 HÜMEYRA SAK 1 ÖZLEM ATA

    GRAFİK TASARIM YAZlEVi iLETİŞİM HİZMETLERİ

    DiZGi GÖKÇEN TEKNİK

    BASK.I SEMİH OFSET

    CİLT BALKAN CİLTEVi

    YAYIN KODU ISBN 975-6782-03-X (TAKIM)

    975-6782-10-2 (CİLT)

    YAYIN YERİ VE TARİHİ ANKARA 1999

    Yan Kağıc Ebrusu: Muscafa Düzgünman

  • OSMANLILAR VE HiLAFET

    DOÇ. DR. AZMi ÖZCAN TÜRKİYE DIYAı'\ltT VAKF11SI.AMI ARAŞTlRMALAR MERKEZi (iSAM)

    ilafet, İslam siyasi düşüncesinde ve bunun

    teşekkülünde en üstte bulunan makamın adı olarak (özellikle Sünni geleneğinde)

    tarihte önemli olmuş bir kurumdur. Bilindiği gibi Hz.

    Peygamber yaşadığı dönemde hem ilahi vahye muhatap bir insan olarak risalet görevi taşımakta hem de içinde

    bulunduğu coplurnun dünyev1 işlerinde yöneticilik, ko-numundaydı. izleyen, rakip eden, sonradan gelen ve temsil eden gibi manalara gelen halife ise, kavram olarak Kur'an- ı Ker1m'de zikredilmekle birlikte siyasi manada

    Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir'in

    dünya işlerinde onun halefi seçilmesiyle ortaya çıkmış, bundan sonra da 'Müslümanların İmamı', 'Emir'ü'I-Mü-'minin' gibi devlet başkanlarına ait bir unvan olarak kul-

    lanılmaya başlanmıştır. Ancak hilaferin şartları, halifenin vasıfları ve kimlerin halife olabileceği gibi hususlar

    İslam tarihi boyunca daima rarrışıJa gelmiş, fakat gerçek-te bu unvanı taşıyan sultan veya sultanlar hep var olmuştur. ı

    Bu açıdan tarihi uygulamada iki türlü halife unva-nı kullanımı ortaya çıkmıştır demek mümkündür. Bun-lar: 1- Hz. Peygamber'den itibaren devam eden alemşümul hilafet silsilesi. 2- Farklı İsHim coğrafyalannda ba-ğımsız sultanların devlet başkanı manasında kullandıkları bir unvan olarak hilafettir. Hz. Peygamber' e dayanan alemşümu! hilafet, Hulefa-yı Raşidio, Emeviler, Abbasi-ler ve nihayet Osmanlılada devam etmiştir. Bunun yanı sıra -İslamiyet'in genişleyip farklı coğrafyalara yayılmasıyla- bu silsilenin dışında olmakla birlikte (fakat bazen onlarla aynı zaman diliminde) kenditerine halife deniten veya bu unvanı taşıyan sultanlar da vardır. Hatta Osman-lı kaynaklarına göre atemşümul bilaferin Yavuz Sultan

    Selim'e imikat ettiği tarih olarak verilen 1517'den önce

    de bazı Osmanlı Sultanları 'nın aynı zamanda birer halife

    olarak anıldıkları ve r. Murad'dan (1326-1389) itibaren Osmanlılarda bu duruma rastlandığı bilinmektedir. 2 Ay-

    nı husus Hindistan'daki bazı Babürlü Sultanları için de

    geçerlidir.3

    Bu durum muhtemelen alemşümullıilafer kurumu-

    nun Abbasilerden sonra İslam dünyasında ağırlığını kay-

    betmiş olmasıyla açıklanabilir. Böyle olunca farklı coğ

    rafyalarda hüküm süren Müslüman Sulranların dini meş

    ruiyyet ifade eden halife ve emirü'l-müminin gibi un-

    vanları kullanmaları bir gelenek haline gelmiştir.

    Bilindiği gibi Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır

    ve Arap yanmadası da Osmanlı hakimiyecine girince pa-

    dişalı "hadimü'1-Haremeyni'ş-şer1feyn" unvanına sahip

    oldu. Muahhar kaynaklar, Mısır'ın f.etlıi üzerine son Ab-

    bas! halifesi III. Mütevekkil-Alellah'ıa bilafeti Yavuz

    Sultan Selim'e bir merasimle devrettiğini yazar. Buna

    göre Mürevekkil-Alellal1 Yavuz tarafından Halep'te ka-

    bul edilmiş ve onun Kahice'ye girişinde yanında bulun-

    dukran sonra da İstanbul 'a gönderilmiştir. Yavuz Sultan

    Selim 'in İsranbul'a dönüşünün ardından Eyüp Ca-

    mii'nde4 veya AyasofYa Camii'nde5 yapılan bir törenle

    hilafet kılıcını padişalıa kuşararak unvanını yeni sahibi-

    ne vermiştir. Fakat Yavuz Sulran Selim dönemi kaynak-

    larında bu olayla ilgili bir kaydın bulunmaması dikkat

    çekicidir; nitekim bu hususta Hoca Sadeddia Efendi'de

    geçen, "Libas-ı bilafeti istihkak ile telebbüs eylemişken

    dervişane kisvet ve libası ihtiyar etmi~ti" ifadesinden

    başka bir bilgi mevcut değildir.6 Buna dair ilk rivayet,

    XVIII. yüzyılın sonlarına doğru kaleme alınan D'Ohs-

    OSMANLI ~~ DOŞO.NCE

  • son'un Tableau general de J'empire ottoman adlı eserin-

    de yer almakcadır. 7 Modern tarihçiler, böyle bir merasi-

    mi belgeleyen orijinal bir kaynağıa bulunmadığı gerek-

    çesiyle daha sonraki kaynaklarda verilen bilgilerin uy-

    durma olduğunu ve Osmanlıların bunları , hilafetin ma-

    neY! nüfuzuna ihtiyaç duydukları dönemlerde geriye dö-

    nük olarak rivayet ettiklerini ileri sürerler.8

    Ancak bilaferin Osmanlılara intikaliyle ilgi!i tartış

    malarda asıl üzerinde durolan meselenin bir devir teslim

    töreninin yapılıp yapılmadığı konusu olduğu, diğer hu-

    kulô esasların dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu tar-

    tışmalarda, halifelik hakkının sadece saltanata veya bu

    unvanı birinden devralmaya dayanmadığı göz ardı edil-

    miştir. Zira bilaferin intikali için böyle bir merasime

    şer'an ihtiyaç bulunmadığı gibi halife unvanının kulla-

    nılmasının meşruluğu da bir devir teslime bağlı değildir.

    Nitekim bu kurumun geleneğinde resmi bir devir teslim

    törenine rasdanmadığı gibi İslam hukukçuları da bu me-

    seleyi Osmanlı hiHifecinin bir zaafı olarak ele almamış,

    daha çok Osmanlı sultanlarının Kureyş soyuna mensup

    olmamaları üzerinde durmuşlardır. Bu husus bile ilk de-

    fa Kanun! Sultan Süleyman zamanında ortaya atılmış,

    Sadrazam Lutfi P~a Halasü'l-ümme fi ma'rifeti'l-eimme

    adlı eserinde halife olabilmek için Kureyş kabilesinden

    gelme şartının bulunmadığını söyleyerek Sultan Süley-

    man'ın zamanın imaını olduğunu ve bütün müslümanla-

    rın onun imamlığını tasdik ettiğini belirtmiştir: Dini

    ikame ermek ve İslam memleketlerini idare etmek ve bü-

    tün muceber şartları haiz olmak bakımından şüphesizki

    Süleyman b. Selim Han b. Beyazıt Han zamanın imamı

    dır. .. Zamanın alimleri ile Arap, Türk Kürd ve Acem bü-

    tün Arabistan Irak-ı Arab, Bağdad, Diyar-ı bekr, Mag-

    rib, Engerüs onun eli altındadır. Herkes onun imamlığı

    nı tasdik etmektedir. Zira O Peygamberin halifesidir."9

    Osmanlıların Hicaz ve Mısır'da hakimiyer kurmala-

    rından sonra İslam dünyasındaki itibarları artmıştır. Ni-

    tekim Yavuz Sultan Selim, bu fetibierin ardından el-Me-

    likü'r-Rahlm Şirvan Şah Şeyh İbrahim'e gönderdiği

    mektupta Memlüklerin hac yolunu korumaktan aciz ol-

    duğunu ve Allah'ın bu bölgede düzeni sağlamayı şahsına

    nasip ettiğini bildirerek müslüman idarecilerin ve bu

    arada onun da kendisinin hilafet unvanını kabul ermesi-

    ni ve hutbeleci adına okurmasını istemiştir. 10 Yine bu fe-

    tihten sonra Hindistan, Orca Asya ve Uzak Doğu'dan pa-

    di§aha gönderilen mektuplarda zaman zaman halife un-

    van ı bir hitap unsuru olarak kullanılmıştır. 11

    Kanuni Sultan Süleyman da rahra .geçmesi münase-

    betiyle Mekke emirine gönderdiği mektupta Allalı'ın kendisini saltanat ve hilafet tahtına çıkardığını yazmı~, emir de cevabi rnekrubunda bunu tekrarlamıştır (Seri-

    rü's-Saltanaci'l-uzma ve mesnedü'l-hilaferi'l-kübra). 12

    Kanuni devrine ait çeşidi belgelerde bilafer unvanının bu şekilde kullanıldığına dair çok sayıda örnek vardır.

    Nitekim Porcekizlilere kaqı Hindistan'dan gelen yardım isteğine mukabil Padişah, Allalı'ın yeryüzünde kendisini

    halife kıldığını ve hac yolunun güvenliğini sağlamanın görevi olduğunu belirtmiş, Portekiz kralına yazdığı

    mekcupta da, "Hak sübhanehu ve te-ila hazrederinin ulüvv-i inayeriyle şimdiki halde hilafet-i ruy-i zemin

    kabza-i casarruf ve iktidarımııda olup ... " ifadesine yer vermiştir. ı3 Benzer ifadeler, Kanuru ve III. Murad tara-fından Kuzey Afrika'da hüküm süren Sa'dl sultaniarına

    gönderilen mektuplarda da yer almış ve onlardan Os-manlı hilafetini kabul etmeleri istenmiştir. 14 Osmanlı

    larda bilaferin nüfuzunun ülke sınırları dışında ne zaman

    artmaya b~ladığı hala tarcışılagelen bir husus olmakla birlikte padişahların hilafet kurumuna ağırlık vermeye yönelmeleri nde, genellikle Osmanlı-Rus Savaşı sonrasın

    da imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Aml~ması bir dö-nüm noktası sayılmakcadır. Antlaşma'nın üçüncü mad-desi, Osmanlı Devleti'nden kopan Kırım müslümanları

    nın dini-hukuki durumları hakkında "mezhepleri ehl-i

    islamdan olup zat-ı ma'deletsimat-ı şehriyarenem ima-mü'! mü'minin ve halifetü'l muvahhidin olduğuna bina-

    neo raife-i merkume abdolunan serbestiyec-i devlee ve

    memleketlerine halel getirmeyerek urour-ı diniyye ve mezhebiyyelerini taraf-ı humayunum hakkın şeriac-i İs

    lamiyye mukcezasınca canzim ederler" cümlesini içer-mektedir.1 ~ Bu antlaşma, Batılı bir devletin Osmanlı pa-

    dişahlarını bücü:~ müslümanların halifesi sıfatıyla tanıdığını gösteren ilk resmi belge olması bakımından önem-

    lidir. Ancak bu durum zaman içinde i.lk bilafet iddiası şeklinde yorumlanmıştır. İngiltere'de XIX. yüzyılın

    ikinci yarısında ortaya çıkan Osmanlı bilafeti karşırı pro-pagandaların tesirinde kalan bu tür kanaatler, Türkiye'de

    günümüz tarihçileri tarafından da genellikle sorgulan-

    madan kabul edilmiştir. Halbuki Küçük Kaynarca Ant-l~ması 'ndan çok önce 1727'de III. Ahmed, Afgan Hü-

    OSMANl.l ID DOŞONC~

  • kümdarı Eşref Han ile imzaladığı bir antlaşmacia kendi-sini "bütün müslümanların halifesi" olarak nicelemiş

    cir.16 Dolayısıyla Küçük Kaynarca Anelaşması'nın bu açıdan önemi, Osmanlı halifesinin bu unvanının milletlera-

    rası bir antlaşmacia tescil edilmesinden gelmektedir. Bu tescil aynı zamanda onun tarih! devamlılığını da göstere-bilir. Zira eğer böyle bir anlayış önceleri yok idiyse Babı

    ali bunu savaşta yenilen taraf olarak ileri süremez ve kim-seye kabul ettiremezdi. Öte yandan Kırım, Osmanlı

    lardan özel bir hukukla ayrılan ilk İslam toprağıdır. Os-manlı Devleti daha önce hiçbir gayri müslim devletle,

    bir zamanlar kendi sınırları içinde yer alan bir ülkedeki

    müslümanların geleceğini tartışmamıştır. Padişahlar bu tarihten sonra da Osmanlı sınırları dışındaki müslüman-lada hilafet hukuku çerçevesinde ilgilenmeyi sürdür-

    müşlerdir. Mesela 1 782'de İspanya ile bir antlaşma imza-lanırken İspanyolların, Kuzey Afrika müslümanları ken-dilerine karşı Babtali'den yardım istediklerinde yardım

    yapılmaması şartını ileri sürünce Osmanlı Devleti, "ci-her-i camia-i hilafet" sebebiyle onlara yardım etmenin

    farz olduğunu ileri sürerek buna uzun süre direnmişrir. 17

    Yine bu dönemde diğer Barılı devletlerin de Osmanlı sultanlarını "alemşümul halife" olarak kabul ettikleri gö-rülmektedir. Hindistan'da Meysur Sultanı TipO'nun

    kendi lerine karşı Fransızlada iş birliği yapmasından en-dişe eden İngilizler, "müslümanların imam ı" şeklinde ni-teledikleri III. Selim'e başvurarak T!pu'ya bir mektup

    gönderip ona nasihatte bulunmasını istemişler, padişah da bunu yapmıştır. ıs XIX. yüzyılda Osmanlılarda bu an-

    layış, sömürgeleşen İslam memleketlerinden gelen yar-

    dım talepleriyle daha da kuvvetlenmişcir. 1819'da tek ta-raflı olarak Osmanlı Devleti'ne biat ve bağlılık yemini

    edip durumu bir mektupla Babıali'ye bildiren Buhara Hanı Haydar Şah'a verilen cevap dikkat çekicidir. Bura-

    da, Osmanlı padişahının hadimü'l haremeyn ve halife sıfatıyla bütün müslümanların sığınacakları merci olduğu, dolayısıyla Haydar Şah'ın ayrıca biatına ihtiyaç bulun-

    madığı belirtilmektedir.ı9 1850'de Sultan Abdülmecid,

    II. Selim zamanından beri Osmanlı himayesinde bulun-dukları gerekçesiyle Hollandalılara karşı yardım isteyen

    Uzak Doğu'daki Açe müslümanianna cevap vererek bu himayenin mevcudiyetini teyit etmiştir.20

    Tanzimat'la birlikte geleneksel hilafet anlayışında

    bir değişiklik meydana gelmiştir. Daha önceki anlayışa

    göre halife dinin hadimi ve devletin siyasi reisi iken Tan-

    zimat Fermanı'nın öngördüğü ittihadı anasır ve eşitlik

    hedefleri devletin gayri müslim cebaasını hilafetren çok

    saltanat iribariyle kuşatmayı düşünmüşcür. Bu durumda

    hilafet, padişahın sadece müslümanların reisi olması do-

    layısıyla dini riyasete, saltanat ise aynı zamanda gayri

    müslimleri de kapsadığı için salt siyasi riyasere dönüşü-.

    yordu. İslam tarihinde daha önce pek rastlanılmayan bu

    ikilik bilaferin siyasi güç ve nüfuz bakımından zayıfla

    masına sebep olmuştur. Bu ayırımın nihai neticesi, en

    yüksek dinl-siyasi makamcia bulunan (ulü'l-emr olan)

    halifenin siyasi yetkilerini zamanla saltanata terketmesi

    ve kendisinin sadece dial (ruhanl) bir alanla sınırlı kal-

    masıdır.2 1 O sırada Osmanlı Devleti'nde hilafet ve salta-

    nat aynı kişide coplandığı için bu ayırımın sonuçlarının

    nelere yol açabileceği dikkati çekmemişri; ancak hukuki

    bir aşınmanın mevcudiyeti ortada idi. Nitekim 1876'da

    ilan edilen Kanun-i Esasi'nin 3. maddesi bu sürecin res-

    mi ifadesidir: "Zat- ı Hazret-i Padişahl hasbe'l-hilafe din-

    i İslam'ın hamisi ve bi'l-cümle tebea-i Osmaniyye'nin

    hükümdan ve padişal11dır. "22 Bu cümle, Tanzimat döne-

    mi Osmanlı hilafet anlayışının bir ifadesidir. İslamiyet

    sadece Osmanlı Devleti sınırları içerisine münhasır ol-

    madığından böyle bir himaye, yalnız lafzl manasıyla bile

    yeryüzünün müslümanlada meskun bütün yerlerini içi-

    ne almaktadır. Şüphesiz burada kastedilen şey siyasi hi-

    maye değil manevi-din! himayedir. Ancak uygulamada

    bu ayırıma her zaman riayet edilmemiştir. Mesela

    1873're Sulran Abdiliaziz zamanında Osmanlı Devle-

    ti'nin himayesine girmek isteyen Doğu Türkistanlı Ya-

    kub Han'ın yardım calebi kabul edilerek kendisine aske-

    ri yardım gönderilmiştir. 23 II. Abdülhamid döneminde

    Osmanlı konsoloslarının, Hollanda sömürgesi Cava'da

    haksız yere vergi ödemekten şikayerçi olan müslümanlar

    adına Hollanda hükümetine başvurmaları ve padişahın

    da bunu tasdik ermesi buna bir örnek oluşturmaktadır.

    Yine Ermenilerin saldırısına uğrayan Kafkasya müslü-

    manlarının haklarını savunup mallarını korumak için

    Rusya nezdinde girişimlerde bulunulmuşcur.24

    II. Abdülhamid, Osmanlr Devleti'nin büyük sıkın

    cılar içinde bulunduğu bir zamanda tahta geçci. Devler

    bir taraftan Tanzimat cecrübesiyle ortaya çıkan yeni

    problemlerle uğraşırken diğer tarafran da Rusya ile giri-

    şilecek büyük bir savaşın eşiğindeydi. Avrupa ülkeleri-

    OSMANLIII D0$0NCf

  • nin gittikçe artan müdahaleleri sonucunda gayri müslim

    tebaa arasında ayrılıkçı temayüller hız kazanmıştı. Dış

    siyasette ise devlet giderek bir yalnızlığın içine irilmek-

    teydi. II. Abdülhamid'in önündeki iki acil mesele birli-

    ği korumak ve gittikçe artan dış baskılardan kurtulmak-

    cı. Öte yandan Osmanlı ları bask ı altında tutan Avrupalı

    devletlerin bir kısım sömürgelerinin müslümanlardan

    meydana gelmesi, II. Abdülhamid'i siyasi varlık müca-

    delesinde içeride ve dışarıdaki müslüman unsurlara yas-

    Janmak gerektiği sonucuna götürdü. Bu anlamda hedef

    kitle dünya müslümanları olunca onlara yönelik siyasi

    tavı rcia bilaferin ön plana çıkarılması tabii idi. Esasen hi-

    lafet geleneği de buna müsaitci. Ayrıca Osmanlı aydınla

    rının "ictihad-ı İslam" fikri müslüman kamuoyunu bu

    hedefe yönlendirmişci. Bu dönemde hilafet artık devletin

    ve milletin bekası için içeride, devletlerarası rekabetce

    bir koz olarak da dışarıda çok önemli bir fonksiyona sa-

    hip olacaktı. II. Abdülhamid, daha saltanatının başların

    da Osmanlı hilafet iddialarını hem teoride hem pratikte

    kuvvetlendierne gereğini duydu. Onun hilafet unvanı

    kullandığı için Fas emirine gönderdiği mekrupcaki ifa-

    deler, bu dönemde Osmanlı hilafet anlayışının mahiyeti-

    ni ve nasıl temellendirildiğini net bir şekilde göstermek-

    tedir: " ... ber mukteza-yı irade-i ilahiyye'ye ve meşiyet-i

    rabbaniyye'ye ehl-i hall ü akd olan ulema-i alam ve vüze-

    ra ve ümera-yı asker-i İslam ve kaffe-i havass-ı avaının ala

    vechilkemal ve'l-kabuli 't-tam büsn-i biatleri ile beyne'l-

    enam ila-yı kelimetu!Lah'a makrun olarak fütühat-ı kesi-

    reye muvaffak olan aba vu ecdadım hulefa-i izamdan ır

    sen calis-i kürsi-i hilafet-i kübra ve erikepira-yı imamet-

    i uzma oldum.25 Buna göre Osmanlı hilafetinin meşrulu

    ğu şu dört esasa dayanmaktadır: İlahi iradenin cecellisi;

    ecdattan revarüs etmek; siyasi ve askerf güç sahibi olarak

    i'Ja-yi kelimetullab için fütuhatta bulunmak; ulema,

    devler adamları, askerler ve halkın tasvip ve biatı. Bu hu-

    sus Osmanlı Devleti'nin resmi salnamelerinde de yer al-

    mıştır. Burada klasik teorideki Kureyş'ten gelme şamn

    dan bahsedilmemektedir. Zira Osmanlı anlayışına göre

    bu şart Hulefii-yi R3.şidin dönemine münhasırdır. II. Ab-

    dülhamid zamanında gerek layihaları gerekse diğer yazı

    ları ile tıpkı Kanuni döneminde Lucfl Paşa'nın yaptığı

    gibi Osmanlı hilafetini savunan Cevdet Paşa'ya göre as-

    habın çoğunluğunun halifenin Kureyş'cen olmasını iste-

    mesi bu kabilenin Araplar arasındaki itibarı dolayısıyla

    dır. Ulemanın çoğuna göre ise hilafet gibi imarnet de din

    ve dünya işlerinde "riyaset-i umumiyye" demektir ve bu

    şekilde ümmetin işlerini üzerine alan kimseye imamü'l-

    müslimin denir. Hilafet müslümanlar arasında birliği

    sağlayan bir müessesedir ve ancak güç ve kuvvetle ayak-

    ta kalabilir. Güç ve kudret sahibi olan hüki.imdara iraat

    etmek ise farzdır. 26 Bu sebeple Osmanlı sulcanlarının ili-

    lafetleri meşru olup onlara karşı gelenler asi kabul edi-

    Jir.27 Cevdet Paşa hilafet ve saltanatın kesinlikle birbirin-

    den ayrılmaması gerektiğin i söyler. Ona göre Abbasller

    zamanında devlet zaafa düşünce hilafet bir "kuvve-i ru-

    haniyye" hükmüne girmiş ve halifderin hükümeti bir

    "emr-i i'tibarl" şeklinde kalmışsa da28 Yavuz Sultan Se-

    Jim saltanat ve hilafeti birleştirerek Osmanlı Devleti'ni

    yüceltmiş ve müslümanlar yeniden eski güçlerine kavuş

    muştur. 29

    Büyük oranda Cevdet Paşa'nın fikirlerine göre şe

    killenen II. Abdülhamid'in hilafet anlayışında bu unva-

    nın taşıdığı önem kaynağını doğrudan Kur'an-ı Ke-

    rlm'den almaktadır. Halife bir ülü'l-emrdir ve ona itaat

    Allah ve Resulü'ne itaattir (en-Nisa 4159). Ahmed Mid-hat Efendi, padişahın isteği üzerine sunduğu layihasında

    bu anlayışı uç noktada değerlendirerek "şer' i şerifın Haz-

    reci halife için tayin eylediği hak ol kadar büyüktür ki

    cenab-ı halifenin insanlık fevkinde bir mevki-i ali oldu-

    ğunu teslim ermek herkes için zaruri ve mecburidir.

    (Aciu .. ) ayeti kerimesinde Allah ve Rasülü'ne itaat edil-

    diği gibi Hazreti halifeye dahi itaat emrolunmuştur. Bu

    emre kim muhalefet ederse Allah'ın emrine muhalefet

    etmiş ve binaenaleyh Cenab-ı Kibriya'ya isyan eylemiş

    olur. Cenab-ı Kibriya'ya isyan eyleyen adam maazallahu

    teala müslümanlıkran da çıkarak mürred sayılı r. Bu se-

    beptendir ki lıuruc-ı ale's-sultan denilen cinayet-i vahi-

    meyi irtikap eyleyen melunlar seyf-i şeriat ile kat! u idam

    olunur" şeklinde görüş belirtmişrirY> Ülke içinde ve dı

    şında milyonlarca müslümanı harekete geçirebilme po-

    tansiyeline sahip bir güç olan hiHifete karşı II. Abdülha-

    mid son derece hassas davranmış ve bu kuruma yönelen

    her türlü tehdide karşı redbir almaya çalışmıştır. 1878-

    1880 yıllan atas ında İngiltere'nin İstanbul büyükelçisi

    olan Henry Layard'ın şu sözleri de bu hassasiyeti doğru

    lamaktadır: "Sultan, halifelik sıfatı hakkında gösterdiği

  • hassasiyeti ba§ka hiçbir meselede göscermemektedir

    ... Onun eo büyük gayelerinden biri unvanını muhafaza ecmekcir ... Halife unvanın ı sulcan unvanından daha kut-

    sal ve elıemmiyerli görmekredir."31 II. Abdülhamid'in en

    büyük hedefi Osmanlı lıilafecini tartışılmaz bir gerçek

    olarak ortaya koymaku. Nicekim İngilizler ba§ta olmak

    üzere bazı Avrupalıları n, Kureyş soyundan gelmediği ge-

    rekçesiyle Abdülharoid'in gerçek halife sayılaraayacağı

    yönündeki propagandaları karşısında çok sayıda risa!e ve

    broşür yazdırıldı. Ayrıca İngiltere, Hindistan ve Mı

    sır'daki bazı gazerelere bu hususu desteklemeleri için mali descek sağlandı. Hac mevsimlerinde özel çalışmalar

    yapıldı; İslam aleminden itibartı kişiler davet edilerek

    misafir edildi. Bu arada İslam ülkelerindeki Osmanlı

    konsolosları da büyük çaba harcadılar. Bu faaliyetler ay-

    nı zamanda devlete baskı yapan Batılı devletlere gözdağı vermek amacına yönelikti.

    II. Abdülhamid, İngilizlerin Arapları kışkırtıp Os-

    manlı Devleti'ni parçalamale için hilafet meselesini de-

    vamlı ~ekilde gündeme gerirdiklerine inanıyordu.

    1882'de Mısır'ın işgalini de bir halife olarak ta§ıdığı iti-

    bara karşı en büyük darbe olarak kabul etti. Ona göre İn

    gilcere'nin asıl hedefi, Araplar'dan bir halife ortaya çıka

    rarak hilafet merkezini Cidde veya Mısır gibi bir yere ta-

    şımak ve hilaferi kendi maiyecinde bir alet haline getire-

    rek bütün müslümanları istediği gibi tasarruf ecmekrir.32

    Esasen İngiltere'nin hilafete olan ilgisi XVIII. yüzyılın

    sonlarında ba§lamış ve Tlpu Sultan zamanında Osmanlı

    halifesinden yardım istenmişti. İngilizler ayrıca, 1857'de bağımsızlık için Hindistan'da ortaya çıkan ayaklanma sı

    rasında Osmanlı halifesinin yardımına ba§vurmuşlardı.

    Nitekim Sultan Abdülmecid'in müslümanlara sükU.Oet

    tavsiye eden bir mektubunun Hindiscan camilerinde

    okunduğu ve çok etkili olduğu kaydedilmektedir.33 An-

    cak l870'lerde İngilcere-Osmanl ı ilişkilerinde meydana

    gelen soğukluk ve İngiltere'nin müslüman sömürgele-

    rinde orcaya çıkabilecek direnişierin hilafet etrafında

    güçlenmesi ihtimali ingilizleri bu kurumun manevi' nü-

    fuzu hakkında eodişelendirdi. İngiliz basınında Osmanlı

    hilafecinio me~ru olmadığı yolunda yazılar yayımlanma

    ya başlandı. Ardından siyasetçiler ve devlet adamları da

    Osmanlı hilafetinin bir meşruiyetinin bulunmadığını

    öne sürdüler. Bu arada İngilizler müslüman kamuoyunu

    erkileyebilmek için iddialarını bazı esaslara dayandırma

    ya çalışıyorlardı. Bu esaslar kısaca şunlardır: Osmanlı

    ların hilafet iddiası yeni olup İslam aleminin tamamı ta-

    rafından kabul edilmiş değildir; Osmanlılar Kureyş so-yundan gelmemektedir; Osmanlı bilafeti biatla değil

    zorla ve tevarüsle gerçekleşmiştir. Bu hilafet tartışmala

    rında İngilizlerin adayı Mekke emlri idi. Buna karşılık İngiltere 'de tamşmaları ciddi bulmayan ve Osmanlıtarla

    iyi ilişkilerin sürdürülüp Osmanlı hilafetine destek veril-

    mesini isteyen gruplar da mevcutcu. Osmanlı Devle-

    ri'nin sonuna kadar devam eden bu kabil tartışmalar, esa-

    sen İngiltere'nin Babıali ile olan ilişkilerinin durumuna

    göre değişebilecek alternatif politika arayışlarının bir te-

    ıahürüdür. Bunun soouçları da 1916'da ŞerifHüseyin'in

    isyanıyla orcaya çıkmıştır. Bu dönemde Araplar arasında

    bilaferin kendilerine intikalini savunan bazı harekerler

    orcaya çıktıysa da bunlar dar çevreyi a§amamı~ ve genel kabul görmemiştir.

    Otuz üç yıllık saltanacı boyunca U. Abdülhamid İslam dünyasını genel olarak Osmanlı hilafeti etrafında

    birleştirmeyi ba§arm1ş ve ortak bir kamuoyu oluşcur

    muşcu. Ancak ülke içinde kendisine karşı ba§latılan bazı hareketler yüzünden onun gerçek halife olamayacağı yö-

    nünde neşeiyat yapılmışm.31 II. Meşrutiyet döneminde

    ise hilafecin kazanmış olduğu milletlerarası mahiyet ko-

    runmaya çalışılmış, fakat iç siyaseteeki konumu daraltıl

    mak istenmiştir. II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte ortaya

    çıkan yeni hukuki durumla ilgili görüşler kısaca şöyle

    dir: Hilafet bir vekalercir, vekaleci veren de müslüman

    ümmec veya millettir; dolayısıyla halifenin millet üstün-

    de değil halifeyi tayin eden millerin onun üzerinde baki-

    miyeri vardır. Bu konumdaki halife meşrucl bir idarede

    hükümet reisi makamıoda olup hak ve yetkileri sadece

    icra ile sınırlıd~r; reşr1 ve kaza ise ba§kalarına aicrir. Bu

    tür yaklaşımların Ililafetin ülke içindeki ağırlığını azalt-

    mayı, buna karşılık meclis ve anayasa gibi yeni kurumla-

    rı güçlendirmeyi hedef aldığı açıktır. Zira Meşrutiyet'in

    ilanından sonra rek kişinin yönerimine rıza gösterilmedi-

    ği gibi Meşrutiyet'in tabiatı da kuvvetler ayınmını ge-rekririyordu.

    Hilafet kurumu, Otuzbir Mart Vak 'ası'ndao sonra

    çıkarıJan 5 Şaban 1327 (22 Ağustos 1 909) tarihli kanun-

    la halifenin hak ve yerkileri daha da sınıri andırılarak güç

    OS~VINLJ ml OOSONCE

  • ~ ~ Ot)' O ve iribar kaybına uğrarıldı. Fakat bir müdder sonra İslam Hilafet Hareketi idi. Zira savaş sırasrnda İngilizler, Hin-

    aleminden bu yeni durumla ilgili tepkiler gelmeye btl§- distan müslümanlannın tepkisini yatıştırmak için Os-

    layınca İttihat ve Terakki yönetimi, hem bu tepkiler se- manlı hilafetine ve mukaddes bölgelerdeki hakimiyetine bebiyle hem de içerideki müslümanların devlete bağlılı- hale! gelmeyeceğini taahhüt etmişlerdi. Sav~tan sonra

    ğın ı devam ettirebilmek ve dışarıdaki müslüman kamu- ortaya çıkan gelişmeler ve Sevr Andaşması bu taahhüdün

    oyunun desteğini sağlayabilmek amacıyla tekrar hilafet yerine getirilmeyeceği gerçeğini ortaya koydu. Bunun kurumuna atıflar başlattı. Buna göre Osmanlı Devleri

    bir makamı hilafet, hilafecin devamı da bütün müslü-

    manları ilgilendiren bir mesele idi ve dünya müslüman-

    larının hilafetten başka sığınacakları bir merci bulunma-

    dığından Osmanlıların el birliğiyle güçlendirilmesi or-rak bir sorumluluktu.

    Trablusgarp ve Balkan Savaşları sırasında İslam ale-

    minden ve özellikle Hindistan'dan gelen maddi ve ma-

    nev! descek Jön Türkleri bilaferin sahip olduğu potansi-

    yel hakkında yeterince bilgilendirmişri. Bu tecrübenin

    ardından halifenin ilan edeceği bir cihad-ı ekberden de

    fayda uroularak I. Dünya Savaşı'na girildi. Ancak İngil

    tere, Fransa ve Rusya kendi müslüman sömürgelerinde gereken tedbirleri almış ve halkı harekete geçirmesi

    muhtemel bütün kişi ve kuruluşları tasfiye etmişlerdi.

    Dolayısıyla savaş yıllarında sömürge durumunda olan İs

    lam ülkelerinden beklenen tepki görülemedi. Aksine İn

    gilrere'nin Araplara yönelik çalışmaları sonuç verdi ve

    Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti'ne isyan erti. Osmanlı

    ların savtl§a girmesinden sonra İngiltere'nin Mısır'daki

    görevlilerinden Henry McMal10n, Şerif Hüseyin'in bek-

    lentilerine uygun olarak onu kendi saflarına çekebitmek

    için hem bağımsızlık hem de hilafet vaad etmişti. Fakat

    Şerif Hüseyin İngilizlerin yanında savaşa katıldıktan

    sonra islam aleminin tepkisinden korkulduğu için ken-

    disine hilafet meselesini gündeme getirmemesi ve savaş

    bitimine bırakması tavsiye edildi. Savaştan sonra da İn

    gilizler islam aleminden gelen cepkiler üzerine hilafet

    meselesine karışmak istemediklerini bildirdiler. Ancak

    Şerif Hüseyin bu konudaki ısrarını sürdürdü ve en son

    1923 'ce Lozan görüşmeleri sırasında kendisine verilen sö-

    zü gündeme getirdi. İngiltere bu defa da ona descek ver-

    medi ve 1914'reki taahhüdü, savaş şarrlarında bazı gö-

    revlilerin yetkilerini aşması olarak oitelendirip bunun

    İngiliz hükümerini bağlamayacağını açıklad1.,~ İngilizleri böyle bir davranışa götüren en önemli sebep, Hindis-

    tan'da başlayan kıpırdanmalar ve ortaya çıkan Hindistan

    üzerine Hint müslümanları Osmanlı hilafetinin hukuku-nu korumak üzere büyük bir eylem başlacrılar. Hindistan

    Hilafet Hareketi denilen bu eylem, aynı zamanda Ana-

    dolu'da başlayan Milli Mücadele'nin de dışarıdaki en bü-yük destekçisi oldu.

    I. Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan devletlere uy-

    gulanacak yaptırımlar galipler arasında tartışılırken hi la-feci elinde bulunduran Osmanlıların daima potansiyel

    bir panislamise tehdit oluşturacağı ve bu tehdidin berea-

    raf edilmesi gerektiği fikri arka planda mevcuttu; nite-

    kim Sevr Ancltl§ması'nın şartları da aynı zamanda bu he-defe yönelikti. Ancak Türkiye'de btı§layan Mill1 Mücade-

    le Hareketi buna imkan vermedi. İs.tanbul işgal altında

    iken Ankara'da kurulan yeni meclis, padişah halifenin

    durumunun "padişal1 ve halife cebir ve ikrahtan azade ol-duğu zaman" ele almacağını belirtiyordu.>6 1921 anaya-

    sasında da meclis görevi, "hilafet ve salcanat ve vatan ve

    millerin istihlas ve isriklalinden olan gayenin husuJüne kadar·· olmak kaydıyla kabul etti.

    Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasından sonra

    Lozan Konferansı'na karılacak Türk heyetinin tesbiti,

    Ankara ve İstanbul'da mevcut iki hükümetten kaynakla-

    nan iki başlı lığın sıkıntılarını gündeme getirdi. İngiliz

    ler her iki merkezden de temsilci çağırdılar. Ancak ülke-

    nin iki b~lılıktan kurcanlması gerektiğine inanan mec-

    lis 1 Kasım 1922'de saltanarı hiJaferren ayırarak Jağvet

    ti. Hilafet ise çetin müzakereler sonunda çıkan kanuna göre sadece dini mul1tevalı bir kurum olarak devam ede-

    cek ve halife hiçbir siyası faaliyete katılmayacakrı. Tür-

    kiye Büyük Miller Medisi'nin bu kararını kabulleneme-

    yen son padişah VI. Mehmed, hem can güvenliğinden

    endişe ettiği hem de unvaniarını korumak istediği için 16-17 Kasım 1922 gecesi İngilizlere sığındı.

    Bunun üzerine veliaht Abdülmecid Efendi ile görü-

    şülerek kendisinden saltanat iddiasında bulunmayacağı

    na dair "büyük miller meclisinin hilafet ve salranac hak-

    kında ittihaz ettiği kararı tamamen tasdik ve tasvib edi-

    ' OSMANtı a 0 0$0:-

  • -~V

    ' o O 'C) O

    yorum" ifadelerini ihtiva eden imzalı bir belge alındıY

    Yeni bir halifenin seçilebilmesi için gereken fetva metni

    Şer'iye Vekili Mehmed Vehbi Efendi tarafından yazıldı.

    19 IÇnsım'da yapılan oturumda, hilafet makamını terke-

    den Vahdeddin'in yerine Abdülmecid Efendi'nin halife

    seçildiği belirrildi. Aym gün Abdülmecid Efendi'nin bir

    halife olarak yerki alanını belirleyen bir de çerçeve hazırlandı. Buna göre Abdülmecid Efendi sadece "halife-i

    müslimln" unvanını kullanacak, bu unvana b~ka sıfadar

    eklenmeyecekti. Ayrıca İslam dünyasına hitap eden bir

    beyanname hazırlayarak onaylanmak üzere Ankara'ya

    gönderecekti. Bu beyannarnede Abdülmecid Efendi hali-

    fe seçilmesinden dolayı duyduğu memnuniyeri ifade ede-

    cek, bu arada Vahdeddin'in davranışı renkir edilecek,

    Türk Devleri ve Büyük Miller Meclisi'nin bütün İslam alemi için çok hayırlı ve faydalı olduğu belirrilecek,

    Türk hükümetinin hizmetlerinden rakdicle bahsedilecek

    ve halife siyasi sayılabilecek başka hiçbir beyanda bulu-

    namayacakrı. >S

    Durumun Abdülmecid Efendi'ye resmen bildiril-

    mesi üzerine yeni halife Ankara ile cemasa geçip 21 Ka-sun l922'de halifeliğe seçilme merasimi yapılmasını,

    imzasının üstünde "halue-i müslimln ve hadimü'l-hare-

    meyn eş-şerifeyn" unvanının bulunmasını, cuma selimlı

    ğında hil'ar giymesine ve Fatih Sulran Mehmed'inki gi-bi bir sarık rakmasına izin verilmesini istediğini ve İslam

    dünyası için hazırlayacağı beyannarnede eğer uygun gö-

    rülürse Vahdeddin hakkında bir şey yazmak iseernediği

    ni bildirdi. Abdülmecid Efendi'nin bu iseeklerine karşı

    "halife-i müslimin" ile birlikte "hadimü'l-haremeyn eş

    şerlfeyn" unvanını da kullanabileceği, fakat Fatih rarzı

    bir kıyaferin kesinlikle söz konusu olamayacağı, Valıded

    din'in adıoı anmadan da olsa mutlaka onun zamanında

    yaşanan olumsuzluklardan bahsermesi gerektiği cevabı

    verildi. Birkaç gün sonra Abdülmecid Efendi kendisin-den istenen bildiriyi yayıroladı fakat Ankara hükümeti-

    nin hoşlanmayacağı biçimde gösterişli bir törenle halife-

    liği üsclendi.

    Ancak gerek yeni halife seçimi sırasıoda meclisteki

    hilafet taraftarlarının muhalefeti gerekse Abdülmecid Efendi'nin yayımladığı bildirideki üslubu çeşitli tartış

    malara sebep oldu. Meclisin yeni seçim dönemine yaklaş

    ması ilc bu careışmalar daha da şidderlendi. Mustafa Ke-

    mal Paşa, hem seçim gezisi yapmak hem de son gelişme

    lerle ilgili halkın beklemilerini öğrenmek için 13 Ocak

    1923'te bir yurt gezisine çıktı. Bir gün sonra da meclis-eeki muhalefet grubu, Karallisarısahib Mebusu Hoca

    Şükrü Efendi'nin hazırladığı "Hilafet-i İslam ve Büyük

    Miller Meclisi" başlıklı bir risale dağıttı. Risalede salra-

    narıo kaldırılmasının uygun görüldüğü, ancak bilaferin

    asla kaldırılamayacağı, halifenin sadece ruhant sorumlu-

    luklarının değil dünyevl görevlerinin de bulunduğu ve

    içinde yaşanan olağan üsrü şartların normale dönmesiyle

    halifenin bunları yerine getireceği belirtiliyor ve İslam

    alemine sabırla beklernesi tavsiye ediliyordu. Mustafa

    Kemal Paşa bu durumu bir basın toplamısı için hazırlık

    larıo yapıldığı İzmit'te öğrendi. Toplancının ağırlıklı ko-

    nusunu bilafer meselesi teşkil etti. Yapılan konuşmalar ve Mustafa Kemal Paşa'nın değerlendirmeleri bundan

    sonra meydana gelecek olayları açıklar mahiyetteydi; İs

    tanbul başşehir olarak kalmayacak, meclis başkanı aynı

    zamanda devlet başkanı olacak, gerekirse hilafet kaldırı

    lacağı gibi Osmanlı hanedanı da sürgün edilebilecek ve

    inkıHip kanunları uygulanacaktı. Bu arada bir gazeteci-

    nin hilafecin Osmanlı hanedanında bırakılmasının sakıncalı olacağını belirtınesi üzerine Mustafa Kemal P~a ha-

    lifelerin, aleyhine bir hareketleri olduğu takdirde mille-

    cin onları b~ından defedebileceğini söyledi.39

    Bu sırada Lozan'da barış konferansı b~lamıştı. Bir

    tarafran müzakereler devam ederken diğer tarafran mec-

    liste muhalefet gittikçe serde~erek hükümerin gerek Lo-zan'daki politikasını gerekse reformlarla ilgili tavrını

    eleştirmekreydi. Hilafet ve saltanat meselesi bu eleştiri

    ler arasında üzerinde eo çok durulao hususlardı. Lozan

    And~ması'nın meclisin salt çoğunluğu tarafından onay-

    lanmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa mevcur durumun buna uygun olmaması sebebiyle meclisi yenilerneye ka-

    rar verdi. 15 Nisan 1923'te gerçekleştirilen meclisin son

    orurumunun arkasından seçimlere gidildi. Meclisin ka-

    pal ı bulunduğu günlerde yapılan ikinci Lozan görüşme

    lerioden sonra andaşma 24 Temmuz 1923 're imzalandı.

    İlk toplamısını ll Ağustos 1923'te yapan yeni meclis

    aynı gün bu andaşmayı onayladı.

    29 Ekim 1923'ce Cumhuriyet ilan edildi. Bundan sonra sı ra sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi ve kültürel re-formlara gelmişri. Gündemin ilk sıralarında ise hilafet

    OSMANU ~~ DÜŞONCI!

  • kurumunun statüsü yer alıyordu. Ancak bu süreç içeri-

    sinde mecliste hilafet etrafında bir muhalefet grubu oluş cu ve Halife Abdülmecid Efendi'nin istifa edeceği söy-

    lentileri çıktı. Bunun üzerine İstanbul Barosu başkanı

    Lutfi Fikri Bey ve Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Ca-hit Bey gibi hilafet tarafradarının basında hilafet kuru-

    munun Türklerin elinde bulunan manevi bir güç oldu-ğu, bunun mutlaka korunması gerektiği yolunda yazı la

    rı çıkmaya başladı. Bu arada Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuad Paşa, Refet Paşa ve Abdülhak Adnan

    (Adıvar) . gibi kişilerin Abdülmecid Efendi'yi ziyarete gitmeleri de kamuoyunu etkilemişti. Ankara'da ciddi ra-

    hatsızlıklara sebep olan İstanbul'daki bu gelişmelerden

    sonra 22 Kasım 1923'te gerçekleştirilen Cumhuriyet Halk Fırkası tOplantısında fırkanın genel başkanlığına seçilen İsmet Paşa halifenin ziyaret edilmesine temas

    edip, "Tarihin herhangi bir devrinde bir halife zihninden

    bu memleketin mukadderatına karışmak arzusu geçirir-se o kafayı behemahal koparacağız" diyerek net bir tavır

    ortaya koydu.40 Ancak İsmet Paşa'nın bu tavrı hilafet yanlısı basında eleştirildi. Türkiye'de bu tartışmalar sü-

    rerken İslam aleminde, yeni Türkiye'de ruhani bir ko-numda değerlendirilen halifenin hilafet kurumunun ge-

    leceğiyle ilgili endişeleri dile getiriliyordu. Bu sırada Londra'da bulunan Ağa Han ve Seyyid Emir Ali, Hindis-tan müslümanları adına Başbakan İsmet Paşa'ya bir

    mektup göndererek hilafet kurumunun erkin bir ko-numda muhafaza edilmesini istediler. Onlara göre hilafet

    hakkındaki belirsizlik müslümanlar arasında ciddi rahat-

    sızlıklar uyandırıyordu ve halifenin iribarının azalması

    İslam ' ın zayıflamasına yol açabilirdi.4l Başbakaola bir-

    likte aynı anda gazerelere de gönderilen bu mektup An-kara'ya ulaşmadan birkaç gün evvel 5 Aralık 1923 tari-

    lünde İstanbul gazetelerinde yayımlandı. Konunun bu şekilde gündeme gelmesi Ankara'da büyük bir öfkeye se-bep oldu ve İngilizler'in bir taktiği olarak değerlendiril

    di. 8-9 Aralık gecesi mecliste yapı lan gizli orucumda İs

    tanbul'a İstiklal Mahkemesi gönderilmesi kararlaştırıldı. Tanin, İkdam ve Tevhi'di Efkar gazetelerinin sahipleri ve

    sorumlu müdürleri hilafet meselesindeki turumları sebe-

    biyle Hıyanet-i Vataniyye Kanunu'na göre yargılanmak

    üzere tutuklandılar.

    Bu sırada Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa İzmir'e gitti. Başbakan İsmet Paşa 22 Ocak 1924 tarihli bir telgrafla kendisine gazetelerde bilafet hakkında çıkan

    yazılardan rahatsızlık duyduğunu, Halife Abdülmecid

    Efendi'nin hilafet ödeneğinin arttırılması ve İstanbul'a gelen resmi' heyetlerio kendisini de ziyaret etmeleri yo-

    lunda isteklerde bulunduğunu bildirdi. Mustafa Kemal Paşa cevabında söz konusu olumsuzluklara halifenin ken-

    disinin sebebiyet verdiğini, davranışlarıyla padişabların yolunu takip eder gibi göründüğünü, cuma alayları dü-

    zenleyip yabancı devlet temsilcileriyle ilişki kurduğunu, halifenin ve hilafet makamının gerçekte ne dini' ne de si-

    yasi' bir dayanağının bulunduğunu ve Türkiye Cumhuri-

    yeti için sadece tarih! bir hatıradan ibaret kaldığını belir-eerek halifenin yabancı devlet temsilcileriyle görüşme is-

    teğini Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbaline açık bir teca-

    vüz olarak nitelendirdi ve halifeyi saltanat hülyası içinde olmaması için uyardı.42 Mustafa Kemal Paşa bundan sonra şubat ayı boyunca İzmir' de ordu kumandanları ve

    basın mensuplarıyla toplamılar düzenleyerek onlardan

    bilaferin kaldırılması konusunda destek istedi ve genel olarak bu desteği ald1. Ancak Hüseyin Cahit ve Velid

    Ebüzziya gibi yazarlar hilafet yanlısı tutumlarını devam

    ettirdiler.

    25 Şubat 1924're bütçe görüşmeleri sırasında mec-liste halifenin ve hanecianın ödeneği hususunda sert tar-

    tışınalar cereyan etti. Basında da hilafet kurumunun ge-reksizliği yönünde yoğun bir neşriyat sürdürülüyordu. 3

    Marr 1924 günü Halk Fırkası grubunda alınan karar doğrulrusunda Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve elli üç

    arkadaşının hazırladığı, bilaferin kaldırılmasına dair on

    iki maddeden oluşan bir kanun teklifi meclise geririldi.43

    Teklif okunduktan sonra halifenin hal'edildiğini ve bilaferin kaldırıldığını bildiren 1. maddenin müzakere-sine geçildi. İlk sözü Rize Mebusu Ekrem Bey alarak tek-

    lif'in lehinde bir konuşma yaptı. İkinci olarak söz alan Gümüşhane Mebusu Zeki Bey aleyhte görüş belirtti ve Kurtuluş Savaşı'nın halifeyi kurtarmak vaadiyle kazanıldığını ileri sürdü. Daha sonra Adiiye Vekili Seyyid Bey

    tasarının lehinde bir konuşma yaptı. Bu konuda çalışma yaptığını ve bir de kitap yazdığını belirten Seyyid Bey'e

    göre düıiyevi bir mesele olan hilafet hükümet etmek de-mekri ve bu da esasen milletin işiydi. Son konuşmayı ya-pan Başbakan İsmet Paşa, asıl tereddütlerio hilafetin il-gasında değil dini açıdan ve bu kararın halk tarafından

    nasıl karşılanacağı meselesinde olduğunu, halbuki İslam! kurallar yine yürürlükte kalacağı için böyle bir endişeye mahal bulunmadığını belirtti. Türkiye'nin iki başlılığa

    ' OSMANlı ~~ DÜŞÜNCE

  • kaclanamayacağıoı, Türk milleeinin bağımsızlığının Türkiye'nin varl ığı için her idealden önce gelen bir esas olduğunu söyledi. Bundan sonra oylamaya geçildi ve l . madde kabul edildi. Hanedan üyelerinin yurt dışına çı- . karılmasına dair 2. madde hakkında Trabzon Mebusu Muhcar Bey kadınların hariç ruculmasıyla ilgili bir öner-ge verdi. Bozok Mebusu Süleyman Sı rrı Bey ise bunun saltanat özlemlerini sürdüreceğini ileri sürerek önerge-nin reddedilmesini istedi. Yapılan oylamada 2. madde de aynen kabul ediİd i . Ardından diğer maddeler de kabul edilerek önerge kanuniaşmış oldu. Hanedan üyelerine yurt dışına çıkmaları için on günlük bir süre tanınmışkeq Abdülmecid Efendi ayn ı gece on bir kişilik ailesiyle beraber Çacalca İstasyonu'ndan trene bindirildi; sınıra kadar kendisine İstanbul valisi ve emniyet müdürü refa-kac erciler.

    Hilafecin kaldırılması sürecindeki careışmalarda üzerinde en çok durulao hususlar, genelde lıilafetin Türklere daima yük olduğu ve bu yüzden pek çok feda-karlığa kaclanıldığı, yeni Türkiye'de halifenin görev ve yetki alanlarının mutlaka belirlenmesi gerektiği, aksi halde an laşmazitğın sürüp gideceği veya hilafece yönelik gelişmelerin arkasında Mustafa Kemal Paşa' nın kendini halife seçcirme planlarının bulunduğu gibi meselelerdi. Ancak salranada bilaferin ayrılmasından sonra gelişen olaylar, yeni halifenin kendine canınan sınırların dıpna çıkması, halkın ve bir kısım siyasetçiterin halifeye olan ceveccühünün artarak devam ermesi ve nihayet basında başlayan sere tartışmalar, gelişmeleri hi lafetin kald ı rı lması yönüne sürüklemiştir. Bu arada Emir Ali ve Ağa Han'ın mektubunun üzerinde çok durulmuştur. Bunun sebebi ise mektubun önem taşıması değil zamanlama açısından bir gerekçe olarak değerlendirilmeye imkan vermesidir. Bu durumdan faydalanan İsmet Paşa , mekru-bun arkasında İngiliz hükümetinin varlığına işaret eden kuvvetli delillerin bulunduğunu söyleyerek i ngilizlerin hilafetin kaldırılmasını istemedikleri şeklinde yorumla-nabilecek bir beyanla meseleye başka bir boyut kazandırmıştır. Hilafecin kaldırılmasında erkisi görülen gerekçe-leri şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, halkın ve bazı siyasetçilerio hata bağlılık gösterdiği İstanbul'da oturan halife ile hiçbir şekilde bir otorite paylaşımına girmek iscememiştir. 2. Ankara hükümerine mulıalif olanların halifenin etrafında toplanarak bir cephe oluşturmaları ihtimal dahilinde-dir. 3. Yeni devletin cumhuriyetçi karakterinin ve öngö-

    rülen seküler reformların din! muhcevalı geleneksel bir müessese ile bir arada yürümesi mümkün değildir. 4. Hi-Jafetin tarihi geçmiş i Barı l ı devlerler nezd inde daima pa-nisHimist ihtiraslar gündeme getirmiştir; bu ise Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcudiyeti için her zaman bir tehdit unsuru oluşturacaktır. Nitekim Rauf Bey son Lozan gö-rü~meleriode İsmet P~a·ya bu yönde telkinler yapıldığını söylemiş.44 İngilizler de Paşa' nın, hilafecin kaldırılması durumunda İngilizlerin Türkiye hakkındaki ~üphelerinin ortadan kalkacağı ve Musul meselesinde zorluk çıkarmayacakları şeklinde bir kanaat taşıdığını ifade ec-mişlerdir.45 Aynı şek ilde Mustafa Kemal Paşa da İzmit'te gazececilerle yaptığı toplantıda Türkiye'de bilaferin siya-seten bir menfaac vı: kuvvet değil bir zaaf olduğunu be-lirtmişcir.46

    Hilafetin kaldırılması İslam aleminde büyük bir şaşkınlığa, arkasından da yoğun cepkilere ve çalkantılara yol açtı. Önce bu habere ioanılmadı; haber doğrulanınca da karar genellikle İslam dışı olarak değerlendirild i. Hindistan'dan, Mısır'dan ve Uzak Doğu'dan gelen tepki-lerde Ankara Hükümeti geri adım atmaya ve bi.itüo müs-lümanları ilgilendiren bu konuda yalnız başına karar ver-meyip islam aleminin kanaatlerine değer vermeye davec edildi. Bütün bunlar sonuçsuz kalınca Mustafa Kemal Paşa'ya halife unvanını bizzat kendisinin alması önerildi. Ancak bu teklif de kabul görmedi. Daha sonra bu şaşkınlık , çeşidi yerlerde birçok halife adayının ortaya çıkmasıyla yerini bir bekleyişe bıraktı. Önceleri genel eğilim Abdülmecid Efendi'nin halifeliğinin devam etmesi şeklindeydi. Hindistan'da ve Mısır'da Türkiye'nin kararı şiddetle kınanarak çözüm arayışlarına başlandı. Abdül-mecid Efendi de bu çabalara katılıyor, İsviçre'de yaptığı açıklamalarda bu hususta kararın islam alemine aic oldu-ğunu söyleyerek Türkiye'nin uygulamasını İslam'a ve İslam'ın menfaaclerine aykırı bulduğunu belirriyordu.47

    Ancak kendisi sürgünde bulunduğu, yardımtarla geçin-diği ve kararını destekleyecek siyasi güçten mahrum ol-duğu için kısa sürede gündemden düştü.

    Hilafet konusunda ilk kongre 1926'da Kahire'de yapıldı. Kral Fuad'ıo kendini halife ilan eecirmek ama-cıyla 1925'ce planladığı, fakat birkaç defa ereelernek zo-runda kaldığı kongre öncesinde İslam dünyasından cep-kiler gelmeye başladı. Bu durumda hilafet meselesi cid-di olarak ele alınmadan kongre 1926 Mayısında sona er-di. Bir diğer önemli kongre de 1931 'de Kudüs'ce gerçek-

    OS~\IINLI liD OOŞONCE

  • leşri. Henüz hazırlık aşamasında iken Hindistan l ı Şevket

    Ali'nin Abdülmecid Efendi'yi kastedip, "Müslümanların

    Ilalifesi şu anda Nice'de sürgüodedir, kalbirnde ve ru-

    lıtımda halife odur" şeklinde bir açıklama yaparak hilafet

    meselesinin tartışı lmasına gerek bulunmad ığını söyle-

    Hilafet meselesinde en çok careışılan hususların başında "Hz. Peygambe-

    r' e atfedilen, "Imamiar Kureyş'cendir", hadisi ve bunun neyi ifade eccigi

    gelmekted ir. Bu ifadenin Hz. Peygambere aic oldugunu düşünen kısım ulema Hz. Peygamber'in soyundan gelmeyen kişilerin gerçek Halife ola-mayacaklarını iddiaedegelmişlerdir. Karşı tezi savunanlar ise yine ayn ı şe

    kilde "Benden sonra lıiiMec 33 sene sürecekcir" şeklindeki başka bir hadi-se dayanmaktadırlar. Keza, "Hilafet Kureyşcen'dir" ifadesinin bir had is ol-madığını ileri süren görüşler de mevcuccur. Konu!lun lslltm kaynaklar-

    ından incelenmesi ve degerleııdirilmesi için bkz.: M. S. Hatipo~lu, "Hilafetin Kureyşliligi", il. O. /la!Jiyttl Fakiilwi Dergiıi, 1978. hi!Met ko-nusunda klasi k dönemde ortaya çıkan f.ırklı anlayışlar-genel olacak Şii, Siinni ve Harici· için bkz.: Ebu'l Hasan el-Maverdi, el-Aiıkamu's-Sulcaniyye, (rerc.: Ali Şafak) İsranbul 1976. Ahkaınu's·Sultaniyye, lıilafet i n ba-

    ~ımsıı bir kurum olarak ilk defa degerlendirildigi bi rçalışma olmakla m-

    nınmışur. Mavecdiye göre, lmanıec ismi verilen lı iliifec, din ve dünyaya ait işlerin yürütiilmesi için nübüwete hale( olarak konulmuş, kabul edil-

    miş bir müessesedir. Halifeye icaar etmenin gerekliliAi üzerinde icma va-

    ki olmuşuır. Devlet başkanlı~ıııın lüıumu bir farzı kifaı•edir ve halifenin

    tayini seçim yoluyla olur. Halife olacak kimsede bulunması gereken ı-ırc

    lar şunlardı r: Her yönü ile ad il olmak. hilafer görevleri içerisine gi ren bü-

    rün işlerde içcihaıta bulunabilecek derecede ilim sahibi olmak. Göz, ku-lak ve dil gibi bu organlada yapılacak işleri cem in için sıı~lam ve hareket

    gerekti ren işler için bedenen azaları ram ve sılılıad i olmak. Amme i_şleri

    rıi idare için gerekli fikir ve bilgiye sahip olmak. Cihad için gereken ira-de, aıim ve cesaret sah ibi olmak. Soy bakımından Kureyş'ten olmak. Ay-

    rıca bkz.: H.A.R. Gibb, "Al-Mawardi's Theory of the Khilafah", Isiamir

    Cllltllrc, ll, 1937.

    !. Murad'dan Yavuz Sulcan Selim'e kadar Osnıanlı padişahlarınııı halife unvanını nasıl kullandıklarına dair ~eşidi name örnekleri için bkz.: ibn Kemal, Tevarih-i AI- i Osman, (n~r.: Şetafectin Turan), Ankara 1957, VJJ,

    99. 197, 233, 235, 465, 525; Feridun Beı•, Münşeat, İstanbul I 274-75, 1, 95. 96, 97-98, 99, 102, 103 vd.; Farih Mehmed ll Vakfıyeleri (nşr.: Va-kıflar Umıım MüdürlüAül, Ankara 1938, s. 20-25; Faruk Sümer, "Yavuz

    Selim Halifeiiili Devraldı mı?", TTK Belleten, LVI/217 1992 s. 696-698. Ayrıca bkz. Halil lnalok, "Osmanl ı Padişahı" ı\. O. SiyaJal Bilgiler FakM· wi Dcrgiri, Xll, 2, 1958, s. 68-7 1; The Ottomans and che Caliplııı.ce,

    ·'Camhridge History of Islam", I, Cambridge 1970, s. 320-323. ' A. Alımad, Sı111iiıs iıı lslamic C11lı11rt iıı ıhc lndittn EnvinJnmtııı, Oxford

    1964, s. 33. Esasen bu usül İsl§m topraklarmda miladi XN. yüzyıldan sonra görülmeye başlanmıştır. Bkz.: H.A.R Gibb, "Some Considerarions

    on che Sunni Tlıeory of the Caliphate", Sıud.iıs on tbt Civiliıaıioııs of lsiJWı,

    (ed.: Shaw and folk), Boston 1962, s. 141-150; N. Rehmaıı Farooqi, Mllg-

    hal 011oman Rtlttli&ns, N. Delhi 1989, s. L 73-2 LL. 4 Selalıatdn tansel, Yav11z Sultan Selim, Ankara 1969, s. 22L.

    Namık Kemal, Evrak-1 Perijau, İstanbul 1301, s. 348; Atlt Bey, Tarih-i

    Am, İstanbul 1292-3, s. 93; Danişmend, ll, s. 37. 6 S. Tansel ,a.g.~, s. 2LL. 7 D'Olısson Tableau general de l'empire ottoman, I, s. 269-270.

    8 Konunun deJlerlendirilmesi için bkz.: A. Asrar, "hilafeıin Osmanlılam

    Geçişi ile İlgil i Rivaycıler", Tiirk Diinyaıı Artıfltrmaları, S. 22 (1983), s. 91-100; F. Süıner,agm. ,LVII217 (1992), s. 675-701 .

    mesi dikkaderi kongreye çekti. Abdülmecid Efendi bu

    ümide toplantılara kacıldı ve hala halife olduğunu iddia

    etti. Türkiye ise gelişmelere sert tepki gösterdi. Kongre,

    düzenleyiciler arasında çıkan anlaşmazlıklar üzerine bir

    sonuç alınamadan dağ ıldı.

    9 l.ücfı Pafi, HalaJi/l-Omme fi marifoıi'I-Eim~. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, or. I 7723 vr. 22a-b .

    LO Feridun Bey, MiitıJMI, I, s. 437-444; H. İnakık, a.g.m., s. 32L.

    I 1 M. Y. Mughul, Kaıumi Devri, Ankara 1977 s. 88; A. Rcid, "Nineteenth Cenrury Pan-İslam in lndenosia and Malaysia",Journal of Asian Studies, XXVI (l976), s. 268-274; Azmi Özcan, Pan-lsMmizm, HindiJıan Miislii-manları, lngiiiCrtıttOsmanlı Devitti 1877-1924, s. ll-20.

    12 Feridun Bey, I, 500-50L.

    L 3 Başbakanlık Osmaolı Arşiv i (BOA), Mühimme Defreri, or. V, 70.

    ı 4 A. el-Mouddeo, "The Idea of caliphate Becween Momccans and Orto-mans; Political and Symbolic Scakes in the 16th and 1 7dı Century Mag-

    rib", Sllldialslamicn, Jl/82 1995, s. L06-L08. ı 5 Cevdet Paşa, Tarih, İstanbul 1309, ll, s. 324. 16 H. İnalcık, "The Ocromans and che Caliphace", Cambridge, Hiıtory of

    İslôm, '·s. 320: l7 Cevdet Paşa, Tarih, 11, s. 194-200. I 8 Syed Mahmud, Tbt Khilafat and E.11glaru/., Patna 1920, s. 77; Y. H. Bayur,

    Hindis1a11 Tarihi, Ankarn 1950, fll, s. 205-206. 19 BOA, Nlime Defteri, IX, 140. 20 BOA,lrade-Meclis-i Mahsus, nr. 1524; BOA, İrade-Dahiliye, ur. 26941

    (1274).

    21 Osınaıı Nuri, M«elle-i Umm·-1 Beledi)?'t, iscaobul 1922, I , s. 277-278. 22 Düsrur Birinci Tertip, V, iscruıbul 1295, s. 4. 23 BOA, lrade-Hariciye, ne. 1524. 24 8011, İrade-Hususi, nr. 56 (1323). 25 8011. Yıld ız Esas Evrakı, nr. 36-139/9-l39·XV1ll. 26 Cevder Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 196'9, s. 416. 27 Cevdet Paşa, Ttzakir, (nw M. Cavit Baysuo) Ankara 1953-57, ı, 149. 28 CevdeL Paşa, Tôrib, ı, s. 23, 24

    29 A.g.e., 1, 39 . 30 BOA, DUİT, nr. 7 L/L5ı5,(ı315).

    31 Layard Papers, British M.useum or. 38938n.

    32 8011, YEE, nr. 9-2638-72. 33 A. Özcan, "1857 Büyük Hiod Ayaklanması ve Osmanl ı Devleti", 1.0.

    lı/am Ttıkikieri DergiJi, IX (t995), s. 269-280 . 34 Osmanlı, nr. 58, 15 Nisan 1900; nr. 75, 1 Kılnıınu~ni 1901.

    35 India Office Records and Librory, UP&S/18.5.222; UP&S!I0/895. 36 N muk, İstanbul 1967, ll, 438. 37 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Httllral:ır, İstanbul 1960, s 143. 38 N11111k, II, 695-696 . ~9 i. Arar, Ataliirk'iin lımiı Ba.ıı1ı Toplamı sı, İstanbul 1969, s. 5 L 40 hmel Ptıfa'llm Siyasi vt l;ti111al Nımıkları, 1920-1933, Ankarn 1933, I, 8. 4L 1/ıeTimes, 14. 12.1923.

    42 Nıııuk, n. s. s46. 43 Düstur, Beşinci tercip, I!J, 323.

    44 F. Kandem ir, Hallrttitın 11t Söykmedikkri ilt Ra lt/ Orbny, İstanbul 1965, s. 96.

    45 lodia Office Records and Library, lJP&S/ 10/895. 46 İ. Arar, tt.g.c., s. 50. 47 O. Kolo~Iır, Gazi'ni11 Çağında iıtôm DiiJıyaJı I913-1922, Istanbul 1994,

    s. 353.

    OSMANLI ~~ OOŞONCE