doktora tezi damİra İbragİm İstanbul...

783
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI ÂŞIK PAŞA’NIN GARİBNÂMESİ’NİN KLASİK OSMANLI-KAZAK KÜLTÜR MÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA TERCÜMESİ I Doktora Tezi DAMİRA İBRAGİM İstanbul 2006

Upload: others

Post on 25-Feb-2020

19 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • T.C.

    MARMARA ÜNİVERSİTESİ

    TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

    TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

    ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

    ÂÂÂÂŞIK PAŞA’NIN GARİBNÂÂÂÂMESİ’NİN KLASİK OSMANLI-KAZAK

    KÜLTÜR MÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA

    TERCÜMESİ

    I

    Doktora Tezi

    DAMİRA İBRAGİM

    İstanbul 2006

  • T.C.

    MARMARA ÜNİVERSİTESİ

    TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

    TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

    ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

    ÂÂÂÂŞIK PAŞA’NIN GARİB-NÂÂÂÂMESİ’NİN KLÂSİK OSMANLI-KAZAK

    KÜLTÜR MÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA

    TERCÜMESİ

    I

    Doktora Tezi

    DAMİRA İBRAGİM

    Danışman: PROF.DR. EMİNE GÜRSOY-NASKALİ

    İkinci danışman: PROF.DR. ORHAN BİLGİN

    İstanbul 2006

  • MARMARA ÜNivERSiTE siTÜR K i Y ATA R A S TIR MAL ARI E N S T iT Ü S Ü M Ü DÜR L Ü GÜ

    Doktora ögrencisi Damira ibragim "Asik Pasa'nin Garibname'sinin Klasik Osmanli ve KazakKültürü Müsterekleri Açasindan incelenmesi ve Kazakçaya Tercümesi" konulu tez çalismasijürimiz tarafindan Türk Dili ve Edebiyati Anabilim Dali Eski Türk Edebiyati Bilim Dali doktora teziolarak oy birligi / Gy çoklugu ile basarili bulunmustur.

    Tez DanismaniÜniversitesi

    ÜyeÜniversitesi

    ÜyeÜniversitesi

    ÜyeÜniversitesi

    ÜyeÜniversitesi

    : Prof. Dr. Emine Gürsoy NaskaliMarmara

    : Prof. Dr. Orhan BilginMarmara

    : Prof. Dr. Zekeriya KursunMarmara

    : Prof. Dr. Kemal Yavuz

    istanbul

    : Prof.Dr.Ceval KayaMarmara

    ONAY

    imza ~...................................................

    #'~ / i 4 .............• j/1J1.J.U .....• Y. .. rJ" .to

    ~(~...........J .n r~ .......~ ..... ~

    Yukaridaki jüri karari Enstitü Yönetim Kurulu' nun ..2-:1.-.I..V0 ../2006 tarih ve 1'. sayiilikarariyla onaylanmistir.

  • I

    İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER....................................................................................................................I ÖN SÖZ……………………………………………………………………………….....III ÖZET...................................................................................................................................V SUMMARY........................................................................................................................VI KISALTMALAR………………………………………………………………..............VII 1. GİRİŞ……………………………………………………………………………...…VIII 1.1. Garib-nâme’nin Yazıldığı Devir……………………………………………...............IX 1.2. Âşık Paşa……………………………………………………………………...............IX 1.2.1. Hayatı……………………………………………………………................IX 1.2.2.Eserleri ……………………………………………………………………..X 1.3. Kazaklar ve Kazak Kültürü ……………………………………………………XIII 1.3.1.Kazaklar’ınMenşei……………………………………………………….. XIII 1.3.2. Kazak Kültürü Hakkında Genel Bilgi……………………………...……..XIV 1.3.3. Kazak Kültüründe “Garipler”…………………………………………......XVI 2. SOSYAL HAYAT…………………………………………………………………….. .1 2.1. Aile Hayatı……………………………………………………………………………..1 2.1.1. Nesep, soy sop……………………………………………………………….4 2.1.2. Anne Baba……………………………………………………………………7 2.1.3. Kadın………………………………………………………………………..13 2.1.4. Çocuk………………………………………………………………………..16 2.1.4.1. Çocuğa isim vermek………………………………………………18 2.1.4.2. Çocuğun okula başlaması ………………………………………...21 2.1.4.3. Çocuğu evermek…………………………………………………..21 2.2. Cemiyet ve İnsan……………………………………………………………………...23 2.2.1. Ferd hayatı…………………………………………………………………..23 2.2.2. Aşk…………………………………………………………………………..33 2.2.2.1. Âşık kişi ve özellikleri…………………………………………….35 2.2.2.2. Aşkla adı çıkanlar…………………………………………………37 2.2.2.3. Kazak Edebiyatında Aşk…………………………………………..40 2.2.3. Alplık………………………………………………………………………..42 2.2.4. Âdetler………………………………………………………………………52 2.2.4.1. Misafirperverlik…………………………………………………...53 2.2.4.2. Dua veya alkış almak……………………………………………...55 2.2.4.3. Komşuluk……………………………………………………........59 3. DÜŞÜNCE VE AHLÂK………………………………………………………………61 3.1. Birlik…………………………………………………………………………..............62 3.2. Tevazu – Kibir………………………………………………………………………...72 3.3. Kanaat - Şükür………………………………………………………………………..79 3.4. İyilik – Kötülük………………………………………………………………............81 3.5. Akıl, İlim ve Gayret…………………………………………………………………..83 3.6. Nefis – Tövbe…………………………………………………………………………90 3.7. Yaşlılara Muamele……………………………………………………………………96 3.8. Yetimlere Muamele…………………………………………………………………..99

  • II

    4. İKTİSADÎ HAYAT…………………………………………………………………..100 4.1.Beslenme………………………………………………………………….........100 4.1.1.Yiyecek çeşitleri……………………………………………………………100 4.1.2.Ekmek………………………………………………………………………104 4.2.Giyim – Kuşam…………………………………………………………………........106 4.3.Değirmen……………………………………………………………………………..109 4.4.Ulaşım………………………………………………………………………………..110 4.4.1. Gemi……………………………………………………………………….110

    4.4.2. At…………………………………………………………………………........112 4.5. Ticaret: altın, gümüş, akçe…………………………………………………………..115 5. DİNÎ HAYAT VE TASAVVUF……………………………………………………..119 5.1. Allah…………………………………………………………………………………119 5.2. Peygamberler…………………………………………………………………….......121 5.2.1. Hz.Muhammed…………………………………………………………...121 5.2.2. Diğer Peygamberler………………………………………………………123 5.3. Miraç, Melek ve Namaz……………………………………………………………..125 5.4. Sahabe……………………………………………………………………………….127 5.5. Kur’ân………………………………………………………………………………..128 5.6. Tasavvuf……………………………………………………………………………..129

    5.7. Kazaklar, İslâmiyet ve Tasavvuf…………………………………………………….134 6. KOZMİK ÂLEM……………………………………………………………………..143 6.1.Yıldızlar ve İnsan Kaderi…………………………………………………………….143 6.1.1. Ay………………………………………………………………………….145 6.1.2. Utarid………………………………………………………………………145 6.1.3. Zühre……………………………………………………………………….146 6.1.4. Güneş………………………………………………………………………147 6.1.5. Merih………………………………………………………………………148 6.1.6. Müşteri ……………………………………………………………………148 6.1.7. Zuhal………………………………………………………………………149 6.2. Peygamber-Yıldız İlişkisi……………………………………………………………150 6.3. Kazak Kültüründe Kozmik Unsurlar………………………………………………...153 6.3.1. Yedi Yıldız………………………………………………………………...153 6.3.2. Toprak-Ana………………………………………………………………...156 7. BEYİTLERLE MANA BENZERLİĞİ BULUNAN KAZAK ATASÖZLERİ…..160 SONUÇ……………………………………………………………………………….….179 KAYNAKLAR……………………………………………………………………….….183 KAZAKÇA METİN………………………………………………………………..186-747

    KAZAKÇA LÜGATÇE……………………ÜGATÇE……………………ÜGATÇE……………………ÜGATÇE………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………............748748748748

  • III

    ÖN SÖZ

    Anadolu Türk ve Kazak kültürü, köklü bir çınarın iki büyük dalıdır. Kazakistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından bu yana iki kardeş ülke arasında farklı alanlarda ilişkiler

    gelişmektedir. Edebî miraslarımızı karşılıklı olarak tanımak ve ortak kültürel yanlarımızı

    tesbit etmek – Âşık Paşa’nın deyimiyle – “birliğe bitme” yolunda atılan bir adımdır. Bu düşünceden hareketle, XIV. yüzyıl Anadolu edebiyatının büyük

    mümessillerinden Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sini Kazakça’ya tercüme etmek ve kültür müşterekleri açısından incelemeyi düşündük. Garib-nâme’yi seçmemizin sebeplerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Rahmetli Prof. Dr. A.Çelebioğlu’nun belirttiği üzere “Hacmi, tertibi ve telifî oluşu, hatta mevzûnun zenginliği bakımından, en az kendi asrında bir benzeri bulunmadığı gibi, daha sonraki yüzyıllarda da bir benzeri vücuda getirilmediğinden, Türk Edebiyatı Tarihi içinde mümtaz bir yeri olması;” 2. Prof. Dr. Kemal Yavuz’un dediği gibi “Âşık Paşa’nın hikmet açısından Anadolu’da gelişecek Türk edebiyatında ilk olması ve bu bakımdan Türk edebiyatının başlangıcında hikmet olması” gerçeğinden hareketle sahasında ilk olacak çalışmamızın hikmete bina edilmesi; 3. Müştereklerin hem dilde, hem kullanılan malzemelerde daha çok bulunması; Âşık Paşa’nın Türkçe’ye karşı gösterdiği hassasiyetin bugünkü Kazak toplumuna – bazı Kazaklar’ın bile Kazakça’ya “üvey evlat” muamelesi yaptığı bu günlerde - ana dilini sevme ve koruma adına örnek olması; 4. Eskiden var olan ve yaşanan, fakat son asırda sovyet ideolojisi sonucunda çöküş yaşayan inanç ve ahlakî konuları - Âşık Paşa’nın: Ta ki mahrum kalmaya Türkler dahı Türk dilinde anlayalar ol Hak’ı dediği gibi - Kazak okuyucusunun kendi dilinde anlayarak okuması ve bu meselelerden mahrum kalmamasıdır. Çalışma Giriş ve ayrıca altı bölümden oluşmaktadır.

    Giriş’te Âşık Paşa’nın hayatı, eserleri, Garib-nâme’nin yazıldığı dönemin özellikleri, Kazaklar’ın menşei ve Kazak kültürü hakkında genel bilgiler yer almaktadır.

    İkinci Bölüm’de iki halkın sosyal hayatındaki benzerlikler, ailevî münasebetler,

    komşuluk, misafirperverlik, alkış alma gibi önemli âdetler, alplık müessesesi, aşk ve ferd hayatı anlatılmıştır. Bu konuları içeren beyitlere benzer Kazakça hikayelere çokça yer verilmiştir.

    Üçüncü Bölüm’de Türk’ün düşünce ve ahlâk yapısı anlatılırken, gelenek ve din

    faktorünün örtüştüğü noktadan hareket edilmiştir. Eserde ahlâkî meseleleri anlatan

    beyitlere tekabûl eden Kazakça kaynaklardan, özellikle Kazak tarihinin mümtaz

    şahsiyetleri Bi’lerin hayatlarından alıntılar yapılmıştır. Dördüncü Bölüm’de kültürün mühim unsurları olan beslenme ve giyim-kuşam meselesi ele alınmıştır.

  • IV

    Beşinci Bölüm, eserin ana teması niteliğindeki dinî unsurları anlatmaya ayrılmıştır.

    Kur’ân, Peygamber, sahabeler, ibadet ve tasavvufun özellikleri aslında eserde baştan sona kadar işlenmiştir. Çalışmamızda bu meseleye genel olarak değinilmiştir. Kazaklar ile ortak noktaların altı çizilmiş, konulara detaylı inme gereği duyulmamıştır.

    Altıncı Bölüm’de kozmik unsurlar, yani yıldızların insan kaderine etkisi ve Türk manevî düşüncesinde ayrı öneme sahip Toprak Ana konusu işlenmiştir.

    Müteakip bölümde Garib-nâme’nin bazı beyitleriyle mana benzerliği bulunan, halk arasında çok kullanılan Kazakça 32 atasözü tesbit edilmiş ve onların açıklaması yapılmıştır. Garib-nâme’yi Kazakça’ya aktarırken baştan sona Prof. Dr. Kemal Yavuz’un neşrettiği metin esas alınmıştır. Tezimizin hem inceleme kısmında örnek verdiğimiz, hem de tercümedeki beyit numaraları bu esere aittir. Kazakça’ya tercüme edilirken - Âşık Paşa’nın: Bu kitabun kim okırsa kamusın Sımaya hiç kimse anun namusın “Bu kitabı baştan sona kim okursa onun aslını hiç bozup değiştirmesin” dediği gibi -

    metnin aslına oldukça sâdık kalınmıştır. Ayrıca tercüme esnasında rastladığımız kolaylıklar ve zorluklar hakkında çalışmamızın Sonuç kısmında bilgi verilmiştir. Sahasında bir ilk olacak bu tezle Türk-Kazak kültür ilişkilerine katkıda

    bulunduysak, kendimizi bahtiyâr sayacağız. Çalışmamızın mükemmel olduğu iddiasında değiliz. Hatalarımızın affı temennimizdir. Bu konuda çalışmaya teşvik eden danışman Hocam Prof. Dr. Emine Gürsoy-

    Naskali’ye, her zaman bir baba şefkatiyle bağrına basarak maddî, manevî himaye eden ve ilmini esirgemeyen danışman Hocam Prof. Dr. Orhan Bilgin’e, çalışmamın temel kaynağı

    Garib-nâme’yi neşreden ve tavsiyeleriyle beni yönlendiren Prof. Dr. Kemal Yavuz’a, Türkiye’deki tahsil hayatım boyunca bana “garip”lik hissettirmeyen hocalarım Dr. Nejat Sefercioğlu’na, Doç. Dr. Sebahat Deniz’e, Doç. Dr. Nihat Öztoprak’a, Kazakça metni okuyup eleştirileriyle bana yön veren Yrd. Doç. Dr. Göksel Öztürk’e, dizgi işlerinde yardımcı olan arkadaşım H.İbrahim Demirkazık’a, diğer hocalarım ve arkadaşlarıma minnet dolu şükranlarımı sunarım.

  • V

    GENEL BİLGİLER

    İsim ve Soyadı : Damira İBRAGİM

    Ana Bilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı

    Programı : Eski Türk Edebiyatı

    Tez Danışmanı : Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali

    İkinci Danışman : Prof. Dr. Orhan Bigin

    Tez Türü ve Tarihi : Doktora – Haziran 2006

    Anahtar Kelimeler : Âşık Paşa, Garib-nâme, Kazak Kültürü, Müşterek Unsurlar

    ÖZET

    ÂŞIK PAŞA’NIN GARİBÂŞIK PAŞA’NIN GARİBÂŞIK PAŞA’NIN GARİBÂŞIK PAŞA’NIN GARİB----NÂME’SİNİN KLÂSİK OSMANLINÂME’SİNİN KLÂSİK OSMANLINÂME’SİNİN KLÂSİK OSMANLINÂME’SİNİN KLÂSİK OSMANLI----KAZAK KÜLTÜR KAZAK KÜLTÜR KAZAK KÜLTÜR KAZAK KÜLTÜR

    MÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA TERCÜMESİMÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA TERCÜMESİMÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA TERCÜMESİMÜŞTEREKLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ VE KAZAKÇA’YA TERCÜMESİ

    Bu çalışmanın esasını XIV. yüzyıl Anadolu Türk edebiyatının büyük mümessili

    Âşık Paşa’nın 10 613 beyitlik Garib-nâme adlı mesnevisinin Kazakça tercümesi

    oluşturmaktadır. Metinde geçen Kazak ve Anadolu Türk kültürünün müşterek unsurları

    tesbit edilmiş olup, Giriş kısmında Âşık Paşa’nın hayatı, eserleri, Garib-nâme’nin yazıldığı

    dönemin özellikleri ve Kazak kültürü hakkında genel bilgi verilmiştir. İki kardeş kültür

    arasındaki sosyal hayatla, dinî hayatla, iktisadî hayatla ilgili müşterekler ve ortak

    atasözleri, Garib-nâme’nin örnek beyitleri ve Kazak edebiyatından seçilmiş örneklerle

    mukayese edilerek açıklanmıştır. Çalışmada Türk Dil Kurumunun 2000 yılında yayınladığı

    Prof. Dr. Kemal Yavuz’un neşri esas alınmıştır.

  • VI

    SUMMARYSUMMARYSUMMARYSUMMARY

    THE EXAMINATION OF AŞIK PAŞA’S GARİBTHE EXAMINATION OF AŞIK PAŞA’S GARİBTHE EXAMINATION OF AŞIK PAŞA’S GARİBTHE EXAMINATION OF AŞIK PAŞA’S GARİB----NÂME ACCORDİNG TO THE NÂME ACCORDİNG TO THE NÂME ACCORDİNG TO THE NÂME ACCORDİNG TO THE

    CLASSICLASSICLASSICLASSICAL OTTOMAN AND KAZAKH CULTURAL COLLECTIVES AND ITS CAL OTTOMAN AND KAZAKH CULTURAL COLLECTIVES AND ITS CAL OTTOMAN AND KAZAKH CULTURAL COLLECTIVES AND ITS CAL OTTOMAN AND KAZAKH CULTURAL COLLECTIVES AND ITS

    TRANSLATİON TO KAZAKHTRANSLATİON TO KAZAKHTRANSLATİON TO KAZAKHTRANSLATİON TO KAZAKH

    The essence of this study is formed by the translation of Aşık Paşa’s mesnevi called

    Garib-nâme. Aşık Paşa is the great representative of XIV. Century Anatolian-Turkish

    literature and his Garib-nâme consists of 10 613 couplet. Collective elements of Anatolian-

    Turkish and Kazakh cultures was found in the text. Aşık Paşa’s life and works,

    characteristics of the period in which Garib-nâme was written and general information

    about Kazakh culture are narrated in the Introduction part. Collectives about social life,

    religious life, economic life between two brother cultures and common proverbs are

    explained by comparing sample couplets of Garib-nâme and examples chosen from

    Kazakh literature. Publication of Prof. Dr. Kemal Yavuz, which is published by the

    Turkish Language Association in 2000, is taken as basis in this study.

  • VII

    KISALTMALAR A.e. : Aynı eser a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale Ank. : Ankara Ank.Ü.S.B.E. : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilmler Enstitüsü A.Ü.S.B.E. : Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü b. : Beyit C. : Cilt

    DİA : Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Dr. : Doktora G.Ü.S.B.E. : Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hz. : Hazreti

    İA : İslâm Ansiklopedisi km : Kilometre mad. : Madde

    MEB : Millî Eğitim Basımevi M.Ü.T.A.E. : Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü m.ö. : Milattan önce öl. : Ölüm tarihi S : Sayı s. : Sayfa SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği SSR : Sovyet Sosyalist Respublikası TDK : Türk Dil Kurumu TTK : Türk Tarih Kurumu vb. : Ve benzeri, ve başkaları v.s. : Ve saire Yay. : Yayınları YL : Yüksek Lisans yy. : Yüzyıl

  • VIII

    1. GİRİŞ 1.1. Garib-nâme’nin Yazıldığı Devir Anadolu Selçuklularına en parlak dönemi Sultan I. Alaeddin Keykubad (1219-1237) yaşatmıştır. Onun vefatından sonra Anadolu’yu baştan başa kargaşa sarmıştır. Tahta II.Giyaseddin Keyhüsrev’in geçmesiyle Selçuklu beyleri arasında başlayan kavgalar, Sadeddin Köpek isimli vezirin bütün rakiplerini birer birer öldürtmesiyle büyük isyanlara yol açmıştır. Garib-nâme’nin meydana gelmesine zemin hazırlayan dönemde üç mühim hadiseye şahit oluruz; Babaîler İsyanı (1239), Kösedağı Savaşı (1243) ve peşinden hemen zuhûr eden Moğol İstilası1 Taht kavgaları sonucunda mahallî idarelere parçalanan Selçuklu Devleti, Moğolların saldırısıyla sarsılmış, beyler halkı birliğe davet edecekleri yerde kendi aralarında mücadeleye başlamıştır. Kazakça tâbirle “halk er’e, er yere bakmıştır.” Çünkü halkın umut bağladığı beyler kendi menfaatlerini her şeyden üstün tutmuş, Moğollardan hediyeler karşılığı makam sağlama sevdasına tutulmuştur. Beylerin şöhret elde etmek için ihtiras göstermeleri sonucunda siyasî çöküş de kaçınılmaz olmuştur. Moğol istilası sonucunda Anadolu’da akıl almaz zulüm ve soygun başlamıştır. Bütün bunlara karşılık “Anadolu beylerinde bir gaza ruhu vardı. Aynı ruhu halk da taşımaktaydı. Halka göre beyler arasındaki mücadelelerde gaza ruhu görülemezdi. Ayrıca o devri yaşayan şairlerin şiirlerinden öğrendiğimiz kadarıyla, bu kargaşayı fırsat bilenler zulmediyorlardı.”2 Bunca karışıklıklara rağmen Selçuklu Devleti zamanında ilmî faaliyetler devam etmiştir Evhadeddin Kirmanî (öl.1237), Seyyid Burhaneddin Tirmizî (öl.1241), Şems-i Tebrizî (1247), Necmeddin-i Daye (öl.1256), Hacı Bektaş-ı Veli (öl.1270), Celaleddin-i Rumî (öl.1273), Sadreddin-i Konevî (öl.1274) ve Fahreddin-i Irakî (öl.1289) gibi büyük âlim ve mürşitler bu dönemde yetişmiştir. “Bilhassa Konya bunlar zamanında bir ilim ve

    kültür merkezi olup Celaleddin-i Rumî ve Sadreddin-i Konevî gibi âlimler sayesinde canlı bir hayat sürüyordu.”3 Bu devirde üzerinde durulması gereken meselelerden biri de, halkın tâlim ve terbiyesini üstlenen Mevlevîlik, Bektaşîlik gibi tarikatlardır. Bunun dışında Gaziler, Alplar, Ahiler, Bâcıyân-ı Rum ve Abdalân-ı Rum ibi dinî, sosyal mahiyetteki teşkilatların da mevcudiyeti söz konusudur. Türkçe, Selçukluların sonu Beylikler döneminin ilk yıllarında yazı dili olarak kullanılmaya başlamıştır. Anadolu Selçukluları devrinde resmî ve kültür dili olarak Arapça ve Farsça kullanılmasına rağmen, Türkçe’nin Oğuz şivesi konuşma dili olarak halk arasında varlığını korumuştur. Türkçe’nin devletin resmî dili olması ve bu dille yazılı edebiyatın ortaya çıkması XIV. yy’dan sonra Türklüğün kaderine damgasını vuran Osmanlı’nın himayesiyle gerçekleşebilmiştir. Divan şairlerinin Selçuklular devrinde öncüsü durumunda olan Hoca Ahmed Fakih (öl.1252) Türkçe yazan şairlerin başında gelir. O hac yolculuğunu anlattığı Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife ile dinî, tasavvufî konularda öğretici bir eser ve seksen beyitten ibaret olan Çarh-nâme’yi yazmıştır.4

    1 Geniş bilgi için bkz. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971 2 Kemal Yavuz, Âşık Paşa Garib-nâme, TDK Yay., İstanbul 2000, s.XV 3 A.e., C/1, s. XVI 4 A e., C/1, s.XXI

  • IX

    “Anadolu Selçuklu Devletinin tarih sahnesinden çekilmesi ile beyliklerin birden bire ortaya çıkmaları kültür merkezlerini çoğaltmış ve mahallîleştirmiştir. Halbuki bu zamana kadar Konya bu merkezlerin başında gelmekte idi. Ancak Konya’da ve daha başka yerlerde tahsil görüp, beyliklerde vazife alan âlimler ve edipler bulundukları yerlerde kültür faaliyetlerine devam etmekle kalmamış, ayrıca kendilerine bir de örnek seçmişlerdir. Onlar bunu yaparken yakından başlamışlar ve başta Mevlâna Celaleddin-i Rumî olmak üzere daha pek

    çok İslâm âlim ve edibini ve bunlara kalp ve kalemle bağlı olanları takip etmişlerdir.”5 Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (1207-1273) bütün eserlerini Farsça yazmasına rağmen

    arayış içindeki Türk şairlere ilmi, kemali, nesebi ve edebî yönüyle örnek teşkil etmiştir. Bu büyük zatın manevî haleflerinin başında Mevlevî tarikatının kurucusu, divan sahibi olan kendi oğlu Sultan Veled (1226-1312) gelir. Divanında az sayıda Türkçe gazel bulunmaktadır. Türkçe’yi maneviyat dili yapan Yunus Emre (124-1320) XIV. yüzyıl Anadolu Türk Edebiyatının temel taşlarından biri sayılır. Onun Risâletü‘n-Nushiyye adlı ahlâkî, didaktik bir mesnevîsi ve Divan’ı vardır. Hak aşığı “Yunus’u asrında tek ve parlayan yıdız”6 haline getiren en belirgin özelliği “Türkçe’nin kabiliyet ve kudretini göstermesinden ve gizliliklerine vakıf”7 olmasından kaynaklanmaktadır. Bu dönemin mühim eserleri arasında Gülşehrî’nin İranlı şair Feridüddin-i Attar’dan tercüme ettiği tasavvufî mesnevîsi Mantıku’t-Tayr yer almaktadır. Telifî tercüme mahiyetindeki bu eserinde Gülşehrî sade bir dil kullanmakta olup, akıcı üslup ve serbest

    tercüme yöntemiyle Kâbusnâme ve Kelile ve Dimne’den hikayelere de yer vermiştir. Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si ise muhteva, şekil, konu zenginliği ve devrine hitap etmesi açısından döneminde devrim yaratan bir hazine değerini taşımaktadır.8 XIV. yy’da yaşayan, eserlerinden tarikat ehli olduğu anlaşılan Şeyyad Hamza’nın hayatı hakkında geniş bir bilgiye ulaşılamamıştır. Sadece Yusuf ve Züleyha adlı mesnevîsi ve çok az sayıda şiirlerinin bulunduğu bilinmektedir. Eserlerinden onun, Türkçe’yi güzel kullanan bir şair olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan başka Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahar, Erzurumlu Mustafa Darir’in Yusuf ve Züleyha, Sireti’n-Nebi, Ahmedî’nin Divan’ı, Cemşid ü Hurşid, Tervihü’l-Ervah adlı mesnevîleri ve Dâsitân-ı Tevârih-i Müluk-i Al-i Osman adlı eseri, Anadolu sahasının ilk siyasetnâme yazarı Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-Kuberâ ve Mehekkü‘l-Ulemâ’sı,

    Kâbusnâme, Marzubannâme gibi eserleri bulunmaktadır. 1.2. Âşık Paşa 1.2.1. Hayatı Asıl adı Ali ve mahlası Âşık olan Âşık Paşa kaynakların hepsinde belirtildiği gibi Kırşehirde 1272 yılında dünyaya gelmiştir. Bursalı Mehmed Tahir, babası Muhlis Paşa’nın ilk oğlu olması hasebiyle ona “Paşa” dendiğini belirtmiştir. Mutasavvıf bir şeyh olan dedesi Baba İlyas, Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş devrinin hatırı sayılır şahsiyetlerindendir. Âşık Paşa’nın babasının da derin ilim ve irfan sahibi bir zât olduğunu

    5 A.e., C/1, s. XXI 6 Kemal Yavuz, a.g.e., C/1, XXIV 7 A.e., C/1, s.XXIV 8 Garib-nâme hakkında ilerleyen bölümlerde geniş malûmat verilecektir.

  • X

    Elvan Çelebi meşhur eseri Menâkıbu’l-Kudsiyye’sinde zikretmiştir.9 Muhlis Paşa’nın hayatı Selçuklu Devletinin kargaşalar dönemine denk gelmiş, mücadelelerle dolu

    geçmiştir. Hakikat ve gayb ilmine vâkıf olan baba ölümünden önce, oğlu Âşık Paşa’yı

    Şeyh Osman adlı tarikat pîrine emanet etmiştir. Âşık Paşa, babasının vasiyeti üzerine daha sonra şeyhinin kızı ile evlenmiştir. Âşık Paşa’nın hayatı Devlet idaresinin zayıfladığı, Moğol zulmünün ülkeyi kasıp kavurduğu bir iklimde geçmiştir. Onun tahsil hayatına devam etmesi, terbiyeli bir kişilik kazanması Şeyh Osman sayesinde olmuştur. Şeyhinin desteği neticesinde Âşık Paşa,

    sadece zâhirî ilimlere değil, bâtınî ilimlere de vâkıf olma imkânı bulmuştur. “Zaten o dönemde Kırşehir, ilmî, edebî ve fikrî bakımdan önde gelen belli başlı kültür merkezlerinden biri durumundadır. Başta Caca bey medresesi olmak üzere pek çok ilim yuvası bulunmaktadır. Âşık Paşa’nın çocukluğu ve gençliği böye bir havada geçmiştir.

    Arapça ve Farsça yanında Ermeni ve İbranî dillerini de öğrenen Âşık Paşa, devrindeki sosyal hadiseler gereği hayata hikmet açısından bakan bir düşünürdür. Ayrıca ledünni ilim tahsil etmiştir.10 Şairin hayatına dair bilgiyi Elvan Çelebi’nin yukarıda zikrettiğimiz eserinde ve Latifî tezkeresinde bulmak mümkündür. Âşık Paşa, Selçuklu Devleti’nin son yıllarını idrak ettiği gibi, Osmanlı’nın kuruluş yıllarına da tanıklık etmiştir. Üç Selçuklu ve iki Osmanlı hükümdarı olmak üzere beş sultanın saltanat zamanlarında yaşayan şair, bütün ömrünü

    tahsile, Hakk’a ve halka hizmete adamıştır. Dinî, ahlâkî öğreticiliğinin yanında siyasî temaslarda da bulunmuştur. Âşık Paşa’yı her yönüyle yansıtan eseri Garib-nâme’ye istinaden, onun dil, din, ahlâk, tâlim, terbiye, siyaset, tabiat vb. insanı ilgilendiren bütün konularda derin bilgiye sahip, ilmiyle âmil bir kişi olduğu söylenebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde o, şair, dilci, mutasavvıf, politikacı, öğretmen, edebiyatçı bilge bir

    Hak âşığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Milletini, vatanını ve devletini her şeyden üstün gören Âşık Paşa’nın muzdarip olduğu meseleler, muazzam eseri Garib-nâme’de akis bulmuştur.11 1.2.2. Eserleri 1. Garib-nâme: Garib-nâme üzerinde en kapsamlı çalışma yapan Prof. Dr. Kemal Yavuz şöyle demektedir: XIV. yy’da Osmanlı Devletinin kururluş devrinde yazılmış olan Garib-nâme, hiç şüphesiz Türk Dil ve Edebiyatının önde gelen, değerli ve temel eserlerinden biridir. Zira bu büyük eser: 1. Türk edebiyatının XIV. yy’da Anadolu Türkçesiyle yazılmış en büyük mesnevîsi oluşu, 2. Telif olup, tercümeye yer vermemesi, 9 Geniş bilgi için bkz. Elvan Çelebi, Menakıbu’l-Kudsiyye Fi Menâsıbi’l-Ünsiyye, Haz. İ.E. Erünsal-

    A.Y.Ocak, TTK Yay., Ankara 1995, s.26; Kemal Yavuz, a.g.e., Giriş kısmı, s.XXVIII 10 Kemal Yavuz, a.g.e.,C/1, s.XXX 11 Geniş bilgi için bkz. Kemal Yavuz, a.g.e.; F.Köprülü, Âşık Paşa maddesi, İA, MEB Yay., C.I, İstanbul

    1975, s.701; Günay Kut-Ahmet Yaşar Ocak, Âşık Paşa maddesi, DİA, C.4, İstanbul 1999, s.1; Fahir İz-

    Günay Kut, Âşık Paşa, Büyük Türk Klasikleri, C.I, İstanbul 1981, s.299; Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı

    Tarihi, Âşık Paşa, Ankara 2000, s.80

  • XI

    3. Türk hayat ve yaşayışını en iyi şekilde yansıtması, 4. Türk kültürünü büyük ölçüde kendinde toplaması, 5. Genel anlamda devrinin sosyal yönünü vermesi, 6. Tertibi ve konuları işleme açısından bir benzerinin bulunmaması, 7. Ele alınan konuları çok açık ve sade bir şekilde anlatması, 8. Anadolu’da gelişecek olan Türk edebiyatı alanında ilk yazılan edebî eserlerden olması ve bu yönüyle edebiyatımızın şekillenmesinde temel eserlerden biririni teşkil etmesi, 9. On dördüncü yüzyıldan beri, her zaman için, Türkçe’nin önde gelen bir dil hazinesi olması ve şairinin dil şuuruna sahip bulunması, 10. Nasihat edebiyatımız içinde yer alması gibi yönlerden değerini hiçbir zaman kaybetmeyecek bir eserdir.12

    Eser bazı kaynaklarda Divan-ı Âşık, Divan-ı Âşık Paşa Maârifname ve Gencnâme gibi adlarla anılırsa da13, Âşık Paşa: Bu Garib-name anın geldi dile Kim bu dil ehli dahı ma‘ni bile (10563) beytinden de anlaşılacağı üzere, eserinin adını Garib-name koymuştur.14 Çalışmamızda esas aldığımız Garib-nâme metnini neşreden Prof. Dr. Kemal Yavuz “Garib-nâme’nin baş kısmında eser hakkında bilgi verilmekte ve her bölüm iki beyitte tanıtılmaktadır. Daha sonra yer alan 228 beyitlik kısımda ise; tevhid ve münacat şiirleri vardır. Bunu sıra ile Peygamber’in övgüsü, dört halifenin methi ve Peygamber’in nübüvvetinin ispatı için yazılan şiirler izlemektedir. Garib-nâme’de böyle bir tertipten sonra asıl bölümlere geçilir”15 demiş ve beyit sayısının 10.613 olduğunu belirtmiştir. Mesnevî nazım şekliyle, aruzun Fâîlâtün/Fâîlâtün/Fâilün kalıbıyla kaleme alınmış eserin en büyük özelliği telifî oluşudur. On bölümden meydana gelen eserde her bölümde ayrı ayrı on hikaye anlatılmıştır. Vahdet eksenli konular hendesî bir nizam içinde işlenmiştir. “Bu açıdan bakılınca eserdeki konular birbiri ardından açılıp genişlemektedir. Bölümleri takip edip her bölümü on ile çarptığımız takdirde Garib-nâme’nin en az 550 konuyu işlediğini veya bu kadar mesele üzerinde durup açıklamalara yer verdiğini belirtmek gerekir. Böylece; açılan ve bu açılmada genişleyen, genişleyip büyürken de nizam ve intizamını koruyan, insanı daha ötelere götüren, Âşık Paşa’nın deyimiyle nelerin olduğunu gösteren bir kâinat aynası ile karşılaşır ve zerrelerden güneşlere yol alır, hikmet ve sırlara kavuşmuş oluruz. İşte, Garib-nâme’nin en önemli özelliği budur. Bu durum, şairinin ne derecede geniş ve ibretle baktığını, nasıl bir hayal gücüne sahip olduğunu, ne dercede görüş inceliklerine dikkat ettiğini, ilmî titizliğini ve eserin orijinalliğini göstermesi açısından da önemlidir. Bu yönden bakılınca, eserde karşılaşılan bu şaşırtıcı durum kitabın niçin Garib-nâme adıyla anıldığının da sebebi olabilir. Ayrıca eser tasavvufî yönde Hakk’a kavuşmanın sırlarını vermesi bakımından da önemlidir. Dünya bir gurbet yeri kabul edilirse Garib-nâme adının başka anlamı ile de karşılaşırız.”16 “Konuların işlenişinde mücerred manada ilkden sona, parçadan bütüne, süflîden ulvîye, ruhanîden cismanîye, dıştan içe; müşahhas manada ise gözden gönüle, deriden ete,

    12 Kemal Yavuz, Âşık Paşa Garib-nâme, TDK Yay., İstanbul 2000, s.X 13 Muallim Naci, Lugat-ı Naci, İstanbul 1978, s.529 14 Kemal Yavuz, a.g.e., C.I/1, s.XLV 15 A.e., C.I/1, s. XLVI 16Geniş bilgi için bkz. Kemal Yavuz, a.g.e., C.I/1, s.XLVII

  • XII

    damara, kana, sinire, kemiğe, iliğe, bağırdan kola, ele, parmaklara doğru ibret ve hikmetler dolu bir seyir dikkatleri çeker.”17 Merhum Prof. Dr. Amil Çelebioğlu’nun eserle ilgili değerlendirmesi şu şekildedir: “Garib-nâme’nin tasavvufî oluşu, daha doğrusu tasavvufî hususiyetleri öğretme gayesini taşıması bariz bir özellik ise de, her vesile ile Cenab-ı Hakk’a, Hz.Peygamber’e bağlılığı, iyi, doğru ve kâmil bir insan olmayı öğütlemesiyle ona, sadece bir tasavvufî eser değil, aynı zamanda dinî ve ahlâkî manzumedir de denilebilir.”18 Bir önemli husus da, şairin Türkçe’ye olan aşkı ve Türkçe’ye hizmeti şiâr edinmesidir. Âşık Paşa, yaşadığı devirde Türkçe’nin ikinci plana atılmasından muzdariptir. Eserini bu yüzden Türkçe kaleme aldığını belirten şair, milletine kolay anlayacağı dilde hikmet öğretmeyi murad etmiştir. Eserin sade bir dille yazılması, yer yer bazı ifadelerin tekrarı, Farsça ve Arapça tâbirlere çok az rastlanılması bu yüzdendir. Türk diline kimsene bakmaz-ıdı Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı Türk dahı bilmez idi ol dilleri İnce yolı ol ulu menzilleri Bu Garib-nâme anın geldi dile Kim bu dil ehli dahı mani bile (10561-3) Ta ki mahrum kalmaya Türkler dahı Türk dilinde anlayalar ol Hak’ı (10566) Halk tarafından çok sevilen, yurt içinde ve yurt dışında yüzden fazla nüshası bulunan19 Garib-nâme üzerinde bugüne kadar birçok araştırmalar yapılmıştır. Prof. Dr. Anvar Kasımov’un “Orta Asya ve Türkiye münasebetlerinin tarihinden” adlı makalesinde belirttiği üzere, Garib-nâme’nin iki nüshası da SSCB’nin el yazmaları merkezi olan Taşkent Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesinde bulunmaktadır.20 Bu makalede ayrıca şöyle denilmektedir: “Özbek Halk Edebiyatında öyle hikayeler var ki mazmun bakımından Âşık Paşa’nın Garib-nâme’deki dâstânlarına benzemektedir. Tabii ki bu benzerlikler, Türk ve Özbek halkları arasında sürekli ilişkilerin bulunduğuna, onların dil, kültür, ruh bakımından yakınlığına delalettir. O yüzden Özbek ve Türk Edebiyatındaki benzer hikayelerin mevcutluğuna şaşmamak gerekir.” Meseleye Kazak edebiyatı ve kültürü açısından bakıldığında da benzer durum ortaya çıkmaktadır. Ancak kökü bir olmasına rağmen, uzun zaman ilişkilerin kesintiye uğraması sonucunda Anadolu ve Kazak insanı tercüme vasıtasıyla anlaşır hale gelmiştir. 2. Fakr-nâme: Âşık Paşa, fakrı, yani dünyaya düşkün olmamayı, alçak gönüllülüğü anlatan bu eserinde Peygamberleri örnek veren hikayelerlere yer vermiştir. Bu eserde asıl verilmek istenen mesaj, bütün varlıktan kalben vazgeçip hakikî kulluk mülahazasında bulunmaktır. Mesnevî tarzında yazılmış bu eser, hüsn-i hatime niteliğini taşıyan Hz.Muhammed’in, “Fakirlik, iftihar vesilemdir” hadisiyle biter. 17 N.Feyzioğlu, Garib-name’de Bir Motif İncelemesi, Yayınlanmamış Dr. Tezi,Erzurum 1996, s.6 18 Amil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Mesnevî, İstanbul 1999, s.52 19 Kemal Yavuz, a.g.e., C.I/1, s.LVI 20 Anvar Kasımov, “Orta Asya ve Türkiye Münasebetleri Tarihinden”, www.dipnotkitap.net internet sitesi

  • XIII

    3. Vasf-ı Hal: Âşık Paşa’nın 39 beyitlik küçük bir mesnevîsidir. Şair, zaman tanzimi meselesini konu edinen bu eserde, geçmiş ve gelecekten bahseder ve okuyucusuna hâli yaşamanın önemini anlatır. Ömür sermayesinin su gibi akıp gittiğini açıklarken, her anı Allah’a taat ile geçirmek gerektiğini vurgular. Mesnevînin özeti şudur; dünya hayatı kaşla göz arasında denilecek kadar kısa, gerçek hayat ahirette yaşanır. 4. Hikaye: Agâh Sırrı Levend tarafından neşredilen bu manzum eser 59 beyitten ibaret olup, mana ve hikmeti konu edinmektedir. 5. Risâle-i Âşık Paşa: Her bakımdan Garib-name ile uygunluk gösteren bu eser mensurdur. Ayrıca Âşık Paşa’nın gazelleri bulunmaktadır. Bunların dışında şaire ait olup olmadığı müphem olan Kimya Risâlesi ve henüz ele geçmeyen Risâle-i Beyâni’s-Semâ adlı eserinden çeşitli kaynaklarda bahsedilmektedir.21 1.3. Kazaklar ve Kazak Kültürü 1.3.1. Kazaklar’ın Menşei Kazaklar, uzun ve zorlu bir süreçten geçerek bir millet olarak tarih sahnesinden yer almıştır. Tarihî, arkeolojik ve kültürel verilere göre “Kazak” adıyla bir milletin ortaya çıkışı XIV. yy’da gerşekleşmiştir. Şimdiki Kazak topraklarında m.ö.7-4. yy’da yaşayan Sakalar ve Massagetler, daha sonra buraları yurt edinen Hunlar ve Üsünler, Türk kavimlerinin ilk ecdadları olarak bilinmektedir.22 Daha sonra Türk kökenli bütün kavimleri bünyesinde birleştiren ve 582 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Gök Türk Hakanlığı; 630 yılında bunların yerine geçen Türgeş Devleti, sonradan “Kazak” adıyla anılacak olan boyları da kapsıyordu. Türgeşler’den sonra bu topraklarda Karluk, Oğuz ve Kimak Hakanlıkları, 942-1210 tarihleri arasında Karahanlı Devleti hüküm sürmüştür. XIII. yy’a kadar bu coğrafyada yaşayan Türk boyları tarafından Farab, Keder, Sayram, Sığanak, Yügnek, Jent, Barşınkent, Balasağun, Taraz, Şaş, Karnak gibi büyük yerleşim merkezleri kurulmuştur. Bu süreçte Türkler’in İslâmiyeti kabullenmesi etkili olmuştur. XIII-XIV. yüzyıllar Moğol istilasının bu topraklarda yaşayan halkları kılıçtan geçirdiği, yani Türkler’in en ağır zulümlere maruz kaldığı dönemdir. XV. yy’da Moğol-Türk sülâlelerine mensup Çağatay, Timuroğulları ve Altın Ordu Devleti, Orta Asya ve Maveraünnehir’de siyasî iktidarı elinde bulundurmuştur. Altın Ordu’nun ikiye ayrılması sonucunda Ak Ordu ve Gök Ordu meydana gelmiştir. Şimdiki Kazakistan toprakları Ak Ordu’nun hâkimiyeti altında kalmıştır. Ak Ordu’da Ebu’l-Hayr Han (öl.1468) döneminde iç karışıklıklar olmuş, iktidara karşı baş kaldıran Canıbek ve Kerey adlı iki sultan, kendilerini destekleyen birçok kabile ile birlikte Çu bölgesine taşınmışlar ve bağımsız bir Kazak Ordu’su Devletini kurmuşlardır. Bu Ordu’ya mensup etnik birimlerden Kazak milleti oluşmuştur. Bu oluşum süreci XV. yy’ın sonlarında tamamlanmıştır.

    21 Geniş bilgi için bkz. Kemal Yavuz, a.g.e., s.LX 22 Z.V.Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, C.I, İstanbul 1946, s.25-39

  • XIV

    Kazaklar arasında en eski Türk kavimleri ile birlikte Türkleşen Müslüman Moğollar da yer almıştır.23 Kazak Hanlığı’nın esası Cüz’lere dayanmaktadır. Kazaklar’ın bir millet olarak ortaya çıkmalarındaki temel faktörler; coğrafya, kültür, dil ve din ortaklığıdır. Kazak Hanlığının ihtiva ettiği üç Cüz’ü idare eden han, Ulu Han mertebesine yükselmiştir. Ancak zaman zaman Ulu Hanlık için çatışmalar çıkmıştır. Bunun gibi taht kavgaları yüzünden Hanlık müessesesi de zayıflamış, nihayet 1731 yılında Küçük Cüz Han’ı Ebu’l-Hayr’ın Rus’lardan yardım isteğinde bulunup, onlara sığınması neticesinde Kazaklar’ın hürriyeti son bulmuştur. XVII. yy’da Jonğar Kalmaklar’ının hücumuna maruz kalan Kazaklar, taht kavgaları yüzünden de zayıf düşmüştür. Bu durumu fırsat bilen Rus İmparatorluğu Kazak Hanlığı’nı çökertip, kendi sömürgecilik siyasetini gerçekleştirmeyi başarmıştır. 1917 Ekim ihtilalinden sonra kurulan SSCB içerisinde bir otonom bölge olarak varlığını devam ettiren Kazaklar, 1991 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur.24 SSCB bünyesinde iken diğer Türk Cumhuriyetleri gibi zulümden zulme sürüklenen Kazaklar, milyonlarca insanın ölümüne sebep olan 1928-32 yıllarındaki sun‘î açlığı, kültürünü kökünden yok etmeyi amaçlayan 1936-1938 yıllarındaki aydın soykırımını, 2.dünya savaşı yıllarındaki maddî, manevî kaybı, dil, din ve geleneklerinin unutturulması için zalimce uygulanan siyasetin sonuçlarını hafızalarından bütünüyle silmiş değildir. Bütün bu uygulamalara maruz kalmasına rağmen, şair J.Moldagaliyev’in deyimiyle “bin ölüp, bin dirilen” Kazak milleti, kültürünü, edebiyatını nesilden nesile aktararak yaşatmayı başarmıştır. Günümüzde yüz ölçümü 2, 717 ,000 km2 olan Kazakistan topraklarında yaşayan Kazaklar, ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Komşuları kuzeyde ve batıda Rusya Federasyonu, doğuda Çin Halk Cumhuriyeti, güneyde Türkmenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dır. 1.3.2. Kazak Kültürü Hakkında Genel Bilgi Kültür, insana hastır. E.B. Tylor’un ifadesiyle “Kültür; bilgiyi, imanı, ahlâkı, sanatı,

    örf ve âdetleri, kişinin toplumdan kazandıkları alışkanlıkları, davranış şekilleri ve becerilerini kapsayan bir bütündür.” Bir toplumun kültürü ne kadar köklü, renkli ve zengin olursa, o denli kalıcı ve etkileyici olur. Kültürler, bu renklilik ve zenginliğe “kendi iç kaynaklarından doğrudan doğruya, dış kaynaklardan da süzüle süzüle” beslenerek ulaşırlar.25 Her milletin kendine has maddî ve manevî değerleri mevcuttur. Bu değerler sayesinde milletin dünü, bugünü ve yarınları tahlil edilebilir. Kazaklar’ın da sağlam ayakta durmasını ve geleceğe güvenle bakmasını temin eden unsur, atalarından tevarüs ettikleri kültür değerleridir. Geçmişe bakıldığında, göçebe Kazaklar’a otu, suyu bol yaylaları araştıran, otlakların ve otların özelliğini bilen ve hayvanlarla ilgili her türlü bilgiye sahip baytar ve biyolog gözüyle bakmak mümkündür. Ayrıca yırtıcı kuşlara söz dinletebilen Kazak insanı, iyi bir avcıdır. Doğayla iç içe yaşamasından dolayı gökyüzüyle de aşina olan bu insanlar, yıldızlara, Güneş’e, Ay’a bakarak yönünü, zamanını tanzim etmiş, bir bakıma bozkırlı bir gökbilimci gibi yaşamıştır.

    23 Geniş bilgi için bkz. D.Moldabayeva, Kazaklar’ın Zuhuru ve Kazak Hanlığının Kuruluşu, G.Ü.S.B.E. Yayınlanmamış YL Tezi, Ankara 2000 24 Geniş bilgi için bkz. K.Amanjolov, Türki Halktarının Tarihı, Almatı, 2002; K.Abuyev, Kazak Tarihının Aktandak Betterinen, Almatı 1994 25 Jannat Ergalieva - Nurhat Şakuzadaulı, Kazak Kültürü, Almatı 2000, s.7

  • XV

    Coğrafî özellikler, günlük hayattaki uğraşlar, Kazaklar’ın millî dünya görüşünün, edebiyatının, müziğinin vb. temelini oluşturmuştur. Bozkırların uçsuz bucaksız genişliği Kazak insanının gönlüne yansımıştır. Yaşadıkları toplum ve devir şartları Kazaklar’ın özünde olan kahramanlık, cengaverlik duygularını törpülemiş, İslâmiyetin kabulünden

    sonra zaten özünde var olan güzel ahlâkî yönleri daha da belirginleşmiştir. Meselâ, XVI. yy’da Kalmak Jongarlar ile savaş zamanında yaşayan Kazıbek Bi’yden nakledilen aşağıdaki ifadeler o devirdeki Kazak insanının portresi niteliğinde olup, onun kültüründen de önemli ipuçları taşımaktadır: “Biz Kazak denilen, hayvancılıkla uğraşan bir milletiz; kimseyle kavga etmeden kendi halimizde yaşayan bir milletiz. Yurdumuzun kutu, bereketi eksilmesin diye, topraklarımıza düşman saldırmasın diye mızraklarımızı puhu tüyü ile süsleyen bir milletiz. Hiçbir düşman bizi ezememiş, gururumuzu incitememiştir. Dostumuza sadık, hakka riâyet edenlerdeniz. Haddini bilmeyeni, Han dahi olsa sarayından eden bir milletiz. Atadan oğul kul olmak için doğmaz, anadan kız köle olmak için doğmaz. Oğlumuzu, kızımızı esir verecek değiliz. Sen Kalmak isen, biz Kazak’ız; seninle çarpışmaya gelmişiz. Sen demir isen, biz kömürüz; seni eritmeye gelmişiz. Tanımadığımız yad yurda tanışmak için gelmişiz, tanışmayı kabul etmezsen, çarpışmak için gelmişiz.”26 Uzun zaman Ruslar’ın sömürgesinde bulunan Kazak halkı dışarıya cahil, ilimden, irfandan mahrum “yabanîler” olarak tanıtılagelmiştir. Oysa “savaş ve barış, çeşitli davalar, toprak ve hayvan otlaklarının paylaşımı, dış ülkelerle ticarî ve diplomatik ilişkiler, halkın görüşü alınarak çözülmekteydi. Toplantı ve kurultaylarda üç Cüz’ün isteği görüşülüp, bir karara bağlanıyordu. Üç Cüz birlik tuğu altında birleşiyordu. Ordu kumandanları, Bi ve kadılar millî iradeyi hiçbir zaman gözardı etmiyorlardı.”27 Kazak tarihçisi Prof. Dr. M.Kozıbayev’in Polonyalı gezgin Adolf Yanuşkeviç’ten

    naklen aktardığı şu ifadeler de bu hususu aydınlatması açısından dikkate şâyândır: “Birkaç gün önce bir meseleyi tartışmakta olan iki Kazak grubunu izledim. Hayatlarında Demosfen ve Çiçeron’un ismini bir kere bile duymamış, ancak ilmî derinliğiyle şaşırtan bu insanları dinledikçe hayrete düştüm ve onları alkışlamaktan kendimi alıkoyamadım. Bugün de okuma yazması yok, ama irticalen söyledikleri manzum hükümlerle her meseleyi halleden bir grup Kazak karşımdaydı. Onların söyledikleri kalbime, duygularıma öyle tesir etti ki, anlatamam. Yabanîler dedikleri bunlar mı, acaba?! ‘Gelecekle alâkası olmayan, dünyadan bîhaber, hayvan otlatmaktan başka bir şey bilmeyenler’ diye tanıttıkları bunlar mı?! Hayır, olamaz! Bütün samimiyetimle söylüyorum. Tanrı’nın bu kadar istidat ve kabiliyetle donattığı bir halkın uygarlıktan nasiplenmemesi düşünülemez. Bu milletin ruhu Kazak bozkırlarından göklere yükseleceğine, etrafını aydınlatacağına inanıyorum... Kendilerini üstün görenlerin, bu milleti hakettikleri saygıdan mahrum bırakmasına son vermenin zamanı çoktan geçmiştir.”28 Kültürü “takınılmış bir tavır, bir ifade şekli, insanın olgunluğuna katkıda bulunan ve ona kişilik kazandıran her şey”29 olarak algılarsak, derin ve köklü Kazak kültürünü tanımlamak için Kadır Mırzali’nin “İşte Kazak Budur” adlı şiiri yerinde ve yeterli olur: Jaylauında jürgen jigit bağıp koy, dos keldi dep kasap jatır anık toy.

    26 Manaş Kozıbayev, Jawğa Şaptım Tu Baylap, Almatı 1994, s.99 27 A.e., s.91 28 A.g.e., s.93 29 Jannat Ergalieva - Nurhat Şakuzadaulı, a.g.e., s. 7

  • XVI

    Alğaşkı ret korip tursın sen onı, nağız Kazak osı mine tanıp koy. Saygülikti kuy rık-jalı taralğan , süyetuğın Kazak osı karandar. Kazak osı, küy şığarıp, an salıp, kökpar tartıp kız kuuğa jaralğan. Kazak osı, aytatuğın jelge sır; o, ağayın, halık emes ol kesir. Kazak osı, angal sangal jabusız, Kazak osı ağıl-tegil, köl-kösir. Kazak osı, dala deytin, kün deytin, Kazak osı “Öner aldı - til” deytin.” Kazak osı, karasın ba, aksın ba, konırsın ba jatırlkaudı bilmeytin. Kazak osı, körgeninen tanbaytın, toy-dumansız otı tüzü janbaytın. Kazak osı, aluday-ak alatın, al beruden aldına jan salmaytın. Kazak osı, aşık-jarkın kabağı, konak kelse şabılıp bir kaladı. Bayka da tur sağan da ol keterde at mingizip, jibek şapan jabadı. Kazak osı, kuda bol dep kıynaytın, kudaların kudayınday sıylaytın. Kazak osı, dünya men malındı ondı-soldı şaşu üşin jiynaytın. Kazak osı, jayıp jatkan kanatın, batır halık, akın halık dal atı. Kazak osı özimsingen adamğa nasıbayğa bola ökpelep kalatın.30 “Yaylada Kazak yiğidi, bir dostu ziyaretine geldi diye ziyafet vermektedir. Sen onu ilk defa görüyorsun, işte gerçek Kazak budur. Kuyruğu ve yelesi güzelce taranmış yüğrük atı seven Kazak, işte budur. Gerçek Kazak küy31 bestelemek, türkü söylemek, cirit oynamak ve kız kuwu32 için yaratılmıştır. Kazak insanı, rüzgarla sırdaştır; körü körüne inat etmek, onun huyu değildir. Kazak’ın her şeyi ortadadır, saklamak nedir bilmez o; neyi var, neyi yoksa gözler önüne serer. Kazak, “bozkırım” der, “güneşim” der inler, doğayı çok sever; “Sanatın orta direği, dildir” der. Kazak, kimseyi yadırgamaz, ister siyahî olsun, ister beyaz; herkese kucağını açar kış ve yaz. Kazak insanı, daima hakikatten yanadır; düğün ve ziyafetsiz yaşamı hayattan saymaz. Kazak insanı, almasını bilir, ancak cömertlikte de onu geçen yoktur. Kazak insanı, güler yüzlü ve misafirperverdir, hediye vermeyi çok sever. Hele bekle, sana da buradan ayrılırken at bindirir, ipekten kaftan giydirir. Kazak, sevdiği insanla dünür olmak için çok ısrarcıdır; dünürlerini Tanrı’sı gibi görüp, önünde el pençe divan durur. Kazak insanı, dünya malını ziyafet için, başkalarına dağıtmak için biriktirir. Gönlü toprakları kadar geniş olan Kazak insanı budur; onun tam adı kahraman ve şairdir. Ancak Kazak insanı “kendimden” dediği insana nasıbay33 için bile küsebilir.” Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde Kazak kültürünün Anadolu Türk kültürü ile müşterek yanları Garib-nâme eksenli anlatılacaktır.

    30Kadır Mırzali, “Kazak Osı”, Awıl Keşi Könildi, Almatı 1993, s.497 31 Küy, dombıra denilen millî çalgıyla çalınan doğa olaylarını, sosyal hadiseleri, duygusal vakaları konu edinen Kazaklar’a has enstrumental bir müzik türüdür. 32 Kız kuwu, genç kız ile delikanlının katılımıyla gerçekleşen at ile kovalamaca oyunudur. 33 Nasıbay, yaşlı erkeklerin keyf için dil altına koyarak kullandığı bir çeşit bitkiden elde edilmiş nikotinli madde.

  • XVII

    1.3.3. Kazak Kültüründe “Garipler” Kazakça’da garip kelimesi “çaresiz, anormal, tuhaf, enteresan, yurdundan ırak misafir, sakat” anlamlarında kullanılır. Kazak şair ve edipleri – Garib-nâme’de de olduğu gibi - zenginlik nedir, yetimlik nedir ve gariplik nedir sorularını zaman zaman kendilerine yöneltmişler, kendi mantık ve kültür birikimi çerçevesinde bunları cevaplamışlardır. Böyle şiirler muhteva bakımından incelendiğinde vatan, birlik, çocuk terbiyesi, mevsim şartları, at, toprak, tabiat, ilim adamı, pîrlik, mürşit-mürit vb. meselelerin her zaman ve zeminde şairlerin ortak sancısı olduğu anlaşılır. Kazak şairleri, gariplik hallerini ve onun sebeplerini anlatırken bunlardan dolayı üzüntü duyduğunu dile getirmişlerdir. Garip redifli manzumelerin hepsinde anlatılan “garip objeler” birbirine benzer olup, Kazak insanı için önem arz eden meselelerdir. Bunlar genel hatlarıyla şöyle sıralanabilir: 1. Vatan, halk ve birlik: Birlik fikri, eskiden beri Kazaklar için en önemli konudur. 2. Oğul ve kız düşüncesi: Aile, içtimaî hayatın çekirdeğidir. 3. Otlak, yayla, su: Hayvancılıkla uğraşan Kazak insanı için vazgeçilmez unsurlardır. 4. Yaşlılık: Büyüklere saygı millî seciyenin gereğidir. 5. Er yiğit: Kahramanlık, Kazak erkeğinin idealidir. 6. Söz, nasihat: Kazak kültüründe söz sanatı, sanatların en başında gelir. 7. Mürşit: İslâmiyetin Kazaklar arasında kabulü daha çok tasavvufî cereyanlar yoluyla gerçekleşmiştir. 8. İlim adamı: Kazaklar eskiden beri ilme, öğrenmeye meraklıdırlar. 9. Kadın: Zarafet temsilcisi kadın, kutsal bir varlıktır. 10. At: At, Kazak yiğidinin kanadıdır. Kazak kültürünün üstün değerlerinin gariplik sebeplerini açıklayan manzumelerinde şairler, bunlara karşı tedbir almayı önermişlerdir. Meselâ, XVII. yy’da genç kızları başlık parası karşılığı evlendirme hadiseleri sık vuku bulmuştur. Ayrıca göçebe hayat tarzını sürdüren Kazaklar için toprak, su, yayla meseleleri eskimeyen gündem olmuştur. O devrin şairlerinden Köbey Bi bunlar hakkında şöyle demiştir: Osı kezde kim ğarip, birligi jok el ğarip. Erkimen el jaylamay, kulazıp turğan jer ğarip. Kaz-üyrek uşıp konbağan, aydın da şalkar köl ğarip. Kömek tiymey korlıkpen, armanda ölgen er ğarip. Maksatına jete almay, erikti ömür ete almay, Közinin jası sel bolıp, armanda ölgen aru kız Barinen de sol ğarip. Kadirin bilip ukpasa, nakıl aytkan söz ğarip. Nakıl sözim jetpegen, tentek elge ötpegen Akırında men ğarip.34 “Bu zamanda kim garip; birliği olmayan halk garip. Halkın rahat kullanamadığı, sahipsiz kalan yer garip. Kaz, ördeklerin üzerinde uçuşmadığı geniş göl garip. Maksadına eremeyip gözü arkada ölen er garip.

    34 Nısanbek Törekululı, Kazaktın 100 Bi-Şeşeni, Almatı 1995, s.152

  • XVIII

    Özgürlüğü kısıtlanan, göz yaşları sel olan Bütün hayalleri yıkılan genç kız ise en garip. Kıymet verip dinleyen yoksa, nasihat denen söz garip. Söylediklerime kulak asan olmayınca En sonunda ben bir garip” Asan Kayğı, ilk Kazak Hanları Kerey ve Canıbek’in baş danışmanlarındandır. O, ilim ve irfan sahibi bir bilgedir. Mürit-mürşit ilişkilerini, eğitimin önemini şiirlerinde vurgulayan bilge şair, doksan yaşından fazla yaşamıştır. Kendi yaşıtları kalmayan yaşlıların garip halinden bahsetmesi de bu yüzdendir. Asan Kayğı, şiirinde Kazak aile içi münasebetlerinden önemli bir ipucu da vermektedir; eskiden evlilik çağındaki boya değen genç kızların en yakın dostu, sırdaşı yengeleri olup, kızı isteyenler ilk önce onun yengesine müracaat ederlermiş. Ayrıca alp er’in gayreti, cehdi vatanı için olduğu da vurgulanmıştır: Bul zamanda ne ğarip?Ak kalalı boz ğarip. Jaksılarğa aytpağan asıl şırın söz ğarip. Zamandası bolmasa kariyalar bolar şın ğarip. Kadirin jenge bilmese, boyğa jetken kız ğarip. El jağalay konbasa, betegeli bel ğairp. Kaz-üyregi bolmsa, aydın şalkar köl ğarip. Müritin tauıp almasa, azğın bolar pir ğairp. Ata jurtı bukara öz kolında bolmasa, Kanşa jaksı bolsa da, kayrattı tuğan er ğaip. Ğalımdı hatim etkender, maksutına jetkender Jas-kariler otırıp aldınan sabak almasa, Karamasa jüzine ğalım da bolsa sol ğarip.35 “Bu devirde garip olan nedir? Otlanmayan ot garip. İyilere söylenmeyen asil şirin söz garip. Yaşıtları kalmayınca yaşlılar da olur garip.

    Hâlinden yengesi anlamazsa boya değen kız garip. İnsanlar gelip yerleşmezse otu kalın yer garip. Kaz, ördekler yüzmezse güzel de olsa göl garip. Müridini bulamayıp işe yaramayan pîr garip. Yurdu sömürge, halkı başkalarına kul olursa, Çok gayretli olsa da kahraman alp er garip. İlmi hatmedenler, öylece maksadına erenler, Genç, yaşlı ders alan talebesi olmazsa Yüzüne dönüp bakan yoksa, onlar da olur bir garip.” XIX yy’da yaşayan Kulınşak Kemelulı, çocukluğunda gördüğü bir rüyanın tesiriyle şiir yazmaya başlamıştır. Belgelerde kaydedildiği üzere Kulınşak rüyasında Hızır Aleyhisselam’ı görmüştür. Hızır Peygamber’in kendisine “Kögen36alasın ba, yoksa ölen37 alasınba?” (Hayvanı bağlamak için ip mi istersin, yoksa şiir mi istersin?) diye sorması

    35 Nısanbek Törekululı, a.g.e., s.59 36 Kögen, bir ucu ilmik şeklinde olup kuzu ve oğlakları boynundan bağlamak için kullanılan, özel hazırlanmış ip. 37Ölen, şiir veya manzume demektir.

  • XIX

    üzerine şiire talip olmuş ve o günden itibaren şairliği şiâr edinmiştir. Küçük yaştan halkın sorunlarını yakından takip ederek büyüyen Kulınşak’ın gariplerle ilgili gözlemi bir şiirine şöyle yansımıştır: Enesi jüdep, naşarlap, ertelep tuğan töl ğarip. Awadan jauın kem bolsa, ot şıkpay kalsa jer ğarip. Basşısı naşar jolığıp, ıntımak ketse el ğarip. Kökala jılkı tolmasa, betegeli bel ğarip. Kaz-üyregi bolmasa aydın da şalkar köl ğarip. Katarınan kem tartıp, kuatı ketken er ğarip. Jastayınan kesilgen, on sausak oynap sekirgen Ak dombıra sen ğarip. Ölendetip, andetken, aynalanı sandetken Uakıtım ketse men ğarip.38 “Anası kötürüm olduğu için erken doğan yavru garip. Gökten yağış az olup, ot çıkmazsa toprak garip. İdarecinin kötülüğünden birliği bozulan halk garip. Alaca atlar otlamazsa, kalın otlak yer garip. Kaz, ördekler dolmazsa, göz kamaştıran göl garip. Yaşıtları azalıp, kuvvetten düşen er garip. Yaş ağaçtan yapılıp, üzerinde on parmak oynayan, Ak dombıram (sazım) sen garip. Halkın gönlü olsun diye türkü tüttürüp, saz çalıp Geçiren vaktim boşuna gittiyse, ben garip.” XX. yy’da Kazak halk şairlerinin önde gelen isimlerinden biri Jambıl’dır. Küçük yaşta büyük şair Süyümbay’ın çırağı olarak ozanlığa başlayan Jambıl, üstadının “Yolun ve bahtın açık olsun, oğlum! Şiirlerin dilinden değil, yüreğinden dökülsün. Her zaman adaletten yana ol, halkın derdiyle dertlen, gönlün padişahın hazinesinden zengin olsun. Etrafında olup biten en ufak şeyi bile gözünden kaçırma” duasına mazhar olmuştur. Elinde dombırasıyla bütün Kazak obalarını gezen şair Jambıl gözüne ilişen garipleri şöylece sıralamıştır: Askar taw ğarip emes pe, aydındı köli bolmasa. Er jigit ğarip emes pe, belgili eli bolmasa. El de ğarip emes pe, belgili belge konbasa. Ağaş ğarip emes pe, mauesi ösip turmasa. Su da ğarip emes pe, arnası asıp tolmasa. Ayel ğarip emes pe, erden bağı janbasa. Mal da ğarip emes pe, şöp şüyginin şalmasa. Jaz da ğarip emes pe, kurğakşılık torlasa. Kıs ta ğarip emes pe, karsız tonmen muzdasa. Körik ğarip emes pe, salğan temir kızbasa. Usta ğarip emes pe, temirdin suın tappasa. Akın ğarip emes pe, baydı ötirik maktasa. Zaman ğarip emes pe, adiletten attasa.

    38 Nısanbek Törekululı, a.g.e., s.137

  • XX

    Halık ğarip emes pe, aytkanı iske aspasa. Jigit ğarip emes pe, enbegi alğa baspasa. Arğımak ğarip emes pe, aram ter bolıp aksasa. Malşı ğarip emes pe, malın jöndep bakpasa. Baksı ğarip emes pe, ötirik aytıp aktasa. Köl de ğarip ems pe, kaz-üyrek kelip konbasa. Şeber ğarip emes pe, ağaştı durıs jonbasa.39 “Yüksek dağ garip değil mi, eteğinde güzel bir göl olmazsa, Er yiğit garip değil mi, vatanı onun olmazsa, Halk garip değil mi, toprağa sahip olmazsa, Ağaç garip değil mi, meyvesi onun olmazsa, Su da garip olmaz mı, çağlayarak akmazsa, Kadın garip olmaz mı, erkeğiyle bahtı açılmazsa, Hayvan garip olmaz mı, otlayacak ot bulunmazsa, Yaz mevsimi garip olmaz mı, kıtlık kuraklık olursa, Kış da garip olmaz mı, mevsiminde kar yağmazsa, Örs garip olmaz mı, üzerinde demir ısınmazsa, Usta garip değil mi, demire şekil veremezse, Şair garip değil mi, zengine yakınıp methetse, Devir garip değil mi, adalet hüküm sürmezse, Halk garip değil mi, görüşünü dinleyen olmazsa, Erkek garip değil mi, işi gücü olmazsa, Yüğrük at garip değil mi, boşuna koşup aksarsa, Çoban garip değil mi, hayvanı iyi gütmezse, Baksı garip değil mi, yalanla ömür geçirirse, Göl de garip değil mi, kaz, ördekler yüzmezse, Saraç garip değil mi, tahtayı düzgün oymazsa.” Her zaman ve zeminde garipler ve gariplikler olmuştur. Garib-nâme ile mukayese edildiğinde hem hacim, hem de muhteva bakımından farklılık arz etmesine rağmen, Kazak kültüründe de garipler ve gariplik hali zaman zaman terennüm edilmiştir. Anadolu’da ve Kazak bozkırlarında görülen “garip” unsurlar arasındaki benzerlikler veya konunun bu şekilde kaleme alınması müşterek kültürün göstergesidir.40

    39 Daw Şeşedi Dana Söz, Haz. O.Abildaulı, Almatı 1996, s.170 40 Burada zikredilen şairler ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. M.Mağawin, Kobız Sarını, Almatı 1968

  • 1

    2. SOSYAL HAYAT 2.1. Aile Hayatı Aile, hem Anadolu Türkleri, hem de Kazaklar’da sosyal cemiyetin çekirdeği hükmündedir. “Türkler’in, dünyanın dört bucağına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir...”1 Ailede esas olan, kan bağıdır. Bununla ilgili olarak Türkçe’de mevcut olan zengin akrabalık isimleri örnek gösterilebilir. Aile ve ev, bütün Türk toplumlarında neslin dünyaya gelmesi, büyümesi, yetişmesi ve topluma kazandırılması için en önemli faktördür. Bu ehemmiyetinden dolayı evlilik, kutsal müessese sayılır. Başka dillerde rastlanmayan evlenmek kelimesi de, Türkler’in bu konudaki ciddiyetini ortaya koymaktadır. “Türkçe’de izdivaç için kullanılan evlenme veya evlendirme tâbirleri, evlenen erkek veya kızın baba ocağından ayrılarak ayrı bir ev (aile) meydana getirdiğinin ifadesidir.”2 “Evlilik, aileyi meşru temellere oturtan toplumsal bir olgudur. Eski Türkler izdivaca “evlenmek”, “ev-bark” sahibi olmak derler. Bark, Orhun anıtlarında “mabet” anlamına gelmektedir. Ev de kutsal bir mabet kabul edildiğinden, “bark” adını alır. Bu anlamda

    evlilik eski Türkler’de (İslâm öncesi dönem) kişilerin kutsal bir güvenceye kavuşmasıdır. Kuruluş döneminin tarihçisi Âşık Paşazâde yaşadığı dönemde de evliliğin diğerleriyle birlikte dünya hayatının amacı ve anlamı olduğunu belirtir:

    “Bu âlemde maksad olan bir kaç şeydir: oğul evlendirmek, kız çıkarmak ve dünyadan imanla gitmek.”3 Her cemiyet kendi aile nizamı üzerine kurulur. Âşık Paşa, Garib-nâme’de aile içi münasebetlerin sosyal ve hukukî yönlerine dikkat çeker. Bu bağlamda beyitleri okurken, Anadolu Türk ailesinin dikkate değer hususiyetler taşıdığını görmek mümkündür. Türk aile sisteminin esasları toplumun sosyal yapısından fertlerin davranışlarına kadar yansımıştır. Anne-baba-evlat ilişkilerini esas alan aile prensiplerinin, toplumsal disiplini ve huzuru sağlamada, insanları himayeye yönelik sosyal davranışları gerçekleştirmede rolü büyüktür. Türk ailesinde erkek veya baba, aile reisi olarak büyük bir mesuliyet üstlenir. Bu husus, Âşık Paşa’nın Garib-nâmesi’nde de açıklanmıştır. Baba, aile fertlerinin, yani hanımın, eğer varsa ihtiyarların, oğlanın ve kızın barınak, yiyecek, giyecek maddî ihtiyaçlarından, ayrıca manevî gelişiminden de sorumludur. Evin hanımı da kendi yükümlülüklerini baştan kabul etmiş olup, “yuvayı diş kuş yapacağının” bilincindedir. Dolayısıyla hane içi düzeninden, büyüklere ve evin erkeğine hizmet etmeğe, çocuklarla

    ilgilenmeye, tâlim terbiye vermeye, aile huzurunu ve saadetini korumaya kendini hazırlar. Âşık Paşa bu hususları açıklarken şöyle demektedir:4

    1 İ.Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 2002, s. 228 2 A.e. s. 228 3 İsmail Doğan; “Osmanlı Ailesinin Sosyolojik Evreleri: Kuruluş, Klasik ve Yenileşme Dönemleri”, Osmanlı-Toplum, C.5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s. 375 4 Kemal Yavuz; a.g.e., C.I/1, s.243

  • 2

    Ev ü barh u han-u-man mal u tavar Cümlesi kaygu-durur her kimde var (1114) Bir insanın ev bark, evlad u ıyal, mal mülk sahibi olması dünyaya bakan cihetiyle zahiren çok güzeldir; çünkü her insan belli bir yaşa geldiğinde mutlu bir evlilik yapmayı, fıtratı gereği bazı cismanî ve ruhanî lezzetleri tatmayı, zürriyetinin devamı için çocuk sahibi olmayı arzu eder. Ayrıca ailesinin geçimini temin etmek için mal mülk sahibi olmak ve böylece aile saadetini elde etmek ister. Bu gerek kadın, gerek erkek olsun, beşer fıtratının gereğidir. Ancak şair Âşık Paşa, yukarıdaki beytinde bütün bu saydıklarımızın kişi için üzüntü kaynağı olduğunu söylemektedir. Bunca güzellik, arzulayarak elde edilen lezzetler neden üzüntü kaynağı olsun? Eserin didaktik ve tasavvufî içeriği düşünüldüğünde, şairin burada üzüntüden kasdını anlamak da çok zor olmayacaktır. Daha önceki beyitlerde uyku, açlık, tokluk, nefsin doyumsuzluğu, hastalık, gevşeklik, geçim derdi v.s. gibi Hakk’a giden yolun engellerini sıralarken, şair evlad u ıyalin de hakikat yolcusu için en büyük meşgale olduğunu belirtmiştir. Öyleyse beyitteki kaygı “aile, mal mülk sahibi olduysan, onları boş veremezsin, onlara karşı sorumluluk yüklendin ve onun gereğini yerine getirmelisin” anlamını taşıyor. Aile reisi, aile efradının hakkını, hukukunu gözetmeli, Allah’ın istediği şekilde ona riâyet etmelidir. Burada Kuran-ı Kerim’in “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır”5 buyurarak, mal ve evladın dünya hayatının ziyneti, ihtişamı, debdebesi olduğunu vurgulayan, onların hafife alınmaz konumunu haırlatan âyetine telmih vardır. Ancak bu sayılanlar dünyanın dünyaya bakan yönleri olup, onun solan, pörsüyen cihetidir. Âşık Paşa da beyitte dünya malının kendisiyle iftihar edilecek bir şey olmadığını, hadd-i zatında evladın da iftihar vesilesi olmadığını söyleyerek, ancak “bunlar ahirete, Allah’a müteveccih olunca kıymetler üstü kıymet kazanır” mesajını vermektedir. Müteakip beyitte, Anlarun kim eli irmez biş biter Kaygudadur ah idüp dütni düter (1115) denilmektedir. Bu beyite göre yukarıda sayılan nimetlere sahip olmayanların hali daha da beter olup, o kişiler de bundan dolayı ah etmektedirler. Demek ki insanoğlunun dünya nimetlerini elde etmesi bir kaygıyı doğuruyorsa, elde edememesi daha ağır tasalanma sebebidir. Aileyi bireyler oluşturur. Cemiyet bu ailelerden meydana gelir. Bireylerin çoğalarak cemiyet teşkil etmesi, bilgi ve kültür birikimine sahip olması medeniyetleri doğurur. O halde “sosyal siklet merkezi de diyebileceğimiz aile yapısının sağlamlığı ve iyi korunması neticesinde toplumun gelişerek, devlet denilen organizasyon tesis etmesi, medeniyetin oluşumu” sağlanabilir.6 Şairin vurgulamak istediği, arzuladığına sahip olan insanın, her nimetin kendi nevinden şükür gerektirdiğini hatırından çıkarmaması, Hakk’a götürecek yolda bu

    5 Kehf sûresi, 46 6 Refik Turan; “Osmanlıların Kuruluş Yıllarında Çocuk”, Osmanlı- Toplum, C.5. Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s.483

  • 3

    nimetleri bir basamak yapabilmesi ve böylece dünya-ahiret dengesini kurabilmesidir. Bu dengenin nasıl kurulacağına dair cevap yine Âşık Paşa’dan: Ata ana avrat oğlan kız gelin Kamusınun sen yisen gerek gamın Ataya vü anaya hürmet gerek Avrata vü oğlana nimet gerek (2911-2) Ailenin Kazak kültüründeki ehemmiyetine gelince, ev ve evlilik Kazaklar’da da çok önemli ve değerlidir. Türkiye Türkçesi’nde olduğu gibi Kazakça’da da evlenmek – uylenuw tabiri kullanılmaktadır. Bunun dışında aile kurmak ve evlilikle alâkalı yüzlerce ifadenin bulunması bu konunun önemine işaret eder. Otaw tiguw – otağı, çadır evini kurmak, turmıs kuruw – yeni yaşam düzeni kurmak, şanırak köteruw – çadır evinin tavan direğini kaldırmak7, ayaktanuw – bireyin ev kurarak kendi ayakları üzerinde duracak hale gelmesi, basın baylaw – başını bağlamak, bosağa attaw - eşik atlamak8, tütün tütetuw – ocağını tüttürmek, bir bası ekew boluw – bir başın iki olması, jana ömirdin tabaldırığın attaw – yeni bir yaşama merhaba demek vb. bu anlamda kullanılan deyimlerden sadece birkaçı. Klasik Kazak kültürünün vazgeçilmezlerinden olan çadır evi ve onun parçaları aile, ev, evlilik, hane anlamındaki birçok deyimi meydana getirmiştir.9 Kazaklar aileye otbası, aile reisine de otağası derler. Ot’a, yani ateşe ve ocağa bu sebepten dolayı kudsiyet atfedilir. Bu meselede İslâmiyet öncesi ateşe tapma, odu kutsal saymanın tesiri göz ardı edilmemelidir. Kazakça’da ‘od’ ve ‘ocak’ın diğer bir anlamı da aile demektir. Kutsal bir müessese olan aileyi kurmakla - Âşık Paşa’nın da kapsamlı yer verdiği gibi - evlenen çiftler büyük bir sorumluluk yüklenirler. Kazaklar arasında sık kullanılan “Üylenuw onay, üy boluw kıyın” (Evlenmek kolay, evi idare etmek, evliliği sürdürmek, sorumlulukları yerine getirmek zordur) veya “Otbası, oşak kası - uwayım bası” (Aile, ocak vehim ve üzüntü kaynağıdır) atasözleri Garib-nâme’nin yukarıdaki iki beyitiyle aynı manalara geliyor. Aile mukaddestir. Bundan dolayı aileyi meydana getirenlerin üstlendikleri vazife de kutsaldır. En başta aile reisi – Kazaklar’ın deyimiyle otağası – o evin her türlü ihtiyaçlarını, hanımın ve çocukların yiyecek ve giyeceğini temin etmekle kalmayıp, ailenin iç huzuru, bireylerin ruhanî gelişimi ve aile içi münasebetlerde de söz sahibidir. Klasik Kazak ailesinin merkezinde erkek vardır. Bu kadının hayattan tamamen soyutlanması, etkinliğinin azalması anlamına gelmiyor. Sanılanın aksine Kazak kadını erkeğine itaatkar olmakla kalmayıp, ailevî önemli hususlarda söz söylemekte serbesttir. Kazak kadını içine kapanık değildir. At binmek, ev işi, el işi, çocuk bakımının dışında

    7Şanırak – Kazaklar’ın geleneksel keçe çadırının tavanı olup, en önemli parçadır. Kazak millî mantalitesinde şanırak demek, aile demektir. Şanırak köteruw, yani tavanı yükseğe kaldırmak, müstakil bir çadır kurmak, yani aile kurmak anlamındadır. Halk arasında yeni evlilere “şanırağınız yüksek olsun!” diye temennide bulunulur. Şanırağın yüksek olması demek, Kazak düşüncesinde zenginlik, huzur ve mutluluk demektir. Bunun dışında, Kazakça’da sülalenin büyüklerine ait ev anlamında “kara şanırak” deyimi de var. Boşanmak anlamında ise “şanırağı şaykaldı”, yani şanırağı yerinden oynadı deyimi kullanılır. Yabancı birisinin misafir kaldığı evde abes işlerle iştigal etmesi durumunda onu uyarmak amaçlı “şanırağa baka”, yani “burda yabancısın haddini bil” anlamında vb. şanırakla ilgili deyimler çok kullanılır. 8Bosağa, yani eşik Kazak aile kültürünün mühim unsurlarındandır. Genelde yeni evli gelin için “Ak bosağayı atladı” derler, ak bosağa – baht bosağa, bosağa berk olsun deyimleri de çok kullanılır. 9Geniş bilgi için bkz. Kazak Tilinin Sözdigi, “Şanırak, Kerege, Uwık” maddeleri, Almatı 1999

  • 4

    konu komşuyla ilişkilerde, misafir ağırlamakta (erkeği evde olsun, olmasın), bazen bütün sülaleyi ilgilendiren konularda görüşünü açıkça belirtmekte serbest ve hürdür. Ancak ailenin merkezinde kilit rol her zaman aile reisi (otağasına)ne ait olup, ailenin diğer fertlerinin yükümlülükleri ona göre belirlenir. 2.1.1. Nesep, soy sop Evliliğin beklenen meyvesi insan neslinin devamıdır. Evlenecek yaşta oğlu veya kızı olanlar dünür olacakları aileyi tanımak isterler. Yakından tanıdıkları soylu, izzetli, ahlâklı aileden gelin almak veya iyi bir aileye kız vermek, anne babanınen başta gelen arzusudur.Bu amaçla nesep, soy sop araştırılır. Soysuz, görgüsüz ve kötülükle adı çıkanlardan her zaman uzak durulmuştur. Çünkü: Her birinün cevherinde ne-y-ise Ol biterdi yavuz u ger k’eyise Pes bilün her nesne kim aslî degül Bin öğüt virür-isen ehli degül (2108-9) İnsanın aslında ne varsa, iyi veya kötü er geç o hasıl olur. Mayası bozuk, nesli pis, ehil olmayan kimselere binlerce öğüt de versen; boşuna emek harcarsın. Kazaklar “Sütpen singen süyekpen ketedi” derler, yani anne sütüyle işlenmiş karakter değişmez, ancak ölünce mezara birlikte gider. Soy sop güzelliği, halkın teveccühünü celbeder. Anne babanın saygıdeğer olması, çoğu zaman çocukların iyi bir geleceğe sahip olmalarının garantisi gibi algılanmıştır. Bir Kazak atasözünde “Jaksıdan jaman tuwar emi bolmas (İyiden kötü doğar tedavisi bulunmaz), Jamannan jaksı tuwar teni bolmas (Kötüden iyi doğar dengi bulunmaz)” denildiği gibi, hatırı sayılır her insanın nesli kesinlikle iyi olur anlamına da gelmez. Âşık Paşa, soy güzelliği edeple birlikte olursa kiymet kazanır der. Edepsiz biri soyu sopu ne kadar köklü olsa da halkın maskarası olmaktan kurtulamaz. Sıra Garib-nâme’de: İmdi gel hassiyeti gör bir yine Ol dahı neymiş bana bir sor yine Ol nesebdür kim bu halkda var-durur Niçeler anun ıla server-durur Atadan kalmışdur ol hürmet ana Kim anı görse kılur hürmet ana Kanda varsa halk ana izzet kılur Bay u yohsul kamusı adın bilür Ata adıdur anun sermayesi Dirliğinde nakd u genc u mâyesi Dünyada bu dirliğe yigrek sebeb Kankıdur şol kim ola asl u neseb

  • 5

    Atadan kalmış ola hürmet ana

    Kanda varsa hôn ola nimet ana Ata dostı oğula miras olur Degşürilmez ayruk ol şöyle kalur (9048-55) “Ata dankı – ulğa miras” (Ata adı oğula miras), “Ata körgen ok jonar, ana körgen

    ton pişer” (Ata terbiyesi alan ok yontar, anneden tâlim alan kaftan biçer), “Aken ölse de akendi körgen ölmesin” (Baban ölse de babanın dostları ölmesin), “Ata dankımen kız öter” (Babanın şöhretiyle kızına talip olunur) gibi atalar sözü konunun Kazak bozkırlarındaki akisleri gibidir. İnsan nesebinin pâk olması güzeldir, istenilen bir özelliktir, ancak ecdadının adını kullanıp mağrur olmak, tasvip edilmeyen bir davranıştır. Aslına hürmeten bir kimseyi halk üstün görse de o kimse üstünlük taslamamalı, aksine mütevazi ve edepli olmalıdır. Tanrı

    yolunda kendini toprakla bir tutan asaletli insanın şiârı, doğruluk, birlik ve güzel ahlâk olmalıdır. O kimse, kıskançlıktan, kibirden, geçimsizlikten hep uzak durmalıdır. İşte o zaman yıldızların arasında parlayan ay gibi olur ve değeri daha çok artar: Kişiye devlet-durur asl u neseb İlla şuna kim ola anda edeb Ol neseb kim bu edebden yârı yok Bir marazdur kim anun tımarı yok Çün neseble bu edeb yoldaş ola Ol kişi lâ-büd ki halka baş ola (9048-50) Şoldur ol kim ol neseble pâk ola Liki nefsi Hak yolunda hâk ola Aslun anup kamular ol servere Her kim adın işide baş indüre Kamudan artuk ola kadri anun Kanda varsa ola yer sadrı anun (5896-8) İlla ol kendüzini alçak bile Hak yolında kendüzin toprak bile

    Olmaya kibr ü hased ol kişide Hakkı her kanda bulursa işide (5900-1) Bes bilün ol halk içinde bay-durur Şöyle kim yılduz içinde Ay-durur (5906) Anadolu Türk aile yapısı ve nesep hususunda beyitlerde anlatılanlar, Kazak düşüncesiyle benzerlik göstermekle birlikte, bu konuda bâriz bir fark, Kazak kültüründeki

  • 6

    şecere geleneğidir. Soy kütüğünün sağlamlığı, şecere saffeti bu kültürün özü sayılabilecek niteliktedir. Köklü kültürünü neslin temizliğiyle özdeşleştiren Kazaklar, millet oluşumu sürecinde etnopolitik, idarî, coğrafî vb. sebeplerden dolayı Ulu, Orta ve Küçük olmak üzere ‘cüz’ (birim)lere ayrılmıştır. Her cüz, ‘Ru’ (kabile)lardan oluşmuştur. Cüz’ler ve Ru’ların tasnifi yüzyıllar boyunca temel kaynak niteliğindeki şecerelerden anonim olarak nesilden nesile aktarılagelmiştir. Her Cüz’ün toprak sınırları, o cüz’ün yaşam özellikleri, iklim şartları v.s. hayat tarzlarını yakından etkilemiştir. Halk arasında bu özellikler şöyle ifade edilmiştir: Ulı Jüzge kawğa berip, malğa koy; Orta Jüzge kalam berip dawğa koy; Kişi Jüzge nayza berip jawğa koy. “Ulu Cüz’e kırba ver hayvan otlatsın; Orta Cüz’e kalem ver ilimle uğraşsın; Küçük Cüz’e mızrak ver düşmanla savaşsın.” Cüz’leri ve Ru’ları tespit ve tasnif etmek asla ayrımcılık yapma manasına gelmediği gibi,

    köklü Kazak kültürünün en önemli rükûnlarından olan yedi göbek ceddi ezbere bilmekle ilgilidir. Yedi ceddi – hatta daha çoğunu - bilmek, Kazak aile geleneğinde adeta yazılmamış kanun gibidir. Aynı Ru’nun mensupları bir atanın nesli olduklarından, akraba sayılırlar; mutluluk ve üzüntülerini paylaşırlar. Bu durumda kan davası veya mirası paylaşamama gibi çirkin eylemler söz konusu olmaz. Bir Ru’nun aynı kolundan olan genç kız ve delikanlı, farklı ailelerden olsalar bile aradan yedi nesil geçmedikçe kesinlikle evlenemezler. Akraba evliliğini katiyyen yasaklayan Kazaklar başka Ru’dan, hatta başka Cüz’den kız alıp vermeyi tercih ederler. Bunun gibi ananelerine sadık Kazak aileleri, çocuklarına küçük yaştan itibaren hangi Cüz’e ve Ru’a ait olduğunu, kabilenin geçmişini, özelliklerini, büyüklerini, kahramanlarını, yedi ceddini ve akraba Ru’ları öğretmeyi borç bilirler. Yedi göbek ceddi ezberleterek, masal, destan ve bilmecelerinde eğitim amaçlı bu konuları aktarırken çocuğa geçmişe saygı ve öz kimliğiyle gurur duymanın yanı sıra insanlığa kucak açma, empati ve sevgi duyguları aşılanır. Çünkü insan kendi soyunu ve onun güzelliklerini bilmekle millî tarih anlayışı edinir. “Jeti atasın bilgen yer, jeti jurttın kamın jer” (Yedi ceddini bilen er, yedi yurdun gamını yer) atasözü veya büyük âlim ve Allah dostu olarak bilinen Bekasıl Awliye’nin “Men kün emespin jurttın barin jılıtar; Men kul emespin ata tegin umıtar” (Ben herkese ışık ve sıcaklık veren güneş değilim, Ben ata soyumu unutacak kul da değilim)10 mısraı buna ışık tutar. Tarihî yazıtlarda hanlardan, kadılardan, siyasî şahsiyetlerden bahsedilirken, edebî eserlerde de bir kişinin kahramanlığı övülürken onun hangi Ru’nun mensubu olduğu isminin önünde belirtilmiştir; Alşın Ayteke Bi11 (Ayteke Bi Küçük Cüz’ün Alşın Ru’ına mensup), Arğın Kazıbek Bi (Orta Cüz’ün büyük Bi’yi Kazıbek Arğın Ru’ına mensup), Üysün Töle Bi (Ulu Cüz’ün Bi’yi Töle Bi Üysün Ru’ına mensup), Kara Kıpçak Kobılandı ( Kobılandı kahramanın kendi adı; Kıpçak mensup olduğu Ru adı; Kara ise o Ru’nın alt koludur), Kara Kerey Kabanbay (Kabanbay Batır, Kerey Ru’ının alt kolu Kara’ya

    10 Bekasıl Awliye, Juldıznama, Astana 2005, s.7 11 Bi – Han’ın baş danışmanı da diyebileceğimiz Bi, keskin ifadeleriyle her zaman adaleti temsil eden,

    kimseden çekinmeyen, çeşitli davaları çözen kimsedir. Bi’lerin özellikleri, tarihi ve millî kültürü iyi bilmesi,

    ilmî derinliği, irfan sahibi ve hazırcevap olmasıdır. Kazak Ru’larının hepsinde Bi’lik müessesesi mevcuttur.

  • 7

    mensup), Şapıraştı Naurızbay (Meşhur kahraman Naurızbay Şapıraştı Ru’ına mensup) örneklerinde olduğu gibi. Savaş meydanlarında, at yarışlarında, çeşitli müsabakalarda meşhur kahramanların, hanlar’ın ve alplerin adlarını mensup olduğu Ru adıyla birlikte slogan yapmak, motivasyon yöntemi olarak kullanılmıştır. Klasik Kazak kültürünün kopmaz bir parçası haline gelen nesep belirleme ve soy kütüğü tutma, görgünün, millî terbiyenin göstergesi olarak, çağın gereklerine göre renklendirilerek varlığını sürdüregelmiştir. Gelenekleri de modern ve modern öncesi olmak üzere zaman koşullarına göre değerlendiren Kazak halkı, şecereye müracaat ederken geçmişin güzelliklerini öğrenmeye, meydana gelebilecek olumsuzluklardan kaçınmaya çalışmaktadır. Tarih yolculuğunda savaş, açlık, soykırım gibi zulümlere maruz kalınmasına rağmen bütün zorlukların üstesinden gelen ecdat mühim saydıkları millî değerleri nesilden nesile aktarmada büyüklük örneği sergilemişlerdir. 2.1.2. Anne Baba Âşık Paşa’nın deyimiyle ata ana, yani anne ve baba hanenin iki temel direğidir, ailenin aslı ve köküdür: İşid imdi bu kezin aslun kökün Şol kim anun feri sensün ol kökün Yani asl u kök dimek maksud nedür Dilek uşbu sözde ata anadur Ol kökündür budağı sensün anun Bağlayupdur ol senün altın yanun Endişesinden geçemezsin Hak’a Perdeli göz Hazret’e niçe baka (3481-4) Beyitlerden de anlaşılacağı gibi, ata ana köklü bir ağaç, çocuk da ondan meydana gelen dal budaktır. Türk kültüründe dal budak salmak, çoluk çocuğa karışmak, çoğalmak ve neslin devamı; insanın hayatî gayesidir. Beyitten hareketle anne babanın bakımı, onların ihtiyaçlarının temini, Cenab-ı Hakk’a gidecek yolda engel teşkil ettiği anlaşılır. Çünkü bu yolun yolcusu dünyayı ve içindeki her şeyi bütünüyle elinin tersiyle itmelidir. Âşık Paşa “anne babanı terk et, onları düşünme” dememekte, aksine bir insan için onu dünyaya getiren anne ve babanın ne kadar değerli olduğunu vurgulamaktadır. Ata ana çocuğu için öyle kıymetlidir ki onları düşünmekten, dertleriyle dertlenmekten kendini alıkoyamayan insanın Hakk’la kurbiyetinde noksanlık meydana gelebiliyor. Şair, burada Türk ailesinde büyüklere hürmet ve hizmetin ideal bir örneğini seslendiriyor. Hane geleneğine ve kültürel değerlerine sahip çıkan ailede olması gereken de budur. Garib-nâme’de anne-baba bahsi kapsamlı bir şekilde işlenmiştir. Anne-baba olmanın ehemmiyeti, onların çocuklarına karşı vazifeleri, her zaman ve zeminde çocuklarından dolayı gam yemeleri, buna karşılık çocukların anne babaya saygıda kusur etmemeleri gerektiği, ata anasını hoşnut ederek dualarını almanın evlat için büyük bir

    bahtiyarlık olduğu sık sık dile getirilir. Ayrıca onların ihtiyarlamaları hâlinde, anne babaya bakma sırasının çocuklara geldiğini de bildirmektedir.

  • 8

    Âşık Paşa, Allah tarafından cihana rahmet ve nimetlerin eriştiği beş türlü kapı açıldığını, bu kapılardan her birine vefa gösterenin Allah rızasına mazhar olacağını şöyle dile getirir: Dünyada biş kapı vardur iy safa Her birine can-ıla kılgıl vefa Her kim ol biş kapıdan alkış ala Şeksüzin andan Çalap hoşnud ola İşid imdi her birinün adını Kim bilesin uşbu sözün dadını Birisi ata-y-ıla ana-durur Biri üstadun değil mi ne-durur (3101-4) Anne babayı memnun etmek, onların dilek ve temennilerine layık olmak, Türk aile kültürünün esaslarındandır. Kur’ân’da da “Anaya babaya öf deme, çıkışma ve kendilerine yumuşak sözler söyle”12 denilerek bu konunun altı çizilmiştir. Ayrıca bu mevzu Hz.Peygamber’in sünnet ve hadislerinde de teyid edilmiştir. Şair, söz konusu âyete eserinde de yer vermek suretiyle konuyu vuzuha kavuşturmuştur. Anne babanın hoşnutluğu Allah’ın rahmetine ve rızasına kavuşmak için bir vesiledir. Âşık Paşa’ya göre bu rıza istikametinde birinci basamaktır: Geldük evvel ata ana kapusı Eydeyüm nedür bunlarun tapusı Bu oğul kız ataya vü anaya Farz u vacibdür kim ikram eyleye (3110-1) Âşık Paşa’nın muhatabı mümindir. Mümin bir kimse Allah’ın emirlerine kesin inanan, farz ve vacipleri titiz, noksansız bir şekilde yerine getirendir. Oysa İslâm öncesi Türk kültüründe de ata anaya hürmet söz konusudur. Şair gelenekten, âdetten öte anne babaya bakmanın, onların rızkını temin etmenin hem oğlana, hem de kıza bir farz olduğunu önemle hatırlatır. Bir sonraki beyitte daha da detaya inmiştir: Ne ki dirse karşı söz kaytarmaya Mahkum ola hiç kaşın kantarmaya (3112) Anne babanın her arzusu, hatta onların ağızlarından çıkan her ifade evladı için bir emir hükmündedir. Hâl böyle iken onlara karşı çıkmak, söylediklerine itiraz etmek, yüzünü ekşitip, somurtmak asla doğru bir davranış değildir. Bu hareketler büyükleri üzer, onların kalplerini kırar. O yüzden evladın yapacağı tek şey, ebeveynin isteklerini yerine getirmek ve gönüllerini hoşnut etmektir. Bir zaman ata ana işler-idi

    12 İsra sûresi, 23

  • 9

    Oğlını vü kızını bisler-idi (3113) demek suretiyle, anne ve babanın genç yaşta, sağlıklıyken oğullarını ve kızlarını yedirip içirmek, büyütmek için ellerinden gelen tüm fedakârlıkları yaptıkları ifade edilmektedir. Bu kez oğul kız gerek kim işleye Atayı vü anayı hoş bisleye (3114) beytinde ise – ki devam eden beyittir – yaşlanmış, elden ayaktan düşmüş, ömrünü çoluk çocuğu uğrunda harcamış ve artık yardıma muhtaç durumda olan ata anaya bakmak, evladın boynuna borçtur deniliyor.