lar Barbaros Hayreddin Paşa'nın Osmanlı donanmasına katılmasıyla kurulan Cezayir-i Bahr-i Sefid (940/ 1534) eyaletinin beylerbeyiliğine getirilmiş. bunlara XVI. yüzyılın sonlarında vezirlik rütbesi verilmiştir. Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinin kurulmasıyla denizciliğe ayrılan sancaklar bu eyalete bağlanmıştır. Eyaletin sancak beyleri derya beyleri olarak görevlerini deniz seferlerinde yerine getiriyordu. Eyaletin sancakları arasında Gelibolu, Rodos. Midilli, Eğriboz. Karlı-ili , İnebahtı ve Sakız bulunuyordu. Derya beyleri kendi sancaklarındaki timarlı sipahilerle birlikte kadırgalarıyla deniz seferlerine katılırdı . Bey gemileri denilen ve devletin merkezi donanmasından ayrı olarak teşkil edilen bu ihtiyat donanınası sefer dışında da koruma amaçlı olarak denize açılıyordu.
Osmanlı deniz tarihinde gemiciliğin gelişimini üç dönemde incelemek gerekir. Birinci dönem, imparatorluğun kuruluşundan XVII. yüzyılın sonlarına kadar devam eden kürekli gemiler. ikinci dönem XIX. yüzyılın ortalarına kadar süren yelkenli gemiler. üçüncüsü de imparatorluğun yıkılışına kadar devam eden buharlı gemiler dönemidir. Donanınayı teşkil eden gemiler kürekli ve yelkenli diye iki gruba ayrılıyordu. Osmanlılar da Venedikliler gibi gemicilikte eski gelenekiere bağlı kalmışlardı. Onlar kadırganın savaş stratejisi olan cepheden hücum. rampa etme ve önünü kesme taktiklerinin geçerliliğine inanıyor
lardı. İnce donanma gemileri nakliyede ve nehirlerde kullanılıyordu. Karadeniz'de yer alan şayka, işkampoye, üstü açık, aktarma. çekeleve, at, taş ve top gemileri bunlar arasında önemli yer tutuyordu. Yelkenliler dönemi XVII. yüzyılın ortalarında burtun denilen ilk kalyon un inşasıyla başladı .
Girit seferinden itibaren daha çok mavna adı verilen gemiler yapıldığı tesbit edilmektedir. Bu dönemde, Osmanlı donanmasının ikmal yolunu kapatmak üzere Çanakkale Boğazı önüne gelen Venedik donanmasında kalyonların bulunmasına
rağmen Osmanlılar kadırga düzeninde ısrar ettiler. Ancak 1 058' de (ı 648) padişahın
da bizzat katıldığı toplantılarda kalyon inşasına karar verildi. 1 072'de (ı 662) bir ara kalyon inşasından vazgeçildiyse de yirmi yıl sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'
nın sactareti sırasında on kalyon inşası için emir verildi. Gemilerde kullanılan savaş malzemeleri barut. top, yuvarlak ve okyay idi. Kalyonculuğun geliştirilmesi ve Osmanlı denizciliğinin yeniden yapılandırılması amacıyla 1113'te (ı 70 ı ı Bahriye Kanunnamesi adıyla bir kanun çıkarılarak yeni
düzenlemeler yapıldı. XVIII. yüzyıl boyunca Osmanlı denizciliği kalyonların gelişmesi istikametinde bir seyir takip etti ve denizlerde yeniden varlık göstermeye başladı . Kadırgalar diğer devletlerde olduğu gibi yüzyılın ortalarından itibaren ortadan kalktı. Tanzimat'ın ilanından sonra Bahriye Meclisi. Sultan Abdülaziz devrinde kaptanpaşalığın yerine Bahriye Nezareti kuruldu (ı 867) .
BiBLiYOGRAFYA :
Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 389-546; J. F. Guilmartin. Gunpowder and Galleys: Changlng Technology and Mediterranean War{are a t Sea in theSix.teenth Century, London ı974 ; P. Brummet, Ottoman Seapower and Levantine Diplomacy in the Age of Discovery, Albany ı 994; İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersane-l Amire, Ankara 2002; a.mlf., Kürekll ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, İstanbul2005; a.mlf .. Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizclllğl, İstanbul 2006; A. Hess. "The Evoıution of the Ottoman Seaborne Empire in the Age of the Oceanic Discoveries ı 453- ı 525", The American Histarical Review, l.XJ(V/7, Washington ı 970 , s. ı892-ı9ı9; C. lmber, "The Navy ofsüıeyman the Magnificent" , Ar.Ott., VI ( 1980), s. 211-282.
~ İDRİS BOSTAN
C) Hukuki-Adli Yapı . Osmanlılar'da hukukun önceki İslam ve Türk devletlerinden devralınan iki mirasla, Emevi-Abbasl devletlerinden intikal eden İslam hukuku ve Orta Asya Türk devletlerinden gelen devlet ve hukuk geleneğiyle şekillendiği söylenebilir. Bir yandan İslam hukuku Osmanlı hukukunun ana yapısını oluştururken öte yandan İslam hukukunun ayrıntılı biçimde düzenlenınemiş olduğu alanları Türk devlet geleneğini temsil eden Osmanlı padişahlarının koyduğu kurallar doldurmuştur. Belli bir süreç içinde konan bu kurallar, İslam hukukunun klasik oluşum şeklinden farklı bir tarzda ortaya çıktığı için ayrı bir isimle anılmış, klasik İslam hukukuna "şer'l hukuk" denirken padişahların kanunlarıyla oluşan bu hukuka "örfi hukuk" adı verilmiştir (1'ursun Bey, s. 12) . Osmanlı resmi belgelerinde ise bu ikili yapı "şer' ve kanun" kelimeleriyle ifade edilmiştir. Buradaki örfi hukuk tabiri ilk bakışta örf ve adet hukukunu çağrıştırmaktaysa da aslında bir kanun hukukudur. Bu hukuk kuralları konurken mahalli uygulamalardan, örf ve adetlerden yararlanılmakla birlikte bunlara yaptırım gücünü veren örf ve adet olmaları değil padişahlar tarafından emredilmeleridir. öte yandan bu kurallar konurken örf ve adetler yanında devletin hukuk ve idare anlayışı .
zamanın değişen şartları ve kamu yararı göz önüne alınmıştır. Esasen örf kelime-
OSMANLlLAR
sinin kökünde "yönetim" anlamı da vardır. Dolayısıyla örfi hukuk "kamu yönetiminden kaynaklanan hukuk" manasında kullanılmıştır.
Başlangıcı devletin kuruluşuna kadar götürülebilecek olan bu tür bir oluşumun en gelişmiş şekli Osmanlılar'da görülmekteyse de sadece onlara has olmadığı bilinmektedir. Osmanlılar'ın çağdaşı Akkoyunlular'da (Uzun Hasan Kanunu). Dulkadı
roğulları'nda (Alaüddevle Bey Kanunu). Memlükler'de, Safevller'de ve Babürlüler'de (Alemglr Ceza Kanunnamesil "siyaset, yasağ 1 yasak, örf" gibi isimler altında benzer bir yapılanma vardır. Bu devletlerin ortak özelliği Orta Asya Türk-Moğol devlet geleneğini miras almış olmalarıdır. Esasen Tursun Bey'in örfi hukuk için yaptığı tarifte Cengiz yasasına atıfta bulunması (tavr- ı Cengiz Han gibi olursa ... ) bu uygulamanın kökenini Türk-İlhanlı devlet geleneğine dayandırmaktadır. Bir İlhanlı fermanında suçluların "ber veeh-i şeriat ve yasa" cezalandırılacağından bahsedilmesi, Bağdat Mercaniye Medresesi'ndeki 758 (1357) tarihli bir kitabede "divan li-fasli'lkazaya'ş-şer'iyye ve'l-yarguciyye" denilmesi Osmanlılar'daki "şer' ve kanun" ifadesinin aynısı olmaktadır. Burada "yargucl" kelimesi şer"i olmayanı ifade etmektedir.
Kadı (D'Ohsson, Tableau general, U, lv. 97)
515
OSMANLlLAR
Kazasker (D'Ohsson, Tableau general, ll, lv. 96)
Eski Türk devletlerinde kanun koymak devletin ve hakanın en temel görevleri arasında sayılmaktadır. Orhon yazıtların
da devleti kuran Bumin Kağan ve İstemi Kağan'ın Türk töresine sahip çıkıp onu düzenlediklerinden bahsedilmektedir. Bura
da töre "hukuk kuralları" anlamında kullanılmıştır. Bu yazıtların dikilmesinden yak
laşık yedi asır sonra yetişen Hint kıtası hukuk ve tarihçilerinden Ziyaeddin Bere ni'
nin ( ö. 758/1357) hükümdarların en önemli görevinin kanun koymak olduğunu söylemesi dikkat çekicidir. Bu husus, kökü
hayli eskiye giden Türk devlet geleneğinde hakan tarafından kanun koyma uygulamasının İslamiyet sonrası Türk devletle
rinde de varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Osmanlılar'da ve diğer devletlerde İslam hukukunun yanı sıra bir örfi
hukuk oluşumunun mümkün hale gelmesi bu tarihi temel sebebiyledir. İslam hukukunun devlet başkanına kanun koyma
konusunda belli bir inisiyatif alanı bırakması da bu tür bir oluşumu kolaylaştır
mıştır.
Örfi hukukun İslam hukukundan ayrı şekille ortaya çıkışı bazı araştırmacıları, onun şer'i hukuktan bütünüyle farklı ve bağımsız bir hukuk olduğu ve bunu koyarken Os-
516
manlı yöneticilerinin İslam hukukunun te
mel felsefesine ve yapısına bağlı kalma endişesi taşımadığı, şeyhülislamiarın veya kadı, kazasker, müftü gibi şer'i hukuk temsilcilerinin de etki ve rollerinin bulunmadığı fikrine götürmüştür. ömer Lütfi Bar
kan bu şekilde düşünenierin başında gelmektedir. Ancak Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna hakim olan felsefe, örfi hukukun hazırlanış süreci ve bu süreçte ehl-i şer 'in
oynadığı rol dikkate alındığında bu kanaate katılmanın mümkün olmadığı anlaşılır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve kısa zamanda gelişmesinde İslam inancını yeni ülke ve insanlara götürme arzusunun (ga
za düşüncesi) belirli bir rol oynadığı tartışmasızdır. Devletin gelişmesinde rol oynayan böyle felsefi bir temelin örfi hukuk kuralları konurken hiç dikkate alınmamış olması düşünülemez. öte yandan örfi hukukun oluşumunda birinci derecede etkili olan nişancılar bu hukukun şekillendiği ilk
asırlarda müderrisler arasından seçilmiştir. Fatih Kanunnamesi'nde nişancılığın Dahil ve Sahn-ı Sernan müderrislerine ait olduğu belirtilmektedir (Akgündüz, I, 321). Müderrislerin en yaygın ilgi alanlarının İslam hukuku olduğu göz önüne alındığında onların birikimlerinin örfi hukukun şe
killenmesinde etkisinin bulunduğu kabul edilecektir. Aynı durum ilmiyeden seçilen ilk dönem vezirleri için de söz konusudur. Ayrıca örfi hukukun oluşumunda belirleyici rolü olan Divan-ı Hümayun'da nişancının yanı sıra şer'i hukukun iki önemli tem
silcisinin (Rumeli ve Anadolu kazaskerleri) varlığı da bu kuralların belirlenmesi esnasında İslam hukukunun temel felsefesinin dikkate alınmış olabileceğini düşün-
dürmektedir. Nihayet şeyhülislamiarın Osmanlı Devleti'ndeki manevi otoriteleri ve
İslam hukuk prensiplerine aykırı örfi hukuk kurallarına karşı çıkmaları bu kurallar konurken dikkate alınmış olmalıdır. Nite
kim zaman zaman şeyhülislamiarın bazı kanun ve uygulamalara karşı çıktıkları bilinmektedir. EbüssuGd Efendi'nin padişa
hın bir uygulamasına karşı, "Na-meşru olan nesneye emr-i sultani olamaz" demesi bunun bir örneğidir (Heyd, Studies, s. 180). Bir kanunnamenin başlığında yer alan,
"Şeyhülislam Yahya Efendi talebiyle [Jıvan-ı
Hümayun'da Okçuzade (Mehmed) Efendi'
nin ihraç eylediği kanundur" ifadesi ka
nunnamenin hazırlanmasında şeyhülisla
mın rolünü ve kanunname uygulamasına
müsbet bakışını ortaya koymaktadır. Bu
bağlamda şer'i ve örfi hukukun belli bir
uyum ve bütünlük içinde Osmanlı hukuku
nu şekillendirmesinde Şeyhülislam Ebüs
suGd Efendi'nin rolü vurgulanmalıdır. Ebüs
suGd Efendi bir yandan Budin Kanunna
mesi'nde görüldüğü gibi örfi 1 miri arazi
esaslarını şer'i bir yapıya kavuşturmak,
öte yandan Ma'rılzô.t risalesinde görül
düğü üzere bazı şer'i kuralları kanuni bir
kalıba dökmek suretiyle kendi içinde uyum
lu bir Osmanlı hukuku oluşturmada önem
li bir başarı göstermiştir.
Şer'i ve örfi hukukun belli bir uyum içinde olmasını, her iki hukukun temsilcileri
nin (ehl-i şer ' ve ehl-i örf) bu süreç içinde daima uyum içinde çalıştıkları şeklinde anIamamak gerekir. Örfi hukukun öngördü
ğü para cezalarını tahsil etme, bazı bedeni cezaları uygulama, vergileri toplama ko
nularında geniş yetkileri olan beylerbeyi,
)~ ~~~Ş.,:t;l;;_;L;,eı':l,le>=j.;_~ ~~-ı.ır~l.ı~lil'ı~'b\f'lt\.;~1
Timiir Tevcih
ve intikal Kanunnamesi'nin
Ilk iki sayfası (Atıf Efendi Ktp. ,
nr. 1734)
~~fo.l"'..V.,x.~~~).)j.S" ..... .ı\M
.,ı.;.\.ıl~\r. .tl_fl.~J-M.._,.j.l,l ,
}i;Ô>~.>1;. ·~-~.n\.:.J~~J).::..~,JI UJ':h~ı).j.V~ü.N.~.;:...\:.)ı 0>~.h'':ffiıı.:;...ıı.::.;...>~l.( ~~'J.>M'ô~\!l,)i\)"!,~uli;
':"'j~~u~\J\,..~1),:....{ ~.,ı;.\JI
~.:.,~!J-ıi., ~)~i.fi ..,.J ı ':'J.l~~~~~,ı~.A-141 IJf~~~_f\.r.J~_(.ı~ıi.I>JJ~ ~l(J .>>.tt,~ .fö'•l,lt_\ı ı»-V~ \1 (. ~;)'H(llfn.~.S~.ı.o.>)lj~~.ı ,~~.ı ·
J.i.ı~~I(~~).:19~.;..;_M~'~ 1
~,~~'--:-ı~\.ıkj-ül..ı,:;,\.1•
:.I.'P}k\_;~.;#j;.~W~w ~~~,~~·(~J}_..v~Y$1 w\f~ ~xı~_,~...G\f!.ı~J..o1,.:ıj~ ei)~;
t:ı-ole:J~V'.!.l\ l.tr..I.:.J ~:--J.ı.:..:':{J
__.,).ıj~~'~l.t!~.U,.J\.ı,~:ıı~~ J~.,,...'"lu.,r._\;...~,).lö_,.;.,~~.~-:').ı\
~~ıp~ .::,;ı:,, .\;\...)ıiJ~ t;l.ö ~ . 0: :::." ' - • •
.llj..Vrit':',f...:a-i.ı~~~~:l:d-ı p;;;,.::.:r~\{,f..i:.s.U:.t;.V.~~,I
J~) c.:JJ'&;ı>f-J,.:y._;.ıv...ı~~ .. ; J.l ..:,;'Vj,,:,W\}~.\,.,\)~V.::I...~-'
~;1~'.)~~.ı'ı\h..tı\i,Y'-f"~J~ #..f..JY.Ib.\0.~, ~ .)~\,-l;:'l(ü*:\
..
jf;..:l;.., ~.ı:.J.y~J•""""'".ı.:.;.,;iı'jl:~.ı:5l.-~J~'$
ju0.o.~J~~~-.+~ ··.it~~~"~o\.::.ll' ;,'iıl.:,l.;..y.(.;>\ .\:.l.:&_:..;i,!J.._;m.J;\}:•;j~~l{ .:J> ~ ~ f.H;.:._;.\i ~~~icl[,~;r.-12 ~:J_;.l.; ..;.1~~81~1\,II:Jf.\)]:;...:ı..l;...~...i·-J~t;.;,lsl.ı.:)~.l.~ o;jJI;.ı_;.~:,"iıi6:_"f.>.t_l: -ÇıJ!.(;A- oC:JJJI
t.Gt'· .:tı';.ı..l;...~~"''""#.G....:ı,~~ :;~ ~ı.ıJ....,!,..ıı~lij,J' f.S.X?;-.J\.:..,.,)_,.:ı.J.;~;...J.f -~~ l.;.I:.J"~•'-'..:.,s]""..ı.:.-~)~~t.J;tU;f -!WI>..i..\.nfı_,$.~4--_,.b-1 !,>.;JJlr\Ş·~J~ı.;l.:.. ~,.,x,:.,.~J.y .• .:v"'J,?-v>~os_,ıJ.,;;. .JJ.ıf,!.; ""'4\.fc.lv-.t;:ft..f"'"'M-;:, ."', .,.~<:.x~t.; ~~T~Y~.kJ:~4'~v_,ı ji~~~~·~_,ı ,:;;-;.u,...:.i;li~f"'f"J"'.;Jı..;.f'"')~;~.cl~l;.?.:JJ, . .:1.:-. ~ t!.A ~\.t.S1.:.ı0:,).},\->r!1·t!,'l~~_.,~ı~ ~.f.sfi_A:"N--<~"'~ıJJ.}~.:.Ioi--..fi·.t'~ ~..,.; (ıG.'.t;-..:0&.s,..:~~ıe~:,;f~r"'~' "J.J..,..ı ..:;:~\,:çı ~.;~1.;ıj~1.5-_,.,eA_..o '-\·'b'J:, V ~ ~~loiJ,.\JI:,~ ~_;..ll ı...t;.ıi~!:).J;,;,;,..~_,>I
:ı;;0t.ı!J>I~[.; .uıi.)Cı ol.:~_ul.:_,.j_~.u.ı...._.._,.._,~ı
~,uı.~~~~wo\..:.;.J;>~J~_):-~\i--;.,f'ı::e::~..s-,wı
~~ı,e>:;::_.~u}.:.]!. ı>')ı-v;.:u):lJiut...c.ı.ı.:.J!,. ~.ı;;.)jj"';"-":,~J.hl4:-~l;\.;,;ı~l;"$);_,:.ü~l:..J
;UL:, ~J:,\:ı~.Jf'.J~\J->i.,>~l.!l);~~-'-~~.J ~_._,_"' .J_,ı,if.J.._;:.J ~~.t_.t::'~i(So\;J J>4:J;LJ ~-~Jiıi~Jk~ll.,b.:;ı;~j4f-"J )~1-ıJ._.;.k'"'-!f; ~!.l):l 'Yjı,;,.ıl,;ı[!t. li:'ı.sl..,:.o~l:..J .ıo!:j:..,j,)J;:,{ ıl:.~~_,ı.o.;.:.ı..,_., o.+ı[:' ı'f.J!..IJ_,;.~ .JJJJJ.>-o v.>:f-'-'Y"' .k:~·.:ı_;.i;_,.ı.\..o~~ ..ı:;,J-!":J ; ..ç) .... ~~.,~ ...... J
..:;)~ ı)}:-'!1.;.;)\>. ..,.ı~~J.ıl.:ı_;.~..:.~..,..;lJ\PıiJ..I. J&.,... .. ~~~,....;.ı~'sJ;.:;ıJı~Jı.-:ı e_,Je).:JJı
1)~,1;".\~.z_.:,ı..
...J.~L.:.:: qJ'~~IiG \ , .. "'
~(;".J~.)~ ·.J,)Q.:.'~ .... ..,....).:ı\.:J\~,)~I:..J~~ ~0~,4-''(@ivjl ~~(.'' .j,l[>l.i]JI "~(Ii "')o:oı: %ı:ıı<Jı~ d"'.!G v~JIU:!~\1.> 41,:iı.:ı>ı,iJ ·~.fuJI ..SJ...!Llıı-,JJI.;,j'"i-lıı~u-\Ö.ılj~~Y.,~-.;<o~iç- . ~~"\;lıl-ı_,;.~JIJ~I.J'fJ_.ı~.ç.J~I~.::öJJ~ Iı>:,IJ\>::1-;~.d .;.ılj!(.?,•~ >~ ·~~0""'.:.!~ .:.öJJh~)JI.u;~...,....lfl>~J.i ..!.l:,....r;::.~iu"'~ili.wJ ·J~ ı.,~ı ~1?-ı~:~•.:.ı,, 9-:sı ..,.,;x.-:>4"'-:-"'ı.:J.:._ı.:..!he.-ıJ~.;p~~
lı!: '\ '
Aydın Sancağı Kanunnamesi'nin ilk ve son sayfası (Nuruosmaniye Ktp. , nr. 4094)
subaşı . sipahi gibi kamu görevlileri (ehl-i örf) bazan kamu düzenini sağlamak, bazan da gelirlerini arttırmak maksadıyla bu yetkilerini kötüye kullanmışlardır. Bu uygulamaya zaman zaman ehl-i şer'in en güçlü temsilcisi olan kadılar karşı çıkmıştır. Esasen Osmanlı merkez yönetimi de bir taraftan kamu görevlilerini icraatlarını kadıların bilgi ve gözetimi altında yapmaları konusunda uyarmış, diğer taraftan kadıları da ehl-i örfün keyfi uygulamalarına seyirci kalmamaları için ikaz etmiştir. Bu da ehl-i örf ile ehl-i şer' arasında sürekli bir gerginliğe yol açmıştır. EbüssuOd Efendi'nin, "Ehl-i örf ile ittifak eden adil olmaz" diye fetva verecek kadar ileri gitmesi dikkat çekicidir. Bir adaletnarnede ehl-i örften zalimler diye bahsedilmesi ayrıca anıl
maya değer (İna l cık, Il/3-4 11965 J, s. ı 29) Osmanlı tarihi boyunca merkez yönetimi kanunname veya adaletname neşri, kadılara yönetim ve denetimde önemli yetkiler verme. keyfi davrananları cezalandırma gibi tedbirler alarak kamu görevlilerinin hukuk dışı uygulamalarını önlemeye çalışmıştır.
Örfı hukuk kuralları konurken şer'i hukukun dikkate alınmadığını ileri sürenleri bu kanaate götüren husus kanunnamelerde İslam hukukunca düzenlenmiş had suçları için de ceza öngörülmüş olmasıdır. Ancak verilen örnekler böyle bir kanaati
oluşturmaya yeterli değildir. Çünkü ilk bakışta şer'i cezalar yerine ikame edilmiş izlenimi veren cezalar aslında şer'i cezaların bir sebeple uygulanmaması durumunda devreye girmesi söz konusu olan müeyyidelerdir. Esasen birçok kanunname nüshasında bu cezalardan bahsedilirken, "şer' ile cezalandırmalı olmazsa" vb. ifadeler kullanılarak (mesela bk. Barkan, Ka
nun/ar, s. 121, 125; Heyd, Studies, s. 56, dipnot 6; Akgündüz, IV, 296) bu müeyyidelerin hangi durumlarda uygulanması gerektiği açıklanmaktadır (bk. CEZA).
Örfı hukukun bir bütün halinde ortaya çıkışı belli bir süreç içinde gerçekleşmiş ve bu hukuka ait kurallar Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren izlenebilen kanunnamelerde toplanmıştır. Bu kanunnameler. hukuk ve idare adamlarına örfı hukuk kurallarına kolayca ulaşma imkanı sağlaması bakımından son derece yararlı olduğu gibi bu hukukun kapsadığı alanı
göstermesi bakımından da önemlidir. Bu açıdan bakıldığında kanunnamelerin. dolayısıyla örfı hukukun devletin siyasi-idari yapısı , ceza hukuku (örfı cezalar), arazi hukuku (miri araziler) ve mali hukuk (tekalif-i örfiyye) alanında yoğunlaştığı görülmektedir. Bundan da bunların dışındaki alanların şer'i hukuk tarafından düzenlendiği anlaşılmaktadır. Esasen şer'iyye sicilieri üzerine son dönemlerde yapılan araştırmalar
OSMAN LlLAR
aile hukukundan mirasa, ceza hukukundan ticaret hukukuna kadar geniş bir alanın islam hukukunca düzenlendiğini ortaya koymaktadır.
Kanunnarnelerin asıl düzenieniş amacının örfı kanunları bir araya getirerek hukuk ve idare adamlarına kolaylık sağlama arzusunun yanı sıra Osmanlı tebaasını örrı hukuk kuralları hakkında bilgilendirmek ve onları kamu otoritesinin keyfi uygulamalarına karşı korumak olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kanunname girişlerinde bölge halkının mahalli yöneticilerin ( ehl-i örf) keyfi muamelelerinden yıldığı , haklarını ve yükümlülüklerini öğrenmek için padişah kapısına başvurduğu ve kanunnamenin reayayı sahip olduğu haklar ve tabi olduğu mali ve hukuki esaslar konusunda bilgilendirmek maksadıyla hazırlandığı belirtilmektedir (mesela bk. Akgündüz. I, 368; II , 422; lll , 308, 458; IV, 296) . Bir kanunnamenin hfışiyesinde kanunnamenin reayayı ehl-i örfün zulmünden kurtarmak için hazırlandığının belirtilmesi dikkat çekicidir (Heyd, XXVI11983 J, s. 635) Bu sebeple kanunnameler mahkemelere gönderilmiş, umumi yerlerde halka duyurulmuş ve isteyenlere bir sOreti verilmiştir.
Genellikle Osmanlı padişahlarının örfı hukukun aksine şer'i hukuk alanında herhangi bir yetkilerinin bulunmadığı kabul edilir. Sık sık tekrarlanan bu görüş gerçeği tam yansıtmamaktadır. Şer'i hukuk alanında padişahların kanun koyma veya bir
ll. Murad' ı n
bir mülk ile ilgili i ' l am ı
(TSMA, nr. E. 6465)
517
OSMANLlLAR
hükmü yürürlükten kaldırma yetkileri yoksa da kadıların görev ve yetki alanlarını belirlemede sahip oldukları yetki onlara şer'l hukuk alanında önemli düzenleme imkanı vermektedir. Mesela kadıların hüküm verirken uyacakları mezhebi belirleme yetkisi padişahlara geniş bir tercih alanı sağlamaktadır. Bazı davaların dinlenmesini (mesela üzerinden on beş yıl geçmiş alacak davaların mahkemece dinlenmesi) yasaklamaları bu tür düzenlemelere diğer bir örnektir. Nikahın ya doğrudan kadı tarafından veya mahkemeden izin alındıktan sonra bir din görevlisi tarafından kıyılması konusunda getirilen düzenleme de dikkat çekicidir.
Kanunnarnelerin örfi hukuk kurallarının bilinir ve belirgin olma noktasında sağladığı kolaylığa fıkıh kitaplarının İslam hukuku hükümlerini bir araya getirme açısından temin ettiği imkan eklendiğinde Osmanlı hukukunun bilinir ve belirgin olma ve bunun sonucunda kadılar tarafından istikrarlı biçimde uygulanma noktasında geldiği aşama daha iyi anlaşılır. Buna ayrıca müftülerin ve fetva mecmualarının sağladığı kolaylık ilave edilmelidir. Kadılar herhangi bir hukuki problemle karşılaştıklarında veya taraflar ihtilaflarının hukuki yönünü bilmek istediklerinde mahalli müftülerden veya şeyhülislamdan fetva alma imkanına sahiptir. Bu sebeple Osmanlı hukukunda her alanda genel kanunların hazırlanmasına Tanzimat dönemine kadar ihtiyaç duyulmamıştır. Fetva konusunda dikkat çekici olan nokta müftülerin sadece şer'l hukuk alanında değil örfı hukuk alanında da fetva vermeleridir. Nitekim bazı fetva mecmualarının son bölümü mlrl arazi hukukuyla ilgili fetvalara ayrılmıştır. Teorik olarak fetvalar kadılar için bağlayıcı değilse de genelde kadıların şeyhülislamlar tarafından verilen fetvalara uydukları görülmektedir. Şeyhülislamlar sadece mevcut hukuki bilgileri fetva yoluyla halka bildirmekle kalmamışlar, ihtiyaç duyulduğunda fetvalarını padişaha arzedip uyulması konusunda ferman alarak mahkemelerdeki ictihad değişikliğinin de öncüsü olmuşlardır. Ebüssufıd Efendi , padişaha arzettiği fetvalar ve bunların uygulanması yönünde aldığı fermanlarla Osmanlı şer'i
hukukunun işleyişine yön vermiştir.
Osmanlı hukukunun istikrar içinde uygulanmasında hakim mezhep anlayışının rolü de gözden uzak tutulmamalıdır. Kadı ve müftülerin tabi olacakları mezhep konusunda başlangıçta açıkça bir sınırlama getirildiği bilinmemekteyse de Anadolu ve Rumeli'deki kadıların Hanefi mez-
518
hebinden seçilmesi bu mezhebe bir üstünlük sağlamış ve fiilen bu bölgelerde Hanefi mezhebi ictihadları hakim olmuştur. Esasen bölgedeki nüfusun Hanefi mezhebine mensup olması da böyle bir tercihi tabii kılmıştır. Yine de gerektikçe diğer mezheplerden naib tayin edilerek bir hukuki problemin çözümünde bu mezheplerin sağladığı kolaylıktan yararlanılmak
taydı. Kocası tarafından nafaka bırakılmadan terkedilen kadının boşanma davasının bir Şafii hukukçunun naib tayin edilerek sonuca bağlanması buna örnektir (Aydın ,
İslam-Osmanlı Aile Hukuku, s. 72) . Ancak XVI. yüzyılın ortalarından itibaren bu konuda bir kısıtlamaya gidilmiş (Akgündüz, IV, 40) ve Hanefi mezhebi dışındaki görüşlerin -açıkça izin verilmemişse- uygulama imkanı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Diğer mezhep mensuplarının yaşadığı Arap ülkelerinde ise diğer üç Sünni mezhepten
Beytülahm ve Karname
Kilisesi'yle ilgili ıı. Süleyman' ın
birfermanı
(1099/ 1688) (BA, Müzehhep
Fermanlar,
nr. 684)
kadı tayin edilmesi ihmal edilmemiştir. öte yandan Anadolu ve Rumeli'de sadece Hanefi mezhebinin uygulanması, hem hukuki hayatta birtakım zorluklar çıkarmış hem de İslam hukukunun gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir.
İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren oluşan tek hakimli yargı sistemi Osmanlı hukukunun temelini oluşturmuş. başlangıçtan nizarniye mahkemelerinin kuruluşuna kadar tek bir kadının yargılama yaptı
ğı şer'iyye mahkemeleri yargı teşkilatının esasını teşkil etmiştir. Bu tür bir yapılanınada İslam hukukunun temelini oluşturan ictihadın tabiatı gereği ferdi oluşunun rolü olsa gerektir. Divan-ı Hümayun yahut eyalet divanları gibi heyet halinde çalışan kurullarda da hukuki yargılama söz konusu olduğunda bu özellik değişmemekte, birincisinde Rumeli kazaskeri, ikincisinde eyaJet kadısı yargılamayı yapmakta,
sadrazam veya beylerbeyinin ve diğer ehl-i örf ve şer'in yargılamaya bir müdahalesi "de facto" durumlar hariç söz konusu olmamaktaydı.
Osmanlı kadısı her türlü şer'i ve örfl hukuk ihtilaflarını çözen bir hakim olarak dikkati çekmektedir. Kadı, önüne gelen hukuki ihtilafı şer'! hukuku ilgilendiriyorsa fıkıh kitaplarına veya fetva mecmualarına. örfi hukuku ilgilendiriyorsa kanunnarnelere yahut merkezden gelen münferit fermaniara dayanarak çözerdi. Ancak gayri müslim din adamlarının taraf olduğu ceza davaları, mirasçısız ölen kimselerin terekelerine yönelik belli bir meblağdan fazla istihkak davaları gibi davaları karara bağlamaz, bunları Divan-ı Hümayun'a havale ederdi. Ayrıca adil yargılama endişesi taşıdığı davaları da karara bağlamayıp divana gönderme yetkisine sahipti. Öte yandan başlangıçtan beri gayri müslimlere aile ve miras hukuku alanlarında kendi cemaat mahkemelerine başvurma imkanı tanınmıştır. Ancak gayri müslimlerin İslam hukukunun lehte hükümlerinden yararlanmak, cemaat mahkemelerinin yüksek harçlarından kurtulmak için şer'iyye mahkemelerini tercih ettikleri görülmektedir. Osmanlı tebaası olmayan gayri müslimlerin kendi aralarındaki hukuki ihtilaflar ise genellikle konsolosluk mahkemelerince karara bağlanmıştır.
Osmanlılar'da kadının sadece yargılama yapan bir görevli olarak düşünülmesi doğru değildir. Özellikle kaza merkezlerinde kadı merkez yönetiminin idari birçok hususta bizzat muhatap ve sorumlu kabul ettiği kişidir. Kadı aynı zamanda esnafı, vakıfları, meslek kuruluşlarını, tirnar sahiplerini, vergi görevlilerini ve din hizmetlerini denetlerdi. Ehl-i örfün keyfi tasarruflarına karşı reayanın en büyük güvencesi kadılardır. Osmanlı merkez yönetimi de idari birçok işlemin kadıların bilgi ve denetimi altında (kadı marifetiyle) yapılmasına önem vermiştir. Bugün noterierin düzenlediği birçok belgenin o dönemde mahkemelerde düzenlendiği göz önüne alındığında Osmanlı kadısının ne kadar geniş bir görev ve sorumluluk alanının olduğu ortaya çıkar. XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı bürokrasisinde meydana gelen gelişme ve değişmeler, vakıfların merkezi bir denetim organına kavuşması idare ve denetim görevlerinden birçoğunun kadılardan alınması sonucunu doğurmuştur. Başlangıçta kadılar süresiz olarak tayin edilirken sonraları tayin bekleyen çok sayıda kadı adayının yetişmesi bu görevi devamlı olmaktan çıkarmıştır. Bu süre büyük kadılıklarda on iki ay, küçük kadılıklar-
da yirmi aydı. Kadılar görev sürelerini bitirdikten sonra merkeze gelip yeni bir kadılık boşalıncaya kadar beklerlerdi. Yeniden tayin için kadıların beklemek zorunda oldukları süre zamanla bir hayli uzamış, bu da bir yandan kadıların mağdur olmalarına, öte yandan görevde bulundukları sürede hukuk dışı yollarla gelirlerini arttırmaya yönelmelerine sebep olmuştur. Osmanlı merkez yönetimi bunu önlemek için tedbirler geliştirmeye çalışmışsa da bunlar her zaman etkili olamamıştır (b k. KADI) .
Osmanlı yargı sisteminin diğer İslam devletlerinde de görüldüğü gibi esas itibariyle tek dereceli olduğu söylenebilir. Ancak mahalll mahkemenin verdiği hükümden hoşnut olmayan kişiler bunu bir üst mahkeme niteliğindeki divanlara götürebilirlerdi. Bu divanların başında Divan-ı Hümayun gelir. Bu divana yapılan başvurular Rumeli kazaskeri, davaların yoğun olduğu günlerde de ona ilaveten Anadolu kazaskeri tarafından karara bağlanırdı. Divan-ı Hümayun'a benzer görevler ifa eden çarşamba ve cuma divanları da vardır. Rumeli kazaskerinin divanı hem bir ilk derece mahkemesi hem bir üst yargı organı olarak görev yapmıştır.
Osmanlı toplumunda bütün hukuki anlaşmazlıkların yargı sistemi içinde çözüldüğünü düşünmemek gerekir. Bir kısım anlaşmazlıkların yargıya intikal etmeden uzlaşmayla çözüldüğü, müftülerin, bölgenin saygın ilim adamlarının böyle durumlarda hakem rolü oynadığı bilinmektedir. Aynı rolü bazı durumlarda tarikat şeyhleri, !onca yetkilileri veya mahalll liderler de oynamışlardır. Bunun Osmanlı yargı teşkilatının yükünü ve görevlerini azalttığı söylenebilir.
Ebüssuüd'un Ma 'razarının
ilk ve son sayfaları (Süleymaniye Ktp. ,
Denizli,
nr. 413/ 4)
OSMANLlLAR
Osmanlı hukukunun başlangıçtan Tanzimat'ın ilanma kadar olan seyrinin kendi içinde oldukça yeknesak olduğu söylenebilir. Bu yeknesaklık Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun ilanından sonra değişmeye başlamıştır. Osmanlı hukukunda bu değişimi sağlayan sebeplerin başında, Batı'nın ekonomik ve teknolojik alanda gelişmesi ve bunun askeri alana yansımasının Osmanlı Devleti'ni güç duruma sokması gelir. Batı'da XVlll ve XIX. yüzyıllardaki gelişmeler Osmanlı devlet adamlarını bir arayışa itmiş ve benzer gelişme çizgisini yakalamak için Batı örneğinde ısiahat yapma fikrine götürmüştür. Bu gelişme seyri hukuk alanında da kendini hissettirince Batı hukuku ve kurumları klasik Osmanlı hukukunun yerini almaya başlamıştır. Öte yandan sanayi devriminin ortaya koyduğu üretim fazlası mallar Batılı devletleri pazar arayışına sevketmiş, büyük bir pazar olan Osmanlı Devleti'nde alışık oldukları bir hukuki yapı içinde ticaret yapabilmek için kendi sistemlerinin alınması yönünde Osmanlı yöneticilerine sürekli baskı uygulamışlardır. Tanzimat döneminde Batı'dan alınan ilk kanunun Ticaret Kanunnamesi olması, yine şer'iyye mahkemesinin yerine Batı örneğinde kurulan ilk mahkemenin ticaret mahkemesi oluşu bir tesadüf değildir. Sanayi devriminin etkilerini yavaş yavaş Osmanlı Devleti'nde hissettirmesi, bunun sonucu olarak içtimat siyası ve iktisadi gelişmelerin yeni bir hukuki yapıyı gerekli kılması bu değişimi körükleyen önemli faktörlerden biridir.
Hukuk alanında başlayan bu değişim ilmiye sınıfının tepkisini çekmiştir. Bu tepkiyi azaltmak için Tanzimat önderlerinin özel tedbirler almaya çalıştıkları bilinmektedir. Mustafa Reşid Paşa'nın şeyhülislam-
519
OSMANLlLAR
Iıktan meselenin şer! yönünü bilen bir ilim adamı istemesi, dönemin şeyhülislamı Arif Hikmet Bey tarafından Ahmed Cevdet Efendi'nin (Paşa) bu işle görevlendirilmesi bu çabanın bir ürünüdür. Nitekim Cevdet Paşa dönemin hukuk reformlanna çok önemli katkılarda bulunmuş, bu reformların bütünüyle Batı'dan alınma olmayıp karma bir yapıda olması daha çok onun gayretleriyle gerçekleşmiştir. Ancak ilmiye mensuplarının reformlara bütün olarak karşı çıktıkları düşünülmemelidir. Özellikle III. Selim ve Il. Mahmud dönemlerinde reformları destekleyen çok sayıda alimin varlığı bilinmektedir. Şeyhülislam Salihzade Ahmed Esad, Kadızade Mehmed Tahir, Yasincizade Abdülvehhab ve Mekklzacte Mustafa Asım efendilerle Arif Hikmet Bey, yine ilmiyeden Şanlzade, Münif Mehmed, Velizade Mehmed Emin, Tatarcıklı Abdullah, Kethüdazade Arif, Mehmed Esad, Mustafa Behcet, Mehmed ZeyneIabidln efendiler bunlardandır. Ancak Batı'dan hukuk kurumlarının ve kanunların
ı / •i
520
alınmasına yöneimmesi ilmiyeyi bu değişimin toplumun dini. kültürel ve sosyal yapısını da kökten değiştireceği endişesine götürmüş, dolayısıyla başlangıçta karşı çık
madıkları Batılılaşma'ya karşı çıkmaya baş
lamışlardır. Bürokrasinin bir taraftan gittikçe güçlenmesi ve ilmiyenin endişelerine artık o kadar önem verme ihtiyacını d uymaması, diğer taraftan hukuk reformlarının doğuracağı sosyal ve kültürel etkiyi göremernesi bu kurumu yapılan tenkitlere aldınş etmemeye götürmüş, bunun sonucu olarak ilmiye ve bürokrasi arasındaki ayrılık gittikçe büyüyen bir ivme kazanmıştır.
Tanzimat'la başlayan hukuk alanındaki değişim çerçevesinde klasik Osmanlı adli yapısı büyük ölçüde değiştirilmiş ve hukukun her alanında kanunlaştırmaya gidilmiştir. Nizarniye mahkemeleri kurularak şer'iyye mahkemelerinin bakmakta olduğu davaların önemli bir bölümü bu mahkemelere devredilmiş, bunların temyiz mahkemesi olarak Divan-ı Ahkam-ı Adliyye, şer-
-----~
Istanbul ve civarındaki Rum ve Ermeniler'le ilgili vergilere dair lll. Selim'in fermanı
(1208/1793) (BA, Müzehhep
Fermanlar,
nr. 666)
Çelebi kızı Rukiye
Hatun'un satın aldığı
çiftliğe
kiremit fırınları
sahiplerinin müdahalesinin
men'i hakkında 11. Mehmed'in
fermanı
(880/1475) (BA, Divan
Kalemi , nr. 1/1)
'iyye mahkemeleri için de Meclis-iTetkikat-ı Şer'iyye kurulmuştur. Danıştay'ın ilk şekli olan ŞOra-yı Devlet'in kuruluşu da bu dönemde gerçekleşmiştir. öte yandan örfi ve şer! hukukun kanunlaştırılması şeklinde Arazi Kanunnamesi, Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye, Hukük-ı Aile Kararnamesi, Batı kanunlannın aynen veya kısmi değişikliklerle alınması tarzında Ticaret Kanunnamesi, Ceza Kanunnamesi, UsQI-i Muhakemat-ı Ticaret Nizamnamesi, Usul-i Muhakemat-ı
Hukükıyye ve Cezaiyye kanunlan hazırlanmıştır. Böylece Osmanlı hukukunun adli yapısı önemli ölçüde yeniden şekillenmiştir. Türkler'in İslamiyet'i ve İslam hukukunu kabul etmelerinden sonra en köklü hukuk reformu Tanzimat sonrasında gerçekleştirilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA :
Tursun Bey, Tarth-i Ebü '1-Feth (nşr. Mertol Tu
lurn) , istanbul 1977, s. 12; OrhunAbide/eri (nşr. Muharrem Ergin). istanbul 1970, s. 4, 17-18; ihsan Sungu, "Tanzimat ve Yeni OsmanWar", Tanzimat I, istanbul 1940, s. 777-857; Barkan, Kanun/ar, s. VII-LXXII, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., "Kanünname", İA, VI, 185-195; Uzunçarşılı , Merkez-Bahriye, s. 140, 232-238; H. A. R. Gibb- H. Bowen. /slamic Society and the West, OxfordLondon 1950-57, 1-11, tür.yer.; Şerif Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton 1962, s . 217-218; E Selle, Prozessrecht des 16. Jahrhunderts im Osmanishen Reich, Oxford 1966, s. 19, 34; U. Heyd, Studies in Old Gıtoman Criminal Law (ed. V. L. Menage). Oxford 1973, tür.yer.; a.mlf., "Eski Osmanlı Hukukunda Kanun ve Şeriat" (tre. Selahattin Eroğlu), AÜİFD, XXVI ( 1 983), s. 633-652; a.mlf., "lll. Selim ve IL Mahmud Dönernlerinde Batılılaşma ve Osmanlı Uleması", Dergah, Vll/80, istanbul 1996, s. 15-19; Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Celalf isyan/arı, Ankara
1975, s. 249-251; Ahmet Mumcu, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, Ankara 1976, tür. yer.; S. Shaw. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Cambridge 1976, I, 22, 136-138, 159-160; R. Levy, The Social Structure of Islam, Cambridge 1979, s. 243, 261-266; A. Shmuelevitz, The Jews o{the Ottoman Empire in the Late Fifteenth and the Sixteenth Centuries, Leiden 1984, s. 41-43,66, 73; B. Lewis, Modern Türkiyenin Doğuşu (tre Metin Kıratlı). Ankara 1984, s. 13, 109; M. Akif Aydın, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul 1985, s . 72, 85-96; a.mlf., "Kanunnameler ve Osmanlı Hukukunun işleyişindeki Yeri", Osm.Ar., XXIV (2004). s. 37-46; a.mlf., "Batılılaşma", DİA, V, 162-167; a.mlf., "Osmanlı'da Hukuk", Osmanlı Devleti ve Medeniyet! Tarihi (haz. Ekıneteddin İh sa n oğlu). İstanbul 1994, l, 375-438; H. Gerber. Economy and Society in an Ottoman City: Bursa 1600-1700, Jerusalem 1988, s. 191-208; a.mlf., Islamic Law and Culture: 1600-1840, Leiden 1999, tür.yer.; a.mlf .. "Sharia Kanun and Custom in the Ottoman Law: The Court Records of !7th Century Bursa", IJTS, 11/1 ( ı 98 1-82). s. 131-146; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlil/eri, İstanbul 1990-92, I-IV, tür.yer.; Halil İnalcık, Essays in Ottoman History,
Koca Hüseyin Efendi'nin Bedayiu'l-vekayi'adlı eserinin 11.
cildinde Fatih Sultan Mehmed'in Teşkilat Kanunnamesi kısmı (Sovyet himler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Petersburg Şubesi El Yazmalan Bölümü, vr. 277')
İstanbul 1998, tür.yer.; a.mlf., "Osmanlı Hukukuna Giriş", SBFD, Xlll/2 (1958). s. 102-126; a.mlf., "Adaletnameler", TTK Belgeler, 11/3-4 (1965), s . 108, lll, 116-117, 122-123, 129, 132; a.mlf., "Suleiman the Lawgiver and Ottoman Law", Ar.Ott., 1 (1969), s. 105-138; a.mlf., "Jqinun", EP ( İng .). IV, 558-562; a.mlf., "Jqinunname", a.e., IV, 562-566; R. C. Jennings, Studies on Ottoman Social History in the Sixteenth and Seventeenth Centuries, İstanbul 1999, s. 133, 259, 264,275,297, 317-319; Murat Akgündüz, Osmanlı Devletinde Şeyhulislamlık, İstanbul2002, s. 80-81; Enver Ziya Karai. "Yavuz Sultan Selim'in Oğlu Şehzade Süleyman'a Manisa Sancağını idare Etmesi İçin Gönderdiği Siyasetname", TTK Belleten, Vl/21-22 (ı 942), s. 38; Suraiya Faroqhi, "Sidjill", EP ( İn g.). IX, 539-542.
!il M . AKiF AYDIN
D) Mali Yapı. Osmanlılar'da mali yapının geçirdiği safhalar devletin kuruluşundan çöküşüne kadar üç dönem halinde ele alınabilir. Bunlardan ilki maliye teşkilatının kuruluşundan 1 790'lara kadar uzanan, devletin yapacağı harcamaların finansmanı için kurulan tek bir hazine etrafında şekillenen mali yapının çeşitli bürokratik değişimler geçirmekle birlikte sistematik bir dönüşüme uğramadan varlığını sürdürdüğü dönemdir. 1790'lardan itibaren mali yapıda hazine-i amirenin yanında askeri harcamaların finansmanı için Irad-ı cedld ve mansfıre hazinelerinin oluşturulduğu çoklu hazine devri başlar. Yeni hazineler kurulmakla birlikte geleneksel mali politikalar da sürdürüldüğünden bu dönemi geçiş dönemi olarak değerlendirmek mümkündür. 1840'lardan itibaren Osmanlı maliyesinde köklü değişimierin yaşandığı Tanzimat devri başlar ve bu süreçte modern mali tecrübeler geleneksel politikaların yerini alır.
Kuruluş ve Gelişim. Başdefterdarın yönetiminde örgütlenen Osmanlı maliyesi, ilk iki dönemde esas itibariyle merkezi devlet gelir ve giderlerinin gerçekleştirildiği devlet hazinesinin (hizane-i amire) idaresinden sorumluydu. Bu vazifeyi muhasebe, rfıznamçe, mukataa ve tezkire gibi mali kalemlerde istihdam edilen Hazine-i Amire katipleriyle yerine getirirdi. Hazine katipleri dışında defterdarın idaresinde çalışan memurlar mevcuttu. Bu memurlar arasında başbaki kulu, cizye başbaki kulu, veznedarbaşı, sergi nazırı ve sergi halifesi yer alıyordu. Bunlar borçların tahsili, ödemelerin kontrolü, madeni paraların ayarı, hazine işlerinin defterlere geçirilmesi gibi işleri yapardı. Maliye teşkilatının başındaki görevliye başdefterdar denmesinden dolayı maliye teşkilatı defterdarlık adıyla anılmıştır.
OSMANLlLAR
Osmanlı Devleti'nde maliye teşkilatının İlhanlılar'ın maliye tecrübesi esas alınarak kurulduğuna dair tarihçiler arasında görüş birliği vardır. Zira Osmanlılar, İlhanlılar'ın sadece mali terminolojisini değil aynı zamanda defter tutma ve vergi toplama gibi mali uygulamalarını da benimsemiştir. Teşkilatın kuruluşu hakkında, birinci elden kaynak niteliğindeki arşiv malzemelerinin kıtlığı sebebiyle kesin bir tarih verilememektedir. Devletin mali gelir ve gider işlerini görmek üzere hukuki, siyasi ve idari diğer birimlerden bağımsız olarak ve kendi içinde nisbeten uzmanlaşmış bir kadronun veya bürokratik bir organizasyonun varlığına işaret eden en erken deliller ı. Bayezid devrine inmektedir.
Maliye teşkilatının yapısı ve işleyişine ait en erken toplu bilgilere Fatih Kanunnamesi'nde rastlanır. Burada devletin hazinesinin vekili ve nazırı olarak bir başdefterdardan söz edilmektedir. Bunun temel görev ve yetkileri arasında hazineden sorumlu olmak, hazineyi açmak ve kapatmak, hazinenin yıl sonu hesaplarını yaparak padişaha sunmak, maliye katiplerini tayin etmek, hazine işlerin i vezlriazamla görüşmek, hazineye ait gelir kaynaklarının işletilmesini sağlamak gibi işler sayılmaktadır. Başdefterdarın dışında kanunnarnede defterdar ve mal defterdan tabirleri geçmekteyse de bunların kim olduğu konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Kanunname tayin ve azli defterdarlara bağlı olan rüznameci, muhasebeci, mukabeleci, sipahiler katibi, mukataacı, tezkireci ve reis katibi gibi katipierin varlığından da söz etmektedir. Kanunnarnede Anadolu ve Rumeli eyaletlerinin mali işleri birbirinden tefrik edilmese de Y0/. yüzyılın son çeyreğinde başdefterdarın sorumluluğunda Rumeli defterdarlığı ve diğer bir defterdarın sorumluluğunda Anadolu defterdarlığının oluştuğu anlaşılmaktadır.
XVI. yüzyılın başlarından itibaren maliye teşkilatı, imparatorluğun bir yandan hem doğu hem batıya doğru coğrafi genişlemesine, öte yandan merkezlleşen devlet anlayışına paralel biçimde yeniden organizasyon sürecine girdi. Y0/l. yüzyılın ilk çeyreğinde fethedilen Arap ve doğu vilayetlerinin mali işlerini takip etmek üzere yeni bürolar kuruldu. 1 S30'lara gelindiğinde merkez maliyesi içerisinde mali işlerdeki uzmaniaşmadan dolayı kalem heyetlerinin (bürolar) sayısı hem nitelik hem nicelik bakımından artış kaydetti. Nitekim rfıznamçeci kadrosu altıya yükseldi, merkez maliyesinde rastlanmayan mevcudatçı ve teslimatçı gibi kadrolar ortaya çıktı.
521