ABD’DEN SÖZDE 12 EYLÜL İFŞAATLARI
BBC Türkçe, 2011 yılında yapılan bir başvuru sonucu gizliliği kaldırılan 12 Eylül 1980
dönemine ait ABD diplomatik yazışmalarına ulaştı. İlk kez yayımlanan bu belgelere göre,
dönemin ABD Büyükelçisi Spain, darbeden birkaç saat sonra Washington'a yazdığı notta
Türkiye'nin dış politikasında ve savunma politikalarında değişim yaşanacağı yönünde bir
kaygıya yer olmadığını söylüyor.
İşte İrem Köker'in haberi.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında ABD'nin Ankara Büyükelçisi olan James
Spain, darbeden birkaç saat sonra ABD'ye gönderdiği diplomatik notta askeri lideri iyi
tanıdıklarını ve Türkiye'nin gerek dış politika gerekse de savunma politikalarının
değişeceği yönünde endişe yaratacak bir neden olmadığını söylüyor.
BBC Türkçe, 2011 yılında Bilgi Edinme Yasası kapsamında yapılan bir başvuru üzerine
gizliliği kaldırılan ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine ulaştı. İlk kez kamuoyuna açıklanan
bu belgeleri bugün, yarın ve Cuma olmak üzere üç gün boyunca haber dizisi halinde
yayınlayacağız.
BBC Türkçe'nin ulaştığı, arasında 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında ABD'nin
Ankara, İstanbul ve İzmir'deki diplomatik temsilciliklerinden Washington'daki Dışişleri
Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışma yer alıyor.
İlk kez kamuoyuyla paylaşılan bu yazışmalardan biri gizlilik sıralamasında en yüksek ikinci
derece olan "Gizli" ibaresini; yedi tanesi üçüncü gizlilik derecesi olan "Özel" ibaresini
taşıyor. İki yazışma da kamuya açık bilgiler taşıdığı için "Tasnif Dışı" olarak
sınıflandırılıyor.
İLK YAZIŞMA DARBE GÜNÜ
Yazışmaların ilkinin tarihi 12 Eylül 1980 günü. Darbeden kısa bir süre sonra yazıldığı
anlaşılan ve dönemin Ankara Büyükelçisi Spain imzasını taşıyan bu yazışma, "Gizli"
ibaresine sahip. Dışişleri Bakanlığı'nın bu belgeyi paylaşmadan önce bazı kısımlarını
çıkarttığı görülüyor.
"Ordunun (yönetime) el koymasının ardından ABD-Türkiye ilişkileri" başlıklı yazışmada
Spain, darbenin hemen ertesinde şu değerlendirmeleri yapıyor:
"Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak
üzere Türkiye'nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe
taşımamıza da gerek yok.
Buradaki esas mesele, bu çıkarları etkin ve hızlı bir şekilde yeniden tesis edilen
demokratik ortamda da korumak olacak. Ancak bunun olmayacağına inanmak için de
herhangi bir neden bulunmuyor.
Bu ilk günlerde daha da önemli olan ise bizim kamuoyu önündeki tutumumuz. ABD
devleti adına konuşan sözcülere, durumu yakından takip ettiklerini söylemelerini ve
yorumlarını Türkiye'nin NATO üyeliği gibi dış politika yaklaşımlarında herhangi bir değişim
görmeyi beklemedikleri yönündeki ifadelerle sınırlı tutmalarını öneriyoruz."
- BBC
Büyükelçi Spain'in kaleme aldığı yazışmanın askeri liderlerle ilgili değerlendirmeleri içeren
paragrafının başlangıç kısmının ise belgelerin gizliliği kaldırılmadan önce ABD Dışişleri
Bakanlığı tarafından metinden çıkartıldığı görülüyor.
"Türkiye'de yaşanan Latin Amerika cunta darbesi değil"
1970'lerin ortasında ABD'nin Ankara Maslahatgüzarlığı görevini yürüten Spain, 1979'un
sonunda da büyükelçiliğe atandı. Spain'in görevi 1981 yılının yazında sona erdi.
Spain, 1984 yılında 'American Diplomacy in Turkey' (Türkiye'de ABD Diplomasisi) adında
Türkiye'de görev yaptığı dönemi anlattığı bir kitap yazdı.
Spain'in darbe günü gönderdiği yazıda, Türkiye'de ordunun yönetime el koymasının
diğer birçok demokratik ülkenin aksine "daha köklü ve daha kabul edilir" bir durum
olduğu ifade ediliyor.
Yazışmada, "Kısacası, bu bir Latin Amerika cunta darbesi değil… El koymayla ilgili yapılan
açıklamada da ifade edildiği gibi terör ve kamu düzeni alanında yaşanan son gelişmeler,
her ne kadar gönülsüz de olsa Türk ordusu üzerinde harekete geçme baskısı yarattı"
ifadeleri kullanılıyor ve şu değerlendirmeler yapılıyor:
"Hükümetlerle değil, devletlerle ilişki kurma temeline dayanan olağan politikamıza uygun
olarak, bu durumda (askeri yönetimi) tanıma gibi bir sorunun ortaya çıkmadığını
düşünüyorum.
Bunun ötesinde, mevcut durumla ilgili ABD'nin iki önemli ulusal çıkarı söz konusu.
Bunlardan ilki Türkiye'nin uzun vadede demokratik bir ülke olarak korunması. Diğeri de
savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasının uygulanmaya devam etmesi de dahil olmak
üzere güvenlik alanındaki ilişkilerimizin sürmesi."
SEİA Nedir?
Spain'in yazışmasında bahsettiği Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA), 29
Mart 1980 tarihinde imzalandı. Bu anlaşma ile NATO sorumlulukları kapsamında ABD'ye
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) ait bazı tesislerdeki ortak savunma önlemlerine katılma
izni verilirken, ABD de Türkiye'nin kalkınma çalışmalarına "mali ve teknik yardım
sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı" gösterme taahhüdünde bulunuyor.
ABD Hesap Verilebilirlik Kurumu tarafından 1982 yılında hazırlanan bir raporda, SEİA
anlaşmasıyla ABD'nin Türkiye'deki askeri tesislere erişiminin ambargo dönemi
öncesindeki düzeylere döndüğü ve bu sayede "askeri tesislere, istihbarat tesislerine ve
uzun menzilli bir navigasyon istasyona daha serbest şekilde erişmeye" başladığı belirtildi.
Büyükelçi Spain'in kaleme aldığı yazışmanın askeri liderlerle ilgili değerlendirmeleri içeren
paragrafının başlangıç kısmının ise belgelerin gizliliği kaldırılmadan önce ABD Dışişleri
Bakanlığı tarafından metinden çıkartıldığı görülüyor.
"Türkiye'de yaşanan Latin Amerika cunta darbesi değil"
1970'lerin ortasında ABD'nin Ankara Maslahatgüzarlığı görevini yürüten Spain, 1979'un
sonunda da büyükelçiliğe atandı. Spain'in görevi 1981 yılının yazında sona erdi.
Spain, 1984 yılında 'American Diplomacy in Turkey' (Türkiye'de ABD Diplomasisi) adında
Türkiye'de görev yaptığı dönemi anlattığı bir kitap yazdı.
Spain'in darbe günü gönderdiği yazıda, Türkiye'de ordunun yönetime el koymasının
diğer birçok demokratik ülkenin aksine "daha köklü ve daha kabul edilir" bir durum
olduğu ifade ediliyor.
Yazışmada, "Kısacası, bu bir Latin Amerika cunta darbesi değil… El koymayla ilgili yapılan
açıklamada da ifade edildiği gibi terör ve kamu düzeni alanında yaşanan son gelişmeler,
her ne kadar gönülsüz de olsa Türk ordusu üzerinde harekete geçme baskısı yarattı"
ifadeleri kullanılıyor ve şu değerlendirmeler yapılıyor:
"Hükümetlerle değil, devletlerle ilişki kurma temeline dayanan olağan politikamıza uygun
olarak, bu durumda (askeri yönetimi) tanıma gibi bir sorunun ortaya çıkmadığını
düşünüyorum.
Bunun ötesinde, mevcut durumla ilgili ABD'nin iki önemli ulusal çıkarı söz konusu.
Bunlardan ilki Türkiye'nin uzun vadede demokratik bir ülke olarak korunması. Diğeri de
savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasının uygulanmaya devam etmesi de dahil olmak
üzere güvenlik alanındaki ilişkilerimizin sürmesi."
SEİA Nedir?
Spain'in yazışmasında bahsettiği Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA), 29
Mart 1980 tarihinde imzalandı. Bu anlaşma ile NATO sorumlulukları kapsamında ABD'ye
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) ait bazı tesislerdeki ortak savunma önlemlerine katılma
izni verilirken, ABD de Türkiye'nin kalkınma çalışmalarına "mali ve teknik yardım
sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı" gösterme taahhüdünde bulunuyor.
ABD Hesap Verilebilirlik Kurumu tarafından 1982 yılında hazırlanan bir raporda, SEİA
anlaşmasıyla ABD'nin Türkiye'deki askeri tesislere erişiminin ambargo dönemi
öncesindeki düzeylere döndüğü ve bu sayede "askeri tesislere, istihbarat tesislerine ve
uzun menzilli bir navigasyon istasyona daha serbest şekilde erişmeye" başladığı belirtildi.
"Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş'in gözaltısına tepki için bekleyelim"
ABD Büyükelçisi, gerek Milli Güvenlik Konseyi'nin (MGK) oluşumunu ve yayımladığı
bildirileri gerekse de darbenin hukuki temelini inceledikten sonra daha detaylı bir yorum
yapabilecek hale geleceklerini belirterek, 12 Eylül 1980 tarihli yazışmada şu ifadelere yer
veriyor:
"Demokrasinin en hızlı ve mümkün olan en eksiksiz şekilde yeniden tesisinin sağlanması
için çalışmalar yürüteceğiz. Ve yeni devlet yöneticilerini gereksiz yere küstürmediğimiz ve
aşağılamadığımız sürece bu amacımızı gizlemeye de gerek görmüyoruz.
(Örneğin; Demirel, Ecevit, Erbakan ve muhtemelen Türkeş'in gözaltına alınmaları
konusunda tutumumuzun ne olması gerektiğine dair tavsiyede bulunmadan önce birkaç
gün beklemek istiyorum.)
Dönemin Başbakanı ve Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, ana muhalefetteki
Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı Bülent Ecevit ve azınlık hükümetine dışarıdan
destek veren Milli Selamet Partisi'nin lideri Necmettin Erbakan, darbe gecesi gözaltına
alındı. Demirel ve Ecevit eşleriyle birlikte Hamzaköy'e; Erbakan ise Uzunada'ya götürüldü.
Bu yazışmanın yapıldığı sırada ise azınlık hükümetine dışarıdan destek veren Milliyetçi
Hareket Partisi'nin (MHP) Genel Başkan Alparslan Türkeş ise aranıyordu. Darbe gecesi
evinde bulunamadığı için gözaltına alınamayan Türkeş, 14 Eylül Pazar günü Ankara'da
teslim oldu ve Uzunada'ya götürüldü.”
- BBC
Spain, yapılan ilk açıklamalarda demokrasiye dönüş vurgusunun yeterince güçlü
olmadığını temas kurduğu kişilere aktardığını belirterek, şunları yazıyor:
"Ben halihazırda bir inisiyatif alarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan ve aynı
zamanda Milli Güvenlik Konseyi toplantılarına da katılan Büyükelçi (İlter) Türkmen'e, şu
ana kadar sadece 1 numaralı (MGK) bildirisinde demokratik süreçle ilgili çok genelgeçer
bir ifade bulunduğunu ilettim.
Türkmen, görüşlerimi hem (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan) Evren hem de (MGK
Genel Sekreteri Haydar) Saltık'a aktaracağını ve aynı zamanda bugün için NATO
büyükelçileriyle planlanan toplantıda da demokrasinin yeniden tesisi konusunun üzerinde
yoğun şekilde durulacağını söyledi.
Yine aynı yazışmadan, 12 Eylül günü akşamüstü TSİ 15:00'te ordu komutasıyla NATO üyesi
ülkelerin büyükelçileri arasında bir toplantının planlandığı da anlaşılıyor.”
Spain, anılarını yazdığı "American Diplomacy in Turkey" kitabında da Evren'in aynı gün
içerisinde öğlen saat 13:00'te bir kez daha televizyonların karşısına çıktığını ve bu kez
demokrasiye dönüş meselesine daha çok vurgu yaptığını belirtiyor. Spain, bunda kendi
önerisinin etkili olup olmadığını bilmediğini ancak yine de memnun olduğunu ifade
ediyor.
Eski büyükelçi kitabında ayrıca, Türkmen'in de NATO büyükelçileriyle yapılan toplantıda
bu konuya ağırlık verdiğinin altını çiziyor.
- BBC
"Dini görevlerini yerine getiren komutanların laik sisteme inancı ilginç"
ABD'nin diplomatik yazışmalarında, 12 Eylül darbesinin ardından Evren'in açıklamaları,
MGK bildirilerini ve ulusal basında yer alan haberlerin yakından takip edildiği ve buradan
derlenen bilgilerin, kendi kaynaklarından elde ettikleriyle harmanlanarak not halinde
gönderildiği anlaşılıyor.
ABD'nin Ankara Büyükelçiliği, Evren'in 16 Eylül 1980'de düzenlediği basın toplantısındaki
açıklamalarının İngilizce tam metnini diplomatik yazışmalar arasında gönderdiği
görülüyor. Bu yazışma, gizlilik derecesi "Tasnif Dışı" olan iki belgeden birisi.
Bu basın toplantısından birkaç gün sonra da Ankara'da görevli diplomatlardan Daniel
Newberry tarafından kaleme alınan "Türk ordusunun (yönetime) el koyması - Geçmiş ve
Beklentiler" başlıklı yazışmayla gelinen duruma dair kapsamlı bir değerlendirme yapıyor.
Newberry'nin 20 maddeden oluşan değerlendirmesinde darbe öncesi Türkiye'deki durum,
Evren'in açıklamaları ve MGK bildirilerinin ayrıntıları, ordunun dünya görüşü, dış
politikaya yönelik beklentiler, ekonomi politikaları, eğitim reformu, siyasal sistemde
beklenen değişiklikler ve demokrasiye geri dönüş konuları ele alınıyor.
Bu yazışmada da ağırlığın Spain'in de darbe sabahı gönderdiği notta vurguladığı üç konu
olan ekonomik reform süreci, dış politikada devamlılık ve demokrasiye verildiği
görülüyor.
- BBC
Ordunun darbe planlarının eski Başbakan Nihat Erim ve bundan üç gün sonra da
Türkiye'deki sendikal hareketin en önemli isimlerinden Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu'nun (DİSK) kurucusu Kemal Türkler'in öldürülmelerinin ardından
Temmuz ayı ortasında "ciddiye bindiğinin artık daha net bir şekilde" görüldüğü
belirtiliyor.
Erim, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul'un Dragos semtinde Dev-Sol tarafından
düzenlenen bir suikast sonucu yaşamını yitirirken, Türkler de 22 Temmuz 1980'de evinin
önünde bir ülkücü tarafından vurularak öldürüldü. Bu iki cinayet, 12 Eylül darbesi
öncesindeki en önemli kilometre taşları arasında gösteriliyor.
Newberry de değerlendirmesinde darbenin hayata geçirilmesi kararında bu iki olayın
önem taşıdığını belirterek, Evren ve diğer komutanların Türkiye'deki mezhepsel ve
ideolojik farklılıkların dış güçler tarafından kullanılmasından kaygı duyduklarını aktarıyor:
"Evren her ne kadar doğrudan Sovyetler Birliği, Afganistan veya İran ile Libya'da İslami
uyanıştan bahsetmemiş olsa da, kendisinin ve diğer komutanların dış güçler tarafından
yönetilen ya da dışarıdan ilham alan ideolojik grupların, devletin demokratik ve laik
temellerini tehlikeli düzeyde zayıflattığına inandığını açık bir şekilde dile getirdi.
Bazı askeri liderlerin dini görevlerini yerine getiren kişiler olduğu söylenirken, Kemalizm'in
en güçlü ilkelerinden biri olan laik bir siyasal sisteme inançlarının tam olması da ilginç bir
nokta."
- BBC
"ABD çıkarlarıyla ilgili temaslar rahatlatıcı"
Yazışmayı kaleme alan Newberry, Türkiye'yi yakından tanıyan ABD'li diplomatlardan
birisi. 1999 yılında yaşamını yitirmesinin ardından Washington Post gazetesi yayımladığı
haberde Newberry'den "Türkiye konusunda otorite" olarak bahsediyor.
Newberry, 36 yıl süren diplomasi kariyerinde Türkiye'ye dört defa atandı ve Ankara,
Adana ve İstanbul'da görev yaptı. 19 Eylül 1980 tarihli yazışmayı Ankara Büyükelçiliği'nde
görevli olduğu sırada kaleme alan Newberry, bundan bir yıl sonra İstanbul
Başkonsolosluğu'na atandı ve 1985 yılına kadar bu görevi sürdürdü.
Newberry'nin gönderdiği yazışmada, yeni yönetimde de devamlılığı olacak olan iki konu
ekonomik sistem ve dış ilişkiler olarak tanımlanıyor ve askeri liderlerin 1980 yılının
başlarında başlatılan ekonomik reform programını sürdürmeye kararlı oldukları
vurgulanıyor.
Aynı yazışmada dış politika konusunda ise Newberry, "değişimin az olmasını ya da hiç
olmamasını" beklediklerini dile getiriyor ve daha önce Spain'in yazışmasında da adı geçen
Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri İlter Türkmen ile temasta olduklarını belirtiyor.
Yazışmada, "Büyükelçi'nin Türkmen ile kurduğu temaslar yapıcı ve ABD'nin çıkarları ile
savunma alanındaki karşılıklı olağan işbirliğinin devamına yönelik rahatlatıcı oldu"
ifadeleri kullanılıyor.
Ekonomi politikaları alanında ise Evren'in ekonomik reform programının devam edeceğini
ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'yle (OECD)
yapılan anlaşmaların süreceğini taahhüt ettiği ifade ediliyor.
24 Ocak Kararları nedir?
Newberry'nin atıfta bulunduğu ekonomik reformlar, Başbakan Demirel'in talimatıyla
dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan ve 24 Ocak Kararları
olarak bilinen programını ifade ediyor.
24 Ocak Kararları kapsamında yapılan bir dizi yapısal reformla serbest piyasa ekonomisine
geçiş süreci başlatıldı. Bu kararlar arasında devletin ekonomi içindeki payının azaltılması,
yüzde 32 oranında devalüasyona gidilmesi, günlük döviz kuru uygulamasına geçilmesi,
bazı sektörlerde sübvansiyonların kaldırılması ve dış ticaretin serbestleştirilmesi de yer
alıyor.
İş dünyası bu kararları Türk ekonomisinin liberalleşmesi yönünde yapılmış çok önemli bir
hamle olarak nitelendirmiş ve memnuniyetle karşılamıştı. Ancak özellikle sol kesim, bu
kararların işçi sınıfı üzerindeki baskıları artıracağı ve haklarını azaltacağı için karşı çıkmıştı.
12 Eylül darbesini düzenleyenler tarafından hiçbir zaman kabul edilmemiş olsa da bu
darbenin yapılmış olma nedenleri arasında iş dünyası ve ABD'nin de desteğiyle 24 Ocak
kararlarının uygulanmasının bulunduğunu da öne sürenler bulunuyor.
"Demokrasiye dönüşün hızını belirleyecek iki unsur var"
Newberry tarafından kaleme alınan yazışmada değinilen bir diğer önemli konu da
darbenin ardından Türkiye'nin demokrasiye ne zaman geri döneceği konusu. Yazışmaya
göre, iktidarın seçilmiş, sivil bir hükümete devredilmesini belirleyecek olan iki unsur
bulunuyor:
"1) Terörün kökünü kazıma konusunda sağlanacak ilerleme. (Terör) azalmış durumda
ancak bitmiş değil.
"2) Şu ana kadar kendi içinde sert şekilde bölünmüş görünen sivil elitlerin ordu ile ne
ölçüde işbirliği yapacağı.
"İktidarın devredilmesiyle ilgili en makul tahmin en az bir yıl. Ancak daha da uzun sürmesi
muhtemel."
Newberry, Türkiye'nin "demokratik, laik ve Batı yanlısı bir ülke olarak korunması"
amacıyla siyasal sisteminde "kapsamlı değişiklikler yapmayı planladığını" belirtiyor.
Newberry, "Parlamenter sistem korunacak ancak birçok kişi yeni sistemin mimarlarına
cumhurbaşkanlığı makamını güçlendirme çağrısı yapıyor. Ülkenin bölünmesine neden
olan radikal siyasetçilerin önü kesilecek. Revize edilen sistemde, genel olarak, sınırsız
bireysel özgürlükler yerine, devletin bütünlüğü ve devlet kurumlarının işlevselliğine daha
fazla önem verilecek" diyor.
- BBCSoldan sağa: Bülend Ulusu, İlter Türkmen, Haluk Bayülken
"Yeni kabinede muhafazakar olarak bilinen yetenekli isimler var"
Türkiye'de görevli ABD'li diplomatların, 12 Eylül darbesinin ardından gelen tutuklamaları
ve yapılan atamaları da yakından takip ettiği görülüyor.
22 Eylül 1980 tarihini taşıyan "Özel" ibareli bir yazışmada, Bülend Ulusu başbakanlığında
kurulan yeni kabineye dair değerlendirmeler yer alıyor. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde
görevli Arnold Schifferdecker imzalı yazışma, "Türkiye'nin yeni kabinesi" başlığını taşıyor.
Kabinedeki isimlerin seçiminde "deneyimin" önemli bir kıstas olarak göründüğünün
belirtildiği yazışmada, "Yeni kabine, genel olarak muhafazakar olarak bilinen ve Türk
halkının aşina olduğu bir grup yetenekli isimden oluşuyor. Az sayıda bilinmeyen isim var
ve aralarında tartışmalı isim de bulunmuyor" deniliyor.
Yazışmada, kabinede ekonomi, dışişleri ve savunma bakanlıklarına yapılan atamaların,
askeri yönetimin ekonomi ve dış politikada mevcut politikaları sürdüreceğinin bir teyidi
olarak yorumlanıyor.
Başbakan Yardımcılığı görevine getirilen Özal'ın 24 Ocak Kararları ile başlayan ekonomik
reform sürecinde "yetkili kişi" haline geldiği ifade edilirken, Dışişleri Bakanlığı'na getirilen
Türkmen ve Savunma Bakanlığı'na atanan Haluk Bayülken de "yüzü güçlü şekilde Batı'ya
dönük isimler" olarak tanımlanıyor.
Schifferdecker, kabineyle ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor:
"İki başbakan yardımcısı, üç devlet bakanı ve 21 bakan ile Ulusu'nun kabinesinin
büyüklüğü de Demirel'inkine yakın. Ancak, bu iki kabine arasında bazı ciddi farklılıklar
bulunuyor.
"Kabineyi oluşturan adamlar -hiç kadın yok- yetenekli, tartışma yaratmayacak ve
kendilerine teslim edilen konularda deneyimli isimler olarak biliniyor.
"Olağan bir kabineye kıyasla çok daha fazlası bir ya da birden fazla yabancı dil biliyor ve
hem mevcut hem de eski büyükelçilik çalışanları birçoğunu yakından tanıyor."
"Kaç milletvekilinin gözaltına alındığına dair güvenilir bilgi yok"
Darbeden bir hafta sonra, 19 Eylül 1980 tarihinde Ankara Büyükelçiliği'nden "Özel"
ibaresiyle gönderilen bir yazıda, gözaltına alınan eski milletvekillerinin listesi yer alıyor.
Thomas Martin imzalı yazışmada, Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaya göre, 50
milletvekilinin gözaltına alındığı belirtiliyor. Bu kişilerin 25'inin CHP, 11'inin MHP, 7'sinin
AP, 5'inin MSP ve 2'sinin bağımsız milletvekili olduğu ve aralarında iki de senatörün
bulunduğu ifade ediliyor.
Yazışmada gözaltına alınan CHP'li vekillerin "birçoğu (CHP içindeki sol kanadın önemli
temsilcilerinden İzmir Milletvekili) Süleyman Genç ve benzer şekilde DİSK gibi radikal sol
örgütler ile solcu terör örgütleriyle bağlantısı bulunan solcu isimler" olduğu öne
sürülüyor.
Tutuklanan AP'li vekillerin çoğunun ise Kürt bölgelerinden seçilenler olduğu vurgulanıyor
ve şu ifadelere yer veriliyor:
"Ordu, bu açıklamayı muhtemelen çok daha fazla sayıda insanın tutuklandığı yönündeki
söylentilerin giderilmesi için yapmak durumunda kaldı. Şu ana kadar kaç kişinin
yargılandığı ya da yargılanacağına dair güvenilir bir bilgi bulunmuyor.
"Bazı Büyükelçilik kaynakları, gözaltına alınan 50 civarındaki kişinin son olmayabileceğini
söylüyor. CHP'nin bazı diğer milletvekilleri içinde yakalama kararı çıkartıldığı yönünde
duyumlar aldık."
12 Eylül 1980'de ne oldu?
TSK, cumhurbaşkanının parlamentoda uzlaşma sağlanamaması nedeniyle aylarca
seçilememesi, yaşanan hükümet istikrarsızlığı, ağır ekonomik sorunlar ve yoğun iç
çatışmaları gerekçe göstererek 12 Eylül 1980 Cuma günü sabah saat 03:00'te yönetime el
koydu.
Ülkenin yönetimi darbeyle birlikte kurulan Milli Güvenlik Konseyi'ne (MGK) devredildi.
MGK'nın yayımladığı ilk bildiride, darbenin ordunun "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği
Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini" yerine getirmek adına "emir-komuta
zinciri" içinde gerçekleştirildiği belirtildi.
MGK'nın başkanlığına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren getirildi.
Konsey'de yer alan diğer isimler de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin,
Deniz Kuvvetleri Komitanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun oldu.
Konsey'in genel sekreterliği görevini de Orgeneral Haydar Saltık yürütüyordu.
Darbe olduğunda iktidarda Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel
başbakanlığındaki azınlık hükümeti bulunuyordu. Bu azınlık hükümetine Necmettin
Erbakan önderliğindeki Milliyetçi Selamet Partisi (MSP) ve Alparslan Türkeş'in lideri
olduğu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dışarıdan destek veriyordu. Ana muhalefette ise
genel başkanlığını Bülent Ecevit'in yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vardı.
Darbenin ardından birçok siyasi parti, sendika ve dernek kapatıldı, yeni bir anayasa
hazırlandı, birçok isme siyaset yasağı getirildi ve parlamenter sistemde önemli
değişiklikler yapıldı. Darbenin ardından yaklaşık üç yıl sonra, 6 Kasım 1983 genel
seçimleriyle demokrasinin yeniden tesisi süreci de başladı.
Adalet Bakanlığı'nın açıkladığı resmi verilere göre, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin
ardından toplam 650 bin kişi gözaltına alındı ve 52 bini de tutuklandı. Fişlenen kişi sayısı
da 1 milyon 680 bin, vatandaşlıktan çıkartılanların sayısı da 14 bin.
Sıkıyönetim mahkemelerinde 210 bin dava açıldı ve toplamda 230 bin kişi farklı suçlardan
yargılandı. Bunların 7 bini hakkında idam cezası istendi.
Bu dönemde, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevleri nedeniyle, 171 kişi sorguda ve uğradığı
işkence sonucu ve 49 kişi de idam edilerek yaşamını yitirdi.
Ancak sivil toplum kuruluşları, gerçekten çok daha fazla kişinin darbeden etkilenmiş
olabileceğini söylüyor.
1981 yılında Türkiye: Askeri darbe sonrası siyasal ve sosyal yaşam
12 Eylül'le hesaplaşma
12 Eylül davası düştü
Kenan Evren: Hayatı ve mirası
Arşiv Odası: Kenan Evren, 1981-1988
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category güvenlik]
[tags DARBELER DOSYASI, ABD, SÖZDE, 12 EYLÜL, İFŞAAT]