Download - Elfaz
SAYI:1 / SIKINTI
‘ c a n s ı k ı n t ı s ı b i r v a r o l u ş m e s e l e s i d i r ’
elfaz
“Elfaz” bir 4k/KalemKahveKlavye Konsepti ürünüdür. Nisan 2011-Nisan 2012 arası yayınlanan KalemKahveKlavye Dergi’nin halefidir.
“Can Sıkıntısı”nı varoluş meselesi haline getirmiş, yaptığı her şeyin dünyadaki sıkıntının getirisi olduğunu bazen veya her zaman düşünen kişilerin eserlerini ya da beklentilerini içerir.
Herhangi bir ideoloji ile güdümlenmemiştir. Mevzulara, dünyaya fırlatılmış gibi hisseden bir canlının hiç bitmeyen, varoluşunu anlamlandırma ya da anlamlandırmama kaygısıyla bakar.
“Elfaz” bir online edebiyat dergisi olup her sayısı farklı bir konsept üzerine ve belirsiz zamanlarda kendisini tamamlayınca yayınlanır.
“Elfaz”a eser gönderemezsiniz. Gerektiğinde o sizi bulur.
Elfaz Nedir? Ne Değildir?
Bir KalemKahveKlavye konsepti ürünüdür.
içindekiler
udr u* K 1 a7 m- lM E e - li rs a T nıük Ç e nl aS hü kn öb Gü -l me - d 6 rK E- a ir c 1 a n K in gl *ı zk a i eSd kGo -ı k ak 7 aö * Bk iy t ra i e- v B nB iee ar Ka l l ç-a Y r r ey vş le -ü no l a S G e zğ o ry i dy al a du t na an mü lr* K ıı s * l f1 a i ü Y1 r 9 r k l 0 A- * y e-M - ö zB 5 4 u - " Au *G -r er la 5a tü tt m 1k l r c oG *oK a Bü 'n Nü n lc -r n2 a D ik 'e - n tKç men ao eü ğm ar r oa- y dı r ZeSa m - i rL K r a S i -o r dbo Sp a ç Ar o g i i u ts u riHy Er - * T ro - Bi i mr2 mu ne ne0 idsm a z* Ö6 k- - nO ak C rŞ iS re i Çez y de -d n *a yE 1 a1 n lÖ - a ıB J- zz u ı4kd 1e t * K o D u mı fr dğ a lın k - Sı ua sn u - Y -T 2h 2a *n ta ut ro is e'u B n - S raes hi a * B 2 a1- nTu
Görseller:Adnan Can Tezulaştıran - Atiye Akyel - Berna Bilgin - Gökçe Uzgoren - Koray Sarıdoğan
Grafik Tasarım:Zeynep Yüksek
http://www.facebook.com/kalemkahveklavye - http://kalemkahveklavye.blogspot.com/
MUKADDİME
Ölüm gerçeğine direnme biçimlerinden biri olarak yara�lan her şey; kavramlar, tabular, sistemler, ideolojiler ve yasalar... İnsan ırkı için idealize edilen her şey; evler, arabalar, banknotlar, adamlar ve kadınlar…
Minimum enerjiyle maksimum düzensizliğe giderken, seni dünyaya bağlamak için yara�lmış tüm zevkler, beklen�ler ve sistemler soğuyup çürürken, geriye çok az şey veya hiçbir şey kalmadığı halde hâlâ ölmemişsen; seni gerçekten ne iyi hisse�recek?
Bir pes etme biçimi olarak beyin felci, kalp felci, ruh felci. Kendimize felçlerden felç beğenirken, en az birini seçmemiz için kıyma makinesinden geçirilen çiğ etler gibiyken ne anlamı var aynı gezegende olmamızın? Çoğumuz aynı yerdeyiz diye içimiz uyuşmuş ve rahat, ama kıyılıyoruz işte. O diri ve gösterişli etlerden geriye bu ölü solucanlar kalıyor. Kanın heveslerinden çekildiğinde, seni ne iyi hisse�recek?Sonsuzluk, ölümsüzlük ve sınırsız kudret beklen�si yerine sonluluğunun, ölümlüğünün ve güçsüzlüğünün farkına varanlar; işte onların yok oluşu, diğerlerinin var oluşundan daha görkemli olacak.Çünkü bilenle bilmeyen bir olmadı hiçbir zaman. Biri hep ölecek gibi, diğeri hiç ölmeyecek gibi yaşadı.Hep var olacak gibi yol alırken,ar�k var olmayacağının farkına vardığında seni ne iyi hisse�recek?
İdeolojiler, siyasetler, kuramlar, teoriler ve ahkamlar, çok bilmişler, “O konu aslında öyle değil”ler, “Bence bu konu böyle olmalı”lar, vesaireler, vesaireler; seni kendine uzaklaş�rıp bir yere bırak�ğında; geriye ne kalacak?
Aynı anda hem soyut, hem somut olan tek şeydir kelimeler. Aklının alabildiği ve alamadığı hiçbir şey yokken, ister “önce söz vardı” de, ister “ol” de, istersen “om”. Önce kelimeler vardı. Her şey soğumaya başladığında ve belki de sıcakken hâlâ; önce ve sonra geriye kelimeler kalacak. Çünkü olan biten ve gerçek olduğu söylenen her şey, ölüm gerçeğine direnmek için yara�lan insan yapımı hayaller. Çünkü olan biten her şey, insanın varoluş sıkın�sının bir sonucu. Bazıları sıkın�sından kurtulmak isterken, ancak kelimelerin terbiyesinden geçmiş olanlar bilir ki can sıkın�sı, bir varoluş meselesidir, var olmanın vazgeçilmezidir.
Sonuç? Sonucun ne önemi var. Sonuna geldiğini sandığında geride bırak�ğı köprüyle birlikte yıkılır tüm canlılar çünkü. Çünkü köprüleri yıkmak için buradayız; arkamızda hiçbir şey kalmayana kadar yol almak için. Sonrası? Sonrası yok. Orası kelimeleri bile aşar.
Koray SARIDOĞAN
Fotoğraf:Koray Sarıdoğan
Bir evin iki kapısından biri açık, biri kapalı olsa.
Biri girse, açarak kapalısından;
Öbürü, açığını kapa�p çıksa.
Ne anlam çıkarırsınız bundan? (Özdemir ASAF)
Ölüm bilinci ikiye ayrılır, hiç ölmeyecek gibi yaşayanlar,
her an ölecek gibi yaşayanlar.
Ölmeyecek olsaydın neler değişirdi haya�nda?
Ölümün olmadığı bir haya�a, şu ankinden farklı olarak
en iyi ne yapılabilir? Ben her iki durumda da
değişmeyecek bir şey yapmaya çalış�m; bir hikaye
yazdım… Bir zamanlar normal bir kadınla normal olma
savaşı veren bir adam ve anormal bir adamla anormal
olma savaşı veren bir kadın tanıdım. Hayal e�ğim
coğrafyalara onları yerleş�rerek hikayelerini yaratmak
ve yazmak istedim.
Zamanımın çoğunu bir tekerlekli sandalyede
geçiriyorum. Sokaklara çıkıyor, ellerimle çevirdiğim
teker lek ler yaşadığ ım ü lkenin, b iz ler i as la
düşünmemiş pürüzlü kaldırımlarında dönerken,
insanları izliyorum. Onların beni daha çok izlediğini
söylememe gerek yok sanırım. Normal olmayan her
şey, normal olduğunu sanan çoğunluğun dikka�ni
çekmek için hazırlanmış özel bir gösteri gibidir.
Toplumun acıdığı, nefret e�ği, dışladığı, kabullenmek
istediğini söyleyip asla kabullenemediği her şey
normal dışıdır. Engelliler, hastalar, ucubeler, yaralı
bereliler, kirli ve yır�k elbiseliler, kendi kendine
konuşanlar, sarhoşlar…
Uzun uzun dolaş�ğım saatler, benim boş zamanım.
Ka lan zamanda ya ln ız yaşad ığ ım ev imdeki
bilgisayarımın başında ikinci sınıf şirketler için
tanı�mlar ve içerikler yazıyorum. Yüzünü hiç
görmedikleri bir adamın, ücretsiz alan sunan bloglar
üzerinden yeterli miktarda şişirerek yayınladığı
CV'sine güvenip iş veren onlarca “kurumsal” adam…
Riskli bir sektör... Ben paramı alamazsam ayırdığım
zaman boşa gidiyor, onlar işlerini alamazlarsa i�barları
ve paraları azalıyor. İ�bara ve paraya önem veren
onlarca adama karşı zaman dahil hiçbir şeye önem
vermeyen bir tek adamın danışıklı dövüşü…
Bu haya�a yap�ğım her şey, can sıkın�mın eseri.
Hepimiz gibi. Ölüm gerçeğine direnmek için sistemler,
kavramlar, tabular, gelenekler yaratan milyon yıllık
atalarım gibi. Bu yüzden tekerlekli sandalyemden
kalkmadan bir hikaye yazmak istedim.
Zaman ikiye ayrılır, boş olanlar ve doldurulamayacaklar.
NORMSARIDOĞAN
KORAY
Adam çok sıkılıyor. Kadın daha çok sıkılıyor. Adam
hiçbir şeye inanmıyor, kadın inanmak is�yor. Adam
hiçbir şeye inanmadığı için bir şeylere inanmış rolünü
çok iyi yapıyor. Kadın rol yapar gibi görünse de
herkesten daha ciddiye alıyor malum şeyleri.
Adam, yıllarca normal insanlar gibi yaşamamış. Arızalı
dürtüleri yüzünden simetriye ve este�ğe inancı yok.
Bıyıklarını yamuk kesiyor, bilerek… Yemeğe tuz atarken
tuzluğun kapağı düşüyor, bilerek. Elinde kahve fincanı
ile yumuşak yatağına yerleşmeye çalışıyor, biraz kahve
dökülüyor yatağa; musluğu biraz sola kaydırsa su ılık
akacak, kaydırmıyor. Bilerek… Bakirelerle takılıyor,
onlardan bekaretlerini istemiyor ama bir anda
giriveriyor içlerine. Yanlışlık süsü verilmiş ama bilerek.
Bir gün kahvenin yanında yemek için kaymaklı bisküvi
alıyor. Pake�eki yedinci bisküviye geldiğinde, gözleri
dalıveriyor. Bisküviye bakıyor. Fabrika hatası olan ve
aradaki ince tabaka kaymağa ters yapışmış olan
bisküviye dalıp gidiyor. Dalıp hiçbir yere gidiyor. Her
şeyin ötesindeki hiçbir yere. Hiçbir yer denilen yer
aydınlıksa beyaz, karanlıksa siyah�r. O, hepsini birden
geçiyor. İnsanın ölüme direnmek için yara�klarına
karşı kendi direnişinin başken�ni orada fark ediyor:
Can sıkın�sı… İnsan, iç sıkın�sı ile can sıkın�sı
arasındaki acıdan aldığı hazzı, haya�n ta kendisi yapar
mı? Adam yapıyor.
Gi�ği ilk barda, gördüğü ilk kadına aşık oluyor. Etek
kısmı dar bir siyah elbise giyen kadın, kapıya dönük
sır�nın üstündeki kafasını, her an düşecek gibi tu�uğu
bira şişesine dayamış. Gözleri boşlukta. Sallandırdığı
ayağı, al� boş olan bar masasının öte yanından
görünüp kayboluyor. Adam sallanan ayakta bir dövme
görüyor, incelemiyor. Sallanan ayağı bacaklarının
kenarına alacak şeki lde oturuyor karşıs ına.
Konuşuyorlar. Sadece konuşuyorlar. Adamın yüzü
kapıya dönük olduğu için dikka� dağılıyor bazen ama
kadın hep pürdikkat… Selamlaşırken de, bir saat sonra
kafalar güzelleşirken de, iki saat sonra masanın iki
yanından uzanıp öpüşürlerken de. Adam arada kapıya
bakıyor ama yine de aşık oluyor; oysa kadın, gerçekten
aşık oluyor.
Aşk ikiye ayrılır; olaysız dağılanlar ve bir olayı olanlar.
Olaysız dağılmıyorlar. İnsanlar başarılı bir orgazm
bekliyorlar seksten. Çok kısa değil, çok uzun da değil.
Ereksiyonda sıkın� olmasın ve zamanı geldiğinde
herkes tatmine ulaşsın. Adam hepsini başarıyor, ama
son noktada takılıyor. Zirveye geliyor, zirveyi yok
ediyor. Kimse o zirveye çıkamasın bir daha diye.
2
elfaz
Yap�ğı şeyin fiziksel bir haz olduğunu insanlık tarihine
unu�urmak için bütün maneviya�yla sevişiyor ve
sonra odanın karanlık köşesinde kendisini izleyen
yaşamış ve ölmüş tüm türdaşlarına soruyor: Hangi
seks, boşalmayı amaçlamayan seks kadar amacına
ulaşmış olabilir? Ben onu ilk gördüğüm gün zehrimi de
yumurtamı da akı�m, diyor; kaderin, arkası boşluğa
açılan vulvasına.
Tırnak aralarına iğne saplamak gibi tüm bunlar.
Bomboş yoldaki iki araba arasından geçmeye
çalışmak, bir çemberin başını ve sonunu görürken yola
çık�ğın yere dönememek gibi. Kendi varoluşunda olan
biteni bildiğin halde bir sonraki adıma vize alamamak
gibi. Sonlu doğruyu seçmek yerine sonsuz yanlışı
sürdürmek gibi. Sonluluğun damakta kalan lezze�ne
karşılık sonsuzluğun tatsızlığı gibi…
İnsanlar ikiye ayrılıyor sonra, saplan�lı olanlar ve
saplan�sının farkında olmayanlar.
Tekerlekli sandalyemin boyuna göre yüksekte kalan
masadan bana bakıyordu yazdığım hikaye.
Bütün akşam yazmış�m. Dün gece, hikayede
anla�ğım bara gitmiş, kapıya yüzü dönük oturan
kadının sallanan dövmeli ayağını bacaklarımın arasına
alarak oturmuştum. Sonsuzluğun o kadar da ürkütücü
gelmediğini anlatmaya çalışırken arkamdaki kapıya
dalan kadının beni çok da iyi dinlemediğini fark e�m.
Birkaç kez uyardım, dikka�ni toplayamadım. “Ne
değiş�?” dedim. “Sen orada oturuyorsun, ben
burada” dedi. “Doğru” dedim, “oturduğumuz yerler
çok şeyi değiş�rir”.
Az önce bitmiş hikayeye bakıp kahvemin son
yudumuna eşlik etsin diye bir bisküvi pake� aç�m.
Pake�n içinde, aradaki kremanın üstüne ters yapışmış
bisküviyi gördüm. Kısa süreli hipnozum bi�nce de
tekerlekli sandalyemin önünde ayağa kalk�m.
“Sıradaki gelsin” dedim, “Bundan da sıkıldım”. Olan
biten her şey, can sıkın�mızın eseriydi. Ölüm
karşısındaki çaresizliğimizin ve sonsuzluğa olan aciz
beklen�lerimizin… Keşke bilselerdi…
Gö
rsel:
Gökç
e U
zgöre
n
“Ö�emi canlı tutamadım” dedi gözlerini yarım aşağı indirerek. Kirpiklerinin al�ndan
şerit şeklinde bir ışıl� görünüyordu. “İçimde sadece on saniye paslanmadan kalabildi.
Çürüdü, dağıldı, gi�. Havayla temas etmesine izin vermemeliydim. Kapandığım yerden
dışarı hiçbir zaman ayak basmamalıydım. Ö�emi taşıyamadığım için sıkın�lıyım. Şimdi
ise özgürüm. Bilmeden düştüğüm özgürlüğün içinde kıvranıyorum. Sıkın�m sadece
yüzümden değil, çok uzaklardan silue�me bakan birisi tara�ndan bile fark edilebilir.
İşte bu yüzden çok ö�eliyim. Silue�mi gören ve sıkın�mı anlayacak olanlar içinde
sadece birisinden “Beni böyle görmemeli” dediğim için sığınıyorum yalnızlığa.”
Elleri cebinde olduğu halde yürürken ağzından sarkan yarım sigaradan etrafa yayılan duman, her tara� griye boyadı. Sigaranın dumanının kekremsi kokusu tüm kokuları bas�rarak sildi. E�ara e�ar ka�. Sıkın�ya sedef kak�. Tüm bunların üstüne bir de İstanbul'u ha�rlatmak gibi bir cürüm işledi. “Burası dışında başka bir yer de olabilir. İstanbul şart değil” diye geçirdi içinden. İlgili ilgisiz şeyler sayıklardı kimi zamanlar. Bunu bazen başkalarının yanında da yap�ğı olurdu hiç kimseye aldırış etmeden. Bazen de ilgili ilgisiz şeyler düşünürdü ve bunu sırf düşünmek için yapardı. Zihninde arada boşluklar oluşuyordu. Bir keresinde hiçbir şey düşünemeden bir cümlenin ortasında öylece kalakalmış�. Ha�zasını yi�rdiğini ya da delirdiğini düşünmüştü. Bunun anlık bir bunama olmadığından emindi. Sadece aşırı yorgunluk zamanlarında arada bir şalter a�yordu. Belki bir kere yaşadığı bu duruma bir daha düşmemek için durmadan düşünmek gerek�ği fikrine kendini kap�rmış�. Ama bu onun aşırı heyecanlı gözükmesine ve yorulmasına neden oluyordu.
“Her türlü çelişkiyi taşıyabilirim” diyordu bazen. Çelişkilerden kaçılamayacağını öğrenmiş�. Ama sıkılmak tamamen bir tercih meselesiydi. Sıkılmayı tercih ederek sağdaki parkta kafelerden daha ucuza içebileceği bir bardak çay için kıdemli hemşeriler sokağında bir tabureye oturup çayını bekledi bir süre. Herkes ucuz çay peşindeydi anlaşılan. Hepsi �pkı kendisi gibi kıdemli ucuzluk müptelasıydı. Bu sırada bir palyaçonun reklamını yap�ğı mağaza için afiş dağı�p ‐ ailelerden önce çocukların aklını çelmek gerek�ğinden‐ çocuklarla şakalaşmasına dikka� kaydı.
“Soytarılar da aklanmalı” dedi içinden. Somurtkan kralları gülmediği için kellesi uçurulan soytarılar… Kralları gülsün diye kişilikleri budanan, kralları gülmediğinde ise kelleleri budanan soytarılar! Aslında eğlenceyi ayağına ge�rmeye çalışmak kralın hatasıydı. Eğlenemiyordu çünkü, eğlence ancak peşinden koşanları sarıp sarmalardı. Ayağa çağırılan eğlence, bunu angarya sayardı. Ve eğlencenin peşinden koşanlar eğlenirler, eğlenmeyi bekleyenler ise ancak birinin eğlencesi olabilirlerdi.
Taşınabilecek en ağır can sıkın�sı neydi gerçekten? Seçkinci insanlar arasında mütevazılığı parlatmak düşüncesiyle davranıp ezilenler sa�nda olduğunu hissetmek, en derin kaygıları yaşarken umursamazlık maskesini hiç uymayan yüzünde tutmaya çalışmak, bir ölüyü ölesiye özlemek, bir diriden dünyanın en uzak uçlarına kaçmayı istemek, birisinin karşısında hiçleşmek, birisinin gözünde hak etmediğin bir biçimde devleşmek… Taşınabilecek en ağır can sıkın�sı bunlardan hiçbirisi değildi. En ağır can sıkın�sı bir başkasına yaşa�ğın can sıkın�sıydı. Yaşa�ğının, ondaki etkisinin büyüklüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğinden...
KRALLAR vesoytarılarArif Kadir Güler
4
elfaz
Gö
rsel:
Gö
kçe U
zgöre
n
Korkunç kuralları olanlar, yıldızların ağır çekimde de kayabileceğine inanmayanlar, filmin sonunu ge�remeden sevişenler, yalnızca bugüne inananlar, iki ordu bir olup masa başında savaş kazananlar, her şeyden habersiz ken�n sokaklarında emin adımlarla yürürken öldüler. Sen, izlemeye devam e�n.
Paltonun yakasını sanki soğuk varmış gibi, üşüyormuş gibi kaldırdın. Ayakların birbirine dolaş�, düşmeden hemen önce var gücünle seslendin; “Sev beni, ben seni uyandırırım.” Sesin çatladı ve öksürüğüne karış�, rüzgarın şidde�yle yön değiş�rip bana sarıldın, kimse bizi görmedi.
� Bizler ancak kendi kurmaca öykülerimizle haya�aydık. Üşümemek için müziği açık bırakır, gözlerimizi boşluğa dikip fincanlarımıza uzanırdık. Bir anda karanlık çökerdi odaya, çok geç kalırdık.
� “Şehri tamamen kaybetmeden gidelim” derdim sana, “Nüfus düşüyor, bunu kimse bilmiyor.”Başkaları tara�ndan arzulanan kadınları sevdikçe sen, O'na yüklediğin kalıcı değer hep aynı yerde tutacak seni. Sadece beni düşünsen de olur diyeceksin yine,
h i s s e d e c e ğ i n d e n k u ş k u m o l m a y a c a k .En az bir gün daha orada kalacaksın. Başka türlüsü zor, ağlayan bir kadınla sevişmek yerine, sevişirken ağlayan kadınları tercih etmek kadar poli�k...
� Y a ş a m d e n i l e n ş e y i n ü s t e s i n d e n gelebildiğimizde, yapılacak işler birikecek. Birden, elin göğüs kafesinde, içinde her şeyin yıkılıp çöktüğünü göreceksin, ar�k hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tek kelime konuşmadan anlaşacağız, son bir kez u y a n a c a ğ ı z , d o ğ m a m ı ş o l a r a k .Kim bilir belki de sahiden, kendini gizleyerek zaman algını yi�riyorsun. Kendi kendini kandırarak, sessizliğe terk edilmiş bir enkazı devralıyorsun.
� Yine de bir yol buluyorum, sana ait olanı, küçük bir çerçevenin dışında hiç kimseyi önemli kılmayan donuk benliğimden bir gecede söküp a�ğımda, yarın olduğunda, uykumun ortasında alçak bir sesle, bir kez daha aynı cümleyi tekrarlayıp, açık kalan müziği kısıyorum, “Nobody Loves Me”.
Sour TimesGülcan Demir
5
elfaz
Foto
ğra
f: A
tiye A
kyel
Şişe Etgar Keret'in 'Bo�le" öyküsünden çeviri
İki eleman barda oturuyorlar. Biri üniversitede bir şeyler okuyor, diğeri ise günde bir kere gitarını taciz e�ğinden kendini müzisyen sanıyor.
Şimdiden iki birayı devirdiler ve en azından iki tane daha içmeyi planlıyorlar. Üniversiteli olanın pek keyfi yok çünkü ev arkadaşına tutuk ve ev arkadaşının her gece onlarla birlikte kalan kıllı enseli bir sevgilisi var ve sabahları kaza ile mu�akta karşılaş�klarında “Kıllı Ense” ona “senin için üzgünüm” bakışı a�yor ki bu durum üniversiteli elemanın moralini daha çok bozuyor.
“Takma kafana” diyor şu kendini müzisyen sanan e l e m a n . M ü z i sy e n e l e m a n ı n t a r z ı b u ; “sorunlardan kaçınmak”.
Tam bu muhabbe�n ortasında daha önce hiç görmedikleri sarhoş bir “atkuyruklu” araya giriyor ve üniversiteli elemanı müzisyen arkadaşını bir şişenin içine koyabileceğine dair 100 şekellik bir bahse davet ediyor. Üniversiteli eleman hemen atlıyor çünkü bu, gerçekten salakça bir bahis ve bir saniye geçmeden “At Kuyruk” müzisyen elemanı boş bir Carlsberg şişesinin dibine yolluyor.
Üniversiteli elemanın pek parası yok ama bahis bahis�r. Ödemeyi yapıyor ve gözlerini karşısındaki duvara dikip kendine acımaya devam ediyor.
“Söyle ona” diye bağırıyor şişenin dibindeki arkadaşı; “Hadi, acele et, gitmeden!”
“Ona ne söyleyeyim” diyor üniversiteli eleman.
“Beni şişeden çıkarmasını!” Jeton düşene kadar “At Kuyruk” çoktan ayrılmış� bile.
Hesabı ödeyip şişenin içindeki arkadaşını alıyor ve b ir taks i çevir ip “At Kuyruk”u aramaya koyuluyorlar. Ortada kesin olan bir şey var ki o da; “Ay Kuyruk” kaza eseri sarhoş olan bir �p değil. O bir profesyonel.
Ve böylece bar bar dolaşıyorlar ve her gi�kleri barda buraya boşuna gelmediklerini kendilerine kanıtlamak için birer tane daha içiyorlar. Üniversiteli olan ar�k fondip yapıyor ve ne kadar çok içerse kendini o kadar çok kötü hissediyor. Şişenin dibindeki elemansa pipet yardımıyla içiyor; sanki başka bir seçeneği varmış gibi.
Sabaha karşı 5'te “At Kuyruk”u kumsala yakın bir
barda bulduklarında ikisi de fena halde sarhoşlar. “At Kuyruk”un da onlardan aşağı kalır yanı yok ve şişe numarası yüzünden kendini gerçekten kötü hissediyor. Hemen özür dileyip müzisyen elemanı şişenin dibinden çıkar�yor. Son içkileri o ısmarlıyor çünkü elemanı şişenin içinde unu�uğu için çok utanıyor.Hep birlikte biraz laflıyorlar ve “At Kuyruk” onlara bu numarayı Tayland'da tanış�ğı bir Finli'den öğrendiğini anla�yor ve işin aslı o ki Finlandiya'da bu numara çocuk işi niteliğinde ve o günden beri ne zaman içki içmeye dışarı çıksa ve o paraya ih�yacı olsa bu numarayı ç e k � ğ i n i s ö y l ü y o r. H a � a b u u n u t m a mevzusundan dolayı o kadar pişman ki onlara bu numarayı öğre�yor.
Olayın aslı ne mi?
Numarayı bir kere kap�ğınızda ne kadar kolay olduğuna siz bile inanamayacaksınız.
Üniversiteli eleman eve vardığında güneş neredeyse doğmak üzere. Anahtarını kilide sokmayı denemesine �rsat bile kalmadan kapı açılıyor ve karşısında “Kıllı Ense” dikiliyor; duş almış ve traş olmuş bir halde.
“Kı l l ı Ense” daha merd iven ler i inmeye başlamadan kız arkadaşının sarhoş ev arkadaşına sırf‐onu‐unutmak‐için‐zıkkımlandığını‐biliyorum bakışını atmayı başarıyor.
Üniversiteli eleman odasına doğru yalpalarken, ev arkadaşının odasına kaçamak bir bakış a�yor.
Kızın adı –Sivan.
Bir bebek misali, ağzı yarım açık yorganın al�nda uyuyor. Kendine has bir güzelliği var, huzurlu. İnsanların sadece uyurken sahip oldukları türden bir güzellik ama herkesin değil. Ve bir anlığına ona sahip olmayı is�yor, aynı şu anki haliyle onu bir şişenin içine koyup yatağının başucunda tutmak is�yor. Aynı; insanların Sina Çölü'nden ge�rdikleri o çok renkli kum taneleri ile dolu şişeler gibi; Aynı; çocukların tek başlarına uyurken korkmamaları için açık tu�uğunuz gece lambaları gibi.
*Etgar Keret'in “Bo�le” isimli öyküsünün özgün çevirisidir. Yazarın kitap içerikleri ülkeden ülkeye değiş�ği için sabit bir kaynakça veremiyoruz.
6
elfaz
Gezginci Erdem
KARANLIK
SO
KA
KTA
BAŞLAYAN
Bu gece bir hikaye yaratmak için çık�m İstanbul sokaklarına. Hiçlikten kurtulmak için işin mu�ağına girmeye karar verdim. Bu yüzden roman kahramanı olamam. “Bir adam geç� arkasından. Gri �şörtü ve pantolonuyla kamufle olmak ister gibiydi.” cümlesindeki “Bir adam” olmakla başlamalıydım. Ya da “Bir kadın”. “Gözlerindeki hüznü emmek istercesine bak� kadın kahramanımızın yüzüne.” cümlesindeki fark edilmek için çırpınan ve vicdan sahibi yazar tara�ndan bir cümlelik var edilen kadın gibi ilgi dilenmeliyim bu şehrin kahramanlarından. Resminin ortasına Galata Kulesini yerleş�ren ressama kuleden bakmalıyım en azından. O esnada şehir dışında olmamalıyım ya da ressamın yanında. Bakışlar içimden mi geçiyor ruhumu mu törpülüyor anlamadım. O ressam o yazar veya o her kimse, beni görmeli bu gece! Hikayesinin bir yerinde vücut bulmalıyım. Canım tatlı, canım güzel, canım feci halde sıkkın. Terliyorum. Gecenin neminden nasiplendiğim için sevinmeli miyim? Son ulaşım araçları çoktan park edildi üstelik.
Buraya nasıl geldim? Birkaç kişi geldi eve. Alelade �pler. Bilgelik hikayelerindekine benzer roller yükledim onlara. Sen. Sen benim pişmanlığım ol. Sen. Sen yüksek enerjimin pespaye yollarla b o ş a l ı m ı n a i ğ re � o l u ş u m o l . S e n . S e n güvensizliğim ol. Sen işe yaramazlığım. Sen potansiyelim. Sen sen sen... Uzar gider diyerek, sonuncunun elindeki torbaya bütün lanetliğimi sokuşturdum. Kafamda tabi. Her yeri �ner kokusu sardı. Komşuların tadilat işleridir muhtemelen ama neden birden? “Buyrun, kime bak�nız?” Masamın üstündeki kağıtları işaret e�ler. Aldım, karış�rdım. Birini kap� elimden. Tam olarak göremedim ondan sonrasını. Üstüme sanki bir fil oturdu. Yazıyı istediğine göre muhtemelen ceke�nin iç cebinde kalemini çıkardı ve paragra�n son cümlesinin al�nı çizdi. “İsteyen gelip bakabilir.”İçimde öldürmek isteği var. Ölmek isteğinin ö�eli hali... İşaret ve orta parmağımı birleş�rip diğer parmaklarımı kapa�yorum. Güzel, filmlerdeki gibi bir tabancam oluyor. Kafama tutuyordum birkaç saat öncesine kadar.
7
elfaz
Foto
ğra
f: K
ora
y S
arı
doğan
Masa başında ve fanıyla kafamı ş iş iren
bilgisayarın aydınlığında... Ağzımın içine
sokuyordum. Beynim arkadan �rladığında bütün
dünya pişman olacak zannediyordum birkaç saat
öncesine kadar. Kızdım. Silah şeklindeki elime
bak�m ve bakışlarımla doldurdum. Zehirli mermi
falan varsa, yani mümkünse böyle bir şey, işte tam
olarak onlarla doldurdum. Duvarlara tu�um.
Duvarlarda insanlar vardı. Sadece kafaları benim
iç in yeter l iyd i . B i rkaç
yerinden vurup sızlanma
d i n l e m e k y e r i n e
kaşlar ının arasından
vuruyordum. Duvardan
sızan kan ö�emi bir
n e b z e o l s u n
dindirdi. Hem ka�l
olmak için yeterli
zekaya ve adalet
d u y g u s u n a
sahip�m. Birkaç
saat önce acizken
birkaç saat sonra hiçliğin içinde seri
ka�l olmam can sıkın�mın bana
oynadığı bir oyun değil. Bunlar gerçek.
Elim gerçek. Duvarlar da gerçek. İsteyen
gelip bakabilir.
Caddeler, sokaklar ışıl ışıl. Oysa insanların içi
karanlık, bu meydanlarda bu tezatlık, tabi ki
şeffaflaşacağız, tabi ki tek düze olacağız, tabi ki
isyan etmeyeceğiz, tabi ki görünmez adam
o lmanın avanta j lar ıy la benc i l o lacağ ız ,
harcayacağız tabi ki, birbirimizi ve paralarımızı...
Ya Tarlabaşı'ndan Dolapdere'ye gitmeli ya da
Çukurcuma, Cihangir üzerinden Tophane'ye. Sert
bakışların baygın bakışlara dönüştüğü saatler
çünkü. Gerçekçi, yani karanlık insanların haddimi
bildirmek için can a�ğı saatler...
Gümüşsuyu Caddesinden Dolmabahçe'ye gi�m.
Şehre yabancı bir yabancı tara�ndan vurulmak
isteğiyle Kabataş Sahil'de yürüdüm. Pişman
olmayacak� beni öldürdüğü için, başına güneş
geç�ğinden ve anlam veremediği bir ö�e
yüzünden saçmaya kurban edecek� beni. Demek
ki yanlış ifade etmişim.
İçimde ne ölmek ne öldürmek isteği var. İçimde bir yabancıya muhtaç öldürülmek isteği ve klavyenin başından sokaklara düşen bedenimin çaresiz çırpınışları var.Zamanı ve mekanı toparlarsam olay peşi sıra gelir.Bir hikaye yaratmak için evden çık�m. İnsanları severek başladım, sonra acıdım onlara, iğrendim ve en son geldiğim nokta; ö�e doluyum onlara karşı. Evden neden çık�m? Bunaldığım için. Neredeyim?Sahi...Neredeyim?Şu an sadece karanlık... Öldüm mü? Hayır. Gözlerim mi kapalı? Yok ar�k. Sokak burası. Hangi sokak bilmiyorum. Karanlık bir sokak. Başlamak için güzel yer.KARANLIK SOKAKKalbim sıkışıyor. Geleceğimi elimden aldıklarını düşünüyorum. Yazamıyorum. Geleceğimi pis e l l e r i n e s u n d u ğ u m u d ü ş ü n ü y o r u m . Yazamıyorum. Geçmişim. Kendime haksızlık yap�ğımı söyleyenler sadece beş yıl kaybe�ğimi, önümde uzun bir haya�n olduğunu belir�yorlar. Bilerek veya bilmeyerek bana zarar verenleri affetsem mi yoksa onlara karşı nefret mi beslesem karar veremiyorum. Göz gözü görmüyor. Parçalanıyorum. Yine de savaştan galip çık�m. Haysiyetsiz davranışlarıyla baş başa bırak�m onları. Ben ve onlar. Karanlık sokağın bilmediğim bir yerinde hayalimde kurduğum şarapçıya anla�yorum bunları. Birbirimizin gözlerine bakıyoruz. Çoğalan ve sonsuza uzanan yenilgiler, başarısızlıklar... Burası Kadırga'da olmalı. Bir gün yolum düşmüştü Kadırga'ya. Bir sokaktan Laleli'ye çıkacak�m. Ne işim vardı tam ha�rlamıyorum. Yukarı doğru çıkan ilk sokağa girdim. Birkaç metre ötesi görünmüyordu. Sokak dediğin böyle olur deyip geri dönmüştüm. Şimdi o sokağın ortasındayım. Sesler geliyor, duyuyorum. “Buradan girmeyelim, çok karanlıkmış” diye. Herkes haya�nın bir yerinde karanlık sokağına girecek. Kaçış yok.İsyanımı anla�m şarapçıya. Çocuksu ve utangaç isyanımı. Beni duysunlar, i�raz ets inler is�yordum. İmgelerin arkasına küfürler, küfürler, küfürler saklıyordum. Bu derinliği anlamalarını beklemek saflık ama anlasınlar ve sataşsınlar is�yordum.
8
elfaz
Birkaç kelime ile sataş�klarını varsayarak onlarca sayfa nefret dökmüştüm kağıda. Umurlarında olmadım. Anladıklarını ama korktuklarını düşünmek hoşuma gi�. Yaşamak için bunu yapmam gerekiyordu. Şimdi gözlerini zar zor seçebildiğim sırdaşıma açıkça söylüyorum: Pa ra n ı n kö l e s i b u p u şt l a r a n l a m a z l a r. Anlamasınlar da. Kir lenir im akı l lar ında. Kalplerindeki yavşak acıyla kendilerini tanrı zannederler. İçkiyi bile affedersin, götleriyle içerler ki uzun yaşasınlar diye.
Geç� ar�k. Kızgınlığımı gömdüm. Gömerken birkaç anıyla karşılaş�m. Demek ki öteden beri bir şeyleri gömüyorum.
Avuçlarım terledi yine. Sokağın başından ayak sesleri duyduğumu zanne�m. Haya�m belirsizlik içinde geçiyor. Belkiyim, birazım, bazıyım. Ölüm gelse, şöyle yüzünü kıvıracak, karşımda düşünecek ve sinir sinir gülecek. Hayat zaten somutlaş�ramayacağım kadar bulutsu.
Kırmızı mavi. Kırmızı mavi. Yaklaşan farlar. Şarapçı ve ben sonsuz bir aydınlığın içindeyiz ar�k.
Bu yazdıklarımı almaya gelen o kirli �pler �nerciymiş. Bizi dövdüler. Ben odadaydık dedim polislere, şarapçı karanlık sokaktaydık dedi. Umursamadılar. Ne yazdıklarını bilmiyorum. Kapıda babamın sesini duydum. “Uyuşturucu kullanıyor muyum?” diye sordu polis. Baba gibi, ama kendine güvenen bir baba gibi payladı polisi babam. Telaşla geldi başıma. Sarıldı, ağlar gibi yap� ağlamadı. Elindeki kağıdı gösterip “Neden?” dedi. Ne “Neden?” dedim. “Biz uyurken evden ç ı k m ı ş s ı n , m a s a n d a b u n u b u l d u k , ço k endişelendik, derdin ne?” dedi. “Ne ki o?” dedim.
“İçimde ölmek isteği var. Öldürmek isteğinin naif hali...”
“Can sıkın�sı baba, önemseme.” dedim. Üzülmüştü adam. Diğer paragraf şarapçıda mıydı, gelenler mi aldılar bilmiyorum. Belki onu okusa biraz içi rahatlardı.
9
elfaz
‐ edip cansever'e ‐
soruyorum size
sadece size de değil, hepinize
bugün günlerden ne?
hep sonralara koparılmış yapraklarıyla
elimde kaybetmenin, yi�rmenin takvimi..
iyi ama şimdi, şurada, kapalıçarşı'da sorarım
sadece hepinize de değil üstelik
an�kacı şaire de,
üstümde duran zamansız maviliğe de..
bugün günlerden ne?
perşembe.
günlerden perşembe olduğunu iyi bilirim.
şairin aksine gün nedir onu da iyi bilirim.
bir kubbe al�nda, medresenin orta yerinde,
bir ikindi ortasında, nargile lülesindeyken,
tütüne bulanmış halde, bu masmavi göğe
asılmak üzere bulutlar üflerim.
yalnızlık bir kişi bile değilken üstelik,
ben şimdi bir kişi bile değilken
kendime demli bir hüzün söylerim.
isterseniz sadece kendime değil
size, hepinize de söylerim.
bugün perşembe.
biraz sonra işten a�ldım.
en sonraya da kalsa,
şimdi tüm söylediklerim ve söyleyemediklerimin
hesabını verebilirim.
Burak Kürkçü
soruyorum size
10
elfaz
Buket Duran
''s''
Herşey 's' harfiyle başladı. Sevmeler, sonlar, sonsuzluklar, sevişmeler, sik�r etmeler. Hepsi 's'nindi, senindi. Susmalar. En fenası onlar. İstersin sesin çıkmaz. Çıkacak olur kimse olmaz. Saatleri, günleri haddini, hududunu bilmediğin zamanları geçirirsin. Oradan da baksan, aya da çıksan ne�ce aynıdır: Hiç. Hisse�klerinin, fiil haline ge�rdiklerinin faydası sana hiç�r. Denizde kumu geç�m, devede kulak bile olamamak koyar be adama. Sen ki o adam Kİ 'adam' bizde sıfa�r, dilinde bi' aylak ıslıkla dolanırsın. 'S' yanına 'ı' yı çağırır.
''sı''
'Sı'rasıyla yaşanır her şey. Aynı kompozisyon dersinde öğre�lenler gibi. Giriş, gelişme, sonuç. Serim, düğüm, çözüm. 's' yalnız değil ne de olsa. Kapı gibi dimdik duran, bir o kadar babacan 'ı'sı var. Ona göre yaşamak gerek. 'Sı'rasıyla her şey. Solmadan, somurtmadan beklenecek. Boş boş dolaş�n ya sen ıslığınla, 'sı'rılsıklam. Başlar düğümlenmeye yavaştan. Durur boğazına , 'sı'kılanır orada. Geçmez de geçirmez de lanet. Geldim der sana, derdin ben geldim. Hadi git bakalım şimdi de görelim aylak ıslıklarla. Kaybolursun maazallah. Kanın ılıklaşmaya başlar, damarlarındaki mavileri morları görürsün. Durursun. Buz kesersin. O an ayıkırsın olup biteni... 'Sı'radanların aksine nefes alıp vermenin, sevişmenin dışındaki hazlarına yol alırsın, acı sanırsın. İşte sen; yalnızlığın, ama salt yalnızlığın ilk adımında, 'sı'nırın öte yanında. Sen özgürlüğün ilk anındasın. Ne demiş güzel bir ablamız ' ar�k özgürüm; öyle yalnızım ki.'
''sık''
Hududun diğer yanına pek 'sık' geçilmez. Geçildi mi de uzunca dönülmez. Raha�r, boştur, mavidir. Gökle deniz birleşir orada, ufuk yoktur. Dünya, gözünde en az zihnin kadar şekilsizdir. Şekilsizlik, belirsizlik ama en güzeli koyvermişlik. Koltuğun üzerinde yayaraktan kendini aslında çağla yeşili olan lakin senin bin bir aleme ocak e�ğin duvara bakarsın. Bak bak. Sen bir adım öteni yeni kıtan zannet, zorla. Anca komşunun yatak odasını zorlarsın. Sana hayat bilgisi dersinde öğretmediler mi, özgürlüğün başkasının sınırlarının başladığı yerde biter. Demek ki gülenlerin hudutları geniş; baksana bir avuç içimle kenarım kalmış bana. Ondan sebep oturursun oturduğun yerde. Oturmuyorsan da otur. Şizofren misin sen? Kamaş� mı gözlerin maviye ,yeşile bakmaktan. Çağır harflerin en babacanını.
Sıkıldım
Fotoğraf: Berna Bilgin
''sıkı''
Zamansız öten horozun katli vacip�r. Her şeyin zamanı, sırası var dedik. Bedensel dinginliğin uç noktasında zihin etkisiyle, yavaştan hareket kavramını yeniden hissedersin. Tuvalete gidersin, kahve koyarsın kendine. Bir nevi bedenini yeniden kullanıma açmak... Bir süre sonra vücut içi enerji mekanizman yenilenir, güçlenir. Dış dünyayı sevmezsin, çıkmak istemezsin. E enerjin de fazlalaşır. Barfiks, mekik, şınav vs. Sıkı bir çalışma, sıkı vücut, sıkı kafa! Kafalarına sıkıvermek istediğin herkes resmi geçidine ka�lır. Son mekiğin ardından kollarını salıp kendini yere bırakırsın. Karnının içinden bir şey çıkacak gibi. Kasıklarına vuran bir sancı, sanki boşalmışsında hâlâ �triyormuşsun gibi. Sal şimdi kendini, bir sonraki daha rahat. sıkıl Ding dong!‐ kim o?‐ ben.‐ tamam. Adaptasyonun en tatlı mesafeleri… Kısa ve öz cümleler. Gitmesini, konuşmasını istemediğin insanlar. Bir'den iki olmaya alışma çabaları. Sen yokken olup biteni sessizce kavrarsın; pek de farklı bir şey olmamış. Başkalığının farkında olan tavrınla “Nereden dalarım?” desin. Enerjinin tekil olarak a�lmadığı da malum... Hani olur da tadı olmaz. Araladığın anda kapılarını, çağla yeşili duvar leke tutmaya başlar. Televizyonu açman kâfi.
sıkıld
Arada. Alışmaya daha yakın ama hâlâ istenecek bir yanı yok. Bakkal Feridun Amca'nın karısıyla kavgası daha ilginç. Bir paket sigara bir ekmekten “Tamam iyiye gitmez ama kurtarılmış bölgeler de yok değil” dedirten insanlıklar; görmesem bile sesini duyduğum kuşlar var benim.
sıkıldı
Alışmaya başladığın dönemdir. Gezip geldiğin o yerlerden döndüğün vaki�r. Tecrüben seni sessizleş�rir. Susup izlersin sadece. Sanki gözlerinle dünya daha yaşanılabilirdir. Tecavüzler, cinayetler, asılsız suçlamalar ve adalet denilen kavramın tolerans gösterdiği diğer tüm kavramları saymazsak evet, yaşanılır. Yaşarsın.
Bir iki ha�a sonra konuşmaya da başladığında tamamdır. Hoş geldin yeniden. Gülümsedin bak bulutlar gi�. Kendi kendine ye�p, taşlı topraklı keçi yollarından geldin. Elin yüzün kirli ama içinde ekmek mayası gibi bir şeyler var; ekşi ama üretken. Ta ki önüne bir ufak çakıl taşı gelene kadar.
sıkıldım
''En eski öyküler bile birileri için yenidir''
Neil Gailman
Yaşadığın tüm süreç yanında büyük harflerle bir TECRÜBE olarak kalacak�r. Aşı niteliğindeki tecrübeni hiç unutmayacaksın belki. Tabi unutman da ih�maller dahilinde. Şaşkınlıklar zaman kaybıdır ne�cede. Ed ind iğ in le b i r sonrak i sefer i hoşnut luk la karşılayacaksın. Haya�a hep bir şeyler döngü halindedir. Başlar biter, başlar biter, başlar biter. İçerikleri değişkenlik gösterse de temel noktaları aynı olan %90lık bir ömür. Sıkılmamak elde değil bir süre sonra. Ve “m” . Harflerin en bencili, en kibirlisi… Eklendiğini esiri eden; beni'm', elma'm', sevgili'm'... O yüzden sıkın� da benim. Evet. Bu sıkılmışlık .benim
12
elfaz
Foto
ğra
f: B
ern
a B
ilgin
uzay boşluğunda var olan en büyük ve en korkunç kelimenin ne olduğunu biliyorum şimdi,neden?
bir insanı kendi kalbinden ayıranve karanlık suların deliliğine götüren deliliğinnedenini biliyorum şimdi,neden?
risinden daha zehirli olan zehrinhangi zehir olduğunu biliyorum şimdi,neden?
Ah! Şeytan'dan daha Şeytan olan Mart!,Şubat!ve daha öncesi!Colorado'ya giden bir trende değilim,kendimde değilim,hiç kimsede değilim,burası çok soğuk;neden?
kitaplar karşısında çaresiz kaldım,kalpsiz kaldım,rüyalar gören bir mezarda uyuya kaldımçanlar yedim,rahleler kırdım,Hazre� Musa'yı zaten tanımam,neden?
ölü olduğu halde konuşan bir kadınlayaşayarak susan aynı kadın arasındakaç ölü ceylan yavrusunun ya�ğını gördüm şimdi,neden?
bütün korkularımı unutup konuşsaydımiçimdeki acının sesi Tanrı'nın ellerini kaplardıiçimdeki acıdan gözlerimi göremiyorum,dünyayı göremiyorum şimdi,neden?
uzay boşluğunda var olan en büyük ve en korkunç kelimenin ne olduğunu biliyorum şimdi,
o kelime;
neden!
Jan Ender CAN
Hiçbir ZamanHiçbir ZamanHiçbir Zaman
14
elfaz
Okulun ilk ha�asıydı. Öğrencilerin büyük bir
kısmı gelmemişken Baki ve onunki gibi “ilk ha�a da ders
olabilir” düşüncesinde olan ailelerin zorla gönderdiği
bir avuç çocuk ders olmadığı için okulun bahçesinde
oturuyorlardı. İki takım kurup futbol maçı yapmaya
karar verdiler. Daha önce çok denemelerine rağmen
hep olumsuz yanıt aldıkları Baki 'ye oynayıp
oynamayacağını sormadan takımları oluşturup maça
başladılar. Baki her zamanki gibi kenarda oturup
arkadaşlarını izliyordu. Tahir kötü oynadığı için dahil
edilmemiş�. Kimin nasıl oynadığıyla ilgili yorumlar
yapıp olmayan futbol bilgisiyle maçı analiz etmeye
çalışıyordu. Baki ise bunları umursamıyordu. O sadece
kazanan ve kaybeden arkadaşlarının tepkilerine bakıp
bu kez anlam verebilmek için maçın bitmesini
bekliyordu. Oyun bi�ğinde hiçbir şey değişmemiş�.
Kazandığı için sevinenler, kaybe�ği için üzülenler ve
Baki'nin boş bakışları. Hepsi aynıydı. Herkesin eve
gitme vak� gelmiş�. Baki oturduğu yerden kalkmak
istemiyordu. Yemek yemek, tuvalete gitmek gibi
gereksinimleri olmasaydı orada yok olana kadar
oturabilirdi. Arkadaşlarına onlarla gitmeyeceğini
söyleyip oturmaya devam e�. Baki ne zaman üzüntü, sevinç ya da benzeri bir
duygu hisseder olsa garip bir his duruma müdahale ederek hepsini emiyordu. O his yine gelip Baki'yi ele geçirmiş�. Hem de ortada herhangi başka bir duygu yokken. Tüm duyguları eksik yaşamasına sebep olan o his ar�k sık sık gelmeye başlamış�. Bazen sabah onunla uyanıyor, bazen dersin en can alıcı yerindeyken ona teslim oluyor ve bazen en sevdiği yemeği yerken yemeğin tadını alamayacağı şekilde bunal�yordu bu his Baki'yi.
Yine BakiAzel Yılmaz
Henüz hiçbir şey yaşamamışken nasıl olur da yaşamaktan bu kadar bunalıyor olabilirdi? Cevabı zaten sorudaydı. Baki bir şeyler yaşamaktan bunalmıyordu. O ' n u b u n a l t a n ş e y ya ş a m a n ı n ke n d i s i y d i . Tanımlayamadığı o hissin tek sebebi var olmasıydı ve o hissin herkesi yokladığından emindi. Ama insanlar onunla mücadele ediyorlardı. Ondan kurtulmak için bir şeyler yapıyor veya onu görmezden gelebiliyorlardı. Baki ise ona tamamen teslim olmuştu. Çok kez kurtulmaya çalışmasına rağmen hiçbirinde bunu yapamamış�. Arkadaşları oyunlarla, derslerle, teknolojiyle ilgilenirken bunlar O'nun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Kararmaya başlayan hava eve gitmesi gerek�ğini ha�rla�. Neden gerekiyordu? Ailesi merak ederdi. Başına bir şey gelebilirdi. Sanki eninde sonunda gelmeyecek�.
Baki'ye göre ailelerin asıl korkusu çocuklarınn başına bir şey gelmesi değil, kendileri ölmeden çocuklarının başına bir şey gelmesiydi. Fakat çocukları ölmeden onlar ölebil irdi. Çocukları da buna üzülmeliydiler. Çünkü üzülmezlerse ve o ölülerin, çocukların üzülmediklerini görmeleri mümkünse kahrolurlardı, evlatları onların ölümüne üzülmediler diye. Bu nasıl sevgidir ki?
Bir an duraksadı beyni. Sonra hak verdi. Çünkü insan kendisinden başka kimseyi sevemezdi. Peki Baki kendisini seviyor muydu? Haya�a kalma şartlarını yerine ge�rdiğine göre seviyordu herhalde. Emin değildi. Sadece vardı ve bir gün yok olacak�. Arada kalan hiçbir şey önemli değildi. Nasıl olabilirdi ki? Bir banka müdürüyle inşaat işçisi arasındaki en büyük fark kullandıkları telefon olabilirdi. Ya da yaşadıkları ev. Ya da yok olduklarında götlerine bile sokamayacakları bir sürü şey daha.
Varolmanın hafifliği belki dayanılmazdı ama asıl sorun ağırlığının dayanılabilir olmasıydı. O garip his tam da burada başlıyordu. Bazıları bununla mücadele etmek için kariyeri seçerken bazıları sadece haya�a kalmayı seçmiş�. Bazılarıysa hiçbir şey seçmemiş�. Daya�lan haya� yaşıyorlardı sadece. Baki ne yapacak�? Nasıl yaşayacak�? Yaşamalı mıydı? Bu soruların cevapları hakkında düşünmeye başlasaydı oradan hiç kalkamayacağını biliyordu. Bu yüzden hemen bir karar verdi. Eve gitmeyecek�. Yaşıtları o garip histen kurtulmak için oyunlar oynuyorlardı. Bir karar daha verdi. Çantasını almadan ayağa kalk�. Evinin tersi yönde yürüdü. Ve Baki ilk kez o gün haya�yla oynamaya başladı.
15
elfaz
Foto
ğra
f: B
ern
a B
ilgin
� Buralar benden ne kadar önce bu hale geldi
acaba diye içinden geçirdiğinde henüz 1 saatlik�.
“Çürümenin sebebi babamızdı” diye kulağına
�sıldadıklarında kardeşleri, organları 3 saa�r
çalışmaya başlamış�. Evini yemeye başlayalı 1 gün
olduğunda, haya�a kendinden başka kimse
kalmadığını fark e�.
� Görev ve sorumluluklar sözleşmesine imza
atması için, içgüdülerini vekil tayin e�ğinde
neredeyse 2 gündür büyüyordu. Büyüdükçe artan
iştahını dizginlemeye neden ih�yaç duysundu ki. Her
şey yolunda görünüyordu. Yemek, tatlı ve güvenli bir
yuva herkesin sahip olmak isteyeceği şeylerdi.
Şükretmesini kendi kendine öğrendiğinde gençliğinin
baharında 3 günlüktü.
� “Işık sıcak, karanlık soğukmuş demek” diye
düşünmeye başlayıp, buna göre pozisyon almasıyla,
kri�k kararlar vermekten kendiyle gurur duyar hale
gelmesi 1 ha�alık olgunluğuna denk gelmiş�. “Işığın
ve karanlığın bir sebebi varsa eğer, benim burada
oluşum tesadüf olamaz elbet.” “Madem kardeşlerim
arasında haya�a kalan ben oldum, kutsal bir görevin
parçası olmalıyım herhalde” diye içinden geçirdiğinde
2 ha�ayı devirmiş� çoktan.
Her şeyin daha anlamlı hale geldiği bu günlerde
soğuklarda odasına çekiliyor, iyice dinleniyor, ışık
doğar doğmaz büyük bir azimle iş başı yapıyordu.
� Mutluluğu çalışmak olarak tanımlamaya
başladığında 3. ha�aya ayak basmak üzereydi. Kur
yapmaya gerek duymasıyla, evini karşı cinsiyle
paylaşması eş zamanlı olmuştu. Takvimler 27. günü
gösteriyordu. Ne de çabuk geç� zaman. Henüz
evinden dışarıya adım bile atamadan, ışığın nereden
geldiğini, karanlığın neden soğuk olduğunu
çözemeden yorulmuştu bile. Yorgunluğuna isim
b u l m a y a ç a l ı ş ı r ke n v e h a r e ke t k a b i l i y e �
kullanılabilirken hâlâ, dışarı çıkmayı planlamaya
başladığında ise 5 ha�adır haya�aydı.
� Saatler süren kaçış tüneli çalışmaları onu her
dakika biraz daha ışığa yaklaş�rıyordu. Gözü
kararmış� bir kere ama elden ayaktan düşmesi de an
meselesiydi. Neden daha önce bu yürüyüşe
ç ı k m a d ı ğ ı n a h ay ı fl a n d ı ğ ı n d a ö m r ü n ü n 3 7 .
günündeydi. Gözlerini kamaş�ran ışığa ulaş�ğında son
bir gayretle, kendi kanıyla ka�linin adını yazmaya
çalışan kurban misali, dünyasının duvarına şunları
yazdı: “Bütün vitamin kabuğundaymış”.
ELM
A K
UR
DU
Gö
khan
Çın
ar
16
elfaz
Görs
el G
ökç
e U
zgöre
n
Baş lad ığ ında, çocuk yaştaydım. L i se 1 ö ğ r e n c i s i y i m b e l k i e n f a z l a . Ya z m a y ı öğrendiğimden beri günlük tutardım da, ilk o zamanlar kararmaya başlamış� herhalde sayfalar. Sanki kimse anlamıyor, sanki kimse yanına bile yaklaşamıyordu yaşadıklarımın. Ergenliğin esasından geliyor bu sanrılar elbet ama benimkiler sanırım o kadar da basit değillerdi.
Haliyle ailem ile beraber oturuyordum o sıralar. Sabahları okul için çıt çıkarmadan kalkar, giyinir ve yakın olmasına rağmen okulum, erkenden evden çıkardım. Sırf biraz yürümek için. Koca insanlar gibi biraz hava almak, aylak aylak dolanarak gidebilmek için okula. O zamanlar sigara da i ç e r d i m . F a k a t h e r n a s ı l s a u t a n ı r d ı k küçüklüğümüzden ve ortalık yerde alamazdık elimize sigarayı. Göztepe Parkı'na gelene kadar yakılmazdı o sigara. Okuldan evvel, sabahın o saa�nde e�arımızı tü�ürdüğümüz sigara ile dağı�rdık hesapta.
Neydi derdimiz? Nedendi bunca mutsuzluk? Bu dalgınlığın, bu kendi başına kalma arzusunun sebebi neydi?Zaten en çok o senelerde arzulardım evin boş olmasını. Akşam okuldan çıkar, eve varana kadar kimsenin evde beni beklemiyor olduğunu hayal ederdim. Eğer beklenmiyorsam hemen telefon a ça r n e za m a n ge l e c e k l e r i n i s o ra rd ı m . Gelmeyecekler ise ya içki dolabından kendime bir şeyler ayarlar ya da bakkaldan bir iki bira alırdım. Sonra balkona çıkar, bir yandan piizlenir bir yandan da yazardım işte. En büyük derdim belliydi canım… Aşk elbe�e. O aşkla yanar, söner sanıp içer, iç�kçe daha da yanardım.
Ya da hemen yatardım tüm bunlardan vazgeçip.
Hemen üzerimdekileri çıkarır, pijamamsı bir şeyler
giyer, yorganın al�nda yerimi alırdım. Hemen de
uyurdum enteresan bir biçimde.
Neydi derdim? Nedendi içimdeki bu mutsuzluk?
Neye trip yapıyordum kendi kendime?
Azel Yılmaz
Melis Tükel SünbülKadıköy-Beyoğlu
17
elfaz
Foto
ğra
f: B
ern
a B
ilgin
Aslında,
her şey başladığında bildiğin ufacık�m. Böyle
olduğumu anladığımda. Çünkü bir çocuk,
sonbaharın gelişine hüzünlenmezdi veya gün
ba�mında hislenmezdi. Uzaklara dalıp giden çocuk
yoktu benden başka. Gün içinde yaşadıklarını eve
geldiğinde, fevkalade drama�ze edilmiş bir
biçimde de�erine yazan, iç�ği gazozun kapağını,
babası ile gi�ği sinema filminin bile�ni saklayan
çocuk yoktu etra�a. Gezdiği güzel bir şehir için
“sanki kartpostalda gibiyiz” diye be�mleme yapıp
tüm kafaları aniden kendine çeviren bir veled de
yoktu işte o taraflarda.
Mevsimsel sinir bozuklukları ile tüm ömrüm
boyunca uğraş�m. Hala da uğraşmaktayım.
Aklımın bir yerinde daima kalacak bir sorudur bu.
Neden hava bozulunca bozuluyorsun eh ruh
sağlığım?
Şimdi bu yaşımda susuyorum. Biraz içime
kapandım denilebilir. İnsan bir süre sonra kendini
kabulleniyor elbe�e ve o kadar da üzerine
gidemiyor.
Hala zevk alırım yağmurlu bir günde Kadıköy'ün
herhangi bir barında kırmızı şarap içmekten. Hala
severim bozan havaları yani. Kapüşonlu hırkalar
giymeyi, biraz üşümeyi, ellerim ceplerimde
dolanmayı, bez ayakkabılarımın yağmurda
ıslanmasını, eski de�erleri açıp içime çekmeyi
gelmiş geçmiş tüm sıkın�larımı, Beyoğlu'nda en
sulusundan da olsa bira içmeyi peş peşe, öylece
düşünmeyi, oturmayı boş boş… O ya da bu şekilde
olsaydı nasıl olurdunun ih�malinde kaybolmayı,
üzerine bir de boğulmayı onların içinde, severim
hâlâ.
Belki de en çok Beyoğlu'nda otururken içine
düştüm sıkın�larımın. Belki bir kısmı benim
yara�ğım sıkın�lardı, belki hakikaten abar�yor,
belki yok yere kendimi geriyor, üzerine bir de
bunlardan besleniyordum. Ama bu hal, sonrası
nasıl şekillenirse şekillensin, bana ta başında
kodlanmış�. Ben yara�lırken mi yoksa ilk çocukluk
dönemlerimde büyütülürken mi bilmem ama bir
yerlerde biri kulağıma sıkın�lı biri olacağımı ve
yara�ğım bunal ımlardan besleneceğimi
�sıldamış�.
Neydi derdim? Neden hiçbir şeyden mutlu olamıyordum adam gibi? Mutlu olur gibi olduklarımı da neden elimin tersi ile i�yordum çoğu zaman?
Evet, belki de en çok Beyoğlu'nda iken daraldım
kendi sıkın�mdan. Sabahın köründe içebildiğimi
bile bilirim o zamanlar. Biri ile görüşmek isterdim,
kim olduğunu bilemezdim bir türlü. Sonra ikinci
dereceden bir görmek istediğimi arar, yanıt
alamazdım. Sonra “iki adım ileride İs�klal var lan!”
derdim. Atardım kendimi hemen. Yalnız çıkacak
olmama rağmen ne giyeceğime bir türlü karar
veremez, güze l görünüp görünmediğ im
konusunda şüphe içinde kıvranırdım. Kalabalık bir
sokakta, belki bir tanıdık görürüm hevesi ile
otururdum çünkü hep. Ama kimseyi göremez,
sarhoşluğumu da yanıma alır kalkardım sonunda.
Neydi derdim? Neden diğer insanlar gibi onunla
bununla arkadaş olup güzel sayılabilecek zamanlar
geçiremiyordum? Bu depresif halden neden bir
türlü çıkamıyordum?
Sonra bahar gelirdi her sene. Bakın burası en
heyecanlı kısmı. Bahar gelir, hava düzelir ve herkes
üzerindeki fazlalıkları atmaya başlardı. Elbe�e ben
de. Sıkın�mdan sıyrılır, midemde kıpırdayıp duran
o heyecan duygusuna kapılırdım. Sahile iner,
çimlerde oturur, gülüp eğlenir, akşam olunca tatlı
tatlı üşür, vapurda dışarıda oturur denize
bakardım. Hâlâ da her bahar ve sonbaharda
aynısını yaşarım.
Fakat hep bayık müzik ler d inler im ben.
Kulaklığımdan dışarıya gelen neşeli bir şeyler
duyuyorsanız ya is�snadır ya da “henüz” aşık
olmuşumdur. Sürekli bir şekilde dinleyip
durduklarım bana kendimi ha�rla�r. Daima.
Ben;
mevsimin iyiye dönüşü fevkalade neşeli de olsa,
dönüp dolaşıp geleceğim yerin yine kendim
olduğunu bilirim.
En azından bunu hep aklımda tutar, bu sıkın� ile
yaşarım.
18
elfaz
“Sıkılmışlığın bir köşesinde uyurken kuru sayfalar,Kafatasında olması gereken beyinler Neredeler?!Şimdi hangi susuz dünyanın çilesini çekmekteler?Nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir rüyanın doyumsuz ahengindeya da bembeyaz bir tufangemidesaf ve edilgen,zaman içinde eriyen ve yaşadığı için her gün kahreden bir güruhun içindeler… Hiç olmamaları da muhtemel!..”
Son noktayı koyduktan sonra, kadınsı kıvrımlara sahip buharını odaya boşaltmakla meşgul olan kahvemi yudumlamaya başladım. Sıkın�nın bir ergen tribi olarak görünmesinin yanında var oluşsal anlamı üzerine kafa yormaya başladım. Yüzlerce yıldır hakkında yazılan onca yazı arasında sıkın�nın gerçek mahiye�ne ilişkin kalplere(sıkın�nın belki de en gerçek mekanına) hitap eden bir yazı bulmaya çalış�m. Cioran'dan Sartre'a, Camus'dan Kierkegaard'a, Schopenhauer, Nietzsche ve nicesine uzanan bir liste belirdi gözlerimin önünde.Alaycı bir gülümsemeyle bir sıkın� gelip oturdu göğsümün üstüne. Kalkıp uzun zamandır suyunu vermeyi unu�uğum barış çiçeğim Lopis'in toprağını değiş�rdim. Suyunu da verdikten sonra yaprakları temizlemeye giriş�m. Onca canlı yaprağın arasında kurumaya başlayan bir yaprak iliş� gözüme. 12 yaprağın arasında ucu kıvrılarak kendisine bir hançer gibi yönelmiş bu yaprak, gövdesine ihanet eden bir havari gibiydi. Ya da kalabalıktan sıkılıp kendi içine yönelen bir insan olarak da görülebilirdi. Fakat içine yönelmesinin, diğer yapraklardan ayrılmasının bir sonucu (belki de bir cezası) olarak kurumak üzereydi. Neresinden bakarsam bakayım bu yaprak, diğerlerinin doğrultusundan kopmuş ve kendisine bambaşka bir yol seçmiş�. Her ne kadar kökleri aynı olsa da; tek bir topraktan, bir güneşten ve bir havadan besleniyor olsa da gövdesinden ayrılmaya çalışırken yarı yolda ömrü tükenmek üzere olan bu yaprak, aynı köke aynı gökyüzüne ve aynı anatomiye sahip olup da milyarca çeşit veren ve hiçbiri birbirine benzemeyen insanımsı ırkı anımsa� bana...
Her bireyi aynı zevkler, aynı değerler arasına mengeneyle sıkış�rmaya çalışan onca girişime rağmen ayrıksı otlar gibi kendi kendine var olan insanlar ve onların akıbe� ile bu yaprak arasındaki benzerlik yadsınamaz bir gerçek gibi canlandı gözümde. Bu durum, çiçeğe olan ilgimin daha da perçinlenmesine neden oldu.Her şeyi bırakıp çiçekle ilgilenmeye başladım. Bu sürecin nereye varacağını düşünmeden her gün kalkar kalkmaz çiçeğin başına geçmeye ve onu izlemeye başladım. Dikkatle izlemeye başlayınca bitkideki ufak değişimleri an be an görebildim. Eşsiz bir şekilde ama kendi halinde yaşayıp gidiyordu; fakat kuruyan yaprak gün geç�kçe daha da kararıyordu. Derken birkaç gün içinde bağlı olduğu daldan temelli düştü ve bir zamanlar beslendiği gübreli toprağa gübre oldu. İşin ilginç yanı; diğer yapraklar capcanlı bir şekilde mevcudiyetlerini sürdürürken, onlar değil de kuruyan yaprağın bağlı olduğu dalın göbeğinden bembeyaz bir tomurcuğun patlamasıydı.
LOPİSMurat Gülcen
19
elfaz Gö
rsel:
Gökç
e U
zgöre
n
Ölüm yakın yalnızca bir nefes boşluğunda.Çığlıkların yankısıVe geri dönüşleri umarsız.Çırpınışını gören gözlerFakat içine düştüğün yine kendi boşluğun.Bir tanrı yapışıyor boğazımaGöz oyuntusu, şeffaf kristal.Gölgelerin göçü renk değiş�ren ağaçtaVe söz konusu bu sonbaharda ölüm bahsine alışma.Hiçlikten oluşan gelecek ya�rımı.Tehlike temellendi şimdi,Cılız bir şair gölgesinde gelecek bir şövalye;Sözüm ona ışın kılıçlarıyla yeniyor ruhumu.Müsve�esi dikenli ve bi�yor şarkı en umulmadık yerde.Aklımın perileri dehşete meyil duyuyor,Sempa�zanı oldum korku emelinin.Cehale�ne kapılıp kaybolduğum bir gecedeAcı bir çığlık kalacak dostlara.Ekimde gelincikler çalacak kapımı.Kan kırmızısı, Hoş geldin diyeceğim.Biçimlerin eriyişini görüyorum,Şekil değiş�ren 8 boyutlu yaşam dolanıyor kanımda.Çi� hörgüçlü develer hala nereye gi�klerini bilemediğim,Göç hali devam etmekte.Ne göz yaşları ne de çığlıkları ye�şemeyecek ardımdan.Bir ceset torbasından iki görünüm kalacak geriye.Ekşi tütsüler kalacak bir de, anı tadında,Anlamayacaklar.Sonra gösterilecek katliam panoramasındaPişmanlıklar alacak son günleri.Kanlı gül beden dikenlerle dokunacak dostların ellerine.İncinsinler istemem, toprak a�n üzerime.Çünkü korkarım yalnız geceden,Alışkın değilim en cılız anlarımda rüzgara karşı yalnız bırakılmaya.Belki diyorum,Belki �r�nadan duymadılar çığlıklarımı.Fakat üzerime geliyor ateş topları okların ucunda.Bir adım daha sürükleniyorum.Vedası hoş değil tüm bunların.Sonra diyorum ki şair, iyi ki cimri olmamış ölüm hususunda.Ve bir göl şimdi gözyaşıİçten içe mezar kazan duvağımda.Diyorum ya,Ekimde gelincikler çalacak kapımı Kan kırmızısı.Ve ben 'Hoş geldin' diyeceğim.
Thanatos'un Sesi Şeyda Özdoğan
20
elfaz
Görs
el:
Adnan C
an T
ezu
laşt
ıran
Kendimi terk e�ğimi bilmiyordum. Az önce anladım.
İnsan bir mektup bırakırdı oysa. Klişe diyip geçmeyelim.
İnsan kendini terk edince, klişeler bile muhtaç kalıyor.
Böyle durumlarda veda mektubu da önemli bir klişe
haline geliyor.
Klişe olmayınca kroşe yersin. Üstelik nereden geldiğini
de bilemezsin.
Şaşkın şaşkın sağa sola bakarsın. Şaşkın şaşkın.
Beirut çaldığını biliyordum, hangi şarkısı olduğunu
bilmiyordum.
Düşündüm sonra.
Kendimi anla�m kendime, bana.
Hesap yap�m durdum, benim adım budala. Kalemin
mürekkebi yayıldı parmaklarıma. Hiçbir halimi
sevemediğim için, bu halimi de sevemedim. Bir �yatro
oyuncusu gibi bakmaya gi�m, aynaya.
Beirut çaldığını biliyordum, hangi şarkısı olduğunu
bilmiyordum.
BEIR
UT
Tun
a B
ahar
Azar azar terk etmişim kendimi. Nasıl mı anladım?
Söyleyeyim…
Müzik zevkim beni bırakalı üç yıl olmuş, televizyondan
kopalı iki buçuk… Anneme hediye almayı bırakalı iki yıl,
babamı aramaya l ı b i r buçuk… R ica etmey i
sonlandırdığımda geçen sonbahardı mevsim,
ha�rlıyorum. Trene binerken bir kıza “Çekil önümden”
demiş�m. E� mi bir yıl! Komşularımın kapılarını
çalmayalı iki bayram geç�. İnsanları görmeyi bırakalı bir
ay…
İnsanların arasında görünmez olmayı ise bir gün olmuş
bırakalı. Ben kendimi azar azar terk e�m. Az önce de
ö�e çıkıp gi�. Bir mektup bile yok, benden bu et
yığınına kalan!
Beirut çaldığını biliyordum, hangi şarkısı olduğunu
bilmiyordum.
Zaten et yığınları şarkı isimlerini de önemsemiyor ya,
boşver gitsin bunu da!
elfaz21
Foto
ğra
f: B
ern
a B
ilgin
ÇİRKİN BİR ADAM Yusuf Kızılay
Akşam. Yine. Her zamanki gibi…. Neden her gün oluyor ki? Ne ge�riyor? Yine otoma�k olmayan yürüme şeridinde yanımdan akan otomobil selinin görüntüsüne aldırmamaya çalışarak, başım önümde, şehrin en işlek caddelerinin birinden aşağı iniyorum. Diğer yanımdan otoma�k yürüme şeridi geçiyor. Yürüyemeyecek kadar yorgun olanları aşağı indiriyor. Geçen gece yağan yağmurun birik�rdiği sular da bizimle birlikte aşağı akıyor. Kokusunun da duyumsanabildiği zamanları düşlüyorum. Aslında ne kadar az şey istediğimi fark ediyorum. Yanımda ne otomobiller ne de otoma�k yürüme şeritleri olmadan, yağmurun kokusuyla yürümek. Caddenin sonunda bir araba yanaşıyor. İçinden güzel bir kadın iniyor. Tek başına yürümeye başlıyor. Acaba soğuk ellerimi, soğuk ayaklarımı, yanmış yüzümü fark etmeden benimle bu geceyi geçirir mi diye düşünüyorum. Sağa dönüp büyük kapılı bir binadan içeri giriyor. Nereye girdiğini anlamak için yukarı bakıyorum. Binanın üstünde kocaman ışıklı puntolarla “Mükemmel bir yüz, mükemmel bir vücut mümkün. Her şey istemekle ilgili” yazıyor. Düşüm dağılıyor. Neresi olduğunu anlamak için yukarı bakmama şaşırıyorum. Buradan yüz defa geçmiş olmalıyım.Yürümeye devam ediyorum. Bitmek bilmez bir ışık deme� karşımda, arkamda, yanımda… Işıklar gözümü alıyor. Herkes gibi ben de ışıktan başka hiçbir şey göremiyorum. Işıktan önceyi bilmiyorum. Işıktan sonrayı bilmiyorum. Işık dışında bir şeyin var olabileceğini düşünemiyorum. Varoluşumun gerçeğine dair hiçbir şey bilmiyorum. Sadece gözümü alan ışığın yakıcılığını hissedebiliyorum.Büyük puntolu yazılarla dolu binalar sıralanıyor. Tam karşımda takım elbise satan bir bina var. Tekrar yukarı bakıyorum. Her gün görmek zorunda olduğum ışıklı puntoyu okuyorum. “Mükemmelliği vaat edenler mükemmel görünür. Her şey vereceğiniz basit bir kararla ilgili” Sesli okumuş olmalıyım. Yanımdan geçen çi� yüzüme iğrenerek bakıyor. Bu gece erkek kadının içindeyken, kadın yüzümü ha�rlayacak biliyorum.Uzun zamandır girmediğim bir sokağa sapıyorum. Burası daha küçük puntolu, daha küçük binalara sahip... Yürümeye devam ediyorum. Başım yerde. Yazılanları okumamaya çalışırken kazandığım istemsiz bir hareket. Biraz ileride iki büyük ışıl�nın arasında bir karanlık fark ediyorum. Emin olmak için bir daha bakıyorum. Adımlarım hızlanıyor. Önceden hiç fark etmemiş�m. Belki de öncesinde yoktu. Önüne geliyorum. Yukarı bakıyorum. Hiçbir şey yazmıyor. Diğer ışıkların yansımasından başka hiçbir şey yok. Kapıyı i�p içeri giriyorum. Karşımda geniş basamaklı bir merdiven var. Bir an ne aradığımı soruyorum kendime. Ne bulmayı beklediğimi... Merdivenleri yavaş yavaş çıkıyorum. Karşımdaki kapının koluna bas�rıyorum. Açılıyor. Karşımda karanlık bir koridor uzanıyor. Elimle duvarları yoklayarak yürüyorum. Koridorun sonunda başka bir kapı daha var. Onun da koluna uzanıyorum. Kolu çeviriyorum. Girdiğim oda yine karanlık. Karşıdaki camlardan yansıyan ışık odayı aydınla�yor sadece. Kapının yanında açabileceğim bir ışık arıyorum. Açabileceğim bir ışığım yok. Etra�mı çevremden yansıyan ışıklarla görmeye mecburum. Cama doğru yürüyorum. Yanımdaki duvardan yansıyan ışık gözüme çarpıyor. Karşımda bir ayna var. Oraya doğru yürüyorum. Tam karşısında duruyorum. Kum tepecikleri ile dolu güneşten kavrulmuş çöle benzeyen yüzüme bakıyorum. Işıklı pencereye doğru yürüyorum. Boktan yaşamımı düşünüyorum. Boktan ailemi… Sura�mı yakan babamı… Yeral� revirlerindeki boktan işimi... Farklı olabilir miydi, diye soruyorum kendime. Farklı bir yüzüm, farklı bir haya�m. O zaman da aynalı boş bir odada pencereden ışıklara bakar mıydım? Kendimi rahatlatan bir şey geliyor aklıma o an... O zaman da tek başıma farklı bir boş odada olacak�m belki. Belki de başka sebeplerden kendimi bok gibi hissedecek�m. Odayı aydınlatan, yanmış yüzümün yansımasını görmemi sağlayan ışık deme�ne tekrar bakıyorum. Tüm bu ışıklar sadece gözümü alıyor, hiçbir şey göstermiyor. Ha�a belki de aynadaki yanmış yüz bile bir başkasınındır.
22
elfaz
Görs
el:
Gökç
e U
zgöre
n
yine geleceğiz