Download - Hande Altaylı - Delice
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
1/312
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
2/312
Hande Altaylı Edremit’te doğdu. Galatasaray Lisesi’nibitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Si
yaset Bilimi okudu. Çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yap
tı. ilk romanı Aşka Şeytan Karışır (2006) yılın en çok satan
kitapları arasında yer aldı, ikinci romanı Maraz 2009 yılın
da yayımlandı. Eserleri çeşitli dillere çevrilen yazarın üçün
cü romanı Kahperengi (Doğan Kitap, 2012) Merhamet adıyladizi film olarak gösterime girdi ve büyük ilgi gördü.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
3/312
Delice
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
4/312
DOCAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN
DİĞER KİTABI
Kahperengl
oıüa
Yaan: Hande Altayiı
Yay» haklan: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tk. A.Ş.
Bu eserin bütün haklan saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya
tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
1.baskı/Mart2015/ISBN 978-605-09-2544-9
Sertifika no: 11940
Kapak tasanmı: levent Bekata özdikmen
Kapak fotoğrafı: Murathan Özbek
Baskı: Ana Basın Yayın Gıda İn;. San. Tic. A.Ş.
B.0.S.B Mermerciler Sanayi Sitesi /10. Cad. No: 15
Beylükdüzü/ İSTANBUL
Tel. (212) 422 79 29
Sertifika no. 20699
Doğan Egmont Taymalık ve Yapımcılık île. i } .
19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10,34360 Şişli - İSTANBUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 8316
www.dogankitip.com.tT / editor0doga»kttap.coın.tt / satb94ogankltap.coro.tr
http://www.dogankitip.com.tt/http://www.dogankitip.com.tt/
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
5/312
Delice
Hande Altaylı
[d o ğ a nİKİTAP
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
6/312
Haziran 2014
Görece Kfisabası’na bağlı Çakalağzı Köyü-Kuzey Ege
Güneş tepede cayır cayırdı. Keskin gözlerinin değdiği yerleri yakıp kavuruyor, kendisinden korunmaya çalışanlarınüzerine ise harlı nefesini salıyordu. O nefes, saklanabilecekleri yanılgısına düşenleri nerede olurlarsa olsunlar bulu
yor ve güneşin yakıcı selamını söylüyordu. Tentelerin altında, ağaçların gölgesinde, odaların kuytusundaydı. Su boru
larında sinsice geziyor, pencerelerden, kapılardan, bacalardan, yerlerdeki taşlardan, anahtar deliklerinden, miskin birejderha gibi alevini hohluyordu.
Taşın, toprağın, ağacın, insanın, kuşun, bağın, derenin, çiçeğin, evin, sokağın, mahallenin canı çekilmişti. Köy, uzaktan bakan gözler için, buharlaşmakta olan titrek bir görün
tüydü. Kısacık minareli küçük bir cami; dev bir çınar ağacının gölgesine kurulmuş, zamanın neredeyse katılaştığı, zarların bile tavlaya nazlanarak, aheste beste düştüğü köhne-
miş bir kahvehane; içlerinde ne satıldığı belirsiz, birbirlerinesokulmuş dört ufak dükkân ve merkezden uzaklaştıkça sey
rekleşen, tarla ve bahçelerin arasına dağınık düzen gizlen
miş tuğla ya da kerpiç evler...Çakalağzı sakinleri, Köy’ün sapa ve zorlu yolu yüzünden
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
7/312
10
bir türlü kıymetlenmek bilmeyen geniş arazilerine bol bulamaç yayıldıklarından, Kö/ün merkezi bir türlü gelişememişti. Öteden beri avuç içi kadar olan meydanın çevresinde otuz,
bilemediniz otuz beş hane vardı. Geri kalanlar Köy*ün dışında, bağların bahçelerin ortasına kurulmuş, çoğu tek katlı evlerinde yaşarlardı. Bu evlerin bazıları birbirine ve Köye öyleuzaktı ki, kurt inse kimse seslerini duymazdı. Aslına bakarsanız, bu dert edilecek bir durum değildi; çünkü o civarda gezinen kurtlar terlik atsanız kaçacak cinstendi.
Köyün ismine gelince... Oraya Çakalağzı denmesinin nedeni etrafta çok çakal olması değil -k i zaten yoktu- Köy’ünsırtım verdiği dağların en tepesinde heykel gibi duran siyah,heybetli bir kayaydı. Ağzım açmış, düşmanlarına saldırmaya hazırlanan bir çakal başı, sabah akşam Köy’ü izliyordu.“Dişleri bile var” diyordu kayayı her gören, hayretle. “Ağzın
da koca koca dişleri bile var...”Çakalağzı Köyü'nün topraklan bereketli, suyu güzel, ha
vası şifalı, çevresi cennet gibiydi. “Burada gezen, kırk otunkokusunu aynı anda alır” derdi ihtiyarlar. Haklıydılar.
Her mevsim başka renkler sarardı ortalığı ve başka başka mis kokular... Buna rağmen dı şan dan pek gelen olmaz
dı Çakalağzı’na. Ne yaz mevsiminde meraklı turistler, ne avmevsiminde yabandomuzu peşindeki avcılar uğrardı. Kim
se bu küçücük Köy’e varmak için bir yanı derin bir uçu
rum olan virajlı ve daracık toprak yolu aşmak istemezdi.
Çakalağzı’nda yaşayanlar çoktan alışmışlardı yollanna ama
ilk kez gelenler, Özellikle de yükseklik korkulan varsa, ölüp
ölüp dirilirlerdi arabalann içinde. Kimi yere yatar, kimi gözlerini kapar, kimi bildiği tüm dualan sıralardı. Yükseklik
korkusu olmayanlar bile, başlanm dağdan yana çevirirler ve
mümkün olduğunca uçurumla göz göze gelmemeye çalışırlardı. Çünkü uçurum dik dik bakardı adama.
Yıllardır Köy ahalisinin, yollannın düzeltilmesi için baş
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
8/312
vurmadıkları makam kalmamıştı ama bunun için dağı del
mek ve ufak bir tünel yapmak gerekiyordu. Eh, dört yüz sek
sen dört baldırı çıplak köylü ve birkaç düzine bağ için kimse
nin bu kadar para harcamaya niyeti yoktu. Çakalağzı sakinlerinin daha uzun yıllar, iki aracın yan yana zorlukla geçe
bildiği, on altı kilometrelik toprak yollarıyla idare etmek zo
runda oldukları gün gibi aşikârdı. Yine de erkekler kahvede,
bağda, tarlada hep bu konuyu konuşurlardı, bıkıp usanma
dan. Kadınlar da konunun açıldığım duyunca gözlerini devirirlerdi; bıkıp usanmışlardı. Hele bu sıcaklarda hiç tahammülleri yoktu boş la f dinlemeye.
işte o sıcak haziran gününde, Meryem, iflahı kesilmiş bir
halde ellerini beline koydu ve yılgınlıkla, yıkanmış çama
şırlarla dolu büyük kırmızı leğene baktı. Saatlerdir çama
şır yıkamaktan ter içinde kalmıştı. Hele beyazlan kaynatırken kazanın başında beklemek bu sıcakta yapılacak iş değil
di ama beklemeyecekti de ne yapacaktı? Leğeni yüklenip nis
peten serin ve gölgelik olan arka avludan, güneşli ön bahçeye geçmeden önce biraz soluklanmak için duvar dibine çöktü
ve uzun çiçekli elbisesinin cebinden çıkardığı paketten bir si
gara yakıp, derin nefesler çekerken, sahanlıkta öylece durantam otomatik çamaşır makinesi geldi aklına, içi sızladı, kal
bi özlemle doldu.Geçen sene, bakkalın kansı Nurdan kendisine yeni makine
alınca, eskisini Meryem’e vermişti; hem de beş kuruş para istemeden. Hatta içine bir paket deteıjan koymuştu yollarken.
Allah için, iyi kadındı Nurdan. Belki de bu Köy’ün gördüğüen iyi kadındı. Gerçi başkaları öyle düşünmüyordu; ama buKöy’de zaten kimse kimse için iyi düşünmezdi. Meryem’e göre, yedikleri bir şeyden dolayı —bu konuda Köyün çevresinde bolca yetişen lezzetli melki mantarlarından şüpheleniyor-du-beyinlerinin başka insanlar hakkında iyi düşünme bölü
mü zarar görmüştü. Onlara göre Nurdan kendini beğenmi-
11
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
9/312
12
şin tekiydi; hem güzel olduğu için, hem de küçüklüğünde birkaç yıl kadar İstanbul’da yaşadığı için kendini bir halt sanı
yordu. Bir de çok açık giyiniyordu. Hadi başını örtmemesi birşey değildi, artık genç kadınların çoğu başını kapatmıyorduÇakalağzı’nda ama o genç kadınların hiçbirinin Nurdan gibisarıya boyalı saçları yoktu. “Eğer şehirde yaşasaydı memelerini açan o kadınlardan olur, mini etekle dolaşırdı” diyorlardıarkasından. Elbette bunlan söyleyenlerin elinde, Nurdan’mşehirde yaşasa sahiden memelerini açacağına dair hiçbir kanıt yoktu ama dinleyenler inanmış bir tavırla başlarını sallayarak bu sözleri tasdikliyordu. Oysa aslında Nurdan’m diğerlerinden çok da farklı giyindiği yoktu, sadece biraz dahagelişmiş bir zevke sahipti ve giydiğini yakıştırmayı biliyordu.
Boyu uzun, beli ince, endamı zarifti. Hal böyle olunca, geçtiğinde bütün başlar ister istemez ondan yana dönüyordu. Üstelik güler yüzlüydü Nurdan; dükkâna giren herkese hal hatır sorar, zaman zaman şakalaşırdı. “iki çocuklu bir kadının,hem de dağ gibi kocasının gözü önünde böyle hafiflikler yapması, cık cık cık...” Böyle şeyler söylüyordu başkaları Nurdaniçin ve hepsinin cehennemin dibine kadar yolu vardı. Meryem seviyordu Nurdan’ı. Kim hâlâ tıkır tıkır çalışan çamaşırmakinesini akrabası bile olmayan birine verirdi ki? Kimse!En azından Meryem’in tanıdıkları arasında böyle bir babayiğitlik yapacak kimse yoktu. Onu bilir, onu söylerdi Meryem.
Ama belki biraz açık giyindiği doğru olabilirdi. Sadece biraz.Nurdan’m demesi, makine kendi kullandığı on yıl boyun
ca bir kez olsun “tık” dememişti, “yıkamam” dememişti, “sıkmam” dememişti. Helal parayla alman mal böyle oluyorduona göre. Amma velakin makinenin helal süresi tam o sıralarda dolmuş olmalı ki Meryem ancak yirmi gün sürebilmiş-ti sefaBinı. Çamaşırları içine doldurup, karşısında sigarasınıtellendirip kahvesini içerek, bir o yana bir bu yana ahenkle
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
10/312
13
ri izlediği günler işte bu kadar kısa sürmüştü. Topu topu yir
mi güncük... Nurdan’ın verdiği deterjan bile bitmeden makinenin “tık" diyeceği tutunca, Meryem’in sevinci kursağındakalmıştı. Eteklerini tutup koştura koştura Köy’e gitmiş, oralarda tamirat işlerinden anladığı varsayılan iki salağın öncedaha az salak olanını, sonra daha çok salak olanını kolundantuttuğu gibi eve getirmişti ama tahmin edilebileceği gibi iki
salak da makineyi tekrar çalıştırmayı başaramamıştı.“Kasabadan servis çağırmak lazım” demişti Nurdan dük
kânın önündeki basamakta oturmuş, günebakan yerken.Meryem, onun tam karşısında omuzlan çökmüş halde ayakta duruyordu. Makinenin bozulması onu derinden yaralamış, hatta neredeyse dünyasını yıkmıştı. Çok sevdiği halde,
Nurdan’ın uzattığı günebakanı bile geri çevirmişti. Üzüntüden içi bir şey almıyordu. O da biliyordu kasabadan servisçağırmak gerektiğini ama Meryemlerin evine tamirci girdiği görülmüş şey değildi. Öyle olmasa, oturma odalarının başköşesini işgal eden kasetçalar, bin dokuz yüz doksan yılından
beri arızalı halde durmazdı. Aslına bakarsanız, Meryemlerin evinde bozulan eşyaya sağlam muamelesi yapılırdı. Kimse çalışmayan kasetçalan yerinden kaldırmayı ya da atmayıdüşünmemişti, tıpkı çamaşır makinesinin bir yıldır sahanlıkta durduğu ve sittinsene de durmaya devam edeceği gibi. Yenilerinin alınması söz konusu bile olmayacaktı, çünkü teorik
olarak hem kasetçalarları, hem de çamaşır makineleri vardı. Üstelik artık kimsenin kaset çalmamasının, hatta kasetüretilmemesinin bile bir önemi yoktu; çünkü değişen sadecedünyaydı, onlann evi değil.
Meryem tepeleme dolu kırmızı leğeni çeke çeke ön bahçeyeadımını attığı anda, üzerine saldıran güneş ışıklan yüzün
den bir kez daha ter içinde kaldı. Yine de pes etmedi, gücünün son kalıntılarını kullanarak, çamaşırlan birer birer silk l d b k l d ll l
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
11/312
14
lere serdi. Bütün yorgunluğuna rağmen temiz çamaşır kokusu hoşuna gidiyor, içine bir ferahlık veriyordu. Çarşaflan, pi
keleri, yastık kılıflanm, geceliklen, pijamaları ve daha nevarsa hepsini büyükten küçüğe doğru sıralayarak, askeri birnizamda astı .-İşi bitince geriye doğru iki adım attı ve bir yandan hizası bozuk bir çorap ya da mendil olup olmadığınıkontrol ederken, bir yandan da çamaşır yıkarken topladığıkopkoyu kahverengi saçlannı açıp havalandırdı. Ardından
son bir gayretle, ipteki çamaşırlan eliyle iyice düzlemeye kal
kıştı. Ütüleri vardı, vardı da altı ay kadar önce Meryem elin
den düşürdüğünden beri çalışmıyordu.Eski püskü bahçe kapısı gıcırdayarak açıldığında, Meryem
işini tamı tamına bitirmişti. Dönüp, alı al moru mor bir hal
de içeriye giren annesine baktı.“Nerede kaldın be?"
“Emine çağırdıydı ya..." Meydan okuyan ses tonu, Fat
ma'nın alttan almaya niyetli olmadığını gösteriyordu.
“Ne zaman iş olsa, kaçacak bir yer buluyorsun. O kadar
kirliyi başıma yığıp gittin yine.”
“Ne oldu? İncilerin m i döküldü iki çamaşır yıkadın diye?"
dedi Fatma her zamanki alaycı tavrıyla.
Ana kız birbirinin aynı kara gözleri, kanca burunları, aşa
ğıya sarkık dudakları, üçgen yüzleri, haddinden kısa bacak
ları ve koca memeleriyle karşılıklı durup öfkeyle birbirlerini
süzdüler. .
“iki çamaşır öyle mi? Baksana sen şuraya... Bak bak, ka
çırma gözünü! iki çamaşırmış, ipler yetmedi be sermeye!” diye bağırdı Meryem.
Fatma kızının söylenmelerine dudak büktü, arkasını dön
dü, başının örtüsünü çözdü ve derin bir “Ohh” çekip, kendi
ni avlunun kenarında, evin duvarına dayanmış geniş divana
bıraktı. Topu topu beş yüz metre tutmayacak yol yürümüştü
ama şu insafsız güneş neredeyse tüm gücünü emmişti. Yine
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
12/312
ıs
de eliyle nemli yüzünü yellerken, çarpık dişlerini göstere göstere gülümsedi.
“Hadi işin iş... İstemeye gelecekler seni... Artık kendi evinde kocanın donlarım çitilersin. Dizersin iplere böyle sıra sıra...” dedi Fatma ve arkasından bir kahkaha savurdu.
Meryem’in tüyleri diken diken oldu, dünyada annesininkahkahası kadar nefret ettiği başka bir şey yoktu. Dizilerden öğrenilmiş, o yapmacık ve bayağı gülüş... Yerden almak
için eğildiği kırmızı leğeni olduğu gibi bırakıp dikildi ve ellerini beline koyup annesine baktı. Eşzamanlı olarak, aklındanKördeki bütün damat aday adaylarını geçirdi, fakat kendisini istemeye gelmesi muhtemel tek bir isim bulamadı.
“Kim gelecekmiş be beni istemeye?" dedi küfreder gibi.Hatta belki küfretse daha iyiydi.
“Osman Efendiler...” dedi Fatma, çok beklenen bir durum
muş gibi; ama Meryem, annesinin gözlerinin derinlerindeki
memnuniyeti okumakta hiç zorlanmadı.
“Hangi Osman Efendiler?” diye sordu Meryem kaşlannıçatarak.
“Salak salak konuşma, kaç tane Osman Efendiler var?”
“Bildiğimiz Osman Efendiler yani?”
“Şükür anladın. Onlar tabii, kim olacak? Kız, yaptın işi
valla. Allah insana çirkin şansı versin derler ya, doğruymuş.”
Meryem öylesine serseme döndü ki, avlunun orta yerinde
dikilip dururken, annesinin soktuğu lafı çıkarmayı bile düşü
nemedi. Böylelikle, o evin tarihinde ilk defa, Fatma'nın kızı
na ettiği kötü bir söz yanma kâr kalmış oldu.
“Daha geçen sene Kocabaşların Filizle evlendirdiler ya Sa
lih’i...” dedi Meryem. Dedi demesine ama aslında annesiyle
konuşmuyor, yüksek sesle düşünüyordu.
“Salih’e değil, küçüğüne isteyecekler, küçüğüne!” dedi Fat
ma, terden başına yapışmış saçlarım sıvazlayarak. “Ne yap
sın ayol Salih seni, gül gibi kızı almış...”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
13/312
16
Meryem’in başından aşağı kaynar sular dökülürken, Fatma da yüzünde eğreti bir leke gibi duran gülüşüyle, o günikinci kez lafının yanuıa kâr kalmasının tadım çıkarıyordu.
Meryem bir fasıl kıpırtısız durdu ve türlü düşüncelerin akima hücum etmesini izledi, insan bu kadar kısa sürede, hem
geçmişi, hem o anı, hem de geleceği nasıl düşünebiliyorduacaba? Hem bunları düşünüp, hem de aynı anda bunları dü
şünebildiğine şaşırabilmek... Daha yanm dakika dolmadan,durumunu ölçmüş, biçmiş, olasılıkları hesaplamış, olasılık
ların sonuçlarım değerlendirmişti bile. Olacak ve olmayacak
her şeyi biliyordu neredeyse. Gerçek şuydu ki, kötü ihtimal
lerle, daha kötü ihtimallerden oluşan bir yığının altında kal
mıştı ve çözüm yollarının çoğu kapalıydı. Annesinin mutlu
lukla parlayan yüzüne bakarken, hayatın nasıl bu kadar göreceli olabildiğine şaştı. Fatma’ya göre Meryem’in başına ta
lih kuşu konmuştu, Meryem ise o talih kuşunun ümüğünü
sıkmayı her şeyden çok istiyordu.
Fatma coşku içinde, "Hadi kız, koş bir kahve yap da kendime geleyim!” diye bağırdı; sesi bahçede çın çın çınladı. “Ken
dine de yap! Osman Efendilerin geliniyle karşılıklı kahve içtim diye anlatırım misafirliklerde.” Meryem düşüncelerinden
kopup annesini şaşırtan bir uysallıkla içeriye girdi ama elinde kahve tepsisi yerine büyük bir makasla geri geldi. Fatma,bir denizanası gibi yayıldığı divanda toparlandı, bir gözüylekaçacak yer bakınırken, bir gözünü de kızının üzerinde tut
tu. Kalbi, göğüs kafesinin duvarlarına gümbür gümbür çarpıyordu. Meryem annesinden yana hiç bakmadan, doğrucabahçenin ortasına ilerledi ve az önce çamaşırları serdiği ipleri teker teker, tereddütsüz ve acelesiz kesiverdi. Mis kokulu,tertemiz, ıslak çamaşırlar bahçenin taşlaşmış toprak zeminine yapışırken, Fatma olanca sesiyle, “Ne yapıyorsun Allah’ın
manyağı!” diye bağırdı. Koca kıçım zorlana zorluna divandankaldırıp Meryem’e doğru koştu. Yerdeki çamaşırları toplama-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
14/312
17
ya çalışırken, az önce canının derdine düştüğünü unutmuştubile. “Bak kirlendi hepsi, deli misin sen?"
Meryem çamaşırları terlikleriyle bir güzel çiğneyerek,Fatma’ya doğru iki üç adım attı ve kadının tam tepesinde dikilip ona baktı. Fatma elindeki rengi solmuş pembe çarşafı
yere bıraktı ve bu kez daha alçak bir sesle sordu: “Niye yaptın şimdi bunu? Deli misin sen?”Meryem koca makası saplayacak gibi tutup havaya kaldır
dı ve annesininkilerin aksine çok muntazam olan dişlerininarasından, “Deliyim tabii, hem de ne deliyim. Öğrenemedinmi daha kızını?” diye tısladı. Gözleri, derin çukurlar gibi içeriye kaçmıştı. Fatma o çukurlara düşerken, Meryem, yer yer
paslanmış, yeşile boyalı demir bahçe kapısını vurup dışançıktı.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
15/312
Köy*e doğru giden yol üzerinde ne bir kuş ötüyor, ne de bir
kedi uyukluyordu. Çakşkan karıncalar bile yuvalarından kafalarım çıkarmıyordu. Hele o yapraklar... Hepsi özenle kola
lanmış gibi havada asılı duruyordu. Hareketler arasındaki
anlar uzadıkça uzamış ve bu uzamanın sonunda hareket ta
mamen yok olmuştu. Çoktan ölmüş bir gölü anımsatan bu
gerçekdışı sükûneti bozan tek şey, Kâzım’ın kararlı ayak sesleriydi. Kıvrıla kıvnla uzayıp giden tozlu, tenha yolun ve ses
sizliğin üzerine rap rap düşüyor, dünyayı yeniden hayata
döndürüyordu. Her adımda, Kâzım’ın bej rengi kısa kollugömleği biraz daha ıslanıyor, alnında yeni birkaç damla terbeliriyordu. İşte güneş, o ateş parçası, insanın suyunu böyle
çekiyordu içinden ve böyle usul usul, katre katre içiyordu
adamı... Kâzım ise, hiçbir tükenme belirtisi göstermeden, su
yunu güneşe teslim ediyordu. Yüzündeki rahat ifadeye ba
kan, sanki ö|len vakti gölgede kırk beş derecede koşar adımilerlemiyor da, akşam serinliğinde geziniyor samrdı. Saçlarının dibinden gözlerine doğru süzülen damlacıkları silme zahmetine dahi girmeden, başı önde, gözleri yerde; kendini, adını, varlığını bildi bileli yaptığı şeyi yapıyordu: Yürümek!
Kâzım yıllardan beri her sabah, evlerinden Köy meydanına
kadar olan bir buçuk kilometrelik yolu tam üç tur gider gelirdi. Öğlen yine. Akşam yine. Ertesi gün yine. Günde toplam
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
16/312
19
yirmi yedi kilometre. Sabah saat sekizde, öğlen birde, akşam
yine sekizde. İlkbaharda, yazda, sonbaharda, kışta. Milli bayramda, dini bayramda, seyranda. Pazartesi, sah, çarşamba,
perşembe, cuma, cumartesi, pazar. Karda kışta, yağmurda ça
murda, fırtınada doluda, siste pusta ve kavurucu güneşte. Yıl
da üç yüz altmış beş gün, altı saat. Yakınmadan, aldırmadan,
sorgulamadan, düşünmeden, sıkılmadan, kaytarmadan, yo
rulmadan ve hiçbir yere varmadan yürüyor da yürüyordu. Köyünden dışarı çıkmadan, dünyanın çevresini bilmem kaç kez
dolaşma rekoru, Kâzım’dan başka kimsede olamazdı.
Yıllar evvel, bir bahar öğleden sonrasında, babası Osman
Efendi, Köy kahvehanesinin önünde arkadaşlarıyla sohbet
ederken, “Erkek adamın işi gücü olmalı” buyurmuştu. “Er
kek adamın işi gücü olmalı, yoksa ona kız verilmez.” O gün,
belki de lafın gelişi söylenmiş olan o cümle, babasının dizinin
dibinde, yerde oturan Kâzım’ın kulağına doluvermişti. Sekizdokuz yaşında ya vardı ya yoktu... Neden babasının söyledi
ği diğer tumturaklı sözlere değil de buna takıldığını bilmekmümkün değildi, çünkü insan hafızası başına buyruk bir ya
pıydı ve hikmetinden sual olunmazdı. Neyse, sebebi bir yana, sonuç olarak Kâzım, Osman Efendi’nin, “Erkek adamınişi gücü olmalı, yoksa ona kız verilmez” diyen tok sesini hâlâhatırlıyordu. Bunu söylerken babasının yüzünde beliren cid
di ifade, kendi ayağındaki yanlan yenmiş kahverengi köseleayakkabılar, hatta o yıllarda yanından hiç ayırmadığı tahtakaşığıyla yerde açtığı küçük çukur bile dün gibi akimdaydı.
İlerleyen zamanlarda, bu cümle Kâzım’m kafasından birtürlü çıkmak bilmedi ve içini bir tahtakurusu gibi kemiripdurdu; hem de ne kemirmek! Bir iş bulmalıydı, yoksa asla bir
erkek olamaz, kız bile alamazdı. Oysa Kâzım tüm kalbiylebir erkek olmak ve evlenmek istiyordu. Hem de ne istemek! Ama ne iş yapacaktı? Günler, geceler boyu düşündü, düşün-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
17/312
20
dü, düşündü ve sonunda bu sorunun yanıtım buldu. Bir sa-bah erkenden yatağından fırladı, giyinebildiği kadar giyindi
paklanabildiği kadar paklandı, annesinin, babasının, altı yaşbüyük abisi Salih’in şaşkın bakışları arasında, “Haydin, ben
işe gidiyom, kaim sağlıcakla!” diyerek kahvaltı sofrasından
fırladığı gibi koşar adım evden çıktı, içi içine sığmıyordumutluluktan, kalbi kanat çırpan bir kuş gibi pır pır ediyordu
göğüs kafesinde. Daha avlunun ortasına varmamıştı ki, an
nesi Bedriye kolundan sımsıkı yakalayıp onu durdurdu ve“Nereye bakalım böyle? Ne işiymiş o?” diye sordu.
Kâzım annesine büyük bir ciddiyetle artık bir işi olduğu
nu, çünkü eğer olmazsa, kimsenin ona kız vermeyeceğini söy
leyince, Bedriye oğlunun kolunu bırakıp saçlarına uzandı.
“Ah benim güzel oğlum, ceylan gözlüm...” diyerek içini çekti.
Kâzım’a çalışmak için daha çok küçük olduğunu, erkeklerinbüyüdüklerinde çalıştıklarım anlatmayı aklından geçirdiyse
de bundan hemen vazgeçti. Biliyordu ki, oğlu büyüdüğünde
de çalışamayacaktı. Hiç o kadar aklı olmayacaktı. “Ne iş ya
pacakmış bakalım benim aslan oğlum?” diye sordu titrek bir
sesle. “Yürüyeceğim!” diye cevap verdi Kâzım gururla.
“Nasıl yürüyeceksin?”
“Böyle!” Kâzım kollarım ve bacaklarım, asker gibi aça aça
üç-beş adım atarak annesine gösterdi.
“Nereye yürüyeceksin peki?”“Köye”
“işin bu mu yani?"
“Bu!” Kâzım sevinçle başını salladı ve anlatmaya başladı. Heyecandan bazen nefesi yetmiyor, arada durup soluklan
mak zorunda kalıyordu. Köy’e kadar üç tur gidip gelecekti,çünkü Allah’ın hakkı üçtü. Ve bunu günde üç kere yapacaktı,çünkü az önce söylediği gibi, Allah'ın hakkı üçtü.
Kâzım sevinçle avludan çıkıp işine koşarken Bedriye’nin
boğazına bir yumru gelip oturdu. Ne yutkunmak, ne konuş-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
18/312
21
inak mümkündü. Ağlamak bile imkânsızdı o yumru insanınboğazındayken. O günden sonra, her sabah, her öğlen ve herakşam Bedriye, Kâzım’ı işe uğurladı. On altı yıldır, günde üçdefa, Allah’a emanet etti onu. Allahım, sen Kâzım’ı koru! Allahım, sen Kâzım’ı koru! Eğer zaman söylendiği gibi her şeyin ilacı olsaydı, Bedriye’nin boğazına oturan yumru şimdi
ye dek erir giderdi ama öyle olmadı. Yıllar içinde, Bedriye’ninboğazı o yumrunun şeklini aldı. Allahım, sen Kâzım’ı koru!
Kâzım, ortalama on dakikada bir arabanın geçtiği, bomboşKöy yolunda yürürken, her zaman olduğu gibi, o gün de hiç
bir şey düşünmüyordu. Bağlan, bahçeleri, seyrek evleri, uy
kuya yatmış traktörleri, balya balya samanları, çitlere dayanmış çapalan, tırmıklan, kürekleri mütemadiyen arkasın
da bırakıyor, aynılannı tekrar tekrar önünde buluyordu. Yol
hep aynı yoldu; Kâzım, aynı Kâzım... Öğlenki üç turunun iki
sini bitirmiş, sonuncunun da yansım geçmişti. Eve kadar on,
bilemedin on iki dakikalık yolu vardı. Her mevsimde ve her
şartta bu yolu yürümeye o kadar alışıktı ki, güneşin azgınlığı
onu rahatsız etmiyordu. Sıcaktan muafmışçasına güçlü atı
yordu adımlannı. Belki de sahiden muaftı. O gün Kâzım için,
diğer günlerden ne daha sıcak, ne daha soğuk, ne daha uzun,
ne daha kısa, ne daha güzel, ne de daha kötüydü... işini her
zamanki gibi ciddiyetle yapıyor, her adımın hakkım sonuna
kadar vererek ilerliyordu. Hayal bile kurmazdı dikkatini da
ğıtmamak için, o gün de kurmuyordu, oysa kurmak için sa
bırsızlandığı bir hayali vardı bu defa. Ama Kâzım’a göre, ha
yal denen şey yatakta kurulurdu. Gece ya da gündüz, yatağı
na girdiğinde sol yanına döner, yüzünü odasının beyaz bada
nalı duvarına verir, sağ bacağını öne doğru atar, iki elini bi
tiştirip sol yanağının altına koyar ve düşler de düşlerdi. Ba
zen kahramanca bir iş yaptığını, bazen de kadınlan... Ama
daha çok kadınlan...
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
19/312
22
Aniden, yolun karşısında, epey uzakta, bir hareketlilikhissedince gözlerini kıstı ve dikkatlice o yöne baktı. Gelenin
kim olduğunu anlaması uzun sürmedi. Aralarında bayağı birmesafe olmasına rağmen şıp diye tanımıştı kendisine doğ
ru yaklaşan kızı. Ayaklan yürürken, kalbi ona doğru koşma
ya başladı. Kız yaklaştıkça Kâzım’m heyecanı arttı ve kalbi
yükselip ağzına doğru yaklaştı. Bakışlan kızın karanlık, ka
ra gözlerine değince, yer ayağının altından kayıyor gibi oldu.
O gözlere sürtünmek nefesini keserken, yüzünde istem dışıçarpık bir gülümseme belirdi.
Kız dik dik, pat pat, ona doğru ilerledi ve tam karşısında
durup yolunu kesti. Kâzım onun kokusunu duyabilecek me
safede değildi ama yine de havayı derin derin içine çekerek
tüm genzini ve ciğerlerini tıka basa kızın rayihasıyla doldur
du. Elinden gelse, onu olduğu gibi burun deliklerinden içeriçekerdi. Kız ise gözlerini belertmiş, ona bakıyordu. Bir şey
Jiyecek gibiydi ama demiyordu bir türlü, öyle durmuş, öldü-ecek gibi bakıyordu sadece. Öldürmüyordu da. Bu halKâzım’ın daha da heyecanlanmasına sebep oldu, dizleri zan
gırdadı ve altına birkaç damla çiş kaçırdı. Ne zaman çok he-
yecanlansa, olan donuna olurdu. Neyse ki, suratının orta yerine aniden aşk edilen tokat tüm çişini salmasını engelledi.
“Sana mı kaldı be beni istemek, Allah'ın geri zekâlı hayva
nı!” diye avaz avaz bağırdı Meryem. Bir yandan da elini kor
kak alıştırmıyor, Yaradan’a sığınıp tekmeyi, silleyi yağdırı
yordu Kâzım’ın üzerine. Yol, o sırada öyle ıssız olmasa, belki
bir koşup kurtaran olurdu Osman Efendi’nin küçük oğlunu
ama erkeklerin bir kısmı cuma namazında, bir kısm ı evlerin
de, uykudaydı. Kadınlar ise sıcak yüzünden akşamüstünden
evvel evlerinden burunlarım bile çıkarmaya yanaşmıyor, av
lularının serin kısımlarında oturmuş, taze fasulye ya da bar
bunya ayıklıyorlardı. Bu havada sokağa çıkmak için deli ol
mak lazımdı.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
20/312
23
Kâzım, tozlu yolun ortasında, bir güzel dayağım yerken,ne karşılık veriyor, ne itiraz ediyor, ne de Meryem’i durdurmaya çalışıyordu. Canı yandığında bile, gıkını çıkarmak yerine dudağını ısırıyordu. Darbelerin ardı arkası kesilmiyor, koca bedenine yağmur gibi iniyordu. Görüntüsünden beklenmeyen bir kuvveti vardı Meryem’in ve vurdukça açılıyor, daha
hızlı, daha güçlü oluyor, işin fenası isabet oranını artırıyordu. En sonunda Kâzım olduğu yere çöktü, tespihböceği gibitortop oldu ve Meryem’in hırsını almasını bekledi. Dakikalargeçti, yerine yeni dakikalar geldi, onlar da geçti ve sonundaMeryem’in deliliği dindi. Ellerini beline koydu, yerde oturan
Kâzım’ın tepesinde soluk soluğa dikildi.
“Bak buraya, geri zekâlı şişko!”
Kâzım korkuyla oturduğu yerde büzüldü.“Buraya bak dedim! Kaldır kafam da yüzüme bak!”
Kâzım kafasını kaldırdı, Meryem onun suratına iki kere
üst üste tükürdü ve arkasını dönüp asker adımlarıyla Köy’e
doğru yürümeye başladı.
Kâzım, Meryem’in arkasından bakakaldı. Kızın uzun çiçek
li elbisesinin altından bir o yana bir bu yana savrulan genişkalçasını ve beline kadar inen koyu kahverengi, dalgalı saçla
rım hayatımn sonuna kadar akimdan gitmeyecek şekilde ka
fasına kazıdı. Meryem kansı olacaktı. Meryem’i koynuna ala
caktı. Üzerine çıkacaktı Meryem’in. Bacaklarının araşma gi
recekti. Kâzım gülümsedi. Kızın vurduğu yerler hâlâ sızım sı
zım sızlıyordu. Kollan, bacaklan, yüzü, kafası, karm, sırtı...îlk defa Meryem’in eti etine değmişti bugün. Yüzünde hâlâ
tükürükleri duruyordu. Daha az önce kızın memelerini his
setmişti kolunda; yumuşacıktılar. Kâzım kıkır kıkır güldü.
Köy kulaklannı dikti. Bir ses mi duymuştu?
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
21/312
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
22/312
25
“Peki ama şimdi eve bırakacağım seni. Salih Abi kızar yoksa bana.”
“Olmaz, işim var.”
“Ben de seninle yürürüm o zaman” dedi Veysel.“Olur." Kâzım yürümeye başlamıştı bile.
“Dur yahu koşturma!” diye söylendi Veysel, Kâzım’m pe
şine takılırken. İkisi o sıcakta tuhaf bir çift olarak yürümeye başladılar.
“Damat olacağım ben Veysel Abi.”
“Duydum, duydum... Meryem’i alıyormuşsun, hayırlısı ol
sun!" dedi Veysel.
“Sağ ol Veysel Abi” dedi Kâzım ve yüzü mutluluktan pen
çe pençe kızardı. Veysel hafiften kasıldı. O Köy’de kendisine“Veysel Abi” diyen bir tek Kâzım vardı. Küçücük çocuklar bile,
“Âşık Veysel” diye seslenirdi arkasından. Âşık Veysel’e bir ga
rezi yoktu Veysel’in, aksine büyük hayranlık duyardı ama ken
disine öyle denmesinin altındaki alayı da pekâlâ seziyordu.
“Çok seviyorum ben Meryem’i” dedi Kâzım.
“O da seni seviyor mu?”“Bilmem ki.” Kâzım utancından elleriyle yüzünü ve gü
lümsemesini sakladı.“Seviyordur tabii, neden sevmesin?” dedi Veysel. “Çağıra
cak mısın beni düğüne?”“Çağıracağım tabii. Seni de çağıracağım, san saçlı güzel
ablayı da çağıracağım.”“San saçlı güzel abla yok artık Kâzım. Gitti ya, hatırlamı
yor musun?” dedi Veysel.
“Gitti mi?”“Gitti.”“Niye gitti?”
“Gitmek istedi.”“Dönmedi mi?”“Yok dönmedi ”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
23/312
26
“Daha da dönmez mi?”“Dönmez.”“Nereye gitti?”
“Başkasına verdiler.”Kâzım eliyle ağzını kapattı ve dehşetle Veysel’e baktı. “Baş
ka adama mı verdiler?”“Evet!”Kâzım’m bu habere çok cam sıkılmıştı. Yüzünü astı, kaşla
rım çattı ve bir müddet hiç konuşmadan yürüdü. Veysel kolu
nu onun omzuna attı.“Üzülme be Kâzım..; Hayat böyle, ne yapacaksın!”“Sen üzülmüyor musun?”“İki sene oldu... Artık üzülmüyorum.”“Gece yatanca da mı üzülmüyorsun?”“Üzülmüyorum.”
“Uyanınca?”“Uyanınca da üzülmüyorum. Unuttum artık dedim ya oğ
lum, amma sordun sen de!”“Ben unutmadım.”“Neyi unutmadın?”
“Çok güzel san saçlan vardı, böyle beline kadar. Bir de ye
re kadar mavi elbisesi vardı. Bir de...”“Yetti be Kâzım! Başka şey konuş artık!”“Niye?”
“Sen böyle konuşunca üzülüyorum da ondan.”“Üzülmüyorum dedin ama...”
“Başka şey konuşursan üzülmem.”
“Ne konuşayım?”
“En iyisi konuşma, zaten hava çok sıcak, nefesim harcama.”
Yolun geri kalanında tek bir kelime bile etmediler. Veyselarada bir dönüp yol arkadaşına baktı. Kâzım’ın bedenine göre büyük olan kafası düşüncelerinin ağırlığını taşıyamıyorgibi sağa yatmıştı. İnsan onun bir kavgada suratına yumruk
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
24/312
27
yediği ve o yumruğun hâlâ orada durduğu hissine kapılıyordu. Vücudu hantal, adımları güçlü, sırtı terliydi; yürüdüğün
de sağ kolu bedeninden biraz daha ileride gidiyordu daima.Koca kulakları güneşten kızarmıştı ve altdudağı çenesine kadar sarkmıştı. Tarlada gereğinden çok uzun süre kalmış biçimsiz bir patatese benziyordu.
Eve vardıklarında, Kâzım, bir adım arkasında yürüyen Veysel’e veda etmeden avlunun kapısını itti, içeriye girdi. Kapı
kendiliğinden kapandı. Veysel bir anlık şaşkınlığın ardından,ellerini pantolonunun cebine soktu ve arkasını dönerek gerisingeri yürümeye başladı. Alnından terler süzülürken, yüzünden belli belirsiz bir gülümseme gelip geçti. Sarı saçlı kızıhâlâ hatırlayan Kâzım, yarım metre arkasındaki Veysel’i çoktan unutmuştu bile. Veysel de yürüdükçe Kâzım’ı unuttu, sa
rı saçlı kızı hatırladı. Döküntü motosikletine vardığında, hatıralar bok sinekleri gibi zihninin her köşesinde uçuşuyordu.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
25/312
Meryem o öğlen sıcağında saçım, eteğini ve kalçasını öfkey
le savurarak Çakalağzı Köyü’nün merkezinde belirdiğinde etrafta pek az insan vardı. Onlar da sıcağın rehavetiyle önlerine düşmüş kafalarım güçlükle kaldırdılar ve kızın sert adımlarla sokaklarından selamsız sabahsız akıp geçmesine hayretetmediler. Aksi olsa, yani Meryem gülücükler saçarak yürüse,yaşlıların ellerim öpüp çocuklardan makas alsa, görenler ya
rüyada olduklarından şüphelenip kendilerini çimdikler ya dabaşlarına sıcak geçtiğinden endişe ederlerdi. Hepsi biliyorduMeryem’i bilmesine ama yine de o gün, Osman Efendi’ye gelin gideceğini duyduklarından olsa gerek, daha bir dikkatlesüzdüler kızı. Bir güzellik gelmiş miydi Meryem’e? Gelmemiş
ti. Hali tavrı değişmiş miydi? Değişmemişti. Sevinçli görünüyor muydu? Görünmüyordu? Kılığında kıyafetinde bir fevkaladelik var mıydı? Yoktu. Havaya girmiş miydi? Zaten her zaman, küçük dağlan ben yarattım der gibi kasıla kasıla yürüdüğünden, bu soruya net bir cevap veremediler. Görünüşe göre Meryem, aynı Meryem’di. Köy burnunu kıvırdı.
Tam yirmi dokuz yıldır, yani Meryem’in dünyaya geldiğigünden beri Köy’le kızın arasında açıkça dile getirilmemişbir mesafe olmuştu. Daha Meryem gencecik bir kızken, hattaküçücük bir çocukken, söylemesi ayıp ama henüz Meryemminirik bir bebekken bile Çakalağzı’yla arası hep limoniydi.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
26/312
29
Köy’ün bir bebeği sevmemesinden daha tuhaf olan, bebeğinde Köy’den hazzetmemesiydi. Ne zaman annesinin kucağında, Köy’ün az dışındaki evlerinden çıkıp merkeze inecek olsa,
soluksuz ağlamaktan katılır, mosmor kesilirdi. O kadar yırtınmanın sonucunda, ateşi havale geçirecek kadar yükseldiğinden, annesi Fatma ne işi varsa bırakıp geri dönmek zorunda kalırdı. Eve döndükleri anda Meryem ağlamayı keser,ateşi düşer, Fatma ise hırsından kudururdu. Durup durup,“Gün yüzü göstermedi bu kız bana!” diye yakınmasının se
beplerinden biri buydu ama bu söylemini kuvvetlendirecekdaha güçlü nedenler de yok değildi.
Her şey yirmi dokuz sene önce, gökyüzünün yıldızlarlakaplı olduğu güzel bir nisan gecesi, saat tam sekizde, ilk çocuğuna hamile olan Fatma’nın doğum sancısının tutmasıy
la başlamıştı. Köy un tek ebesi olan Kadriye, o gece Fatmave kocası Ağır Ihsan’ın fukara evinde, ebelik kariyerinin engüç doğumunu gerçekleştirdikten sonra, yorgun argın ve üstü başı kan içinde Köy’e döndüğünde, Fatma’nın -Allah affetsin- şeytana benzeyen bir kız doğurduğunu söylemişti. Ebe Kadriye’nin anlattığına göre, kız dünyaya gelmemek
için annesinin rahmine tırnaklarını geçirmiş ve doğduğundaher bebek gibi ağlamak yerine, bir yılan gibi tıslamıştı. Annede, bebek de Kadriye’nin hüneri sayesinde ölümden dönmüştü ama ebe kadın, bundan sonra Fatma’nın başka çocuğu olmayacağından emindi. Kapının önüne attıkları iskemlelerdesohbet eden komşularının yanma oturup beş dakika solukla
nırken, “Parçaladı o kız anasım” demişti üstüne basa basa.“Kadının bütün içini paramparça etti.”
Meryem’in doğumuyla ilgili havadisler daha o akşam bütün Köy’e yayılırdı yayılmasına ama daha Ebe Kadriye komşularının yanından kalkıp evine adımım atmıştı ki, kuvvetlibir rüzgâr gökteki bütün yıldızlan süpürüp attı ve ardından
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
27/312
30
bastıran yağmur yüzünden Köy ahalisi evlerine kaçıştı.O nisan gecesi, Çakalağzı Köyü’nün tarihinde görülmemiş
bir yağmura ve fırtınaya sahne oldu. Ağaçlar kökünden dev
rildi, çatılar uçtu, tarlalar altüst oldu ve sabaha karşı dağlardan gelen sel, bütün mahsulleri önüne katıp götürdüğü gibi, Köy’ün çok sevilen iki ihtiyarının da canını aldı. Felaketler bununla da sınırlı kalmadı; yağmurun iyice azıttığı bir sırada tam evinin yanından geçen derenin taşacağından korkan Ebe Kadriye, çocuklarını dışarıya çıkarmaya çalışırken
merdivenlerden yuvarlandı ve düşmenin şiddetiyle yerindenoynayan bir tahtanın çivileri kadının gözlerine girdi. Göz gözü görmeyen o gecede, kimse gözü görmeyen bir kadmı o uçurumlu yoldan kasabadaki hastaneye götürmeye yanaşmayınca, yılların Ebe Kadriyesi, Kör Kadriye olup çıktı.
Ertesi sabah, yağmur dinmiş, fırtına bitmişti ama Çaka
lağzı şoktaydı. İnsanlar pek az konuşuyor, kendilerine söylenenleri pek az anlıyor, şaşkın bir şekilde zarar görmüş evlerine, bağlarına, tarlalarına bakıyor, giden ürünleri için dizlerini dövüyor, evlerinde boğulan yaşlı karıkoca için gözyaşı döküyorlardı. Doğanın gazabını tekrar üzerlerine çekmekten çekinircesine aheste hareket ediyor, kısık sesle konuşuyorlardı. Belki de hepsinin korkudan sesi kısılmıştı. O geceyiyaşayanlar selin dört bir taraftan aynı anda geldiğini, hattaÇakalağzı kayasının ağzından Köy’ün üzerine gürül gürül suaktığım söylüyorlardı. Gerçekten öyle miydi bilmek zor amazaman içinde herkes öyle olduğuna inanacaktı.
Fırtınanın yarattığı hasar, birkaç hafta içinde onarıldıama hemen ardından Çakalağzı’nın hiç alışık olmadığı birkıtlık başladı. Tarım dışında hiçbir geçim kaynağı olmayanKö/de, ürünsüz tarlalar işsizlik demekti, işsizlik ise sefalet...O güne kadar Köylerini hiç terk etmemiş gençler, eşyalarımtopladılar, analarının babalarının elini öptüler, sevgililerine
sadakat yeminleri edip, yaz boyunca başka şehirlere çalışma
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
28/312
31
ya gittiler; böylece Çakalağzı hasreti öğrendi. Mevsimlik işçiliğin zorluklannı göğüsleyemeyecek kadar yaşlı olanlar iseKöy’de kalıp üzgün gözlerle mahsulsüz tarlalarım seyrettilerve Çakalağzı yokluğu öğrendi. O günleri gören hiç kimse amahiç kimse o fırtınalı geceyi ve ardından gelen kıtlık senesiniunutmadı. Bu, Çakalağzı Köyü’nün en görkemli hikayesiydive her defasında aynı cümleyle başlardı:
“Bütün gökyüzünün yıldızlarla dolu olduğu güzel bir ni
san gecesi, Çakalağzı’nın hemen dışındaki bir fakirhanede, Allah’ın gücüne gitmesin, şeytana benzeyen bir kız çocuğudoğdu.”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
29/312
Ssf
Nurdan, bakkal dükkânının kapı ağzında, pervaza dayan
mış, sigara içiyordu. Üzerinde tiril tiril penyeden, uzun kır
mızı bir etek ile sıkı kalçasının altına kadar inen beyaz, yarım kollu bir bluz, akimda da kopuk kopuk düşünceler vardı,
iki parmak topuklu, mantar tabanlı beyaz ayakkabıları, za
ten uzun olan boyuna fazla bir etki etmiyor ama yürüyüşü
ne ve duruşuna bir albeni katıyordu. Koy’de Nurdan’ı düz bir
pabuçla gören olmamıştı. Karda kışta, yağm urda çamurda
bile ayağına topuklularını takmadan şuradan şuraya gitmezdi. Fakat bu durum onun süslenmekten başka şey düşünme
yen bir koket olduğu anlamına gelmiyordu. Nurdan, kocası
nın sahibi olduğu bakkal dükkânının -bura sı aynı zamanda
Çakalağzı Köyü’nün tek bakkal dükkânıydı- belkemiğiydi.
Her sabah erkenden dükkânı açar ve öğlen yem eğinden son
ra yerini kocası Ekrem’e bırakana kadar hiç durmadan çakşırdı. Kocası geldikten sonra üst kattaki evine koşar, topuk
lu ayakkabılarım çıkanp topuklu terliklerini giyer, işe giri
şir, alelacele yemeğini, temizliğini yaptıktan sonra sigarası
nı yakar, mevsim kışsa camın önüne oturup ilkokul çağındaki iki kızının okuldan dönüşünü bekler, mevsim yazsa kızla
rıyla oyuna dalar ya da el işi yapardı. Köy’ün diğer kadınlangibi çaya, kahveye gittiği pek nadirdi.
Nurdan gözlerini kapattı ve Köy’ün o kısmında ender rast-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
30/312
lanan sessizliğin tadına vardı. O gün ortalıkta ne bağırıp çağırarak oynayan haylaz çocuklar vardı, ne de sökülmüş eg
zozlarıyla insanın kafasını şişiren motosikletler. Dükkândaçalışan klimanın serinliği sayesinde sıcakla da bir derdi yoktu Nurdan’ın. O gün belki yüzüncü kez, geçen sene taktırdıkları klima için Allah’a şükretti ve sigarasından keyifle bir nefes daha çekti. İki kızı üst kattaki evlerinde öğle uykusun-daydılar, kocası Ekrem ise söylene söylene kasabaya mal almaya gitmişti. Tembel adam değildi Ekrem, işten kaçtığı gö
rülmemişti ama iki gündür yaşadıkları aşın sıcak, herkes gibi onun da iflahım kesmişti.
Nurdan sigarasını kapının yanında çöp kutusu vazifesi gören yağ tenekesinin kenannda söndürdü ve tam içeriye girecekken kahvehanenin köşesini dönen Meryem’i gördü. Meryem, pancar rengi bir surat ve öfkeli bir boğanmkini andı
ran adımlarla ona doğru geliyordu. Nurdan kollarını göğsünde kavuşturup bekledi. Meryem sanki Nurdan orada değilmiş gibi, ona hiç bakmadan yanından geçti, boncuklu perdeyi iki elinin tersiyle araladı ve hışımla bakkala girdi. Nurdanda onu takip etti.
“Kız Meryem, ne bu hiddet, bu celal?”
“Yandım ben Nurdan Abla!”“Kâzım olayı mı?”“Sen nereden biliyorsun?”“Bütün Köy biliyor. Kötü Emine sağ olsun, kapı kapı dolaş
tı. Üşenmiyor da bu güneşin alnında...”Kötü Emine, Köy’ün kulaklarıydı. Olup biten her şeyi ön
ce o duyardı. Hatta olayları henüz olmadan duyduğunu söy
leyenler bile vardı. Elli beş yaşında, koca gerdanlı, koca dudaklı, koca memeli, kara saçb, kara kaşlı, etli butlu bu kadın,lafını en olmayacak yerlerde, hiç sakınmadan, pat diye söylediğinden adı “Kötü”ye çıkmıştı. Gerçekten kötü olup olmadığı tartışılsa bile Emine’nin açık sözlülüğü su götürmezdi. Ba-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
31/312
34
zılan buna “densizlik” dese de, kimse Emine kadar densiz olmadığından, bunu yüzüne söyleyen yoktu.
Dedikoduculuk ve patavatsızlık gibi bazı hoş olmayan özel
liklerine rağmen Emine’nin kendine özgü bir ahlakı vardı.Örneğin dedikodu konusunda asla ayrımcılık yapmazdı. îs-
ter yan komşusu olun, ister yedi kat el, hakkınızda söylene
cek bir söz varsa, Emine için eşittiniz. Bunun yanı sıra kim
se Emine’nin yalancı olduğunu da iddia edemezdi. Bir habe
ri duyduğu anda, onun doğru olup olmadığını anlamasını sağ
layan, şaşmaz bir içgüdüye sahipti. Bu yüzden de, ne zamanKö/de üzerinde konuşulmaya değer bir hadise meydana gel
se, bütün gözler Kötü Emine’yi arardı. Öyle çalkantılı dönem
ler Emine’nin altın çağıydı. Elli beş yaşım ziyadesiyle gösteren
kendi halindeki o kadın değişir, serpilir, pırıl pırıl parlama
ya başlardı. Yüzü aydınlanır, omuzlan dikleşir, sesine bir eda
yerleşirdi. Ahali, ağzının içine bakarken Kötü Emine yıldızla-şırdı. Meryem de en çok öyle zamanlarda nefret ederdi ondan.
“Allah'ın belası dedikoducu orospu, kesin bu işte onun par
mağı vardır” diye söylendi. Zamanında Kötü Emine’yi bir se
bepten ötürü, Kö/ün orta yerinde güzelce benzetmişliği var
dı. Meryem’in adım edepsize çıkaran ve Köyle arasına biraz
daha mesafe koyan bir olaydı bu. O sıralarda on sekiz yaşında olan Meryem’in elinden, kırk beşini iki hafta önce aşmış
olan Emine’yi zor almışlardı. O günden sonra, kadın bir da
ha Meryem hakkında ağzını hiç açmamıştı ama aralan da
ima morg ısısında kalmıştı. Bu olay Çakalağzı’nda yıllar yı
lı konuşulmuş, hatta K ö/ün unutulmazları araşma girmişti.
Çoğunluk, annesi yaşında birine el kaldırdığı için Meryem’iayıplasa bile, bıyık altından gülerek şöyle diyenler de olmuş
tu: “Eeee, dinsizin hakkından imansız gelir.”
“Emine ayarlamıştır bu Kâzım işini, nah şuraya yazıyo
rum” dedi Meryem. “Ne zamandır punduna getirmeyi bek
liyordu. Yediği dayaktan sonra bir şey yapamadı ya, içinde
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
32/312
35
kaldı.” Meryem bir yandan tırnaklarını yiyor, bir yandan dadurmadan söyleniyordu. “Ah Emine, yakmaz mıyım ben seni!Fitil fitil burnundan getirmez miyim bu şerefsizliğini!”
“Yok!” dedi Nurdan. “Öyle peşin hükümlü olma! Bak bensana diyeyim, Emine’nin işi değil bu. Kâzım zaten seni istiyormuş. Babası şaka yollu sana Meryem’i alalım deyince sevinçten havalara uçmuş. Meğer onlar da bilmiyorlarmış oğullarının seni sevdiğini. Osman Efendi kahvede anlatmış.”
Meryem yüzünü buruşturdu. “Allah Allah... Gözü mü varmış o salağın bende? E ben hiç anlamadım ya!"
“Dediydim hani ben sana... Bu ne zaman seni görse, ağzı
açık ayran budalası gibi bakıyor diye..."“Ha dediydin galiba bir kere... Aman ne bileyim, onun nor
mal bakışı da öyle. Geri zekâlı, ne olacak!”
“Deme kız öyle, yazık!”
“Ne var, yalan mı söylediğim? Geri zekâlı değil mi?”
“Tamam, geri zekâlı da... Yazık, günah...”“E madem yazık, sen var Köy’ün delisine Nurdan Abla.
Sen alıver o dingili koynuna.”
“Ne yapalım, seni istiyor adam. Hem ben evliyim" diyerek
bir kahkaha koyuverdi Nurdan ama hemen toparlanıp ciddi
leşti. Gülmenin sırası değildi, zaten Meryem de gülmemişti.
“Kâzım biraz küçüktür senden değil mi?”“En az beş altı yaş... Söylesene, ne yapacağım ben Nurdan
Abla? Hayatım kaydı benim. Önceden de kayıktı ama şimdi
toptan kaydı. Bir deliyle ömür mü geçireceğim? Bu mu benim
kaderim?”“Dur bakalım, hemen karalar bağlama. Kesin verir mi ba
ban? İstemiyorum falan desen?”“Vermez olur mu ya? Osman Efendi beni deli oğluna değil,
topal eşeğine istese, yine verir babam. Zaten kim istese ve
rir de, Osman Efendilere yollarken kalkıp bir de göbek atar.
Öküz herif zaten evden gideyim diye gözümün içine bakıyor.”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
33/312
36
“Deme öyle!”
“Aman be Nurdan Abla sen de... Öyle deme, böyle deme..
Doğruyu söylüyorum ben. Geri zekâlıya geri zekâlı, öküze
öküz diyorum.”
“Kızım, insanı babası evden atmak ister mi?”“Benimki ister. Aman sen sanki bilmiyorsun Ağır îhsan’m
ne mal olduğunu.”
“E canım, her ana baba evladının mürüvvetini görmek is
ter. Yuvam kur istiyorlardır” diye mırıldandı Nurdan, bir şey
söylemiş olmak için. Meryem tamı tamına yirm i dokuz yaşın
daydı ve evde kaldığından Çakalağzı’nda yaşayan kimseninşüphesi yoktu. Nurdan’ın da yoktu.
“Ne yuvası kuracakmışım Kâzım’la? Hava çok soğuk oldu
mu sümükleri donuyor o salağın ama farkına bile varmıyor.
Kaç kere gördüm ben. Bak buraya kadar, tam çenesine kadar
sümük buzlan sarkıyor burnundan, öyle kutup ayısı gibi ge
ziyor ortada. Yuva kuracakmışım bir de onunla, yuvası batsın! Sümüklü ayı!”
“Ay tamam, midem bulandı.”
Meryem sustu. Nurdan da sustu. Kasanın durduğu masa
ya dayanıp bir müddet karşılarındaki raflara, dizi dizi arap-
^ sabunlam a, çamaşır sularına, deterjanlara, ispirtolara bak
tılar. Klima serin serin üfledi.“Abla be, telefonunu versene...” Sessizliği bozan Meryem
oldu.
“Aliço’yu arayacaksın değil mi?” dedi Nurdan ters ters.
“Yok valla, veremem kusura bakma!”
“Ne olur abla, ölümü öp!” diye yalvardı Meryem .
Nurdan isteksiz adımlarla kasanın arkasına geçti, çekmeceden telefonunu çıkanp Meryem’e uzattı. “Sende hiç akıl yok,
biliyorsun değil mi?”
“Yaşa be! Yemin ederim senin gibi insan yok. Aslan Nurdan Ablam benim."
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
34/312
37
“Hadi tamam, uzun etme ama."
Meryem telefonu kaptığı gibi kapının önüne fırladı. Birkaçdakika sonra boncuklu perdeyi tekrar şıkırdatarak geri dön
düğünde, Nurdan çamaşır suyu şişelerini koliden çıkarmış,raflara diziyordu. Dönüp Meryem’in asık suratına baktı.
“Eeee, söyle bakalım, ne dedi Aliço? Beyaz atına atlayıpkurtaracak mıymış seni?”
“Haaa kurtaracakmış, ne demezsin! Kapalı telefonu. Zaten
lazım olduğunda asla bulunmaz” dedi Meryem. Ardından yü
zünü ekşiterek kapıya baktı ve “Bu çirkin boncuklar nereden
çıktı?” diye sordu.
“Aman ne bileyim, Ekrem almış kasabadan geçen gün. Ka
sap mı burası dedim ama dinlemedi, astı” dedi Nurdan. “Bak
Meryem, ne diyeceğim sana... Kızmadan aç kulağını, bir din
le beni."“Sen aç kulağını Nurdan Abla! Bilirsin seni severim, çok
da iyiliğini gördüm. Bana ne söyleyeceğini biliyorum ama bu
gün nasihat dinleyecek halde değilim. Aslında hiçbir gün na
sihat dinlemek istemiyorum ben. Herkes kendi aklını kullan
sın, sokma akıldan kimseye fayda gelmez derler. Oradan so
karsın, buradan çıkar.”“Aman hemen de kızar... Ben seni düşünüyorum. Evlenir
sen o evden kurtulursun, rahat edersin azıcık, biraz gün yü
zü görürsün. İnsan gibi yaşarsın...”
“insan gibi yaşamak denmez be ona Nurdan Abla. İnsan
gibi ölmek denir ancak. Ama ben insan gibi öleceğime hay
van gibi yaşamak istiyorum. Hayvan gibi sevmek istiyorum.”
“Ama...”
“Aması falan yok. Sağ salim ölmeye mi geldik be bu dün
yaya? Hasarsızlık indirimi mi verecekler öteki tarafta? Canı
mızın çektiğini bile sevemeyeceksek ne bok yemeye doğduk
biz? Rahat edecekmişim... Köyün delisiyle evlenip nasıl ra
hat edilir, bir anlatsana sen bana! Ömrümü onunla geçire
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
35/312
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
36/312
A ttc
“Ne anlatıyorsun yine Aliço? Doldurma şu oğlanın kafasını
palavralarla, zaten aklı bir kanş havada.”
Kahveci Hıdır elindeki çayı Aliço’nun önüne bıraktı ve ma
sanın kıyısına ilişmiş oturan çırağı Veysel’in kafasına hafifçe
vurdu. “Kalk lan oradan. Ben hizmet ediyorum, sen laf dinli
yorsun.”
“Aliço Abim otur dedi, ondan oturdum usta.” Veysel ayağa
kalktı ve yan masanın boşlarını toplamaya başladı.
“Aliço Abine kalırsa, hepimiz otururuz zaten. Hem söyle
bakalım, niye geç kaldın bugün?”“Anam cırcır oldu Hıdır Ustam..." diye anlatmaya başladı
Veysel son ses. Kahvehanedeki on iki baş ona döndü. Köy’ün
on iki aylağı kulak kesildi. “Bütün sabah tuvaletten çıkama
dı, mecburen kahvaltı sofrasını ben kurup kaldırdım. Sonra
da yolda Kâzım’ı...”
“Ulan ayarsız!" diyerek Veysel’in lafım ağzına tıktı Hıdır.“Bu kadar insanın içinde anam cırcır oldu diye anlatılır mı?
Git kapımn önünü yıka!”
Veysel, elindeki boşlan çay ocağına bırakıp dışanya koştu
rurken kıpkırmızı kesilmişti.
“Aman be Hıdır, sen de iki laf ettirmezsin insana!” dedi
Aliço ve çayından bir yudum alıp sigarasını yaktı.
“Yapma Aliço, kurban olayım. Hayta olacak Veysel senin
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
37/312
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
38/312
4!
ama çirkinliğinin yanında onun lafı olmazdı. Yine de, söylemek gerekir ki, neşesi neşe taşırdı Veysel’in ve gözlerinin de
rinleri gülerdi. Onu görenin içi açılır, günü iyi geçerdi.“Yeminle tam karşına Starbucks açacağım bir gün, o zaman müşteriyi adam yerine koymayı öğrenirsin” diye söylendi Aliço.
“Aşkolsun be Aliço, ne zaman adam yerine koymadık se
ni?” dedi Hıdır, masalardaki boşları toplarken. “Hem söylebakalım, ne zaman evleneceksin? Vakti geldi artık.”
Kahvehanedeki on iki kafa onlara döndü. Köyün erkekleri
arasında en sevilen konuydu Aliço’nun evlendirilmesi.
“Rahmetli halanı alacaktım ama öldü kadın” dedi Aliço.
“Tövbe tövbe...” diyerek başını salladı Hıdır.
“Ne tövbe tövbesi lan? Senin halan var mı?”
“Yok!"
“Ne bozuluyorsun o zaman?”
Aylaklar güldü, Hıdır da güldü. Aliço’nun geldiği günler
kahvehane bir başka olurdu. Hem gelen giden artar, hem de
sohbet t atlanırdı. Hıdır'm onunla atışması, Aliço’nun Hıdır’la
uğraşması ortaoyunu gibi bir şeydi. Diğer günler, tavla ve te
levizyon sesinden başka sesin duyulmadığı kahve, Aliço ge
lince kahkahalara boğulurdu.
“Kâzım’ı bile evlendiriyorlar oğlum, sen niye evlenmeyesin?”
“Yapma ya! Kiminle evlendiriyorlar?”
“Aliço Abi, annen sesleniyor” diye bağırdı Veysel kapıdan.
“Allaaaaah, unuttum ben onu.” Aliço masadan fırladı. “Hay
Allah ya, kasabaya doktora götürecektim kadını.”“Hayırlı evlat olmuş bizimki görmeyeli” dedi Hıdır, koşa
rak kahveden çıkan Aliço’nun arkasından bakarken.
“Ondan hayırlı evlat mı olur be, çarpacaktır kadıncağızı
yine” dedi on iki aylağın biri. On iki aylağın on biri de başla
rını sallayarak onu onayladılar.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
39/312
ty d i
“Aliço!” Aliço kahvehaneden sokağa adım ını daha yen i atm ıştı ki
zınk diye durdu ve arkasını döndüğü anda ö fkeli sesin sahi
biyle burun buruna geldi.
“Buyur Meryem, hayırdır?” Aliço, M eryem ’e kaş göz yapa
rak, hemen arkalarındaki çınar ağacının gö lgesinde oturan
annesini işaret etti. “Ben de annemi kasabaya götürüyordum
tam. Dizlerini doktora göstereceğiz.”“Merhaba Naciye Teyze, nasılsın?” diye seslendi Meryem.
“Nasıl olayım...” dedi Naciye, oturduğu yerde bastonuna
yaslanıp. “Ayaklanm hiç yürümüyor artık, topal gibi oldum.
Çok zor kızım, yürüyememek çok zor. Siz gençsiniz, anlamaz
sınız...”Naciye daha ağlaşırdı ama Meryem’in dünya kadar derdi
nin arasında onu uzun uzadıya dinlemeye hiç niyeti yoktu.
Adet yerini bulsun diye, yanm ağızla vah vah dedikten sonra
vakit kaybetmeden Aliço’ya döndü ve fısıldaya rak, “ Ne za
man döndün sen?” diye sordu.
“Bu sabah geldim. Daha hava karanlıktı.”“Niye açmıyorsun telefonunu?”
"Ne olmuş Aliço?” diye bağırdı Naciye. “Bir şey mi var?”
“Yok Naciye Teyze, babam bir iş için Aliço’yu aradı bugün
ama bir türlü ulaşamadı, kapalıymış galiba telefonu. Ben de
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
40/312
43
şimdi sizi görünce söyleyeyim dedim."
“Kız, sen ne hızlı yalan söylüyorsun. Korkulur valla senden” diye fısıldadı Aliço.“Ne işiymiş o?” diye sordu Naciye.“O kadarını bilmiyorum valla” dedi Meryem.“Ben uğrarım İhsan Abime” dedi Aliço bağırarak. “Ne za
man uğrayayım? Ne zaman evde olur baban?”“Bu akşam uğra” dedi Meryem.“Tamam, yemekten sonra gelirim ben. Sekiz civan falan.”“iyi ama daha geçe kalma, erken yatıyor babam bugün
lerde.”“Kalmam” dedi Aliço bağırarak, sonra sesini alçalttı. “Çok
özledim kız seni, günlerdir hayalin hep gözümün önünde.”
“E iyi madem, bekliyoruz akşama” dedi Meryem bağıra bağıra ve arkasını döndüğü gibi neşeyle evinin yolunu tuttu. Aliço’yu görünce unuttuğu Kâzım’ı, beşinci adımında yeniden
hatırladı ve omuzlan çöktü, neşesi uçup gitti.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
41/312
Salih, avluda bir müddet dikilip babasının evine baktı. Os-
man Efendi’nin yüksek avlu duvarlarının ardına gizlenmiş
olan evi, yazı uzanarak geçirebileceğiniz ferah “hayat" bölü-mü, düşey sürme pencereleri, payandalarla desteklenmiş
cumbası, üst kattaki dış sofasıyla çok güzel bir Türk eviydi
ve Köyde bir eşi daha yoktu. Alt katı taştan, üst katı ise Bağ
dadi tekniğiyle ahşaptan inşa edilmişti. Salih bu eve bakma
yı hep sevmişti. Köy’deki diğer yapılarda olmayan bir güzellik vardı onda. Ama o akşam orada dikilmiş evi seyretmesi
nin bu hayranlıkla bir ilgisi yoktu. Cesaretini toplamaya ça
lışıyordu. Gözlerini evin kapısına çevirip, içeri girmeye hazır
olup olmadığını tarttı. Hazır değildi, kesinlikle hazır değildi
ve ertesi yıla kadar orada dikilse bile hazır olmayacaktı; o
yüzden, “Bismillah" dedi, ayakkabılarını kapının önünde çıkarıp eve girdi. Üst katın sofasındaki televizyondan spor spi
kerinin kulak tırmalayan sesi geliyor, annesi Bedriye ise alt
kattaki geniş mutfakta tıkırdıyordu. Kokuya bakılırsa biber
dolması vardı akşam yemeğinde.
Bedriye, televizyonun gürü ltüsünden oğlunun gelişini işitmedi. Osman Efendi her maç olduğunda yaptığı gibi, televiz
yonun sesini sonuna kadar açmıştı. Bedriye kocasının neden
böyle gürültülü maç izlediğini hiç anlamazdı ama bir günden
bir güne ağzını açıp sesi kısmasını istememişti. Madem ko-
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
42/312
casımn canı öyle istiyordu, varsın yüksek sesle izlesindı televizyonu. Gereksiz yere kocasına takaza edecek kadın değildi
Salih mutfağın kapısından başını uzattı.“Kolay gelsin Bedriye Sultan!"Düşüncelere dalmış, tezgâhı silen Bedriye, oğlunun sesiy
le sıçradı, önce damağını kaldırdı, sonra oğluna gülümsedi.“Anasının kuzusuuuu... Hayırdır bu saatte?"Salih başını salladı. Yalanı hazırdı.
“Önemli maç var bugün, babamla seyredeyim dedim."“Sen maç seyretmezsin ki."
“E bu maç önemli ama...’ dedi Salih. “Filiz nerede? Nedensana yardım etmiyor?"
"Bulantısı varmış, yatıyor yukarıda."
“Bitmedi bunun da bulantısı. Kız yok mu?"
‘ Erken yolladım onu da evine. Çekemiyorum artık kimse
yi ayakaltında"
“Yoruyorsun ama kendini anacım..."‘ Yorulmam ben. sen kendi işine bak!" dedi Bedriye güle
rek. "Hadi işim var. lafa tutma beni!”
Salih mutfaktan çıktı, merdivenlere doğru seğirtti. Annesi
haklıydı, evvel ezel çok düşkün olmamıştı futbola. Ara sıra
Galatasaray’ın maçlarım, bazen de derbileri izlerdi ama izle
mese de dert değildi hani. Salih için tek spor at yarışıydı.
Bakkal Ekremle sabahtan akşama atlan, ahırlan, yanşlan
konuşurlar, yine de bıkmazlardı.
Babası sedirde oturmuş, bir ayağım altına almış, maçın
başlamasını bekliyordu. Salih çocukluğundan beri babasını
kim bilir kaç kez aynı yerde, aynı şekilde otururken bulmuştu.“Selamünaleyküm!" dedi Salih.
Osman Efendi gözlerini televizyondan ayırma zahmetine
girmeden, ağzının içinden dışanya pek az taşan bir sesle,
“Aleykümselam" diye mırıldandı. Yüzünde beliren ifadeden o
gün oğlunun eve erken gelmesinden çok hoşlanmadığı açıkça
45
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
43/312
46
anlaşılıyordu. Maç saatlerinde Osman Efendi için dünyanın
alanı küçülür, altmış sekiz metreye yüz beş metre kalır, dünya
nüfusu ise yirmi iki kişiye düşerdi. O çok kıymetli oğullarının,
Kâzım’la Salih’in bile etrafında gezinmesinden rahatsız olurdu. Oysa Osman Efendi’nin evlatlarına düşkünlüğü bütün
Köyde bilinirdi. Oııun gibi baba görülmemişti, görülmezdi de.
Belki evliliğinin ilk yıllarında doğan iki kızı, yaşlarına varma
dan öldüğünden, belki de sırf tabiatı itibariyle, iki oğlunun da
üzerine titrerdi. Buna rağmen, maç izlerken yalnız olmaktan
hoşlanır, etrafında insanların bulunmasından rahatsız olurdu,işin ilginç yanı, futbola bu kadar düşkün olmasına rağmen,
hangi takımı tuttuğunu bilen yoktu. Ne kansı, ne çocukları,
ne de Köyde ömrünü birlikte geçirdiği arkadaşları... Soran ol
duğunda gülümser ve “Siz kendi işinize bakın!” derdi.
Salih geçip babasmın yanma oturmak yerine, olduğu yer
de -ki olduğu yer merdivenden dört, babasından iki adım
uzaklıktaydı- dikilmeyi tercih etti.
“Bir diyeceğim vardı.”
Osman Efendi sigarasından derin bir nefes çekip, dumanı
nı usul usul havaya saldı. “Neymiş bakalım?”
Salih gözünün önünde, havada yüzen şekillerin dağılmasını izlerken, boğazım temizledi ve lafa girdi: “Şu M eryem m e
selesi baba...”
“Ne olmuş Meryem’e?”
“Dün Filiz dedi ki, Meryem’i isteme konusunda ciddiym iş
siniz. Ona da annem söylemiş...”
“Eeeee?” Osman Efendi divanda bir iki kıpırdandı, ayağı
nı altına aldı ve gözünü başlamak üzere olan m açtan inatla
ayırmadı. Bu tartışmanın zamanlaması hoşuna gitmemişti.
“Doğru mu? Yani gerçekten isteyecek miyiz o kızı Kâzım ’a?”
“Anan kanna söylediğine göre yalan olacak değ il ya ” dedi
Osman Efendi ters ters.“O kız Kâzım’a yaramaz baba. O kız kimseye yaramaz. D e
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
44/312
47
dim size. Hem de kaç kere dedim. Ben abi değil miyim? Sözü
mün bir kıymeti harbiyesi yok mu? 0 kız Kâzım’a yaramaz!”
Osman Efendi’nin tek kaşı havaya kalktı ama gözbebek-
leri büyük oğlundan yana dönmedi ve zahmete girip "neden”diye sormadı. Takımlar sahaya çıkmış ısınıyor, spiker sanki
dünyanın en önemli konusundan bahseder gibi bir ciddiyet
le yırtmıyordu.
“Hadi adının uğursuza çıkmış olmasını geçtim, sen öyle
şeylere itibar etmezsin... Ama baba, biliyorsun, genci yaşlı
sı kimse sevmez o kızı buralarda, inatçıdır, terstir, sözü acı
dır, yüzü asıktır, derler. Büyüğüne saygısı, küçüğüne sevgisi
yok, derler. Kendi anası babası bile ondan yaka silkermiş, öy
le derler. Ailesi dersen, Ağır îhsan’ın kızı işte... Buraların en
cibilliyetsiz adamı. Anası dersen...”
“Başka bir diyeceğin var mı?” diyerek oğlunun sözünü kesti Osman Efendi.
“Var. Baba, bu kız Kötü Emine’yi dövdü yahu sokak orta
sında; herkes gördü. Koca kadını yere çaldı, Allah yarattı de
meden, yaşına hürmet etmeden. Şimdi biz böyle bir inşam mı
alacağız kardeşime karı diye? Böyle bir insanı mı sokacağız
içimize? Koskoca Osman Efendi, Ağır Ihsan’a dünür mü olacak? Benim anam, dişsiz Fatma’yı gelinimin anası diye kolu
na takıp ev gezmesine mi gidecek?”
“Kâzım onu istedi!” diye kestirip atmaya kalktı Osman
Efendi ama Salih bu kez pes etmedi. O güne dek babasıyla
tartışmalarını uzattığı olmamıştı; haklı olduğundan emin bi
le olsa, babasının sözünün üzerine söz koymazdı. Ama bu de
fa durum farklıydı. Bu defa Salih sonuna kadar direnmeye
gelmişti.
“Kâzım’ın aklına mı uyacağız?” derken, babasına doğru
eğilerek gözlerini yakalamaya uğraştı.
Osman Efendi, derin bir iç çekip, o akşam ilk kez Salih’ebaktı ve sakince sözünü yineledi: “Kâzım onu istedi.”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
45/312
48
“Kâzım’m akiı yok. Maazallah o kadın ona işkence yapsabile haberimiz olmaz” dedi Salih.
“Saçma sapan konuşma!” dedi Osman Efendi. “Yok işkence
yaparmış, daha neler...”
“Öyle deme baba, Emine’yi ortalıkta döven, gizlide neler
yapar? Biliyorsun doğduğunda şeytana benziyormuş, öyle
derler. Kadriye gözleriyle görmüş, sabahına da kör olm uş...”
“Eh be Salih, kocakarılara döndün. Bırak bu ipe sapa gel
mez laflan. Sen Kâzım’ı merak etme! Ben evladımı ateşe ata
cak değilim.”“Nasıl merak etmeyeyim baba?”
“Burada oturacaklar...”
“Nereye sığdıracağız onlan?”
“San evi açacağız. Gözümüzün önünde olacaklar. Nefesle
rini bile duyacağız.”
“Ama...”“Aması maması yok. Evlenecekler dedim, o kadar. Sen san
evi adam et o zamana kadar."
Osman Efendi’nin san ev dediği, büyük evle aynı bahçe
içinde, yıllardır ardiye olarak kullan ılan tek katlı, m inimin-
nacık bir evdi. Zamanında Osman Efendi’nin babası orayı
hasta amcası için yaptırmıştı. Amca öldükten sonra ise evidepoya dönüştürmüşlerdi. Büyük ev gibi onun da çat ısı kire
mit, biçimi kareydi ama sa n ev diğerinden çok daha ufak ve
gösterişsizdi. Yine de bir kanko caya yeter de artardı bile.
“Çok büyük hata yaparsın baba. O kadım bu eve sokarsan
çok büyük hata yaparsın.” Salih’in sesi titriyordu.
Osman Efendi ayaklannı yere indirdi, ellerini divanın
iki yanına bas tm p Salih’e doğru uzandı ve “B ugü ne kadar
Kâzım benden ne istedi?” diye sordu.
“Hı?” Salih şaşkın şaşkın babasına baktı.
“Düşün bakalım, kardeşin ne istedi benden?”
“Anlamadım ki baba?”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
46/312
•‘O yuncak mı istedi? Pantolon mu istedi? Telefon mu iste
di? Ayakkabı mı istedi? Araba mı istedi?”
Salih omuz silkti. “Bilmem ki..."“Düşün iyice!”
“Böyle aniden sorunca aklıma gelmedi valla!" dedi Salih sı
kıntıyla.
“Hiçbir şey istemedi de ondan aklına gelmedi! Hiçbir şey
istemedi. Benim evladım bugüne kadar benden hiçbir şey is
temedi. Babacım, bana şunu al, demedi. Kendime gömlek beğendim, demedi.” Osman Efendi acısını yutar gibi yutkundu.
“Şimdi Kâzım benden o suratsız karıyı istiyorsa, ben de gider
alırım. Şeytanı istese onu da gider alırım. İşte o kadar!"
Osman Efendi konuşmanın bittiğini anlatmak ister gibi
tekrar divana yerleşti, bir sigara yaktı ve gözünü maça dikti,
“işte o kadar!”
“O kadar değil baba. O kadar değil. Söylemeyeyim diyorum,
evimize böyle sözler sokmayayım diyorum ama başka çare bu
lamıyorum. Buralarda üstünden geçmeyen kalmadı o kannın.”
“Hadi canım sen de!” diye bağırdı Osman Efendi ve canı
yanmış gibi ayağa fırladı; şaşkınlıktan, henüz iki nefes çekti
ği sigarasını söndürüp yeni bir tane yaktı. “Bak Salih, derdin
miras mı senin? Kâzım’ın çocuğu olur, senin paralar gider di
ye mi korkuyorsun? Nedir bütün bu ısrann, nedir bu inadın?"
Salih öyle kırgın baktı ki babasına, Osman Efendi bir an
için söylediğinden pişmanlık duydu.
“Öyle insan mıyım ben?” dedi Salih. “Kimi alırsan al diyo
rum Kâzım’a, yeter ki Meryem’i alma!”
O sırada Bedriye’nin ayak sesleri duyuldu merdivenlerde;
baba oğul sustular. Bedriye yukarıya vardığında korkuyla,
“Ne oldu?” diye sordu, eli kalbinin üzerinde. “Osman Efen
di, niye bağırdın öyle?” Kocası sesini öyle ender yükseltirdi
ki, kadıncağızın korkudan rengi uçup gitmiş, yüzü kül rengi
ne dönmüştü.
■19
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
47/312
50
“Yok bir şey Bedriye, telaş etme sen. Hadi git, işine bakı*dedi Osman Efendi yumuşak bir sesle.
“Bırak duysun baba. Onun da gelini olacak, o da bilsin yani."“Neyi bilecekmişim?*
“Yok bir şey, hadi sen dışarı!” dedi Osman Efendi.
“Neyi bilecekmişim, söyleyin Allahınızı severseniz” diye ısrar etti Bedriye.
“Dışarı çık dedim Bedriye!” Osman Efendi’nin sesi sertleşmişti. Bedriye bir kez daha itiraz etmeyi aklından bile geçir
medi ve az önce çıktığı merdivenlerden tıpış tıpış geri indi.
Salih, boğazım temizleyip lafa girecek oldu: “Baba...”
“Yeter! Anneni bu işe karıştırmayacaksın, yoksa fena bo
zuşuruz. Zaten Kâzım’ın evlenmesini istemiyor, bir de bu laf
larla kadının aklını bulandırma.” Osman Efendi ayaklanmış,deli dana gibi dönüyordu sofanın içinde. Bir o yana, bir bu
yana yürüyor ama hiçbir yere sığamıyordu. “Anladın mı be
ni Salih?”“Anladım baba, anladım. Ama yemin ederim, o kan...”
Osman Efendi eliyle susturdu oğlunu. “El âlemin lafıyla,
dedikodusuyla yemin etme bana! Hadi git artık, daha fazlaasabımı bozma benim. Öyle bir durum olsa ben duyardım.”
Salih gitmedi.
“Oğlum, dikilip durma yahu tepemde. Kırk yılın başı bir
maç keyfim var...”Salih arkasını dönüp merdivenlerden indi, annesine gö
rünmeden evden çıktı. Evin yan tarafındaki açıklığa park
ettiği beyaz Renault’ya doğru yürürken birdenbire tüm
sükûnetini kaybetti ve önüne çıkan taşı, ağacı hınçla tekmelemeye başladı. Söyleyeceğini söyleyememişti.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
48/312
'D ofa lV j.
Ağır İrfan, Fatma ve Meryem’den oluşan Karaçay ailesi,uzun bir aradan sonra ilk defa o akşam, yemeğe birlikte oturdular. Birbirlerini daha az görmenin bir yolu olarak, sofradüzenini yıllar önce bir kenara bırakmışlardı. Herkes canı nezaman isterse o zaman yiyordu yemeğini. Sadece Ağır İrfan
için masaya sofra kuruluyor, Fatma ve Meryem genelde kucaklarına koydukları bir tepside doyuruyorlardı karınlarını.
Ama elbette o akşam diğer akşamlar gibi değildi. OsmanEfendi’nin müstakbel dünürleri, tarhana çorbası, karnıyarık,pilav, cacık ve höşmerimden oluşan zengin mönülerinin tadını çıkarmaya hazırlanırken, Osman Efendi’nin müstakbel
gelininin yüzünden düşen bin parçaydı.“Baba!” dedi Meryem, çorbasından daha ilk kaşığı ağzına
götüren Ağır Irfan’a.“Hm?” dedi İrfan ve sıcak çorbasım höpürdeterek içti.“Ben Kâzımla evlenmeyeceğim.”“Evleneceksin” dedi irfan, sakin bir sesle. “Tuzu uzat! Fat
ma, sen mi yaptın bu çorbayı?”Fatma başını salladı.“Belli senin yaptığın” dedi irfan, hoşnutsuz bir tavırla çor
basına tuz serperken. “Meryem, evden gitmeden, adam gibi
tarhana pişirmeyi öğret anana!”
“Öğretmeme gerek yok, istediğin zaman ben yaparım sana. Bir yere gittiğim yok.”
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
49/312
52
Ağır irfan kaşını kaldınp kızına baktı.
“Ölsem evlenmem Kâzım’la” dedi Meryem. Sesi bir mey.
dan okuma değil, bir fısıltı gibi çıkmıştı.
“Şimdi beni iyi dinle, çünkü bir kere söyleyeceğim” dedi
Ağır irfan ve arkasına yaslanıp bir elini koca göbeğinin üze
rine koydu, diğeriyle çopur suratım sıvazladı. “Bu Köy’de Os
man Efendi birinin kızım isterse, kimse ona vermem demez.
Hele benim adı uğursuza çıkmış, çoktan evde kalmış, çirkinkızımı isterse, köküyle alır. Duydun mu beni?”
“Duydum” dedi Meryem. “Duydum ama...”
“Aması yok. Bugün benim için bayramdır. Talih kuşunun
kafama konduğu gündür, bozmayacaksın bunu. Kendine çe
kidüzen vereceksin, yüzün gülecek bundan sonra, ağlayacak
san içinden ağlayacaksın. Ve bir daha ağzından, ‘Evlenmeye
ceğim’ diye bir laf çıkmayacak, çünkü evleneceksin. Hem de
öyle bir evleneceksin ki, sen bile şaşıracaksın.”
Ağır irfan, Çakalağzı’mn en dalkavuk, en tembel ve en fır
satçı kişisi olarak bilinirdi. Buna karşılık evdeki yüzünü Fat
ma ve Meryem dışında bilen yoktu. Aslına bakarsanız evdebir yüzü bile yoktu Ağır İrfan’m. Konuşmaz, bakmaz, dinlemez, görmezdi. Tüm yaptığı, televizyonun karşısına geçip gü-nebakan yemekti. Meryem bir keresinde üşenmemiş, babasının bir hafta boyunca ağzından çıkan kelimeleri saymıştı.
Ağır irfan o hafta tamı tamına kırk dört kelime etmişti evde.
Önüne yemeğim koyup fazla ayakaltında dolaşmadıkları sürece kansı ve kızı yok hükmündeydi onun için. Meryem birkez bile babasının onu kucağına aldığım ya da yanağım okşadığım hatırlamıyordu. Gerçi Fatma’yla da öyle sevgi doluanılan yoktu ama en azından kavga etmek için bile olsa ikila f ediyorlardı birbirlerine.
Öte yandan, Ağır irfan Köyün diğer erkekleri gibi anidencelallenmez, olduk olmadık her şeye bağırıp çağırmazdı. Meryem iki kez, Fatma ise üç kez dayak yemişti İrfan’dan. Nor
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
50/312
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
51/312
ö t i
Nurdan sofrayı topladı, kızlarım yataklarına yatırdı ve te
levizyonu açıp, en sevdiği dizinin başlamasını beklemeye ko
yuldu. Kocasıyla birlikte izledikleri tek programdı bu.
/ “Mısır patlatayım mı?” diye sordu, divana uzanmış televizyona bakan Ekrem’e.
“Yok. Dükkâna ineceğim birazdan, Salih gelecek.”
“Bu gece de mi?” Nurdan şaşırmıştı. Kocasının dükkânda
arkadaşlarıyla geçirmediği tek geceydi çarşamba.
“Hm...” dedi Ekrem. “Bir derdi varmış.”
“Aman ne derdi olacak Salih’in? Ekmek elden su göldenyaşayıp gider, karısı desen ağzı var dili yok. Allah herkese
onunki gibi ana baba, onunki gibi yaşantı versin.”
“Bilmem, varmış işte onun da kendine göre bir derdi.”
“Hadi hadi, biliyorsundur” diye üsteledi Nurdan.
“Bilmiyorum.” Konuşkan biri değildi Ekrem.
“Uzun mu sürecek işiniz?”“Bilmiyorum.”
“Bak, benim yann kasabaya pazara gitmem lazım. Erken
kalkıp dükkânı açacaksın, ona göre.”
“Tamam” dedi Ekrem.
“Sabah sen aç diye tutturma ama! Vallahi açmam, hafta
lardır pazara gidemedim!”“Tamam” diyen Ekrem, doğrulup divandan kalktı, gidip
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
52/312
55
çişini yaptı, yatmaktan kabarmış saçlarını yatıştırdı. “Hadi
iniyorum ben.”“Güle güle!” diye seslendi Nurdan.
“Allahaısmarladık!” dedi Ekrem ve acele adımlarla aşağı
ya indi. Bakkal dükkânının asma kilidini açıp içeriye girdi.
Kendini bildi bileli, ömrü bu dükkânda geçmişti. Bütün ço
cukluğu babasının pirinç tartmasını, peynir kesmesini, para
üstü vermesini, kasayı açıp kapamasını izlemekle geçmişti.Babası hastalanıp dükkânın idaresi Ekrem’e geçtiğinde, bak
kal dükkânının Çakalağzı’nın hayatındaki yeri de değişmeye
başlamıştı. Kapanış saatinden sonra Köy’ün ileri gelen aile
lerinin gençleri orada toplanıyor, yazın kapı önüne attıkları
masada, kışın dükkânın içinde kurdukları sofranın başında
oturup sohbet ediyor, içki içiyor, bazen de kumara dalıyorlar
dı. Aileleri muteber insanlar olduğundan ve gençler pek taş
kınlık yapmadıklarından kimse durumdan şikâyetçi değildi.
Yıllar içinde gençlerin bazıları evlenmiş, bazıları Köy’den
gitmişti ama dört beş tanesi düzeni devam ettirmeyi başar
mışlardı. Özellikle Osman Efendi’nin büyük oğlu Salih bak
kal dükkânının gediklisiydi. Ekrem’den yedi yaş küçük olma
sına rağmen, at yanşı gibi ortak zevkleri ve ağırbaşlı kişilik
leri onlan yakınlaştırmış ve zaman içinde ikisi birbirlerinden
ayrılmaz olmuşlardı. Evlilik de pek bir şey değiştirmemişti
Ekrem ile Salih için; ikisinin de, Köy şartlarındaki bu küçük
gece hayatlarından taviz vermeye hiç niyeti yoktu. Diğerlerinin gelemediği akşamlarda ikisi karşılıklı oturuyor, rakıları
nı açıyor ve bitmez tükenmez at yarışı sohbetlerine dalıp gi
diyorlardı. O yüzden dükkânda sabahlan Nurdan duruyor,
Ekrem ancak öğlen saatinde işinin başında olabiliyordu.
Nurdan böyle şeylere karışan bir kadın değildi, kendini
oyalamayı bilirdi. Filiz’e de fikrini soran olmamıştı. Kızcağızevliliğinin üçüncü gecesinden sonra kocasını giderek seyrek
görmeye başladığında önce şaşırmış, sonra çare aramaya
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
53/312
başlamıştı. Bu durumdan yakınmak için Nurdan’ın kapışım
tıklattığında ise aldığı cevap gayet netti: “Dua et, başkalarının kocalan gibi kasaba genelevine dadanacaklanna, alt ka
tımızda rakı içip at yanşı oynuyorlar. Aklını kullan, sesini çıkarma. Zaten bir süre sonra, sürekli tepende olmadığı için
sevineceksin.”
Kocasını evde tutmak için Nurdan'dan yüz bulamayan Fi
liz kös kös eve dönmüş ve çenesini kapayıp suratını asmıştı.
“Selamünaleyküm!” dedi Salih, boncuk perdeye ters ters
bakarak içeriye girerken.
“Aleykümselam” dedi Ekrem. “Neden öyle kıpkırmızı su
ratın?”
“Evden buraya yürüdüm, ondandır.”
“Hayırdır, Kâzım mı olacaksın başımıza? Ne yürümesi bu
akşam akşam?”
“Ne bileyim be Ekrem, sinirim yatışır belki dedim.”
“Yatıştı mı?”
“Nerdeeee! Daha beter oldu. Yürüdükçe kafamda kurdum
durdum.”
“Konuştun mu babanla?”“Konuştum ama...” dedi Salih sıkıntıyla, “onu söyleyeme-
dim.”
“Niye söyleyemedin?”
“Ne bileyim, yapamadım. Bir türlü dilim varmadı.”
“Meryem o eve girerse yanarsın Salih. Delinin teki o, bili
yorsun. Hele kızdı mı, gözü hiçbir şey görmez. Döker her şeyi ortalığa.”
“Biliyorum ama bizimkiler tutturdu alacağız diye.” Salih
bardağına rakı doldururken, bir taraftan da şakaklarını ovu
yordu.
“Tekrar konuş babanla” dedi Ekrem, kararlı bir sesle. “Yok
sa abram başına belayı.”
“OfffT ya, durduk yerde başımıza açılan işe bak! Anlamıyo
56
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
54/312
57
rum valla, nereden geldi bu İm babamın aklına?"“Kâzım’a bir tek onu verirler diye düşündü herhalde...”
“Babam isterse, herkes verir kızını” dedi Salih ve pek dehaksız sayılmazdı. Osman Efendi Çakalağzı koşullarındavarlıklıydı, hatta Köy’ün en zengin üç kişisinden biriydi amabu zenginlik algısı onun servetinin büyüklüğünden ziyade diğerlerinin yoksulluğundan kaynaklanıyordu. Köy’de OsmanEfendi’nin böylesine sevilip sayılmasının sebebi ise kişiliğiy
di. Herkese elinden geldiğince yardım eder, kimsenin kalbinikırmaz, hak yemezdi. Çakalağzı’nda yaşayan herkes OsmanEfendi’nin adil bir adam olduğunu bildiğinden, anlaşmazlıkdurumunda hakemlik yapması istenir ve o sözünü söyledi
ğinde kimse itiraz etmezdi.
“Herkes kızım verir de, babam utanıyor gidip hasta oğluna
milletin kızım istemeye. Hazır bu evde kaldı, bari biz alalımdedi herhalde, bilmiyorum ki" diye devam etti Salih.
“Kâzım da çok sevinmiş ha?”
“Haaa, yanıkmış meğer o kara suratlıya.”
“Ama Meryem hiç istemiyormuş Kâzım’la evlenmek, öyle
dedi Nurdan.”Salih omuz silkti ve “Ağır irfan, Meryem’e fikrini sormaz
verirken. Kınalan yakmıştır şimdi pezevenk” dedi dişlerinin
arasından.
Ekrem küçük portatif masanın diğer ucuna çöktü ve rakı
sına uzandı. “Ohoooo, kına yakmakla kalmamıştır, zil takıp
oynuyordur. Anan ne diyor bu işe?”“Anam Kâzım’m evlenmesini hiç istemiyor; hor görürler,
iyi bakmazlar diye korkuyor ama babama sesi çıkmıyor. İyi
oldu bu klima burada.”
“Hm, evet!” dedi Ekrem.
“Ama o boncuklu şeyi taktırmasaydm keşke kapıya.”
“Kötü mü olmuş?”“Kan işi biraz!” dedi Salih.
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
55/312
ö(t ¿Oı
Çakalağzı’ıun iki buçuk kilometre kuzeybatısında, çevre halkının, etrafa arsızca yayılmış yüzlerce delice ağacı sebebiyle “Delice Tepesi” adını verdiği mevkideki harabeniniçinde, Meryem yere oturmuş, Aliço’nun gelmesini bekliyor
du. Nerede kalmıştı bu adam? Yılmıştı artık bu ıssız, karanlık yerde ürpere ürpere onun yolunu gözlemekten. Kim bilirnerede oyalanıyordu yine? Tam sekiz aydır tek bir buluşmaları yoktu ki, Meryem ağaç olmasın. Haytanın teki olduğunu bilmeyen, Aliço’yu dünyayı kurtarıyor da o yüzden vakti dar sanırdı; oysa iki ay öncesine kadar, düzenli bir işi bi
le yoktu. Dul anasının üç kuruş parasım tırtıklayamadığm-da, gündelik işlerle yolunu bulur, cebindeki bitene kadar dayan gelir yatar, yine de her yere geç kalırdı. Kahveye, cumaya ve Meryem’e...
Gündüz gözüyle sevimli bile sayılabilecek harabe, akşamsaatlerinde çevresinde heyula gibi kollannı açmış duran delicelerin de yardımıyla korkutucu bir hal alıyordu. Zamanında, kasabayla Köy arasında tünel yapılacağı söylentisi alıpyürüdüğünde, kendini uyanık sanan bir yatırımcı buraya birotel kondurmaya karar vermiş ve daha tünel karan çıkmadan arsayı alıp inşaat için kollan sıvamıştı. Gel zaman git
zaman, o tünelin açılmayacağı ortaya çıkınca, uyanık yatı-nmcı arsayı Kahveci Hıdır’a, aldığından bile ucuza satıp git
-
8/15/2019 Hande Altaylı - Delice
56/312
59
mişti. İşte o hiç yapılmayan otelin inşaatında çalışacak işçiler kalsın diye oraya dikilip sonra da çürümeye terk edilenbu kulübecik, bir süredir Meryem ile Aliço’nun aşkına yataklık ediyordu. Harabe, ilk yıllarında, henüz daha harabe değilken, Meryem ile Aliço’nun da aralannda olduğu macerase-ver çocukların oyun alanıydı. Endişeli aileler, heyecan peşindeki çocuklarını, “Orada yatır var, sakın gitmeyin!" diyerekve türlü tuhaf hikâyeler anlatarak oradan uzak tutmaya gay
ret etmişlerdi. Ancak uydurdukları tüm hikâyeler, bu minikevi çocukların gözünde iyice merak uyandırıcı hale getirmekten başka işe yaramamıştı. Ana babaların korku hik�