KİMYA
İslâm Dünyası'ndaki kimya çalışmaları, daha önce
Hellenistik Çağ'da İskenderiye'de yapılmış olan
simya çalışmalarından yoğun bir biçimde
etkilenmiştir.
Bu çalışmalar sırasında yavaş yavaş
belirginleşmeye başlayan Yapısal Dönüşüm
Kuramı'na göre, doğadaki bütün metaller, aslında
bir kükürt-civa bileşimidir. Ancak bunların iç ve
dış niteliklerinde farklılıklar bulunduğu için,
kükürt ve civa kullanmak suretiyle istenilen
metali elde etmek mümkündür.
73
Müslüman simyagerilerin maksatlarından
birisi de bu dönüşümü gerçekleştirecek EL-İKSİRi (filozof taşı), yani mükemmelmaddeyi bulmaktır. Mükemmele en yakınmetal altın olduğu için, genellikle bu
çalışmalarda altının kullanıldığıgörülmektedir. İksir, aynı zamanda sonsuzyaşamın kapısını aralayacak bir anahtarolarak da düşünülmüştür.
74
Ortaçağ İslâm Dünyası'nda, simyayı
benimseyenlerle benimsemeyenler arasında
süregelen tartışmaların, kimyanın gelişimi
üzerinde çok olumlu etkiler yaptığı
görülmektedir. Çünkü bu tartışmalar sırasında,
taraflar, görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak
için, çok sayıda deney yapmış ve bu yolla
deneysel bilginin artmasında önemli bir rol
oynamışlardır.
75
CÂBİR İBN HAYYÂN
Yapmış olduğu kuramsal ve deneysel araştırmalarla
kimyanın gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan
Câbir İbn Hayyân'ın hayatı hakkında pek fazla bir
bilgiye sahip değiliz. Batıda GEBER adıyla anılır.
Câbir de, Aristoteles'i izleyerek maddeyi dört unsur
(toprak, su, hava ve ateş) kuramıyla açıklamaya
çalışmış ve bu unsurların nitelikleri (kuru-yaş ve
soğuk-sıcak) farklı olduğu için bunların
birleşmesinden oluşan maddelerin de farklı
özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir.
76
Hellenistik Dönem simyagerlerinden de
etkilenmiş olan Câbir İbn Hayyân,
yeryüzü'ndeki bütün maddeleri 3 ana grupta
toplamıştır:
Alkol gibi uçucu maddeler.
Altın, gümüş, bakır ve kurşun gibi metaller.
Bazı boya maddeleri gibi, uçucu ve metalik
olmayan ara maddeler.
77
78
Cabir’e göre, hiçbir madde doğada saf olarak bulunmazama damıtma işlemiyle onları saflaştırmak mümkündür.
Ayrıca sadece cansızları oluşturan maddeler değil, canlılarıoluşturan maddeler de damıtılabilir. Organik kökenlimaddeleri damıtmak suretiyle, Câbir'in çeşitli boyaları,yağları ve tuzları elde ettiği bilinmektedir.
Cabir’in Damıtma Düzeneği
Metallerin oluşumunu açıklamak maksadıyla
ortaya atılmış olan kükürt-civa kuramına göre;
altın, gümüş ve bakır gibi metallerin birbirlerinden
farklı olmasının sebebi, bu metallerin temelini
teşkil eden kükürdün farklılığı ve oluşmaları
sırasındaki ısı farkları ve Güneş ışığıdır.
Yeni bir metal meydana getirmek üzere birleşen
kükürt ve civa daha önceki özelliklerini terk ederek
yeni bir birim oluştururlar. Câbir'in bildiği
metaller altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve
kalaydan ibarettir.
79
i.
ii.
Câbir İbn Hayyân'ın yapmış olduğu araştırmalar
sonucunda, kimya bilimine yapmış olduğu
katkıları üç madde altında toparlamak
mümkündür:
Element görüşününoluşmasına yardımcı
olmuştur.
Deneylerinde, ölçü ve tartı işlemleri
üzerinde hassasiyetle durduğu için, nicellik
anlayışının güçlenmesini sağlamıştır.
iii. Çalışmaları sırasında geliştirmiş olduğu
yeni aletlerle kimya teknolojisinin
ilerlemesine aracı olmuştur.
80
KİNDÎ
9. yüzyılda Bağdad'da yaşayan Kindî(yaklaşık 796-870) Ortaçağ İslâmDünyası'nın büyük filozoflarından
birisidir. Arapça'ya çeviriler yapmış,matematik, astronomi, fizik ve kimya
gibi bilimlerle de ilgilenmiştir. Optiğeilişkin çalışmaları, Eukleides'inaraştırmalarına dayanmaktadır.
81
Kindî, Câbir İbn Hayyân'ın aksine, “doğada
bulunan metaller bileşik değil basittirler ve
her birinin kendisine özgü nitelikleri vardır.
Birinin diğerine dönüşmesi veya
dönüştürülmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla
simyevî işlemler aracılığıyla, bakır veya
kurşun gibi değersiz metallerden altın ve
gümüş gibi değerli metaller üretilemez.”
şeklinde düşünmektedir.
82
i.
ii.
83
Kindî, Eukleides'in Göz Işın Kuramı'nı benimsemiş
ve ışınların gözden çıktığını kanıtlamak için iki
gözlemden yararlanmıştır:
Ona göre bir duyu organının yapısı, onun işlevinibelirler. Nitekim kulak sesi toplamak için oyuk vehareketsiz, göz ise küresel ve hareketli olarakyaratılmıştır. Yapısı gereği etkin olduğuna, yanikaranlıkta görmeyi sağladığına göre, ışınlarıngözden çıktığını kabul etmek daha doğrudur.
Eğer görme, algılanan nesnelerin biçiminin gözegelmesiyle oluşuyor olsaydı, göz önüneyanlamasına konulan bir dairenin, bir doğruparçası şeklinde değil, tam bir daire şeklindealgılanması gerekirdi. Böyle olmadığına göreışınlar gözden çıkmaktadır.
Kindi, ışık ışınlarının yayılım biçimiyle de
ilgilenmiş ve gözden çıkan ışınların bir koni
oluşturduğunu belirtmiştir. Ancak Eukleides'den
farklı olarak, bu koninin kesikli olmadığını, tıpkı
Batlamyus'ta olduğu gibi, kesiksiz olduğunu
söylemiştir.
Çünkü ona göre, koninin kesikli olduğunu kabul
etmenin temelinde ışınların tek boyutlu olduğu
inancı yatmaktadır.
Halbuki ışın karanlığa etki ettiğine ve etki
etmek, ancak üç boyutlu cisimlere özgü olduğuna
göre, ışınlar da üç boyutlu olmalıdır.
84
Kindî'nin koninin kaynağıyla ilgili görüşleri de,
Eukleides'in görüşlerinden farklıdır. Ona göre,
görsel ışınlar, göz merkezinden değil, dışbükey
kısmının her noktasından, yani bugünkü
anlamında korneanın her noktasından
yayılmaktadırlar. Bu durumda tek bir görsel koni
değil, gözlemcinin gözünün yüzeyindeki her
noktadan çıkan pek çok koni olacaktır.
GÖZ
85
RÂZÎ
Yerleşik inançları sorgulayan felsefî düşünceleriyle
tanınmış olan Râzî (öl. 925), bilimle de ilgilenmiş
ve kimya ve tıp gibi alanlarda yapmış olduğu
çalışmalarla bilim tarihinde seçkin bir yer
edinmiştir.
Kimya biliminde Câbir'in açmış olduğu yoldan
giderek yapısal dönüşüm kuramını benimsemiştir.
Ancak Câbir gibi Aristotelesçi değildir. Maddenin
oluşumunu dört unsurun birleşmesiyle değil,
atomların birleşmesiyle açıklama eğilimindedir.
86
Câbir gibi, bir dizi deney yaparak saf elementi
elde etmeye çalışmış ve bu işlemin, maddenin
erimesi, çözülmesi, parçalanması, ortaya çıkan
parçaların farklı parçalarla birleşmesi ve oluşan
ürünün çökelmesi gibi ayrı süreçten geçtiğini
belirtmiştir.
Çalışmaları sırasında yeni kimyevî maddeler, yeni
yöntemler ve yeni aletler geliştiren Râzî demir gibi
zor eriyen metallerin ergitme işlemleri ile ilgili
araştırmalar yapmıştır.
87
Râzî'nin kimya alanındaki çalışmalarının yanı sıra, tıp
alanındaki çalışmaları da çok önemlidir. Rey'deki bir
hastanede doktor olarak görev yapmıştır. Kendisine daha
çok Hippokrates'i örnek alan Râzî, Hippokrates gibi,
hastalarını tedavi süresince dikkatle gözlemiş ve teşhis
ve tedavisini bu gözlemler sırasında elde etmiş olduğu
bilgiler ışığında yönlendirmiştir. Teşhis sırasında özellikle
nabız, idrar, yüz rengi ve terleme gibi göstergeleri göz
önünde bulundurmuştur.
88
Râzî ilk defa Ortadoğu ülkelerinin çoğunda yaygın
olarak görülen çocuk hastalıklarından çiçek ve
kızamığın tanılarını vermiş ve bunlar arasındaki
farkları belirlemiştir.
Râzî hastalıkların tedavisinde, ilaçla tedavi
yöntemini tercih etmiştir. Böbrek taşlarının ve
mesane taşlarının çıkarılması gibi, genellikle
cerrahî müdâhalenin beklendiği durumlarda bile,
ilaçla tedaviyi yeğlediği görülmektedir.
89
BİYOLOJİ
Erken tarihli biyoloji yapıtları genellikle
ansiklopedik bir nitelik taşır. Bunlarda, bitkilerle ve
hayvanlarla ilgili yüzeysel gözlemlerin yanı sıra,
hikayelere ve hadislere de yer verilmiştir. İncelenen
bitkiler daha çok tıbbî bitkilerdir. Hayvanlara
ilişkin açıklamaların ise, özellikle at, deve ve koyun
gibi gündelik yaşantıyı doğrudan doğruya
etkileyen canlılar üzerinde yoğunlaştığı
görülmektedir.
Bitkibilimle ilgilenenler genellikle doktorlardır.
Çünkü tedavi sırasında daha çok bitkilerden
yapılan ilaçlar kullanılmaktadır.
90
CÂHİZ
Dönemin önde gelen düşünürlerinden olan Câhiz, yazmış
olduğu yedi ciltlik Kitâbü'l-Hayavân (Hayvanlar Kitabı)eserinde, çok sayıda hayvanı tanıtmış ancak bilimsel olan
değerlendirmelerin yanında, bilimsel olmayandeğerlendirmelere de yer verilmiştir. Yazılış maksadı, dahaçok yaratıklardan örnekler getirmek yoluyla Yaratan'ınvarlığını kanıtlamak ve Allah'ın yararsız bir hayvanyaratmamış olmasındaki İlâhî Hikmeti övmekti.
Câhiz, canlılar dünyasını, hayvanlar ve bitkiler olmaküzere iki bölüme ayırdıktan sonra, hayvanları hareket
biçimlerine göre; Yürüyenler, Uçanlar, Yüzenler veSürünenler olmak üzere dört grupta toplamıştır.
91
COĞRAFYA
Ortaçağ İslâm Dünyası'nda, coğrafyacılar, Dünya'nın
çapının veya çevresinin hesaplanması, haritaların
düzgün bir şekilde çizilebilmesi için uygun izdüşüm
yöntemlerinin geliştirilmesi, Yeryüzü'ndeki önemli
noktaların enlem ve boylamlarının belirlenmesi
gibi matematiksel işlemlere dayanan matematiksel
coğrafya ile bilinen Dünya'nın beşerî ve fizikî
özelliklerini kapsayan tasvirî coğrafyanın gelişimi
yolunda önemli girişimlerde bulunmuşlardır.
Bilhassa, tasvirî coğrafya alanına değerli katkılarda
bulunmuşlardır.
92
Matematiksel coğrafya konusundaki çalışmalar, Abbasî
halifesi Memûn döneminde (813-833) Arapça'ya çevrilmiş
olan Batlamyus'un Coğrafya'sına dayanmakta ve
Yunanlılarda olduğu gibi, astronominin bir dalı olarak
kabul edilmekteydi.
Memûn, belki de tarihte ilk defa olarak, dönemin meşhur
astronom ve coğrafyacılarından teşkil edilmiş bir bilim
kuruluna Yer'in çevresini ölçerek büyüklüğünü
belirleme görevini vermişti. İki ayrı yerde yapılan
ölçümlerde, bir meridyen dairesinin bir derecelik yayına
karşılık gelen uzunluk, astronomik yöntemlerle ölçülerek
bulunan değer 360 ile çarpılmış ve Dünya'nın çevresinin
uzunluğu bulunmuştur.
93
Coğrafyanın bütün alanlarında önemli eserler
vermiş olan Biruni de yerölçümü ile ilgilenmiştir.
Bu alanda kullanmış olduğu yöntemlerden
birincisi, yukarda verilen yöntemin aynısıdır ve
söylediğine göre, elde ettiği sonuç Memûn
dönemindeki ölçümleri doğrular niteliktedir. İkinci
yöntem ise, Biruni'ye aittir. Hindistan'a yapmış
olduğu bir seyahat sırasında, geniş bir ovaya hakim
olan yüksek bir dağa çıkmış ve orada ölçtüğü ufuk
alçalma açısından yararlanarak Yer'in çevresinin
büyüklüğünü hesap etmiştir.
94
M
a = ufkun alçalma açısı
r = Yer'in yarıçapı
aC
h
h = dağın yüksekliği
olduğuna göre, AMC üçgeninde;
cos a = AM / MC = r / r + h
A
r ar
ve buradan r'yi çekersek,
r = (r + h). cos a
r = r . cos a + h. cos a
r - (r .cos a) = h . cosa
r. (l - cos a) = h . cos a
r = h . cos a /1 – cos a ve l - cos a = 2 sin2 a
olduğundan,
r = h . cos a / 2 sin2 a olur.
a ve h ölçülebildiğine göre, bu formülle Yer'in yarıçapı ve
sonra da 2πr'den çevresi bulunabilir.95
MESCÛDÎ
"Müslümanların Herodotos'u" lakabıyla tanınan Mescûdî(öl.957), tarihî olayları oluş anlarına göre birbiri ardı sıradizmeyi amaçlayan tarih anlayışı yerine, yeni bir anlayışgeliştirmiş ve olayları hanedanlara ve uluslara göresınıflama yoluna gitmiştir.
Mescûdî, diğer birçok Müslüman coğrafyacı ve tarihçi gibi,bilgi edinmek için uzun gezilere çıkmış ve hayatının son on
yılını otuz ciltlik MURÛCU'Z-ZEHEB VE MA'ÂDİNU'L-CEVHER (Altın Çayırlar ve Gümüş Madenler) adlı yapıtını
hazırlamak maksadıyla Suriye ve Mısır'da tüketmiştir.Yapıtta, İslâmiyet'in doğuşundan Mescûdî'nin döneminedeğin geçen olaylar ayrıntılı bir biçimde anlatıldıktan sonra,Müslümanların temas halinde oldukları uluslar, tarihî birçerçeve içerisinde bütün yönleriyle tanıtılmıştır.
96
TIP
Yunan hekimleri tarafından yazılmış olan
bilimsel yapıtlar Arapça'ya çevrilmeden önce,
Ortaçağ İslâm Dünyası'ndaki tıp bilgisi,
geleneksel anlayış ve uygulamalar ile Hazret-i
Muhammed'in beden ve ruh sağlığının
korunmasına ilişkin önerilerinden oluşuyordu.
Peygamber Tıbbı olarak adlandırılan bu birikim,
Müslümanlar arasında yaygın bir biçimde
benimsenmiş ve kullanılmıştır.
97
Çevirilerden sonra, Müslüman hekimler arasında
özellikle Galenos'un görüşlerinin yaygınlaştığı
görülmektedir. Ancak Müslüman hekimler Yunan
birikimini yeterli bulmamışlar ve yaptıkları
araştırmalar sırasında edinmiş oldukları kişisel
gözlemleri ve deneyimleri bu birikimle
kaynaştırarak tıp biliminin gelişimine önemli
katkılarda bulunmuşlardır. Râzî, Ali İbn Abbâs,
İbn Sînâ, Zehrâvî ve İbn Nefis gibi isimler, bu
dönemin önde gelen hekimleri arasında
bulunmaktadır.
98
i.
ii.
iii.
ALİ İBN ABBÂS
10. yüzyılda yaşayan Ali ibn Abbâs Ortaçağ'ın önde gelen
hekimlerinden biridir. KİTÂBÜ'S-SINAAT (Tıp Sanatı)adlı kitabı tıpla ilgili bütün konuları içermektedir. Ali İbnAbbâs bu yapıtında baştan ayağa doğru, bütün bedenhastalıklarını sırasıyla konu edinmiş ve bunlarınbelirtileri ile teşhis ve tedavileri hakkında ayrıntılıbilgiler vermiştir. Yaralar, tümörler ve taşlar gibi cerrahîmüdahale gerektiren durumlarla karşılaşıldığında,cerrahların şu koşulları göz önünde bulundurmalarıgerektiğini savunmuştur:
Cerrahın anatomi bilgisi yeterli olmalıdır.
Ameliyat öncesinde, aletler temizlenmelidir.
Ameliyat sonrasında, hastanın bakımına önemverilmelidir.
99
İSLAM FELSEFESİ
İslam biliminin kaynaklarından biri de bunundüşünsel temelini oluşturan İslam felsefesiydi.Bu yüzden düşünceleri bilim alanında özellikle
etkili olmuştu. Filozof-bilim adamları
geleneğinin üç önemli temsilcisi Kindi, Farabive İbn Sina'nın varlık ve bilgi teorisikonularındaki görüşlerini kısaca incelemekyararlı olacaktır.
100
KİNDİ
Kindi (800-870) İslam felsefesinde Aristocu geleneğiizleyen Messai okulunun ilk temsilcisiydi ve kendindensonra gelen felsefeciler gibi ana amacı felsefi vedinsel bilgiyi tek bir sistem içinde birleştirmekti.
Kindi, felsefe ve din arasında görünürdeki çelişkileringiderilebileceğine inanıyordu. Buna rağmen Kindi'ninbu tür sorunlara orijinal çözümler getirdiği söylenemez.
Evrenin ortaya çıkışı konusunda ise KindiAristoteles'in ezeli evren anlayışından ayrılıp İslamiyoktan yaratılış görüsünü benimsemişti.
101
Kindi'ye göre varlıklar,
duyularla algılanabilenler (tikeller),
akılla algılanabilenler (tümeller) ve
vahiy yolu dışında hakkında bilgi edinilemeyenler
(ilahi varlıklar)
olarak sınıflanıyordu. Bilgi teorisi konusunda fazla bir
şey yazmasa da diğer İslam felsefecileri gibi genelde
Aristoteles'in 'RUH ÜZERİNE' ('Peri Psuche') adlı
eserindeki Akıl (Nous) anlayışını benimsemişti.
102
Bilimleri sınıflandırışı da Aristocu nitelikteydi vevarlık teorisini takip ediyordu.
Değişime tabi varlıkların incelendiği fizikselbilimler (fizik, biyoloji, coğrafya, vb.);
Değişmez formların konu edildiği mantıksalbilimler (matematik, mantık, müzik, metafizik,astronomi);
Maddeden tamamen bağımsız varlıkların konuedildiği dinsel bilimler.
Bunlar aynı zamanda önemsizden önemliye doğrusıralanıyordu.
103
FARABİ
Farabi'ye (870-950) geldiğimizde ortada çokdaha tutarlı ve özgün bir felsefi sistem olduğunugörüyoruz. Farabi Kindi'den farklı olarak
Aristocu felsefenin kendisinden ziyade bununözellikle kozmolojisi itibariyle İslam'la daha
uzlaşabilir gibi görünen Yeni-Platoncu yorumunubenimsemişti.
104
Ona göre doğrudan gerçeğe ulaşmanın yolufelsefeydi; din ise bu gerçeğin halkınanlayabileceği şekle sokulmuş haliydi. Dinle
felsefe arasındaki görünüşteki çelişkiler dininsembolik anlatımından kaynaklanıyordu ve bu
gibi durumlarda akıl yoluyla varılacak sonuçlaresas alınmalı, dinsel hükümler buna göreyorumlanmalıydı.
105
Farabi temelde evrenin yaratılışındaki teorisi;
göksel ve dünyevi varlıklar ilk varlık olan Allah'tantüremişlerdi.
Allah'tan ilk olarak ilk akıl çıkmış, bu da hem en dıştakigök katına hem de İkinci Akıl'a sebebiyet vermişti.
Böylece sırayla on Akıl ve bunların her birine ait olandokuz gök katı (ki son yedisi o zaman bilinen yedigezegene karşılık gelir) ortaya çıkmıştı.
Onuncu Akıl sayesinde evrenin merkezindeki dünyayaratılmıştı.
Değişime tabi varlıkların yer aldığı bu Ay-Altı alemde enaşağı seviyede ezeli madde vardı.
106
Bundan dört temel eleman (su, toprak, ateş, hava),onlardan da sırasıyla mineraller, bitkiler, hayvanlar veson olarak insan ortaya çıkmıştı. Farabi burada, varlık
ve bilgi teorilerini bir araya getirecek şekilde, insanın enüst düzeydeki varlığını da akıl olarak görür.
Farabi İslami düşünceyle Yunan düşüncesini içine alanbüyük bir sistem kurmuş, fakat bu sistemin İslami yönüoldukça zayıf kalmıştı. Felsefeyi Müslümanların
gözünde daha cazip hale getiren ve İslam tarihindeki enetkili sentezi gerçekleştiren Farabi'nin takipçisi İbn Sinaolacaktı.
107
İBN SİNA
İbn Sina (980-1037) Aristocu ezeli evrengörüsüyle İslami yoktan yaratılış görüşünüuzlaştıracak bir formül buldu. Bunun için
Aristoteles'in metafiziğinde önemli birdeğişiklik yaparak varoluş (vucud) ve öz(mahiyet) kavramlarını birbirinden ayırdı.Çünkü, bir şeyin özünü bilmek o şeyin varolupolmadığını bilmekten bağımsızdı.
108
Varlıklar zorunlu ve mümkün olmak üzere iki çeşitti.
Varolmadıklarını varsaymanın bir çelişki yaratmadığıvarlıklar mümkün varlıklardı ve bunlar varoluşlarını
kendi dışlarında bir varlığa borçluydular. Bu açıdan
bakıldığında dünyada gördüğümüz bütün nesneler gibievrenin kendisi de mümkün bir varlıktı.
Mümkün varlıklar zincirinde sonsuza kadar geriyegidemeyeceğimize göre varlığı kendi dışında bir şeye
bağlı olmayan ve diğer her şeyin varlığını borçlu olduğu
bir zorunlu varlığı kabul etmemiz gerekiyordu. Bu varlıkda ALLAH'tı. Sadece Allah'ta varoluş ve öz aynışeydi. Diğer bir değişle Allah'ın özü varolmaktı.
109
Yaratmanın anlamı da Allah tarafından özlere (veya
formlara) varlık verilmesiydi. Fakat bu, zaman içinde
gerçekleşen bir olay değildi.
Yani evrenin varolmadığı bir zaman yoktu ve bu açıdan
evren ezeliydi.
Allah'ın evrene önceliğizaman bakımından değil
mantıksal açıdandı.
Zira İbn Sina'ya göre yaratılışı zaman içinde gerçekleşen
fiziksel bir olay olarak görmek içinden çıkılmaz çelişkiler
yaratıyordu.
110