T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (UYGULAMALI / KLİNİK PSİKOLOJİ)
ANABİLİM DALI
Kİ�İLERARASI TARZ, KENDİLİK ALGISI,
ÖFKE VE DEPRESYON
Yüksek Lisans Tezi
Volkan KOÇ
Ankara - 2008
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (UYGULAMALI / KLİNİK PSİKOLOJİ)
ANABİLİM DALI
Kİ�İLERARASI TARZ, KENDİLİK ALGISI,
ÖFKE VE DEPRESYON
Yükseklisans Tezi
Volkan KOÇ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin Hisli "AHİN
Ankara - 2008
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (UYGULAMALI / KLİNİK PSİKOLOJİ)
ANABİLİM DALI
Kİ�İLERARASI TARZ, KENDİLİK ALGISI,
ÖFKE VE DEPRESYON
Yükseklisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesrin Hisli "AHİN
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
((((((((((((((((.. (((((((((
((((((((((((((((.. (((((((((
((((((((((((((((.. (((((((((
Tez Sınavı Tarihi:(((((((((((
I
İÇİNDEKİLER
I. GİRİ�,,,,,...,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,., 1
1.1. Konunun Önemi......................................................................... 1
1.2. Kişilerarası İlişkiler................................................................... 5
1.2.1. Kişilerarası İlişkiler ve Bazı Önemli Kavramlar......................... 5
1.2.2. Kuramsal Yaklaşımlar.............................................................. 6
1.2.2.a. Nesne İlişkileri ve Sullivan’ın Kişilerarası Kuramı........................ 6
1.2.2.b. Bowlby’nin bağlanma kuramı.................................................... 9
1.2.2.c. Safran’ın Bilişsel-kişilerarası yaklaşımı ..................................... 11
1.3. Kendilik Algısı ve Kişilerarası İlişkiler................................ 14
1.3.1. Kendilik Algısı ve Tanımı.......................................................... 14
1.3.2. Kendilik Bilgisinin Gelişimi....................................................... 16
1.4. Bir Kişilerarası Duygu Olarak Öfke..................................... 21
1.4.1. Öfkenin Tanımı ve Genel Özellikleri......................................... 21
1.4.2. Kişilerarası İlişki Bağlamında Öfke........................................... 24
1.5. Depresyon.................................................................................... 30
1.5.1. Depresyonun Tanımı................................................................ 30
1.5.2. Tanı Ölçütleri ve Sınıflandırma................................................. 31
1.5.3. Kuramsal Açıklamalar.............................................................. 33
1.5.3.a. Psikoanalitik Yaklaşım............................................................. 33
1.5.3.b. Davranışçı Yaklaşım................................................................ 34
1.5.3.c. Öğrenilmiş Çaresizlik ve Umutsuzluk Kuramı.............................. 35
II
1.5.3.d. Bilişsel Yaklaşım.................................................................... 37
1.5.3.e. Kişilerarası İlişki ve Depresyona Kuramsal Yaklaşımlar.............. 38
1.5.3.e.1 Sosyal Beceri Eksikliği Teorisi............................... 38
1.5.3.e.2 Depresyonun Etkileşimsel Tanımı Modeli................ 39
1.6. Konuyla İlgili Araştırmalar.....................................................
1.6.1. Kişilerarası Tarz ve Depresyon((((((.............................
41
41
1.6.1.a. Sosyal Becerilere İlişkin Kişilerin Bildirimleri............................. 41
1.6.1.b. Kişilerarası İlişkilerde Davranışsal Özellikler............................. 44
1.6.1.c. Depresif Kişi ve Sosyal İlişkileri - Depresif Kişi ile Etkileşim....... 49
1.6.1.d. Kişilerarası Tarz Bağlamında Depresyon, neden mi sonuç mu? 53
1.6.2. Öfke ve Depresyon........................................................................ 56
1.6.3. Kişilerarası Tarz, Kendilik Algısı, Öfke ve Depresyon((..(( 61
II. YÖNTEM,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,.. 67
2.1. Örneklem(.................................................................................. 67
2.2. Veri Toplama Araçları((((................................................ 71
2.2.1. Demografik Bilgi Formu(((((.(....................................... 72
2.2.2. Kişilerarası Tarz Ölçeği ((((............................................... 70
2.2.3. Kısa Semptom Envanteri((((.............................................. 75
2.2.4. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği((((.............................................. 77
2.2.5. Sosyal Karşılaştırma Ölçeği((((......................................... 80
2.2.6. Beck Depresyon Envanteri ((((.......................................... 81
2.3. İşlem((((((((((((((((((((((((((.. 83
III
III. BULGULAR,,,,,,,,,,,,,,,,....................... 85
3.1. Demografik Değişkenlere Yönelik Analiz Sonuçları ( 85
3.2. Depresif Grup ile Karşılaştırma Grubunun Araştırma
Değişkenleri Açısından Değerlendirilmesi((((.((((.
91
3.3. Depresyonu Yordayan Değişkenler(.((((((((.. 94
3.4. Değişkenler Arası İlişkiler ((((((((((((..((. 98
IV. TARTI�MA,,,,,,,,,,,,,,,,.........................
102
4.1. Demografik Değişkenlere Yönelik Analiz Sonuçları(.. 102
4.2. Gruplararası Karşılaştırma Sonuçları...(..((((((( 105
4.3. Depresyonu Yordayan Değişkenler((.(((((((( 107
4.4. Değişkenler Arası İlişkiler(((((((((((((((. 112
4.5. Bir Bütün Olarak Sonuç ve Öneriler(((((((((.. 114
V. ÖZETLER,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
118
Türkçe Özet((((((((((((((((((((((((( 118
İngilizce Özet((((((((((((((((((((((((. 119
VI. KAYNAKÇA,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, 120
VII. EKLER,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, 144
IV
EKLER
EKLER
EK A. Demografik Bilgi Formu
EK B. Kişilerarası Tarz Ölçeği (KTÖ)
EK C. Kısa Semptom Envanteri (KSE)
EK D. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ)
EK E. Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ)
EK F. Beck Depresyon Envanteri (BDE)
V
TABLOLAR
Tablo Sayfa
Tablo 2.1 Cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim Durumu, eğitim düzeyi dağılımları((((((((((((((((((((... 69
Tablo 3.1. Depresyon üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri(((((((((((((...................................... 86
Tablo 3.2. Depresyon üzerinde grup, cinsiyet ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri(((((((((((((((((((.. 88 Tablo 3.3. KSE (Depresyon alt ölçeği puanı toplam puana dahil edilmemiş olarak) üzerinde grup, cinsiyet ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri(((((((((((((((((((.. 91
Tablo 3.4. Depresyon grubu ile karşılaştırma grubunun temel değişkenler açısından karşılaştırılması (((((((((((.. 92 Tablo 3.5. Alt ölçekler için depresyon grubu ile karşılaştırma grubunun değişkenler açısından karşılaştırılması(((((.(( 93 Tablo 3.6. Depresyon tanısı almış grupta ve karşılaştırma grubunda depresyon puanlarını yordayan değişkenler ((((( 95
Tablo 3.6. Depresyon puanlarını yordayan değişkenler................. 97 Tablo 3.8. Kişilerarası Tarz, Kendilik Algısı, Öfke ve Depresyon Arasındaki İlişkiler.(((((((((((((((((((( 99 Tablo 3.9. Alt ölçeklerin ve yaşam doyumu ile kişilerarası memnuniyetin temel değişkenlerle olan korelasyonları((((( 101
VI
GRAFİKLER
Grafik Sayfa
Grafik 3.1. Depresyon Grubu Yaşın Etkisi((((((((.(( 87
Grafik 3.2. Karşılaştırma Grubu Yaşın Etkisi((((((((.( 87 Grafik 3.3. Depresyon Grubu Eğitim Düzeyinin Etkisi(((.(( 89 Grafik 3.4. Karşılaştırma Grubu Eğitim Düzeyinin Etkisi((.(( 90
VII
�EKİLLER
�ekil Sayfa
"ekil 1.1 Dört Bağlanma Stili((((((((((((((((( 11
1
Kİ�İLERARASI TARZ, KENDİLİK ALGISI,
ÖFKE VE DEPRESYON
BÖLÜM I
GİRİ�
1.1. KONUNUN ÖNEMİ
Kendilik her zaman insanlar için önemli bir konu olagelmiştir ve bunun
nedeni ise “ben kimim” sorusuna hepimizin cevap arıyor olmasıdır. Filozoflar,
psikologlar ve birçok insana göre kendilik bilgisi, yani “ben kimim” sorusuna
verdiğimiz cevap durmadan (sürekli) gelişmektedir ve herkesin günlük sosyal
yaşamını etkilemektedir.
Bireylerin kendilik kavramları geniş yaşam deneyimlerinden elde
ettikleri bilgilerle şekillenmektedir. Bu gerçekleşirken bireyler yeteneklerine,
başarılarına, tercihlerine, değerlerine ve hedeflerine ilişkin geniş bir bilgi
edinmektedirler ve bunlarla ilgili beceri geliştirmektedirler. Kendiliğin oluşması
rastgele bilgilerle olmamaktadır aksine, seçici ve yaratıcı bir süreçtir. Kendilik
bilgisinin içeriği ve organizasyonu, kişilerin sosyal geçmişleri, algıları ve
davranışlarında farklılaşmalarına yol açmaktadır. Kendilik bilgisi bundan
dolayı kişiliğin temel bir ögesidir ve duygusal durumlara, motivasyona yönelik
durumlara ve edim odaklı durumlara ilişkin temsilleri kapsamaktadır (Markus,
2
1983). Kısaca kendilik kavramı kim olduğumuza ilişkin sahip olduğumuz
inançlar kümesidir (Taylor, Peplau ve Sears, 2000).
Kendilik bilgisi çerçevesinde bakarsak, kendilik algısı bireyin mevcut
kapasitesini, durumlarını ve özellikle potansiyelini nasıl algıladığıdır ve
kendilik bilgisinin oluşmasında temel bir role sahiptir (Markus, 1983; Taylor,
Peplau ve Sears, 2000). Bunun dışında sosyalleşme, başkalarından
aldığımız geri bildirimler ve başkalarını nasıl algıladığımız, farklılıklarımız,
sosyal kimliğimiz ve kültür gibi faktörlerin hepsi kendiliğin oluşmasında
etkilidir (Taylor, Peplau ve Sears, 2000).
Ruhsal iyilik hali bakımından konuya bakılacak olursa kendilik
saygısının kendilikle ilişkili olarak önemli olduğu görülmektedir. Kendilik
saygısı, kendimizi nasıl algıladığımızın da ötesinde kendimize biçtiğimiz
değerle ilişkilidir (Taylor, Peplau ve Sears, 2000). Yüksek kendilik saygısına
sahip bireylerin, kendi niteliklerine ilişkin açık bir görüşleri vardır ve belirli
hedefleri bulunmaktadır. Yine bu bireyler kendiliklerine ilişkin olumlu
bakmaktadırlar ve karşılaştıkları koşullarla sağlıklı bir şekilde baş
etmektedirler. Bununla birlikte düşük kendilik saygısına sahip kişilerin
kendiliklerine yönelik net bir bakışlarının olmadığı ve olumsuz baktıkları,
kendilik değerlerini yükseltmede zorluk yaşadıkları görülmektedir (Brown,
Dutton ve Cook, 2001; Josephs, Bosson ve Jacobs, 2003; Leary, Tambor,
Terdal ve Downs, 1995).
3
Yaşam olaylarına daha iyimser yaklaşan bireylerin ve daha az
olumsuz yaşam olayı ile karşılaşan bireylerin yüksek kendilik saygısına sahip
oldukları ve ileride daha iyi bir iyilik hallerinin olduğu görülmektedir. Bunun
aksine olumsuz yaşam olayları ile karşılaşan ve kötümser yaklaşan bireylerin
düşük kendilik saygısına sahip oldukları, kaçınmacı stratejiler seçtikleri ve
sosyal ortamlardan kaçındıkları görülmektedir. Yine bu kişilerin iyilik hallerine
bakıldığında da ileride daha çok depresyon yaşadıkları görülmektedir
(Eronen ve Nurmi, 1999). Bu bağlamda kişinin kendisine biçtiği değer, diğer
bir ifadeyle kendisini nasıl algıladığı, kişinin ruhsal iyilik hali açısından önemli
bir rol oynamaktadır ve sosyal etkileşimini etkilemektedir.
Kendiliğin şekillenmesinde en önemli faktörün, kişinin erken dönemde
bakıcısıyla olan etkileşiminin olduğu görülmektedir. Yine bu etkileşim bireyin
ilerideki kişilerarası iletişimini şekillendirmektedir (Bowlby; 1985, 1989).
Sosyal yaşam yani kişilerarası etkileşim, insanlar için kaçınılmazdır ve
kendilik algısının şekillenmesindeki rolü düşünüldüğünde, ruhsal iyilik hali için
en önemli faktörlerden birisi olduğu söylenebilir.
Bu çalışmada kişilerarası tarzın ve kendilik algısının ruhsal iyilik hali
için olan önemi göz önünde bulundurularak, yaygın bir ruhsal problem olan
ve ruh sağlığının nezlesi olarak görülen depresyon (Burns, 1981) ile nasıl bir
ilişkisinin olduğu araştırılmıştır. Kişilerarası etkileşimde önemli bir engelleyici
olabilecek olan öfke faktörü de depresyon ile birlikte çalışılmıştır. Ruhsal iyilik
hali bağlamında bakıldığında, yapılan çalışmalar öfkenin önemli bir problem
4
olduğunu göstermektedir. Günümüzde insanlar arasında depresyon ve
öfkenin yaygınlığı düşünüldüğünde böyle bir çalışma önemli yeni fikirler için
yol gösterici olacaktır.
5
1.2. Kİ�İLERARASI İLİ�KİLER
1.2.1. Kİ�İLERARASI İLİ�Kİ VE BAZI ÖNEMLİ KAVRAMLAR
Toplumsal etkileşim; temel ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışırken
yaptığımız şeylere biçim ve yapı kazandıran, eylemlerimizden ve
çevremizdekilere gösterdiğimiz tepkilerden oluşan bir süreçtir. Bu süreçte
iletişim; sözel ve sözel olmayan şekliyle, insanların karşılıklı olarak ne demek
istediğini anlamalarını sağlamaktadır (Giddens, 2000). Sosyal etkileşim
hepimiz için kaçınılmaz bir süreçtir ve yaşamımızda oldukça önemli bir yere
sahiptir. Her birey bu etkileşimin bir parçasıdır ve bu bütün ile birey, ayrı
olarak düşünülemez (Cooley, 1902/1970).
Sosyal etkileşimin daha özel bir şekli olan kişilerarası ilişki, iki ya da
daha fazla kişi arasındaki her türlü ilişkiyi betimlemektedir (Heider, 1958;
Gold ve Elizabeth, 1997), bu etkileşimde birey ister aktif ister pasif olsun her
iki şekilde de amaçlıdır (Birtchnell, 1993) ve kişilerarası ilişkilerde her bireyin
ilişkiye katkısı ve diğer kişi ya da kişiler üzerinde etkisi bulunmaktadır
(Heider, 1958; Bandura, 1969).
Kişilerarası ilişkiyi etkileyen önemli faktörlerden biri, bireylerin sosyal
becerileridir. “Sosyal beceri” kavramı; kişilerarası beceri, kişilerarası
yetenek, iletişim becerisi ve iletişim yeteneği gibi kavramlar ile ilişkilidir ve
birçok araştırmacı bunları birbirinin yerine kullanmaktadır. Libet ve
Lewinsohn’un (1973) tanımına bakılacak olursa: “Sosyal beceri, davranışın
6
olumlu veya olumsuz ödüllendirilmesine yol açabilme ve ceza ile
sonuçlanmasını önleme becerisidir”. Diğer bir ifadeyle kişinin iletişim
sürecinde olumlu pekiştireçleri maksimum ve cezaları minimum düzeyde
tutma becerisidir.
Bu bağlamda kişilerin nasıl, kiminle ve hangi koşullar altında iletişim
kurdukları, genel anlamda iletişim tarzları (Birtchnell, 1993), sosyal algı,
diğer bir ifadeyle iletişim içindeki kişilerin birbirlerini nasıl algıladıkları (Tagiuri
ve Petrullo, 1958; Jones, 1990) ve kişilerin kendi iletişim tarzlarını nasıl
algıladıkları (Buren ve Nowicki; 1997) etkileşim süreci üzerinde etkilidir.
Bütün bu etkilerin sonucunda bireyden bireye değişebilen etkileşim şekilleri,
yani kişilerarası tarzlar oluşmaktadır ve bütün bunların ruhsal sağlık
açısından önemli etkileri bulunmaktadır.
1.2.2. KURAMSAL YAKLA�IMLAR
1.2.2.a. Obje İlişkileri ve Sullivan’ın Kişilerarası Kuramı
Freud ile başlayan psikoanalitik ekolün temel vurgusu dürtüler
üzerinde olmakla birlikte zaman içinde aynı ekolden başka kişilerin,
kişilerarası süreçlere vurgu yaptığı görülmektedir. Obje ilişkileri ve
psikoanalitik modeller, psikopatoloji bağlamında kişilerarası etkileşime
vurguda bulunan ilk yaklaşımlardır.
7
Freud (1917/1957), “Yas ve Melankoli” çalışmasında depresyonun
oluşumunda ilişkilerin içselleştirilmesine ve obje kaybı olgusuna dikkat
çekerek kişilerarası etkileşimi vurgulamıştır. Obje ilişkilerine yönelik modeller
bazı farklılıklar gösterse de, birkaç temel ortak noktaları bulunmaktadır. Obje
ilişkileri yaklaşımlarında “obje kavramı” dış dünyadaki gerçek kişiler ve
imgelerini kapsamakta, bu objeler aktif-pasif, iyi-kötü, canlı-ölü vb.
olabilmektedir ve manipüle edilebilmektedir (Greenberg ve Mitchell; 2000).
Obje konusuna Freud gibi yaklaşanlar etkileşimi dürtü bağlamında ele
almışlardır. Bununla birlikte, psikanaliz ekolünü benimseyen ikinci bir grup ise
daha radikal yeni bir yaklaşım benimseyerek; obje ilişkilerini, kişilerarası
ilişkiler çerçevesinde zihinsel sağlığın temelinde ele almışlardır. Bu konudaki
yaklaşımlarını 1940’larda ilk kez açık bir şekilde ifade edenler Fairbairn ve
Sullivan olmuştur. Kişilerarası etkileşime vurgu yapan Harry Stuck Sullivan,
Erich Fromm, Karen Horney, Clara Thompson ve Frieda Fromm-Reichamnn
hepsi birlikte çalışıp dürtü kuramının yanlış olduğunu vurgulamışlardır
(Greenberg ve Mitchell; 2000). Bununla birlikte o dönemde psikiyatri
çevresinde özellikle Sullivan’ın Kişilerarası Teorisi dikkat çekmektedir.
Sullivan (1953), ne tür sosyal bir organizasyonun içinde
bulunduğumuzun bir önemi olmadan, kaçınılmaz bir şekilde, belirli yollarla bu
sosyal ortama adapte olduğumuzu vurgulamış ve kişilerarası etkileşimin
zihinsel problemlerde etkili ve günlük yaşamda da önemli olduğunu
belirtmiştir. Sullivan’a göre insanları hayvanlardan farklı yapan; el göz
8
koordinasyonuyla ağızdan farklı bir etkileşim aracımızın olması, ileri düzeyde
bir “dil” becerimizin olması ve gelişmiş bir ön beynimizin olmasıdır, ki burada
yine iletişim becerisi vurgulanmaktadır. “Kişilerarası Psikiyatri” eserinde
Sullivan, kişilerarası etkileşimin sonuçlarını gelişimsel süreç üzerinden ele
almıştır ve personifikasyon kavramı üzerinde durmuştur. Personifikasyon
kişinin kendisine ya da başkasına ilişkin geliştirdiği imgedir. Başlangıçta
personifikasyon çocuk için çevresindekilere yönelik bir algı dayanağı sağlasa
da; bir kere oluştuktan sonra insanlara karşı tutumlar değişmez bir nitelik
kazanmaktadır.
Sosyalleşme sürecinde bakıcının (annenin) fonksiyonu çok önemlidir
ve kendilik sisteminin oluşmasında etkisi bulunmaktadır. Bu süreçte annenin
tutumu önemlidir ve bu tutum kaygının çocuğa aktarılmasına neden
olabilmektedir. Gelişim sürecinde “Ben” personifikasyonları “iyi-ben”, kötü-
ben” ya da “ben-değil” olarak oluşabilmektedir. İyi-ben’in oluşumunda tatmin
ve şefkat önemliyken, kötü-ben artan bir kaygı üzerine oluşmaktadır. Ben-
değil ise daha özel durumlar (şizofreni gibi) için kullanılmaktadır. Sonuç
olarak kişilerarası teoriye göre insanlar başkalarıyla iletişim kurmaya
eğilimlidir ve bunun temeldeki amacı kaygıyı azaltmak ve karşılıklı kendilik
algısını doğrulamaktır (Sullivan, 1953).
9
1.2.2.b. Bowlby’nin Bağlanma Kuramı
Bağlanma kuramının geçmişi 1930’lu yıllara kadar dayandırılabilse de,
Bowlby ve Ainsworth’ın çalışmaları bu kuramın şekillenmesinde önem
taşımaktadır (Bretherton, 1992). Bowlby (1985, 1987, 1989), psikoanalitik
görüşün ileri sürdüğü çocukluktaki yakın ilişkilerin haz merkezli olduğu
düşüncesini kabul etmemektedir. Ona göre insanlar doğuştan bir
psikobiyolojik sisteme sahiptirler ve ihtiyaç anında belirli başkalarına yönelik
(bağlanma figürü) yakınlık arayışına girmektedirler. Ainsworth (1968),
“Bağlanma”nın; bir kişinin (ya da hayvanın) belirli başka bir kişiye yönelik
oluşturduğu sevgi bağını ifade etmekte olduğunu belirtmektedir.
Bebekliğin ilk yılında başlayan, bakıcıyla etkileşimde oldukça önemli
olan yakınlık arayışının birçok primatta da bulunduğunu ifade eden Bowlby
(1989), üç aylık bir bebeğin çok rahat bir şekilde annesini diğer insanlardan
ayırt edebildiğini vurgulamaktadır. Bebek daha uzun süre gülümseyerek ya
da gözleri ile anneyi izleyerek bunu belli etmektedir. Yine de bu bilginin yeterli
olmayabileceğini söyleyen Bowlby, anneye yakınlığı en güzel gösteren
durumun annenin odayı terk etmesi durumunda bebeğin ağlamasının
olduğunu belirtmektedir. Buna göre çocuk bir tehlike algıladığında otomatik
olarak gerçek ya da algılanan bir koruma ve güvenlik arayışı içine girmektedir
ve bu bağlanma figürü aracılığıyla gerçekleşmektedir.
10
Bowlby’e (1985, 1989) göre, bağlanma figürüyle olan etkileşimler
zihinsel temsiller (bağlanma figürünün tepkilerine ilişkin modeller) şeklinde
kaydedilmektedir ve aynı zamanda birey bağlanma figürüyle olan etkileşimine
göre kendiliğine ilişkin de modeller oluşturmaktadır. Bu modeller, kişinin
diğerleriyle (insanlarla) olan etkileşimlerine yönelik kestirimlerde bulunmasını
sağlamaktadır. Bowlby, aynı zamanda erken dönemde oluşturulan bu
modellerin ileriki ilişkileri de şekillendirdiğini ve ileriki ilişkiler için temel
oluşturduğunu vurgulamaktadır. Çocuğun bağlanma sürecinde; bağlanma
figürünün destek ve güvenlik için çağrıldığında gelmesi ya da gelmemesi ile
çocuğun kendini bağlanma figürü tarafından yardım alabilecek birisi olarak
algılayıp algılamaması önem taşımaktadır. Yani çocuk temelde bakıcısı ve
kendisine ilişkin temsiller oluşturmaktadır: “Bağlanma figürü erişilebilir mi?”
ve “ben sevilebilir miyim?”.
Bowlby’nin sözünü ettiği bağlanma sürecindeki iki tane zihinsel temsil,
pozitif ve negatif olmak üzere ele alınabilir ve yetişkinlikte dört farklı
bağlanma stiliden söz edilmektedir (bkz. Kekil 1.1): a- Güvenli bağlanma stili
(pozitif kendilik ve başkaları modeli): Güven ve yakınlık üzerine
şekillenmektedir; b- Karışık bağlanma stili (negatif kendilik ve pozitif diğerleri
modeli): Sevilmiyorum düşüncesine, başkaları güvenlidir inancı eşlik eder; c-
Kaçınan bağlanma stili (pozitif kendilik ve negatif diğerleri modeli):
Sevilebilirlik üzerine kurulu bir inanç, ancak başkalarının güvenli olmadığı
inancı; d- Korkan (kaçınan) bağlanma stili (negatif kendilik ve diğerleri
11
modeli): Sevilmiyorum ve başkaları da güvenli değildir inancı (Bartholomew
ve Horowitz, 1991; Griffin ve Bartholomew, 1994).
1.2.2.c. Safran’ın Bilişsel-kişilerarası yaklaşımı
Safran (1990a, 1990b), bilişsel kuramda, temel olanın bilişsel süreçler
olduğunu kabul etmekle birlikte, insan psikolojisi ele alınırken bilişsel süreçler
ve kişilerarası süreçlerin birlikte ele alınması ve kişilerarası süreçlerin bu
bağlamda ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu amaçla Safran
özellikle uygulamaya yönelik bilişsel kuram çerçevesinde kişilerarası konuları
tanımlamaktadır. Safran’ın yaklaşımında özellikle üzerinde durduğu konular
kişilerarası şema ve kişilerarası döngüdür.
Negatif Diğeri
Pozitif Kendilik
Negatif Kendilik
Karışık Güvenli
Kaçınan Korkan
�ekil 1.1 Dört Bağlanma Stili (Griffin ve Bartholomew, 1994)
Pozitif Diğeri
12
İnsanlar; gelişimsel bağlamda uyumu kolaylaştıran ve bağlanma
figürüyle etkileşimi kestirmede rol oynayan “kendilik” ve “diğerleri”ni içeren
kişilerarası şemalar geliştirir. Ayrıca bilişler, duygular, davranışlar da
kişilerarası bağlamda şekillenir. Aynı şekilde kendilik bilgisi de bu kişilerarası
temsiller tarafından şekillendirilmektedir. Diğerleriyle etkileşimimizin hayatta
kalma ile bağlantılı olmasıyla birlikte geliştirilen bu kişilerarası şemalar,
etkileşimleri de şekillendirmede rol oynamaktadır ve böylece yeni koşullar
altında uyum sağlamada başarısızlığa da neden olabilmektedir. Diğer bir
ifadeyle birey beklentilerine (bu beklentisi gerçek uyarandan farklı nitelikte
olabilir) göre dışsal kişilerarası uyaranları yorumlamakta ve yine bu
beklentileri doğrultusunda tepki vermektedir, yani etkileşimi
şekillendirmektedir.
Yukarıda sözü edilen tarzda bir bilişsel-kişilerarası döngüde, bireyler
hem çevrelerini yorumlamakta hem de değiştirmektedir. Bu şemalar gelişim
sürecinde uyuma yönelik oluşmaktadır ve her ilişkiyle birlikte de şekillenmeye
devam etmektedir (Safran ve Segal, 1990; Safran, 1990a).
Psikopatoloji bağlamında ise, psikolojik olarak sağlıklı bireylerde
kişilerarası durumları (yakınlığı) daha kestirilebilir olarak algılamalarını
sağlayan kişilerarası şemalar bulunurken, psikolojik olarak daha az sağlıklı
kişilerde kestirilebilirlik daha azdır ve dolayısıyla geniş bir yelpazedeki duygu
ve eylemler kişilerarası yakınlığa potansiyel tehdit olarak algılanmaktadır.
(Safran ve Segal, 1990; Safran, 1990a). Örneğin başka insanlara ilişkin katı
13
beklentileri ve yakınlığa ilişkin oldukça sınırlayıcı yaklaşımı olan bir kişi; katı,
sınırlayıcı ve stereotipik kişilerarası örüntüler sergileyebilir. Ya da kendini
ifade etmenin kişilerarası yakınlığı zedeleyeceğini öğrenen bir kişi, öfkesini
ifade etmekte zorluklar yaşayabilir ve daha uysal davranışlar sergileyebilir
(Safran ve Segal, 1990).
14
1.3. KENDİLİK ALGISI VE Kİ�İLERARASI İLİ�KİLER
1.3.1. KENDİLİK ALGISI VE TANIMI
Kendilik ya da benlik kavramlarının tartışılması ya da buna ilişkin
insanların sistematik bir şekilde fikir yürütmesi yunan filozoflarına kadar
dayandırılsa da (Gergen, 1971); James’ın (1890/1950) “Psikolojinin
Temelleri” eserinde farklı kendilikleri tanımlamasıyla birlikte; “kendilik”,
özellikle psikoloji alanındaki kuramcıların dikkatini çeken bir kavram olmuştur.
Kendiliğin, kuramcılar tarafından önemsenmesi ve insan için merkezi
bir konu olması, beraberinde birçok terimi ve kavramı da getirmiştir; örneğin
psikoloji alanına etkisi büyük olan psikanalitik teoride, bilinçli farkındalığımız
diğer bir ifadeyle kendiliğimiz ego kavramı ile tanımlanmaktadır (Gergen,
1971; Strickland, 2001) ve bunda grup süreçlerinin etkili olduğu ifade
edilmektedir (Freud, 1921/1999). Kendilik algısı, benlik algısı, kendilik
şeması, benlik saygısı, kendilik değeri, ideal benlik gibi kendilikle ilgili
terimler; kuramsal yaklaşımlardan ve araştırmalardan çıkan, konu ile ilgili
kavramlardan sadece birkaçıdır. Aşağıda kendilik algısı ve ilişkili bazı terimler
tanımlanmaya ve daha sonra da kendiliğin gelişimi aktarılmaya çalışılmıştır.
Kendilik algısından önce “kendilik”i tanımlayacak olursak; kendilik,
basitçe tekil şahıs “ben”e karşılık gelen (Cooley, 1968), farkında olduğumuz
ve bir bakıma var oluşumuzun çekirdeğidir -ancak sabit değildir- (Allport,
1964). Kendilik algısı ise genel olarak “kendimiz hakkında sahip olduğumuz
15
inançların toplamı, başka bir deyişle “ben kimim?” sorusuna verdiğimiz cevap
olarak tarif edilmektedir (Taylor, Peplau ve Sears, 2000).
Kendilik kavramı kişisel kendilik, sosyal kendilik ve kendilik idealleri
olarak kategorilere ayrılabilir. Kişisel kendilik, kişinin kendisine ilişkin
inançlarını; sosyal kendilik, kişinin başkalarının kendisini nasıl algıladığına
ilişkin inançlarını, kendilik idealleri ise kişinin nasıl birisi olmak istediğini
kapsamaktadır. Bu bağlamda kişinin kendisini nasıl algıladığı büyük oranda
davranışlarını ve tutumlarını etkilemektedir (Strickland, 2001).
Günümüzde kendiliğe ilişkin bilişsel yaklaşımların önemli olduğu
görülmektedir. Bilişsel yaklaşımlara göre, kişinin kendisine ve davranışlarına
ilişkin bilgileri organize etmeye ya da açıklamaya çalışması, kendiliğe ilişkin
bilişsel yapıların oluşmasını sağlamaktadır ve buna kendilik şeması da
denmektedir. Kendilik şeması, sosyal deneyimlerinde kendiliğe ilişkin bilgileri
işleyen ve organize eden, kişinin geçmiş deneyimlerinden etkilenen kendiliğe
ilişkin bilişsel genellemeleridir (Markus, 1977). Bilişsel kurama göre gelişimin
ilk aşamalarından itibaren birey, dış dünya ile kendiliğine ilişkin algısına
yönelik bazı düzenlilikler aramaktadır. Dolayısıyla dış dünyaya ait herhangi
bir bilgi, bireyin kendiliğine ilişkin bir bilgi anlamına gelmektedir. Diğer bir
ifadeyle bireyin dış dünyaya ilişkin işlediği bilişler aynı zamanda kendiliğini
algılayışını da şekillendirmektedir (Guidano ve Liotti, 1986).
16
Kişinin, kendiliğine ilişkin algısı sadece, kendi davranışlarından
şekillenmemektedir, kişilerarası olguların bu süreçte katkısı bulunmaktadır
(Safran ve Segal, 1990). Bu bağlamda kişinin kendilik ve sosyal algısının ilk
şekillenmesi, bağlanma figürüyle olan etkileşimi sonucunda oluşmaktadır
(Bowlby, 1989). Kişinin kendisine ve dünyaya ilişkinin bilgisinin şekillenmesini
sağlayan erken dönemdeki bu etkileşimlerdir. Diğer bir yandan da kendilik
algısının kişilerarası ilişkiler üzerinde de etkisi bulunmaktadır. Buna göre
kişinin ilişkilerinde yaşayacağı problemlerin, kişinin erişemeyeceği bir kendilik
algısından ya da diğer bir ifadeyle ideal kendilikle ilgili kişinin yaşadığı
problemlerden kaynaklanıyor olması söz konusudur (Markus ve Nurius,
1986).
1.3.2. KENDİLİK BİLGİSİNİN GELİ�İMİ
Yukarıda da belirtildiği gibi kişinin kendilik bilgisinin oluşumunda erken
dönemde bakıcısıyla olan etkileşimin önemi büyüktür. “Kendilik” fizyolojik
organizmanın özelliklerinden farklı bir yapıya sahiptir ve doğuştan getirilen bir
özellik değildir. Bireyin diğer insanlarla olan ilişkisi, kendiliğin oluşumunu
sağlamaktadır. Kendilik sürekli gelişim halindedir ve “dil” ile oldukça yakından
ilişkilidir (Mead, 1934). Kendiliğe ilişkin bilincin kazanılması sürecinde, dilin
kazanılmasının önemi çok büyüktür ve hiç şüphesiz insanın yaşamındaki en
önemli gelişimdir (Allport, 1964).
17
Literatüre bakıldığında kendiliğin oluşumunu açıklayan ve aynı
zamanda birbirini tamamlayabilecek nitelikte olan üç temel yaklaşımın olduğu
görülmektedir (Kenrick, Neuberg ve Cialdini, 2007). Schoeneman’ın (1981)
da çalışmasında özetlediği gibi bu üç yaklaşım a- “başkalarının bizi nasıl
gördüğüne göre kendimizi algılarız”, b- “birey kendini gözlemleyerek
kendiliğine ilişkin çıkarımlarda bulunur” ve c- “kişiler kendi davranışlarını ve
tutumlarını başkalarınınki ile karşılaştırarak geliştirirler” şeklinde konuya farklı
yönlerden yaklaşmaktadırlar.
Bu konuda ilk dikkat çeken Cooley ve Mead’in yaklaşımlarıdır.
“Bakılan ayna etkisi” ile “rol alma” olarak bilinen yaklaşımlarında, başkalarının
bizi nasıl gördüğüne göre kendimizi algıladığımız vurgulanmaktadır (Cooley,
1902; Mead, 1934). Buna göre kendiliğimiz, başkalarının bize ilişkin algılarını
içselleştirmemizle şekillenmektedir ve bu süreç sürekli devam etmektedir
(Yeung ve Martin, 2003).
Bem (1972) ile Duval ve Wickuland (1972) ise konuya bilişsel yönden
yaklaşmaktadırlar ve bireyin kendini gözlemleyerek, kendiliğine ilişkin
çıkarımlarda bulunduğunu ifade etmektedirler. Buna göre insanlar
kendiliklerine ilişkin bilgiyi, kendilerini gözlemlemeleri sonucu hangi
tutumlarının hangi davranışlara yol açtığına karar vererek belirlemektedirler.
Bem’in (1972) “Kendilik algısı” teorisinde iki temel nokta bulunmaktadır. İlk
olarak bireyler kendi tutumlarını, duygularını ve kısmen diğer içsel
durumlarını kendi açık davranışlarını gözlemleyerek anlarlar. İkinci önemli
18
nokta ise, içsel ipuçlarının zayıf, belirsiz veya yorumlanamaz olmasıdır. Buna
göre birey tıpkı bir dışsal gözlemci gibidir ve içsel durumlarını çıkarsamak için
dışsal ipuçlarından faydalanmalıdır. Kendilik algısı bireyin tıpkı başka
şahısların onu gözlemlediği gibi gözlemlerden oluşmaktadır.
Festinger (1954) ise kişilerin kendi davranışlarını ve tutumlarını
başkalarınınki ile karşılaştırarak geliştirdiklerini vurgulamaktadır. “Sosyal
karşılaştırma teorisi” olarak bilinen yaklaşımda Festinger, insanlarda fikirlerini
ve yeteneklerini değerlendirmek için bir dürtünün olduğunu ileri sürmektedir.
Bunun için birey dış dünyada bazı imgeleri incelemektedir, bunlar fiziksel
gerçeklik gibi başka insanlar da olabilir. Sonuçta kişi kendi fikir ve
yeteneklerini değerlendirmek için kendini başkaları ile karşılaştırmaktadır ve
buna göre kendilik şekillenmektedir. Ancak karşılaştırma yapılan kişi ile birey
arasında çok fazla fark varsa, kişi karşılaştırma yapmamaktadır.
Yukarıda aktarılan üç yaklaşım bir bütün olarak düşünüldüğünde
“kendilik bilgisinin” gelişimi şu şekilde özetlenebilir. Doğuştan organizmaların
biyolojik bir kimliği bulunmaktadır, ancak kişisel ve psikolojik kimlik henüz
gelişmemiştir. Organizma doğuştan duyularla geleni sezmek-hissetmek ve
yorumlamak için kusursuz eğilimlere sahiptir ve bunlar sayesinde dış dünya
ile kendi bedenini keşfetmeye başlar. Dilin gelişimi ve içselleştirilmesi ile
organizma bu bilgileri kullanarak bir gerçeklik oluşturmaktadır. Bu şekilde
insan organizması kendini tanımayı aktif bir biçimde öğrenir. Kendisine ilişkin
19
kazandığı bilgiyi bütünleştirerek bir kimlik oluşturur. Kendiliğini temsil eder ve
gerçekliğin merkezine koyar (Guidano ve Liotti, 1986).
Her ne kadar yeni doğan bir bebeğin, doğuştan kompleks eğilimler
repertuarı olsa da, henüz bir “ben” değildir. Daha çok, yavaş ve aşamalı bir
gelişim ile bebeğin bir kendiliğinin oluşması gerekmektedir. Kendilik algısı ve
sonra kendilik bilgisinin kazanımı basitçe kendini gözlemlemeden elde
edilemez. Bu süreçte bebek, çevresiyle aktif olarak etkileşime girerek bilgiyi
öğrenir. Etkileşime girdiği bu çevredeki en önemli nesneler de insanlardır.
Çevrenin çocuğa ilgisiyle ve kendi bedenine ilişkin bilgisiyle bebek bir kişi
olduğunu anlar ve kendiliğine ilişkin bilgiyi oluşturmaya başlar (Guidano ve
Liotti, 1986).
Kendiliğin oluşturulduğu bu süreç kaçınılmaz bir şekilde bebeğin
insanlarla etkileşime girdiği bir dönemdir ve bu bağlamda bağlanma teorisinin
açıklamaları önemli bir yere sahiptir. Bebeğin bakıcısıyla güvenli ya da
güvensiz bir ilişki kurması, onun insanları ve çevresini algılamasını
değiştirmektedir (Bowlby 1985, 1989). İnsanların gelişim evrelerini
tanımlayan Erikson (1963) da erken dönemdeki güven ilişkisinin önemini
vurgulamaktadır. Buna göre bebeğin bakıcısıyla olan etkileşiminde belirli
bağlanma örüntüleri ile kendilik algısı arasında göz ardı edilemeyecek bir
ilişki vardır (Cassidy, 1988) ve süreç içinde gelişen ben ve dünya algısı aynı
zamanda çocuğun iletişim tarzını şekillendirmektedir. Örneğin başka
insanlara ilişkin katı beklentileri ve yakınlığa ilişkin oldukça sınırlayıcı
20
yaklaşımı olan bir kişi; katı, sınırlayıcı ve stereotipik kişilerarası örüntüler
sergileyebilir. Ya da kendini ifade etmenin kişilerarası yakınlığı
zedeleyeceğini öğrenen bir kişi, öfkesini ifade etmekte zorluklar yaşayabilir
ve daha uysal davranışlar sergileyebilir (Safran ve Segal, 1990).
Sonuç olarak erken dönemde kurduğumuz ilişkiler (özellikle bakıcı ile
olan) ve kendiliğimizi nasıl algıladığımız birbirini şekillendirmektedir ve
şekillenen bu iki öğe ileriki yaşamımızı önemli oranda etkilemektedir.
Kısacası kurduğumuz bütün ilişkiler kendiliğimizi şekillendirmekte,
kendiliğimize ilişkin algımız da, kuracağımız iletişim biçimimizi yani
kişilerarası tarzımızı belirlemektedir.
21
1.4. BİR Kİ�İLERARASI DUYGU OLARAK ÖFKE
1.4.1. ÖFKENİN TANIMI VE GENEL ÖZELLİKLERİ
Evrensel bir duygu olan öfke günlük yaşamımızda önemli bir yere
sahiptir. Korku gibi öfke de insanların varlıklarını sürdürmelerine yönelik
temel duygularından birisidir. Öfke genellikle ulaşmaya çalıştığımız hedeflere
varmamızın engellenmesiyle ya da korku duyulmayan dışsal bir kaynağın
saldırganca ya da tehdit içerikli davranışlarından dolayı ortaya çıkmaktadır
(Strickland, 2001). Çoğu insan, psikologlar ve diğer alandaki araştırmacılar
öfke davranışının tehdit algısı ya da engelleme ile ilişkili olduğu konusunda
hem fikir olsa da, geniş bir yelpazedeki nahoş durumlar (doğrudan bir insan
tarafından ortaya çıkartılmayan, örneğin kötü bir koku ya da oda sıcaklığı) da
kişilerin başkalarına yönelik öfke davranışı göstermelerine neden
olabilmektedir (Berkowitz, 1990).
Öfke; dört temel duygudan (sevinç, üzüntü, korku ve öfke) birisi olarak
kabul edilmektedir (Oatley, 2004). Organize günlük yaşamın bozulmalarının
ötesinde, bütün duygular gibi öfkenin de insanlar için adaptasyona yönelik bir
işlevi bulunmaktadır (Plutchik, 2000). Öfkeye eşlik eden fizyolojik belirtiler
genel olarak korkudaki belirtilere benzemektedir ve en belirgin belirtiler; kalp
atış hızının artması, kan basıncının yükselmesi, nefes alıp vermenin
hızlanması ve kaslarda gerilimdir (Strickland, 2001); ayrıca kişinin öfke
duygusunu yaşadığı yoğunluk ile sempatik sinir sisteminin uyarılmasındaki
artış (ör. parmak sıcaklığı, derinin hassasiyeti) paralellik göstermektedir
22
(Rochman ve Diamond, 2008). Bunlara ek olarak kaşlarını çatma, kızgın bir
bakış, sıkılmış yumruklar, titreme, yüzün kızarması vb. belirtiler
görülebilmektedir (Strickland, 2001).
Öfke yaşantısında düşünce süreçleri ve davranışsal tepkiler bir arada
bulunmaktadır. Öfkeye öncül olarak bir dışsal uyaran bulunmaktadır ya da
bazı uyaranların kişide bazı imgeleri geri getirmesi söz konusudur. Bu
uyaranlar birey için tehdit niteliği taşıdığında ya da birey baş edemediğinde
bilişsel-duygusal ve fizyolojik bir süreç olan öfke tepkisi ortaya çıkmakta ve
birey sözel ya da fiziksel saldırı, problem çözme davranışı, pasif-agresif bir
tepki vb. davranışlar gösterebilmektedir. Öfke içsel bir deneyimdir ve
duygusal, fizyolojik ve bilişsel bileşenlerden oluşmaktadır. Bu bileşenler hızlı
bir şekilde birbirini etkilemektedir ve bundan ötürü daha çok bir bütün olarak
deneyimlenmektedir (Dobson ve Craig, 1996).
Öfkeyi ifade etme şekli kişiden kişiye, durumdan duruma (Averill,
1983) ve hatta kültürden kültüre değişebilmektedir (Ramirez, Santisteban,
Fujihara ve Goozen, 2002). Ancak öfkeyi ifade etme şekli olarak, sosyal
yaşamı da etkilediği göz önünde bulundurulursa, saldırganlık-çatışma
boyutunun önemli olduğu düşünülmektedir ve birçok saldırganlığın arkasında
öfke duygusunun olduğu görülmektedir (Averill, 1983). Bu noktada öfke
duygusuna yol açan nedenler arasında gösterilen engellenmenin (Berkowitz,
1990), özellikle olumsuz bir duyguya yol açtığında (Berkowitz, 1988),
çatışmaya neden olabileceği vurgulanmaktadır (Berkowitz, 1989).
23
Öfkenin kaynağı kişiden kişiye, yaşadıkları yaşamsal dönemlere göre
değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin yetişkinlerde genellikle öfkenin kaynağı
yoksun kalma ya da sosyal engellenme iken çocuklarda öfke, kısıtlayıcı
kurallardan kaynaklanabilmektedir (Strickland, 2001). Bazı kişiler öfkelerini
sadece belirli durumlarda kışkırtıldıklarında gösterirken (ya da bastırabilir),
bazı kişiler ise belirli koşullara bağlı olarak öfke duyabilmektedirler. Bazı
kişilerin ya da bir grup bireyin hangi koşullarda öfke tepkisi göstereceği daha
çok çevrelerini algılayış biçimleri ile ilişkilidir (Törestad, 1990). Örneğin
karakter olarak öfke özelliklerine sahip kişiler, semantik yönden öfke ile ilişkili
uyaranlarda daha kolay yanlılık göstermektedir ve buna yatkınlıkları öfke
uyandırabilecek durumları bilişsel olarak daha kolay işlemelerine, sonucunda
da daha kolay öfke duymalarına yol açmaktadır (Parrott, Zeichner ve Evces,
2005).
Kimlere karşı öfke davranışı göstereceğimiz büyük oranda
“hoşlanmama” ile ilişkilidir. Hoşlanmadığımız kişilere karşı öfke duyabiliriz ve
saldırganlık gösterme olasılığı da aynı şekilde bulunmaktadır. Öfke sadece
bireyi değil aynı zamanda büyük oranda toplumu da etkilemektedir (Averill,
1983). Kişilerin daha yüksek düzeyde öfke deneyimi yaşamaları ise doğrudan
stres ve algılanan soysal destek, dolaylı olarak kaçınma ve hem doğrudan
hem de dolaylı olarak düşük psikolojik iyilik hali ile ilişkilidir (Diong ve ark.
2005).
24
1.4.2. Kİ�İLERARASI İLİ�Kİ BAĞLAMINDA ÖFKE
Kişilerarası çatışma ve sosyal saldırganlık konuları 1960’lardan sonra
davranış bilimiyle uğraşan araştırmacıların dikkatini çekmiştir; önce öfke
davranışının kendisi, hayvan ve insanlarda araştırılırken zaman içinde
öfkenin nedenleri de araştırılmaya başlanmıştır (Novaco, 1975). Ancak bu
noktada dikkat edilmesi gereken bir konu da, öfkenin her zaman çatışmaya
neden olmayabileceğidir. Çatışmaya yol açan öfke olabileceği gibi, her öfke
çatışmaya ya da saldırganlığa yol açmamaktadır ve işlevsel bir öfke söz
konusu olabilmektedir (Averill, 1983). Çatışma durumunda da içinde
bulunulan bağlama ve kişinin gücüne göre öfkeyi ifade etmenin değişken
kişilerarası sonuçları bulunabilmektedir (Kleef ve Cote, 2007).
Bireylerin bir öfke problemi yaşamaları (çatışmaya dönüşmesi), bu
duygu ile yanlış bir şekilde baş etmeye çalışmaları ile ilişkilidir. Öfke
uyandıran durumlara karşı her bireyin kendine özgü bir baş etme ve duyguyu
ifade etme şekli bulunmaktadır, buna göre de uyumlu ve etkili bir kişilerarası
tarzı olan bireyler öfkeye neden olan durumları çözümleyebilmektedirler
(Lench, 2004).
Bağlanmanın kişinin kendilik algısının gelişiminde ve kişilerarası
tarzının şekillenmesindeki önemi daha önce aktarılmıştı. Yetişkinlerde
bağlanma biçiminin öfke yaşantısına etkisine baktığımızda, güvensiz
bağlanan kişilere kıyasla; güvenli bağlanan kişilerin daha az öfke eğilimi
25
gösterdikleri, daha yapıcı hedefler belirledikleri, öfke durumlarında daha
pozitif bir duygu yaşadıkları ve başkalarına yönelik daha az düşmanlık
duydukları görülmektedir (Mikulincer, 1998). Kısaca öfke yaşantılarında;
“davranış biçimi”, “sonuçlar” ve “bireyin kendisi” öfke deneyiminin yaşanma
şeklini oluşturmaktadır (Coillie ve Mechelen, 2006).
Kopper ve Epperson (1996), klinik ortamda yaptıkları çalışmalarında
öfkenin üç şekilde ifade edildiğini bulmuşlardır: a- öfkenin saldırganlıkla dışa
vurulması; b- öfke eğiliminin olması ve sözel olarak ya da dolaylı yoldan dışa
vurulması; c- öfkenin bastırılması ve kızgınlık ile pasif agresifliğin olması.
Öfkenin bu üç tür yolla dışa vurumunu Averill (1983) de çalışmasında
göstermiştir ve ek olarak agresif olmayan tepkilerin de görüldüğünü
belirtmiştir.
Öfke deneyimine ilişkin cinsiyet farklılıklarına yönelik kısıtlı
araştırmalar bulunmaktadır ve yeterince desteklenmemekle birlikte kadınların
öfkeyi tanımada ve ifade etmede daha fazla zorluk çektikleri ileri
sürülmektedir (Sharkin, 1993). Yapılan çalışmaların bazıları bu yargıyı
desteklerken, bazıları da yanlışlamaktadır. Çalışılan grubun özellikleri ve öfke
konusunu ele alma biçiminin farklı sonuçlara yol açtığı görülmektedir.
Cinsiyet bağlamında öfkeyi inceleyen Kopper ve Epperson (1996),
öfkenin bastırılmasında cinsiyet farkının bulunmadığını; ancak öfkenin agresif
bir şekilde ifade edilmesiyle kadınsallık arasında negatif bir ilişkinin olduğunu
26
ifade etmişlerdir. Çeşitli duygu durumlarını (depresyon, durumluluk kaygı,
öfke, içe yönelik öfke vb.) araştıran Fischer ve ark. (1993), dokuz boyutun
yedisinde kadınlar ve erkeklerin farklılaşmadığını belirtmişlerdir, ancak
erkeklerin dışa yönelik öfke durumlarının daha yoğun olduğunu
belirtmişlerdir. Cox, Stabb ve Hulgus (2000) ise 5.-9. sınıflar arasındaki kız
ve erkek öğrencilerle yaptıkları çalışmada, kız öğrencilerinin öfke ile baş
etmede daha çok içe yönelik (bastırma ve kontrol) baş etme mekanizmalarını
kullandıklarını göstermişlerdir.
Bununla birlikte, Averill (1983) çalışmasında kadınların erkekler ile
aynı nedenlerden dolayı ve aynı sıklıkta öfke yaşadıklarını, ayrıca da
öfkelerini erkekler kadar açık bir şekilde ifade ettiklerini belirtmiştir. İş yerinde
öfkeyi araştıran Gianakos (2002) da benzer sonuçlar elde etmiştir ve
üniversite öğrencilerinde öfkeyi araştıran Lench (2004) de çalışmasındaki
yüksek ya da düşük öfke gruplarında cinsiyet, yaş ya da etnik kökenin
farklılaşmadığını belirtmiştir. Eğitim Bilimleri öğrencileri ile bir çalışma yapan
Bilge (1997) de sürekli kızgınlık, içe ve dışa-yönelik kızgınlık ve kızgınlığı
kontrol etmede kız-erkek denekler arasında bir farklılığın olmadığını
bildirmiştir. Benzer şekilde çalışmasında içe atılan öfke ile cinsiyet arasında
bir ilişkinin olmadığını belirten Balkaya (2001), erkeklerin saldırgan öfke
tepkilerinin daha çok olduğunu da vurgulamaktadır.
Evers, Fischer, Mosquera ve Manstead (2005) çalışmalarında cinsiyet
farklılıklarını araştırırken “sosyal koşul” ve “sosyal olmayan koşul” olmak
27
üzere öfkenin ifade biçimini iki farklı durumda ele almışlardır. Sosyal koşulda
öfkeyi erkeklerin daha fazla dışa vurdukları; fakat sosyal olmayan koşulda
kadınlarla erkeklerin öfkelerini ifade etme biçimlerinin (yani şiddetinin)
farklılaşmadığı görülmüştür. Çalışmada görülen diğer önemli bir bulgu da,
öfkeyi dışa vurma derecesi farklılaşsa da, kadınlarla erkeklerin bildirdiği öfke
deneyiminin aynı olduğudur. Bu çalışma öfke-cinsiyet araştırmalarının neden
farklı sonuçlar verdiğine ilişkin önemli fikir vermektedir ve ölçüm araçları ile
öfkeyi tanımlama şeklinin önemini göstermektedir.
Öfke kontrolü ve öfke ile baş etmeye ilişkin çalışmalara bakıldığında;
öfkeliyken gençlerin ne tür baş etme mekanizmalarını kullandıklarını
inceleyen Goodwin (2006), genç kızların daha çok dua ettiklerini, yürüyüşe
çıktıklarını, birisiyle konuştuklarını, tartıştıklarını ya da müzik dinlediklerini;
erkeklerin ise daha çok fiziksel olarak kavga etme eğilimi gösterdiklerini,
egzersiz yaptıklarını, alkol ya da uyuşturucu aldıklarını ifade etmektedir.
Sigara içme davranışında ise cinsiyete göre bir farklılık bulmamıştır. Lench
(2004) çalışmasında düşük öfke grubunda olan üniversite öğrencilerinin,
yüksek öfke grubuna göre daha fazla sosyal desteğe başvurduklarını
belirtmiştir.
Phillips, Henry, Hosie ve Milne (2006) çalışmalarında yaşla (18-88 yaş
arası) birlikte öfke tepkisine bakmışlardır ve daha yaşlı bireylerin öfkelerini
daha az dışa vurduklarını (daha az şiddetli), içsel olarak öfkelerini kontrol
etmeye çalıştıklarını ve daha çok sakinleşme stratejileri kullandıklarını
28
görmüşlerdir. Yine aynı çalışmalarında yaşlı bireylerin iyilik hallerinin daha iyi
olduğunu ve bunun en azından bir nedeninin öfkeyi etkili kontrol etme ile
ilişkili olduğunu vurgulamışlardır. Balkaya (2001) da ileri yaşlarda öfke
yaşantılarında ve tepkilerinde belirgin bir azalmanın olduğunu ve sakin
davranışların arttığını bildirmiştir.
Ray, Wilhelm ve Gross (2008) öfke uyandıran durumları tekrar tekrar
düşünmenin etkilerini araştırmışlardır ve öfke duygusunun daha yoğun
hissedilmesine neden olduğunu görmüşlerdir. Çalışmada, öfke duygusunu
daha az yoğun yaşamak için dikkati başka yöne çevirmenin bir yol olduğu,
ancak öfke uyandıran durumu tekrar düşünmek ve farklı bir yönden ele almak
ya da göremediğimiz noktalarını anlamaya çalışmanın (yeniden
yapılandırma) daha etkili olduğu vurgulanmıştır.
Öfkesini ifade eden bir kişiye yönelik insanların tepkilerini araştıran
Karasawa (2003), bir kişinin öfkesini ifade ettiği durumlarda, bunun
karşısındaki kişide olumsuz tepkilere yol açtığını; ancak bu tepkilerin sadece
sevilmeyen kişilere yönelik olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Averill
(1983) çalışmasında daha çok sevdiğimiz ya da tanıdığımız kişilere yönelik
öfke duyduğumuzu ve bunun sık birlikte olma ya da sevdiklerimizin tepkilerini
kestirebilmeyle ilişkili olabileceğini belirtmiştir.
Lench (2004), çalışmasında yüksek öfke grubunda olan üniversite
öğrencilerinin, çift ilişkilerinde ve arkadaş ilişkilerinde düşük öfke grubuna
29
göre daha fazla çatışma yaşadıklarını belirtmiştir. Yine aynı çalışmada öfke
yönetimi grubunda olan öğrencilerin, üniversite grubuna göre daha az
arkadaşa sahip olma eğilimi gösterdikleri ve daha az arkadaşa sahip
oldukları görülmektedir.
30
1.5. DEPRESYON
1.5.1. DEPRESYONUN TANIMI
Günümüzde oldukça yaygın olan duygudurum bozuklukları ve özellikle
depresyon, yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilmektedir. Bir
bedensel hastalığın sonucu olarak veya stresli bir yaşam olayına tepki olarak,
çocuklukta, ergenlikte ve yaşlılıkta ortaya çıkabilen duygu durum
bozuklukları; başka psikolojik problemlere de eşlik ettikleri göz önünde
bulundurulursa, bu geniş yelpazelerinden dolayı oldukça önemlidirler (Sayıl,
2004).
Depresyon, ruhsal hastalıklar arasında en sık görülen
bozukluklardandır. Araştırma yöntemlerinin farklılığından dolayı sıklık ve
yaygınlığına ilişkin veriler değişiklik göstermekle birlikte, depresyonda
yaygınlık genel olarak % 9 ile %20 arasında değişebilmektedir ve yaşam
boyu depresyon riski erkeklerde % 8 ile % 12 arasında değişirken, kadınlarda
% 20 ile % 26 arasında değişmektedir (Öztürk, 2004). Kadın ve erkekler
arasındaki bu farkın 13 yaşından sonra başladığı (Ge, Lorenz, Conger, Elder
ve Simons, 1994; Hankin, Abramson, Moffitt, Silva ve McGee, 1998) ve
özellikle 15-18 yaşlarında tepe noktaya ulaştığı görülmektedir (Hankin ve
ark., 1998).
Genel tanımlara bakılacak olursa duygulanım; bireyin uyaranlara,
olaylara, anılara, düşüncelere, duygusal tepki ile katılabilme yetisidir. Duygu
31
durumu ise bireyin bir süre, değişik derecelerde rahat, neşeli, üzüntülü, öfkeli,
taşkın ya da çökkün bir duygulanım içinde bulunmasıdır. Bu bağlamda
“depresyon”; derin üzüntülü, bazen de hem üzüntülü hem bunaltılı bir duygu
durumunun olduğu sendromdur. Buna ek olarak düşünce, konuşma, devinim
ve fizyolojik işlevlerde yavaşlama; duygu ve düşüncelerde ise değersizlik,
küçüklük, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık olabilir. Depresyonu: a- Birincil
çökkünlükler (Bedensel ya da başka bir ruhsal hastalığa bağlı olmaksızın
ortaya çıkan ruhsal çökkünlük); b- İkincil çökkünlükler (Bedensel ya da başka
bir ruhsal hastalığa ikincil olarak ortaya çıkan ruhsal çökkünlükler) olarak
ikiye ayırmak mümkündür (Öztürk, 2004).
1.5.2. TANI ÖLÇÜTLERİ VE SINIFLANDIRMA
Depresyon uzun zamandır ve yoğun bir şekilde çalışılmış olan bir alan
olsa da, bu durum beraberinde birçok farklı tanımlamayı, tartışmayı ve
yorumu da getirmiştir. Günümüzde depresyona ilişkin temel kavramların
genel tanımında bir uzlaşma söz konusudur, ancak yine de tanı için temel
olarak kullanılan DSM ve ICD kriterlerinde kimi zaman uyuşmazlıklar
görülebilmektedir (Sorenson, Mors ve Thomsen, 2005). Bununla birlikte
tanımlamalardaki karışıklıkları önlemede tanılama sistemlerinin katkısı da
bulunmaktadır. DSM kriterlerine bakmadan önce Dünya Sağlık Örgütü’nün
2001 raporundaki depresyon tanımlamasına bakmak uygun olacaktır.
32
Depresyon; üzüntü, aktivitelere ilgi kaybı ve azalmış enerji ile eşlik
eden bazı semptomlarla tanımlanmaktadır. Ayrıca tipik bir depresif epizotta
bunlara ek olarak haz alma ile ilgi ve konsantrasyon kapasitesinde düşme ve
az bir emekten sonra yorgunluk yaygın bir şekilde görülür. Uyku genellikle
düzensizdir ve iştah azalmıştır. Düşük kendilik saygısının olması ve azalmış
kendine güven neredeyse her zaman gözlenir ve suçluluk ile değersizlik
düşünceleri de bulunur. Semptomların sayısı ve şiddetine göre bir depresif
epizotun düzeyi; hafif, orta ya da ağır olarak tanımlanabilmektedir (Dünya
Sağlık Örgütü, 2001).
Hafif düzey depresyonda, yukarıda sayılan semptomların iki ya da
üçü görülür ve kişi bunlardan dolayı sıkıntı çekse de birçok aktiviteyi
sürdürebilmektedir. Orta düzey depresyonda, yukarıda sayılan
semptomların dört ya da daha fazlası görülür ve kişi günlük aktivitelerini
sürdürmekte büyük oranda zorluk yaşar. Ağır düzey depresyonda yukarıda
sayılan semptomların bir çoğu görülür ve tipik olarak kendilik saygısında
düşme ve değersizlik ile suçluluk düşüncelerinin yanında intihar düşünceleri
ve girişimleri bulunur (Dünya Sağlık Örgütü, 2001).
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (2000) psikiyatrik bozukluklar için
kullandığı temel tanılama sistemi olan DSM IV’e baktığımızda, depresyonun
sınıflandırılmasının duygudurum bozuklukları altında depresif bozukluklar
olarak yapıldığı ve öncesinde “majör depresif epizot”un tanımlandığı
görülmektedir. Buna göre “majör depresyon” tanısı için aşağıda verilen
belirtilerin en az 5’i, iki haftalık sürede hemen her gün görülmelidir ve
33
bunların en az biri depresif duygu durumu ya da ilgi kaybı (zevk alamama)
olmalıdır. Bu belirtiler: 1- belirli ve hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren
depresif duygu durumu; 2- tüm etkinliklere ya da bu etkinliklerin çoğuna karşı
ilgi kaybı; 3- yeme bozukluğu veya kilo kaybı ya da alımı; 4- uykusuzluk ya
da aşırı uyku; 5- psikomotor ajitasyon ya da retardasyon; 6- yorgunluk,
bitkinlik ya da enerji kaybı; 7- değersizlik ya da uygun olmayan suçluluk
duyguları; 8- düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştıramama ya da
kararsızlık; 9- yineleyen ölüm düşünceleridir.
DSM IV’e göre depresif bozukluklar altında ise dört tanı
bulunmaktadır: 1- Majör Depresif Bozukluk (Tek epizod): Tek bir majör
depresif epizodun varlığı; 2-Majör Depresif Bozukluk (Yineleyici): İki ya da
daha fazla majör depresif epizodun olması; 3- Distimik Bozukluk: En az iki
yıl ve hemen hemen her gün yaklaşık gün boyu süren depresif duygu
durumunun olması ve majör depresif epizodun olmaması; 4- Başka türlü
adlandırılamayan depresif bozukluk (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2000).
1.5.3. KURAMSAL AÇIKLAMALAR
1.5.3.a. Psikoanalitik Yaklaşım
Psikoanalitik görüşe göre ruhsal çökkünlükteki belirtiler, yas tutma
sürecindeki belirtilere benzemektedir ve Freud (1917/1957) eserinde
“melankoli ve yası” ele alırken nesne/obje kaybı üzerinde durmaktadır. Yas
34
sürecinde gerçek bir sevgi nesnesinin yitimi varken, depresyonda gerçek bir
sevgi nesnesi yitiminin olması şart değildir. Gerçek sevgi nesnesi yitimi yoksa
bilinçdışı imgesel bir yitim söz konusudur. Depresif kişide sevdiği tarafından
terk edilmiş gibi bir yitim duygusu ortaya çıkmaktadır. Bu duygunun gerçek
dayanakları olabilmekte ya da olmayabilmektedir. Yitim duygusu, sevgi
(özlem) ile bilinçdışı kin ve nefreti uyarır ve böylece üst benlik, kin ve nefreti
bireyin kendine (ego) yöneltir (Öztürk, 2004).
Freud, kaybedilen bir sevgi objesine yönelik duyulacak öfkenin egoya
yöneltilmesi durumunda patolojik bir yasın ortaya çıkacağını ifade etmektedir.
Freud’un tanımladığı patolojik yas durumunda kişi, egosuna olumsuz
değerler yüklemektedir, bunun sonucunda kişinin özsaygısı düşer ve kişi de
kendini değersiz, küçük ve suçlu görür. Yaşam anlamını yitirir ve öfke
duygusunun olumlu bir şekilde dışa vurulamaması sonucu, ruhsal çökkünlük
yani depresyon oluşur. Çökkünlükte, yitim duygusuna “artık sevilmiyorum,
ben artık kötüyüm” duygusu eşlik eder ve özsaygı düşer; gerçek yas ile
aradaki temel fark da budur (Freud 1917/1957; Öztürk, 2004).
1.5.3.b. Davranışçı yaklaşım
Davranışçı yaklaşım, insan davranışını ve psikolojik problemleri,
öğrenme ve koşullanma ilkeleri çerçevesinde açıklamaktadır. Davranışçı
ilkelere göre rastgele iki ya da daha fazla olayın (uyarıcı) bir arada
gerçekleşmesi sonucunda, zaman içinde uyaranlar arasında bir çağrışım
35
oluşmaktadır (klasik koşullanma) ya da davranışın öncülleri ve sonuçlarına
göre, gerçekleştirilen davranış eğer ödüllendirilirse devam etme eğilimi;
cezalandırılır ya da ödüllendirilmezse de sönme eğilimi göstermektedir
(edimsel koşullanma). Buna göre problemli davranışların ortaya çıkması da
aynı ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir ve bu problemli davranışların
değiştirilmesi de aynı ilkelerin uygulanması ile mümkündür (Plante, 2005).
Davranışçı yaklaşıma göre depresyonun açıklaması yukarıda ifade
edilen ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Davranışçı yaklaşım içinde
Lewinsohn’un modeline göre kişi yetersiz sayıda olumlu pekiştireç alırsa ve
aynı zamanda da daha çok ceza ile karşılaşırsa depresyon ortaya
çıkmaktadır. Depresif kişinin davranışı yeterince ödüllendirilmediği için de bu
kişi bir şeyler yapmak için pasif davranacaktır ve kendini geri çekecektir
(O’leary ve Wilson, 1986). Kısacası davranışçı yaklaşıma göre haz veren
aktivitelerle (ödül) daha az karşılaşan kişiler bunun sonucunda kendilerini
üzgün hissetmekte ve depresyona girmektedir. Depresyonun şiddetini
belirleyen de yine karşılaştığı haz veren aktivitelerin miktarındaki azlıktır
(Lewinsohn ve Libet, 1972; Lewinsohn ve Graf, 1973; Lewinsohn ve
Amenson, 1978; Wierzbicki ve Sayler, 1991).
1.5.3.c. Öğrenilmiş Çaresizlik ve Umutsuzluk Kuramı
Öğrenilmiş Çaresizlik modeline göre uzun süredir acılı uyaranlarla
karşılaşan kişi bunlardan kurtulmayı bilememe ve çaresizlik durumu
36
yaşayacaktır. Bu çaresizlik hali de depresyon ile sonuçlanmaktadır
(Seligman, 1992). Buna göre depresif kişilere göre problemin nedeni
kendilerindendir (benim suçum), değişmezdir ("olaylar değişemez) ve
geneldir ("her şeyi etkileyecektir") (Abrahamson, Seligman ve Teasdale,
1978).
Öğrenilmiş çaresizlik modelinin açıklayamadığı bazı durumların
olmasından dolayı kuramı yeniden ele alan Abramson, Metalsky ve Alloy
(1989) depresyonu açıklamak için umutsuzluk kuramını ileri sürmüşlerdir.
Buna göre istenilen durumların gerçekleşmeyeceği ya da istenilmeyen
durumların gerçekleşeceğine yönelik beklenti ve herhangi bir tepkinin bunu
değiştirmeyeceği düşüncesi depresyona yol açmaktadır.
İnsanlar travmatik durumlardan kaçınarak ya da bu durumlarda
olumsuz düşünmeye fırsat vermeyerek depresif duygu durumundan
kurtulabilmektedir. Umutsuz kişi ise yaşamındaki önemli alanlarda kötü
şeylerin olacağına ve/veya istenilen olumlu şeylerin olmayacağına
inanmaktadır. Ayrıca acı veren durumlarda herhangi bir şeyin
değişmeyeceğini düşünmektedir (Abramson, Metalsky ve Alloy, 1989).
Olumsuz olayların kaçınılmaz olduğunu düşünmek, olumsuz olaylarda
kendiliğe ilişkin olumsuz çıkarımlarda bulunmak ve tek bir olumsuz olayın
ileride olumsuz başka olaylara neden olacağına ilişkin inanç sonucunda
depresif duygu durumu ortaya çıkmaktadır (Metalsky ve Joiner, 1992).
37
1.5.3.d. Bilişsel Yaklaşım
Bilişsel yaklaşımda depresyon davranışsal, duygusal ve bilişsel
yönleriyle bir bütün olarak ele alınmaktadır (Öztürk, 2004). Duyguların
düşünce süreçleri üzerinde etkisi olduğu gibi, düşünceler de çeşitli duygusal
durumları başlatmaktadır (Williams, Watts, MacLeod ve Mathews, 1997).
Bununla birlikte vurgu depresif kişilerin bilişsel yönleri üzerindedir ve
depresyon bir duygulanım bozukluğundan çok, bilişsel bir bozukluktur.
Duygulanım bozukluğu da bu bilişsel bozukluğa ikincil olarak ortaya
çıkmaktadır (Öztürk, 2004).
Bilişsel yönden depresyonu ele alan Beck duygusal bozuklukları
bilişsel yapılar olan şemalarla tanımlamaktadır ve bu şemaların bir kişinin
algısını, yargılarını ve belleğini etkilediğini belirtmektedir. Deneyimler bir
kişinin şemaları doğrultusunda algılanmaktadır ve yine bu şemalarla uyumlu
olabilecek şekilde bozulmalar olabilmektedir (Beck, Rush, Shaw ve Emery,
1983; Williams, Watts, MacLeod ve Mathews, 1997). Depresif kişilerde
“olumsuz bilişsel üçlü” olarak adlandırılan; “Geleceğe İlişkin Olumsuz Algı”,
“Dünyaya İlişkin Olumsuz Algı” ve “Kendine İlişkin Olumsuz Algı”
görülmektedir (Guidano ve Liotti, 1986; Williams, Watts, MacLeod ve
Mathews, 1997). Bu olumsuz algılar giderek olumsuz yargılara, düşüncelere,
tutumlara neden olmaktadır ve kişi her olayda olumsuz yönleri algılamakta ve
düşünmektedir. Bunun sonucunda oluşan olumsuz düşünce ve kavramlar
duygulanım problemlerine yol açmaktadır. Kişinin kendisine yönelik algısının
38
olumsuzluğu da, depresyonun şiddetini büyük oranda belirlemektedir
(Guidano ve Liotti, 1986).
1.5.3.e Kişilerarası ilişki ve depresyona kuramsal yaklaşımlar
1.5.3.e.1 Sosyal Beceri Eksikliği Teorisi
Libet ve Lewinsohn (1973), “Sosyal Beceri Eksikliği Teorisi”ne yönelik
çalışmalarında sosyal beceriyi ele alırken, beceriye davranışın sosyal
sonuçları bağlamında (çevreden aldığı tepki) yaklaşmışlardır. Bu bağlamdan
yola çıkarak Libet ve Lewinsohn sosyal beceriyi, davranışın olumlu veya
olumsuz ödüllendirilmesine yol açabilme ve davranışın ceza ile
sonuçlanmasını önleyebilme becerisi olarak tanımlamaktadır. Kişi düşük
sosyal beceriye sahipse, bunun sonucunda düşük sosyal pekiştirme
alacaktır. İletişim sürecinde kişinin davranışı ilk uyarıcıdır, daha sonra karşı
taraftan bir tepki gelir ve bu tepkiye göre kişi yeni bir davranış kazanır. Ancak
sosyal yaşamda belli bir davranış belli durumda ödüllendirilirken aynı
davranış başka bir durumda ödüllendirilmeyebilir. Sosyal beceriye sahip bir
kişi doğru durumda doğru davranışı gösterebilen kişidir. Sosyal becerilerdeki
eksiklik, düşük pekiştirme ile sonuçlanınca depresyona yol açmaktadır (Libet
ve Lewinsohn, 1973).
Libet ve Lewinsohn (1973) sosyal beceriyi çalışırken şu beş temel
boyutu ele almışlardır: 1- Ortaya konulan toplam davranışın oranı; 2-
Kişilerarası etkililik; 3- Kişilerarası ranj; 4- Olumlu tepkilerin oranı; 5-
39
Davranışın geciktirilmesi. Konuya ilişkin daha sonraki araştırmalar da genel
olarak bu boyutlar temelinde şekillenmiştir.
Depresyon ve sosyal beceri konusunda Libet ve Lewinsohn’un (1973)
çalışmalarının temel hipotezi “bir grup olarak depresif kişiler, depresif
olmayan bireylere göre daha az sosyal beceriye sahiptir”dir. Libet ve
Lewinsohn (1973) depresif kişilerin aktarılan beş boyutta daha az beceriye
sahip olabileceğini ileri sürmüşlerdir ve sosyal beceriden yoksunluğun
depresif davranış için önemli bir öncül olabileceğini düşünmüşlerdir.
1.5.3.e.2 Depresyonun Etkileşimsel Tanımı Modeli
Coyne, insanların depresiflere yönelik tutum ve davranışlarına
odaklanmıştır ve bu yönde bir model oluşturmuştur. Buna göre, sözel ve
sözel olmayan iletişimin anlamı belirsizdir ve kişilerin doğru çıkarımlar için
zamana ihtiyaçları vardır. Depresif kişi iletişim kurarken yeterince değerli olup
olmadığını ve kabul görüp görmediğini belirlemek ister; ancak buna cevap
bulmak için depresif kişinin yeterince zamanı yoktur ve bunların sonucunda
kişi geri bildirim alabilmek için semptomlarını kullanmaya başlayacaktır.
Kişinin kullandığı bu semptomlar ise, başka kişilerle kurduğu iletişimi olumsuz
yönde etkilemektedir. Depresif kişiler ile iletişime giren kişiler öncelikle ilgi ve
yardım amacıyla yaklaşmaktadır. Bu şekilde yaklaşarak depresif kişinin
çökkün duygu durumunu azaltmaya çalışmaktadırlar. Ancak depresif kişinin
depresif duygu durumu devam ettikçe, iletişimde bulunan kişi de olumsuz bir
40
duygu durumu yaşamaktadır. Olumsuz duygu durumu yaşayan kişi bunu
doğrudan ifade etmemekte ve sözel olmayan ipuçlarıyla bunu
göstermektedir. Bu yüzden, her ne kadar depresif kişiye değerli olduğu
mesajı verilmeye çalışılsa da, depresif kişi bunu böyle algılamayacaktır.
Bunun sonucunda karşıdaki kişi etkileşimi azaltmakta ve bu da depresif
kişinin güvensizliğini artırmaktadır. Depresif kişi semptomları ile sempati
kazanmaya çalışırken, reddedildiği kanısına varmaktadır. Bu kişi karşılaştığı
karışık mesajlarla kendilik algısına ilişkin bir karmaşa yaşamakta ve bu da
yeni semptomlara yol açabilmektedir (Coyne, 1976a; Coyne, 1976b).
Bu sürece ek olarak birey kendi sosyal alanında bir bozulma
yaşadığında, depresif süreci engellemek, bireyin sosyal alanının yapısına ve
kişilerarası becerilerine bağlıdır. Ancak sosyal alanında bozulma yaşayan
birey, değişken bir çevreyle karşı karşıya olduğu için durağan bir çevre için
gerekli becerilerden daha fazlasına sahip olmalıdır. Daha önce yaşam
olaylarıyla baş edebilen birey, bu durum ile baş edemeyebilir ve depresyon
sürecini engellemek için yeterli direnci gösteremeyebilir (Coyne, 1976a).
41
1.6. KONUYLA İLGİLİ ARA�TIRMALAR
1.6.1. Kİ�İLERARASI TARZ VE DEPRESYON
Kişilerarası ilişkiler/tarz ve depresyon araştırmalarını Lewinsohn ile
Coyne’nin yaklaşımları çerçevesinde ele almak çalışmaların daha kolay
anlaşılmasını sağlayacaktır. Bu amaçla daha önce konuya ilişkin bir çalışma
yapan Segrin’nin (2000) izlediği yol dikkate alınmıştır.
1.6.1.a. Sosyal Becerilere İlişkin Kişilerin Bildirimleri
Kişinin ve Başkalarının Değerlendirmesi:
Sosyal becerileri ölçmenin yaygın bir yolu kişilerin kendi
değerlendirmelerine başvurmaktır. Bunun en temel avantajı sosyal
davranışlara yönelik gözlenmesi zor olan duygu ve eğilimlerin anlaşılmasını
sağlamasıdır (Segrin, 2000). Kendini değerlendirme yolunun kullanıldığı bir
çalışmada; deneklerin kişilerarası aktivitelerinin sıklığı ve bu durumlarda nasıl
hissettikleri 160 madde ile sorulmuştur. Ayrıca, denekler bir grup
etkileşiminde ve ikili diyaloglarda gözlenerek değerlendirmelerde
bulunulmuştur. Sonuçta, depresif kişilerin daha az sosyal etkileşime girdikleri
ve bu durumlarda da kendilerini rahatsız hissettikleri görülmüştür. Atılgan
davranışlarda bulunmaları gerektiğinde, kendilerini rahat hissetmedikleri ve
daha az olumlu pekiştireç aldıkları gözlenmiştir. Kişilerarası stiller açısından,
42
hem depresif kişilerin kendileri, hem de başkaları (iletişimde bulundukları
kişiler ve gözlemciler) depresif kişilere yönelik daha çok olumsuz
değerlendirme yapmışlardır (Youngren ve Lewinsohn, 1980). Başka bir
çalışmada da majör depresif kişilerin, depresif olmayanlara kıyasla sosyal
etkileşimleri daha az zevk verici olarak algıladıkları ve etkileşimleri üzerinde
daha az etkilerinin olduğunu düşündükleri görülmüştür (Nezlek, Hampton ve
Shean, 2000).
Başka bir çalışmada, ikili görüşmeleri videoya kaydedilen deneklerden,
daha sonra görüşmedeki performanslarını ödüllendirmeleri ya da
cezalandırmaları istenmiştir. Sonuçta, kişilerarası etkileşime giren depresif
kişilerin, kendi performanslarına yönelik kendilerini, depresif olmayan gruba
göre daha az olumlu pekiştirdikleri görülmektedir. Ancak kendi
performanslarına yönelik düşük değerlendirmenin başka psikopatoloji
gösteren gruplarda da gözlenmiş olması, bu durumun sadece depresyona
yönelik olmayabileceğini göstermiştir (Gotlib, 1982).
Majör depresif kişilerin, başka bir bozukluğu olan kişilerin ve herhangi
bir bozukluğu olmayan kişilerin karşılaştırıldığı bir çalışmada; evlilik,
arkadaşlık ve akraba ilişkilerinin olumlu ve olumsuz etkileşimlerine
bakılmıştır. Her alan için altı soru sorulmuştur ve buna göre kişilerin ilişkilerini
değerlendirmeleri istenmiştir. Sonuçta, depresif kişilerin kişilerarası
etkileşimlerinin daha olumsuz olduğu görülmüştür. Aynı sonuç geçmişte
majör depresyon ve başka bir bozukluk geçirmiş kişiler karşılaştırıldığında da
43
elde edilmiştir. Bu sonuçlar özellikle yakın ilişkilerde (evlilik) daha belirgin
olarak ortaya çıkmıştır (Zlotnick, Kohn, Keitner ve Grotta, 2000).
Sosyal beceri ve depresyona yönelik çalışmalar genellikle yetişkinlerle
yapılmıştır. Bu eksiği gidermek amacıyla ergenlerle yapılan bir çalışma,
depresyonun akran ilişkilerinde zorluklara yol açtığını göstermiştir. Bu
çalışmada ergenlerden, bir grup faaliyetinde kimlerle çalışmayı
isteyebileceklerini ve sınıfta ne kadar istenilir olabileceklerini
değerlendirmeleri istenmiştir. Elde edilen sonuç, depresif özellikler gösteren
çocukların, kendilerini daha az istenilir değerlendirdikleri ve dışlandıkları
yönündedir (Faust, Baum ve Forehand, 1985). Çalışma hem Sosyal Beceri
Eksiliği Teorisi hem de Depresyonun Etkileşimsel Modeline paralel sonuçlar
vermiştir.
Çift İlişkileri:
Evlilik insanlığın en kompleks ilişkisidir ve etkili bir iletişim olmaksızın
gelişemez; bununla birlikte en yoğun yalnızlık ailede yaşanmaktadır (Bolton,
1986). Depresif kişiler ve eşleriyle olan iletişime bakıldığında, depresif
olmayanlara kıyasla genellikle etkileşimlerinin olumsuz olduğu ve
evliliklerinde doyumsuzluk yaşadıkları görülmektedir. Medikal bakımdan
hasta gruplar da evliliklerine ilişkin doyumsuzluk bildirmiş olsalar da; sadece
depresif kişinin bulunduğu çiftler, etkileşimlerinden sonra kendilerini olumsuz
hissettiklerini bildirmişlerdir. Depresif kişinin bulunduğu çiftlerde, çiftlerin
birbirlerine yönelik olumsuz algılara sahip olmaları da sadece depresyonun
44
olduğu gruplarda gözlenmiştir (Gotlib ve Whiffen, 1989). İlginç bir durum da,
evli çiftlerin depresyonu, terapi sürecinde evli olmayanlara göre daha belirgin
bir azalma göstermektedirler. Bu durumun doğrudan nedeni belli olmamakla
birlikte, terapi sürecinde kişilerarası ilişkinin düzeliyor olmasının önemli bir
etken olabileceği düşünülmektedir (Burns, Sayers ve Moras, 1994).
1.6.1.b. Depresif Kişi ve Kişilerarası İlişkilerdeki Davranışsal
Özellikleri
Kişinin kendi değerlendirmeleri ve başkalarının gözlemlerinden yola
çıkılarak yapılan araştırmaların yanında depresif kişilerin davranışsal
özelliklerine odaklanan araştırmalar da bulunmaktadır. Örneğin, depresif ve
normal deneklerin kişilerarası davranışlarının karşılaştırıldığı bir çalışmada,
katılımcılar sekiz hafta süresince haftada iki kez toplanıp grup çalışması
yapmıştır. Bu grup çalışmalarında iletişim becerileri, problem çözme, rol
oynama, kendine ve başkalarına yönelik algılar çalışılmıştır. Bu grup
çalışmalarında, depresif kişilerin iletişimde bulunurken genel olarak daha az
sosyal davranış sergiledikleri görülmüştür (Libet ve Lewinsohn, 1973).
Diğer bir çalışmada üniversite öğrencileri ile dokuz aylık bir süreçte
periyodik olarak yapılan görüşmelerde, depresif öğrencilerin, oda
arkadaşlarıyla olan sosyal etkileşimlerine bakılmıştır. Başka psikopatolojilerin
de dikkate alındığı bu çalışmada, özellikle depresif öğrencilerin daha az
45
sosyal etkileşimde bulundukları; bu etkileşimlerinden daha az zevk
duydukları ve süreçte yüksek düzeyde stres yaşadıkları gözlemlenmiştir.
Aynı şekilde depresif öğrencilerin oda arkadaşlarının da bu etkileşimlerden
daha az zevk duydukları ve yüksek düzeyde agresif davranışlar sergiledikleri
görülmüştür (Hokanson, Rubert, Welker, Hollander ve Hedeen 1989). Ayrıca
birçok başka çalışmada, sosyal becerinin göstergesi olarak doğrudan bazı
spesifik davranışlara odaklanılmıştır ve sosyal beceri bunlara göre
değerlendirilmiştir. Bunlara genel olarak aşağıda değinilmiştir.
Konuşma ve İçeriği:
İletişim sürecinde konuşma önemli bir yere sahiptir ve bu süreçte
neyin söylendiği ile birlikte nasıl söylendiği de önem taşımaktadır. Bu
bakımdan, konuşmadaki iniş çıkış ve vurgular, ses tonu, konuşma hızı ve
tereddüt etme gibi faktörler önem taşımaktadır (Danziger, 1976). Depresif
kişilerin konuşmalarına bakılınca genel olarak daha yavaş (Gotlib,1982),
daha sessiz konuştukları ve bu konuşmalar sırasında daha fazla tereddüt
ettikleri görülmektedir (Youngren ve Lewinsohn, 1980). Ayrıca depresif
kişiler, karşılarındaki kişilerin konuşmalarına, depresif olmayanlara kıyasla
daha geç tepki vermektedirler (Libet ve Lewinsohn, 1973). Depresif kişilerin
on beş dakika başkalarıyla etkileşime girmelerinin istendiği bir çalışmada,
daha çok olumsuz ifadeler kullandıkları ve daha az olumlu yansıtmalar
yaptıkları görülmektedir (Gotlib ve Robinson, 1982). Genel olarak depresif
kişilerin konuşmalarında olumsuz bir içeriğin bulunduğu söylenebilir (Coyne,
1976b; Gotlib ve Robinson, 1982).
46
Göz Teması:
İletişim sırasında zamanımızın önemli bir kısmını göz teması kurarak
geçirmekteyiz ve bu iletişim şekli karşıdaki kişi için bir mesaj niteliği
taşımaktadır. Bundan dolayı göz teması sosyal iletişimde önemli bir yere
sahiptir (Danziger, 1976). Heefner ve Shean (1995) çalışmalarında, depresif
kişilerin on dakika boyunca başka bir denekle, çocuklukları ve ergenlikleri
hakkında konuşmalarını gözlemlemişlerdir. Bu gözlemlerine göre depresif
kişilerin daha az göz teması kurduklarını bildirmişlerdir. Başka bir çalışmada
ise bunun özellikle grup etkileşimlerinde ortaya çıktığı vurgulanmıştır
(Youngren ve Lewinsohn, 1980). Gotlib (1982) de depresif kişilerde daha az
göz temasının olduğunu bildirmiştir; ancak bunun başka psikopatoloji
gruplarında da gözlendiğini vurgulamıştır.
Yüz İfadeleri:
İnsanların, üzüntülü ve neşeli durumlarda belli yüz ifadeleri
göstermeleri beklenmektedir. Bu temel beklenti doğrultusunda çökkünlük
yaşayan kişilerle, normal kişilerin üzüntülü ve mutlu durumlarda
elektromyogram (EMG) tepkileri karşılaştırıldığında, her iki grup üzüntülü
durumlarda beklenen yüz ifadesini gösterirken, çökkünlük yaşayan kişiler,
mutlu durumlarda beklenen yüz ifadesini göstermemektedirler (Sloan,
Bradley, Dimoulas ve Lang, 2002). Depresif kişilerin iletişim kurarken daha
az memnun (Gotlib, 1982; Youngren ve Lewinsohn, 1980) bir yüz ifadesi
gösterdikleri ve daha cansız bir yüz ifadesi takındıkları görülmüştür
(Youngren ve Lewinsohn, 1980).
47
Deneklere üzgün ve mutlu yüz ifadelerinin, nötr yüz ifadeleri ile
eşleştirilip gösterildiği bir çalışmada, depresyonda olan hastaların, daha önce
depresyon geçirmiş kişilerin ve sağlıklı bireylerin tepkileri incelenmiştir.
Çalışmada depresif hastaların ve daha önce depresyon geçirmiş kişilerin
seçici bir şekilde üzgün yüzlere dikkat ettikleri; sağlıklı kişilerin ise seçici bir
şekilde üzgün yüzlerden kaçınıp mutlu yüzlere dikkat ettikleri görülmüştür
(Joormann ve Gotlib, 2007). Yine başka bir çalışmada da, deneklere iki yüz
ifadesi gösterilmiştir ve bu kişilerden iki resimden birisinde beliren bir noktayı
hızlı bir şekilde tespit etmeleri istenmiştir. Çalışmada depresif kişilerin, kaygılı
kişiler ve normal kişilere kıyasla, üzgün yüzlere daha fazla seçici bir şekilde
dikkat ettikleri görülmüştür (Gotlib, Krasnoperova, Yue ve Joormann, 2004).
Atılganlık:
Atılganlık; kişinin, başkalarını rahatsız etmeden kendisini ifade
edebilmesi ve bireysel alanını koruyabilmesidir. Bu bakımdan, kişilerin kendi
bireysel alanlarını koruma adına atılganlık göstermeleri büyük önem
taşımaktadır. Bu sayede kişilerin kendilik saygısı artmakta ve kişiler mutluluk
ve doyum yaşamaktadırlar (Bolton, 1986). Depresif kişilerin atılganlık
gerektiren durumlarda kendilerini rahat hissetmedikleri daha önce
vurgulanmıştı (Youngren ve Lewinsohn, 1980). Ayrıca Sosyal Beceri Eksiliği
Teorisi’ni destekleyen bir bulgu da, Davranışsal Atılganlık Testi’ni uygulayan
Pachman ve Foy’un (1978) çalışmasında görülmüştür. Çalışmada deneklere
sözel bazı kişilerarası olaylar aktarılmıştır ve bu olaylara yönelik tepkileri
kaydedilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre atılganlığın davranışsal
48
bileşenleriyle depresyon arasında negatif bir korelasyon bulunmuştur. Bu
sonuç sosyal beceride önemli bir eksikliğin varlığını göstermektedir.
Çalışmada ayrıca kendilik saygısına da bakılmış ve atılganlıkta olduğu gibi
depresyonla negatif korelasyon gösterdiği vurgulanmıştır.
Kişilerarası Problem Çözme Becerisi:
Öğrenilmiş çaresizlikle ilgili çalışmalar, kişilerin çaresizlik durumunda
anagram görevlerinde daha fazla hata yaptıkları ve daha fazla zorluk
yaşadıklarını göstermiştir. Bu bulgulardan yola çıkarak Seligman (1992) bu
kişilerde depresyona benzer bir durumun söz konusu olabileceğini
vurgulamıştır. Problem çözme becerisi ve depresyona yönelik bir çalışma
yapan Gotlib ve Asarnow (1979), deneklere kişilerarası problem çözme
görevleri vermişlerdir. Buna göre depresif kişilere, yedi tane kişilerarası
çatışma durumu aktarılmış ve deneklerden bu durumlarda ne yapacaklarını,
ne tür davranışlarda bulunacaklarını söylemeleri istenmiştir. Depresif kişilerin,
depresif olmayan kişilere göre daha düşük performans gösterdikleri
bulunmuştur. Çalışmada depresif kişiler normal deneklere göre daha çok
konu dışı ya da yanıtsız cevaplar vermişlerdir. Elde edilen bu sonuç sosyal
becerilerde eksikliğin depresyona yol açabileceği düşüncesini önemli oranda
desteklemektedir.
49
1.6.1. c. Depresif Kişi ve Sosyal İlişkileri - Depresif Kişi ile
Etkileşim
Coyne’ye (1976a) göre depresif kişi için başkalarından alacağı geri
bildirim fazlasıyla önemlidir, ancak geri bildirimleri değerlendiremeyen kişi
daha fazla depresif davranışlar göstermektedir. Bunun sonucunda da
depresif kişi ile iletişime giren başkaları, depresif ve kaygılı bir duygu
durumuna girmektedir ve bunun sonucunda iletişimi kesme eğilimi de
gösterebilmektedir.
Depresyonun Etkileşimsel Tanımı modeli temel alınarak birçok
araştırma yapılmıştır ve zaman zaman farklı sonuçlar elde edilmiştir. Coyne
(1976b) kendi modeline yönelik temel çalışmasında deneklere, telefon
yoluyla ulaşmıştır ve depresif kişiyle iletişim telefon üzerinden kurulmuştur.
Buna göre depresif kişilerle telefon üzerinden konuşan denekler görüşmeden
sonra kendilerini daha depresif, kaygılı ve reddedilmiş hissetmişlerdir.
Potthoff, Holahan ve Joiner (1995) da yaptıkları çalışmada, Coyne’nin modeli
ile uyumlu bir şekilde, başkalarından onay arama ile depresyon arasında bir
ilişkinin olduğunu bildirmiştir.
Coyne, Kessler ve Tal (1987) daha sonra yaptıkları bir çalışmada
depresif kişilerle yaşayanların problemlerini incelemişlerdir. Sonuçta depresif
kişilerin semptomlarının artığı dönemlerde, birlikte yaşadıkları kişilerin daha
yoğun bir stres, çaresizlik ve kaygı yaşadıkları görülmüştür.
50
Rol oynamanın kullanıldığı bir çalışmada depresif kişiler, depresif
olmayanlara göre daha fazla reddedilmiştir. Yine bu çalışmada depresif kişi
ile etkileşime girenlerde, etkileşim, depresif duygu durumuna yol açmıştır
(Hammen ve Peters, 1978). Başka bir çalışmada da depresif bir rol, normal
bir rol ve hasta bir rol oynayan kişilerle yedi dakikalık iletişimde bulunan
kişilerin davranışları gözlemlenmiştir. Bu gözlemlerde doğrudan destek
(rahatlatma, sempatik ya da empatik davranma, herhangi bir olumlu
değerlendirme), olumlu içerik (görüşülen kişiye yönelik olumlu
değerlendirme), nötr içerik (herhangi bir değerlendirme içermeyen
değerlendirmeler), olumsuz içerik (olumsuz değerlendirme), doğrudan
olumsuz davranış (aşağılayan ya da cezalandıran ifadeler) ve sessizlik
(herhangi bir tepki vermeme) değerlendirilmiştir. Buna göre depresif rolünü
üstelenen kişi ile iletişimde bulunulduğunda, denekler daha az sözel iletişim
kurmuş, daha fazla sessizlik göstermiş ve daha çok olumsuz yorumlar
yapmışlardır. Ayrıca denekler depresif kişileri daha çok reddetmişlerdir
(seçenek verildiğinde tekrar görüşmeyi daha az istemişlerdir) ve bu kişilere
yönelik daha olumsuz tanımlamalar yapmışlardır (daha az kabul edilebilir ve
yardımcı, daha uysal ve çekingen gibi). Ancak etkileşimden sonra, Coyne’nin
ileri sürdüğüne benzer şekilde, duygu durumlarında bir değişme
gözlenmemiştir (Howes ve Hokanson, 1979).
Yirmi bayan öğrencinin katıldığı bir çalışmada, depresif bir kişiyle
iletişime giren deneklerin, depresif olmayanlarla girdikleri iletişimle
karşılaştırıldığında sözel ve sözel olmayan davranışlarında bir farklılığın
51
olduğu gözlenmiştir. Buna göre depresifle iletişime giren kişilerin daha az
gülümsediği, yüz ifadelerinin daha az canlı ve daha az sıcak olduğu
gözlenmiştir. Ayrıca konuşmalarında daha çok olumsuz konuları dile
getirmişlerdir (Gotlib ve Robinson, 1982). Diğer bir çalışmada da depresif
kadınların, depresif erkeklere kıyasla kendilerini başkaları tarafından daha
çok eleştiriliyor olarak algıladıklarını ifade ettikleri görülmektedir (Gilbert,
Irons, Olsen, Gilbert ve McEwan, 2006). Ancak, çalışmada kontrol grubunun
olmaması, sonuçların Coyne’nin teorisi bağlamında değerlendirilmesini
zorlaştırmaktadır.
Depresyon hastalarına ve depresyona yönelik tutumları inceleyen bir
araştırmada 707 yetişkin evinde ziyaret edilmiştir. Katılımcıların %43.3’ü
depresyonlu kişilerin saldırgan olduğunu, %22.8’i de depresyonlu kişilerin
toplum içinde serbest dolaşmamaları gerektiğini belirtmiştir. Elde edilen bu
sonuç, insanların depresiflerle iletişime girdiklerinde belirli bir ön yargılarının
olabileceğine işaret etmektedir (Özmen ve arkadaşları, 2003).
Bu aktarılanların aksine bazı çalışmalarda söz konusu modeli
yanlışlayan sonuçlar da elde edilmiştir. Depresif bireylerle iletişime giren
kişilerin görüşmeden sonra neler hissettiklerini araştıran Gotlib ve Robinson
(1982), depresif olan ve olmayan kişilerle girilen diyalogların sonunda
deneklerin kendilerini beklenenin aksine daha depresif hissetmediklerini
göstermişlerdir. Yine aynı çalışmada Coyne’nin modeline göre insanların
52
depresif kişilerle tekrar ilişkiye girme konusunda isteksiz olacakları yönündeki
beklenti de doğrulanamamıştır.
McNiel, Arkowitz ve Pritchard (1987) ise çalışmalarında klinik
bakımdan depresif kişiler (psikiyatrik hastalar), depresif olmayan psikiyatrik
hastalar ve normal deneklerle çalışmışlardır. Grupların üçü de kadın
deneklerden oluşturulmuştur. Çalışmada kişilerin davranışlarına, kendi
değerlendirmelerine ve kişilerarası algılarına bakılmıştır. On beş dakikalık
etkileşimlerden elde edilen sonuçlar depresif birisiyle etkileşime giren kişilerin
duygu durumunda anlamlı bir değişikliğin olmadığını, sözel ve sözel olmayan
davranışlarında da belirgin bir farklılığın gözlenmediğini göstermiştir.
Başka bir araştırmada, Coyne’nin (1976b) orijinal çalışmasındaki
prosedür tekrarlanmıştır. Çalışmada deneklerin depresif bir kişiyle yirmi
dakika telefon üzerinden görüşmeleri sağlanmıştır. Ancak Coyne’nin
sonuçlarının aksine, görüşmeden sonra deneklerin duygu durumunda bir
değişmenin olmadığı ve depresif kişiyi reddetmenin de görülmediği
belirtilmiştir. Bununla birlikte depresif bireylerle etkileşime giren kişilerin,
depresiflerin üzüntülü olduklarını ve problemlerinin olduğunu fark edebildikleri
de vurgulanmıştır (King ve Heller; 1984, 1986).
53
1.6.1.d. Kişilerarası Tarz Bağlamında Depresyon, Neden mi
Sonuç mu?
Sosyal beceri ve depresyona yönelik yapılan çalışmalarda tam bir
uyuşma söz konusu olmasa da, kişilerarası iletişim becerileri ve kişilerarası
tarz ile depresyon arasında bir ilişkinin olduğu söylenebilir. Ancak
çalışmalardan elde edilen sonuçlar, bu beceri eksikliğinin depresyonun geçici
bir belirtisi mi olduğu, yoksa depresyona eğilimi olan kişilerin bir özelliği mi
olduğu konusunda tam bir netlik taşımamaktadır. Ayrıca bu beceri eksikliğinin
ya da kişilerarası tarzın depresyon için bir öncül mü olduğu yoksa
depresyonun bir sonucu mu olduğu konusu da netlik kazanmamıştır.
Bu iki belirsizliği Petty, Ericsson ve Joiner (2004), %43’ü erkek ve
%57’si kadın olan, 4745 katılımcının bulunduğu geniş bir araştırmada
çalışmışlardır. Çalışmada katılımcılar dört gruba ayrılmıştır: 1- Hiç
depresyon geçirmemiş grup; 2- Araştırma sürecinde depresyonda olan grup;
3- Yakın zamanda majör depresyon geçirmiş grup; 4- Daha önce majör
depresyon geçirmiş, fakat en az bir yıldır majör depresyon kriterlerini
karşılamayan grup. Kişilerarası iletişim becerisinin değerlendirmesi için, hem
kişilerarası beceriyi hem de kişilerarası çatışmayı içeren likert tipi bir ölçek
(Interpersonal Functioning Scale) kullanılmıştır. Sonuçlara bakıldığında en az
kişilerarası iletişim becerisini gösteren grup, araştırma sürecinde
depresyonda olan grup olarak bulunmuştur. Bu grubu yakın zamanda
depresyon geçirmiş grup, sonra daha önce depresyon geçirmiş grup ve hiç
54
depresyon geçirmemiş grup takip etmiştir. Bu sonuç bir durum-etkisinin
olduğunu göstermektedir ve kişilerarası beceri eksikliğinin, depresyonun
geçmesiyle birlikte yavaş yavaş kaybolacağını düşündürmektedir. Kişilerarası
beceri eksikliğinin depresyonun bir sonucu mu olduğu sorusuna ise, geçirilen
depresyon epizotları ile karşılaştırma yapılarak bakılmıştır. Eğer depresyon
kişilerarası beceriler üzerinde bir etki bırakıyorsa, yaşam boyu daha çok
depresyon epizodu geçirmiş kişilerin daha fazla kişilerarası beceri eksikliği
göstermesi gerekmektedir. Ancak sonuçlara bakıldığında bu düşünce
desteklenmemiştir ve kişilerarası beceri eksikliğinin depresyon için bir öncül
olduğu sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte, yaşamın ilk dönemlerinde
depresyon geçirmiş kişilerle daha sonra geçirmiş kişiler karşılaştırılınca,
yaşamın ilk dönemlerinde yaşanan bir depresyonun kişilerarası beceriler
üzerinde olumsuz bir etki bırakabileceği düşünülmüştür (Petty, Ericsson ve
Joiner, 2004).
Eberhart ve Hammen (2006) de çalışmalarında, kişilerarası faktörlerin
(aile ilişkilerinin zayıflığı, başkalarına yakın olmada zorluk gibi) depresyon için
öncül olabileceği sonucuna varmışlardır. Yaptıkları çalışmada hiç depresyon
öyküsü olmayan kadınlar izlenmiştir ve 2 yıllık periyot içinde aile ilişkilerinin
zayıflığı ile kaygılı bağlanma bilişlerinin depresyonu yordadığı bulunmuştur.
Yine 6 aylık süreç içinde aile ve eş ilişkilerinin zayıflığı, başkalarına yakın
olmada zorluk ve başkalarına bağlı olmada zorluk gibi kişilerarası faktörlerin,
depresif semptomları yordadığını görmüşlerdir.
55
Dozois (2007) ise aynı sorulara kişilerarası şemalar bağlamında
yaklaşmıştır. Çalışmada depresif hastaların tedaviden önceki ve sonraki
olumsuz otomatik düşüncelerini, olumlu otomatik düşüncelerini ve kişilerarası
şemalarını araştırmıştır. Sonuçlara bakıldığında tedavi sürecinin sonunda,
beklenildiği gibi, depresif hastaların olumsuz otomatik düşüncelerinin azaldığı
ve olumlu otomatik düşüncelerinin arttığı görülmüştür, ancak burada dikkat
çeken sonuç, semptomların iyileştirilmesine rağmen olumsuz kişilerarası
şemaların değişmemiş olmasıdır.
56
1.6.2. ÖFKE VE DEPRESYON
Kuramsal yaklaşımlar ve özellikle psikanalitik görüş bastırılmış öfkenin
depresyona yol açabileceğini ifade etmektedir ve birçok öfke çalışmasında
içe ve dışa yönelik öfke, incelenen konular olmuştur. Öfke ve depresyonu
araştıran bazı çalışmalar (örn. Kendell, 1970; Begley, 1994) bu yönde
sonuçlar gösterse de kimi çalışmalar farklı sonuçlara ulaşmıştır. Daha önce
öfke araştırmaları aktarılırken üzerinde durulduğu üzere, araştırma yöntemi
ve öfkenin tanımlanma şeklinin, farklı sonuçlara yol açabildiği
unutulmamalıdır. Bununla birlikte literatüre baktığımızda, genel olarak öfke ve
depresyon arasında bir ilişkinin olduğu görülmektedir (Painuly, Sharan ve
Mattoo, 2005)
Friedman (1970), depresif hastaların normal deneklere göre daha
düşük ifade edilen öfkeye sahip olduklarını bildirirken, Snaith ve Taylor
(1985), depresif hastaların %37’sinde dışa vurulan, orta düzeyde ya da
yoğun bir sinirliliğin olduğunu ve bunun normal deneklerden çok daha fazla
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Öfke ile depresyonun şiddeti arasındaki ilişkiyi
araştıran Riley, Treiber ve Woods (1982) da depresyonun şiddetinin, öfke
deneyimi ile ve kısmen de bastırma ile ilişkili olduğunu bildirmişlerdir.
Goodwin (2006), gençlerin öfke ile baş etmelerini incelerken
depresyon olasılığına da bakmıştır. Öfke ile baş etmede alkol-uyuşturucu
kullanımının, müzik dinlemenin, kavga etmenin, sigara içmenin, dua etmenin
57
ve yürüyüşe çıkmanın yüksek depresyon olasılığını, bisiklet sürmenin ise
düşük depresyon olasılığını gösterdiğini ifade etmiştir. Araştırmacı, bisiklet
sürmenin öfke yaşantısında, düşük depresyon ile ilişkili olmasının nedeninin
nörokimyasal değişim ya da haz almayla ilişkili olabileceğini belirtmiştir. Yine
gençlerle (18-25 yaş arası) bir çalışma yapan Galambos, Barker ve Krahn
(2006), 18 yaşındaki gençlerde, ebeveynlerle yüksek düzeyde çatışma
yaşayanların daha yüksek depresif semptomlar ve dışa vurulan öfke
gösterdiğini bildirmiştir. Yine aynı çalışmada, sosyal desteğin etkisine de
bakılmış ve sosyal desteğin yüksek olmasının, daha yüksek benlik saygısı ile
daha düşük depresif belirtiler ve öfkeye işaret ettiği görülmüştür. Bilge (1997)
de çalışmasında demokratik tutumu olan babaya sahip öğrencilerin
kendilerine yönelttikleri kızgınlığın, diğer gruplardaki öğrencilerden anlamlı
düzeyde düşük olduğunu bildirmiştir.
Kadınlarda öfkeyi inceleyen Sperberg ve Stabb (1998), öfkeyi
bastırmanın ve uygun olmayan bir şekilde ifade etmenin depresyonla ilişkili
olduğunu ve ayrıca kişilerarası ilişkilerde daha düşük birlikteliğin de
depresyona işaret ettiğini belirtmiştir. Aynı şekilde Clay, Anderson ve Dixon
(1993), stres ve öfkeyi ele aldıkları çalışmalarında, içe yöneltilmiş öfke ile
depresyon arasında bir ilişkinin olduğunu, Güleç, Sayar ve Özkorumak
(2005) da depresyon hastalarının daha aleksitimik, öfkelerini içe döndüren ve
öfkelerini daha az kontrol edebilen kişiler olduğunu bildirmişlerdir.
58
Birkaç boyutta bastırılmış öfkeyi araştıran Begley (1994); bastırılmış
öfkenin; depresyon, kaygı ve somatik yakınmalarla ilişkili olduğunu
bulmuştur; ancak, ifade edilen öfke ile aynı ilişki görülmemiştir. Bununla
birlikte bastırılmış öfke ile depresyon arasında ilişki olduğunu söyleyen
çalışmaların aksine, Cox, Stabb ve Hulgus’un (2000) çalışmalarında,
depresyonun, öfkenin bastırılmasıyla ilişkili olmadığı ifade edilmiştir.
Öfkeyi; saldırganlık ile sözel ve pasif saldırganlık boyutlarında
inceleyen Lester (1988); bu duyguyu, depresyon ve kontrol odağı ile
karşılaştırmıştır. Çalışmanın sonunda, öfkesini fiziksel, sözel ya da dolaylı
yoldan ifade edemeyen bireylerde, kontrolün güçlü başkalarında olduğuna
ilişkin inanç ile depresyon arasında bir ilişkinin olduğu sonucuna varılmıştır.
Elde edilen sonuçların etnik grup farklılıkları ile ilgili olabileceğini düşünen
Young (1991), Lester’in çalışmasını yerli Amerikalılar ile yinelemiştir, ancak
farklı bir sonuç elde etmemiştir. Öfke konusunu intihar girişimi ve saldırganlık
eğilimi açsından ele alan bir çalışmada, intihar girişimi ve saldırganlık eğilimi
olan hastalarda daha yüksek bir düşmanlık ve depresyonun görüldüğü
belirtilmiştir (Maiuro, O’Sullivan, Michael ve Vitaliano; 1989).
Ev içi şiddette bulunan erkeklerle, genel olarak şiddet eğilimi gösteren
erkeklerin karşılaştırıldığı bir çalışmada, her iki grupta da öfke ve saldırganlık
olmakla birlikte, ev içi şiddet gösteren erkelerde daha yüksek depresyonun
olduğu görülmüştür (Maiuro, Cahn, Vitaliano, Wagner ve Zegree; 1988).
Başka bir çalışmada da düşmanlığın, depresyonun şiddeti ile arttığı
59
vurgulanmış ve öfke ile depresyon arasında bir pozitif ilişkinin olduğu
bildirilmiştir (Moreno, Fuhriman ve Selby, 1993). Aynı şekilde Ingram,
Trenary, Odom, Berry ve Nelson (2007) da depresyon bakımından risk
altında olan (daha önce depresyon geçirmiş) kişilerde, hiç depresyon
yaşamamış kişilere kıyasla daha yüksek öfke ve düşmanlığın görüldüğünü
belirtmişlerdir.
Çocuklarda öfke ve depresyon arasındaki ilişkiyi araştıran Shoemaker,
Erickson ve Finch (1986), depresyonu değerlendirmek için çocukların kendi
değerlendirmelerine, arkadaşlarının değerlendirmelerine ve öğretmenlerinin
değerlendirmelerine bakmışlardır. Ancak bu üç grubun değerlendirmelerinin
birbirinden farklı olması öfke-depresyon ilişkisinin yorumlanmasını da
zorlaştırmaktadır. Bu durumun birçok başka çalışmada da görüldüğü
vurgulanmıştır.
Yetişkinler ve gençlerle yapılan araştırmalar genel olarak öfke ve
depresyon arasında bir ilişkiye işaret etse de, aynı sonuca varmayan
çalışmalar da görülmektedir. DiGiuseppe’un (1999), öfke ve depresyona
yaklaşımı (araştırma farklılıklarından kaynaklanan değişik sonuçların dışında)
kısmen bu durumu aydınlatmaktadır. DiGiuseppe’ya göre depresyon ve öfke
deneyimi yaşayan kişiler, suçlama biçimlerinde değişken (dengesiz) ve aynı
şekilde değişken bir öz yeterlilik algısına sahipler. Başkalarını suçlarken ve
yüksek yeterliliklerinin olduğunu düşündüklerinde, öfke duygusu yaşarken,
kendilerini suçladıklarında ve düşük yeterliliklerinin olduğunu
60
düşündüklerinde ise depresif duygu durumu yaşamaktadırlar. Buna göre
araştırıcı -en azından bazı bireyler için- öfkenin düşük benlik değerine karşı
bir savunma olabileceğinin düşünülebileceğini ifade etmektedir (DiGiuseppe,
1999).
61
1.6.3. Kİ�İLERARASI TARZ, KENDİLİK ALGISI, ÖFKE VE
DEPRESYON
Buraya kadar aktarılan çalışmalar ve kuramlar dikkate alındığında
“Kişilerarası Tarz, Kendilik Algısı, Öfke ve Depresyon” konularının birbiriyle
çok yakından ilişkili olduğu görülebilmektedir. Kendilik algısı ve iletişim
tarzının tabi ki sadece depresyon ile ilişkili olduğunu düşünmek doğru
olmayacaktır; ancak depresyonun yaygınlığı ve özellikle kendilik değerinin
daha çok depresyon ile ilişkili olduğu (Lewinsohn, Gotlib ve Seeley, 1997)
dikkate alındığında, konunun önemi daha iyi anlaşılabilmektedir.
Davranışlarımızı ve daha genel anlamda kişiliğimizi şekillendiren
kendilik algımızın, yaşamımız üzerindeki etkisi birçok çalışmada
görülebilmektedir. Yukarıda kendilik algımız ile şekillenen kişilerarası
tarzımızın depresyon ile ilişkisi ve öfke ile depresyon ilişkisi birçok araştırma
örneği ile aktarılmaya çalışılmıştır.
Bütün bunların yanında kişiliğimizin temelinde olan kendilik algımızın
olumlu olmasının, kişisel ve ruhsal iyilik halimiz için önemi büyüktür ve birçok
kuramsal yaklaşım düşük kendilik saygısı ve depresyon arasında önemli bir
bağın olduğunu söylemektedir. Literatüre baktığımızda kuramsal
yaklaşımlarla uyumlu bir şekilde, kendilik değerinin depresyon yaşantısına
etkisi birçok çalışmada görülebilmektedir.
62
Örneğin Galambos, Barker ve Krahn (2006) çalışmalarında daha
yüksek benlik saygısının, daha az depresyon ve daha az ifade edilen öfke ile
bağlantılı olduğunu vurgulamaktadırlar. Onsekiz yirmibeş yaş arasındaki 920
birey ile yaptıkları çalışmada, depresif semptomlar ile dışa vurulan öfkenin
azaldığı durumlarda, kendilik saygısının yükseldiği görülmüştür. Aynı
çalışmada literatürle paralel olarak 18 yaşlarındaki kadınların daha fazla
depresyon yaşadıkları ve buna paralel olarak düşük kendilik saygılarının
olduğu görülmüştür. Sosyal desteğin daha çok olduğu durumlarda depresif
semptomların azaldığı ve kendilik saygısının yükseldiği ise çalışmanın diğer
bir bulgusudur ve bu bulgu, sosyal etkileşimin ruhsal iyilik hali için önemini
yinelemektedir.
Klinik örneklemlerde de benzer sonuçlar görülebilmektedir. Kendilik
algısı ve depresyon arasındaki ilişkiyi depresyon hastalarıyla çalışan Gara ve
arkadaşları (1993), majör depresyondaki bireylerin kendilerine ilişkin daha az
olumlu değerlendirmelerde bulunduklarını belirtmişlerdir. Depresif bireyler
sadece kendilerine ilişkin değil, aynı zamanda ebeveynlerine ve bazı belirli
kişilere yönelik de olumsuz değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Çalışma,
klinik depresyondaki bireylerde olumsuz kendilik algısının bilişsel bir
karakteristik olduğu yönündeki kuramsal yaklaşımı destekler sonuçlar
vermiştir.
Uyumsuz mükemmeliyetçilik, depresyon ve kendilik saygısını çalışan
Rice, Ashby ve Slaney (1998) de yukarıdaki çalışmalarla uyumlu sonuçlar
63
elde etmişlerdir. Çalışmanın sonuçlarına göre uyumlu mükemmeliyetçiliğin
herhangi bir şekilde depresyon ile ilişkili olmadığı görülürken, uyumsuz
mükemmeliyetçiliğin kendilik saygısının düşüklüğü ve depresyonun yüksekliği
ile ilişkili olduğu görülmektedir. Depresyon ve kendilik açısından
baktığımızda, kendilik algısının düşmesiyle depresyonun yükseldiği
görülmektedir. Ashby, Rice ve Martin (2006) de yaptıkları çalışmada aynı
sonuçları elde etmişlerdir.
Frost, Reinherz, Camras, Giaconia ve Lefkowitz (1999) çalışmalarında
9 ve 15 yaşındaki çocukların kendilerine ilişkin algılarını incelemişlerdir ve
ileriki yaşlarda depresyonun yüksek olması ile bir ilişkinin olduğunu
belirtmişlerdir. Buna göre çalışmada 9 ve 15 yaşındaki kızlarda, izolasyon ve
yalnızlığa yol açabilen sevilmemenin (popülerite), ilerdeki depresyon
semptomları ile korelasyon gösterdiği ve 9 ve 15 yaşındaki erkelerin aile
içindeki rollerine ilişkin algılarının, 18 yaşındaki yüksek düzeyde depresyon
semptomları ile ilişkili olduğu görülmüştür.
Kernis, Cornell, Sun, Berry ve Harlow (1993) ile Kernis (2005), kendilik
saygısını ele alırken “kendiliğin kararlılığının” da büyük bir önem taşıdığını
vurgulamaktadırlar. Buna göre Kernis, Grannemann ve Mathis (1991)
yaptıkları çalışmada, düşük kendilik saygısının depresyon ile ilişkili olduğunu
yinelemişlerdir ve bunun yanında kararlı olmayan bir kendilik saygısının da
depresyon ile ilişkili olduğunu bildirmişlerdir. Aynı şekilde çalışmalarında
kendilik saygısı ile depresyon ilişkisini vurgulayan Man, Gutierrez ve Sterk
64
(2001) ise, yüksek kendilik saygısı olan bireylerde depresyon bakımından,
kendilik saygısının kararlı olup olmamasının bir öneminin olmadığını; ancak
düşük kendilik saygısı olan bireylerde, kararlı kendilik saygısının koruyucu bir
rolünün olduğunu ve kararsız kendilik saygısının bu bireylerde daha yüksek
depresyona işaret ettiğini belirtmişlerdir.
Kişilerin kendilik saygılarına ilişkin değerlendirmelerinde kararsız
olmalarının etkisini inceleyen Luxton, Ingram ve Wenzlaff (2006), depresyon
bakımından risk altındaki kişilerle, disforik kişilerin; hiç depresyon yaşamamış
kişilere kıyasla kendilik saygılarına ilişkin daha fazla kararsız olduklarını
bildirmişlerdir. Bu sonucun risk altındaki kişilerle, disforik kişilerin kendilik
saygılarının farklı olmasına rağmen görüldüğünü de vurgulamışlardır.
Kendilik saygısı ya da kendilik değerine ilişkin birçok çalışma, kendilik
değerinin sadece derecesini ya da içeriğini dikkate almaktadır. Bununla
birlikte Crocker (2003), kendilik saygısının yüksek ya da düşük olmasından
çok, kişinin kendilik değerinin tehdit altında algılanıp algılanmamasının daha
önemli olduğunu vurgulamakta ve dışa bağlı olan kendilik değerinin,
başkaları tarafından onaylanma gerektirdiği, bunun da daha fazla zarar
vereceğini belirtmektedir.
Burwell ve Shirk (2006), Crocker’in ifade ettiği gibi kendilik değerinin
sürdürülmesine ilişkin süreci dikkate alan bir çalışma yapmışlardır. Buna göre
kendilik değerleri dışsal geri bildirimlere bağlı olan bireylerin psikopatoloji
65
bakımından risk altında olduğu düşünülmektedir. Yapılan çalışmada kendilik
değerleri sosyal geri bildirime bağlı olan ergenlerin, depresyon açısından
daha yüksek risk taşıdıkları görülmüştür; ancak kendilik değerleri okul
başarısı ile ilişkili olan bireylerde böyle bir risk görülmemiştir.
Buraya kadar aktarılan bütün çalışmalarda da kendilik algısı ya da
daha özelinde kişinin kendine biçtiği değer ile depresyon ilişkisi
vurgulanmaktadır. Kendilik değeri birçok psikopatoloji açısından önemli
olmakla birlikte depresyon bağlamında daha büyük bir önem taşımaktadır.
Buraya kadar birçok kez, özellikle erken çocuklukta kendilik algısının
oluşumu ve kişilerarası ilişkinin önemi üzerinde durulmuştur. Aktarılan birçok
çalışmada da görüldüğü üzere konunun sadece bir tarafının ele alınmış
olmasından dolayı bazı sonuçların yeterince aydınlatıcı olmadığı
düşünülebilir. Bu amaçla mevcut çalışmada konu olabildiğince bütün
yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır.
İnsan psikolojisi bağlamında kişiliğin ya da kendilik algımızın her şeyin
temelinde olduğu, kaçınılmaz olarak iletişim kurduğumuz ve buna
ihtiyacımızın olduğu, ruhsal sağlığın mutluluğumuz üzerinde etkisi (ki
hepimizin en temelde istediği şey mutluluktur) ve depresyon ile öfke gibi
yaygın bir problemin iyilik halimiz üzerindeki olumsuz sonuçları
düşünüldüğünde ele alınan konunun önemi daha iyi anlaşılabilecektir. Bu
doğrultuda, mevcut çalışmada, literatürde parça parça bulunan; kişilerarası
66
tarz, kendilik algısı, öfke ve depresyon ilişkisine bir bütün olarak bakılmaya
çalışılmış ve aşağıdaki denenceler sınanmıştır.
Araştırmada yanıt aranılan sorular:
1- Katılımcıların cinsiyet, yaş ve eğitim düzeyi gibi demografik
özellikleri ile depresyon arasında ne tür bir ilişki vardır?
2- Depresyon tanısı almış kişilerle, herhangi bir tanı almamış normal
kişiler, kişilerarası tarz, kendilik algısı ve öfke yaşantısı bakımından
farklılık göstermekte midirler?
3- Depresyon tanısı almış grup ile normal grupta, depresyonu
yordayan değişkenler nasıl bir farklılık göstermektedir?
4- Kişilerarası tarz, kendilik algısı, öfke yaşantısı ve depresyon
arasındaki ilişkiler nasıldır?
67
BÖLÜM II
YÖNTEM
2.1. ÖRNEKLEM
Araştırmanın örneklemini değişik devlet ve üniversite hastanelerine
başvuran ve DSM-4 tanı kriterlerine göre depresyon tanısı almış kişiler
(çalışma grubu) ile herhangi bir psikiyatrik tanı almamış kişiler (karşılaştırma
grubu) oluşturmaktadır. Bu çalışmada, böyle bir çalışma grubu ve
karşılaştırma grubu kullanılmasının nedenlerinden biri, bu iki grubu
araştırmanın temel değişkenleri açısından karşılaştırmaktır. İkinci neden ise
her iki grubun da yaşadığı depresyonu (ciddi düzeyde depresyon ve hafif
depresif belirtiler) yordayan değişkenlerin neler olduğunu incelemektir.
Verilerin analizi yapılmadan önce veri girişinin doğruluğu ve değişkenlerin
dağılımının normalliğe uygunluğu test edilmiştir. Bu amaçla depresyon tanısı
almış gruptaki katılımcılar ile karşılaştırma grubundaki katılımcıların, Beck
Depresyon Envanteri’nden, Kişilerarası Tarz Ölçeği’nden, Sosyal
Karşılaştırma Ölçeği’nden, Kısa Semptom Envanteri’nden ve Çok Boyutlu
Öfke Ölçeği’nden aldıkları puanların normalliğine Kolmogrov Smirnov test
yöntemi ile bakılmıştır. Daha sonra histogram ve dal yaprak grafikleri
incelenmiş, uç değer analizi ile uç değer taşıyan (outlier) katılımcıların verileri
belirlenmiş ve 17 kişiye ait veriler veri setinden çıkartılmıştır. Yapılan bu
işlemlerden sonra veri setindeki değerlerin normal dağılım gösterdiği
68
belirlenmiştir. Ayrıca klinik depresyon için önerilen 17 puanlık BDE kesme
noktası (Hisli, 1988; Hisli, 1989) dikkate alınarak; karşılaştırma grubunda
Beck Depresyon Envanteri’nden 15 ve üstü puan alan 11 kişi ile depresyon
tanısı almış grupta Beck Depresyon Envanteri’nden 20 ve altında puan alan
13 kişinin verileri analizlere dahil edilmemiş ve veri setinden çıkartılmıştır.
Uygulama esnasında formlar dağıtılırken, karşılaştırma grubundaki bireylerin
daha önce psikiyatrik bir tedavi görüp görmedikleri sorgulanmış ve tedavi
görmüş olanlara uygulama yapılmamıştır. Bununla birlikte demografik bilgi
formunda daha önce psikiyatrik tedavi gördüğünü belirten üç kişinin verileri
de veri setinden çıkartılmış ve analizlere dahil edilmemiştir.
Buna göre, depresyon tanısı almış grupta 49 kadın ve 14 erkek (1 kişi
cinsiyet belirtmemiştir) olmak üzere yaşları 17 ile 65 arası değişen toplam 64
kişi bulunmaktadır. Karşılaştırma grubunda ise 50 kadın ve 21 erkek olmak
üzere yaşları 18 ile 56 arası değişen toplam 71 kişi bulunmaktadır.
Depresyon tanısı almış grubun yaş ortalaması 33,97, karşılaştırma grubunun
yaş ortalaması 32,47, tüm örneklemin yaş ortalaması ise 33,16’dır.
Örneklemin yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu ve ekonomik durum
düzeylerine göre dağılımı tablo 2.1’de gösterilmiştir.
69
Tablo 2.1 Cinsiyet, Yaş, Medeni Durum, Eğitim Durumu, Eğitim Düzeyi Dağılımları
Depresyon
Grubu Karşılaştırma
Grubu
N % N %
Cinsiyet
Kadın 49 77 50 70
Erkek 14 22 21 30
- 1 1
Toplam 64 100 71 100
Yaş
17-25 yaş 15 23 22 31
26 - 35 yaş 20 31 26 36
35 ve üstü 26 41 23 33
- 3 5
Toplam 64 100 71 100
Medeni Durum
İlişkisi Yok (Bekar, Dul, Boşanmış, Evli fakat ayrı yaşıyor)
23 36 19 27
İlişkisi Var (Bekar fakat ilişkisi var, Sözlü-nişanlı, Evli)
41 64 52 73
Toplam 64 100 71 100
Gelir Durumu
500 YTL ve altı 21 33 16 23
501-1000 YTL 16 25 20 28
1001-1500 YTL ve diğerleri 14 22 25 35
- 13 20 10 14
Toplam 64 100 71 100
Eğitim Düzeyi
Okur yazar değil, okur yazar, ilkokul mezunu, ortaokul mezunu
25 39 15 21
Lise mezunu 18 28 29 41
Üniversite mezunu, YL mezunu
21 33 27 38
Toplam 64 100 71 100
Örneklemin cinsiyet dağılımına bakıldığında depresyon tanısı almış
grubun %77’sini kadınların, %22’sini erkeklerin; karşılaştırma grubunun ise
%70’ini kadınların, %30’unu erkeklerin oluşturduğu görülmektedir.
70
Katılımcıların %23’ünü ilkokul mezunu ve okur yazar olanlar ile okur yazar
olmayanlar, %7’sini Ortaokul mezunları, %35’ini lise mezunları, %31’ini
üniversite mezunları ve %4’nü ise yüksek lisans mezunları oluşturmaktadır.
71
2.2. VERİ TOPLAMA ARAÇLARI
Katılımcıların sosyodemografik özellikleri, yaşamlarını ve kendi iyilik
hallerini algıları, psikiyatrik ve tıbbi öykülerinin değerlendirilmesi için
Demografik Bilgi Formu oluşturulmuş ve kullanılmıştır. Katılımcıların
kişilerarası tarzlarını değerlendirmek için Kişilerarası Tarz Ölçeği (KTÖ), öfke
yaşantılarını değerlendirmek için Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin (ÇBÖÖ) 4. ve
5. boyutları (“öfke ile ilişkili davranışlar” ve “kişilerarası öfke”), kendilik
algılarını değerlendirmek için Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ), genel
psikiyatrik semptomları değerlendirmek için Kısa Semptom Envanteri (KSE)
ve depresyon düzeylerini değerlendirmek için Beck Depresyon Envanteri
(BDE) kullanılmıştır.
2.2.1. DEMOGRAFİK BİLGİ FORMU
Araştırma için oluşturulan demografik form toplam 34 sorudan
oluşmaktadır. Soruların bazıları 5’li likert tipinde, bazıları evet/hayır şeklinde,
bazıları da açık uçlu sorulmuştur. Oluşturulan formda, demografik bilgilere,
sosyoekonomik ve eğitim düzeyine, kişilerarası ilişkileri ve kişisel iyilik haline
ilişkin kişinin kendini değerlendirmesine ve psikiyatrik/tıbbi öyküye yönelik
bilgi alınmaktadır. Demografik bilgi formu Ek A.’da verilmiştir.
72
Demografik bilgi formunda katılımcılardan ekonomik durumlarını,
fiziksel durumlarını, ruhsal durumlarını ve genel olarak yaşamlarını “çok iyi”
ve “çok kötü” arasında, 5’li likert tipinde değerlendirmeleri istenmiştir. Bu dört
soruya verdikleri yanıtların toplamı “yaşam doyumu” puanı olarak kabul
edilmiştir. Yine aynı şekilde katılımcılardan içinde büyüdükleri aileyi, diğer
insanlarla ilişkilerini, karşı cinsle ilişkilerini, kendilerini yalnız hissedip
hissetmediklerini ve yakın arkadaşlarının olup olmadığını “çok iyi” ve “çok
kötü” arasında, 5’li likert tipinde değerlendirmeleri istenmiştir. Bu beş soruya
verdikleri yanıtların toplamı “kişilerarası memnuniyet” puanı olarak kabul
edilmiştir. “Çok iyi” için 1, “iyi” için “ 2, “orta” için 3, “kötü” için 4 ve “çok kötü”
için 5 puan verilmiştir. Buna göre toplam puan yükseldikçe yaşam doyumu ve
kişilerarası memnuniyet olumsuza kaymaktadır.
2.2.2. Kİ�İLERARASI TARZ ÖLÇEĞİ
Araştırmaya katılan kişilerin kişilerarası tarzlarını belirlemek amacıyla
Kişilerarası Tarz Ölçeği (KTÖ) kullanılmıştır ve Ek B.’de verilmiştir. KTÖ,
Kahin ve ark. (2007) tarafından bireylerin kişilerarası ilişkilerde nasıl bir tarz
kullandıklarını belirlemek amacıyla geliştirilmiştir. Altmış maddeden oluşan bir
kendini değerlendirme ölçeğidir. Maddeler “Sizi ne kadar tanımlıyor”
sorusuna göre cevaplanmaktadır ve %0, %25, %50, %75 ve %100 şeklinde
5’li likert tipinde cevaplanmaktadır. %0, 1 puan; %25, 2 puan; %50, 3 puan;
73
%75, 4 puan ve %100, 5 puan ile değerlendirilmektedir. Buna göre en az 60,
en fazla 300 puan alınabilmektedir.
Ölçeğin faktör yapısının oluşturulması ve geçerlik-güvenirlik çalışması
yine Kahin ve ark. (2007) tarafından yapılmıştır. Yapılan çalışmada 6 faktör
bulunmuştur: Bunlar “Baskın tarz”, “Kaçınan tarz”, “Öfkeli tarz”, “Duygudan
kaçınan/duyarsız tarz”, “Manipülatif tarz”, “Alaycı/küçümseyici tarz”dır.
Ölçeğin güvenirlik çalışmasında Cronbach Alpha Güvenirlik analizi
tekniği kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre 60 maddelik ölçeğin güvenirlik
katsayısı α= .93 olarak bulunmuştur. Faktör alt ölçekleri için elde edilen
güvenirlik katsayıları ise “Baskın Tarz” alt ölçeği için α= .88 (madde sayısı
14); “Kaçıngan Tarz” alt ölçeği için α= .79 (madde sayısı 11); “Öfkeli Tarz” alt
ölçeği için α= .79 (madde sayısı 9); “Duygudan Kaçınan Tarz” alt ölçeği için
α= .77 (madde sayısı 11); “Manipülatif Tarz” alt ölçeği için α= .74 (madde
sayısı 10); “Küçümseyici Tarz” alt ölçeği için de α= .67 (madde sayısı 5)
olarak bulunmuştur (Kahin ve ark. 2007). Mevcut çalışmada da KTÖ’nün
güvenirlik katsayısı karşılaştırma grubu ve depresyon tanısı almış grup için
ayrı ayrı α= .91 olarak bulunmuştur.
Ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek amacıyla Kısa Semptom Envanteri
(KSE), Offer Yalnızlık Ölçeği (OYÖ) ve Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği
(KİTÖ) kullanılmıştır. Kişilerarası Tarz Ölçeği’nin (KTÖ) alt ölçekleri ve toplam
puanı ile KSE, OYÖ ve KİTÖ arasındaki korelasyonlara Pearson Momentler
74
Çarpımı Korelasyon Katsayısı ile bakılmıştır. Öncelikle KTÖ’nun alt ölçekleri
ve toplam puanı ile KSE’nin her bir alt ölçeği arasında .49 (p<.01) ve .17
(p<.01) arasında değişen anlamlı korelasyonlar olduğu görülmüştür. “Baskın
Tarz” alt ölçeğine bakıldığında, en yüksek korelasyonun “Hostilite” alt ölçeği
ile (r=.37; p<.01) olduğu bulunmuştur. “Kaçıngan Tarz” alt ölçeğine
bakıldığında, en yüksek korelasyonun “Olumsuz Benlik” alt ölçeği ile (r=.33;
p<.01) olduğu bulunmuştur. “Öfkeli Tarz” alt ölçeğine bakıldığında ise en
yüksek korelasyonun ““Hostilite”” alt ölçeği ile (r=.49; p<.01) olduğu
görülmüştür. “Duygudan Kaçınan Tarz” alt ölçeğine bakıldığında, en yüksek
korelasyonun “Olumsuz Benlik” alt ölçeği ile (r=.25; p<.01) olduğu
bulunmuştur. “Manipülatif Tarz” alt ölçeğine bakıldığında, en yüksek
korelasyonun yine “Olumsuz Benlik” alt ölçeği ile (r=.32; p<.01) olduğu
görülmüştür. “Küçümseyici Tarz” alt ölçeğine bakıldığında da en yüksek
korelasyonun “Hostilite” alt ölçeği ile (r=.29; p<.01) olduğu görülmüştür
(Kahin ve ark. 2007).
KTÖ’nün alt ölçekleri ile KİTÖ’nün alt ölçekleri ve toplam puanı
arasındaki korelasyonlara bakıldığında, korelasyonların .71 (p<.01) ve -.09
(p<.05) arasında değiştiği ve en yüksek korelasyonların KİTÖ’nün “ketleyici”
alt ölçeği ile olduğu görülmektedir [“Baskın Tarz” (r=.71; p<.01), “Kaçıngan
Tarz” (r=.52; p<.01), “Öfkeli Tarz” (r=.53; p<.01) ve “Küçümseyici Tarz”
(r=.57; p<.01)]. “Duygudan Kaçınan Tarz” alt ölçeğine bakıldığında ise en
yüksek korelasyonlarının “Açık” alt ölçeği (r= -.29; p<.01) ve “Küçümseyici”
alt ölçeği (r=.29; p<.01) ile olduğu bulunmuştur. “Manipulatif Tarz” alt
75
ölçeğine bakıldığında ise en yüksek korelasyonunun “Küçümseyici” alt
ölçeğine (r=.41; p<.01) ait olduğu görülmüştür. KTÖ’nün alt ölçekleri ve
toplam puanları ile OYÖ arasındaki korelasyonlara bakıldığında, alt ölçeklerle
arasındaki korelasyonların .34 (p<.01) ile .22 (p<.01) arasında değiştiği
görülmüştür (Kahin ve ark. 2007).
2.2.3. KISA SEMPTOM ENVANTERİ
Kısa Semptom Envanteri’nin orijinal formu Derogatis tarafından 90
maddelik SCL-90 Semptom Belirleme Listesi’nin kısaltılarak 53 maddeye
indirilmesiyle oluşturulmuştur. Normal örneklemlerde olduğu gibi, çeşitli
psikiyatrik ve medikal hastalarda da ortaya çıkabilecek bazı psikolojik
semptomları yakalamak amacıyla geliştirilmiş çok boyutlu kendini
değerlendirme türü bir semptom tarama ölçeğidir. Tıpkı SCL-90’da olduğu
gibi 9 alt ölçek ve 3 global indeksten oluşmaktadır. Maddeler “hiç” ve “çok
fazla” ifadelerine eşlik eden 0-4 değerleri arası derecelendirilmiş 5’li Likert tipi
bir ölçek üzerinden puanlanmaktadır (Kahin ve Durak, 1994). KSE Ek C.’de
verilmiştir
KSE’nin Türkiye uyarlaması Kahin ve Durak (1994) tarafından
gerçekleştirilmiştir. Yaptıkları çalışmada ölçeğin toplam puanından elde
edilen Cronbach Alfa iç tutarlılık katsayılarının α= .93 ve α= .96, alt ölçekler
için elde edilen katsayılarının ise α= .63 ile α= .86 arasında değiştiği
76
görülmüştür. Daha sonra yapılan bir çalışmada (Kahin, Durak ve Uğurtaş,
2002) 1994 çalışmasını temel alarak oluşturulan alt ölçeklerin iç tutarlılık
katsayılarının .71 (somatizasyon) ile .85 (depresyon) arasında değiştiği
görülmektedir. 2002 çalışmasının madde dağılımına göre yapılan analizler
sonucunda ise alt ölçeklerden elde edilen iç tutarlılık katsayılarının .70
(somatizasyon) ile .88 (depresyon) arasında değiştiği görülmektedir.
Envanterin toplam puanı üzerinden bulunan iç tutarlılık katsayısı ise .94’dür.
Mevcut çalışmada Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı karşılaştırma grubu için
α= .92, depresyon tanısı almış grup için α= .95 olarak bulunmuştur.
Ölçeğin geçerliği için Kahin ve Durak’ın (1994) çalışmasına
bakıldığında, korelasyon ve uç grup karşılaştırmaları KSE’nin geçerliğini
göstermektedir. Kişilerarası ilişkilerde sorunları olanların, yalnızlıklarının
dışında diğer türden ruhsal sıkıntılar da yaşayabilecekleri varsayımından
hareketle; depresyon, yalnızlık ve kişilerarası ilişkiler geçerlik için ölçüt olarak
alınmıştır. Buna göre Beck Depresyon Envanteri ile korelasyonların r=.34
(p<.001) ile r=.70 (p<.001) arasında, UCLA-Yalnızlık Ölçeği ile
korelasyonların r=.13 ile r=.36 arasında, Offer Yalnızlık ölçeği ile
korelasyonların r=-.34 ile r=-.57 arasında değiştiği görülmektedir. Kişilerarası
ilişkiler ve KSE alt ölçekleri arasındaki ilişkiler de r=-.13 ile r=-.36 arasında
değişmektedir.
77
2.2.4. ÇOK BOYUTLU ÖFKE ÖLÇEĞİ
Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ), Balkaya ve Kahin tarafından
geliştirilmiş “kendini değerlendirme” türünde bir ölçektir (Balkaya, 2001;
Balkaya ve Kahin 2003). Ölçekle, öfke ile ilgili belirtiler, kişide öfkeye neden
olan durum ve insanlar, öfkeyle ilgili düşünceler ve davranışlar
değerlendirilmektedir. Ölçek toplam 158 maddeden oluşmaktadır (Balkaya,
2001). ÇBÖÖ Ek D.’de verilmiştir
Beşli likert tipi bir ölçektir ve beş boyuttan oluşmaktadır. Birinci boyutta
14 madde ile öfkenin fiziksel belirtileri araştırılmaktadır. Öfkenin oluşmasına
neden olan etmenleri tanımlayan ikinci boyutta, 42 madde ile bu ifadelerin
uyandırdığı öfke yoğunluğu sorulmaktadır. Üçüncü boyutta, öfkeyle ilişkili
düşünceleri içeren 30 madde, “Aşağıdaki düşünceler aklınızdan ne sıklıkla
geçer?” sorusu ile araştırılmaktadır. Dördüncü boyutta “Sizi öfkelendiren bir
insan karşısında aşağıdaki davranışları ne sıklıkla gösterirsiniz?” sorusuna
cevap olarak 47 madde bulunmaktadır. Öfke ile başa çıkma yollarının
araştırıldığı beşinci boyutta ise toplam 26 madde yer almaktadır (Balkaya ve
Kahin, 2003). Mevcut çalışmada dördüncü boyut olan “öfke ile ilişkili
davranışlar” ve beşinci boyut olan “kişilerarası öfke” ölçekleri kullanılmıştır.
Öfke ile ilişkili davranışlar boyutunun üç alt ölçeği (saldırgan davranışlar,
sakin davranışlar, kaygılı davranışlar), kişilerarası öfke boyutunun ise dört alt
ölçeği (intikam tepkileri, pasif agresi tepkiler, içedönük tepkiler, umursamaz
78
tepkiler) bulunmaktadır. Öfke ile ilişkili davranışlar toplam puanı alınırken,
sakin davranışlar alt ölçeği puanları dahil edilmemiştir.
ÇBÖÖ için yapılan faktör analizleri sonucunda ortaya çıkan faktör alt
ölçeklerinin Cronbach Alfa güvenirlik katsayılarına bakıldığında; söz konusu 5
temel boyutun güvenirlik katsayılarının α= 0.83 ve α= 0.93 arasında, toplam
15 faktör alt ölçeğinin güvenirlik katsayılarının da α= 0.64 ve α= 0.95
arasında değiştiği görülmektedir (Balkaya ve Kahin, 2003). Batıgün (2002) de
çalışmasında benzer sonuçlar elde etmiştir ve “öfke ile ilişkili davranışlar”
boyutu için Cronbach Alfa güvenirlik katsayısını α= 0.83; “kişilerarası öfke”
boyutu için de α= 0.92 olarak bildirmiştir. Ölçeğin iç tutarlılığına yönelik
analizlere bakıldığında da, faktör alt ölçekleri arasında r = -.11 (p < .01) ile r =
.76 (p < .001) arasında değişen anlamlı korelasyonlar görülmektedir (Balkaya
ve Kahin, 2003). Balkaya’nın (2001) çalışmasında “Öfkeyle ilişkili davranşlar”
boyutunun Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı α= .83, “Kişilerarası öfke”
boyutunun Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı da α= .93 olarak bildirilmiştir.
Güleç (2005) çalışmasında majör depresyon grubu için Cronbach Alfa
güvenirlik katsayısı öfkeyle ilişkili davranışlar boyutu için α= .70, kişilerarası
öfke boyutu için α= .92 olarak belirtilmiştir. Mevcut çalışmada “Öfkeyle ilişkili
davranşlar” boyutunun Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı karşılaştırma grubu
için α= .66, depresyon tanısı almış grup için α= .77, “Kişilerarası öfke”
boyutunun Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı karşılaştırma grubu için α= .93,
depresyon tanısı almış grup için α= .91 olarak bulunmuştur.
79
Ölçeğin geçerliği için öfke ile yakından ilişkili olan hostilite, benlik
saygısı, depresyon, kaygı ve somatizasyon bozuklukları ölçüt olarak ele
alınmıştır. Ayrıca öfkenin suçluluk ve utanç duygularıyla da ilişkili olduğu
dikkate alınmıştır. Bu amaçla, kriter ölçümü olarak, yukarıda sayılan boyutları
içeren Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve Suçluluk ve Utanç Ölçeği (SUTÖ)
ile ÇBÖÖ arasındaki ilişkilere bakılmıştır (Balkaya ve Kahin, 2003).
KSE toplam puanıyla ÇBÖÖ faktörleri arasındaki korelasyon .01 ile .67
arasında değişmektedir. En yüksek oranlar “öfkeyle ilgili düşünceler”
boyutunda görülmektedir. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) alt ölçeklerinin,
Suçluluk Utanç Ölçeği (SUTÖ) ile arasındaki korelasyonlara bakıldığında
değişkenler arası anlamlı düzeyde pek çok korelasyon olduğu görülmektedir.
Öfkeyle İlişkili Düşünceler boyutu, Utanç ile pozitif korelasyon gösterirken (r=
.12; p<.001), Suçluluk ile, düşük bir seviyede, anlamlı bir şekilde negatif
korelasyon göstermektedir (r= -.08; p<.05). Suçluluk puanı, “Pasif-Agresif
Tepkiler” (r= .26; p<.001) ve “İçedönük Tepkiler” (r= .25; p<.001) ile anlamlı
ilişkiler içindedir (Balkaya ve Kahin, 2003). KSE’nin Hostilite alt ölçeği ile
öfkeyle ilişkili davranışlar boyutunun saldırgan davranışlar alt ölçeğinin .51
(p<.001), kaygılı davranışlar alt ölçeğinin .35 (p<.001) düzeyinde anlamlı bir
ilişki gösterdiği, sakin davranışlar alt ölçeğinin anlamlı bir ilişki göstermediği;
kişilerarası öfke boyutunun intikam tepkileri alt ölçeğinin .50 (p<.001), pasif-
agresif alt ölçeğinin .31 (p<.001), içedönük tepkiler alt ölçeğinin .25 (p<.001)
düzeyinde anlamlı bir korelasyon gösterdiği, umursamaz tepkileri alt ölçeğinin
ise anlamlı bir ilişki göstermediği belirtilmiştir (Balkaya, 2001).
80
2.2.5. SOSYAL KAR�ILA�TIRMA ÖLÇEĞİ
Sosyal Karşılaştırma Ölçeği’nin (SKÖ) orijinal formu 5 madde halinde
Gilbert ve Trent (1995) tarafından geliştirilmiştir. Ölçekte kişilerin başkaları ile
kıyaslandığında kendilerini nasıl algıladıkları değerlendirilmektedir. Türkiye
uyarlaması Kahin ve Kahin (1992) tarafından gerçekleştirilmiştir ve son
formunda çift kutuplu 18 madde kullanılmıştır. Ölçek 1-6 arası Likert tipinde
işaretlenmektedir ve puanlama buna göre yapılmaktadır. Yüksek puanlar
olumlu benlik şemasına, düşük puanlar ise olumsuz benlik şemasına işaret
etmektedir. SKÖ Ek E.’de verilmiştir
Kahin ve Kahin’in, ortaokul, lise ve üniversite öğrencisi üzerinde
yaptıkları çalışmada ölçeğin Cronbach Alfa güvenilirlik katsayısını α= .79
olarak bulmuşlardır. Güleç (2005), çalışmasında Cronbach Alfa güvenilirlik
katsayılarını depresif belirtileri düşük grup için α= .91, depresif belirtileri
yüksek grup için α= .85 ve majör depresyon grubu için α= .89 olarak
bildirmiştir. Mevcut çalışmada Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı
karşılaştırma grubu için α= .84, depresyon tanısı almış grup için α= .88 olarak
bulunmuştur.
Ölçeğin bu haliyle depresif belirtileri yüksek ve düşük olan grupları
başarılı olarak ayırt edebildiği görülmüştür. Ayrıca ölçeğin BDE ile arasındaki
korelasyon r=-.19 (p<.001) olarak bulunmuştur. Benzer şekilde Güleç’in
(2005) çalışmasında da, SKÖ’nün depresif kişileri, normal bireylerden
81
ayırdığı görülmektedir. Kahin, Batıgün ve Uğurtaş (2002) da çalışmalarında
SKÖ ile Kısa Semptom Envanterinin alt ölçekleri arasındaki korelasyonların
r= -.21 (somatizasyon) ile r= -.40 (olumsuz benlik) arasında değiştiğini
belirtmişlerdir.
2.2.6. BECK DEPRESYON ENVANTERİ
Beck Depresyon Envateri (BDE), depresyondaki duygusal, bilişsel ve
motivasyona yönelik alanları ve depresyonun şiddetini (yoğunluğunu)
değerlendirmeyi amaçlayan 21 maddelik kendini değerlendirme türünde bir
ölçektir (Beck, Ward, Mendelson, Mock ve Erbaugh, 1961). BDE Ek F.’de
verilmiştir
BDE’deki her madde, depresyona özgü bir davranışsal örüntüyü
belirlemeyi amaçlamaktadır. Maddeler azdan çoğa doğru giden dört derecelik
kendini değerlendirme cümlesinden oluşmaktadır. Maddeler depresyonun
ciddiyetine göre sıfırdan üçe kadar sıralanmış cümleler içermektedir. Ölçekte
bakılan belirtiler: Depresif ruh durumu, karamsarlık, başarısızlık duygusu,
doyum alamama, suçluluk duyguları, ağlama nöbetleri, tedirginlik, sosyal
çekilme, kararsızlık, bedensel imajın çarpıtılması, çalışma inhibisyonu, uyku
bozukluğu, yorgunluk, iştah azalması, kilo kaybı, somatik meşguliyetler ve
libido kaybıdır (Hisli, 1988).
82
Ülkemizde, depresyon için Beck’in geliştirdiği iki ölçeğin uyarlaması
bulunmaktadır. Beck Depresyon Ölçeği’nin Tegin, Beck Depresyon
Envanteri’nin de Hisli tarafından uyarlandığı görülmektedir (Savaşır ve Kahin,
1997). Mevcut çalışmada kullanılan Beck Depresyon Envanteri’nin
standardizasyonu Hisli (1988) tarafından gerçekleştirilmiştir. Ölçeğin
güvenirliği, üniversite öğrencileri ile yapılan bir çalışmada madde analizi ve
yarıya bölme teknikleriyle incelenmiş ve yarıya bölme güvenirliği r=.70,
madde analizinden elde edilen Cronbach Alfa katsayısı da α= .80 olarak
bulunmuştur. Güleç (2005) ise çalışmasında 565 kişilik normal örneklemde
BDE’nin Cronbach Alfa güvenirlik katsayısını α= .84 olarak, hasta grubu için
de α= .74 olarak bulmuştur. Mevcut çalışmada Cronbach Alfa güvenirlik
katsayısı karşılaştırma grubu için α= .71, depresyon tanısı almış grup için α=
.85 olarak bulunmuştur.
Standardizasyon çalışmasında ölçeğin geçerliğine MMPI’ın Depresyon
skalası kullanılarak bakılmıştır ve Pearson korelasyon katsayısı r=.50 olarak
bulunmuştur (Hisli, 1989). Psikiyatri polikliniği hastaları ile yapılan başka bir
geçerlik çalışmasında da bu katsayı r=.63 olarak bulunmuştur (Hisli, 1988).
Ayrıca Arkar ve Kafak (2004) yaptıkları çalışmada 354 hastanın BDE
maddelerine vermiş oldukları yanıtlara faktör analizi yapmışlardır ve sonuçlar,
BDE’deki maddelerin depresyonun iki birincil boyutunu (bilişsel belirtiler ve
somatik-afektif belirtiler) değerlendirdiğini göstermektedir.
83
2.3. �LEM
Uygulamalarda katılımcılara doldurmaları için Demografik Bilgi Formu,
Kişilerarası Tarz Ölçeği (KİTÖ), Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin (ÇBÖÖ) 4. ve 5.
boyutları, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ), Kısa Semptom Envanteri
(KSE) ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) verilmiştir. Demografik Bilgi
Formu her uygulamanın başında olmak üzere, sıra etkisinin kontrol edilmesi
için diğer ölçekler farklı sıralarda verilmiştir.
Depresyon grubunun verileri, İstanbul, Ankara, Antalya, Balıkesir ve
Samsun olmak üzere çeşitli devlet ve üniversite hastanelerinde bir psikiyatrist
tarafından depresyon tanısı almış kişilerden toplanmıştır. Karşılaştırma grubu
için ise veriler İstanbul, Ankara, Balıkesir ve Samsun’dan gönüllü
katılımcılardan kartopu örneklemesi yöntemiyle toplanmıştır. Katılımcıların
ölçek ve formları doldurmaları 20 ile 40 dakika arasında sürmüştür.
Araştırmanın sonucunda elde edilen veriler “SPSS for Windows 15.0”
programı ile analiz edilmiştir. Öncelikle depresyon tanısı almış grup ile
karşılaştırma grubunun farklılaşıp faklılaşmadığını ve demografik
değişkenlere göre puanların nasıl değiştiğini belirlemek amacıyla ANOVA
yapılmıştır. İki grubun temel değişkenler açısından nasıl farklışatığını görmek
için T-testi ve değişkenler arasındaki ilişkilerin literatürle ne kadar tutarlı
olduğunu belirlemek amacıyla Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon
yapılmıştır. Ayrıca Depresyon tanısı almış grupta, klinik bir depresyonu ve
84
karşılaştırma grubunda hafif düzeyde de olsa depresif belirtilerini yordayan
olası değişkenlerin belirlenmesi ve buna göre depresyon grubunda, klinik bir
depresyonu yordayan değişkenlerin farklılaşıp farklılaşmadığını görmek
amacıyla hiyerarşik regresyon analizi uygulanmıştır.
85
BÖLÜM III
BULGULAR
3.1. Demografik Değişkenlere Yönelik Analiz Sonuçları
Araştırmanın örneklemi eğitim düzeyi bakımından üç gruba, medeni
durum bakımından iki gruba (karşı cinsle bir ilişki var-yok), gelir düzeyi
bakımından üç gruba ve yaş bakımından üç gruba ayrılmıştır. Gruplar daha
önce Tablo 2.1.’de verilmiştir.
İlk olarak grup, cinsiyet ve yaşın katılımcıların depresyon puanları
üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu incelemek amacıyla 2 (Grup) X 2 (Cinsiyet)
X 3 (Yaş) faktörlü ANOVA uygulanmıştır. Analizin sonucu Tablo 3.1.’de
gösterilmiştir. Tablo incelendiğinde, beklendiği gibi grup temel etkisinin
anlamlı olduğu (F1,104=232,65, p<.001) ve buna göre depresyon tanısı almış
katılımcıların depresyon puanlarının (x=31,22, ss=8,76), karşılaştırma
grubundaki katılımcıların puanlarından (x=7,69, ss=4,04) anlamlı düzeyde
yüksek olduğu; ancak yaş ve cinsiyetin temel etkilerinin olmadığı
görülmektedir. Bununla beraber, grup ve yaşın etkileşim etkisi (F2,104=3,85;
p<.05) ile grup, cinsiyet ve yaşın etkileşim etkisi (F2,104=4,55; p<.05)
bulunmuştur. Grup ve yaş etkileşim etkisinin kaynağını belirlemek üzere
yapılan Tukey Kramer testi sonuçlarına göre, 17-25 yaş arasındaki depresif
bireyler ile 36 yaşın üstündeki depresif bireyler (q=3,80; p<.05) arasında
86
anlamlı düzeyde fark olduğu bulunmuştur. Buna göre 17-25 yaş arasındaki
depresif bireylerin depresyon ortalamasının (x=34,57, ss=10,41), 36 yaş
üstündeki depresif bireylerin depresyon ortalamasından (x=28,74, ss=6,00)
daha yüksek olduğu görülmektedir (Bkz. Grafik 3.1.; Grafik 3.2.).
Tablo 3.1. Depresyon üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri
Kaynak Kareler Toplamı
s.d. Ortalama
Kare F
Grup 9492,65 1 9492,65 232,65***
Cinsiyet 17,24 1 17,24 ,42
Yaş 10,06 2 5,03 ,12
Grup X Cinsiyet 17,99 1 17,99 ,44
Grup X Yaş 314,15 2 157,07 3,85*
Cinsiyet X Yaş 45,73 2 22,86 ,56
Grup X Cinsiyet X Yaş 371,72 2 185,86 4,55*
Hata 4243,43 104 40,80
Toplam 62334,00 116
*p<.05; ***p<.001
87
Grafik 3.1. Depresyon Grubu Yaşın Etkisi
Grafik 3.2. Karşılaştırma Grubu Yaşın Etkisi
88
İkinci olarak da bu kez yaş yerine eğitim düzeyi ele alınarak 2 (Grup) X
2 (Cinsiyet) X 3 (Eğitim) faktörlü ANOVA uygulanmıştır. Analizin sonucu
Tablo 3.2.’de gösterilmiştir. Yine beklendiği gibi grup temel etkisi
(F1,106=268,63, p<.001) bulunmuştur. Ancak eğitim düzeyinin de puanlar
üzerinde temel etkisi saptanmıştır (F2,106=8,06, p≤.001). Ayrıca grup ve eğitim
düzeyinin etkileşim etkisinin olduğu da görülmüştür.
Tablo 3.2. Depresyon üzerinde grup, cinsiyet ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri
Kaynak Kareler Toplamı
s.d. Ortalama
Kare F
Grup 10476,74 1 10476,74 268,62***
Cinsiyet 41,23 1 41,23 1,06
Eğitim 628,85 2 314,42 8,06***
Grup X Cinsiyet 1,38 1 1,38 ,35
Grup X Eğitim 323,85 2 161,93 4,52*
Cinsiyet X Eğitim 81,31 2 40,65 1,04
Grup X Cinsiyet X Eğitim 41,78 2 20,89 ,54
Hata 4134,13 106 39,00
Toplam 63586,00 118
*p<.05; ***p≤.001
Bu sonuçlara göre depresyon tanısı almış katılımcıların depresyon
puanlarının (x=31,00, ss=8,69), karşılaştırma grubundaki katılımcıların
puanlarından (x=7,69, ss=4,04); ilkokul-ortaokul mezunu ile okur-yazarların
depresyon puanlarının (x=23,08, ss=11,51) da, lise (x=18,97, ss=16,10) ve
üniversite (x=15,80, ss=11,64) mezunlarının puanlarından anlamlı düzeyde
89
yüksek olduğu bulunmuştur. Grup ve eğitim düzeyinin etkileşim etkisinin
kaynağını belirlemek üzere yapılan Tukey Kramer testi sonuçlarına göre,
ilkokul-ortaokul mezunu ve okur-yazar depresif bireyler ile lise mezunu
depresif bireyler arasında (q=-4,41; p<.05) ve lise mezunu depresif bireyler
ile üniversite mezunu depresif bireyler (q=6,20; p<.05) arasında anlamlı
düzeyde fark olduğu bulunmuştur. Buna göre lise mezunu depresif bireylerin
depresyon ortalamasının (x=36,80, ss=10,98), ilkokul-ortaokul mezunu ve
okur-yazar depresif bireylerin ortalamasından (x=30,27, ss=7,07) ve
üniversite mezunu depresif bireylerin ortalamasından (x=27,45, ss=6,13)
yüksek olduğu saptanmıştır (Bkz. Grafik 3.3.; Grafik 3.4.).
Grafik 3.3. Depresyon Grubu Eğitim Düzeyinin Etkisi
90
Grafik 3.4. Karşılaştırma Grubu Eğitim Düzeyinin Etkisi
Üçüncü olarak semptom açısından karşılaştırma grubunun, depresyon
tanısı almış gruptan ayrışıp ayrışmadığını belirlemek amacıyla grup, cinsiyet
ve yaşın katılımcıların KSE puanları (bu analizde depresyon alt ölçeği
puanları, toplam puana dahil edilmemiştir) üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna 2
(Grup) X 2 (Cinsiyet) X 3 (Yaş) faktörlü ANOVA ile bakılmıştır. Analizin
sonucu Tablo 3.3.’de gösterilmiştir. Tablo incelendiğinde, beklendiği gibi grup
temel etkisinin anlamlı olduğu (F1,98=130,90, p<.001) ve buna göre
depresyon tanısı almış katılımcıların KSE puanlarının (x=80,98, ss=26,27),
karşılaştırma grubundaki katılımcıların puanlarından (x=26,93, ss=16,36)
anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmektedir.
91
Tablo 3.3. KSE (Depresyon alt ölçeği puanı toplam puana dahil edilmemiş olarak) üzerinde grup, cinsiyet ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri
Kaynak Kareler Toplamı
s.d. Ortalama
Kare F
Grup 59164,62 1 59164,62 130,90***
Cinsiyet 857,24 1 857,24 1,90
Yaş 474,93 2 237,46 ,53
Grup X Cinsiyet 230,54 1 230,54 ,51
Grup X Yaş 3747,04 2 1873,52 4,15*
Cinsiyet X Yaş 239,01 2 119,50 ,26
Grup X Cinsiyet X Yaş 96,15 2 48,08 ,11
Hata 44295,10 98 451,99
Toplam 433519,00 110
*p<.05; ***p≤.001
3.2. Depresif Grup ile Karşılaştırma Grubunun Araştırma
Değişkenleri Açısından Değerlendirilmesi
Literatürde depresif bireylerin daha az kişilerarası becerilere sahip
oldukları ve daha fazla iletişim problemi yaşadıkları (Libet ve Lewinsohn,
1973; Petty, Ericsson ve Joiner, 2004), daha olumsuz öfke yaşantılarının
olduğu (Ingram, Trenary, Odom, Berry ve Nelson, 2007; Aydemir, Temiz ve
Göka, 2002) ve kendilerine ilişkin daha olumsuz bir bakış açılarının olduğu
(Gara ve ark., 1993; Galambos, Barker ve Krahn, 2006) vurgulanmaktadır.
Bu doğrultuda, depresyon tanısı almış grup ile karşılaştırma grubunun
kişilerarası tarz, kendilik algısı, öfke davranışları, kişilerarası öfke ve ayrıca
KSE puanları bakımından farklılaşıp farklılaşmadığının belirlenmesi amacıyla
92
bağımsız örneklem T-testi uygulanmıştır. Temel değişkenler için elde edilen
sonuçlar Tablo 3.4.’de, alt ölçekler için Bonferroni düzeltmesi de dikkate
alınarak elde edilen sonuçlar da Tablo 3.5.’de verilmiştir. Tablo
incelendiğinde, depresyon tanısı almış grubun temel değişkenlerin hepsinde
de karşılaştırma grubundan farklılaştığı görülmektedir.
Tablo 3.4. Depresyon grubu ile karşılaştırma grubunun temel değişkenler açısından karşılaştırılması
DEĞİ5KENLER Depresyon Grubu Karşılaştırma Grubu
N = 64 N = 71 Ortalama ss Ortalama ss t
Kişilerarası Tarz 141,71 29,89 116,34 26,41 4,73***
Öfke Davranışları 45,09 8,93 36,63 6,07 5,88***
Kişilerarası Öfke 135,81 24,33 124,13 25,52 2,36*
Kendilik Algısı 68,90 15,56 85,30 10,91 -6,29***
Kısa Semptom Envanteri 114,25 32,87 35,87 21,83 14,36***
* p<.05, ***p≤.001
Temel değişkenlere ve alt ölçeklerden alınan puanlara bakıldığında,
depresyon tanısı almış grubun, kişilerarası tarz toplam puanlarının
(x=141,71, ss=29,89), karşılaştırma grubununkinden (x=116,34, ss=26,41)
anlamlı düzeyde farklılaştığı görülmektedir (t=4,73, p<.001). KTÖ’nün alt
ölçeklerine bakıldığında da, depresyon tanısı almış grubun, kaçınan tarz,
öfkeli tarz ve duyarsız tarz puanları bakımıdan, karşılaştırma grubundan
farklılaştığı görülmektedir. Baskın tarz ve manipülatif tarz açısından ise
puanlar biraz daha yüksek gibi görülse de, farklılık istatiksel olarak anlamlılık
düzeyine ulaşmamaktadır. Alaycı tarz açısından ise grupların pek
farklılaşmadığı görülmektedir.
93
Tablo 3.5. Alt ölçekler için depresyon grubu ile karşılaştırma grubunun değişkenler açısından karşılaştırılması
DEĞİ5KENLER
Depresyon Grubu Karşılaştırma Grubu
N = 64 N = 71
Ortalama ss Ortalama ss t
Kiş
ile
rara
sı
Tarz
Alt
Ö
lçekle
ri
Baskın Tarz 26,05 7,78 22,85 8,22 2,19
Kaçınan Tarz 27,07 7,21 21,57 5,61 4,73***
Öfkeli Tarz 26,31 6,67 21,21 6,02 4,51***
Duyarsız Tarz 27,05 6,69 22,36 6,30 3,96***
Manipülatif Tarz 25,86 5,91 22,63 6,31 2,96
Alaycı/Küçümseyici Tarz
10,22 3,36 9,66 4,11 ,83
Öfk
e D
av.
Alt
Ölç
ekle
ri
Saldırgan davranışlar 30,13 7,62 23,58 5,26 5,43***
Sakin davranışlar 31,91 6,84 34,19 6,25 -1,92
Kaygılı davranışlar 14,91 3,07 12,91 2,62 3,92***
Kiş
ile
rara
sı
Öfk
e
Alt
Ölç
ekle
ri İntikam tepkileri 62,79 18,20 52,91 16,15 3,03
Pasif agresif tepkiler 31,68 6,03 31,63 7,00 0,05
İçedönük tepkiler 33,49 6,61 31,77 5,75 1,53
Umursamaz tepkiler 6,52 3,03 7,44 3,16 -1,67
***p≤.001 - Bonferroni düzeltmesine göre
Öfke ile ilgili boyutlara bakıldığında, depresyon tanısı almış grubun
“öfke davranışları” (x=45,09, ss=8,93) ve “kişilerarası öfke” puanlarının
(x=135,81, ss=24,33), karşılaştırma grubunun “öfke davranışları” (x=36,63,
ss=6,07) (t=5,88, p<001) ve “kişilerarası öfke” (x=124,13, ss=25,52)
puanlarından (t=2,34, p<,05) anlamlı düzeyde farklılaştığı görülmektedir.
“Öfke davranışları” ve “kişilerarası öfke” boyutlarının alt ölçeklerine
bakıldığında ise depresyon tanısı almış grubun “saldırgan davranışlar”
puanlarının (x=30,13, ss=7,62), karşılaştırma grubunun puanlarından
(x=23,58, ss=5,26) anlamlı düzeyde farklılaştığı (t=5,43, p<.001) ve “kaygılı
94
davranışlar” puanlarının da (x=14,91, ss=3,07), karşılaştırma grubunun
puanlarından (x=12,91, ss=2,62) anlamlı düzeyde farklılaştığı (t=3,92,
p<.001) görülecektir. “Sakin davranışlar”, “intikam tepkileri”, “pasif agresif
tepkiler”, “içedönük tepkiler” ve “umursamaz tepkiler” puanlarında ise iki grup
arasında anlamlı düzeyde bir farklılaşmanın olmadığı görülmüştür.
Kendilik algısı ve KSE puanlarına bakıldığında da depresyon tanısı
almış grubun kendilik algısı puanlarının (x=68,90, ss=15,56), karşılaştırma
grubunun puanlarından (x=85,30, ss=10,91) (t=-6,29, p<,001); KSE
puanlarının da (x=114,25, ss=32,87), karşılaştırma grubunun puanlarından
(x=35,87, ss=21,83) (t=14,36, p<.001) anlamlı düzeyde farklılaştığı
görülmektedir.
3.3. Depresyonu Yordayan Değişkenler
Klinik depresyonun yanı sıra normal bireylerde de depresif belirtilerin
olabileceği (Kumbasar, 2000) göz önünde bulundurularak; depresyonu ve
depresif belirtileri yordayan değişkenlerin belirlenmesi amacıyla depresyon
tanısı almış grup ve karşılaştırma grubu ile ayrı ayrı aşamalı hiyerarşik
regresyon analizleri yapılmıştır ve elde edilen bulgular Tablo 3.6. ve Tablo
3.7.’de verilmiştir.
95
Tablo 3.6. Depresyon tanısı almış grupta ve karşılaştırma grubunda depresyon puanlarını yordayan değişkenler
Grup Değişken R R2 R2
Değ. Beta t
Hata vary.
F değ.
F
Depresif Grup
Öfke davranışları ,45 ,21 ,21 ,69 1,82 ,25 4,71* 4,71*
Kişilerarası Öfke ,46 ,21 ,005 -,16 -,42 ,09 ,11 2,29
Kişilerarası Tarz ,49 ,24 ,03 -,02 -,10 ,04 ,65 1,71
Kendilik algısı ,73 ,54 ,30 -,58 -3,11** ,09 9,69** 4,41*
Karşılaştırma Grubu
Öfke davranışları ,20 ,04 ,04 ,20 ,87 ,15 1,31 1,31
Kişilerarası Öfke ,20 ,04 ,00 -,19 -,79 ,04 ,01 ,64
Kişilerarası Tarz ,31 ,09 ,05 ,41 1,73 ,03 1,74 1,02
Kendilik algısı ,38 ,15 ,05 ,26 1,28 ,07 1,63 1,19
* p<.05, **p<.01
Söz konusu bu analizlerde bağımlı değişken BDE’den alınan
depresyon puanlarıdır. Yordayıcı değişkenler ise ilk aşamada demografik
değişkenler (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, ilişki durumu), ikinci
aşamada öfke davranışları, üçüncü aşamada kişilerarası öfke, dördüncü
aşamada kişilerarası tarz ve beşinci aşamada kendilik algısı olarak denkleme
sokulmuştur (Bkz. Tablo 3.6.).
Tablo 3.6. incelendiğinde depresyon tanısı almış grupta ve
karşılaştırma grubunda depresyonu yordayan değişkenlerin sırasıyla, “öfke
davranışları”, “kişilerarası öfke”, “kişilerarası tarz” ve “kendilik algısı” olduğu
görülmektedir. Depresyon tanısı almış grupta değişkenler bir bütün olarak
varyansın %54’ünü açıklamaktadır. Bu değişkenlerden depresyonu en güçlü
96
olarak yordayanın kendilik algısı olduğu görülmektedir (F1,15=4,41, p<.05).
Öfke davranışlarının da tek başına yordayıcı gücünün olduğu; kişilerarası
öfke ile kişilerarası tarzın ise yordayıcı güçlerinin olduğu; ancak yordamaya
tek başlarına anlamlı katkılarının olmadığı bulunmuştur. Öfke davranışları ile
kişilerarası öfkenin birlikte varyansın %21’ini açıkladıkları, kişilerarası tarz ile
birlikte açıklanan varyansın %24’e, kendilik algısı ile birlikte de %54’e
yükseldiği görülmektedir. Karşılaştırma grubunda da aynı değişkenlerin
birlikteyken yordayıcı olduğu (öfke davranışları, kişilerarası öfke, kişilerarası
tarz ve kendilik algısı); ancakanlamlı bir katkı yapmadıkları ve birlikte
varyansın %15’ini açıkladıkları görülmektedir.
Alt ölçeklerin yordayıcı olarak kullanıldığı regresyon analizlerine ilişkin
sonuçlar da Tablo 3.7.’de verilmiştir. Denkleme ilk aşamada demografik
değişkenler (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, ilişki durumu), ikinci
aşamada öfke davranışları (saldırgan davranışlar, sakin davranışlar, kaygılı
davranışlar), üçüncü aşamada kişilerarası öfke (intikam tepkileri, pasif agresif
öfke tepkileri, içedönük tepkiler, umursamaz tepkiler), dördüncü aşamada
kişilerarası tarz (baskın tarz, kaçınan tarz, öfkeli tarz, duyarsız tarz,
manipülatif tarz, alaycı/küçümseyici tarz), beşinci aşamada kendilik algısı,
altıncı aşamada yaşam doyumu ve son aşamada da kişilerarası memnuniyet
puanları denkleme sokulmuştur (Bkz. Tablo 3.7.).
97
Tablo 3.7. Depresyon puanlarını yordayan değişkenler
Grup Değişken R R2 R2
Değ. Beta t
Hata vary.
F değ.
F
Depresif Grup
Saldırgan öfke davranışı
,50 ,25 ,25 ,45 2,69* ,13 5,34* 5,34*
İçe dönük öfke ,69 ,48 ,23 ,30 1,63 ,21 6,64* 6,93**
Kendilik algısı ,80 ,64 ,16 -,30 -1,01 ,15 6,34* 8,38**
Yaşam doyumu ,81 ,66 ,01 -,10 -,44 ,64 ,52 6,20**
Kişilerarası memnuniyet
,85 ,73 ,07 ,35 1,74 ,63 3,01 6,33**
Eğitim Düzeyi ,38 ,15 ,15 -,31 -1,88 1,01 4,77* 4,77*
Karşılaştırma Grubu
Kendilik algısı ,39 ,15 ,005 ,19 1,08 ,06 ,15 2,39
Yaşam doyumu ,58 ,33 ,18 ,31 1,52 ,42 7,17* 4,35*
Kişilerarası memnuniyet
,60 ,36 ,03 ,21 ,98 ,44 ,96 3,49*
* p<.05, **p<.01
Tablo 3.7. incelendiğinde depresyon tanısı almış grupta depresyonu
yordayan değişkenlerin sırasıyla, “saldırgan davranışlar”, “içe dönük öfke”,
“kendilik algısı”, “yaşam doyumu” ve “kişilerarası memnuniyet” olduğu
görülmektedir. Saldırgan öfke davranışının varyansın %25’ini, içe dönük öfke
ile birlikte %48’ini açıkladığı görülmektedir. Kendilik algısı daha önceki
değişkenlerle birlikte varyansın %64’ünü açıklamaktadır. Yaşam doyumu ve
kişilerarası memnuniyet ile birlikte değişkenlerin bir bütün olarak varyansın
%73’ünü açıkladıkları görülmektedir. Bu değişkenlerden saldırgan öfke
davranışları (F1,16=5,34, p<.05), içe dönük öfke (F1,15=6,93, p<.01) ve kendilik
algısı (F1,14=8,38, p<.01) değişkenlerinin depresyonu yordama güçlerinin
yüksek ve tek başlarına yordayıcı oldukları görülmektedir. Yaşam doyumu ve
98
kişilerarası memnuniyetin de yordayıcı güçlerinin olduğu; ancak tek başlarına
anlamlı düzeyde olmadıkları bulunmuştur.
Karşılaştırma grubundaki depresif belirtileri yordayan değişkenlerin ise
sırasıyla “eğitim düzeyi”, “kendilik algısı”, “yaşam doyumu” ve “kişilerarası
memnuniyet” olduğu görülmektedir. Değişkenlerden eğitim düzeyi
(F1,28=4,77, p<.05) ile yaşam doyumunun (F1,26=4,35, p<.05) tek başlarına
yordama gücüne sahip oldukları ve değişkenlerin bir bütün olarak varyansın
%36’sını açıkladıkları bulunmuştur.
Depresyon tanısı almış grup ile karşılaştırma grubunda depresyonu
yordayan değişkenlere baktığımızda, “kendilik algısı, yaşam doyumu ve
kişilerarası memnuniyet”in her iki grupta da ortak yordayıcılar olduğu;
depresyon tanısı almış grupta ise saldırgan öfke ve içe dönük öfkenin önemli
yordayıcılar olarak devreye girdiği, karşılaştırma grubunda da eğitim
düzeyinin önemli bir yordayıcı olduğu görülmektedir.
3.5. Değişkenler Arası İlişkiler
Araştırmanın temel değişkenleri arasındaki ilişkiler toplam örneklem
üzerinde (N=135) Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği ile
hesaplanmıştır. Temel değişkenler arasındaki ilişkiler Tablo 3.8.’de, temel
değişkenler ve alt ölçeklerin gösterdiği ilişkiler ise Tablo 3.9.’da verilmiştir.
99
Tablo 3.8. Kişilerarası Tarz, Kendilik Algısı, Öfke ve Depresyon Arasındaki İlişkiler
Depresyon
Kişilerarası Tarz
KSE Kendilik
Algısı
Öfke ile ilişkili
Davranışlar
Kişilerarası Öfke
Depresyon -- ,50** ,82** -,60** ,47** ,25*
Kişilerarası Tarz
-- ,41** -,48** ,48** ,59**
Kısa Semptom Envanteri
-- -,67** ,47** ,30**
Kendilik Algısı
-- -,33** -,23*
Öfke ile ilişkili
Davranışlar -- ,67**
Kişilerarası Öfke
--
* p<.05; ** p<.01
Tablo 3.8. incelendiğinde bütün değişkenler arasında bir ilişkinin
bulunduğu görülmektedir. Buna göre, depresyonun; kişilerarası tarz (KTÖ) ile
(r=,50, p<.01), Kısa Semptom Envanteri puanları (KSE) ile (r=,82, p<.01),
öfke ile ilişkili davranışlar ile (r=,47, p<.01) ve kişilerarası öfke ile (r=,25,
p<.05) pozitif yönde; kendilik algısı (SKÖ) ile (r=-,60, p<.01) de negatif yönde
bir ilişki gösterdiği; kişilerarası tarzın Kısa Semptom Envanteri puanları ile
(r=,41, p<.01), öfke ile ilişkili davranışlar ile (r=,48, p<.01) ve kişilerarası öfke
ile (r=,59, p<.01) pozitif yönde, kendilik algısı ile (r=-,48, p<.01) de negatif
yönde bir ilişki gösterdiği, Kısa Semptom Envanteri puanlarının, kendilik
algısı ile (r=-,67, p<.01) negatif yönde, öfke ile ilişkili davranışlar ile (r=,47,
p<.01) ve kişilerarası öfke ile (r=,30, p<.01) pozitif yönde bir ilişki gösterdiği;
kendilik algısının öfke ile ilişkili davranışlar (r=-,33, p<.01) ve kişilerarası öfke
ile (r=-,23, p<.05) negatif yönde bir ilişki gösterdiği, son olarak da öfke
100
davranışı ile kişilerarası öfkenin (r=,67, p<.01) pozitif yönde bir ilişki
gösterdiği görülmektedir.
Kişilerarası Tarz Ölçeği’nin, Öfke ile ilişkili Davranışlar Ölçeği’nin ve
Kişilerarası Öfke Ölçeği’nin alt ölçekleri ile yaşam doyumu ile kişilerarası
memnuniyetin; depresyon, kişilerarası tarz, kendilik algısı, öfke davranışları
ve kişilerarası öfke ile gösterdikleri korelasyonlar da Tablo 3.9.’da verilmiştir.
Tablo incelendiğinde temel değişkenimiz depresyonun, kişilerarası tarz alt
ölçeklerinden alaycı tarz ile, öfke davranışlarından sakin davranış ile,
kişilerarası öfke alt ölçeklerinden pasif agresif, içe dönük ve umursamaz alt
ölçekleriyle anlamlı bir ilişki göstermediği, ancak diğer bütün alt ölçeklerle
anlamlı bir ilişki gösterdiği bulunmuştur. Buna göre depresyonun, KTÖ alt
ölçeklerinden baskın tarz ile (r=,24, p<.05), kaçınan tarz ile (r=,50, p<.01),
öfkeli tarz ile (r=,45, p<.01), duyarsız tarz ile (r=,39, p<.01), manipülatif tarz
ile (r=,33, p<.01); öfke davranışları alt ölçeklerinden, saldırgan öfke ile (r=,44,
p<.01), kaygılı davranışlar ile (r=,31, p<.01); kişilerarası öfke alt ölçeklerinden
de intikam tepkileri ile (r=,24, p<.05) ile pozitif yönde bir ilişki gösterdiği
görülmüştür. Ayrıca yaşam doyumu ve kişilerarası memnuniyete
baktığımızda, depresyonun yaşam doyumu ile (r=,71, p<.01) ve kişilerarası
memnuniyet ile (r=,75, p<.01) pozitif yönde bir ilişki gösterdiği bulunmuştur.
Buna göre bireylerin yaşam doyumsuzluğu ile kişilerarası memnuniyetsizliği
arttıkça, depresyon puanları artmaktadır.
101
Tablo 3.9. Alt ölçeklerin ve yaşam doyumu ile kişilerarası memnuniyetin temel değişkenlerle olan korelasyonları
Depresyon
BDE Kişilerarası
Tarz Kendilik
Algısı Öfke
Davranışı Kişilerarası
Öfke
Kişilerarası Tarz
Baskın ,24* -- -,30** ,41** ,50**
Kaçınan ,50** -- -,46** ,36** ,40**
Öfkeli ,45** -- -,38** ,61** ,64**
Duyarsız ,39** -- -,35** ,19* ,35**
Manipülatif ,33** -- -,32** ,25** ,48**
Alaycı ,14 -- -,15 ,30** ,44**
Öfke Davranışı
Saldırgan ,44** ,44** -,28** -- ,61**
Sakin -,19 -,20** ,25* -- -,13
Kaygılı ,31** ,35** -,27** -- ,44**
Kişilerarası Öfke İntikam ,24* ,59** -,22* ,67** --
Pasif Agresif -,01 ,41** ,02 ,45** --
İçe Dönük ,17 ,13 -,17 ,25** --
Umursamaz -,10 ,05 ,20 -,06
Yaşam Doyumunda Düşüklük
,71** ,44** -,61** ,43** ,23*
Kişilerarası Memnuniyetsizlik ,75** ,43** -,60** ,53** ,19
* p<.05; ** p<.01
102
BÖLÜM IV
TARTI�MA
Bu bölümde bulgular bölümünde elde edilen sonuçlar konuyla ilgili
literatür çerçevesinde tartışılmış, daha sonra bir bütün olarak tekrar
değerlendirilmiştir.
4.1. Demografik Değişkenlere Yönelik Analiz Sonuçları
Hatırlanacağı gibi örneklemin BDE ve KSE puanları üzerinde
demografik değişkenlerin nasıl bir etkisi olduğunun incelendiği analiz
sonucunda, hem BDE puanlarında hem de KSE puanlarında grubun temel
etkisinin olduğu gözlenmiştir. Her iki ölçek puanları üzerinde grup etkisinin
görülmesi beklendik bir sonuçtur ve karşılaştırma grubumuzun
araştırmamızın amaçları açısından uygunluğuna ilişkin bir kanıt olarak
yorumlanabilir. Diğer demografik bilgilere ilişkin bazı sonuçlar (örneğin BDE
üzerinde cinsiyet temel etkisinin bulunmayışı) literatürdeki bulgularla kısmen
uyumsuz gibi görünmekle birlikte tek tek her sonucun ele alınması sonuçların
daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.
Literatürde birçok araştırmada cinsiyet ve depresyon arasında önemli
bir ilişkinin olduğu vurgulanmaktadır ve kadınların erkeklere oranla iki kat
daha fazla depresyon yaşadığı belirtilmektedir (bkz. Nolen-Hoeksema, 2001,
103
Öztürk, 2004, Boughton ve Street, 2007). Bu yönde temel bir kabul olmakla
birlikte, bu kabulün aksine sonuçlar veren çalışmaların da olduğu
görülmektedir (bkz. Baumgart ve Oliver,1981). Bu çalışmada ise cinsiyetin
depresyon üzerindeki temel etkisine bakıldığında anlamlı bir ilişki
göstermediği sonucu çıkmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta,
veri toplama aşamasında kliniğe başvuran depresif kişilerin %77’sini
kadınların oluşturmuş olmasıdır. Bu durum beklendiği gibi daha çok
kadınların depresyon şikayeti yaşadığına ilişkin araştırma sonuçlarını
desteklemektedir. Yine de bu farkın kadınların daha fazla depresyon
yaşamalarından mı, yoksa erkeklerin yardım alma eğilimlerinin daha az
olmasından mı kaynaklandığını, bu çalışmada belirleme imkanı
bulunmamaktadır (Erkeklerin depresyon yaşantısına ilişkin daha ayrıntılı bilgi
için Mahalik ve Rochlen’nin (2006) özet çalışmasına bkz.). Dikkate alınması
gereken ikinci bir konu da cinsiyet bağlamında depresyon yaşayan bireylerin,
yaşadıkları depresyonun şiddeti bakımından farklılaşma göstermedikleridir
(Wilhelm, Roy, Mitchell, Brownhill, Parker, 2002), diğer bir ifadeyle kadınlar
erkeklere göre daha fazla depresyon yaşama riski taşımakla birlikte,
depresyona giren bireylerin (kadın-erkek) yaşadıkları depresyonun şiddeti
cinsiyete göre farklılaşmamaktadır. Hatırlanacağı gibi bu çalışmada
incelenen örneklem iki farklı uçta depresyon yaşayan kişilerden oluşmaktadır,
diğer deyişle orta düzeyde depresyon yaşayanlar analize dahil edilmemiştir.
Bu durumda örneklem, tam bir normal dağılım örneklemi sayılmaz. Cinsiyet
temel etkisinin çıkmayışının bir nedeni de bu olabilir. Son olarak cinsiyetin
temel etkisi bulunmamakla birlikte, grup, cinsiyet ve yaşın etkileşim etkisinin
olduğu görülmektedir. Bu durum cinsiyetin belirli bir yaş döneminde
104
depresyon açısından önemli olabileceğini düşündürmektedir. Bununla birlikte
erkek katılımcı sayısının daha fazla olduğu bir araştırma, cinsiyetin etkisine
ilişkin daha aydınlatıcı bilgiler verecektir.
Yaş ve depresyon ilişkisine bakıldığında, varyans analizi sonuçlarına
göre, kişilerin depresyon yaşantıları üzerinde yaşın temel bir etkisinin
olmadığı; ancak depresyon tanısı almış grupta, 17-25 yaş arasındaki
bireylerin depresyon düzeylerinin, 35 yaşın üstündeki bireylerden yüksek
olduğu görülmektedir. Bu konuda birçok depresyon-yaş araştırmasını
özetleyen Newman’ın (1989) çalışmasına baktığımızda, araştırmalar
arasında tam bir tutarlılığın olmadığı görülebilir. Yine de Newman’ın aktardığı
çalışmalara genel olarak bakıldığında 35 yaşın altında ve 75 yaşın üstünde
depresyon semptomlarında bir artışın olduğu görülmektedir. Yaşlanmayla
birlikte depresyon yaşantısında artışın olabileceği belirtilmiş olsa da, bu
çalışmada 50 yaşın üstünde katılımcı sayısının az olması ve üst yaş sınırının
65 olmasından dolayı, yaşlanmanın depresyon üzerindeki etkisine
bakılamamıştır. Bununla birlikte mevcut çalışmada, literatürle uyumlu olarak
25 yaşın altının depresyon için bir risk grubu olabileceği görülmüştür.
Teachman (2006) da çalışmasında 18 yaşından sonra depresyon
semptomlarında bir artışın başladığını ve orta yaştan sonra düştüğünü
vurgulamıştır. Ergenliğin sonu ve hayata atılma dönemi olması bakımından
17-25 yaş arasının bireylerin yoğun stres (işsizlik gibi) (Yentürk ve Başlevent,
2007) ile karşı karşıya kaldıkları bir dönem olduğu düşünülebilir ve bu
bağlamda bir depresyonun gelişmesi olası gibi görünmektedir.
105
Literatürde eğitim ve depresyon arasındaki ilişkiye bakıldığında, eğitim
düzeyinin düşük olması ile depresyon arasında bir ilişkinin olduğunu belirten
araştırmaların bulunduğu görülmektedir (bkz. Chiu, 2004; Slone ve
arkadaşları, 2006). Mevcut araştırmada yapılan analizlerin sonuçları da
literatürle uyumludur ve eğitim düzeyinin depresyon üzerinde bir temel
etkisinin olduğu görülmüştür. Düşük eğitim düzeyinde depresyonun daha
yüksek olması, eğitimin bir koruyucu faktör olduğunu düşündürmektedir.
Ancak etkileşim etkisine bakıldığında dikkat çeken bir sonuç ise depresyon
tanısı almış grupta lise mezunlarının depresyon puanlarının hem ilkokul-
ortaokul mezunlarının hem de üniversite mezunlarının puanlarından yüksek
olmasıdır. Ülkemiz koşulları göz önünde bulundurulduğunda işsizliğin lise
mezunları için de büyük bir problem olduğu (Bozdağlıoğlu, 2008) ve önemli
bir stres kaynağı olabileceği düşünülebilir. Özetle depresyon açısından daha
çok ilkokul-ortaokul ve lise mezunlarının risk grubunda olduğu söylenebilir.
4.2. Gruplararası Karşılaştırma Sonuçları
Araştırmanın temel sorularından birisi olan “Depresif kişilerin”,
kişilerarası tarz, kendilik algısı ve öfke yaşantısı bağlamında normal
kişilerden farklılaşıp farklılaşmadığı sorusunun yanıtını belirlemek amacıyla
bağımsız gruplar T-testi uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlara bakıldığında
depresyon grubundaki kişilerin, araştırmanın temel değişkenleri olan
kişilerarası tarz, kendilik algısı, öfke davranışları ve kişilerarası öfke
açısından karşılaştırma grubundan farklılaştığı görülmektedir. Bir başka
106
deyişle depresif kişilerin kişilerarası tarzlarının, normal kişilere göre daha
olumsuz olduğu, kendilik algılarının daha düşük olduğu, daha fazla öfke
davranışı gösterdikleri ve kişilerarası öfke yaşantılarının daha fazla olduğu
söylenebilir. Elde edilen bu sonuçlar daha önce giriş bölümünde aktarılan
araştırmaların sonuçlarıyla da paralellik göstermektedir.
Temel değişkenlere ait alt ölçek toplam puanlarından hangilerinin
depresif grup ile karşılaştırma grubunu birbirinden ayırdığına bakılması,
yukarıda aktarılan sonuçların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kişilerarası tarz alt ölçek puanlarından “kaçınan tarz, öfkeli tarz ve duyarsız
tarz”ın iki grubu birbirinden ayırdığı; “baskın tarz, manipülatif tarz ve alaycı
tarz”ın ise ayırmadığı görülmektedir. İki grubu birbirinden ayıran ve
ayırmayan alt ölçeklere bir bütün olarak bakıldığında, depresif bireylerin daha
pasif ve etkileşim üzerinde daha az kontrol sahibi bir kişilerarası tarzlarının
olduğu dikkat çekmektedir. Bu bağlamda depresif bireylerin yaşamları
üzerinde kontrollerinin olmadığına ilişkin düşünceleri (Burger, 1984),
kişilerarası ilişkilerine de yansıyor olabilir ve daha pasif bir iletişim tarzına
sahip olabilirler. Olumsuz kişilerası etkleşimleri kaçınan ve duyarsız bir tarz
geliştirmelerine neden oluyor olabilir ve buna paralel olarak da öfke duyuyor
olabilirler.
Öfke ile ilgili alt ölçeklere baktığımızda, öfke davranışları alt
ölçeklerinden saldırgan davranışlar ve kaygılı davranışların iki grubu ayırt
edici özelliklere sahip olduğu görülmektedir. Saldırgan öfke davranışları,
kişilerarası öfkeli tarz ile uyuşmaktadır ve regresyon analizinde de önemli bir
107
yordayıcı olarak bulunmuştur. Literatürde de depresyon ve saldırganlık
arasında bir ilişkinin olduğunu belirten çalışmalar bulunmaktadır (örn. Maiuro,
O’Sullivan, Michael ve Vitaliano; 1989). Depresif bireylerin sosyal
etkileşimlerde yüksek stres yaşadıkları göz önünde bulundurulursa
(Hokanson ve ark. 1989), buna uygun olarak kaçınmacı ve kaygılı bir
kişilerarası tarzlarının olabileceği ve beraberinde dışa yönelik bir öfke
yaşantısının eşlik edebileceği düşünülebilir.
4.3. Depresyonu Yordayan Değişkenler
Depresif grup ve karşılaştırma grubu için ayrı ayrı yapılan regresyon
analizlerinden elde edilen sonuçlar Tablo 3.6.’da ve Tablo 3.7.’de verilmişti.
Tablo 3.6. incelendiğinde hem depresyon tanısı almış grupta hem de
karşılaştırma grubunda depresyonu yordayan değişkenlerin “öfke
davranışları”, “kişilerarası öfke”, “kişilerarası tarz” ve “kendilik algısı” olduğu
görülmektedir. Söz konusu değişkenler toplu halde, depresyon grubunda
varyansın %54’ünü açıklarken, karşılaştırma grubunda açıkladığı yüzde
(%15) daha düşüktür. Buradan bakıldığında, bu temel değişkenlerin
depresyona doğru gidişte önemli bir rol oynadığı da düşünülebilir. Diğer
deyişle; olumsuz bir kendilik algısı ve birlikte giden olumsuz bir kişilerarası
tarz, yaşanan kişilerarası öfke ve öfke davranışları hafif düzeyde olduğunda,
bir arada, normal bireylerin yaşadığı depresif belirtileri yordarken, daha ciddi
düzeyde olumsuzlaşmaları ve özellikle de kendilik algısının ve öfke
108
davranışlarının gittikçe olumsuz yönde artışı, daha ciddi düzeyde
depresyonun habercisi olabilir. Kuşkusuz böyle bir tahminin kanıtlanması,
ancak boylamsal çalışmalarla mümkündür. Fakat bu durumda da etik
kaygılar devreye girecektir. Kendilik algısının özellikle depresyon
yaşantısındaki önemi (Lewinsohn, Gotlib vd Seeley, 1997) düşünüldüğüne,
literatüre paralel bir sonuç olduğu söylenebilir. Bir sonraki analizde ise bu
temel değişkenleri oluşturan alt boyutlar denkleme sokulmuştur.
Tablo 3.7. incelendiğinde depresyon tanısı almış grupta depresyonu
yordayan bu alt boyutların, “saldırgan davranışlar”, “içe dönük öfke”, “kendilik
algısı”, “yaşam doyumu” ve “kişilerarası memnuniyet” olduğu görülmektedir.
Öncelikle depresif grupta depresyonu yordayan önemli değişkenlerden
birisinin saldırgan öfke tepkisi olduğu dikkat çekmektedir. Saldırgan öfke
davranışı ve depresyon arasındaki ilişki literatürde de oldukça sık
görülmektedir. Varyansın %25’ini tek başına açıklıyor olması ve “içe dönük
öfke” ile birlikte varyansın %48’ini açıklıyor olması, saldırgan öfke
davranışının ya da genel olarak öfkenin, depresyon yaşantısındaki önemini
göstermektedir. Saldırgan öfke davranışı, kişilerarsı ilişkilerde aynı zamanda
olumsuz bir iletişim/etkileşim şekli olarak da düşünülebilir. Öfke alt
boyutlarından içe dönük öfkenin de depresyonda etkili olduğu görülmektedir.
İçe dönük öfke depresyonda beklendik bir durumdur (Clay, Anderson ve
Dixon; 1993; Begley, 1994) ve saldırgan öfke davranışı ile ilişkilendirilecek
olursa; saldırgan öfke davranışı, içe dönük öfkenin dışavurumu olarak da
düşünülebilir. Yapılan çalışmada neden-sonuç ilişkisini belirleme olanağı
bulunmadığından saldırgan öfke davranışının “depresyonun bir sonucu mu,
109
yoksa depresyonun nedeni mi?” sorusuna cevap verme imkanı
bulunmamaktadır. Ancak eğer saldırgan öfke davranışı depresyon
yaşantısından önce bireylerde olumsuz bir etkileşim tarzı olarak
bulunmaktaysa, böyle bir tutumun sosyal ilişkileri olumsuz etkileyeceğini
düşünmek pek zor olmayacaktır. Kişinin sosyal ilişkilerine zarar veren böyle
bir tutum, bireyin dışlanacağı ve ben sevilmiyorum düşüncesini tetikleyeceği,
bunun sonucunda da depresyon yaşantısına girmesi olasıdır. Ancak diğer bir
olasılık da, Coyne’nin Depresyonun Etkileşimsel Tanımı Modeli bağlamında,
depresyondaki bir bireyin, depresyon yaşantısından dolayı dışlanması
sonucu insanlara karşı saldırgan bir öfke tepkisi geliştirmesidir. Başka bir
dışlanma nedeninin ise olumsuz kişilerarası tarzdan kaynaklanabileceği de
göz önünde bulundurulmalıdır. Her koşulda da, saldırgan bir öfke tutumunun
bireyin ruhsal iyilik haline ciddi zarar verecek olması ve kişilerarası ilişkilerini
olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır.
Kendilik algısı ve depresyon arasındaki ilişki literatürde ve bir çok
kuramda vurgulanmaktadır. Mevcut araştırmada uygulanan regresyon
analizinde de kendilik algısının depresyonu yordadığı görülmüştür. Kendilik
algısının düşmesi her ne kadar sadece depresyona has bir durum olmamakla
birlikte, depresyon yaşayan bireylerde olumsuz bir kendilik algısı
beklenmektedir. İçe dönük öfkenin de depresyonu yordaması depresif
kişilerin kendilerine yönelik olumsuz algılarını desteklemektedir.
Son olarak depresyonu yordayan değişkenler arasında bireyin yaşam
doyumu ve kişilerarası memnuniyetin olduğu görülmektedir. Beklendiği üzere
110
depresyon yaşayan bireylerin yaşamlarına (Koivumaa-Honkanen, Kaprio,
Honkanen, Viinamaki ve Koskenvuo; 2004) ve kişilerarası ilişkilerine (Gotlib
ve Whiffen, 1989) yönelik olumsuz bir düşünceleri bulunmaktadır. Bireylerin
bu düşünceleri ve diğer yordayıcı değişkenler bir bütün olarak
düşünüldüğünde, depresyon yaşayan bireyin kendisine yönelik olumsuz bir
algısının olduğu ve öfke duyduğu, aynı zamanda dışa yönelik saldırgan bir
öfke geliştirdiği, bu süreçte de kişilerarası ilişkilerinde olumsuz sonuçlar
yaşadığı ve yaşamından doyum almadığı söylenebilir.
Karşılaştırma grubundaki yordayıcı değişkenlerin boyutları
incelendiğinde, depresif grupta görülen değişkenlerden; kendilik algısının,
yaşam doyumunun ve kişilerarası memnuniyetin, karşılaştırma grubunda
yaşanan depresif belirtileri yordamada etkili olduğu görülmektedir. Bunlara ek
olarak eğitim düzeyinin de kendi başına katkısı olan bir yordayıcı olduğu;
aynı şekilde kişinin yaşamdan aldığı doyumun ve kişilerarası ilişkilerden
duyduğu memnuniyetin de bir arada etkilerinin yanında depresif belirtileri
yordamaya kendi başlarına da anlamlı katkılar yaptıkları görülmüştür (Bkz.
Tablo 3.7.). Diğer deyişle eğitim düzeyi düştükçe, yaşamdan duyulan doyum
azaldıkça, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyet düştükçe, depresif
belirtilerin artacağı tahmin edilebilir. Özetle, depresyon tanısı almış grup ile
karşılaştırma grubundaki ortak yordayıcılara baktığımızda bireyin yaşamına,
ilişkilerine ve kendisine ilişkin bakış açısının önemi görülmektedir. Bu durum
bilişsel yaklaşımın olumsuz bilişsel üçlüsünü andırmaktadır. Karşılaştırma
grubundaki bireyler henüz klinik bir depresyon yaşamamakla birlikte, “her şey
çok kötü” düşüncesinin depresyon üzerindeki etkisi görülmektedir.
111
Karşılaştırma grubunda bireyin özellikle yaşamına ve ilişkilerine ilişkin
olumsuz algılarının yanında, kendisine yönelik de olumsuz algısının önemi
görülürken, klinik depresyon yaşayan bireylerde, kendine yönelik olumsuz
algı tek başına anlamlılık kazanırken, içe ve dışa yönelik bir öfke yaşantısının
da önemi dikkat çekmektedir. Bu durumda henüz klinik bir depresyon
yaşamayan bireylerde kendilik algısı ile ilişkilerden ve yaşamdan alınan
doyum olumsuza kaydıkça, depresif bir durumun oluşabileceği, buna paralel
olarak da saldırgan ve içe dönük öfke yaşantısı da çıktıkça yaşanan
depresyonun klinik düzeye çıkacağı düşünülebilir.
Karşılaştırma grubunda ortaya çıkan eğitim düzeyi etkisi, ilgili
literatürde de vurgulanmaktadır. Buna göre eğitim düzeyi yükseldikçe
depresyonun azalması beklendik bir sonuçtur (Chiu, 2004; Slone ve ark.,
2006). Eğitim düzeyinin yükselmesinin, bireyin hem kendisine bakış açısına
hem de yaşamdan doyum almasına katkı sağlayacağı düşünüldüğünde bu
durumun yukarıda belirtilen sonuçlarla uyum içinde olduğu söylenebilir.
4.4. Değişkenler Arası İlişkiler
Araştırma değişkenlerinin birbirleriyle olan ilişkilerini belirlemek
amacıyla yapılan analiz sonuçlarına bakıldığında; genel olarak değişkenlerin
birbiriyle ilişkili olduğu görülmektedir. Temel değişkenler arasındaki ilişkilere
bakıldığında, bütün değişkenlerin birbiriyle ilişkili olduğu dikkat çekmektedir.
112
Diğer analiz sonuçlarının da gösterdiği gibi, kişilerarası tarzın, kendilik
algısının ve öfke yaşantısının depresyon açısından önemli olan değişkenler
olduğu burada da yinelenmektedir. Literatürle uygun olarak depresyonu
yüksek olan bireylerin kendiliklerine ilişkin olumsuz bir algılarının olduğu
(Gara ve ark., 1993; Galambos, Barker ve Krahn, 2006), olumsuz bir
kişilerarası tarzlarının olduğu (Libet ve Lewinsohn, 1973) ve işlevsel olmayan
bir öfke yaşantılarının olduğu (Ingram ve ark., 2007; Fava ve Rosenbaum,
1998) görülmektedir. Temel değişkenlerin alt boyutlarına bakmak sonuçların
daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
T-testi sonuçlarında ele alınan sonuçlar ile korelasyon sonuçları
arasında beklendiği gibi bir paralellik görülmektedir. T-testi sonuçlarından
farklı olarak ise burada kişilerarası tarz alt ölçeklerinden baskın tarz ve
manipülatif tarzın, kişilerarası öfke alt ölçeklerinden de intikam tepkilerinin
depresyon ile bir ilişki gösterdiği görülmektedir. Kişilerarası tarz alt
ölçeklerinden alaycı tarz dışındaki beş tarzın, bütün temel değişkenlerle ilişki
göstermesi, olumsuz kişilerarası tarzların kişinin iyilik hali üzerindeki önemini
yinelemektedir. Kendilik algısı ile alaycı kişilerarası tarz arasında bir ilişkinin
bulunmaması da yine beklendik yönde bir sonuçtur. Kendisine yönelik
olumsuz algısı olan bir bireyin (Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1983)
başkalarını küçümseyici bir şekilde algılamayacağı beklenebilir. İntikam
tepkilerinin de depresyon ile bir ilişki göstermesi, regresyon analizinde önemli
bir yordayıcı olarak bulunan saldırgan öfke davranışı ile uyuşmaktadır.
Umursamaz öfke tepkisi ile depresyon arasında bir ilişkinin olmaması ise,
depresyondaki kişilerin normalden fazla umursamalarından kaynaklanan bazı
113
sıkıntılar yaşadıkları düşünüldüğünde (olumsuz bilişsel üçlü) (Guidano ve
Liotti, 1986) beklendik bir sonuç olarak görülebilir.
Son olarak bireylerin yaşamdan aldıkları doyumun ve kişilerarası
memnuniyetlerinin depresyon ile olan ilişkilerine baktığımızda, oldukça
yüksek bir ilişkinin olduğu dikkat çekmektedir. Daha önce de üzerinde
durulduğu üzere, bireyin yaşamdan doyum almamasının (Koivumaa-
Honkane ve ark., 2004) depresyon için önemli bir belirleyici olduğu
görülmektedir. Yaşamdan doyum almamayı, ister bilişsel yaklaşımın
vurguladığı olumsuz bir düşünce (Guidano ve Liotti, 1986; Williams ve ark.,
1997) olarak görelim, ister davranışçı yaklaşımın vurguladığı düşük olumlu
pekiştireç (O’leary ve Wilson, 1986) olarak görelim, bireyin ruhsal iyilik hali
için temel olduğu unutulmamalıdır.
114
4.5. Bir Bütün Olarak Sonuç ve Öneriler
Bütün analiz sonuçlarına bakıldığında kişilerarası tarz, kendilik algısı,
öfke ve depresyon arasında önemli sayılabilecek bir ilişkinin olduğunu
söylenebilir. Öfke değişkenlerinden saldırgan öfkenin depresyon üzerinde
önemli bir rolünün olduğu görülmektedir. Saldırgan öfke davranışı ele
alınırken, kişilerarası bir problem olduğu ve olumsuz bir etkileşim tarzı olduğu
mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda kendisine ve dünyaya
ilişkin olumsuz bir algısı olan bireyin, dışa yönelik saldırgan öfke tepkileri
geliştirmesi olası gibi görünmektedir. Ayrıca öfke yaşantısının engellenmeden
kaynaklandığı düşünülürse ve engellenmenin öğrenilmiş çaresizliğe neden
olabileceği göz önünde bulundurulursa bunun da depresyon üzerinde
etkisinin olabileceği söylenebilir.
Olumsuz bir kendilik algısı olan depresif bireylerin, aynı zamanda
olumsuz kişilerarası tarzlarının olduğu görülmektedir. Bu olumsuz kişilerarası
tarzların bazıları, depresif duygu durumu ve olayları olumsuz algılama ile
bağlantılı olabileceği gibi, olumsuz kişilerarası tarz (sosyal becerinin zayıflığı
da denilebilir) bireylerin depresyona girmelerine öncül olabilir. Lewnisohn’un
Sosyal Beceri Eksikliği Teorisi çerçevesinde düşündüğümüzde etkili olmayan
sosyal becerilerin depresyona yol açacağı vurgulanmaktaydı. Bu durumda
kendisine ilişkin olumsuz algısı olan bir bireyin, buna paralel olarak olumsuz
kişilerarası bir tarz geliştirmesi depresyona olan yatkınlığını artırıyor olabilir.
Literatürde depresif kişilerin erken dönemde yaşadıkları bağlanma sürecinde,
115
kişilerarası becerilerini etkileyen faktörler ve kişilerarası becerilerdeki
eksikliklerin depresyona yatkınlıkta önemli olabileceğini düşündüren
çalışmalar bulunmaktadır (Abela ve ark., 2005; Alloy, 2001 ve Ingram, 2003).
Bütün bunlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde girişte de üzerinde
durulduğu üzere, bireyin anne ile etkileşime girmeye başlamasından itibaren
geliştirdiği ve devamlı gelişmeye devam eden kendisine ilişkin algısı ile bu
süreçte kazandığı kişilerarası tarzın depresyon yaşantısı üzerinde önemli bir
etkisinin olduğu düşünülebilir. Bireylerin olumlu kişilerarası tarza sahip
olmaları, diğer bir ifadeyle sosyal becerilerinin güçlü olması, aynı zamanda
koruyucu ruh sağlığı açısından birey için büyük önem taşımaktadır. Olumlu
geri bildirim ve pekiştireç sağlayan herhangi bir etkileşimin, bireyin ruhsal
iyilik hali üzerinde ve kendisine ilişkin algısı üzerinde de olumlu sonuçlarının
olacağı unutulmamalıdır.
Çalışmadan elde edilen sonuçlar ve literatürdeki diğer araştırmaların
sonuçları kişilerarası tarzın, kendilik algısının ve öfkenin depresyon
yaşantısındaki önemini açık bir şekilde göstermektedir. Bununla birlikte bu
çalışmada cevaplanmamış ve özellikle müdahale konusunda önemli olan
bazı sorular bulunmaktadır. Depresyon ile ilişkili bulunan değişkenlerin
depresyon için öncül mü olduğu yoksa depresyonun bir sonucu mu olduğu
sorusunu bu çalışma ile yanıtlamak oldukça güçtür. Bu bağlamda neden-
sonuç ilişkisine yanıt verecek çalışmalar, müdahaleye ilişkin de önemli
ipuçları verecektir. Örneğin saldırgan öfke tepkilerinin depresyon sonucu mu
olduğu yoksa depresyona öncül mü olduğunu bilmek, geliştirilecek bir
müdahale programı için büyük önem taşıyacaktır. Daha geniş bir örneklem
116
ve izleme çalışması içeren bir araştırma, klinik depresyon için aydınlatıcı
olacaktır.
Araştırmanın diğer bir sınırlılığı da, örneklemin, yaş ve cinsiyet
özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Literatüre bakıldığında yapılan bazı
depresyon araştırmalarında sadece kadınlarla çalışıldığı (örn. Hammen,
2003; Rinck ve Becker, 2005) ya da az sayıda erkek ile çalışıldığı (örn.
Watkins, Martin ve Stern, 2000; Joorman, Hertel, Brozovich ve Gotlib, 2005)
görülmektedir. Mevcut çalışmada olduğu gibi, kliniğe başvuran bireylerin
önemli bir kısmının kadın olması, cinsiyetten bağımsız genellemelerin
yapılmasını güçleştirmektedir. Olabildiğince erkek bireylerden de veri
toplanmaya çalışılmış olsa da, yeterli olmadığı göz önünde bulundurularak,
erkek bireylerin depresyon yaşantılarının kısmen de olsa farklılık
gösterebileceği ve başka faktörlerin ön plana çıkabileceği dikkate alınmalıdır.
Yine aynı şekilde yaş ranjının özellikle yaşlı bireyleri kapsamaması,
yaşlanmanın etkisine bakılmasını da engellemiştir. Bu bağlamda sonuçlar da
bu örneklemin özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Yapılan regresyon analizi ile depresyon için önemli değişkenler
belirlenmeye çalışılmış ve önemli bulgular elde edilmiştir. Bununla birlikte
yapılacak olan daha kapsamlı bir model analizinin bu değişkenlerin
etkileşiminin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Neden sonuç ilişkisinin bilinmesinin önemi gibi, değişkenler arasındaki
etkileşimler de müdahaleye ilişkin önemli bilgiler verecektir.
117
Bununla birlikte elde edilen sonuçlar depresyona ilişkin önemli bilgiler
vermektedir ve yeni çalışmalar için öncül olabileceği düşünülmektedir. Son
olarak, sosyal etkileşimin yaşamımızın önemli bir kısmını kapsadığı
düşünüldüğünde, gerek depresyon yaşayan bireyler için gerek koruyucu ruh
sağlığı için sosyal beceri ve öfke kontrolü programlarının geliştirilmesi büyük
önem taşımaktadır. Sosyal beceri programlarının geliştirilip çeşitli
kurumlarda, okullarda ve kliniklerde uygulanır bir duruma getirilmesi sadece
depresyon açısından değil, diğer patolojiler açısından da ülkemiz için büyük
katkı sağlayacaktır.
118
ÖZET
Bu araştırmada, depresyon tanısı almış kişilerde; depresyon,
kişilerarası tarz, kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkiler araştırılmıştır.
Araştırmanın örneklemini depresyon tanısı almış 64 depresyon hastası ile
depresyonda olmayan 71 normal birey oluşturmaktadır. Araştırmada
katılımcıların depresyon düzeyleri, kişilerarası tarzları, kendilik algıları, ruhsal
iyilik halleri ve öfke düzeyleri değerlendirilmiştir. Bu amaçla Beck Depresyon
Envanteri, Kişilerarası Tarz Ölçeği, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Kısa
Semptom Envanteri ve Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin ‘Kişilerarası Öfke’ ve
‘Öfke ile İlişkili Davranışlar’ boyutları kullanılmıştır. Ayrıca bir demografik form
kullanılarak; “yaş, cinsiyet, eğitim durumu” gibi konularda bilgi alınmıştır.
Yapılan analiz sonuçlarına göre; depresyon tanısı almış bireylerin, normal
bireylere göre; kendilik algılarının daha düşük olduğu, kişilerarası tarzlarının
daha olumsuz olduğu ve daha fazla öfke yaşantılarının olduğu görülmüştür.
Regresyon analizi sonuçlarına göre, kendilik algısının, kişilerarası tarzın, öfke
davranışlarının ve kişilerarası öfkenin depresyon puanlarını yordadığı
bulunmuştur. Tüm sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde, olumsuz
kendilik algısının, olumsuz kişilerarası tarzların ve öfke yaşantılarının
depresyon ile ilişkili olduğu söylenebilir. Elde edilen bulgular literatür ışığında
tartışılmıştır.
119
ABSTRACT
In this study, the relationship between, depression, interpersonal
style, self perception and anger was investigated in people who are in
depression. The sample of the study is formed by 64 depressive people and
71 non depressive normals. Depression, interpersonal style, self perception,
mental wellbeing and anger was investigated. The assessment instruments
were the Beck Depression Inventory, Interpersonal Style Scale, Social
Comparison Scale, Multidimensional Anger Scale, and the Brief Symptom
Inventory. The results revealed that the two groups significantly differed on
the study variables, the patient group showing significantly higher anger,
negative self perception and negative interpersonal style scores. The
hierarchical regression analyses revealed that the depression scores of the
patient group and the distress scores of the comparison group could be
significantly predicted by the study variables. Self perception, interpersonal
style, interpersonal anger and anger behaviors were predictors of depression
points. It was concluded that negative self perception, negative interpersonal
styles and anger is in correlation with depression. The results have been
discussed.
120
KAYNAKÇA
1- Abela, J. R. Z., Hankin, B. L., Haigh, E. A. P., Adams, P.,
Vinokuroff, T., Trayhern, L. (2005). Interpersonal Vulnerability to
Depression in High-Risk Children: The Role of Insecure Attachment
and Reassurance Seeking. Journal of Clinical Child and Adolescent
Psychology, 34. 182–192.
2- Abramson, L. Y., Metalsky, G. I., & Alloy, L. B. (1989).
Hopelessness Depression: A Theory-Based Subtype of Depression.
Psychological Review, 96. 358-372.
3- Abrahamson, L. Y., Seligman, M. E. P., Teasdale, J. D. (1978).
"Learned Helplessness in Humans: Critique and Reformulation.".
Abnormal Psychology, 87. 49-74.
4- Ainsworth, M. D. S. (1968). Object Relations, Dependency, and
Attachment: A Theoretical Review of the Infant-Mother Relationship.
Child Development, 40. 969-1025.
5- Alloy, L. B. (2001). The Developmental Origins of Cognitive
Vulnerability to Depression: Negative Interpersonal Context Leads
to Personal Vulnerability. Cognitive Therapy and Research, 25.
349–351.
6- Allport, G. W. (1964). Pattern and Growth in Personality. USA: Holt,
Rinehart and Winston. s. 11-138.
7- Amerikan Psikiyatri Birliği. (2000). DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri:
Başvuru Elkitabı (2. baskı). (Çev. Ertuğrul Köroğlu). Ankara:
Hekimler Yayın Birliği.
121
8- Arkar, H., Yafak, C. (2004). Klinik Bir Örneklemde Beck Depresyon
Envanterinin Boyutlarının Araştırılması. Türk Psikoloji Dergisi, 19.
117-123.
9- Ashby, J. S., Rice, K. G., Martin, J. L. (2006). Perfectionism,
Shame, and Depressive Symptoms. Journal of Counseling &
Development, 84. 148-156.
10- Averill, J. R. (1983). Studies on Anger and Aggression: Implications
for Theories of Emotion. American Psychologist, 38. 1145-1160.
11- Aydemir, Ç., Temiz, H. V., Göka, E. (2004). Majör Depresyon ve
Özkıyımda Kognitif ve Emosyonel Faktörler. Türk Psikiyatri Dergisi,
13. 33-39.
12- Balkaya, F. (2001). Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin Geliştirilmesi ve
Bazı Semptom Gruplarındaki Etkisi (Yüksek Lisans Tezi). Ankara:
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
13- Balkaya, F., Yahin, N. H. (2003). Çok Boyutlu Öfke Ölçeği. Türk
Psikiyatri Dergisi, 14. 192-202.
14- Bandura, A. (1969). Principles of Behavior Modification. USA: Holt,
Rinehart and Winston, Inc. s. 45-48.
15- Bartholomew, K., Horowitz, L. M. (1991). Attachment Styles Among
Young Adults: A Test of a Four-Category Model. Journal of
Personality and Social Psychology, 61. 226-244.
16- Batıgün, A. D. (2002). Gençler ve İntihar: Diğer Yaş Gruplarıyla
Farklılaşan Özellikler. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara:
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
122
17- Baumgart, E. P., Oliver, J. M. (1981). Sex-ratio and Gender
Differences in Depression in an Unselected Adult Population.
Journal of Clinical Psychology, 37. 570-574.
18- Beck, A. T., Rush, A. J., Shaw, B. F., Emery, G. (1983). Cognitive
Therapy of Depression. (4. Baskı). New York: The Guildford Press.
19- Beck, A. T., Ward, C. H., Mendelson, M., Mock, J., Erbaugh, J.
(1961). An Inventory for Measuring Depression. Archives Of
General Psychiatry, 4. 561-571.
20- Begley, T.M. (1994). Expressed and suppressed anger as
predictors of health complaints. Journal Of Organizational Behavior,
15. 503-516.
21- Bem, D. J. (1972). "Self-perception theory". L. Berkowitz (Editör).
Advances in Experimental Social Psychology, Cilt 6. 1-62. New
York: Academic Press.
22- Berkowitz, L. (1988). Frustrations, Appraisals, and Aversively
Stimulated Aggression. Aggressive Behavior, 14. 3-11.
23- Berkowitz, L. (1989). Frustration-Aggression Hypothesis;
Examination and Reformulation. Psychological Bulletin, 106. 59-73.
24- Berkowitz, L. (1990). On the Formation and Regulation of Anger
and Aggression. American Psychologist, 45. 494-503.
25- Bilge, F. (1997). Eğitim Bilimleri Öğrencilerinin Sürekli Kızgınlık
Düzeyleri Ve Kızgınlıklarını İfade Biçimlerinin Bazı Değişkenler
Açısından İncelenmesi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 13. 75-80.
123
26- Birtchnell, J. (1993). How Humans Relate: A new interpersonal
theory. UK: Psychology Press.
27- Bolton, R. (1986). People Skills: How to Assert Yourself, Listen to
Others, and Resolve Conflicts (1. baskı). New York: Touchstone
Book.
28- Boughten, S., Street, H. (2007). Integrated review of the social and
psychological gender differences in depression. Australian
Psychologist, 42. 187-197.
29- Bowlby, J. (1989). Attachment and Loss: Vol. 1, Attachment. Great
Britain: Pelican Books.
30- Bowlby, J. (1987). Attachment and Loss: Vol. 2, Seperation. Great
Britain: Pelican Books.
31- Bowlby, J. (1985). Attachment and Loss: Vol. 3, Loss. Great Britain:
Pelican Books.
32- Bozdağlıoğlu, E. Y. U. (2008). Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve
İşsizlikle Mücadele Politikaları. Sosyal Bilimler Dergisi, 20. 45-65.
33- Bretherton, I. (1992). The Origins of Attachment Theory: John
Bowlby and Mary Ainsworth. Developmental Psychology, 28. 759-
775.
34- Brown, J. D., Dutton, K. A., Cook, K. E. (2001). From the top down:
Self-esteem and self-evaluation. Cognition And Emotion, 15. 615–
631.
35- Buren, A. V., Nowicki, S. (1997). Awareness of interpersonal style
and Self-evaluation. The Journal of Social Psychology, 137 (4). 429-
434.
124
36- Burger, J. M. (1984). Desire for control, locus of control, and
proneness to depression. Joumal of Personality 52. 71-89.
37- Burns, D. (1981). Feeling Good: The New Mood Therapy. David
Burns. USA: Penguin Books Ltd.
38- Burns, D. D., Sayers, S. L., Moras, K. (1994). Intimate Relationships
and Depression: Is There a Causal Connection. Journal of
Consulting and Clinical Psychology, 62. 1033-1043.
39- Burwell, R. A., Shirk, S. R. (2006). Self Processes in Adolescent
Depression: The Role of Self-Worth Contingencies. Journal of
Research on Adolescence, 16. 479-490.
40- Cassidy, J. (1988). Child-mother Attachment and the Self in Six-
year-olds. Child Development, 59. 121-134.
41- Chiu, E. (2004). Epidemiology of depression in the Asia Pacific
region. Australasian Psychiatry, 12. 4-10.
42- Clay, D.L., Anderson, W.P., Dixon, W.A. (1993). Relationship
between anger expression and stress in predicting depression.
Journal of Counseling and Development, 72. 91-94.
43- Coillie, H. V., Mechelen, I. V. (2006). Expected Consequences of
Anger-Related Behaviours. European Journal of Personality, 20.
137-154.
44- Cooley, C. H. (1968). “The Social Self: On the Meanings of “I””. C.
Gordon ve K. J. Gergen (Editör). The Self in Social Interaction.
USA: John Wiley & Sons, Inc. s. 87-91.
125
45- Cooley, C. H. (1970). Human nature and the social order (3. Baskı).
New York: Schoken Books. (Orijinal çalışmanın yayımlanma tarihi
1902).
46- Coyne, J. C. (1976a). Toward an Interactional Description of
Depression. Psychiatry, 39. 28-40.
47- Coyne, J. C. (1976b). Depression and the Response of Others.
Journal of Abnormal Psychology, 85. 186-193.
48- Coyne, J. C., Kessler, R. C., Tal, M. (1987). Living With a
Depressed Person. Journal of Consulting and Clinical Psychology,
55. 347-352.
49- Cox, D. L.; Stabb, S. D.; Hulgus J. F. (2000). Anger and Depression
in girls and boys. Psychology of Women Quarterly, 24. 110-112.
50- Crocker, J. (2002). The Costs of Seeking Self Esteem. The Journal
of Social Issues, 58. 597-615.
51- Danziger, K. (1976). Interpersonal Communication (1. baskı). New
York: Pergamon Press Inc.
52- DiGiuseppe, R. (1999). End Piece: Reflections on the Treatment of
Anger. Psychotherapy in Practice, 55. 365-379.
53- Diong, S. M., Bishop, G. D., Enkelmann, H. C., Tongi, E. M. W.,
Why, Y. P., Ang, J. C. H., Khader, M. (2005). Anger, stress, coping,
social support and health: Modelling the relationships. Psychology
and Health August, 20. 467–495.
54- Dobson, K. S.; Craig, K. D. (1996). Advances in Cognitive-
Behavioral Therapy. London: Sage Publications, Inc.
126
55- Dozois, D. J. A. (2007). Stability of Negative Self-Structures: A
Longitudinal Comparison of Depressed, Remitted, and
Nonpsychiatric Controls. Journal Of Clinical Psychology, 63. 319–
338.
56- Duval, S.; Wicklund, R. A. (1972). A theory of objective self-
awareness. New York: Academic Press.
57- Dünya Sağlık Örgütü (2001). The World Health Report 2001 -
Mental Health: New Understanding, New Hope. WHO: 2001
Raporu.
58- Eberhart, N. K., Hammen, C. L. (2006). Interpersonal predictors of
onset of depression during the transition to adulthood. Personal
Relationships, 13. 195–206.
59- Erikson, E. H. (1963). Childhood and Society. (2. Baskı). New York:
W.W. Norton & Comapny, Inc. s. 247-274.
60- Eronen, S., Nurmi, J. E. (1999). Life Events, Predisposing Cognitive
Strategies and Well-Being. European Journal of Personality, 13.
129-148.
61- Evers, C., Fischer, A. H., Mosquera, P. M. R., Manstead, A. S. R.
(2005). Anger and Social Appraisal: A “Spicy” Sex Difference?
Emotion, 5. 258–266.
62- Faust, J., Baum, C. G., Forehand, R. (1985). An Examination of the
Association Between Social Relationships and Depression in Early
Adolescence. Journal of Applied Developmental Psychology, 6.
291-297.
127
63- Fava, M., Rosenbaum, J. F. (1998). Anger Attacks in Deppression.
Depression and Anxiety, 8. 59–63.
64- Festinger, L. (1954). A Theory of Social Comparison Processes.
Human Relations, 7. 114-140.
65- Fischer, P. C., Smith, R. J., Leonard, E., Fuqua, D. R., Campbell, J.
L., Masters, M. A. (1993). Sex Differences on Affective Dimensions:
Continuing Examination. Journal of Counseling and Development,
71, 440-443.
66- Freud, S. (1957). Mourning and Melancholia. J. Strachey (Editör ve
çevirmen). The Standart edition of complete psychological Works of
Sigmund Freud (Cilt 14). London: Hogarth Press. (Orijinal
çalışmanın yayımlanma tarihi 1917).
67- Freud, S. (1999). Grup Psikolojisi ve Ego Analizi. Uygarlık, Din ve
Toplum: Öteki Freud Dizisi Cilt 13 (4. Baskı). (Editör; Selçuk Budak).
Ankara: Öteki Yayınevi. (Orijinal çalışmanın yayımlanma tarihi
1921).
68- Friedman, A. S. (1970). Hostility Factors and Clinical Improvement
in Depressed Patients. Archives of General Psychiatry, 23. 524–
537.
69- Frost, A. K., Reinherz, H. Z., Camras, B. P., Giaconia, R. M.,
Lefkowitz, E. S. (1999). Risk Factors for Depressive Symptoms in
Late Adolescence: A Longitudinal Community Study. American
Journal of Orthopsychiatry, 69. 370-381.
128
70- Hammen, C. L., Peters, S. D. (1978). Interpersonal Consequences
of Depression: Responses to Men and Women Enacting a
Depressed Role. Journal of Abnormal Psychology, 87. 322-332.
71- Heefner, A. S., Shean, G. D. (1995). Depression, Interpersonal
Style, and Communication Skills. The Journal of Nervous and
Mental Disease, 183. 485-487.
72- Heider, F. (1958). Psychology of interpersonal relations. New York:
John Wiley & Sons, Inc. s. 1-19.
73- Hokanson, J. E., Rubert, M. P., Welker, R. A., Hollander, W. G.,
Hedeen, C. (1989). Interpersonal Concomitants and Antecedents of
Depression Among College Students. Journal of Abnormal
Psychology, 98. 209-217.
74- Howes, M. J., Hokanson, J. E. (1979). Conversational and Social
Responses to Depressive Interpersonal Behavior. Journal of
Abnormal Psychology, 88. 625-634.
75- Galambos, N. L., Barker, E. T., Krahn, H. J. (2006). Depression,
Self-Esteem, and Anger in Emerging Adulthood: Seven-Year
Trajectories. Developmental Psychology, 42. 350–365.
76- Gara, M. A., Woolfolk, R. L., Cohen, B. D., Goldston, R. B., Allen, L.
A., Novalany, J. (1993). Perception of Self and Other in Major
Depression. Journal of Abnormal Psychology, 102. 93-100.
77- Ge, X., Lorenz, F. O., Conger, R. D., Elder, G. H., Jr., Simons, R. L.
(1994). Trajectories of Stressful Life Events and Depressive
Symptoms During Adolescence. Developmental Psychology, 30.
467-483.
129
78- Gergen, K. J. (1971). The Concept of Self. USA: Holt, Rinehart and
Winston, Inc. s. 1-39.
79- Gianakos, I. (2002). Issues of Anger in the Workplace: Do Gender
and Gender Role Matter. The Career Development Quarterly, 51.
155-168.
80- Giddens, A. (2000). Sosyoloji (1. baskı). (Hzr. Hüseyin Özel ve
Cemal Güzel). Ankara: Ayraç Yayınları.
81- Gilbert, P, Allan, S. (1995). A Social Comparison Scale:
Psychometric Properties and Relationship to Psychopathology.
Personality and Individual Differences, 19. 293-299.
82- Gilbert, P., Irons, C., Olsen, K., Gilbert, J., McEwan, K. (2006).
Interpersonal Sensitivities: Their Links to Mood, Anger and Gender.
Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice,
79. 37–51.
83- Gold, M., Elizabeth, D. (1997). Interpersonal relations. In: A new
outline of social psychology. Washington, DC: American
Psychological Association.
84- Goodwin, R. D. (2006). Association Between Coping With Anger
and Feelings of Depression Among Youths. American Journal of
Public Health, 96. 664-669.
85- Gotlib, I. H. (1982). Self-Reinforcement and Depression in
Interpersonal Interaction: The Role of Performance Level. Journal of
Abnormal Psychology, 91. 3-13.
130
86- Gotlib, I. H., Asarnow, R. F. (1979). Interpersonal and Impersonal
Problem-Solving Skills in Mildly and Clinically Depressed University
Students. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 47. 86-95.
87- Gotlib, I. H., Krasnoperova, E., Yue, D. N., Joormann, J. (2004).
Attentional Biases for Negative Interpersonal Stimuli in Clinical
Depression. Journal of Abnormal Psychology, 113. 127-135.
88- Gotlib, I. H., Robinson, L. A. (1982). Responses to Depressed
Individuals: Discrepancies Between Self-Report and Observer-
Rated Behavior. Journal of Abnormal Psychology, 91. 231-240.
89- Gotlib, I. H., Whiffen, V. E. (1989). Depression and Marital
Functioning: An Examination of Specifity and Gender Differences.
Journal of Abnormal Psychology, 98. 23-30.
90- Greenberg, J. R; Mitchell, S. A. (2000). Object Relations in
Psychoanalytic Theory (12.baskı). US: Harvard University Pres.
91- Griffin, D., Bartholomew, K. (1994). Models of the Self and Other:
Fundamental Dimensions Underlying Measures of Adult
Attachment. Journal of Personality and Social Psychology, 67. 430-
445.
92- Guidano,V. F., Liotti, G. (1986). Cognitive Processes and Emotional
Disorders (3. baskı). New York: The Guilford Press.
93- Güleç, N. (2005). Depresyonda utanç, suçluluk, öfke ve kendilik
değeri (Doktora Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
94- Güleç, H., Sayar, K., Özkorumak, E. (2005). Depresyonda Bedensel
Belirtiler. Türk Psikiyatri Dergisi, 16. 90-96.
131
95- Hammen, C. (2003). Interpersonal stress and depression in women.
Journal of Affective Disorders, 74. 49-57.
96- Hankin, B. I., Abramson, L. Y., Moffitt, T. E., Silva, P. A., McGee, R.
(1998). Development of Depression from Preadolescence to Young
Adulthood: Emerging Gender Differences in A 10-Year Longitudinal
Study. Journal of Abnormal Psychology, 107. 128–140.
97- Hisli, N. (1988). Beck Depresyon Envanteri’nin geçerliği üzerine bir
çalışma. Türk Psikoloji Dergisi, 6. 118-126.
98- Hisli, N. (1989). Beck Depresyon Envanteri’nin üniversite öğrencileri
için geçerliği ve güvenirliği. Psikoloji Dergisi, 6. 3-13.
99- Ingram, R. E. (2003). Origins of Cognitive Vulnerability to
Depression. Cognitive Therapy and Research, 27. 77–88.
100- Ingram, R. E., Trenary, L., Odom, M., Berry, L., Nelson, T. (2007).
Cognitive, Affective and Social Mechanisms in Depression Risk:
Cognition, Hostility, and Coping Style. Cognition and Emotion, 21.
78-94.
101- James, W. (1950). The Principles of Psychology. New York: Dover
Publications. (Orijinal çalışmanın yayımlanma tarihi 1890).
102- Jones, E. E. (1990). Interpersonal Perception. New York: W.H.
Freeman and Company.
103- Joormann, J., Gotlib, I. H. (2007). Selective Attention to Emotional
Faces Following Recovery From Depression. Journal of Abnormal
Psychology, 116. 80-85.
104- Joormann, J., Hertel, P. T., Brozovich, F., Gotlib, I. H. (2005).
Remembering the Good, Forgetting the Bad: Intentional Forgetting
132
of Emotional Material in Depression. Journal of Abnormal
Psychology, 114. 640-648.
105- Josephs, R. A., Bosson, J. K., Jacobs, C. G. (2003). Self-Esteem
Maintenance Processes: Why Low Self-Esteem May Be Resistant
To Change. Personality And Social Psychology Bulletin, 29. 920-
933.
106- Karasawa, K. (2003). Interpersonal Reactions Toward Depression
and Anger. Cognition and Emotion, 17. 123-138.
107- Kendell, R. E. (1970). Relationship Between Aggression and
Depression: Epidemiological Implications of a Hypothesis. Archives
of General Psychiatry, 22. 308–318.
108- Kenrick, D. T., Neuberg, S. L., Cialdini, R. B. (2007). Social
Psychology: Goals and Interaction. Allyn & Bacon.
109- Kernis, M. H. (2005). Measuring Self-Esteem in Context: The
Importance of Stability of Self-Esteem in Psychological Functioning.
Journal of Personality 73. 1-37.
110- Kernis, M. H., Cornell, D. P., Sun, C. R., Berry, A. J., Harlow, T.
(1993). There’s More to Self-Esteem than Whether it is High or Low:
the Importance of Stability of Self-Esteem. Journal of Personality
and Social Psychology, 65. 1190–1204.
111- Kernis, M. H., Grannemann, B. D., Mathis, L. C. (1991). Stability of
Self-Esteem as a Moderator of the Relation Between Level of Self-
Esteem and Depression. Journal of Personality and Social
Psychology, 61. 80–84.
133
112- King, D. A., Heller, K. (1984). Depression and the Response of
Others: A Reevaluation. Journal of Abnormal Psychology, 93. 477-
480.
113- King, D. A., Heller, K. (1986). Depression and the Response of
Others: Is the Effect Specific?. Journal of Abnormal Psychology, 95.
410-411.
114- Kleef, G. A. V., Cote, S. (2007). Expressing Anger in Conflict: When
It Helps and When It Hurts. Journal of Applied Psychology, 92.
1557–1569.
115- Koivumaa-Honkanen, H., Kaprio, J., Honkanen, R.. Viinamaki, H.,
Koskenvuo, M. (2004). Life Satisfaction and Depression in a 15-
Year Follow-up of Healthy Adults. Social Psychiatry & Psychiatric
Epidemiology, 39. 994-999.
116- Kopper, B. A.; Epperson, D. L. (1996). The Experience and
Expression of Anger: Relationships With Gender, Gender Role
Socialization, Depression, and Mental Health Functioning. Journal
of Counseling Psychology, 43. 158-165.
117- Kumbasar, H. (2000). “Affektif Bozukluklar”. Işık Sayıl (Editör). Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları (2. Baskı). Ankara: Antıp-AY Yayınları.
118- Leary, M. R., Tambor, E. S., Terdal, S. K., Downs, D. L. (1995).
Self-Esteem as an Interpersonal Monitor: The Sociometer
Hypothesis. Journal of Personality and Social Psychology, 68. 518-
530.
134
119- Lench, H. C. (2004). Anger Management: Diagnostic Differences
And Treatment Implications. Journal of Social and Clinical
Psychology, 23. 512-531.
120- Lester, D. (1988). Relationship Between Locus of Control and
Depression Mediated by Anger Toward Others. The Journal of
Social Psychology, 129. 413-414.
121- Lewinsohn, P. M., Amenson, C. S. (1978). Some Relations Between
Pleasant and Unpleasant Mood-Related Events and Depression.
Journal of Abnormal Psychology, 87. 644-654.
122- Lewinsohn, P. M., Graf, M. (1973). Pleasant Activities and
Depression. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 41. 261-
268.
123- Lewinsohn, P. M., Gotlib, I. H., Seeley, J. R. (1997). Depression-
related Psychosocial Variables: Are They Specific to Depression in
Adolescents? Journal of Abnormal Psychology, 106. 365–375.
124- Lewinsohn, P. M., Libet, J. (1972). Pleasant events, activity
schedules, and depression. Journal of Abnormal Psychology, 79.
291-295.
125- Libet, J. M., Lewinsohn, P. M. (1973). Concept of Social Skill with
Special Reference to the Behaviour of Depressed Persons. Journal
of Consulting and Clinical Psychology, 40. 304-312.
126- Luxton, D. D., Ingram, R. E., Wenzlaff, R. M. (2006). Uncertain
Self–Esteem and Future Thinking in Depression Vulnerability.
Journal Of Social and Clinical Psychology, 25. 840-854.
135
127- Mahalik, J. R.; Rochlen, A. B. (2006). Men's Likely Responses to
Clinical Depression: What Are They and Do Masculinity Norms
Predict Them? Sex Roles, 55. 659-667.
128- Maiuro, R. D., Cahn, T. S., Vitaliano, P. P., Wagner, B. C., Zegree,
J. B. (1988). Anger, Hostility, and Depression in Domestically
Violent Versus Generally Assaultive Men and Nonviolent Control
Subjects. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 56. 17-23.
129- Maiuro, R. D., O’Sullivan, M. J., Michael, M. J., Vitaliano, P. P.
(1989). Anger, Hostility, and Depression in Assaultive vs. Suicide-
Attempting Male. Journal of Clinical Psychology, 45. 531-541.
130- Man, A. F., Gutierrez, B. I. B., Sterk, N. (2001). Stability of Self-
esteem as Moderator of the Relationship Between Level of Self-
esteem and Depression. North American Journal of Psychology, 3.
303-308.
131- Markus, H. (1977). Self-Schemata and Processing Information
About the Self. Journal of Personality and Social Psychology, 35.
63-78.
132- Markus, H. (1983). Self-knowledge: An Expanded View. Journal of
Personality, 51. 543-565.
133- Markus, H.; Nurius, P. (1986). Possible Selves. American
Psychologist, 41. 954-969.
134- McNiel, D. E., Arkowitz, H. S., Pritchard, B. E. (1987). The
Responses of Others to Face-to-Face Interaction With Depressed
Patients. Journal of Abnormal Psychology, 96. 341-344.
136
135- Mead, G. H. (1934). Mind, self and society. Chicago: University of
Ghicago Press.
136- Metalsky, G. I., Joiner, T. E., Jr. (1992). Vulnerability to Depressive
Symptomatology: A Prospective Test of the Diathesis-stress and
Causal Mediation Components of the Hopelessness Theory of
Depression. Journal of Personality and Social Psychology, 63. 667-
675.
137- Mikulincer, M. (1998). Adult Attachment Style and Individual
Differences in Functional Versus Dysfunctional Experiences of
Anger. Journal of Personality and Social Psychology, 74. 513-524.
138- Moreno, J. K., Fuhriman, A., Selby, M. J. (2003). Measurement of
Hostility, Anger, and Depression in Depressed and Nondepressed
Subjects. Journal of Personality Assessment, 61. 511-523.
139- Newman, J. P. (1989). Aging and Depression. Psychology and
Aging, 4. 150-165.
140- Nezlek, J. B., Hampton, C. P., Shean, G. D. (2000). Clinical
Depression and Day-to-Day Social Interaction in a Community
Sample. Journal of Abnormal Psychology, 109. 11-19.
141- Nolen-Hoeksema, S. (2001). Gender Differences in Depression.
Current Directions in Psychological Science, 10. 173-176.
142- Novaco, R. W. (1975). Anger Control (1. baskı). United States:
Lexington Boks.
143- Oatley, K. (2004). Emotions: A Brief History. United Kingdom:
Blackwell Publishing Ltd.
137
144- O’Leary, K. D., & Wilson G. T. (1986). Behaviour Therapy:
Application and Outcome. (2. baskı). Prentice–Hall Inc. 202-227.
145- Özmen, E., Ögel, K., Boratav, C., Sağduyu, A., Aker, T., Tamar, D.
(2003). Depresyon ile İlgili Bilgi ve Tutumlar: İstanbul Örneği. Türk
Psikiyatri Dergisi, 14. 89-100.
146- Öztürk, M. O. (2004). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. (10. baskı).
Nobel Tıp Kitabevleri: Ankara. 291-342.
147- Pachman, J. S., Foy, D. W. (1978). A Correlational Investigation Of
Anxiety, Self-Esteem And Depression: New Findings With
Behavioral Measures Of Assertiveness. Journal of Behaviour
Therapy and Experimental Psychiatry, 9. 97-101.
148- Painuly, N., Sharan, P., Mattoo, S. K. (2005). Relationship of Anger
and Anger Attacks with Depression: a Brief Review. European
Archives of Psychiatry and Clinical Neuroscience, 255. 215-222.
149- Parrott, D. J., Zeichner, A., Evces, M. (2005). Effect of Trait Anger
on Cognitive Processing of Emotional Stimuli. The Journal of
General Psychology, 132. 67–80.
150- Petty, S. C., Ericsson, N. S., Joiner, T. E. (2004). Interpersonal
Functioning Deficits: Temporary or Stable Characteristics of
Depressed Individuals?. Journal of Affective Disorders, 81. 115-122.
151- Phillips, L. H., Henry, J. D., Hosie, J. A., Milne, A. B. (2006). Age,
anger regulation and well-being. Aging & Mental Health, 10. 250–
256.
152- Plante, T. G. (2005). Contemporary Clinical Psychology. (2. Baskı).
USA: John Wiley & Sons, Inc.
138
153- Plutchik, R. (2000). Emotions In The Practice Of Psychotherapy:
Clinical implications of affect theories. Washington, DC: American
Psychological Association.
154- Potthoff, J. G., Holahan, C. J., Joiner, T. E., Jr. (1995).
Reassurance Seeking, Stress Generation, and Depressive
Symptoms: An Integrative Model. Journal of Personality and Social
Psychology, 68. 664-670.
155- Ramirez, J. M., Santisteban, C., Fujihara, T., Goozen, S. V. (2002).
Differences Between Experience of Anger and Readiness to Angry
Action: A Study of Japanese and Spanish Students. Aggressive
Behavior, 28. 429–438.
156- Ray, R. D., Wilhelm, F. H., Gross, J. J. (2008). All in the Mind’s
Eye? Anger Rumination and Reappraisal. Journal of Personality
and Social Psychology, 94. 133-145.
157- Rice, K. G., Ashby, J. S., Slaney, R. B. (1998). Self-Esteem as a
Mediator Between Perfectionism and Depression: A Structural
Equations Analysis. Journal of Counseling Psychology, 45. 304-
314.
158- Riley, W. T., Treiber, F. A., Woods, M. G. (1989). Anger and
Hostility in Depression. Journal of Nervous And Mental Disease,
177. 668–674.
159- Rinck, M., Becker, E. S. (2005). A Comparison of Attentional Biases
and Memory Biases in Women With Social Phobia and Major
Depression. Journal of Abnormal Psychology, 114. 62-74.
139
160- Rochman, D., Diamond, G. M. (2008). From Unresolved Anger to
Sadness: Identifying Physiological Correlates. Journal of
Counseling Psychology, 55. 96–105.
161- Safran, J. D. (1990a). Towards A Refinement Of Cognitive Therapy
In Light Of Interpersonal Theory: I. Theory. Clinical Psychology
Review, 10. 87-105.
162- Safran, J. D. (1990b). Towards A Refinement Of Cognitive Therapy
In Light Of Interpersonal Theory: II. Practice. Clinical Psychology
Review, 10. 107-121.
163- Safran, J. D.; Segal, Z. V. (1990). Interpersonal Process in
Cognitive Therapy. New York: Basic Boks, Inc.
164- Savaşır, I. Yahin, N. H. (1997). Bilişsel-Davranışçı Terapilerde
Değerlendirme: Sık Kullanılan Ölçekler. Ankara: Türk Psikologlar
Derneği Yayınları.
165- Sayıl, I. (Editör). (2004). Bireyden Topluma Ruh Sağlığı. (1.baskı).
İstanbul: Eczacıbaşı İlaç Paz.
166- Schoeneman, T. J. (1981). Reports of the sources of self-
knowledge. Journal of Personality 49. 284-294.
167- Segrin, C. (2000). Social Skills Deficits Associated With Depression.
Clinical Psychology Review. 20. 379-403.
168- Seligman, M. E. P. (1992). Helplessness: On Depression,
Development, and Death. New York: W.H. Freeman and Company.
169- Sharkin, B. S. (1993). Anger and Gender: Theory, Research and
Implications. Journal of Counseling and Development, 71. 386-389.
140
170- Shoemaker, O. S., Erickson, M. T., Finch, A. J. (1986). Depression
and Anger in Third- and Fourth- Grade Boys: A Multimethod
Assessment Approach. Journal of Clinical Child Psychology, 15.
209-296.
171- Sloan, D. M, Bradley, M. M., Dimoulas, E., Lang, P. J. (2002).
Looking at facial expressions: Dysphoria and facial EMG. Biological
Psychology, 60. 79-90.
172- Slone, L. B., Norris, F. H., Murphy, A. D., Baker, C. K., Perilla, J.
L., Diaz, D. D., Rodriguez, F. G., Rodriguez, J. G. (2006).
Epidemiology of Major Depression in four Cities in Mexico.
Depression and Anxiety, 23.158-167.
173- Snaith R. P., Taylor, C. M. (1985). Irritability: Definition, Assessment
and Associated Factors. British Journal of Psychiatry, 147. 127–
136.
174- Sorenson, M. J., Mors, O., Thomsen, P. H. (2005). DSM-IV or ICD-
10-DCR diagnoses in child and adolescent psychiatry: does it
matter?. European Child and Adolescence Psychiatry, 14. 335-340.
175- Sperberg, E. D.; Stabb, S. D. (1998). Depression in Women as
Related to Anger and Mutuality in Relationship. Psychology of
Women Quarterly, 22. 223-238.
176- Strickland, B. R. (Editör). (2001). The Gale Encyclopedia of
Psychology (2. baskı). United States: Gale Group. s. 35.
177- Sullivan, H. S. (1953). Interpersonal Psychiatry. New York: W.W.
Norton & Company, Inc.
141
178- Yahin, N. H., Durak, A. (1994). Kısa Semptom Envanteri: Türk
Gençleri için Uyarlanması. Türk Psikoloji Dergisi, 9. 44-56.
179- Yahin, N. H., Durak, A., Uğurtaş, S. (2002). Kısa Semptom
Envanteri (KSE): Ergenler için Kullanımının Geçerlik, Güvenilirlik ve
Faktör Yapısı. Türk Psikiyatri Dergisi, 13. 125-135.
180- Yahin, N.H., Yahin, N. (1992). Adolescent Guilt, Shame, and
Depression in Relation to Sociotropy and Autonomy. The World
Congress of Cognitive Therapy, Toronto, June 17-21.
181- Yahin, N. H., Çeri, Ö., Düzgün, G., Ergün, H., Karslı, E., Koç, V.,
Örflü, P., Uzun, C. (2007). Kişilerarası Tarz Ölçeği. Ankara:
Yayımlanmamış Çalışma.
182- Tagiuri, R., Petrullo, L. (1958). Person Perception and Interpersonal
Behavior. US: Stanford University Press.
183- Taylor,S. E., Peplau, L. A., Sears, D. O. (2000). Social Psychology
(10. baskı). United States: Prentice-Hall, Inc.
184- Teachman, B. A. (2006). Aging and Negative Affect: The Rise and
Fall and Rise of Anxiety and Depression Symptoms. Psychology
and Aging, 21. 201-207.
185- Törestad, B. (1990). What Is Anger Provoking? A Psychophysical
Study of Perceived Causes of Anger. Aggressıve Behavior, 16. 9-
26.
186- Watkins, P. C., Martin, C. K., Stern, L. D. (2000). Unconscious
Memory Bias in Depression: Perceptual and Conceptual Processes.
Journal of Abnormal Psychology, 109. 282-289.
142
187- Wierzbicki, M., Sayler, M. K. (1991). Depression and Engagement
in Pleasant and Unpleasant Activities in Normal Children. Journal of
Clinical Psychology, 47. 499-505.
188- Wilhelm, K., Roy, K., Mitchell, P., Brownhill, S., Parker, G. (2002).
Gender differences in depression risk and coping factors in a clinical
sample. ACTA Psychiatrica Scandinavica, 106. 45-53.
189- Williams, J. M. G., Watts, F. N., MacLeod, C., Mathews, A. (1997).
Cognitive Psychology and Emotional Disorders. (2. Baskı). Great
Britain: John Wiley & Sons.
190- Yentürk, N., Başlevent, C. (2007). Türkiye’de Genç İşsizliği. Gençlik
Çalışmaları Birimi Araştırma Raporu, Eylül 2007.
191- Yeung, K. T., Martin, J. L.(2003). “The Looking Glass Self: An
Empirical Test and Elaboration.” Social Forces, 81. 843-879.
192- Young, T. J. (1991). Locus of Control, Depression, and Anger
Among Native Americans. Journal of Social Psychology, 131. 583-
584.
193- Youngren, M. A., Lewinsohn, P. M. (1980). The Functional Relation
Between Depression and Problematic Interpersonal Behavior.
Journal of Abnormal Psychology, 89. 333-341.
194- Zlotnick, C., Kohn, R., Keitner, G., Grotta, S. A. D. (2000). The
Relationship Between Quality of Interpersonal Relationships and
Major Depressive Disorder: Findings from the National Comorbidity
Survey. Journal of Affective Disorders, 59. 205-215.
143
EKLER
EK A. Demografik Bilgi Formu
1- Yaş: ;;;;;.
2- Cinsiyet: K ���� E ����
3- Eğitim Durumunuz: Okur-Yazar Değil ���� Okur-Yazar ����
İlkokul ���� Ortaokul ���� Lise ���� Üniversite ����
Yüksek Lisans ���� Doktora ����
4- Ortalama aylık net geliriniz?
500 YTL ve altı ���� 501-1000 YTL ���� 1001-1500 YTL ���� 1501-2000 YTL ����
2001-2500 YTL ���� 2501-3000YTL ���� 3001 YTL ve üstü ����
5- �u anda bir işte çalışıyor musunuz?
Evet ���� Hayır ���� Emekli ���� Emekli-Çalışıyor ����
6- Medeni Durumunuz: Bekar (Hayatımda kimse yok) ���� Bekar
(ilişkisi/sevdiği var) ���� Sözlü-Nişanlı ���� Evli ���� Evli-ayrı yaşıyor ����
Dul ���� Boşanmış ����
7- Evli iseniz, evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
8- Bekar, ama sözlü, nişanlı ya da herhangi tür bir ilişkiniz varsa, bu
ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
9- Bekar, ama karşı cinsten biriyle hiçbir tür bağınız yoksa, bu
durumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
10- Çocuk: Yok ���� Var ���� ]]..tane
11- Kardeş sayısı (Kendiniz dahil): ]]Erkek ]]Kız
144
12- İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne türden bir ilgi ve yakınlık
gösterdiğini düşünüyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
13- Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
14- Alkol kullanıyor musunuz?
Hiç ���� Nadiren ���� Arada sırada ���� Sıklıkla ���� Her zaman ����
15- Uyuşturucu vb. madde kullanıyor musunuz?
Hiç ���� Nadiren ���� Arada sırada ���� Sıklıkla ���� Her zaman ����
16- Genel olarak diğer insanlarla olan ilişkinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
17- Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
18- Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
19- Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
20- Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?
Hiç ���� Nadiren ���� Arada sırada ���� Sıklıkla ���� Her zaman ����
21- Yakın arkadaşınız var mı?
Çok fazla ���� Epey var ���� Orta derecede var ���� Biraz var ���� Hiç yok ����
22- Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
23- Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını
düşünüyorsunuz?
Çok iyi ���� İyi ���� Orta ���� Kötü ���� Çok Kötü ����
145
24- Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız
var mı? (Yoksa 31. soruya geçebilirsiniz.)
Yok ���� Var ���� (Belirtiniz]]]]]]]]]]]]]]].)
25- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa,
başlangıç zamanı? ;;;..
26- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, tedavi
görüyor musunuz?
Evet ���� Hayır ����
27- Bu rahatsızlığınıza ilişkin tedavi görüyorsanız, ne zaman başladınız?
;;
28- Tedavi içerisinde ilaç tedavisi de var mı?
Evet ���� Hayır ����
29- İlaç kullanıyorsanız, ne zamandır kullanıyorsunuz? ;;;..
30- Başka bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var
mı?
Yok ���� Var ���� (Belirtiniz]]]]]]]]]]]]]]].)
31- Daha önce psikiyatrik tedavi gördünüz mü?
Evet ���� Hayır ����
32- Herhangi bir tıbbi hastalığınız var mı?
Yok ���� Var ���� (Belirtiniz]]]]]]]]]]]]]]].)
33- Ailenizde herhangi bir psikiyatrik hastalığı olan var mı?
Yok ���� Var ���� (Belirtiniz]]]]]]]]]]]]]]].)
34- Ailenizde herhangi bir tıbbi hastalığı olan var mı?
Yok ���� Var ���� (Belirtiniz]]]]]]]]]]]]]]].)
146
EK B. Kişilerarası Tarz Ölçeği (KTÖ)
147
148
EK C. Kısa Semptom Envanteri (KSE)
149
EK D. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ)
150
151
EK E. Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ)
SKÖ
Sizin de bildiğiniz gibi, hepimiz zaman zaman kendimizi diğer insanlarla
karşılaştırır ve bazı değerlendirmeler yaparız. Bu değerlendirmeler
sonucunda kendimizle ilgili bazı fikirler ediniriz. Sizin de kendinizle ilişkili
bazı kişisel görüşleriniz mutlaka vardır. Lütfen, aşağıdaki sıfatların her
birinde sizi en iyi yansıtan sayıyı bularak üzerine (X) işarati koyunuz.
Yetersiz 1 2 3 4 5 6 Yeterli/üstün
Beceriksiz 1 2 3 4 5 6 Becerikli
Başarısız 1 2 3 4 5 6 Başarılı
Sevilmeyen biri 1 2 3 4 5 6 Sevilen biri
İçe dönük 1 2 3 4 5 6 Dışa dönük
Yalnız 1 2 3 4 5 6 Yalnız değil
Dışta bırakılmış 1 2 3 4 5 6 Kabul edilmiş
Sabırsız 1 2 3 4 5 6 Sabırlı
Hoşgörüsüz 1 2 3 4 5 6 Hoşgörülü
Söyleneni yapan 1 2 3 4 5 6 İnsiyatif sahibi
Korkak 1 2 3 4 5 6 Cesur
Kendine güvensiz 1 2 3 4 5 6 Kendine güvenli
Çekingen 1 2 3 4 5 6 Atılgan
Dağınık 1 2 3 4 5 6 Düzenli
Pasif 1 2 3 4 5 6 Aktif
Kararsız 1 2 3 4 5 6 Kararlı
Antipatik 1 2 3 4 5 6 Sempatik
Boyun eğici 1 2 3 4 5 6 Hakkını arayıcı
152
EK F. Beck Depresyon Envanteri (BDE)
153
ÖZET
Bu araştırmada, depresyon tanısı almış kişilerde; depresyon, kişilerarası tarz,
kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkiler araştırılmıştır. Araştırmanın örneklemini
depresyon tanısı almış 64 depresyon hastası ile depresyonda olmayan 71 normal
birey oluşturmaktadır. Araştırmada katılımcıların depresyon düzeyleri, kişilerarası
tarzları, kendilik algıları, ruhsal iyilik halleri ve öfke düzeyleri değerlendirilmiştir. Bu
amaçla Beck Depresyon Envanteri, Kişilerarası Tarz Ölçeği, Sosyal Karşılaştırma
Ölçeği, Kısa Semptom Envanteri ve Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin ‘Kişilerarası Öfke’
ve ‘Öfke ile İlişkili Davranışlar’ boyutları kullanılmıştır. Ayrıca bir demografik form
kullanılarak; “yaş, cinsiyet, eğitim durumu” gibi konularda bilgi alınmıştır. Yapılan
analiz sonuçlarına göre; depresyon tanısı almış bireylerin, normal bireylere göre;
kendilik algılarının daha düşük olduğu, kişilerarası tarzlarının daha olumsuz olduğu
ve daha fazla öfke yaşantılarının olduğu görülmüştür. Regresyon analizi sonuçlarına
göre, kendilik algısının, kişilerarası tarzın, öfke davranışlarının ve kişilerarası öfkenin
depresyon puanlarını yordadığı bulunmuştur. Tüm sonuçlar genel olarak
değerlendirildiğinde, olumsuz kendilik algısının, olumsuz kişilerarası tarzların ve öfke
yaşantılarının depresyon ile ilişkili olduğu söylenebilir. Elde edilen bulgular literatür
ışığında tartışılmıştır.
ABSTRACT
In this study, the relationship between, depression, interpersonal style, self
perception and anger was investigated in people who are in depression. The sample
of the study is formed by 64 depressive people and 71 non depressive normals.
Depression, interpersonal style, self perception, mental wellbeing and anger was
investigated. The assessment instruments were the Beck Depression Inventory,
Interpersonal Style Scale, Social Comparison Scale, Multidimensional Anger Scale,
and the Brief Symptom Inventory. The results revealed that the two groups
significantly differed on the study variables, the patient group showing significantly
higher anger, negative self perception and negative interpersonal style scores. The
hierarchical regression analyses revealed that the depression scores of the patient
group and the distress scores of the comparison group could be significantly
predicted by the study variables. Self perception, interpersonal style, interpersonal
anger and anger behaviors were predictors of depression points. It was concluded
that negative self perception, negative interpersonal styles and anger is in correlation
with depression. The results have been discussed.