Download - Sıfır - Çıkış Yok
SIFIRSIFIRSIFIRSIFIR
ÇıkıÇıkıÇıkıÇıkış Yok Yok Yok Yok
YAZAR
Gökcan Şahin
EDĐTÖR
Ozancan Demirışık
SON OKUMA
Sadık Yemni
KAPAK TASARIMI
Gökcan Şahin
YAYIN TARĐHĐ
Eylül 2009
Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com
adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan
kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.
ÖNSÖZÖNSÖZÖNSÖZÖNSÖZ
Farklıııı Tatlar
SIFIR’ın yeni bölümünün okuyucuyla buluşma vakti geldi çattı.
Birazdan büyük bir keyifle okumaya başlayacağınız Çıkış Yok; sizin için
giyindi, süslendi ve sizi mümkün olan en ihtişamlı haliyle karşılamak için
heyecanla bekliyor.
Oyun Bitti’nin sonsözünde değindiğim ‘farklı tatlar’ konusundan
biraz daha geniş bahsetmek istiyorum. SIFIR üç bölümü devirmiş durumda,
bildiğiniz gibi. Ve fark ettiyseniz, hiçbir bölümün bir öncekine
benzememesine azami dikkat gösteriyoruz.
Komplo, dizinin girişiydi. Aylar boyu takip edeceğimiz karakterlerle
tanışıyor, soluk kesici bir gizem silsilesine adım atıyorduk. Gizemi ifşa edip
komplonun sırrını çözmek için attıkları her adım, görünmez bir el
tarafından kolayca önleniyordu. Geçmişin gölgeleri peşlerinde dolanırken,
ölümler, yıkımlar ve gözyaşları eşliğinde etkileyici bir kısa roman okuduk...
Oyun Bitti, ilk bölümde kurulan Birim Sıfır’ın ilk macerasını
içeriyordu. Gizem Kızıl başta olmak üzere, ileride de göreceğimiz pek çok
yeni karakteri tanıyor, sert ve bir o kadar ‘yoğun’ bir mücadeleyi takip
ediyorduk. Đnsanlıktan çıkmış bir katili durdurmak için gösterilen çabalar
Sıfır: “Çıkış Yok”
5
sonunda meyvesini veriyor ve en azından bir süreliğine cinayetler
durduruluyordu...
Anlayacağınız, iki bölüm de birbirinden ciddi anlamda farklıydı. Belli
bir kalıbı izlememiş, değişkenliği tarz bellemiştik; dolayısıyla, kaleme alınan
her bölüm, bir öncekinden izler taşısa da, bir o kadar ‘başka’ydı.
Şimdi sıra geldi üçüncü bölüm Çıkış Yok’a ve Birim Sıfır’ın başa
çıkmak için canını dişine takacağı yeni ‘gizem soslu serüven’e.
Evet, bu bölüm de ‘başka’. Dostum ve ortağım Gökcan, Çıkış Yok’un
ilk yarısı için farklı bir tarz denedi. Ben oldukça keyif aldım, sizin de
alacağınızı umuyorum. Bu tarz hakkında kısaca bilgi verirsem... Hepimizin
alışık olduğu üzere, karakterlerin araba yolculukları veya oturup yemek
yedikleri vakitler, eğer bir aksiyon veya gerilim yaşanmayacaksa ya da ana
olayla ilgili önemli bir bilgi açığa çıkmayacaksa, kısaca geçilir. Belki de tek
bir cümleyle özetlenir. Çıkış Yok’ta ise, bu vakitler, bir yandan ana macera
devam ederken bir yandan da Birim Sıfır’ın geçmişiyle ilgili bilgiler
edindiğimiz güzel dakikaları oluşturmakta.
Zamanı geldi. Önsözü bitiriyor ve sizi SIFIR’ın üçüncü bölümü Çıkış
Yok’la baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar.
Ozancan Demirışık
AÇILIŞAÇILIŞAÇILIŞAÇILIŞ
İSYAN
Sıfır: “Çıkış Yok”
7
2 Ocak 2009 – 10.55
Đstanbul Dolunay Üniversitesi
“Ödevi yazdıysanız, çıkmadan önce bir yoklama daha dolaştıralım,”
dedi kürsüdeki kadın.
“Hocam ne yoklaması Allah aşkına, ilk ders de aldık ya!” dedi
amfideki kalabalıktan biri.
Genel Kimya dersinin ‘zalim’ hocası Narin Özpetek, bu asi sesin
nereden geldiğini radar gibi dolaştırdığı gözleriyle çözmeye çalışırken,
önceki yoklama kâğıdını sertçe eline aldı. Kâğıdı bir paçavra gibi sallayarak,
tiz sesini yükseltebildiği kadar yükseltti: “Bu mu yoklama? Sınıfta altmış
yedi kişi olduğu halde burada altmış dokuz kişi görünüyor!”
“Hocam, ders çıkışı sınavımız var, zaten geç kaldık,” dedi en ön
sıradan bir kız öğrenci. Aynı anda sınıftaki herkes onaylamaya çalışınca bir
uğultu yükseldi.
Narin Hoca her zaman yaptığı gibi parmağındaki iri yüzüğü kürsüye
vurarak sert bakışlarını sınıfa yöneltti. “Susun! Hem suçlusunuz hem
güçlüsünüz! Başkasının yerine yoklamaya imza atmanın suç olduğunu
bilmiyor musunuz?”
“Tamam da hocam, bizim ne suçumuz var? Đki kişinin yaptığı şey
yüzünden hepimizi sınıfta tutuyorsunuz,” dedi üçüncü sıradan gür bir ses.
Narin Hoca öğrencileriyle muhatap olmayı yeğlemese de bu genci
tanıyordu. Adı Barış’tı. Önceki vizede beklediğinden düşük not geldiği için
Gökcan Şahin
8
kâğıdına bakmak istemiş, Narin Hoca izin vermeyince bölüme dilekçeyle
şikâyette bulunmuştu. Kâğıt başka bir öğretim üyesi tarafından
değerlendirilmiş ve gerçekten de Barış’ın gerekenden yirmi puan az aldığı
ortaya çıkmıştı. Sorun kadının puanları toplarken hata yapmasıydı. Sonuçta
bu basit öğrenci parçası tarafından hem meslektaşlarına hem de
öğrencilere karşı küçük düşürülmüştü ve böyle bir şey onu çok
öfkelendirirdi. Normalde Barış’a savaş açması (belki birkaç sene sınıfta
bırakıp süründürmesi) gerekirdi ama o sıralar çok daha önemli işlerle
meşguldü ve şimdi de pek hevesli değildi. Tabii bu, durumun hiç
değişmeyeceği anlamına gelmiyordu.
“Barışçığım, ben ne yapabilirim?” dedi alayla. “Sonuçta bu sınıfta
yoklamada görülen altmış dokuz kişi yok. Đstersen kendin say.”
“Saymama gerek yok. Eminim siz on kere saymışsınızdır. Belki daha
fazla kaçak yakalarım diye.”
“Ne dediğini sanıyorsun sen? Hem o ağzındaki sakızı çıkar
bakayım!”
Arada sırada döndürdüğü naneli sakızını çiğnemeyi bırakarak,
“Hangi sakız hocam?” diye sordu Barış.
Sarı saçlı, kısa boylu Narin Hoca bunun üzerine gözlerini öfkeyle
devirdi. Sağ işaret parmağıyla kapıyı gösterdi: “Çıkar mısın dışarı?”
“Hayır!”
“Ne demek hayır?”
“Hepimizi birlikte çıkacağız. Sadece ben değil. Bazı arkadaşlarımın
biraz sonra sınavı var ve geç kalıyorlar. Yeterince açık bence.”
“Barış! Çık dışarı!”
Sıfır: “Çıkış Yok”
9
Hoca ve Barış pek farkında olmasalar da tüm öğrenciler sus pus
olmuş, nereye varacağı belli olmayan bu tartışmayı seyrediyorlardı. Bazıları
Barış konuştuğu zaman destek nidaları atmayı ihmal etmiyordu tabii.
“Çıkmıyorum dedim, ne yapacaksınız, zorla mı atacaksınız?”
“Şu an sınıfın en yetkili kişisi benim ve buna hakkım var. Bunu
bilmiyorsan, yönetmeliği oku da gel.”
“O yönetmelikte, ders saatini aşmak ve öğrencilerin sınava geç
kalmalarına neden olmak da var mı?”
Narin Hoca öfkeden kızarmış bir halde yumruklarını sıkmıştı. Barış’ı
muhatap almaktan vazgeçip sınıfa döndü.
“Hadi, bir yoklama dolaştırın. Kızım boş bir kâğıt çıkar sen,” dedi en
ön sıranın en köşesindeki esmer kıza. Sınıfın en başarılılarından Özlem’di
bu. Defterleri durmadan fotokopi çektirildiğinden neredeyse radyoaktif
hale gelen kız herkesçe tanınıyordu. Hocasına karşı çıkacak bir tip değildi.
Yine de hoşnutsuzca, üfleye püfleye kareli defterinden bir sayfa kopardı.
Barış hemen gürültüyle yerinden kalktı ve Özlem’in elindeki kâğıdı
kadından önce kaptı. Hocanın gözlerine bakarak ikiye böldü ve buruşturdu.
Ayrıca sakızını da inadına delice çiğniyordu.
“Arkadaşlar!” diye seslendi sınıfa. “Kendimizi ezdirmeyelim.
Đsteyenler peşimden gelsin. Bölüm başkanlığına gidiyorum. Bu yoklamaya
imza atacağımıza, şikâyet dilekçesine imza atacağız!”
Bunu söyler söylemez sık adımlarla sınıfın tahta kapısına doğru
yürüdü ve sertçe açıp dışarı çıktı. Arkasından diğer öğrenciler sel halinde
gittiler. Hiçbiri, kendini sınıfın imparatoru zanneden kadının yüzüne bile
bakmadı.
BİRİNCİ KISIM
ÇIKMAZ SOKAK
Sıfır: “Çıkış Yok”
11
5 Ocak 2009 – 13.20
Bayrampaşa / Đstanbul
Ocak ayından beklenmeyecek kadar sıcak ve güneşliydi o gün.
Zaman yolculuğu yapan ama hangi zamana geldiğini bilmeyen bir adam,
muhtemelen mayıs ayında olduğunu düşünecekti. Öyle ki Đstanbul sınırları
içinde -hatta tüm Marmara Bölgesi’nde- o gün dışarı çıkarken yanına mont
alan binlerce insanoğlu pişman olmuş, kış soğuklarıyla büzülen elektrik
telleri sıcağı görünce genleşip sarkmış, mevsimi olmamasına rağmen
yüzlerce dondurma tüketilmiş, hatta birkaç sivrisinek mevsimi şaşırıp evlere
hücum etmeye koyulmuştu.
Bayrampaşa’da bir sokakta; kulağında kulaklığı, elinde çantasıyla
ağır ağır yürüyen genç daha fazla dayanamayıp üzerindeki ince montu
çıkarmak için bir duvar dibinde durdu. Bu havada bir adım daha yürürse
terden sırılsıklam olacaktı. Kulaklığını düşürmeden montunu çıkarmaya
çalışırken biraz zorlansa da sonunda kurtuldu o bunaltıcı ağırlıktan.
Çantasını yerden aldı, montu koltuğunun altına kıstırdı ve yoluna devam
etti.
Adı Barış Mertkan’dı. Orta boylu, dik yürüyüşlü, esmer, yakışıklı
sayılabilecek yüz hatlarına sahip bir gençti. Birçok üniversiteli gibi saçlarını
uzatmaya başlamıştı, ama bu kararı henüz iki hafta önce verdiğinden,
arkadan bakılınca kız sanılacak kıvama daha gelmemişti. Đstanbul Dolunay
Üniversitesi Çevre Mühendisliği’nde okuyordu. Normalde o gün saat dörde
Gökcan Şahin
12
kadar dersi vardı ama sıkılıp eve gitmeye karar vermişti. Son zamanlarda
bunu çok sık yapıyordu. Ders kaçırmanın notlarına fena halde olumsuz etki
yaptığı bir gerçekti; ama kendini bildi bileli ders lafını duyunca bile bunalan
biri olarak son derslere girmemesi şaşılacak şey değildi. Hele en nefret
ettiği günlerden olan pazartesi gününde erkenden kaçmak onun için en
doğal şeydi.
Okulu düşünürken aklına yine Genel Kimya öğretmeni geldi. Cuma
günkü derste olanlar ve hocanın tavrı epey moralini bozmuştu. Tüm sınıfı
arkasına almış, bölüm başkanlığına şikâyet dilekçesi vermişlerdi.
Arkadaşlarından hiçbirinin o kadının yüzünü bile görmek istemediği
aşikârdı. Barış’ın yaptığı sadece bunu ifade etmelerini sağlamak olmuştu.
Şimdi, Genel Kimya dersinden kalması kesin görünüyordu. Narin Hocayı
tanıyorsa, o emekli olmadığı sürece dersi geçemezdi.
“Neyse ya, ne olacaksa olsun,” diye düşünüp kafasındaki ağır
düşüncelerden sıyrılmak istedi, ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi.
Bu kez de, biraz önce okuldan çıkarken şanssızlık eseri Narin Hoca’yla
karşılaşması geldi aklına. Kadın resmen gözleriyle dövmüştü Barış’ı. “Sen
görürsün,” der gibi başını yavaşça sallaması korkutucuydu. Bu yılan bakışlı
gözler neredeyse pişman olmasına sebep olacaktı. Neredeyse…
“Tamam! Bitti! Artık düşünmek yok!” diye mırıldandı. Kulağındaki
müziğe odaklanmaya çalıştı ve bu kez kısmen başardı.
***
Sıfır: “Çıkış Yok”
13
Bayrampaşa’da ailesiyle oturuyordu Barış. Gebze’den yeni
taşınmışlardı. Taşınmalarının sebebi hem okulunun çok uzak kalması, hem
de babasının Eminönü’nde devraldığı elektronik ürünler satan mağazasının
evden uzak olmasıydı. Bayrampaşa hem okula hem de babasının işyerine
yakın sayılırdı, ev kiraları da ödeyebilecekleri miktardaydı. Đyi bir yer bulur
bulmaz taşınmışlardı. Küçük bir hesapla, taşınalı tam on beş gün olduğunu
buldu Barış. Daha mahalleyi doğru dürüst gezmeye fırsat bulamamışlardı.
Şu okul dönemini bir atlatsa; değil Bayrampaşa’yı, Đstanbul’un her köşesini
gezecekti. Aylık akbil alıp, yıllardır uzak kaldığı megakenti karış karış
dolaşacaktı.
Đşte sokaklarına gelmişti. ‘Özdemir Sokak’ yazılı tabeladan sağa
dönecek ve otuz metre sonra evinde olacaktı.
O anda sokağın diğer tarafında başörtülü yaşlı bir kadın gördü.
Kaldırımda oflayıp pufluyor, çantasından çıkardığı bir mendille alnındaki
teri siliyordu. Uzun ve desenli eteğinin iki yanında hayli ağır görünen iki
poşet vardı. Yakınlardaki küçük bir alışveriş merkezinin beyaz poşetleriydi.
Belli ki kadın poşetleri taşırken çok zorlanmıştı ve bir yardımcıya hayır
demeyecekti. Barış yardım edip etmemeyi düşündü ve bir an duraksadı.
Etrafta kadına doğru yönelen birileri var mı diye göz gezdirdi. O anda
kadın başını yana çevirdi ve doğruca ona baktı. Delici, mavi gözleri aradaki
beş metrelik mesafeden bile fark ediliyordu. Barış adeta bu yalvaran
gözlere çekildi. Artık yardım etmeme şansı yoktu. Sokaktan karşıya
geçerken kulaklığını çıkarıp müzikçalarını çantasına koydu.
“Teyze, yardım edeyim isterseniz?”
“Zahmet olmasın…”
Gökcan Şahin
14
“Olur mu teyze, ne zahmeti.” Poşetleri kapmıştı bile. Tahmin
ettiğinden bile ağırlardı. Kadının bu ağırlıkla on metre bile gidebilmesi
mucizeydi. Barış kadının nereye gideceğini söylemesini bekliyordu. Kadın
teriyle nemlenmiş mendilini çantasına sokuşturup eliyle ileriyi gösterdi.
“Hemen üçüncü sokak çocuğum. Sokağın başına kadar getirsen yeter.”
“Teyze bunlar çok ağır sizin için, evinize kadar bırakırım, benim için
sorun olmaz.”
“Apartmanın önüne kadar getir yeter. Ondan sonra kapıcı taşır.”
“Peki,” dedi Barış ve yola koyuldular. Kadın beklediğinden hızlı
yürüyordu ve çok da efor sarf etmiş görünmüyordu. Gençliğinde çok spor
yapmış anlaşılan, diye düşündü Barış. Ben de o yaşta bu formda olsam yeter
de artar bile.
Hiçbir şey konuşmadan -ki zaten Barış yaşlılarla konuşmayı pek
bilmezdi- çok geçmeden üçüncü sokağa vardılar. Sokağa dönerken kadın
ilk kez konuştu:
“Çocuğum yorulduysan biraz dinlenelim.”
Barış her ne kadar yorulmuş olsa da genç olmasının verdiği gururla
devam edebileceğini söyledi. Hem evi ne kadar uzakta olabilirdi ki?
Ev maalesef düşündüğünden çok uzaktaydı. Sokakta en az yüz
metre yürüdüğünü düşündü Barış. Etrafına pek dikkat etmemiş olsa da bu
yüz metre boyunca sokak dümdüz devam etmiş ve herhangi bir başka
sokakla bağlanmamıştı.
Kadın sonunda sokağın sağ tarafındaki açık mavi badanalı beş katlı
bir binaya yöneldi ve teşekkür ederek teslim aldı.
“Çok sağ ol evladım, gidebilirsin, bundan sonrasını kapıcı halleder.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
15
Barış nezaketle yaptığının önemli olmadığını söyledi. Aslında okul
çantasının da yaratığı ağırlıkla bu yolculuk onu epey yormuştu. Kadın
çantasından mendili ağır ağır çıkarmaya kalkınca içeri girmesini
beklemeden yola koyulmaya karar verdi.
Peki ne tarafa gidecekti? Bunca yolu geri dönüp caddeye çıktıktan
sonra üç sokak ilerleyip tekrar kendi sokağına mı girecekti? Hemen
kafasında oluşturduğu haritaya göre bu sokağın diğer tarafından aşağı inse
evi daha yakın olacaktı. Her ne kadar daha önce görmediği yollara girme
ihtimali olsa da kaybolacağını hiç sanmıyordu. Hem yeni mahallesini biraz
daha iyi tanımış olurdu.
Bu düşüncelerle tekrar yola düştü. Üçüncü adımında aklına
müzikçaları geldi. Çantasından çıkarıp kulağına taktı ve güzel bir şarkı açtı.
***
Allah Allah, diye düşünüyordu şimdi, on dakikadır yürüyorum,
sokağın bitmeye niyeti yok gibi. Haklıydı, sokağa girdiğinden beri üç şarkı
geçmişti. Her zaman geçtiği sokak şu ana kadar yürüdüğünün yarısı kadar
bile değildi. Kendi sokağına ulaşabilmesi için bir yerlerden sağa dönmesi
gerekiyordu. Oysa o ana kadar ne sağa ne de sola bir dönüşe rastlamıştı.
Đleriye baktığında da geriye baktığında da sokak uçsuz bucaksız
görünüyordu. Yüksek binaların arasındaki bu yolda kendini, nehri ikiye
bölen Musa gibi hissetti. O sihir kaybolursa tüm binalar üzerine
çökecekmiş gibi…
Gökcan Şahin
16
Tuhaf, hiç kimse de görünmüyor, diye düşündü. Etrafa park etmiş
otomobillerden başka bir şey yoktu gerçekten de. Ne tek bir ağaç, ne tek
bir kedi, ne de tek bir aydınlatma direği. Gerçekten çok tuhaf…
Kulağında çınlayan müziği durdurdu, kulaklığını çıkardı, kendi
etrafında bir kez döndü. En ufak bir çıtırtı yoktu. Hava inanılmaz durgundu.
Tüm camları kapalı bir odadaki hava bile bu kadar durgun olamazdı belki
de. Hoş, yükseklerde rüzgâr olup olmadığını anlamasını sağlayacak tek bir
ağaç da yoktu ki. Nasıl bir yer burası yahu?
Etrafında bir tur daha attı. Kendi soluğunun ve ayakkabısının
sesinden başka bir şey duyamıyordu halen. Bağırmak, kimsenin onu duyup
duymadığını sormak istedi, ama böyle bir çılgınlık yapabilecek biri değildi.
Cuma günü Kimya dersinde yaptığı atılganlığın aksine, genellikle utangaç
bir gençti.
Çaresiz, etrafına baka baka yürümeye devam etti. Sonunda elbet
kurtulacaktı bu sokaktan. Kurtulduğunda da durumu fazla abarttığını ve
kendi kendini boş yere korkuttuğunu düşünüp gülecekti.
Adımları hiç olmadığı kadar hızlıydı şimdi. Bir an önce bir çıkış
bulmak için artık koşarcasına yürüyordu. Nasıl tek bir kuş bile olmaz? diye
düşünüyordu aynı zamanda. Tek bir ağaç, hatta tek bir karınca?
Sokak lambaları olmadan geceleri nasıl aydınlanıyor burası? Hiç mi
kimse oturmuyor şu binalarda? Kimse mi bakmaz camdan, balkondan? Şu
üç dört çeşit araba dışında hiç mi bir şey olmaz? Çıldırıyor muyum yoksa?
Artık koşuyordu, tüm gücüyle! Çantasının kalçasına çarpa çarpa onu
takip etmesini umursamadan nefes nefese koşuyordu. Deliriyorum, diye
tekrarlıyordu sürekli. Bir kâbustayım belki de. Oysa kendini çimdiklemekle
Sıfır: “Çıkış Yok”
17
de uyanamıyordu. Gerçekti işte, düpedüz gerçek. Kâbuslarda bile bu kadar
korkulmazdı. Her şey bu kadar net hatırlanmazdı. Sabah evden çıkışını, tüm
derslerdeki ayrıntıları, sıkıntıdan patlayacak gibi olup dersten ayrılışını, tam
sokağa girerken yaşlı kadını görüşünü, hatta onu evine bıraktıktan sonra
dinlediği şarkıları, hepsini tek tek gayet net bir şekilde hatırlıyordu.
***
Kendi ayağına takılınca az kalsın düşecekti. Sendeledi, çömeldi, yere
çöktü, hava zar zor yetiyordu ona. Ciğerleri tüm kapasitesiyle çalışıyordu
ama yine de zorlanıyordu. Ayağa kalkmadan tekrar baktı etrafına. Hemen
önündeki araba çok tanıdık geldi. Birkaç dakika önce de aynı arabayı
görmüştü. Sinek yeşili bir Şahin… Aynı sokakta iki tane sinek yeşili Şahin
olma olasılığı ne kadar olabilirdi ki? Şöyle bir apartmanlara baktı. Onlar da
tanıdıktı, onların da yanından geçmişti. Hatta şu iki apartman ötedeki, yaşlı
kadınınkinin aynısı değil miydi?
Aklına gelen bir düşünce neredeyse gülümsetecekti onu. Selçuk
Erdem’in çölde hep aynı yerden geçen insanları işlediği karikatürleri
gelmişti aklına. Karikatürde adamlar aynı tabelayı veya başka şeyleri tekrar
görüyordu ve biri, “Kahretsin, hep aynı yerde dönüp duruyoruz galiba,”
diyordu.
Bu düşüncesinden sonra aklını gerçekten kaçırdığını düşündürten
bir kahkaha attı ve yüksek sesle konuştu: “Yahu madem sokak bitmiyor,
neden geri dönmüyorum ki? Sokağın başının olduğunu biliyorum nasıl
olsa. Ha ha ha.”
Gökcan Şahin
18
14.15
Çatalca / Đstanbul
Dize Demirsoy müstakil bir evin kapısından çıktı. Uzun siyah
pardösüsü ve beline inen kızıl kestane saçları aynı anda dalgalandı hafif
rüzgârda. Güneşin parlak ışığı yüzüne vurunca gözlerini kısmak zorunda
kaldı. Hemen arkasından Murat Arıkan aynı kapıdan geldi yanına. Birkaç
gündür tıraş etmediği kirli sakalı ve dağılmış saçlarıyla hayattan bezmiş gibi
görünüyor ama uzun boyu ve gelişmiş kaslarla donatıldığını belli eden
yapılı vücudu, dik duruşuyla birleşince gücünün yerinde olduğunu
ispatlıyordu. Basamaklardan inip evin bahçesinden dışarı çıkan beton yolda
ilerlediler.
Evin hemen önündeki ambulansın kapısına yaslanmış şoför merakla
onlara bakıyordu. Kapıdan gelen gürültüleri duyunca şoförle beraber Dize
ve Murat da ne olacağını bilmiyormuş gibi arkalarına döndüler.
Đki polis ile beyaz önlüklü bir doktor, delice çırpınan bir adamı dışarı
çıkarmaya çalışıyorlardı. Adamın çığlıkları Dize’nin içini acıtsa da yapacak
bir şey yoktu. Bu ambulansa binmek ve belki de ömür boyu kalacağı yeni
mekânına gitmek zorundaydı adam.
Polisler adamı ambulansın arka kapısına götürüp içeri soktular, bir
tanesi doktorla beraber ambulansa binerken diğeri Murat’ın yanına geldi.
“Tamamdır komiserim, hallettik. Tekrar teşekkürler. Bu deli artık
yıllarca o delikten çıkamaz.” Elini uzattı. Murat memnuniyetle sıktı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
19
“Görevimiz.”
“Biz gidiyoruz komiserim. Đyi günler size.”
“Peki, iyi günler.”
“Đyi günler,” diye tekrarladı Dize. Polis, ambulansın hemen arkasına
park etmiş devriye otosuna bindi. Ambulansla beraber hareket edip, birkaç
saniye içinde görünmez oldular.
“Gördün mü bir delinin başımıza açtıklarını?” dedi Murat.
“Ya… Saatlerdir buradayız, çıka çıka bir delinin marifeti çıktı. Gerçi
Birim Sıfır tarihindeki en kolay iş olmuştur herhalde.”
“Hiç de değil,” dedi Murat ciddi bir sesle. “Göreceksin,
uğraşacağımız işlerin çoğu böyle basit olaylar ve yanlış anlaşılmalardan
ibaret olacak. Her zaman müthiş maceralar bekleme.”
“Tamam, beklemem,” dedi Dize. Birden gülmeye başladı. Murat da
ona eşlik etmeden edemedi. “Ama geçen seferki pek bir müthişti,” diye
devam etti Dize, sargıdan yeni çıkmış elini göstererek.
Murat’ın gülümsemesi aniden soldu. Az kalsın Dize’yi
kaybedecekleri o gün geldi aklına. Her gün başka bir bedende doğan ve
her seferinde akla hayale gelmeyecek cinayetler işleyen bir katile yem
olarak sunulmuştu Dize. Bunu düşündükçe Murat’ın tüyleri diken diken
oluyordu. Allahtan durum ucuz atlatılmıştı.
“Hemen suratını asma,” dedi Murat’ın yüz ifadesini görünce. “Hep
diyorum ya, o olay benim çok işime yaradı. Unutma, öldürmeyen şey
güçlendirir.”
“Biliyorum biliyorum, yine öğretmenliğe başladın,” dedi Murat tekrar
gülümserken. “Ama yine de yanılma. Her seferinde aynı türde maceralar
Gökcan Şahin
20
yaşamayacaksın. Sonuçta X-Files’ta değiliz.” Cebinden bir anahtar çıkardı
ve metalik gri renkli Seat Cordoba’sına doğru yürümeye başladı. Đki dakika
sonra arabada oturmuş kahkahalarla gülüyorlardı.
***
Birim Sıfır’daki ikinci görevleriydi bu. Kurulalı aylar olmasına rağmen
henüz çok fazla işle uğraşmamalarının pek çok sebebi vardı. Birincisi henüz
Đstanbul genelindeki istihbarat kaynakları bile tam olarak devreye
girememişti.
Đkincisi, Taylan Birim Sıfır’ın tüm bürokratik işlerini halletmiş olsa da
altyapı tamamlanmış değildi. Murat ve Dize’nin elinde karşılarına
çıkabilecek kompleks olaylarda kullanabilecekleri kaynaklar ve araçlar pek
bulunmuyordu.
Üçüncüsü gizemli ve korkutucu olaylar genellikle saklanır, cinlere
perilere yorulurdu ve pek dışarıya yansıtılmazdı. Kimse kendisinin deli
sanılmasını istemiyordu haliyle. Hele bu bilim ve teknoloji çağında bu
konularda konuşanlar artsa da metafiziğe inananlar azalıyordu.
Ve dördüncüsü, tuhaf bir şekilde bazı olayların Birim Sıfır’a ulaşması
engellenmeye çalışılıyor gibiydi. Örneğin biri geliyor, tuhaf bir şeye şahit
olduğunu söylüyordu ama hemen ertesi gün hatta bazen birkaç saat sonra
ifadesini geri çekiyor, böyle bir şey olmadığı konusunda polisi ikna
ediyordu. Bazen bu tuhaflığın mantıklı sebebini bulduğunu söylüyor, bazen
kendi psikolojik durumunu bahane ediyordu. Belki birkaçı gerçek olabilirdi,
Sıfır: “Çıkış Yok”
21
ama defalarca aynı durumla karşılaşmak ister istemez insanı
şüphelendiriyordu.
Her ne kadar Birim Sıfır’ın işlerinin iyi gitmemesinin sebepleri
kısmen belli olsa da Taylan o sıralar bunları düşünmeye pek vakit
bulamıyordu. Đşiyle ilgili bir problem nedeniyle birkaç haftadır
yurtdışındaydı ve yeni dönebilmişti.
Arada bir yaptıkları Birim Sıfır toplantıları dışında Dize üniversitedeki
görevine devam etmekteydi, Murat ise artık aktif olarak polisiye görevlerde
yer almıyordu. Aynı anda iki iş yapmak Dize’yi eskisinden daha çok yoruyor
olsa da artık hayatında bir amacı olduğu için en ufak bir şikâyette
bulunmuyordu. Taylan’ın yalnızca Birim için çalışması teklifini de derhal
reddetmişti. Birkaç ayda bir karşılarına çıkacak bir olay nedeniyle
öğretmenlikten vazgeçemezdi. Öğretmenlik çok sevdiği bir işti, üstelik bir
bilim insanı olduğunu hatırlatıyordu ona. Fizik ve diğer bilim dalları
üzerindeki araştırmaları ise eskisi kadar yoğun olmasa da takip etmeye
devam ediyordu.
O sırada çözdükleri işin, tekrarlanan bir ‘rahatsızlık verme’ şikâyetiyle
başladığı söylenebilirdi. Şikâyet basit ve açıktı: Müstakil bir evden ara sıra
tuhaf sesler geldiği söyleniyordu. Çevredekiler gece gündüz demeden,
ancak bir canavardan çıkabilecek derecede yüksek ve korkunç sesler
geldiğine şahitlerdi. Bu sesler ilk olarak sokakta top oynayan çocuklar
tarafından duyulmuş, onların ailelerine şikâyet etmelerinden sonra
komşulardan bir ikisi evi ziyaret etmişti. Oysa adam, evden böyle bir ses
gelmesinin imkânsız olduğunu, kendisinin hemen hemen her zaman evde
olduğunu ve seslerden hiç haberi olmadığını iddia ediyordu.
Gökcan Şahin
22
Aynı şikâyet defalarca tekrarlanınca durum sonunda polise sirayet
etmişti. Polis birkaç kez evi kontrol etmiş, tek başına yaşayan bir adamdan
başka bir şeye rastlamamıştı. Sonunda bir şey bulunamayınca (savcılar
böyle basit olaylar için arama izni vermekte cimri davrandıklarından eve
girememiş, sadece adamın ifadesini almışlardı) durum Taylan Yıldırım’a
iletilmişti.
Taylan yurtdışından gelir gelmez böyle bir olayla karşılaşmasının
Birim açısından umut verici olduğunu düşünmüş, hemen Murat ve Dize’yi
çağırmıştı. Önceki olayda gayet zekice davranarak seri cinayetlerin
çözülmesini sağlayan ve yaptığı fedakârlıkla olaya son noktayı koyan Dize
artık Taylan’a sonsuz güven veriyordu, Murat ise zaten onun için bir
numaraydı.
Taylan durumu iki ajana aktarmış, yapılması gerekeni onlara
bırakmıştı. Dize ve Murat hemen yola çıkmış, iki saatlik yol boyunca bolca
beyin fırtınası yapmışlardı. Aslında ellerinde tuhaf sesler ve yalnız yaşayan
bir adam dışında henüz ipucu yoktu ama düşünmekten zarar gelmezdi.
“Adam vahşi hayvan besliyor olabilir,” dedi Murat. “Kaplan, ayı
falan.”
“Ya da bazen tuhaf bir canavara dönüşüyordur, Jekyll and Hyde’ı
okuduysan…”
“Evet evet,” dedi Murat. “Okudum onu.”
“Canavara dönüşen insanla karşılaştınız mı daha önce?”
Murat biraz düşündü, “Hayır,” dedi. “Ama tıpkı bir canavara
benzeyen bir adamla karşılaştık. Derisi tıpatıp ağaç kabuğuna benziyordu.
Düşünsene, adam gece karşında dursa kurumuş ağaç sanırsın.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
23
“Hadi ya, ilginçmiş.”
“Meğerse bir hastalıkmış,” diye devam etti Murat koca bir kamyonu
sollarken. “Deriyi pul pul yapan bir hastalık… Berbat bir şeydi ya. Fakirlikten
hastaneye falan gidemiyormuş, hatta bunun kendisine verilen bir lanet
olduğunu düşünüp evden dahi çıkamıyormuş. Birileri gece bu adamla
karşılaşıp korkunca olaya el koyduk ve durumu çözdük. Adam sonra
hastaneye kaldırıldı, ama tedavi oldu mu olmadı mı bilmiyorum.”
“Hımm, neyse konuyu dağıtmayalım.”
Ama bol bol dağıtmış, hiçbir sonuca ulaşamadan malum eve
varmışlardı. Kapıyı çalıp yalnız yaşayan adamı da görmüşlerdi. Gayet
normal gibiydi. Bir canavarlık söz konusu değildi anlaşılan.
Dize içeri girmek isteyince adam biraz mırın kırın etse de sonunda
kabul etmişti. Seslerle ilgili sorular sormuş ama ağzından işe yarar tek bir
kelime alamamışlardı. Adam haberi olmadığını söylüyordu sürekli. Daha
önce çok şikâyet geldiğini ama o seslerle hiçbir ilgisi olmadığını
tekrarlıyordu.
Dize evin diğer odalarını gezmek isteyince adam şaşılacak şekilde
karşı çıkmış, hatta saldırganlaşmıştı. Murat bu durumdan şüphelenince
polis kimliğini göstermiş ve evi arayacağını söylemişti. Adam arama
izninden falan söz edince Murat’ın ellerini yakasında bulmuş, sonra bir
koltuğa çöküp kalmıştı. Murat adamın yanında kalacak, Dize evi arayacaktı.
Nitekim bu yapılınca gerçek kısa sürede anlaşılmıştı.
Adam Dize’nin düşündüğü gibi vahşi hayvan beslemiyor, ama
vahşileşmiş birkaç köpeği esir alıyordu. Müstakil evin üst katında koca bir
Gökcan Şahin
24
odada üç tane sağ, beş tane ölü köpek vardı. Sağ köpekler de bitkince yere
uzanmış, hızlı hızlı solumaktan başka bir şey yapmıyorlardı.
Dize köpekleri inceleyince üzerlerindeki diş izlerini fark etmişti.
Durumu Murat’a anlatmak için aşağıya inince adam adeta çıldırmış, deli
gibi koşarak üst kata kaçmıştı.
Murat onu köpeklerden birini kucağında tutarken bulmuş, adamsa
Murat’ı görünce köpeğe “Tut oğlum, tut, yakala!” diye bağırmaya
başlamıştı. Ama bitkinlikten dilini bile ağzında tutamayan köpek onun
dediğini yapacak halde değildi. Murat silahını çıkarmış, hemen köpeği
bırakıp ellerini kaldırmasını emretmişti. Daha sonra adamı kelepçeleyip
aşağı indirmiş, sandalyenin tekine oturtmuş, telefonla Taylan’a durumu
haber vermişti. Bir saat kadar sonra ambulans ve polis oradaydı. Bu süre
içinde Dize, o ikna edici ses tonu ve hitabeti sayesinde deli adamın
öyküsünü de öğrendi.
Adam yıllarca kaçak köpek dövüşlerine katılmıştı. Drakula adında
vahşi bir köpek besliyordu ve sürekli kazanıyordu; ama bir gün yenilmiş ve
boynuna aldığı yoğun diş yaraları nedeniyle ölmüştü Drakula. Adam, çok
bağlandığı köpeğinin ölmesine dayanamamış, diğer köpeğin sahibine
saldırmaya kalkmıştı.
Oysa saldırılacak son kişiydi o. Bir tür çete reisi olan rakibi, ona
günlerce işkence ettikten sonra serbest bırakmıştı. Adam korkudan
günlerce kekelemiş, evden bile dışarı çıkmaya korkar olmuştu. Biraz
cesaretini topladıktan sonra dışarıdan köpek toplamaya ve evde
dövüştürmeye başlamıştı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
25
Adam sıradan bir köpek dövüşüne katıldığını sanıyor, köpekleri
dövüştürdüğünde kendi evinde olduğunu dahi unutuyordu. Sürekli
kazanan köpeğin kendisininki olduğunu düşünüyor ve bununla
avunuyordu. Psikolojik dengesinin tamamen bozulmuş olduğu aşikârdı
ama elbette kendisi bunun farkında değildi. Dövüşler sırasında köpeklerin
çıkardıkları seslerden rahatsız olan komşuları şikâyete gelince gürültüden
haberi olmadığını söylüyordu, çünkü dövüşler sırasında evde olduğunu bile
hatırlamıyordu. Ve işte o gün her şey ortaya çıkmıştı. Sonrası malum, adam
iki polisin zoruyla ambulansa bindirildi ve belki de ömür boyu kalacağı akıl
hastanesine kaldırıldı.
***
“Bu kadar güldük de… Adamın haline acımıyor da değilim,” dedi
Dize gözlerinden akan yaşları mendiliyle silerken. Murat cevap vermedi. O
da gülmesini durdurmuş, arabayı çalıştırmıştı. Taylan’a tam bir rapor
vermek için Şişli’deki plazaya doğru yola koyuldular.
14.25
Bayrampaşa / Đstanbul
Kendini çölde kaybolmuş bir zavallı gibi hissediyordu. Geri gitmek
de bir işe yaramamıştı. Yarım saatten beri geldiği yöne yürüyordu ve hâlâ
Gökcan Şahin
26
görünürde çıkış yoktu. Aynı arabalar, aynı binalar tekrar tekrar çıkıyordu
karşısına.
Yaşlı kadını bulmak istediyse de artık imkânı yoktu. Sokak öyle
tuhaftı ki tüm binalar birbirine bitişikti ve yan sokağa geçilecek en ufak bir
açıklık görülmüyordu.
Defalarca apartmanlara girmeye çalışmıştı ama bütün kapılar
kapalıydı.
Cesaret edip çığlık bile atmıştı ama bir Allah’ın kulu duymamıştı
onu. Pencereleri kırmak için yerde taş aramış, bir tane bile bulamamıştı.
Sonunda bir giriş katının camını tekme atarak kırmayı denemişti, ama cam
hiç de kırılgan değildi.
Aklına GTA oyunu geldi. Eskiden saatlerce oynadığı bir oyundu. Bir
adamı kontrol ediyor ve şiddet dolu onlarca görevi başarmaya çalışıyordu.
Oyundaki içine girilemeyen, kartondan yapılmış gibi görünen apartmanlara
benziyordu bu sokaktaki binalar. Ne girilebiliyordu, ne zarar verilebiliyordu.
Đçinde yaşayan olup olmadığı bile belli değildi. Tırmanarak arkalarına
geçmek de olanaksızdı.
Açık havada kapana kısılmıştı Barış. Gökyüzüne baktı. Güneş
görünmüyordu; binaların arkasında kalmış olmalıydı. Gökyüzü masmaviydi.
En ufak bir pürüz yoktu. Ne bir bulut, ne uçan bir kuş, ne de arkasından iz
bırakan bir uçak. Gökyüzü bile sahte gibiydi işte.
Bir kaldırımın üzerine çöktü. Çantasını çıkardı, içinde su olduğunu
hatırladı. Çıkarıp yarım şişeden bir yudum içti. Az kalsın hepsini kafasına
dikecekti, ama bu kâbusta uzun süre kalma olasılığı aklına gelince vazgeçti.
Sıfır: “Çıkış Yok”
27
Daha sonra gerekli olabilirdi. Şişeyi tekrar çantasına koydu. Henüz
yeterince uzatamadığı saçlarını karıştırdı sıkıntıyla.
Saatine baktı. Đki olmak üzereydi. Bir saat olmuştu buraya hapsolalı.
Đsterik bir şekilde gülmeye başladı aniden. Deliriyorum, dedi yine.
Birazdan iyice tırlatacağım ve kendimi öldüreceğim. Sonra beni kim bilir
nerede bulacaklar… Gazetelerin üçüncü sayfalarına kocaman harflerle şu
başlığı atacaklar: Üniversite öğrencisi anlaşılamayan bir nedenle intihar
etti!”
***
Cebindeki telefon onu rahatsız etmeseydi, sonsuza kadar öylece
hareketsiz oturacaktı. Ama oturduğu zaman rahatsızlık verdiği için her
zaman cebinden çıkardığı telefon, şu durumda bile onu rahat
bırakmıyordu. Birkaç kez bu yüzden telefonunu bir yerlerde unutmuştu.
Nokia’nın çok da yeni olmayan bir modeliydi telefon. Çıkarıp boş
boş baktı ekranına. Kameralı olsa etrafın fotoğrafını çekebileceğini
düşündü.
Olur da buradan kurtulursa böyle bir yerde mahsur kaldığını
kanıtlayabilirdi. Ama bu konuda bile şansı yaver gitmiyordu.
Bu sırada telefonun ekranındaki çubukları fark etti. Sinyal
alabiliyordu! Hem de sonuna kadar doluydu çubuklar, mis gibi çekiyordu.
Bunu nasıl daha önce düşünememişti.
Hemen babasını aradı ve bir süredir dinlenmekte olan kalbinin yine
küt küt attığını hissederek karşı tarafın cevap vermesini bekledi.
Gökcan Şahin
28
14.35
Eminönü / Đstanbul
Sirkeci’de fotoğraf makineleri, kameralar, DVD çalarlar gibi bilumum
elektronik eşyanın satıldığı bir dükkânda Murtaza adlı göbekli bir adam,
tezgâhın arkasındaki sandalyeye oturmuş burnunu karıştırıyor, arada bir
eline gelen parçaları tezgâhın altına sürüyordu. Son kazısında çıkarttığı yeni
bir yeşil madeni incelemekteyken içeri sarışın bir kadın girdi.
Kendini toparladı, tatağı yere fırlatıp ayağa kalktı. Kadını şöyle bir
baştan aşağı süzdü:
“Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?”
Kadın çantasının fermuarını açıp gri renk bir fotoğraf makinesini
çıkardı.
“Buna uygun bir hafıza kartınız var mı?”
Murtaza makineyi kadından alıp hafıza kısmını inceledi ve geri
uzattı.
“Var hanımefendi. Ne kadarlık istersiniz?”
“Nasıl ne kadarlık?”
“Kaç gigabyte yani? Bir var, iki var, dört var…”
“Fiyatları ne kadar?”
“Bir gigabyte on lira, iki gigabyte yirmi lira, dört gigabyte kırk lira.”
“Dört gigabyte alayım ben.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
29
“Hemen veriyorum,” dedi ve zorlanarak eğilip tezgâhın altından bir
kutu çıkarttı.
“Şey… Bunu nasıl takacağım? Pek bilmiyorum da,” dedi kadın
dudaklarını hafifçe bükerek.
“Şöyle,” dedi ve hafıza kartını seri hareketlerle kutusundan çıkarttı.
Kadının elindeki makineyi tuttu ve bir bölme gösterip kartı soktu.
Kadınla yakınlaşınca parfümünün kokusu burnuna dolmuş, bir tuhaf
hissetmesine neden olmuştu. Ayrıca beyaz giysisindeki göğüs dekoltesine
gözleri kaymakta ısrar ediyordu. Otuz yıldır evli olmasaydı kötü şeyler
düşünebilirdi. Aslında birkaç saniye geçmeden boş verip düşündü de.
O sırada telefonu çalınca irkildi. Karısı geldi aklına.
Oha be Sakine, diye düşündü, yirmi kilometreden kokusunu alıyorsun
herhalde! Özür dileyerek telefona bakınca yanıldığını anladı. Arayan Barış’tı.
***
“Barış, müşteri var, sonra ara,” dedi Murtaza kısık ama sert bir sesle.
“Ne müşterisi baba ya! Ben burada mahsur kaldım sen ne
diyorsun?”
“Ne mahsur kalması oğlum? Beş dakika sonra ara diyorum Allah
Allah.”
“Ya baba, evin orda bir sokakta mahsur kaldım, çıkamıyorum.
Yardım et, bir şey yap. Delireceğim. Hatta delirmiş bile olabilirim! Baba ses
versene!”
Gökcan Şahin
30
“Barış, işim var diyorum! Biraz sonra arasana! Ne dediğini de
anlamıyorum zaten!”
“Allah belanı versin baba,” diye kükredi Barış.
“O ne biçim söz it oğlu it. Akşam görüşeceğiz seninle,” dedi Murtaza
ve telefonu kapattı. Sonra en delici bakışlarını ve sıcak gülümsemesini
takınarak müşterisine döndü.
“Evet, dediğim gibi…”
Aynı Anda
Beylikdüzü / Đstanbul
Murat nihayet E5’e çıkmıştı ve Beylikdüzü yollarını aşındırıyordu.
Dize’yle Birim Sıfır’ın eski dosyaları hakkında bir sohbete başlamışlardı.
Murat anlatıyor, Dize merakla dinliyordu. Eski dosyaların bazılarını
incelemiş olsa da Murat’ın anlatması çok hoşuna gidiyordu. Hem de
olayların gelişimini öğrenerek gelecekte nelerle karşılaşacağını anlama
şansı oluyordu.
“En çok karşılaştığımız, hayalet vakaları oluyordu,” dedi Murat.
“Ayda bir iki kere hayalet işiyle uğraşıyorduk ve hemen hemen hepsi aynı
türde oluyordu. Ya o evde önceden ölmüş biri oluyor ve yeni taşınanlar
hayaletlerden şikâyet ediyordu, ya da yakınlarda türbe falan oluyordu.”
“Peki gerçekten hayalet çıkıyor muydu?”
“Hemen hemen yarısı doğru çıkıyordu.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
31
“Peki hayaletlerle ilgili ilginç maceraların oldu mu? Yani geçen olay
dışında…” Aklına Arslan gelmişti. Dize’nin gördüğü ilk ve tek hayaletti o.
Sonradan bir hayaletin varlığının fiziksel çözümünü yapmaya çalışmış ama
tam bir sonuç alamamıştı. En mantıklı sonuç fiziksel âlemdeki sıradan
madde-dalga yapısının dışında bir şeylerin varlığıydı. Yani işin ucu yine
Ali’nin teorisine varıyordu.
“Beş kere falan bizzat gördüm,” dedi Murat, kısa bir düşünme
süresinin ardından. “Đtiraf ediyorum ilkinde altıma sıçtım.” Dize hem
gülerek hem de merakla bakınca “Anlatayım mı?” dedi.
“Anlat, daha çok yolumuz var nasılsa.”
***
“Birim Sıfır’daki ilk görevlerimden biriydi. Daha epey acemiydim.
Doğaüstü olaylar diye bir şey olmadığına inanıyor ve içten içe bu
düşüncemi kanıtlamaya çalışıyordum. Đlk birkaç görevimde durum
istediğim ve beklediğim gibi çıkınca fikrimden iyice emin olmuştum.
“Bir gün Taylan Bey’den haber geldi. Beylikdüzü’nde yeni yapılan
sitelerden birinde tuhaf bir durum vardı. (Beş dakika önce yanından
geçtiğimiz yüksek binaların arka tarafındaydı yanlış hatırlamıyorsam.) On
beş-yirmi katlı koca binalardan birinde birkaç gün arayla iki kez düşme
vakası yaşanmıştı. Đkisi de aynı dairede gerçekleşmişti. On üçüncü kattaki
boş bir evde… Đkisinde de iki genç ölmüştü. Tam dört ölü.
“Bu o zamana kadar rastladığım en büyük canilikti. Ve durum çok
tuhaf görünüyordu, çünkü atlayan gençler o apartmanda oturmadıkları gibi
Gökcan Şahin
32
nasıl oluyorsa normalde boş olan daireye girmeyi başarıp balkonundan
aşağı atlıyorlardı.
“Olay bize intikal ettirilmişti ama daha olaya el atıp atmamak
konusunda emin değildik. Ta ki bir genç kız önce polise, oradan da bize
ulaşana kadar…
“Kız durumun intihar veya dikkatsizlik falan olmadığını söyleyip
tuhaf şeyler anlattı. Đlk atlayan gruptan olduğunu ve iki arkadaşının
ölümünü bizzat gördüğünü, kendisinin de zor kurtulduğunu söylüyordu.
Onu bizzat kendim dinledim. Konuşurken kekeleyişini ve titreyişini hiç
unutmam.
“Tuzağa düştük diyordu sürekli. Yirmi yaşında ya vardı ya yoktu. Kısa
boylu, toplu yüzlü biriydi. Kelimeleri bir türlü toparlayamayınca her şeyi en
başından anlatmasını söyledim. Biraz kendine geldikten sonra istediğim
gibi anlattı. Dediğine göre ölen arkadaşlarından birinin evinde olaydan
önceki gece ruh çağırma seansı düzenlemişlerdi. Arkadaşları erkekti, tek kız
oydu. Ölenlerin erkek olduğunu zaten biliyordum.
“Ruh çağırmaya başlarken pek ciddi değillerdi, eğlence olsun diye
toplanmışlardı. Ama sonra iş inanılmaz bir raddeye gelmişti. Önce
ellerindeki fincan gerçekten hareket etmeye, sonra da sorularına yanıt
vermeye başlamıştı. Harflere yönelen fincanın söylediğine göre hayalet,
önceki sene ölmüş, otuz yaşında bir kadındı. Đsterlerse kendini
gösterebileceğini, onları korkutmak gibi bir niyeti olmadığını belirtiyordu.
“Bizimkiler önce tereddüt etmiş ama sonunda kabul etmişlerdi. Đşte
o zaman karşılarında şeffaf bir kadın bedeni belirmiş ve konuşmaya
başlamıştı. Aslında ağzı kıpırdamıyordu. Zihinlerine hitap ediyordu, yani bir
Sıfır: “Çıkış Yok”
33
tür telepati yeteneği vardı. Gençlerin sorularına ciddi ve anlaşılır yanıtlar
veriyordu. Ama nasıl öldüğü sorusuna ilginç bir yanıt vermişti: ‘Bebeğimin
arkasından atladım.’
“Kadın durumu büyük bir içtenlikle anlatırken bir hayaletin de
ağlayabileceğini ilk kez görmüşlerdi gençler. Eğer bir hayaletle karşı karşıya
olmanın şokunda olmasalardı onlar da ağlayabilirlerdi. En azından kız bana
öyle anlattı.
“Kadın, bebeğinin evlerinin balkonundan düştüğünü söylüyordu.
Dediğine göre balkon duvarları çok alçaktı ve ev sahibi bir türlü demir
korkuluk takmaya ikna olmamıştı. Henüz iki yaşındaki bebeği balkonda
oynarken bir taburenin üzerine çıkmış, balkondan sarkmış ve aşağı
düşmüştü. Tam o sırada balkona giren annesi de şok içinde arkasından
atlayıvermişti. Apartman çok yüksek olduğu için düşme süresi çok uzun
gelmişti ona. Hatta bebeğini yakalayabilmek için daha da hızlı düşmeye
çalışıyordu. Ama olmamıştı. Đkisi de beton zemine çakılmışlardı.
“Kadın kanlar içindeki bedeninin bir metre kadar üzerinde
süzüldüğünü fark etmişti. Bebeğinin bedeninden de şeffaf ve parlak bir şey
ayrılmış ve yavaşça yükselmişti. Annesi, bebeğinin ruhunun kaynağı belirsiz
bir ışığa doğru süzüldüğünü görüyordu ama kendisi hiçbir yere
gidemiyordu. Đçindeki büyük nefret mi o ışığa ulaşmasını engelliyordu
bilmiyordu, ama tek isteği birilerinden intikam almaktı.
“Hayalet bunları anlattıktan sonra kendisini gençlere gösterebilmesi
için daha fazla gücünün kalmadığını söylemiş. Ama son olarak onlardan bir
şey rica etmiş: O apartmana gidip korkuluğu yapması için ev sahibini ikna
etmelerini. Çünkü o sırada oturan kiracılar yine bebekli bir aileymiş ve aynı
Gökcan Şahin
34
acıyı onların da yaşamasını istemiyormuş. Gençler bunu memnuniyetle
kabul etmiş ve hayaletin verdiği adresi not etmişler.
“Ertesi gün ilk işleri oraya gitmek olmuş. Adresi bularak apartmana
girip hayaletin söylediği dairenin ziline basmışlar ama kimse açmamış. O
sırada tuhaf bir şekilde zihinlerinde evin anahtarının paspasın altında
olduğu bilgisi belirmiş. Kızın arkadaşlarından biri paspasın altından
anahtarı çıkarıp kapıyı açmış. Bunu neden yaptıklarını bilmiyorlarmış,
sonuçta kendi evleri değilmiş ve hırsız durumuna düşebilirlermiş. Ama
onları zorlayan bir şey varmış sanki.
“Đçeri girip evin bomboş olduğunu görmüşler. Oysa evde birileri,
hatta çocuklu bir aile oturuyor olmalıymış. Hayaletin bahsettiği balkona
gidip balkon duvarlarını kontrol etmişler. Çok da alçak görünmüyormuş
ama tabureyle tırmanan bir bebek elbette düşebilirmiş. Gençler yüksekliğe
bakmak için aşağı sarktıkları anda hemen arkalarında kapkara bir şey
belirmiş ve çok güçlü bir çığlık atmış.
“Genç kız iki arkadaşının aşağı düştüğünü gözüyle görmüş,
kendisiyse dengesini son anda korumuş. Ama o kara şey, bir yandan
kahkahalarla gülerken bir yandan onu da aşağı düşürmek için üzerine
geliyormuş. Kız, tanımış onu. Önceki günkü hayaletin ta kendisiymiş ama
bu kez kapkara giyinen korkunç bir cadıya benziyormuş.
“Kız geri geri yürüyüp duvara yaslanınca diğerlerinin düşüşü aklına
gelmiş ve panikle hayaletin içinden geçip eve girmeyi başarmış. Hemen
merdivenlere koşmuş ve on üç katı rekor bir hızla inmiş. Sonra da evine
gidip saatlerce ağlamış.
Sıfır: “Çıkış Yok”
35
“Daha sonra haberlerde olayı duymuş ama kimseye durumu
açıklayacak cesareti yokmuş. Bir hayalet tarafından düşürüldüklerini söylese
kim inanırdı ki ona?
“Birkaç gün sonra aynı binadan bir düşme haberi daha duyunca
kendini fena halde sorumlu hissetmiş ve polise gelmiş. Polis de durumu
Birim Sıfır’a iletmiş. Đşte sonra da kızla konuşmak bana düştü.
“Olayı incelemeye karar verdik. Ben ve Ege abi apartmana gittik ve
kapıcıyla konuştuk. Ha, Ege abiyi tanımıyorsun tabii. O zamanlar Birim
Sıfır’ın en iyi elemanlarından biriydi. Benden on yaş falan büyüktü ve epey
tecrübeliydi.
“Neyse, Ege abiyle beraber kapıcıyı bulup konuştuk. Hayaletten
falan bahsetmedik ama kızın tarif ettiği kadının apartmanla alakası olup
olmadığını anlamaya çalıştık. Sonuç tam beklediğimiz gibiydi.”
***
Murat’ın telefonu çalmaya başladı. Saat iki buçuk olmuştu ve o
sırada Sefaköy metrobüs istasyonunun yanından geçiyorlardı. Dize
hikâyenin bölünmesine sinirlenmişti, bir an önce devamını dinlemek
istiyordu ama Murat telefona bakıp arayanın Taylan olduğunu söyleyince
durumu makul karşıladı.
“Buyurun Taylan Bey?” dedi Murat.
“Tebrikler çocuklar, bir olayı daha çözmüşsünüz.”
“Sağ olun, telefonu Dize’ye vereyim isterseniz, şu an araba
kullanıyorum.”
Gökcan Şahin
36
“Bence hoparlöre al, ikinize de söylemem gereken şeyler var.”
“Peki efendim,” dedi Murat ve telefonu hoparlöre alıp Dize’ye verdi.
“Dize seni de tebrik ediyorum. Güvenimi boşa çıkarmıyorsun.”
“Teşekkürler, görevimiz.”
“Biliyorum epey yoruldunuz, o kadar yol gittiniz ve geri geliyorsunuz
ama yine tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Ve size ihtiyacım var.”
“Sizi dinliyoruz?”
“Barış isimli bir üniversite öğrencisi polisi aradı…” diye başladı Taylan
ve Barış’ın yaşadıklarını bir bir anlattıktan sonra Bayrampaşa’daki olay
yerine gitmelerini söyledi. Basit bir olay da olabilirdi, ama sonuçta bir
insanın hayatı söz konusuydu.
Murat bunun üzerine Şirinevler’de E5’ten çıkıp Bayrampaşa’ya
yöneldi. Bir günde iki görev, diye düşündü. Đşler yoluna giriyor. Ve Dize’nin
merakla beklediği hikâyeye geri döndü.
***
“Nerede kalmıştık? Ha… Kapıcı binanın henüz geçen yıl inşa
edildiğini ve o zamandan beri o apartmanda çalıştığını söyledi.
Beklediğimiz gibi kadını tanıyordu. Kadın on üçüncü kattaki o dairede
oturmuştu bir zamanlar. Sadece bir ay kadar kalmış olsa da unutulmayacak
bir hikâyesi vardı.
“Kadın psikopatın tekiymiş. Kocasından boşanmış, nasıl becerdiyse
iki yaşındaki çocuğunun vekâletini almış ve nafakadan gelen parayla o
daireyi tutmuş. Bir gün cinnet geçirip bebeğini öldürmüş, vücudunu
Sıfır: “Çıkış Yok”
37
paramparça edip dışarıya saçmış. Sonra da balkondan atlayıp intihar etmiş.
O zamandan beri de o eve kimse taşınmamış.
“Kadının adını alarak sabıkası olup olmadığına baktık ama boşanma
davası kayıtları dışında herhangi bir şey bulamadık. Annesi ve babası
çoktan öldüğünden onlarla konuşamadık ama komşularından ve
arkadaşlarından öğrendiklerimize göre hayatı boyunca deliliğin sınırında
yaşayan biriymiş. Sonunda böyle bir şey yapması beklenebilirmiş yani.
“Sonuçta psikopat bir kadının öldükten sonra bile can almaya
devam etme isteğini gösteriyordu bu bize. Peki onu nasıl durduracaktık?
Böyle giderse ruh çağıran herkes tehlike içinde olacaktı. Kimseye bu
hayalet kadına inanmayın da diyemeyeceğimize göre onu zararsız hale
getirmemiz veya yok etmemiz gerekiyordu. Oysa ben hayalet diye bir şey
olduğuna bile inanmıyordum o zamana kadar. Yaşananlar da beni epey
şaşkınlığa düşürmüştü zaten. Kendimi sorgulamaya başlamıştım.
“Her neyse, sonunda beklemeye karar verdik. Bir hafta içinde aynı
şeyi iki kez yapmıştı ve başarılı olmuştu, bu durumda bir kez daha
yapmaması için hiçbir sebep yoktu. Yani onun birilerini daha tuzağa
düşürmesini bekleyecektik. Ve biz onu tuzağa düşürecektik.
“Aynı katta hemen yandaki daireyi bir aylığına kiraladık. Ev sahibi
MĐT’ten olduğumuzu öğrenince fazla zorluk çıkarmadı. Ben ve Ege abi, üç
gün boyunca sürekli tetikte bekledik. Hayaletin bizi fark etmesini
istemediğimiz için o eve girmiyorduk. Ama kapısına telefonlarımıza uyarı
gönderen bir tür alarm takmıştık. Kapı açıldığı anda bunu bilecektik.
Gökcan Şahin
38
“Üç gün boyunca evde sürekli birini bırakarak yirmi dört saat tetikte
bekledik ve üçüncü günün akşamı biri kız, biri erkek iki genç gelene kadar
bu böyle devam etti.
“Onlar geldiğinde ikimiz de evdeydik ve televizyon izleyip
laflıyorduk. Telefonlarımız aynı anda alarm verince derhal yan daireye
koştuk.
“Gençler çoktan içeri girmiş, kapıyı arkalarından kapatmışlardı. Ne
kadar vurursak vuralım kapının sesi onlara ulaşmıyor gibiydi. Ege abi
sonunda dayanamayıp kapıyı kırdı ve onları balkondan aşağı bakmaya
çalışırken son anda yakaladık.
“Gençler ne olduğunu anlamadan bize boş boş bakarken hemen
arkamızdan o kara siluet belirdi. Onları kurtarmıştık ama az kalsın biz
gidecektik.
“Đtiraf ediyorum ki korkudan ödüm kopmuştu -bak bunu o zaman
bile itiraf etmemiştim-. Ege abi ise en azından görüntü olarak gayet
sakindi. Silahını çıkarıp hayalete doğrulttu.”
***
“Ee? Niye sustun?” dedi Dize.
“Geldik. Buralarda bir yerde olmalı. Dur birine soralım. Manolya
Sokak demişti değil mi Taylan Bey?”
“Evet, çocuğun oturduğu sokağın adının Manolya olduğunu
söylemişti. Ondan sonraki üçüncü sokak da kaybolduğu yer. Dur dur şu
adama sorayım ben.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
39
Murat sağa yanaştı. Dize camı araladı ve adama işaret etti.
“Pardon, Manolya Sokağı arıyorduk da.”
“Dümdüz gidin, üçüncü sokaktan sağa dönün, o sokağın bitiminden
sola dönün. Biraz gidince sağda bir eczane var, hemen onun yanındaki
sokak.”
“Tamam, teşekkürler.” Murat hemen sola sinyal verip yola girdi.
“Ee, anlatsana devamını,” dedi Dize.
“Dur şu işi halledelim, anlatırım. Geldik zaten.”
Dize, Murat’a hak verse de bozulmuştu. Ege’nin hayaleti yok edip
edemediğini merak ediyordu. Elbette silahtakiler sıradan kurşun olamazdı.
Murat’ın Arslan’ı ilk gördüğünde tetiği çektiğini hatırladı. Kurşun hayaletin
içinden geçip gitmişti. Sodyum mermileri olmalıydı, ama o da bir hayaleti
toptan yok etmek için yeterli değildi ki. Meraktan çıldıracaktı. Neyse ki,
eczaneyi gördüklerinde şimdiki hadise zihnini daha fazla meşgul etmeye
başladı. Kurtarılması gereken bir genç vardı. Eczanenin yanındaki köşede
‘Manolya Sokak’ tabelasını gördüler. Hedeflerine üç sokak kalmıştı.
15.15
Yıldırım Holding Binası / Şişli
Holding’in döner kapısından giren adam doğruca ‘danışma’ya
yöneldi. Güneş gözlüğünü yukarı itip saçının ön tarafına yerleştirirken
kadına sordu:
“Taylan Bey’le görüşecektim. Kendisi yerinde mi acaba?”
Gökcan Şahin
40
Danışmadaki kadın -adı Şebnem’di- “Bir saniye,” diyerek telefonun
ahizesini kaldırdı. Bu sırada gözlerini adamdan ayırmıyordu. Uzun zamandır
böyle karizmatik bir adamla karşılaşmamıştı. Tahminen kırk beş elli yaşında
olmasına rağmen çok çekici görünüyordu.
Arkadan toplanmış uzun gümüşi saçları, ocak ayında olmalarına
rağmen taktığı şık güneş gözlüğü, yüzündeki hafif kırışıklıklar ve yüzüne
hem sert hem sevecen bir ifade kazandıran ağız yapısı çok çekiciydi. Gri
takım elbisesi saçlarıyla müthiş bir uyum yaratmıştı. Daha koyu tondaki,
desenli kravatı da oldukça yakışmıştı. 1.80’den uzun olmalıydı boyu.
Parmağında alyans olmadığına göre evli de değildi.
Şebnem adamı süzerken, vay be, böyle bir erkek arkadaşım olsun, elli
milyar borcum olsun, diye düşünmekten kendini alamadı.
Gerçi, otuz beş yaşında ve henüz evlenmemiş olduğundan sık sık
böyle hayallere kapılırdı ama neredeyse bir yıldır bu konularda tık yoktu.
Taylan Bey’le yaptığı kısa görüşmeden sonra adama döndü.
“Buyurun, sizi bekliyorlar.”
Adam teşekkür edip asansöre yöneldi. Kadın, arkasından gözüyle
takip ederken dudağını büzüp hafif bir ıslık çalmadan edemedi.
***
“Ooo, hoş geldin Egecim,” dedi Taylan ayağa kalkarak. Kapıdan
geniş bir gülümsemeyle giren adama yaklaştı ve sıkı sıkı sarıldılar.
“Hiç değişmemişsiniz Taylan Bey.”
“Ama sen epey değişmişsin. Saçların beyazlamış yahu!”
Sıfır: “Çıkış Yok”
41
“Boyaya karşıyım,” dedi Taylan’ın gösterdiği yere oturarak. Đkisi de
oturunca derin birer nefes aldılar.
“Ne içersin?”
“Bir kahve alayım, az şekerli.”
Taylan telefondan iki kahve isteyip misafirine döndü.
“Ee, ne var ne yok? Hayat nasıl Đsviçre’de? Anlat bakalım.”
“Valla ne anlatayım Taylan Bey… Çok özlemişim Đstanbul’u. Đsviçre o
kadar düzenli ki buranın kargaşasını bile özlemişim. Buraya gelirken trafiğe
takılınca neredeyse ağlayacaktım. Trafiği bile özlemişim baksanıza.”
“En özlenmeyecek şeyi özlemişsin,” dedi Taylan gülerek. “Sigara
falan içeceksen çekinme, kimse kapalı yerde sigara içtin diye şikâyet etmez
seni.”
“Yok yok, çoktan bıraktım sigarayı. Beş yıl oldu.”
“Sahi, sen Đsviçre’ye gideli ne kadar oldu?”
“Tam tamına dokuz yıl. 2000’in ocağında gitmiştim.”
“E niye hiç uğramadın bir daha buralara?”
“Biliyorsunuz, Türk olduğumla ilgili en ufak bir ipucu
bırakmamalıydım. Turist olarak bile gelmemem lazımdı. Çok şükür görev
bitti de kurtuldum.”
“Bu da ne görevmiş arkadaş… On yıl!”
“Sormayın Taylan Bey, kaç kere çekip gelmek istedim buraya. Ama
ülkemiz her şeyden önemli, malum.”
“Biliyorum, haklısın sen de. Neyse, boş verelim şimdi bunları.
Bundan sonra…”
Gökcan Şahin
42
O sırada kapıya vuruldu. Kısacık boylu, ince bıyıklı bir adam gelip
ikisinin önüne kahveleri koydu, saygılarını sunup gitti.
“Ne diyorduk? Ha, bundan sonra, diyordum, ne yapmayı
düşünüyorsun? Bildiğim kadarıyla artık buradasın.”
“Buradayım. Artık bir kadın bulup evlenir, emekliliğin tadını çıkarırım
herhalde. Çok yoruldum. Hele istihbarat işi, berbat… Her günüm ayrı stresle
geçiyordu. Artık hiçbir şeye gücüm kalmadı.”
“Anlıyorum. Tamamen bırakıyorsun yani bu işleri.”
“Öyle olacak herhalde. Artık Birim Sıfır gibi zevkli işler de olmadığına
göre…”
Ege’nin bu lafının ardından Taylan’ın gülümsemesi genişledi.
“Sen öyle san.”
“Efendim?”
“Sana bir iş teklifim var desem?”
“Nasıl yani?”
“Sen gizemleri çözmeyi özlemişsindir… Birim Sıfır’a geri dönmek
ister misin?”
“Yapmayın Taylan Bey Allah aşkına. Birim Sıfır bir daha dönmemek
üzere kapanmadı mı? Hatta ben o yüzden MĐT’e geri dönüp gitmedim mi
Đsviçre’ye?”
“Tekrar kurdum,” dedi Taylan kesin bir tavırla.
Ege’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Uzun zamandır bu kadar büyük bir
şaşkınlığa düşmemişti.
“Hoş geldin şakası mı bu?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
43
“Hayır, ciddiyim,” dedi Taylan, misafirinin gözlerinin içine bakarak.
Ege bu bakışı biliyordu. Ciddiydi.
Ege şimdi bir çocuk kadar heyecanlıydı. Hoplaya zıplaya, “Hemen,
derhal kabul ediyorum. Hadi gidip hayalet avlayalım,” diye bağırası
geliyordu ama kendini tuttu ve geniş bir gülümsemeyle, “Bir düşünelim
bakalım,” dedi.
Taylan koltuğuna rahatça yaslandı, cevabını almıştı. Hemen o gün
işlemlere başlayacaktı.
***
Tam yeni bir laf açılacakken telefon çaldı. Taylan, “Kusura bakma,”
deyip açtı telefonu.
“Söyle Murat.”
“Taylan Bey, burada durum iyice tuhaflaştı.”
“Ne oldu?”
“Dediğiniz gibi Menekşe sokağa geldik. Sonra malum sokağa
girmek için ilerledik, ama üçüncü sokak yerine karşımıza devasa bir arsa
çıktı. Elli metreye elli metrelik falan… Etrafında da bol bol binalar var, ama
arsada bir şey yok.”
“Sonra?”
“Herhalde sokak bundan sonra diye düşünüp yola devam ettik. Ama
sonra bir sokak yok, ana caddeye çıkıyor. Minibüsler falan geçiyor
caddeden. Yani çocuğun dediği ıssız sokakla alakası yok. Emin olmak için
Gökcan Şahin
44
diğer yerlere de baktık ama bulamadık bir şey. Etrafta öyle bir sokak
görünmüyor. Bu işte bir iş var.”
“Allah Allah, yalan söylemiş olabilir mi acaba? Dur bakayım, telefonu
var, bir arayalım.”
“Peki efendim, biz caddedeki bir dönercideyiz şimdi, öğle yemeği
yiyoruz. Haber bekleyeceğiz.”
“Tamam, afiyet olsun. Birazdan haber veririm.”
Telefonlar karşılıklı kapatıldı. Ege merakla bakınca Taylan bir
açıklama yapmayı uygun gördü.
“Đşte bizim Birim Sıfır. Đş üzerindeler. Bir günde iki iş çıkınca epey
yoruldu zavallılar.”
“Kimler var ekipte? Tanıyor muyum?”
“Birini çok iyi tanıyorsun, diğerini şahsen tanımasan da
duymuşsundur. Şu an sadece iki kişiler, ama sen de gelirsen üç olacaklar.”
“Kimmiş bunlar, çok merak ettim şimdi. Devlet sırrı değildir
herhalde.”
“Değil, merak etme,” diye gülümsedi Taylan. “Murat biri. Murat
Arıkan. Senin son ortağın yani.”
“Ha, şu fırlama çocuk. Çok sevindim, ta o zamanlar benden daha iyi
olacak gibi geliyordu. Ondaki o hevesi içten içe kıskanıyordum. Ama biraz
sinirliydi. Kaba kuvvete çok meyilliydi yani.”
“Hâlâ aynı hevesini koruyor. Umduğumdan daha iyi hale geldi. Birim
Sıfır bitince polisliğe döndü, komiser oldu.”
“Anladım, diğeri kim peki?”
“Ali’nin eski nişanlısı. Dize Demirsoy.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
45
“Hatırladım. Okuldan arkadaşlardı değil mi?”
“Evet.”
“O nasıl? Bu işlere yatkın mı?”
“Çok zeki. Güvenimi boşa çıkarmıyor. Cesur da. Ondan iyisini
bulamazdım. Bir vakıf üniversitesinde fizik hocalığı yapıyor aynı zamanda.”
“Lafı geçmişken… Ali nerde? Ne yapıyor şimdi?”
Taylan birden durgunlaştı. Kalbine bıçak saplanmış gibi bir sızı girdi.
“Haberin yok tabii senin.”
“Bir şey mi oldu?”
“Oldu, hem de neler oldu, ama dur şu çocuğu arayayım da Murat’a
bilgi vereyim.”
“Tabii, işine engel olmayayım ben.”
15.30
Bayrampaşa / Đstanbul
Barış Mertkan polisi aradıktan sonra umutlanmıştı, ama her geçen
dakika bu umudu güneşte kalmış dondurma gibi eriyip gidiyordu. Neden
bir şey yapmıyorlardı? En azından neden aramıyorlardı? Telefonun bir-iki
saatlik şarjı kalmıştı. Ondan sonra dış dünyayla alakası tamamen
kesilecekti. Şimdi tekrar aramaya da korkuyordu. ‘Biz size ulaşacağız,’
demişlerdi. Güvenebilir miydi buna? Polise güvenmeyecekse kime
güvenecekti?
Gökcan Şahin
46
Aklı onlarca düşünceyle kalbura dönmüştü. Beynindeki nöronların
yorulduğunu hissediyordu. Oturduğu yerden kalktı ve sinek yeşili
Şahin’lerden birinin yanına gitti.
Sıradan bir araba gibi duruyordu. Acaba camını kırıp içine girebilir
miydi? Hatta bir şekilde çalıştırabilirse bu sonsuz gibi görünen sokağı
aşabilir miydi?
Yumruğuyla arabanın camına tıklattı. Hiç de cam sesi çıkmamıştı.
Daha da sert vurdu. Kendini sert ve plastik bir şeye vurur gibi hissetti.
Sonra sertçe kapısını tekmeledi. Kapı kıpırdamadı bile. Sanki süs olarak
konulmuş, içi doldurulmuş maket bir arabaydı bu.
Bu olağandışılık çok da şaşırtıcı değildi. Binalar da aynı malzemeden
yapılmış gibiydi zaten. Belki yol da öyleydi, kaldırım da. Hatta hava da…
Telefonunun sesini duydu sonra. Çantasını da bıraktığı kaldırımdan
geliyordu. Koşa koşa telefonunu kaptı ve nefes nefese açtı.
“Alo?”
“Barış Mertkan?”
“Evet Taylan Bey, benim. Sizsiniz değil mi?”
“Barış, bak, ekibimden iki kişi şu an senin tarif ettiğin yerdeler ama
dediğin gibi bir sokak yok. Senin dediğin yer ancak koca bir arsa olabilir.
Ondan sonra da bir ana cadde geliyor. Dediğin ara sokak bulunamadı.”
“Ama nasıl olur? Buradayım işte ben. Sonraki sokaktan döndüm ve
bir daha çıkamadım. Vallahi doğru söylüyorum. Yemin ederim. Lütfen beni
deli yerine koymayın. Beni burada bırakmayın!”
“Sakin ol tamam, sakin ol. Seni orada bırakacağımız yok. Nerede
olduğundan emin misin diye aradım. Ama belli ki eminsin. Bu da demektir
Sıfır: “Çıkış Yok”
47
ki işin içinde fazlasıyla olağandışı bir durum var. Biz de bunu araştıracağız.
Biraz beklemen gerekecek yani.”
“Tamam, bekleyeceğim, yeter ki beni buradan kurtarın.”
Aynı Anda
Bayrampaşa'da Bir Dönerci
Yarım ekmek döneri gelince Murat epey keyiflendi. Dize de çok
uzun zamandır yemediği bu Türk işi fastfood’a iştahla baktı. Diyet miyet
derken fastfood’u neredeyse unutmuştu. Đşte şimdi Murat’ın ısrarıyla bu
orucunu bozuyordu.
Murat ağzını koca bir lokmayla doldurunca o da eline aldı ekmeği.
Yemekleri bitip elleri boşaldığında Murat birer kahve söyledi.
“E hadi anlatsana!” dedi Dize kahveler gelmeden.
“Neyi?”
“Bilmiyormuşsun gibi yapma. Hayalet hikâyesini işte. Ege abin silah
çekmişti en son.”
“Tamam anlatayım. Nasıl olsa Taylan Bey haber vermeden bir şey
yapamayacağız.”
***
“Dediğim gibi o kara cadı balkonda belirir belirmez Ege abi silahını
doğrulttu ve bir an bile beklemeden ateşledi. Bunu yapması bana saçma
Gökcan Şahin
48
gelmişti, sonuçta bir hayalet kurşundan etkilenmez, değil mi? Hayaletlere
etki eden kurşunları da bilmiyordum henüz.
“Ama etkilendi işte. Đçinden geçip gitmesi gereken mermi hayalete
saplanıp kaldı. Düşmanımız iğrenç bir çığlık atarken elektrik verilmiş gibi
çırpınıyordu. O an Ege abi silahı yere attı ve hayaletin kolundan tuttuğu
gibi balkondan aşağı gönderdi. Kadın patates çuvalı gibi aşağı düştü ve
yere değer değmez, hiç var olmamış gibi yok oldu. Puff.
“Senin şu anda anlayamadığın gibi, ben de o an neler olduğunu
anlayamamıştım. Bir hayalet nasıl bu şekilde düşerdi, Ege abi onu sıradan
bir insan gibi nasıl kolundan tutup aşağı atabilirdi? Çok tuhaftı.
“Đçeri geçip birer bardak suyla kendimize geldikten sonra işi
hallettiğimizi Taylan Bey’e telefonla bildirdi ve bana hâlâ bilmediğim çok
şey olduğunu söyleyip işin sırrını anlattı. Dediğine göre silahtaki mermi
bildiğimiz mermi değildi. Birimin çoktan beri -sodyum mermilerinden bile
önce- kullandığı, düşük seviyeli varlıklara karşı etkili bir madde vardı.
Melinotit deniyordu yanlış hatırlamıyorsam. Melin adlı bir tür mineralden
elde ediliyormuş. Ali de bunun üzerinde araştırmalar yapmıştı bildiğim
kadarıyla.
“Her neyse, Ege abi silahını çıkarıp içindeki mermileri gösterdi.
Mermilerin orta kısmında bir çeşit kapsül vardı ve dediğine göre o madde
bunun içindeydi. Bu, hayaletleri bir süreliğine maddeleştirmeye yarıyor.
Bizim seviyemize çıkarıyor ve şaşkınlığa düşmelerine sebep oluyor. Bu
sayede onu aşağı fırlatmayı başarmış.
“Elbette aşağı düşünce nasıl yok olduğunu sordum. ‘Hayaletlerin
çoğu ölüm şekillerinin aynısını veya çok benzerini hayalet halindeyken
Sıfır: “Çıkış Yok”
49
yaşarlarsa kendi âlemlerine dönerler. Bu da başka bir kural… Bunları
unutma, ileride çok işine yarayacaklar,’ dedi.
“Ege abi de onu tıpkı ölürken olduğu gibi aşağı atmıştı. Đşte
maceramız burada bitti. Sonra doğruca tuvalete koştuğumu hatırlıyorum.
Korkudan vücut tüm atıkları dışarı atma noktasına gelmişti.”
***
Dize kahvesinin son yudumunu alırken bitmişti Murat’ın öyküsü.
Murat zaten öyküyü anlatırken bir ara tek yudumda bitirmişti kahvesini.
“Vay be, ilginç. Bana da kuralları öğretmen gerekecek. Hiç
bilmiyorum bunları.”
“Haklısın, bak daha önce hiç aklıma gelmemişti. Sana hızlandırılmış
bir ‘Birim Sıfır’ kursu vermem lazım. Ne zaman istersin? Bu hafta sonu
başlayalım mı? Saat başı para alırım ona göre.”
“Ben şaka yapmıyorum, Murat.”
“Biliyorum canım sinirlenme.”
“Sinirlenmiyorum.”
“Öyle olsun.”
“Öyle zaten.”
“Amma inatçısın Dize.”
Eğer o sırada Murat’ın telefonunun sesi duyulmasaydı bu inatlaşma
nereye varırdı bilinmez.
“Taylan Bey arıyor,” dedi Murat ve telefonu açtı. Hoparlöre almayı
düşündü ama etraftaki insanlar nedeniyle bunu yapmadı.
Gökcan Şahin
50
“Murat, o çocuk gerçekten o arsada! Arayıp kendisine sordum,
konuşma sırasında telefon sinyalinden yerini tespit ettirdim. Sinyal tam
olarak malum arsadan geliyor.”
“Peki, ne yapalım Taylan Bey? Tekrar kontrol ederiz ama yine orada
olmayacaktır. O zaman ne yapacağız?”
“Olay yerine gidin yine. Đstediğiniz an çocuğun telefonunu sana
bağlayacağım. Bir şekilde ipucu bulmaya çalışın. Etrafta gören duyan yok
muymuş, ona bakın. Zaten olaya tanık olanlar varsa sizin arsayı
araştırdığınızı görünce konuşmak isteyebilirler. Bu durumda yapılabilecek
başka bir şey düşünemiyorum. Ben de burada biraz çalışacağım. Elbirliğiyle
bu işi de çözeceğimize eminim.”
“Tamam patron. Hemen gidiyoruz.”
Murat durumu Dize’ye kısaca anlattı ve hesabı istedi. Hesabın
üzerine iyi bir bahşiş bırakıp kalktı. Gri Seat Cordoba’ya binip birkaç yüz
metre ötedeki arsaya doğru yola koyuldular.
İKİNCİ KISIM
CANAVAR
Gökcan Şahin
52
16.10
Bayrampaşa’daki Arsa
O gün için Mayıs ayı sıcaklığı yayan Ocak güneşi yavaş yavaş
yeryüzünün diğer yarısını aydınlatmak üzere Đstanbul semalarının en
tepesindeki yerini terk ederken, bulunduğu yerde günün batışıyla ilgili
hiçbir değişiklik hissetmeyen Barış, etrafındaki her şeyin yapılmış olduğu
maddenin ne olduğunu düşünmekten vazgeçmiş, sıkıntıyla bir arabanın
üzerine oturmuştu. Elindeki telefonu en ufak bir titreşimi kaçırmamak için
sıkıca tutuyordu, çünkü tek umudu oradan gelecek sesteydi. Ama şarjının
giderek azaldığını bilmek onu fena halde endişelendiriyordu. En fazla bir
saat dayanabilecek şarjı kalmıştı ve bu süre içinde kurtulamazsa ‘çıkmaz
sokak’ta ne yapacağını düşünmek bile istemiyordu. Artık bu sokağa -şu işe
bakın ki gerçekte sokak bile değil, koca bir arsaydı- girdiği için kendine
küfretmeyi de bırakmış, beynini dinlenme moduna almıştı. Sadece
parmaklarındaki şeytantırnaklarını kemiriyor, otuz saniyede bir telefonunun
ekranına bakarak kendini oyalıyordu.
Nefesi, kalp atışları, her şeyi düzene girmişti. Bu duruma alışmaya
başlıyordu belki de. Đnsanoğlu tuhaftı, her şeye alışıyordu. Belki de beynin
kendini koruma mekanizmalarından biriydi bu da. Delirmeyi engellemek
için bir sigorta…
Sıfır: “Çıkış Yok”
53
Tuhaf, artık delirdiğini de düşünmüyordu. Yaşadıklarını başkaları da
biliyordu ve ona inananlar vardı. Demek ki gerçekten bir gariplik vardı bu
işte. Kendi beyninin ürettiği bir hayal değildi bu, artık emindi.
Ama bir dakika! diye uyardı aklında oluşan ani fikir onu. Ya bu
telefon konuşmaları da gerçek değilse! Ya onlar da tamamen kendi
uydurduğum şeylerse.
Đşte yine kalbi hızlanıyordu. Parmaklarını daha sert kemirmeye
başladı. Başparmağının kenarından kan sızıyordu hatta.
“Hadi,” dedi, “Arayın artık!”
***
Murat, arabanın el frenini çekti. Caddenin arsaya bakan kenarına
park etmişti. Oradan tüm arsa net bir şekilde görünüyordu. Etraftaki binalar
da öyle.
Dize çantasından bir not defteri çıkardı. Çantayı biraz daha karıştırıp
bir tükenmez kalem buldu, iki eli de dolu olduğu için kapağını ağzıyla
çıkardı ve kalemin arkasına taktı.
“Şimdi,” dedi, “elimizdeki her şeyi yazalım. Belki gözümüzden kaçan
şeyleri daha rahat görürüz.”
“Dize, elimizde hiçbir şey yok ki!”
“Nereden biliyorsun? Belki de bir şeyler gözümüzden kaçıyor. Her
şeye şöyle bir seferde göz atmanın zararı olmaz.”
Gökcan Şahin
54
Sen bilirsin, der gibi omuz silkti Murat. Arsa Dize’nin tarafındaydı ve
Murat etraftaki binalara bakmak için biraz eğilince, hoş parfüm kokusu
doldu burnuna. Geri çekildiğinde ne gördüğünü bile hatırlamıyordu.
“Tamam,” dedi, “bekliyorum, ne yazacaksın?”
“Baştan başlayalım. Çocuğun adı… Barış Mertkan, değil mi?” Murat
başını sallayınca not defterinin en başına bu ismi yazdı. Yanına parantez
içinde 19 koydu. Altına ‘Đstanbul Dolunay Üniversitesi Çevre Mühendisliği’
yazdı daha ufak puntoyla.
O an aklından gencin ailesi geçti. Normal bir polisiye vaka olsa
çoktan aileye haber verilmişti, ama bu durumda son ana kadar onları işin
içine katmak istemiyorlardı. Gerçi anne-babanın pek önemli olduğunu da
sanmıyordu Dize. Babası Eminönü’nde bir teknoloji mağazasında
çalışıyordu, çalışmayan annesi de o sırada akşam ne pişireceğini düşünüyor
olmalıydı. Zaten çocuk, önce babasını aradığını söylemişti ama tipik
‘çocuğuyla ilgisiz baba’ modeli olan Murtaza Bey olaya en ufak bir ilgi
duymamıştı.
“Çocuk okuldan çıkıyor, evine giderken yaşlı bir kadına yardım
etmek için üç sokak ötesine gidiyor. Kadını evine bırakıyor ve evine
dönmek için tekrar yola çıkıyor. O sokağı daha önce hiç görmemiş, çünkü
taşınalı henüz çok az zaman geçmiş ve etrafı gezmeyi hiç düşünmemiş.
Buraya kadar sorun yok.” Bunları söylerken kısa kısa notlar alıyordu.
“Ve,” diye devam etti, “dakikalarca yürümesine rağmen sokağın
bitmediğini fark ediyor. Geriye doğru da, ileriye doğru da uçsuz bucaksız
bir alanda buluyor kendisini. Apartmanlara bakıyor, hiçbirine giremiyor,
çünkü hepsi tuhaf bir maddeden yapılmış, maket gibi şeyler. Hatta
Sıfır: “Çıkış Yok”
55
arabalar, yollar, kaldırımlar dahi bu maddeden yapılmış. Sert, kırılgan
olmayan, plastiğimsi ve çok sağlam bir madde. Sokağı kat ederken her
şeyin bir süre sonra tekrar karşısına çıktığını fark ediyor. Sokak dümdüz
uzanmasına rağmen dairesel bir döngüde gibi…”
Birden duraksadı, sonra Murat’a dönüp hızlıca konuştu. “Bak burada
aklıma bir fikir geldi. Barış’ın bulunduğu yerin bir döngü olup olmadığını
kolayca anlayabiliriz aslında.”
“Nasıl yani?”
“Barış bir eşyasını o yeşil arabanın üzerinde bırakır ve yürümeye
başlar. Sonra karşısına çıkan yeşil arabanın üzerinde kendi çantasını
görürse aynı yere geri dönüyor demektir.”
“Đyi fikir ama bunu bilmenin bize ne faydası olacak?”
“Bilmiyorum,” dedi Dize ve kâğıdına döndü. “Yine de bunu not
edelim. Sonra işimize yarayabilir. Devam edersek… Önemli bir nokta da cep
telefonunun çekiyor olması. Şarjının az kaldığını biliyoruz ama sonuçta
telefon çekiyor. Taylan Bey’in verdiği bilgilere göre sinyal bu arsadan
geliyor. Bak bir fikir daha geldi aklıma. Barış yürürken telefon sinyallerini
takip etsek ne yöne doğru gittiğini ve arsanın neresinde olduğunu
öğrenebiliriz. Gerçi bu kadar hassas ölçümler yapabilir miyiz bilmiyorum.
Taylan Bey’e sormakta fayda var. Bunu da not alıyorum. Devam edelim…
Barış bu sokağı daha önce gördüğü veya bir yerden tanıdığı hakkında bir
bilgi vermedi, bu durumda kendi beyninin ürettiği bir şey olma ihtimali
düşük. Yine de şu an hatırlayamadığı, bilinçaltına kazınmış bir yerin tasviri
olabilir içinde bulunduğu sokak. Bunu da düşünmemiz gerek. Şu an burada
olsa hipnozla falan bunu öğrenebilirdik. Ne bileyim senin şu Kızıl Gizem’i
Gökcan Şahin
56
falan çağırırdık – nasılsa bugünlerde ‘hatırlama’ seansları için sık sık yanına
gidiyorsun… Bunu geçiyorum mecburen, yine de ufak bir not aldım.”
“O sokağın çocuğun beyninin ürettiği bir şey olduğunu mu
düşünüyorsun?”
“Sadece bir olasılık. Đnsan beyni gerçekten çok güçlü. Plasebo
etkisini düşünsene. Hastalara hiçbir işe yaramayan ilaçlar veriliyor ve onlara
bu ilaçların hastalığı yok edecekleri söyleniyor. Ve sonunda ne oluyor? Pek
çok hastada belirtiler gerçekten geriliyor. Đnsanlar sanki gerçek ilaç
almışçasına iyileşmeye başlıyor. Yani iş beyinde bitiyor. Bak, bir örnek daha
vereyim. Yine beynin etkisiyle ilgili. Bir kaza sonucu bilincini bir süreliğine
kaybetmiş birinin kolunu sarıyorlar ve uyandığında öyle bir şey olmamasına
rağmen kolunun yandığını söylüyorlar. Adam elbette onlara inanıyor, hatta
kolunda acı duyduğunu bile söylüyor. Günler geçiyor ve sargı açıldığında
görülüyor ki kolda iyileşmekte olan yanık izleri var.”
“Vay be, ilginçmiş,” dedi Murat.
“Düşünsene, bunlar sıradan insanlarda ortaya çıkan tepkiler. Peki
çok güçlü veya üstün özellikli bir beynin neler yapabileceğini düşünebiliyor
musun?”
“Yani diyorsun ki, Barış üstün bir beyin gücüne sahip ve bir şekilde
kendini göremediğimiz bir boyuta taşıyıp esir aldı.”
“Eğer o sokağı tanıyor olduğuna dair bir ipucu olsaydı, böyle bir
ihtimal olabilirdi elbette.”
“Tamam, arıyorum ve soruyorum,” dedi Murat telefonunu çıkarırken.
Sıfır: “Çıkış Yok”
57
“Dur dur, çocuğun çok az şarjı kalmıştı. Bir aramayla bitecek kadar
azsa başka sorular için zamanımız kalmayabilir. Biraz daha düşünelim ve
hepsini birden soralım.”
Murat, ‘Sen bilirsin,’ der gibi baktı ve telefonu elinde çevirerek
arsanın etrafındaki binaları süzmeye devam etti. Hemen sonra bakışları bir
noktaya sabitlendi.
“Dize, ya şu dediğin süper beyin, Barış’ın değil de başkasınınsa?”
“Nasıl yani?”
“Şuraya bak. Mavi bina, dördüncü kat.”
Dize yan camdan arsanın kenarındaki binalardan mavi olanına baktı
ve aşağıdan başlayarak dörde kadar saydığında Murat’ın bahsettiği şeyi
gördü: Camın arkasından arsayı gözetleyen küçük bir çocuk.
Aynı Anda
Gündem Gazetesi– Bağcılar
“Hayırdır Nehir, nereye böyle koştura koştura?” dedi top sakallı
adam göz kırparak. Elinde kahve makinesinden yeni aldığı dumanı tüten
kahvesiyle masasına geçerken karşılaşmışlardı Nehir’le.
“Önemli bir işim çıktı Mehmet, bugün servise beklemeyin beni.”
“Ne o? Burada mı sabahlayacaksın?”
“Öyle olmamasını umuyorum,” dedi Nehir yoluna devam ederken.
Son anda, “Đyi akşamlar,” demeyi de ihmal etmedi. Zaten bir veda
Gökcan Şahin
58
sözcüğünü söylemeyi unutsa ertesi güne kadar içi rahat etmezdi. Acaba
alındı mı? Küstü mü? diye durmadan tekrarlardı beyninde.
Yirmi dokuz yaşında, gerçekten iyi bir gazeteciydi. Gazetesinin en iyi
araştırmacı-gazetecisi olduğu su götürmez bir gerçekti. Bu başarısını
mükemmeliyetçi olmasına borçluydu aslında. Aşırı titiz ve bazen takıntılı
olması hayatında olumsuzluklara da yol açıyordu elbette ama bu sayede,
aldığı her sorumluluğu harfiyen yerine getiriyor ve iş yaşamında hızla
yükseliyordu.
Görünüşü de bu mükemmeliyetçilikten payını almıştı. Sarıya boyalı
kısa saçlarını yana taramıştı, gri renkli şık elbisesi ve giysisiyle uyumlu
topuklu ayakkabıları ile çantası o gün yine gazetedeki en şık kadın olmasını
sağlamıştı. Makyajın da etkisiyle en ufak bir pürüz olmayan yüzü çoğu
zaman olduğu gibi o an da gergindi; çünkü az önce yine bir sorumluluk
almıştı. Üstelik bu seferki işle ilgili değildi.
Rahmetli babasının en iyi dostlarından biri ve aynı zamanda iş ortağı
olan Taylan Bey aramıştı az önce ve çok önemli bir konuda yardımını
istemişti. Daha önce onlarca kez ondan yardımını esirgememiş olan Taylan
Bey’e çok şey borçlu olduğundan tereddüt etmeden kabul etmişti yardım
talebini.
Sevgilisiyle akşamki planını hemen iptal etmiş ve saatlerce işyerinde
kalmak zorunda olabileceğini söyledikten sonra -son zamanlarda ilişkileri
hiç iyi durumda değildi, bu iş durumu daha da kötüleştirebilirdi doğrusu-
Arşiv katına inmek üzere yola çıkmıştı.
Asansörü çağırdı ve istediği kata indi. Büyük bir ana bilgisayarla altı
tane masaüstü bilgisayarın bulunduğu odaya girdi. O girdiği sırada başka
Sıfır: “Çıkış Yok”
59
bir arkadaşı çıkıyordu. Selamlaştıktan sonra bilgisayarın başına oturdu.
Aslında arşive kendi bilgisayarından da bağlanabilirdi ama buradakiler
tamamen arşive ayrılmış ve üstün arama özelliklerine sahip olduğundan
yazarlar Arşiv odasını tercih ederlerdi.
Arşiv’de cumhuriyetin ilk yılları hatta Osmanlı’nın son döneminden
bu yana çıkmış tüm ulusal ve yerel gazeteler yüklüydü. Tek yapması
gereken program yardımıyla istediğini bulmaktı.
Bilgisayarın başına geçti ve eski haberleri bulabileceği programı açtı.
Zaman aralığı olarak bir şey yazmadı, çünkü en eski kayıtları dahi görmek
istiyordu. Arama sözcükleri olarak ‘Đstanbul’, ‘Bayrampaşa’, ‘Menekşe
Sokak’, ‘Barış Caddesi’, ‘Arsa’ kelimelerini girdi ve aramayı başlattı.
Bilgisayar taramaya başladığında bir sigara içmek için pencere kenarına
geçti ve camı açtı. Şu lanet olası zehri sekiz yıldır bir türlü bırakamıyordu.
Her konuda en iyisini isterken kendi sağlığına yeterince özen
gösteremiyordu galiba.
Sık sık kendine yazık ettiğini düşünüyor, bu kadar işkolik olmanın,
bu kadar stres altına girmenin, her tür sorumluluğun altından en büyük
başarıyla kalkmaya çalışmanın bir gün onu sağlığından edeceği belliydi
ama iradesine hâkim olamıyordu. Aslında metabolizması şişmanlamaya
müsait olsa şimdiye yüz kilo olmuştu, çünkü o konuda da epey müsrifti.
Önüne geleni, yağlıymış, yağsızmış düşünmeden götürürdü. Kahveyi ve
çayı da çok sık tükettiğinden birkaç sene sonra vücudunun iflas
etmesinden korkardı hep.
Dışarıdan geçen arabaları, hızlı hızlı yürüyen insanları seyrederken
sigarasını tüketti.
Gökcan Şahin
60
16.40
Bayrampaşa
O anda huzuru bir sigaranın dumanında arayan sadece gazeteci
Nehir Erbudak değildi. Birkaç kilometre ötede Birim Sıfır ajanı Murat Arıkan
da arabadan inerken bir sigara yakmıştı. Yılbaşından bu yana sigarayı epey
azaltmasına rağmen bu gibi sıkıntılı durumlarda bir tane yakmadan
edemiyordu. Şimdi arabadan inip çocuğun camdan baktığı apartmana
doğru yürürken de Dize’nin suçlayıcı bakışları altında bir tane koymuştu
ağzına.
Boş boş bakıyor olsaydı Murat’ın ilgisini çekmezdi ama öyle değildi.
Çocuk tülün altından hem korkuyla hem merakla göz gezdiriyordu arsaya.
Olağandışı bir şey olmasını bekliyormuş gibi veya olmaması gereken bir
şey görmüş gibi!
Murat ve hemen ardından arabadan inen Dize, çocuğun dikkatini
çekmemeye çalışarak apartmanın giriş kapısına yürüdüler. Murat
sigarasından sadece birkaç fırt çektiği halde söndürüp yere attı ve ayağıyla
çiğnedi. Tabii bu davranışından sonra Dize’nin kızgın bakışıyla karşı karşıya
gelmeden edemedi. Neyse ki Dize durumun vahameti nedeniyle
üstelememişti, yoksa onun en nefret ettiği şeylerden birinin sokağa çöp
atmak olduğunu biliyordu.
Apartman kapısı açıktı. Đçeri girdiler ve üst katlara tırmandılar.
Çocuğun oturduğu dairenin yerini kestirmek kolaydı. Dördüncü katın
Sıfır: “Çıkış Yok”
61
arsaya bakan tarafındaki dairenin kapısını çalacaklardı. Üzerinde ‘7’ yazılı
kapı bu tarife uyuyordu.
Kapı Murat’ın tıklamasından otuz saniye sonra açıldı. Üstelik
bekledikleri gibi çocuğun annesi veya babası tarafından değil, bizzat
kendisi tarafından.
Dize tüm bu tuhaf olayları unutmuş gibi işaret parmağını kaldırarak
öğüt verme moduna geçti:
“Çocuğum, annen sana yabancılara kapıyı açma demedi mi?”
Çocuk ses çıkarmadan başını iki yanına salladı. Bu hareket miniği
daha da sevimli hale getirdi. Beş-altı yaşlarında, açık kahverengi kısacık
saçlı, zayıf vücutlu, yuvarlak kafalı, kepçe kulaklı, yanaklarına birer tutam
serpiştirilmiş çilleri ve irice gözleri olan şirin bir oğlandı.
“Neyse,” dedi Murat, Dize’nin uzun bir nutuğa başlayacağını
kestirerek. “Annen baban yok mu?”
Aynı tepkiyle başını iki yana salladı.
“Tek misin evde?”
Bu kez öne ve arkaya…
“Konuşmayı bilmiyor musun?” deyiverdi Murat.
“Biliyorum,” dedi çocuk suratını asarak.
“Ha, pardon, sesin çıkmayınca… ben de… neyse işte. Seninle biraz
konuşabilir miyiz?”
Yine başını öne arkaya salladı çocuk. Kapıyı iyice açarak onları içeri
davet etti. Sonra kendisi içeri girip gözden kayboldu.
“Dize, sakın eve yabancıları almaması konusunda bir şey söyleme.
Yoksa akşama kadar bir arpa boyu yol alamayacağız.”
Gökcan Şahin
62
“Off, hadi gir içeri. Ama bu çocukta bir tuhaflık var.”
“Biliyorum, o yüzden buradayız.”
Ve ayakkabılarını çıkararak girdiler. Çocuğun dediği gibi evde kimse
yoktu. Üstelik ev gözle görülür biçimde bakımsızdı. Zaten az olan
mobilyaların üzeri bir parmak toz olmuştu. Çocuğun peşinden salona
girdiklerinde koltukların da eski püskü olduğunu gördüler. Fakir bir aile
olmalıydılar.
“Adın ne?” dedi Dize oturduktan hemen sonra.
“Güneş.”
“Aa, ne güzel isimmiş. Güneş, annenler nerede, biliyor musun?”
“Annem yok ki, çoktan öldü. Babam da gezmeye gitti yine.”
“Hadi ya,” dedi Murat, Dize’ye üzgün bir bakış fırlatarak.
“Canım benim,” dedi Dize ve çocuğun yanına gidip kucağına
oturttu. “Hatırlıyor musun anneni?”
Çocuk başını iki yana sallayınca, ‘evet’ veya ‘hayır’ demeyi sevmiyor
galiba, diye düşündü Dize.
“Demek sen çok küçükken öldü. Baban evlendi mi peki?”
Đki yana sallanan bir baş…
“Hımm, baban nereye gezmeye gitti peki?
Çocuk alt dudağını büktü. Açıkça ‘bilmiyorum’ demekti bu.
“Seni evde yalnız bıraktı demek… Sık sık böyle yapıyor mu?”
“Beni tuvalete kapattı. Her zaman kapatır. Evde yaramazlık
yaparmışım. Ama ben hep kaçarım. Çok kolay kaçmak, ama babam
bilmiyor. Eve gelince yine tuvalete giriyorum.”
“Peki kaçınca ne yapıyorsun?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
63
“Camdan bakıyorum.”
“Aslında sana bir şey sormak istiyoruz Güneş. Cevap verir misin?”
Çocuk başıyla onayladı. Gözleri sıcacık bakıyordu Dize’nin gözlerine.
“Bugün arsada hiç tuhaf bir şey gördün mü? Mesela büyük bir abi…”
Çocuk aniden Dize’nin kucağından atladı ve koşa koşa salonun
kapısından çıktı. Murat ve Dize bakıştılar. Bu çocuk kesinlikle bir şey
biliyordu.
“Ne dersin? Beyni yeterince güçlü müdür?” dedi Murat.
16.55
Gündem Gazetesi / Bağcılar
“Bu da değil, bu da değil,” diye tekrarlayıp duruyordu ekrandaki
haberleri incelerken.
On dakika önce tüm sonuçlar gelmişti ve yirmi üç haber
bulunmuştu. Çoğu, durumla alakası olmayan haberlerdi. Nehir onuncu ya
da on birinci habere bakarken kaşlarını çattı. Đşte ilginç bir şey bulmuştu. 12
Nisan 1977’den bir haber.
CESET TARLASI
Dün öğle saatlerinde Bayrampaşa Barış Caddesi’nde
inanılması güç bir olay yaşandı. Kurban Bayramı nedeniyle
arsada kurbanlarını kesip fazlalıkları arsaya gömmek isteyen
Gökcan Şahin
64
vatandaşlar insan kemikleri buldu. Adli Tıp incelemelerini
sürdürüyor.
Nehir, daha sonra bu konuyla ilgili başka bir gelişme olmuş mu diye
arama sonuçlarına bakmaya devam etti ve bulması uzun sürmedi:
TUHAF ĐSKELETLERĐN SIRRI ÇÖZÜLEMEDĐ
Önceki gün Bayrampaşa’da bulunan cesetlerin kime ait
olduğu hâlâ anlaşılamamışken polis arsayı kazdıkça iskelet
bulmaya devam ediyor. Karbon-12 yöntemiyle yapılan
incelemeler sonucu, bulunan bedenlerin ölüm tarihlerinin
farklı olduğu görülüyor. Đlk bulunan cesetler yalnızca on yıl
öncesine aitken, alt katmanlara inildikçe daha eski iskeletlerle
karşılaşılıyor. Sırayla on, otuz beş, elli beş, seksen, yüz yirmi ve
yüz elli yıllık toplam on dokuz iskelet bulundu. Arsa polis
tarafından halen aranıyor. Henüz cesetlerin sırlarını çözecek
bir bulguya ulaşılamadı.
Nehir hızlanmış nefesini yavaşlatmaya çalışarak diğer haberleri
kontrol etmeye başladı ve son haberde durdu.
ĐSKELET DOSYASI KAPANIYOR
Geçen hafta bulunan otuz küsur iskeletle ilgili herhangi
bir delil bulunamayınca polis dosyayı kapatmaya karar verdi.
Görünüşe göre iskeletlerin sırrı çözülemeyecek.
Sıfır: “Çıkış Yok”
65
Nehir hemen telefonunu çıkardı ve Taylan Bey’in numarasını tuşladı.
Bu haberler, olayla ilgili olabilirdi.
Telefon iki kez çaldıktan sonra Taylan’ın oturaklı sesi, “Efendim?”
dedi.
“Taylan Bey, ben Nehir. Dediğiniz konuyu araştırdım ve galiba bir
şeyler buldum.”
“Bir şeyler mi buldun?”
“Evet efendim. Üç gazete haberi. 1977 yılının yerel gazetelerinden
biri. Aslında olay çok büyük görünüyor ama nedense pek önemsenmemiş.
Şimdi böyle bir şey yaşansa yer yerinden oynar.”
Nehir tüm haberleri Taylan’a okudu. Taylan teşekkür ederek
telefonu kapadı.
17.15
Bayrampaşa
“Ya gidin başımdan. Ben bir şey bilmiyorum ya!” diye bağırıyordu
Güneş kendini kapattığı tuvaletten.
“Canım, niye bu kadar korkuyorsun?” diye sordu Dize, kapının diğer
tarafında. Murat yanında omzunu duvara dayamış, kollarını dolamış
bekliyordu.
“Ben yapmadım diyorum, yemin ederim ben yapmadım. Ekmek
kuran çarpsın!”
Gökcan Şahin
66
“Güneş, biz sana sen bir şey yaptın demiyoruz ki. Sadece arsada bir
tuhaflık gördün mü diye sorduk. Sen de görmüş olmalısın ki bunu duyar
duymaz kendini oraya kapattın.”
“Babama söylerim sizi. O sizi döver. Beni bile ne biçim dövüyor!”
Murat’ın yüzü birden asıldı. Doladığı kollarını açtı ve kapıya yaklaştı.
“Baban seni mi dövüyor?” diye sordu.
“Ya, rahat bırakın beni,” dedi çocuk koca adam gibi. Ağlayıp
ağlamadığı belli değildi, ama Murat gözlerinde iri bir damla olduğuna adı
gibi emindi. Biraz daha zorlarlarsa çığlık çığlığa ağlayabilirdi çocuk. En iyisi
bu işi Dize’ye bırakmak, diye düşündü. Kadınlar her zaman çocukların
dilinden çok daha iyi anlardı. Dize’ye hem yalvarırcasına hem de bıkkınlıkla
baktı. Hadi artık, sihrini göster de konuştur şu çocuğu dermiş gibi.
Dize de buna cevap olarak başını, ‘Ben ne yapabilirim? Görüyorsun
işte,’ anlamında salladı. Sonra da son bir umutla konuşmaya başladı:
“Canım, sen dışarıyı izlerken bir abi gördün değil mi arsada? Ve bir şey
oldu, aniden ortadan kayboldu. Sen de onu yok eden şeyi bildiğini
düşünüyorsun. Onun sana da bir şey yapmasından korkuyorsun, öyle mi?”
Anlamını belli etmeyen bir ‘hıı’ sesi geldi içeriden. Ve burun çekme
sesi. Gözyaşları akmaya başlamış olmalıydı.
“Neyden korkuyorsun? Söyle bize. Söyle ki seni de kurtaralım, o
abiyi de. Sen onun öldüğünü mü sanıyorsun yoksa? Sakın öyle düşünme.
Az önce telefonla konuşuyorduk onunla. Hatta istersen seni de
konuştururuz. Bize anlatmak istemiyorsan bile ona anlat ha? O bilsin neden
evine gidemediğini… Tamam mı?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
67
Önce ses gelmedi. Üst üste birkaç burun çekişi duyuldu. Sonra bir
kıpırdanma oldu. Kapı kolu aşağı indi ve kapı açıldı. Gözleri kıpkırmızı
olmuş çocuk kapının eşiğine geldi ve durdu.
“Tamam, abiyle konuşcam,” dedi.
Murat bu fırsattan yararlanarak Barış’ı aradı. Telefon çalar çalmaz
açıldı.
“Nerede kaldınız? Telefonun şarjı bitmek üzere!” diye bağırdı Barış.
“Batarya zayıf deyip duruyor. Söyleyin, kurtulacak mıyım?”
Murat, bu sözlerde hastalığın son aşamasına gelmiş kanserli bir
adamı gördü. Doktora yalvaran gözlerle, “Söyleyin, doktor bey, kurtulacak
mıyım?” diye soruyordu. Bu benzetmeye gülesi geldi ama bunun yerine en
ciddi sesiyle konuştu.
“Barış, telefonu Güneş adında bir çocuğa veriyorum. Senin
kayboluşunu görmüş. Bildiği bir şeyler olabilir. Bize söylemiyor, ama sen bir
şeyler yapabilirsin.”
“Tamam, çabuk olun. Birkaç dakikadan fazla dayanabileceğimi
sanmıyorum.”
Murat telefonu Güneş’e verdi. Çocuk aleti elinde düzeltip kulağına
dayadı ve Dize’nin gözlerine bakarak konuştu: “Alo?”
“Alo? Güneş? Hadi, seni dinliyorum.”
“Barış abi, sen o kollarını yana açıp yürüyen abisin değil mi?”
“Kollarını yana açıp yürüyen mi? Bir dakika. Benim ellerimde poşetler
vardı.”
“I-ıh. Poşet yoktu bi kere.”
Gökcan Şahin
68
“Nasıl yoktu ya? Haydaa, o poşetler hayal miydi yani? Dur dur…
Yanımda bir kadın var mıydı? Yaşlı bir kadın. Başörtülü.”
“Yoo. Tek başınaydın.”
“Sırtımda çanta vardı ama değil mi?”
“Hıhı. Simsiyah bir çanta vardı. Onu gördüm. Kemik kafa vardı
üstünde.”
“Tamam o benim çantam. Kafatası var üstünde. Yani gördüğün
bendim, ama diğer şeyler uymuyor. Kafayı yiyeceğim ya… Off, neyse. Hadi,
bir şey biliyorsan söyle. Tek umudumsun belki de.”
“Canavara dikkat et. Sakın yaklaşma. Karnı çok aç. Yiyebilir seni.”
“Canavar mı? Ne canavarı?”
“Canavar işte. Çok büyük. Çok aç. Beni de yiyecekti az kalsın.”
“Çocuk ne diyorsun sen yahu?” diye gürledi Barış. Normalde bunu
söylediği an pişman olurdu, ama şimdi pişman olmaya dahi zaman yoktu.
Telefon belki de beşinci kez bataryanın zayıf olduğunu belirtmek için öttü.
“Ama suyu hiç…” derken batarya son nefesini verdi. Çocuk bir
dünyada “… sevmiyor,” diye bitirirken sözünü, öteki bir dünyada Barış küfür
üstüne küfür ediyordu. Telefonunu fırlatabildiği kadar uzağa fırlatıp başını
ellerinin arasına aldı ama ağlayamadı.
***
“Canavar mı?” dedi Murat telefonu çocuktan alırken. Güneş boş boş
baktı. Murat derin bir nefes aldı. Çocuğun kolundan tuttuğu gibi salona
götürdü. Dize arkasından “Murat yapma!” diye seslense de durmadı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
69
Çocuğu pencere kenarına taşıdı. Perdeyi yırtarcasına açtıktan sonra
koltuklarının altından kaldırıp pencerenin önündeki sandalyeye oturttu.
“Şimdi her şeyi baştan anlatacaksın bana. Barış nereden geldi?
Nerede kayboldu? Canavar dediğin ne? Hepsini anlatacaksın.”
***
Bu sırada Dize onları arkalarından seyrederken çantasındaki
telefonun çaldığını duydu. Arayan Taylan’dı.
“Alo, buyurun Taylan Bey?”
“Dize, Murat’ın telefonu niye meşgul?” Taylan nedense onlara
telefon etmesi gerektiği zaman Murat’ı tercih ederdi. Onunla konuşmaya
alışmış olmalı, diye düşündü Dize.
“Barış’la konuşuyordu. Daha doğrusu Güneş Barış’la konuşuyordu.
Aa tabii siz Güneş’i de bilmiyorsunuz. Kısaca burada işler karışık Taylan
Bey…”
“Ben de onu söylemek için arayacaktım. Đşler sandığımızdan daha
karışık olabilir. Neyse, ben de oraya geliyorum. Belli ki tüm bilgilerimizi
birleştirmemiz gerekecek.”
“Tamam, Murat’a söylerim. Şu an bir çocuğu sorgulamakla meşgul.”
“Anlamadım, ama gelince iyi bir açıklama bekleyeceğim. On beş
dakikaya oradayım.”
Dize telefonu kapatıp çantasına koyarken Murat ve çocuk
konuşmaya başlamışlardı.
Gökcan Şahin
70
***
“O canavar beni yemeye kalktı ama ben kaçtım.”
“Onu duydum, ama açıklaman lazım. Tamam, buldum. Şimdi Dize
ablan sana sorular soracak ve sen cevap vereceksin. Ama her şeyi doğru ve
eksiksiz cevaplayacaksın. Tamam mı?”
“Tamam.”
“Söz mü?”
“Erkek sözü,” dedi çocuk. Muhtemelen bu lafı babasından
öğrenmişti. Şu an Murat’ın nefret ettiği babasından…
Dize çocuğun oturduğu sandalyenin yanına bir tane de kendisi için
çekti. Murat cebinden sigara çıkarmaya kalkınca Dize sert bir bakışla onu
durdurdu. Gözlerini Güneş’e çevirip, “Çocuk!” diye tıslayınca Murat mesajı
aldı ve sigarasını cebine geri koydu.
“Güneş, tatlım, sakinsin değil mi şimdi?”
Başını hafifçe öne salladı çocuk.
“Arsada bir canavar gördüğünü söylüyorsun. Bana nasıl bir şey
olduğunu anlatabilir misin?”
“Çok büyük,” dedi ellerini iki yana açarak. “Hem de şekilden şekle
giriyor. Đstediği şekle hem de.”
***
Yarım saatlik bir soru cevap faslından sonra Dize ve Murat’ın elde
ettikleri bilgi şuydu:
Sıfır: “Çıkış Yok”
71
Önceki yaz Güneş ve arkadaşları arsada futbol oynarken deprem
olmuş -Dize ve Murat 2008’de Đstanbul’da yaşanmış bir deprem
hatırlamıyorlardı- çocukların hepsi ailelerinin yanına gitmişlerdi. Güneş’in
babası ise işteydi ve evde kimse yoktu. Eve girmesi için anahtarı vardı, ama
depremde eve girilmez dışarı çıkılırdı, o yüzden olduğu yerde kalmış ve
aniden kendini bambaşka bir yerde bulmuştu. Daha önce hiç görmediği bir
sokaktaydı, etrafta kimse yoktu.
Güneş etrafa koşuşturup durmuş ama kimseyi bulamamıştı.
Sonunda gözlerindeki yaşlar tükenmişken yaslandığı bir araba hareket
etmişti. Güneş korkuyla çekilince araba sıvılaşmış ve sokakta su gibi
dağılmıştı. Güneş şaşkınlıktan donup kalmıştı, hatta altını ıslattığını
hatırlıyordu. Sıvı araba birden tekrar hareketlenmiş ve Güneş’e doğru
hareketlenmişti. Metalik bir rengi vardı ve bacaklarının altında birikip
etrafını sardığında sıvıda kendi suretini görebiliyordu çocuk.
Vücudundaki adrenalin miktarı artınca, çok geç olmadan koşmaya
başlamıştı. Kaçmak zorundaydı, çünkü bu sıvı onu yiyecekti. Nefes nefese
kalana kadar koşmuştu ama sıvı peşini bırakmamıştı. Arada bir yılan gibi
incelerek süzülüyor, arada bir kobra gibi dikilerek saldırmaya kalkıyordu.
Güneş bir ara arkasına bakarken yanında getirdiği su şişesine
basıvermişti. Kayıp düşünce avuçlarını ve dizlerini yaralamıştı ama asıl
sorun arkasındaki canavar onu yakalayacak olmasıydı. Nereden aklına
geldiyse üstüne bastığı şişeyi kapmış ve içindeki yarım suyu ona ulaşmak
üzere olan yaratığa fışkırtmıştı. Yaratık suya değdiğinde herhangi bir zarar
görmemiş ama yerinde kalmıştı. Su bir sebeple onu korkutuyor olmalıydı.
Tıpkı çok kötü bir kokuya yanaşamamak gibi bir şeydi bu. Ama bu kesin
Gökcan Şahin
72
çözüm değildi, çünkü insan eninde sonunda kokuya alışırdı, bu canavar da
suya alışacaktı. Üstelik yaratık aptal değildi. Yere dökülen suyun üzerinden
olmasa da etrafından geçebiliyordu. Güneş bunu görünce suyu etrafında
bir çember oluşturacak şekilde yere serpti. Şişe tükenince onu da yaratığa
fırlattı. Yaratık şişeyi içine alıp eritti.
Sıvı, etrafındaki su çemberinin hemen dışında hemen hemen
hareketsiz duruyordu. Ya suyun kurumasını, ya da alışmayı bekliyor
olmalıydı. Đki durumda da çocuk birazdan canavara yem olacaktı. Ve
yapacak hiçbir şey bilmiyordu.
Sonunda bir çocuğun yapabileceği tek şey geldi aklına. Ellerini
önüne açıp birleştirdi ve Tanrı’sına dua etmeye başladı. “Allah’ım lütfen
beni kurtar! Allah’ım ne olur beni kurtar!”
Gözlerini kapatmış aynı sözleri tekrar tekrar söylüyorken bir şeyin
dürtmesiyle az kalsın kalbi yerinden çıkacaktı.
“Ne yapıyorsun sen burada?” dedi hırıltılı bir ses. Đnanılacak gibi
değildi ama babasının sesiydi bu. “Çabuk yukarı. Çabuk!”
Güneş babasına hiçbir şey anlatmadı. Güzel bir dayak yemesine
rağmen ağzından tek kelime çıkmadı. O güne kadar yaşadıklarını kendine
saklamıştı hep. Ama şimdi birinin daha aynı şeyleri yaşadığını bilmek onu
anlatmaya zorlamıştı. O çok korkmuştu, başkası da korkmamalıydı.
***
Dize çocuğu pencere kenarında yalnız bırakıp Murat’la mutfağa
geçti. Çocuğun anlattıklarını değerlendirmeleri gerekiyordu.
Sıfır: “Çıkış Yok”
73
Mutfağın mutfağa benzer bir hali yoktu. Uzun zamandır kadın eli
değmediği ortadaydı. Tabak çanak düzensizce ortalığa serilmişti. Mutfak
dolaplarının kiminin kapısı açık, kiminin kapalıydı. Bulaşık makinesinin açık
kapağından birkaç su bardağı, birkaç çatal ve kaşık görünüyordu.
“Allah bu çocuğa yardım etsin,” dedi Dize.
“Ya da ben çocuğun babasını bir güzel döveyim, aklı başına gelsin.
Şerefsiz, çocuğu dövüyormuş ya! Üstelik tuvalete kilitliyor, eve doğru
dürüst gelmiyor, şu hale bak. Ben böyle bir sorumsuzluk görmedim!”
Dize ne düşüneceğini bilemedi. Murat’ın bu tavrına sevinmeli miydi,
yoksa öfkesinden rahatsızlık mı duymalıydı?
“Neyse, bırakalım şimdi Güneş’in babasını da, söylediklerini
düşünelim,” dedi Dize.
“Sence doğru mu söylüyor?”
“Bence,” dedi Dize, “kesinlikle doğru söylüyor.”
Murat önce buna karşı çıkacakmış gibi görünse de sözleri
bambaşkaydı.
“Açıkçası, bana da öyle geliyor. Arsada çocuğun deyimiyle bir
‘canavar’ var ve şimdi de Barış’ı tutsak almış durumda. Görünüşe göre her
an onu ‘yemeye’ kalkabilir. Ve biz Barış’a ulaşamıyoruz. Yaratık resmen
adamı kendi boyutuna çekti.”
“Dur dur, hemen emin olmayalım. Bütün bunlar çocuğun hayal
dünyasından kaynaklanıyor da olabilir,” dedi Dize.
“Nasıl yani?”
“Beynin gücü… Belki de senin Güneş’i camda görünce dediğin gibi
çocukta güçlü bir beyin var ve Barış’ı kendi yarattığı bir boyuta taşıyabildi.
Gökcan Şahin
74
Ama kendisinin de bundan haberi yok. Yani geçen sene aslında kendi
zihninde bir yolculuğa çıkmış ve o canavarı da kendi yaratmış olabilir.
Suyun canavarı uzak tutması yanında sadece onu koruyabilecek su şişesi
olduğundandır. Ve kurtulabilmesi için tek şansının dua etmek olduğunu
düşündüğü için kurtulmuştur. Anlatabildim mi?”
“Hımm, yani hâlâ her şeyin çocuğun beyninde bitiyor olabileceğini
söylüyorsun.”
“Evet. Ama bunu kesin olarak nasıl anlayacağımızı şu an için
bilmiyorum.”
“Biliyor musun, galiba o canavarın gerçekten var olmasını isterdim.
Savaşabileceğim somut bir şey olduğunda sorun yok, ama böyle
durumlarda bocalıyorum. Şimdiye kadar pek çok gerçek ‘canavar’a karşı
savaştım ve hepsiyle de başa çıkabildim. Çünkü hangisinin neye karşı zayıf
olduğunu bulunca iş çözülüyordu. Hayaletler için melinotit veya sodyum
mermileri, vampirler için gümüş mermiler veya kazıklar…”
“Ne? Vampir de mi gördün?”
Murat gülümsedi. “Yoksa varlıklarına inanmıyor muydun?”
“Şey… Hiç düşünmemiştim.”
“Şu işi atlatalım, sana vampirli bir maceramı da anlatırım. Sanırım
Birim Sıfır kayıtlarında rastlamadın.”
“Sadece birkaç dosyaya bakabildim Murat. Ve aralarında vampir
yoktu.”
“Tamam, söz anlatacağım. Ama Barış’ı oradan kurtardıktan sonra,”
dedi Murat. Đçindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Bir üniversiteli genç şu an
Sıfır: “Çıkış Yok”
75
bu dünyadan olmayan -hatta belki de küçük bir çocuğun fantezisinden
ibaret olan- bir yaratık tarafından sindiriliyor olabilirdi.
“Aklıma bir şey geldi,” dedi Dize. “Canavarın çocuğun zihninin ürünü
olup olmadığını anlayabiliriz.”
“Nasıl?”
“Eğer o boyut sadece bir zihin oyunuysa, Güneş bizi o boyuta
götürebilir ve Barış’ı alıp geri getirebiliriz. Tek yapmamız gereken Güneş’i
bunu yapabileceğine ikna etmek. Bu da çok zor olmaz. Daha önce gidip
geldiğine göre kendi kendine de o boyuta yolculuk yapabileceğine
inanabilir. Đnanırsa zaten yapar. Eğer o boyutun çocukla bir ilgisi yoksa bizi
götüremez. O zaman başka çözüm aramaya başlarız.”
17.20
Gündem Gazetesi / Bağcılar
Nehir Erbudak gri ceketini giyinirken aynı anda telefonla konuşmaya
çalışıyordu.
“Gelemem dedim ya, işim var.”
“Ne işiymiş bu?” dedi karşı taraftaki adam.
“Gazeteyle ilgili bir iş, sen anlamazsın.”
“Yine ekiyorsun değil mi beni? Hani bu akşam dışarı çıkacaktık?”
“Biliyorum canım, ama inan bana işim çıktı. Önemli olabilir.”
“Önemli olabilir ne demek ya? Ya önemlidir, ya değildir!”
Gökcan Şahin
76
“Off, sana açıklayamayacağım Kaan. Şimdi kapatmam gerekiyor.
Görüşürüz.”
“Öyle olsun, görüşürüz.”
Nehir sıkıntılı bir of çekip telefonu çantasına sertçe attı. Bu adamdan
artık kesinlikle kurtulmalıyım, diye düşündü. Başka birini bulsam çoktan
şutlamıştım ama…
Ceketini giydi, çantasını omzuna attı ve çıktı. Arkadaşlarının hepsi
çoktan evlerinin yolunu tutmuşlardı. O ise başka bir şeyin peşindeydi.
Đskelet meselesini düşünüyordu. Taylan Bey ondan o arsayla ilgili bilgi
istediğine göre tuhaf şeyler dönüyor olmalıydı. Her ne kadar aklının bir
tarafı bu işe burnunu sokmaması gerektiğini söylüyorsa da baskın olan
taraf ‘mükemmeliyetçi gazeteci’ olan tarafıydı. Her şeyi öğrenmeliydi.
Arsaya gidecekti.
17.30
Bayrampaşa Menekşe Sokak’ta Bir Ev
“Murtaza bizim oğlan hâlâ gelmedi, haberin var mı?” dedi kocası
gibi kilolu olan, koyu sarı boyanmış saçları ve yusyuvarlak esmer yüzüyle
ayçiçeğini andıran kadın.
Konuştuğu telefonun diğer tarafından Murtaza’nın her zamanki yarı
öfkeli sesi geldi.
“Ne bileyim kadın ya? Telefon ettin mi?”
“Ettim ama kapalı.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
77
“Off Sakine, sen de ne meraklı kadınsın. Adam üniversite öğrencisi.
Arkadaşlarıyla takılmıştır. Şarjı falan bitmiştir.”
Sakine aslında oğluna meraklı annelerden değildi. Barış üç gün eve
uğramasa da en ufak bir sıkıntıya düşeceğini sanmıyordu. Ama işi
düşmüştü bir kere.
Evin perdelerini tüllerini hep yıkamıştı ve yerine asılması
gerekiyordu. Kendisi kısa boylu, kocası üşengeç olduğundan bu iş Barış’a
kalırdı hep. Ama sabahtan beri görünmüyordu işte ortalıkta.
Neyse ya, bugün de Murtaza’ya taktırırım perdeleri, takmazsa da
gece acısını çıkartırım, diye düşündü ve tüm merakını, endişesini sildi
kafasından.
Kocasına gelirken ekmek almasını söyleyip telefonu kapattı ve
tekrarı yayınlanmakta olan dizisini izlemek için oturma odasına döndü.
17.55
Bayrampaşa
Dize ve Murat tekrar Güneş’in yanına gelmişlerdi. Dize’nin ufak
planını uygulamaya çalışacaklardı.
“Güneş, bak biz senin yaşadığın türde tuhaf olayları araştıran bir
birimden geliyoruz, tamam mı?”
Çocuk başını salladı.
Gökcan Şahin
78
Dize devam etti: “Yani senin gibi şeyler yaşayan insanlar ve
gördüğüne benzer canavarlar gördük. Ve içeride Murat abinle konuştuktan
sonra senin bir özelliğin olduğuna karar verdik.”
Çocuk şimdi merakla ve biraz da korkuyla bakıyordu Dize’nin
gözlerine.
“Sen o canavarın boyutuna istediğin zaman gidip gelebilen özel bir
çocuksun. O zaman dua ettiğin için kurtulduğunu sanıyorsun ama aslında
kendin istediğin için kurtuldun.”
O anda pencerenin kenarındaki Murat söze girdi: “Taylan Bey geldi.
Arabası göründü.”
“Tamam,” dedi Dize. “Taylan Bey’e durumu anlattıktan sonra devam
edelim.”
***
Saat akşamın altısı olmuş, gökyüzü tüm aydınlığını yitirmişti. Taylan
Yıldırım, Dize Demirsoy, Murat Arıkan ve Güneş; flüoresan ışığının altında
gıcırdayan çekyatların üzerinde oturmaktaydılar. Dize o ana kadar olanları
Taylan’a hiçbir önemli noktayı atlamadan özetlemişti. Dize çocuğun
öğrenmemesi gereken kısımları anlatmaya başlayacağını bir göz işaretiyle
Murat’a ulaştırdı. Murat da Güneş’i alıp çocuğun odasına yollandı. Taylan,
Dize’nin planını duyduktan sonra şöyle dedi:
“Bugün kendi araştırmalarım sonucunda o boyutun çocuğun
zihniyle bir alakası olmadığına eminim. Çünkü 1977 yılının gazetelerinde
bu arsada iskeletler bulunduğu yazıyor.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
79
“Nasıl yani?”
“Arsada çeşitli zaman aralıklarıyla gömülmüş onlarca insan kemiği
bulunmuş. Sebebi anlaşılamayınca dosya kapatılmış. O günden beri olanlar
hakkında herhangi bir haber yok.”
“Yani bu canavar gerçek. Kendi boyutunda öldürdüklerinin atıklarını
geri bu tarafa getiriyor ve toprağın altında saklıyor.”
“Aynen öyle.”
“Hımm, o zaman benim teorim temelinden yıkılmış oldu. Güneş bizi
canavarın boyutuna taşıyamayacak.”
“Canavarı yanına mı gideceksiniz?” dedi kapının önündeki bir ses.
Güneş’ti. Son konuşulanları duymuş olmalıydı. Ardından çocuğun üç katı
iriliğindeki bedeniyle Murat gözüktü.
“Off, nereye kayboldun sen? Güya saklambaç oynayacaktık,
kandırmış beni velet.”
“Ben gidebiliyorum ki canavarın yanına,” dedi çocuk, Murat’a
aldırmadan.
“Gidebiliyor musun?” dedi Dize.
“Hı hı, arsada gözümü kapatıp canavarı düşününce oraya
gidiyorum.”
“Yani sen daha sonra da gittin mi oraya?”
Çocuk her zamanki tepkisiyle başını öne doğru salladı.
“E o zaman niye söylemedin?”
“Sormadınız ki!”
Gökcan Şahin
80
Haklıydı. Dize’nin aklına daha sonra gidip gitmediğini sormak
gelmemişti. Đlk gidişini anlatırken öyle korku dolu gözüküyordu ki buna
ihtimal vermemişti bile.
“Korkmuyor musun sen canavardan?”
“Đstediğim zaman kaçabilirim ki.”
Murat ve Dize göz göze geldiler. Çocuk devam etti.
“Bir kere arkadaşımı bile götürdüm. Ama taşındılar şimdi.”
Artık ne yapacaklarını biliyorlardı. Hepsi birden ayaklandılar. Çocuk
koşa koşa mutfağa gitti ve bir litrelik bir su şişesi alıp geri döndü. “Ne olur
ne olmaz,” dedi ciddiyetle. Bunu o kadar yetişkin gibi söylemişti ki Dize
gülmeden edemedi. Çocuğun yanağını ve saçını okşayıp şişeyi aldı.
Ve arsaya indiler.
***
“Dua edelim de Barış hâlâ hayatta olsun… Yoksa bu iş başımızı çok
ağrıtır.” Binanın kapısından çıkarken büyük bir endişeyle söylemişti Taylan
bunları. Çünkü tüm proje bir ölümle sona erebilirdi. Böyle bir durumu
patronlardan gizleyip gizleyemeyeceğini düşündü. Emin olamadı.
Dışarıdan bakıldığında büyük bir aileyi andıran dörtlü, arsaya doğru
kararlı adımlarla yürürken Murat aniden belinden silahını çıkardı ve sokağın
karşı tarafına koştu. Diğerleri buna bir anlam vermeye çalışırlarken Murat’ın
park halindeki bir aracın yanına gittiğini gördüler. Arabanın farları ve tüm
ışıkları kapalıydı ama içeride birinin olduğu görülüyordu.
Sıfır: “Çıkış Yok”
81
Murat içeridekine silahını doğrulttu ve dışarı çıkmasını emretti. Zayıf
ama uzun boylu siluet ağır ağır kapıyı açıp dışarı çıktı. Bir elinde kemerli bir
şey vardı.
“Kimsin sen?” dedi Murat karşısındaki kadına. Elinde fotoğraf
makinesiyle ellerini havaya kaldırmış olan sarışın kadın öfkeyle süzüyordu
Murat’ı.
“Gazeteciyim ben.”
“Ne?”
“Gazeteci. Nehir Ertekin. Gündem Gazetesi’nden.”
“Ne arıyorsun burada?”
“Elimi indirebilir miyim?” dedi kadın sitemle.
“Makineni içeri koy ve arabadan uzaklaş. Đşte o zaman indirebilirsin.”
Kadın denileni yaptı. Bu sırada Murat kalbinin çarpıntısının ağır ağır
dindiğini hissediyordu. Sokağın karşı tarafında bu arabayı ve içindeki
birinin kendilerini izlediğini fark edince kan beynine sıçramıştı.
Şimdiyse, Murat’ınkinden bile kısa olan saçlarını jöleleyip yana
taramış, gri takımıyla ve mankenvari vücuduyla inanılmaz şık ve çekici
duran kadına bakıyordu. Murat onunla başka şartlar altında karşılaşmayı
dilerdi.
Nehir arabadan uzaklaşıp ellerini indirdi. O sırada Taylan, Dize ve
Dize’nin elini tuttuğu Güneş yanlarına varmışlardı.
“Nehir?” dedi Taylan.
“Evet Taylan Bey, benim.”
“Onu tanıyor musunuz?” dedi Murat. Silahını hâlâ kemerine
yerleştirmediğini fark etti ve vakit geçirmeden bunu yaptı.
Gökcan Şahin
82
“Tanıyorum evet, arsadaki iskelet meselesini onun sayesinde
öğrendim. Ama kendisi burada ne arıyor hiç bilmiyorum.” Sitemle Nehir’e
bakıyordu ve hitap ettiği aslında oydu.
“Ben gazeteciyim Taylan Bey. Haberin kokusunu alır almaz buraya
geldim. Siz de gelmemem konusunda herhangi bir uyarıda
bulunmamıştınız.”
“Ama şimdi bulunuyor,” dedi Murat kadının kolundan tutarak.
“Şimdi arabana atla ve git bir zahmet!”
“Ne oluyor ya? Basın özgürlüğü denen bir şey var!” dedi Nehir
kolunu kurtarırken. “Bu arsada bir şeyler olduğunu biliyorum ve
öğrenmeden gitmeyeceğim.”
“O zaman seni zorla gönderirim,” dedi Murat. Fazlasıyla
öfkelenmişti. Bir an önce Barış’ı kurtarmaları gerekirken neyle
uğraşıyorlardı şimdi…
“Patron,” dedi Taylan’a dönerek. “Ben Güneş’le gidiyorum ve Barış’ı
alıp geliyorum. Siz burada kalın ve şu kadını da ne yaparsanız yapın.”
“Tek başına gidemezsin,” dedi Dize. “Orada ne olacağını kim
bilebilir? Hem çocuğun dilinden anlamıyorsun sen!”
Son kelimeleri bağırarak söylemişti, çünkü Murat çoktan Güneş’i alıp
karşıya geçmişti. Dize de peşine takıldı. Ardında Taylan ve Nehir de gittiler.
“Bari şu suyu al!” dedi Dize elindeki pet şişeyi sallayarak.
Murat oflayarak Dize’nin yetişmesini bekledi. Şişeyi aldı ve
fısıldamaya koyuldu: “Dize, ciddiyim ben. Siz kalın burada. Hemen gidip
geliriz. Canavarı öldürmek gibi bir niyetim yok şu anda.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
83
Bu sırada Nehir de Taylan’la birlikte yanlarına gelmiş, “Ne
canavarından bahsediyorsunuz?” diye sormaktaydı. Murat bir of çekti ve
Güneş’e dönüp, “Hadi ufaklık, götür bizi oraya,” diye buyurdu.
18.40
Öteki Boyut
Barış Mertkan, hayatındaki en sıkıcı derste bile bu kadar sıkıldığını
hatırlamıyordu. Bu boyuta geleli saatler olmuştu ve en ufak bir hareket
olmamasının verdiği bunaltı onu mahvediyordu. Çocuk telefonda canavar
diye bir şeyler gevelemişti, ama burada sinek bile yoktu. Kış günü havanın
çoktan kararması gerekirken hâlâ aynı aydınlık sürüyordu. Burada zaman
durmuştu ve sadece o hareket edebiliyordu sanki.
Suyunu birkaç dakika önce tüketmişti, karnı da iyice kazınmaya
başlamıştı. Artık hayatından endişe ediyordu ama kurtuluş için en ufak bir
umudu yoktu. Birim Sıfır denen adamlar bile bir şey yapamıyorsa -ki
yıllardır bu işleri yaptıklarını iddia ediyorlardı- kimse ona yardım edemezdi.
Birilerini özleyip özlemediğini düşündü, ama filmlerde olduğu gibi
kimseyi düşünecek hali yoktu. Hiçbir şeyi de özlemiyordu. Buradan
kurtulursa sürekli ders çalışacağına dair yemin falan da etmemişti. Adak
falan da adamayı düşünmüyordu.
“Hadi be canavar, gel de ye beni,” dedi kurumuş dudaklarının
arasından. Gerçi canavar yemese de yakında susuzluktan öleceğim, diye
düşündü. Mesanesi de baskı yapmaya başlamıştı. Çişi geliyordu. Ayağa
Gökcan Şahin
84
kalktı ve birkaç metre ötedeki boş su şişesini aldı. Bari şunun içine işeyeyim
de zor durumda kalırsam içerim, diye düşündü. Bir dakika sonra şişe
yarısına kadar dolmuştu. Haha, resmen bira bu ya, dedi mırıltıyla. Köpüğü
bile aynı. Kapağını kapattı ve götürüp çantasına koydu. Bunu hangi
mantıkla yaptığını kendi de bilmiyordu.
“Aha aklıma bir adak geldi,” dedi. “Buradan kurtulayım, bunu
babama bira diye içirtmeyen şerefsizdir.” Babasının içtikten sonraki yüz
ifadesini aklına getirerek gülümsedi. Đşte buradan kurtulmak için geçerli bir
sebebi olmuştu.
***
Hiç beklemediği bir anda geldiler. Tam beş kişi! Esmer ve güçlü bir
adam, ufak tefek bir çocuk, ikisi de birbirinden güzel iki kadın ve yaşlı ama
gözlerinden güç fışkıran bir adam… Elli altmış metre ötesinde sokağın
ortasında aniden beliriverdiler. Barış çantasını kapıp onlara doğru
yürümeye koyuldu. Onu görmüş ve rahatlamışlardı ama kendi aralarında
tartışmaya benzer bir şeyler oluyordu.
“Güneş, hepimizi niye getirdin?” dedi güçlü adam yanındaki çocuğa.
Çocuk birkaç saniye şaşkın şaşkın bakınca kadınlardan uzun saçlı
olanı araya girdi:
“Murat, çocuğa kızma. Geri döneriz nasıl olsa.”
Sarı kısa saçlı kadın adeta donakalmıştı. Barış onun buraya
habersizce geldiğini tahmin etti. Yaşlı adam ise doğruca Barış’a bakıyor,
adeta acele etmesini bağırıyordu.
Sıfır: “Çıkış Yok”
85
Barış yanlarına gelince hemen su olup olmadığını sordu. Murat
elindeki şişeyi gence uzattı. Aynı anda uzun saçlı kadına şunları söylüyordu:
“Tamam da Dize, ben ona sadece beni getirmesini söyledim.”
“Ben yapmadım ki,” dedi Güneş cılızca.
“Ne demek ben yapmadım?” dedi Murat.
“Ben sadece bizi getirecektim, onlar kendi kendine gelmiş.”
Birbirlerine baktılar.
“Peki bizi geri götürebilir misin?” dedi Dize.
Çocuk gözlerini kapattı ve aniden ortadan kayboldu. Onun
yokluğunu doldurmaya çalışan hava ani bir rüzgâr yarattı ama bu sadece
bir saniye sürdü.
“Görünüşe göre sadece kendisi gitti,” dedi Taylan.
“Bir dakika, biz şimdi dünyada değil miyiz?” dedi kısa sarı saçlı kadın.
“Değiliz Nehir Hanım,” dedi Murat belirgin bir bıkkınlıkla. Nehir’in
gözleri irileşti. “E ne yapacağız peki?” dedi.
“Sen ayağımıza dolanma, biz bir şekilde hallederiz,” dedi Murat.
Güneş birkaç metre ötede tekrar belirdi ve koşarak yanlarına geldi.
“Sizi götüremedim,” dedi. “Ama arkadaşımı götürmüştüm.”
Dize eğildi ve çocukla göz göze geldi.
“Belki de hepimizi birden götürmeye gücün yetmiyordur. Sadece
birimizi götürmeyi dene istersen. Sonra geri gelir diğerlerini tek tek
götürürsün.”
“Tamam,” dedi çocuk ve gözlerini kapattı. Belli ki Dize’yi götürecekti
önce.
Gökcan Şahin
86
Ama yine kaybolan sadece o oldu. Geri geldiğinde aklına kötü bir
şey gelmişçesine hızla konuştu: “Sizi canavar tutuyor. Birazdan gelip
hepinizi yiyecek.”
“Burada hiçbir canlı yok,” dedi Barış. Su içmiş olmasına rağmen sesi
bir tuhaftı.
“Var bir kere,” dedi çocuk. “Her şeyin şekline girebilir.”
“Canavar bizi tutuyorsa, onu öldürmemiz gerekecek,” dedi Murat.
Belindeki silahı çıkardı. “Đşte şimdi somut bir yaratıkla karşı karşıyayız. Tam
bana göre.”
“Aa, o tabanca mı?” dedi Güneş merakla. Bir çocuk her yerde her
zaman çocuktu.
“Evet, tabanca ama çocukların dokunması yasak,” dedi Dize cevap
hakkını Murat’a bırakmayarak.
“Zaten babamda da var ki,” dedi Güneş omuz silkerek.
“Babanda da mı var?” dedi Murat. “Görürsün Dize, bunun babası
banka soyguncusu ya da seri katil falan çıkacak. Đnşallah öyle çıkar da
ağzını burnunu dağıtırım.”
“Şşt, nasıl konuşuyorsun sen çocuğun yanında ya!” dedi Dize.
“Đşte,” dedi Murat. Uzaktaki bir noktaya odaklanmıştı. “Canavarımız
da teşrif etti.”
ÜÇÜNCÜ KISIM
TUZAK
Gökcan Şahin
88
19.00
Öteki Boyut
Altı kişilik insan grubuna yaklaşık yüz metre ötede gerçekleşen tuhaf
şey Murat’a göre canavarın teşrif etmesinin alametiydi. Altı çift gözün
gördüğü şey, bu ucu bucağı olmayan sokağın yan taraflarına aralıksız
dizilmiş apartmanlardan birinin eriyik haldeki demir gibi yola doğru
akmasıydı. Koca bina eriyor, metalikleşiyor ve bu esnada en ufak bir ses
çıkarmıyordu. Đşte başı, vücudu, kolları ve bacakları olmayan, sadece devasa
bir eriyik metal şeklindeki canavar karşılarındaydı. Tüm bina sokağa kaymış
ve yol boyunca ağır ağır onlara doğru sürünmeye başlamıştı.
Murat birkaç adım öne çıktı ve zaman kaybetmeden silahını ateşledi.
Nişan almasına gerek yoktu, çünkü karşısındaki yığının nişan alınacak bir
yeri yoktu.
Đlk kurşun yaratığın üst kısmına çarptı ve bir karış büyüklüğünde bir
delik açtı. Delikten kısa bir süre açık gri renkli duman çıktı. Ama bu delik
onu yavaşlatmadı, hatta saniyeler içinde delik kapandı ve eski haline
döndü. Murat silahını iki kez daha ateşledi ve aynı şeyleri tekrar gördü.
Kurşun işe yaramıyordu, özel mermileri de arabada bırakmıştı. Yaratıkla
aralarında yirmi metre kadar kalınca geriye diğerlerinin yanına döndü.
“Allah kahretsin, işe yaramıyor,” dedi. Silahı beline yerleştirdi.
“Bu bir çeşit Goid mi?” diye sordu Dize.
“Ne?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
89
“Goid. Son okuduğum dosyada Goid diye bir yaratıktan
bahsediyordu. Eşyaların içine girebiliyormuş falan.”
Murat birden hatırladı. Yıllar önce iki Goid’le karşılaşmış ve ikisini de
yakalamayı başarmışlardı. Her ne kadar oldukça tehlikeli olsalar da
tuzaklardan kaçmayı beceremiyorlardı.
Goidler tam olarak fiziksel âlemin yaratıklarından sayılmasalar da en
az vampirler kadar buraya bağımlıydılar. Fiziksel âlemde katı bir cisme bağlı
kalmak zorundaydılar. Besinleri insan veya hayvanların kanıydı ama nadiren
avlanırlardı. Genelde bir insandan elde ettikleri kan onlara yıllarca yeterdi
ve bu süre içinde konuşlandıkları bir cismin içinde hiç kimseye fark
ettirmeden kalabilirlerdi.
Avlanacakları sırada bulundukları cismi toz zerrecikleri halinde terk
eder, eğer avlarını öldürmek için ellerinin altında kolay bir yol varsa onu
kullanır, yoksa tozlarını avının ağız ve burun deliklerinden sokarak
akciğerlerine hava gitmesini engelleme suretiyle öldürürlerdi. Sonra da her
zerreleriyle kanını emerlerdi. Vampirlerden farkları, onların fiziksel
zayıflıklarına sahip olmamaları, insan şekline girme zorunluluğu
duymamaları, zekâ seviyelerinin vampirlerden çok daha düşük ama avcılık
yeteneklerinin kusursuz olmasıydı. Ayrıca Goidler’in ömürleri yüz binlerce
yılla ölçülüyor olmalıydı, çünkü herhangi bir yaşlanma belirtisi
göstermiyorlardı. Ölümsüz bile olabilirlerdi.
Goidler’in bir özelliği de her zaman etraftaki en üstün yaratığı av
olarak görmeleriydi. Eski Birim Sıfır laboratuarlarında yapılan çalışmalarda
Goidler’in ortamda insan yokken saldırdıkları hayvanlara, insan varken
saldırmadıkları, doğrudan insanları av olarak gördükleri ortaya çıkmıştı.
Gökcan Şahin
90
Hayvanlar arasında da böyle bir durum vardı. Örneğin ortamda bir balık ve
bir kedi varsa hiç tereddüt etmeden kediye yöneliyorlardı. Bu durumla ilgili
herhangi bir istisna görülmemişti.
Murat ellerinde en son iki Goid olduğunu hatırladı. Birim Sıfır
kapatıldıktan sonra ne olduklarına dair en ufak bir fikri yoktu.
Ama şimdi bunu düşünmekten çok daha büyük bir sorunu vardı.
Yaratık geliyordu.
“Su!” dedi Güneş. Dize hemen Barış’ın elindeki şişeyi kaptı. Suyun
yarısından fazlası bitmişti ama kalanı da yetmek zorundaydı. Dize herkese
birbirine yaklaşmalarını söyleyip etraflarında bir çember oluşturacak şekilde
serpti suyu. Yaratık su çemberinin hemen dışında sabit kaldı. Hepsi kendi
yansımalarını onun üzerinde rahatlıkla görebiliyorlardı. Metal kaşıktan
yansıyormuş gibi eğik bükük de olsa ayna gibiydi.
Murat, Taylan’ın cep telefonunu çıkardığını fark etti. Taylan onunla
göz göze gelince şöyle dedi:
“Dize haklı, bu yaratık Goidler’i andıran bir yapıya sahip. Oğuzlar’da
bir atasözü vardır. Tekme atan hayvanın derisini boynuz atan yırtar derler.”
“Goidler’i buna karşı kullanabilir miyiz diyorsunuz?” dedi Murat.
“Goidler’i yıllardır tutsak tutuyoruz. Çok acıkmış olmalılar. Ve bu
canavar buradayken bize dokunmayacakları kesin.”
“Đkisi de duruyor mu?”
“Evet, kalsit taşlarının içine hapsedilmiş şekilde bekliyorlar.”
“Peki onları kim getirecek buraya?”
“Ege.”
“Ege mi? Hangi Ege?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
91
“Ege abin yok mu? Son ortağın?”
“O Đsviçre’de değil mi?”
“Bugün geldi. Birim Sıfır’a girmesini teklif ettim. Kabul etti sayılır.”
“Bunu daha önce niye söylemediniz?”
“Zaman mı oldu Murat? Dur şimdi, Ege’yi arıyorum.”
19.10
Cevizlibağ Tercüman Sitesi’nde Bir Ev
Ege Kandemir, Taylan’ın ofisinden ayrıldıktan sonra doğruca evine
gitmişti. Đsviçre’ye gitmeden hemen önce avans olarak verilmiş bir daireydi
burası. Tercüman Sitesi’nin güney cephesindeydi ve 14. kattaydı. Marmara
Denizi manzarası hiç de fena değildi.
Ege evi ilk defa önceki gün Đstanbul’a indikten sonra görmüştü. Ev
düzenli olarak temizlendiği ve bakımı yapıldığı için gayet yaşanabilir
haldeydi. Dayalı döşeli olması da diğer bir artıydı.
Ege şimdi uzun gri saçlarını açmış, yatak odasındaki iki kişilik yatağa
uzanmıştı. Bundan sonra ne yapacağıyla ilgili hayaller kuruyordu. Birim
Sıfır’a katılacaktı ama bir hobi gibi gelecekti bu iş. Zaten ayda yılda bir
önemli bir mesele çıkardı, o zaman da canla başla çalışırdı. Diğer
zamanlarda da emekliliğin tadını çıkarırdı. Belki de gençliğinde olduğu gibi
resim yapmaya başlamalıydı. Hayır hayır. Önce evlenecek birini bulmalıydı.
Kırk dokuz yaşındaydı ve şimdiden çok geç kalmıştı. Hayallerindeki kız
genç ve karizmatikti. En az kendisi kadar karizmatik olmalıydı ve tabii güzel
Gökcan Şahin
92
sohbet edebilmeliydi. Ayrıca cesur olmalıydı, bazen hiç olmayacak işlere
bile atılıp onu şaşırtmalıydı. Ama nereden bulacaktı ki hayalindekini?
Đstanbul’a ayak bastığından beri gördüğü kadınları düşünmeye
başladı. Havaalanında birkaç hostes görmüştü ama onların sözünü bile
etmeye değmezdi. Sonra bir süpermarkette güzel bir kasiyer vardı ama hiç
de cesur görünmüyordu. Taylan Bey’in holdinginde çalışan kadın vardı -ki
kendisine yiyecek gibi bakmıştı- ama kesinlikle Ege’nin tipi değildi. Balıketli
ve yaşlıcaydı.
Đşte şimdilik tüm seçenekler tükenmişti.
“Ulan duyan da beni kadın meraklısı sanacak,” diye mırıldandı kendi
kendine. Yataktan doğrulmuştu ki telefonunun sesini duydu.
“Efendim?”
“Benim Ege.”
“Buyurun Taylan Bey.”
“Sanırım Birim Sıfır’daki ilk görevini yapacaksın birazdan.”
“Ama…”
“Ege, şu an çok vahim bir durum içindeyiz. Benim, Murat’ın, Dize’nin
ve başkalarının hayatı tehlikede.”
“Şu başka boyutta mahsur kalan çocuk meselesi mi?”
“Evet. Biz de mahsur kaldık!”
Ege ayağa fırladı, telefonu diğer kulağına geçirirken siyah tokasını
eline aldı.
“Nasıl yardım edebilirim?”
“Bir şey getireceksin. Daha doğrusu iki şey.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
93
Ege telefonu kapattıktan sonra vakit kaybetmeden üstünü değiştirdi
ve çıktı. Đşte ilk macera başlıyordu.
19.25
Öteki Boyut
Etraflarındaki su kurumak üzereydi ve canavar bekliyordu. Dize ilk
gördüğü andan beri neye benzediğini düşündüğü yaratığın sonunda oda
sıcaklığındaki cıvaya benzediğini fark etti. Sıvı halde ama yoğun ve çok
ağır. Rengi tıpkı canavarınki gibi metalik gri renkli. Ayrıca fazlasıyla da
zehirli.
“Su tükendi, saldıracak,” dedi Nehir hepsinin hislerine tercüman
olarak.
“Bende bir şey var ama işe yarar mı bilmiyorum,” dedi Barış.
Çantasından yarısına kadar idrar dolu su şişesini çıkardı. “Susuz kalırım diye
yedeklemiştim.”
Murat hemen şişeyi kaptı ve kapağını açarak sadece ince bir çizgi
halinde kalmış suyun üzerine serpti. Đdrar tükenince şişeyi bütün gücüyle
canavara fırlattı. Şişe canavarın metalik yüzeyine çarpıp yere düştü. Koca
yığın hemen ardından şişeyi altına aldı ve bünyesine ekledi.
“Çok pis kokuyor,” dedi Güneş, elini tuttuğu Dize’ye.
“Biliyorum,” dedi Dize. “Ama alışırız.”
Bu esnada Taylan tekrar Ege’yi arıyordu.
“Ege çıktın mı?”
Gökcan Şahin
94
“Çıktım Taylan Bey, emanetleri şimdi aldım. Biraz daha dayanın.”
“Bak şimdi, arsaya vardığında beni arayacaksın. Bir çocuğu
göndereceğiz oraya. O seni alıp buraya getirecek. Her şeyi yanına almış ol,
çünkü buraya geldikten sonra çıkış yok!”
“Tamam, anlaşıldı.”
Telefonlar kapatıldı.
Taylan, Nehir’e döndü.
“Başka kimseye burayla ilgili bir şey söyledin mi?”
“Hayır,” dedi Nehir. “Haberimi başkasına kaptırmaya niyetim yoktu.
Ki itiraf ediyorum, şu an buraya geldiğim için çok pişmanım. Ah şu her şeye
burnunu sokma huyum olmasaydı…”
“Seni kırmak istemem ama bazen baban da böyle yapardı. Gereksiz
cesaret gösterileri, fazla risk almalar falan. Ona çekmişsin.”
“Galiba,” diye gülümsedi Nehir. Bu durumda gülümseyebilmek, ip
üzerinde tek tekerlekli bisiklet sürmekten daha zordu.
“Aslında seni çok da suçlamıyorum,” dedi Taylan. “Buraya gelmek
isteyeceğini tahmin etmeli ve gelmemen gerektiğini söylemeliydim.
Tamamen aklımdan çıkmış. Yaşlanıyoruz galiba.”
“Patron, yaşlandığımda sizin gibi olayım, kırk milyar borcum olsun,”
diye araya girdi Murat.
Đşte insan beyninin savunma mekanizmalarından biri işlemeye
başlamıştı. Çok yakın olan tehlikeyi biraz da olsa görmezden gelebilmek ve
başka konular açabilmek. Yoksa aşırı stres altında ruh sağlığının bozulması
kaçınılmaz olurdu. Beden adrenalin seviyesini bir yerden sonra dengelemek
zorundaydı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
95
19.35
Bayrampaşa’da Bir Apartman Dairesi
Bir adam sağ elinde cep telefonu, sol elinde dürbünüyle pencere
kenarında oturuyordu. Hava iyice kararmasına rağmen odanın ışığını
yakmamıştı ve bunun için geçerli sebepleri vardı.
Telefon elinde titredi.
“Buyurun efendim,” dedi.
“Çetin, tuzağa düşmediler mi daha?”
“Bizimkinin eline düştüler ama henüz yem olmadılar efendim.”
“Bu gecikmenin sebebi ne?”
“Son anda bir aksilik çıktı… Şey, pencerede benim oğlanı gördüler.
Tuvalete kapatmıştım ama çıkmayı başarmış velet.”
“Ne alakası var senin oğlanla? Açık konuşsana be adam!”
“Efendim, biliyorsunuz ben nasıl iki boyutu aynı anda
görebiliyorsam, o da bir şekilde boyutlar arası seyahat edebiliyor.
Canavarımızın da farkında. Bugün o gencin kaybolduğunu da görmüş
olmalı. Birim’e de anlattığına eminim. Đşte bu arada zaman kaybı oldu.”
“Peki zaman kaybı dışında planda bir aksama var mı?”
“Hayır efendim. Murat Arıkan, Dize Demirsoy ve Taylan Yıldırım
kapana girdiler. Benim çocuk da var ama o son anda kendini kurtaracaktır.”
“Senin çocuğun hiç umurumda değil Çetin.”
“Pardon efendim. Bir saniye! Arsaya bir araba yanaştı.”
Gökcan Şahin
96
“Araba mı yanaştı?”
Çetin telefonunu omzuyla yanağı arasına sıkıştırıp dürbününü
ayarladı.
“Uzun saçlı bir adam. Arabadan indi, bagaja gidiyor şimdi. Bagajı
açtı. Đçinden iki tane tüpe benzer şey çıkardı. Bir de damacana su.”
“Allah kahretsin, onlara yardıma gidiyor. Çabuk durdur onu Çetin!”
“Ama…”
“Ne yaparsan yap durdur. Gerekirse gebert!”
“Anlaşıldı efendim.”
Çetin telefonu koltuklardan birinin üzerine fırlattı, dürbünü de
bıraktı ve belinden silahını çıkardı. Pencereyi açıp nişan almaya koyuldu.
Son anda aklına susturucu geldi. Tüm mahalleyi ayağa kaldırmak istemezdi.
Çetin susturucuyu bulup silahına takarken Ege iki Goid’in bulunduğu
iki silindir tüpü arsaya taşımış, geri gelmiş damacanayı omzuna almıştı.
Arabasının bagajını kapattı ve arsaya doğru iki adım attı.
O an Çetin ateş etti. Eğer iyi bir nişancı olsaydı kafasını bile
uçurabilirdi, ama kurşun damacanayı patlattı. Ege damacananın itme
kuvvetiyle kendini yerde buldu. Ellerini ensesinde birleştirip bir süre uzanır
vaziyette bekledikten sonra kalktı ve arsaya koştu. Birinin ateş ettiğini
anlamış olmalıydı.
Arsanın ortasına vardığı anda yanında Güneş belirdi. Çetin nişan
almış, ateş edecekken oğlu Ege’nin önüne geçti.
Doğru açıyı tekrar yakalayabilmeyi beklerken Ege, Güneş ve iki tüp
ortadan kayboldu. Çetin şimdi diğer algılama seviyesinde, onların
Sıfır: “Çıkış Yok”
97
canavarın boyutuna geçtiklerini görebiliyordu. Art arda küfürler etti ve
telefonu koltuğun üstünden kaptı.
“Efendim, başaramadım.”
“Ne demek başaramadım?”
“Adam diğer boyuta geçti.”
“Nasıl izin verdin buna?”
“Çocuk götürdü. Ama ben… Telafi edeceğim efendim.”
“Elbette edeceksin.”
19.45
Öteki Boyut
Ege ve Güneş idrar çemberinin içinde belirdiler. Taylan hemen kalsit
taşlarının bulunduğu tüpleri aldı.
“Damacanayı getiremedim,” dedi Ege. “Silahlı saldırıya uğradım.”
“Yapma ya… Bu işin içinde başka işler var demek ki,” dedi Taylan
sakalını sıvazlarken.
“Anlaşıldı, yine peşimizde or…” dedi Murat. Burada küfür edecekti
ama Dize’den yine azar işitmemek için sustu. “Resmen tuzaklarına düştük.”
“Bilmiyorum, ama buradan çıktıktan sonra ilgileniriz.”
“Madem suyumuz yok, tamamen Goidlere güvenmemiz gerekecek.
Canavarı yok etmeliler ve bize saldırmasını engellemeliler,” dedi Murat.
Gökcan Şahin
98
“Eğer canavarın bizi burada tutan gücünü zayıflatmayı başarırlarsa
Güneş sayesinde kurtulabiliriz,” dedi Dize. Çocuk gelir gelmez yine Dize’nin
elini tutmuştu.
“Arkadaşlar,” dedi Taylan tüplerden birinin kapağını açarken, “şu an
çok tehlikeli bir şey yapıyoruz. Goidler doğrudan bize de saldırabilir ve
canavardan önce onların yemi olabiliriz. Ama şu an tek umudumuz onlar.
Yine de hepinizin rızasını almak istiyorum. Onları serbest bırakmama izin
veriyor musunuz?”
“Elbette,” dedi Murat.
“Evet,” demekle yetindi Dize. Güneş de başını sallıyordu.
“Başka çaremiz yok,” dedi Ege.
“Bence de,” dedi Barış.
“Bence acele edelim, idrar kurumak üzere,” dedi Nehir.
Ve Taylan tüpü açıp içindeki kristalleşmiş kalsiyum karbonattan
oluşan taşı canavara doğru fırlattı. Taş siyah renkli, kalınca bir kitap
büyüklüğündeydi. Dikdörtgen prizmayı andırsa da kesin bir şekli yoktu.
Dize kalsitin siyah olamayacağını düşünüyorken taş yere değdiği an
kara bir duman bulutu yükseldi ve taş beyaza döndü. Đşte şimdi kalsite
benzedi, diye düşündü Dize. Goidler’le yaşanmış olayları bildiği için taştan
çıkan siyah zerrelerden oluşan buluta şaşırmadı. Đşte Goid bunun ta
kendisiydi.
Bu arada Taylan diğer taşı da çıkarmış, canavara fırlatmıştı. Taş
canavara çarptı ve yine yere düştü. Diğer Goid de aynı şekilde ortaya çıktı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
99
Şimdi iki Goid ayrı ayrı iki kara siluet halinde insan şekline
giriyorlardı. Goidler’in bir huyu da avladıkları en gelişmiş canlıların şekline
girmekti. Bundan özel bir zevk alıyor olmalıydılar.
Đnsan biçimine girmiş Goidler; önleri canavara, arkaları insanlara
dönük şekilde duruyorlardı. Đnsanların farkında bile değillermiş gibi direkt
canavara yönelmişlerdi. Şu ana kadar işler yolunda gidiyordu.
“Güneş hazır ol,” dedi Dize. “Onlar dövüşmeye başladığı an tüm
gücünle bizi buradan çıkarmaya çalışacaksın. Đster tek tek, ister hepimizi
birden…”
“Tamam,” dedi Güneş. Şimdi korkudan ağlıyor olması gereken
çocuk, büyük bir ciddiyetle ve sakinlikle cevap verebiliyordu. Bu çocuk bu
tür olaylara karşı benden bile güçlü, diye düşündü Dize. Ve işleri daha da
kötü hale getirebilecek, ağlayıp sızlayan bir çocukla muhatap olmadığı için
sevindi.
“Bunlar ne yapıyorlar?” diye bağırdı Murat. Bağırmakta haklıydı,
çünkü Goidler bekledikleri gibi canavara saldırmıyordu. Đnsan kopyası
bedenlerini birbirlerine çevirmişlerdi.
“Hiçbir şey anlamıyorum,” dedi Taylan.
“Bir kötü haber de benden,” dedi Barış. “Sidiğim kurumuş!”
Hepsi birden yere bakıp etraflarındaki çemberin yok olduğunu
gördüler. O sırada iki Goid birbirine yaklaştı ve zerrelerine ayrılıp
karmakarışık bir dumana dönüştüler. Zerrelerin arasından minik şimşeklere
benzer kıvılcımlar çıkıyordu.
“Hasiktir, bunlar birbirleriyle savaşıyor,” dedi Murat.
Gökcan Şahin
100
“Bunun iki sebebi olabilir,” dedi Taylan. “Ya canavarı kendilerinden
daha güçsüz görüyorlar, ya da baş edemeyecekleri kadar güçlü
görüyorlar.”
“Đki durumda da boku yedik,” dedi Murat.
“Yememiş olabiliriz,” dedi Dize.
“Nasıl yememiş olabiliriz?”
“Bildiğim kadarıyla Goidler avlarının işini bitirdikten sonra güçlerini
emerler ve eskisinden çok daha dinç ve güçlü olurlar. Şu anda iki Goid de
aç ve güçsüz. Biri diğerini yok ettikten sonra tek bir Goid kalacak ama daha
güçlü olacak. Bu durumda sıra canavara gelecek. Çünkü başka bir rakibi
kalmayacak.”
“Peki biz o zamana kadar nasıl sağ kalacağız?” dedi Murat. Dize’nin
fikrini tutmuştu ama bu yaşamak için yeterli değildi.
Đşte canavar idrarın yok olduğunu anlamış, onlara doğru geliyordu.
Goidler’in yanından geçiyor ve onları umursamıyordu.
“Kaçın!” diye bağırdı Murat. Hepsi birden zıt tarafa koşmaya
başladılar. Taylan bile diğerlerine taş çıkartan bir hızla koşuyordu. Dize bir
ara ayağı takılan Güneş’i kucağına alıp devam etti ama diğerlerinin
gerisinde kalması uzun sürmedi. Bunun üzerine Murat yavaşlayıp çocuğu
kendisi aldı. Güneş beklediğinden hafifti ama daha ne kadar bu şekilde
kaçabilirlerdi ki?
Dize bir anlığına arkasına baktığında, sıvı cıvaya benzeyen kütlenin
yılan gibi süzülerek peşlerinden geldiğini gördü. Onlarla aynı hızdaydı.
Ağırlığı daha hızlı gitmesini engelliyor olmalıydı. Zaten çok hızlı olmasına
gerek de yoktu. Bu sonu olmayan sokakta elbet yorulacaklardı. Dize bu
Sıfır: “Çıkış Yok”
101
sırada pek de farkında olmadan yaratığın ne kadar ağır olabileceğini ve
üstlerine çökerse nasıl bir basınçla karşılaşabileceğini hesaplıyordu. Cıvanın
özkütlesi 13,6 gr/cm3 olduğuna göre, canavarın kapladığı hacmi de yuvarlak
olarak bir milyar santimetre küp olarak düşünsek -ki bu kenar uzunluğu 10
metre olan bir küp ediyor- toplam ağırlığı 13.600.000.000 gram yani 13600
ton ediyor. “Yani üstümüze çullandığı an kâğıt gibi oluruz.”
“Ne dedin?” dedi Murat.
“Canavarın ağırlığını düşünüyordum. Üzerimize çullanırsa
pestilimizin çıkacağını hesapladım,” dedi Dize.
“Güzel, en azından acısız ölürüz,” dedi Murat.
Dize ve Murat diğerlerinin arkasındaydılar ve Dize sürekli canavarın
yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ediyordu. Murat ise çocuğun gittikçe
ağırlaşan bedeni nedeniyle her adımda daha da yorulmaktaydı.
Adımlar adımları, metreler metreleri, binalar binaları, sinek yeşili
Şahin’ler Şahin’leri kovaladı. Nehir’in ayağı takılıp düşmesine ramak kalınca
Ege son anda tutup koşmaya devam etmesini sağladı. Taylan her ne kadar
formdaysa da yavaş yavaş tıkanıyordu ve Dize ile Murat’ın hizasına kadar
gerilemişti. Barış ise en önde rahat rahat gidiyor gibi görünüyordu.
Taylan’ın tıkanması bekleniyorken Nehir aniden durakladı ve hırıltılı
nefesler alarak durdu. “Artık…” dedi. “Yürüyemeyeceğim… Sigara
yüzünden… tıkandım…” Ege durup yardım etmek istedi ama Nehir kendisi
için başkalarının hayatını tehlikeye atmasına göz yumacak biri değildi.
“Benim buraya… gelmem… çok büyük bir hataydı ve… bunun
bedelini kimseye ödetemem.” Dize ve Murat, Nehir’in yanından hızla
Gökcan Şahin
102
geçtiler. Başka çareleri yoktu. Diğerleri de devam etti ama Ege birkaç adım
atmadan yeniden durdu ve yere çökmüş Nehir’in elinden tutup kaldırdı.
“Umarım hafifsinizdir,” deyip kimsenin beklemediği şekilde kucağına
aldı. Önce düşecek gibi oldu ama sonra seri adımlarla ilerlemeye koyuldu.
Saçındaki toka bir ara düşmüştü ve gri saçları arkada dalgalanıyordu. Ve
bütün gücünü kullandığının işareti olarak alnındaki damarlar kabarmıştı.
Ama yeterli olmayacaktı. Dize arkasına baktığında canavarın Ege ve
Nehir’in hemen arkasında devasa bir dalga gibi dikildiğini gördü. Yeterince
hızlı değillerdi ve birkaç saniye içinde yığının altında kalıp öleceklerdi.
“Hayııır!” diye bağırdı istemsizce. Tüm grup aynı anda arkaya bakıp
durumu gördüler. Ege de arkasındakini fark etmiş olacak ki Nehir’i altında
tutacak şekilde yüz üstü uzandı. Oysa kadın kendini kurtarması için
yalvarıyordu Ege’ye. “Beni bırak! Git kendini kurtar!”
***
Bir an bu sokakta yaşayan ilk canlıları gördüğünü sandı Barış.
Canavarın arkasından gelen kara şeyleri kuşa benzetti. Ama yanıldığını
anlaması sadece bir göz açıp kapama süresi kadar sürdü. Bu gelen kara
şeyler birbirine bağlıydı ve örümcek ağı gibiydi. Canavarın arkasından
çıkmış, havadan gelerek tüm çevresini sarmıştı. Canavar adeta bir avcı
ağına düşmüştü. Dev bir topak halinde kara çarşafın altında kalmıştı. Ağ
gittikçe sıkılaştı ve canavarı ezdi. Ege bu fırsattan yararlanıp Nehir’le birlikte
uzaklaşırken biri kara biri gri iki gücün savaşı başladı.
Sıfır: “Çıkış Yok”
103
Gri canavar kendini halat gibi uzatıp kara nesneye kurtuldu ve tekrar
toparlandı. Đki Goid’in savaşından galip çıkan ve diğerini adeta yiyerek
oldukça güçlenen Goid ise toza dönüşüp tekrar saldırdı. Aynı taktiği tekrar
denedi ve ince ama güçlü bir ağ oluşturarak canavarı altına almaya çalıştı.
Bunda kısmen başarılı oluyorsa da canavar çok büyük olduğundan fazla
zorlanmadan kurtuluyordu.
Goid tekrar toza dönüştü ve devasa bir kartal biçiminde tekrar
saldırdı. Maddesel yoğunluğunu pençelerine vererek canavarı
havalandırmaya çalıştı ama gücü yetmedi. Pençeleri sıvının içine girdi ve
orada kaldı. Tekrar çıktığında pençelerinden yoksundu. Canavar Goid’in bir
kısmını içine almıştı.
“Allah kahretsin,” dedi Murat. “Goid yeterince güçlü değil.
Yiyebileceği bir şeyler daha olsaydı…”
“Sakın birimizin kurban olması gerektiğini söyleme Murat,” dedi
Dize.
“Yapma Dize, öyle bir şey demeyecektim tabii ki.”
20.30
Çetin’in Evi
Çetin Korkmaz, arsaya karşıdan bakan ama ona doğrudan sınırı
olmayan bu giriş katındaki apartman dairesini yıllar önce babasından
devralmıştı. Đşsiz olduğu için, babasından kalan burasıyla beraber üç
dairenin kirasıyla geçiniyordu. Karısı ölmeden birkaç ay önce özel bir
Gökcan Şahin
104
şirkette güvenlik görevlisiydi ama şirketin zarar ettiği bahane gösterilerek
kovulmuştu. Sonra uzun süre iş aramasına rağmen bulamamıştı. Karısı
öldükten sonra da tamamen bırakmıştı aramayı. Kiralarla rahat rahat
geçinebiliyordu nasıl olsa.
Şu çocuk da olmasa özgürlüğünün tadını çıkaracaktı ama sürekli
ayak bağı oluyordu Güneş ona. Oğluna her geçen gün daha kötü
davrandığını biliyordu. Đyi bir baba değildi. Onu terk edip gitmeyi bile
düşünüyordu son zamanlarda. Ama şu an yapmakta olduğu iş ona bir
umut daha vermişti. Eğer yüzüne gözüne bulaştırmadan emirleri yerine
getirebilirse kazanacağı parayla Güneş’e bir dadı tutar, bir daha da ayda
yılda bir uğrardı eve.
Şu an evde kiracı yoktu, önceki hafta taşınmışlardı. ‘Sahibinden
Kiralık’ yazılı karton, pencerede asılıydı. Evin boş olması bugün onun işine
yarıyordu. Tüm gün arsayı gizlice gözetleyebilmişti. Her ne kadar onlara
yardım götüren uzun saçlı herifi durduramamışsa da şimdi bunu telafi
etmeyi düşünüyordu.
Metalik gri renkli bir çantadan Uzi marka taramalı silahını çıkardı. El
fenerinin ışığında kontrol etti. Şarjörünü sıkıca yerleştirdi ve beline takıp
üzerine montunu giydi.
Evden dışarı çıkarken dikkatliydi, arsaya varırken ise daha da
dikkatliydi.
Kendini yarı yarıya kontrol edebildiği yaratığın çekimine bıraktı ve
hafif bir elektriksel titreşim duygusuyla boyut değiştirdi.
“Geliyorum,” dedi fiziksel dünyadaki son sözleri olarak. “Sana
yardıma geliyorum, canavar!”
Sıfır: “Çıkış Yok”
105
20.35
Öteki Boyut
Herkesin dikkatini verdiği Goid-canavar savaşının çok uzağında
belirdi Çetin. Eğer biri arkasını dönüp doğruca ona bakmazsa görülmesi
çok zordu ve sadece birkaç saniye daha görülmemesi yetecekti.
Uzi’yi çıkardı.
Hepsinin toplandığı yere nişan aldı.
Tetiği çekmek üzereyken Güneş’in ona dönen iri gözlerini gördü.
Kalbinin tek bir çarpıntısından sonra tetiğe asıldı.
Taramalı silahın çıkardığı tak-tak-tak sesi tüm boyutu doldurdu.
Hepsi yere çöktüler.
Güneş hariç.
O ayaktaydı ve babasına bakıyordu.
***
Goid bir insan düzeyine erişemese de sıradan bir hayvandan daha
üstün düşünme gücüne sahipti ve avlamaya çalıştığı yaratığın kendinden
daha güçlü olduğunu idrak etme yetisine sahipti. Yine de içgüdüsel bir
inatla rakibini yok etmeye uğraşıyordu. Binlerce yıllık ömründeki en büyük
rakibiydi bu ve hiçbir avdan almadığı zevki şu an aldığını da inkâr
edemezdi.
Gökcan Şahin
106
Kendi avantajlarını da dezavantajlarını da biliyordu artık. Kendisi
uçabiliyordu, diğeri uçamıyordu. Kendisi hafif ve çevikti, diğeri ağır ve
güçlü… Kendisi her şekle çabucak girebilirdi ama -şu anki gücü yeterli
olmadığından- yeterince katılaştıramazdı, diğeri de her şekle girebilir ve
kendini yeterince katılaştırabilirdi ama bunu birkaç misli daha uzun sürede
gerçekleştirebilirdi.
Goid kartal şekline dönüşüp pençelerindeki zerrelerini diğer yaratığa
kaptırınca gücünün önemli bir kısmını daha kaybetmişti ve bu kayıp ondaki
içgüdüsel inadın kısmen kırılmasına sebep olmuştu. Karşısındakini
yenebilmek için önce daha güçsüz bir şeylerin gücünü emmeliydi.
Ve birkaç insanın varlığını hissedebiliyordu. Peki hangisi daha büyük
bir güç sağlardı ona? Bunu sezmeye çalıştı ve hepsinden uzakta bir
tanesinde yüksek bir potansiyel gördü. Onu şu ana kadar hissetmemiş
olmasına şaşırdı. Kim bilir belki de yeni gelmişti.
Goid tüm kara zerrelerini topladı ve şahin benzeri bir kuş haline
gelip avına doğru süzüldü.
***
Çetin oğlunun delici bakışlarında takılı kalmıştı. Belli ki hiçbir mermi
Güneş’e isabet etmemişti ve bu Çetin’de belli belirsiz bir mutluluk
yaratmaktaydı. Aslında bunun olmasını bekliyordu, çünkü bel hizasından
üste ateş etmişti ve Güneş o kadar uzun boylu değildi.
Sıfır: “Çıkış Yok”
107
Çocuğun öfkeli bakışları onu iyice sindirmişken gökyüzünden
kendine doğru gelen bir şeyin farkına vardı. Đri bir şahindi bu. Simsiyah ve
doğruca onu hedef bellemiş bir şahin.
Kendisi silkeleyip Uzi’yi havaya kaldırmayı başardı. Đçindeki son
mermileri şahine sıktı. Tak-tak-tak sesi bir kez daha gürledi. Bu kez daha
zayıflardı sanki. Her şey ağırlaşmıştı ve onu ölüme davet eden bir şey vardı.
Belki Azrail’di gelen. O meşhur ölüm meleği buydu.
Goid üzerine çullanır, zerrelerini ağız ve burun deliklerinden içeri
gönderirken son düşündüğü bu oldu. Azrail onu almıştı ve gideceği yer
cehennemin dibiydi.
***
“Bu adam da kimdi?” dedi Murat yerden doğrulurken. Aynı anda
herkesin iyi olup olmadığını kontrol ediyordu.
“Babam,” dedi Güneş.
“Buyur işte,” dedi Murat Dize’ye bakarak. “Ben demiştim bunun
babası…”
“Tamam Murat, tamam. Hepiniz iyi misiniz?”
Herkes şöyle bir üzerini kontrol edip iyi olduklarını belirttiler. “Adam
nasıl bir makineliyle hiçbirimizi tutturamaz, inanamıyorum,” dedi Murat.
“Ben böyle kötü bir nişancı görmedim.”
“Bence çocuk yaptı,” dedi Nehir. “Tam ateş ederken gördüm,
kurşunlar bize doğru gelirken bir anda ortadan kayboldular.”
“Doğru,” dedi Barış. “Ben de gördüm.”
Gökcan Şahin
108
“O zaman Güneş tam zamanında boyut dışına atmış mermileri,” dedi
Dize ve çocuğun babasına sabitlenmiş yüzüne eğildi. Kafasını kendine
çevirip babasının kara bir yaratık tarafından ‘emilişini’ görmesini
engellemeye çalıştı.
***
“Yine saldırıyor,” dedi Taylan. Canavarın hareketlendiğini ilk o
görmüştü.
“Anlaşıldı. Goid yardımımıza gelene kadar kaçmaya devam,” dedi
Murat ve Goid ile Çetin’in olduğu tarafa doğru koşmaya başladı. Diğerleri
de hemen ardından takip ettiler. Tam yanlarından geçtikleri sırada Goid
çok daha iri ve çok daha koyu olarak havalandı.
“Bir fikrim var,” dedi Murat ve Çetin’in yanına koştu. Hâlâ elinde
tuttuğu Uzi’yi kaptı. Şarjörünün bitik olduğunu görünce adamın ceplerini
kontrol etti ve yedeğini buldu.
“Ne yapacaksın?” dedi Dize. Hepsi durmuştu. Goid harekete
geçtiğine göre kaçmaya lüzum yoktu.
“Biraz yardım edeceğim,” dedi. “Sen de şu silahı al ve durmadan
ateş et.” Dize, Murat’ın fırlattığı silahı aldı ve canavara doğrulttu. Murat da
yedek şarjörü silaha yerleştirmiş, canavara yaklaşıyordu.
Dize, Murat ve Goid aynı anda saldırdılar. Goid canavarın üzerini bir
battaniye gibi sarmaya çalışırken Uzi’den çıkan mermiler parlak metal
görünümünde derin delikler açıyordu. Dize’nin kurşunları ise Uzi’den daha
kalın delikler açıyor ama onun kadar seri olamıyordu.
Sıfır: “Çıkış Yok”
109
Goid’in mermi deliklerini fark etmesi uzun sürmedi. Canavar delikleri
tamir edemeden hepsinden birden içeri sızdı. Murat canavarın etrafında tur
atarak her yerinde homojen delikler açmaya çalışıyordu. Dize de diğer
yönde dönüyordu.
Goid kısa sürede tüm zerrelerini deliklerden içeri soktu ve ortadan
kayboldu. Dize ve Murat’ın mermileri bittiğinde gerilimli bir bekleyiş
başladı. Canavarın cıva renginin matlaştığını fark etti Dize. Muhtemelen
Goid onu içte zayıflatıyordu. Dize Güneş’in yanına koştu.
“Hadi Güneş,” dedi. Güneş bu iki kelimeyle ne yapacağını anlamıştı.
Gözlerini kapattı ve hepsini birden götürmeyi denedi. Başaramadı. Gözünü
açıp üzgünce baktı Dize’ye.
“Tek tek dene,” dedi Dize. Bu arada canavarın rengi iyice matlaşmış,
binaları yansıtamayacak hale gelmişti. Hatta benek benek karardığı
görülebiliyordu.
“Taylan Bey’i götür önce,” dedi Dize. Güneş itiraz etmeden gözlerini
kapattı ve aniden yok oldu.
Dize, Taylan’ın da ortadan yittiğini görünce gülümsedi. Murat’a
döndü: “Đşe yarıyor Murat, kurtulduk.”
“Ama acele etmesi lazım,” dedi Murat. “Bu savaşı kimin kazanacağı
belli olmaz.”
Çocuk tekrar geldi. Dize’nin emriyle sırasıyla Nehir ve Barış’ı
götürdü. Boyutta sadece Dize ve Murat kaldığında canavar iyice kararmıştı
ve artık hareket etmiyordu. Hatta bazı yerleri katılaşıp dökülmeye
başlamıştı.
Gökcan Şahin
110
Güneş bir kez daha geldi ve bu kez ikisini birden götürdü. Canavar
yeterince zayıflamıştı.
***
Koca arsada geniş bir aile gibiydiler şimdi. Dize Murat’a sarıldı,
Nehir Ege’ye… Ve sonra Ege Murat’ın ensesine sert bir şaplak yapıştırdı.
“Vay be, bizim ufaklık büyümüş,” dedi.
“Hoş geldin Ege abi,” dedi Murat adama sıkı sıkı sarılarak.
Dize bu sırada Güneş’e bir şeyler söylüyor, babasının ölümüne olan
üzüntüsünü almaya çalışıyordu. Ama ilginç olan şuydu ki çocuk hiç de
üzgün görünmüyordu. Ya psikolojik bir travma yaşamaktaydı, ya da
babasını hiç sevememişti. Dize ikinci şıkkın daha olası olduğunu düşündü.
Yine de işi şansa bırakmayacak, kardeşi Mısra’nın Çapa’dan tanıdığı bir
çocuk psikologuna götürecekti.
“Canavar öldü,” dedi Güneş birden.
“Nereden biliyorsun?” dedi Dize.
“Çünkü boyut gitmiş. Kaybolmuş.”
“Anladım,” dedi Dize. “Bu haber çok iyi geldi.”
***
“Beyler bayanlar, hepinizi evime davet ediyorum,” dedi Ege
arabasından aldığı yedek tokasıyla saçını bağlarken.
“Şimdi mi?” dedi Dize.
Sıfır: “Çıkış Yok”
111
“Evet, neden olmasın? Güzel bir parti veririz, yeriz içeriz. Ev büyük,
bende kalırsınız hepiniz.”
Herkes o kadar bitkindi ki teklifi kimse kabul etmeye yanaşmadı.
Herkes evine gidip güzelce duş alıp uyumayı hayal ediyordu. Ege de çok
üstelemedi ama herkesten bunu daha sonra yapmak için söz aldı.
“Hadi o zaman, evli evine köylü köyüne,” dedi Nehir.
Dize bir geceliğine Güneş’i evinde konuk etti. Bundan sonra ne
yapacağına daha sonra karar verecekti.
Barış eve gittiğinde annesi babası onun geldiğini bile fark etmediler.
Sakine Hanım kocasına perdeleri astırmıştı bile.
Nehir’in yatmadan önce son düşündüğü şey Ege’nin onu
kurtarışıydı, Ege’nin de yatmadan önce son düşündüğü şey Nehir’in
çekiciliğiydi.
Murat başını yastığa koyar koymaz uyudu, Taylan ise gece boyunca
kendilerine kurulan tuzağı düşünüp durdu. Uzun zamandır aklına gelen
şeyden korkuyordu ama olamayacağını da biliyordu.
Goid canavarı yendikten sonra kendini bir anda arsada buldu.
Hemen bir ağacın zerrelerine sığındı. O gün o kadar doymuştu ki yaklaşık
elli yıl ava gereksinim duymayacak ve ağaca bağlı olarak sessiz sedasız
yaşayacaktı. Belki de daha uzun süre.
KAPANIŞ
ARKA PLAN
Sıfır: “Çıkış Yok”
113
3 Ocak 2009 – 00.00 (Đki Gün Önce)
Bilinmeyen Bir Yer
Bir kez daha Kızıl Oda’daydılar. Tam gece yarısı toplanmaları
buyrulmuştu ve tam zamanında toplanmışlardı. Hiçbiri hiçbir zaman
buyruklara karşı gelmeyi düşünmemişti. Her biri sıradan hayatlarında
sıradan işler yapsalar, normal bir hayat sürüyormuş gibi davransalar da
aslında hiç de sıradan insanlar değillerdi. Onlar kutsal bir görev için
toplanmış bir avuç vazifeliydi. Onlar yıllardır yükselişi bekleyen
Muhafızlar’dı.
Şimdi karanlık, tekinsiz ve boğucu bir odada çember şeklinde
dizilmiş rahatsız ve eski koltuklarda oturuyor, O’nun gelmesini
bekliyorlardı. Kendi aralarında buraya Kızıl Oda diyorlardı, çünkü nereden
geldiği belli olmayan bir kızıllık odayı hafifçe aydınlatıyordu. Köşedeki ufak
şöminenin çıtırdayan ateşinin kızılı değildi bu, bunu biliyorlardı. Herhangi
bir ışık kaynağı da gözlenemiyordu. Yine de bu ışığı sorgulamak birinin bile
aklından geçmemişti.
Odada tam yedi koltuk vardı ve beş erkek, iki kadın bunları
doldurmuşlardı. Koltukların oluşturduğu çemberin ortasında desenli
yuvarlak bir kilim vardı ve herkesin gözü onun üzerindeydi. Bir anda kilim
hafifçe ışıldayınca kimse şaşırmadı. Biliyorlardı… O geliyordu.
Bir göz açıp kapama süresi sonunda kilimin üzerinde kara cübbeli
bir siluet belirdi. Kızıl karanlıkta ne yüzü belli oluyordu ne de vücudunun
Gökcan Şahin
114
kıvrımları. Onu görenler ilk anda dişi mi erkek mi olduğunu bile
anlayamazlardı. Ama çıkardığı ses tok bir erkek sesiydi:
“Hoş geldiniz Muhafızlar.”
Kimse cevap vermeye gerek duymadı. En hoş karşılanan davranışın
sessiz kalmak olduğunu biliyorlardı. Siluet kendi etrafında tam bir dönüş
yaptıktan sonra sözlerine devam etti: “Bugün beraberce bir beyin fırtınası
yapacağız ve sonuçta bir karar alacağız.”
Bir duvar saatinin yelkovanı gibi kendi etrafında yavaşça dönüyordu.
Bunun sebebi belki odadaki insanlara sürekli arkası dönük olmamaktı, belki
de herkesin onu dinlediğinden emin olmak. Ama kesinlikle sesini
duyurmak gibi bir kaygısı yoktu. Onu dinleyenler sesin beyinlerinin içinden
geldiğini düşünürlerdi. Asla gereksiz derecede yüksek veya duyulmayacak
kadar alçak değil. Her zaman kıvamında olurdu.
“Konumuz, Birim Sıfır’ın nasıl ortadan kaldırılacağı. Artık ağır ağır
gitmeyeceğiz. Sorunu bir anda ve kökünden halledeceğiz. Önce sizin
önerilerinizi dinleyeceğim. Buyurun.”
Uzunca bir sessizlikten sonra sıradan hayatında Selçuk adını
kullanan bir Muhafız söz aldı: “Ben şu an için kendimizi ele verecek bir şey
yapmamamız gerektiğini düşünüyorum efendim. Birim Sıfır’a yapılan
ihbarların önünü keserek aslında bu birimin hiçbir işe yaramadığı izlenimi
uyandırmaya devam etmeliyiz. Uzunca bir süredir bunu başarıyoruz, neden
devam etmeyelim? Ne kadar dayanabilirler ki?
Kara siluet yanıtladı:
“Şimdiye kadar bu taktiği etkili bir şekilde kullandık, kabul ediyorum.
Yalnız hiçbir zaman tüm olağandışı olayların bildirimini
Sıfır: “Çıkış Yok”
115
engelleyebileceğimizden emin olamayız. Üstelik Ali’nin ölüm nedeni
üzerine hâlâ kafa yoruyorlar ve delil toplamaya çalışıyorlar. Bu taktik bizi
ancak yıllarca devam edebilirsek bir yere götürür. Oysa o kadar zamanımız
olmayabilir.”
Tekin isminde bir süpermarket kasiyerini ‘oynayan’ genç adam söz
aldı:
“Bence Birim Sıfır’ın başarısız olmasını sağlayabiliriz. Son olayda
Tahir denen adamı tam zamanında öldürmüştük ve neredeyse başarılı
oluyorduk. Birim Sıfır kendisine gelen vakaları çözemezse mutlaka
yıkılacaktır. Ayrıca ‘arkadakiler’ de desteklerini çekerler.”
Kara siluet bir kez daha sözü aldı:
“Bu tez de gayet çürük bir zemine oturuyor. Geçen sefer başarısız
olduğumuzu kendin söyledin. Gelecek olaylarda da başarabileceğimizin
garantisi yok. Bundan sonra bir iki vakayı çözemeseler dahi önceki
görevlerini başarıyla tamamlamanın kredisini kullanacaklar. Ama en
tehlikelisi birilerinin işlerine taş koymaya çalıştığını fark edip üzerimize
gelecekler. Bu işimize gelmez.
Yine uzunca bir sessizlikten sonra Narin adlı kadın söz aldı. Gündelik
hayatında bir üniversitede Kimya öğretmenliği yapıyordu.
“Madem işi kökünden çözmek istiyoruz, neden Taylan’ı temizleyip
Birim Sıfır’dan sonsuza kadar kurtulmayalım?”
“Yanıtım yine olumsuz olacak. Onun ölümü bana çok büyük bir zevk
verecek olsa da işe yaramaz. Murat ve Dize daha da hırslanacaklar ve önce
Ali’yi sonra Taylan’ı öldüren ‘şey’i yok etmek için ant içecekler. Ayrıca
Taylan’ı tanıyorsam bu durumu çoktan tahmin etmiş ve önlemini almıştır.
Gökcan Şahin
116
Ölse bile Birim Sıfır’ın devam etmesini sağlayacak bir planı vardır. Taylan
çok zeki ve çok politik.”
Grubun en yaşlı üyesi Volkan boğazını temizleyerek konuşmaya
başladı:
“Murat ve Dize’yi öldürelim.” Bu kısa ve net önerinin ardından kara
siluet şu cevabı verdi:
“Taylan’ın bulabileceği tek ajanlar onlar değil. Ayrıca gizem
büyüdüğü için ‘arkadakiler’ de Taylan’ı ve Birim’i desteklemeye devam
ederler.”
Bu cevabın ardından yaklaşık on dakikalık bir sessizlik oldu. Kimse
yeni bir öneri sunmuyordu.
“Sanırım benim düşündüğümden daha iyi bir planınız yok,” dedi
Kara Siluet. Herkes düşüncelerinden sıyrılıp efendilerinin planını dinlemeye
koyuldu.
“Hem Taylan, hem Dize, hem de Murat ortadan kalkacak. Üstelik
bunun sebebi kendi başarısızlıkları olacak. Ve bizimle ilgili hiçbir ipucu
olmayacak. Tamamen Birim’in başarısızlığı olarak görüleceği için
‘arkadakiler’ bir daha asla yeni bir Birim’e destek olmayacaklar. Tabiat
sonsuza kadar korunacak…”
Bunları odadaki yandaşlarına olduğu kadar kendine de söylüyor
gibiydi. Kendi etrafında ağır ağır bir tur attıktan sonra Volkan’a döndü.
“Planı yarın gece yarısı öğreneceksiniz. Volkan, sen eski
adamlarımızdan Çetin Korkmaz’ı buraya getireceksin. Yerini biliyorsun.”
Volkan başını hafifçe salladı. Ne yapacağını biliyordu.
Sıfır: “Çıkış Yok”
117
“Ayrıca,” dedi Kara Siluet, “bir kurbana ihtiyacımız var…
Bayrampaşa’ya yolu düşecek biri.”
Narin atıldı:
“Ben birini ayarlayabilirim.”
19 Ocak 2009 - 10.40 (Đki Hafta Sonra)
Đstanbul Değişim Üniversitesi
“Dize Hoca sonunda derse teşrif edecekmiş,” dedi sarı saçlı, yüzü
sivilcelerle kaplanmış bir kız. Kantinde iki kişilik bir masada oturuyordu ve
karşısında ondan çok daha güzel esmer bir kız vardı.
“Đki haftadır hastayım bahanesiyle okula uğramıyor. Haftaya finaller
var, kadının umurunda değil.”
“Doğru valla,” diye onayladı esmer. “Bir ara arkadaşım öldü diye
sallamıştı dersleri, şimdi de hastayım diyor.”
“Bence kesin özel hayatında bir şey var. Bak şuraya yazıyorum aşk
meselesi bu. Hatırlamıyor musun, bir keresinde yakışıklı bir adam gelmişti
ders çıkışına…”
Hatırlıyordu ve arkadaşına hak vermişti. Daha bunun üzerine epey
konuşabilirlerdi ama ders başlamak üzereydi.
Kahvelerini bitirip kalktılar ve üşengeççe okul binasına yürümeye
başladılar. O sırada yanından geçtikleri kadını fark etmemişlerdi. Ta ki o
seslenene kadar.
“Nasılsınız kızlar?”
Gökcan Şahin
118
“Aa, Dize Hoca…”
Evet Dize Hocalarıydı. Üstelik yalnız değildi. Az önce söz ettikleri
yakışıklı adam da yanındaydı. Kollarını önünde bağlamış, uzun boyuyla
kızlara adeta tepeden bakıyordu. Kızlar ona da bir baş selamı verdiler.
“Đyiyiz,” dedi sarışın ve sivilceli kız. “Geçmiş olsun hocam,
hastaymışsınız.”
“Evet, şanssız bir durum oldu, ama döndüm.”
“Hocam finalde en son hangi konu çıkacak? Malum iki haftadır
dersler boş geçiyor,” diye atıldı esmer olan.
“Hımm, en son katkılı yarıiletkenlere geçmiştik değil mi? Bugün de
onu bitiririz. Diyotları da hızlıca anlatırız. Bu arada bu hafta içi bir ek ders
yapmamız gerekecek. Orada dönemin tüm konularını bitiririz. Yani finalde
her zamanki gibi tüm dönem konularından sorumlu olacaksınız.”
Kızlar bu açıklamanın adından hayal kırıklığına uğramışlardı. Son
konulardan yırtabileceklerini düşünmüşlerdi ama belli ki Dize Hoca onların
cılkını çıkarana kadar ders işleyecekti.
Kızlar moral bozukluğuyla ayrıldıklarında Dize de pek mutlu
görünmüyordu.
“Off, öğrenciler hakkımda olumsuz düşünmeye başlamışlar,
baksana.”
“Sen yine en kısa zamanda olumlu bir hava yaratırsın,” dedi Murat.
“Umarım… Neyse, hadi gel odama da sana bir kahve ısmarlayayım.
Bu soğuk havada çok iyi gider.”
“Bu teklife hayır diyemem.”
Sıfır: “Çıkış Yok”
119
“Bana Hollywood ağızlarıyla konuşma seni koca beyaz popolu
adam,” diye takıldı Dize.
Dışarının keskin soğuğundan kurtulup Üniversite binasına girdiler ve
onları Dize’nin A-303 numaralı odasına taşıyacak asansörü beklemeye
başladılar.
“Gizem’e uğradım bugün,” diye mırıldandı Murat. “Yankıyı
güçlendirip o ismi tespit etmeye çalıştık ama yine başaramadık.
Avuçlarımda duman tuttuğumu hissediyorum.”
Dize’nin bir tepki vermesini bekledi ama çok bekleyecekti anlaşılan.
Kadın dalgın bir tavırla önüne bakmaktaydı. Murat bunu fark ettiği anda,
“Ne oldu?” diye sordu.
“Aklıma bir şey geldi.” Düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu.
“Biliyor musun bu okul Osmanlı zamanında hapishane olarak kullanılırmış.
Yani okulun bu binası. Diğerleri yeni yapıldı zaten.”
“Ee?”
“Osmanlı döneminin en büyük hapishane firarlarından birinin
burada yaşandığıyla ilgili bir öykü duymuştum.”
“Nasıl bir öykü?”
Asansör gelmişti, içeri girdiler ve Dize devam etti.
“Bir gece gardiyanlar en alt kattaki mahkûmların hücrelerinde
olmadıklarını fark etmişler. Adamlar adeta buhar olup uçmuş. Ne bir tünel
varmış, ne de herhangi bir başka çıkış. Kapılar da her zamanki gibi sıkı
sıkıya kilitliymiş.”
“Yine de adamlar ortadan kaybolmayı başarmışlar demek,” diye
tamamladı Murat.
Gökcan Şahin
120
“Askerler, kaçakları her yerde aramış, hatta ailelerini bile ziyaret
etmişler. Ama bir daha kimse onlardan haber alamamış.”
“Hadi ya, ilginç bir hikâye.”
“Aslında hikâyeyi ilginç yapan sadece bu değil. Az önce kafamda bir
ampul yandı ve başka bir öyküyle bunu ilişkilendirdim.”
“Neymiş o öykü?”
“Ben daha bu okula gelmeden önce, sanırım yedi sekiz sene
olmuştur, iki öğrenci kaybolmuş bizim okuldan. Đki sevgiliymiş bunlar.
Nerde nasıl yok oldukları belli değil. Önce öğretmenler derse
gelmediklerini fark etmiş, sonra aileler okulu arayıp çocuklarının ortada
olmadığını söylemişler. En ufak bir ipucu da bulunamadı.”
Murat, Dize’nin anlattıklarını hayretle dinliyor, asansörden inip
okulun koridorunda yürümeye başladıklarını da yeni fark ediyordu.
“Yani diyorsun ki…” dedi Murat.
“… bir canavar da buradaysa?” diye tamamladı Dize.
SONSÖZ
Çıkış
Tekrar merhaba okuyucu,
Bir Birim Sıfır macerasının daha sonuna geldin. Öncelikle bu hiç de
kısa olmayan öyküyü okuduğun için teşekkür ediyorum (ve elbette
yorumlarını bekliyorum).
Bu sonsözde öyküde kullandığım yaratıklardan biraz bahsetmek
istiyorum. Örneğin Goid’in hikâyesini anlatayım.
Goid ismini verdiğim yaratıkları kullandığım ilk öyküm Kale
Direği’ydi. O öykünün fikrini oluşturmam bir gazete haberi sayesinde oldu.
Habere göre okul bahçesinde futbol oynayan küçük bir çocuğun üzerine
kale direği düşmüş ve çocuk hayatını kaybetmişti. Burada doğal olarak
direğe asıldığı için çocuk ve direği yere sabitlemediği için okul yönetimi
suçlanacaktı.
Peki işin arkasında bambaşka bir şey varsa? Örneğin eşyaların
molekül boşluklarında yaşayan, zerrelerine ayrılabilen bir yaratık? Ya bu
yaratık insan kanıyla besleniyor ve arada bir içine girdiği eşyaları kullanarak
insan öldürüyorsa? Đşte Goid fikri ilk olarak burada doğdu ve ilk orijinal
canavarım oldu.
Gökcan Şahin
122
Goidler’i ikinci kez Karanlık ve Aydınlık adlı uzun öykümde
kullandım. Bu kez bir apartmanın tavan arasındaki sandığa tünemişti. Bu
öyküde Goid o kadar güçlüydü ki bir vampiri rahatlıkla öldürebiliyor,
kudretiyle nam salmış karanlıklar efendisi Şeytan’a bile rakip olabiliyordu.
Çıkış Yok’a Goid’in girmesi ise çok sonradan oldu. Ben tarzım
gereğince yine kurgulama yapmadan doğaçlama olarak öyküye başladım.
Çıkış noktam bir üniversite öğrencisinin hiç bitmeyen tekinsiz bir sokağa
girmesi ve bir şekilde Birim Sıfır’ın bundan haberdar olup onu kurtarmaya
çalışmasıydı. Sadece böyle bir çıkış noktasıyla yazmaya başlamak büyük bir
riskti, çünkü herhangi bir sonuca ulaşamama gibi bir ihtimal vardı.
Az kalsın öyle olacaktı. Çocuk sokağa girdi, Birim haberdar edildi
ama nasıl kurtulacağıyla ilgili hâlâ hiçbir fikrim yoktu. Dize’nin bir not
defteri çıkarıp ellerindeki her ipucunu yazdığı sahneyi hatırlıyorsundur.
Orayı aslında kendim için yazdım. O sırada Dize’yle birlikte ben de bu işin
nasıl çözüleceğini düşünüyordum.
Ve o sırada pencereden bir çocuk belirdi. Đşte çözüm o olabilirdi.
Çocuk Barış’ı arsadan kurtarabilirdi. Peki buna nasıl bir kılıf uyduracaktım?
Barış’ı sokağa çeken şey bir tür yaratık olabilir miydi? Neden olmasın
dedim ve çocuğa Dize ve Murat’a yaratıktan bahsetmesini emrettim. O da
sadık bir öykü karakteri olarak buna uydu.
Tamam, çocuk canavarın boyutuna geçebiliyordu, peki onunla nasıl
savaşacaktı? Dize ve Murat’ın bu işte nasıl bir katkısı olacaktı? Yeni
eklediğimiz Ege ve Nehir karakterleri hiçbir işe yaramadan öylece
bitirecekler miydi öyküyü?
Sıfır: “Çıkış Yok”
123
Yazarken sürekli önüme çıkan engeller yazımı çok yavaşlatmış, hatta
durdurmuştu. Aylarca ara vermek ve öykü üzerinde daha iyi düşünmek
zorunda kaldım. Ve çözümü efsanevi yaratığım Goid’de buldum. O andan
sonra da gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Öykünün tamamının çözümü, bir strateji oyununda tüm haritanın
açılması gibi kafamda oluşuverdi. Đlk kısımlara da yaptığım eklemelerle
bütünlenmiş bir öykü oluşturduğuma inanıyorum. Kusurlarım varsa affola.
Evet okuyucu! Bir bölümün daha sonuna geldik. Sana bir müjde:
Konuk yazar dönemi başlıyor! Usta yazar Sadık Yemni’nin yazacağı yeni
bölüme, yani “SIFIR: Seb7a”ya kadar kendine iyi bak.
Gökcan Şahin
ÖNOKUMA:ÖNOKUMA:ÖNOKUMA:ÖNOKUMA:
SIFIR: “SEB7777A”
Sadık Yemni
AÇILIŞAÇILIŞAÇILIŞAÇILIŞ
SICAK SON
26 Eylül 2009 – 00.21
Beylikdüzü
Murat’ın kendine gelmesi gevşekçe duran bir mantarın şişeden
sıyrılmasına benziyordu. Ayılmak kolay olmuştu, ama hissettiği baş ağrısı
dayanılır gibi değildi. Eflatun tulumlu üç baş ağrısı işçisi canla başla
çalışıyor gibiydi. Biri beynine beton deliciyle oyuklar açarken, diğeri demir
zımparasıyla her milimetre kareyi elden geçirmekteydi. Üçüncüsü de o taze
açılmış oyuklardan birine fitili yanan bir şeyi atmış ve iki eliyle kulaklarını
sıkıca tıkamıştı. Murat’ın bilinci biraz daha dirilince büyük bir ardiyede
olduklarını gördü. Geceydi. Tavanda yanan flüoresanlar sayesinde görüş
çok iyiydi. Sol tarafta orta büyüklükte onlarca mukavva kutu istiflenmişti.
Ona en yakın duranlardan birinin üzerinde Mutfaksan Mamulleri yazısı
vardı. Gözden düşmüş mutfak malzemeleri olmalıydı. Kutular çok eprimişti.
Yıllardır burada duruyor gibi bir halleri vardı.
Başını çevirip sağ yanında yatan Dize’ye baktı. Saçları yüzünün sol
tarafını yarı yarıya örtmüştü. Ağzından akan salya çenesinde kurumuştu.
Gökcan Şahin
126
Nefesi biraz hırıltılı olmakla birlikte düzgündü. Siyah ince ceketinin ön
düğmesi o hengâmede kopmuştu. Gülkurusu tişörtü yukarı doğru
toplandığı için çıplak karnı görünmekteydi. Kadın cenin gibi sağ tarafına
kıvrılmıştı. Onun da elleri arkadan kelepçeliydi. Ayak bilekleri kalın bantlarla
sımsıkı bağlanmıştı. Bunu yapan kemiklerini birbirine kaynatmayı
düşünüyordu herhalde.
Mide kaslarını kullanarak kendini oturur duruma getirirdi. Neyse ki,
baş ağrısı biraz dayanılır bir seviyeye inmişti. Katil onları teker teker yerde
sürükleyerek getirmişti. Tozlu yerdeki iki iz yirmi metre ötedeki kapıya
kadar uzanmaktaydı. Bu nedenle üstleri başları batmış, pantolonları kalça
hizasında iyice tahriş olmuştu. Sol ayakkabısı bir buçuk metre kadar ileride
ters şekilde durmaktaydı. Topuğun aşınmış yerine bakan Murat içini çekti.
Bir mucize olmazsa pek yakında topuğun sahibi yeni aşınmalar icra edecek
durumdan sıyrılacaktı.
Başını arkaya doğru çevirerek kelepçelerini görmeye çalıştı. Sonra
bundan vazgeçerek Dize’ninkilere baktı. Katil onların kelepçelerini
kullanmıştı. Murat yedek bir anahtarı daima ayakkabısının topuğundaki
oyuğa gizlerdi. Rastlantıyla o ayakkabı fırlamıştı ayağından.
Ayağa kalksa bileğini sıkan bantlar yüzünden yürüyemezdi. En iyisi
yuvarlanmaktı. Tam bunu yapacağı sırada kapı açıldı. Đçeriye siyah paltolu,
lacivert kotlu, orta boylu biri girdi. Đki elinde birer metal yakıt çantası
tutmaktaydı. Elindekileri kapıya yakın bir yere bırakıp onlara doğru yürüdü.
Murat ölümün adımlarına büyülenmiş gibi bakmaktaydı. Katil onları burada
benzinle canlı canlı yakmak üzereydi.
“Final yerimi beğendiniz mi?”
Sıfır: “Çıkış Yok”
127
Murat sol ayakkabısına bakarak içini çekti. “Pek üsluplu sayılmaz.
Đmar izninin rüşvetle alındığına bahse girerim.”
Katil’in yüzünde kendini beğenmiş bir ifade belirdi. Yanına
yaklaşınca durdu ve sağ ayakkabısının tozlanmış burnuyla Murat’ın ters
duran ayakkabısına dokundu. “Burada bir kelepçe anahtarı sakladığınızı
duymuştum. Doğru mu?”
Murat içini yakan öfkenin şiddetine şaştı, ama bu itki ağzından
fırlayan sövgü kelimelerine dönüşmedi. Egomanyağı tahrik etmenin bir
âlemi yoktu. Fena halde kapana sıkışmışlardı. Kapı aralayıcıya güveniyordu
hâlâ. Şu ana kadar her şey onun kontrolünde gibi yürümüştü. Birden pes
etmiş, enerjisi sonlanmış olabilir miydi acaba? Genç adamın umudu vardı.
Bu sessizlikte bir amaç, bir kurgu seziyordu.
“Bunu nasıl bilebilirsin?”
Tavırlarındaki şaşkınlık hali işe yaramıştı. Katil’in ince dudakları
halinden memnunca gülümsedi. “Birim Sıfır’ın bütün bilgileri elimde. Üst
düzey bir bilgisayar kırıcıya parayı bastın mı iş tamamdır.”
Murat içinde kabaran ikinci öfke dalgasını mahsus örtmedi. Katilin
kendini baş kurnaz sanmasının hayati önemi vardı. Birkaç dakika içinde
cayır cayır yanmaları söz konusuydu. Adam ters giden bazı şeylerden sonuç
çıkarmıştı haliyle. Merak eden yanı güçlüydü, ama bu nedenle işini
bitirmeyi kolay kolay ertelemezdi. Yüzünde anlam veremediği şeyler
hakkında doneler arıyordu. Profesyonel yanı aceleciydi. Ve bu yanı
maalesef düğmeye basmak üzereydi. Ege’den şu ana kadar bir ses
çıkmamıştı. Đzlerini kaybetmişti besbelli. Sonuncu kapı aralanmazsa işleri
burada bitmişti. “Kendinizi erişilmez, matah kimseler mi sanıyorsunuz?”
Gökcan Şahin
128
Murat sağ avucunda soğuk bir temas hissettiğinde az kalsın bir
çığlık koyuverecekti. Kendini güçlükle engelledi ve, “Bazı şeyler bayağı
gizemli değil mi?” diye sordu.
Sesinde istemeden beliren güven tonu etkili olmuştu. Katil iki adım
atarak iyice yanına yaklaştı. Murat adamın Issey Miyake parfümünü
kolaylıkla hissedebilmekteydi. Terle karışmış halini yalnız. Son birkaç saatte
çok sıkı çalışmıştı.
“Ne biliyorsun?”
Murat gülümseyerek içini çekti ve sessiz kaldı. Katilin sağ ayakkabısı
sol yanağına hafif bir darbe indirdi.
“Ne biliyorsun dedim?”
Bu arada Murat elinin ısısını almış metal nesneyi parmaklarıyla
yoklamış ve bir sonuca varmıştı. “Cinayetleri niçin işlediğini,” dedi. “Ve de
nerede şiddetli bir hata yaptığını.”
Adamın merak ettiği nasıl olup da son kurban adayının izini
bulabildikleriydi. Bunu yapabilen önceden onun da tepesine binebilirdi.
Böyle devam ettiği sürece kibriti hemen çakmayacaktı.
“Sonra?” Katilin yüzünde ona biraz daha zaman ayırmaya karar
vermiş biri ifadesi vardı şimdi. Dize soluduğu tozlar nedeniyle öksürüp
gözlerini açınca Murat ona göz kırptı ve, “Her şey eski arkadaşım Murat
Savuşçugil’in Seb7a cinayetlerinin altıncı kurbanı olduğunun ortaya
çıkmasıyla başladı,” dedi. Sesi yüksek tavanlı ardiyede yutuluyor gibiydi.
Boğazını temizledi ve daha bir kendinden emin sözlerine devam etti.
“Kendisini severdim. Polis okulunda birlikte... Çok iyi anlaşırdık. Öğrenimini
Sıfır: “Çıkış Yok”
129
yarıda kesip baba mesleğine döndü biliyorsunuz. O dönüş nedeniyle şimdi
buradayız.”
“Tıraşı kes, sadede gel.”
“Peki, istediğin gibi olsun. Bizi ilaçlı kahve içirterek ele geçirdin.
Kendini çok kurnaz sanıyorsun, ama yakayı ele verdin. Kapan kendini
yeniden uyarladı. Şimdi yeme kanıp yakalanan av sensin.”
Katilin öfkeden kızaran yüzü Murat’ın içini titretti. Adam hislerine
kapılıp onları tabancayla vurabilirdi. Nitekim sağ eli kemerine taktığı
tabancasına uzanmak için ilk on santimlik yolu almış ve duraklamıştı.
Kendine güçlükle hâkim oluyordu. Aklının bir türlü ermediği şeylerden
korkan yanı şarjördeki on dört kurşunu üzerlerine boşaltmak için
sabırsızlanmaktaydı.
Katil, “Çok candan yalvarırsanız belki sizleri feryatlı figanlı kebap
yapmak yerine kurşun ezmesi takdim edebilirim,” dedi ve benzin
çantalarına doğru yürümeye başladı. Bu arada yoluna çıkan ayakkabıyı bir
tekmede beş altı metre öteye yollamıştı.
Murat, Dize’ye baktı ve ‘bir bildiğim var’ sinyali yolladı. Genç kadın
buna inanmak istiyor, ama başaramıyordu pek. Çok haklıydı. Saniyeleri bile
sayılıydı artık. Öfkeli ve sıcak adımlar geriye harlı bir ateş olarak dönecekti.
BUZUL DÜNYA’da!
www.buzuldunya.com
YAZARLARYAZARLARYAZARLARYAZARLAR
Gökcan Şahin 3 Eylül 1988’de Sivas’ta doğdu. Đlköğrenim ve liseyi
Đstanbul’da tamamladı. 2006 yılından beri Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve
Haberleşme Mühendisliği'ne devam ediyor. Her ne kadar ömrü boyunca sayısal
bölümlerde öğrenim görse de edebiyat, tarih, felsefe gibi sözel alanlara da ilgi
duydu. Yazarlığa 2007’de başlayıp kısa zamanda elliden fazla öykü yazdı. Öyküleri ve
yazıları Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'nün internet sitesinde, Xasiork Dergi’de ve
Gölge e-dergi'de yayınlandı. Henüz bir roman bitirememiş olsa da en yakın
zamanda yazıp yayınevlerinin kapısını çalmayı düşünüyor.
Şu sıralar Ozancan Demirışık’la birlikte, iki ayda bir Buzul Dünya adlı sanal
yayınevi üzerinden yayınlanan
SIFIR serisini yazıyor.
Ozancan Demirışık
12 Mart 1993 tarihinde doğdu
ve kendini bildi bileli yazıyor.
Đnternet üzerinde üç ayda bir
yayınlanan Xasiork Dergi’nin
ve kulüp bünyesinde yayınlanan e-kitapların editörlüğünü üstlendi. Önceleri ‘Genç
Haberler’ internet sitesi ile ‘Beyaz Kapı’ adlı e-derginin de editörüydü. Karalama adlı
öykü dergisinde ‘Seyirci’, Yüxexes Karakalem dergisinin ikinci sayısında ‘Kuşatma’
isimli öyküleri yayınlandı. Ejderhayurdu.com 1. Fantastik Hikâye Yarışması’nda
birincilik ödülü aldı ve Xasiork 2006 Roman Yarışması’nda jüri özel teşvik ödülüne
layık görüldü. Şu sıralar roman çalışmalarının yanı sıra, SIFIR dizisinin yazarlığını
Gökcan Şahin'le beraber üstleniyor. Geleceğe dair planlarının vazgeçilmez adımı
“yazmak, yazmak ve yazmak”tır.