192
RUH
104-105; VIII, 28, 71, 100, 103, 348-350; a.mlf.,Teßvîlâtü Ehli’s-sünne (nþr. Fâtýma Yûsuf el-Hýye-mî), Beyrut 1425/2004, III, 213, 261, 287, 312-313, 319, 396, 417-421; IV, 87, 177, 197, 284,295, 311-312, 333-334, 338, 375, 562, 614; V,7, 34, 185-186, 231, 312, 342, 373-374, 407;Ýbn Fûrek, Mücerredü’l-Mašålât, s. 44, 136, 257,271, 280-281; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâcfî þu£abi’l-îmân (nþr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 487-491; Kadî Abdülcebbâr, el-Mu³nî, XI,310-344; Abdülkahir el-Baðdâdî, U½ûlü’d-dîn, Ýs-tanbul 1346, s. 105, 235; Ýbn Hazm, el-Fa½l (Umey-re), IV, 119-125, 138; V, 198-221; Beyhaký, el-Es-mâß ve’½-½ýfât, s. 459-462; Cüveynî, el-Ýrþâd (Te-mîm), s. 377; Gazzâlî, Kitâbü’l-Erba£în (nþr. Mu-hammed Muhammed Câbir), Kahire, ts. (Mekte-betü’l-Cündî), s. 246-249, 253; a.mlf., Ýhyâßü£ulûmi’d-dîn, Kahire 1358/1939, III, 3-4; Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Ba¼rü’l-kelâm, Konya 1327, s.46; Ebû Ýshak es-Saffâr, TelÅî½ü’l-edille, Âtýf Efen-di Ktp., nr. 1220, vr. 10b, 29a, 44b, 45b-46a-b, 47b,163b; Þehristânî, Nihâyetü’l-išdâm fî £ilmi’l-ke-lâm (nþr. A. Guillaume), London 1934, s. 329;Ebü’l-Ferec Ýbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-a£yün (nþr. M.Abdülkerîm Kâzým er-Râzî), Beyrut 1405/1985, s.322-324; Fahreddin er-Râzî, el-Me¹âlibü’l-£âliye(nþr. Ahmed Hicâzî es-Sekka), Beyrut 1407/1987,VII, 9-10, 101, 131-135; a.mlf., Mefâtî¼u’l-³ayb,III, 177; VI, 203; VIII, 56-57; XIX, 114, 219-220;XXI, 12, 14-15, 37-52, 91, 196, 223, 243; XXII,44-45, 65, 204, 218; XXVII, 123, 182; XXX, 127,177; XXXI, 27, 30, 31, 36-37; Ýbnü’l-Esîr, Üsdü’l-³åbe (nþr. Halîl Me’mûn Þîhâ), Beyrut 1418/1997,I, 72, 90, 132, 328-329, 361; II, 31, 409; III, 36,361; IV, 186, 249, 414-415, 429; V, 180, 198, 299,427; Ýbn Kayyim el-Cevziyye, er-Rû¼ (nþr. Mu-hammed Enîs Ýyâde – M. Fehmî es-Sercânî), Ka-hire, ts. (Mektebetü Nusayr), s. 6, 8, 28-32, 46,58-69, 77-84, 102-103, 120-121, 145-146, 163,174-186, 231-238, 247-297; Sübkî, ªabašåt (Ta-nâhî), X, 310; Bedreddin el-Aynî, £Umdetü’l-šårî,Kahire 1348 ^ Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), IV, 43-44, 47-51; VIII, 147, 200, 209; XIV,112; XV, 32, 215-216; XVII, 26; Þa‘rânî, el-Yevâ-š¢t ve’l-cevâhir, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II,122-138; Ali el-Karî, Mine¼u’r-rav²i’l-ezher fî þer-¼i’l-Fýšhi’l-ekber (nþr. Vehbî Süleyman Gavecî),Beyrut 1419/1998, s. 292-294, 297-298; M. Ab-dürraûf el-Münâvî, et-Tevš¢f £alâ mühimmâti’t-te£ârîf (nþr. M. Rýdvân ed-Dâye), Beyrut 1410/1990, s. 377-378; Ebü’l-Beka, el-Külliyyât, s.469-471; Þah Veliyyullah ed-Dihlevî, ¥üccetullå-hi’l-bâli³a (nþr. Seyyid Sâbýk), Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-hadîse), I, 38-40, 71; Seffârînî, Levâ-mi£u’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebe-tü’l-Ýslâmiyye), II, 24-63; Âlûsî, Rû¼u’l-me£ânî,XIV, 41; XV, 151-164; XVI, 38-40; Reþîd Rýzâ, Tef-sîrü’l-menâr, II, 38-39; IV, 11, 328-329; VI, 82-83; VII, 656; VIII, 418; IX, 159-160; Elmalýlý, HakDini, I, 406-412, 547-552; III, 2362-2363; V, 4127-4129; VII, 5345, 5546; VIII, 5979; M. Yûsuf Kan-dehlevî, ¥ayâtü’½-½a¼âbe, Haydarâbâd 1959, III,36, 38, 594-595; Mustafa Sabri Efendi, Mevšýfü’l-£ašl ve’l-£ilm ve’l-£âlem, [baský yeri ve tarihi yok],IV, 209-217; Erkan Yar, Ruh-Beden Ýliþkisi Açý-sýndan Ýnsanýn Bütünlüðü Sorunu, Ankara 2000,s. 44-50, 205, 207; Ravza Cemâl Husarî, ¥ayâ-tü’l-¥asani’l-Ba½rî, Beyrut 1422/2002, s. 224;Mehmet Dalkýlýç, Ýslâm Mezheplerinde Ruh, Ýstan-bul 2004, s. 45, 52-55, 62, 146, 193-197, 208-217, 243-247, 282.
ÿYusuf Þevki Yavuz
™ TASAVVUF. Ýlk zâhid ve sûfîler insa-nýn mahiyetini açýklarken ruhtan çok, olum-lu ve olumsuz yönleriyle nefis ve kalp üze-rinde durmuþlardýr. Ruh kelimesinin Kur’anve hadiste geçmesi, kelâmcýlarýn ve Ýslâmfilozoflarýnýn ruh hakkýndaki tartýþmalarýsûfîlerin ruhun mahiyetine dair görüþ bil-dirmelerine yol açmýþ, bu görüþlere daya-narak daha sonraki dönemlerde ruh kav-ramý, ruhun mahlûk olup olmadýðý, ruhtürleri, ruh-beden iliþkisi ve ruhanîler ta-savvufun temel meseleleri haline gelmiþ-tir (Abdülkerîm el-Cîlî, s. 10, 12).
Ýlk sûfîlerin ruh tanýmlarý kelâmcýlarýntanýmlarýndan pek farklý deðildir. Bu dö-nemde ruh, nefis, kalp, akýl eþ anlamlý ke-limeler gibi görülmüþ ve ayný hakikatin çe-þitli yönlerini ifade eden terimler þeklindeanlaþýlmýþtýr. Kuþeyrî ruhu “bedene tevdiedilen bir latife”, Ebû Bekir el-Vâsýtî “ha-yat ilkesi” olarak tarif etmiþ, Cüneyd-i Bað-dâdî, Abdullah en-Nebâcî ve Sehl b. Ab-dullah et-Tüsterî gibi sûfîler ruhun gerçekmahiyetini Allah’tan baþka kimsenin bile-meyeceðini söyleyerek bu konuda açýkla-ma yapmaktan kaçýnmýþtýr. Bununla bir-likte ilk sûfîlerin büyük çoðunluðu ruhu be-dene hayat veren mâna þeklinde algýla-mýþtýr (Serrâc, s. 293; Kelâbâzî, s. 67; Ku-þeyrî, s. 250).
Ýlk dönem tasavvufunda tartýþýlan ko-nulardan biri ruhun mahlûk olup olmadý-ðý meselesidir. Ýbn Atâ ile Vâsýtî ruhun be-denden evvel yaratýldýðýný söyler. Ebû Be-kir Kahtabî zuhurun baþlangýcýný temsileden “kün” (ol) emrinin ruhu kapsamadý-ðýný, ruhun Allah’ýn emri, Allah’ýn emrininde kelâmý olduðunu ve mahlûk olmadýðý-ný ileri sürer (Kelâbâzî, s. 68). Abdülkerîmel-Kuþeyrî ve Muhammed b. Ýbrâhim el-Kelâbâzî, ruhun mahlûk olmadýðýný savu-nanlarýn ve kýdemine inananlarýn yanýldý-ðýný, ruhun beden gibi mahlûk, bedendekibir mâna ve latif bir varlýk olduðunu be-lirtmiþtir. Beþerî ruh-kadim ruh, nâsûtîruh-lâhûtî ruh, avamýn ruhu-havassýn ru-hu, deðiþen ruh-deðiþmeyen ruh ayýrýmýyapan, iki türlü ruhtan bahseden, her bi-rinin farklý mahiyette olduðunu söyleyensûfîler de vardýr (Serrâc, s. 293, 294, 554).
Ruh, kalp, beden ve sýrrýn bir hakikatinçeþitli yönleri ve görüntüleri olduðunu söy-leyenlere göre sýr ruhtan, ruh da kalptendaha latiftir. Sýr müþahede, ruh muhab-bet, kalp mârifet mahallidir (Kuþeyrî, s.251). Kuþeyrî’ye göre insan gerçeðini ruhve beden birlikte oluþturur, hiçbiri tek ba-þýna insaný tanýmlamaz. Haþrin ve neþrin,mükâfat ve cezanýn konusu ruh-beden iki-lisidir (a.g.e., s. 250). Gazzâlî ruhla beden
en-Nefs ve’r-rû¼ fi’l-fikri’l-insânî vemevšýfü Ýbn Æayyim (Doha 1993); EbûSa‘de Muhammed Hüseynî, en-Nefs veÅulûdühâ £inde FaÅriddîn er-Râzî (Ka-hire 1989); Zekî Tüffâha, en-Nefsü’l-be-þeriyye ve na¾ariyyetü’t-tenâsüÅ (Bey-rut 1987); Muhammed Seyyid Ahmed Mü-seyyir, er-Rû¼ fî dirâsâti’l-mütekellimînve’l-felâsife (Kahire 1988); Bikaî, Sýrru’r-rû¼ (Kahire 1990); Abdürrezzâk Nevfel,Min esrâri’r-rû¼ (Kahire 1998); Muham-med Abdürrahîm Ades, Min Åa½âßi½i’n-nefsi’l-beþeriyye fi’l-Æurßân (Zerka 1985);Turan Koç, Ölümsüzlük Düþüncesi (Ýs-tanbul 1991); Ruhattin Yazoðlu, GazzâlîDüþüncesinde Ruh ve Ölüm (doktoratezi, 1997, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bi-limler Enstitüsü); Erkan Yar, Ruh-BedenÝliþkisi Açýsýndan Ýnsanýn BütünlüðüSorunu (Ankara 2000); Mehmet Dalkýlýç,Ýslâm Mezheplerinde Ruh (Ýstanbul2004); Kemal Sayar, Sana Ruhtan Soru-yorlar (Ýstanbul 1991); Münire Aydýn,Müslüman Düþünürlere Göre RuhKavramý (Ýstanbul, ts., Teblið Yayýnlarý);Selman Oktay Aktürkoðlu, Ýstanbul Kü-tüphanelerinde Bulunan Yazma RuhRisâlelerinin Tanýtým ve Tavsifi (yükseklisans tezi, 1994, MÜ Sosyal Bilimler Ens-titüsü).
BÝBLÝYOGRAFYA :
Lisânü’l-£Arab, “vfy” md.; et-Ta£rîfât, “rûh”md.; Tehânevî, Keþþâf, I, 875-885; Wensinck, el-Mu£cem, “rvh” md.; M. F. Abdülbâký, el-Mu£cem,“nefs” md.; el-Muva¹¹aß, “Cenâ,iz”, 12, 16; Müs-ned, I, 26, 241, 255, 256, 297; II, 175, 256, 323,398, 527; III, 455; V, 214, 357; VI, 140, 424-425;Dârimî, “Mukaddime”, 14; Buhârî, “Bed,ü’l-palk”,8, “Büyû.”, 104, “Cenâ,iz”, 35, 68, 82, 87, 88, 92,“Cihâd ve’s-siyer”, 98, “Menâkýb”, 10, 25, 42,“Enbiyâ,”, 1, 47, 54, “Megazî”, 12, “Tefsîrü’l-Kur,ân”, 2/42, 14/2, 17/13, “Tevhîd”, 31; Müs-lim, “Cenâ,iz”, 11, 23, 71, 85, 102, “Sýfâtü’l-mü-nâfikýn”, 4, “Cikir”, 15, “Cennet”, 67, 70, 73; ÝbnMâce, “Cenâ,iz”, 4, 6, 23, 26, 27, 65, “Zühd”,32, “Mukaddime”, 13; Ebû Dâvûd, “Cenâ,iz”, 54,56, 74, “Edeb”, 16, “Sünnet”, 17, 23, 24; Hasan-ýBasrî, Tefsîr (nþr. Muhammed Abdürrahîm), Ka-hire, ts. (Dârü’l-hadîs), I, 188, 427; II, 150, 229,334, 419; Ýbn Ýshak, es-Sîre, s. 275, 313; Ýbn Hi-þâm, es-Sîre, I, 329, 361; II, 25, 40, 46, 48, 292;III, 126-128; IV, 301; Ahmed b. Hanbel, er-Red£ale’z-zenâdýša ve’l-Cehmiyye (£Ašåßidü’s-selefiçinde), s. 66; Hayyât, el-Ýnti½âr, s. 34; Taberî, Câ-mi£u’l-beyân (Bulak), I, 188, 189, 404; II, 38-40;III, 2, 35, 44; IV, 171, 172; VII, 210-218, 276; VIII,175-177, 210-211; IX, 111, 116-117; X, 22; XI,106, 138, 166; XIII, 218; XIV, 77, 93, 99; XV, 26,155-156; XVI, 60; XVIII, 10-11, 52-53; XXII, 161;XXIV, 72, 116; XXVII, 54-55, 209-212; XXVIII, 72;XXX, 23, 27, 191-192; Eþ‘arî, Mašålât (Ritter), s.329-337, 430; Mâtürîdî, Teßvîlâtü’l-Æurßân (nþr.Ahmet Vanlýoðlu v.dðr.), Ýstanbul 2005-2006, I,155, 173, 274-275; II, 442, 474; V, 88, 90, 146,265-269, 340, 344; VI, 84-85, 109, 244, 410; VII,
arasındaki ilişkiyi cisimle araz, usta ile alet arasındaki ilişkiye benzetir. Ona göre bu husus mükaşefe ilmini ilgilendirdiğinden açıklanması doğru değildir. Bu konudaki açıklama ruhun sırrını ifşa etmek anlamına gelir ki buna izin verilmemiştir (iJ:ıya'ü 'ulı1mi'd-dln, III. 3). Serrac ve Muhammed b. Hüseyin es-Süleml bazı süfılerin ruh konusunda hatalı inanç ve kanaatler beslediklerini belirtmiş, ruhun mahlük olduğunu ve bedenle birlikte haşredileceğini vurgulamıştır (el-Lüma', s. 554; Galatatü'ş-şO.{iyye, s. 193).
İlk süfıler ruhun mahiyetinden çok onun önemi ve faydası üzerinde du rm uştur. Ali b. Sehl ruh ve aklın birlikte şehvet ve hevaya karşı mücadele ettiğini söyler (Süleml, Tabai):.at, s. 235). İlim ve akıl ruhu besler, meleküt alemine yükseltir. Nurdan yaratılan ruh bedenlenmiştir. Beden karanlık, ruh aydınlıktır. Aklila güçlenen ruhun nuru artar. Bunun etkisiyle beden aydınlanır ve ruha boyun eğer (a.g.e., s. 235, 422). Ruh bedenden ayrılınca kendi asliyetine kavuşur. Ruh ve beden insan hakikatinin iki görünümünden ibarettir.
Yine ilk süfıler ruhaniyet kavramından ve • ruhani varlıklardan bahsetmiş, Bişr el-Hafı kimseden bir şey istemeyen ve almayan bir dervişi ruhanilerden saymıştır (a.g.e., s. 47). GazzEıli'ye göre varlığın dört mertebesi vardır: Bir şeyin levh-i mahfüzdaki varlığı, dış alemdeki maddi varlığı, muhayyeledeki hayall varlığı ve akl! varlığı . Bunlardan bazısı ruhanl, bazısı maddldir. Ruhanl varlıkların bir kısmı diğerlerinden daha fazla ruhanldir, yani daha latif ve daha nCıranidir (iJ:ıya'ü 'uZO.mi'd-dTn, III, 20: Mişkatü'l-envar, s. 65) Gazzall hissi, hayali, akli, fikri ve kutsl ruhlardan bahseder. Bu ruhlardan bir üst mertebede olan altındaki ruha göre daha şerefli ve daha yücedir. Varlıkla ilgili bu sınıflandırmanın bir neticesi olarak biri şehadet (maddi), diğeri
melekCıt (manevi) olmak üzere iki alem vardır. İlki süfll, cismanl ve zulmanl iken ikincisi ulvl, ruhani ve nCıranidir (Mişkatü'l-en
var, s. 50, 65). Ruhant alem aynı zamanda alem-i ervah denilen ulvl ruhlar alemidir. Bazılarına göre melekCıt ile şehadet aıemleri arasında iki alem daha vardır. Meleküt alemine yakın olana alem-i ervah, şehadet alemine yakın olana alem-i misal denir. Hazarat-ı hams denilen alemin beş külll mertebesinden biri de ruhlar alemidir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabl'ye göre ruh ebedl ve ezell-daiml ilah! tecelliyi kabul ısti
dadının gerçekleşmesidir. Böylece ruh, tek ilah! tecellideki farklı lıkların kaynağı ve
pek çok tecelli suretinin zuhur etmesinin sebebidir. Satın olan ruh çeşitli varlık mertebelerinin hükmüne göre sOretler kazanarak zahir olur. Şehadet aleminde ruhun tecessüd ve teşahhus etmiş haline beden veya elsim denir. Beden ve elsim ruhun mazharı olduğundan alemdeki canlı cansız her mazhar ruh sahibidir. İbnü'l-Arabl ruh-beden ilişkisini batın-zahir, latif-kesif, asıl-fer', zatl-izafı ilişkisi çerçevesinde ele alarak ilk dönem sCıfılerinin ruhun mahlCık olup olmadığı, önceliği-sonralığı tartışmaları ile filozofların ruhun bedenden soyutlanması düşüncesini aşmıştır. Ona göre ruh-beden ilişkisi ruhun bedeni tasarruf ve tedbirinden ibarettir. Tasarruf ve tedbir bedenin imkanları ölçüsünde olacağından ruh-beden ilişkisi birbirini gere~tiren bir ilişkidir; bu anlamda ruh ve beden birbirinin bineğidir.
İsmail Hakkı Bursev!'ye göre ruh tek bir ilahi mfma olmakla birlikte zatl. izafi ve hayvanı diye üçe ayrılır. Zat! ruh bütün eşyanın varlık kazanmasını sağlayan tek bir ilah! tecellidir. Ruhun bu tecellisine feyz-i akdes denir. İzafı ruh aleme hayat bahşeden manadır. Bu ruhun zahirinden elsimler alemi, batınından meleküt alemi yaratılmıştır. "Ona ruhumdan üfledim" ayeti gereğince ( ei-Hicr 15/29) Hakk'ın zatına izafe edilen bu ruh alem mertebelerine göre muhtelif isimler alır: Akl-i ewel, akl-i kül, nefs-i kül, kalem-i a'la, ruh-ı Muhammed! (ruh- ı menfQh), nokta-i kül, sırr-ı a'zam, latlfe-i rabbaniyye, emr-i rabbanl, cevher-i rabbanl, aşk-ı ilahi, mebde-i ewel, menşe-i ervah, sırr-ı ilah!. Hayvan! ruh, insan söz konusu olduğunda izafı ruhun bedene taalluk etmesiyle bedene canlılık kazandıran ruhtur. Hayvani ruha nefs-i emınare adı da verilir.
Ruhların kendi alemlerinden bu aleme gelmesine nüzCıl, buradan ruhlar alemine yükselmesine urCıc denir. Kavis şeklinde bir yol izleyerek bu aleme gelen ruhlar (kavs-i nüzQI) yine kavis şeklinde başka bir yol izleyerek (kavs-i ur(k) ruhlar alemine döner. Ruhların geldikleri aleme yükselmeleri için arınmaları ve yetkinleşmeleri gerekir. "Biz Allah'a aidiz ve muhakkak O'na döneceğiz" ayeti (el-Bakara 2/1 56) buna işaret eder. Mevlana Celaleddin-i ROml madde, bitki, canlı aşamalarından geçerek insan olma mertebesine geldiğini, buradan da bir sıçrama yaparak ruhlar alemine çıkmak istediğini söylerken bu hususa temas etmiştir (Mesnevi, III, 319, 342).
Tasavvufta bazı büyük velllerin ve kutubların vefat ettikten sonra da müridle-
RUH
ri ruhaniyetleriyle terbiye edip yetiştirdikleri kabul edilir. Ebu Sald-i Ebü'l-Hayr, Ebü'l-Hasan Harakanl'nin, o da Bayezld-i Bistaml'nin ruhaniyeti tarafından eğitil
miştir. Bu yolla terbiye görmeye Üveysilik (Tarik-i üveysl) denir (Fer!düddin Attar, s. 28: Lamii. s. 519. 569, 668: Ma'sCım Ali Şah. II, 48-51 ). Genellikle toplu yapılan zikirlere vefat etmiş meşayihin ruhlarının katıldığı
kabul edilir ve onların vefat ettikten sonra da dünyada tasarruf ettiklerine inanılır (Şa'ran!, I, 153) Yelllerin kabirierini ziyaret edip ruhlarından istimdadda bulunma tasawuf adabındandır.
BİBLİYOGRAFYA :
Haklm et-Tirmizi, Beyanü'l-fark [nşr. N. L. Heer) , Kahire 1998, s. 67; Serr<3c, el-Lüma', s. 221 , 250,293,294, 554 ; Kelabazi, et-Ta'arruf, s. 67, 68; Sülemi, Tabakat, s. 47, 148, 235, 422, 464; a.mlf., Gala(atü 'ş-şufiyye, Kahire 1985, s. 193; Kuşeyrl, er-Risale [nşr. Abdülhatım Mahmüd), Kahire 1966, s. 250, 251; Hücvirl, Keşfü'lma/:ıcfıb, s. 335-341, 501; Gazzall, İJ:ıya'ü 'ulfımi'd-din, Kahire 1939, Ili, 3, 20; a.mlf., Mişkata'l-enuar [nşr. Ebü'l-Ala el-Aflff), Kahire 1383/ 1964, s. 50, 65; Aynülkudat ei-Hemedanl, Temhidat [nşr. Aflf Useyran), Tahran 1962, s. 141-167; Şehristanl, el-Mi/el ue'n-ni/:ıal (nşr. M. Seyyid Kllan1), Beyrut 1975, ll, 6; Şehabeddin es-Sühreverdl, 'Avarifü'l-ma'arif, Beyrut 1966, s. 443-457; Ferldüddin Attar, Tqkireta'l-euliya', Tahran 1346 hş. , s. 28; ibnü'l-Arabl, Fuşuş [Aflfl), s. 19, 49; Kaşanl, lştıla!;atü'ş-şfıfiyye, Kahire 1981, s. 39, 151-152; Necmeddln-i Daye, Mirşadu'l-'ibad, Tahran 1366 hş., s. 37, 48-52; Mevlana. Mesneui (tre. Veled izbudak) , istanbul 1965, lU, 319, 342; Aziz Nesefı. Tasauuufta İnsan Meselesi: İnsan-ı Kamil (tre. Mehmet Kanar), istanbul 1990, s. 48, 152, 157, 177; Takıyyüddin ibn Teymiyye, el-'Akl ue'r-ru/; (Mecmu'atü'r-resa'ili'l-müniriyye içinde), Kahire 1343, ll, 20-49; Abdülkerlm el-Cill, elinsanü 'l-kamil, istanbul 1300, s. 10, 12; Lamii, Nefehat Tercümesi, s. 519, 569, 668; Şa'ranl, etTabakat, 1, 153; Şah Veliyyullah ed-Dihlevl, l;ffıc
cetullahi'l-bi'Wga, Kahire 1966, s. 38, 143; ibrahim Hakkı Erzurum!. Ma'rifetname, istanbul 1310, s. 27-29; Abdülmecld el-Ham, el-/jada'iku'l-uerdiyye, Kahire 1308, s. 106, 182; ismail Fenni [Ertuğrul] , Vahdet-i Vücud ue Muhyiddin-i Arabf, istanbul 1928, s. 18-20; Ma'sQm Ali Şah, Tara'ik, II, 48-51; Seyyid Sadık-ı Güher'in, Şer!;-i lştılaf:ı[ıt-ı Taşauuuf, Tahran 1370, VI, 80-126; Ca'fer Seecadl, Ferheng-i Lugat u lştılaf:ı[ıt u Ta' birat-i 'İrfani, Tahran 1991, s. 427-431; Ahmet Avni Konuk, Tedbirat-ı ilahiyye Tercüme u e Şerh i (haz. M usta fa Tahralı). istanbul 1992, s. 71-74, 99-104; ihsan Kara, Tasauuu{ Jstılahları Literatürü ue Seyyid Mustafa Rasim Efendi'nin Jstılahat-ı İnsan-ı Kamil'i (doktora tezi, 2003). MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, ll, 309-323.
Iii SüLEYMAN ULUDAÖ
D FELSEFE. İlkçağ Grek felsefesinde ruh karşılığında kullanılan pneuma kelimesi "soluk almak, rüzgar esmek ve koku yaymak" anlamındaki pneo fiiliyle iliş kili olup Presokratik felsefenin temel yak-
193