-
YAZAR HAKKINDA
1957 yılında, Kütahya’ da doğan, Ümit Grace
Samur, bir kız çocuğuna sahiptir. Hacettepe Üniversitesi
İngiliz Dil Bilimi mezunu olduktan sonra, Akdeniz
Üniversitesi-Tıp Fakültesinde-okutman, özel okullarda-
bölüm başkanı ve İngilizce öğretmeni olarak 20 yıl
çalıştı.
Temmuz, 2000’ de Amerika`ya yaşamak ve
çalışmak üzere gitti. California’da “Monterey Defense
Language Institute” de “Assistant Professor” olarak
çalıştı. Kişisel gelişim konularında çeşitli eğitimler ve
sertifikalar alarak, bugünkü işi olan “Kişisel Gelişim
Uzmanlığına ve Eğitim/ Yaşam Koçluğuna” adım attı.
Yunuslarla, austik ve beyin özürlü çocukları
iyileştirme programlarını inceledi ve bu konuda bir
proje hazırladı. Hawaii’de “Psikiyatri ve Nöroloji
-
Derneği” projesini beğendi ve her yıl düzenlenmiş olan
konferanslardan birisine konuşmacı olarak davet edildi.
“Yabancı Dil Öğretiminde Öğrencileri, Bağımsız
Öğrenen Durumuna Getirme” konulu makalesi,
Monterey Defense Language Institute’ in yayınladığı
bir kitapta yer aldı.
“From My Heart To Your Kitchen” adlı yemek
kitabı, e-book olarak Amazon’da satılmaktadır.
Özgürlüğüne kavuşmaya çalışan bir kadının yaşam
hikayesini içeren, “Flight to Freedom” adlı ilk romanını
da tamamladı. Kitabının yayınlanması için California’da
düzenlenmiş olan “Uluslararası Ruhsal Yazarlar”
yarışmasında, ilk 25 kişinin arasına katıldı.
“Hayatın Gizemli Mimarı Cenin” adlı bireysel
gelişim kitabı ve çocuklar için yazmış olduğu masalları
ile, anne-baba ve çocuk üçlüsüne, deneyimlerinden
edindiği bilgileriyle destek olmayı hedeflemektedir.
Yaptığı kişisel gelişim/koçluk programlarıyla ve
atölye çalışmalarıyla, çocukların ve yetişkinlerin, huzurlu-
mutlu-yaratıcı-özgüvenli-dengeli ve uyumlu olmalarına
rehberlik etmektedir.
ALDIĞI EĞİTİMLER
”Universe Charting, Life Path Journey in
-
Recognition, Relationship, Money and How to Attract More Prosperity”-James Lagiss-Palo Alto-California “Holistic Reading (Voyager Tarot)”, James Wanless-Carmel Valley-California “Chinese Yuen Healing Method of Chinese Energetics and Power of Instant Healing”, Çin’ li Dr. Kam Yuen-Santa Cruz-California “IMT Moxa Therapy”, Iris Miller CMT/CRM-Santa Cruz-California “Energy Awareness”, Dennie Hiesland-Los Angeles-California “Recognizing Your Natural Talents-Natural Talent Resources and Career Paths-Applying Your Natural Talents”, Curtis M. Adney, MS., J:D. Salinas-California “The Wisdom of The Ennegram (The Complete Guide to Psychological and Spiritual Growth for the Nine Personality Types)”, Don Richard Riso and Russ Hudson-Santa Cruz-California “Emotional Freedom Technique”, Gary H. Craig- Palo Alto-California ve Dr. İnci Erkin-İzmir-Turkey “Basic Hypnotherapy” Training, Lisa Cinfio- Belvoir,CHT-CRMT-CMT- Santa Cruz-California “Alternative Hynopsis-5 Path Hypnosis and Regression Therapies”, Bülent Uran- Ankara-Turkey “Reflexology ve Aroma Therapy”, Debbie Yalçın- Bodrum-Turkey ”Reiki I-Reiki II- Reiki III ve Reiki Master”- Burçin Ayanoğlu- Bodrum-Turkey ve Mariana
-
Alvespereira -Lisbon-Portugal ”Kristaller ve Yarı Değerli Taşlarla Terapi Eğitimi ve Uygulama”, Aysen Timuçin-Istanbul-Turkey ”Kundulini Reiki I-II ve III ”, Aysen Timuçin-Istanbul-Turkey ”Past Life Regression”, Gayla Reiter- Benicia- California ”Reincarnation and Past Life Regression”, Walter Semkiw, M.D.-Benicia-California “Many Lives, Many Masters: Experiencing Your Past Lives”, Brian L. Weiss, M.D-Orlando-Florida “NLP and Dynamic Spin Release”, Tim and Kris Halbom-San Francisco-California “Su Jok-Akupunktur”, Ayşe Mujdaeva-İzmir-Turkey “Nefes Koçluğu”, Mustafa Kartal-İzmir-Turkey “Deep Yoga”, Bhava Ram-San Diego-California
-
HAYATIN GİZEMLİ MİMARI
CENİN
ÜMİT GRACE SAMUR
-
TEŞEKKÜR
Öncelikle, beni dünyaya getiren annemle babam, onların anne ve
babalarına, kendimi sevmem konusunda bana ayna oldukları için
şükranlarımı sunuyorum. Sevgileriyle desteklerini esirgemeyen
kardeşlerime, eşlerine ve yeğenlerime, en büyük öğretmenim olan kızıma,
kurban rolünden kurtulmam için, beni iten eski eşlerime teşekkür
ediyorum.
( Font değişmiş burada) Danışanım, asistanım ve iyi arkadaşım, Reyhan
Demir’e, bu kitabın edit edilmesinde emeklerini benden esirgemediği ve
bana inandığı için minnettarım. Paylaşmayı, sevgi ve şefkati birlikte
deneyimlediğim, çok değerli arkadaşlarıma da ayrıca teşekkür ediyorum.
Kısaca, hayatıma giren veya girmeyen, evrende birlikte bütünün içinde
bulunan herkese, iyi ki varsınız diyorum. Yoksa, dünya sizsiz ve bensiz
bu kadar anlamlı ve güzel olmazdı.
-
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
TEŞEKKÜR
1.Bölüm
ANNELİK KAVRAMI
2. Bölüm
HAMİLELİK VE ANNENİN HASSAS DÖNEMİ
3. Bölüm
HAMİLELİKTE BEBEĞİN DURUMU
4. Bölüm
BENLİKLER:
EGO BENLİK
GERÇEK BENLİK
5. Bölüm
ACI VE ACIMAK
ACI
KENDİNE VE BİRİSİNE ACIMAK
6. Bölüm
İNANÇLAR
7. Bölüm
KORKU
8. Bölüm
YARGILAMAK = YARIŞMAK
9. Bölüm
AFFETMEK
TEKNİKLER
EFT (DUYGUSAL ÖZGÜRLÜK TEKNİĞİ)
HİPNOTERAPİ
-
REGRESYON TERAPİSİ
10. Bölüm
ALMA VE VERME DENGESİ
11. Bölüm
BAĞIMLILIKLAR
12. Bölüm
İLİŞKİLER
İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI
13. Bölüm
KUANTUM ÇOCUKLAR
ACABA BEN BİR İNDİGO MUYUM?
İNDİGO ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ
İNDİGO ÇOCUKLA SAĞLIKLI İLETİŞİM
HİPERAKTİF ÇOCUKLAR
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPOAKTİVİTE
KRİSTAL ÇOCUKLAR
KRİSTAL ÇOCUKLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ
ALTIN ÇOCUKLAR
MUCİZE ÇOCUKLAR
14. Bölüm
SEVGİ
SONSÖZ
YAZAR HAKKINDA
KAYNAKÇA
-
ÖNSÖZ
Bu kitabı yazmadan önce, o günkü bilincimle tekrar kendime bakmak istemiş ve yaşam
hikâyemi kaleme almıştım. Bu süreçte, hayatla beni ilk tanıştıran annem ve babamla olan
ilişkilerimin, bugünkü seçimlerime ne kadar çok etki ettiğinin farkına vardım. Bu farkındalık,
beni anne-baba ve çocuk ilişkilerini araştırmaya itti. Bu üçlünün birbirlerinin yaşamlarında
çok güçlü etkilere sahip olduğunu anladım.
Annenin düşüncelerinin ve duygularının hamilelik döneminde bile, bebeğin ruhsal gelişimine
direkt etkisi olduğunu öğrenmek merakımı daha çok artırdı. Araştırdıkça bilinçaltının
görkemliliği beni cezbetti ve daha çok araştırmak istedim. Bu konudaki araştırmalarımın
çoğunu, kendi üzerimde, bizzat deneyerek yaptım ve çok ilginç sonuçlara ulaştım.
Kitabımda, kendi özel deneyimlerimi, çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri, araştırma
sonuçlarını ve diğer bilgileri harmanlayarak ulaştığım kendi gerçeklerimi paylaştım.
Bugünkü yetişkinlerin yaşamını, anne karnından itibaren bilinçaltının süzmeden aldığı tüm
bilgiler yönetiyor. Bilinçaltımıza her an kayıt edilen bilgilerin çokluğu ve çeşitliliğini
farkettiğimde, önce dehşete düştüm. Sonradan anladım ki, kendimle ilgili tüm bilgileri
alabileceğim, çok büyük ve eşsiz bir içsel kütüphanem oluşmuş. Yıllarca dışarda arayıp
durduğum bilgilerin tamamı, meğer bende saklıymış. Gittikçe bu sistemi anlamaya ve ona
ulaşabileceğim yolları keşfetmeye başladım. Bilinçli aklımla farkında olabildiğim fakat
uygulamada başarılı olamadığım, konuların altındaki nedenleri teker teker bulmaya başladım.
Kendimle ilgili gerçeklerle yüzleşmem, istemediğim davranışlarımı değiştirmeye zorladı.
Benim için, artık önümde açılan başka bir kapı vardı. Kendimi keşfetmeye, öğrendiğim
metotlarla ulaşabileceğimi bilmek, beni cesaretlendirdi ve geleceğimle ilgili umut verdi. Anne
ve babamdan farklı birisi olma, şansını yakalamıştım ve çocuğum da bundan faydalanacaktı.
Deneyimlerimi gönül rahatlığı ve güveni içinde diğer annelerle, babalarla ve çocuklarla
paylaşabileceğimi düşündüm.
Bugüne kadar yaşadıklarım ve yaptığım araştırmalar, bir çocuğun cinsiyet ayrımı olmaksızın,
evrendeki tüm bilgiye sahip olduğunu bana anlattı. Bu yüzden kitabımın ismini de “ Hayatın
Gizemli Mimarı Cenin” diye seçtim.
Anne ve babaların, huzurlu insanlar yetiştirerek sevgiyi yayma yolunda, büyük katkılarının
olabileceği bilinciyle bu kitap oluştu. Kitabımın her bölümü birbirleriyle ilişkili çünkü insanı,
doğumundan ölümüne kadar içine alan holistik bir yaklaşımı içeriyor. Her bölümde huzurlu,
sağlıklı ve mutlu bireyler olmak için, neler yapabileceğinizle ilgili ipuçları verdim. Ayrıca,
birbiri içine geçmiş ve zamanla karmaşa yaratmış kavramları tek tek ele aldım ve açıklığa
kavuşturmayı istedim.
-
Kitabımı, anne-baba ve çocuklara yardımcı olma amacıyla yazdım fakat içinde, her bireyi
yakından ilgilendiren bilgiler yer alıyor. Herbirimizin, önce anne karnında dokuz ay boyunca,
fiziksel form alırken annemizin hislerinden etkilendiğimiz gerçeğini ve şu anki yaşam
seçimlerimizin, çocukluk kararlarımız tarafından yönlendirildiğini bilmek, bu kitabı her yaşta
okuyucuya ulaştırma isteği uyandırdı kalbimde.
Kitabın adından, sadece anne adayları veya çocukları olan annelere özgü olacağını
düşünebilirsiniz fakat okudukça, her bölümde kendinizden bir parça bulacağınızı
düşünüyorum.
Çocukların, bana bu kadar çok ayna olabileceklerini daha önce kestirememiştim fakat onların
dünyasına adım attığımdan itibaren, içimdeki çocukla iletişime geçebiliyor ve onun isteklerini
daha çok yerine getirebiliyorum. “Ben farklı bir çocuktum” diye düşünebilirsiniz fakat tüm
çocuklar gibi, siz de çocukken aynı bilgilerle büyütüldünüz, değil mi? Çocukluğunuzdan
itibaren kendinizi tanımaya ne dersiniz?
Kendini güçlü hisseden anne ve babaların, gücüne güvenen çocuklar yetiştirmeleriyle dünyayı
değiştirmemiz olası. Birbirimizi değerli görebilmemizin, ilk adımı kendimizi tanımak, olduğu
gibi kabul etmek, onaylamak ve sevmek.
Hiç kimse, aradığımız iç huzur, mutluluk ve sevinci bizler için yaratamaz. Başkalarının
işlerine karışarak veya kendimizden kaçarken, bunu gerçekleştiremeyiz. Kendimize ait
sorumluluktan, başkalarını en çok ta sevdiklerimizi sorumlu tutmak, bizleri asırlardır bir yere
getiremedi ve getiremeyecek. Bu sorumluluktan ne kadar çok kaçsak, yaşam bizi yakamızdan
tutup aynı noktaya tekrar tekrar getiriyor. Kendimizden kaçış bir yol değilse, yüzleşelim
öyleyse özümüz sandığımız sahte benliklerimizle!
Yaşam bu kadar değişime açıkken, biz insanlar niçin değişimi ölmekle eş değer görüyoruz?
Nasıl oluyor da, atalarımızdan öğrendiğimiz şekilde çocuklarımızı yetiştiriyor ve onlardan da
aynı bizlerden beklenenleri bekliyoruz? Eskiye bu kadar bağımlı olmamız ve inatla bizleri ve
çocuklarımızı mutsuzluğa götüren bu yollara sadık kalmak, biz anne-baba ve çocukları nasıl
bir geleceğe götürüyor? Kitabımda, tüm bu sorgulamaları birlikte yapalım istedim.
Anne olmanın ne kadar kutsal olduğu ve bilinçli seçimler gerektirdiği, sadece sözlerde kaldı
ve annelik sıradan bir olaya dönüştü, günümüzde. Artık bunun, altın çağına girerken değişmesi
gerekir, diye düşünüyorum.
Bazıları kazara doğurmak zorunda kaldı, ya da evliliğini kurtarmak amacıyla çocuk sahibi
oldu. Kendisini hazır hissedemeyen birçok anne adayı, ya eşinin ya da ailesinin baskılarıyla bu
görev için sorumlu hissetti. Dinsel ve toplumsal baskılar da, ayrı bir unsur olarak ortaya
çıkmakta fakat sebep ne olursa olsun, anne karnında istenmediğini bilinçaltına alarak büyüyen
bebekler, kendilerini sevmeyen bireyler olarak toplum içinde yerlerini almaktalar. Bilinçsiz
seçimler yaptığımızda, kendimiz olduğu kadar çocuklarımıza da, istemeden zarar verebiliriz.
-
Elbette, babanın çocuk gelişiminde çok önemli katkıları var fakat bebek ana rahmine düşer
düşmez, ilk iletişimi anneyle oluyor. Bilimsel araştırmalar, annesinin tüm duygu ve
düşüncelerini yakından izleyen bebeğin bilinçaltının, kayıt almaya hemen başladığını
gösteriyor.
Birçoğumuz, evliliğimizden ve sevgisiz eşlerden ıstırap çekiyoruz fakat unuttuğumuz bir
nokta var ki, bu erkekleri de bizim annelerimiz karnında taşıdı ve yetiştirdi. Tabii ki, insan
olma sorumluluğunda tüm yükü, siz annelerin omuzlarına yüklemek gibi bir niyetim yok.
Burada belirtmek istediğim konu, biz anneler çocukların kişiliklerinin oluşmasında, büyük
katkılarda bulunuyoruz. Bunun fark edilmesi ve çocuk sahibi olmanın, o kadar da sıradan bir
görev ve sorumluluk olmadığının altının çizilmesi gerekir. Ailedeki herkesin yaşamı
paylaşarak birbirine destek olması, özellikle de çocuk yetiştirirken, hayal ettiğimiz ve
ulaşmaya çalıştığımız karşılıklı sevgiye dayalı bir yol.
Şu anda dünyada yaşanan krizler ve savaşlar, nesilden nesile, anne ve babalar tarafından
yetiştirilmiş bireylerin seçimlerinin sonuçlarıdır ve bu hepimizi birçok açıdan etkilemektedir.
Çocukluğunda tehdit edici ve güven vermeyen ellerde büyüyen çocukların, gelecekte nasıl
bireyler olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kendimizi tanımak ve bilinçaltımızda bizi
sınırlayan inançlarımızın neler olduğunu bulmak istiyorsak, annemiz-babamız ve diğerleriyle
olan tüm ilişkilerimizi sorgulamalıyız diye düşünüyorum.
Kendisini seven ve değerli gören, iç huzuru ve yaşam sevinci yüksek ve sevgiye kendini
açabilmiş çocukların, dünyaya huzur ve sevgi yaymalarında, anne ve babaların verdiği
bilgilerin etkisi büyük.
Benim anne olarak, bilinçli olup olmadığımı merak ediyor olabilirsiniz. Ben de birçoğunuzun
yaptığı gibi, henüz evlililiğim oturmadan ve çocuk sahibi olmaya hazır değilken, bir çocuğum
oldu. Buna rağmen, hamile olduğumu öğrenir öğrenmez, bebeğimi çok sevdim fakat hamilelik
dönemim boyunca, kendime ait birçok korkuyu ve güvensizliği çocuğuma yansıttım. Eğer
şimdi bildiklerimi, o zamanlar bilseydim ve yaşamıma uyarlayabilseydim, daha bilinçli bir
anne olabilirdim. Farkında olamadan, kendime ve çocuğuma çocuğuma zarar vermiş
olabilirim. Geçmişi geri getiremem fakat daha fazla geç olmadan, çocuğumla daha sağlıklı bir
ilişki için, harekete geçmeyi seçtim ve bu konuda hala kendimle yüzleşerek, her geçen gün
ilişkimizi daha sağlam ve sağlıklı zemine oturtmaya çalışıyorum.
Annem ve babam hayattayken, aramızdaki ilişkiyi iyileştirebilmek için, değişik çalışmalar
yaptım fakat bilinçaltımda birikmiş o kadar çok kızgınlık ve hayal kırıklıkları taşıyordum ki,
hepsini temizleyebilmek zaman aldı. Annem ve babam ölmeden, ne onları ne de kendimi
tamamen affedebildim. Onlar öldükten sonra, annem-babam ve kendimle ilgili çok konu
karşıma dikildi. Bilinçaltımda çocukken oluşturduğum eski düşünce kalıpları ve inançlardan
kurtulma çalışmaları yapmaya devam ettim. Her seferinde, tamam bu sefer annemi ve babamı
tam anlamıyla affettim diyordum, fakat bir süre sonra onları affetmemi bloke eden bir inancın,
-
başka bir boyutuyla karşılaşıyordum. Sürekli kayıt alan bilinçaltını göz önüne alırsanız, yıllar
içinde ne kadar çok eski düşünceyle bilinçaltımın dolduğunu tahmin edebilirsiniz.
Bana ait tüm bu eski kayıtlarla yüzleşmelerimi, öncelikle kendimle olan ilişkimi iyileştirmek
adına yapıyorum. Annem ve babam bu dünyadan ayrılmış olsalar dahi, onlarla ilgili tüm
bilgiler bilinçaltımda elli yıl boyunca, daha yeni oluşmuşçasına tazeliğini korumuş ve ben o
bilgilere ulaşıp yenileriyle değiştirmediğim sürece orada keşfedilmek üzere saklı kalmışlar.
Sağlıksız giden bir ilişkinin yürümesi için, verilen emek ve zaman boşa gidiyor. Bunun yerine,
iyi gitmeyen bir ilişkinin nedenlerinin araştırılıp bulunması ve ne zaman olursa olsun
düzeltilmesi, her iki tarafa da sonsuz iyilikler getiriyor.
Çocukken alamadığım anne ve baba sevgisi yüzünden, kendimi aşabilmek için çok emek
sarfettim. Yapmak istediklerime ve hayallerimi gerçekleştirmeye odaklanmakta zorlandım.
Sürekli anneme ve babama karşı olan öfkem, kızgınlıklarım, hayal kırıklıklarım ve onlar
tarafından yanlış verilmiş bilgileri ayıklamakla çok enerji ve zaman harcadım. Anne ve baba
sevgisinden yoksun olmam, kızıma aşırı sevgi veren, korumacı bir anne rolü üstlenmeme
sebep oldu. Benim gibi sevgisiz büyümesini istemediğim için, elimden gelen her şeyi yaptım
fakat gördüm ki, bu da bir başka yönden aşırılığa kaçmış. Dengeyi, ben de atalarım gibi
bulamamışım.
Gözlerimin açılması, 1999 Gölcük depremindeki dehşet dolu sahneleri yaşarken oldu. Orada
gönüllü çalışmam ve yaşamla ilgili gerçekleri gözlerimle görmek, uyuduğum uykudan beni
uyandıran bir şamar gibi geldi. O zaman, çocuğuma yardımcı olmak isterken, aslında onu
kendime bağımlı hale getirdiğimi çok net gördüm. Annem tüm sorumluluklarını benim
üzerime yüklemişti, ben ise çocuğuma ait tüm sorumlulukları, onsekiz yaşına geldiği halde,
almaya devam ediyordum. Bu gerçekleri görmem, beni hemen tedbirler almaya itti. Onun
ayakları üzerine basan bir genç olması için, kendisiyle baş başa bıraktım. Tüm hayatını
çocuğuna adamış bir annenin, böylece biricik kızını kendi başına bırakması, ailem-dostlarım
ve çevredeki diğer insanlar tarafından çok yadırgandı. Bencilliğim yüzünden kızımı
bıraktığımı düşündüler ve beni kendi bakış açılarına göre suçladılar. Kızım ise, bu ani
değişiklikten dolayı şaşkındı. Kendini sürekli suçlayan veya diğerlerini de suçlamayı küçük
yaşlarda öğrenmiş birisi olarak, yeni kararlarımın getirdiği suçluluk duygularını tahmin
edebilirsiniz. Bu duygularla boğuşmak zordu fakat kalbimde biliyordum ki, kızım ve kendim
için en iyisini yapıyordum. Kızıma ait yaşamın içinde kaybettiğim, kendi öz benliğimi tekrar
arayıp bulmak ve kızımın da kendi benliğini bulma yolunu açmak adına, bu kararları almanın
huzurunu hissediyordum.
Anneliğim beni büyütüp olgunlaştırdı ve özgürlüğüme doğru giden yolda çok yardımcı oldu.
Aslında çocuklarımız, anne ve babalarımız zorlu öğretmenlerimiz ve onlardan öğreneceğimiz
çok bilgiler var. Onlarla ilişkilerimiz hakkında durum değerlendirmesi yapmamız, bize hayata
dair yeni bir bakış açısı getirebilir.
-
Ben bu kitapla, sizlerin bilincinde, mutlu anne-mutlu çocuk-mutlu eş ve mutlu bireyler olma
konusunda yeni fikirler oluşturabilmeyi arzu ediyorum.
Yaratıcılığımızı sınırsız sevgi, şefkat, neşe, bolluk ve birlik yaymak adına kullanalım
istiyorum.
Sevgili anne ve babalar, çocuk yetiştirmek zorlu ve büyük bir sorumluluk olarak algılandığı
gibi, eğlenceli olarak ta algılanabilir. Yeni bir insan büyütmeyi, kendinizi tanımak için, çok iyi
bir fırsat olarak görebilirsiniz. Ben, bu fırsatı eğlenerek, öğrenerek ve içsel olarak büyüyerek
değerlendirmenizi isterim.
Anne ve babaların çok değerli çocukları, sizler de ebeveynlerinizin, ellerinden gelenin en
iyisini yaptıklarından emin olarak, geçmişin verdiği pişmanlık ve kırgınlıklara son
verebilirsiniz. Bu olumsuz duygulara sarılarak yaşamak ne size, ne de kırgın olduklarınıza
yapıcı bir ilişki kazandırır. Aksine, gittikçe kızgınlığınız nefrete dönüşür ve artık bu yoğun
duyguyu baskılamak zorlaşabilir. Tüm acı geçmişinizi geride bırakıp, geleceğinize umutla
bakabilirsiniz. Önce kendinizi, sonra da sevdiklerinizi affedebilirsiniz. Yaşamınızı tüm
güzelliklerle ve çoşkuyla doldurabilirsiniz. Tüm bunlar seçme hakkınızın içinde yer alıyor.
Umutsuzluğu, çaresizliği, öfkeyi veya hayal kırıklığını seçtiğiniz gibi, bundan böyle
hayatınıza sevgi ve şefkat penceresinden bakarak devam etmeyi seçebilirsiniz.
Siz aile kurmuş eşler, birbirinizi karşılık beklemeden sevebilir, kırılırım endişesi taşımadan,
kalbinizi sevmeye ve sevilmeye cesaretle açabilirsiniz. Geçmiş olumsuz duygularınızdan,
birbirinizi iyi anlayamamaktan veya sevmeyi bilememekten dolayı, kendinizi olduğu kadar
eşinizi de affedebilirsiniz. Bu da yeni seçimlerinizden birisi olabilir.
Zorlu geçmiş çocukluk anılarınızın, sizde yarattığı inançlardan kaynaklanan duyguları ve
böylece kendinizi anlamayı ve affetmeyi seçtiğinizde, artık kendinizi suçlu görmeyi
bırakacaksınız. Sizi, sürekli geçmiş seçimlerinize göre yönlendiren egonuz, önce şaşıracak ve
sizi zorlamaya devam edecek fakat zamanla yeni seçimleriniz ışığında, sizi daha sevgi dolu ve
olumlu düşüncelerle besleyecek. Kalbinizin fısıltılı sözlerini daha çok dinleyeceksiniz ve
kalbinizin huzuru zihninize yayılacak. Egonuz haklı olmak yerine, mutlu olmayı seçmenizi
önererek, kalbinizin de istediğini yapacak. Bedeniniz bu değişimi hissedecek ve size olumlu
tepkiler verecek. Zihniniz, kalbiniz ve ruhunuzun birlikte el ele, sizin mutluluğunuz, iç huzur
ve sevinciniz için çalıştığını farketmek güvende hissettirecek.
Kitabın bazı bölümlerinde, tekrarlar bulabilirsiniz. Bunun amacı, siz kitabı okurken telkinlerin
bilinçaltına ulaşmasını sağlamak. Yani, bilinçaltınıza size yararı olacağını düşündüğüm
telkinleri göndererek, yoldaşınız olarak, sizi desteklemeyi arzu ediyorum. Ayrıca, bazı
konuların üzerinde sık durarak, dikkatinizi daha çok çekmeyi ve böylece konunun önemini
daha çok hissetmenize yardımcı olmayı istedim.
İçten bir öpücük, sevgi dolu bir bakış ve mahçup dolu bir özrün,
size ne gibi hediyeleri getireceğini denemeye değmez mi?
-
Kendinizi, çocuğunuzu, birbirinizi ve diğerlerini, kısaca tüm yaşamı sevgiyle kucaklamaya
ne dersiniz?
Sevgi, coşku, huzur, neşe ve kahkaha dolu günlere…
Ümit Grace Samur
-
BİRİNCİ BÖLÜM
ANNELİK KAVRAMI
Toplum bilincine göre kalıplaştırılmış annelik ve babalık rolünü üstlenenler, gerçekten bunun
zevkini ve güzelliğini acaba yaşayabiliyorlar mı? Başkaları tarafından kurgulanarak tabular
haline getirilmiş bir rol, elbette zorunluluk olarak düşünülür. Hiç size dayatılan şeyleri
yapmaktan keyif aldınız mı? Toplum ve aile bilgileriyle oluşturulmuş bilinçle hareket eden
siz, varlığınızı kabul ettirebilmek için gereken şartlara uymak zorunda hissedersiniz. Bunu
gerçekten istiyor muyum? diye sormak aklınıza gelmez.
İşte şartlı anne ve babalık rolünde yaptığınız her şeyin, yüzde yüz doğru olduğuna o kadar
inandırılmışsınız ve bu da sizin köklü bir parçanız olmuştur ki, başka bir alternatif
düşünemezsiniz.
Ben de sizler gibi, çocuk gelişimi konularında çok kitap okudum fakat bilinçaltıma
çocukluğumdan itibaren doldurulan annelikle ilgili tüm eski kalıplaşmış bilgiler, uzun bir süre
beni yönetti. Ne zaman bu bilgiler hayatımı zorlaştırmaya devam etti ve ben zorluklar
karşısında şaşırıp çaresiz kaldım, o zaman bu kısıtlayıcı eski bilgilerin işime artık
yaramadığını anladım. Onların doğruluğunu araştırmaya ve değişiklikler yapmaya başladım.
Şartlandırılmış annelik kavramı içerisinde, durmadan vererek kendisini ve hayatını tümüyle
çocuğuna adayanlarımız var. Bir de, annelik sorumluluğunu almayan ve çocuklarına annelik
rolünü yükleyenleri de görmekteyiz. Bu iki rol de ayrı uçlarda ve dengeden uzaktalar.
Ben her ikisini de deneyimledim. Sürekli hastalıkla ilgi odağı haline gelmeye çalışan ve
kendisini acındıran bir anneye sahiptim.
Çocukluğum, evin en büyük ve tek kız çocuğu olarak, annemin sorumluluklarını alarak geçti.
Annemin ve babamın sevgisini kazanabilmek için, onları her şekilde mutlu etmek görevim
oldu. Bu durum çok uzun yıllar devam etti ve herkese annelik yapmaya çalıştım. Çocuk
aklımla, bundan başka bir yol olmadığını görmüştüm fakat büyüyüp kendim anne olduğumda
ve doğrusunu öğrendiğimde, artık bu zorunluluk değişmez hal almıştı çünkü benim parçam
olmuştu. Sadece annem ve babamı memnun etmek bir yana, herkesi memnun etmeye o kadar
kendimi kaptırmıştım ki, bu kendi çocuğumu yetiştirirken tüm hızıyla devam etti.
Amerika ve Türkiye gibi iki farklı ülkede gerçek anneliğin nasıl olduğunu sorgularken, acıma
ve merhamet duygularının birbirine karıştığını gördüm. Alma- verme dengesinin şartlanmış
annelik kavramı içinde bozulmuş olduğunu fark ettim.
Bizim ülkemizde de tüm dünyada olduğu gibi, annenin kutsal bir varlık olduğu biliniyor ve
kabul ediliyor. Bunun yanı sıra, çoğu annenin, kendi hayatından vaz geçmiş, başkaları için
yaşayan, kendi değerini bilmeyen insanlar olduğunu görüyoruz. Bu bir çelişki, değil mi? Tüm
-
varlığımızı adarcasına yerine getirdiğimiz annelik görevi, bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Bu
durum, ayaklarımız üzerinde durmaktan kaçmamıza ve birilerine, özellikle de çocuklarımıza
bağlı yaşamamıza sebep oluyor.
Toplumsal olduğu kadar dinsel faktörler den dolayı da, anne-baba ve diğer yaşlıları, kendi
hayatımızı ve kişisel sorumluluklarımızı hiçe sayarcasına ömrümüzün sonuna kadar taşıyoruz.
Elbette, annelerimiz çok kutsal ve diğer büyüklerimiz de saygıya değer varlıklar fakat burada
bunun ölçüsü kaçırılmadan ilişkilere denge hakim olmalı diye düşünüyorum.
İlahi güç, onunla uyumlu, dengeli, özgüveni yüksek ve kendi gücünden emin, sorumluluğunu
alabilen olgun kişiler olarak, hayatı deneyimlememize, destek olmak için bekliyor. Yeter ki,
bize yardımcı olması için, sevgiye şart koşan beynimizi susturarak Yaradan’a izin verelim.
Tüm dinlerde olduğu gibi bizim dinimizde de, sevginin öneminden bahsedilir. Kendisine kızan
ve kendisini hiç sevmeyen birisi, bir başkasını sevmeyi becerebilir mi sizce? Büyüklerini
zorunluluktan, onlar ölene kadar sırtında taşıyan gençler, bu işi severek mi yapıyor acaba?
Elbette, bunu sevgiyle yapanlar da vardır fakat çoğumuz bunu korkularımız veya
zorlanmaktan dolayı yapıyoruz.
Kuran’ı Kerim ve diğer kutsal kitaplarda, “kendinizi ve herkesi sevin. Sadece bana güvenin ve
inanın” demiş, İlahi güç. Durum böyleyken, niçin acaba bizim ülkemizde yaşlıların birçoğu
mutsuz, kendilerini sevmeyen, çocuklarını ve onlara ait yaşamları kontrol etmeyi seven, elli
yaşından sonra her şeyden elini çekmiş, ben yaşlıyım mazereti altına yatan bağımlı insanlar?
Acaba, burada değiştirmemiz gereken bir şey yok mu? Bize böyle öğretildi diye, yürümeyen
bir sistemi daha ne kadar sürdüreceğiz?
Kendi annemle yaşadıklarımdan bildiğim gibi, bizim nesil, annelerine bakmakla yükümlü
olduklarını ve ne pahasına olursa olsun bunu sürdürmeye devam edenler. Bu bilinçle
kurduğumuz ilişkilerde çok acılar çekiyoruz. Aslında, yardımcı olduğumuz annelerimiz için de
durum aynı çünkü yararsız olduklarını görüyor ve kendilerini sevmemeye başlıyorlar. Mutsuz
ve bağımlı yaşlılar olarak yaşamlarını sürdürüp, sonra da acı içinde bizleri terkediyorlar.
Yararlı olduğunu deneyimlemek ve bir şeyler yapmanın mutluluğuna ermek, bizi yaşama
bağlıyor. O halde bırakalım, yaşlı artık bir şey yapamaz diye düşündüğümüz annelerimiz veya
babalarımız, sizsiz de bir şeyler yapmaya zorlansınlar ki, yaşama bağlansınlar ve özgür
olabilsinler. Niçin emekliye ayrılan insanlar ağır depresyonlara giriyor? Kendilerini bir iş
yapmadan eve kapatanlar bunalıma çok kolay girmiyor mu? Yardımın dengesini bilelim ve
acımanın altındaki egonun oyununu görelim, doğmamızda ve büyümemizde çok emekleri olan
büyüklerimizi, yaşamı dolu dolu yaşamaya itelim. Başka türlü yaşam planımızdaki
deneyimleri nasıl, yerine getirebiliriz?
Şimdi, çocuklarımızla anne olarak ilişkimizden bahsetmeyi istiyorum.
Yetmişli yıllardan sonra anne olanlar, farklı bir yol izlemeye karar verdiler çünkü
ebeveynlerinin yanlışlarının, hayatlarını olumsuz yönde etkilediğini deneyimlediler.
-
Birçoğunuz gibi, sürekli vermenin ve başkalarını memnun etmenin mutluluk yolu olduğunu
öğrendim. Önce başkaları, sonra kendim gelmeliydi. Onaylanmak, kabul görmek ve sevilmek
için sürekli vermek gerektiğini zannettim. Kendimin değil, başkalarının daha değerli olduğu
inancı oluştu ve kök saldı içimde. Kendini düşünmek bencillikti ve ben iyi insan olabilmek
için, denileni harfiyen yerine getirdim. Bu öğretiler ışığı altında, elbetteki kendi çocuğumu da
vermeye dayalı büyütecektim. Annemle ilişkimdeki fark, o hep almayı deneyimledi, bense
vermeyi. Yeni nesil, bizden daha farklı yetiştiriliyor. Onlar aşırı vermenin doğru olduğunu
düşünen anneler tarafından yetiştiriliyorlar fakat vermenin dengesi bozulmuş durumda.
Etrafınıza bir bakın, onca emekle yetiştirdiğimiz çocuklarımızın çoğunun, kendi hayatlarını
kurmakta hiç acele etmediklerini, maddi imkânlarımızın hepsini kullandıklarını ve sorumluluk
almaktan kaçtıklarını görürsünüz. Bizim nesil, birisine yük olmaktan çekinirdi. Çocuklarımız
ise, o kadar rahat ve arkalarında olduğumuzdan o kadar eminler ki, niçin çaba sarfetsinler?
Nasılsa, anne ve babaları her istediklerini yerine getirir ve sıkıştıklarında, iki eli kanda olsa
yetişir. Şimdi düşünüyorum da acaba bizi ezdiğini düşündüğümüz, anne ve babalarımız doğru
mu yapmışlar? Sorumlulukları alma konusunda bizi ittikleri iyi olmuş fakat onlar da zaman
zaman kendi sorumluluklarını bize aşırı yüklemekle dengeyi yine bozmuşlar. Şımarırız diye
bize sevgi göstermezken, sevgiyi öğrenemeden büyümüşüz. Bizler de, sevgisiz büyüdük
diyerek, çocuklarımızı sevgimizle boğmuşuz, farkında olmadan.
Vermeye odaklanmışız bir kere ve bunun mutluluk olduğuna inanmışız, özellikle vereceğimiz
kişiler çocuklarımız olursa, iş daha da ciddi diye düşünmüşüz.
Bunu, ben kendi kızımla bizzat yaşadım. Kucağıma verdikleri ilk andan, onsekiz yaşına kadar
kendimi ve hayatımı ona adadım. Deliler gibi evde hayati ihtiyaçlarını gidermeye ve dışarda
çalışarak, onun en iyi şartlarda yetişmesi için elimden gelenin en iyisini yapmaya uğraştım.
Çalıştığım iş yerlerini bile, onun geleceğini planlamak amacıyla değiştirdim. Kızımın iyi bir
eğitim alması için, en zor şartlarda çalıştım. Kendi emekliliğimi düşünmeden, çocuğumun
geleceğini garantilemekle meşgul oldum. Aklım, bedenim ve ruhum kızımı çok mutlu ve rahat
ettirmeye o kadar odaklanmıştı ki, kendi ihtiyaçlarım hiç aklıma gelmedi. Bütün dünyam
kızımdı ve dünyanın onun etrafında dönmesini sağlamak, en önemli sorumluluğumdu.
Yorgunluğumu bedenim bana sık sık hatırlatıyordu fakat ben neredeyse dizlerimin üzerinde
sürünerek ve hatta kimseden, en ufak bir yardım talebinde bulunmaksızın, her şeyi tek başıma
götürüyordum. Ben her şeyi yaparım, diyerek ne kadar çok güçlü olduğumu ispat etmeye
çalışmışım. Egomun oyununu oynamışım inatla. İnsan bedenine sahip olduğumu göz ardı
etmişim ve fizik bedenimin sınırlarını ve dengesini, diğerlerini, mutlu etme çabası içinde
bozmuşum. Ne kadar da güç gösterisi yapmışım farkında olmadan. Bedenimin ikazları bile
beni durduramamış. Tek bildiğim şey ne ise, körü körüne bunu yapmaya devam etmişim, hiç
doğruluğunu araştırıp soruşturmadan. Herkesin yükünü almaktan sırtımı iyice
kamburlaştırmışım.
-
Kızım, içinde bulunduğum durumu, genç ve tecrübeleri sınırlı olduğu için anlayamıyor ve
sürekli alıyordu. Ben veriyor, o da alıyor ve bunun da doğal olduğunu düşünüyordu.
Ne yapsın, ben ona sadece almayı öğretmiştim. Kızımın şimdi bana söylediği gibi, onu sadece
almaya programlamıştım.
Verdiklerimin karşılığını fazlasıyla alacağımın beklentisine girdim. Kızım üniversite öğrencisi
oldu ve yine peşinden onu okutmak üzere, Antalya’dan İstanbul’a taşındım. Onun yanında
olursam, yardımcı olacağımı ve derslerinde başarısının artacağını düşünmüştüm. O arada
eşimden boşandığım için, maddi ve manevi herşeyi tek başıma yüklenmem gerekiyordu.
İçinde, benim olmadığım bir yaşam sürdürmekteydim. Bu durum 1999 depremine kadar böyle
devam etti. Dehşet verici bir deprem oldu ve ben hayatımda ilk kez bunu deneyimliyordum.
Herkes artçı depremlerden dolayı dışarda yatarken, ben yanlız bir kadın olduğum için,
korkuyla evde uykusuz geceler geçiriyordum. Kızım yanımda olsa, birlikte dışarıda kalabiliriz,
diye düşünüp onu yanıma istedim fakat tatilde babasının yanında kalan kızım gelemedi.
O ana kadar oluşturduğum, tüm bilincim alt üst olmuş ve içimde korkunç bir isyan çıkmıştı.
Ağlamayı durduramıyordum. Böylesine mutsuz olmanın ve ağlamanın hiç bir şeyi
çözmediğini anlayınca, yararlı bir iş yapmak için gönüllü çalışmaya karar verdim.
Deprem bölgelerinden birisi olan Gölcük’te çalışırken gördüğüm dehşet dolu sahneler,
beynime birer kurşun gibi saplandı ve bana 45 saniye gibi kısa bir zaman diliminde insanın
yaşamını, ailesini, sevdiklerini, arkadaşlarını, evini ve hatta fotoğraflarını bile
kaybedebileceğini gösterdi. Televizyondan daha önce olanları seyretmiştim fakat kendi
gözümle görmek farklıydı, canlı ve çok etkileyiciydi. Daha önce yaşamın bu kadar değerli
olduğunu hiç hissedememiştim. Kırk üç yaşındaydım ve kendim için hiç bir şey yapmadığımı
fark ettiğimde\ çok telaşlandım.
Deprem sonrası, daha önce aslında gördüğüm fakat üzerini sürekli örttüğüm tüm gerçekleri
gözden geçirmeye başladım. Bu kadar kendimi ve hayatımı diğerlerine, en çok ta kızıma
adamış olmanın büyük bir kayıp olduğunu dehşetle fark ettim. “Hala neyi bekliyorum?” diye
kendime sordum.
Tüm benliğimi ve hayatımı başkalarına vermiştim ve bunun doğal olduğu sürekli bana
söylenmişti, çocukken. Diğerlerine hizmetçilikle uğraşırken, “Ben kimdim, neydim, niçin
dünyadaydım, nerden geliyor ve nereye gidiyordum?” sorularına daha önce hiç
dokunamamıştım fakat depremde edindiğim deneyimler beni bu soruları kendime dürüstçe
sormaya itti. Yaşamın sadece kızım, anneliğim ve diğerlerini mutlu etmekten ibaret olmadığını
açıkça gördüm.
Enerjimi, zamanımı, aklımı ve tüm benliğimi önce başkaları, sonra da kızım için harcamıştım.
Bir şeyleri yanlış yapıyordum fakat gerçekte neler olduğunu kabul etmekte zorlanıyordum.
Yüzüme atılan şamarlar beni öyle uyandırıp kendime getirdi ki, artık kaçacak ve mazeret
bulacak halim kalmadı. Olana teslim olmaktan başka şansım yoktu. “Evet anladım,
-
Allah’ım” dedim. “Sen beni herkes kadar eşssiz yarattın ama ben kendime ne yaptım? Senin
özenle yarattığın bu bedeni, zihni ve ruhu acımasızca ve çok hor şekilde kullandım. Bu kadar
mı çok, nefret ediyorum kendimden?” diye sorgulamaya başladım. Benim kadar hayatının
kontrolünü başkalarına bırakan bir kadının, mutlu olabilmesi mümkün müydü? Kendimi yavaş
yavaş öldürmeye mi, çalışmaktayım? Sorular, sorular, sorular... Beynim sorularla ve
cevaplarla dolmaya ve beni ilk kez hayatımda, kendim için bir şeyler yapmaya zorlamaya
başladı.
Artık dönüşüm yoktu. Daha önce düşündüğüm gibi kızımı bekleyerek yaşamı ertelersem, bir
daha asla yakalayamayacaktım. Kızımın üniversite, master, iş hayatı, evliliği ve sonra da
çocuğunun olmasını beklersem, sürekli hayatımı istediğim gibi yaşamayı erteleyecektim.
Sonunda tamamen pes edip, bedeni yıpranmış ve kendisine bakamayan bağımlı bir yaşlı
olacaktım. Dünyadan göç edeceğim günleri sayarak yaşama devam edecektim. Kendime,
“istediğin böyle bir yaşam mı?” diye sordum. Artık içimde isyan bayrağını açmış ruhum, daha
fazla beklemeye sabredemiyordu. Beynim her zaman ki gibi, bana “Her şeyi nasıl
değiştirirsin?” “Biricik kızının sana çok ihtiyacı var” dese de kalbim artık hiç bir mazereti
dinlemiyordu. Kalbimin yaraları artık çok derinleşmişti ve bana sürekli “beni artık gör” diye
yalvarıyordu.
O yaşa kadar kendi hayatımı doyasıya yaşamadan da dünyadan ayrılmak istemediğime göre,
değişiklikler yapsam iyi olacaktı. Kızıma olan bağımlılığım o kadar güçlüydü ki, gel gitlerle
şüpheler kıskaca alıyordu beni. Bunlara rağmen, hızla radikal kararlar aldım. Çocukluğumdan
beri, bu kadar sıkıntılı bir yaşamın içinde umut olarak tutunduğum ve bana her şeye rağmen
ayakta kalmayı sağlayan, hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim. Hayal ülkem olan,
Amerika’ya gidip ruhumu iyileştirmeye ve yolumu bulmaya karar verdim. Önce bilgisayar
kullanmayı öğrendim, yurt dışından arkadaşlar edindim, kızım için iyi bir öğrenci yurdu
buldum, eşyalarımı bir depoya koydum ve turist vizemi alıp Amerika’ya doğru yola çıktım.
Bu yol asıl kendi gelişim yolum olacaktı ve ben bunu çok derinden hissediyordum.
O ana kadar kendi varlığımın üstünde yer almış kızımı, geride bırakarak ondan millerce uzak
bir yere gitmek bana çok acı veriyordu. Bu ayrılış, her ikimiz için gerekliydi. Kendi hayatımı
mahvederken, onu da kendime bağımlı hale getiriyordum. Nasılsa yaşlanınca, kızım benimle
ilgilenir beklentisine sahiptim. Ne kadar çok verirsem, o kadar çok geri alırım inancı vardı
bilincimde, tıpkı atalarımın dedikleri gibi. Artık bu alışkanlık ve yaşam biçimim olduğu için,
kendimi durduramıyordum.
Değişmeyi istiyordum fakat nereden ve nasıl başlayacağımı kestiremiyordum. Tek bildiğim,
bana umut ve güç veren hayalimi gerçekleştirmek istiyor olmamdı. Belki hayalimi
gerçekleştirmek, asıl benliğimi bulmama ve kızıma özgür bir anne olmamı sağlayacak bir yol
olacaktı. Gerçeklerden ve kendimden artık kaçamazdım. Elbette kızım, bu ani değişikliklerden
şok olmuştu ve gideceğime bile inanamadı. Şimdi, bu gücü nasıl bulabildim, diye kendime
-
soruyorum. En dipteydim ve artık daha fazla aşağıya ineceğim yer kalmamıştı. Tek yol yukarı
çıkmaktı ve ben de bunu yapmıştım. Çevremdeki insanlara göre, yaptıklarım büyük bir risk
olarak görünse de, ben her şeyi göze aldım çünkü bu sefer kendim için bir şey yapacaktım.
Gittiğim yerde mutlu olamazsam, nasılsa geri döner gelirim diye, kendimi avuttum.
Gidiş o gidiş oldu ve ben Amerika’da 7 yıl kaldım. Şu an kızım, kendi ayakları üzerinde
durabilen başarılı bir mimar ve mutlu bir genç. Muhtemelen, annesi uzakta olan bir genç kız
olarak zorluklar çekti fakat bu olay onu büyüttü ve çok geliştirdi. Arkasında beni gölge gibi
bulamadığında, kendi gücüne sarıldı ve yaşama daha sıkı bağlandı.
Çevresinde sevilen ve saygı duyulan birisi oldu. Kızımla gurur duyuyorum. Uzaktan onun
gelişimini izliyorum ve büyümesinde ayak bağı olmamaya çalışıyorum. Ben derinden
biliyorum ki, Yaradanımız da, bizi tek başımıza öz irademizle baş başa bırakıyor ve
büyümemiz için zemin hazırlıyor. Ben de bunu kızım için yapıyorum.
Kızımın farkında olmadan, beklentilerime cevap vermemesi aslında bana çok yardımcı oldu.
Daha önce size bahsettiğim gibi, biz anneler ve babalar çocuklarımızla büyüyor ve
olgunlaşıyoruz. Bana bağımlı ve düşkün bir çocuk olsaydı, onu bırakabilmeyi göze
alamayabilirdim. Kızımı geride bırakmak, çocukken suçlamayı ve suçlanmayı öğrenmiş bana,
önceleri aşırı bir suçluluk duygusu yükledi. Bilincim geliştikçe, bu duyguyla baş etmeyi
öğrendim. Kızımla aramızda yeniden gerçek ve derin sevgi bağının tohumları atıldı.
Şimdi aramızda beklentiden uzak, karşılıksız sevgiye dayalı, öz saygı içeren bir ilişki var.
Artık bir çokları gibi, bana bağımlı bir çocuğa sahip değilim. Bu ruhuma huzur katıyor.
Annelere bağımlı yaşamları gördükçe, onların cesaretle kendileriyle yüzleşmelerini diliyorum.
Atalarımdan gelen bu programı bozmakla topluma yararlı ve kendinden emin, geleceğin
annesi yaratılmasında ön ayak olmaktan dolayı içim rahat.
Değerli okuyucular, benim deneyimlerim, umarım yıllardır bize anlatılan, öğretilen ve
üstlendiğimiz anne ve babalığın gerçekle ilgisi olup olmadığını sorgulamanız için adım attırır.
Böylesine vermeye dayalı bir anneliğin tadına varabiliyor muyuz? Herkesin sorumluluğunu
alarak, diğerlerini mutlu etmeye kendini adamış ve sadece vermeye odaklanmış bir annenin,
bebeğini doya doya sevmesi ve gelişimini heyecanla an ve an gözlemesi için, sizce ne kadar
enerjisi, zamanı ve çoşkusu kalır? Şartlanmayla ve beklentilerle yoğrulmuş anneler, eşlerine
ayak uyduran babalar çocuk yetiştirmenin güzelliğine varabilirler mi? Atalarımızın
bilgilerinin, içinde bulunduğumuz çağa uyanlarını seçerek ve kendi deneyimlerimizden
edindiğimiz bilgileri de katarak yeni yollar keşfetmek daha faydalı ve çağdaş olmaz mı?
Anlamlı ve dengeli vererek duygularımızın, düşüncelerimizin ve hayallerimizin farkına
varmak için zamanımız kalabilir.
Diğerlerine ve çocuklarına yaşamlarını adamanın, annelik-babalık veya insanlık görevleri
olduğunun bilinciyle hareket edenler, buna göre seçimler yapacaklar. Çocukları büyüyüp
kendi yaşamlarını kurmak üzere evden ayrılma aşamasında veya verdikleri kişiler, onları içine
-
almayan seçimler yaptıklarında hayal kırıklıkları ve pişmanlıklar başlayacak. O güne kadar
sarfettikleri o kadar emek ve özveri onları daha önce rahatsız etmemiş bile olsa, beklentileri
yerine gelmediğinde içleri burkulacak. Herkesin ve çocuklarının da kendileri gibi, dünyaya
hayatı deneyimlemek üzere geldiği, gerçeğinden sürekli kaçacaklar. Kendileri için hiçbir şey
yapmamanın ve ne yapacaklarını bilmemenin korkusuyla, onlara daha fazla asılmaya ve
tutunmaya başlayacaklar.
Çocukları ise aşırı sevgiden ve korunmaktan bunalmış halde, özgür kalma isteğini
ebeveynlerine anlatmaya çalışacaklar. Ebeveynler ise, yalnız kalma korkusuyla çocuklarını
dinlemeyip gerçeklere direnecekler. Aralarındaki gerçek sevgiden çok, kontrole yönelik ilişki
onları yönetecek. Birbirlerinden incinecekler, hayal kırıklıkları başlayacak ve zorla yürütülen
bir ilişkiye dönüşecek. Kurulduğu ilk andan beri, yanlış beklentilerle sağlam zemine
oturmamış ilişkiler zedelenecek. Taraflar birbirlerinden hoşnut olmayacak fakat zorunluluklar,
beklentiler ve suçluluk hisleriyle dolu bir yaşam kurulmuş olacak. Sonunda, böyle
bağımlılıklarla yoğrulmuş bu yaşamı sürdürmek yoracak. Asıl odaklanılması gereken, kişisel
sorumlulukları neler ve neler yapılması gerek, konularına dokunulmayacak ve kişiler kendi
hayatlarına odaklanamayacaklar. Kendi hayallerini gerçekleştiremeden yaşamları son bulacak.
Anneler kendilerinden çok çocuklarının ve onların ailelerinin yaşamlarına odaklanıyorlar ve
yaşlandıklarında onlara bağımlı hale geliyorlar. Çocuklar ise, annelerinin yaptıkları bu
zahmetli emeği boşa çıkarmamak adına ve karşılığını vermek üzere, annelerini ölünceye kadar
sırtlarında taşıyorlar.
Annenin bir bebeğe can vermesi ve onu belli yaşa kadar büyütmesi, elbette hiç bir şeyle
ölçülemeyecek kadar, değerli bir sorumluluk fakat bu bebeği dünyayı getirmeden önce
kabullenilmiş, karşılıksız ve şartsız bir sevgiyi verme yolu.
Annelerin, “az da olsa bir şey beklemek hakkımız” dediklerini duyar gibiyim. Evet, bu kadar
özveriyi ve koşulsuz sevgi gerektiren bir görevi yerine getiren bir annenin, eli saygıyla
öpülmeli ve onun değeri çok iyi bilinmeli fakat “ilerde çocuğum nasılsa bana bakar” ümidiyle
karşılık beklemek ve bunun uğruna kendi yaşamından vazgeçmek, ne kadar doğru geliyor
size?
Ölüm döşeğinde bir annenin veya babanın, tüm hayatını gözden geçirirken, kendisi için
yapamadıkları için artık çok geç olduğu gerçeğini, sizlere hatırlatmak istiyorum.
Geleneksel anne-baba-çocuk veya diğer insan ilişkileri, birbirini ve hayatlarını kontrol etmeye
yönelik, kurgulanmış bir mekanizma ve bizim ülkemizde bu, harika işliyor. Bunu anlamak
istiyorsanız, bakın ülkemizde ne kadar çok çocuklarına bağımlı anneler ve babalar var ve bir o
kadar da genç. Annelerini, eşlerini, kızkardeşlerini zavallı, güçsüz ve kendileri olmadan
ayakları üzerinde duramayacaklarını düşünen babalar, erkek kardeşler ve eşler var ve bu
gittikçe çoğalmakta.
-
Sevgili okurlar, bu bölümde sizlere atalarımızdan beri devam etmekte olan ve bizleri tutsak
haline getirmiş, annelik-babalık-evlatlık-insanlık kavramlarının, nasıl sonuçlar verdiğini kendi
deneyimlerim doğrultusunda anlatmaya çalıştım.
Şimdi, gerçek sevgiye dayalı annelik hakkında bilgilerle bu bölümü kapatmak istiyorum.
Anne sevgisi, karşılıksız olmalı diye çok sık duyuyoruz fakat bunun anlamını gerçekten
biliyor muyuz? Aslında, tüm ilişkilerdeki sevgi, beklenti ve şart koşmadan, karşımızdakini
değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabul etmek. Tıpkı, Yaradan ile aramızdaki sevgi bağı
gibi. İlahi güç ile olan sevgi bağımız, bana göre, korku ve zorunluluk olmadan, bir çocuğun
annesiyle olan saf sevgiye dayalı ilişkisine, çok benzer. Aslında tüm ilişkiler, bu doğa içinde
oluşturulsa, kimse acı çekmez fakat biz dünyaya gerçeği arayıp bulmaya geldik. Sevgi kaynağı
olan özümüzü keşfetme yolculuğuna çıktık.
Bu yolculukta elbette, önümüze daha önceden tahmin edemeyeceğimiz engeller çıkabilir fakat
kendimize olan inancımızla tüm engellerin altından kalkabiliriz. Her engel büyümemiz ve
ruhumuzu özgürleştirmek için, konmuş birer fırsat. Bunlardan yararlanmayı öğrenmeye ne
dersiniz?
O zaman, sevgi nedir ve gerçek sevgi nasıl olmalı?, araştırmaya başlayalım. Yaşadığım
tecrübelerin ışığında gördüm ki, Allah sevgisi-anne sevgisi-çocuk sevgisi-insan sevgisi,
kısaca sevgi yolu bir.
Sevgi sınırsız, şartsız, koşulsuz, hiç bir kimliğe sığdıralamayan, ne gözle görünen, ne beyinle
algılanabilinen fakat yürekte yoğun hissedilen, kendimizi mutlu ve huzurlu hissettiren,
çoşkuyla sular gibi akan ve sizden diğerlerine de taşan ve paylaşıldığında çoğalan bir duygu
yumağı. Bu kadar eşsiz duygu yumağına ulaşabilmek anlık ta olabilir, bu bir yaşam şekli de
olabilir. Eminim, bu sevgi yumağına hemen hemen hepiniz, bir an bile olsa ulaştınız. Asıl
amaç, hergün bu sevgiyi yaşamayı ve getirdiği doyumu hissetmeyi hedeflemek olmalı, diye
düşünüyorum.
İster bilinçli, ister bilinçsiz olarak anne olmayı seçin, içinizde büyüyen bir varlığın, sizin tüm
düşünce ve duygularınızdan etkilenebileceğini unutmayın. Bebeğini seven bir anne, ellerini
karnına koyup, onunla konuşarak bebeğine sevgisini hissettirebilir. Sadece fizik beden
olmadığımızı ve gönderdiğimiz düşüncelerin, enerji olarak ışık hızında her yere
ulaşabileceğini biliyoruz. Ana rahmindeki bebek annesinin duygularını hissedebiliyor. Bebek,
bilinçli bir şekilde annesine olanları anlamasada, annede oluşan mutluluk, üzüntü, neşe yaratan
hormonlar bebeği etkiliyor.
Doğacak çocuğun nasıl gelişeceği, fizik yapısı, mizacı, hangi hastalıkların tehditi altında
olacağı, stres ve kriz durumunda nasıl tepki vereceği, müzik duyduğunda, nasıl bir ruh hali
içinde olacağı gibi, daha birçok sorunun cevabını artık bilimsel olarak almaktayız. Bize çok
şaşırtıcı gelse de, bu gibi soruların cevapları sadece genler veya yaşam deneyimleriyle değil,
anne karnındaki yaşam koşulları tarafından da belirleniyor.
-
Araştırmacılar, ilk evimiz olan anne karnının, hayatımızı etkilediği yönünde yeni ve şaşırtıcı
bilgilere ulaştı. Mesela, Almanya ‘nın Jena Universite Hastanesinden nörolog Mattihias
Schwab, “ Hamilelikte fazlasıyla uzun ve yoğun gerginlik yaşanırsa, çocuk olumsuz
etkilenebiliyor. Bu durumda, fetüsün bedenine göbek bağı üzerinden yüksek miktarda kortizol
denen stres hormonu katılıyor. Fetüs yüksek kortizol seviyesine alışıyor ve hayatı boyunca
daha fazla stres hormonu üretmeye programlanıyor. Bu çocuklar büyüdüklerinde, her zaman
tetikte yaşıyorlar”diyor.
Anladığınız gibi cenin, annenin ruhsal durumunun yarattığı hormonal değişiklikten ve ilk
aldığı bilinçaltı kayıtlarından etkileniyor. Anne rahminden itibaren çocukların annelerinden
etkilenmeye devam edeceğini hatırımızdan çıkarmayalım. Sevgi, güven ve şefkatten uzak bir
bebeğin, ruhsal durumunun yaşamının her evresinde onu etkileyeceğini unutmayalım.
Doğduktan sonra bebeğinizle, onun sadece hayati ihtiyaçlarını karşılamaktan oluşan annelik,
çocuğunuzun sevgiden uzak kalmasına neden olur. Çalışmak zorunda değilseniz, çocuğunuzun
büyümekte olduğu tüm gelişimlerini ve her anını gözlemleyebilme zevkine varmanızı
öneririm. Bunu yapamasanız dahi, onunla ihtiyaçları dışında kaliteli zaman geçirmeniz, her
ikinizi de çok iyi hissettirecek. Onu izlerken, çocuğunuzun öğrenmeye olan merakı, heyecanı,
sevinci ve anı yaşamaktan aldığı hazzı kaçırmayın. Bir yetişkin olarak, unuttuğunuz çocukluk
günlerinize dönebilir ve kendinizin de aynı çocuğunuz gibi, o yaşlarda yaşama coşkuyla kucak
açmış olduğunu hatırlayabilirsiniz. Çocuğunuz tekrar size, hayatı bir çocuk merakı ve
heyecanı ile yaşamayı öğretebilir.
Yetişkin bilincinizle, çocukluğunuzu onunla birlikte yaşamak daha da keyifli gelebilir. Biz
yetişkinler de, çocuklarımız kadar ne geçmişte ne de gelecekte yaşamaktan çok, anda
kalabilsek mutluluğu yakalamamız zor olmaz.
Çocuklarımız büyüdükçe ve okul çağına geldikçe sorumluluklarımız çoğalıyor. Okula ilk
başladıkları andan itibaren çocuklarımızın eğitimleri, biz ebeveylerin en büyük kaygısı olmaya
başlıyor. Bizlerden daha iyi yetişsinler ve bizden daha iyi işleri olsun istiyoruz fakat bu arada
kendimizi kaybediyoruz.
Kendi yapamadıklarınızı çocuklarınız üzerinde uygulayarak mutlu olmayı hedefliyorsanız, bu
her iki taraf için sahte bir mutluluk olacaktır. Eğer evinize giren paradan fazlasını
harcıyorsanız, bu durum hem size hem de yetişmekte olan çocuğunuza zarar vermeye
başlayacaktır. Evinizde maddi sıkıntılar yüzünden eşinizle sürtüşmeler olacak, evdeki
huzursuzluk çocuğunuzu olumsuz yönde etkileyecektir. Aslında maddi verdiklerinizden çok,
manevi yönde çocuğunuza verdikleriniz, onları hayata iyi hazırlıyor ve büyütüyor. Bazı
annelerin, yetişkin çocuklarının bir torba dahi taşımasına izin vermemesi ve kendilerinin
herşeyi yüklenmesi beni hayretler içinde bırakıyor. Demek ki hala, bebeğimiz gibi
gördüğümüz, evli ve çocuk sahibi babalar ve annelerimiz var, bizim kültürde.
-
Yatırımları akıllıca yapmak, herkese yarar sağlayacaktır. Elbette, çocuğunuzun iyi yetişmesi
için imkânlarınızı kullanacaksınız fakat bunun bir dengesi ve sınırı olmalı. Çocuğunuz nerede
duracağını, küçük yaşlardan itibaren öğrenmeli yoksa hep isteyen ve almaya odaklı bir genç
olma yoluna girebilir.
İlköğretim, lise ve üniversite eğitimi derken, yıllarca çok çalışarak ve kendinizden ödün
vererek biriktirdikleriniz ve geleceğiniz için hazırladığınız tüm paralar uçup gidecek ve sonra
borçlarla kala kalacaksınız.
Bizim ülkede çalışıp tahsiline devam etmek pek yaygın değil çünkü bizler çocuklarımıza hiç
kıyamıyoruz fakat sonra çocuklarımız hayata atılmakta zorlanıyorlar.
Ben Amerika`da yaşarken, bizden daha değişik neler yaptıklarını gözlemledim. Avrupa`da
öğrenci değişimi yaptığımda, aynı Amerika`daki sistem gibi, ailelerin çocuklarını onlara
ihtiyaç duydukları sürece, yani 18 yaşına kadar desteklediklerini ve sonra hayata ittiklerini
gözlemledim. 16 yaşına gelen genç, çalışırken okula da devam ediyor. Her çocuk biliyor ki, 18
yaşından sonra, anne ve babaları arkalarında olmayacak. Bu yüzden kendilerini hayata
hazırlarken, sorumluluklarını alma gereğini duyuyorlar. Orada hiç kimseden yardım yok,
herkes kendi başına hayatını kazanmak zorunda. Bu yüzden, insanların sorumluluklarını
taşımama gibi bir lüksleri yok.
Bir başkasına bir şey yaptırma veya sorumluluğunu başkasına atma gibi bir bilinç olmadığı
için, kimse böyle bir beklentiye girmiyor.
Bizim ülkemizdeki sevgi bağları orada yok ve bunu özlüyorsunuz. Ailelerin çoğu prensipli
olayım derken, sevgiden uzaklaşmışlar. Buna rağmen, çocuklarına sorumluluk aldırma
konusunda başarılı olduklarını söylemeliyim.
Denge, çocuklarla ilişkimizde olduğu kadar, hayatımızın her evresinde çok gerekli. Vermenin
sınırı ve ölçüsü kaçmaz ise, bir problem yok. Amerika’ da ki toplum da arayış içinde çünkü
dokunmanın yasak olduğu kanunlar bile yapmışlar. Biz ise, sevgi diyerek yapış yapış olmuşuz.
“`Sevgi” adı altında birbirimizin hayatını kontrol altına almışız.
Rahmetli dedem, bana çocukken sürekli derdi ki “kızım ağaca yaslanma kurur, insana
yaslanma ölür”. Dedemin ilişki bağımlılığı konusunda, beni uyarmak istediğini şimdi
anlıyorum. Birbirine dayalı yaşayan, yardımlaşmanın sınırını kaybetmiş ve iç dengesi bozuk,
değerlerini gittikçe yitirmekte olan insanlardan oluşmuş toplum, ne kadar ilerleme
kaydedebilir ve ilerlemiş ülkeler arasında yerlerini alabilir? Bunu yapmak, birbirine bağlı
zincirlerden en büyük halkayı teşkil eden annelerin bilinçlenerek, çocuk yetiştirmelerine bağlı.
Annelik kutsal olduğu kadar, geleceğimizi etkileyecek kadar da önemli.
Geleceğin anne ve babaları ellerimizde şekilleniyor. Eşlerimizin bizlere saygı duymaması ve
bizleri ezmesinden çok yakınıyorsak, önce kendi içsel dağarcığımızda erkeklerle veya
kadınlarla ilgili kalıplaşmış inançlarımızı keşfedelim ve bunların yarattığı hangi duygulara
sahip olduğumuzu bulalım!
-
Kadınlar duygularla yoğrulmuş ve sezgilere açık varlıklar olarak eşsiz bir sisteme sahip.
Kadınlar ve erkekler yüzyıllardır süregelen sınırlayıcı kurgulanmış bir programın içinde dönüp
duruyor. Doğuştan onlara verilmiş roller içinde çırpınıp duruyorlar. Aslında erkekler,
kadınların artık güçlü ve ayakları yere basan varlıklar olmasını istiyor. Kadınlarımızn da
yürekleri özgürlük ateşiyle yanıyor.
Özgürlüğünüz için emek sarfetmeli ve ele geçirmelisiniz. O zaman, kendinize duyduğunuz
saygı ve sevgi de artar. Kendinizle barışık ve huzurlu oluşunuzdan etrafınızdakiler, en çokta
çocuğunuz etkilenir. Çocuğunuza iyi bir model olursunuz. Çocuğunuz da, çocuğunu kendisini
seven, saygı duyan, özgüveni yüksek ve yaşamı bilinçli olarak deneyimlemek isteyen, bir
birey olarak yetiştirecektir. Zincirin ilk halkası sizsiniz ve bu halkayı sağlamlaştırmak size
bağlı. Çoğumuz, ayakları yere sağlam basan, kendi gücüne güvenen, kimseye bağımlı
yaşamayı seçmeyen ve çocuğunun kendi benliğini geliştirmesinde yolunu açabilecek kadar
yürekli ve beklentisiz bir anne olmayı düşlüyor.
Yalnız kalma korkumuzun, bir ilüzyon olduğunu anladığımızda, korku kaybolur ve yerini
sevgi alır. Hayal ettiğimiz anne modeline ulaşmamız, düşündüğümüz kadar imkânsız değil.
Korkularımızla yüzleşerek, öz saygı ve sevgimizi artırarak, iç huzur ve sevincimizi çoğaltarak
bu hayali gerçekleştirebiliriz.
Kısaca anneliğin, Tanrısallığın küçük bir modeli olduğunu unutmayalım ve çocuklarımıza,
ruhunu özgürleştirme çabası içinde olan, insan modeli çizelim ki, çocuklarımız da kendi
yollarını bulabilsinler. Onları yaşama hazırlarken hayatı deneyimlemelerine izin verelim.
Bırakalım gerekirse düşsünler ve kalkmayı öğrensinler. Onları yaptıkları yaşam seçimlerinde
sıkıntı çekerken gördüğümüzde, sonuçlarına katlanmalarına izin verelim ki, öğrenip
güçlensinler. İçlerinde keşfedilmeyi bekleyen sınırsız güç ve potansiyelin saklı olduğunu
unutmayalım.
Yetişkinler de kendi deneyimlerine devam ederek, bilinç düzeylerini yükseltmek için yeterli
istek, zaman ve enerji bulabilsinler. Ne kadar çok, size dayatılan eski programın dışında
deneyimler yaşarsanız, o kadar çok bilgelik seviyeniz yükselir. Asıl yardım, çocuklarımızı ve
gençleri anlamak ve varlıklarına saygı duymaktır. Bilgelik ve rehberliğimize ihtiyacı olanları
uzaktan sabırla izleyelim ve bizden anlamlı bir yardım talebinde bulundukları zaman elimizi
uzatalım.
-
İKİNCİ BÖLÜM
HAMİLELİK VE ANNENİN HASSAS DÖNEMİ
Hamilelik bir kadının yaşamında en güzel, en hassas ve en anlamlı deneyimlerden
birisidir. Bu dönem anne adayı için, mutluluk verici olduğu kadar, endişeler, duygusal
patlamalar, korkularla onu rahatsız edebilir. Anne adayı, bir yandan vücudundaki
fiziksel ve hormonal değişikliklere uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan duygu
dünyasındaki değişikliklere göğüs germek zorundadır. Bunun yansımaları tüm
yaşamını büyük ölçüde etkiler.
Hamilelik döneminde, tüm beden ve sistemler bu yeni duruma ayak uydurmak için
tedbirlerini alır. Kalbe daha fazla kan akışı sağlanır ki, bu da kan değerlerini etkiler ve
kansızlık problemi ortaya çıkabilir. Sindirim ve boşaltım sistemleri etkilenir, mide
yanması ve kabızlık gibi şikâyetler görülür. Kilo artışı, karnın büyümesi ve karında
çatlaklar da gebelerin hoşlanmadıkları görüntülerdir. Memeler büyümeye, uçlarının
rengi değişmeye başlar ki bu bebeğin doğduktan sonra, anne sütü alabilmesine
hazırlıktır. Rahim de doğuma hazırlandığı için hacmi ve kütlesi değişmeye başlar.
Ciltte kuruluk, dişlerde hassaslık ve saç dökülmesi gibi şikâyetler de yaygın
olanlardandır. Karın baskısı yüzünden fıtık eğilimi bile olabilir. Hormonal
değişikliklerden dolayı, rahim içi salgısının artışı, uyku hali ve konsatrasyon eksikliği
de anne adayını zorlar.
Kısaca, anne olmanın getirdiği ilk sorumluluklarıyla, anne adayı karşı karşıya kalır. Bu
durum, önce şok sonra da korku veya endişe yaratabilir. Bu yüzden, anne adayının,
gebelik boyunca kendisinde olacak tüm değişikliklerden haberdar edilmesi,
bedenindeki değişikliklerin hastalık sonucunda değil de, gebeliğin doğal seyri
olduğuna dair bilinçlendirilmesi çok önemlidir.
Bu kadar sorumluluk ve özveri isteyen bir göreve, bilinçli ve isteyerek adım atmanın,
bebeğinizin ruh sağlığı açısından önemi çok büyük. İster planlanmış, isterse sürpiz bir
gebelik olsun, o sizin çocuğunuz. Ona sevgiyle sahip çıkın. üzerinize düşen
sorumlulukları almaya istekli olduğunuzda, sorunların çözümü kolaylaşacaktır. Sizi
çıkmaza ancak, sorumluluklarınızı başkalarına yüklemek sürükleyecektir.
Yukarda bahsettiğim, fiziksel değişikliklerin yanı sıra, duygusal iniş ve çıkışların
olduğu ruhsal yönden de değişiklikler anne ve bebeği etkiler.
-
Hamile olduğunuzu öğrendiğiniz andan itibaren, her şey hayatınızda birden değişmeye
başlıyor. Hızla kilo alıyorsunuz, yüzünüz ve ayaklarınız şişiyor, cildiniz bozuluyor, sık
idrara çıkıyorsunuz, memeleriniz ve siz ağırlaşıyorsunuz, mideniz bulanıyor ve
yanıyor, istediğiniz şeyleri yiyemiyorsunuz, sürekli uyumak istiyorsunuz, canınız hiç
bir şey yapmak istemiyor, son aylara doğru da gece yatakta dönemiyor ve güzel bir
uyku bile uyuyamıyorsunuz. Sırt ağrılarınız fazlalaşıyor, canınız çekiyor fakat eşinizle
bile yakınlaşmakta zorlanıyorsunuz. Aynaya bakıyor ve hızla çirkinleştiğinizi ve eski
siz olmadığınızı görüyorsunuz. Sanki her şey ve herkes size karşıymış gibi geliyor, sık
sık ağlama nöbetleri geliyor, kendinizi yalnız ve mutsuz hissediyorsunuz. O kadar
hassaslaşıyorsunuz ki, birisi dokunsa hemen ağlıyorsunuz.
Bunlar, daha önce hamile olmuş veya şu anda hamile olanlara yabancı değil, değil mi?
Tüm bunlara, etraftan duyduğunuz doğumla ve çocuk yetiştirme ile ilgili sözlerin sizi
etkiliyor. Bebeğinizi çok doğurmayı istemiş bile olsanız, bu işten nasıl kurtulacağınızı
düşünüp kaygılanmaya başlıyorsunuz. Beyniniz sizi bir kez korku ve endişeyle
yakalamış olsun, hemen peşpeşe başka endişe ve korku yaratacak geleceğe ait
düşünceler getiriyor ve sizi daha çok çıkmaza sokuyor. Hamileliğinizin zevkine
varmak yerine, endişelere boğulup kalıyorsunuz.
Tüm bu duyguları hissetmek, çok doğal değerli anne adayları fakat dokuz ayı başından
sonuna kadar, bu korku ve endişelerle dolu geçirirseniz, hamileliğinizi çok daha
zorlaştıracaksınız. Evet, birçok değişiklik sizi endişelendiriyor fakat siz, bir insanı
önce rahminizde büyütüyorsunuz ve doğduktan sonra da gelişimi için uğraş
vereceksiniz. Bu iş çok kutsal ve sizi de çok büyütecek anlamlı bir görev. Bu görevi
isteyerek ve zevkle yaparsanız, eğlenerek, bir insanın nasıl yetiştiğine dair, birçok
bilgiye adım adım ulaşmış olursunuz. Aynı zamanda, hatırlayamadığınız bebeklik ve
çocukluğunuza ait bilgilere ulaşma olanağı bulursunuz.
Ben hamileyken, o kadar çok çalışıyordum ki, bebeğimle arzu ettiğim kadar, çok
zaman geçirme olanağı bulamadım. Hayatın verdiği sorumluluklar, bir bebeğin
bakımını ve aynı zamanda iş hayatını birlikte götürebilme stresi, çocuğumu iyi
yetiştirebilecek kadar iyi bir anne olup olmadığıma dair endişeler beni sarmaladı. Tüm
bu duygularla boğuşurken, ne hamileleğimin ne de çocuk büyütmemin zevkine
varabildim. Hamileliğimde beni en çok etkileyen ve eğlendiren, bebeğimin karnımda
ilk tekmelerini fark ettiğim o mutluluk dolu andı. Doğduktan sonra da meme verirken,
tarifi mümkün olmayan eşsiz bir bütünleşmeyi bebeğimle yaşadım. İsterdim ki, bana
hamileliğimde birileri, bir bebeğin hayati ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, huzurlu
-
ve mutlu bir anne olarak, çocuğumla sevgi dolu kaliteli anlar geçirmenin de önemli
olduğunu söylemiş olsaydı, belki başka yaşam seçimleri yapabilirdim. Önce kendimin
huzurlu ve mutlu olması için uğraşırdım. Sonuçta, bebeğimde benim çabalarımdan
olumlu şekilde etkilenirdi. Geçmişin pişmanlıkları fayda sağlamıyor fakat şimdi
kızımla ruh-beden ve zihin sağlığı yerinde bir anne olarak sağlıklı ilişkiler kurabilirim.
Hamilelerin psikolojik durumlarının yerinde olması, fiziksel ve hormonal
değişikliklerin üstesinden gelebilme ve güçlenmelerine yardımcı olur.
Annenin bilinçli ya da bilinçsiz olmasının, bebeğin fizyolojik olduğu kadar, psikolojik
açıdan da gelişimini çok etkilediğini biliyoruz. Bebeğin, anne karnında veya lohusalık
döneminde, annenin kullandığı ilaçlardan, içtiği sigara ve uyuşturuculardan, ciddi
yönden etkilenmesi olağandır ve doğumdan önce, ya da sonraki sağlığını tehlikeye
sokabilir. Gebelik dönemi boyunca, anne adayının zihninin, artan sorumluluklarla ve
beklentilerle ilgili negatif düşünceler getirmesi, işleri daha da zor göstermeye başlar.
Bir taraftan da anne adayının kalbinde, karnındaki canlıya duyulan ve gittikçe artan
sevgiye dayalı bir bağlılık oluşmaya başlar. Bu ikilem içinde gider gelirsiniz ve bu bir
çeşit iç çatışma haline gelebilir. Bu normaldir. Böylece kabul edilmeli ve suçluluk
hissi yaratılmamalıdır. Bundan sonra hangi duygu ve düşüncenin sizi rahatlattığının
farkına varıp, onu takip etmeniz işleri yeniden yoluna koyacaktır.
Kısaca duyulan hisler, artan duygusallık, hassaslık, bedeninizdeki hormonal
değişiklikler, hepsi ruhsal durumunuzu da içine alan birbirine bağlı zincir
halkalarından oluşan bir bütündür.
Annenin ruhsal ve psikolojik durumu direkt olarak bebeğini etkilediğine göre, bu
konunun üzerine gidilmeli ve gerekirse yardım alınmalıdır.
Bilim adamları, rahat ve stresten uzakta hamilelik geçiren annelerin çocuklarının, daha
sosyal ve insan ilişkilerinde daha başarılı olduğunu söylüyorlar.
Kendi annenizle olan ilişkinize bir göz atın ve sizi rahatsız eden konular var mı
bulmaya çalışın? Siz, annenizin yerinde olsanız nasıl bir anne olurdunuz? Tüm
çocukluğunuzu yeniden değerlendirin ve annenizle olan bağınıza, sevginize ve
ilişkinize yeniden şu anki bakış açınızla bakın. Gördüğünüz gerçeklerden kaçmak
yerine olanı olduğu gibi kabul edin. Aynı duygusal anları ve aynı endişeleri anneniz
de, size hamileyken hissetti. Bilginin en yoğun olduğu bir dönemde yaşıyorsunuz ve
her türlü bilgiye rahatça her yerden ulaşabilirsiniz. Anneniz, hatta anneannenizden beri
süregelen, çocuk yetiştirmeyle ilgili eski formları, düşünce yapılarını ve inançları
değiştirebilirsiniz.
-
Önce, mutlu yaşamanızı ve iç huzurunuzu engelleyen güvensizlik, korku, suçluluk,
kırgınlık ve hayal kırıklıkları gibi iç çatışma yaratan duygulardan kurtulmaya bakın.
Bunu ne kadar erken yaparsanız, o kadar çok bebeğinizin gelecek yaşantısı ve sizin
için de faydalı olacaktır.
Bu kitabı okuyan fakat gebeliğini atlatmış ve hatta çocukları evli yetişkinler olan
annelerin bile, çocuklarıyla aralarındaki ilişkiyi yeniden düzenleme şansları var ve
bunu isteyip te kararlı olduğunuz her an yapılabilir. Samimi ve içtenlikle yaptığınız en
ufak bir çaba bile, büyük değişiklik ve iyilik getirebilir.
En ideal olanı, anne ve babanın birlikte aynı çoşkuyla çoçuklarını büyütmesidir. Eşiniz
veya çevrenizdekilerden yardım gelmiyorsa, üzülerek enerjinizini düşürmeyin. Oturup
beklemek ve üzülmek yerine silkinin, kalkın ve kendinize güvenin. Yol yakınken, sizi
iç huzur ve mutluluğa götüren yolu seçin.
İstemeyerek, mecburiyetten hamile bile kalsanız, karnınızda bir canlı büyüyor. Bu
bebek, çok masum ve size çok ihtiyacı var. Zorluklarla boğuşurken, içinizdeki anne
sevgisiyle bütünleşip, kendinizi yeniden şifalandırma olanağını yakalayabilirsiniz.
Kendinize ve bebeğinize yardımcı olmak, sizi iyi hissettirecek ve kalbinizi
dolduracaktır. Dünyaya güzel ve sevgi dolu bir ruh kazandırmanın onurunu
yaşayacaksınız.
Aslında hepimiz, birbirimize bağlıyız ve yaptığımız en ufak bir değişiklik, bir taşın
suya düştüğü andaki dalgalanmalar gibi, dalgalanarak bize kadar ulaşabiliyor.
Gelin, bebeğiniz doğmadan, sorumluluklar artmadan ve yeterli zamanınız varken,
kendinizi iyileştirin ve doğuma hazırlanın. İyileşmenizi, bebeğiniz de sizinle birlikte
adım adım izleyecek. Siz ne kadar mutluysanız, o da mutlu olacak. Ayrıca hamile
hanımlar için özel hazırlanmış, bilgilendirici programlara katılın. Diğer annelerle
birlikteyken, sorunların ve endişelerin sadece size ait olmadığını fakat tüm hamile
annelerin, aynı dönemlerden geçtiğini anlamanız içinize su serptirecek. Birbirinizden
bilgi alışverişinde bulunacaksınız. Sağlıklı hamilelik ve kolay doğum için hazırlanmış,
egzersizler, nefes çalışmaları ve yogaya katılma olanağı bulabilirsiniz. Çeşitli
meditasyonlarla da sürekli sizi endişeye sürükleyen beyninizi susturmaya ve ruhunuzu
huzur içinde tutmaya çalışabilirsiniz.
Aklınızın karışıklığından uzaklaşacak ve doğru nefes almayı öğrenerek doğumunuza
kendiniz yardımcı olacaksınız. Doğru nefes almak, hayatınız boyunca size destek
olacak en önemli konulardan birisi.
-
Dışarda, kendisini gerçekten geliştirmek ve iyileştirmek isteyen herkese çok miktarda
bilgi ve atölye çalışmaları bulunuyor. Hayatınızı ertelemek yerine, hemen kolları
sıvayın. Mutlu, huzurlu, sağlıklı ve kalbi sevinç dolu hamile olmanın yollarını
araştırın, bulun ve katılın. Aslında yaşam, annelikle anlamlaşıyor ve siz bu yolun daha
başındasınız. Sizleri çok güzel anların ve deneyimlerin beklediğinin heyecanını
kalbinizde-zihninizde-ruhunuzda, yani tüm benliğinizde hissedin. Anne olmanın
sevincini öyle güçlü hissedin ki, bebeğiniz dünyaya gözlerini heyecanla açsın ve
yaşamı sizden alacağı güç ve güvenle kucaklasın.
-
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HAMİLELİKTE BEBEĞİN DURUMU
Teknolojik gelişmeler sonucunda, artık ana rahmindeki yaşama ilişkin
algılarımız farklılaştı. Analizler, bebeklerin daha anne karnındayken,
çevrede olup bitenlere katıldıklarını ve böylece kendilerini bekleyen
koşullara en uygun şekilde hazırlandıklarını gösteriyor. Doğmamış
çocuğun duyuları, diğer bütün memeli ve kuşlarda da görülen sıra içinde
gerçekleşiyor. Önce denge ve hareket duyusu ortaya çıkıyor. Onları
dokunma duyusu, sonra koku ve tad alma ardından, işitme ve en son da
görme duyusu izliyor. Hamileliğin ikinci üç aylık döneminde, tüm
duyular işlemeye başlıyor. İşitme duyusu, dış dünya ile önemli bir bağ
sağlıyor.
Ana rahmindeki bebeğin beden yapısı, doğuştan bir hastalığı olup
olmayacağı, mizaç özellikleri ve zekâ kapasitesi gibi onun için hayatî
öneme sahip birçok özellik belirleniyor. Doğumla birlikte gelişme süreci
başlıyor gibi düşünülse de, insanın tüm hayatı anne karnındaki gelişmesi
temel olmak üzere, doğumdan sonraki ilk beş yılda büyük ölçüde
şekilleniyor. Bir başka deyişle doğumdan sonraki ilk beş yıldaki
gelişmelerin (dolayısıyla hayatın) olumlu veya olumsuz seyri de, bir
yönden anne karnındaki biyolojik ve psikolojik gelişmeye bağlı oluyor.
Fetüs, annenin ruhsal durumunu doğrudan bedeninde hissedebiliyor.
Mesela, anne neşeyle şarkı söylüyorsa, fetüs açısından harika bir süreç
yaşanıyor. Tüm beden sesleri senkronize oluyor ve karın duvarı
yumuşuyor. Dolayısıyla fetüs, şarkıları rahatlık ve genişlik duygusuyla
yaşıyor. Bebek doğumdan sonra muhtemelen, ninniler karşısında kolay
gevşeyecek ve şarkılara yakınlık duyacaktır. Aksine, anne hoşnut değilse,
-
fetüs bunu da hissediyor çünkü bu sefer beden sesleri uyumsuzlaşıyor.
Karın duvarı sertleşiyor ve doğmamış çocuğu sıkıştırıyor.
Nörobiyoloji uzmanı, Gerald Hüther in açıkladığı üzere, “ Fetüsün klasik
müzik ya da yabancı dile maruz bırakıldığı, prenatal (doğum öncesi)
öğrenme programları, bu yüzden işe yaramaz.” Rock müzikten hoşlanan
fakat bebeği için Mozart dinleyen bir hamile, ona rahatsız bedensel bir
deneyim yaşatıyor. Olasılıkla, klasik müziğe karşı bir iticilik aşılıyor.
“Tayin edici olan, annenin hamilelik sırasında değil fakat bunları
yaparken duyduğu coşku. Bu coşku fetüse de bulaşıyor,” diyor Hüther.
Belli bir dönemden sonra, ceninin dıştaki olaylardan etkilendiği ve anne
karnındaki canlının da, psikolojik bir yapısı olduğu tespit edilmiştir.
Anne karnında, kırk hafta bekleyen bebeğin, dokuz ay boyunca dar ve
sınırlı bir ortamda adım adım gelişmesine bir göz atalım.
Yumurta hücresiyle spermin birleşiminden, zigot denilen tek bir hücre
meydana geliyor. Sonra hücre bölünmesi yoluyla, iki gün içinde, her biri
aynı genetik mirası taşıyan, sekiz hücrelik bir küme gelişiyor. Hücre
kümesi, on ikinci günde rahmin kendisini kanla besleyen mukozasına
yerleşmiş oluyor. Dört haftalık olduğunda, embriyonun beyni ve omurgası
beliriyor. Beşinci haftadan itibaren, yüz ve eller yavaşça ortaya çıkıyor.
On ikinci haftadan sonra, sekiz veya dokuz santimlik fetüs, temel
gelişimini tamamlıyor. Dördüncü ayda, boyu on altı santimetreyi bulan
cenin, artık oldukça güçlü hareket edebiliyor. Yedinci ayda, o kadar
büyümüş oluyor ki, ana rahmi yavaş yavaş dar gelmeye başlıyor.
Anne rahmine yerleştikten sonra cenin, artık duygular, düşünceler ve
davranışlar geliştirmeye başlıyor. Beşinci haftadan itibaren, beyin korteksi
gelişmeye başlıyor ki, bu da insan olma yolunda hareket, düşünme,
konuşma, plân yapma kabiliyetlerinin yavaş yavaş gelişmesi için ortam
hazırlıyor. Dokuzuncu haftadan itibaren, cenin hıçkırır ve gürültüye tepki
verir hale geliyor. Onikinci haftadan itibaren, ağrıya duyarlı, yeri
-
geldiğinde ağlayan bir cenin haline geliyor. Beş ve altıncı aylarda,
işitmeyle annesinin sesini tanımaya, anne sesi ile huzur bulmaya ve
sakinleşmeye başlıyor. Kapı sesi veya araba kornası gibi yüksek seslerde,
ana rahmindeki bebeklerde irkilme oluyor.
Günün yaklaşık yüzde doksanını, uyuyarak geçiren cenin, otuzikinci
haftadan itibaren REM uykusu (hızlı göz hareketleri) ile birlikte rüya
görmeye ve bu esnada hızlı göz hareketlerini yapmaya başlıyor.
Anne karnındaki bebeğin, gülümsemesi ve bazı davranış şekilleri bugün
artık, modern görüntüleme aletleri sayesinde daha iyi anlaşılmaktadır.
Görme, bebekte en son gelişen duyudur. Anne karnı tamamen karanlık
değildir. Annenin organları ışığı çok az geçirebilir. Flaş veya parlak ışık
altındaki, annelerin bebeklerinde ışık uyarısına cevap oluşabilmektedir.
Ancak, doğuma kadar tam olarak hazır olmayan görme duyusuna, fazla
uyaran yapılmasının retinaya hasar verebileceği bilinmektedir. Bu yüzden,
hamilelerin çok güçlü ışıklara maruz kalmaması, bebeklerinin göz sağlığı
açısından çok önemlidir ve doktorları, bu konuda anne adaylarını
uyarmaktalar. Eğer, bebek anne karnında iken, görmeye de başlasaydı
çoğu zaman bir karanlık görecekti.
Hamile bir kadının, karnındaki bebeğin hareketlerini ilk kez hissetmesi,
bir çok hamile tarafından, sanki karınlarında baloncuklar varmış gibi, ya
da karnın içinde gaz dolaşması olarak algılanır.
İlk bebeğine hamile olanlar, bebeğin ilk hareketini, genelde gebeliklerinin
onsekiz ile yirmidördüncü haftaları arasında fark ederler. Anne adayı için,
bu çok heyecan verici bir deneyimdir.
Tecrübeli anneler ise, hem ne hissettiklerini bildikleri için, hem de ilk
gebeliğe göre rahim daha gergin olduğu için, biraz daha erken, genelde
onaltıncı haftadan sonra, bebeklerinin hafif hareket edişlerini fark ederler.
Heyecan içinde olan anne adayları için, bebeklerinin hareketini hissetmek
önemli olduğu gibi, bebeğin durumunu da yansıtması olaya ayrı bir boyut
-
kazandırır. Dört ayı geçmesine rağmen, hareketleri hissedemeyen anne
adayı telaşlanır fakat bu durum için, anne adayının ağırlığı, bebeğin ve
plasentanın pozisyonu önemlidir. Aynı gebelik haftasında olmalarına
rağmen, bir anne adayının bu hareketleri hissedebilmesine rağmen,
diğerinde henüz bir kıpırdanma olmaması bu farklılıklardan kaynaklanır.
İçinde başka bir canlının hareket etmesinin yarattığı mutluluk hissi
dışında, anne adaylarını düşündüren bir başka konu da, hareketlerin
sayısıdır. Kimine göre, bebek az hareket ederken, kimine göre de çok
hareketlidir.Gerçekten de, gebeliğin yirmisekizinci haftasından sonra,
bebek hareketlerinin sayısı, bebeğin iyi olması konusunda bilgi verebilir.
Hareketlerin azalması bebeğin sıkıntıda olduğunu düşündürür ve bu
konunun araştırılması iyi olur.
Bebek hareketlerinin sayılması, pek çok uzman tarafından kullanılan ve
giderek güncellik kazanan basit, ücretsiz ve herkesin yapabileceği bir
uygulamadır.
Ortada dolaşan söylentilere göre, anne karnında çok hareket eden bir
bebeğin, ileride hiperaktif olması bilgisinin doğruluğu ispatlanmamıştır.
Aynı zamanda, bazı söylentilerin aksine, bebek hareketleri ile cinsiyetinin
de herhangi bir bağlantısı yoktur.
Gebeliğin sonlarına doğru, bebeğin "tekmelemesi," rahimde gerginliğe
neden olarak ağrı ve acı yaratabilir.
Anne güldüğünde, bebek ana rahminde yukarı doğru yönelir ve aşağı-
yukarı bir şekilde hızlı hızlı hareket eder. Cenin uyanık veya uykulu olsa
bile, saatte yaklaşık elli kere hareket eder. Annenin stresli olduğu
zamanlarda, ceninin kalp atışlarının hızlandığı ve hareketlerinin arttığı
bilinir. Annede olabilecek depresyon, endişe ve uyum problemleri, anne
karnındaki bebeğin etkilenmesine sebep olur. Bu yüzden, ana rahminde
gelişen bebeğin, dış dünyadan ve en çokta direkt bağlantıda olduğu
annesinin her durumundan etkilenmesi, hamilelik döneminin sağlıklı ve
-
rahat bir psikoloji ile geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Anne
rahmindeki bebeğin, annenin huzuru ve rahatlığı ile desteklenmesi
gerekir.
Hisseden ve işiten ceninin, öğrenme ve hatırlama özellikleri gelişir. Bu
öğrenme, farkında olmadan, otomatik şekildedir. Dış dünyadaki etkilere
karşı reaksiyonları, tavır ve tutum olarak görülür. Meselâ, tekrarlanan
gürültülü sese veya annenin sesine karşı tavrı, en önemli öğrenme şeklidir.
Anne karnına karşı verilen farklı seslerde, bebeğin parmak emme hızı
farklı olmakta ve bebek doğduğunda, anne sesini yabancılardan ayırt
edebilmektedir. Bu tespit, öğrenme ve hafıza ile ilgili önemli bir bulgudur.
Bebeğin kalp atışları, tanıdık kişilerin sesi ile yavaşlarken, yabancı
kişilerin sesi ile tekrar eski haline dönmektedir.
Annenin sesi, fetüsün işittiği en etkileyici olanıdır çünkü sesi, güçlü bir
şekilde kemik hatları yoluyla, özellikle omurga ve pelvis üzerinden
bebeğin iç kulağına iletir. Anne konuştuğunda, fetüs bunu titreşimler
sayesinde bile hissedebilir.
ABD’ deki University of North Carolina’ dan Antony DeCasper, anne
sesinin daha doğumdan önce, çocuğa ne kadar işlediğini bir deneyle
ortaya koydu. Yeni doğan bebeklere, bir kasetçalara bağlı emzik verdi.
Bebeklerin emiş hızına göre, ya annelerinin ya da yabancı bir kadının sesi
duyuluyordu. Yani, bebekler emerken hangi sesi duyacaklarını kendileri
belirleyebiliyordu. Sonuç, her seferinde annelerinden yana tercihte
bulundular.
Fetüs, anne bedeninin çıkardığı kalp atışı, bağırsak ve mide sesleri gibi
sesleri de duyabiliyor. Sesler gelişmekte olan insanı, güvende
hissettiriyor. Annelerinin kaydedilmiş kalp atışı sesleri dinletilen yeni
doğanlar, daha az ağlıyor ve kendilerini daha huzurlu hissediyor.
Hamileliğin sonlarına doğru, fetüsün işitme duyusu, yeni doğanınki kadar
keskin oluyor. Araştırmacıların ana rahminde yaptığı ses kayıtlarına göre,
-
tek tük kelimeler bile, olduğu gibi duyulabiliyor. Böylece, doğmaya yakın
bebek, anadilinin melodisi ve ritmi gibi bazı özelliklerini daha iyi
algılayabiliyor.
Doğacak çocuk, kokular ve tadlar yoluyla da, henüz ana karnındayken
gelecekteki çevresine hazırlanıyor. Anneden aldığı besinin aroması,
doğrudan amniyotik sıvıya karışıyor ve bebeğin koku ve tat alma
reseptörlerini uyarıyor. Bu, özellikle hamileliğin sonlarında, fetüs düzenli
olarak amniyotik sıvı içtiğinde geçerli oluyor.
Fransa nın Dijon kentindeki, Avrupa Tat Araştırmaları Merkezi nin
(CESG) direktörü, Benoist Schaal yaptığı araştırmada, bazı annelere
hamileliğin son iki haftasında, anasonlu kurabiyeler yedirdi. Çocuklar
doğar doğmaz, onlara anoson koklattı. Bebekler anında canlandı,
yalanmaya ve emmeye başladı. Anason yiyememiş annelerin bebekleri
ise, ya yüzlerini buruşturup ağlıyor ya da tepkisiz kalıyorlardı. Schaal,
“alışıldık aromatik maddelerin, dışardaki yaşamla, anne karnı arasında bir
koku köprüsü oluşturduğu” sonucuna varıyor.
Amniyotik sıvılardaki aromaların, anne sütünde de bulunması, bebeğin
meme ucuna yönelmesine neden oluyor. Bebek aşinalık, güvenlik ve besin
vaat eden yerin nasıl koktuğunu biliyor.
Doğacak bebeğin kişisel özellikleri, anne karnındaki ceninin hareketleri
ile, az da olsa önceden tahmin edilebilmektedir.
Anne karnında çok hareketli olanların, daha çabuk sinirlenen bebekler
olduğu görülmüştür. Aynı zamanda, bebeklerin biyolojik ritmi, annenin
yemesi, hareketleri ve uyku durumundan de etkilenmektedir. Aşırı stresli
annelerin bebekleri, normalden daha aktif olmaktadır. Başka bir çalışmaya
göre ise, iyi beslenen, az stresli ve toksin almayan anneler, hamilelik
dönemlerinde cenin ile yeterli miktarda konuşurlar, rahatlatıcı sesler
oluştururlar ise, çocukları daha zeki, konuşma kabiliyeti daha iyi,
hareketleri daha dengeli ve sosyal olarak daha uyumlu olmaktadır.
-
Ceninin ve annenin psikolojisi ve anne karnındaki fiziksel gelişmesi göz
önüne alındığında, insanoğlunu sadece arzular ve arzuların doğurduğu
davranışlardan ibaret olarak görmenin, ne kadar dar bir bakış açısı
içerdiğini anlayabiliriz.
Anne karnındaki bebeğin bile, duygularının olması, hissetmesi ve buna
bağlı olarak davranışlarının meydana gelmesi, insanın bedeni ve ruhu ile
birlikte hayatın başlangıcında bile, ne kadar mükemmel ve kompleks bir
varlık olduğunu gösteriyor.
Bir tek hücreden başlayarak yaratılan, trilyonlarca hücreye sahip canlının
hayat�