YIL: 1 SAYI: 6 T E M M U Z 1980 50 TL.
331
333
345
353
354
358
360
364
365
367
369
376
380
383
391
392
TAVIR
Mustafa SÜLKÜ
Şevki ÖMEROĞLU
Kemal KORAY
TAVIR
Turhan OKTAY
Zeynep ERAY
KEMAL
Yavuz T U R A L
Sandor PETÖFİ
N. EREN
TAVIR
TAVIR
TAVIR
TAVIR
TAVIR
«ŞİDDET, HER YENİ TOPLUMA GEBE T O P L U M U N EBESİDİR»
KÜLTÜR YARATMA ÇABALARI
II - BANKALAR VE HOLDİNGLER İ N KÜLTÜR YUTTURMACILI-
Ğ I N I N TİPİK BİR ÖRNEĞİ «İSTANBUL FESTİVALİ»
SAFLARI SIKLAŞTIRIN
A.Y.B. BAŞKANI DRİTERO AGOLLİ İLE BİR SÖYLEŞİ
ŞAFAKLA GECE ARASI YAKINDIR
BİLİME U Z A N A N FAŞİST ELLER KIRILACAKTIR
DESEN
DEVRİMCİ ŞAİR VE MÜCA DELE A D A M I SANDOR PETÖFİ
ÇAĞIMIZ ŞAİRLERİNE
1980 AKŞEHİR NASREDDİN HOCA ŞENLİĞİ
MUSTAFA RAMEZANİ İLE SÖYLEŞİ
KARİKATÜRCÜLÜK BİLİNCİ
DEĞİNMELER
OKURLARA
ÇAĞRI
ÖNEMLİ DUYURU :
Yazışmalar için adresimiz Kültür ve Sanat
Yaşamında TAVIR P.K. 837 Sirkeci/İST.
olarak değiştirilmiştir.
TAVIR * Sahibi: Mustafa SÜLKÜ * Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şevki ÖMEROĞLU * Abone Koşulları: Yurt içi; 6 Aylık 300 TL., l Yıllık 600 TL., Yurt Dışı: ABD 25 Dolar, F. Almanya 40 D M , İngiltere 10 Sterlin, Fransa 85 Frank * Posta Çeki: Mustafa SÜLKÜ 12094 4 * İlan. T a m Sahife 2500 TL., 1 / 2 Sahife 1250 TL., 1 / 4 Sahife 625 TL. * Yazışma Adresi: PK. 837 Sirkeci/İST. * Dergimizde yayınlanan yazı ve resimler, derginin adı gösterilerek kullanılabilir. Gönderilen yazı, resim ve ilanların sorumlulukları sahiplerine aittir.
Bu yapıt ZAFER MATBAACILIK TESİSLERİNDE dizilip basılmıştır.
«Şiddet, Her Yeni Topluma Gebe Toplumun Ebesidir.»
Devlet, doğası gereği kendine zor'u biçim alır. Bu, burjuva demokratik ülkeler ile yeni sömürge ülkeler arasında asıla ilişkin farklılıkların göstergesidir. Ve doğal olarak da, her mekanizmanın bir iç işleyiş kuralları olması gerektiğine göre, devlet olgusunda, özellikle işleyişe ilişkin bir gözgöregörelik (Burada açıklamaya çalıştığımız 3Y olgusu. Yasama, Yürütme, Yargı...) olmasa gerek! Fakat, faşistlerin Çorumdaki saldırılarında, devlet gözgöregöre, «... bazı destek sağ güçler...» diyebiliyorsa, bir Fatsa'yı tümden sarıp maskeli muhbir faşistlerle gözgöregöre ortaklık yürütüyorsa, bu çok şey demektir.
Biz bu saldırıları ,NATO ve IMF'nin tuttuğu çanağı yalamak olarak değerlendiriyoruz. Bu saldırılarla, halk ve onun evlâdı devrimcilerle ilişkinin koparılmaya çalışıldığını söylüyoruz.
Halkı pahalılık, baskı ve işkenceyle yıldıracaklarını sananlar aldanıyorlar. Unutulmasın devrimcilerin örgütlü mücadelesi ile halklar bütün dünyada kurtuluşlarını sağlamışlardır. Ezilen halkların geleceği hiçbir zaman ezenlerin ipoteği altında kalmamıştır.
Tez, antitezini içinde taşır, geliştirir. Halka saldırıda, devletin resmi şiddeti gündemde olduğuna göre, devrimcilerin şiddeti de söz-konusudur. Hem de tartışmasız...
Bu sayımızda, ilerde ayrıntıyla inceleyeceğimiz «ulusal kültür» kavramına kısaca değinen ve özellikle finans kuruluşlarının yapay burjuva kültürü yaratma çabalarını inceleyen M. Sülkü arkadaşın bir yazısı var: «Bankalar ve 'Ulusal Kültür' yaratma çabaları». Gene aynı konuyu güncelliği nedeniyle 8. İstanbul Festivali'nde değerlendiren başka bir yazımız var. Şevki Ömeroğlu arkadaş hazırladı. Ayrıca geçtiğimiz ay ülkemizde konuk olan Arnavutluk Yazarlar Birl iği Başkanı Dritero Agolli ile de bir söyleşi yaptık. İlginizi çekeceğini sanıyoruz.
TAVIR/331
Bedrettin Cömert'i hem kişiliği açısından hem de, bilim ve sanat adamlarının, aydınların salt namuslu birer demokrat olmaklıkları-nın yetmediği, örgütlü mücadele ile de ilişkilerinin olması gerektiği gerçeğinin vurgulanması anlamında anıyoruz. Devrimci ozanlardan şiirlerin yer aldığı bu sayımızda, 1980 Akşehir Nasreddin Hoca Şenliğinin bir değerlendirmesi, Mustafa Ramezanî ile bir söyleşi ve gırgır takımının gocunmasının boşa olmadığını bize sevinçle gösteren karikatür üzerine, birl ik içeriğinde bir yazımız da var: «Karikatürcülük Bilinci»
Bir duyurumuz var. Dergimizi hem biçim, hem de içerik açısından zenginleştirmek istiyoruz. Bu konuda önerilerinizi bekliyoruz. Yalnız, bizim bazı düşüncelerimiz var k i ; bunların ayrıntıya indirgenmesinde yardımcı olursanız seviniriz. Sonbaharda «Dil», «Ezilen ulusların asimilasyona uğrayan kültürleri (özel olarak kürt kültürü)», «Devrimini yapmış ülkelerde kültür devrimi ve karşılaşılan sorunlar» ve «Ülkemizde kültürel mücadelenin örgütlendirilmesi» gibi genel konulara değineceğiz.
Dergimiz önümüzdeki sayı ağustos-eylül olarak iki sayısı bira-rada çıkacaktır.
Devrimci selâmlarımızla.
TAVIR
TAVIR/332
BANKALAR VE «ULUSAL KÜLTÜR» YARATMA ÇABALARI
• Mustafa SÜLKÜ
KÜLTÜR VE SANAT YAŞAMINDA «BANKA»LAR (!)
Bankaların, her çeşit para gelirini toplayarak, kapitalistlerin emrine sunan kurumlar olduğunu, biliyoruz. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde aracı rolle yetinen bankalar, tekelci döneme geçişle birl ikte, birçok küçük işletmeyi kendi yapılarına alarak güçlü tekeller haline geldiler. Öncelikle bu tür işletmelerin sermayelerine katılıp, hisse senetlerini satın alarak ya da değiştirerek, kredi sisteminden yararlanarak onları yedeklerine aldılar. Gerçekten de bir çok kapitalistin cari hesaplarını tutmakla, bankalar, teknik ve yar
dımcı bir işlemin yapılması dışında bütün kapitalist toplumun sınaî ve ticari işlemlerini kendi isteklerine bağlı kılarlar. Bu anlamda büyük tekeller haline gelen ve sermayenin büyük bir kısmını elinde
bulunduran bankaların, aracı rolle yetinmeyip, bir avuç tekelcinin birl iği haline geleceği açıktır. «Bankalar geliştikçe ve az sayıda kurumlarda yoğunlaştıkça, mütevazi aracılar olmaktan çıkıp ,belli bir ülkenin ya da birçok ülkenin hammadde kaynaklarının ve üretim araçlarının çoğunu, kapitalistlerin ve küçük patronların para-ser-mayelerinin hemen hemen tamamını ellerinde bulunduran muazzam tekeller haline gelirler.» (1)
Bankaların, kapitalist yapının vazgeçilmez unsurları haline gelmesi, düzeni koruma anlamında çabalarda, bankalara da birtakım görevler yükler. Bu görevler, kapitalist yapının diğer unsurlarında olduğu gibi kurumlaşmada odaklaşmaktadır. Yapının korunması ve işlerliğinin sürdürülmesi herşeyden önce kurumlaşma ile sağlanabilir. Bankaların kurumlaşmalarına yönelik çabalan başlangıçta; ikramiyeler, hediyelerle kitlelere ulaşma şeklinde görülmüş, sürekli yayınlarla da desteklenmiştir.
TAVIR/333
Türkiye'de, bankaların yapısı incelendiğinde farklı bir gelişim izlenebilir. Şöyle k i ; Gelişim, bankaların diğer işletmeleri kendi yapıları içine alma şeklinde değil, tam tersine, birtakım işletmelerin bankaların içine girerek, onu kendi yapılarına katma şeklinde bir çizgi izlemektedir. Ticaret ve sanayi sermayesinin güçlü grupları son dönemde çeşitli bankalarda egemen olma yarışma giriştiler. Nitekim Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Plânı'nda bu konuya değinilirken kredi olanaklarından yararlanmak için özel sektör holdinglerinin bankaların sahipliğini elde etme çabalarını yoğunlaştırdıkları vurgulanıyor. Türkiye'de bankalar sistemi içinde yer alan 30'a yakın özel sermayeli bankadan 5 bankanın yapısı incelenmeğe değer. Bu 5 banka, T. İş Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Akbank, T. Ticaret Bankası, T. Garanti Bankası'dır. Bu beş banka, toplam banka personelinin % 81'ini, toplam şube sayılarının % 79'unu, öz kaynakların % 72'sini, iştiraklerin % 79,6'sını, mevduatın % 84'ünü ve toplam kârın da % 79,3'ünü kendi yapıları içinde korumaktadırlar. Akbank bugün tümüyle Sabancı Holdingin elindedir. Sabancı Holding i n A k b a n k ' t a yüzde 8 0 . 8 olan sermayesi Sapmaz Holdingle birlikte yüzde 94'ü bulmaktadır. T. Garanti Bankasının sermayesinin ise yüzde 54.8'i Koç Holding, yüzde 24.4'ü Sabancı Holding ve yüzde 9.2'si Sapmaz Holding tarafından temsil edilmektedir. Sabancı Holding aynı zamanda Yapı ve Kredi Bankası'nda da önemli hisseyi elinde bulundurmaktadır. Onun dışında diğer hisseleri Çukurova Holding ve armatör Hayri Baran ellerinde bulundurmaktadırlar. Çukurova Holding Pamukbank'ta mutlak söz sahibidir. Bu tablodan ortaya çıkan sonuç Sabancı Grubunun bankaların sermaye ve yönetiminde en fazla söz sahibi olan yapı olmasıdır. Türkiye'de son yıllarda açıkça gözlemlenen bir olay, bu beş bankanın diğer bankaları kendi yapılarına almak için yoğun çabalarda bulunmalarıdır. Gelişim her ne kadar ters yönde olsa da, sonuçta bankalar tekellerin birer araçlarıdır; bankalardaki gelişimin son sözü «tekel»dir. «Ekonominin bankalarca bilinçli bir şekilde düzenlenmesi olayı, aslında iyi örgütlenmiş bir avuç tekelci tarafından halk yığınlarının soyulması demektir.» (2) Bankaların kurumlaşmaya yönelik çabalan, kültür ve sanat etkinliklerinde de görülmektedir.
ÇARPIK KAPİTALİST YAPI, BANKALAR ve OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN ULUSAL KÜLTÜR KAVRAMI
Ülkemizde, çarpık kapitalist yapının varlığı, tekellerin vazgeçilmez aracı olan bankalara iki l i bir görev yükler. Birincisi ,hakim i t t i -
TAVIR/334
fak içinde varolan ve tekellerin kâr dağılımında etkinliklerini engelleyen feodal unsurların ve kalıtıların üst yapıda tasfiyesi. Bir diğeri de, buna bağlı olarak, toplumun tüm tabakalarına hizmet edecek bir kültürel yapının oluşturulması iddiasıyla tekellerin, ekonomik yapı içinde varlıklarını korumak için yaratılmaya çalışılan «ulusal kültür» kavramıdır. Bu yüzden, bankaların kurum olarak, ekonomik alanda varlıklarını sürdürebilmeleri için kültür ve sanat yaşamına müdahaleleri kaçınılmaz olmaktadır.
Emperyalizm aşamasında, emperyalist ülkelerin yeni pazarlar elde etmek amacıyla sürdürdükleri yayılmacı politikaya paralel olarak, kültürleri de yayılmacılık biçiminde yeni bir işlev kazanmıştır. Gerçekten de bir ülkede kapitalist sömürü ilişkilerini sürdürmek için o ülkenin kültürel yaşantısına müdahale gereklidir. «...Halkın kültürel kişiliğini muhafaza ederek, ekonomik ve siyasal egemenlik altında oluşunu uyumlu kılmak, toplumsal gelişme derecesi ne olursa olsun mümkün değildir.» (3) Emperyalistlerin bu varsayımları
nın tarih tarafından kanıtlanmaması, müdahalenin kaçınılmazlığını getirmektedir. Aslında, emperyalizmin bir ülkede ekonomik ve siyasal bağımlılığı gerçekleştirmek için baskıyı kullanması, kesinlikle, baskı altına alman ülkenin kültürel yaşantısına müdahale etmek, onu yozlaştırmak, kısacası halkın kültürel direncini yok etmek için baskıyı kullanmak demek t ir. Emperyalizmin sinemada ve müzikte birtakım akımlar geliştirmesi, TV'yi kullanması, yoz, halkın maddi yaşamından uzak, birtakım sanat dallarından yararlanması hep bu amaca yöneliktir. Emperyalizmin kültür politikasının ülke içindeki uygulayıcılarından bir i de tekeller ve onların vazgeçilmez yapıları olan bankalardır, Bu anlamda, bankaların kültür
ve sanat etkinlikleri emperyalizmin kültür politikasından soyut ele alınamaz. Bu yapıların sanat ve kültür yaşamına bakışları ve dav-
TAVIR/335
ranışları, yayınladıkları dergi, kitap vb. eserlerde gözlemlenmektedir. Bankalar, Anadolu halkının asırlık geleneğine, onun yaşantısının yansımasından başka bir şey olmayan, Anadolu insanının tüm çilelerini dertlerini yansıttığı binlerce yıllık kültürel değerlerine sahip çıkmaya çalışmakta ve bu çabalarıyla toplumun ortak bir kültürel yapıya kavuşmasını gerçekleştirmek, yani ulusal kültürü yaratmak istemektedirler. Bankalar, kültür ve sanat etkinliklerini «Tür-kiyemiz-Sanat Dünyamız-Yüz Türk Halk Oyunu-İstanbul Deniz Müzesi-İstanbul Resim ve Heykel Müzesi vb.» yayınlarla «tiyatro-sinema-müzik vb.» Pratik çalışmalarıyla sürdürürler. «Eski bir dönek olan Vedat Nedim Tör'ün yazı kurulunda yer aldığı «Türkiyemiz» dergisi, burjuvazinin «tutucu devinimsiz» ve «müzeci» sanat anlayışını yansıtması bakımından ilginçtir. Sadece sosyalistlerin, devrimcilerin değil bir çok demokrat aydının tutuklandığı 12 Mart döneminde, Akbank Anadolu hümanisti ve halk ozanı Yunus Emre adına uluslararası bir seminer düzenlemiştir. Tüm demokratik hakların rafa kaldırıldığı böyle bir dönemde, hümanizm ve hoşgörü adına Yunus Emre seminerinin düzenlenmesi, ülke halkıyla ve halk yandaşı aydınlarla alay etmekten başka bir şey değildir; kısacası, bir kara mizah örneğidir.» (4)
TAVIR/336
Bankalar çeşitl i k ü l t ü r e l etk in l ik ler le, yayınların dışında düzenledikler i yarışmalarda ve sergilerde Anadolu insanın yüz yıllarca süren geleneğine sahip çıkma çabalarının öncülüğünü yapmışlardır.
Yayınlar şu şeki ldedir:
Yörük Ki l imler i — Yusuf DURUL, Türk Sanatın da Ebru — M. Uğur DERMAN, İst. Deniz Müzesi — Haluk ÖZDEMİR, İst. Resim ve Heykel Müzesi — N u r u l l a h BERK,
Görüldüğü gibi hep insanlarımızın ürettiği, maddi yaşamın yansıması olan, renk ve desenlerinde halkın yaşantısını, sorunlarını gördüğümüz el iş lemeleri, k i l i m , hal ı vb. ürünler ine burjuvalar t a r a f ı n dan sahip çıkılmak istenmektedir. Halkın k ü l t ü r e l değerlerine el at ı l mış ve bu yolla ulusal kül tür kavramının oluşumuna çalışılmıştır.
Yapı ve Kredi Bankasının yayınları i s e :
100 Türk Halk Oyunu . — Sadi Yaver A T A M A N , Türk M i m a r i Eserleri — Prof. Sedat Hakkı ELDEM,
Türk Çini Sanatı — Prof. Gönül ÖNEY,
Topkapı Sarayı Müzesi S e r i s i :
a) b) c)
Köşkler Harem Kaftanlar
— Hülya TEZCAN, — Cengiz KÖSEOĞLU, — Fikret ALTAY, şeklindedir.
Bu e t k i n l i k l e r i en sistemli şekilde yürüten banka T. İş Bankası' dır. Öyle k i , ülke içinde geniş bir çalışma alanı kurmuş olan bu banka, toplum içindeki t ü m kesimden insanlardan yarar lanmakta ve ulusal k ü l t ü r ü n yaratı lması doğrultusunda programl ı çalışmaları gerçekleştirmektedir. Burjuva hümanist yapının yerleşmesini, k iş i-l e r i varolan sınıfsal konumlarından soyutlamayı, onları düzenin i l işk i l e r i içinde er i tmeyi amaçlayan; halk geleneğinin, yaşantısının ü r ü nü olan halk deyişlerine, türküler ine ve hat ta aşıklarına varıncaya kadar t ü m bir ik imine sahip çıkmaya çalışan yayınlardan bazıları şöyle :
İy i Vatandaş İy i İnsan — Hasan Ali YÜCEL Türk El Dokumacılığı — Ş. Yüksel YAĞAN
TAVIR/337
Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı — Adnan TURANİ
Yaşamı, Sanatı, Şiirleri Âşık Ali İzzet Özkan — Âşık Ali İzzet ÖZKAN Kadın, Eğitimi ve Ekonomik Yaşamı — Doç. Dr. Mine TAN Geleneksel Kültürümüzde Çocuk — Prof. Dr. S. Veyis ÖRNEK
Bankanın yayınlarının bazıları bunlardır. Bunların dışında buraya aktaramadığımız yüzlerce eseri vardır.
Düzenlenen yarışmalarda, sergilerde de bu çalışmaların devamını görmekteyiz. Bakarsınız Anadolu insanının yaşantısı fotoğraflarla, resimlerle bankaların sergi salonlarındadır. İnsanlarımızın geleneğini oluşturan ve onun yaşantısının yansımasından başka bir şey olmayan tüm değerler bu yapı içinde korunmaya çalışılmıştır. Yapılanların tümü ulusal kültürün yaratılması çabalarıdır.
Ulusal kültür sloganı, burjuvazinin kullandığı bir slogandır. Bilindiği gibi ülkemizde yukarıdan aşağıya çarpık bir şekilde egemen kılman kapitalist ilişkiler ve kendi iç dinamiğiyle gelişmeyen burjuvazinin varlığı yüzünden, burjuva kültüründen söz edememekteyiz. Emperyalizmin ülkemize ekonomik ve siyasal alanda girmesiyle, emperyalizmin kültür politikasının sözcülüğünü yapan burjuva kül türü etkisini gösterdi. Bu, politikadan bilime, dinden ahlâka, teknikten sanata, burjuvaziyi korkunç bir çöküntüye uğrattı. Burjuvazi, artık kültürel ve geleneksel tüm kurumlara sahip olma şansını elinden kaçırmıştı k i , bu anlamda emperyalizmin kültür politikasından söz etmekteyiz ve bankaların etkinliklerini bu polit ikadan soyutlayanlayız.
Biliyoruz ki ulusal kültür kavramı iki l i bir özellik taşır: — Aşırı yoz, kozmopolit egemen kültür. — Demokratik ve ilerici özlü halk kül türü. Ulusal kültür sloganıyla, egemen sınıflar, halk yığınlarının un
surlar halindeki demokratik, ilerici özlü kültürünü yok etmeyi k i şileri topluma yabancılaştırmayı, sınıf bilincinden soyutlayıp aptallaştırmayı ve sersemleştirmeyi amaçlarlar. Bizim ise ulusal kültür sloganından anlamamız gereken, demokrasinin ve dünya işçi hareketinin uluslararası kültürü olmalıdır. Bankaların kültür ve sanat etkinliklerini bu noktada daha bir önem kazanmaktadır. Ancak ne var k i , toplumun bazı ilerici kesimlerinde bankaların bu tür etkinlikleri desteklenmekte, hatta olumlu karşılanmaktadır. Gerçekten, kuşe kağıt üzerine bol resimli kitaplar yayınlayabilirler, ama tüm
TAVIR/338
bunlar bankaların amaçlarını gizlemeye yetmez. Kapitalistlerin sanat üretimi için sınırsız kaynaklar yarattıkları doğrudur. Yani, bugün bankalar sanat etkinliklerini sürdürürken, sanatın gelişmesine ve çok zengin anlatımlı eserlerin yaratılmasına yardımcı olmuşlardır. Ama bizi ilgilendiren, kapitalistlerin sanata bakışıdır. Bir kapitalist, sanata gereksinme duyarsa, ya iyi bir yatırım gerçekleştirmek içindir ya da kültürel yaşantıya müdahale gereksinimi içindir.
Bankaların düzenledikleri yarışmalar ise bir tür danışıklı dövüştür. Tekstil sanayine aktarılmak ve bu alanda kullanılmak üzere motif yarışmaları düzenlenmekte ve böylece tekstil sanayisinde söz sahibi olan sermayenin yatırım hacmi genişlemekte kârlılığı artmaktadır. Tabi k i , tüm bunlar halkın yaratıcı gücünün sömürüsüy-le sağlanmaktadır.
Yarışma jürisine baktığımızda daha da ilginç sonuçlarla karşılaşırız. Jüride Vakko Empirme Sanayisinden Vitali Hakko, Tekstil endüstrisinden Burhan Oktay gibi isimler yer almakla ve değerlendirmede göz önüne alınacak ölçütler şu şekilde açılmakta. «... Eski Türk Süsleme Sanatlarından esinlenmiş, renk, motif düzeni ve kompozisyon bakımından bir yaratıcı çabanın ürünü olan, tekstil endüstrisi tarafından gerek teknik imkânlar gerekse ihtiyaca cevap verme yönünden kalite gösteren, yurt dışında da tutulma şansı olan dizaynları tercih etmek.» (5)
Bu tür yarışmaların sonuçları ise yapılan açıklamalarda daha da netleşmektedir. Bu konuda bankalar, —Türk Motifleriyle Örme Çocuk Elbisesi, Türk Motifleriyle bluz dizayn yarışması vb.— bir takım yarışmalar düzenlemekte ve bu yarışmaların sonucunda amaçlar şu şekilde belirtilmektedir: «Yapı ve Kredi Bankasının teşebbüsüyle düzenlenen —Türk Motifleriyle Bluz dizayn yarışması— vb. yarışmaların, teksti l sanayii için çok faydalı olduğundan, devamını temenni ederim. Bu teşebbüsünüzle, sânayi ve sanatın birbirine ne derece yardımcı olabileceğini bir kez daha ispatlamış oluyorsunuz» (6). Görüldüğü gibi , eğer bugün bankalar sanat ve kültür etkinlikleriyle ilgileniyorlarsa, bu, kapitalistlerin sanata olan susa-mışlığından değil, sadece o toplum yapısı içinde varolan siyasi ve ekonomik bağımlılığın, halkın kültürel ve sanatsal yaşamına müdahale ile devamının sağlanması içindir. «Batının i leri ülkelerinde, büyük iktisadi kuruluşların kendi milletleri hatta insanlık çapında s o s -yal ve kültürel alandaki çalışmalar, araştırmalar Ve bu yoldaki gelişmeler için harcadıkları muazzam çaba herkesçe bilinmektedir.
TAVIR/339
Seneler geçtikçe, daha fazla beliren bu çabalar, bu tür kuruluşların adeta bir ikinci faaliyet alanı haline gelmiş ve varlık nedenlerine mill i ve beşeri ölçüde munzam bir değer ve anlam vermiştir. Memleketimizde de bu yönde gittikçe daha kuvvetlenen adımlar atılmaktadır. Bankalar bu yayınlarıyla, kültür ve sanat hizmetleri yolunda yeni bir hamle yapmış bulunmaktadır.» (7)
Görüldüğü üzere, bankaların kurum olarak varlık nedenlerini sürdürebilmek, var olan kapitalist ekonomik yapı içinde sürekliliklerinin sağlanabilmesi için bu tür etkinliklerin gerekliliği açıkça anlatılmaktadır.
«Oyun ve müzik, milliyet duygusunun ve eğitimin en güçlü araçları olarak yüzyıllar boyunca Türk toplum hayatının çeşitli yönleriyle bağlantısını koruyan mil l i ve büyük geleneğimizdir. Ne çare ki mil l i kültürümüzün ve halk sanatımızın bu ince değerleri süratle ortadan kalkmakta daha da kötüsü yozlaşmaktadır.» (8). Burada da bankaların kültür ve sanat yaşamına bakışları, bunları şövenist amaçlar için kullandıkları açık açık anlatılmaktadır.
BANKALAR VE ÇOCUK
«Bir Kültür Hizmetidir!» TAVIR/340
Bankaların etkinlikleri yayıncılıkla sınırlı kalmamakta, pratik olarak, çocuk sineması, çocuk t i yatrosu ve müzik çalışmaları da bulunmaktadır. Bankaların örgütlediği çocuk tiyatrolarına baktığımızda, bu yapıların ve etkinliklerinin burjuvazinin eğitim ve kültür politikasına paralel bir şekilde örgütlendiğini görmekteyiz. Banka
lardak i tiyatro etkinliklerini düzenleyen, yöneten, bizzat rol alan toplum içinde popüler olmuş, kişilerin sempatisini kazanmış sanatçılar, egemen ideolojinin işlevlerini büyük bir başarıyla (!) yerine getiriyorlar. Salonu dolduran ve yaşları 5 - 1 5 arasında değişen yüz
lerce çocuk annelerinin, babalarının yanında birbuçuk saat hoşça
vakit geçiriyorlar, gerici yoz ideolojinin etkisini hissetmiyorlar bile. Egemenler insanları daha küçükten düzen ilişkileri içine almayı ve kendi dişlileri içinde eritmeyi amaçlıyorlar. Sergilenen oyunların niteliğine baktığımızda bunu daha açıklıkla söyleyebiliriz. Bunlar;
Pamuk Prenses — Ped. Dr. Nuran ŞENER Aliş Fezada » » » Rüyalar Ülkesine Bir Bilet » » » » Merih Yolcuları » » » » Sihirli Kemer — Karl Heinz Gies Perili Değirmen — Ziya Demirel Küçük Hakan — Abbas Cılga Sevimli Hayalet vb. oyunlardır.
Bu tür oyunlarda hayaletlerle insanlar arasında dostluk kuruyorlar ve bunlarla kötülüğü altediyorlar. Büyük bir ustalıkla idealizmin karanlığına çocukları itiyorlar. Böylece çocuk daha ufak yaşardan itibaren «çok şükür»cülüğe, «allah korusun»culuğa alıştırılacak ve dolayısıyla sömürü çarkının işlemesini engelleyecek pürüzlerden düzen kurtulmuş olacaktır. Düzenin yoz ilişkileri içine giren dünün çocuğu ise, eline geçenlerle yetinecek, daha kötü durumda olanları görürse de kendi haline şükredecektir.
Bankalar halkın maddi yaşamından kopuk, gerici öğeleri de kullanırlar. Öyle ki gerçeklikten uzak tatlı hayallerle süslü birer yutturmaca olmaktan öteye gidemeyen bu tür kullanımlar çocukları olumsuz yönde etkilemekte ve geleceğin burjuva toplum yapısının birer unsurları haline getirmektedir. Fakat bankalar sürekli tiyatro sanatını yaygınlaştırmak, kitlelere sevdirmek amacında oldukla-
TAVIR/341
rını söyleyeceklerdir. Bize göre ise düzen ilişkilerini sevdirmektir yapılan.
Akbank 1972 yılından beri tiyatro etkinlikleri sürdürmektedir. Bunun yanında kukla ve karagöz gösterileri de sürmektedir. Tiyatro çalışmalarında etkin olan kişi Erol Günaydın'dır. Türk Ticaret Bankası 1961 yılından bu yana tiyatro çalışmalarını sürdürmektedir. Bu güne kadar oniki oyunu sahnelemiştir. Yapı ve Kredi Bankası'nır tiyatro çalışmaları yenidir. Ve son iki yıldır «Sevimli Hayalet» adlı oyunu sergilemektedirler. Tiyatro çalışmalarını yönlendiren Raik Alnıaçık'tır.
Bankalar toplumun tümü içinde sempati kazanmış olan sanatçıları kullanarak, eğlence kervanı özel otosu ve karavanıyla, ülkemizin her tarafında temsiller verebilecek donanıma sahip bir yapı oluşturmuşlardır.
Ülke içinde yaygınlık kazanan bu tür etkinlikler doğaldır ki gerçekleştirilmeye çalışılan ulusal kültür kavramının bir devamıdır. Yapılanların tümü bu amaca yöneliktir. Bankalarda yaptığımız araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz veriler, bizim için şaşırtıcı olmadı. Bu etkinlikleri ise: «Bankaların sinemayı kullanmaları, bankayı sempatik göstermek, kafalara banka imajını yerleştirmek, ideolojik düşüncenin dışında, eğlendirecek, hoşça vakit geçirtecek, kahkaha attıracak nitelikte, oyunlar filimler sergilemek içindir.» biçiminde açıklıyorlar.
Bankalar sinemayı, tiyatroyu, müziği niye kullanırlar? Sanat ve kültürün toplumun tüm kesimi içinde yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için mi? Hayır! Tasarruf alışkanlığını kazandırmak, kumbarayı sevdirmek, sömürüyü ve düzeni sevdirmek için, ama hep ideolojik düşüncenin dışında (!) Egemenler, kendi toplum yapılarının devamı için, insanlığını kaybetmiş, topluma, sınıfına, kültürüne yabancı insanlar yetiştirmek istiyorlar. Tüm bankalar çocukları seçmişler bu yüzden. Yaşları 4 - 6 arasında 10'u aşmayan çocukları « g e -l in, her hafta tatlı kahramanlar, çocuk tiyatroları, müzik var, bedava!» duyurularıyla banka şubelerine doluşturmak onlara içeride, tatlı kahramanlar, sandviçlerinin arasına tutuşturulmuş rangârenk aile tasarruf cüzdanları, kumbara oyuncaklar sunmak için.
Bankaların varlık nedenlerini belirleyen bu tür etkinliklerin toplumun tüm kesimi içinde yaygınlığının sağlanmasında banka imajının kafalara yazılması ve banka yapısının kitlelere sempatik gösterilmesin de kullanılacak en yaygın araç reklâm olacaktır. Bankalar yukarıda da değindiğimiz gibi bu konuda popüler ve
TAVIR/342
sempati toplamış sanatçılardan yararlanırlar. Bu sanatçıların kitlelerde yarattığı sempati sömürülür. Ekrana bir leylek çıkar selâm verip perdeyi açar ve ardından, kişileri hayatından bezdirecek bir hal almış sorunlarını yansıtmak bir yana, onun yaşantısını, ilişkilerini vermekten uzak espirilerle iki sanatçı ekrana gelirler. Diğer yandan bir sinema artisti çıkar ve başlar bankaya övgüler yağdırmaya. Böylece, banka yapısı içinde kâr oranını, mevduat oranını iştirak oranını arttırmak ve toplumun tüm kesimi içinde etkin olabilecek bir bankalar ağı oluşturulmak istenilir.
DİPNOTLAR
(D V. İ. LENİN - Emperyalizm (2) Age. (3) AMİLCAR CABRAL - Son konuşmalar (4) TİB. Yayınları - Türkiye ekonomisine y ö n veren Holdingler (5) Akbank yayınları - Türkiyemiz s: 4 Haziran 1971 (6) Vitali Hakko - Sanat Dünyamız Dergisi s: 10, 1 9 7 7 (7) Sedad Hakkı Eldem - Türk Mimari Eserleri (8) Agy.
TAVIR/344
II
Bankalar ve Holdinglerle Kültür Yutturmacılığının Tipik Bir Örneği Olarak «İSTANBUL FESTİVALİ»
Şevki ÖMEROĞLU
Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, tekelci burjuvazinin ulusal kültürü yaratma çabalarını, geçtiğimiz günlerde kamuoyunun oldukça ilgisini çeken « 8 . Uluslararası İstanbul Festivali» olayında da açıkça görmekteyiz, içeriği bakımından geçmiş senelerde yapılan festivallerden hiç bir farkı olmayan 8. İstanbul Festivali, herşeyden önce emperyalizmin kültür politikasına göre biçimlendirilmiştir.
İstanbul Festivali, bir işbirlikçi kuruluşun; «İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı» nın denetiminde yapılır. Vakfın kurucularına bir göz
atalım: «Fahrettin Kerim Gökay (Başkan, Demokrat Parti'nin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı.), AK-BANK TA.Ş., AKSA A.Ş., AKSU A. Ş., ARÇELİK A.Ş., AYGAZ A.Ş., Fet-tah Aytaç, İzzet Baysal, Fuat Bezmen, Halil Bezmen, Refik Bezmen, Dr. Mustafa Birgi, BORUSAN A.Ş., BP PETROLLERİ A.Ş., BURLA A.Ş. Fahir Çelikbaş, Mehmet R. Devres, Selma H. Devres, Prof. Dr. Hayri Domaniç, ECZACIBAŞI HOLDİNG A.Ş., Ahmet Şeci Edin, Osman Edin, EL-GİNKAN HOLDİNG A.Ş., Özer Esen, Vitali Hakko, Nihat Hamamcıoğlu,
TAVIR/345
E.E. Hotz, Hürriyet Gazetecilik A.Ş., İSTANBUL BANKASI A.Ş., İstanbul Rotary Kulübü, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, KOÇ HOLDİNG A.Ş., Ali Koçman, Ara Kuyumcuyan, Kemal Mü-derrisoğlu, Bernar Nahum, OSMANLI BANKASI A.Ş., PAMUK-BANK A.Ş., İzzet Pensoy, PERFEKTÜP Sanayi L t d . Şti., PROFİLO HOLDİNG A.Ş., RABAK A.Ş., Emin Sencer, SINAÎ YATIRIM VE KREDİ BANKASI A.O., Semih Sipahioğlu, Fethi Talay, TATKO T.A.Ş., TEKFEN HOLDİNG A.Ş., Afif Tektaş, TERCÜMAN Gazetecil ik ve Matbaacılık A.Ş., TÜRK HAVA YOLLARI A.O., TÜRK PETROL T.A.Ş., TÜRK PİRELLİ LASTİKLERİ A.Ş., TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş., TÜRKİYE SINAÎ KALKINMA BANKASI A.Ş., TÜRKİYE ŞİŞE VE CAM FABRİKALARI A.Ş., TÜRKİYE TURİNG VE OTOMOBİL KURUMU, ULUSOY Turizm ve Seyahat Koll. Şti. ÜNİLEVER-İŞİ Ticaret ve Sanayi L t d . Şti., VEB Ofset A.Ş., YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş.»
Şimdi de, Festival Komitesi Başkanı ve Vakıf Genel M ü dürü Aydın Gün'ün şu sözlerine bakalım: «Festival kurumlaştı. Bu kurumlaşma sağlanırken şunları amaçladık ve amaçlıyoruz. Devlet özel sektör ve halk birliktenliğinin sağlanması, bu üç yapının bütünleştirilmesi.» Ve hemen arkasından ekliyor; «Amaç kaliteden fedakârlık etmeden, mümkün olduğu kadar çok insana, uluslararası sa
nat ve kültür etkinliği yapmak. Kalite çok önemli. Halkın hoşuna gidecek diye kaliteden fedakârlık edemeyiz...» İşte tekelci burjuvazinin müzelik sanat ve kültür anlayışı! Aslında daha başka bir düşünce beklemek, her şeyden önce saflık olurdu. Öyle ya, bir ülke düşünelim k i , tüm kitle iletişim araçlarında emperyalist ülkelerin kültür politikalarının propagandaları yapılsın, yoz ilişkiler kafalara sokulmaya çalışılsın; bir ülke düşünelim k i , 7'den 70'e herkes faşist terörün azgın dişlerini bağrında hissetsin, IMF'nin kurtuluş önerilerinin (!) sonucunda halk zamlara, kuyruklara ayak uydurmaya çalışsın; bil im adamları, işçiler, öğrenciler, köylüler, emekçiler egemen sınıfların emrindeki halk düşmanı faşistler tarafından katledil-
TAVIR/346
sin. Ve böyle bir ülkede burjuva hümanizmi görüntüsünde bir festival! Burjuva hümanizmi görüntüsünde diyoruz, çünkü emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin hümanizmaya bile tahammülleri kalmamıştır. Bir yanda faşizmin maddi yaşamını sağlayan tekeller, bankalar diğer yandan festivallerle insancıllık taslıyacaklar. Ne tür bir insancıllık bu?!... Andersen'in masallarında bile rastlanamayacak bir uydurma! Bu uyutma politikasına yakalanan bazı kişilerin görüşlerini aktarmakta yarar görüyoruz. Bunlar, emperyalizmin festivalle bağıntısının direkt olmadığını, çünkü festivalin geniş yığınlara ulaşmadığını, emperyalizmin bunu kullanmasına olanak olmadığını söyler dururlar. Oysa, festivalin kurumlaşması geniş yığınlar tarafından sağlanmış, bu i lg i , açık havada yapılan meddah, halkoyunları, ortaoyun-ları vs. ile de kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği'nden gelen Moiseyev Dans Grubu'nun, Yugoslavya'dan festivale katılan Shota Halk Dansları Toplulukları'nın, daha önceki yıllarda festivale «renk kattığı» ve izleyici kesim üzerinde büyük ve saygın bir etki yarattığı açıktır. Burjuvazi böylece festivale i lgi çekmeyi ve bu toplulukların çarpıcılıklarını kullanarak festivalin kurum olarak güçlülüğünü sağlamayı düşünmektedir. Festival izleyicileri arasında işçilerin ve köylülerin bulunmamasına karşın, aydın küçük-burjuva öğrenci kesimi önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemiz devriminde küçük-burjuvazinin de bir rolü olacağına göre, emperyalizm, neden bu kesimi etkilemeye çalışmasın? Özellikle İstanbul gibi siyasi ve kültürel alanda zengin bir birikime sahip şehirde yapılan festival, burjuvazinin kendine bir taban bulması ve bu kitlelere kendi kültür politikasını «şırıngalamak» sevdasını taşır.
İstanbul Festivali. 1 9 7 7 senesinden sonra «Uluslararası Festivaller Birliği»ne üye olmuştur. Yalnızca 36 festivalin katılmasına izin verilen birliğe, Türkiye'nin yanında Almanya, Fransa, İngiltere, İsveç, Hollanda, İspanya, Japonya, Avusturya, İtalya, Polonya, Macaristan, Belçika, Yugoslavya, Yunanistan gibi ülkeler de üye. Her yıl çeşitli ulusların sanatsal etkinlikleri İstanbul'a yığılıyor (1). İlk bakışta bir kültür olayı, enternasyonal bir anlayış olarak görünen festivalden asıl ne amaçladıklarını Aydın Gün özetliyor.- «Uluslararası yapmamızın en önemli nedeni; sanatçılarımızın yabancı tekniklerle karşılaşması ve bir yerde kendi kendilerini eğitmeleridir.» Bu sözden şu anlam çıkmaktadır: S.S.C.B.'den, Polonya'dan çağırılan sa
natçı ve topluluklar, halk için değil açıkça burjuva sanatçılar için getiril ir. Bankalar, holdingler için önemli olan, bu sanat eserlerinin
TAVIR/347
işlevleri (özleri) değil, biçimleri, yani «teknikleri»dir. Kısaca, tekelci burjuvazi birçok ulusun sanat etkinliklerini bir havuzda toplamakta ve kendine yararlı gördüğü teknikleri, sunuş yöntemlerini seçmektedir. Sinema dışında birçok sanat dalını kapsayan festivalde, yetkinlikleri dünyaca kabul edilmiş uzman sanatçıların görev almasının tek nedeni budur. Her şeyiyle dışarıya bağımlı tekelci burjuvazi, elbette ki kendi kültürünü de ithal ederek oluşturmaya çalışacaktır. Peki, burjuvazinin öğrenmek istediği bu 'biçim' nedir?
Londra Çağdaş Dans Topluluğu
Tabii k i , insanlığın toplumsal değişmeleri sırasında belirlenen sanatsal üretimlerinin biçimi. Festivalde sunulan eserler ya kendi çağlarına göre ilerici olan eserlerdir ya da hâlâ bu niteliklerini korumaktadırlar. Öncelikle şunu belirtmek gerekir; bir sanat eserini salt biçimi ile tanımlamak temelsiz ve sakat bir anlayıştır. Asıl önemli olan onun özüdür. Bir sanat eserinin özünün kitlelere yansıtılması da zaman ve yer koşuluna sıkı sıkıya bağlıdır. Bizler, İstanbul Festivali'ndeki operalara, balelere, resitallere karşı çıkarken; d irekt olarak bu eserleri değil, bu eserleri ona son derece yabancı olan
TAVIR/348
kitlelerin karşısına çıkaran burjuvaziyi suçlamalıyız. Özleri ve biçimleri açısından bu yapıtlar, diğer uluslarda devrimci bir nitelikte olabilirler (müzelik sanat eserleri hariç). Ancak, bu eserler biçimsel olarak emekçi halkımıza göre çok ileri konumlarda olduklarından, ortada bir çelişki doğmaktadır. Yeni-sömürge ülkemizdeki halklar, yıllardan beri emperyalist sömürü çarkının dişleri arasında ezilmeye, kendi öz kültürüne yabancılaştırılarak insancıl özelliklerinden uzaklaştırılmaya, kapitalist düzen için robotlar haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu durumda da, ülkemiz emekçileri, sorunlarını «Pıkaızen-Russın keman ikilisi»nde mi bulacaklardır, yoksa sa-
HÂZIM BAŞKAYNAK natsal hazzı «Freıburg Piyanolu Dörtlüsü»nde mi tadacaklardır? Ne onda, ne de öbüründe. Festivale katılan ülkelerin kültürlerinin sosyalist özü de böylece güme gitmektedir'.
'Bazı küçük-burjuva düşünceler de, bale, opera, müzikallerin karşısına «milliyetçi» bir tavırla, halk oyunlarını çıkartmaktadırlar; Festivalin halk oyunları kısmının «en güzel» bölüm olduğunu savunurlar. Ne var ki, böyle bir festivalde halk oyunlarının, milliyetçi ve şovenist görüşler dışında sergilenmesi olanaksızdır. Objektif olarak ta, oynanan oyunlar bu niteliktedirler. Bu konuda Milliyet Sanat Dergisi'nin görüşlerine bakalım: «... Yurt dışında kalan Türkis-
TAVIR/349
tan ve Üsküp Türkleri'nin karakter ve özelliklerini koruyan varlıklarını yansıtacaklardır.», «Keçige'de vücut ve ayak çalımlarıyla Türk'ün nasıl bir iç zenginliğine ulaştığını gösterecekler». Hatırlatmakta yarar var; Keçiğe, bir Kürt Oyunudur. Yine festivalde, «turistik görünüme haiz» olması nedeniyle, şoven duygulan temsil eden kılıç kalkan ekipleri gösteriler yaparlar. «Oğuz Boyları'na aittir» denilerek, Kürt kil im ve işlemeleri, Türk Kilimleri Sergisi'nde izleyicilere tanıtılır. Bankalar ve holdinglerin, tanıtma broşürlerinde yaptıkları reklâm ve propagandalar yetmiyormuş gibi, «halkbilimi» v.b. konulardaki araştırmalar da aynı amaçlarla sergilenir.
FESTİVALE DEVRİMCİLERİN YAKLAŞIMI NE OLMALIDIR?
İstanbul Festivali'ne devrimcilerin yaklaşımları bugüne kadar çok çeşitlilikler göstermiştir. Festival değerlendirmesinde doğru yaklaşımlar görüldüğü gibi, genel olarak sağ ve sol yaklaşımlar olarak nitelendirebileceğimiz yanlış görüşlere de rastlanmıştır.
Sol yaklaşımlar, tamamen bilgisizlikten kaynaklanan dogma ve sekter düşünceleri yansıtır. Gelen eleştiriler biçimseldir ve emperyalizme veryansın eden bu görüşler, ne yazık k i , emperyalizme karşı bu alanda bir muhalefet oluşturmayı akıllarından hiç mi hiç geçirmezler. Biçim üzerine, bale, opera vb. konulara getirilen bu yanlış teşhisler üretime yönelik olamazlar; sonuçsuz kalırlar. Bu alanda örgütlenme çabasına girmeyen, kısa yoldan «durumu kurtarmayı» tercih eden görüşler, muhalefet oluşturmak bir yana, kendi kendilerini mahkûm etmektedirler.
Festivale sağdan bakanlar ise, genel olarak festivali «Demokratikleştirme» amacındadırlar. Bu çalışma yöntemi olumlu bir çaba olmasına karşın, böyle bir önermeyi temel mücadele yöntemi olarak görmek, düzenin sınırlarında hapsolmayı gündeme getirir. Çünkü, festivale sahip çıkma, gerçekleşmesine aktif katkıda bulunma gibi yollar «iyimser», ütopik yollardır. Bu anlayışı savunanlar festivalin tekelci burjuvazi tarafından hangi amaçlarla düzenlendiğini göremedikleri gibi. festivalin gerçek vüzünü halka gösterenlere bakın neler söylüyorlar: «Burjuva bonfile ver, biftek ver. İşçisi emekçisi, halkı da kurufasulye. Şimdi madem, burjuva et yiyor, o zaman et yozdur, emperyalisttir; kuru ise halkımızın ulusal yemeğidir. Yaşasın kuru, kahrolsun et!», «Bu mantık ne kadar saçmaysa, kültür alanını var olana (egemen) olana bakarak ikiye bölmekte o kadar saçmadır.» (2)
TAVIR/350
<Kültür alanının demokratikleştirilmesi> düşüncesinde olanlar, festivaldeki sosyalist ülkelerin subjektif n i y e t l e r i n i göz önünde bu
lunduruyor ve bu noktada yanılıyorlar. Özelinde Sovyetler Birliği kendisini parçalanan bir sosyalist sistemin merkezi olarak görmekledir ve sosyalist kültürle kapitalist toplumları etkileyeceği, halkları ilerleteceği görüşündedir. Bu revizyonist politikasının sonucu olarak festivale katılır.
Oysa objektif görünüm yukarıda sık sık değindiğimiz g ib i , tekelci burjuvazinin lehinedir.
Devrimcilere düşen görev, her tür lü sağ ve sol bakışı yıkmak, tek yanlı örgütlenmeyi reddetmek, devrimci kültür mücadelesini güçlendirmek için durmaksızın çalışmaktır. Özgüçlerine güvensizlik duyan sağ bakışların aksine, temel güç devrimcilerin iç dinamiği olmalıdır. Festivale karşı gereken tavır, varolan yapılanmayı teşhir ederken, bir yandan da festivali bir gözlem aracı olarak kullanmak) burjuva kültürünü öğrenmektir. Festivallerin önemli işlevlerini bir çok kez görmüşüzdür. Devrimciler de, yeni ve güçlü şenlikler, festivaller düzenlemeli, halen süren ilerici-demokrat içerikli festivalleri desteklemelidirler. Halkın kültürünü yaşatmalı, onun kültür mirasına sahip çıkarak devrimci kültürü yaratmalıyız. Devrimci görevimiz bunu öngörmektedir. Önümüzdeki süreç, her alanda olduğu gibi kültür alanında da emperyalist kurum ve kuruluşların karşısına alternatif olarak çıkma mücadelesini içermektedir.
Tekelci burjuvazinin kültür alanında boy gösteren kurum ve k i şileri üzerindeki, bunların çeşitli etkinlikleri ve özel olarak da İstanbul Festivali hakkındaki düşüncelerimizi yeterince açtık sanıyoruz. Sanatı düzen için yapan sahtekârlara usta ozan-yazar Nâzım Hik-met'in de iki çift sözü var:
AYAĞA KALKIN EFENDİLER
Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine İdare lâmbası yanan adam! Behey armut satar gibi san'atı okkayla satan san'atkâr! Ettiğin kâr kalmayacak yanına! Soksanda kafanı dükkânına, dükkânını yedi kat yerin dibine soksan; yine ateşimiz seni yağlı saçlarından tutuşturacak
TAVIR/351
Bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! Çek elini san'atın yakasından
Çek! Çekiniz!
Bıyıkları pomadalı ahenginiz süzüyor gözlerini hâlâ «koyda çıplak yıkanan Leylâ'ya» karşı! Fakat bugün
ağzımızdaki ateş borularla çalmıyor yeni san'atın marşı! Yeter artık Yeni Cami traşı, yeteri Ayağa kalkın efendiler...
DİPNOTLAR:
(1) 8. İstanbul Festivalinin Programı
(2) Ali Taygun - İstanbul Festivalini ne yapmalı? Sanat Emeği s.18
TAVIR/352
Kemal KOBAY
SAFLARI SIKLAŞTIRIN
Dağların doruklarından indirilmiştir sözümüz yiğitçedir yaşamak ve sevmek ve bize düşman olana düşman düşmek kasıp kavururken zulüm silahı bitiştirmek bize gelmez dize gelmek can bedenden göçmedikçe diz boyu kan diz boyu barut içre dalarak dayanarak, karşı koyarak
koparılmıştır yaşam kaç boyun sunulmuştur gencecik, taze, yeni yetme... Bir çığlıktır öfke alev alev tutuşan yüreğimde zehir basın kanayan yarama Ey kurtuluş için savaşan halklar sarsılsın doğa, çöksün topraklar kopsun alev ateş çanaklarından çatlasın ağız
yaşanan güne karşı Ey ana rahminde ki döl fırla bedenden, atıl ileri sarıl bize, dolan bize
gir içimize gücüne güç kat tetiği kesen parmağın havaya kalkan kolun sallanan yumruğun Ey iyi söyleyen, yiğit eyleyen yaman isyan edenler ve toprağa can veren dağları deviren devranı çevirenler eşitliğin, özgürlüğün savaşçıları sıkın sıkılabildiğince kaynasın derileriniz balta saplarına biçsin tırpanlar başak biçer gibi rüzgar savursun yangını
kasıp kavursun kabına sığmasın mermiler Kavga örülecektir elbet ölünecektir safları sıklaştırın ileriye! düşenlerin yerine
TAVIR/353
Arnavutluk
Yazarlar
Birliği Başkanı
D R İT E R O A G O L L İ İle
Bir Söyleşi
• TAVIR
TAVIR — Bilindiği gibi sanatı siyasetten ayıramıyoruz. Sanat, siyasete bağımlı olarak biçimlenir ve ona büyük ölçüde etki yapar. Dergimiz, devrimci mücadelenin önemli bir alanını kapsayan devrimci kültür mücadelesinde bir araç. Ülkemizde, küttür alanında şu ana kadar netleşmiş devrimci sanat anlayışı yok, amacımız teorik konuların da dargimizde açarak devrimci kültür politikasının belirlenmesini ve netleşmesini sağlamaktır. Bu nedenle ülkemizdeki ve uluslararası devrimci kültürlere ağırlık veriyoruz.
D. AGOLLİ — Derginizin amacı çok büyük ve seçtiğiniz hedefler çok güzel . Lenin şöyle diyor; « bana iyi bir dergi verin, dünyayı değiştireyim», Arşimet de , « bana bir mesnet ve kriko verin, dünyayı kaldırayım» diyordu. Bu anlamda der -gi çok önemlidir.
TAVIR — Yaşamınızı sanatçı kişiliğinizde kısaca anlatır mısınız? D. A G O L L İ — Atdeval denilen bir bölgenin Korçi kasabasında 1931'd e doğ
dum ve ilk eğitimimi orada tamamladım. Kurtuluş savaşı başladığında partizanların yanına giderek mücadeleye ka
tıldım. Henüz 13 yaşındaydım ve elimde tüfek tutmak zorundaydım. Çünkü mücadele bunu gerektiriyordu.
TAVIR/354
Ortaokulu ve liseyi, Gürıey Arnavutluk'taki Girahada kasabasında bitirdim. Daha sonra Leningrad Üniversitesi'nin Filoloji bölümünde okumak üzere Sovyetler Birliğine gittim.
Yazmaya 14-15 yaşlarında başladım. Bunlar daha çok şiir ve küçük hikâyelerdi. O zamanlar bizim gençlik dergilerimizde basılmıştı. İlk kitabımı 1957 senesinde üniversiteyi bitirirken yazdım. Bu bir şiir kitabıydı. Benim için bunun anıları hâlâ tazedir. Gerçekte de bir yazar için ilk yapıtının önemi çok büyüktür. Bunlar iyi olmasa bile ilk yapıtlar oldukları için sevilirler. Üniversiteyi bitirdikten sonra «Za Repabil» (Yurt için) dergisinin kültür ve sanat bölümünde 15 sene çalıştım. Bu arada Roman, 6 Şiir kitabı, 2 Röportaj kitabı, 2 Dram, 3 Film Senaryosu ve - Öykü kitabım yayımlandı. Ayrıca, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, Fransa, Romanya, Macaristan, İsveç, Norveç, Almanya ve Türkiye'de yayımlanan bir çok kitabım vardır. Ancak bunlar çok gözükse de benim için yeterli değildir. '
İyi bir yazar olmak için ise şöyle bir örnek verebilirim; İstanbul'da yaşayan bir yazar yaralansa, başka yerlerde ki yazarlar onun bu acısını hissetmeli, duymalıdır. Çünkü yazarlar halkın evlatlarıdırlar.
Yine büyük bir yazar, yapıtlarını güncel konulardan ve halkın gerçek yaşamından seçmelidir.
Ayrıca bütün dünyada bir şablonculuk seziyorum. Bir çok fabrikasyon yapıtlar vardır. Örneğin kovboy filmlerinden bir tanesini seyrettikten sonra diğer bütün kovboy filmlerini ezbere öğrenmiş olursunuz. Kitaplar da öyledir. Örneğin, Sartre iyi ve önemli bir yazardır. Ve onun hakkında yazanlar öyle şeyler yazmışlar ki Sartre'ı imambayıldıya çevirdiler.
Edebiyatta amaç, ideal yok olursa o bir yük olmaya başlar. Bir dergide, örneğin burjuva basınındaki bir dergi reklamsız çıkamaz. Çünkü içerik olarak «yük» ile doludur. Ve reklamlar olmadan kesinlikle satılamaz. Neden onlar çıplak kadın resimleri basıyorlar. Onlar sadece satmak için uğraşıyorlar ve kitleleri uyutmak istiyorlar. Kitlenin politika ile uğraşmasını istemiyorlar. Başka şeylere dikkati çekiyorlar. Politika olmasın da ne olursa olsun.
Öz olarak anlatmak istediğim, edebiyatın büyük amacı olmalı ve insana bir şeyler vermeli. Edebiyat halk için olmalıdır, yazar en güzel yapıtlarını halka adamalıdır. Çünkü halk herşeyin en iyisine layıktır. Ben de bu amaç doğrultusunda yazmaya çalışıyorum.
TAVIR — Sayın Agolli, genellikle hangi konularda yazıyorsunuz? D. AGOLLİ — Ben, ulusal kurtuluş savaşı, sosyalizmin inşası ve halkımı
zın olumlu kültür değerleri üzerine yazıyorum. Ayrıca yeni akımlar üzerine incelemelerde bulunuyorum.
TAVIR — Arnavutluk halkı genellikle hangi konuları okumayı seviyor? D. AGOLLİ — Her halk gibi çağdaş konulan tercih ediyor. Toplum yaşa
mı ele alındığında halk bunu ilgiyle okur. Çünkü, her an karşılaştığı olaylar ve bizzat içinde yaşadığı yaşam anlatılmaktadır.
TAVIR — Örneğin Gorki'nin bu konuda şöyle bir sözü vardır: «Kahramanlık (veya yazılara konu olacak olaylar) hayatın her alanında mevcuttur. Ve ben öyle sanıyorum ki yazarlar bu tür şeyleri yakalayarak konuları kolaylıkla bulabileceklerdir.» Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
0, AGOLLİ — Günlük yaşamda bile kahramanlıklar vardır. Fakat, batılı
TAVIR/355
yazarlar kahraman eksikliği olduğunu söylüyorlar. Bunun için baş kahraman olarak psikolojik hasta ve manyak kişileri seçiyorlar yani normal insanı konu olarak incelemiyorlar ve böylece gerçeklerden kaçmaya, uzaklaşmaya çalışıyor-yorlar. Ben bu tür kişilikler hakkında yazılmasın demiyorum, ancak bu tür kahramanlar fon olarak kullanılmalıdır.
TAVIR — Arnavutluk devrimini yapmış bir ülke olarak, kültür devrimini nasıl gerçekleştirmiştir? Genel olarak Arnavutluk'taki kültür yaşamından söz-eder inisiniz?
D. AGOLLİ — Kültürel ve ideolojik gelişim ince ve çok önemlidir. Devrimlerin içinde önemli bir devrimdir. Örneğin Çin'deki kültür devrimi çok can sıkıcı olmuştur. Çünkü kültür devrimi adına halk kültürü ve gelenekleri bir tarafa itilmiştir. Ve bu yüzden sağlam bir temele sahip olamamıştır. Bilindiği g ibi proleter kültür, geçmişin kültürü üzerinde yükselmezse önemli hiç bir şey yaratılamaz. Bizde böyle bir düşünce ile Arnavutluk'taki kültür devrimini ele aldık ve kültürümüzü inşa etmeye devam ettik. Halk edebiyatının olumlu yanlarını alarak yeni kültürümüzü geliştiriyoruz.
Bizde, geçmişde de iyi yazarlar varmış. Örneğin Çayupi, Medani gibi şairler. Onlar, genellikle insanlığın, yaşamının üzerine yazmışlardır. Şiirlerinde belki de fazla devrimcilik yoktur ama iyi yapıtlar çıkardıkları için tutulurlar. Biz savaş döneminde ve ondan sonra da bu tür kişileri koruduk ve hâlâ onlara saygımız var. Yazarların çoğu halkın tarafındandı ve partimiz de onların örgütlenmesinde büyük rol oynamıştır. Ve şimdi sağ kalanlar önemli yazarlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bizde 1 0 - 1 5 yıl öncesine kadar halk geleneklerini
AYB Başkam D. Agolli, TYS Başkanı A. Nesin ite birlikte ikili kültür anlaş-sını imzalarken. gericilikle bağdaştıran kişiler vardı. Ama artık bu anlayış yıkılmıştır. Gelenekler, cephe arkasıdır edebiyat savaşında. Savaş, cephe arkası olmazsa sürmez. Desteksiz bir savaşı düşünebilir misiniz? Edebiyatta da böyledir. Eğer, idealini arayacaksanız geleneklerin zararlı olanları da vardır. Ancak güzel şeyler çoğunluktadır ve onun içinden iyileri çekip, yeni edebiyatı bunun üzerine kurmak gerekir. TAVIR/356
TAVIR — Ülkenizde küçük burjuva yazarlarına karşı nasıl bir mücadele yürütüyorsunuz?
D. AGOLLİ — Devrim sonraları genellikle burjuva kalıntıları olur ama belirleyici olan yine başta olanlardır. Biz devrimden sonra bu tür kişilere karşı savaşıyoruz. Bunların sanatçılar birliğinde 1030 üyesi vardır ve hemen hepsi sol görüşlüdür. Onlarla, politik, kültürel ve diğer konularda tartışarak doğru olanı kabul ettirmeye çalışıyoruz. Bu silah zoru ile değil, ikna yolu ile oluyor, Küçük burjuvalara karşı eğitim yolu ile savaşmalıyız. Biz bu konuda her gün çalışıyoruz ve her gördüğümüz hatayı açığa çıkararak, doğru yönü gösteriyoruz.
TAVIR — Sizce devrimci bir sanatçı nasıl olmalıdır? D. AGOLLİ — Devrimci bir sanatçı halkın evladı olmalıdır ve onun sorun
ları ile yaşamalıdır. Seyirci olmamalıdır. Büyük sanatçı olup, devrimci değilse bu devrimci bir sanatçı olamaz. Ancak politik olmayan sanatçılar da vardır. Bunları silip atmamalıyız. Örneğin Balzac monarşiye karşıymış, ama edebiyatında demokratmış. Neden demokrattı? Çünkü başka türlü olamazdı, başaramazdı. Fakat şimdi bir sanatçı devrimci olmazsa, iyi bir yazar da olamaz.
TAVIR — Burjuvazi, bilindiği gibi politika ile sanatı birbirinden ayırır. Buna karşı nasıl mücadele edilmelidir?
D. AGOLLİ — Bu olayların ve gerçeklerin sayesinde olur. Burjuva ideolojisine karşı her türlü araçla mücadele edilmelidir. Çeşitli yayınlar, toplantılar ve buna benzer değişik araçlarla.
TAVIR — Bize ve okuyucularımıza söylemek istediğiniz şeyler var mı?
D. AGOLLİ — Derginizin çok güzel bir amacı olduğunu ve daha iyi bir yayıncılık için savaştığını anlıyorum. Bu çok iyi bir şeydir. Amacınızı da beğendim. İnsanın elbisesi olmayabilir ama yüreği ve beyni olmaksızın yaşayamaz.
Ayrıca genç oluşunuz da iyi bir gelişmedir bence. TAVIR — Teşekkür ederiz. Sayın Dritero Agolli.
357/TAVIR
Turhan OKTAY
ŞAFAKLA GECE ARASI YAKINDIR
1
Geceyarısı sokaklarında seni açarken gördüm delikanlım Sahanlar değdi son soluğuna Ardında bin türlü pusu ardında yalan dolan katmer katmer dizim dizim dizilmiş Hakkında delikanlım kesin buyruk verilmiş: «Vurun!..»
Göz pınarlarımdan ilk yaz akarken kanlı, yeşil yüreğimde filizlenir delikanlım ala banmış bir öfke öylesine dik öylesine onurlu ve hiç eğilmeyen tavrıyla durur tetikte.
I I
Şimdi saçlarında hiç bir yıldız açmayan güne küsmüş dul kalmış bir gecenin kir l i iğrenç ve pörsümüş rahminde beynim fırlıyor ileri gözlerim yuvalarını zorluyor er çağındaki sevdam dikelerek karanlığın koynundan şafağı yokluyor. Şafakla gece arası yakındır.
358/TAVIR
Al bir sarmaşık gülünün açılan çiğli dudaklarından alnıma öpücükler konuyor İşte bundan anlıyorum Şafakla g e c e arası yakındır delikanlım. Caddelerde gümbürdeyen mavi-yağız dalgalardan anlıyorum kitapların yalımlanan sayfalarından yüreğime bastığım ateş açmış dizgilerden anlıyorum
III
Namlular çiçeğe durmuş delikanlım sevinç döllenmeye başlamış kan yitmiş ama öfke kınında Emek allı morlu bayram içinde.
DÜZELTME
Turhan OKTAY'ın dergimizin 3. sayısında yayınlanan «BÜYÜK ÇAĞLARDIR ÖZGÜRLÜK Kİ ADI ÖMRÜMÜZE YAZILDI» adlı şiirinde aşağıda gösterilen dizgi yanlışları olmuştur. Turhan OKTAY ve okurlardan özür dileriz.
I. BÖLÜM : belleğimize kazındı bileğimize olarak düzeltilecektir.
I I . BÖLÜM : «Kozalarla dalgalanmış kızlar» satırını «Yaşları kaç bilinmez» satırı izleyecektir.
III. BÖLÜM : eli tutkun silahı silaha olarak düzeltilecektir.
IV. BÖLÜM : Ardımızda yağmurlanmış umutlar yağmalanmış olarak düzeltilecektir.
TAVIR/359
BEDRETTİN CÖMERT Zeynep ERAY
«Madem ki toplumlar tarihinin omurgası, insan emeğinin tuğ-Ialarıyla örülmüştür, bu emeğin ortaya çıkışında birinci dereceden görevleri de bilim ve sanat yüklenmiştir.»
Bilim ve sanat insan yaşamının, gelişiminin diyalektik bir yansımasıdır. Ve içinde bulunduğu sürecin üretim ilişkilerini gösterir. Burjuvazi kendi düzenini, var olabilmesi ve yaşayabilmesi için kendi aydınını yaratır. Ama, nasıl ki bilimsel teknolojik devrimlerinin ve sömürü halkalarının, sömürü paktını hazırlayan burjuva aydınları var ise bunun karşısında proleteryanın yanında safını belirlemiş, özgürlükten yana imzasını atmış mücadelelerin aydınları da vardır.
Tarihin her döneminde sanatın ve bilimin ortak katkısıyla gerçekler suyüzüne çıkartılmaya çalışılmış, ortaya çıkan gerçeklerle birlikte bilim ve sanat, yeni bir göreve bağlanmış ve yön kazanmıştır.
Einstein; «Özünde bilim adamı ve sanatçı özgürlükten yanadır» der. 1 9 4 8 ' d e i l k defa kurulan barışçı ve anti-faşist mücadelenin ilk
TAVIR/360
BİLİME UZANAN
FAŞİST ELLER
KIRILACAKTIR
evrensel örgütünün başına Curie, Neruda, Fadeyev ve Robeson g i bi bilim adamı ve sanatçılar getirilmiştir. Bu da, sanatçının ve bilim adamının genel karakterindeki i lericil iğini, özgürlükten yana mü-cadeleciliğini bize çizen bir örnektir. Bu gerçeği bilen egemen sınıflar da çağlar boyunca bilim adamına ve sanatçıya saldırmış, onun insanlığın malı olmasını engellemeye çalışmıştır. Şeyh Bedrettinle-rin, Galilelerin darağacı ve giyotine gitmelerine neden de bu gerçeklerdir.
Ülkemiz, yıllar boyu bir çok aydının susturulmaya çalışılmasına ve öldürülmesine sahne olmuş, bu baskıyı yaşamış bir ülkedir. Bilim ve sanatın insan düşüncesinin ufuklarını açan, dünya görüşünü etkileyen, özellikle bilimsel düşüncenin insanların gerçekleri daha iyi görebilmesini sağlayan bir araç olduğunu bilmektedir burjuvazi. Ve bu nedenle en acımasız saldırılarını aydınlara yöneltmektedir. Bu saldırılarla doğrunun teorisini yazanlar, yaşamı iyiye, güzele yöneltenler sindirilmeye çalışılmakta ve bilime düşman faşizm, işine gelmeyeni, sömürüsüne katılmayanı yok etmeyi amaçlamakta, aydınları susturmaya uğraşmaktadır. Geçtiğimiz son yıllar bu saldırıların en yoğun bir şekilde sürdürüldüğü yıllardır. Bu saldırılarla bir çok aydınımız yaşamını yitirmiştir. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Bedri Karafakioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Doğan Öz ve Bedrettin Cömert, faşizmin plânlı saldırılarla katlettiği aydınlarımızdan birkaçıdır. Bu aydınlarımızın hepsi doğruyu düşünen bir beyin ve doğruyu yazan bir kalem oldukları için faşizmin saldırılarına hedef olmuşlardır.
Ankara Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, 1978'in Temmuz'unda evinin kapısında öldürülen, faşist cinayete kurban giden bir bilim adamıydı. O, yaşamını bilimsel düşüncenin ışığında, toplumunun kültürünü yaşatmaya ve geliştirmeye adamış bir sanat bilimcisiydi. Enternasyonalist kültürün yaratılmasından, dilbil imi ve estetiği zenginleştirmeye kadar bir çok kültürel çabayı gerçekleştirmeyi amaçlamış, henüz çalışmalarının başındayken öldürülmüştür. İnsanoğlunun çağlar boyu oluşturduğu bir ik imi, çağdaş bir yorumla ele alarak onu, bilimselliğin ışığında geleceğe ulaştırmayı amaçlayan bir sanat tarihçisiydi Bedrettin Cömert.
O, sanat üzerine görüşlerinden birinde şöyle der: «Yalnızca be
l i r l i kişilerin tekelinde kalan ussal etkinlikler, topluma maledileme-
TAVIR/361
dikleri, ya da maledilmek istenmediği veya bu kişilerin bu etkinlikleri topluma maledecek güçten yoksun oldukları içindir ki bu etkinlikler, çoğumuza başka gezegenlerden yansıyan yaşamdışı şeylermiş gibi gözükür. Düşüncelerini ve duygularını kendi dilinin öz değerleriyle söyleyemeyen kişi, bırakın bil im ve sanatı, ulusallık bilincinin dışında kalmaya mahkûmdur.» Sanatta anlaşılmazlığı savunanlara, sanat yapıyorum diye bilimsellikten saparak sanat için sanat yapanlara duyduğu tiksintiyi belirten Cömert, sanata ilişkin görüşlerinden birinde yine şöyle diyor: «Toplumculuk, toplumsal nitelikli sorunların yapıta sokulması değildir; ne de bireysel sorunların işlenmesi. Gerçek toplumcu sanat, insanı, birey-toplum bütünlüğü içinde görüp yansıtabilen sanattır. Toplumculuğu; toplumu dolaysız yoldan ilgilendiren konuların tekelinde sanmak ilkel olduğu kadar kaba bir yanılgıdır. Böyle bir yanılgı, sanat denilen o ince, o damıtılmış ürünün güzelliğini bulandırır. Toplumculuk bir konu, içerik sorunu d e ğ i l , yöntem sorunudur, bakış açısıdır, dünya görüşü biçimidir.»
Buradan da anlaşılacağı gibi, o, bir sanatçının insanlığa yapıtlarıyla çok şey iletebilmesinin ancak dünya görüşünü kesin sapta-masıyla ve dolayısıyla da bilimsel dünya görüşü ışığında olanaklı olabileceğini söylemektedir. Bu da kuru bir anlatım ve gerçeği sıralamak olmamalıdır hiç bir zaman. Onun yaşamı sadece sanat üzerine kuramsal düşünceleri ile noktalanamaz. Türk Dil Kurumu'n-daki çalışmaları, Türkçe'ye kazandırdığı 'Sanatın Öyküsü' adlı b ilimsel kitabı, 'Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak' adını taşıyan kitabı ve ancak ölümünden sonra derlenebilen şiirleriyle pek çok alanda varlığını gösterebilmiş bir aydındır Bedrettin Cömert.
Her zaman ezilen sınıflar için mücadele veren, bu mücadelede yerini belirleyebilen yiğit beyinler ve yürekler olmuştur, olacaktır da. Sınıfsal çözüme vararak doğru saflarda yer alabilen aydın, aydın olabilmenin mutluluğunu ve övüncünü ancak yeni toplumun kurulmasına katkıda bulunduğu ölçüde duyacaktır. İnsanca yaşamı savunmak, onun en büyük görevi olmalıdır. Faşizmin bu saldırıları mücadele devam ettiği müddetçe varolacaktır. Bu saldırılar, faşist terörün kitle pasifikasyonu yaratması amacına bağlı olarak, diğer aydınları ve halkı korkutmaya, sesini çıkartmamaya, susturmaya ve kendileri için zararlı olan düşüncelerin yayımlamasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle toplumda tavrını alması gereken kesimlerden bir i de aydınlar olmalıdır. Yeni bir top-
TAVIR/362
lumun mücadelesinde öneminin ne derece büyük olduğunu kavrayarak, bunun bilincine vararak doğruya yönelmelidir .«Kültür, sanat, uzun, hem de çok uzun bir süre kendini yalnızca manevi silahlarla savunmuş; ama hep maddi silahların saldırısına uğramıştır. Oysa doğrudan doğruya kültürün kendisi, manevi bir şey değil, maddi yanı da olan, hatta bu yanı ağır basan bir olaydır. Dolayısıyla kendini savunurken maddi silahlara da başvuracaktır.» Bu nedenle sömürüyü göstermek ve acıları anlatmak yeterli değildir. En büyük silahımız yeni toplumun kurulmasında göstereceğimiz yol olmalıdır.
Faşizmin saldırıları devam edecektir. Ancak hiç bir zaman aydınların ve devrimcilerin öldürülmesiyle mücadele durmayacaktır. Bu nedenle, önemli olan, faşizme ve emperyalizme karşı verilecek mücadelede aydınlarımızın, halkın aydını olma sıfatlarını kendilerini her tür lü bireysellikte arındırarak ve devrimci örgütlülüğün ortak çabasına katılarak sürdürmeleridir. İşte o zaman ellerindeki silah doğru hedefe yönelecektir.
KAYNAKLAR : — Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni/K. Marx, F. Engels — Faşizm Üzerine Yazılar/Bertolt Brecht
TAVIR/363
Devrimci Şair ve Mücadele Adamı Sandor Petöfi (1823-1849)
«Sevi ve Özgürlük En gerekli iki sözcük Sevi uğruna veririm kellemi Özgürlüğüm uğruna da sevimi»
Yavuz TURAL
Bundan tanı 131 sene önce Macaristan'ın Ulusal Şairi, bağımsızlık ve özgürlük sembolü Sandor Petöfi halkına şöyle sesleniyordu :
«Boyundurluktan bıkmış tutsak uluslar bir gün Uyanıp savaş alanına koştuğunda Gözleri alev alev, ellerinde bayraklar, Ve bu bayraklarda şu kutsal parola DÜNYA ÖZGÜRLÜĞÜ, HERKESE VE HERYERDE. Haykırınca bu sözü çınlayan sesleriyle Haykırınca heryerde doğudan batıya Zalimlere karşı açılan son savaşta Ölmek isterim ben orda en ön safta»
1823'te Peşte'de doğan ve gerçekten de zalimlere karşı savaşırken ölen Petöfi, halkına hem kalemi, hem de silahıyla yol göstererek geride örnek bir yaşam bırakmıştır. 1848'de yazdığı «Uyan ey Macar» (Talgra Magyar) adlı şiiri sonradan ulusal marş olmuştur. Petöfi, 18. yüzyılın en büyük l ir ik şairidir. Eserleri çeşitli dillere birçok kez çevrilmiş, şiirlerinden yararlanılarak oyunlar yazılmıştır. Petöfi 26 yaşında öldüğü zaman arkasında yüzlerce şiir, dramlar, destanlar, ik i tiyatro eseri, İngilizce'den Shakespeare çevirileri ve tamamlanmamış pek çok eser bırakmıştır. En önemlileri; Selvi Yaprakları, Aşk İncileri, Beni Bir Düşünce Üzüyor, Eylül Sonunda, Tirsa Sana
TAVIR/365
Ne Ad Verdiler, Dört Öküzlü Araba, Titre Çalılıklar ve Hüzünlü Sonbahar Rüzgârları'dır.
Orta halli bir ailenin çocuğu olan, Petöfi, öğrenimini yarıda bırakmış, 16 yaşında gönüllü askere, 18 yaşında gezici bir tiyatro kumpanyasına katılmıştır. Petöfi «Ülkeyi şiirler yazarak yaya dolaştığını ve yeniden öğrendiğini» belirtir. Bu sırada, devrimci ozan Mi-hail Vörösmarti ile tanışmış, onun yardım ve desteği ile 1 8 4 4 ' d e ilk kitabını yayınlamıştır. Bu iki destansı yapıtı «Selvi Yaprakları» ve «Aşk İncileri» izler.
Bu arada hem ulusal, hem de sınıfsal plânda pek çok çelişkilerle beslenen bir süreç, Avrupa'yı 1848 İhtilâllerine getirir. Çoğu ülkede olduğu gibi Macaristan'da da coşkuyla karşılanır. Devrimin hemen başlarında, Petöfi ve krallığa karşı federal bir cumhuriyet kurma isteğiyle ayaklananlar «Mart Gençleri» adıyla devrimci bir örgüt kurarlar. Bunların çoğu köylü kökenlidir ve azınlık halklarla birleşerek aristokrasiye, krallığa ve toprak köleliğine karşı savaşırlar; devrimin başarıya ulaşmasında etkin rol oynarlar.
Devrimin başlarından itibaren Petöfi'nin şiirlerinin de, aşk ve doğa yerine mücadeleyi içerdiğini görüyoruz. O, şiirlerinde halkıyla bütünleşmiş, bağımsızlığı için savaşması gerektiğini anlatmış, devrim sırasında halka Petöfi'nin şiirleri ve bildirileriyle seslenilmiştir.
Devrim önceleri başarıya ulaşmış, Peşte kurtarılmış, Avusturyalılar kovulmuş, ancak Rus Çarı'nın müdahalesiyle devamı getirilememiştir. Petöfi, Rus ordularına karşı gönüllü olarak savaşa katılmış, geri hizmete verilmesine rağmen ön saflarda savaşmakta is rar etmiş ve Segesvar'da kahramanca can vermiştir. Petöfi ölümünden sonra da pek çok ozanı ve sanatçıyı etkilemiştir. Bunlar arasından faşizmin kurbanı olan Miklos Radnoti, Janos Vajda, Attila Joz-sef'i sayabiliriz.
Sandor Petöfi, Macar Halkının mücadelesinde, özgürlük ve bağımsızlık bayrağı olarak her zaman varolmuşsa, bunda halk uyaklarını ve halkın günlük konuşma dilini kullanmasının büyük payı vardır. Petöfi, eserleri için « B e n i m deyişlerim ve konularım ötekile-rininkilerden daha özgürdür. Evet. Çünkü b e n şiiri, ancak s ü s l ü giysiler ve cilalı çizmelerle girilebilen bir saray salonu olarak değil, nalınlarla ve hatta yalınayak rahatça girilen bir katedral olarak kabul ediyorum.» demiştir. Sanatçının halka toplumsal gerçekleri anlatmakla yükümlü olduğunu vurgulayan ,çok kısa bir ömre çok büyük eserler ve işler sığdıran Petöfi'den ulusal kurtuluş savaşı veren ve verecek olan ulusların sanatçılarının alacakları büyük dersler vardır. TAVIR/366
Sandor PETÖFİ
ÇAĞIMIZ ŞAİRLERİNE
Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim, hemen kalkışma tellerden türküler döktürmeye! Sazı eline bir kere almaya göresin, bir görev yüklendin demektir bilesin, çok ağır bir görev ve belâlı.... Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim, yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse, bırak elinden o kutsal sazı, sana burada hiç kimse kulak asmaz.
Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola, alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz, hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan; alçaktır, halkın bayrağını elinden düşüren de. Şurda, geride, bir kenarda gizli gizli bir parçacık dinleneyim, diyen de alçak!... Halk bakacak - görecek - anlayacak, acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim, kim işi oluruna bırakmış, kim gününü gün eden, kim şarlatan, kim korkak!..
Peygamberler çıkacak yalancı ve kurnaz, durun, diyecekler size, durun, ey insanlar, işte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak. Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse, ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne umutsuz yaşamak, haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan, hepsi yalan diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.
TAVIR/367
Ne zaman eşit pay alırsak hepimiz bolluk sepetinden, ne zaman hepimiz sırayla oturursak hak sofrasına ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin, ne zaman pırıl pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde, işte o zaman deriz, burda duralım, tamam, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.
Biz o güne kadar, dur durak bilmeden, sürdüreceğiz amansız savaşımızı, dağ taş demeden yürüyeceğiz, gözler çakmak çakmak, yumruklar sımsıkı. Sonunda, bütün bu çabalara karşılık, hiç bir ş e y geçmeyebilir de elimize, yola çıkarken biz bunu zaten göze almıştık.
Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük, kaparsa usulcana gözkapaklarımızı, ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde alıp korsa bizi kara toprağa, bu bile yeter de artar bize.
Çev: A. Kadir - Ş. Hulusi
TAVIR/368
Bu sene 4-10 Temmuz arası yapılan gösterilerle 21. yılını doldurdu, Nasreddin Hoca Şenliği. Folklar gösterileri, sergiler, f i lm gösterileri, korolar ve Akşehir halkı vardı şenlikte. Bir de onlardan uzak, ülkemiz sanatçıları, yerli ve yabancı konuklar.
Nasreddin Hoca Şenliği, i lk olarak 1959 yılında düzenlenmiş. Aynı sene kurulan «Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği» şenliği üstlenip, o günden bu güne çeşitli gösteri ve sergilerle sürdüregelmiş. 1973 yılında derneğin, Karikatürcüler Derneği ile düzenlediği «Genç Karikatürcüler Yarışması» bir dönüm noktası şenlik için. 1974 yılında, sürdürülen karikatür yarışması, «Uluslararası Karikatür Yarışması» adını almış. Uluslararası bir nitelik kazanan şenlik, günümüze kadar yabancı ve yerli topluluklar, konuklar tarafından zenginleştirilmiş.
1980 Yedinci Uluslararası Nasreddin Hoca Şenliği yedi gün sürdü. Bu süre içinde Akşehir'in salonlarında ve sokaklarında yedi sergi açıldı. Uluslararası Karikatür Yarışması sergisi, Halk Eğitim Merkezi el işleri sergisi, Cemal Kılınç resim sergisi, Kız Meslek Lisesi sergisi, Nihat Ekin Akşehir Gölü Kuşları ve Göl Ürünleri sergisi, Vahide Özus resim sergisi, Behiye Çamurlu çiçek sergisi, Karikatürcüler Derneği İzmir Şubesinin «3 Metre Beze» adlı, beze yapılmış karikatürlerden oluşan açık hava sergisi.
Şenliğin halkla olan ilişkilerini sağlayan, konukların yer ve ye-
TAVIR/369
N. EREN
1980 Uluslararası
Akşehir
Nasreddin Hoca
Şenliği
mek sorunlarını gideren, programı hazırlayıp, uygulayan Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği Başkanı İsmet Şenoğlu ile yaptığımız konuşmada söylenen; halkın şenliğe ekonomik açıdan yaklaştığı, şenlikte sadece eğlence aradığı, derneğe ekonomik yardımda bulunmadığı, çoğu zaman bir sandalye taşıma işini bile kendilerinin üstlenmek zorunda kaldıklarıydı. «Halkın şenlikten neler beklediğini öğrenmek için, 3000 anket formu dağıttık. Gele gele 15-20 tanesi geri geldi. Onları da aydınlar cevaplandırmış. Halkı şenliğe çekmek için, çok sayıda folklor gösterisini hergün tekrarlamak zo-
runda kalıyoruz. Oysa bu sadece asalak insanlar yaratır. Amacımız ise düşünen insanlar yaratmaktır.» diyen İsmet Şenoğlu'ndan sonra gördüğümüz, konuştuğumuz Akşehir halkı ise, sergilerin açılması öncesi, kapılarda bekleşen, «Bu tür karikatürden halk anlamaz» diyen sulu mizahçıların görmesini istediğimiz şekilde karikatür sergilerini gezen, sanatçıları, yapıtlarını eleştirmesini bilen, sergileri bir an boş bırakmayan bir halktı. 7 yıldır uluslararası niteliğe kavuşmuş şenlikten çok şey kapmasını bilmişlerdi.» Sinematek'in f i lm gösterileri teklif i neden, siyasi amaçlıdır denilerek geri çevrildi? Bu bizi bütün sene seyrettiğimiz seks f i lmleri ile başbaşa bırakmıyor mu? Gelecek seneler de mutlaka, şimdi gösterilen 2-3 fi lmin çok üstüne çıkılmalıdır.», «Evet anket dağıttılar. Ama çoğumuz anlayamadık. Sadece aydınların cevap vermeside bu yüzden.», «Gelen
TAVIR/370
sanatçılar otobüslerle oradan oraya götürülüyorlar. Bizlerle hiçbir ilişkileri olmuyor.», «Çalışmak istiyoruz dernekte, ama gençler sürekli bahanelerle alınmıyor derneğe.», «Şenlik o kadar kopuk ki bizlerden, davul, zurna sesini duyunca anlıyoruz ancak.» diyerek eleştiri lerini iletebiliyordu halk.
Şenliği genel olarak değerlendirirsek, konuklar açısından her-şeyin düşünülmesi ve düzenli yürütülmesi, elbette ki onların olumlu düşüncelerle ayrılmalarını sağlıyacaktır şenlikten. Aydın ve ile-
Akşehir Nasreddin Hoca Şenliği Uluslararası Karikatür Yarışması BÜYÜK ÖDÜL: Mustafa RAMEZANİ (İran)
TAVIR/371
r ici niteliğe sahip halk ise sanatçılarla yeterli bağı kurmaktan, tartışmaktan yoksundur. Halkın kültür seviyesi düşük denilip bunlardan kaçmak yerine, bu seviyeyi yükseltmek için (Eğer gerçekten asalak insanlar yetiştirilmek istenmiyorsa) ilerici nitelikli gösterilere, açık oturumlara, sergilere, sanatçılarla halkın kaynaşmasına özen gösterilmelidir. Aksi takdirde örneğini gördüğümüz gibi, dernek binasından, stadyumdan disko müziği yayınları yapılacak kadar, halk kültürüne ters düşen hareketlere rastlanır. Parasal nedenlerden ötürü gösterileri zenginleştiremiyoruz denilirken, halkla olan kopukluk yüzünden, halkın evinde sanatçıları konuk olarak ağırlamak isteği duyulmaz bile!
Şenliğin içinde yer alan Uluslararası Karikatür Yarışması bizce amacına ulaşmamış. Bunu yarışmaya katılan onca nitelikli karikatür varken nasıl seçildiğini, ödüllendirildiğini anlayamadığımız eserlere, ülkemizin ve dünyanın sayılı karikatür etkinliklerinden bir i haline gelmiş olan yarışmanın yarattığı ortamın kullanılmayışına bakarak söyleyebiliriz. Şenlik dolayısıyla Akşehir'e gelen yerli ve yabancı konuklar, bilgi ve deneyimlerinden yararlanılmadan geriye gönderildiler. Geçen senelerde olduğu gibi en büyük eksiklik, karikatürcülerin şenliği sadece eğlenmek olarak görmeleri, yılda bir kez gerçekleşen bu ortamda saatlerce tartışmak gerekirken gezmeyi tercih etmeleriydi. Bu tür tartışmaları yoğun olarak' örgütlemesi gereken Karikatürcüler Derneği ise düzenlediği tek açık oturuma, yabancı karikatürcüleri, çevirmen yokluğundan katamadı. Semih Poroy, Turgut Çeviker, Tufan Arkayın'ın katıldığı açık oturum 15-20 dakika konuşup, hallederiz mantığı ile başladı ve sürdü. Oturumu «Şimdi bu açık oturumu fazla uzatmak istemiyorum. Yabancı karikatürcü arkadaşların diğer bazı programlara katılması gerekiyor. Daha önce açılışta da belirttiğim gibi bu sıcak havada herkesi burada tutma hakkını da kendimizde görmüyoruz. Bu bakımdan bağlamak istiyorum ama soru sormak isteyen varsa onu tabi kabul edeceğiz.» sözleriyle noktalamak isteyen dernek sekreterine gelen «Şenlik sırasında süregelen belli bir karikatür sergisi var. Bu sergi sayesinde burada olanların arasında belli bir alışveriş, karikatür tartışmaları olmalıdır bizce. Bu anlamda sözünüzü eleştiriyorum. Böyle sıcak bir havada gezmek isteyen pekçok kişi olabilir dediniz. Bu son derece yanlış. Karikatürcüler gönül ister ki şu şenlik sırasında ye-mesinler, içmesinler, uyumasınlar, karikatür konusunda olabildiğince tartışsınlar. Olması gereken de budur.» şeklindeki eleştiriye ise şu cevap verildi: «Arkadaşım yemesinler, içmesinler, uyumasın-
TAVIR/372
lar, birbirleri ile ilişki kursunlar diyor. İnsanın biyolojik bir canlı olduğunu yemeğe, içmeye, uyumaya da gerektiğinde gereksinimi olduğunu hatırlatırım.»
1977 yılı yarışmasında ödül kazanan Batı Almanyalı karikatürcü Lutz Backez ile yapılan röportajdan bir alıntı yapmakta yarar var. «Herşey çok iyi falan dedik ama bir sergi vardı. Daha üç karikatür gördüm k i , elime kokteyl sokuşturdular. Tekrar sergiyi izlemeye koyuldum k i , bu seferde kızlar çekip elişi sergilerine sürüklediler. Oradan kaçıp tekrar sergiye geldim. Bu sefer başka bir kokteyle götürdüler. Mecbur muyum diğer şeyleri izlemeye... Herşeyden önce ben, dünyanın dört köşesinden gelen karikatürleri görmek istiyordum. Derken folklor gösterilerine götürdüler bizi... Oysa ben sizin folklor danslarınızı 4 - 5 defa izlemiştim, biliyordum. Oysa ben şimdi yine folklorunuzu biliyorum, karikatür sergisini bilmiyorum. (Türkiye Yazıları - Nasreddin Hoca eki)»
Lido Contemori Peter Puszta (İtalya) (Macaristan)
Ülkemizde üyesi olsun olmasın, tüm karikatürcüleri, karikatür sanatını aydınlatma görevini üstlenen, başarılı çalışmalarını gördüğümüz Karikatürcüler Derneğinin, elindeki en büyük olanağı nasıl kullanamadığını gördük bu şenlikte. Şenliğin karikatür yönü s a -dece sergiler olarak kaldıkça, yapılacak işler bir, iki kişinin özverisine bırakıldıkça tüm bu aksaklıklar, eksiklikler sürecektir kuşkusuz. Karikatürcüler Derneği üyelerine çeşitli yaptırımlar uygulayarak, onların gücünden yararlanmaya çalışmalı, onları sadece genel kurullarda konuşan, aksaklıkları eleştirip çalışmalara katılmayan kişiler olmaktan kurtarmalıdır.
TAVIR/374
MUSTAFA RAMEZANÎ İLE SÖYLEŞİ
TAVIR
Mustafa Ramezanî bu yıl yapılan 1980 Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması Büyük Ödülünü kazanan İranlı bir karikatürcüdür.
TAVIR — Mustafa, senden önce kısa bir özgeçmişini anlatmanı isteyelim.
M. RAMEZANÎ — 1 9 5 1 ' d e Tahran'da doğdum. Yine Tahran'da Güzel Sanatlar Fakültesini bitirdim. 1 9 7 8 ' d e Fransa'ya gittim. Halen orada okuyup, çalışmaktayım.
TAVIR — İlk kez çizmeye herhalde İran'da başladın. M. RAMEZANÎ — Evet, İran'da. TAVIR — İran'da karikatür ne gibi bir işlev görüyor? M. RAMEZANÎ — İran'da az sayıda olmasına rağmen çok iyi
karikatürcüler var. Bunlar Şah zamanında, yani özgürlüklerin kısıtlı olduğu bir ortamda yetiştiler. Bu ortamda karikatür çizmenin olanak dışı olmasına rağmen, sembolik bir dil kullanılarak, içeriği özgürlük olan birçok karikatür çizildi.
TAVIR — Doğu karikatürünün bildiğimiz birtakım belirgin özellikleri var. Lineer yani basit çizgilerle oluşturuluyor. Bu özellikler s e n i n karikatürlerin için de geçerli m i ? Ş u n u n için s o r u y o r u z ; ödül aldığın karikatürün, bu özelliklerden uzak, bol taramalı...
M. RAMEZANÎ — Ben bu karikatürü üç yıl önce çizmiştim. Yukarda sözünü ettiğim koşulların zorlamasıyla oluşturduğum sembo-
TAVIR/376
TAVIR/377
tik ancak politik içeriği de olan bir karikatür bu. Bir genelleme yapmak istersek, konu en iyi şekilde nasıl anlatılırsa öyle çizilmeli. Örneğin ben bu karikatürü taramasız çizmiş olsaydım, etkisini kaybederdi. Konu, içerik, kendi biçimini seçer demek, sanırım doğrudur. Tarama kullanmakla birlikte genellikle basit çizgiler kullanırım. Kısacası konunun gerektirdiği çizgi en etkili, en doğru çizgidir, diyebiliriz.
TAVIR — Karikatürün işlevi ne olmalıdır? M. RAMEZANÎ — Bu ülkeye göre değişir. Örneğin ben İranlı
yım. Sizinki gibi benim ülkem de, üçüncü dünya ülkelerinden. Bu anlamda sorunumuz belli. Sanatçının görevi toplumunun, ülkesinin sorunlarına sadık olması, bunlar doğrultusunda üretmesidir. Örneğin bir Fransız olsaydım, çizeceklerim başka şeyler, Fransız toplumunun, Fransa'nın sorunları olacaktı. Bence karikatür güdümlü bir sanattır, tarihsel bir belge gibi. Belli bir devirde çıkmış karikatür dergilerinden, o devrin niteliklerini rahatlıkla anlayabiliriz. Karikatür, devirlerin, çağların belgesidir. Ama eğer ben çizerken toplumuma .ülkeme duyarsız kalırsam bu çağın, bu devrin niteliklerini aktaramayacağım, yansıtamayacağımdan gelecek kuşakları şaşırtırım, saptırırım. Bence bir karikatürcü toplumuna, ülkesine zorunlu olarak bağlı olan kişidir. İran gibi, Türkiye gibi ülkelerde, seks gibi veya buna benzer konular yerine, bizim daha temel sorunlarımız iştenmeli. Nedir bu sorunlar; emperyalizmdir, faşizmdir, çalışan sınıflardır, işçi sınıfıdır. Böyle şeyler, bu sorunlara bağlı şeyler çizilmelidir. Fakat Akşehir'e yolladığım karikatürü Şah zamanında çizmiştim, özgür değildim, daha doğrusu İran'da özgürlük yoktu. Bu yüzden sembolik bir dil kullandım. Ama Şah zamanında da bu sorunlara bağlı kaldım, belki tam anlamıyla başardım diyemem ama görevimi yaptığımı sanıyorum.
TAVIR — İran'da, devrim ve devrim sonrası karikatürü nasıl etkiledi?
M. RAMEZANÎ — Devrim sırasında birçok dergimiz, gazetemiz vardı ki bunların çoğu, sorunlara gerçek anlamda bağlı, dergi ve gazetelerdi. Fakat geçen yıl, yeni iktidar (şimdiki) bir gün içinde kırkdokuz nitelikli dergi ve gazeteyi kapattı. Nedeni belliydi... Şimdi İran'da nitelikli gazete ve dergi yok. Tudeh'inki ve diğer birkaçının dışında hepsi kapatılmış durumda.
TAVIR — Devrim sanatçıları nasıl etkiledi? M. RAMEZANÎ — Devrim halkı büyük ölçüde etkilediği, değiş
tirdiği için kuşkusuz sanatçıları da bu doğrultuda etkileyip, değiş-
t i rd i . Şimdi İran halkı Şah zamanının tam tersine daha politize, daha bilgi l i . Hemen her ailede politik duyarlılık var. Şimdi İran'da düşünebilen, ideolojisini seçebilen bir halk var. Bu halde, sanatçı halkından sorumlu bir insan olduğuna göre, bu yeniliği değerlendirmek zorunda. Yalnız şunu belirtmek istiyorum, devrim halkı değişt i r d i , politize etti dedim, bunu ekonomik anlamda bir değişiklik olduğu şeklinde anlamayalım, zira ekonomik olarak değişen birşey yok.
TAVIR — Avrupa'daki karikatürü nasıl değerlendirirsin? M. RAMEZANÎ — Bana göre bunu iki şıkta incelemek gerekir.
Birincisi sosyalist ülkelerin, ikincisi ise kapitalist ülkelerin karikatürüdür. Ben doğu Avrupa karikatürünü yani Çekoslavak, Bulgar, Türk, vs. karikatürünü beğeniyorum. Çünkü bunlarda çok iyi bir
Ramezanî'nin dergimize çizdiği karikatür
TAVIR/378
çizgi, grafik ve mizah kalitesi var. TAVIR — Bunun temelinde herhalde bu ülkelerin geniş bir mi
zah mirasına sahip olmaları yatıyor. M. RAMEZANİ — Evet, tabii. Bu ülkelerin çok seviyeli mizah
kültürleri var. Gelelim kapitalist ülkelere. Onlarda da çok iyi karikatürcüler var ama sayıları çok değil.
TAVIR — Neden? M. RAMEZANİ — Az önce sözünü ettiğim ülkeler, tabii Türki
ye hariç sosyalist bir yapıya sahip. Sosyalist bir toplumla, kapitalist bir toplumun farkları açıktır. Sosyalist toplumda sağlam bir kültür yapısı vardır.
Türkiye'de de iyi bir karikatür kültürü var. Bunun nedeni çok sayıda nitelikli karikatürcünüzün olması. Ekonomik, toplumsal birçok sorunlarınız var. Bu sorunlar nitelikli karikatürcülerinizce sağlam, doğru bir şekilde işlenebiliyor. Fakat gelişmiş kapitalist bir ülkede, bir Fransa'da, Almanya'da sorunlar daha karmaşık. Bizimki gibi açık değil. Bu karmaşıklık her şeye yansıyor.
TAVIR — Türkiye'de genç karikatüristleri tanıma olanağı buldun mu? Bunları nasıl değerlendiriyorsun?
M. RAMEZANİ — İsimlerini bilmememe rağmen çizgilerini tanıyorum. Bu yeni kuşak çok iy i . Türkiye'ye gelmeden öncede, on iki yıldır Türk karikatürünü izliyordum. Turhan Selçuk'u, Tan Oral'ı, Şadi Dinççağ'ı, Haslet Soyöz'ü, Tonguç Yaşar'ı, Meral Sirmen'i, şimdi sıralayamayacağım daha birçoğunu çok beğeniyorum.
TAVIR — Nasreddin Hoca Şenliği hakkında ne dersin? M. RAMEZANİ — Organizasyon ve her şey çok iy i . Ancak ben
kendimi hiç iyi hissetmiyorum. TAVIR — Neden? M. RAMEZANİ — Şimdi biliyorsunuz geleneksel bir festivalin
içindeyiz. Oyunlar oynanıyor, gülünüyor ama her yerde namlu ,her-yerde asker. Bugün stadyumda idim, kendimi birden Şili stadyumlarında hissettim. Oynayanlar, gülenler ve askerler... Bu bir mizah festivali olamaz ama başlıbaşına bir mizah. Ama bunun yanında, bu festival bana birçok arkadaş kazandırdı. Sizler gibi birçok k i şiyle arkadaş oldum, tanıştım. Bütün bunlar gerek kültürel ilişkiler açısından gerekse dostluk açısından bana çok şey kazandırdı.
TAVIR — Sorduklarımız dışında, eklemek istediklerin var mı? M. RAMEZANİ — Bir dahaki yıl sizin için bir başka karikatür
yollayacağım, sizinle daha i lgi l i , daha iyi bir şey. Türk karikatürcülerini, Türk halkını çok sevdim. Kendimi her yerde ülkemde sandım. Bunun nedeni halklarımızın yaşamlarının kültürlerinin benzerliği olsa gerek.
TAVIR/379
KARİKATÜRCÜLÜK BİLİNCİ
TAVIR
Ülkemizde bugün, hemen her kuruluş, karikatüre belli bir yaklaşım içindedir. Ondan sağlayacağı faydaları düşünerek, karikatürü sorumsuzca kullanma yoluna sapmaktan çekinmeyen bir düzen. Neredeyse rekabet denilebilecek şekilde düzenlenmeye başlanan karikatür yarışmalarında yapılan yanlışlar birbir ini izliyor. Sürekli almanın, vermemenin doğal sonucu bu. Katılma süresi olarak tanınan, 1 0 - 1 5 günlük kısa süreler, çoğu karikatürcüye ulaşmayan az sayıdaki broşür, rastlantı sonucu duyulan yarışma haberi, dar kesimlere seslenen bir veya iki sergi, ödül kazandığını nice zaman sonra öğrenen karikatürcüler, ödüllerini aylar sonra alabilenler. Bu örnekler hiç zorlanmadan, rahatlıkla çoğaltılabilir. Bir çok karikatürcünün ağzından da buna benzer eleştirileri duyarsınız. Tek farkla ki sadece o yarışmaya özgürmüşcesine anlatılır bunlar. Bir diğer yarışma, bir diğer umut denip beklenir.
Ülkemizde karikatür alanında ki görüşler, kitlesine yayılmış değildir. Bu alanda kısır ve kişisel tartışmalara girmek bir alışkanlık haline gelmiştir. Beyaz kağıda çizilenlerin ne olduğu, kimin için ç izildiği, hangi aşamalardan geçtiği, nelerden etkilendiği, nasıl kullanılması gerektiği, vb. tartışmalar, yapılmamıştır, kitlelerin önünde ve onlara seslenen iletişim araçlarında. Bunun sonucu, ülkemiz karikatürü, özlediği dinamik yapıdan yoksundur. Tartışmasız geçen, her yapılanın, söylenenin, gülümsenerek «Ne kadar ilginç!» denilerek karşılandığı, eleştiri ve özeleştirinin olmadığı bir batağın içine düşülmüştür. Bunun yanında parasal olanaksızlıklar yüzünden, yapılan yarışmaların kitapları, söz verildiği halde basılamamakta-dır. Yarışmalarda, sergilerde sanat anlayışı, sergi = kokteyl ve eğlence, anlayışının üstüne çıkamamaktır. «Ne gam, keskin olmamak gerek!» lafları kaplamaktadır ortalığı.
TAVIR/380
Konuyu üniversite, akademi ve yüksek okulların kültür kolları açısından ele alırsak farklı şeyler görmeyiz. Kısıtlı olanaklarla çalışan bu kollar arasında, farklı yapılanmalar gösteren karikatür kolları vardır. Öğrencilerin özverileri ile çalışan bu kolların kimi, diğerlerine göre rahat bir ortamda ve belli deneyimlere sahip. Ülke çapında karikatür yarışmaları düzenleyebiliyorlar. Çoğu ise belli bir çalışma düzeninden bile yoksun. Bu yüzden karikatür denince anımsanan, sadece bir beyaz kağıt ve kalem oluveriyor.
BİR ÖNERİ OLARAK :
Tüm bu aksaklıklardan ve yanlış anlayışlardan kurtulmak için, her şeyden önce iletişimin zorlanması gerekmektedir. Belli yapılara ve kitlelere sahip olan karikatür kolları, içerdikleri genç, dinamik kesimle, bu alanda büyük, avantajlara sahiptir. İçlerinde barındırdıkları dinamik yapının tersine, birbirleriyle ilişkileri olmaksızın çalışmalarını yürütmeye çalışan, bu karikatür kollarının (örgütlü güç olmaları açısından), i lk aşamada bir araya gelmeleri şarttır. Ortak bir karikatür şenliği ve tartışma ortamı oluşturmak üzere. Eksik ama örgütlü yapılarını düzenlemek, çalışma hevesi kazanmak açısından bir fırsattır bu. Bilgi ve deneyimlerini birbirlerine aktarmak, boşluklarını doldurmak üzere doyasıya tartışmak için bir fırsat. Bu birlik içerisinde çalışacak kişiler, bir kol yapısındakilerden sayıca ve nitelikçe fazla olacaktır. Bu çoğalma, daha düzenli, daha yaygın sergileri, parasal olanakların artması ile her yarışmadan geriye kalabilecek bir kitabı, görüşlerin geniş tartışmalarda açılması ile netleşecek beyinleride beraberinde getirecektir. Düzenlenecek sergilerden olabildiğince yararlanılacak, görüşlerin netleşmesinden doğan rahatlıkla, tartışma ortamları, söyleşiler artırılabilecektir.
Örgütlü güç olmaları nedeniyle, karikatüre gerçekten inanan her karikatür kolunun katılması gereken bu birlik süreç içerisinde kapsamını zorlayacaktır elbetteki. Karikatür tartışmalarına, sıcak ortamlara hasret kalmış pek çok karikatürcü bu ortam içinde yerini alacaktır. Bu konuyla i lgil i kuruluşların da, birlik içerisinde yerlerini alıp, tartışmalara katılmaları zorunludur. Demokratik bir yapıya sahip olması gereken birliğin, kesinlikle, bir dernek veya dernek alternatifi olarak düşünülmemesi gerekir. Tartışılan, araştırılan, bilgi kaynağı bir ortam olarak ele alınmalıdır. Yüzyılı aşkın süredir boş
TAVIR/381
bırakılan, k a r i k a t ü r ü n düşünme, tartışma yönünü doldurmak isteyen herkesin katılması gereken bir o r t a m . Unutulmamalıdır k i , her tartışma, her yaygın söyleşi bir şeyler katacaktır kar ikatürümüze.
DÜZELTME :
Dergimizin 30 haziran 1 9 8 0 tarihli 5. sayısında Tan Oral'la yapılan bir konuşmada bazı dizgi düşmeleri o lmuştur. Düzeltir, okurlarımızdan ve Tan Oral'dan özür dileriz.
(sayfa 3 0 9 , sondan 3. satır) Yeni bir ş e y yaptım, tartıştım, doğru olduğunu gör
düm, onu hemen orada bırakabilmeliyim.
(sayfa 3 1 0 , 5. satır) Yaşam insanların yaptıkları ile oluşur. Önceden
belirlenmemiştir.
(sayfa 2 9 8 , sondan 6. satır) «Gençlik» Yıl 9, cilt 9, sayı 89 temmuz 1965
(sayfa 2 9 9 , 1 2 . satır) «Yürüyenler» dizisi TC Anayasası madde 28'i konu
etmektedir.
(sayfa 3 1 0 , sondan 8. satır) Einstein diyor ki «mizah gülen düşüncedir.»
TAVIR/382
D E Ğ İ N M E L E R
K İ T A P L A R
Selim BODRUMU
LENİN'DEN ANILAR: 1-2-3. Nadejda Krupskaya Odak Yayınları. İkinci basım Çeviren : Mehmet Şimşek.
«O yıllarda Lenin'i sürekli olarak yeniden okumak, geçmişle günümüz arasında ilişki kurmak ve İlyiç'le birlikten ama İlyiç'siz yaşamayı öğrenmek için insanın çok çalışması gerekiyordu.. (...) Bu anıların amacı Viladimir İ l-yiç'in yaşadığı ve çalıştığı koşul ları betimlemektir. Çünkü önderler mücadelenin içinde biçimlenir, mücadelenin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden alırlar...).. Lenin'in Ekim Devrimi'-nin ve dünya devriminin önderliğine nasıl yükseldiğini kavramak, yaşadığı döneme ilişkin anıları yaşamının en küçük ayrıntılarıyla o dönemde yürüttüğü mücadeleyi birbirine bağlamadan olanaksızdır.»
Lenin'in devrim mücadelesin-deki en yakın desteği, eşi Nadeida Krupskaya Lenin'in ölümünden sonra toparladığı Anılar'ın amacını önsözde böyle belirtiyor ve
devam ediyor: «Ayrıca kitabın kapsadığı dönemin kendisi muazzam tarihsel önem taşımaktadır. Bu dönem işçiler arasında kitle hareketlerinin gelişimini, yeraltı faaliyetlerinin en zor koşullarda yaratılışını, işçi sınıfı b i linç ve örgütünün sürekli güçlenişini gördü. Bu dönem proleter sosyalist devriminin zaferiyle sonuçlanan mücadelelerin dönemiydi.»
Nadejda Krupskaya tarafından 1933'te kaleme alman bu k i - ' tap önce iki bölüm olarak (1893 -1907) — (1908 - 1917) düşünülmüş ve yazılmışsa da daha sonra 3. bölüm (1917 - 1919) de eklenmiştir.
Lenin'in Petersburg'a gelişi ve Krupskaya'nın Lenin'le karşılaşmasından (1893) başlayarak, devrimci hareketin ilk adımları, partileşme sancıları, baskı rejimi nedeniyle yurt dışına kaçış, t i rada çalışmalar, Iskra'nın çıkarılışı ve başarısızlıkla sonuçlanan 1905 devrimi, 1. bölümde işlenen konulardır. Daha çok gurbette geçen bu yıllar Lenin'in okumaya, araştırmaya yöneldiği ve Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, Halkın Dostları, Ne Yapmalı, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği gibi örgütlenmenin gerektirdiği eserler verdiği bir dönemdir.
1 9 0 8 - 1 9 1 7 arası hem Rusya'-
TAVIR/383
nın, hem de dünya siyasi hayatının önemli olaylarına sahne olmuştur. Bu dönemde Lenin'in ve Bolşevik Parti'nin çalışmaları, geçmişin yeniden değerlendirilmesi ve başarısızlıkların nedenlerinin saptanması, 1. Paylaşım Savaşı sırasında Rusya'nın durumu, saflarda ortaya çıkan sapmalar, parti içi ideolojik birliğin sağlanılma sı çabaları, I I . Enternasyonal'in çöküşü, I I I . Enternasyonal'in kuruluşu ve 1 9 1 7 Büyük Ekim Devrimi, kitabın 2. bölümünün konuları.
İlk iki bölümden daha sonra yazılan ve daha «anısal» bir hava taşıyan 3. bölümde ise 1 9 1 7 Ekim Devrimi sonrası, Brest-Litovsk Ba rışı, yeni ekonomiyi kurma çabaları ve iç savaş yılları işlenmiş.
Kitabın tamamı 1893 - 1919 arasındaki 26 yıllık bir dönemi kapsıyor. «O yıllar yorucu, yıpratıcı yıllardı ve İlyiç'in gücünden paylarına düşeni almışlardı. Ama bu yıllar ondan bir savaşçı, kitleleri zafere ulaştırmak için ihtiyaç duyulan bir savaşçı yarattı.» der, N. Krupskaya.
Önümüzdeki süreç bizleri geçmişin değerlendirmesini yapmaya, örnek yaşamlardan dersler çıkarmaya ve günümüze ulaştırmaya zorlayacaktır. Şüphesiz Lenin'in mücadelelerle dolu yaşamı bize yol gösterecek kaynakların başındadır. O, tüm yaşamı boyunca baskı ve sömürüden içtenlikle nefret etmiş, işçi sınıfına ve onun davasına inanmış ve ona kendini adamış, illegaliteye aşırı önem vermiş ve saflarda ortaya çıkan her türlü dönekliğe, oportünizme karşı savaşmıştır. Lenin'in yaşamı davayla özdeşleşmiştir. Davanın gerektirdiği hallerde en yakın
TAVIR/384
arkadaşlarından ayrılabildiği gibi, eski rakipleriyle yoldaşça ilişkiye geçebilmiş, konumundan kaynaklanabilecek her çeşit ayrıcalığa karşı çıkmıştır. Yoldaşlarına çok önem vermiş, özel sorunlarından sağlığına kadar her şeyle ilgilenmiştir. Bir Lenin-Gorki dostluğu üzerine hâlâ kitaplar yazılmaktadır. Onun başarısının sırrı, davayı, yoldaşlarını ve mücadeleyi her şeyin üzerinde tutmasındadır.
TÜRKİYE'DE TERÖR
(Abdi İpekçi Semineri) Birinci Baskı : Mayıs 1980 Gazeteciler Cemiyeti Yayınları
«Türkiye'de Terör» adlı yayın, 30 Ocak 1 9 8 0 ile 1 Şubat 1 9 8 0 günleri arasında yapılan «Abdi İpekçi Semineri»ndeki konuşmaları içermekte. Faşist bir katil tarafından 1 Şubat 1979 günü öldürülen gazeteci-yazar Abdi İpek-çi'nin ölümünün 1. yıldönümünde yapılan seminerde bir çok devlet adamı, parti yöneticisi, bilim adamı ve gazeteci bildiriler sunmuş ve kendi görüşlerini aktarmışlardı.
Her şeyden önce tartışılan konuya bakalım; Türkiye'de Terör. Öyle ya, Türkiye'de karışık ve aslında safların açıkça keskinleşmeye başladığı bir siyasi ortam var. Böyle bir ortamda da öldürülen bir demokrat, Abdi İpekçi o lduğuna göre, artık yetkili beylerimiz biraz gayret göstersinler! « P e -k i , Abdi İpekçi öldürülene kadar ortalık sütliman mıydı?» diye sorabilirsiniz. Elbette değildi, hâlâ da siyasi olaylar sınıf savaşımının bir gereği olarak devam ediyor, hem de daha yüksek bir potansi-
yelle. Kuşkusuz, Abdi İpekçi'nin öldürülmesi geniş yankılar uyandırmıştır. Ancak ülkemizde her gün onlarca emekçi, yurtsever, devrimci katledilirken kimsenin kılı bile kıpırdamıyordu da, neden bu olaya gelindiğinde herkese bir canlanma geldi?! Sorunun özü şudur k i ; Abdi İpekçi'nin öldürülmesi, her gün TV'nin burjuva basınının, parlementonun baş köşelerini işgal eden, demogojile-riyle halkın kafasını çelmeye çalışan «malûm kişilerin» istedikleri gibi at oynatacakları bir meydan daha bulmalarını sağlamıştır. Her gün, «anarşi», «terör», «bölücülük» teranelerini büyük bir pervasızlıkla kusan bu kişilerin, böyle bir boşluğu gördüklerinde harekete geçmemeleri onlar adına en azın dan saflık olacaktı. Abdi Ipekçi'-nin ölümünün yarattığı ortamı kullanmayı bilenler, bu yolla, ağız birliği etmişçesine, «terör», «anarşi», «bölücülük» safsatalarını peşpeşe sıralamışlar ve güçlü bir «anti-terörizm birliktenliği» görüntüsünü yaratmayı amaçlamışladır. Ancak, burjuva partilerinin sözcülerinin katıldığı paneldeki konuşmalar gözlemlendiğinde, bunu bile beceremeyecek kadar güçsüz oldukları ve —Meclisten alışkanlıkları olsa gerek— yine birbirleriyle sürtüşmeyi sürdürdükleri açığa çıkmıştır.
Seminere bildiri sunanlarla, panele katılanlar (AP'den Sadettin Bilgiç, CHP'den Altan Öy-men, CGP'den Turhan Feyzioğlıı, MHP'den Nevzat Köseoğlu) bilimsel (!) düşüncelerini sıralamışlar ve «Terör»e kendilerince çözümler aramışlardır. Onların hangi soruna çözüm aradıkları hakkında uzun düşünceye gerek yok.
Hepsi de, gelişen devrimci harekete nasıl darbe vuracaklarını, bunu sağlamak için hangi yollara g idebileceklerini açıkça söylemişlerdir. Faşist terör konusunda ise günümüzde yaşanan olgulardan biri bile konu edilmemiş, faşizmin iğrenç bir tertibi sonucu yaşamını yitiren Abdi İpekçi'nin a-nısına düzenlenen seminerde faşist terör, klâsik bir şekilde, Nazi Almanya'sından ve Mussolini İtalya'sından ufak örneklerle geçiştirilmiştir.
Biz, fazla uzun söze gerek duymuyoruz. Seminerin kayıtlarının basıldığı kitaptan aldığımız bu «inciler» kitabın neye ve kime hizmet ettiğini açıkça ortaya koyuyor:
«... Bunlardan bir i, terörün ahvali adiye haline gelen eylemlerini vermemek, gizli örgütlerin adlarından bahsetmemek, ve eylemlerde eyleme girişenin terörist olduğunu söylemek...» (TRT Haber Dairesi Başkanı Muammer Yaşar Bostancı)
«İnsanı, hiçbir neden yokken öldürme olayına iten terörizmin ruhsal izahı sizce nedir?» (Hayati İlhan'ın sorusu )
«Teröristlerin bazıları ruhsal bakımdan hastadır. Ya da hasta oldukları iddia edilebilir. Bu konunun somut temelde daha iyi bilinebilmesi için çoğunun yakalanıp incelenmeleri gerekir. Bu da pek mümkün olmamaktadır...» (Psikiyatris Prof. Dr. Cevdet Arsan.)
«Şunu gerçek olarak ortaya koymak gerekirse, Türkiye'de vatandaşlar arasında ekonomik farklılık büyük ölçüde —Büyük şehirler istisna edilecek olursa— yoktur. Bunu gayet açıklıkla söy-
TAVIR/385
lüyorum, Türkiye'yi yakinen bilen bir insan olarak bunu ifade etmeye mecburum.,,» (AP Gen. Bşk. Yardımcısı Sadettin Bilgiç)
«... Anarşi dediğimiz hadise, ölçülerini kaybetme, en genel ma-nasıyle ruhlarda vardır, zihinlerde vardır,-ondan sonra cemiyete tavır olarak akseder...» (MHP'ii Nevzat Köseoğlu)
«... Fransa'da öğrenci hareketlerinin gelişipte terör eylemleri haline dönüşmesine en başta mani olanlardan biri Fransız Komünist Partisi'dir. 1968 Olaylarında öğrenciler, aman ihtilâl oluyor diye fabrikaları işgal etmeye yönelmişler, Fransız Komünist partisi'ne bağlı sendikalara mensup işçiler de onları fabrika kapılarından kovmuştur. Yani dünyada böyle komünist de var...» (CHP Genel Sek. Yardımcısı Allan Öymen)
BİR DÜĞÜN GECESİ VE ADALET AĞAOĞLU
Adalet Ağaoğlu'nun «Bir Düğün Gecesi» adlı romanı Simavi Edebiyat vakfı ve Madaralı Roman ödülünden sonra Orhan Kemal ödülünü de kazandı.
Adalet Ağaoğlu romanında 12 Mart ve sonrasını konu edinmiş, «Bir Düğün Gecesi» psikolojik kişiler romanı değil. Toplumu inceleyen kişiler özelinde toplumu gösteren bir yapıda işlenmiş.
12 Mart döneminde yükselen sınıflar mücadelesi ve devrimci hareketin sonuçtaki örgütsel yenilgisi bir çok genç ve aydını pa-sifizmin bataklığına ve ihanete sürükledi. Yenilgi sonrası örgütlenen pasifizm ideolojisi bu döne-
mi ve geçişi konu edinen bir çok romana ortak özelliklerle yansımıştır. 12 Mart'ın tarihsel rolü küçümsenmiştir. «Bir Düğün Ge~ cesi»nde 12 Mart küçük burjuva ideolojisi çevresinde işleniyor. Devrimci mücadelenin çok yönlü-lülüğünü karmaşıklığını yadsıyıp, üstelik de belgeci bir görünüme bürünerek yanlış aktardığı kişilikler, romanın en büyük hatası oluyor.
12 Mart gibi kızgın bir mücadele döneminde elbete bir çok insan (özellikle bir çok küçük burjuva) mücadeleden kaçacaktır. A-ğaoğlu.nun romanında ise 12 Mart'ı yaşayanlar, işte s a d e c e bu mücadeleden kaçan insanlar. Üstelik hepsinin haklı bir nedeni var! O dönemde verilen mücadeleye, romanda rastlıyamıyoruz. Sayfalarca yakınma, ızdırap ve karşılıksız sevgi. Genel bir bunalım romanın tümüne hakim. 12 Mart'da kararsız, mücadele kaçkını, kaypak küçük burjuvaların da yaptığı bunalmaktan başka birşey değildi zaten. S a d e c e kişisel duygular ü-zerine işlenen bir yaşam kesiti ve 12 Mart. Heyecanlı ve düzenin bir ürünü olarak! romanda teşhir edilen gençlik ve onların sorunları.
1980'li yılların başlangıcında ülkemizde sınıflar mücadelesi yine alabildiğine kızgın bir platformda devam ediyor. Edebiyatçılarımız bu koşullarda son derece duyarlı olmalılar. Pasifizm ve yılgınlığı ürünlerinde örgütleyen, yükselen toplumsal muhalefeti bastırma çabalarına sol içinden destek olanların HANGİ SAFTASIN sorusuyla karşılaşacakları günler o kadar uzakta değildir.
TAVIR/386
HABERLER
OLAYLAR
«DÜŞMAN» YA DA GERÇEK DÜŞMAN
Güneri YAMAN
Geçtiğimiz günlerde, Sine-Sen, Yılmaz Güneyin senaryosunu yazdığı, Zeki Ökten'in yönettiği , «Sürü»den sonra beklenen film olan «Düşman»ı 'Sinema Etkinlikleri' başlığı altında bir günlük gösterime soktu.
yı içinde gördüğümüzden,film bütünlüğünü koruyabilmişti.Oy-sa, «Düşman», slogan atarak işe başlıyor. Seyirci daha konuya girmeden, ilk olarak Çanakkale Bo-ğazı'ndan geçen bir Sovyet Ge-
Düşman, dar gelirli bir ailenin yaşam öyküsü. Okul çağında küçük bir kız, küçük-burjuva özlemler içinde yanıp tutuşan bir anne, işsiz baba ve geçmiş kuşaklatın temsilcisi büyükanne... Film, belli bir konuyu içermekle beraber süresi çok uzun ve bu çok uzun süreli filmin içine birçok oyun, birçok mesaj sıkıştırılmış. Sürüyle mesajın birbirleriyle bağlantısız bir şekilde sunulması, konuşmaların «tiyatro dili»ne uyması, sonuç olarak muazzam bir tempo-suzluğa, durağanlığa neden olmuş. Filmin en belirgin hatası bu temposuzluk ve «Sürü»de de bir ölçüde rastladığımız mesaj bolluğu. Ancak, «Sürü»de verilmek istenen bir çok konuyu bir tren ola-
misi'nin orak-çekiçli bacasını, hemen arkasından da Kilitbahir Te-peleri'ndeki «Şanlı Türk Askeri» nin şahlanmış görüntüsünü izliyor. Ve, 'Dur yolcu!» diye başlayan dizeler... Seyirci «Sosyal-em-
TAVIR/387
peryalizm»e (!) karşı savaşa mı çağrılıyor? Yoksa, film içinde gösterilen birçok çelişkinin nedenlerinden biri de Sovyetler Birliği mi?!... Görüyoruz k i , üç saatlik filmde on saniyelik kısa bir görüntü tüm film içindeki dağınık mesajları, seyirci gözünde rahatlıkla nedenleyebiliyor. Ama bu nedenleme, bilince giderek yapılmıyor. İnsanlar, en babayiğit Amerikan reklâmlarının dahi beceremeyeceği bir biçimle koşullandırılıyorlar! «Sürü» Filmi'nin kitleler üzerinde bıraktığı iyi etkilerden yararlanarak, yurt içinde ve yurt dışında yanlış bir ideolojinin propagandasını yapmaya çalışmak, bir sanat eserinde dahi sekterliğin ve biçimciliğin zindanlarına hapsolarak gerçekçilikten uzaklaşmak; ne bir devrimci anlayış, ne de bir sanatçı davranışıdır.
EVET, YAZKO
Mustafa SÜLKÜ
İleriye dönük kültürel etkinliklerin baskı altında tutulduğu, engellendiği bir ülkede yaşıyoruz. Düşünceleri, yapıtları yüzünden yüzlerce sanatçı yargılanıyor ya da katlediliyor. Egemen sınıflar, yasalar aracılığıyla ya da yasa dışı yollarla sıkı bir denetimi sağlamaya çalışırlarken, dolaylı yollardan da bu denetimlerini destekliyorlar. Bu baskılardan b i risi de ekonomik sorunlardır. Son günlerde bu türden açmazları en fazla kitap yayımcılığında hissettik. Devalüasyonlar sonucu artan kâğıt ücretleri, boya, f i lm, maki-na, mürekkep gibi matbaa giderleri, yazarın telif hakkını yok e-
TAVIR/388
derken, kitabın maliyetini de artırıyor. Okuyucu kitap alamaz oluyor. Yazar, sanatçı kişiliğini koruyamaz, işlevini yerine getiremez bir duruma düşüyor. Kısacası, parasal sorunlar kitap yayıncılığını felce uğratmıştır ve YAZ-KO olayını, bu tabloyla birlikte değerlendirmek gerekir.
Best Sellers Dizileri'nin, niteliksiz macera, aşk romanlarının oldukça fazla basıldığı ve okuyucu bulduğu bir ortamda, şirketler kısa vadede kâr amaçlarına ulaşırlarken ,uzun vadede de burjuva ideolojisini yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Öte yanda, parasal sorunlarla içice yaşayan gerçekçi yazar, ozan ve çevirmen yıllarca kitap bastıramıyor, kitaplarının basılması için telif hakkından vazgeçiyor, hatta üzerine para ödüyor. Kısacası, yayımcı yayınlayamaz, yazar üretemez ve okuyucu okuyamaz durumda! İşte tüm bu somut şartların belirleyiciliğinde, bir formül —Kooperatif düşüncesi— YAZKO'nun kurulmasında temel önem kazandı.
Mustafa Kemal Ağaoğlu, 1 9 8 1 den bu yana Ağaoğlu Yayınevi'-nin yöneticiliğini yapıyor. 12 Mart döneminde, kitaplarının birçoğunun toplatılması ve bundan kaynaklanan parasal yetersizlik, yayınevini bir süre engellemiş. Kuruluşundan bu yana geçirilen bun ca deney, YAZKO olayının tasarlanmasında Ağaoğlu'na ışık tutmuş. Halen bu yayınevi'nce basılan kitaplarda yayımcı kârı ortadan kaldırılarak artı-değerin okurun cebine ve yazarın telif hakkına gitmesi sağlanmış. Bu yöntemle ucuzlayan kitaplar, ileride olanakların gelişmesiyle daha da ucuzlayabilecek. Kısa sürede ör-
gütlenen Kooperatifin çalışma raporuna bir göz atalım:
«S.S. YAZAR VE ÇEVİRMENLER YAYIN ÜRETİM KOOPERATİFİ
(1.3.1980 ile 31.5.1980) YAZKO ÇALIŞMA RAPORU
Değerli üyeler, Kooperatifimizin kuruluşun
dan bu yana geçen yaklaşık 2,5 aylık süre, hemen belirtmek gerekir k i , Kooperatifimizin yararına olmuş ve ilerisi için de ayrıca ümit verici ölçütler oluşturmuştur. Kooperatifimizin bugün 37 üyesi var. Bilanço tarihi itibariyle de bu üyelerden 4 5 5 . 0 0 0 TL. toplandı. Kitap yayımlamaya başlayalı henüz sadece 2 , 5 ay olduğu halde 10 kitaplık bir kütüphaneye şimdiden sahibiz. Ortalama ayda 4 kitap. Demek ki öngörülen sayı elde edilmiştir. Oysa YAZKO, yayım piyasasının son yıllarda yaşadığı en yoğun kriz döneminde kuruldu ve kitaplarını yayımladı. Bu zor koşullar altında gerçekleştirilen ayda 4 kitaplık yayım programının bir çok yayınevince şu sıralarda kolayca gerçekleştirilen meyeceği açıktır. Nitekim, şimdiden dağıtıcı, kitapçı ve okur göz-önünde YAZKO, kitapları beklenen ve hepsinden daha önemlisi, sürekli kitap yayımlayan bir kuruluş imajını başarıyla yaratmıştır. Bu olgu, yeni görev alacak arkadaşlarımız için de ileriye dönük bir olanak olarak değerlendirilmelidir...
Geçici yönetim kurulu olarak bugüne kadar şu çalışmalar yapılmıştır :
1 — Kooperatifin kuruluşu ile ilgili tüm hukuksal sorunlar çö-
zülmüş ve Kooperatifimize yasal-lık kazandırılmıştır.
2 — Kooperatif üyeleri ile yönetim ve denetim kurullarının bir araya gelebilecekleri ve günlük işlerin yürütülebileceği bir oda sağlanmıştır ve Kooperatifin parası harcanmadan döşenmiştir.
3 — Basınla ilişkilerimizin düzenli bir şekilde sağlanması konusunda sadece yönetim kurulunun çabalarıyla yetinilmemiş, ayrıca bu konuda deneyimi olan bir arkadaş bu işle görevlendirilmiştir. Nitekim, son 3 ay içinde hiçbir yayım kuruluşunun adı, basında YAZKO kadar sık kullanılmamıştır.
4 — Kooperatifin örgütlenmesi tamamlanmış ve ortaklarımızdan Sayın Mustafa Kemal A-ğaoğlu Genel Müdür atanarak gerekli yetkilerle donatılmıştır.
5 — Kitapların dizgi, baskı ve cilt işlerinin düzenli ve kaliteli bir şekilde yapılmasını sağlayacak g irişimlerde bulunulmuş ve Ağaoğ-lu Yayınevi Tesisleri ile matbaa sözleşmesi yapılmıştır.
6 — Kooperatifin kredi olanakları araştırılmış. Ziraat Bankası kanalı ile kredi alma olanağı saptanmış ve girişimde bulunulmuştur.
7 — Kağıt konusunda SEKA ile sürdürülen görüşmelerin en kısa sürede sonuç vereceğini umuyoruz.
8 — YAZKO'nun Yayımları arasına bir aylık derginin de katılması plânlanmış ve bu konuda Sayın Memet Fuat ile Kooperatifimiz arasında prensip anlaşması sağlanmıştır. Dergi Güzün yayına girecektir.
9 — Genç yeteneklerin yazı ve düşün hayatımıza ve bu arada
TAVIR/389
Kooperatifimize kazandırılması yönünde çalışmalar yapılmış ve bir ödül kampanyası yönetmeliği hazırlanmıştır.
10 — Yeni yayın sezonu ile birlikte, oyun, senaryo ve çocuk dizilerinin de başlatılması konusunda çalışmalar yapılmaktadır.
11 — Dağıtım konusunda ön hazırlık yapılmış ve kendi dağıtım örgütümüzün yeni yayın mevsimi ile birlikte kurulmasına karar verilmiştir.
Yeni gelecek olan Yönetim Kurulunun yukarıdaki çalışmaları daha da ileri götüreceği kanaat ve temennisi ile saygılarımızı sunarız.»
Hemen belirtelim, kooperati
fin üyelerinde anti-faşist niteli-
DERGİMİZE GELENLER
Dergi ler:
ğin yanında sanatçı kişilik ve yetkinlik de aranıyor. Ancak, şimdiye kadar yayımlanan bazı kitaplarda öz bakımından hiç de yabancı olmadığımız bir ilkesizliğe de rastlıyoruz. Kooperatif üyeleri, istedikleri eserlerini yayınlatmakta tamamen özgürler. Kooperatif sadece «önerir» bir konumda. Oysa bu türden bir denetimsizlik; o-to-sansür (öz denetim) eksikliği, eserlerde varolan ve bundan sonra da olabilecek birçok hataya açık kapı bırakıyor. Yani Kooperatif, yazın alanına parasal bir ö z -gürlük getirmekle beraber eserlerin niteliğinde hiç bir değişme yok. Yine aynı küçük-burjuva yakarışlar, tamamen sübjektif kal
mış yaklaşımlar...
Şiir Ki taplar ı
K i t a p l a r :
Küçücük - Eylül - Haziran, Sayı: 1-10 Yapıt - Mayıs - Temmuz, Sayı: 41-42-43 Yeditepe - Haziran, Sayı: 219 Oyun - Sayı: 14 Sanat Emeği - Haziran, Sayı: 28
Zincir - Öztekin Karagüllü Kan Çiçekleri - Ö. Karagüllü Ve Bir Gerilla İnadıyla Direneceksin - F. Devrim Kurucu Kalk Yiğit Öfkem - Nevzat Şimşek İnsanlara Doğru - Nurullah Can Mermi Konuşuyor - Süleyman Oka Cephe Rüzgarları - Fuat Otsin
YAZKO Yayınları Bozguncu - Maksim Gorki, Çeviren: Mehmet Özgül Şüphe - Dürrenmatt, Çeviren: Zeyyat Selimoğlu Bir Gün Mutlaka - Ataol Behramoğlu Halkın Emeği - B. Brecht, Çevirenler: A. Kadir, Asım
Bezirci Türkiyeyi Sarsan 2 Uzun Gün- Kemal Sülker Taliplerin Ağıdı - Yaşar Miraç
Yarın Bizimdir Yoldaşlar - Manuel Tiago, Sanat Emeği Yayınları.
TAVIR/390
OKURLARA
Emperyalizmin kültür politikasının ve faşizmin demagojisinin teşhir aracı TAVIR'ın devrimci kültür mücadelesinde yerini daha güçlü alabilmesi sizlerin de çabalarına bağlıdır. TAVIR, her şeyden önce okunmalı, okutulmalı, tartışılmalı değerlendirilmelidir. Ayrıca 6. sayısını geride bırakan dergimiz bu aşamada bir abone kampanyası açmayı gerekli görmüştür. TAVIR'I OKUYALIM, OKUTALIM, ABONE OLALIM, ABONE BULALIM.
Abone koşulları : 6 ay 3 0 0 TL. 1 yıl 6 0 0 TL.
Abone bedelini yazışma adresimize havale eden ya da Mustafa SÜLKÜ 1 2 0 9 4 4 Posta Çeki hesabına yatıran okuyucularımızın dergileri en kısa zamanda ellerine geçecektir. Kültür alanında, Devrimi Kültür ve Sanat'ta perspektif sorunu, TAVlR'ın yayın politikasının da bir sorunudur. Bu alandaki netleşmeye hizmet eden yazılarımız ilk sayımızdan bu yana sistemli bir şekilde açılmaktadır. Örnek verirsek :
MÜCADELE ALANI OLARAK KÜLTÜR - S. 1
SANAT-SİYASET İLİŞKİSİ ÜZERİNE - S. 2
KÜLTÜREL MİRAS ÜZERİNE - S. 3
HALK BİLİMİNİN İÇERİĞİ-ÖNEMİ-İŞLEVİ - S. 4
KARİKATÜRE GENEL BİR YAKLAŞIM - S. 4
FAŞİZME KARŞI SAVAŞTA DEVRİMCİ EDEBİYAT - (G. D i -mitrof) S. 4
AZINLIK ULUS KÜLTÜRLERİNİN YAŞATILMASI - S. 5
Ayrıca her devrimcinin, emekçi yığınlar adına sahip çıkması gereken, halkımızın ve dünya halklarının kültür birikimlerinin işlendiği çeşitli konulardaki yazılarımız. Bu anlamda tüm sayılarımızın elimizde olması çok önemlidir. Elimizde çok az miktarda bulunan eski sayılarımız 50 TL. posta pulu karşılığı okuyucularımıza iletilebilecektir.
TAVIR/391
Ç A Ğ R I
Yayınlanmaya başladığından beri, dergimiz kollektif bir çabanın ürünü olmayı amaçladı. Bu süre içerisinde kısmen bu amaca ulaşılmıştır. Bunda okurlarımızın bize gönderdiği eleştirilerin önemli rolü oldu. Ayrıca ülkenin dört bir yanından dergimize şiir, karikatür, fotoğraf gibi sanat ürünleri, çeşitli yayınlar gelmektedir. Bunlar dergimizce değerlendirilerek kendilerine önerilerimiz iletilmektedir. İstediğimiz okurlarımızın yeni ürünlerini bize ulaştırmalarının sürekli olmasıdır.
Kültür ve sanat alanında ülkemiz, genelinde sürdürülen devrimci mücadeleye koşut, tutarl ı bir çalışmanın gerektiği bilincinde olan her yurtsever, devrimci, ilerici bunu görev kabul etmelidir.
Yineliyoruz, emperyalizmin kültür politikasının kurumlarıyla birlikte teşhiri, faşizmin demagojisinin sergilenmesi bu ortak örgütlü mücadelenin sonucu gerçekleşecektir.
Dergimiz bu yaklaşımı benimseyerek, kültür ve sanat alanında da devrimci mücadele yürütülmesinin önemi ve zorunluluğunu kavrayan tüm okurlarına açıktır. Okurlarımızın; bu alandaki araştırma- inceleme yazıları, şiir, öykü ve romanları, karikatür, grafik, resim ve fotoğraflarını, halkbilimine ilişkin derlemeleri kısacası kültür ve sanata ilişkin ellerindeki veya bulabilecekleri tüm verileri ile mücadeleye katkılarını sağlamak amacındayız.
Dergimiz, bugüne kadar olan çalışmalarının değerlendirilmesini ve yeni yayın dönemine yönelik program çalışmaları için yayınına eylül ayına kadar ara vermiş bulunuyor. Eleştiri-öneri ve ürünlerinizin bu dönemde bizlere ulaştırılması bu anlamda daha da önem kazanıyor. Bu ürünleri her zamankinden daha çabuk olarak bekliyoruz. Çünkü kollektif çabanın kısmen değil, tamamen gerçekleştirilmesi bu yolla sağlanacaktır. Bu konuda geciktirilen her dakikanın, her günün devrimci mücadelenin zararına, egemen sınıfların yararına işlev göreceği unutulmamalıdır.
Devrimci selamlar.
TAVIR/392