e yorum dergisi - ulkunet.comulkunet.com/ucuncusayfa/devlet(ii)_004_yeni_8849.pdflıkla...

43
e Yorum Dergisi pı^—^^^^— \) \ % •• o. .4? #\<- <*•• J?4 .«• *

Upload: lykien

Post on 30-Apr-2018

229 views

Category:

Documents


6 download

TRANSCRIPT

Page 1: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

e Yorum Dergisi

p ı ^ — ^ ^ ^ ^ —

\ ) \

% • •

o. .4? •

# \ < -

< * • • J?4 .«•

*

Page 2: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

İfİEfiilli DEVLET'ten Okuyucuya 1 Ayın Yorumu 2

İç Olaylar '

Dışişleri Çorbası ERGUN GÖZE 5 Eatı'da Aydın Feryadı Prof. Dr. ŞABAN KARAT AŞ 6 Kendi Ambargolarımıza Mahkûmuz NURİ GÜRGÜR 11

Ö. F. Akıncı ile Röportaj 12

Yaktın Bizi Muzaffer AYHAN TUĞCUGİL !5

Burnaka Doç. Dr. AHMET RIFAT 18

Cemil Meriç'le Röportaj 20

Dış Poüika 22 Bilanço Doç. Dr. MEHMET TURHAN 23

Dış Olaylar 25

Üç Aylar Hürmetine Yarabbi Dr. SÜHA DÜNDAR 26 Dr. Halûk Tokuçoğlıı ile Röportaj 27

Yalnız Kahramanlar mı? AYVAZ GÖKDEMİR 29

Demokratik Halk Kooperatifleri Prof. Dr. ORHAN DÜZGÜNEŞ 31

Rus Oyuncağı Ermeniler Dr. AZİZ ALPAUT 33

Ordu Millet Kaynaşması OSMAN OKTAY 36

Page 3: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

DEVLETten Okuyucuya

Muhterem Okuyucularımız

Hadiselerin hızla arttığı, iktisadî çöküntünün çılgınca sürdüğü bir ayı daha geride bıraktık. Hükümetin 7 aylık icraatı hakkındaki hüküm kısa ve kesindir : Korkunç.

Anarşi doludizgin gitmektedir. İç sahifelerimizde de okuyacağınız üze­re, olaylar,Başbakan ve İçişleri Bakanının her söylediğini tekzip ettiği gibi, artık onların ve hükümetin boyunu çok aşmıştır.

Temmuz ayı içinde çeşitli ziraî mahsuller için tesbit edilen taban fiat-lar müstahsilleri, öncekiler gibi memnun etmemiştir Köylülerimiz adetâ kan ağlamaktadır. Hükümetle Türk—İş arasında imzalanan «Toplumsal An­laşma» denen hilkat garibesi,Türk—İşe bağlı sendikalardan bile sert tep­kiler görmüştür. Halil Tunç'un Türk—İş içindeki yerinin sarsıldığını rahat­lıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte­dir, iflaslar ve protestolar çorap söküğü gibi birbirini kovalamaktadır. Kü­çük esnaf ve ticaret erbabının yanında büyük müesseseler bile sarsılıyor.

Böylesine kötü bir vas'atta Mübarek Ramazan'ı karşılıyoruz. Bu müba­rek ayın kör gönülleri aydınlatması, uyuşuk beyinleri uyarması, kötülükle­ri azaltmsı niyazımızdır. Mübarek Ramazan'ın okuyucularımıza, milleti­mize ve İslâm Alemine hayırlar getirmesini Allah'tan diliyoruz.

• • •

Bu sayımızda tefekkür hayatımızın büyük ismi Üstad Cemil Meriç'le röportajımızı orta sayfamızda zevkle okuyacağınızı umuyoruz. Ayrıca MİSK Genel Başkanı Ömer Faruk Akıncı ile «Toplumsal Anlaşma» ve Tıb­biyeliler Birliği Genel Başkanı Dr. Halûk Tokuçoğlu ile «Tam Gün Çalışma» mevzularında iki mülakat yer alıyor.

Yine bu sayımızda, devamlı yazarlarımızın yanında, Prof. Dr. Orhan Düzgüneş'in muhtemelen üç sayı devam edecek araştırmasının birinci kıs­mını okuyacaksınız. Doç. Dr. Mehmet Turhan da sosyal psikoloji sahasın­daki yazılarıyla bundan böyle devamh sizlerle olacak.

Yakın alâkanızın devam edeceğinden emin olarak, Ramazanınızı tebrik ederiz..

Hoşça kalınız.

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978

Page 4: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

Ayın Yorumu

Bitmeyen Tedhiş ve Anarşi A ylık bir dergi için, her ayın baş konu­

su olarak tedhiş ve anarşiyi kapak yapmak ve ayın olayı olarak yorum­

lamak iç açıcı bir şey değildir. Milletini ve devletini seven herkese ızdırap veren bu durum şüphesiz bizleri de derecesiz üz­mektedir. Tahammül edilir gibi değildir ama ne yaparsınız ki gerçektir; hem de baş gerçek..

«Annelerin gözyaşlarını» bahane ede­rek ve «dakika beklemeye tahammüllerinin olmadığını» iddia ederek iktidara gelen CHP, devleti batırmak üzeredir. Meselenin şu veya bu bahane ile tevil edilebilir en küçük tarafı kalmamıştır. İddialı CHP'nin bütün bahaneleri tek tek çürümüş; yıkıcı­lık, bölücülük ve komünizm karşısında ne hallere düştüğü milletçe görülmüş ve acı acı yaşanmıştır.

CHP iktidarının iktisadî mâlî, kültürel, siyasî, sosyal ve sair konulardaki politika­sının saçmalıklarına, gülünçlüklerine; dış politikadaki tutarsızlıklarına, her sahadaki acaip icraatına ve beyanlarına muhalefet edecek vakit bile kalmamıştır. Bir muhale­fet için kaçırılmaz fırsatlar sayılan ve mi­zah konusu yapılıp saatlerce gülünecek bir­çok mesele vardır ama bunlara ayıracak zamanımız ve takatimiz yoktur. Devletimiz bu badireden düze çıktığında, belki neş' lenmek için bunları tek tek hatırlar ve hep birlikte güleriz, ama şimdi değil...

Devletimiz, ne CHP iktidarının bu saç­malık ve komikliklerle yıpranmasını bekle­yecek kadar, ne de «bırakalım millet bur ların içyüzünü iyice anlasın» diyecek kadar rahat bir durumda değildir. Devlet ve millet birliğimizi tehdit eden ağır tehlikeler kar­şısındayız. Her konuda tam bir fiyaskoya uğrayan CHP iktidarı, devleti tehlikeli çiz­

giye getirmiştir. Bizim baş konumuz bu o-lacak ve neticeyi temin edinceye kadar da gözümüzü ve dikkatimizi üzerlerinden ayır-mıyacak, zihnimizi bize yem gibi atılan hurda konulardan uzak tutacağız.

Benzin, ekmek ve sigara kuyrukları, döviz sıkıntısı, ham madde yokluğu, sana­yiin yarı yarıya durması, işsizlik, yeni bir devalüasyon, pahalılık, işçi ücretlerinin dondurulması, suistimal iddiaları, taban f i ­yatları, yeni zamlar gibi konular karşısında adeta ikinci sınıf bir muhalefet tavrı içinde kalışımız yanlış anlaşılmamalıdır. Bunlar önemsiz değildir ama devlet birliğinin teh­likeli olduğu bir devrede ister istemez ikin­ci plâna itilmektedir. İktisadî bakımdan ha­yatı yaşanmaz hâle getirmiştir bu iktidar. Ama bu yüzden değil, asıl devleti tehlikeye düşürdüğü için düşürülmelidir.

Eğer milletimiz, sadece iktisaden bu­naldığı için bu iktidarı alaşağı edecekse ve bu iktidarın önümüzdeki seçimlerde ancak gerçekleşecek bir demokratik cezalandır­ma ile düşürülmesi siyasilerimizce planla­nıyorsa, tehlike yeterince idrak edilememiş demektir. İşte tehlike olan bu idraksizliktir. İşin vehametini artık milletçe kavramalıyız. Şakası kalmamıştır. Bu hükümetin demok­ratik usûllerle iktidardan uzaklaştırılması­nın bin türlü şekli vardır, hem de 1981 se­çimlerini beklemeksizin... Ne pahasına o-lursa olsun bu gerçekleştirilmeli ve devlet bu iktidardan bir an evvel kurtarılmalıdır. İşte bu defa biz söylüyoruz : «Milletin bu iktidara bir dakika bile tahammülü kalma­mıştır».

D evlet tahrip edilmekte, yıpratılmakta, parsellenmekte, bölünmekte, güçsüz düşürülmekte ve sola parça parça

teslim edilmektedir. Ve bu işlerde bugün­kü iktidarın aczi değil dahli mevzuubahis-tir; hiç değilse himayeciliği, göz yumması, yanlış teşhisle yardımcı olması ve İktidar olurken verdiği tavizler mevzuubahistir.

Devletin bölücülükten hüküm giymiş bir Bakanı, güneydoğuda il il dolaşarak ade­ta bölücülerin lideri gibi-beyanatlar vermek­te, Türkiye Cumhuriyeti Devletine yıllarca sömürgecilik yapmış bir devlet kaftanı biç­mekte, «size şimdiye kadar kan kusturanla-ra şimdi de biz kan kusturacağız» diyebil-

2 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 5: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

inektedir. Bunun hesabını hiç kimse verme­mekte, kimse bu tehlikeli gidişe dur diye-memektedir.

Bölücülük sadece bazı bölgelerimizde değil, artık en büyük şehirlerimizde bile at koşturmaktadır. Duvarlar, dergiler, gazete ler, miting meydanları bölücü sloganlardan geçilmez hâle gelmiştir. Bu işin tezgahçısı yüzlerce dernek icrayı faaliyet halindedir ve dış mihraklardan da destek görmektedir.

«Kurtarılmış bölgeler» ve «Kurtarılmış mahalleler» vardır. Buralarda ayrı bir dev­let gibi yaşanabilmekte, başka lisanlardan eğitim yapılabilmekte, devlet yetkilileriyle tercümanla konuşulabilmekte, Türk bayrağı çekilmemekte, millî marşımız okunmamak-ta, kalelere kızıl bayraklar çekilebilmekte-dir. Bu bölgelere tayin edilen memur ve öğretmenler ve gönderilen öğrenciler müs­temleke askeri gibi karşılanmakta, adeta pasaportla hudut kapısından geçen yaban­cı muamelesi görmektedirler. Tehdit edile­rek, dövülerek ve evi kurşunlanarak kaçırı­lanlar dışında, kalmakta direnenler olursa öldürülmektedir. Birçok il ve birçok mahalle Türkler için girilmez bölgeler olarak ilân edilmiştir.

Piyangotepe'den Esertepe'ye, Ümrani-yeden Dikmen'e ve Tuncellden Diyarbakır'a varıncaya kadar birçok yerde «Halk Mecli­si» kurulmuştur. Buralarda ayrı ayrı mahalli idareler, adam yargılamalar, adam cezalan­dırmalar vergi toplamalar, haraç almalar ar­tık ahvali adiyeden sayılmaktdır.

Hassas bölgelerde yapılan silâh ara­malarında, bir orduya yetecek kadar oto­matik modern silâhlar ve cephane buluna­bilmektedir.

Yabancı devletlere ait bölücü kuvvet­ler, kendi topraklarımız üzerinde harbede-bilmekte ve hiçbir mukavemete uğramadan sonra da çekip gidebilmekte, bulundukları çevreden destek görebilmektedir.

Mezhep kışkırtıcılığı şehirlerimizi ka­na boyamakta, dış devletler ve mihraklar­dan gördükleri destekle de — komünistler­le tam bir işbirliği halinde — faaliyetlerini had safhaya getirmiş bulunmaktadırlar. Mezhep farklılığı kan dâvası hâline plânlı bir tarzda getirilmiştir.

CHP'nin yedi aylık iktidar devresinde

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978

Türkiye Lübnana dönmüş gibidir. Siyasî ve ideolojik cinayetlerde ölü adedi 500 civarın­dadır. Yaralı adedi, hadise sayısı, bombala­ma, soygun sayısı Cumhuriyet tarihimizde en yüksek seviyeye çıkmıştır. Tam bir iç-harb manzarası memlekete hâkimdir. Bu defa gerçekten «anaların gözyaşı» iktidarı boğacak raddeye gelmiştir.

Hiçbir fakülte,yüksek okul huzur içinde değildir. Özellikle Eğitim Enstitüleri ve Öğretmen Liseleri bir türlü ted­

risata açılmamış ve açılamamıştır. Bugün açılan ertesi gün kapatılmakta, sayıları 120 bini bulan bu öğrenci kitlesinin öğretmen yapılmaması için sinsi bir plân uygulanmak­tadır. Milliyetçileri okullara sokmamak için, okutmamak, mezun etmemek İçin elden g< len yapılmaktadır.

Polis karakolları Pol-Der'li polislerin kontrolunda işkence yatağı hâline getiril­miştir. Zulüm ve işkence en yüksek seviye­ye ulaşmıştır. Polis teşkilâtı tam bir poli­tika batağına itilmiş, emniyet kademeleri solcu militanlara ve partizanlara emanet e-dilmiştir.

Maarif ve kültür hayatımız ile TRT sol­cu militanlara terk edilmiş, devletimizin ve genç nesillerin geleceği komünizme ipotek edilmiştir.

Gizli açık birçok komünist ve bölücü teşkilât eylemleriyle memleketi kana bula­makta, tedhiş yaratmakta, buna ilâve edi­len devlet terörü de ülkeyi kasıp kavurmak tadır. Herkes evinden çıkamaz, dükkânını yürek ferahlığı ile açamaz, çocuğunu okula gönderemez hâle gelmiştir. Sokaklarda anarşi kol gezmektedir.

Birçok müessese, iktidarın imkânlarıy­la solcular tarafından işgal edilmiştir. Biz­zat iktidar, kanunsuz bir şekilde müessese işgal etmektedir. Öğrenci yurtları tam bir ideolojik yuva haline sokulmuş, solculara teslim edilmiştir. Bütün devlet daireleri solcuların ve partizanların fi i l i işgali altın­dadır. Buralardaki milliyetçiler sürülmüş, kovulmuş ve sokağa atılmıştır. Cumhuriyet tarihimizde görülmemiş bir kıyım yapılmış, aileler parçalanmış, memur ve öğretmen «dengini hazırlamış .tayin bekler» hâle so-

(Devamı Sayfa 17'de)

Page 6: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

BÜYÜYEN ANARŞİ KÜÇÜLEN İKTİDAR... Yedi aydan bu yana korkunç

boyutlara ulaşan anarşi, artık sadece vatandaşın can güven­liğini değil, Türk devletinin varlığını da tehdit eder du­ruma gelmiştir. İktidarın sık sık bahsettiği «paket tedbir­ler» ise boş çıkmakta ve gös­termelik bazı idarî değişiklik­lerden öteye gidememektedir. Adalet Bakanı Mehmet Çan'ın toplum polisinin kaldırılacağı­nı açıklaması bunlardan sade­ce birisi.. Halbuki toplum poli- Edirnekapı Yurdu boşaltılıyor. (Küçülen iktidarın zorbalığı!..»

İÇOMYL/1R sinin kaldırılmasıyla, polisin gücü zayıflatılmış olacak ve

toplu hadiseler daha geç ön­lenebilecektir. İkinci hatalı hareket ise jandarmanın di­rekt olarak anarşik hadisele­re bulaştınlmasıdır. Zira jan­darmayı devriye gezdirerek anarşiyi önlemek de mümkün değildir. Çünkü jandarma an­cak toplum polisinin vazifesi­ni ifa edebilecektir. 3-5 kişi­lik timlerin yaptığı banka soygunları, sabotajlar, adam öldürme, bombalama, gibi hadiseler karşısında ise fazla etkili olunamıyacağı aşikâr­dır. Aynca bunun en büyük mahsuru, yukarda da belirtti­ğimiz gibi, jandarmanın anar­şik hadiselere direkt olarak karıştırılması neticesinde or­

dunun siyasete bulaştırılması ve yıpratılması endişesidir. Aynca ordunun sivil kadroya nazaran bir hiyerarşisi bulun­makta ve özellik arzetmekte-dir.

İrfan Paşa'nın bahsettiği «sivil sıkıyönetim» de herhal­de jandarmanın bu şekilde hadiselere kanştınlmasıyla uygulanacaktır.

Bu iktidarın mevcut kad­rosuyla, büyüyen anarşi kar­

şısında küçüldüğü kanaati, yalnız muhalefet tarafından değil, aynı zamanda bazı CHP milletvekilleri tarafından da paylaşılmaktadır. Nitekim CHP Erzincan senatörü Niya­zi Unsal, İçişleri Bakam İrfan özaydmlı ya 12 Temmuz'da gönderdiği mektupta şöyle di­yordu: «özaydmlı biraz utan ve kan daha büyümeden çe­kil.... İki öğrenci öldü diye başbakanlar asıldı. Bugün kan akıyor, Bakan kan... Siz duymuyor, anlamıyorsunuz... Senin çekilmen bazılarının belki aklını başına toplar, ger­çeği görür ve anlar. Biz kan­la gitmek istemiyoruz. Kala­rak yapamadıklarım, belki gi­derek yaparsın, bizden bunu esirgeme. Çekil hemen çekil..»

Yine aynı günlerde CHP Ankara Milletvekili Eryıldız tarafından, özaydmlı, Can ve Çakmur'un görevden alınma­ları için de CHP yönetim ku­ruluna bir önerge veriliyordu. Böylece anarşi yalnız ülkeyi değil, iktidarı ve CHP'yi de karıştırmaya başladı...

Anarşiye prim veren CHP1İ bakanların yanı sıra, iktidarın ortaklarından bölücülükten hüküm giymiş olan Bayındır­

lık Bakanı Şerafettin Elçi'nin «Doğu'nun elçisi (!)» sıfatıyla yapmış olduğu geziler ve «kan kusturmaktan» bahseden de­meçleri de anarşiyi körükle-yici rol oynamakta devam e. diyor.

İktidarın aldığı tedbirlerle, sayın Ecevit'in söylediği gibi, anarşinin hergeçen gün nasıl azaldığını (!) 1 Temmuzdan itibaren cereyan eden hadise­lere bir göz atarak inceleye­lim :

1 Temmuz : İstanbul Edir. nekapı öğrenci Yurdu boşal­tılarak, yüzlerce öğrenci soka­ğa atılıyor. Ve kredileri kesi­liyor. G. Antep, Antalya, Silvan ve Ankara'da 4 kişi öldürülü­yor, Denizli'de 10 kız öğrenci dövülüyor.

2 Temmuz : Samsun'da 4 derneğin bulunduğu bina ya­kıldı. Konya'da 1, İstanbul'da 3 yere bomba atıldı.

3 Temmuz : Pol - Der'li po­lisler Dev.Genç'le işbirliği ya­parak afiş asarken yakalandı. Ankara'da bir yüzbaşı ağır şekilde yaralandı. 3 öğrenci öl­dürüldü, 2 banka ve bir has­tane soyuldu. İstanbul ve İz­mir'de 2 *yurt ve bir dernek, Elbistan'da 2 hakimin evi kur­şunlandı. Ege Üniversitesinde bir dekan dövüldü. Malatya Milletvekili Turan Fırat'ın evi kurşunlandı.

4 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 7: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

DEVLETLE EıgunGöze

Dışişleri Çorbası

D IŞİŞLERİ Bakanımız Hindistan'a gitt i. O'na göre, Bloksuzlar

dünyasının kapısı Hindistandır. Büyük bir politik manevra çevirmektedir ve bunun için Buda diyarını seçmiştir.

Neden? Hiç belli değil. İyi saat­te olsunlar Dışişlerimizin ne yapacağı ve ne yapmayacağı hiç belli olmaz. Ambargo'yıı kaldırayım derken ba­karsınız Kıbrıstan Türk bayrağını — Maazallah— kaldırır..

Dışişlerimizde son yapılan tayin­lerde de mantık ve ölçü değil, ölçü­süzlük hakim bulunmakta. İslâm dün­yasına güya yaklaşma politikasının takip edildiği şu günlerde, İslâm memleketlerine tayin edilen elçilerin ekserisinin hanımı gayri müslim. Hele Afrikadaki İslâm ülkelerinden bir tane­sine tayin edilen büyük! Elçi, Allaha inanmayışını bir şerefmiş, aklı evvel-likmiş gibi ilân etmekten zevk duyan bir tip.. Düşününüz ki o memlekette de idare dinî bir «sulta»ya ehemmiyet­le istinat etmektedir. Ne büyük bir incelik bizim Dışişlerimizin yaptığı değil mi?

Zaten bizim Dışişlerimizin başı belli değildir sonu belli değildir. Söy­ler misiniz bizim Dışişleri Bakanımız kimdir ? Bakınız bir Dışişleri mensu­bu bizim birden fazla Dışişleri bakanı­mız vardır diyor ve bunları şöyle sıralıyor.

1 — Sayın Rahşan ve Bülent Ecevit.

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978

2 — Sayın Şükrü ve Madam Elek-dağ.

3 — Sayın Hasan Esat Işık. 4 — Sayın Hikmet Çetin. 5 — Sayın Gündüz Ökçün. Evet, işte Dışişleri Bakanlarımızın

sıralanması. İşlerimiz çorbaya dönmez mi ?

Şimdi bu Çorbadan sonra bir de «hintyağı» lazımdı ki, Sayın Ökçün kalkıp Hindistana gitt i ...

Dışişlerimiz hem eski ve ekşimiş bir çorbadır. Baksanıza halâ LOZAN'ı kutluyor. Sorarım size, dünyanın nere­sinde hangi devlet bir muahedeyi böyle kutsallaştırır? Senelerce bir muska gibi koynunda taşır? Seneler­ce kutupyıldızından istikametini tayin eden gemici gibi bakar bir muahede­ye? Lozan nire? Hindistan nire? Eğer Lozan muahedesi ve onun içte estir­diği hava olmasaydı o Bloksuzların ço­ğu bizim şimdi diplomasimizin gönül­lü pıilitanları olacaktır.

Lozanı kutlamak. Lozanı ulaşılmaz hedef olarak görmek. Lozanı eşsiz bil­mek. Hem de aradan bu kadar sene geçtikten sonra?

Lozanın üzerinden kaç sene ve kaç harp geçti.

Lozandan beri kaç tane millet­lerarası kuruluş meydana çıktı. Kaç yeni devlet kuruldu? Orta-doğuda ne kadar muazzam değişiklik oldu? Acaba İsraili de Lozan mı kur­du? Filistin meselesi karşısında Loza­nın çaresi nedir? Arap petrolü faktö­rü karşısında Lozanın değeri nedir? Ya Nükleer denge karşısında Lozanın kıymeti nedir, ne olabilir?

Bir sürü sual ki aklı başında bir insana bir tanesi kâfi, durup heyecan­sız düşünmesi, manzarayı soğukkanlı görebilmesi için.

Amma bizim Dışişleri dediğim, gi­bi çorbadır, çorba.

Yalnız çorba mı? Bir de Lozan gibi temcit pilavı var.

Böyle Dışişleri düşman başına.

Page 8: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

4 Temmuz : Elazığ, Antal­ya ve Ankarada 3 kişi öldü rüldü. Pol.Der ve Pol-Bir yö­neticileri görevden alındı.

5 Temmuz : Pol - Der ve Pol-Bir kapatıldı. Fikirtcpc Eğilim Enstitüsü müdür mua­vini Fahrettin Y'Imaz'da da­hil 5 ölü 16 ağır yaralı var. 1 banka, 1 de otobüs soygu­nu.... Aynı gün bir demeç ve­ren Ecevit «Asayiş konusunda umut verici gelişmeler var» dedi.

6 Temmuz : Pol-Der'e üye 500'den fazla toplum polisi Ankara'da göreve çıkmadı. An­kara ve istanbul'da 2 kişi öl­dürüldü, 3 ağır yaralı. 1 ben­zin istasyonu soyuldu. Adana Eğitim Enstitüsündeki olay­lar sebebiyle 14 kişi tutuk­landı.

7 Temmuz : İstanbul'da 1 ölü, 1 yaralı var. Kızıldere o-layları sırasında tabur komu­tanı olan Em. Binbaşı Yaşar Çakmak ikinci defa tehdit e-dildi. Ankara'da 2, Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsünde 3 yaralı, Diyarbakır'da 1 öldür­me, Konya'da 1 bombalama hadisesi...

8 Temmuz : Atatürk Eğitim Enst. Resim öğr . Cuma Ocak­lı vuruldu. Konya'da bir ara. ba yakıldı. Adana'da bomba­lama neticesi 3 kişi yaralandı. Erzincan'da 1 dernek bomba­landı, özaydmlı «Anarşik olay. lar azalmaya başladı» dedi.

9 Temmuz : İstanbul ve An­kara'da 2 kişi öldü. 7 yaralı var.

10 Temmuz : Ortaköy Eğitim Enstitüsü Md. Mv. İbrahim Osmanoğlu vuruldu. İçişleri Bakanı Eğitim Enstitülerin­de eğitimin güvenlik içinde sürdürüldüğünü söyledi. İs­tanbul'da bir banka soyuldu, 2 kişi yaralandı. Antalya'da 1 kişi öldürüldü. Ankara'da bir ev bombalandı 3 kişi yaralan. di» Savaştepe Eğt. Enst. Md. Mv. nin evine bomba atıldı.

BATI'DA AYDIN FERYADI

Prof. Dr. Şaban KARATAŞ

D ATI aydınlarından birço­ğu yıllardır feryad eder.

Bir zamanlar Andre Gide'i, Arthur Koestler'i, Louis Fis-her'i, Ignazio Silone'yi, Step­nen Spender'i, Richard Wri-ght'ı ve George Orvvell'i dinle­dik.

Bunların hepsi de komü­nizmi yakından görmüş, Batı'-nın öz kültürü ile yetişmiş kimselerdi. Komünizmin ka­fasında ve ruhunda bıraktığı tesiri (Hayvan Çiftliği) ve (1984) isimli eserlerinde dile getiren George Orvvell (hazin son)'u şöyle anlatıyor:

«İkiyüz yıl boyunca bindi­ğimiz dala bastık testere­yi. Ve sonunda, kimsenin tahmin edemiyeceği ka­dar aniden gayretimiz meyvasını verdi ve düş­tük. Fakat yazık ki, küçük bir hata ile: Meğer altı-mızdaki gül bahçesi değil, dikenli tellerle dolu bir lağım çukuruymuş.»

Milovan Cilas da yaşadığı komünizm macerasının dersle­rini (Yeni Sınıf) isimli eserin­de toplamıştır.

Şimdi de, Bolşevik ihtilali içinde büyüdüğü halde katıksız Slavlığında ve hristiyanlığından Marksizme fazla bir şey kap­tırmadığı anlaşılan Alexander Soljenistsin tekrar konuşuyor.

Üç yıldaniberi A.B.D. Ver-mont eyaletinin bir köyünde ya­şayan Soljenitsin uzun bir sus­kunluktan sonra Harvard Üni­versitesinin diploma merasi­minde uzunca bir konuşma yaptı. Konuşmanın bazı aydın çevrelerinde sıcak bir ilgiyle karşılandığı, bazılarında da o yağmurlu Haziran gününe uy­

gun soğuk bir duş tesiri yaptı­ğı anlaşılıyor.

Soljenitsin Batı'nın bugün­kü halinden şikâyetçidir. Aşın emniyetin ve refahın zehirleyici tesirlerini sayıp dökmektedir.

Bu konuşmanın tam metni bir gazetede yayınlanmıştır. Oradan ve Time dergisinden aldığım bazı görüşleri nakledi­yorum :

Amerikan basını dedikodu­ya, asılsız habere, yanlış yoru­ma, saçmalıklara ve boş şeyle­re batmıştır. Televizyon insan­ları gevşetip uyuşturmaktadır. Bunlara aşın reklam ve katla­nılmaz derecede kötü müzik de eklenince harcıâlem bir kitle hayatı doğmuştur. İnce dü­şüncenin ve üstün muhakeme­nin yerini alelade, sathî ve a-celeci değer hükümleri almış­tır.

İnsanlar ferdî haklarını sos­yal mükellefiyetlerinin önünde ve üstünde gözetme alışkanlı­ğı kazanmıştır. Herkes gibi ol­mak düşüncesi hâkim ve mu­zafferdir.

Bu manzaradan çıkan so­nuç ruh tükenmişliğidir. Bu­nun sebeplerini gerilerde, Rö-nesansda aramak lazımdır. Ba­tı insanı o çağlardanberi Hris-tiyan ruhuna sırt revirmiş, in-

ve onuıl maddi ihtiyaçla­rına ait ne varsa bağrına bas­mıştır. Böylece ortaya çıkan felsefeye akılcı hümanizma veya hümanist muhtariyet di­yebiliriz. Bu, insanın üstündeki güçlerden kopmasıdır. Bu muhtariyet modern batı mede­niyetini insana ve maddeye tapınma ihtiyacına götürmüş­tür. Halbuki, Amerikan demok­rasisinin doğuşunda da olduğu

DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 9: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

gibi, ilk demokrasilerde insan haklan yaratılmış olmanın ay­rılmaz unsurlarıydı. Bundan koparak maddeye yöneliş bizi önce radikalizme oradan sos­yalizme ve nihayet komünizme götürmüştür.

Batı her ülkede, her hükü­mette, her siyasî partide ve ta­biî Birleşmiş Milletlerde me­denî cesaretini kaybetmekte­dir. Çünkü Batı'nın komünist dünyadan farkı siyasî görüş ay­rılığından ibaret değildir. Asıl fark maneviyatın beslediği mo­ral taahhüttür. Burada belire­cek irade zaafını hiçbir silâh kapatamaz. Hayatta kalmak ölümü göze almakla mümkün­dür. Maddî refahı putlaştıran bir cemiyette yetişenlerin ölüm karşısındaki manevî hazırlığı zayıf olur.

Yıllardanberi gördükleri zu­lüm, çektikleri işkence ve acı­dan sonra ruhları güçlenen in­sanları Batı'nın bu modeline imrendirmek mümkün değil­dir. Benden ülkeme Batı'yı bu haliyle örnek göstermem iste­necek olursa samimî cevabım menfîdir.

Soljenitsinin bu görüşlerine Amerikan aydınlarının tutumu­nu Time dergisi tesbit etmiş ve 26. Haziran tarihli sayısında yayınlamış.

Başkan Lydon Jhonson za­manında Dışişleri Bakan Yar­dımcılığında da bulunan Felse­fe Profesörü Charles Frankel, cemiyetin çılgınca zevke düş­künlük, şahsî disiplin veya sos­yal sorumluluk yönünü düşün­meden ferdî haklara ağırlık vermek gibi rahatsızlıklar için­de bulunduğunu ve aydın kül­türünün hülyaya, kuruntuya ve fantaziye kaçtığını kabul e-diyor. Entellektüel ve moral rahatsızlıktan, bugünkü başarı­mızın sebebi olan düşünce ve davranış âdetlerine yâni entel­lektüel disipline, objektifliğe ve umumî menfaatin lüzumuna inanmaya, ehliyete ve hürriye­tin nâdir nimetlerinden fayda­lanmaya saygıyı kastediyorsa Soljenitsin haklıdır diyor.

Frankel'e göre Soljenitsin

bunu kastetmiyor. Onun üstün­de durduğu husus Batı'nın dün­yeviliği, yâni sekülarizmidir.

Halbuki Batı bunda haklı-V . Rönesans, modern ilim

aydınlanma çağı ve kapitalist teşebbüs ortaçağın ruhî ve en­tellektüel istibdadına isyandır.

Protestan ve Katolik reformu­nu ateşleyen sebep ortaçağ din kurumlarındaki bozulma, Vati­kan'ın dünyeviliği, keşişlerin boşluğu ve papazların mater­yalizmidir.

Netice olarak Frankel, (Bu­gün çok çeşitli unsurlardan o-luşmuş kalabalık bir millet şer­re hiç taviz vermemek politi­kası güdemez. Ama Soljenitsin cehenneme çok yakın bir yer­den geçip geldiği için kafası cennet hayaliyle doludur. Etra­fında ya kızıl alev veya parlak beyazlık görüyor. Bizim orta renklerimiz ona illüzyon gibi gelmektedir) diyor.

Halen Nötre Dame'da Baş­kanlık yapan, Medenî Haklar Komisyonu eski başkanların­dan, din adamı Theodore Hcs-burgh Soljenitsin'in (en değer­li varlığımızdan, ruh hayatımız­dan mahrum edilmenin arayışı içinde siyasî ve. sosyal reform­lara lüzumundan fazla ümit bağlamışız) sözüne dikkati çe­kiyor ve şunları söylüyor:

Bu manevî temalar co* kidir. Dostoyevski'yi, Tolstoy'-u, Bcrdyayev'i Paternak'ı hatır­latır. Zamanın bayalığından kaçmak isteyenler için bunlar sloganlar değil, ciddî tefekkür konularıdır. Bize üstün kültü­rümüzü hatırlattığı için, bizi ancak televizyondan tanıyan, yine de dünyada ve ahirette daha ivi bir hayat hakkında beslediğimiz ümitleri paylaşan bu yeni komşumuza minnetta­rız.

Pulitzer mükâfatına lâyık görülen Archibald MacLeish ve Daniel J. Boorstin Soljenitsin'­in Amerikan cemiyetini yakın­dan tanımadığı için böyle ko­nuştuğu noktasında birleşiyor­lar. Her ikisi de Amerikalı­ların cesaret ve irade zaafı

içinde olmadıkları iddiasında­dır.

1944-45 yıllarında Dışişleri Bakan Yardımcılığı da yapan şair ve eğitimci MacLeish'e göre Soljenitsin insan hayatıy­la ilgili gerçeklerin yetişmiş ve disiplinli bir araştırıcısı, asil ruhlu ve emsalsiz cesaret sahibi bir insandır. Fakat Ame-rikayı sadece televizyondan ta­nıyor ve etrafına bir sürgü­nün ruh hali içinde bakıyor. Televizyonun Amerikayı alaya alan programlarını Amerikalı­lar da seyretmektedir. Bir farkla : Amerikalı parodiyi, a-lay konusunun gerisindeki ger­çeği biliyor, Soljenitsin bilmi­yor.

Amerikalılar sorumsuz kim. seler değildir. Sorumluluğu ve ferdî hürriyet tercihini Ame­rikalı bizzat yapar. Bunları o-nun adına başka bir kimse, devlet polisi veya devlet kilise­si kararlaştırmaz. Onun içindir ki, kırk yıl önce insanlığın karşılaştığı felakete karşı Ame­rikalı üzerine düşeni başarıyla yapabilmiş ve tarihin doruğuna ulaşmıştır.

(Amerikalılar) ve (Teknolo­ji Cumhuriyeti)'nin yazarı Bo­orstin, birlik, fazilet, ahlak, yeknesaklık ve haysiyet gibi meziyetlerin devamlı arayıcısı olan Soljenitsin'in taassup için­de olduğu kanaatindedir. Uz-laşma, itidal, nefsinden şüphe, lenme ve tecrübe gibi haslet­

lerin varlığına dikkati çeken Boorstin şöyle bağlıyor:

Soljenitsin'in başından ge­çenler kendisinde onun gibile­ri affetmiyen kötü bir totaliter­liği, yabancı basını men ede. cek, müstehcen yayınlarla ci­nayet filmlerini televizyon ek­ranlarından kaldıracak, tüketi­ciyi serbest piyasaya karşı ko­ruyacak iyi bir diktatörlükle or­tadan kaldırma ümidine yol açmış. Fakat nasıl? ' Bu göçmen millet insanla­rı bir araya getiren, cemaat ru­hunu genişleten ve derinleşti­ren yeni imkânların yeknesak-

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 7

Page 10: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

11 Temmuz : Ankara'da Doç. Bedrettin Cömert öldürüldü. Ayrıca İstanbul ve Ankara'da-ki hadiselerde 2 ölü 24 yaralı var. İsparta 'da çıkan olaylar­da 25 işyeri tahrip edildi. Ata-türk Eğitim Enstitüsü süresiz kapatıldı. İstanbul'da bir işa- Ij damı soyuldu. Elâzığ C. Sav­cısının arabası bombalandı. I

12 Temmuz : Bingöl ve İsla­hiye'de 2 kişi öldürüldü. İs­par ta cezaevinde çıkan olay­da 4 kişi, İstanbul'da 1, An­kara'da 2 kişi yaralandı. İs­tanbul'da 2 yere bomba atıldı. 1 kişi soyuldu. Urfa Eğt. Ens. de 15 tabanca bulundu.

13 Temmuz : Ankara, Urfa ve Elazığ'da 4 kişi öldürüldü. Sa­karya'da 1 polis yaralandı. İs­

lık değil, farklılık olduğunu göstermiştir. Jefferson'larımız-dan, Lincoln'larımızdan ve öte­kilerden bize kalan cesaret, Soljenitsin'inki eibi gerçek nümin cesareti değil, şüphe et­me cesaretidir.

Amerikan İşçi Sendikaları Birliği'nin (AFL - CIO) Genel Başkanı George Meany, bu ko­nuşmayı dinledikten sonra Sol-jenitsin'i ilk defa konuşmaya davet etmiş olmakla iftihar et­tiğini belirtiyor ve şöyle de­vam ediyor:

Soljenitsin, soldan ve ken­disini Sovyetlerle ticarete de­lice kaptırmış çevrelerden ge­len anti - antikomünizm moda­sına ve Vietnam sonrasının günahlarına bulaşmış gafilleri uyarıyor.

Söylediklerinin hepsine ka­tılmıyorum ama gafillere bu­nun üzerinde dikkatle durmala­rını tavsiye ederim. Onun kâ­hince sözleri bunların dünkü klişelerini bastırmıştır.

Vietnam harbine karşı o-lanlar şu sözleri duymaktan hoşlanmamışlardır: (Amerika­nın harb aleyhtarı tutumu Uzak Doğu milletlerinin otuz milyon insanını Jenoside ve azaba terketmiştir).

Bazı gazeteciler de şu soru-

tanbul'da 1 banka ile 1 ku­yumcu soyuldu. Manisa'da 15 ev ve işyeri tahrip edildi. Disk ve Töb-Der özaydınlı'nın isti­fasını istedi.

14 Temmuz : Elbistan'da o-laylar çıktı, 1 kişi öldürüldü, 15 kişi yaralandı, Belediye Reisi H. Ahmet özsoy dövül­dü. Elazığ'da 1 işçi öldürül dü. Mardin'de CHP'Iiler po­lisle çatıştı. Adana'da 1 banka soyuldu, bir polisin tabanca­sı alındı. Kırşehir'de bir gru­ba bomba atıldı; 18 Eğt. Enst. öğrencisi, 1 assubay, 1 er ve 1 polis yaralandı.

15 Temmuz : İsparta'da yar­gılanan THKP-C mensupları, mahkemede orak - çekiçli bay­rak açtılar. Ankara'da 2 kişi öldürüldü, 4 kişi yaralandı.

İstanbul, Konya ve Urfa'da 4 yere bomba atıldı. Emniyet Genel Müdürü Atabek görev­den alındı.

16 Temmuz : Manisa'da 1 ki­şi öldürüldü. İstanbul'da bir hamam soyuldu. TKP/ML ör­gütü dağıttığı bildiride Bnb. Yaşar Değerii'yi mutlaka öl­düreceklerini belirtti. Adana, Pülümür ve İzmir'de 3 yer bombalandı.

17 Temmuz : Toplam 6 kişi öldürüldü, Bor Eğt. Enst. Md. Mv. Tahir Mısırlı yaralandı. Ayrıca yurdun çeşitli yerlerin, deki hadiselerde 13 yaralama, 4 bombalama, 2 soygun oldu. Danıştay Pol-Der ve Pol-Bir'in kapatılmasını durdurma ka­rarı verdi. Irak Jetleri Şem­dinli'nin Bayramlı köyünü

lan duymak istememişlerdir: (GazetecilerLnki nasıl bir so­rumluluktur? Kamuoyu veya idare doğru olmayan bilgilerle ve ters yorumlarla saptınlır-sa, bu hataları tanımak ve dü­zeltmek için başka bir yol bi­liyor muyuz?

Beğensek de, beğenmesek de Soljenitsin haklıdır.

Soljenitsin'in Batı'nın cesa­ret yıkımı içinde bulunduğu yo­lundaki ithamına katılıyorum. Bu yıkımın onun ima ettiği ka­dar derin ve yaygın olduğuna inanmıyonım ama Amerikanın son yıllarda dünya totaliterle­rine karşı güttüğü siyasetin on­ların işine yaradığına da şüphe yok.

Gulak moral tecrübesini geçiren hiçbir insanın Batı'da-ki moral hassasiyeti kâfi gör­mesi mümkün değildir. Fakat ruhen tükenmekte olduğumuzu veya maddî gelişmemize bir tükenme atfetmenin mümkün olduğunu zannetmiyorum. E-meğin bu gelişmeye katkısı büyük ve vazgeçilmezdir. Mad­dî refahla manevi huzur ara­sında bir çatışma da kabul etmiyorum.

Nihayet, Doğu'nun Batı'yı örnek alması gerekmediği ko­nusunda Soljenitsin'le berabe­

rim. Fakat dünya politikasının şimdiki konusu bu değildir. Mesele, Sovyetlerin, Çinin, Kü-banın ve diğer totaliter ülkele­rin kendi modellerine bizzat karar verip veremiyecekleridir.

Esas itibariyle konu insan haklan ve hürriyettir. Bu hak­ların kazanılması yolunda hiç­bir ses Soljenitsin'inki kadar tesirli ve veciz olamaz.

New York Üniversitesi Fel­sefe Profesörlüğünden emekli ve halen Stanford Üniversite­sinde savaş, ihtilâl ve b a n ş ko­nularında Hoover Enstitüsü he­sabına araştırmalarda bulunan Sydney Hook'un bu konuda gö­rüşleri de şöyle:

Soljenitsin'in Harvard nut­kunda ifade edilen ahlakî ve siyasî değerlere bütün kalbim­le katılıyorum. Birçok siyasî hükümleri de paylaşıyorum. Mutabık olmadığım hususlar esas itibariyle felsefîdir.

Hürriyete veya bir hayır cemiyetine bağlanmak için dinî inanca sahip olmak veya teo-lojik ,yahut metafizik bir men­subiyet şart değildir. Ahlâk mantıken dinden bağımsızdır. Muhakkak ki, hür cemiyet din hürriyetini aziz tutan cemiyet­tir, fakat bu, inanmak hakkı kadar inanmamak hakkını da

8 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 11: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

bombaladı. Şerafettin Elçi Beytüşşebabta «Halklara Öz" gürlük» sloganıyla karşılan, di. 18 Temmuz : İstanbul, Diyar­

bakır ve Antalya'da 3 kişi öl­dürüldü. 2 öğrencinin ağır ya­ralandığı Mardin Eğt. Ens. ka­patıldı, Siverek'te bir öğret­men vuruldu, İstanbul'da 1 banka soyuldu. Diğer hadise­lerde 9 kişi yaralandı, 2 yer bombalandı. İstanbul Emniye­tinde görevli 700 kişi tayin e-dildi. 19 Temmuz : Toplam 2 ölü,

11 yaralı, 1 soygun, 3 bombala­ma hadisesi var. 20 Temmuz : Bozkır ve Elâ­

zığ'da 2 kişi öldü, İstanbul'da 1 kişi yaralandı. Urfa'da 3 ye­re patlayıcı madde atıldı. İs­

tanbul Emniyet Müdürlüğüne şimdiye kadar hiç polislik yap. mamış olan Hayri Kozakçıoğ-lu tayin edildi. 21 Temmuz : İsparta'da 1 ki­

şinin ölümü üzerine çıkan o. laylarda birçok bina tahrip edildi, 20° kişi gözaltına alın­dı. Eskişehir'de 1 öğretmen öldürüldü, Eğt. Enst. Md. mu. avinleri Alaaddin Nacak ile Muammer Uludağ ağır yara. landı. Çanakkale Eğt. Enst. nde yaygın çıktı. Toplam 5

yere patlayıcı madde atıldı, 15 kişi yaralandı. 22 Temmuz : Toplam 1 ölü,

7 yaralı, 4 bombalama hadise­si... 23 Temmuz : Elazığ'da bir

kişi öldü. Ali Ağa Belediye Başkanı ve 2 arkadaşı vurul­

du Ankara'da bir polis, İstan­bul'da bir işçi yaralandı. De­nizli'de bir eve bomba atıldı. 24 Temmuz : Salihli Cezaevi

Müdürü öldürüldü, savcı re­hin alındı. Adana'da bir kişi öldürüldü. 2 bakanın oturdu­ğu sitede bomba ve tabanca­lar patladı. Samsun, Erzurum, Kütahya ve Denizli'de de bombalar patladı.

25 Temmuz : Kırıkhan'daki patlamada 2 kişi öldü, 3 kişi ağır yaralandı. Ankara ve Eskişehir'de de 2 kişi öldü. istanbul da 1 patlama olayı, 1 de polis yaralaması hadisele­ri.. Ankara'da bir patlama, 1 soygun.. Elâzığ'da 1 ölü. Af­yon, Urfa, Denizli ve Aydm'da patlamalar. Adana Eğt. Enst, deki çatışmada 13 yaratı

içine alır. Dostoyevski, insan Allaha

tapmazsa İblise veya Sezar haline getirdiği nefsine tapar di­yordu. Soljenitsin bunu tekrar­lıyor. Bu, demokrasinin dayan­dığı plüralist inanç bakımın­dan şüpheli bir iddiadır. Geç­mişte teşkilâtlanmış din istib­dadı desteklemiştir, zamanımız­da da bazı kilise adamları ay­ni şeyi yapmaktadır.

Siyasette bir hürriyet bir başka hürriyetle çatışır. Mese­la öğrenme hakkı mahrumiyet hakkıyla çatışır. Bunun içindir ki, akıl hürriyetinden başka hiçbir hürriyetin mutlak olma­dığı hususunda Soljenitsin'e ka­tılıyorum. Soljenitsin Batı'yı haklardan ziyade mükellefiyet­lere ağırlık vermeye çağırıyor. En başta gelen mükellefiyetimiz (akıllı ve bilgili olma ahlakî mükellefiyeti) 'dir.

Soljenitsini komünizme karşı haçlı savaşı açmakla yanlış yere suçluyorlar. Aslında davet hürriyeti, şerefli bir ba­rışın en iyi ümidi olarak, koru­maya çıkarılmıştır. Şimdiye ka­dar öğrenmiş olmalıyız ki, her­hangi bir bedel karşılığında ba­rışa razı olmak, vahşî tecavü­ze tam bir teslimiyettir. Esasın­da Soljenitsin'in görüşleri Baş­

kan John Kennedy'nin hürriyet hakkındaki ilk beyanlarından veya Churchill'inkilerden hiç farklı değildir.

Kamboçyadaki jenosid veya Kübadaki Vietnamdaki zulüm karşısında susarken Güney Ko-re veya Güney Afrika hakkında heyecan fırtınası yaratmak gibi bir tezadın gösterdiği çift ah» lak standardının akademik çev­relerde hüküm sürmesinden Soljenitsin'in şikâyete hakkı vardır. Asabımıza hakim ola­mayışımızı zemmetmekte de haklıdır. Hayatın birşeyler ol­mak, bir yerlere ulaşmaktan ibaret olduğunu düşünenler, ha. yatı yaşamaya değer hale geti­ren unsurları kaybederler de­mesi yerindedir. Bize, konforu, malı ve emniyeti hürriyetten üstün tutanların, hürriyet teh. likeye düşünce konforu da, ma­lı da, emniyeti de kaybedecek­lerini hatırlatıyor. Bu, hiç akıl­dan çıkarılmayacak bir sözdür.

Bana kalırsa, hür bir ce­miyette emeği hakkıyla temsil eden ve belki de bunun için ko­münizme karşı bu derece uya­nık olan George Meany dışın­daki bütün aydınlar Soljenit­sin'in feryadını, bu feryadın gerisindeki fikir manzumesine göre değerlendirmek zorunda­

dırlar. Aksi halde verdikleri cevaplarla Soljenitsin'in kendi­leri hakkındaki hükmünü tes­cil etmiş olurlar.

Soljenitsin komünizmin ez­diği insanların ruh yapılarını ve bütün tahassürlerini Ivan Denisoviç'in hayatında, Kanser Koğuşu'nda, ilk Çember'de ve Gulak Takım Adalarında tam bir ehliyetle anlatmıştır. Son konuşması sadece bir feryattır ve Batı'yı anlattıklarını anla­maya davettir.

Komünizmin karşısında eri­meye yüz tutmasından korku­lan medeniyet Batı medeniye­tidir, onun temelindeki kültür­dür.

Asimda gamalı haç istibda­dının fedailerini batı medeni­yetinin fikirleri beslediği gibi, orak. çekiç emperyalizminin di­yalektiği de Batı'nın eseridir. Şimdi iki güçlü mihrak etrafın­da toplanan yok edici silâhla­rın gerisindeki iddialar da Batı menşelidir. Onun için Dante'nin tlahî Komedyasındaki safhalar, dan birini andıran tik Çem-ber'in hitabı boşuna değildir.

Bu felâketin içimizdeki u-zantılarma karşı gelişen ülkücü harekete bizim de milletçe e. ğilmemizin ve hakkını verme­mizin tam zamanıdır.

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 9

Page 12: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

26 Temmuz : Kocaeli Eğt. Enst. ndeki çatışmada ise 7 yaralı. Arifiye Eğt. Enst. ne bomba atıldı. Ankara'da, 1 banka soyuldu, 2 kişi yara­landı. Alanya ve İzmit'te pat­lamalar oldu. Sarıkamış'ta 1 polis ağır yaralandı. Zeytin, burnunda 1 kişi öldürüldü. Maltepede bir dernek kurşun, landı. Sivas Eğt. Enst.nde 7 kişi tutuklandı. Havana'da (Küba) 28 Temmuz — 5 Ağus­tos tarihleri arasında yapıl makta olan «Havana 78 Fes­tivaline» CHP Kütahya millet, vekili Nizamettin Çoban'ın yanısıra TSÎP, ÎGD, İLD, DDKD, SGB, ÎLTIP-DER, ÇI-RAK.DER, HAFEST gibi Sov­yet yanlısı kuruluşların da ka­tıldığı açıklandı.

27 Temmuz : Adana'daki banka soygunu esnasında 1 ki­şi öldü, 2 kişi yaralandı. Kon­ya'da 1 kişi öldü. Urfa ve Kon­ya'da patlamalar. Haydarpaşa Tek. öğr. okulunda kavga : 2 yaralı. İzmir'de soygun. Urfa-da 1 ölü. Adıyaman valisinin evi kurşunlandı. G. Antep'te çatışma : l'i polis 2 yaralı.

28 Temmuz : İstanbul ve Ela­zığ'da 2 ölü Edirne, Manisa, Ankara ve Antalya'da toplam 4 yaralı. îzmit ve Bingöl'de bombalama hadiseleri...

29 Temmuz : Urfa, Balıke­sir, Kırıkkale'de 3 ölü. Anka­ra ve Manisa'da 2 yaralı. An­kara'da 1 soygun, Malatya ve İstanbul'da 2 bombalama ha­disesi...

30 Temmuz 16 yaralı.

Toplam 9 ölü,

Görüldüğü gibi jandarma­nın devriye gezdirilmeye baş­lamasından sonra da hadise­ler durmamıştır. Bu sebeple daha önce belirttiğimiz, jan­darmanın dolayısıyla ordunun yıpratılması, hususundaki en. dişemiz büyüktür, jandarma, İrfan Paşa gibi acemi bir siyasinin emellerine alet edil­memelidir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, yukarıda belirtti­ğimiz hadiselerde ölenlerin, yaralananların tamamına ya­kın kısmı milliyetçidir. Bom­balanan, kurşunlanan binalar, evler de keza milliyetçilere aittir. Buradan da anarşinin kaynağını rahatça görebilmek mümkündür herhalde...

Ne diyelim! Anarşik olay. kırda azalma var, değil mi İrfan Paşa!?....

İsçi Ücretlerinin Dondurulması ve «Toplumsal Anlaşma»

tşçi ücretlerinin ve diğer işçi meselelerinin halli için bir aya yakm zamandır sür­dürülen görüşmeler, nihayet sonuçlandırıldı ve Ecevit ile Halil Tunç arasında «Toplum, sal Anlaşma» adı verilen ve geniş yankılar uyandıran bir anlaşma imzalandı.

Ecevit ve Tunç'un «ücretle­rin dondurulması sözkonusu değildir» demelerine rağmen, sendikacılar uygulamada üc­retlerin bu anlaşma ile don­durulmasının kaçınılmaz ol­duğu görüşünde birleşmekte­dirler.

Nitekim, CHP Milletvekili ve Harp-lş Sendikası Genel Başkanı Kenan Durukan «işçi ücretlerinin dondurulmasıyla ekonominin düzeleceğini san­manın safdillik olacağını» söy­

lüyordu. DİSK Genel Sekrete­ri Fehmi Işıklar da «toplum­sal anlaşmayı taban kabul et­mez, kâğıtta kalır» diyerek bu anlaşmaya karşı olduklarını belirtti. Yine Demir Çelik-lş Genel Başkanı Mustafa Kara­pınar ise toplumsal anlaşma­nın hayal mahsulü ve Tunç'un ihanet belgesi olduğunu belir­terek karşı çıkıyordu.

Bu arada Türk-lş üyesi Sağ-hk-lş, Tes-îş, DYF.lş gibi sendikalar da toplumsal an­laşmaya karşı çıkarak, Tunç'u sert bir biçimde tenkid ettiler. Şimdiye kadar bu anlaşmayı sadece bağımsız Türkiye Ye­ni Metal İş Sendikası destek­lediğini açıkladı. MİSK Ge. nel Başkanı Ömer Faruk A-kıncı'nın bu konudaki görüş­lerini ise orta sayfamızda bu.

Toplumsal anlaşma mı, yoksa diyet anlaşması mı?

10 DEVLET — AĞUSTOS : 1973

Page 13: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

Kendi Ambargolarımıza Mahkûmuz GORUŞL£R

GÜRGÜR

Türkiye'ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılması kanunu ABD Parlamentosu'nda bir kere daha oylanırken dikkatler yeniden bu me. sele üzerine toplanmış bulunuyor. Aslında am­bargonun kaldırılıp kaldırılmaması kararının Türkiye açısından hayatî bir değer taşıdığını iddia etmek mümkün değildir. Tam bu sıralar­da Kıbrıs meselesinin başlıca düğümlerinden birini teşkil eden «Maraş» konusunda ilân edi­len yeni Türk teklifi bizden beklenilen tâvizi vermeye hazır bulunduğumuzu dünya ve Ame­rikan kamuoyuna ilân edilmesinden de ötede, dış politikamızda çok kısa devrelerde bile sebat­la tatbik edebileceğimiz insicamlı kararlara ma. lik bulunmadığımızın açık bir belgesi sayılabi­lir. Bu tâvizi vermek zorunda kalacak idiysek bunca direnmenin ve maddî planda borçlanma­yı göze almanın ne gereği vardı?

Ambargo ne ABD, ne de AET ülkeleri tara­fından uygulanıyor. Esas ambargoyu kendi ken­dimize kaç asırdan bu yana tatbik etmiyor mu­yuz?

Düşüncemiz, vicdanımız, dilimiz, gözümüz ve kısaca bütün ruhumuzda gittikçe sertleşen, seneler geçtikçe ağırlaşan bir ambargonun mah­kûmu değil miyiz?

Bu ambargonun tesir ve neticeleri her gün daha hazin ve ürpertici manzaralar şeklinde tezahür ederken, elâlemin birkaç topla uçağı esirgemesinden neden bu derece yakmıyoruz?

Düşünce ve fikir hayatımıza vurulan pran­gaların mahsûlü diplomalılar kalabalığının, teorik planda entellektüel diye adlandırılan gü. ruhun marifetleri silâh ambargosunu tezgahla­yanlarla kıyaslanabilir mi?

Kültür hayatımız iflas hâlinde, imanımız ruh planında tükenmek üzere, sanayileşmenin daha ilk basamaklarında bulunmamıza rağmen sosyal ve ekonomik hayatımız kör ve süflî mad. deci felsefenin tesiri altmda günden güne me-kanikleşiyor. En mukaddes mefhumlar, inanç, lar, töreler, müesseseler her gün yüzlerce de­

fa indirilen darbelerle depreme tutulmuş yerden yere vuruluyor.

gibi

Bir devlet hayatı ki, işleyişi ile kendi var. lığını zehirlemekte, tüketmekte...

Bu nasıl bir zihnî keşmekeş ve iflastır ki, Kürtçülükten hüküm giyen, yani Türkiye Cum­huriyeti Devleti'ni yıkma hareketi içinde olduğu mahkeme kararı ile sabit olan bir kimse hükü­met etme mevkiinde bulunabiliyor?

Ve her varlığın mevcudiyetinde mündemiç olan kendini savunma mekanizmasından mah­rum, teorik olarak bununla görevli olanların mefluç oldukları bir utanç devresidir ki ilgili­lerden, yetkililerden ne bir ses, ne bir nefes yükselebiliyor?

Adam Türk devletine kastedenlerin ne ilki­dir, ne de sonuncusu. Ne var ki, bu tasavvuru bile ürpertici olan sağır sessizliğin karşısında cür'eti kabarıyor, devletin varlığı ve bütünlü­ğüne saygılı olduğunu lâfzen bile olsa ifade zarureti dahî duymadan, tam tersine, Türk Mil-liyetçileri'ni tahkire yelteniyor.

Hiç eksilmeyen düşmanlarımızca hipnotize mi edildik, ne?

Amerika silâh ambargosunu kaldırırsa ne olacak; üç beş silâhı daha elverişli şartlarla te. min edebilmiş olacağız. Peki ya kendi dünya­mıza kendi elimizle uyguladığımız ambargolar, ruhlarımıza vurulan prangalar; düşünce hayatı­mızı kelepçeleyen, insanımızı kendi öz varlığı­mıza yabancılaştıran, onu en kritik çağda yer­yüzünde sorumsuz, başıboş ve saygısız kılan, maddeci ve çıkarcı bir zihnî kalıp içerisinde yaşarken ölüme sevkeden, aşağılık bir varlık hâline yönelten şartlar ne olacak?

Bu ikinciler ortadan kaldırılmadan, Türk insanı kendi ruh köküyle başbaşa bırakılmadan, onu kendine, aslına yaraşır bir yüceliğe ulaş­tıracak hür ve açık bir dünya kurulmadan bir­kaç silâhın elde edilmesinin hiçbir önemi ola­maz.

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 11

Page 14: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

lacaksınız. Anlaşmaya tepki gösteren Hak-îş Genel Baş­kanı Mustafa Taşçı'nm yanı sıra, işverenler de «fiatlar alabildiğine artarken ücretle, rin dondurulması kesin çözüm değildir; esas sıkıntı ücret ar­tışından değil, kıdem tazmina-tındandır» diyerek görüşlerini belirttiler.

Anlaşma incelendiğinde, sendikacıların belirttiği gibi anlaşmanın işçiye hiç birşey kazandırmadığı ve tatbikinin

12

çok güç olduğu görülmekte­dir.

Anlaşmanın hükümete yüklediği görevleri kısaca şöy­le sıralayabiliriz :

1 — îşçi ücretlerinden da­ha az vergi kesilmesini sağ­layacak biçimde yeni vergi ka-rununu meclisten geçirmek ,

1 — Enflasyonu önleyecek tedbirler almak,

3 — Kamu iktisadî kuruluş­larını kâr edecek duruma getirmek,

4 — î ş Kanunu'nun 13,17 ve 24. maddelerini değiştirmek.

Hükümetin işçiye yeni hak. I lar verebilmesi için bütün

bunların yapılması gerekmek-I tedir. Ancak görüldüğü gibi

bütün bu görevler hükümetin, bu anlaşma olmasa da, zaten yapmak mecburiyetinde oldu­ğu vazifelerdir. Mevcut ikti­sadî durum karşısında bun­

ların gerçekleştirilmesi ise bugünkü iktidarı aşan mesele-

II 1er olduğundan, tabir caizse

DEVLET — AĞUSTOS : 1978

MİSK Genel Başkanı Ö. Faruk Akıncı ile «Toplumsal Anlaşma» hususunda bir görüşme

DEVLET : Sayın Akıncı, Türk—İş ile hükü­met arasında yapılmış olan Toplumsal anlaşma. yi ve sayın Haliü Tunç'un tutumunu nasıl de­ğerlendiriyorsunuz?

AKINCI : Türk—îş ve Ecevit Hükümeti uyuşmuş bulunmaktadırlar. Bu anlaşmada, ilk bakışta da görüleceği üzere, hayra alâmet bir anlaşma değildir. Zira Türk işçisinin kazanıl, mış haklarına bir el koyma görünümü içinde­dir bu anlaşma. Öte yandan Ecevit Konfederas­yon seviyesinde yapmış olduğu anlaşmada bir tutarsızlığı, bir çelişkiyi, bir hatayı da sergile­mektedir. Şöyle ki, daha dün gerekirse kamu sektöründe uzun süreli grevleri göze alarak aşı. rı ücret zamlarını önleyeceklerini imâ eden hü­kümet yetkilileri bugün hangi kaynaklardan vaadlerini karşılayacaklardır? Bir fikir değişik, liginin sebebi verilecek tavizlerden sonra Türk sendikacılığının ve işçi haklarının kayıtsız şart­sız teslimine yeltenmekte ise Halil Tunç da, Ecevit de yanılmaktadırlar.

Çünkü Türkiye'de faşist devlet sendikacılı­ğını yaratmak iseteyen bu kişilere yürürlükte­ki kanunlar imkân vermeyeceği gibi Türk işçi­si de böyle bir açmaza düşecek devrini çoktan geçmiş bulunmaktadır.

DEVLET : Bütün bunların sebebi sizce ne­dir?

AKINCI : Bütün bu gayretlerin sebebi şu­dur : Türkiye'nin iç ve dış meselelerine hiç bir çözüm getiremeyen, beceriksizlikleri ve part i-

zanlıklarıyla Türkiye'yi daha ağır bunalımlara doğru sürükleyen ve sallanmakta olan bu ikti­dara Halil Tunç vasıtasıyla Türk işçisi koltuk değneği yapılmak istenmektedir. Gerçek bu-dur.

Bu davranış Halil Tunç'un dediği gibi millî kaygulardan ve sorumluluklardan kaynaklanma­maktadır. Eğer böyle olsaydı bundan önceki hükümetler zamanında meclis çoğunluğuna da­yanan Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıprat­mak için genel grev ilan ederek bizzat Halil Tunç şarteli indirmezdi.

Dolayısıyla yapılan bu anlaşmaların sorum, lulukla uzak yakın ilgisi yoktur. Kaldı ki, bir siyasî kuruluşun başarısızlıklarını örtbas et. mek için gösterilen bu gayretlerden maksat, kamuoyunun dikkatlerini başka tarafa çekmek­tir.

DEVLET : Sayın Akıncı, bu anlaşma hukuki açıdan, sendikaları bağlamakta mıdır?

AKINCI : Hayır! Bu anlaşmalarda varılan sonuçların hiç bir hukuki geçerliği yoktur. Tür.

Page 15: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

kiye'de sözleşmeler işverenle yetkili sendika arasında yapılır. Konfederasyonların ise, direkt müdahaleye en ufak bir hakkı yoktur.

Kamuoyunda da tam bir siyasi oyun olarak nitelenen bu davranışların dolayısıyla hiç bir dayanağı kalmamaktadır.

Bu arada sunuda belirtmek isterim ki, bun­ların bir tek gayesi vardır. Bu gayede Türk.îş de, DİSK de, Ecevit de birleşebilmektedirler. O da işçiye ihanettir. Evet üzülerek ifade ediyo­rum ki, Türk işçisine ihanet edilmektedir. Ya­pılan bu anlaşmalar, girişilen bu oyunların al­tında yatan odur. tnançlı işçiye ihaneti, işçiye oyunu hedef alan davranışlar olduğunu kısa zamanda hep beraber göreceğiz.

Türk siyasal hayatına onüjç başlı parselas. yon hükümetini musallat eden zihniyetten bun­dan fazlasını beklemek zaten abesle iştigal olaca. ğından MİSK olarak ister üyemiz olsun, ister ol­masın bütün işçi arkadaşlarımıza duyurmak is­teriz ki; Anayasa'da yerini bulan toplu sözleşme, grev ve sendikal haklardan kimse kimseyi vaz. geçiremez. Ve gene kimse Anayasada yerini bu­lan haklara dokunamaz. Yapılan anlaşmalar masalarda kalmağa, sumenler arasında unutul­mağa mahkûmdur.

DEVLET : Sayın Akıncı, imzalanan bu top lumsal anlaşmada işçi aleyhine hükümler bu. lunmaktamıdır.?

AKINCI : Bülent Ecevit ve Halil Tunç ta­rafından imzalanan ve adı toplumsal anlaşma olarak nitelenen gerçekte ise, topluma birşey. ler kazandırmaktan çok, bir şeyler kaybettirme gayesini güden bu anlaşmada işçi aleyhine olan hükümleri maddeler halinde şöyle sıralayabili­riz :

1 — Toplu sözleşmelerde 1976 ücretlerine iki yıllık fiyat artışları eklenecektir. Türk para­sının 1976 yılma göre değerini düşünerek bu değerlendirmeye kalktığımızda göreceğimiz odur ki, bugün arada bulunan farkla ücretler yalnız sınırlandırıl mamakta aynı zamanda dün taban alındığı için, bugün dondurulmaktadır.

2 — Çalışanların yönetime katılmasından söz edilmektedir. Bizim öteden beri MÎSK ola­rak tezimiz, yönetime ve kâra ortak bir sistemi var kılmaktı. Eğer emek ve sermaye barışı için. de bunu gerçekleştireceklerse, buna bir diyece­ğimiz yoktur. Yalnız sezdiğimiz ve gördüğümüz odur ki, hazırlanacak bir modelden söz edil. mektedir. Bu model nedir? Bu açıklığa kavuş­mamıştır.

3 — Asgari ücretleri ve normlan bir teknik komitenin tespitinden söz edilmektedir. Zaten

DEVLET _ . AĞUSTOS : 1978

bundan önce de durum bu vaziyetteydi. Teknik kurullar asgari ücretlerin artışını ve tabanını tespit ederlerdi. Bu sözle neyin kastedildiği ne­yin yenilik olarak sunulduğu da anlaşılamamış­tır.

4 — Toplu pazarlık ve grev toplumsal ihti. yaçlara cevap verir hale getirilecektir, buyur­muşlar. Toplu pazarlık ve greve kötü örnekler getirenler kendileriyle yandaşları olan DÎSK'tir. Bunu, yani grevi gaye olarak değil de son çare olarak nitelemeği göze alacak olurlarsa, o za­man bizim kendilerine (günaydın) demekten başka bir sözümüz olmayacaktır.

5 — Her ne kadar sendika seçme özgürlü­ğüne saygılı olmaktan söz edilmekteyse de, sen­dikalar arası rekabetin önleneceğinden de dem vurulmaktadır. Bu da göstermektedir ki, hürri­yetlere saygısını hergün biraz daha kaybeden bu hükümet Anayasa'da var olan sendikaların varlığından da şikâyetçidir. Çünkü güdümlü fa­şist devlet sendikacılığına yönelmeğe yeltenme­si bunun en güçlü delili olarak bu anlaşmada yer almış bulunmaktadır.

6 — Hukukî hiç bir dayanağı olmayan ve kanunlar karşısında sorumsuzca ortaya çıkarı­lan bu sözde anlaşma, bu gecekondu anlaşmayla işçinin kazanılmış haklarını elinden almak is­teyen ECEVÎT ve yandaşı TUNÇ'a en kısa za­manda Anayasal çizgiler içinde MÎSK olarak gereken cevabı vereceğimizi ve inançlı işçi ön­derliğimizi sürdüreceğimizi bir kez daha açık­lamak isterim.

DEVLET : Teşekkür ederiz efendim.

HAR EGZOST TİCARET U. S. 0.

MURAT 124 — MURAT 131 — ANADOL — RENAULT 12 —

MERCEDES-BENZ

EGZOST BORU ve SUSTURUCULARI ANKARA

Bayii ve Servis İstasyonu

Küçük Esat Cad. Yaprak Sok. No. 1 Tel : 25 49 16 -18 73 31 — Ankara

Page 16: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

işçiye «balık kavağa çıkınca» size yeni haklar vereceğiz de­nilmektedir.

Meselenin daha iyi anlaşıla­bilmesi için anlaşmadaki ba­zı müşahhas ilkeleri de şöy­le sıralayabiliriz:

1 — 1976 yılı satın alma gücü bu dönemdeki toplu sözleşme­lerinde ücret artışlarının ta­

vam olacak. Sosyal yardımlar da bu tavanın içinde kalacak.

2 — Ekonomik ve toplumsal yardımların asgari normları­nı, bir teknik karma komite tespit edecek.

3 — Çalışanların yönetime ve sorumluluğa katılmalarını sağ 1 ayacak bir «model» hazırla­

nacak.

4 — Toplu sözleşmelerde, ka. mu kuruluşunda yönetimin etkinliğini azaltacak madde­ler konulmayacağı gibi varo­lanlar da çıkarılacak.

5 — Hükümet ve Türk_İş ara­sında kurulacak teknik ko­misyon, yasalarda ve uygula­mada yeniden düzenlemeler yapacak. Düzenlemeler şu a. hırtlarda:

a) t ş Yasanın 13., 17.. ve 24. maddeleri (iş akdinin feshi ile ilgili)

b) Yetkili sendikanın tespiti için referandumun yasalaştı­rılması.

c) Toplu pazarlık ve grev, toplumsal ihtiyaçlara cevap verir hale getirilecek.

6 — Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek işbirliği için sürekli bir komisyon kurula­cak, bu komisyonda bir Dev­let Bakam bulunacak.

7 — tşçiye kârdan hisse veri­lecek.

8 — Ücret lerarası denge için bir fon oluşturulacak, ek pro­tokoller yapılmayacak.

Yukarıda görüldüğü ve da­ha önce de belirttiğimiz gibi anlaşma işçiye yeni hiç birşey getirmediği gibi, b i r çok karı­şıklıklara da sebep olacaktır.

Bu arada anlaşma gereği olduğunu ileri sürerek, hükü­metin petrol fiatlarına yapı­lacak zam konusunda Türk-îş 'e akıl danışması da Türk ekonomisinin bir ilkokul me­zununun kabiliyetine terke-dildiği intibaını uyandırdığın­dan endişe vericidir.

Bu anlaşma iddia edildiğine

göre, Ecevit ve Tunç'un bir­birlerine ödedikleri «diyet an­laşması» olarak nitelendiril­mektedir. Ayrıca anlaşmayı takibeden günlerde Halil Tunç'un ikinci defa kontenjan senatörü seçilmesi Ecevit'in bu konuda aktif rol oynadığı iddialarını kuvvetlendirmek­tedir.

«Kurtarılmış Bölge Safsataları!» Devam Ediyor. Halk Meclisleri ve Halk Mahkemelerinin Yeni Marifetleri

Türkiye'de faaliyetlerini s ü r dürmekte olan komünist teş­kilatlar yıkıcılık ve bölücülük hareketlerini son aylarda sür. atle artırmış bulunmaktadır. Komünizmi ve bölücülüğü suç saymıyan bugünki CHP ikti­darının tutumu yüzünden Türk devletini tehdit eden bu teşkilâtlar çalışmalarını hız­landırmıştır. Tamamen Türk devletini ve milletini bölmeyi amaçlayan bu hareketler çe­şitli sol fraksiyonların strate­jik farklılıklarına rağmen bel­li bir hedefe doğru gitmekte­dir .

Türkiye'nin çeşitli illerinde bazı bölgeleri «Kurtarılmış bölge» ilân eden ve oralarda başka düşüncelere yaşama hakkı tanımayan bu tür ha­reketler, şehir gerillacılığının birer merhalesi olarak kabul edilmeli ve buna göre değer­lendirilmelidir. Devlet otori­tesinin olmadığı bu bölgeler­de, halk meclisleri kurulmak­ta ,halk mahkemeleri bölge halkını yargılamakta ve onları «ölüm» e bile mahkûm etmek­tedir.

Ecevit iktidarının kuruldu­ğu günlerin akabinde Ümra­niye'de böyle bir durum zuhur etmiş 5 ülkücü işçi ölüme mahkûm edilerek karar feci bir şekilde infaz edilmişti. 3on günlerde ise yeni «Kur­tarılmış bölgeler» ve «Halk mahkemeleri» görüyoruz. Do-

ğu'da bazı sınır illerimizde va­tandaşların pek çoğu eşyala­rını toplamış, göç etmeye baş­lamıştır. Ümraniye olayları­nın akabinde bir beyanat ve­ren Başbakan Bülent Ecevit «Kurtarılmış Böige safsatala­rına son vereceğiz» şeklinde konuşmuş, fakat bugüne ka­dar hiçbir tedbir alınmadığı gibi bazı davranışlarla yar­dımcı olunduğu görülmüştür.

Gazetelerde çıkan en son haberlere göre Kars iline Er­zurum plâkalı arabalar sokul-mamakta, giren vasıtalar ise tahrip edilmektedir. Bilindiği gibi Kars ' ta uzun süredir bir terör esmekte ve vatandaşlar göçe zorlanmakta idi. Şimdi ise bir şehre ait bütün ara­balar Kars'a sokulmamakta-dır.

Şehir girişinde bazı kişiler tarafından pusu kurularak araçlarının tahrip edildiğini söyleyen şoförler, 25 plâkalı hiçbir aracın Kars'a alınmadı­ğı ve girenlerin ise çıkışta tahrip edildiğini söylemişler­dir. Bu arada Erzurum plâka­lı resmi araçlar bile Kars'a girememekte ve başka vilâ­yetlerin plâkasmı takmak mec buriyetinde kalmaktadır.

ESERTEPE HALK MECLÎSİ FAALİYETTE

Ankara'da iktidar yetkilile­rinin tamamının bulunduğu bir vilayette ise cereyan eden hadiseler Kars'takinden pek

14 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 17: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

YAKTIN BİZİ MUZAFFER

Ayhan TUĞCUGİL

(Dikkat! Bu yazı sesli ve topluca okunmak üzere kaleme alınmıştır. Okuyan arkadaşın son derece asık suratlı, o'ınası, en büyük felâketle karşılaşmış gibi bir ifade takınması ve sesin­den bitkinlik, teslimiyet ve acı akması gerekir.) Hapı yuttuk ülkudaslarım! En önemli sırla, rımız fâş oldu. En güçlü yeraltı teşkilâtlarımız ve kozmik gizlilikteki plânlarımız ele geçti. Ar­tık yapabileceğimiz birşey kalmadı. Ellerimizi havaya kaldırıp teslim olmaktan gayrı...

Ve bütün bu felâketleri başımıza getiren, Ecevit'in birkaç ay önce düzenlediği valiler top­lantısında hız ve ilham alan bir valinin, Ağrı Va­lisi Muzaffer'in operasyonlarıdır. En çok yan­dığım şey de bu zaten. Bizi mağlub eden hiç olmazsa Özaydmlı, hiç hiç olmazsa Ankara ve­ya istanbul valisi olmalıydı.

Şiir Ağrı'nın da taşına bak Gözlerimin yaşına bak Muzaffer bizi esir aTdı Şu feleğin işine bak.

Ben, acı haberi, yansız halk çocuklarının gazetesi Milliyet'in 21 Temmuz 1978 tarihli sa­yısının 9. sayfasında okudum. îliklerim dondu. Milliyet de THA'dan almış Buyrun.. :

«Ağrı Valisi Muzaffer Yüce, «Eğitim Ensti" tüsü'nde çağdaş eğitim ükelerine uygun eğitimin başladığım, yapılan Turancılüc haritalarının ele geçirildiğini» açıklamıştır. Vali, THA muhabiri­ne verdiği demecinde, «Tujrancıhkla ilgili ko­mando haritalarının bulunduğu Eğitim Ensti-tüsü'nde 16 Türk Devleti'nin kurulmak istendiği Orta Asya plânlan da elime geçti.» demiştir.»

Gördünüz mü? Yukarıda sözünü ettiğim valiler toplantısın­

dan sonra ben tehlikeyi arkadaşlarıma anlat­mağa çalışmış, fakat kimseye dinletememiştim. Hatırlayacaksınız Ecevit valilere «iyi iz kovala­malarını» emretmişti. Valiler iz kovalamaya başlayınca, mesailerini iz sürmeğe hasredip kaabiliyetleri ölçüsünde bu konuda mütahassıs-laştıkça, dağda, bayırda, caddede, sokakta boz-kur t lann izlerini takib ede ede derunumuza sı­zacakları belliydi. İşte iz kovalamada en mahir­

leri, bilemiyorum doğuştan mı yoksa sonradan mı kazanılmış bu yeteneğiyle, Ağrı Valisi Mu­zaffer bizi yakaladı.

Ülküdaşlarım, artık direnemeyiz. İşte ben, bütün moralimi yitirdim. ETKO'nun (Ecevit'ten Türkiye'yi Kurtarma Organizasyonu) gizli; İTKO ve NETKO'nun (trfan'dan ve Necdet'ten Türkiye'yi Kurtarma Odaları) en çok gizli baş­kanı olarak bülbül gibi konuşacak ve sırlarımı­zın tamamını açıklayacağım: (Nasıl olsa her-şey bitti.)

Muzaffer...: Tuttuğun izi biraz daha kova­larsan kurmayı plânladığımız 16 devletin bay­raklarını da yakalacaksın. Artık zahmet etme. Ben söyleyeyim : En yakın kitapçıda bulamaz. san, 16 bayraklık takımı, P.K. 284, Bakanlıklar Ankara» adresinden 150 TL'ye ödemeli isteye­bilirsin .Yalnız «kurmayı planladığınız» değil, «tarihte kurulmuş» de. Oradakiler öyle bilirler. (Malûm, yeraltı çalışması bu, başka şeye ben­zemez.) Sizin hangi Orta Asya Turan Komando plânını ele geçirdiğinizi bilmiyorum. Fakat bu plânların son baskıları - yin e civar kitapçılarda yoksa - yukardaki adresten 35 TL karşılığında istenebilir. Yalnız isterken «plân» değil «hari­ta», «kurulacak» değil «tarihte kurulmuş» de. Biz onlara öyle demiştik...

Bülbül gibi konuşmağa devam ediyorum: Bu onaltı devlet ve onların bayrakları, 1969 yı­lında Ankara'da «Ajans Türk Matbaacılık» adıy­la faaliyet gösteren ve Ankara Sanayi Odası'nda tescilli gizli bir anonim şirket tarafından tak­vim örtüsü altında bastırılmış ve birçok resmî ve özel kuruluşun ve meskenlerin duvarlarım 365 gün boyunca süslemişti.

Muzaffer...! İtiraflarıma devam ediyorum. Nasıl olsa bu iz sürme kaabiliyetinle sen bun­ları kendiliğinden öğreneceksin: Teşkilâtımız Cumhurbaşkanlığı'na kadar sızmış ve oraya mühim çengeller atmıştır. Bu meyanda Türkiye Cumhuriyeti Riyaseticumhur forsuna kadar nü­fuz edilmiş ve bu forsun, kurmayı tasarladığı­mız 16 devleti temsil etmek üzere, bir güneş et­rafında 16 yıldız olması temin edilmiştir. Hem de bu operasyon taa Atatürk zamanında ger­çekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği'nin sancağında, subay ve erlerinin üni­formalarında da bu gizli işaretimiz vardır. Yine Atatürk zamanında «Göç Yollan» ve başka kisveler altında gizli Turan Komando haritalan-nı ilkokullara kadar, müfredat programlanna dek sokmuştuk.

Naapcaz şimdi? İşte heyşey ortaya çıktı. Ortaya çıkmakla kalmadı, Muzaffer'in açıkla­masına göre plânlarımızın icrasına da engel olundu. Artık Ağrı Eğitim Enstitüsü öğrencileri-

(Devamı Sayfa 40'da)

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978 15

Page 18: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

ıisn i t i b a r a » j?aaliy«ts

r l rv ı l4ir.d« VJtV.a .-uvîet

, H 1) »S»*r-t»p«>H<fr<,M«si.''.si» 56Ç«i.§tjt. ...

*aa'K(riy&alas>j:n» lV: I«n i r , . ^ \İ) :"£3art«>p« Hali: MecHei" ^.ev.u* tnrju- ' t . ' c r l o t i n i -.:>.r.ı.'

y ı k i l ı s t-;^ edllsaa*. i ç in çr. s jarenr, | H $ 3 "Saernepe tîaik K e d i s i » VsV.rli arı,?.ı:rl«>;Ia tcrrtar.ır .

.arı <if.&ıtx<r: îsrgü-st arep.'.'İ3<;-.yla Sactgtupa fcsiHinn jsie$, ı:ssAis«v;6 V|.:-j v^üiiiji» . - i * : : . .\vfı Jçar.-arİM- Esortej><3 MI ;;» y4t-S£$lÂn fca£li ..-. ' " !

, e ; "Eser ime >!::.yf Mei_i .:,' rOsrinf. uysâyinlar^ Halk ". " s l t t^İuraergı 2P. i..;: fa .:. •-.. ;-j].ai:iı> va -Uıaar. to.r:t:^,' J

cattHç-vfj

ı «d an > »Ti f, - T ^ :"-" i l i r . j £ML*ÜS»?* £« ^ ^ « K s Ş t*J, Halk K ı e K o i s i r - - .v • ' ; = . . .

Tu>ia yayııîl :;»!>•. \ ; t • -.; '8) Halk. Jk-tlişittir. a l d ı r ı j:.- ,»r! a? jakjnck. yıyxnl<--jnur»l: cî.ra "î

fSö»*« rıûe &»«3>t«p« K: l.a.-ic'^'.iy-ii'olstBİftır;'. ' ^ «

* • • • • • • • ••«. ' * w

H3«rtap6 S â ^ ç i halfcinj., Kal:: Mecl is ini dostc'rlşney» ve r.l<lı$ı Z' s a r a r l a r a uyaaye jc&j.îi.tas.

farklı değil. Ankara'nın bazı semtlerinden sonra «Kurtarıl­mış bölgelere» yenileri eklen­mektedir, işte bunlardan bi­risi ise Etlik - ESERTEPE halk meclisi. Yukarda klişesini de gördüğünüz gibi bu semtte bir meclis kuruluyor ve mec­lise bağlı olarak ta bir mah­keme kuruluyor, yayın organı neşrediliyor. Hatta yayın or­ganında bir ibare varki sa­yın İçişleri Bakanı Özaydınh'-nm okuması ve görmesi gere­kir. «Esertepe halk meclisi Esertepe sınırları içinde bü­tün devlet fonksiyonlarını üst­lenir» deniliyor.

Şimdi hepbirlikte 8 Temmuz 1978 tarihinde yayınlanan ve mahalle halkına dağıtılan bil­diriyi okuyalım :

ESERTEPE HALKINA 1 — Eesertepe Ha?k Mecli­

si 8 Temmuz 1978 tarihinden itibaren faaliyete geçmiştir.

2 — Esertepe Halk Meclisi

Esertepe sınır lan içinde bü. tün devlet fonksiyonlarım üstlenir.

3 — Esertepe Halk Meclisi mevcut burjuva devletini ta­nımaz ve onun yıkılıp yok edilmesi için çaba harcar.

4 — Esertepe Halk Meclisi belirli aralıklarla toplanır ve aldığı kararları dağıtım ör­gütleri aracılığı ile Esertepe halkına ulaştırır.

5 — Esertepe Halk Meclisi­nin aldığı kararlar Esertepe bölgesi içindeki tüm yurttaş­ları bağlar.

6 — Esertepe Halk Mecli­sinin kararlarına uymayan­lar, Halk Meclisinin oluştura­cağı Halk Mahkemesinde yar­gılanır ve alman kararlar yi­ne Halk Meclisine bağlı silah­lı milis güçleri tarafından ye­rine getirilir.

7 — Meclis Sesi, Halk Mec­lisinin resmi yayın organıdır

ve düzensiz arahkTarla yayın­lanır.

8 — Halk meclisinin aldığı kararlar yalanda yayınlana­cak olan «Meclis Sesi» nde Esertepe halkına duyurula­caktır.

Kurtarılmış bölge tabirini «Safsata» olarak nitelendiren Başbakan Bülent Ecevit aca­ba bun ne diyecek? Merakla beklenmektedir.

Milli Eğtimde Sürgün ve Kıyım Devam Ediyor!

CHP iktidarının uygulamış olduğu kıyım ve sürgün fur­yası Millî Eğitimde aşırı bir şekilde hızını art ırmakta, kimsenin aklına gelmiyecek sürgünler yapılmaktadır. Geç­tiğimiz günler içinde Millî E-ğitim Bakanı'na bir muhtıra veren Ülkü-Bir Genel Merke­zi ise Bakan Necdet Uğur'u istifaya davet etmiştir. Veri­len Muhtırada 5 Ocak 1978 ta. rihinden bu tarafa 3000 öğret­menin sürgüne uğradığı ifade edilmiş ve iktidarı «kıyım ma-kinası» olarak nitelendirmiş­lerdir.

Mevcudu Bulunmayan Okullara Yapılan Tayinler?..

Yapılan sürgünlerde eşler birbirinden ayrılmakta, bazı öğretmenler bile bile ölüme gönderilmektedir. Bazıları ise mevcudu bulunmayan okulla ra sürülmektedir. Bunlardan birisi ise Bucak-Burdur Sos. yal Bilgiler öğretmeni Hüse­yin Ali özen.

Hüseyin Ali Özen Bucak Li­sesi Sosyal Bilgiler öğretmeni iken MEB Orta Öğretim Ge­nel Müdürlüğünün 9019 sayılı 26.4.1978 tarih ve 736 nolu kararnamesi ile Adana-Feke Hasbeyli Ortaokulu Sosyal

16 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 19: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

Bilgiler öğretmenliğine sürü­lür. Hani buraya kadar olanı­na gayet normal diyeceksiniz. 3°00 ülkücü öğretmenin başına gelenlerden pek farklı değil.

Öğretmen Hüseyin Ali özen yeni görevine başlamak için Feke'ye gider ve orada böyle bir okul bulamaz. Kayma­kamlık makamına yazdığı bir yazıda ise ilçe hudutları için. de böyle bir okulun bulunup bulunmadığını sorar. Feke kaymakamlığının yazısını ib­

retle buraya alıyor ve yayınlı­yoruz.

«İL MAKAMINA ADANA

Millî Eğitim Müdürlüğüne:

İlçcnıi/. HasbeyJi Ortaokulu stajyer Sosyal Bilgiler Öğret­menliğine tayin edilen Öğret, men Hüseyin Ali özen, ilçe­mizdeki görevine başlamak üzere bugün gelmiş ancak il­çemizde böyle bir okul olma-

(lığından göreve başlatılama­mıştır.

İlgilinin Kaymakamlığımı­za vermiş olduğu dilekçesi ve eki bir kararname sureti ili­şiktedir.

Bilgilerinize arz ederim. Abdul'ah Durukan

Feke Kaymakam V.»

Ve bir sürgünün hikâyesi de böyle. Olmaz olmaz demeyin.. CHP iktidarında olmaz olmaz yok.

FEKE J^AYMAK4Mİî6l Ya*i İ^terf Müdürlüğü- ..

m«M& FEftE : ^ f JJi MÂ

.İL'KAKAMINA .f ?•. ,;r. • y ABA:TA

Mili 1 : • İSg i t iıa Mdi&lü^uaâ; * V İ ^ fiçeıaiz kaöbeyi i örâaokula Ş tu^yor^yoo^ l ^ I l ^ i l e r . -.ft̂ M t̂ftösj

l l i * | ^ e t a y i n e d i l e k öğretmen Hüseyin Ali'Üaen» ilçfmiü&deki görevi.»* bi^Ifauıak üzere kugua'^elaiş . . ancak; ilçemizde- böyle b i r okul olmadı- • ğ iA4 a n göreve baçlatı lantaiî i ı^tır» , ;y

, - İ l g i l i n i n Kâykuilcaıaİıgıiaaa,verıaiş olduğu d l l okçee i v» *ki b i r ] ,-kartıraarae s u r e t i i l i ^üc t i r , »

/7\ a i l e l e r i n i z e ax!ö«doxi»«« • y

m U d i A l l f ^ / D U H l M K

Ayın Yorumu (Baştarafı Sayfa 2'de) kulmuştur. Maddî ve manevî işkencelerle milliyetçiler sindirilmek istenmektedir.

Hiçbir iktisadî, siyasî sosyal ve kültü­rel hata bu saydıklarımızdan vahim değil­dir. Tehlikede olan, kesemiz, boğazımız, nef­simiz, eğlencemiz, seyahatimiz değildir. Tehlikede olan devletimizdir, devlet ve mil­let birliğimizdir.

Ecevit ve CHP iktidarının diğer hataları­nı ve komikliklerini; onların acemiliklerine, amatörlüklerine ve Ecevit'in Kerenski özen­

tisi pozlarına bağışlayabiliriz. Ve bekleriz ki, millet bunlardan bıksın, yorulsun... Ama, devlet varlığımızın içinde bulunduğu tehli­keler karşısındaki tutum ve davranışlarını bağışlayamayız. Buna hakkımız da yoktur. Tarih ve gelecek nesiller bunun hesabını bizden muhakkak sorar.

Türkiye Cumhuriyetinin, bir Kore, bir Vietnam, bir Pakistan, bir Almanya, bir Lüb­nan ve benzerleri gibi parçalara ayrılmasını istemeyenler; devlet birliği fikrine her kay­gıyı aşan bir ciddiyetle bağlı olanlar artık uyanmalı, uyuyanları da uyandırmalı ve se­fere koyulmalıdır. Başka hesapları, küçük hesapları sonra görürüz...

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 17

Page 20: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

BURNAKA

Doç. Dr. Ahmet RIFAT

İ ŞİTMİŞ olmalısınız, bir çok yö rede kavun'un ham'ına, ermemiş'ine

KELEK derler. Hattâ, biraz ham ervah, biraz çiğ, olgunlukdan pek nasibi olmayana—bil­hassa gençler arsında— «hadi ordan ke­lek!..» diye takılırlar. Kelek'in umum naza-rındaki yeri budur.

Tabiî bizim köyde de öyle. Ayrıca biz­de kelek de üçe ayrılır :

Birincisi normal kelek'dir. Doğuşu ve geliş­mesi normal ve sıhhatlidir. Rengi canlı, biçimi düzgündür. Normal bir şekilde büyür, güzelce erer. Cinsinin iyi bir kavunu olur. İkincisine (Mirtli Kelek) deriz. Doğuşunda, daha çiçekde iken içine yumurta atılmış kurt teşekkül etmiştir. Bu kurt, kelek henüz çok küçükken, taptaze iken onun bir yerini yer, içinden bir kısmını kemirir, sonra bir delik açar çıkar gider. İşte artık kelek ya­ralıdır, bir yeri delikdir. Orası ve civarı sa­katlanmadır. Artık kelek mirtli'dir. Bilhas­sa o delik ve yaralı kısmı ve civarında ge­lişme olmaz. Öbür tarafları gelişmeye ça­lışsa da sakat tarafının tesiri ile bir türlü normal büyüyemez. Rengi kavunu andırsa da tadı hiç de kavun tadında olmaz. Şüphe­siz biraz büyür ve olgunlaşır. Ama ne gö­rünüşünde kavun manzarası vardır, ne ta­dında kavun tadı. Tıpkı ağaçların dibine dü­şerek, orada zamanla ermiş gibi olan, yu­muşayan, rengi değişen armut, elma, erik şeftaliye benzer. Kokusu da yokdur. Velha­sıl kavun değildir o, olsa olsa bücür bir ka­vun müsveddesidir.

Üçüncü nevi keleğe biz doğrudan doğ­ruya BURNAKA deriz. Burnaka, kurt yeniği değildir .Ancak içe veya dışa ait bir sebeple" bir yanı gelişemeyecek derecede sakat o-

lan, yaralı olan, eğri büğrü, yamuk yumuk bir kelek'dir. Netice itibariyle Mirtli Kelek'-den bir farkı yoktur Burnaka'nın. Sağlam tarafı büyümek, gelişmek, ermek ve olmak istidadındadır. Lâkin sakat tarafı, anormal tarafı buna engeldir. Burnaka'yı sağlam, gösterişli, kavuna benzer tarafından ve uzakdan görenler onu görkemli bir kavun olacak zannederler. Aldanırlar tabiî. Erbabı ise onu iyi bilir, uzakdan görür görmez şöy­le bir bakar, hükmünü verir: Bu kelek Bur­naka'dır, asla kavun olamaz. Gerçi bir yanı, sağlam gibi görünen yanı zaman geçince tıpkı Mirtli Kelek gibi, ağaç altına düşmüş ve orada zamanla yumuşamış erme ve ol­gunlaşma manzarası kazanmış meyveler gi­bidir. Kavun zannedilir, ama değildir. Ka­vun olmuş sanılır; ama nafile, kavun değil­dir.

Mirtli Kelek ve Burnaka işe yaramaz mı?.. Ne münasebet, yarar tabii... Hiç Allah abes yaratır mı?... Af buyurunuz, bok böce­ğinin bile azim fonksiyonu olan şu âlemde Mirtli Kelek ve Burnaka da elbet bir, hattâ birçok işe yarayacaktır. Her şeyden evvel sıcak yaz günlerinde tarlaya gidenin hemen susuzluğunun giderilmesinde mühim rolü vardır. Kavun gibi tadı yoksa da hiç olmaz­sa, henüz kelek iken suludur. Kemire kemi-re yersiniz. Susuzluk giderir, serinlik verir-Ayrıca, kıtlık zamanlarında, mahsûlün ol­madığı senelerde, sağlam gibi olan kısım­lar., hafif ermeye yüztutunca kavun niyetine yenir. Ne yapacaksınız, koyunun bulunmadı­ğı yerde keçi Abdurrahman Çelebi'dir. Eğer Mahsûl bol ise kavun olarak kimse Mirtli kelek ve Burnaka'nın yüzüne bakmaz. Ama bu hallerde de kadir ve kıymet bilir köylü­müz Mirtli Kelek ve Burnaka'yı atmaz. Her ikisinin de sağlam kısımlarından güzel TUR­ŞU yapılır: KELEK TURŞUSU.. Ancak dikkat etmek gerek: Kelek henüz kelek iken kopar-tılmalıdır, yoksa ermeye, kavun olmaya bı­rakıldı ve hafif sararmaya başladı mı artık ondan turşu olmaz. Bizim köyde bu işi, ke-lek'den turşu kurma işini kadınlar yapar, er­kek işi değildir. Eğer zaman yoksa, iş çok i-se kadını da bu işe yanaşmaz. Bu kerre Mirtli Kelek ve Burnaka'Iar toplanır, at, e-

18 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 21: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

şek, sığır, inek, koyun ve keçi gibi hayvana­ta taze ve sulu yem olarak yedirilir. Artık bunda kelek iken toplama, ermeye bırakma­ma endişesi yoktur. Ancak, yine de dikkat etmek gerekir, fazla verilirse İSHAL yapar. Zavallı hayvanlar amel olurlar. Demek bun­da da dozunda hareket icap eder. Yoksa fayda yerine zarar getirir.

Köylü, kadını erkeği çocuğu ihtiyarı ile Mirtli Kelek ve Burnaka'yı çok iyi tanıdığı, ona kavun diye hiçbir zaman bakmadığı halde, onu zamanında koparıp Kelek olarak istifade ettiği halde, ömründe tarla ve bos­tan görmemiş, ziraati radyo ve televizyon­dan görüp işitmiş, kitaplarda okumuş, sak­sı çiçeği dışındaki âlemden habersiz, pro­fesör ve ressam çocukları, kısa pantolonla büyümüş problemli apartıman çocukları ilk defa girdikleri bir tarlada, hele karşıdan, sağlam yanından görmüşlerse ve hele er­meye de bırakılmış, zamanında kelek ola­rak toplanması unutulmuş ise, burnaka'yı kavun olacak kelek zannederler. Ayrıca on­ların kavun - kelek farkını bildikleri de şüp­helidir ama o başka bir mesele.

Mirtli Kelek ve Burnaka'ya, kavun olur belki diye bel bağlayan bostancı aklanmış­tır. Boşuna ümitle bekler. Hiç olmazsa gök iken, ermemiş iken turşu olacak, hayvana­ta yem olacak Mirtli Kelek ve Burnaka bir de ermiş, kavun manzarası almış ise artık onu turşuda da kullanamazsınız, hayvanata yem. olarak da. Onu artık hayvanlar da ye­mezler. Böylelerinin sonu tarlada çürümek-tir. Ama gübre olarak da işe yaramaz, çü­rütür, bozar, türlü hastalıklara sebebiyet verir. Bu sebeple Burnaka'ya, Mirtli Kelek'e son derecede dikkat etmek gerekir.

Bunca uzun sözleri niye yazdım?... El­bette maksadım bostan hakkında bilgi ver-mak değil. Böyle bir mecmuada bunun yeri yoktur. Lâkin şöyle bir düşünseniz, etrafa bir bakar, hergün radyo ve televizyon dinler ve seyrederseniz, gazeteleri okur, çok de­ğil, teşehhüt miktarı kafa yorarsanız etra­fınızın, üstünüzün, bilhassa devlet ve hükü­metin üst katlarının Mirtli Kelek ve Burna-ka'larla dolu, hattâ dopdolu olduğunu gö­rürsünüz. Bunların bir kısmı şeklen fil gibi­

dir, ancak ruhen ve aklen Burnaka'dır. Bir kısmı da hem şeklen, hem. de aklen Bur­naka... Birisi, birinciler için aklen kasîr, batnen kesîr demişti. Üstad Necip Fazıl da namütenahi bir gövde ve üzerinde toplu iğ­ne başı kadar bir kafa, yani beyin, diye ta­rif eder. Ancak, tıpkı Mirtli Kelek ve Burna­ka gibi bunların da bir sağlam, normal, ge­lişmeye müsaid yanları vardır. Kendilerini bilip orayı çalıştırsalar, gelişdirseler ve kullanmaya baksalar hem kendilerine ve hem de memleketlerine çok faydalı olurlar. Lâkin tıpkı Mirtli Kelek ve Burnaka gibi çürük, sakat, yampiri, egsantrik tarafları bı­rakmaz, haset eder sanki! Çıkar karşınıza bir şeytan, hilekâr, hokkabaz, acuze.

B İRİ çıkar, hem de pirleri olan biri, «işgal ve boykot aynı şeydir» der.

Mes'ul mevkide olduğu halde, ikide bir «yarınımızdan emin değilim» diye beyanat verir, ortalık alt üst olur, piyasa durur. Halbuki vazifesi, tam tersine, ortalığı yatış­tırmak, olsa bile karışıklığı, emniyetsizliği belli etmemektir. Onun yamağı kalkar, «top­rak işleyenin, su kullananın.» der. Milleti birbirine düşürür. Zorbalığı pohpohlar, ok-şar, ayağa kaldırır. İşçiyi kışkırtır, «isteyin isteyebildiğiniz kadar» der. Hariçdeki işçi­lere, «sakın döviz göndermeyin, çarçur edi­yorlar» der. Onları iğfal eder. Her gün kan gövdeyi kötürür, asayiş berkemal diye beya­nat verir. Komünist öldürür, milliyetçiyi tevkif ettirir. Katil dururken maktulü yaka­lar, hem de ölü olduğu halde. Mantığı Bur­naka'dır zira, maktul olmasa kaatil fiilini iş­leyemeyecekti, o halde tutun maktulü diye ve emir verir. Bir başka Burnaka çıkar, çıkar, elin kâfir hatununa şiirler döktü­rür, bulunduğu ve işgal ettiği ma­kamı düşünmeden. Çünkü aklen de ru­hen de Burnaka'dır. Bir kısmı, milletin büyük bir kısmını egsantrik kabul eder. Merkezi olmayanlara, bir türlü bir merkez tutturamayanlara nazaran egsantrik olmak, o merkezden kaçık olmak büyük bir mezi-yetdir, haberleri yok. Biri çıkar yüzde dok­san sekizi müslüman ve türk olan bir mille­tin düşünce ve imanına hücum eder, kınar;

(Devamı Sayfa 30'da)

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 19

Page 22: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

AYIN RÖPORTAJI Tefekkür Hayatımızın Büyük İsmi

CEMİL MERiC'Is Bir Konuşma

"BİR DÂVA ETRAFINDA TEK KALP TEK VÜCUD OLMALIYIZ..."

DEVLET — Sayın Cemil Meriç Toplumu, muzun uzak ve yalan tarihi hakkında genel bir değerlendirme yapar mısınız?

MERİÇ — İslâm öncesi dönem, belli bir za­man çerçevesine sığmayan bir destanlar çağı. Asırları kucaklayan bu döneme, Danilevsky ve Spenglere uyarak kültür çağıda diyebiliriz. Ka­vim, bütün serazatlığı, kanından ve coğrafyasın. dan gelen bütün vasıflarıyla kendisidir. Bir çiçeklenme, bir gelişme, bir dal budak salma, bir şuurlanma devresi.

Çeşitli inançlar, çeşitli medeniyetlerle karşı, laşan, iradesi çileler, zafer ve bozgunlarla bile­nen bu genç ve yiğit soy, kemalini îslâmda bu­lur. Yatağına sığmayan o coşkun seli, ulu bir ırmağa kalbeder îslâm. Gittikçe genişleyen, de­rinleşen, suladığı topraklarda medeniyetin altın meyvalarını oluşturan bir ırmağa.

Spenglere sadık kalırsak İslâmiyet'e kadar uzanan çağ kültür çağıdır. Kalıplaşmayan, sey­yal; bir arayış, bir tomurcaklanış çağı.

Selçuklular devrini kültürle medeniyet ara. sında bir geçiş merhalesi sayabiliriz.

Osmanlıda kültür çağının bütün vaadleri gerçekleşmiş, tomurcuklar meyve olmuştur. Ar. tık karşımızda destan sabahlan tahayyül eden, gözünü daldan budaktan sakınmaz delikanlılar değil, kan ve ateş imtihanından yüz akıyla çık­mış ve yüz akıyla çıkacak bir olgun insanlar topluluğu var. Tarihe yön verecek bir topluluk. Medreseleri, tekkeleri, asker ocakları, esnaf teşkilatıyla girift ve yekpare. Tek kitap, tek düşünce, tek gönül, tek bayrak. Vahye dayanan bir medeniyet. Vahye yani ezeli ve mutlak haki. kata. Osmanlının insanlığa en büyük armağanı insanlığın ezeli rüyasını yani insanı gerçekleş, tirmiş olmasıdır. îzmlerin sezdiği, aradığı, fa­kat bir türlü bulamadığı gerçek insanı.

Bu insan feragettir, sevgidir. Anlayıştır, hamledir. Batı tefekkürü için insan tarihi, may­

munun tanrılaşmak için harcadığı cehidler ta­rihidir. Osmanlı insanı hiç bir zaman böyle bir vehim peşinde koşmadı. Kulların en şereflisi yani eşref.i mahlûkat olmak; gururundan ben­liğinden nefsaniyetinden sıyrılarak, kainat ni zamı içinde, yerini almak yetmiştir ona.

Batının batıllarıyla afyonlanan nesiller, bu büyük hakikata gözlerini kapamış, Türk'ün mi­marı olduğu emsalsiz hamle ve eser medeniyet­in, Avrupanın geveze ve dişi medeniyetiyle mu­kayeseye kalkmışlardır. Bir kere daha hatırlata­lım. Türk Medeniyeti, bir kelime ve kitap me­deniyeti değildir; bir amel ve iman medeniyeti, dir.

DEVLET — Sayın Meriç, Tarihin en büyük medeniyetlerinden birini kurduktan sonra bu. günkü duruma düşüşümüzü nasıl izah edersi­niz?

MERİÇ — «Küllü men a ley ha fan» Mede­niyetler de ihtiyarlar. Bir rüyayı, bir ideali, bir davayı gerçekleştirdikten sonra hayat cevheri kurumaya başlar. Zirveye ulaştıktan sonra atı. lacak her adım tehlikelidir; hele bu yürüyüşte tek kılavuzumuz düşman olursa.

Tanzimatın devlet ricali, tslâmla batı ara­sındaki bu farklı gelişmenin sırlarını aydınlat­maya çok çalıştı. Kimine göre tekâmülün altın anahtarı, hürriyet ve adaletti. Biz, bu ezeli de­ğerlere sadık kaldıkça yükselmiştik. Avrupa, bu mefhumlardan habersiz yaşadığı müddetçe ka. ranlıklarda kalmıştı. Tereddiyi önlemenin bi­ricik çaresi, hürriyet ve adalete pervane olmak, Avrupanın bu esaslara dayanarak inşa ettiği, siyasi ve içtimai müesseseleri tanımak ve İsla­ma ters düşmedikleri ölçüde benimsemektir.

Kimine göre Avrupayı Avrupa yapan mu­cize, emek ve terakki fikriydi. Hepsi de İslâm

kalarak, çağın icaplarına uymak istiyorlardı. Avrupanın maddi fethlerini belli bir düşünce, nin belli bir umdenin zaferi olarak görüyorlar­dı. Onlar için mefhumların tılsımlı bir gücü var­dı. Liberalizmi İslâmileştirmek terakki kerva­nına katılmamız için yeterliydi. Liberalizmin na. sil bir halita olduğunu, ne gibi tezatları gizlediği­ni bilmiyorlardı. Homo moralis, homa economi-cusu anlıyamıyordu. Esasen günden güne ya­bancılaşan intelijansiyamızın teşhislerini isabet, siz bir zemine oturtmak, kapitalizmin başarıyla uyguladığı bir tabiyeydi.

Avrupalılaşmak, daha doğrusu Avrupa-lılaşmış görünmek Avrupalılarca beğenil, mek ana hedef haline geldi. Giderek ken­di samimiyetsizliğimizin kurbanı olduk. İnsan maymunlaştı. Düşmanın elimize tutuşturduğu kurtuluş reçetelerini anlamadan okumağa me. mur yan maymun, yan papağan bir hilkat gari. besi haline geldik. Kaleler birer birer devriliyor­du. 19. asrın fikir adamlan toydular. Batıyı ger­çek çehresiyle tanımıyorlardı. Ama kendi me­deniyetlerinden kopmamışlardı henüz. Kendi mukaddeslerine bağlıydılar. Bocalayacaklardı, aldanacaklardı, hata edeceklerdi. Ne varki bir çok ihtimalleri yokladılar. Dil gelişti, mefhum­lar aydınlığa kavuştu. Karanlık bir dünyaya bir parça aydınlık getirdiler. Son yüzyılın düşünce­si, elyordamıyla yapılan bir arayış, ama bir arayış. Henüz, şuurunu ve hafızasını kaybetme­miş nesillerin arayışı. Devrim adı verilen dep­remler, bütün köprüleri yıktılar. Tefekkür, te. rakü,m demektir. Teraküm olmadan medeniyet olmaz. Belki beşiği kurt kemirmişti. Fakat biz kurdun kemirdiği beşikle beraber çocuğu da attık.

DEVLET — Saym Meriç, bugünkü durumu­muzu nasıl görüyorsunuz? Bu büyük badireden nasıl kurtulabiliriz?

MERİÇ — Uçurumun kenarında uyanış. Yamaçlar sis içinde ve etrafımızda hatvelerimi-zi (adımlarımızı) çelmeleyen harabeler. Yapı.

lacak ilk iş molozları temizlemek. Molozlar; ya­bancı rüzgarların dağlaştırdığı putlar. Başka bir deyişle idrakimizi felce uğratan mefhum İaşele­ri. Hepimiz garip bir hastalığın kurbanıyız; ken­dimizi başkası sanmak hastalığı, önce, kaybo. lan hafızamızı yeniden inşa etmek zorundayız. Kimiz, neyiz, nasıl bir tarihin çocuklanyız? Bi­zi öteki insanlardan ayıran vasıflar nelerdir?

Ben bütün zelzelelere, bütün ihanetlere rağ­men dünyanın en büyük medeniyetlerinden bL rini kurmuş, nesillerin evladı olarak, esasta kay­betmediğimiz ve kaybetmiyeceğimiz birtakım meziyetlere sahip olduğumuza inanıyorum. Bir dönemde felaketimizi yapan bu meziyetler kur­tuluşumuzun da zimanı (garantisi) olabilir. Bu cevherlere sımsıkı sanlmak ve ülkemizi tehdit e-den kasırgaların karşısına asli hüviyetimizle çıkmak necatımızın biricik çaresi. Bu vasıflar şöyle sıralanabilir :

Dürüstlük, vekar, diğerkamlık, bir dava et. rafında tek kalb, tek vücut olabilmek. İnsanın izzet ve haysiyetine inanmak.

DEVLET — Efendim son bir sualimiz daha olacak, günümüz fikir ve sanat hayalının bir tenkidini yapar mısınız?

MERİÇ — Yeryüzünde hiç bir millet bizim kadar çetin bir imtihan karşısında değildir. Çağdaş antropoloji, medeniyet şehrahında ka­vimlerin yerini belirtirken en sağlam ölçü ola­rak alfabeyi ele alır.

Zenginliğini 10. yüzyıldan beri dosta düşma­na kabul ettiren bir dil, kütüphaneler dolusu şahaserlerine rağmen yeni baştan imal edilmek talihsizliğiyle başbaşa.

ömrü bir günlük, tarihsiz, tedaisiz, köksüz, nusikisiz, sehalet ve hamakatin zade-i mel'ane-ti olan bu lafız leşleriyle düşünmek ve sanatın ölümsüz abidelerini kurmak kabil mi?

Kabil. Bu milletin mazisi, kabil olmıyanı kabilleştirmek mucibeleriyle doludur. Müselsel ve müannid tahrip teşebbüslerine rağmen geli­şen bir Türk düşüncesi, dipdiri bir Türk ede. biyatı; gelişmekte, kök salmakta meyve ver­mekledir.

Çağımızın fikri sefaletinden şikayet edenler, kendi tecessüs ve idrak sefaletlerini biricik kıs­tas telakki eden cüce kabiliyetlerdir. Bir Peya-mi Saf ayı, bir Tanpınar, bir Kemal Tahiri, bir Attila İlhanı tanımayanlardır. Bu ülkenin edebi, yatı kutuplanyla bir bütündür. Düşüncenin fi­lizlenmesini engelleyen en büyük düşman yo. bazlıktır. Her değeri dostça karşılamak, bizim olan her düşünceye eğilmek, samimiyetten baş­ka değer ölçüsü aramamak. Redde hayır, tenki. de evet.

DEVLET — Çok teşekkür ederiz efendim.

Page 23: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

DIŞ POLİTİKA

Şartlı Ambargo ve Türkiye

4 sene önce Amerika'nın Yunan menfaatleri lehine Türkiye'ye uygulamaya başla­dığı «SİLAH AMBARGOSU» geçtiğimiz günlerde Amerikan Senatosu'nun aldığı bir karar­la şartlı olarak kaldırılmış ve temsilciler meclisine gönderil­miştir. Dört senedir Türk ve dünya kamuoyunu meşgul e-den ambargo konusu Senato­nun aldığı bu şartlı kararla, taraf devletleri ve kamuoyu­nu epey meşgul edeceğe ben­zer.. Çünkü karar, tarafları yumuşatıcı ve meselelere çö­züm getirici olma vasfı taşı­maktan uzak bulunmaktad-r. Senato karar metni okundu­ğunda, hemen bütün madde­lerde göze çarpan, Amerika'­nın «süper devlet» siyasetine uygun olarak; hakemlik gö­revini kendi kendine tekrar üstlenmiş olduğudur. Kıbrıs gibi hasas bir bölge ve konu­da barışçı ve uzlaşmacı rolü, tarafsız bir şekilde sürdür­mek ne derece imkân dahilin­dedir, zaman gösterecek.... Karar, Başkan Carter'in Kıb­rıs'taki barış çabaları hakkın­da, 2 ayda bir Kongreye ra­por verme mecburiyetini ge­tirmektedir. Yani Amerika, Nato'nun güney ucundaki, Kıbrısj üzerinde sürekli ve direkt etkinliğini — meselede taraf olmamasına rağmen — hakemlik pozisyonu altında sürdürmeye niyetli gözükmek­tedir. Amerikanın bu pozis­yonda tarafları belirli gi. rişimlere zorlayacak baskılar­da bulunması ihtimali de göz­den uzak tutulmamalıdır.

TAVİZLER

ABD Senatosunda bu kara­rın elde edilebilmesi için E-cevit hükümeti önemli taviz­ler vermiştir. ABD yetkilileri, adadaki Türk Silâhlı Kuvvct-erinin çekilmesini, Maraş'a

Rumların geri dönmesini v.b. istemiş ve Ambargo umacısını her defasında karşımıza dik­miştir.

29 Temmuz 1977'de «Ma" raş'ı vermeyi hiç düşünmüyo­ruz» diyen; 13 Mart 1978'de de «Gölge etme başka ihsan istemem» diyerek Amerika'ya kafa tutan Ecevit iktidarı, so­nunda istenileni yaparak,«Ma. raş'a Rumların dönmesi» tavi­zini vermiş, vermiş fakat Tür­kiye'nin arzu ettiği istikamet­te bir karar Senatodan çıkma­mıştır. Ayrıca senatonun al­dığı bu kararın —şartlı da ol­sa— temsilciler meclisinde kabul edilip edilmeyeceği şüp­helidir..

Dünya kamuoyunda geniş yankılar uyandıran ve batı bloku tarafından olumlu bir gelişme olarak tarif edilen ka­rar; Türkiye'de gerek muhale­fet gerekse iktidar tarafın­dan (başarı propagandası yap­malarına rağmen) şüphe ile karşılandı. Başbakan Ecevit «Kuşkulu» olduğunu da belirt­meden geçmedi...

Karar metninde «Türkiye'-nin askeri güç bulundurması, Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti­nin yasal statüsüyle uyuşma" maktadır» ibaresinin yer al­ması, olmayan bir Bağımsız

Kıbrıs Cumhuriyetinin yasal statüsünden bahsedilmesi, Se-nato'nun gerçeklere gözlerini kapayarak, «Ne şiş yanısın ne kebab» misali karar aldığı or­taya çıkmaktadır. Ayrıca bu ibare, ABD senatosunun Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Kıbns-taki varlığını «işgalci» olarak görme fobisinden kurtulama­dığı ve askeri konuda da ta­viz isteğinin sürdüğünü gös­termesi bakımından dikkat çekicidir.

Senatoya Ambaronun şart­sız olarak kaldırılması tak­ririnin sunulmamış olması, kararın tarafları ve Nato yet­kililerini kısmen de olsa memnun etmek ve tavizleri çoğaltmak gayesiyle alındığı intibaını uyandırmaktadır.

Alınan kararla, eskiden şart sız olarak alman 175 milyon dolarlık askeri yardım, şarta bağlanmakta; 160 bin kişilik orduya sahip Yunanistan ile 600 bin kişlik orduya sahip Türkiye'ye aynı yardım mik­tarı (175 milyon dolar) ön­görülmesi dengeyi bozmakta, bunun yanısıra Nato'nun as­keri kanadından çekilen Yu­nanistan'a şartsız yardım e-

dilmesi, Türkiye aleyhine bir durum yaratmış, adaletsizlik meydana gelmiştir.

İktidarın bu noktada, du­rumu hissi ve fevrî çıkışlar­dan daha çok, milletlerarası

politik gelişmeleri iyi değerlen direrek ve sahip olduğumuz, Jeopolitik-stratejik önemin

şuurunda olarak, bundan son­raki gelişmeler millî menfaat­ler ve milli yaklaşımlar açı. sından (Milletler arası dost­luk ebedi değil menfaatlerle sınırlıdır prensibini unutma­dan) bakmalıdır. Dış politika­daki gelişmeleri de kamuoyu­na duyurması, Yunan lobisi­nin etkin çalışmalarına seyir­ci olarak değil taraf olarak bakması ve karşı tedbirler al­ması gerekmektedir.

22 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 24: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

B İ L A N Ç O

Doç. Dr. Mehmet TURHAN

Ecevit hükümetinin dış politikası, ma­halle kahvelerinde emekli memurların tav­siye ettikleri diplomatik stratejiden ilham almışa benziyor. Bu stratejinin esası, bü­yük devletlerin herbirine ayrı bir göz kırpa­rak hepsinden de menfaat koparmaktır. Böylece dış münasebetlerde alabildiğine oynaklık, dış politikayı yürüten kişide ise «Alinin külahını Veliye giydirme» en makbul vasıflar haline gelir. Bu başarılı hariciyeci ler en çok fitne ve fesat karıştıranlardır.

Başkalarını ahmak yerine koymak gibi çirkin bir basiretsizliği yansıtan bu diplo­masi anlayışı köylüde ve genellikle okumuş tabakada yoktur. Ancak aklıselimini yarım-yamalak bir tahsille kaybeden kimseler kendi basitliklerini farkedemedikleri için bunu başkalarının da göremeyeceğini zan­nederler. Başkaları yapmaya kalkınca hiç de hazmedemediğimiz oynaklığı biz yapınca onların anlamayacağını düşünmek hangi zeki ve hangi selim akıl sahibi kimsenin yapacağı şeydir? İsterseniz şöyle bir tec­rübe yapabilirsiniz : Bir yıllık bir süre için­de mesela bir dışişleri bakanının veya dış politikada karar sahibi kimselerin çeşitli meseleler karşısında takındıkları tavırlarla ayni süre içinde halktan gelişigüzel alınmış bir-kaç kişinin ayni konulardaki görüşlerini alın ve bunları karşılaştırın. Halktan kişi­lerin teknik bilgi eksikliği dolayısiyle düş­tükleri birtakım hatalar olabilir, ama bun­ların hiçbirinin de saçmalamayacağından emin olabilirsiniz. Uzun vadede onların gö­rüşlerinin kravatlı ve kolalı gömlekli çok kişiden daha isabetli olduğu ortaya çıka­caktır .

Ecevit hükümetinin yürüttüğü dış po­litikanın herşeyden önce bir hükümet poli­tikası bile olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bütün bu dış geziler, nutuklar, görüşmeler hep bir kişinin, yani CHP genel başkanının kafasına göre ayarlanmaktadır. Bize gelen haberlere göre, kabine toplantılarında iç politikada bile kimseye ağzını açtırmayan Ecevit, dış politikada kendisini yegane söz sahibi ilan etmiştir. Bırakın hükümeti, par­tisi içinde bile onun bir maslahatgüzar ça­lışkanlığı ve bir kurye sürati ile yaptığı iş­ler hakkında mütalaa yürüten tek kişi çık­mamıştır. Acaba onun yaptıkları hem hü­kümet hem parti tarafından ittifakla tasvip edildiği için mi kimseden ses çıkmıyor? Böyle olması insan tabiatına aykırıdır. En azından Turhan Feyzioğlu yarın bu hükümet yıkılıp gidince «ben onlara şunu etmeyin, bunu etmeyin diye çok söyledim» diyebile­cek akdar aksi fikirlere sahip bulunmalıdır. Fakat bütün CHP'nin ve hükümete katılmış bütün grupların ayakta kalabilmesi için bu hükümetin devamı şarttır, ve onu devam ettirebilmek için oy makinesi Ecevitin kap­rislerine evet dememek elde değildir.

Ecevitin dış politikasında geçmiş hü­kümetlerin politikasına nisbetle iki büyük değişiklik göze çarpıyor. Bunlardan birincisi dış temaslara daha büyük bir hareketlilik vermek ve dış ülkelere «Artık Türkiyede yeni bir hükümet var, bize inanabilir ve gü­venebilirsiniz, biz herşeyi yoluna k oyacağız veya koyuyoruz» demektir. İkincisi ise Tür-kiyenin siyasî bloklar karşısındaki tavrın­da birtakım değişiklikler yapmaktır.

Aklı eren herkesin bu birinci gayeden hiçbir müsbet netice çıkmayacağını bilme­si gerekir .Çünkü dış ülkeler bir memleket­te hangi partinin ve hangi iktidarın bulundu­ğu meselesiyle ilgilenmezler, sadece o memleketin kendileri bakımından ne gibi menfaatları temsil ettiğini düşünürler. Bu yüzden mesela Demirel hükümetinin gidip Ecevit hükümetinin gelmesi veya onun gi­dip bir başkasının gelmesi çok geri planda bir hadisedir. Kaldı ki, bir yabancı ülkenin devlet admlarına «Bizim ülkedeki eski hü­kümet gitt i, artık müsterih olabilirsiniz-

DEVLET __ AĞUSTOS : 1978 23

Page 25: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

kabilinden sözler etmek insanı o adamlar nazarında küçük düşürür, kendi memleketi için de utanç vesilesi olur.

Kendi ülkesinden çok yabancı memle­ketlerde cevelan eden devlet adamları da Batılılar arasında hoş karşılanmaz. Dışişle­ri bakanlarının yapacakları işleri kendi üze­rine alan başbakanlar ya devlet işlerini ha­fife alıyorlar, yahut da kendi bakanlarının kalitesine ve görüşlerine itimat etmiyorlar demektir. Ecevit bu sebeplerden hangisiyle hareket ediyor bilinmez, ama içeride de dı­şarıda da hafife alındığını bilmelidir. Nere­deyse dışişleri bakanlığını Bayan Ecevitin yürüttüğü hakkında bir kanaat uyanacak duruma gelmiştir. Üstelik büyük batılı ül­kelere kendisi gidip Dışişleri Bakanını ikin­ci sınıf yerlere göndermesi akıl ve mantık­la izah edilecek gibi değildir. Şimdiki baka­nın iyi niyeti politika anlayışına galebe çal-masaydı, koltuğunda bir gün dahi oturmaz­dı. Şimdi Ecevitin Dışişleri Bakanlığına ni-için o yumuşak huylu, iffetli halk çocuğu­nu getirdiği iyi anlaşılıyor.

Maslahatgüzar politikası ile yapılan dış temasların Türkiyeye ne getirip ne götür­düğünü hesap eden kimseye rastlanmadı. Bir defa bu gezilerin dış politikadaki ve dış ilişkilerdeki normal akışın dışında bir bilançosu yapılmak gerekir. «Filan devletle yapılan temaslar sonunda elli milyon do­larlık kredi temin edildi» gibi sözlerin bu iki şeyi birbirinden ayıramayan sorumsuz veya azılı partizan adamlar tarafından sakız gibi çiğnendiği görülmektedir. Bu adamların sözlerine inanacak olursanız, Türkiyenin Ecevit hükümetinden önce hiçbir yerden kredi almamış, hiç bir devlete mal satma­mış, hiçbir devletle herhangi bir anlaşma yapmamış olması gerekir. Dünya bankasın­dan para alınması, Romanyadan petrol ge­tirilmesi, ABD Başkanının ambargo aleyhi­ne konuşması Ecevitin kerameti değildir. Suriyeden elektrik satın alınması da her­halde Ecevitin keramet defterine yazılacak birşey değildir. Şimdiye kadar hiçbir dev­letten Ecevit hükümetinin veya Ecevitin şahsi gayretinin eseri olarak birşey alınmış değildir. Yapılan anlaşmalar karşılıklı mal satımı esasına dayanmaktadır ki bunlar her hükümet devrinde olan şeylerdir. Parayı ve­

rirseniz istediğiniz yerden petrol alabilirsi­niz, ama para veya onun yerine başka tica­ret metaı vermediğiniz takdirde kimse size bir dirhem petrol vermez Nitekim Rusya ile imzalanan anlaşmada petrol maddesi bulunduğu halde, para ödeyemediğimiz için Rusyadan petrol alamıyoruz. Irak borçları­mızı ödemediğimiz ve gelecek alışverişler için istenen miktarda buğday vermediğimiz­den petrolü kesmiştir. İranın taahhüt ettiği petrol ise Türkiyenin vereceği gıda madde­lerine ve özellikle ete bağlıdır ki; birkaç ay sonra Türk vatandaşı İrandan alınan petrol karşılığı kilosu yüzelli liradan et yiyecek demektir.

Ecevit hükümetinin dış politikasındaki ikinci özellik, Batı blokunu bırakmaksızın Doğuya yaklaşma şeklindedir. Bu tehlikeli macera eğer bizi Batıdan ayırmazsa, Tür-kiyeyi ciddiye alınmayan bir devlet durumu­na düşürecek, iki taraf nazarında gülünç yapacaktır. Sovyetlerle imzalanan belgenin Türkiyenin Batı ittifakı için nasıl bir tehlike arzettiğini AP Genel Başkanı Dem.irel be­lirtmiştir. Bu anlaşmaya göre Türkiyedeki Nato üslerinin sökülmesi, ve dolayısiyle Türkiyenin Natodan çıkması gerekiyor. Herhalde Ecevitin yine de ayrılmak isteme­diği Batılılar bu belgenin nelere yol açaca­ğı konusunda ciddiyetle düşünmektedirler. Türkiyenin Sovyetler Birliği ile çeşitli konu­larda münasebetler kurmasında ve bunları devam ettirmesinde bir mahzur yoktur, nite' kim şimdiye kadar birçok konularda ikili ilişkilere girmişizdir. Fakat Nato üyesi bir ülkenin savunma konusunda Varşova pak­tının kurucusu ile ikili münasebet kurması hem tehlikeli hem de gülünçtür.

Hükümet asıl gülünçlüğe Üçüncü Dün­ya denilen blokla münasebete girmek iste­yerek düştü. Bilndiği gibi, Bloksuz ülkeler bugünkü kuvvet bloklarından herhangibirine —Nato, Varşova Paktı, AET, Comecon vs-girmeyen ve bu özellikleriyle başkalarından ayrılan ülkelerdir. Ecevit bunlarla münase­bete girmek üzere Dışişleri Bakanını Hin-distana göndermiş, Hindistanın bu hususta aracı olmasını istemiştir- Herkesin bildiği gibi, Hindistan böyle bir teklifi derhal geri çevirmiş bulunuyor. Herhalde Hindistan

24 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 26: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

Hükümeti Nato toplantılarına gözlemci ve­ya konuk olarak katılmayı teklif etse biz de ayni şeyi yapardık. Hükümet bu abes müracaatı makul gösterebilmek için üye olmak değil gözlemci veya konuk diye ka­tılmak istenildiğini ısrarla bildirmektedir. Tam üye olarak katılmaya zaten hukuken imkan yoktur; bir Nato üyesi Varşova pak­tına girmeyi düşünebilir mi? Gözlemci ya konuk olarak katılmak için de ortada hiç­bir politik sebep mevcut değildir. Bu tıpkı bir adamın hem. erkek hem kadın olmaya kalkması gibidir. Natodan çıkmıyorsunuz. Ortak Pazara girmek için kuyruktasınız ama bir parça da bloksuz sayılırsınız Gogol'ün

kadın kahramanlarından biri karşısındaki erkeği reddedemez, fakat evli olduğunu da inkar edemez, nihayet şöyle der: Ben bir parça da evli sayılırım.

Bir parça Nato üyesi, bir parça AET adayı, bir parça bloksuz, bir parça enternas­yonalci, bir parça haşhaş milliyetçisi, bir parça Sovyetlerle saldırmazlık taraftarı, bir parça Amerikaya rest çeker, bir parça A-merikanın senpatisini toplamak için bütün gücünü seferber eder, bir parça ondan, bir parça bundan. En sonunda «hlçblrşey ol­madan» çekip gidecek. En kötüsü, yıkılıp gittiği zaman bile henüz «ne olmak istediği­ne» dair kesin bir karar vermemiş olacak.

DIŞOMVL4R

Detant Masalı Ve...

Nükleer silâh sanayiinin başdöndürücü bir hızla geliş, mesi, bir düğmeye basmakla ülkeleri yok edebilecek nükle­er başlıklı füzelerin rampa sayılarının çoğalması (halen­

de devam eden silahsızlanma konferansına rağmen) süper devletleri dünya hakimiyeti yarışında biraz daha temkinli olmaya itmiş ve Sovyet Rusya, yumuşama alanındaki «De. tant» kavramını ortaya ata­rak, milletlerin dostluk ve be­raberlik içinde yasamaları (!) gerektiğini belirtmiştir. Fakat aynı zamanda DETANT'ın «İdeolojik mücadelenin bittiği anlamına gelmiyeceğini ve bü. tün ülkelerin işçileri birleşin. ceye kadar mücadelenin de­vam edeceğini» de belirtme­den geçmemiştir.

(Sosyalist yalan söylemez) ve (Sosyalistler birbirinin kardeşidir) gibi yaldızlı söz­ler, (Dünya işçilerinin tek bir bayrak altında birleşmeleri) ideali (!) «Yalancının mumu yatsıya kadar yanar» misali,

Sovyetler ve Kızıl Çin arasın, daki hakimiyet mücadelesinin su yüzüne çıkmasıyla adeta bir balon gibi sönmüştür.

Sovyet—Çin sınır çatışma­ları, her iki devletin birbirini emperyalistlik — şovenlikle

suçlamalarının yanı sıra ajans, ların bütün dünyaya geçtiği «Vietnam Kamboçya'ya sal­dırdı» haberi DETANT masa­lının arkasındaki gerçekleri

bir defa daha gözler önüne sermek gereğini duyurmakta­dır.

Eritreli müslümanlann Eti-opya'ya karşı mücadelesini kırmak için emperyalist Ha­beş'lere yardım eden Rusya, bu sefer de komünist Viet­nam'ın yine komünist Kam­boçya ya saldırmasının plan­layıcısı ve destekleyicisi ol­duğunu açıklamış, böylece «Ezilen halkların kurtuluşu» «Sosyalistlerin kardeşliği» ve DETANT aldatmacasının çir­kin yüzleri olduğu gibi ortaya çıkmıştır.

ÜLKÜCÜLERİN

FİKİR VE SAN'AT

DERGİSİ

TÖRE'yî OKUYOR MUSUNUZ?

ÖRNEK SAYI İSTEYİNİZ.-.

P.K. 211, KIZILAY _ ANKARA

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 25

Page 27: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

ÜÇ AYLAR HÜRMETİNE YARABBİ!

Dr. Süha DÜNDAR

Ey âlemlerin mutlak hâkimi, sahibi ve halikı olan Cenâb-i Zülcelâl! Bizi yarat­

tın, ruhlarımızla sana ezelde teslim olduk; biz hâlâ o söz ve teslimiyet üzereyiz. Bizi bu tes­limiyetten ayırma Yarabbi! Bize bu teslimiyetin gerektirdiği şekilde yaşamak imkânı bahşet ya­rabbi. Ey Kâdir-i mutlak olan Allah'ım! Biz üç günlük dünya hayatı ve fânî zevklerimiz için nefislerimize uyduk, kendimize zulmettik. Se­nin bahşettiğin pâk ve tertemiz ruhumuzu ve kalbimizi kirlettik, kararttık. Bir türlü pâklaya. mıyoruz. Ruhumuzu tezkiye için tuttuğumuz yollar bizi yeni putlara bağlamaktan başka bir şeye yaramadı. Sen bizleri bu putlardan, bu va­sıtalardan, bu gizli ve aşikâr şirklerden kurtar ve koru yarabbi! Sana güvenip, sana dayanıp, sana bağlanacağımız yerde, hep fânî varlıklara bağlandık ve bağlanıyoruz ey Rabbım! Bizi bu hastalıktan ve dalâletten de kurtar yarabbi!

Mülkünde şerikin ve nazirin yok Allah'ım, mutlak hâkimsin. Bunu biliyoruz. Sana koşu­lan gizli ve açık şirkleri affetmediğin için bizi cezalandırıyorsun. Sen kardeşlerimizin ara. sim bulmamızı emrediyorsun; biz aksini yapıyo­ruz. Sen çalışmamızı emrediyorsun; tembelli­

ğin, .bedavacılığın, hazıra konmanın felsefesini yapıyoruz. Sen en büyük düşmanımızın şeytan ve nefis olduğunu haber veriyorsun; biz ise nefsimizin esaretinde kıvranıyoruz. Nefsimiz sana secde etmeye bile bırakmıyor. Gurur ve kibirimizden tevazuyu da kaybediyoruz. Şeyta­na kulluk yapıyoruz, şeytanın kullarına uşaklık yapıyoruz. Zinanın, içkinin, kumarın, katlin en büyük günahlar olduğunu bildiriyorsun. Biz zinanın her türlüsünü ilerilik diye gösteriyoruz. Batının aşkı...na kurban gidiyoruz. Sovyet Rusya bile içkiyle mücadele ederken, sarhoşlara bir yıl hapis cezası verirken, Macaristan içki rek­lamlarını yasak ederken; biz bunları teşvik ediyoruz. Belediyelerimiz şehrin göbeğine mey. hane açmakla meşgul. Kumarı, fakir-fukara oy­narsa cezalandırıyoruz, büyüklerimiz oynarsa taltif ediyoruz. Hasılı senin rızana ne kadar muhalif iş varsa ona koşuyoruz. Senin saltana, tını, kudretini unutuyoruz. Gazabından, celâde­tinden, azabının şiddetinden korkmuyoruz. Lâik ahlâk ve eğitim bizim idraklerimizi mi körelt­ti ,ne oldu pek kestiremiyoruz. Senin dîninin

düşmanlarına karşı savaşmamız gerekirken bir­birimizle savaşıyoruz. Biz bizi öldürüyoruz. Biz nasıl oldu da bu kadar bölük.pörçük düşman cephelere ayrıldık? İçimizdeki düşmanla dışı­

mızdaki işbirliği mi etti? Sen bize idrak ver ya-râb, sen bize şuur ihsan et yarâb! Kalbimiz sev­ginle dolsun, haşyetinle temizlensin, insanlara kin ve nefretten uzak bakabilelim. Tâ ki eski kardeşliğimiz, birlik ve beraberliğimiz, senin tevhidin etrafında teessüs etsin. Tıpkı ecdat gibi «Ilâ-yı Kelimetullah» uğrunda yaşayalım ve öle­lim. Tâ ki senin dînine sahip çıkalım, saltana­tına yine teslim olalım. «Devlet-i Ebed Müddet» için, «Nizâm.ı Alem» için, «Huzûr.ı Alem» için çalışalım.

Biz günahkârız, âsîyiz. Dağlar, taşlar, kor­kudan senin emanetini alamazken; biz onlar kadar bile seni idrak edemiyoruz. Canlı-cansız her varlık seni her ân zikrederken, biz seni ba. zen bayramlarda, bazen de cenaze sırasında a. nabiliyoruz. Biliyorsun camilerimizin cemaat yüzü gördüğünü. Fakat onların da ruhtan mah­rum olduklarını da biliyorsun. Bizi sık sık ikaz ediyorsun. Fakat kaç tanemiz bu ikazdan ha­berdar? Sel veriyorsun, zelzele ile altımızı üs­tümüze getiriyorsun. Yine keyfimize devam edi­yoruz. Bu sefer başımıza komünistleri, sessiz marksistleri, masonu, yahudiyi musallat edi­yorsun. Dîni, dindarı, ahlâklıyı hor görenleri ib­ret bile alamıyorlar. Dün müslümanlığıyla ö-vünenler, bugün onlara yardakçılık yapıyorlar. Tecâvüzler evlere, camilere kadar uzandı. Kim­senin kılı kıpırdamıyor, mütecavizleri hempala­rı teşvik ediyor, üstelik. Bizim nefislerimizi, kendimizi değiştirmemizi emrediyorsun. Aksi takdirde nimetlerini geri alacağını, başımızda-kileri değiştirmeyeceğini haber veriyorsun. Gö­rüyorsun Allah'ım biz ne nefsimizi değiştirebili. yoruz, ne başımızdakileri. Giden geleni, gelen gideni aratıyor. Bir türlü senin ölçülerini ken­dimize rehber edinemiyoruz. Sana ve emirle­rine sarılmaktan başka çıkar yol olmadığını göremiyoruz, görsek bile yapamıyoruz, söyleye. miyoruz.

Sen bize yardım et yarabbi! Sen çok yardım edicisin. En çok affedicisin. En çok merhamet

26 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 28: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

edicisin. Settâr.ül uyûb, gaffâr-ül üzzünübsun (Ayıpları en çok örten, günahları en çok affe­densin).

Kurtar bizi bu beliyyeden Allah'ım. Bizi her ân imtihan ediyorsun. Zâten hayatı da ölümü de bizi imtihan etmek için yarattın. Bizi bu imtihanlarda muvaffak kıl Allah'ım. Yoksa hu. zûruna yüzü kara, kalbi kara, ruhu kara olarak çıkmak istemiyoruz. Bizi «Karaoğlan»lara ve kalbleri kararmışlara benzetme yarab! İlmiyle âmil, ameliyle salih, makbul kullarından eyle Allah'ım. Bize senin yolunda can vermek için iman ver, ilim ver, cesaret ver, güç ve kuvvet ver Allah'ım.

«Bakma yarab bizim günahımıza — Nazar

et feryâd-ü âhımıza» «Bilürem pâdişah.ı bî ni­yazsın — Sana yalvaranı mahrum komazsın» «Bilirsin kullarının ne dediğin, verirsin kullan. na istediğin»

Ey daima hayırlı kapılar açan Allah'ım! Bize de hayırlı kapılar aç! Kurtulalım bu belâ­dan. Lâyık olduğumuz idareye kavuştur, bizi Rabbım! Peygamberdi zîşân hürmetine, enbiya-yı ızâm ve rusul-ı kiram hürmetine; Kur'an-ı Ke­rîm hürmetine. Kuts.ı Kabe, Merve, zemzem, Arş-i Azam hürmetine; üç aylar Recep, Şaban ve bilhassa Ramazan-ı Şerif hürmetine, Leyle-i Kadr hürmetine bizi geri çevirme, yüzümüzü kara, elimizi boş döndürme Allah'ım! Amin, amin, bihurmct.i Tahâ ve Yasin!..

Tıbbiyeliler Birliği

Genel Başkanı 7

Dr. HalûkTokuçoğlu

ile «Tam Gün

Çalışma»

konusunda

bir sohbet DEVLET Tam Gün çalışma sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

TOKUÇOĞLU —- Hekimlerin tamgün çalışmaları isteği bir ihtiyaçtan doğmuş­tur. Türkiye gibi belirli bir sağlık politi­kası olmayan bir ülkede bu ihtiyaç ken­disini daha çok belli etmiştir. Türkiye'de bugün hekim sayısı ihtiyacın çok altında­dır. Fakat mevcut hekimlerden de yeterin, ce faydalanıldığı söylenilemez. Gelişmiş ülkelerdekinin aksine bugün yurdumuzda her canı isteyen hastahanelere başvurmak­ta, bir ön eleme yapılmaktadır. Araştırma­lar, hastanelere başvuran hastaların % 95' inin bir önsağlık kuruluşunda muayene ve tedavisinin mümkün olduğunu göstermiş­

tir. Bu ön sağlık kuruluşu Batı ülkelerin­de «aile hekimliği» «mahalle hekimliği» gibi kuruluşlar olarak belirlenmiştir. Bu ön muayeneden geçmeyen hastalar hasta­hanelere kabul edilmez. Türkiye'de bunu sağlamak için sosyalizasyon çalışmalarına başlanılmış ise de, bu sistem kısa zaman­da yozlaştırılmıştır. Bunda ise oy hesabı yüzünden politikacıların rolü büyüktür. Bütün bu sebeplerle yurdumuzda hastalar, hastahane önlerinde büyük kuyruklar o-luşturmakta, sıra beklemekte ve bu du. rumdan fırsat düşkünlerinin yararlanması ile sömürülmektedir. Hekim ise bu çark içinde hastalarına çok az zaman ayırabil­mekte, gününün yansım, bazen daha faz-

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978 27

Page 29: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

lasını, muayenehanesinde geçirmektedir. Bu şartlar altında hekim hastaneye an­cak vaktinin küçük bir kısmını ayırabil­mektedir. Hekimlerin gerçekten yararlı olabilmeleri için muayenehane ya da has­tane arasında bir tercih yapmaları gerek­mektedir.

DEVLET — Yeni çıkmış oln Tamgün çalışma kanununu destekliyor musunuz?

TOKUÇOĞLU — Hayır.. Tamgün ça­lışma sistemini benimsemekle, çıkmış o-lan kanunu desteklemek birbirinden ayrı şeylerdir. Tam gün çalışma sistemi Türk insanınının sağlık derdine çare olacak Milliyetçi Sağlık Sisteminjn vazgeçilmez prensibidir. Fakat çıkarılmış olan kanu­nun bu sistemi gerçekleştirebileceğini um­muyoruz.

DEVLET — Neden?

TOKUÇOĞLU — Bir defa, tam gün çalışma sistemi getirilirken bunun yanın­da bu sistemi destekleyici kanunlarında birlikte çıkarılması gerekmektedir. Muaye­ne hekimliğinin düzenlenmesi, mecburi hizmet kanunu, ihtisas yönetmeliği, sağ­lık eğitimi gibi konular yanında Tamgün çalışma bir teferruat olarak kalmaktadır. Tek başına tamgün çalışma kanunu hiç­bir şeyi halletmeyeceği gibi, yeni yeni meseleler de ortaya çıkaracaktır. Sağlık hizmeti bir ekip işidir, tyi bir sağlık hiz­meti için bu ekibin tümünü dikkate olmak gerekir. Çıkan bu kanun Sağlık ekibinde­ki elemanlar arasında ayırım yapmıştır. Eczacıların bu kanunla hakları verilme­miştir. Ayrıca hastanın bedenî ağırlığım çeken, onlara hizmet eden sağlık işçileri (hastabakıcı, temizlikçi vs.) bu kanunda ihmal edilmiştir. Bir de muayenehanelerin kapatılması için 1 yıllık süre verilmiş ki, bu durum kanunun ruhuna aykırıdır. E-ğer şimdiki durum hasta yönünden sakın-canlı ise-ki öyle olduğu için kanun çıkarıl­mıştır, bu durumun bir yıl daha devamına kanunen müsade edilmiş bulunmaktadır. Bu kanunun neticesi olarak özel hastane­lerin çoğalacağını söylemek kehanet sayıl­mamalıdır. Kısaca bu kanun bu haliyle bir zam kanunu olmaktan kurtulamıya çaktır.

DEVLET— Muayenehane hekimliği hakkındaki düşünceleriniz nedir?

TOKUÇOĞLU — Türkiye'de her iste­yen hekim muayenehane açabilmektedir.

Kanaatimizce bu sakıncalı bir durumdur. Muayenehane hekimliği bir imtiyaz haline getirilmelidir. Topluma olan borcunu öde­miş ve mesleki açıdan yetişmiş hekimlere ancak muayenehane açma hakkı tanın­malı ve vizite ücretlerinin taban ve tavanı belirlenmelidir. Muayenehanesi olan he­kimin aynı zamanda Devlet hizmetinde bulunması önlenmelidir. Çıkmış olan ka­nun sadece bu son tedbiri getirmektedir.

DEVLET — Tam gün çalışma kanu­nunun Anayasaya aykırı olduğu, iddia edilmektedir. Siz bu konuda ne düşü. nüyorsunuz?

TOKUÇOĞLU — Hukukçu olmadığını için bu konuda tam bir açıklıkla konuşa-mıyacağım. Ancak görünüşte bir aykırılık var gibi.. Çünkü diğer fakültelerdeki öğ­retim üyelerine serbest çalışma hakkı ta­nınmışken, Tıp Fakültesindeki öğretjm üyelerinden bu hak alınmıştır. Bu ise A-nayasa'nın eşitlik ilkesine aykırıdır.

DEVLET — Bildiğiniz gibi Başbakan Bülent Ecevit, «Hekimlerin muayene­haneden hasta yatırdıklarını bu ka. nunla bu durumun önlendiğini» söy. lemistir. Siz bu konuda ne dersiniz?

TOKUÇOĞLU — Bu sözler Başbakan adına talihsizliktir. Muayenehaneden has­ta yatıran hekimler bulunabilir. Hatta vardır. Ama bu, bütün hekimleri itham et­me hakkını kimseye vermez. Biz nasıl şimdiki Başbakana bakarak bütün bakan­lar hakkında olumsuz fikir yürütemezsek, biraç hekimin hatalı davranışlarıda bütün hekimlere mal edilemez. Kaldı ki muaye­nehaneden hasta yatırmak suçtur. Başba­kana yakışan şey, suç işleyenden şikâyet etmek değil, suç işleyenin yakasına yapış­maktır. Bu arada bu söze hiçbir tepki göstermeyen Tabip Odalan'nın bu tutumu na da dikkat çekmek isterim. Aynı tabip odaları 1 Mayıs komünist hareketine ka­tılmakta beis görmemişti.

DEVLET — Kısaca, çıkmış olan Tam Gün Çalışma Kanununun bir fayda getireceği kanaatinde misiniz?

TOKUÇOĞLU — Beklenen faydayı ge­tirmeyeceği açıktır. Doğu'ya doktor bul­mada kısmi bir ferahlık sağlıyacaksa da, bu kanunun getireceği problemler yanın­da bu fayda çok cılız kalacaktır.

DEVLET — Teşekkür ederiz, efendim.

28 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 30: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

DOSTLAR DÎVANI

j

Yalnız Kahramanlar mı?

f* özü ve gönlü mühürlenmemiş, Türk milleti ve vatanı namına bir parça hassasiyeti kal.

mış olan herkesin üzgün, endişeli ve tedirgin olduğunu müşahade etmemek imkânsız. Üç, beş, on ve ondan da bir on yıl önce tasavvuru mümkün olmayan hadisat ve vukuat bugün san­ki de hayatımızın «onlarsız olmaz» birer tecel- j lisi hâlinde.

Bir zamanlar gizli gizli abdesthâne duvarla­rına orak çekiç çizmek, mânâsız bir tablonun şu­rasına burasına aynı işareti yerleştirmek, bir şi­ir veya makalede ancak derin ve dikkatli bakan, ların görüp sezebileceği bazı imâlarda bulun, maktan ibaret olan komünist eylem ve propa-gandasi, içtimaî bünyemizin tarihî zaaflarını,

• gaflet ve dalaletlerimizle birlikte sonuna kadar istismar ederek mezhepçi ve etnik bölücülüğü vurucu güç olarak kullanmak suretiyle «şah!» deme merhalesine doğru çılgın, sadist çığlıklarla ilerliyor.

«Delvet-i ebed.müddet» ten yola çıkarak «Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar olacak­tır.» derken en küçük bir tereddüt duymayan, lar, maalesef bugün, bazı alâmetlere bakarak, ister istemez, «Acaba?» demektedirler.

Şahsî kanaatimce devletin kaderi açısından \ ' henüz nihâî safhada değiliz. Esasen görünen

İ komünist stratejisi, akşamdan sabaha kat'î bir I netice almak amacında değildir. Armudu ham I iken silkelemek istememekte, fakat asgarî sü­

rede olgunlaştırmak için Türkiye'yi daimî bir I cehennem sıcağında tutmak için de elinden ge-I leni esirgememektedir. ' Şu anda nihâi bir hesaplaşma için Türk [ ordusu, Türk milletinin ve devletinin en büyük l teminâtım teşkil etmektedir ve şâyân-ı şükran-\ dır ki, cemiyetin diğer müesseselerinde görülen i I bozulma ve çözülmelerden şimdilik masundur. ı

Olup bitenler karşısındaki sükûtu ne gafletten, ne bîgâneliktendir; sâdece meseleleri kaabilse normal platformunda, tabiî mercilerinde ve

kendi şartları içinde çözmek arzusundan ve son kozu olur olmaz heder etmemek hassasiyetin-dendir.

Ancak, yarın ne olur? Onu Allah bilir ve lyarına bugünkü teminattan da mahrum olarak çıkıp çıkmamanın mesuliyet ve vebali hepimi­zindir. I Bu noktada bir hususu ehemmiyetle ve bü­tün kemâliyle hatırlamalıyız:

Milliyetçi dünya görüşüyle salim bir mantık ve muhakemenin bütün zamanlar, hâdisâtın her türlü inkişâfı, vatan ve hattâ cihan çapındaki her cinsten tahavvülat için geçerli ve sabit bi­rinci unsuru, «Bizim ne olduğumuz, ne yaptığı­mız, ne yapabileceğimiz» dir. Her durum mu. hakemesinde kanaatimce en evvel bu temel so­runun cevabı, müspet veya menfi hiçbir müba­lâğaya ,aldanma ve aldatmacaya yer vermeksi­zin, hele hele amiyane tâbiri ile kendi kendimi­ze «hava basmadan», en reel şekliyle ortaya konmalıdır.

Cenâb-ı Hakk'ın teminatların teminatı olan ilâhî nusret ve teyidi için de ister fert, ister ce­miyet hâlinde olsun, müminlerin kendi halleri­nin sahibi olmaları, kendilerini ıslah cehid ve gayreti içinde bulunmaları şartı işaret ve emre-lunmuştur.

Eğer muhakemenin bu noktasında güçlü isek, «Evet, biz varız; olmamız gereken haldeyiz; hal­de vazifemizi yapıyoruz, istikbalde de yapabile­cek İmkân ve kaabiliyetteyiz.» diyebiliyorsak endişeye mahal yoktur. Aktüel durumlar, gelip geçici kayıplar ve kazançlar, galibiyet intibaı veren üstünlükler, mağlûbiyet diye takdim edi­len düşmeler hiç mühim değildir. Bunlar se­vinmeye de yerinmeye de değmez.

Ancak başlangıç sualimizin cevabı yüz gül­dürücü değilse, mesele çok ciddî demektir. O takdirde, doğru ve gerçek olması şartının altı­nı tekrar çizerek muhakememizi derinleştirme­miz ve saniyeyi altın değerinde bilerek ferdiye­timizden, nefsâniyetimizden, şahsî ve zümrevî menfaat ve bunlarla ilgili bütün mülâhazaları­mızdan sıyrılarak düşman: «İşte bu nihâî safha­dır; ya öyle, ya böyle!» demeden hâlimizi ıslah etmemiz lâzımdır. Eğer bunu yapmazsak, hâdi­sâtın günübirlik inkişaf ve tahavvülatı bize ya­kın vâdede en büyük gibi görünen başarıları da getirse, netice kötüdür. Zira esas olan, şerrin, küfrün, hıyanetin şah damarım kesmek, kökünü kurutmak ve hep birlikte hayra, felaha, kudre­te, nizâm—ı âlem bayraktarlığına yürümektir.

W atan ve devletin kaderiyle ilgili muhake­menin başına aldığımız (BÎZ» den kasıt kimdir? Bu suale endişelerimizi tedirgin­

liklerimizi, vatan ve millet hakkındaki telâkki­lerimizi paylaşan herkes, diye cevap verebiliriz. Ben milliyetçiyim, diyen herkes diyebiliriz. Da­ha müşahhas ve bir bakıma daha geniş bir halka çizerek, Türkiye Cumhuriyeti yıkılmasın, kırk

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 • 29

Page 31: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

küsur milyonluk Türkiye Türklüğü de komüniz­min ayaklan altında kalmasın, vatanın doğu­sunda, batısında, şurasında burasmda ayrı bir takım devletler, devletçikler kurulmasın; yurtta sulh olsun, cihan sulhunda Türk devleti âmil ve müessir olsun, diyen herkes diyebiliriz. Her birimiz, «Biz»i kendimizden başlayarak iç içe bir takım halkalar hâlinde tasavvur edebiliriz. Bu mantık kendini ilk mükellef sayma, cihada kendi nefsinden başlama, takımı kendi tarla- I sından çizme mantığıdır. Olduğu gibi görünme veya görüntüsünün, kalıbının, misyonunun ada­mı olma mantığıdır.

Ben şahsen muhakemeye esas saydığım kendimizle ilgili değerlendirmede ne iyimser, ne de kötümserim. En büyük kahramanlıkları, destânî kahramanları, korkak somun pehlivan­larını, dönekleri, aptalları, serdengeçtileri, Türk kılığında tecessüm etmiş mizaç yahudilcrini, dostluğu, vefayı, kalleşlik ve kadirbilmezliği; tevekkülü ninelerimizin namaz baş örtüsü ka­dar lekesiz ve bembeyaz bir vekar ve sükûnet libâsı hâlinde giymiş er oğlu erleri, her şeyin şarlatanı ve taciri olmayı meslek edinmiş cihat tellâllarını, «Hayatı bir cephedeymiş gibi» ya­şayanları, «cephede piknik» yapanları.... aynı tablonun içinde görüyorum.

Bu tablodan mutlaka umûmî bir hüküm çıkarmak gerekirse, maalesef korkaklar, ben.

B U R N A K A (Baştarafı Sayfa 18'clc)

türkçülük ve islamcılığından ötürü tenkit eder. Sonra nereden icap etti ise bir cami ziyaretinde, ben islâma ve şeriate değil şe-riatçiliğe karşıyım, diye beyanat verir. Al­lah Allah, hiç düşünmez ki biri çıkıp —me­selâ— ben Cumhuriyete değil, cumhuriyet­çiliğe karşıyım dese ne olur...

Şu feleğin çevrine bakın ki tarihin en büyük ve en muhteşem imparatorluğunu ve hattâ imparatorluklarını kurmuş, asırlar­ca âleme nizam vermiş bir milletin başını BURNAKA'lar istilâ etmiş. Yaralı aslana fa­reler, böcekler, sefil hayvanat musallat ol­muş. Dili Viyana ile Hindistan arasında tek geçer akçe olan bir milletin başında, tar-zanın bile dağarcığını doldurmayan kelime haznesi ile konuşma talimleri yapar bir avuç Burnaka onu idareye kalkmış, ne ga­rip bütün güçler tarafından da destek gör­müş ve hâlen görmekte. Şu anda tesbitden

36 /

çiller, gaflet uykusunda yüzenler, tepeden tır­nağa nefsâniyete batmışlar, her türlü mes'uli-yetten habersiz yaşayanlar fazla görünüyor. Bunların bir kısmı : «Sâdece kahramanlar teh­likeyi göze alsınlar. Her belâyı dâima ve yalnız başına idealistler göğüslesinler. Zararlar her zaman ve her şart içinde fedakârların hanesine yazılsın. Yılanı başkası tutsun biz de gözüne bakalım!» diyen bir tavır içinde görünüyorlar. Bir kısmının ise bizimle birlikte görünmeye, bizden sayılmaya hakkı yok; tasfiyeleri elzem­dir.

Birincilerin «Ya yetmezse?» sualine cevap vermeleri ve tavan çökünce altında yalnız idea­list ve fedakârların kalmayacağını düşünmeleri lâzımdır. Herkesin kendi verebildiğinden fazla­sını istemeye hakkı yoktur. Sağlıklı iktisadî ha­yatta, kazançlar, yatırım ve riskle, sarfedilen her türlü emekle mütenasiptir. Vurgunculuksa patolojik ve arızîdir. Bir milletin varlık.yokluk dâvası, «vurguncu - kapkaççı» ahlâkı ve «üç kâ­ğıtçı — gözbağcı» metodu ile asla ve kafa ka­zanılamaz.

Endişelerimizde ciddî, kaygı ve ıztıraplari-mızda samîmî isek, herkes hamiyyet meydânı­na önce öz nefsini sürmeli, cihada kendinden başlamalıdır. Fert ve camia olarak nefsimizin tezkiyesi birinci işimizdir. Düğüm buradan çö­zülür .

başka yapılacak ne var bilemiyorum. Allah şu Burnaka taifesinden kurtulmak için hepi­mize akıl ve iz'an versin Akıllı ve tedbirli bostancı olalım. Ve başımızı Burnaka'lardan temizleyelim.

özüm. Muhteremi Okuyucularımız; İkti­

darın günlük hayatı altüst eden eko­nomi politikası matbuat sanayiini de felce uğratmıştır.

DEVLET'in elinizde bulunan Ağus­tos sayısı için gerekli kâğıdı maale­sef kapı kapı dolaşmak suretiyle bu­labildik. Zamların ve yoklukların ne­ticesi, DEVLET'in gecikmesine vesile oldu kısacası.

Bundan sonra böyle bir durumla karşılaşmamak için imkânlarımızı zor­layarak gerekli tedbirleri aldığımızı duyurur, özür dileriz.

DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 32: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

INCELEMF

- I -DEMOKRATİK HALK KOOPERATİFLERİ

Prof. Dr. Orhan DÜZGÜNEŞ

CHP yöneticileri ve yandaşları tarafından uzun zamandanberi «Demokratik Halk Koope­ratiflerinden söz edilmekte idi. Kooperatiflere böyle bir ismin hangi ülkelerde verildiğini bi­lenler, toplumumuzun bu kooperatiflerle sürük­leneceği istikametten endişe duymakta idiler. Son zamanlarda gerek Başbakan ve gerekse Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı'nın bu koo­peratiflerin mahiyetleri hakkında yaptıkları a-çıklamalar, bu endişlerin vehim değil, bilâkis ciddî olduğunu göstermiştir. Ne yazık ki bu açıklamalar konu üzerinde yeter bilgiye sahip olmayan tarafsız, iyi niyetli, hattâ milliyetçi gö­rünüşlü bazı aydınlarımız üzerinde bile olumlu etkiler yapmıştır. Biz bu yazımızla «Demokratik Halk Kooperatiflerinin gerek ismi ve gerekse çalışma sistemi üzerinde bir tartışma açmak is­tiyoruz.

Kooperatifçilik, üzerinde kitaplar yazılmış, birçok orta ve yüksek öğretim programlarında yer almış, bir ilim ve ihtisas koludur. Diğer ilimler gibi bunun da belli kaideleri vardır. Hangi gaye ile kurulmuş olurlarsa olsunlar, bü­tün kooperatiflerin bu kaidelere uymaları gere­kir. Kooperatifçiliği benimsemiş ülkelerde bun­ların kuruluş formalitelerini ve faaliyetlerini düzenleyen kanun, tüzük ve yönetmelikler çı­karılırken de, bu kaideler gözönünde tutulurlar. Bazı demokratik ülkelerde bu kaidelerin dışına çıkıldığı görülmüştür. Ancak bunun geçici bir zaman için olduğu, sırf bazı konularda koope­ratiflerin kurulmasını teşvik ve başlangıçta karşılaştıkları zorlukları yenmelerine yardım gayesini güttüğü tasrih edilmiştir. Komünist ül­kelerde ise genel siyasî düzene aykırı düşen,

komünist düzen için tehlike yaratacak kuru­luşlara müsaade edilmediğinden, aslında tama­men demokratik olan söz konusu kaideler işle­tilmezler. Bu sebepten, komünist ülkelerde koo­peratif denen teşekküllere gerçekte, ilmî mânâ­da kooperatif denemez. (1)

Demokratik ülkelerin kooperatifçilik lite­ratüründe «Demokratik Halk Kooperatifleri» diye bir teşekküle rastlanmamaktadır. Halen CHP Senatörü bulunan Sayın Prof. Dr. Z. G. Mülayim'in ders kitabındaki kooperatif çeşitleri arasmda da böyle bir kooperatif yoktur. Bu siyasetçi, ilim adamlığı görevini yürütürken, memleketimizde son yıllarda moda haline gel­miş bulunan ve kurulmalarına devletçe % 70.80 hibe yapılarak yardım edilen «Köy Kalkınma Kooperatifleri»nin de, çok yönlü olmaları dola­yısıyla, Türkiye için model olarak kabul edile-miyeceğini bildirmiştir.

Yukarıda sözü edilen kaidelerin başında kooperatiflerin her bakımdan tam demokratik kuruluşlar olmaları gelir. Başka bir deyişle, kooperatifler gönüllü teşekküllerdir; birlik ol­mada ekonomik faydalar uman kimseler tara­fından herhangi bir zorlama olmadan kurulur­lar. Kurulmuş bir kooperatife üye olmak isteği de, keza şahsın kendi kararı ile belirir. Bunun gibi, kooperatiften umduklannı bulamayanlar da istedikleri zaman üyelikten ayrılabilirler, idarî ve kanunî mecburiyetlerle veya sosyal ve politik baskılarla hiçbir kimse bir kooperatife üye olmaya zorlanmamalıdır.

Devlet küçük işletmelerin kooperatif kur­mak suretiyle gelirlerini ve hayat seviyelerini

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 31

Page 33: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

yükseltebilecekleri, bunu gerçekleştirdikleri tak­dirde teknik ve malî yardımlarda bulunacağını sırf eğitim ve özendirmek maksadı ile telkin edebilir, ama zorlayamaz. Anayasa Mahkeme-si'nce iptal edilen Toprak ve Tarım Reformu Kanunu'nda, topraklandırılan işletmelerin baş­langıçta üretim girdilerini daha kolay sağlayıp bir an önce üretime geçmeleri için kooperatif halinde teşkilatlanmağa mecbur tutulmuşlardı. İstisnaî bir durum olmasına rağmen bu husus o zaman büyük münakaşalara yol açmıştı. Be­reket versin ki bunun uygulanmasına imkân olmadı.

Diğer taraftan kooperatif, bütün üyelerin katılma hakkı olan ve her üyenin yalnız bir oyla temsil edildiği yıllık genel kurulla idare edilir. Kooperatifin bütün faaliyetleri, gelir ve giderleri bu genel kurulda kararlaştırılır. Yöne­tim ve denetleme kurullarım kendi aralarından seçerler. Her üye yönetim kurulunu hükümete şikâyet etme, hattâ mahkemeye verme selâhi-yetine sahiptir. Kooperatif bir sermaye iştiraki olmadığı için menfaat çatışmasına imkân ver­mez.

O halde böyle bir demokratik kuruluş için bir daha «Demokratik» sıfatım kullanmak ma­nasızdır. Bu hususta ısrar, ancak komünist memleketlere benzemek hevesi ile izah edilebi­lir.

Şimdi bu meşhur «Demokratik Halk Koo­peratiflerinin yetkililerce açıklanan fonksiyon­larına geçelim. Deniyor ki, Türkiye'de hakim olan küçük ziraat işletmeleri ileri üretim teknik­lerinden, bilhassa modern tarla işleme ve hasat makina ve aletlerinden faydalanamamakta ve bu maksatlar için özel kişilere fazla miktarda pa­ra ödemektedirler. Bu durumu ıslah için De­mokratik Halk Kooperatifleri «Makina Park­ları» tesis edecek ve her köylünün özel mülkü olan tarlaları bu makinalarla işlenip hasad edi­lecektir. Baş tarafta da belirtildiği üzere, birçok iyi niyetli tarafsız aydmlanmızın da tasvip et­tikleri bu sistemin teknik ve sosyal neticelerini tartışmak bu safhada büyük önem arzetmekte. dir.

Çeşitli ziraat işlerinin, bilhassa memleketi­mizde, belirli zamanlarda yapılıp bitirilmesi ge­rekir. Meselâ tarla tava gelmeden ve tavı kaç­tıktan sonra sürülemez. Toprak tavını belirli bir zaman muhafaza eder. Bir köyün bütün tarla­ları da hemen hemen aynı zamanda tava gelir ve aym zamanda tavım kaybederler. Bu zaman zarfında kooperatifin traktörleri hangi köylü­nün tarlalarım ilk önce, hangi köylününkileri de en sonra sürecek ve ekecektir? Sona kalan köylü şikâyet etmiyecek midir ve bu durum köyde huzuru bozmayacak mıdır? Aynı hal ha* sat için de geçerlidir. Hasadı sona kalan tar­

lalarda, başaklar fazla olgunlaştıklarından, ha­sat anında çok miktarda dane dökümü olacak, bundan da o tarlanın sahibi zarar görecek ve şikâyet edecektir.

Bu şikâyet ve huzursuzlukları önlemek için Demokratik Halk Kooperatifi yöneticileri, köy­lüye iki çare teklif edeceklerdir : 1 — Koopera­tifin traktör ve ekipman sayısını arttırmak, böylece köyün bütün tarlalarını kısa sürede sü­rüp ekmek, çapalamak ve hasad etmek; 2 — Kö­yün bütün tarlalarım tevhid etmek, köyü bir çiftlik olarak ele almak, hasattan sonra mahsû­lü herkese arazisi nisbetinde taksim etmek.

Her iki halde köylü başına düşecek gelir de düşecektir. Birinci halde belki genel verim yükselecek fakat maliyet artacaktır. Çünkü makina parkının masrafları büyüyecektir. Bu masraflar çıktıktan sonra köylüye genel veri­min ancak % 40-50'si taksim edilecektir, ikinci halde köy arazisinin genel verimi düşecek, bun­dan köylüye düşecek pay da azalacaktır. Bir yandan gelir düşüklüğü, bir yandan da köyde insan işine ihtiyacın azalması, şehirlere akını mecburî kılacak, herkes tarlasını satıp şehire gitmeyi tercih edecektir. Fakat bu şartlarda tar. la satm almak kimseye cazip gelmiyeceğinden tarlalar ya terk edilecek veya devlet (koopera­tif) tarafından ucuz fiatla satın alınıp Kolhozlar tesis edilecektir..

Bu gelişme Rusya'da aynen cereyan etmiş­tir. Büyük toprak sahiplerinden alınan toprak­lar, ihtilâlciler tarafından vaadedildiği gibi, topraksız köylülere dağıtılmış, fakat bunların toprak işleme vasıtaları bulunmadığından Ma­kina Parkları tesis edilmiştir. Bunların masrafı mahsulün % 50'sini aşan nisbetlerde köyulüden alınmış, neticede bu topraklar yok pahasına tekrar devlete geçmiş, halk işçi olarak çalışma­yı tercih eder olmuştur. Böylece kurulan kol-hozlarda ziraî üretim seviyesinin özel mülkiye­tin hakim olduğu memleketlerdekine (veya za-manlardakine) nazaran yan yarıya düştüğü müşahade edilmiş, buna çare olarak yavaş ya­vaş kolhozlardaki işçilere 2-3'er dönümlük ara­zi verilmeğe başlanmıştır.

Bu gerçekleri toprağına bağlı Türk köylü­lerine anlatmak, bunların gösterişli Demokratik Halk Kooperatifleri ve Makina Parkları vaad-leri karşısında uyanık bulunmalarını sağlamak, bu memleketin ve Türk Milleti'nin istikbâlin­den mes'uliyet duyan her aydın Türk için mü­him bir vazife haline gelmiştir.

(1) Mülayim, Z.G., Tarımsal Kooperatifçilik. A. Ü. Zir. Fak. Ders Kitabı 1967 No: 108, Sh. 29 - 47.

32 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 34: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

RUS OYUNCAĞI ERMENİLER

Dr. Aziz ALPAUT

Eski Romalılar : — Errarum humani est — derlerdi. Yani : — Yanılmak — insana hastır... Evet, insan bir aldatılır, iki aldatılır, sonunda aklı basma gelir ve nereye sürüklendiğini an­lar. Fakat, ne yazık ki bu gerçeği Ermeni mil­letini, uzun yıllardan beri, felâketten felâkete sürükleyen, «Hıncak-Daşnak» teşkilâtları, hâlâ anlıyamamışlar, nitekim ilkin ÎNGÎLIZ'lerin, sonra da RUS'ların oyuncağı olmaktan kendile­rini kurtaramamışlardır....

tşte, birkaç yıl evvel, Amerikada, «bilgin» geçinen bir Ermeni, tanımadığı, bilmediği, Tür­kiyeli iki genç konsolosu, enselerine kurşun sı­karak, şehid etmişti. Türkiyeden intikam alı­yormuş... Bu cinayeti gizli Ermeni teşkilâtının emri ile yapmış... Ya, bu hınzır teşkilâtın han. gi devletin hesabına çalıştığını bilmiyor muy­du, şu alçak cani?... Bilmez olur mu?... Kendisi de zaten, şu «Hıncak-Daşnak» teşkilâtından her hangi birisine mensupmuş....

Sözde, «Hıncak-Daşnak» teşkilâtları Türkiye Türklerinden intikam alıyorlarmış... Gitsinler şu intikamı, kendilerini yok eden, Roma ve Bi­zans İmparatorluklarından alsınlar!.. Ya Azer­baycan, Gürcistan ve Ermenistandaki, silâhsız Türklere yaptıkları mezalim?.. Bunları niçin ve kimin emri ile yaptıklarını Ermeni milleti bil­mezse, «Hıncak-Daşnak» başçıları iyi bilirler, onlara sorsunlar!... Bir Azerbaycanlı olarak, bunları ben anlatayım:

Sene 1905. Bu yıl, Gürcistanm başkenti o-lan, Tiflis şehrinde.. Rusya çarının Kafkasyada temsilcisi, Vali-i Umumi'nin sarayı yakınındaki «I. Tiflis K asik Lisesi»ne yatılı talebe olarak, ye­ni kaydolunmuştum. Bir yıl evvel, Port-Artur savaşlarında, Japonlar Rus ordusuna müthiş darbe indirmişlerdi... Beklenilmeyen bu yenilgi, bütün Rusya İmparatorluğunu sarsmıştı. Neti­cede, Rusya'nın bir çok yerlerinde olduğu gibi, Kafkasya'da da kargaşalıklar oluyordu... Meç­hul ihtilâlciler tarafından tertiplenen yürüyüş­ler, emniyet birlikleri ile çatışmalar, Çar idare­sine karşı dağıtılan beyannameler, şurada, bu­rada asılan al ihtilâl bayrakları, yürüyüşler sıra­sında, ihtilâlci Fransızların «Marsellaise» mar­şının söylenmesi v.s.

Daha bir yıl evvel memleketin manzarası

tam başkaydı. Rus idaresi, harb cephesinden gelen, iyi haberler neşrediyor, Tiflisin ana cad­delerinde, mağaza camakânlarında, Japonları küçük düşüren, kocaman renkli afişler asılıyor: Dev cüsseli bir Rus neferinin tek bir avucunda, parmaklarının arasında ezilmekte olan, on ka­dar Japon neferi... Bir başkasında, Rus süvari­sinin göğsündeki fişeklikte lişek yerine takılmış birer minicik Japon askeri... Ve bu, dehşetli, resimlerin altında bir yazı : «Biz şu bodur Ja­ponları böyle ezeriz!»... Fakat, Japon ordusu bü­yük kahramanlık göstererek, Rus ordusunu perişan edince, çar idaresine Rus milletinin da­hi itimadı kalmadı.

îşte, Rusya İmparatorluğuna, zorla bağlan­mış bulunan milletler, bu durumdan faydalan­mağa kalkıştılar. Bilhassa, eskiden beri gizli si­yasi teşkilâtları bulunan, Ermeniler ve kısmen de Gürcüler.

Kafkasyada ciddi bir huzursuzluk başgös-termişti. Tehlikeyi sezen, Rus hükümeti, Erme­ni milletinin ileri gelenlerine, Osmanlı Devleti­nin topraklarında «Büyük Ermenistan» devleti kuracağına dair vaadlerde bulunmuş, bununla da, Ermeni teşkilâtlarının faaliyetlerini hudu. dunun ötesine aktarmağa gayret etmiş, gayri resmi olarak da, Türkiyede ve hudud dışındaki, Ermeni «Hıncak-Daşnak» teşkilâtlarını destek­lemişti. Ayrıca, kardaş gibi yan yana yaşıyan, adetleri, türküleri, oyunları, masalları, yemek­leri dahi ayni olan, Kafkasya'daki Türk ve Er­meni milletlerin aralarını açmağa çalışmış ve bunu da, kısmen, başarabilmişti.

Çarlık Rusya'nın, Kafkasya'da Ermeni teş­kilâtlarını bura Türklerine karşı kışkırtmasında iki sebeb mevcuttu. Bunlardan birincisi, ken­disini, silâhsız ve askerlik yapmamış (Türkler Ruslara asker vermezdi!) Türkleri, Ermenilere karşı, koruyucu gibi göstermek, öte taraftan da, kendisi için tehlikeli bir unsur teşkil eden, Ermeni teşkilâtlarının silâh depolarını meyda­na çıkarmaktı. Bunun gerçek olduğunu ileride göreceğiz.

Babam, 1905 yılının o kargaşalıklı sonbahar günlerinde, vefat etmişti. Halı tüccarı olan, da­yım Tiflis şehrinin Türklerle meskûn, Şeytan-pazan ile Ortaçalı mahallelerinin arasındaki a-

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 • 33

Page 35: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

na cadde de oturuyordu. Babamın kırkında Ba-kü'de bulunamıyacağımdan, dayım Cuma günü lise idaresine gelerek, benim için izin aldı, evi­ne götürdü. Az sonra hocalar ile misafirler de geldiler. îkindi namazını müteakip, Kur'an o-kunmağa başlandı. Üzerinden ancak yarım saat kadar geçmişti ansızın Ermenilerle meskûn dağlık mıntıkadan, silâh sesleri duyuldu... Kur'-anm okunması kesildi. Herkes yerinden kalktı. Ne olmuştu acaba?...

Az sonra, caddeden kadın, çocuk feryadı, ağlamalar duyuldu... Herkes, merak içinde, dı­şarı fırladı. Avlu kapısı ağzına kadar açıldı. İçe­riye bir yığın kadın, çocuk, ağlıyarak koştu. Hep­si de: — Ermeniler evlerimize saldırdılar, yağ­ma ettiler, birçok kimseyi de öldürdüler!.. — diye bağırıyordu...

Derhal, erkekler dışarı koştular. Cadde ba­şındaki barut ve av fişekleri satan, dükkândan gereken malzemeyi temin ettiler, ayni zamanda birkaç atlıyı da yakın Türk köylerine, yardım istemeğe, Ermenilerin, ansızın, yaptıkları bas­kını anlatmağa koşturdular... Yakın Türk köy­lerinden yardım ancak 2.3 saatte gelebilirdi. Bu arada eczanelerden, acele sargı, tentirdiyod, kseroform, pamuk gibi malzeme getirildi, hafif yaralı olan, kadın ve çocukların yaraları sarıldı.

Ermeniler ateşe devam ediyorlardı. Birkaç yöne pencereleri bulunan, dayımın evi, kale ha­lini almıştı. Erkekler pencerelerin önüne döşek­ler, halılar yığdılar, orasını siper haline getir­diler, arkasına da eli silâh tutan erkekleri yer­leştirdiler ve Ermenilerin ateşine karşılık ver. meğe başladılar. Arada bir fark vardı: Ermeni­ler mavzer ile ateş ediyor, bizimkiler, tek kur­şun atan, «Berdan» ile.. Büyüklerin anlattıkları­na göre, durumumuz çok fena idi. Bütün ümi­dimiz yakın köylerimizden gelecek yardımday­dı...

Berdan için kurşun dökmek icab ediyordu. Bu vazife biz çocuklara verilmişti. Kömür man­gallarında kurşunu eritip, kalıblara döküyorduk. Dağlık mıntıkadan yağan kurşunlar, evimizin kiremitlerini parçalıyor, pencerelerin camlarını kırıyor, kapıları delip geçiyordu... Minicik ço­cuktum. Korku ile vazifemi yapıyordum. Bir ara başımın üstündeki duvara, çatırtı ile, bir kur­şun yapıştı... Korkudan dudağım çatladı... Fa­kat, bunu büyüklere duyurmadım... Ne olduğu­nu hâlâ anlıyamamıştım... Yalnız bir ara, ya­nımdaki siperde ateş eden, bir amcaya sordum: «Ermeniler neden bizi öldürmek istiyorlar?... B'z onlara bir şey yapmadık ki... Benim yakın arkadaşlarım, hepsi de Ermenidir... Onlar beni çok severler...»

Bu sorularım cevapsız kalmıştı... Bunu bü­yükler de bilmiyorlardı... Düşündüm, babamın da en yakın ahbabı bir Ermeni idi. Sonradan benim coğrafya öğretmenim olmuştu... beni

çok korurdu. Ailece görüşürdük... Bu düşmanlı­ğı bir türlü anlıyamıyordum... Kafamda, dur­madan bir soru dolaşıyordu: «Neden.... ne. den?...»

Bütün gece kimse uyumadı. Devamlı ola. rak, silâh sesleri duyuluyordu. Gece, bir ara Türk mahallesinde alevler yükseldi.. Zavallılar!. Ermeniler evlerini yakıyordu... Az sonra, evi­miz, kaçıp kurtulabilen, kadın ve çocuklarla doldu. Bir kadın, evinden ancak kafesteki ka­naryasını kurtarabilmişti. Kurşun dökmekle meşgul olduğumu görünce, ağlıyarak, boynuma sarıldı, öptü ve sevgili kanaryasını bana hediye etti...

Gece geç vakit, Aktekkc, Karatepe, Kara­yazı köylerinden silâhlı yiğitler imdadımıza ye. tiştiler. Erzak ve cephanelerini, arabalarda ka­dınlar getiriyordu.. Yiğitler, yanlarında gelen be . ledlerle, : «Alalı!... Allah!» bağırarak, Türk ma. hailelerine yayıldılar.... Bir ara silâh sesleri fazlalaştı ve sabaha karşı tam kesildi.. Erme­niler susturulmuştu!.. Yalnız karşıdaki dağlık «Hallabar» mahallesinde, bir evden, durmadan bize yaylım ateşi yapılıyordu, Anlaşılan silâh ve malzemeleri boldu... İmdadımıza yetişenlerden, başında koca ak kalpak olan bir delikanlı, mezkûr evin karşısındaki sipere geçti ve o evin ön penceresine bir kurşun yerleştirdi... karşı­dakiler bir müddet sustular... Her halde vuru­lan oldu.. Az sonra tekrar yaylım ateşine baş­ladılar...

Sabah olmuştu. Bu sırada şehrin merkezin, den Rus bölükleri gelmeğe başladılar... Neden­se, bütün gece görünmemişlerdi... Bir subay, bölüğü ile beraber bizim eve geldi ve Ermeni­lerin hangi evlerden ateş ettiklerini sordu. Ak kalpaklı delikanlı, subayı sipere doğru çekti ve karşıdaki, silâh deposu sandığımız, evin pence­resine bir kurşun daha iliştirdi:— «İşte, ora­sı!...» — dedi..

Rus subayı askerlerini topladı ve mezkûr eve doğru yollandı...

Sonradan, Rus ordusunda yüzbaşı olan, da­yımın damadından öğrendiğimize göre, gerçek­ten de, mezkûr ev Ermenilerin silâh deposuy. muş... Ruslar silâhları müsadere etmiş, orada bulduklarını da hapse atmışlar...

Netice, gene de Rusların lehine idi: Türki. ye'de olduğu gibi, Kafkasya'da da Türklerle Ermenilerin aralan açılmış, düşmanlık başla­mıştı....

Zamanında imdadımıza "yetişen, yiğit köylü kardaşlarımızın sayesinde, Ermeniler ezilince, sabahleyin ateş kesildi ve faytonlara binmiş Er­meni papazları ile bizim hocalar, Gürcüce : «Ertoba!» (Birlik, kardeşlik!) bağırarak, kucak-laşıyor ve her iki milletin yanlış olan, düşman, lık yoluna sapmamalarını diliyorlardı... Netice.

w*» DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 36: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

de, birçok Türk evleri yakdmış, yıkılmış, yağ­ma edilmiş, birçok erkek, kadın ve çocuk öldü-rülmüş ve birçok Ermeni de katledilmişti! Za­rara uğratılmıştı. Fakat ne bir Ermeni kadını­na, ne de çocuğuna dokunulmamıştı. Bunu o günlerde çıkan Rusça gazeteler de teyyit etmiş­lerdi!...

Hava sakinleşince, dayım beni liseye kötü-rüp, teslim etmek istemişti. Fakat o gün bizi zi­yarete gelen, dayımın subay olan damadı, lise-mizdeki felâketi anlattı. Nitekim, Ermeniler Türklere karşı hücuma geçince, bu kargaşalık­tan faydalanan, diğer sosyalist teşkilâtlar da faaliyete geçmişler.

Lisemiz üst sınıf talebelerinin askeri talim yapmaları için verilmiş bulunan tüfeklerden faydalanan ihtilâlciler, bol kurşun tedarik ede­rek, lisemizi işgal etmişler, üst sınıf talebeleri, ni de kandırarak, lise binasının üst ve yanında bulunan, askeri kışlalara ateş etmeğe başlamış­lar. Diğer okulların üst sınıf talebeleri de bura­ya gelmiş ve isyana katılmışlar... Birkaç saat devam eden karşılıklı ateş teatisinden sonra, avlunun demir kapıları sökülmüş ve Rus askerî birlikleri, ateş ederek, içeri dalmışlar ve liseyi işgal etmişler.. Askerden olduğu gibi ihtilâlci­lerden ve liseli talebelerden de birçok ölen ol­muş. Hatta bir subay, liseli çocukları kovalar­ken birisini vurmuş ve, yere ölü olarak serilen çocuğun kendi oğlu olduğunu görünce, ikinci

kurşunu da kendi kafasına sıkmış...

Neticede, yukarıdan gelen bir emir­le, lisemizin üst sınıfları lağvedilmişti. Biz kü­çükler ise evlerimize döndük... Gelecek emri bekliyecektik...

Bakü'ye dönünce, ayni günlerde orada da Ermeni teşkilâtlarına mensub çetecilerin Türk­lere saldırmış olduklarını esefle öğrendim.... Bakü'de Türkler fazla zaiyal vermemişler ve

kısa zamanda Ermeni çetecilerini perişan et­mişler. Araya Türk ve Ermeni ileri gelenleri girmiş ve iki dost milletin arasını bozmağa ça­lışanları lanetlemişler....

Kafkasyada Türk — Ermeni dostluğu I. Dünya Harbine kadar devam etmişti. Harb patladıktan sonra, Tiflis gazeteleri, Türkiye cephesine giden Ermenilerden, Andronik, Ama. zasp gibi, çete başçılarından bahsetmeğe baş­ladılar. Bu sırada, yani 1915 yılında, lisenin son sınıfındaydım. Ermeni arkadaşlarım subay o-lup, Türkiye cephesine gidiyorlardı. Bunların arasmda çok yakm arkadaşım olan Ermeni Aram Sarkisov da vardı. Burada kendisinin adını, birkaç yıl sonra karşılaştığım için, veri­yorum. Birçok Ermeni kız arkadaşlarım da, gönüllü hemşire olarak, Türkiye cephesine git­tiler. Kız arkadaşlarımın arasında, ailece görüş­tüğüm, Astgik Gözelyan da vardı. O bana, Er­

menilerin gönüllü olarak, Rus ordusuna ka­tılmalarının sebebini anlattı : «Bu çok gizlidir.. Rus ordusu pek yakında Osmanlı Ordusunu ye. necek.... İstanbul'u kendisine a'acak, bizim için de Büyük Ermenistan'ı kuracak»...

Kışın Kafkasyada bir telâş oldu: Enver Pa­şa Sarıkamışı işgal etmiş... Türk ordulan Kaf-kasyaya geliyor!..

Bizim liseyi derhal kaldırdılar ve Kuzey Kafkasya'da Stavropol şehrine yerleştirdiler... Liseyi orada bitirdim...

Bir ara Rus ordusu Türkiye'nin Doğusun­da epey ilerlemişti.... Ermeni komitecileri, se­vine içinde, Rusya'nın o zamanki başkenti olan, Petersburg'a varmışlar ve doğruca, çarın yakı­nı olan, Meclis azası Milyukov'un huzuruna çık­mışlar ve kendisine : — Büyük Ermcnistanın kurulması zamanı artık gelmiştir! — demişler.. Milyukov, yüzlerine bakmış ve gülümseyerek : «Biz Ermenisiz Büyük Ermenistan'ı kurmak niyetindeyiz!».... demiş ve gelenleri huzurundan kovmuştur....

Sene 1918 aylardan Mart, gün 18. Ben Dorpat (Estonya) Üniversitesinde Hukuk tale-besiyken, Şubat 1917 yılı ihtilâli Rus çarını devirmiş, yerine Kerenskıy hükümeti gelmişti. Ekim ayında Krenskiy devrilmiş, Rusya komü­nist idaresinin tamamen eline geçmiş: Lenin, Trotskiy, Stalin (Cugaşvili) idareyi ellerine al­mışlar. Fakat Rusya İmparatorluğu paraçlanı. yor... Rus olmayan milletler bağımsızlık için uğ­raşıyorlar... O sırada Azerbaycanda da bağım­sızlık faaliyeti var. Fakat, devleti kurmak için gereken; askeri kadro, cephane yok!... Talebe komitemiz bu yönde çalışıyor, fakat durumu kavrayanlar pek az. Bakü'de Ermeniler, çoğun­luk olarak, istasyon mıntıkasında yerleşmişler... Türkiye cephesi çökmüş... Batı cephesinde Al­man orduları Baltık Devletlerine ulaşmışlar. Türkiye cepfesinden kaçıp gelen, Ermeni kıta­ları da Baku'nun istasyon civarlarına yerleşi­yorlar. Ayrıca, Kuzey Kafkasya istikametine çe­kilmekte olan, Rus birlikleri de Baku istasyo­nundan geçmekte olduklarından, Ermeniler biz­den evvel davranabiliyor ve... silâhlarını satın alıyorlardı...

tşte, bu müsait durumdan faydalanarak ve çatışma için de arada herhangi bir sebebin mevcut olmadığı bir anda, Türklerin ERGENE-KON (NEVRUZ) Bayramı için hazırlıkla meş­gul oldukları sırada, Ermeni çetecileri, cephe­den kaçan askerlerle birlikte, Türk mahalleleri­ne gece baskın yaptılar... Ermeni «Hmcak.Daş. nak» teşkilâtlan, Baku'nun zengin petrol mıntı­kasını da «Büyük Ermenistana» katmak arzu-sundalardı...

Silâhsız, cephanesiz, AZERBAYCAN Türk. leri üç gece Ermenilerin makineli tüfeklerine,

DEVLET _ AĞUSTOS : 1978 35

Page 37: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

bombalarına karşı, kahramanca dövüştüler. Zayiatımız çok büyüktü.. On bini aşıyordu şe-hid edilenlerin sayısı... Manzara da feciydi: Ermeniler tarafından, başaşağı asılmış insanla­rın morarmış yüzleri, göğüsleri kesilmiş kadın­lar, hamamların havuzlarında boğulmuş çocuk­lar, kurşun yarasından ölenlerden adetçe çok daha fazlaydı... Buna rağmen, birçok zengin Ermeni aileleri, komşuları olan Türk ailelerini evlerinde saklıyarak, ölümden kurtarmışlardı...

Ayni günlerde, kana susamış Ermeni cellât­ları, Azerbaycan'ın Şirvan vilâyetine de dalmış­lar, orada da ayni cinayetleri işlemişlerdi... Şimalden, Türk köylülerinin yardıma koştukla­rını öğrenen Ermeni çapulcuları, barış istemiş­lerdi...

Kardaş Türkiye ordusunun sayesinde, A-zerbaycan bağımsızlığa kavuştu. Komşuları Gürcistan ve Ermenistan ile dostluk içinde ya-şîyor... Rusya ile de dostluk ve ticaret anlaşma­sı imzalanmış....

Sene 1920. Kışkırtılan Ermeniler, rahat durmuyor. Ermenistandaki Türk köylerine baskın yapılıyor, ahalisi kesiliyor, soyuluyor... Binlerce Türk ailesi, yerlerini terkediyor. Azer-baycana sığınıyor.. Nihayet Ermeniler, Azerbay­can'ın bir vilâyeti olan, Karabağ'a ece ani bas­kın yapıyor ve Azerbaycan ordusu Ermenilerle savaşırken, fırsattan faydalanan Kızıl Rusya Ordusu, Azerbaycan'ı «Kurtarmağa» geliyor!..

ORDU - MİLLET KAYNAŞMASI

Osman OKTAY

36

Arkasından Gürcistan Cumhuriyeti de ay­ni akıbete uğruyor... Ve sonra... «Büyük Erme­nistan» hülyası peşinde koşan, milli Ermenis­tan Cumhuriyeti de, «Kurtarılıyor» ve Rus ha­misinin midesine iniyor...

1920 yılı Aralık ayının soğuk bir sabah saa­ti. Ermenistan Cumhuriyeti'ni işgal eden Rus­ya, bir zaman Türkiye cephesinde kendisine, gö­nüllü olarak, yardım eden, bütün Ermeni su­baylarını toplamış, kurşuna dizilenleri öbür dünyaya gönderdikten sonra, geriye kalanları da Sibirya'ya sürüyor... Biz de o günlerde, ay­ni yolun yolcusu olarak, sıramızı Baku Bayır hapishanesinde bekliyoruz...

tşte, Aralık ayının o soğuk sabah saatin­de, bizi hücrelerden hapishane avlusuna çıkar­mışlar. Tam o sırada gardiyanlar avluya bir çok Ermenistan subayını getirdi. Ermenistan. dan buraya kadar yaya getirmişler onları... Rus dostları... Ayakkabıları yolda yırtılmış., tşte, bu hali ile karşıma, çok sevdiğim, lise arkadaşım, Sarkisov Aram çıktı.... Beni görünce, şaşırdı, boynuma sarıldı ve, çocuk gibi, hüngür, hün­gür ağladı: «Sen çok haklıymışsın... Bu Rus­lar...» .... sözlerini bitiremedi. Rus askerleri gel­miş ve Ermeni subaylarını avludan sokağa çı­karıyorlardı....

Ben Sibirya'dan kurtulabildim.. Acaba ar­kadaşım Aram, sevgili «dostlarından» kurtula. bildi mi?...

Ağustos ayı içerisinde, Malazgirt, Mohaç ve Dumlupınar gibi önemli zaferlerimizle bir­likte, Silahlı Kuvvetlerimizin 2187. kuruluş yıl­dönümünü de kutluyoruz. 2187 yıl, bugün kul. lanmakta olduğumuz takvimden bile büyüktür. Dünya tarihinin boynunda altın bir kolye olan Türk adı, insanlığa örnek olmuş birçok özellik­leri ve değerleriyle birlikte, bu değerlerin korun­masında büyük bir güç olan ordusuyla da asır­lardan beri dim dik ayaktadır.

Ordusuz bir millet düşünülemez. Varlığını sürdürmek, doğabilecek iç ve dış huzursuzluk­ları yenebilmek için her yönüyle iyi yetiştiril­miş, teçhiz edilmiş güçlü bir orduya sahibolmak her devletin ilk önce yapacağı işlerden biridir. Dünya kurulalıdan beri tarih sahnesine çıkan yüzlerce, binlerce topluluktan pek azının bugün varolduklarını ve yine bunlar arasında da çeşit­li bakımlardan büyük dengesizlikler olduğunu düşünürsek, başından beri orduların millet ha­yatında oynadığı rol daha açık bir şekilde orta­ya çıkar.

DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 38: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

Türk milleti, maddi ve manevi bütün un­surlarını ordusuyla birlikte yoğurabilmiş ve hatta, bunu en iyi şekilde gerçekleştirmesini bilmiş yegâne millettir. «Askerlik», Türk mille­tinin ruhuna işlemiştir. Bugün, Anadolumuzun bir çok yerinde «askerlik yapmayana kız ver. mezler», yine bir çok bölgemizde ve hatta yurdu, muzun her tarafında «Askerlik yapmayanı adam saymazlar.» Bu misalleri çoğaltabiliriz. Bunların yanında bir de, köylerimizde vatandaşlarımız, askerde aldıkları rütbe ile yadedilirler. «Hüse­yin Onbaşı», «Mehmet Çavuş», «Sarı Çavuş...» Yine, emekli olmuş subay ve assubaylanmız da toplum içerisinde rütbeleri ile ve saygı ile anılırlar: «Başgedikli», «Albayım», «Paşam...» gibi. Bunlardan başka bir de, askerlikten kaçan, «kaytaran» ya da gitmemek için oyunlar kurma peşine düşenler için aziz milletimizde yaşayan çok güzel bir inanç, bir duygu vardır. Böyleleri için halk arasında, «Allah ona, askerden kaçma­nın cezasını mutlaka verir, —eğer başına bir ; ş gelmişse— «İşte, askere gitmemenin, hakkıyla askerlik yapmamanın sonu budur..» sözlerini sık sık duyarız.

Bugün, çeşitli ülkelerde bedeli ödenerek, as . kerlik görevinin yapılmadığı, paralı askerlerle ordular kurulduğu düşünülürse, Türk milletinin sahibolduğu bu kutsal duygular gerçekten göz yaşartıcıdır ve «Devleti Ebed Müddet» anlayışı­nı doğuran kaynağın güçlülüğünü de ortaya çıkarmaktadır. Bütün bu yönleriyle askerlik bizde, bir «Vatan borcu» olmanın yanında, mil­letimizin ayrılmaz bir parçası, bir uzvu olmuş­tur. Türklerin bu büyük özelliği, tarihin hiç bir devrinde değişmemiş ve zengin kültürümüz içindeki yerini muhafaza etmiştir. Bu, îslâmi-yetten önce de böyledir, îslâmiyetten sonra da. Ecdadımız müslüman olmadan çok daha önce. leri, Göktürkler devrinde Bilge Kağan'm «Tan­rı, Türk kavmi yaşasın diye beni tahta oturttu.. Babamızın, amcamızın kazandığı iniktin adı — sanı utulmasın diye kardeşimle (Kültigin) söz. leştik. Türk milleti için gece uyumadım, gün­düz oturmadım...» sözleri ile îslâmiyete geçildi­ği ilk devirlerde Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig'inde yer alan şu dörtlük:

Devletin olması için askere ihtiyacın var. Askerin olması için servet dağıtman gerekir. Servet edinmek için halkın zengin olmalıdır, Halkın zenginliğini ise ancak örfler sağlar.

....Ve, İslâmiyet öncesiyle îslâmiyeti kabul ediş sıralarına ait vermiş olduğumuz bu iki mi­sal, kurduğu büyük Türk — İslâm medeniyeti ve İslâmiyet'e yaptığı büyük hizmetleri yüzün, den Türkler'e «Cundullah», yani «Allah'm Ordu­su» unvanını verdirten Selçuklularla, onların başlattığı hareketi doruk noktasına ulaştıran Osmanlıların «Din ü Devlet, Mülk ü Millet»

olarak özetledikleri esaslar arasında en küçük bir fark bulunabilir mi?

İşte, Türklerde ordu, her devirde dinin, dev­letin, mülkün (yurt — vatan) ve milletin varo­lup yükselmesi için çalışmış ve bunu başarıyla gerçekleştirmiştir.

Türklerde ordu — millet bütünleşmesini ve bunun başlıca sebeplerini özetledikten sonra, Türk ordusunun kuruluşuna esas olarak alınan M.Ö. 209 yılından günümüze kadar ordularımı­zın basanlarında bu sebeplerle birlikte rol oy­nayan diğer bazı âmilleri de misaller vererek görelim.

Bilindiği gibi Türkler, tarih boyunca 16 bü­yük İmparatorluk kurmuştur. Bugünkü Türki­ye Cumhuriyeti devletimizle birlikte 17 devleti­miz olmuştur. Bu devletlerin çok oluşu, hiçbir zaman «Ne kadar devlet kurulmuşsa, o kadar da yıkı! m iş demektir» lâfına göre değil, «Dev­l e t i Ebed Müddet» anlayışına göre düşünülmeli­dir. Yukarıda da izah edildiği gibi, devlet anla­yışı Türklerde, başından beri bir bütünlük ar-zetmekte ve belli esaslara göre uygulanmakta­dır. İdare eden hanedanlar, sülaleler değişmiş, coğrafya değişmiş fakat ana prensiplerden hiç­bir zaman vazgeçilmemiştir.

Bilinen en eski Türk devleti, Asya Hun İm­paratorluğudur. Genel Kurmay Başkanlığımız,

aldığı bir kararla, Mete Han'm tahta geçtiği ve ordunun en güçlü durumuna eriştiği yılların başlangıcı olan M.Ö. 209 senesini, Türk Kara Kuvvetleri'nin kuruluş yılı olarak kabul etmiş­tir. Böylece, içinde bulunduğumuz 1978 yılında Silahlı Kuvvetlerimiz 2187 yaşına basmıştır.

İlk daimi ordu olarak kabul edilen Asya Büyük Hun tmparatorluğu'nun ordu mevcudu­nun yaklaşık olarak, 300 ila 400 bin olduğu bi­linmektedir. Bu ordunun hemen büyük çoğun­luğu atlı, çok az bir bölümü de yaya idi. Ordu teşkilatı ise, hemen hemen günümüz ordu teş­kilatlarından farksızdı. Uygulanan savaş tak­tikleri de yine savaşların şekli o zamana göre her bakımdan büyük ölçüde değişmiş olmasına rağmen, yakın zamana kadar yapılan çeşitli mu­harebelerde başarıyla uygulanmıştır.

Asya Hun İmparatorluğunun kurduğu bu disiplinli ve teşkilatlı ordusunun özellikleri, da­ha sonraki Türk devletlerinin ordularında da aynen devam ettirilmiştir.

Türk devlet adamlarının, ordu komutanları­nın ta, ilk zamanlardan beri süregelen değişmez özelliklerinden biri de, orduyu galeyana getire­cek, ona heyecan ve ruh verecek davranış ve hi­taplardır. Bunu, bazı misallerle görelim:

M.Ö. 36 yıllarında Çinlilerle yapılan bir sa­vaşta ölen Hun İmparatoru Çi — çi, bu savaş­tan önce ordusuna şöyle hitabediyor :

DEVLET — AĞUSTOS : 1978 ' 37

Page 39: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

«Boyun eğmiyeceğiz! Çünkü, öteden beri Hunlar kuvveti taktir eder, uyruk olmayı adilik sayar. Savaşçı süvari hayatımız sayesinde ya­

bancıları titreten bir millet olduk. Zira biliriz ki, muhariplerin kaderi, savaşta ölümdür. Biz öl. sek de, kahramanlığımızın şöhreti kalacak, ço. cılklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır.»

İşte aradan geçen asırlara rağmen onların şöhreti silinmemiştir ve halen bize örnek olmak­tadırlar. Daha sonraki Göktürk şahlanışı, Bilge Kağan — Kültiğin — Vezir Tonyukuk üçlüsü­nün bugün için bile geçerli olan ortaya koyduk­ları esaslar, söyledikleri sözler...

Eski devirlere ait bize en iyi ve zengin bil. giy i veren Çin kaynaklan, Göktürkler devrini şöylece özetliyor :

«... Göktürklerin ne zaman ne yapacakları bilinmez. Kağan Bilge iyidir, milletini sever, Türkler de O'ndan memnundur... Kültiğin, sa­vaş sanatının ustasıdır, O'na karşı koyacak bir kuvvet güç bulunur... Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir, niyetleri, kurnazlığı çoktur. İşte şim­di bu üç Türk aynı anlayışta olarak bir arada, dır...»

Sonra, Selçuklu şahlanışı... «Malazgirt in Türk'e secde oluşu» ve Alparslan Gazi'nin ordu. suna hitabı :

«Ey yüce Allah'ım! Niyetimiz barbarlık de­ğildir. Dinimiz ve milletimiz için yaptığımız bu savaşta bize yardım et. Sözümde yalan varsa beni kahret! Beylerim! Yiğit erenler!.. Burada Allah'tan başka Sultan yoktur. Buyruk O'nda&r. Savaşmak isteyenler benimle gelsin. Savaşmak istemeyenler de ayrılıp gitmekte serbesttirler!

Eğer şehid olursam, bu beyaz kıyafet benim ketenim olsun. O zaman ruhum göklere yükse­lecektir... Oğlum Melikşah'ı tahta çıkarınız ve O'na bağTı kaimiz. Zaferi kazanırsak, önümüz, de çok hayırlı günler olacaktır...»

«Nizama Âlem» davası uğruna üç kıt'a üze­rine taht kuran Osmanlı İmparatorluğu, ömrü 600 yıldan fazla süren koca bir çınara benzeti­lir, tşte, o çınarın «fidan» olduğu sırada bu fi­dana ilk suyu veren Osman Gazi'nin oğulları­na,' torunlarına vasiyyeti :

Osman, Ertuğrul oğlusun, Oğuz Kayı Han neslisin

Hakkın bir kemter kulusun, İslâmbol'u aç giilzâr yap!...

Bu vasiyyeti gerçekleştiren, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV.)'in müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed'in, bu gencecik pa­dişahın ecdadına cevabı :

İmtisâl-i «Caliidû fi-'IIâh» olupdur niyyetüm,

Dîn.i İslâmun mücerred gayretidür gayre­tlim.

Kabına sığmayan, daha büyük hizmetler yapmaya ömrü vefa etmeyen ve «Hükümdarla, rm toprakları onların nikahlısı gibidir» diyerek başı bulunduğu devlet uğruna her fedakârlıkta bulunmaktan kaçınmayacağını ifade eden Yavuz Sultan Selim, Doğu'ya ve Güney'e doğru yap­makta olduğu en önemli seferi sırasında ordu içinde beliren bir huzursuzluğu nasıl gideriyor?

«Onlar ki, kalplerinin zaafıyla çocuklarının ve karıl arının hayâline düşerler ve buradan öte gidemezler. Öyleleri kendileri bilirler. Geri dö . ilerlerse, «dîn.i mübîn» yolundan dönmüş olur­lar. Eğer er iseniz, benimle yola revan olun. Yoksa, ben yalnız başıma da giderim...» Bunu söylemek ve hemen arkasından atını mahmuz­lamak... Kimde can kalır!.. Bütün bir ordu yek-vücud padişahının arkasında ve zaferler, zafer­ler...

Türk'ün tarih boyunca şahlanışı bitmiyor ve bitmeyecek, işte Anadolu şahlanışı ve genç Türkiye Cumhuriyeti!.. «Çanakkale geçilmez!», «Ben Antepli Şahin im — Yumruklarım memle­ket kadar büyük...» ve, böyle büyük yumruğa «mavzer omuzlara yük», Dumlupınar bir başka, Kocatepe tam Türk'e göre ve gürleyen bir ses, Atatürk haykırıyor: Ordular, ilk hedefiniz Ak-denizdir, ileri!...» Topraklarımızda düşmanın ölüsüne bile yer yok. 9 Eylül'de îzmir körfezi balıklara bayram yeri oluyor.

Kadınıyla, kızıyla, genciyle, ihtiyarıyla bü. tün bir millet coşuyor. «Mehter en güzel marşı, m vuruyor» ve şâirlerimiz harikalar yaratan arslanlarımıza, kazandıkları zaferler kadar bü­yük destanlar söylüyorlar, türküler yakıyorlar :

«Şühedâ gövdesi bir baksana, dağlar, taşlar, O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başla -. Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir Hilâl uğruna Yâ Rab, ne güneşler

batıyor!

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem,

sığmazsın...»

«Tarihe sığmayan» ların tarihle cengi bit . miyor. Yıl 1974... Daha dün gibi yakın. Türk or­dusu Kıbrıs'ta. Genel Kurmay Başkanımız Sa­yın Semih Sancar'ın mesajı:

«Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milletim :

Mesajımın yayınlandığı şu anda kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Milletinin emrmde ve

38 DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Page 40: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

yüce varlığından aldığı güçle, Devletlerarası an. kısmaların kendisine tanıdığı haklara dayana, rak Kıbrıs'ta ve bölgede barışı sağlamak, yavru Vatan'da yaşayan Irkdaşlarımızın güvenliğini sağlamak maksadıyla birleşik bir harekâtta bu­lunmaktadır.

Türk'ün kahramanlığını ve barışseverliğini bir kere daha Cihana ispat eden Silahlı Kuv­vetlerimiz!.. Bu hareketinizle şanlı tarihimize ve insanlığa unutulmayacak bir sayfa açmaktası. nız. Kahraman Türk Milleti'nin yıllrca bu barışı gerçekleştirme yönünde gösterdiği metanet de ayrı bir övgüdür. Yüce Türk Milleti zafer haber, (erini beklemektedir.»

Ve, Türk ordusu, tarihin her devrinde oldu­ğu gibi, kendisine bağlanan ümitleri boşa çıkar­mamış, Kıbrıs'a yapılan birinci ve ikinci hare. kâtları başarı ile gerçekleştirerek zaferlerine bir yenisini katmıştır. Bu zafer, Türk Silahlı Kuv. vetlerimizin 2183. Kuruluş Yıldönümüne rastla­ması bakımından da ayrıca önemlidir.

Ya asker yetiştiren okullarımız... Onlar han­gi inanç ve şuurla yetiştiriliyorlar? Orduları­mızın kazandığı zaferlerde, onların komutanları­nın tutum ve davranışlarının, hitap tarzlarının oynadığı rolü gördük. Yarının komutanları, geçmişin bu sağlam temeli üzerine, zamanımızın yeni teknolojisinden, savaş araç ve gereçleriyle taktiklerinden de faydalanılarak hazırlanıyorlar.

Marşlar, askeri asker yapan, askere her an sorumluluğunu hatırlatan en büyük manevî güç­lerden biridir. Harp Okulu öğrencisi,

Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız Kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız

diye başlayıp,

Şahikalar üstünde meydan okur bu erler Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti Tarihlere sorun ki, bize ölmez Türk derler

diyerek bitirdiği Harp Okulu Marşı'nı günde kaç defa söyler bilir misiniz? Ve, bunları hay­kıran, haykırdığı şeylere yürekten inanan y a n . nın komutanlan, kumandanlan «kasırga» gibi eserek bu yerlere düşman kondurur mu?

Sonra, Harp Okulu'na öğrenci hazırlayan Kuleli Askerî Lisesi'nin marşı ne kadar anlam­lıdır:

DEVLET — AĞUSTOS : 1978

Deniz senin, toprak senin, gök senin, Zafer olsun en mukaddes emeli, Çağlıyanlar gibi kupür, arşa taş, Ufuklardan yüksel şahikalar aş,

Ey Şerefli, şan'ı yuva Kuleli, Hedefindir, bütün cihan, ileri.. Hayat umar vatan tatlı sesinden Miras kalan asil kandır ceddinden

Kızıl hilâl gök yüzünde parlasın Nurunda Türklük dünyayı kaplasın Ey şerefli, şanlı yuva Kuleli, Hedefindir, bütün cihan, ileri...

Bu anlayışla yetişen ve eğitim gören Silahlı Kuvvetlerimiz, daha nice 2187 yıllan yaşamaya lâyıktır ve yaşayacaktır. Odu — millet kaynaş­masını en iyi şekilde kaynaştıran ve «Ordu mil­letlerin en çok döğüşen en sarpı» olan milleti­miz ebediyyen var olacaktır.

TÖRE •DEVLET YAYINEVİ Turizm veTanıtma Bakanlığı roman

TRT radyofonik oyun, Türk Edebiyat Cemiyeti roman, i

Türkiye Milli Kültür Vakfı roman, Armağanları sahibi

EMSİME I Ş I I M S U H

ESERLERİNİ TAKDİM EDER.

4 39

Page 41: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

SF ^

TCZİRAAT BANKASI

SİZİN en yakıtı

rdımcınızdın

Yaktın Bizi Muzaffer!

(Baştarafı Sayfa 15'de) nin değil 16, bir devlet kurma «olasılığı» ve «olanağı» kalmadı.

Muzaffer...! Yalnız bizi mahvetmedin. Başta SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere îran, Pakistan, Arganistan ve Hindistan'ı da Ağn Eğitim Enstitüsü öğrencilerinin elinden kurtardın. Bu dünya çapında başann mutlaka tarih sayfalarına geçecek ve belki Ecevit bu muvaffakiyetini basamak yapıp bu ülkelerden petrol ve kredi alacaktır.

Biz ise...

Bittik...

Mahvolduk...

Yaktın bizi Muzaffer!...

TÖRE-DEVLET YAYINEVİ PeyamlŞafii w Dündar Taşcr Roman. bmaÇanfan sahibi

tasan kay itim • İ l ESERLERİNİ TAKDİM EDER.

BÜTÜN KİTAPÇILARDA

Page 42: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

DEVLET Milliyetçi Aktual i te Fikir ve Yorum Dergisi

AYLIK DERGİ

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

MEHMET ÇAĞATAY ÖZDEMİR

Sayı : 440 — Ağustos 1978 II. Dönem : 4

Her türlü haberleşme adresi P. K. 284 Bakanlıklar — ANKARA

Posta Çeki Nıı : 21849

Abone Şar t lan Yıllık : 100 TL.

Yurtdışı Yıllık : 200 TL.

• Yurtdışı Havaleler

Akbank Gençlik Caddesi Şubesi : 4011 no.Ut hesaba gönderilmelidir.

İlân Şar t lan : Tam sayfa arka kapak : 6000 TL. Tam sayfa iç kapak : 5000 TL.

• DEVLET'te yayınlanan yazılar kaynak gösterilmeden iktibas edilemez

Kapak : Kuşak Matbaası — İSTANBUL Dizgi.Baskı : BİMAŞ Matbaacılık Ltd. Şti.

ANKARA

Page 43: e Yorum Dergisi - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_004_yeni_8849.pdflıkla söyleyebiliriz. Ticaret hayatımızın içler acısı hâli de devam, etmekte

KİTAP ÇOCUĞUN ARKADAŞIDIR. AMA HER KİTAP İYİ ARKADAŞ DEĞİLDİK

EHEHESST

&7 ; • *

& i i*R

4.

Her yaştaki çocuklar için en faydalı kitapları takdim ediyoruz. T e r c ü m a n Gençl ik Yayınlar ı

K a l e m Yayınevi İ r f a n Yay ınev i * DELİ DUMRUL

Dede Korkut * ALA GEYİK

Ziya Gökaip * TEPEGÖZ

Dede Korkut * TOPUZ

Ömer Seyfettin * FORSA

Ömer Seyfettin * YÖRÜK HOCA

Ömer Seyfettin

Toker Yayınları

1 0 . -

10.—

10.—

10.—

10.—

10.—

100 kuruşluk çocuk kitapları 24 çe­şittir. 300 kuruşluk çocuk kitapları »ittir. * İLK ÇAĞ İKİZLERİ * ASYALI İKİZLER * JAPON İKİZLERİ * JAPON İKİZLERİ

OKULDA * İSVİÇRELİ İKİZLER

8 çe-

4.— 4.— 4.—

4.— 4.—

KİMSESİZ 5.— ö. Furuk Turan DİLENCİ 5.— M. Emin Bildirici TÜFEKÇİ 5.— Talip Arışahin ŞAKA 5.— M. Emin Bildirici GECEKONDU ÇOCUĞU 5.— A. Kadir özulu MİNİKLER TAKIMI 5.— Talip Arışahin BACAKSIZIN TEVBESİ Faruk ölmez KOLLEKSİYONCULAR KULÜBÜ 5.— Erhan Dilligil VATAN i ÇİN 5.— A. Kadir özulu VATAN SAĞOLSUN 5.— Göktürk Mehmet Uytun İKİ DAKİKA İZ İN 5.— Avni İlhan

* UZAYDAN GELEN ADAM Refik özdek

* BEYAZ GÜVERCİN M. Necati Sepetçloğlu

* HARİKA PRENS Comtesse De Segur

* ŞARKI SÖYLEYEN DEV M. Gülsen Sepetçloğlu

* ÇIRAK HASAN Reilk Sönmezsoy

* CADILAR SAVAŞI Comtesse De Segur

* KUTSAL KAYA M. Necati Sepetçioğlu

•DEMİR DAĞLAR SIRA SIRA M. Necati Sepetçioğlu

B o ğ a z i ç i Yayınları ÜÇ YİĞİT ATLI İNSAN YİYEN KARINCALAR 5.—

D a ğ ı t ı m : AMACIMIZ; SAĞLIKLI DÜŞÜNEN, DÜRÜST YAŞAYAN, GEÇ­

MİŞİNE VE GELECEĞİNE SAHİP NESİLLER YETİŞ­TİRMEKTİR.