ege kıta sahanlığı uyuşmazlığı
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU (ULUSLARARASI KAMU HUKUKU)
ANABİLİM DALI
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞI
Yüksek Lisans Tezi
Hande DAĞISTANLI
Ankara – 2006
II
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU (ULUSLARARASI KAMU HUKUKU)
ANABİLİM DALI
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞI
Yüksek Lisans Tezi
Hande DAĞISTANLI
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Serap AKİPEK
Ankara – 2006
I
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER .............................................................................................. I
KISALTMALAR ............................................................................................ V
GİRİŞ ........................................................................................................... 1
Birinci Bölüm
ULUSLARARASI HUKUKTA KITA SAHANLIĞI
I. GENEL OLARAK KITA SAHANLIĞI KAVRAMI...................................... 5
II. HUKUKİ AÇIDAN KITA SAHANLIĞININ TARİHSEL GELİŞİMİ ............ 8
A. GENEL OLARAK................................................................................ 8
B. TRUMAN BİLDİRİSİ ........................................................................... 12
C. LATİN AMERİKA DEVLETLERİ VE DİĞER DEVLETLERİN KITA
SAHANLIĞI İLE İLGİLİ İDDİALARI .................................................... 14
D. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER HUKUK KOMİSYONU’NUN
ÇALIŞMALARI .................................................................................... 18
E. 1958 CENEVRE KITA SAHANLIĞI SÖZLEŞMESİ VE
SONRASINDA GÖRÜLEN DAVALAR.............................................. 21
1. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi...................................... 21
2. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi Sonrası
Görülen Davalar ............................................................................. 26
a. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları ....................................... 26
b. İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı Davası ..................................... 30
c. Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası ........................................... 36
F. 1982 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ VE
SONRASINDA GÖRÜLEN DAVALAR............................................... 39
II
1. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi........................ 39
2.1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Sonrası
Görülen Davalar.............................................................................. 46
a. Maine Körfezi Davası ................................................................ 46
b. Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası ......................................... 52
c. Saint Pierre ve Miquelon Adaları Davası................................... 61
d. Greenland – Jan Mayen Davası ............................................... 63
e. Eritre-Yemen Davası................................................................. 65
G. KITA SAHANLIĞININ SINIRLANDIRILMASI...................................... 75
H. KITA SAHANLIĞININ HUKUKSAL REJİMİ ....................................... 78
İkinci Bölüm
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞI
I. GENEL OLARAK EGE DENİZİ’NİN KONUMU .......................... 82
A. EGE DENİZİ’NİN JEOLOJİK YAPISI .................................... 82
B. EGE DENİZİ’NİN EKONOMİK DEĞERİ ................................ 87
C. EGE ADALARI’NIN DURUMU .............................................. 89
D. BÖLGENİN JEOSTRATEJİK DEĞERİ ............................. 103
1. Ege Denizi ..................................................................... 103
2. Ege Adaları.................................................................... 103
a. Kuzey Ege Denizi’ndeki Adalar................................. 104
b. Güney Ege Denizi’ndeki Adalar ................................ 105
III
II. EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞI
VE GELİŞİMİ .......................................................................... 106
A. GENEL OLARAK .............................................................. 106
B. YUNANİSTAN’IN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK
KONSEYİ’NE VE ULUSLARARASI ADALET DİVANI’NA
BAŞVURUSU ...................................................................... 115
C. ULUSLARARASI ADALET DİVANI’NIN KARARI............... 121
D. MART 1987 EGE KITA SAHANLIĞI BUNALIMI ............... 128
E. DAVOS SÜRECİ ................................................................ 133
F. DAVOS SÜRECİ SONRASI TÜRK-YUNAN DİYALOĞU ... 137
Üçüncü Bölüm
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ESASINA İLİŞKİN
TARAFLARIN GÖRÜŞLERİ
I. YUNANİSTAN’IN EGE KITA SAHANLIĞI
SINIRLANDIRILMASININ ESASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ .....150
A. SİYASAL VE ÜLKESEL BÜTÜNLÜK İDDİASI .....................150
B. ADALARIN KITA SAHANLIĞINA SAHİP OLMASI İDDİASI .154
C. TÜRKİYE İLE ADALAR ARASINDA EŞİT UZAKLIK
İLKESİNİN UYGULANMASI İDDİASI ..................................162
IV
II. TÜRKİYE’NİN EGE KITA SAHANLIĞI SINIRLANDIRILMASININ
ESASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ...............................................167
A. ANLAŞMANIN ESAS OLMASI GÖRÜŞÜ ............................167
B. DOĞAL UZANTININ ESAS OLMASI GÖRÜŞÜ...................169
C. HAKÇA İLKELERİN UYGULANMASI ..................................170
D. ADALARIN ÖZEL DURUMLAR OLUŞTURMASI GÖRÜŞÜ 176
E. EGE DENİZİ’NİN YARI-KAPALI DENİZ OLMASI GÖRÜŞÜ 177
F. LOZAN DENGESİ ................................................................180
III. EGE KITA SAHANLIĞI SINIRLANDIRILMASININ ÇÖZÜM
YOLLARINA İLİŞKİN TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’IN
GÖRÜŞLERİ .............................................................................185
SONUÇ…………………………………………………………………190
KAYNAKÇA…………………………………………………………….195
EKLER...........................................................................................212
ÖZET
ABSTRACT
V
KISALTMALAR
A.B.D. : Amerika Birleşik Devletleri
A.Ü. :Ankara Üniversitesi
AB : Avrupa Birliği
AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
B.M. : Birleşmiş Milletler
B.M.D.H.S. : Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
bkz. : Bakınız
C : Cilt
çev. : Çeviren
der. :Derleyen
ed. : Editör
FIR : Flight Information Region/Uçuş Bilgi Bölgesi
G.K.R.Y. : Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
GAÖ : Güven Artırıcı Önlemler
GB : Gümrük Birliği
haz. : Hazırlayan
I.C.J. : İnternational Court of Justice
km : Kilometre
VI
km2 : Kilometre kare
M.T.A. : Maden Tetkik Arama
md. : Madde
NATO : North Atlantic Treaty Organization/Kuzey Atlantik
Antlaşması Örgütü
No : Numara
Nos : Numaralar
para : Paragraf
paras : Paragraflar
PKK : Kürdistan İşçi Partisi
PASOK : Panellino Sosialistiko Kinima / Pan Helenik Sosyalist
Parti
s. : Sayfa
S :Sayı
T.P.A.O. : Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
T.C. : Türkiye Cumhuriyeti
Tüdav : Türk Deniz Araştırmaları Vakfı
U.A.D. : Uluslararası Adalet Divanı
yay.haz. : Yayına hazırlayan
v.s. : Vesaire
1
GİRİŞ
Türkiye ile Yunanistan iki komşu devlet olmalarına rağmen iki ülke
arasında Ege Denizi’ne ilişkin Ege sorunları olarak adlandırılan birçok sorun
bulunmaktadır. Bu yüzden Türkiye ile Yunanistan arasında birleştirici bir rol
oynaması beklenen Ege Denizi bugün bir sorunlar denizi görünümündedir.
Ege sorunları birbirinden ayrı gibi görünmesine karşın birbirleriyle
ilişkili olup;1 kıta sahanlığının sınırlandırılması, karasularının genişletilmesi,
hava sahası ve FIR (Flight Information Region / Uçuş Bilgi Bölgesi)
sorumlulukları, Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsünün ihlali,
egemenliği devredilmemiş ada adacık ve kayalıklar sorunlarını
kapsamaktadır.2
Bu çalışmanın konusu, 1973 yılında ortaya çıkan ve bugüne kadar
çözülemeyen, zaman zaman Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren
Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığıdır. Türkiye ve Yunanistan, Ege Denizi’ndeki
kıta sahanlığı üzerinde hak sahipliği ve kıta sahanlığının sınırlandırılması
konusunda ihtilaf halindedirler.
Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan, Ege Adaları’nın Yunan
ülkesinin ayrılmaz bir parçası olduğu, Yunan egemenliğinde bulunan Ege
Adaları’nı kıta ülkesinden ayırmadan Yunan ülkesinin bir bütün olarak ele
1 Sertaç Hami BAŞEREN, Ege Sorunları, Tüdav Yayınları No: 15, İstanbul, 2003, s. 3. 2 Fuat AKSU, Türk-Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimi Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, A.Ü. Basımevi, Ankara, 2001, s. 59.
2
alınması gerektiği, adaların da kıta ülkesi ile eşit bir biçimde kıta sahanlığına
sahip olduğu, Türkiye ile adalar arasında eşit uzaklık ilkesinin uygulanması
gerektiği, görüşlerini öne sürmektedir. Aynı konuda Türkiye ise, Ege Kıta
Sahanlığı’nın anlaşma ile sınırlandırılması gerektiği, doğal uzantının esas
olduğu, sınırlandırmada hakça ilkelerin uygulanması gerektiği, adaların özel
durumlar oluşturduğu, Ege Denizi’nin yarı-kapalı deniz olduğu ve bu konuda
Lozan dengesinin korunması gerektiği görüşündedir.
İki ülke, Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığının çözüm yöntemi
konusunda da anlaşmazlık içindedirler. Yunanistan’ın resmî görüşü; Türkiye
ile arasında Ege Denizi’ne ilişkin mevcut tek sorun olarak kabul ettiği kıta
sahanlığı sorununun Uluslararası Adalet Divanı’na (U.A.D.) götürülerek
çözümlenmesidir. Türkiye’nin resmî görüşü ise, Ege Denizi’ne ilişkin tek
sorunun kıta sahanlığının sınırlandırılması olmadığı, birbirleriyle ilişkili başka
sorunların da bulunduğu, sorunların bir bütün olarak ele alınması gerektiği ve
çözümün öncelikle karşılıklı görüşmeler yoluyla bulunması şeklindedir. Öte
yandan Türkiye, U.A.D.’ye gitmeyi de reddetmemektedir. Ancak 1999
Helsinki Zirvesi’nde alınan Karar ile iki ülke arasındaki Ege Denizi’ne ilişkin
sorunlar yeni bir boyut kazanmıştır. Yunanistan Helsinki Zirvesi Kararı’yla iki
ülke arasındaki sorunları, (Yunanistan’a göre sadece kıta sahanlığı) Avrupa
Birliği (AB) platformuna taşıyarak AB sorunu haline getirmiştir. Türkiye AB’ye
girme isteğiyle Helsinki Zirvesi’nde alınan Kararı kabul ederek daha önceden
gitmeye pek yanaşmadığı U.A.D.’ye sorunların diğer barışçı yollarla
çözülememesi halinde gidebileceğini beyan etmiş, üstelik Helsinki Zirvesi
Kararı’yla AB’nin aday ülkeleri üye ülkelerle olan sınır sorunlarını tam üye
3
olmadan önce çözme şartına tâbi tutmasıyla Türkiye, zaman açısından da
sınırlandırılmıştır.
“Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı” başlıklı bu tezde amaç; Ege Denizi
Kıta Sahanlığı uyuşmazlığına ilişkin Türkiye ve Yunanistan’ın görüşlerini
ortaya koyarak, uluslararası hukuk düzenlemeleri karşısında tarafların
görüşlerinin hukuki geçerliliğini belirlemektir.
Üç bölümden oluşan tezin birinci bölümünde; konunun daha iyi
anlaşılabilmesi için öncelikle jeolojik açıdan kıta sahanlığının tanımı yapılmış,
kıta sahanlığı kavramının tarihsel gelişimi anlatılmış, böylece kıta sahanlığı
ve sınırlandırılmasına ilişkin uluslararası hukukun günümüzde vardığı nokta
ortaya konmak istenmiştir. Bu yapılırken kıta sahanlığı konusunda oluşan
uluslararası hukuku ilk defa kodifiye eden ve hukuki bir kavram olarak kıta
sahanlığının tanımını ilk kez yapan 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi
ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (B.M.D.H.S.)
incelenmiş, ayrıca konumuz olan Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı ile
benzerlik taşıdığı düşünülen davalar kronolojik sırayla anlatılmıştır. Daha
sonra kıta sahanlığının sınırlandırılması ve hukuki rejimi üzerinde
durulmuştur.
Tezin ikinci bölümünde; uyuşmazlığa konu olan Ege Denizi’nin
konumu, jeolojik yapısı, ekonomik ve stratejik önemi anlatılırken Ege
Adaları’na ilişkin bilgi de verilmiştir. Daha sonra Türkiye ve Yunanistan için
4
hayati önemi olan Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığının ortaya çıkışı ve tarihsel
süreç içindeki gelişimi irdelenmiştir.
Tezin üçüncü bölümünde ise; tarafların uyuşmazlığın esasına ve
çözüm yöntemine ilişkin görüşleri ayrıntılı olarak ele alınmaya çalışılmış, ilgili
Sözleşme hükümleri ile uluslararası hakem ve mahkeme kararları
çerçevesinde, tarafların görüşlerinin ve dayanaklarının hukuki geçerliliği
değerlendirilmiştir.
5
Birinci Bölüm
ULUSLARARASI HUKUKTA KITA SAHANLIĞI
I. GENEL OLARAK KITA SAHANLIĞI KAVRAMI
Kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında doğal
olarak devam eden deniz yatağı ve onun toprak altına verilen addır.3
Hukuksal anlamda kıta sahanlığı kavramı İkinci Dünya Savaşı
sonrası ortaya çıkmıştır. Söz konusu kavram yer bilimin (jeoloji) belirlediği
öğeler üzerine dayanmaktadır. Bu nedenle, kıta sahanlığını, hukuksal açıdan
ele almadan önce, dünyamızın yer bilim açısından yapısını kısaca tanımak
gerekir.4
Dünya yer bilimsel açıdan iki değişik yer kabuğuna sahip
bulunmaktadır: i. Deniz seviyesinin üstünde kalan kıtalar; ii. Deniz
seviyesinden yaklaşık 5 km derinliği olan büyük okyanus tabanları. Söz
konusu iki büyük oluşum yer kabuğunun yüzünü ve ikisi arasındaki sınırı, kıta
sahanlığının da yer aldığı kıta kenarını (continental margin) teşkil etmektedir.
Jeolojik ve jeofizik incelemeler kıtaları oluşturan yer kabuğu ile okyanusları
oluşturan yer kabuğunun çok belirgin farklılıklarının olduğunu ortaya
3 Hüseyin PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı ve Ege Kıta Sahanlığı Sorunu,” Aziz Köklü’nün Anısına Armağan, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 535, Ankara, (1984), s. 395. 4 Hüseyin PAZARCI, Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, 7. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s. 363; Hüseyin PAZARCI, Uluslararası Hukuk, 1. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s. 277.
6
koymaktadır.5 Yer kabuğunu, iç kısımdan ayıran çok belirgin Mohorovicic
yüzeyine kadar dış kabuğun kalınlığı, kıtalar altında ortalama 35 km ve
okyanuslar altında ortalama 6 km’dir. Yer kabuğunun yaklaşık %40’ını
oluşturan kıtasal kabuk daha kalın, fakat hafif granitik malzemeden; kıtasal
kabuğun altında da devam eden, okyanus tabanını oluşturan okyanus
kabuğu ise daha ince, fakat daha ağır bazaltik malzemeden oluşmaktadır.6
Sözü edilen iki kütle arasında geçişi oluşturan kıta kenarları, Atlantik ve Hint
Okyanus’ları çevresinde Pasifik Okyanusu’nu çevreleyen kıta kenarına göre
genellikle daha geniştir. Toplam okyanus yüzeyinin yaklaşık %15’i kıta
kenarının sualtında kalmış kısmını oluşturmaktadır. Kıta kenarı 4 bölümden
meydana gelmektedir. Bunları karadan denize doğru tanımlarsak:7
1. Deniz Seviyesi Üstündeki Kıyı Düzlüğü: Kıta kenarının deniz
yüzeyi ile birleştiği yere kadar uzanan kara bölümüdür.8
2. Yer Bilimsel Anlamda Kıta Sahanlığı9 (Continental Shelf):
Jeolojik anlamda kıta sahanlığı, kıyıdan sonra hemen başlayan sualtı
alanıdır. Yüzeyi kilometre başına ortalama 1.7 metre dalmaktadır. Kıta
sahanlığı ortalama, 135 metre derinliğe kadar inmektedir. Ancak 600 metre
derinliğe kadar inen yerler de vardır. Genişliği ortalama 75 km olup,
5 Cengiz KARAKÖSE, “Ege’deki Deniz Sorunlarında Türk ve Yunan Görüşleri: Jeolojik Açıdan,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986, s. 53-54. 6 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 364; KARAKÖSE, s. 54. 7 Şekil için bkz. Ek-1. 8 KARAKÖSE, s. 54. 9 Yer bilimsel anlamda kıta sahanlığını, hukuki anlamda kıta sahanlığıyla karıştırmamak gerekir. Jeolojik (yer bilimsel) anlamda kıta sahanlığı, hukuki anlamda kıta sahanlığının bir bölümünü oluşturur. Başka bir deyişle, hukuki anlamda kıta sahanlığı; yer bilimsel anlamda kıta sahanlığı, kıta yamacı ve kıta yükseliminin tümünü içerir. PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 367.
7
Sibirya’nın kuzeyinde olduğu gibi 700 km’ye kadar da çıkabilmektedir.
Kıtaların aşınması sonucu oluşan kum, çakıl, toprak ve diğer malzemelerin
akarsularla denize getirildiği deltalar; dalgaların kıyıdan aşındırdığı yine kum,
çakıl ve toprak malzeme ile kimyasal ve biyolojik yollarla oluşan kireç
taşlarının meydana getirdiği tortul kayalar, genellikle kıta sahanlığını
kaplamaktadır. Yüz milyonlarca sene süregelen bu olay sonucu, kalınlığı
binlerce metreye ulaşan çökel tabakalar meydana gelmektedir. Kıta
sahanlıklarını örten çökel kayalardan halen dünya petrolünün %20’si
üretilmektedir. Gelişen teknolojiye bağlı olarak üretim miktarı artmaktadır.10
3. Kıta Yamacı ya da Şevi (Continental Slope): Kıta kenarı ile
denizin birdenbire derinleştiği bölgede yer alır. Kıta yamacının ortalama
derinliği 1500-4000 metredir. Genişliği 20-100 km arasındadır. Deniz
tabanının yaklaşık %8.5’ini oluşturur. Dünyadaki toplam alanı 55 milyon
km2’dir.11
4. Kıta Yükselimi ya da Eşiği (Continental Rise): Kıta yamacının
tabanından, okyanus tabanına doğru, çok az eğimli olan kısımda yer alır.
Ortalama eğimi 0.5 derecedir. Genişliği 0-600 km; derinliği ise 4000-5000
metre arasında değişir. Toplam alanı, 25 milyon km2’dir.12 Kıta yükseliminin
de önemli petrol potansiyeline sahip olduğu tahmin edilmektedir. Ege
Denizi’nde olduğu gibi yarı kapalı ve kapalı denizlerde kıta yükselimine pek
10 İbrahim KÂMİL, “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Kıta Sahanlığı Meselesi I,” Batı Trakya’nın Sesi, S: 27 (Şubat 1991), s. 25; KARAKÖSE, s. 54-57. 11 Aslan GÜNDÜZ, The Concept of the Continental Shelf in its Historical Evolution (With Special Emphasis On Entitlement), Marmara Üniversitesi Yayın No: 490, İstanbul, 1990, s. 5-6. 12 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 6.
8
az rastlanmaktadır. Kıta kenarından sonra ise, okyanus tabanı
başlamaktadır.13
Bazı bölgelerde doğal anlamda hiçbir kıta sahanlığı bulunmayabildiği
gibi14 bazen kıta sahanlığı çok dar ya da tam tersine pek geniştir.15 Adaların
çevresinde de kıta sahanlığı olabilir; sığ denizlerde bütün adaların ortak
sahanlığı, kıta ile birlikte bir bütün oluşturabilir. Kıta sahanlığı bazen düz ve
muntazam16; bazen de özellikle dağlık bölgelerde, engebeli olur.17
II. HUKUKİ AÇIDAN KITA SAHANLIĞININ TARİHSEL GELİŞİMİ
A. GENEL OLARAK
İnsanlığın, karalardaki iktisadi imkânların giderek azaldığını görmesi,
yeni kaynak arayışlarını hızlandırmıştır. Denizlerin de karalar gibi birçok
bakımdan zengin olduğunun keşfedilmesi insanoğlunu denizlere yöneltmiştir.
Deniz dibinde inci, mercan, sünger ile çok zengin mineral yataklarının
bulunması, 19’uncu yüzyıldan itibaren deniz dibinde bulunan canlı - cansız
zenginliklere petrol ve doğal gazın da eklenmesiyle, devletlerin deniz ve
deniz dibine olan ilgileri artmıştır.
13 KARAKÖSE, s. 57. 14 Örneğin; And Dağları Kıyıları. 15 Örneğin; Guyana Kıyıları. 16 Örneğin; Fransa ve İngiltere Sahilleri. 17 Melda SUR, Uluslararası Hukukun Esasları, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, 2000, s. 316.
9
Gelişen teknolojinin insanoğluna, denizin ulaşılmaz kabul edilen
kesimlerini dahi kontrol altına alarak işletme imkânı sunması, devletlerin
denizler üzerinde hâkimiyet kurma çabalarını artırmıştır.18
Devletlerin tek taraflı iddiaları ve eylemleri ile başlayan denizlerde
hâkimiyet kurma süreci, devletlerin sayısının artması, teknolojinin
gelişmesine paralel olarak deniz alanlarının araştırılması ve işletilmesi
imkânlarının çoğalması ile daha karmaşık bir hale gelmiş ve hukuki
düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılmıştır. İlk olarak karasuları
sınırlandırılmasıyla başlayan üç, dört, altı mil ya da top menzili gibi mesafe
ölçüleri ile şekillenerek iki yüzyıla yakın bir süre devam eden tartışmalar daha
sonra kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge gibi kavramları da içine
alarak genişlemiştir.19
Kıta sahanlığı kavramı, tarihsel gelişimi içinde incelendiğinde,
Truman Bildirisi’nden önce de, bazı devletlerin kıta sahanlığı üzerinde hak
iddia ettikleri görülmüştür. Kıta sahanlığı üzerindeki iddialar 1900’lerin
başlarına kadar uzanmaktadır. Portekiz, 9 Kasım 1910 tarihli Kararname ile
kıta sahanlığında 100 kulacı aşmayan derinliklerde, deniz dibini tarayarak
balık avlamanın balıkların hem gıda sahasını, hem de balık yuvalarını yok
etmekte olduğu, böylece yeri doldurulmaz bir servet kaybına sebep olduğu
gerekçesiyle; 100 kulaçtan az derin yerlerde ve sahilden üç milden uzaklıkta
18 Mehmet GÖNLÜBOL, “Konunun Takdimi,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986, s. 4. 19 Enver BOZKURT – M.Akif KÜTÜKÇÜ – Yasin POYRAZ, Devletler Hukuku, Gözden Geçirilmiş Üçüncü Baskı, Nobel Yayınları, Ankara, 2003, s. 115.
10
bu yöntemle avlanmayı yasaklamıştır.20 Portekiz’in 1910 tarihli Kararnamesi
ile, ilk kez kıta sahanlığı üzerinde balıkçılık düzenlenmeye çalışılmış ve
ulusal yetki, karasularının dışındaki bir alana genişletilmiştir.21
Daha sonraları kıta sahanlığı meselesi balıkçılıkla ilgili olarak, çeşitli
konferanslarda ele alınmaya başlanmıştır. Kıta sahanlığının balık bakımından
en zengin bölge olduğunu saptayan İspanyol oseanograf Odon de Buen,
1916 yılında Madrid’te toplanan İspanya Ulusal Balıkçılık Kongresi’nde
karasularının bütün kıta sahanlığını kapsayacak şekilde genişletilmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. 1916 yılında Arjantin’li denizci Segundo R. Storni
de aynı görüşü öne sürmüş; 1927 yılında ise, Lizbon Üniversitesi
profesörlerinden Magelhaes Milletler Cemiyeti’ne verdiği raporda; Arjantin’li
uluslararası hukuk profesörü Suarez, San Paulo Konferansı’nda; hem
balıkların korunması hem de gelişen deniz sanayinin ihtiyaçları açısından
faydalı olacağı gerekçeleriyle karasularının bütün kıta sahanlığı boyunca
genişletilmesi görüşünü benimsemişlerdir.22
İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında Amerika Devletleri Teşkilatı’nın
21 üyesi tarafından yayınlanan, 3 Ekim 1939 tarihli Panama Bildirisi’nde bu
devletler, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldıkları süre zarfında, kıtanın
20 Kıta Sahanlığı ve Sorunları, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul, 1974, s. 5. 21 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 16. 22 Edip F. ÇELİK, Milletlerarası Hukuk, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1987, s. 221; D.P.O’CONNELL, The International Law of the Sea, Clarendon Press, Oxford, 1982, s. 469-470; KÂMİL, “Türkiye ile I…,” s. 26.
11
savunmasını sağlamak amacıyla, genişliği 50-300, yer yer 1200 millik
mesafeye kadar açık denizde, güvenlik bölgeleri ilan etmişlerdir.23
Deniz altı doğal kaynakları bakımından kıta sahanlığını, uluslararası
uygulamanın konusu haline getiren ilk girişim ve ilk uluslararası belge,
İngiltere ile Venezüella arasında 26 Şubat 1942’de imzalanan Paria
Körfezi’nin deniz altı sahaları ile ilgili olan Paria Körfezi Antlaşması’dır.
Paria Körfezi, İngiliz sömürgesi Trinitad ile Venezüella arasında
bulunan ve genişliği 70, uzunluğu 30 mil olan, derinliği ise 200 metreden az
bir kıta sahanlığı teşkil eden ve petrol bölgesi olduğu tahmin edilen bir
körfezdir.24
Paria Körfezi Antlaşması ile; İngiltere ve Venezuella, Paria Körfezi’ni
bölüşmüşler ve böylece kıta sahanlığının işletilmesi iki devlet arasında
paylaşılmıştır. Böylelikle o tarihe kadar sadece, balıkçılık bakımından ele
alınmış olan kıta sahanlığı sorunu deniz altı madenciliği ile ilgili olarak da
ortaya çıkmıştır. Paria Körfezi Antlaşması iki taraflı olması nedeniyle yalnız
bu devletleri bağlamaktadır.25 Paria Körfezi Antlaşması’ndan sonra, kıta
sahanlığı sorununda sadece balıkçılık yönünü düşünen ülkeler dikkatlerini
petrole çevirmişler ve kendi bölgelerinde de bu stratejik hammaddenin var
olabileceği ihtimalini düşünmeye başlamışlardır. Bu sebeple Paria Körfezi 23 Sevin TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi Yer ve Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği, Gözden Geçirilmiş Dördüncü Bası’dan Tıpkı Beşinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 1996, s. 192. 24 Seha L. MERAY, Devletler Hukukuna Giriş, C: I. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1959, s. 466; Richard YOUNG, “Recent Developments with Respect to the Continental Shelf,” The American Journal of International Law, Volume: 42, No: 4 (October 1948), s. 850. 25 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 20.
12
Antlaşması, kıta sahanlığının işgaline ilişkin olmasına rağmen, diğer
devletlerden tepki görmemiştir.26
B. TRUMAN BİLDİRİSİ
Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) Başkanı Harry S. Truman, 28
Eylül 1945’te iki bildiri yayınlamıştır. Bu bildirilerden ilki, “kıta sahanlığının yer
altı ve deniz yatağı doğal kaynakları” ile, ikincisi ise, “açık denizin bazı
bölgelerinde sahil balıkçılığı” ile ilgilidir.27 Kıta sahanlığının uygulanan hukuk
kavramı olarak ortaya çıkması, Truman’ın ilk bildirisiyle olmuştur.28
Yeni kaynakların araştırılması, uygun bir biçimde işletilmesi ve
korunması gereği nedeniyle, A.B.D. kıyılarına bitişik olan ve açık deniz
altında yer alan kıta sahanlığını oluşturan deniz yatağı ile onun toprak altı
alanlarının doğal kaynaklarının, A.B.D.’ye ait olup, onun yetki ve kontrolüne
tâbi olduğu hususunun duyurulduğu Bildiri’de, kıta sahanlığında kıyı devletine
inhisari haklar tanınması zorunluluğu bugün de geçerli kalan şu gerekçelere
dayanılarak doğrulanmak istenmiştir.29
- Devletin deniz yatağı ve altındaki doğal kaynakları işletebilmesi
ve bu kaynakların korunması, kıyıdan işbirliği yapılması ve önlem
alınmasını gerektirir;
26 Kıta Sahanlığı ve Sorunları, s. 6; KÂMİL, “Türkiye ile I…,” s. 26. 27 MERAY, s. 467; ÇELİK, s. 222. 28 PAZARCI, Uluslararası…, s. 278; Truman Bildirisi metni için bkz. Aslan GÜNDÜZ, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, 5. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2003, s. 460. 29 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 196.
13
- Kendini koruma kaygısı, kıyı devletini, kıyıların ötesinde, bu
kaynakların işletilmesi için yapılması gerekli olan faaliyetleri
yakından izlemek zorunda bırakmaktadır;
- Kıta sahanlığı olarak tarif edilen alandaki kaynaklar, çok kez
ülkesindeki damar veya birikintilerin denize doğru bir uzantısını
oluşturur.
- Kıta sahanlığı, sahildar devletin kara ülkesinin bir uzantısıdır ve
bu nedenle doğal olarak ona aittir.30
Bildiri, ayrıca komşu devletlerle kıta sahanlığının sınırlandırılması
gerekiyorsa sınırlandırmanın hakça ilkelere göre yapılacağını
vurgulamaktadır. Bu arada, kıta sahanlığı üzerinde yer alan açık denizin
rejiminde herhangi bir değişiklik olmayacağı da ilan edilmektedir.31
Truman’ın Bildirisi’ne konu olan kıta sahanlığının yüzeyi 760.000 mil
kareden fazladır. Amerikan kıta sahanlığının genişliği Atlantik’te 20-250 mil,
Pasifik’te 150 mil arasındadır.32
Truman Bildirisi’nin sözünü etmediği temel sorunlardan olan, bir kıyı
devletinin kıta sahanlığı alanının nereye kadar uzanacağı konusundaki
açıklama ise, Bildiri’ye ilişkin olarak A.B.D. Hükümeti’nce yapılan basın
30 Sertaç Hami BAŞEREN, “Kıta Sahanlığı: Doğal Uzantı ve Mesafe İlkesi İlişkileri,” Dış Politika Dergisi, C: VI, S: 1 (Nisan 1995), s. 53. 31 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 365; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 397. 32 MERAY, s. 468.
14
bildirisinde yer almaktadır. Söz konusu basın bildirisine göre, kıta sahanlığı,
deniz yatağının 100 kulaç (200 metre) derinliğine kadar olan bölgeyi
kapsayabilecektir.33
C. LATİN AMERİKA DEVLETLERİ VE DİĞER DEVLETLERİN
KITA SAHANLIĞI İLE İLGİLİ İDDİALARI
Truman Bildirisi’nin hemen arkasından başlayarak birçok devletin,
kendi kıta sahanlıkları üzerinde, çeşitli haklar ve yetkiler öne sürdükleri
gözlenmektedir.34
Latin Amerika Devletleri iddialarını ya anayasalarında değişikler
yaparak ya da kanunlar, kararnameler ve bildiriler şeklinde tek taraflı
tasarruflarla açıklamışlardır. Hemen hepsi, iddialarına dayanak olarak şu
sebepleri öne sürmüşlerdir:
i. Coğrafi, morfolojik ve jeolojik bakımlardan kıta sahanlığı kıtaya,
dolayısıyla ülkeye bağlıdır;
ii. Kıta sahanlığında zengin doğal kaynaklar bulunmaktadır; bunlar
üzerinde ilgili sahildar devletin hakları vardır;
iii. Açık denizlerdeki balık kaynaklarını korumak, sahildar devlet için
hayati bir önemi haizdir;
33 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 365; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 397. 34 PAZARCI, Uluslararası…, s. 278.
15
iv. Diğer devletler de bu şekilde hareket etmektedir ve böylece bir
devletler hukuku kuralı oluşmuş bulunmaktadır;
v. Bu çeşit iddialarda bulunmak ve bu çeşit tedbirler almak devletin
görevlerindendir.35
Meksika, 29 Ekim 1945 tarihli Kararname ile; kıta sahanlığı üzerinde
yetkileri olduğunu ve balıkçılık muhafaza bölgelerinde denetim ve işletme
haklarını kullanacağını ilan etmiştir. Esasen bütün Latin Amerika Devletleri
arasında kıta sahanlığından ne anladığını (200 metre derinlik kıstası) bildiren
de sadece Meksika’dır.
Panama, 1 Mart 1946 tarihli Anayasa ile; kara ülkesindeki
yetkilerinin, kıta sahanlığı ve bunun üzerindeki suları da kapsadığını
belirtmiştir.
Arjantin, 11 Ekim 1946 tarihli Kararname ile; kıta sahanlığı olarak
adlandırılan deniz altı platformunun anakara parçası ile bir bütün halinde
olduğunu ilan etmiştir.
Şili, 23 Haziran 1947 tarihli Başkanlık Bildirisi ile; Peru, 1 Ağustos
1947 tarihli Kararname ile; kıta sahanlıkları üzerinde tam yetkilerini ilan
etmişler; 200 mil genişlik olarak tespit ettikleri sahillerine bitişik açık deniz
parçaları üzerinde de hâkimiyetlerini açıklamışlardır. Böylece karasularını
200 mile kadar genişletmiş olmaktadırlar.
35 MERAY, s. 469.
16
Guatemala, 30 Ağustos 1949 tarihli Kanun ile; devletin sahillerine
bitişik kıta sahanlığı üzerinde, devredilmez hakkı olduğunu kabul etmiştir.
Kosta Rİka, 7 Kasım 1949 tarihli Kanun ile; derinliği ne olursa olsun,
sahillerinden itibaren 200 mil mesafe dahilindeki suların ve sualtı
zenginliklerinin kendisine ait olduğunu kabul etmiştir.
Honduras, 28 Ocak 1950 tarihli Kararname ile; kıta sahanlığı ve
bunu örten sular üzerinde, devletin egemen olduğunu ilan etmiştir.
Nikaragua, 1950 tarihli Anayasa ile; Ekvador, 1950 tarihli
Kararname ile ve El Salvador, 7 Eylül 1950 tarihli Anayasa değişikliği ile kıta
sahanlıklarını ülkelerine dahil etmişlerdir.
Brezilya, 8 Kasım 1950 tarihli Kararname ile, kıta sahanlığının,
Brezilya ülkesinin devamı niteliğinde olduğunu ilan etmiştir.36
Görüldüğü gibi, Latin Amerika ülkelerinin hemen hemen tamamı,
karasuları üzerinde sahip oldukları hakları açık deniz üzerinde, yani kıta
sahanlığında da devam ettirmek istemişlerdir. Açıkça kıta sahanlığında tam
egemenlik hakkını savunmuşlardır. Bazı devletler ise; kıta sahanlığı ile
birlikte bunu kaplayan suları, bazıları da kıta sahanlığıyla ilgili olsun veya
olmasın kendilerinin belirlediği saha içinde kalan suları egemenlikleri altına
almak arzularını göstermişlerdir.37
36 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 28-38; YOUNG, s. 851-854. 37 MERAY, s. 470.
17
Latin Amerika ülkelerinin aşırı talepleri, diğer birçok devletin de kıta
sahanlığı konusunda haklar ileri sürmelerine sebep olmuştur. Bu
devletlerden; Suudi Arabistan, 28 Mayıs 1949 tarihli Krallık Bildirisi ile, kıta
sahanlığı terimini kullanmadan Basra Körfezi’nin, deniz altı sahalarında
egemenlik iddiasında bulunmuştur. Bahreyn, Katar, Abu Dabi, Kuveyt’de,
Suudi Arabistan ile aynı yönde iddialarda bulunmuşlardır. Filipinler, 1949
tarihli Petrol Kanunu ile kıta sahanlığında bulunacak petrol kaynakları
üzerinde, devlet mülkiyetini kabul etmiştir. Pakistan, 9 Mart 1950 tarihli Bildiri
ile, sahilleri boyunca, 100 kulaç derinliğe kadar açık deniz yatağının, Pakistan
ülkesine dahil olduğunu ilan etmiştir. İsrail, 3 Ağustos 1952 tarihli Bildiri ile
sahillerine bitişik ve karasuları dışındaki deniz altı bölgelerinin, deniz yatağı
ve yer altının da ülkesine dahil olacağını ilan etmiştir. Avusturalya da, 10
Eylül 1953 tarihinde yayınladığı iki Bildiri ile, Avustralya ve Yeni Gine kıta
sahanlıkları üzerinde, egemenliğini ilan etmiştir.
Ayrıca iki devlet, İzlanda ve Güney Kore, sahillerine yakın açık
denizlerde balık avcılığıyla ilgili yetkiler iddia etmişlerdir. İzlanda, kıta
sahanlığının sınırları içinde, balık muhafaza sahaları tesis etmeyi ve bu
sahalar içinde gerekli tedbirleri alma yetkisini, 5 Nisan 1948 tarihli Kıta
Sahanlığındaki Balık Kaynaklarının Bilimsel Korunması Hakkındaki Kanun ile
kabul etmiştir. Güney Kore ise, 18 Ocak 1952 tarihli Bildiri ile, Kore
sahillerine bitişik denizler üzerinde, buradaki doğal kaynakları muhafaza
etmek ve işletme amacıyla, egemenliğini ilan ettiği gibi, Syngman Rhee Hattı
18
adını verdiği hat içine yabancı balıkçıların girerek, avlanmalarını yasak
etmiştir.38
A.B.D. bu gelişmeler karşısında endişelenerek, gönderdiği çeşitli
notalarda bu uygulamalarla, devlet egemenliğinin karasuları dışında da
kullanılmak istendiğini, bunun uluslararası hukuk prensiplerine aykırı bir
durum oluşturduğunu ve A.B.D.’nin, üç millik karasuları dışındaki egemenlik
hakkı iddialarını kabul etmeyeceğini bildirmiştir.39
D. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER HUKUK KOMİSYONU’NUN
ÇALIŞMALARI
Devletlerin kıta sahanlığı konusundaki farklı anlayış ve
uygulamalarının yarattığı sorunlar, kıta sahanlığı konusunda uluslararası
alanda ortak bir anlayış geliştirme ihtiyacını doğurmuş, böylece bu konu ile
ilgili olarak Birleşmiş Milletler (B.M.) bünyesinde bir Hukuk Komisyonu
oluşturulmuştur. Komisyon, kıta sahanlığı üzerinde bilhassa, 1951 ve 1953
toplantılarında durmuştur. Birleşmiş Milletler Hukuk Komisyonu’nun 1951
toplantısında tartışılan tasarının 1’inci maddesinde, kıta sahanlığı şöyle
tanımlanmıştır: “Kıta sahanlığı terimi, kıyılara bitişik, fakat karasuları
bölgesinin dışında, üzerindeki suların derinliğinin, doğal kaynakların
işletilmesine olanak verdiği noktaya kadar uzanan, deniz yatağı ve deniz altı
bölgelerinin toprak altını belirtir.” Tanımlamadan anlaşılacağı üzere
Komisyon, 200 metre derinliği sınır olarak kabul etmemiştir. Ayrıca bu
38 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 39-44. 39 United Nations, Laws and Regulations on the Regime of the High Seas, Volume:II, 1951, s. 38.
19
tanımlama, suların derinliği nedeniyle doğal kaynakların işletilmesine teknik
bakımdan olanak bulunmayan bölgeleri, kıta sahanlığının dışında bırakmıştır.
Komisyon, birinci tasarı hakkında devletlerin görüşlerini aldıktan
sonra ikinci tasarı kaleme alınmıştır.
1953 Tasarısı’nın 1’inci maddesinde ise, kıta sahanlığı teriminden
“sahillere bitişik fakat karasuları bölgesi dışında kalan ve 200 metre derinliğe
kadar uzanan deniz altı bölgelerinin deniz yatağı ve yer altı” anlaşılmaktadır.
Bu maddeye göre; Komisyon, işletilebilme ölçütünü bırakarak, 200 metre
derinliği kabul etmektedir. Çünkü Komisyon, devletlerin değişik sınırlar kabul
etmelerinin güçlükler doğuracağını düşünmüştür.40
1956 yılında, Komisyon, konuyla ilgili maddeyi bir kez daha
değiştirmiştir. Komisyon’un, 1956 tarihinde hazırladığı nihai tasarıda, kıta
sahanlığına ilişkin maddeler, 67-73 arasındaydı. Söz konusu Tasarı’nın
67’nci maddesinde kıta sahanlığı terimi, “sahillere bitişik fakat karasuları
bölgesinin dışında kalan ve 200 metreye (100 kulaç) kadar derinliği olan,
deniz altı bölgelerinin deniz yatağı ile toprak altını veya bu derinlikten sonra,
üstündeki sular derinliğinin adı geçen bölgelerin doğal kaynaklarının
işletilmesine olanak veren yeri ifade etmek üzere kullanılır.” şeklinde
40 İlhan LÜTEM, Devletler Hukuku Dersleri, İkinci Kitap, Gözden Geçirilmiş İlaveli İkinci Baskı, Balkanoğlu Matbaacılık, Ankara, 1960, s. 150-151; ÇELİK, s. 224.
20
tanımlanmıştır. Böylece Komisyon, “200 metre derinlik ve işletilebilir derinlik”
ölçütleriyle kıta sahanlığını, formüle etmiştir.41
Komisyon’un hazırladığı 1951 ve 1953 tarihli tasarıların 2’nci ve
1956 tarihli tasarının 68’inci maddeleri ile; sahildar devletin, doğal
kaynakların araştırılması ve işletilmesi amacıyla, kıta sahanlığı üzerinde
egemen haklar kullanma yetkisi olduğu belirtilmiş, 1951 ve 1953 tarihli
Tasarılar’ın 3’üncü ve 1956 tarihli Tasarı’nın 69’uncu maddesinde; sahildar
devletin kıta sahanlığı üzerindeki haklarının, ne kıta sahanlığı üstündeki
suların açık deniz rejimine, ne de söz konusu sular üzerindeki hava sahası
rejimine halel getireceği ifade edilmiştir. 1956 tarihli Tasarı’nın 72’nci
maddesinde; kıta sahanlığı sınırlandırılmasında uygulanacak usul
düzenlenmiştir. Sözü edilen maddeye göre; “I. Aynı kıta sahanlığının sahilleri
karşı karşıya bulunan iki veya daha çok devletin ülkesine bitişik olması
halinde kıta sahanlığının sınırı, bu devletler arasında anlaşma ile tespit edilir.
Böyle bir anlaşmaya varılamadığı takdirde ve özel şartlar başka bir sınır hattı
kabulünü haklı göstermiyorsa, devletlerden her birinin karasularının
genişliğinin ölçüldüğü esas hatlardan bütün noktaları eşit mesafede bulunan
orta hat sınırı teşkil edecektir. II. Aynı kıta sahanlığının hem sınır iki devletin
ülkesine bitişik olması halinde kıta sahanlığının sınırı bu devletler arasında
anlaşma ile tespit edilir. Böyle bir anlaşmaya varılamadığı takdirde ve özel
şartlar başka bir sınır hattı kabulünü haklı göstermiyorsa, sınır iki devletten
her birinin karasularının genişliğini ölçmede başlangıç olarak kabul edilen
41 LÜTEM, Devletler II…, s. 151, ÇELİK, s. 224.
21
esas hatlardan eşit mesafede bulunma prensibinin uygulanması ile tespit
edilecektir.”42
Komisyon’un, 1950-1956 yılları arasında yaptığı çalışmalar sonucu
73 madde içeren bir antlaşma taslağı ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu, Komisyon raporunu 21 Şubat 1957 tarih ve 1105 (XI) sayılı
Kararı ile kabul ederek, bu konuda bir uluslararası konferans toplanmasına
karar vermiştir. Birinci Deniz Hukuku Konferansı olarak anılan Konferans, 24
Şubat 1958- 27 Nisan 1958 tarihleri arasında Cenevre’de toplanmıştır.43
E. 1958 CENEVRE KITA SAHANLIĞI SÖZLEŞMESİ VE
SONRASINDA GÖRÜLEN DAVALAR
1. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi
Cenevre’de yukarıda belirtilen tarihler arasında toplanan Deniz
Hukuku Konferansı, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 13’üncü maddesinin
1’inci fıkrasının a bendine44 göre; devletler hukukunun tedrici gelişmesi ile
tedvinini sağlamak amacıyla toplanan uluslararası konferansların ilkidir.45
Konferans’a Birleşmiş Milletler Örgütü üyesi olan bütün devletler ve Örgüt’e
üye olmayan bazı diğer devletler davet edilmişlerdir. Toplantıya fiilen katılan
42 İlhan LÜTEM, Deniz Hukukunda Gelişmeler Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları No: 137, Ankara, 1959, s. 359-395. 43 PAZARCI, Uluslararası II…, s. 291. 44 Birleşmiş Milletler Antlaşması metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 86-105. 45 Ömer İlhan AKİPEK, Devletler Hukuku Başlangıç Birinci Kitap, İstiklal Matbaası, Ankara, 1963, s. 85; Bazı yazarlar bu alandaki konferansların ilki olarak La Haye Konferansı’nı kabul etmektedir. İlhan LÜTEM, Devletler Hukuku Dersleri, Birinci Kitap, Gözden Geçirilmiş ilaveli İkinci Baskı, Balkanoğlu Matbaacılık, Ankara, 1959, s. 32.
22
devletlerin sayısı önce 87 iken, Konferans sırasında Mısır ve Suriye’nin
birleşmesi sonucunda bu rakam 86’ya inmiştir.46
Konferans çalışmalarına, Komisyon’un hazırlamış olduğu 73 madde
içeren antlaşma taslağı temel teşkil etmiştir. Konferans, beş komisyon
halinde çalışmalarına başlamıştır. Birinci Komisyon, karasuları rejimi; İkinci
Komisyon, açık deniz umumi rejimi; Üçüncü Komisyon, açık denizlerde
balıkçılık ve denizin canlı kaynaklarının korunması; Dördüncü Komisyon, kıta
sahanlığı ve Beşinci Komisyon ise, denize çıkışı olmayan devletleri
ilgilendiren sorunlar hakkında çalışmak üzere oluşturulmuştur.47
24 Şubat 1958 – 27 Nisan 1958 tarihleri arasında Cenevre’de
toplanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı sonunda; dört
Sözleşme, bir Protokol48 ve çeşitli konularda dokuz karar49 kabul edilmiştir.
Bu sözleşmelerden; Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi 10 Eylül 1964,
Açık Deniz Sözleşmesi 30 Eylül 1962, Balıkçılık ve Açık Denizin Canlı
Kaynaklarının Korunması Hakkında Sözleşme 20 Mart 1966, Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi 10 Haziran 1964 tarihlerinde yürürlüğe girmiştir.50 Anılan
46 AKİPEK, s. 85; LÜTEM, Devletler I…, s. 32. 47 AKİPEK, s.86; LÜTEM, Devletler I…, s. 31. 48 Uyuşmazlıkların Mecburi Surette Halline Dair İmzalanması İhtiyari Protokol. 49 Dokuz Karar: 1. Açık Denizde Nükleer Tecrübeler, 2. Açık Denizin Radyoaktif Maddelerle Kirletilmesi, 3. Balıkçılık Kaynaklarının Muhafazasına Dair Uluslararası Sözleşmeler, 4. Muhafaza Tedbirlerinde İşbirliği, 5. Denizin Canlı Kaynaklarının Öldürülmesinde İnsani Metotların Kullanılması, 6. Sahil Balıkçılığını İlgilendiren Hususi Durumlar, 7. Tarihi Sular Rejimi, 8. Birleşmiş Milletler İkinci Deniz Hukuku Konferansı’nın Davet Edilmesi, 9. Devletler Hukuku Komisyonu’na Teşekkür. AKİPEK, s. 86. 50 Aydoğan ÖZMAN, “Deniz Hukukunda Yeni Gelişmeler,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986, s. 12.
23
sözleşmeler, deniz hukuku ile ilgili hukuku evrensel planda ilk defa tedvin ve
formüle eden sözleşmelerdir.51
15 maddeden oluşan ve Türkiye’nin taraf olmadığı52 1958 Cenevre
Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde hukuki bir kavram olarak kıta sahanlığının
tanımı ilk kez yapılmıştır.
Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 1’inci maddesinde kıta sahanlığı; “a.
Kıyıya bitişik, fakat karasuları sahasının dışında 200 metre derinliğe kadar
olan sualtı alanlarının deniz yatağını ve toprak altını veya o derinliğin
ötesinde, üsteki suların derinliğinin zikredilen alanların doğal kaynaklarını
işletmeye imkân tanıdığı yere kadar uzanan yerleri, b. Adaların kıyılarına
bitişik olan benzeri sualtı alanlarının deniz yatağı ve toprak altını ifade etmek
üzere kullanılmıştır.”53 biçiminde tanımlanmıştır.
Sözleşme’ye göre; bir kıyı devletinin kıta sahanlığının dış sınırı,
birbirinden farklı iki ayrı ölçüte göre saptanabilecektir: 1. 200 metre derinlik;
2. 200 metre derinlikten sonra, eğer bu bölge işletmeye olanak verirse,
işletilebilme.54
51 GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 311. 52 GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 338. 53 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 339-341. 54 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 398; İkinci ölçüt, teknolojik gelişmeler nedeniyle değişebilecek bir ölçüttür. İkinci ölçüt sınırlanmaksızın kabul edilirse, yakın gelecekte, bütün açık denizlerin sualtı alanlarının, orta hatta kadar, devletler arasında paylaştırılması ve devletlerin bu alanlarda inhisari haklar ileri sürmeleri yolu açık olacaktır. Karasularının ötesindeki deniz dibi kaynakları üzerinde bu tür aşırı iddiaların önlenmesi amacıyla doktrinde, ikinci ölçüte sınırlı bir anlam vermek için değişik yorumlar yapılmıştır. Buna göre, Sözleşme’de deniz dibi kaynakları üzerinde inhisari yetkilerin kullanılabileceği alanların sınırsız olması, hiçbir zaman düşünülmediğinden, işletilebilme ölçütünün maddede yer alan diğer deyimlerin ışığı altında yorumlanması gerekir. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 198-199.
24
Söz konusu iki ölçütün birlikte kabulü ile, kıta sahanlığı kavramının
jeolojik anlamından sapılmıştır. Çünkü kıta sahanlığı, jeolojik bakımdan
genellikle 200 metre derinlikte son bulur. Bu çözüm, bir yandan, derinliği
hiçbir yerde 200 metreye ulaşmayan bazı sığ sualtı bölgelerinde kıyı
devletinin haklarının saklı tutulması; öte yandan, geniş bir kıta sahanlığı
bölgesi bulunmayan, deniz dibinin birdenbire büyük derinliklere ulaştığı
kıyılara sahip devletlerle doğal olarak böyle bir bölgeye sahip devletler
arasında eşitlik sağlamak için kabul edilmiştir.55
Sözleşme’nin 1’inci maddesinin b fıkrasında; adaların da ilke olarak
kıta sahanlığına sahip olduğu ve adalara ait kıta sahanlığının saptanmasında
da aynı esaslara başvurulacağı belirtilmiştir.
Sözleşme’nin 2’nci maddesi, kıta sahanlığı kavramı çerçevesinde
kıyı devletinin sahip olduğu haklar ve yetkilerin niteliği konusunda ışık
tutmaktadır. Anılan maddeye göre; bu haklar ve yetkilerin münhasır olarak
kıyı devletine ait olduğu ve kıyı devletinin bunlara sahip olması için herhangi
bir uygulama ya da ilan etmeye gerek olmadığı kabul edilmektedir.56
Sözleşme’nin 3’üncü maddesinde; kıyı devletine kıta sahanlığı
üzerinde tanınan hakların, kıta sahanlığı üzerindeki su alanının ve onun
üstünde yer alan hava sahasının rejimini etkileyemeyeceği, Sözleşme’nin
4’üncü maddesinde; kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerinde deniz altı kablo ve
petrol borularının döşenmesini ve bakımını engelleyemeyeceği, ancak kıyı
55 GÜNDÜZ, The Concept…, s. 60; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 197. 56 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,”s. 398; PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 365-366.
25
devletinin kıta sahanlığında araştırma yapması ve doğal kaynakların
işletilmesi için makul tedbirleri almak hakkının saklı olduğu düzenlenmiştir.
Sözleşme’nin 5’inci maddesinde; kıta sahanlığında araştırmaların
yapılması, bu araştırmaların denizin biyolojik varlığına zarar vermeyecek
şekilde düzenlenmesi, araştırmaların yapılması için gerekli araç ve tesislerin
kurulması, bakımı, korunması ve tesislerin etrafında kurulacak olan güvenlik
bölgelerinin uluslararası deniz trafiğini aksatmayacak şekilde düzenlenmesi,
kıta sahanlığı üzerinde tamamen bilimsel araştırmalara kıyı devletinin izin
vermesinin zorunlu olduğu ve isterse kendisinin de sözü edilen araştırmalara
katılabileceği düzenlenmiştir.
Sözleşme’nin 6’ncı maddesinde; komşu sahildar devletler arasındaki
kıta sahanlığının sınırlandırılması ve sınırlandırma konusunda çıkabilecek
uyuşmazlıkların nasıl çözümleneceği düzenlenmiştir.
Sözleşme’nin 7’nci maddesi; kıyı devletinin deniz altı tünelleri açma
hakkına, 8-14’üncü maddeleri ise, Sözleşme’ye katılmaya, çekince koymaya,
Sözleşme’nin onaylanmasına, yürürlüğe girmesine ve gözden geçirilmesine
ilişkindir.57
Birinci Deniz Hukuku Konferansı’nda; özellikle karasularının genişliği
ve balıkçılığa ilişkin bazı konularda sorunların çözüme kavuşturulamaması
üzerine, Konferans’ın bizzat kendisi, 27 Nisan 1958 tarihli Kararı ile, yeni bir
konferans toplanmasını önermiştir. B.M. Genel Kurulu 10 Aralık 1958 tarihli
57 ÇELİK, s. 225-227.
26
Kararı ile, Konferans’ın almış olduğu kararı teyit etmiştir. B.M. İkinci Deniz
Hukuku Konferansı Cenevre’de toplanarak, 16 Mart 1960 - 26 Nisan 1960
tarihleri arasında çalışmalarını yürütmüştür. Konferans herhangi bir antlaşma
metni oluşturmadan dağılmıştır.58
2. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi Sonrası Görülen
Davalar
a. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları59
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı, Federal Almanya,
Hollanda ve Danimarka arasındadır.60 Uyuşmazlığa konu olan Kuzey Denizi,
doğuda sırasıyla Norveç, Danimarka, Federal Almanya, Hollanda, Belçika ve
Fransa’nın, batıda ise; İngiltere’nin sahildar olduğu kapalı denizi andıran bir
coğrafi konumdadır. Derinliği, - Norveç’in, güney ve güneybatısındaki 200-
650 metre derinlikte ve 80-100 km genişlikteki bölge dışında – hiçbir yerde
200 metreyi aşmamaktadır. Bu nedenle, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşme’nin 1’inci maddesinde belirtilen, 200 metre derinlik ölçütü uyarınca,
sualtı alanının tümü kıta sahanlığıdır. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı’nın büyük
bir kesimi, iki taraflı anlaşmalarla İngiltere ile Norveç, Danimarka ve Hollanda
arasında orta hat esas olmak suretiyle sınırlandırılmıştır. Kıyıları karşı
karşıya olan Norveç ve Danimarka arasında da böyle bir antlaşma vardır.
Federal Almanya ise, söz konusu antlaşmalara taraf değildir. Hollanda ve
58 AKİPEK, s. 87; PAZARCI, Uluslararası, Hukuk II…, s. 292; PAZARCI, Uluslararası…, s. 251. 59 Kuzey Denizi Bölge Haritası için bkz. Ek-2. 60 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 206.
27
Danimarka 31 Aralık 1966 tarihli Antlaşma ile, eşit uzaklık ilkesini
uygulayarak, kendileri ile Federal Almanya arasındaki yan sınırı
saptamışlardır. Federal Almanya sözü edilen Antlaşma’ya da taraf değildir ve
bu Antlaşma ile kendisine bırakılan kıta sahanlığı kesiminden daha geniş bir
bölge talep etmektedir.61
Bölgenin kıta sahanlığının yan sınırının saptanmasında, 1958
Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne taraf olan Danimarka ve Hollanda’nın,
Sözleşme’nin 6’ncı maddesinde belirtilen eşit uzaklık ilkesinin uygulanmasını
istemelerine karşılık, Sözleşme’ye taraf olmayan Federal Almanya’nın, bu
isteğe itiraz etmesi üzerine anlaşmazlık çıkmıştır. Üç devletin karşılıklı
anlaşmaları ile uyuşmazlık, 20 Şubat 1967 tarihinde U.A.D.’ye sunulmuştur.62
Taraflar, U.A.D.’den bölgedeki kıta sahanlığının sınırlandırılmasında
uygulanabilecek uluslararası hukuk ilke ve kurallarının saptanmasını
istemişlerdir.63
Söz konusu uyuşmazlıkta Hollanda ve Danimarka, Kuzey Denizi Kıta
Sahanlığı’nın sınırlandırılmasında 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde belirtilen eşit uzaklık ilkesinin, kıta
sahanlığı kavramında mündemiç kabul edilmesinin hukuk mantığı açısından
zorunlu olan bir ilke olduğunu ve dolayısıyla uygulanması gerektiğini; eşit
uzaklık ilkesinin tarafların sınırlandırma konusunda bir anlaşmaya 61 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 206 (dipnot 44). 62 Alex G.Oude ELFERINK, The Law of Maritime Boundary Delimitation: A Case Study of the Russian Federation, Martinus Nijhoff Publishers, 1992. s. 47-48. 63 North Sea Continental Shelf Cases (Federal Republic of Germany and Denmark-Federal Republic of Germany and the Netherlands) Judgements of 20 February 1969, International Court of Justice, Reports of Judgements, Advisory, Opinions and Orders, 1969, para 2. (Bundan sonra I.C.J. Reports 1969 olarak geçecektir.)
28
varamadıkları, özel durumlar başka bir uygulamayı gerektirmediği hallerde
uyulması ve uygulanması gereken bir uluslararası hukuk kuralı olduğunu ve
Almanya’nın Kuzey Denizi’ne olan kıyısının biçimi, özel bir durum
oluşturmadığından sınırlandırmanın, eşit uzaklık ilkesine göre yapılmasını
engelleyecek bir unsur olmadığını, yapılacak sınırlandırmanın, her devlete
kendi kıyılarına daha yakın olan kıta sahanlığı kesiminin verilmesi sonucunu
doğurması gerektiğini ve bu durumu sağlayan ilkenin ise; eşit uzaklık ilkesi
olduğunu, ayrıca Federal Almanya’nın, eşit uzaklık ilkesine göre yapılacak bir
sınırlandırmayı, eşit uzaklık ilkesinin genel bir uluslararası hukuk kuralı ve örf
âdet hukuku kuralı oluşturmasından ve bağlayıcılık kazanmasından dolayı,
kabul etmek durumunda olduğunu iddia etmişlerdir.64
1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne taraf olmayan Federal
Almanya, Sözleşme’nin 6’ncı maddesini uygulama konusunda ahdî bir
yükümü olmadığını, 6’ncı maddede yer alan eşit uzaklık ilkesinin, örf ve âdet
hukuku kuralı da oluşturmadığını, ayrıca, kıta sahanlığı paylaşımının ilgili
devletler arasında adil ve hakkaniyete uygun olarak yapılması gerektiğini, eşit
uzaklık ilkesinin Almanya’nın, Kuzey Denizi’ndeki kıyılarında olduğu gibi,
girintili bir kıyının her iki yanından uygulandığında, adil ve hakkaniyete uygun
bir sonuç doğurmayacağını,65 eşit uzaklık ilkesinin hakkaniyete aykırı
sonuçlara yol açtığında, uygulanması zorunlu bir ilke olmadığını ileri sürmüş,
64 I.C.J. Reports 1969, paras 13-14. 65 Bu durum kıta sahanlığının dış sınırının girinti oranında içeriye doğru çekilmesi sonucunu doğurur ve her üç devletin Kuzey Denizi’ndeki kıyılarının uzunluğu birbiri karşısında belirli bir oranda olduğu halde; kıta sahanlığındaki payı farklı olmaktadır. Bir başka ifadeyle; eşit uzaklık ilkesinin uygulanması durumunda, Almanya kıyılarının uzunluğu ile orantılı olmayan çok küçük bir kıta sahanlığına sahip olacak buna karşılık, Hollanda ve Danimarka kıyılarının uzunluğuna çok orantısız kıta sahanlığı alanları elde edeceklerdir. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 207; ÇELİK, s. 228.
29
bu görüş kabul edilmese bile Federal Almanya’nın Kuzey Denizi’ndeki
kıyılarının özel durum oluşturması nedeniyle, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde belirtilen özel durumlar ilkesinin dikkate
alınmasını istemiştir.66
Divan, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin Federal
Almanya için bağlayıcı olmadığına, Sözleşme’nin 6’ıncı maddesinde yer alan
eşit uzaklık ilkesinin örf âdet kuralı niteliği kazanmadığına, eşit uzaklık
ilkesinin kıta sahanlığı kavramında mündemiç bir ilke olmadığına, doğal
olarak bir ülkenin kıta sahanlığının büyük bölümünün, o ülkenin kıyılarına
daha yakın olacağına ancak, daha temel olan unsurun, kıta sahanlığının kara
ülkesinin doğal bir uzantısı olması olduğuna, bu nedenle yakınlık vakıasına
değil, coğrafi ve jeolojik verilere bakılması gerektiğine, öte yandan kıta
sahanlığının sınırlandırılmasının, her devlete, diğer bir devletin aynı nitelikteki
haklarına tecavüz etmeden olanaklar ölçüsünde, kara ülkesinin deniz
altındaki doğal uzantısının verilmesini sağlayacak biçimde, hakça ilkeler
uyarınca, anlaşma yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiğine, eşit uzaklık ilkesinin
hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açtığında, uygulanması zorunlu olan bir ilke
olmadığına, sınırlandırmada amacın, hakça ilkelerin uygulanması suretiyle
makul olan bir sonuca varılması olduğuna karar vermiştir.67
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’nda, U.A.D.’nin en büyük
katkısı, kıyı devleti ülkesinin denizin altındaki doğal uzantısı olması
olgusunun kıta sahanlığı kavramının temel ilkesi olduğunu bildirmesidir. Bu
66 I.C.J. Reports 1969, paras 14-17. 67 I.C.J. Reports 1969, paras 88-101.
30
davada, alınan karar kıta sahanlığı sınırlandırması konusunda temel teşkil
etmektedir. Söz konusu dava ile, anlaşma ve özel durumlar bir yana
bırakılırsa, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde belirtilen eşit
uzaklık orta hat ilkesi geri plana itilerek hakça ilkeler ve doğal uzantı ilkesi ön
plana çıkarılmıştır.68
b. İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı Davası69
Kıta sahanlığı sınırlandırılmasına ilişkin bir başka uyuşmazlıkta,
İngiltere ve Fransa arasındadır. İngiltere ile Fransa, Manş Denizi70 olarak
bilinen bölgedeki kıta sahanlığı ile Fransa kıyılarına çok yakın olan St. Malo
Körfezi’ndeki Kanal Adaları’nın71 (Channel Islands) kıta sahanlığının
sınırlandırılması konusunda uyuşmazlığa düşmüşlerdir.72
Fransa ile İngiltere, söz konusu uyuşmazlığın çözümüne ilişkin
olarak ilk temaslara 1964 yılında başlamışlar, akabinde 1970 yılında
başlayan ve 1974 yılına kadar devam eden görüşmelerden herhangi bir
sonuç alamamışlardır. Bunun üzerine her iki ülkenin Devlet Başkanları, 19
Temmuz 1974 tarihinde Paris’te yaptıkları bir görüşmede, uyuşmazlığı
68 PAZARCI Uluslararası Hukuk II…, s. 366; PAZARCI “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 398-399. 69 Kanal Adaları Bölge Haritası için bkz. Ek-3. 70 Manş Denizi, Fransa ve İngiltere kıyılarını 300 deniz mili boyunca ayıran, genişliği Dover Boğazı’ndan sonra en dar yerinde 18 mil, en geniş yerinde 100 mil olan, derinliği 35-100 metre arasında değişen sığ bir denizdir. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 214. 71 Fransa kıyılarında, Normandiya’nın güneyinde 60 deniz mili derinliğindeki St. Malo Körfezi içinde bulunan ve İngiliz egemenliği altında olan Kanal Adaları dört grup ada ve adacıktan oluşmaktadır. Kanal Adaları’nın Fransa kıyısından uzaklığı 6.6-16 deniz mili olmasına karşılık, İngiltere’ye olan uzaklığı en yakın noktada 49 deniz milidir. Toplam yüzölçümü 195 km2, nüfusu 130 bindir. Jon M. VAN DYKE, “The Role of the Islands in Delimiting Maritime Zones the Boundary Between Turkey and Greece,” Foreign Policy, Volume: XIV, Nos: 3-4 (October 1995), s. 68; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 214. 72 VAN DYKE, s. 68.
31
hakeme götürmeyi kararlaştırmışlar ve 10 Temmuz 1975 tarihinde Paris’te
imzaladıkları Hakemlik Anlaşması ile uyuşmazlığı Hakem Mahkemesi’ne
götürmüşlerdir.73 H. Waldock, A. Gros, H. Briggs, E. Castren, E. Ustor’dan
oluşan Hakem Mahkemesi, 30 Haziran 1977 tarihinde kararını vermiştir.74
Taraflar, Hakemlik Anlaşması’nın 2 (1) maddesiyle Hakem
Mahkemesi’nden, Manş Denizi Kıta Sahanlığı ve Fransa kıyılarına çok yakın
olan St. Malo Körfezi’ndeki Kanal Adaları’nın Kıta Sahanlığı’nın
sınırlandırılması sorununu, uluslararası hukuk kurallarına ve Hakemlik
Anlaşması’nda öngörülen ilkelere göre çözümlemesini istemişlerdir.75
Fransa ve İngiltere, uyuşmazlık konusu olan bölgedeki kıyılarının
aynı kıta sahanlığına bitişik olduğu, Manş Denizi Kıta Sahanlığı’nın, esas
itibariyle sürekli olduğu, kıyılarının karşı karşıya bulunduğu konusunda görüş
birliği içindedirler.76
İngiltere, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 1’inci
maddesinin (b) fıkrası hükmü uyarınca adalara da kıta sahanlığı haklarının
tanınması gereğini ileri sürmüş, sınırlandırmanın eşit uzaklık ilkesine göre
yapılmasını ve eşit uzaklık ilkesi uygulanırken de, orta hattın bir yanda
Fransa kıyıları, öte yanda egemenliği altındaki adaların kıyıları esas alınarak
saptanması gerektiğini iddia etmiştir.
73 E.D.BROWN, Sea-Bed Energy and Minerals: The International Legal Regime, Volume: 1, Martinus Nijhoff Publishers, 1992, s. 89. 74 BROWN, s. 90. 75 BROWN, s. 89; ELFERINK, s. 55. 76 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 213.
32
Fransa ise, Fransa ülkesi ile Kanal Adaları ve aralarındaki suların
coğrafi ve jeolojik bakımdan bir bütünlük oluşturduğunu, Kanal Adaları’nın,
Fransa kıyısına çok yakın, İngiltere kıyılarına ise uzak olduğunu, bir başka
deyişle, bu adaların, “orta hattın yanlış tarafında bulunan adalar“ olduğunu,
eşit uzaklık ilkesinin İngiltere’nin istediği biçimde uygulanmasının, Fransa’nın
aleyhine olarak İngiltere’ye verilecek kıta sahanlığı kesiminin, adaların
büyüklüğü ve kıyı uzunluğuyla orantısız olacak bir biçimde genişlemesine
neden olacağını, Fransa’nın kıta sahanlığının ulaştırma açısından önemli
olan bu bölgede ikiye bölünmesine ve dolayısıyla Manş Denizi’nin ortasına
doğrudan çıkışın engellenmesine yol açacağını, askerî ve ekonomik hayati
çıkarlarına aykırı olan böyle bir çözümün, devletlerin eşitliği ilkesine olduğu
gibi bir devlete verilecek kıta sahanlığı alanı ile, kıyı uzunluğu arasında makul
bir oranın sağlanması ilkesine de aykırı olacağını ileri sürerek, İngiliz
egemenliği altındaki adalar çevresinde 6 deniz mili genişlikte (3 mil genişlikte
karasularına ek olarak 3 mil genişlikte kıta sahanlığı alanı) bir cep bölge
bırakılarak, orta hattın bir yanda Fransa kıyısı öte yanda İngiltere’nin anakara
ülkesi esas alınarak saptanmasını istemiştir.77
Fransa ile İngiltere arasındaki uyuşmazlığın çözümünde
uygulanması gereken ilkeler sorunu, taraflar arasında tartışma konusu
olmuştur. Fransa ve İngiltere, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne
taraftırlar. Ancak Fransa Sözleşme’ye katılırken 6’ncı maddeye özel durumlar
ile ilgili çekince koymuş, İngiltere ise, bu çekincenin kendi açısından kabul
edilmediğini açıklayarak itiraz etmiştir. Fransa 6’ncı maddeye koymuş olduğu
77 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 215.
33
çekincenin, İngiltere tarafından kabul edilmemesinden ötürü, 1958 Cenevre
Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin, iki devlet arasında yürürlükte olmadığını öne
sürmüştür.78
Hakem Mahkemesi, uyuşmazlık konusu olan bölgeyi, Manş Denizi
ve Atlantik Sektörü olmak üzere ikiye ayırarak her iki bölge için farklı
değerlendirmelerde bulunmuştur.
Hakem Mahkemesi, uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken
ilkeler sorununa ilişkin olarak, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin,
İngiltere ve Fransa açısından yürürlükte olduğunu, ancak Fransa’nın tüm
Kanal Adaları’nı da çevreleyen Granville Körfezi’nde, özel durumların
bulunduğuna dair Sözleşme’nin 6’ncı maddesine yönelik çekincesinin
İngiltere tarafından kabul edilmemesini de dikkate alarak, Kanal Adaları
Bölgesi’nde kıta sahanlığı sınırlandırmasının uluslararası örf ve âdet hukuku
kurallarının uygulanmasıyla gerçekleştirilmesine, Atlantik Sektörü’nde ise,
Fransa’nın çekincesinin Sözleşme’nin 6’ncı maddesinin uygulanabilirliğini
etkilemeyeceğine karar vermiştir.79
1977 tarihli Kararı’nda80 Hakem Mahkemesi, İngiltere ile Fransa’nın
anakara ülkelerinin Manş Denizi’ndeki kıyılarının aşağı yukarı birbirine eşit
olduğunu, karşı karşıya bulunduğunu, adaların bulunmaması durumunda bu
kıyılardan ölçülecek olan eşit uzaklıktaki orta hattın kıta sahanlığının, iki
78 Faraj Abdullah AHNISH, The International Law of Maritime Boundaries and Practice of States in the Mediterranean Sea, Clarendon Press, Oxford, 1993, s. 63; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 210 (dipnot 49); BROWN, s. 91. 79 ELFERINK, s. 55 (dipnot 60); BROWN, s. 91. 80 Kanal Adaları Kıta Sahanlığı Sınırlandırılması Haritası için bkz. Ek-4.
34
devlet arasında aşağı yukarı eşit olarak paylaştırılması sonucunu
doğuracağını, anakara ülkelerindeki kıyılarının birbirine eşit olmaları
nedeniyle iki devlet arasında bulunan coğrafi koşullar dengesinin adaların
özel coğrafi konumundan ötürü bozulduğunu, kıta sahanlığının
sınırlandırılmasında adalara tam etki tanımanın bu adaların bulunmaması
durumunda Fransa’ya ait olacak kıta sahanlığının esaslı bir biçimde azalması
sonucunu doğuracağını saptamıştır. Mahkeme mevcut durumun ilk bakışta
hakkaniyete aykırılık yarattığı ve hakkaniyete aykırılığı bir ölçüde giderecek
bir sınırlandırma metodunun uygulanmasının gerekli olduğu yargısına
varmıştır.
Mahkemenin görüşüne göre; doğal uzantı ilkesi, bir devlete ait
adaların, bunların bulunmaması halinde bir başka devlete ait olacak kıta
sahanlığında yer almaları durumunda ne mutlaktır ne de bir kenara itilebilir.
Kıta sahanlığının jeolojik bakımdan her iki devlet ülkesinin doğal uzantısı
sayılabileceği durumlarda, bir bölgenin devletlerden hangisine ait olduğu, kıta
sahanlığını hukuki bir kavram olarak oluşturan hukuk kuralları uygulanarak
saptanır. Böyle durumlarda doğal uzantının etkisi, yalnız belirli coğrafi ve
diğer koşullara değil ve fakat aynı zamanda hukuk ve hakkaniyet
düşüncelerine bağlıdır.81 Bu görüşten hareketle Mahkeme, Fransa kıyıları
yakınındaki İngiliz egemenliği altındaki adaların Manş Denizi’ne bakan
yüzlerinde 12 mil genişlikte bir cep bölge bırakılarak,82 Manş Denizi
81 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 215-216. 82 Divan, cep bölgenin 6 mil genişlikte saptanmasını öngören Fransız iddiasını adaların büyüklüğü ve önemiyle bağdaşmaz bulmuş ve Fransa’ya bırakılacak kıta sahanlığının adalar çevresinde mevcut olan balıkçılık bölgesine tecavüz etmemesi gereğine işaret ederek, cep bölgenin 12 mil genişlikte olmasını kararlaştırmıştır. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 217.
35
bölgesinde kıta sahanlığı sınırının iki devletin anakara ülkelerinin kıyıları esas
alınarak saptanacak eşit uzaklıktaki orta hat olmasına karar vermiştir.83
Fransa ile İngiltere arasında uyuşmazlık konusu olan Atlantik
Sektörü’nde Hakem Mahkemesi, sınırlandırmanın 1958 Cenevre Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesine göre yapılması gerektiğini,
bölgedeki coğrafi konumun 6’ncı maddede belirtilen özel durumlar
istisnasının kapsamına girdiğini84 kabul etmiş, ancak uygulamada böyle
durumlarda eşit uzaklık ilkesinin tamamen reddedilmesi yerine, eşit uzaklık
ilkesi uyarınca saptanacak orta hatta bazı değişikliklerin yapılması yoluna
gidildiğini belirten Mahkeme, Atlantik Sektörü’ndeki sınırlandırmada adalara
yarım etki tanınması yargısına varmıştır.85
83 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 217. 84 Fransa ile İngiltere arasında uyuşmazlık konusu olan Atlantik Sektörü’nde İngiltere anakara ülkesinin Atlantik’e uzanan bölümünde İngiltere egemenliğine tâbi 48 adadan oluşan Scilly Adaları ve Fransa’nın Atlantik’e uzanan kıyılarında ise Fransa egemenliğine tâbi Ushant Adaları vardır. Scilly Adaları’nın İngiltere kıyılarına uzaklığı 21-31 deniz mili, Ushant Adaları’nın Fransa kıyılarına uzaklığı 10-14.1 deniz milidir. Bu adaların ait oldukları devletler kıyılarına uzaklıkları arasındaki 10 deniz mili kadar olan fark, eşit uzaklık ilkesine göre sınırlandırma yapılması durumunda, İngiltere’ye verilecek kıta sahanlığı kesiminin, Fransa’ya kalacak olan kesimden 4.000 mil kare daha fazla olması sonucunu doğurur. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 220 (dipnot 66). 85 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 220 (dipnot 66).
36
c. Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası86
Tunus ile Libya, aralarındaki kıta sahanlığının sınırlandırılmasına
ilişkin uyuşmazlığı, 10 Haziran 1977 tarihli Özel Anlaşma (tahkimname) ile
U.A.D.’ye götürmüşlerdir. Taraflar, söz konusu Tahkimname’nin 1’inci
maddesi ile U.A.D.’den sınırlandırma işleminde uygulanabilecek uluslararası
hukuk ilke ve kurallarını belirlemesini, hakça ilkeler ve bölgenin kendine özgü
koşulları ile B.M. Üçüncü Deniz Hukuk Konferansı’nda kabul edilen eğilimleri
göz önünde bulundurarak karar vermesini istemişlerdir. Ayrıca
Tahkimname’nin 2’nci maddesi ile taraflar, U.A.D.’den, iki ülke uzmanlarının
sınırlandırılacak alanları zorluk çekmeden sınırlandırmalarını sağlamak
amacıyla somut olayda söz konusu ilke ve kuralların pratik uygulanmasının
nasıl gerçekleşebileceğini sormuşlardır.87 Sınırlandırılacak alan, tarafların
Pelagian Block deyimiyle adlandırdıkları jeomorfolojik birimin bir kısmı olup
Hammamet Körfezi’nin güneyinde kalan Tunus kara ülkesinin doğusunu ve
Tunus’un güneydoğusu ile Libya’nın kuzeyinde bulunan Jeffara Sahrası’nı da
kapsamaktadır.88
Tunus – Libya Kıta Sahanlığı Davası’nda, Tunus ile Libya89
sınırlandırmanın, her devlete, bir başka devletin aynı nitelikteki haklarına
tecavüz etmeden, kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısının verilmesini
sağlayacak biçimde gerçekleştirilmesi ve bunu gerçekleştiren
86 Tunus-Libya Bölge Haritası için bkz. Ek- 5. 87 Hüseyin PAZARCI, “Uluslararası Adalet Divanı’nın Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığına İlişkin 24 Şubat 1982 Tarihli Kararı,” Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, S: 2 (1982), s. 43; BROWN, s. 139; ELFERINK, s. 65. 88 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 212 (dipnot 50); BROWN, s. 146. 89 Her iki ülkede, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne taraf değildir.
37
sınırlandırmanın hakça ilkelere de uygun olacağı konusunda anlaşmışlar,
doğal uzantının saptanmasında esas alınması gereken ölçütler konusunda
ise anlaşamamışlardır.
Libya, sınırlandırılacak alanın Kuzey Afrika’nın kuzey yönünde doğal
uzantısı olduğunu, doğal uzantının yönü saptanırken esas alınması gereken
kara biriminin herhangi bir kıyının “arızi veya tesadüfi” yönü olmayıp kıta
karası olduğunu, deniz yatağının değil, doğal uzantının yönünün saptanması
gerektiğini iddia etmiştir.
Tunus’a göre ise; sınırlandırılması söz konusu olan alandaki doğal
uzantının yönü batı–doğudur. Sınırlandırılacak alan jeolojik bakımdan Tunus
kara ülkesinin doğu kesiminin bir uzantısıdır. Doğal uzantının yönü, kıta
karası değil, her devletin kara ülkesi esas alınarak saptanmalıdır.90
Divan, 24 Şubat 1982 tarihli Kararı’nda;91 tarafların bölgenin
jeomorfolojik özelliklerine dayalı iddialarını, sınırın yönünü etkilemesi
muhtemel ilgili koşullar olarak değil, bölgede ayrı doğal uzantıların varlığını
doğrulayıp doğrulamadıklarını saptamak için değerlendirdiğini, her iki devletin
kıta sahanlığı haklarının, ortak bir doğal uzantıdan kaynaklandığını, bölgede
önemli sayılabilecek tek olgu olan Tripolitan Furrow olarak adlandırılan deniz
altı vadisinin sınırlandırılacak alanın dışında kaldığını, 92 hukuk açısından bu
90 Case Concerning the Continental Shelf (Tunisia/ Libya Arab Jamahiriya) Judgement of 24 February 1982, International Court of Justice, Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1982, paras 15-16. (Bundan sonra I.C.J. Reports 1982 olarak geçecektir.) 91 Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Haritası için bkz. Ek-6. 92 I.C.J. Reports 1982, para 66.
38
iki devlete ait olacak kıta sahanlığının “tek başına veya esas itibariyle” jeolojik
verilere dayanılarak saptanamayacağını, Mahkeme’nin görevinin jeolojiden,
uluslararası hukukun uygulanması için gerekli olduğu ölçüde yararlanmak
olduğunu,93 ülkeleri jeolojik bakımdan aynı kıta sahanlığına bitişik komşu
devletler arasındaki sınırlandırmada, doğal uzantı ilkesinin kendiliğinden bir
çözüm getirmediğini, böyle durumlarda hakça ilkelerin önem kazandığını, kıta
sahanlığı haklarının kaynağının kara ülkesindeki egemenlik olduğunu, coğrafi
verilerin, kıyı ile buna bitişik kıta sahanlığı arasındaki coğrafi ilişkinin büyük
önem taşıdığını, sualtı alanlarının denize doğru veya komşu devletler
arasında sınırlandırılmasında başlıca hareket noktasının kıyılar olduğunu,94
egemenliğine tâbi olduğu devlet kıyılarının hemen yakınında bulunan ve kıyı
ile sıkı bir bağlantısı olan büyük, meskûn, ekonomik hayatı bulunan adaların
kıyının genel istikameti saptanırken ihmal edilebileceğini veya tam etki
tanınmayabileceğini95 belirtmiştir.
Tunus ile Libya arasındaki uyuşmazlıkta sorun yaratan adalar Tunus
kıyılarının yakınındaki Tunus egemenliğine tâbi olan adalardır, söz konusu
adaların kıyının genel istikameti saptanırken önem taşıyıp taşımadıkları
tartışma konusu olmuştur. Tunus, kıyılarının yakınında olan egemenliğine
tâbi adaların Tunus kıyısının bir parçası olarak değerlendirilmesini istemiştir.
Sözü edilen adalar; Tunus kıyılarında yüzölçümü 690 km2 olan Jerba Adası
ile Tunus kıyısının 11 mil ötesinde bulunan yüzölçümü 180 km2 olan
Kerkennah Adaları’dır.
93 I.C.J. Reports 1982, paras 60-61. 94 I.C.J. Reports 1982, paras 73-74. 95 I.C.J. Reports 1982, paras 79, 128-129.
39
Divan, Jerba Adası’nın bulunduğu bölgede Jerba Adası’nın
varlığından doğacak etkilere üstün değer taşıyan başka düşüncelerin mevcut
olduğu gerekçesiyle ve ayrıca kıyıya yakın bir konumda olmayan olguların
kıyının genel istikameti saptanırken ihmal edilmesinin uygun görülebileceği
gerekçesiyle Jerba Adası’nı göz önünde tutmamış, büyüklüğü ve konumu
nedeniyle önemli bulduğu Kerkennah Adaları’na ise, sınırlandırmayla ilgili
devletlerarası uygulamada kıyının yakınındaki adalara yarım etki tanındığını
gösteren örnekler bulunduğunu belirterek yarım etki tanımıştır.96
Sonuç olarak Divan’ın Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası’nda
vardığı yargının pozitif hukuka katkıları açısından bir değerlendirmesi
yapıldığında, gerek Divan’ın 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’ndaki
Kararı’na göre, gerek bu alandaki pozitif hukuku oluşturan öteki verilere göre
önemli hiçbir değişiklik göze çarpmamaktadır.97
F. 1982 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ
VE SONRASINDA GÖRÜLEN DAVALAR
1. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
Birinci ve İkinci Deniz Hukuku Konferansları’nda, üzerinde
uzlaşmaya varılamayan konuların varlığı yanında; özellikle 1960’lardan
sonra, uluslararası ortamdaki yapısal ve teknolojik gelişmeler, denizlere
ilişkin konuların yeniden ele alınması sürecini hızlandırmıştır. Gerçekten o
96 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 221 (dipnot 69). 97 PAZARCI, “Uluslararası Adalet Divanı’nın..,”s. 45.
40
yıllarda, bağımsız birer üye olarak uluslararası topluma yeni katılan devletler
“kendileri dışında ve kendilerinden önce oluşturulan kuralları kabul etmeme”
tezini, yoğun bir şekilde işlemeye başlamışlar ve bunun sonucunda
“uluslararası yeni ekonomik düzen”in ilk ilkeleri de kabul görmeye
başlamıştır. Diğer taraftan, teknolojideki gelişmeler ve bütün insanlığın
birtakım yeni kaynaklara olan ihtiyacı, dikkatlerin münhasıran hiçbir devlete
ait olmayan, dolayısıyla da bütün “insanlığın ortak malı” olarak kabul
edilebilecek “denizler”e yönelmesine neden olmuştur.98 Şöyle ki; teknolojik
gelişmeler yalnız sığ denizleri değil, daha derin denizleri de işletilebilir
duruma getirmiş, sığ denizlerde sadece petrol aramak, araştırmak ve
çıkarmak mümkünken, daha derin denizlerde çok pahalı ve zengin katı
madenlerin bol miktarda bulunduğu ve bunların çıkarılmasının o kadar da zor
olmadığı anlaşılmıştır.99 Ayrıca imzalandıktan bir süre sonra, gerekli sayıda
devlet tarafından onaylanarak, onaylayan devletler arasında yürürlüğe giren
1958 Cenevre Sözleşmeleri’nin değiştirilmeden uygulamada kalacağı ümit
edilirken, bahse konu Sözleşmeler, imzalayan devletler arasında bile
uyuşmazlıkların çıkmasını önleyememiş, bu sebeple, Cenevre Sözleşmeleri
hükümlerinin güncelleştirilmesi kaçınılmaz olmuştur.100
Böylece, yukarıda belirtilen gerekçelerle 1960’lı yılların ikinci yarısı,
teknolojik gelişmelere de bağlı olarak deniz hukuku konusundaki çalışmaların
yeniden başladığı yılları oluşturmaktadır. B.M. Genel Kurulu, Malta delegesi
A.Pardo’nun önerisi üzerine 18 Aralık 1967 tarihinde, geçici olarak görev 98 Aydoğan ÖZMAN (çev.), Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, İstanbul Deniz Ticareti Odası Yayını No: 5, İstanbul, 1984, sunuş bölümü. 99 GÖNLÜBOL, “Konunun…,” s. 7. 100 ÖZMAN, “Deniz Hukukunda…,”s. 12.
41
yapmak üzere, “Ulusal Yetki Alanı Dışında Kalan Deniz Yatağı ve Okyanus
Tabanının Barışçı Amaçlarla Kullanılması Özel Komitesi”ni kurmuştur. Genel
Kurul, 21 Aralık 1968 tarihli Kararı ile, bu Komite’yi sürekli kılmıştır. Anılan
Komite’nin çalışmaları sonucunda B.M. Genel Kurulu, 17 Aralık 1970’te,
Deniz Yatağı ve Okyanus Tabanını Yöneten İlkeler Bildirisi’ni kabul etmiştir.
Söz konusu Bildiri, devletlerin ulusal yetki alanı dışında kalan deniz yatağını
“insanlığın ortak mirası” kabul etmiştir. Genel Kurul, aynı tarihli bir başka
kararı ile de, deniz yatağı dahil bütün deniz sorunlarını incelemek üzere
1973’te bir deniz hukuku konferansı toplanmasını kararlaştırmıştır. Bu arada,
1973 yılına kadar, Deniz Yatağı Komitesi’nin çalışmaları sürmüştür.101
B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı olarak anılan Konferans
çalışmalarına, ilk toplantısı usule ilişkin olmak üzere 3 Aralık 1973’te New
York’ta başlamıştır. Esasa ilişkin çalışmaları 20 Haziran 1974’te
Venezüella’nın başkenti Caracas’ta başlayan Konferans, çeşitli aralıklarla,
kimi yıl bir ve kimi yıl da iki dönem olmak üzere, toplam 11 dönem çalışarak
16 toplantı sonunda 10 Aralık 1982 tarihinde B.M.D.H.S.’nin imzalanmasıyla
sona ermiştir.102 B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda önceden
hazırlanmış bir antlaşma taslağından hareket edilmemiş ve Konferans,
antlaşma metnini bizzat hazırlamıştır. Sözleşme metni, 130 olumlu, 17
çekimser ve 4 karşı oy103 almıştır.104 Sözleşme’ye Konferans’ta karşı oy
101 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 292. 102 Namık YOLGA, “Ege’deki Başlıca Deniz Sorunları,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986, s. 31; KÂMİL, “Türkiye ile I…,” s. 29. 103 Türkiye, A.B.D., Venezuella, İsrail. 104 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 293; ÖZMAN, “Deniz Hukukunda…,” s. 17; ÖZMAN, Birleşmiş Milletler…, sunuş bölümü.
42
veren Türkiye daha sonra Sözleşme’yi imzalama yoluna da gitmemiştir.
Yürürlüğe girebilmesi için en az altmış devletin onaylamasından sonra bir yıl
geçmesi gereken B.M.D.H.S. 16 Kasım 1994 tarihinde yürürlüğe girmiş
bulunmaktadır.105 26 Ağustos 2005 tarihi itibariyle Sözleşme’yi onaylayan
devlet sayısı 149’dur.106
1982 B.M.D.H.S. XVII Kısım altında toplanan 320 maddeden
oluşmakta ve ayrıca Sözleşme’nin ayrılmaz parçası olarak IX Ek’i
bulunmaktadır.107
1982 tarihli B.M.D.H.S. deniz hukukuyla ilgili bütün konuları
düzenleyen ve şimdiye kadar yapılmış en ayrıntılı Sözleşme’dir. 1958
Sözleşmeleri’nde yer alan birçok hüküm, 1982 B.M.D.H.S.’de de muhafaza
edilmiş olmakla beraber, bazı kurumlar değiştirilmiş, bazı kurumlar ise,
(uluslararası deniz yatağı, münhasır ekonomik bölge, arkeolojik bitişik bölge,
takımada devleti v.s.) ilk defa 1982 B.M.D.H.S. ile ihdas edilmiştir.108
Sözleşme’nin, VI. Kısmında 76-85 maddeleri109 arasında düzenlenen
kıta sahanlığı konusunda, kıta sahanlığının genişliği sorunu, Konferans
gündeminin en tartışmalı konuları arasında yer almış olup, coğrafi ve jeolojik
verilerle ekonomik gereksinmeleri uzlaştırıcı bir çözüm üzerinde anlaşmaya
varılması güç olmuştur. Karasularının ölçülmeye başlandığı esas hattan
itibaren 200 mil genişliğindeki deniz alanları, kıta sahanlığı haklarını da
105 Pazarcı, Uluslararası Hukuk II.., s. 293. 106 Bkz. http://www.un.org/Depts/los/status. 107 ÖZMAN, “Deniz Hukukunda…,” s. 16. 108 GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 354. 109 1982 B.M.D.H.S. metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler…, s. 20-147.
43
içeren bir kavram olarak kabul edilmiş olan münhasır ekonomik bölge sınırları
içine girdiğinden, bu konudaki tartışmalar esas itibariyle 200 mil ötesinde kıta
sahanlığı haklarının talep edilip edilemeyeceği veya hangi koşullar altında ve
nereye kadar talep edilebileceği noktalarında yoğunlaşmıştır. Yapılan
tartışmalar sonucunda, kabul edilmiş olan ve 76’ncı maddede düzenlenmiş
bulunan kıta sahanlığı tanımı, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin
1’inci maddesinde olduğu gibi kıta sahanlığının coğrafi ve jeolojik anlamından
esaslı bir biçimde ayrılan bir tanımdır.110
Sözleşme’nin 76’ncı maddesinin111 1’inci fıkrasında, kıta sahanlığı
“kıyı devletinin kara ülkesinin doğal uzantısı boyunca karasularının ötesinde
kıta kenarının dış sınırına kadar uzanan veya kıta kenarının dış sınırının 200
mile kadar uzanmadığı yerlerde, karasularının ölçülmeye başlandığı esas
hatlardan itibaren 200 mile kadar uzanan sualtı alanlarının, deniz yatağı ve
toprak altını kapsar.” biçiminde tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere 76’ncı
madde; kıta sahanlığının tarifini değiştirmiş, kıta sahanlığının bir devlet
ülkesinin doğal uzantısı olduğunu belirttikten sonra, ilke olarak, kıta kenarının
uç noktasına kadar devam edeceğini kabul etmiştir. Böylelikle, kıta sahanlığı
kavramı, hukuksal bakımdan, yer bilimsel anlamdaki kıta sahanlığı, kıta
yamacı ve kıta yükseliminin tümünü içermektedir. Yine Sözleşme’nin 76’ncı
maddesine göre, kıta kenarının 200 milden dar olduğu kıyılarda, karasuların
ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren 200 mil genişlikteki deniz
alanlarının deniz yatağı ve toprak altı da kıta sahanlığıdır. Diğer bir deyişle;
110 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 200. 111 Kıta Sahanlığı Kesiti için bkz. Ek- 7.
44
kıta kenarının uç noktası karasularının ölçülmesinde esas alınan çizgiden
başlayarak ölçüldüğünde, 200 milin berisinde kalıyorsa, bir kıyı devletinin kıta
sahanlığının ilke olarak, 200 mile kadar uzanacağı kabul edilmektedir. Bu ise,
hukuksal anlamda kıta sahanlığı kavramının, kıta kenarının yeterli genişlikte
olmadığı durumlarda, okyanus tabanının bir bölümünü de içerebileceğini
göstermektedir.112
Kıta uzantısının karasularının ölçülmeye başlandığı esas hattan
itibaren 200 milden fazla bir genişlikte olduğu durumlarda, kıta uzantısı
üzerindeki kıta sahanlığı talepleri sınırsız değildir. Sözleşme’nin 76’ncı
maddesinin 5’inci fıkrasına göre; bu durumda, kıta sahanlığı karasularının
ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 350 deniz milini aşamayacak ya
da 2500 metre izobattan itibaren 100 deniz milini geçemeyecektir.113
Sözleşme’nin 76’ncı maddesinin 8’inci fıkrasında ise, kıta
sahanlığının karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatlardan
itibaren 200 deniz milinin ötesine uzandığı durumlarda, sahildar devlete
Sözleşme’nin II. Ek’inde kurulması öngörülen ve kıta sahanlığının dış
sınırının tespitine ilişkin konularda tavsiyelerde bulunma yetkisiyle donatılan
Kıta Sahanlığı Sınır Komisyonu’na kıta sahanlığının dış sınırı hakkında, bilgi
verme yükümü getirilmiştir. Kıyı devletinin adı geçen Komisyon’un
tavsiyesine uygun olarak saptayacağı sınır kesin ve bağlayıcı olacaktır. Aynı
maddenin 9’uncu fıkrasında da kıta sahanlığının dış sınırıyla ilgili teknik
112 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 399-400; PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 366-367. 113 SUR, s. 318; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 201.
45
bilgilerin ayrıca Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne iletileceği ve Genel
Sekreter tarafından duyurulacağı belirtilmiştir.114
Sözleşme’nin sonraki maddelerinde, kıta sahanlığı üzerinde kıyı
devletinin ve üçüncü devletlerin hak ve yetkileri ile kıta sahanlığı üzerindeki
suların ve suların üzerindeki hava sahasının hukuksal rejimi düzenlenmiş
olup, söz konusu düzenleme daha önce incelenen 1958 Cenevre Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi hükümleriyle benzerlik göstermektedir.
Sözleşme’nin 82’nci maddesinin 4’üncü fıkrasında ise, 200 milden
fazla kıta sahanlığı alanına sahip olan kıyı devletlerinin, bu alanlardan elde
edecekleri canlı olmayan kaynaklardan bir kısmını nakden veya aynen,
gelişmekte olan devletlerin ve bunlardan da özellikle denize kıyısı
bulunmayan en az gelişmişlerin çıkarlarını ve gereksinmelerini göz önünde
bulundurarak, hakkaniyete uygun kriterler uyarınca dağıtılması için,
Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi’ne vermek yükümü altında oldukları
belirtilmiştir. Aynı maddenin 2’nci fıkrasında; söz konusu yükümün her üretim
biriminde üretime geçtikten beş yıl sonra başlayacağı, başlangıçta yıllık
olarak o birimdeki üretimin ya hacminin veya değerinin %1 oranında olacağı,
bu oranın onikinci yıla kadar her yıl %1 artacağı, onikinci yıldan sonra ise %7
oranında kalacağı ifade edilmiştir. Yine aynı maddenin 3’üncü fıkrasında; kıta
sahanlığından üretilen kaynakları ithal eden az gelişmiş devletlerin ödemede
bulunma yükümünün bulunmadığı bildirilmiştir.115
114 BOZKURT-KÜÇÜK-POYRAZ, Devletler…, s. 145. 115 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 202.
46
Sözleşme’nin 83’üncü maddesinde de kıyıları karşı karşıya veya yan
yana olan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması konusu
düzenlenmiştir.
2.1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Sonrası
Görülen Davalar
a. Maine Körfezi Davası116
1982 tarihli B.M.D.H.S.’nin kabul edilmesinden sonra, U.A.D.’nin
önüne getirilen ilk dava Kanada ile A.B.D. arasındaki Maine Körfezi
bölgesinde deniz sınırının saptanması davasıdır. Maine Körfezi Davası,
Maine Körfezi bölgesinde tarafların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik
bölge sınırını aynı hatla saptama talebini değerlendiren ilk dava olması
nedeniyle önem taşır.117
A.B.D. ile Kanada, 29 Mart 1979 tarihli Tahkimname ile Divan’dan
Maine Körfezi bölgesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeyi
kapsayan tek bir sınır belirlemesini, sınırlandırmanın aralarında
uygulanabilecek uluslararası hukuk ilkeleri ve kuralları uyarınca
gerçekleştirilmesini talep etmişlerdir.
Taraflar, Maine Körfezi Kıta Sahanlığı’nın jeolojik ve jeomorfolojik
bakımdan sürekli olduğunu kabul ederek, sınırlandırmanın hakkaniyete
116 Maine Körfezi Bölge Haritası için bkz. Ek-8. 117 ELFERINK, s. 73; BROWN, s. 226.
47
uygun olarak ve doğal uzantı ilkesi de dikkate alınarak yapılmasını
istemişlerdir.118
Uyuşmazlık konusu olan Maine Körfezi, bir uzun yanı Atlantik
Okyanusu’na açılan, diğer uzun yanı tamamen A.B.D. kıyılarından oluşan,
kısa kuzey yanı Kanada kıyıları ve kısa güney yanı yine A.B.D. kıyılarından
oluşan bir dikdörtgen görünümündedir. A.B.D. ile Kanada’nın kara sınırı,
kuzeyde dikdörtgenin uzun yanı ile kısa yanının kesiştiği noktada bir dik açı
oluşturmaktadır. Bu noktadan sonra Kanada ülkesine dahil Nova Scotia
Yarımadası Körfez içine doğru güney doğrultusunda uzanmaktadır.
Kanada, kara sınırıyla kıyının kesiştiği noktada iki devletin coğrafi
konumunun yan yana olduğu anlayışından hareketle yan sınırın eşit uzaklık
ilkesi uygulanarak saptanmasını ve bu yan sınırın – biraz ileride Nova Scotia
ile dikdörtgenin güney kısa yanı ki, A.B.D. kıyısından oluşur, arasındaki ilişki
kıyıların karşı karşıya olduğu bir coğrafi konuma dönüştüğü halde – bir yanda
dikdörtgenin uzun yanındaki A.B.D. kıyısı öte yanda Nova Scotia esas
alınmak suretiyle eşit uzaklıkta olan hatla Körfez’in içine uzatılmasını talep
etmiştir.119
Maine Körfezi Davası’nda120 U.A.D, her iki ülke de 1958 Cenevre
Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne taraf olmakla birlikte, Kanada’nın, deniz
alanları üzerinde hak kaynağının coğrafi bitişiklik vakıası olduğu
varsayımından hareketle, tek sınırın eşit uzaklık ilkesi uyarınca saptanması
118 ELFERINK, s. 73; BROWN, s. 227. 119 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 237. 120 Maine Körfezi Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Haritası için bkz. Ek-9.
48
yolundaki iddiasını, yakınlık ve bunu gerçekleştiren bir ilke olan eşit uzaklık
ilkesinin, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde ve karasuları ile
bitişik bölgenin sınırlandırılmasında da öngörülmüş olmasının söz konusu
ilkenin, münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasında da uygulanmasını
haklı göstermeyeceği bir alanın sınırlandırılmasında, uygun olacak kriter veya
metotların diğerinin sınırlandırılmasında uygun olmayabileceği, gerekçesiyle
reddetmiştir.121
Ayrıca Divan, Kanada’nın kıyı devletinin deniz alanları üzerindeki
haklarının kaynağını oluşturan coğrafi bitişiklik (geographical adjacency)
kavramına ve bunun bir sonucu olarak eşit uzaklık ilkesine dayandırdığı
iddialarını reddederken, 1969 tarihli yargıya da atıf yaparak, eşit uzaklık
ilkesinin hukuken bağlayıcı olan bir örf ve âdet hukuku kuralından
kaynaklanan bir norm olmadığını, eşit uzaklık ilkesinin, örf ve âdet
hukukunda öncelikle veya tercihen uygulanması gereken bir metot olarak da
kabul edilmediğini,122 eşit uzaklık metodunun da, gerçekte hakkaniyete uygun
bir kriterden, iç içe geçen bölgelerin taraflar arasında eşit olarak bölünmesi
gibi hakkaniyete uygun bir sonucu gerçekleştirmesinden kaynaklandığına ve
bu nedenle her zaman böyle bir bölünmeyi hakkaniyete aykırı kılacak özel
durumlar istisnasıyla birlikte uygulanabilir olduğuna dikkat çekmiştir.123
121 Case Concerning Delimitation of the Maritime Boundary in the Gulf of Maine Area (Canada/United States of America) Judgement of 12 October 1984, International Court of Justice, Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1984, para 120. (Bundan sonra I.C.J Reports 1984 olarak geçecektir.); TOLUNER, Milletlerarası…, s. 230. 122 I.C.J. Reports 1984, para 107; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 235. 123 I.C.J. Reports 1984, para 115; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 235.
49
U.A.D. 12 Ekim 1984 tarihli Kararı’nda, oransallık kavramı üzerinde
durmuş, tarafların, sınırlandırılması söz konusu olan alandaki kıyı uzunlukları
arasındaki farklılığın, özel durum oluşturduğunu vurgulamıştır. (A.B.D.’nin
kıyı uzunluğu 284 mil, Kanada’nın kıyı uzunluğu ise, 206 mildir.) Ancak
Divan’a göre; tarafların kıyı uzunlukları, başlı başına bir sınırlandırma kriteri
değil, hakkaniyete uygun bir sınırlandırma yapabilmek için göz önünde
tutulacak bir husustur.124
Maine Körfezi Davası’nda Divan, kıyı uzantılarının iç içe geçtiği
alanların eşit olarak bölünmesi ilkesini, hareket noktası olarak seçmiştir.
Ancak coğrafi durumların çeşitliliği ve farklılığı nedeniyle bu kriterin belirli bir
olayda hakkaniyete uygun sonuçlara yol açabilmesi için, bazen yardımcı
kriterlere başvurularak yumuşatılması veya düzeltilmesinin gerekli
olabileceğini vurgulayan Divan, olayın özellikleri karşısında başvurulması
gereken yardımcı kriterleri; tarafların sınırlandırılması söz konusu olan
alandaki kıyı uzunlukları arasındaki ihmal edilemez farka bir ağırlık
tanınması, normun bir kıyının denize olan uzantısının kesilmesi sonucunu
doğuracak biçimde uygulanmaması veya bu tür bir etkinin kısmen giderilmesi
gereği kıyıların ötesinde bir ada veya bir grup küçük adaların bulunması gibi
bir coğrafi olguya normun uygulanması, tam etki tanınmasını veya hiçbir etki
tanınmaması sonucunu doğuruyorsa, sınırlı da olsa bir etki tanınması
biçiminde sıralamıştır.125
124 I.C.J. Reports 1984, para 185; ELFERINK, s.81. 125 I.C.J. Reports 1984, paras 195-196; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 238.
50
Anılan esaslardan hareketle Divan, olayda kıyılar arasındaki ilişkinin
yan yana olduğu noktaya kadar olan kesimde sınırın, deniz alanlarını eşit
olarak paylaştıracak geometrik bir metot (eşit uzaklık ilkesi değil) uygulanarak
saptanmasına karar vermiş; bu noktadan sonra gerçek coğrafi ilişkinin
kıyıların karşı karşıya olduğu bir durum olduğunu kabul etmekle birlikte,
sınırın karşılıklı kıyılardan çizilecek bir orta hat olması şeklindeki Kanada
iddiasının, olayın özellikleri ışığında hakkaniyete aykırı sonuçlara neden
olacağı gerekçesiyle aynen kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır. Divan’a
göre, böyle düzeltilmemiş bir orta hat, Körfez’in batı yakası bütünüyle
A.B.D.’ye ait olduğu halde, bunun orta hattın yönü üzerinde hiçbir etkisinin
olmaması, Kanada’nın iki devlet arasındaki kara sınırı A.B.D. kıyılarının
ortasından geçmişcesine hak kazanması sonucunu doğuracaktır. İki devletin
kıyı uzunlukları arasındaki önemli farklılığın göz ardı edilemeyeceğini
belirterek Divan, çizilecek orta hatta kıyılar arasındaki 1.38’e 1 oranını
yansıtacak bir düzeltme yapılmasına karar vermiştir.126
Divan, kıyı uzunlukları arasındaki oranı göz önüne alarak orta hatta
bazı düzeltmeler yapılmasına karar verildikten sonra, A.B.D.’nin eşit
uzaklıktaki orta hattın kendi kıyılarının denize doğru uzantısını kesme
sonucunu doğurması nedeniyle uygun bir yöntem olmadığı yolundaki
iddiasını, kıyı uzunlukları arasındaki oran göz önünde tutularak orta hatta
126 I.C.J. Reports 1984, paras 217-218; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 238.
51
yapılan düzeltmeden sonra, bir başka kritere dayanılarak düzeltmenin
tekrarlanamayacağı gerekçesiyle, gereksiz bulmuştur.127
Maine Körfezi Davası’nda, sınırlandırmada adalar sorunu iki açıdan
ele alınmıştır. Birincisi; uyuşmazlık konusu alanların eşit olarak bölünmesini
sağlayacak bir geometrik metodun uygulanması sırasında kıyı yakınındaki
adaların esas alınıp alınamayacağı, ikincisi; sınırlandırılacak alanda bulunan
adalara tanınacak deniz alanlarının kapsamı sorunudur. Birinci sorunla ilgili
olarak Divan, belirli bir bölgenin eşit olarak bölünmesini sağlayacak olan hat
saptanırken, bazen karadan oldukça uzaktaki küçük adaların, meskûn
olmayan kaya ve cezir yüksekliklerinin dikkate alınmasının sakıncalara neden
olduğuna işaret etmiş, ancak bu coğrafi olgulardan herhangi birinin bir ölçüde
önemli olması durumunda bunlara hakkaniyet uyarınca sınırlı bir düzeltici etki
tanınabileceğini belirtmiştir.128 Maine Körfezi Davası’nda adalarla ilgili ikinci
soruna, Nova Scotia açıklarında Kanada egemenliğinde bulunan, iki buçuk
mil uzunluğunda, 50 feet deniz üstünde, yıl boyunca meskûn, Körfez’in
girişinden 9 mil içeride olan Seal Adası ile çevresindeki ada ve adacıklara
sınırlandırmada tanınacak etki nedeniyle değinilmiştir.129 Divan, söz konusu
adaların büyüklükleri ve coğrafi konumları nedeniyle ihmal edilemeyeceklerini
kabul etmekle birlikte, iki ülke arasındaki sınırlandırmada bu adalara tam etki
tanınmasını aşırı bularak yarım etki tanınmasına karar vermiştir. Sonuç
olarak, A.B.D. ile Kanada’nın, Körfez’deki kıyı uzunluklarının birbiri
karşısındaki oranı; 1.38’e 1 iken, Seal Adaları’na yarım etki tanınması
127 I.C.J. Reports 1984, para 220. 128 I.C.J. Reports 1984, paras 201-202; AHNISH, s. 144. 129 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 239.
52
suretiyle orta hatta yapılan değişiklikle A.B.D. ve Kanada’nın sahip oldukları
deniz alanlarının oranı; 1.32’ye 1 şeklinde, gerçekleşmiştir.130
b. Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası131
Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası, Divan’ın ilk kez bir ada
devletine132 tanınacak deniz alanları konusunda bir karar vermek durumunda
kalması nedeniyle özellik taşır. Daha önceki davalarda, hep sınırlandırılacak
alanda anakara ülkesi yanında ada ülkesinin bulunması söz konusuydu.
Ayrıca Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası, bağımsız bir ada devletine
tanınacak kıta sahanlığı kesiminin, – tarafların kıyı uzunlukları arasındaki
önemli fark, (Libya 192 mil, Malta 24 mil) kıyılar arasındaki geniş mesafe, eşit
uzaklık metodunun uygulanmasında seçilecek esas noktalar, (Malta kıyısında
meskûn olmayan Filfa Adacığı esas nokta olarak kabul edilmemiştir) genel
coğrafi çerçeve (general geographical context) olarak ifade edilen – ilgili
koşullar göz önünde tutularak açıkça kısıtlandığı bir dava olması nedeniyle
de büyük önem taşır.133 Daha da önemlisi, kıta sahanlığının temelini
ilgilendiren ve yerleşmiş olan ilkelerde önemli değişiklikler yapmıştır.134
Libya ve Malta, ülkelerine bitişik kıta sahanlığı alanlarının
sınırlandırılması konusunda uyuşmazlığa düşmüşler ve aralarında yaptıkları
Özel Anlaşma (tahkimname) ile, uyuşmazlığı U.A.D.’ye götürmeyi 130 VAN DYKE, s. 70; ELFERINK, s. 82; AHNISH, s. 145. 131 Libya – Malta Bölge Haritası için bkz. Ek-10. 132 Davanın taraflarından olan Malta, bir ada devleti olup; dört meskûn ada ve bir de meskûn olmayan Filfa Adacığı’ndan oluşmaktadır. Meskûn olan adalardan; Malta 246 km2, Gozo 66 km2, Cominotto 1/10 km2, Comino 2.7 km2’dir. Aslan GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Hukukunda Yeni Gelişmeler (Libya – Malta Davası),” Hukuk Araştırmaları, C:I, S: 3 (1986), s. 6. 133 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 240. 134 GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…, “ s. 5.
53
kararlaştırmışlardır. Sözü edilen Tahkimname’nin 1’inci maddesiyle taraflar,
U.A.D.’den ülkelerine bitişik kıta sahanlığı alanlarının sınırlandırılmasında
uygulanabilecek uluslararası hukuk ilke ve kuralları ile söz konusu ilke ve
kuralların davada kendileri tarafından ne şekilde uygulanacağını belirlemesini
istemişlerdir.135
Taraflar, uyuşmazlığa örf ve âdet hukuku kurallarının uygulanması
konusunda görüş birliği içindedirler. Şöyle ki; Malta, 1958 tarihli Cenevre Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi’ne taraftır, Libya ise, taraf değildir. Dolayısıyla, adı
geçen Sözleşme’nin 6’ncı maddesinde yer alan sınırlandırmaya ilişkin
hükümler, Libya ile Malta arasındaki kıta sahanlığı uyuşmazlığına
uygulanamaz. Her iki tarafta 1982 B.M.D.H.S.’yi imzalamış, fakat söz konusu
Sözleşme dava esnasında henüz yürürlüğe girmemiştir. Böylelikle 1982
B.M.D.H.S. de uyuşmazlığa uygulanamaz. Ayrıca Tahkimname, uygulanacak
maddi hukukla ilgili hiçbir kayıt taşımamaktadır.136
Malta, 1982 tarihli B.M.D.H.S.’nin 76’ncı maddesinde 200 mil
genişliğe kadar olan sualtı alanlarında kıta sahanlığı haklarının tanınmış
olduğuna değinerek, bu ölçütün kabul edilmesinden sonra, doğal uzantı
kavramının jeolojik verilere göre değil, kıyıdan itibaren belirli bir mesafeye
göre tanımlanması gerektiğini; jeolojik ve jeomorfolojik verilerin 200 milin
ötesindeki sualtı alanlarının sınırlandırılmasında esas alınabileceğini
belirterek, sınırlandırmanın eşit uzaklık ilkesi uygulanarak yapılmasını ileri
sürmüştür.
135 AHNISH, s. 324; ELFERINK, s. 90. 136 GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 7.
54
Libya, 1982 B.M.D.H.S.’nin henüz yürürlüğe girmediğine, taraflar
arasında bağlayıcılık kazanmadığına işaret etmiştir.137 Ayrıca Libya, bir
devletin kara ülkesinin sualtındaki uzantısı nasıl jeolojik bir vakıa ise, jeolojik
ve jeomorfolojik yönleriyle doğal uzantının da kıta sahanlığı üzerinde hak
talep etmenin hukuksal temelini oluşturduğunu, sınırlandırmanın doğal uzantı
ilkesi uyarınca yapılması gerektiğini, eğer iki ülkeye bitişik kıta sahanlığı
alanlarının ara yerinde bir kesinti varsa, sınırlandırmanın kesintinin
doğrultusunu takip etmesi gerektiğini ve Libya ile Malta’nın ülkelerine bitişik
kıta sahanlığı alanları arasında böyle bir kesinti bölgesi (Rift Zone)138
bulunduğunu, iki ülkenin kıta sahanlığının çakışmadığını, her birinin doğal
uzantısının söz konusu kesinti bölgesinde bittiğini, dolayısıyla kesinti
bölgesinin tarafların sahip olduğu kıta sahanlığı alanlarının sınırını
oluşturduğunu ileri sürmektedir.139
Libya, yukarıdaki iddialarına ek olarak; kıyının gerisindeki kara
kütlesinin, kıta sahanlığı haklarının maddi temelini oluşturduğu, daha büyük
kara kütlesi olan devletin, daha geniş bir kıta sahanlığı olması gerektiği
gerekçesiyle; sınırlandırmada dikkate alınmasını ve iki ülke kıyılarının
uzunluğu ile devletlere verilecek kıta sahanlığı alanları arasında makul bir
137 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 231. 138 Libya kendi ülkesinin doğal uzantısının, Rift Zone dediği ve Malta Adaları’na daha yakın olan bir yere kadar uzandığını ileri sürmüştür. Bu bölgede bir dizi derin çukur (trough) vardır. Derin çukurlar; kuzeybatı, güneydoğu istikametinde olup. 1000 metre derinliğe kadar varırlar. Sözü geçen çukurlar Akdeniz Uluslararası Batimetrik Haritası’nda, Libya Çukuru (Libyan Trough), Pantelleria Çukuru ve Linosa Çukuru diye tanımlanmıştır. Çukurların doğusunda uzanan daha az derin Malta Kanalı ve Medina Kanalı vardır. Libya’ya göre, iki ülkenin kıta sahanlığı alanları arasındaki sınır bu bölge boyunca olmalıdır. Bahse konu bölge iki tektonik plaka arasında çok belirgin bir kesinti oluşturacak kadar önemli bir jeolojik unsur oluşturmaktadır. I.C.J.Reports 1985, paras 35, 38; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 12. 139 Case Concerning the Continental Shelf (Libyan Arab Jamahiriya/Malta) Judgement of 3 June 1985, International Court of Justice, Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1985, para 37. (Bundan sonra I.C.J. Reports 1985 olarak geçecektir.)
55
oranın bulunması gerektiğini belirtmiştir.140 Malta, Libya’nın kıyıların uzunluğu
ve oransallık iddialarına karşılık, eşit uzaklık ilkesini desteklemek için
devletlerin egemen eşitliği ilkesine başvurmuştur.141 Malta, sınırlandırmada
ada devletlerine tanınacak kıta sahanlığı alanlarıyla anakara ülkesi yanında
yer alan adalara tanınacak hakların aynı olamayacağını; ikinci durumda
büyüklük, coğrafi konum, nüfus veya ekonomik nedenlerle, adalara sınırlı bir
etki tanınabilirse de, ada devletlerinin deniz alanları saptanırken tanınacak
alanların bu gibi nedenlerle kısıtlanamayacağını; devletlerin egemen eşitliği
ilkesinin karşılıklı kıyılardan çizilecek orta hatta kıyı uzunlukları veya orantı
faktörüne başvurularak düzeltme yapılmamasını gerektirdiğini ileri
sürmüştür.142 Malta kıta sahanlığının sınırlandırılmasında, eşit uzaklık
ilkesinin uygulanmasını savunurken, iddiasını desteklemek için ekonomik
faktörlere ve güvenlikle ilgili gerekçelere de dayanmıştır.
Divan, 3 Haziran 1985 tarihli Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası
Kararı’nda;143 her ne kadar dava kıta sahanlığının sınırlandırılmasıyla ilgili
olsa da, münhasır ekonomik bölgenin esasını teşkil eden kuralların inceleme
dışı bırakılamayacağını belirtmiştir. Modern hukukta kıta sahanlığı ile
münhasır ekonomik bölge kavramlarının birbirlerine bağlanmış olduğuna,
münhasır ekonomik bölge ilan eden bir devletin, böylelikle kıta sahanlığı
hakları da kazanacağı hususuna işaret eden Divan, bu noktadan hareketle
140 I.C.J.Reports 1985, para 49. 141 I.C.J. Reports 1985, para 54. Malta’ya göre, madem ki devletler eşittir ve eşit şekilde egemendir; her devletin egemenliğinin yarattığı deniz sahaları, devletlerden birinin kıyısı diğerininkinden uzun olsa bile, aynı hukuki değere sahip olmalıdır. GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 19. 142 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 246. 143 Libya – Malta Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Haritası için bkz. Ek-11.
56
kıta sahanlığı sınırlandırılırken, bir devletin hukuken talep edebileceği
münhasır ekonomik bölge alanının azami sınırının göz önünde tutulması
gerektiğini, her iki kavrama ortak bir unsur olan kıyıdan uzaklık unsurunun
daha büyük önem kazandığını belirtmiştir. Divan’a göre, hak kaynağı olarak
mesafeyi esas alan münhasır ekonomik bölge kavramı, örf ve âdet
hukukunun bir parçası olup Libya tarafından da tanınmıştır. Kıta sahanlığı
olmaksızın, münhasır ekonomik bölge olamayacağına göre, mesafe
ölçütünün münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasında olduğu gibi, kıta
sahanlığının sınırlandırılmasında da uygulanması gerekir. Aynı husus, 1982
B.M.D.H.S.’nin 76’ncı maddesinin 1’inci fıkrası hükümlerinde bağımsız olarak
da vardır. Ancak Divan, söz konusu durumun doğal uzantı ölçütünün yerine,
mesafe ölçütünün yerleştiği anlamına gelmediğini, kıta kenarının kıyıdan
itibaren 200 mile kadar ulaşmadığı durumlarda fiziki kaynağına rağmen,
devamlı şekilde karmaşık ve hukuki bir kavram haline gelen doğal
uzantının,deniz yatağı ve toprak altının jeolojik yapısı ne olursa olsun,
kıyıdan belli bir mesafeye göre belirlenebileceğini, doğal uzantı ve mesafe
kavramlarının bu sebeple birbirinin karşıtı değil, birbirini tamamlayan
kavramlar olduğunu ve ikisi de kıta sahanlığının hukuksal tanımının esaslı
unsurları olarak görülse de sınırlandırmada doğal uzantı esasının işlevinin
200 milin ötesindeki sualtı alanlarının sınırlandırılması durumuna
hasredildiğini belirtmiştir.144
144 I.C.J. Reports 1985, para 34.
57
Divan, Libya’nın kesinti bölgesinin, iki ülkenin kıta sahanlığı arasında
doğal bir sınır oluşturduğu iddiasını reddederek, hukukta meydana gelen
gelişmeler sonucunda her devlet deniz yatağı ve toprak altının jeolojik
özellikleri ne olursa olsun, kıyıdan itibaren 200 mile kadar uzanan kıta
sahanlığını talep etme hakkına sahip olduğu için, 200 millik mesafe içinde ne
hak kaynağının doğrulanmasında ne de sınırlandırmanın
gerçekleştirilmesinde jeolojik ve jeomorfolojik faktörleri dikkate alacağını,
Libya ve Malta arasındaki mesafenin 400 milden az olduğunu ve bundan
ötürü herhangi bir jeofizik yapının her iki kıyıdan 200 mil ötede yer almasının
imkânsız olduğunu belirterek, kesinti bölgesinin bir doğal sınırmış gibi Malta
kıta sahanlığının, güneye doğru uzantısını kesen veya Libya’nınkini kuzeye
doğru genişleten bir temel kesinti oluşturmayacağı sonucuna varmıştır.145
1982 tarihli B.M.D.H.S.’nin, kıyıdan itibaren belli bir mesafenin hak
kaynağı olduğunu belirten maddelerinden hareketle, jeolojik anlamda doğal
uzantı esasının sınırlandırmada işlevini reddeden Divan, hak kaynağı olarak
mesafe ölçütünün kabul edilmesiyle eşit uzaklık metodunun, özellikle
karşılıklı kıyılarda gerçekleştirilecek bir sınırlandırmada öncelik kazandığı
yolundaki Malta iddiasını; kıyı devletinin deniz yatağı ve toprak altının fiziksel
özellikleri ne olursa olsun, kıyıdan mesafe nedeniyle kıta sahanlığı hakları
kazanabilmesinin, kıyıların karşı karşıya olduğu bir durumda dahi eşit uzaklık
metodunun tek uygun sınırlandırma metodu olmasına ve hatta müsaade
edilmiş tek hareket noktası sayılmasına yol açmayacağı, ilgili koşullar altında
145 I.C.J. Reports 1985, paras 39-41; BAŞEREN, “Kıta…,”s. 62; TOLUNER, Milletlerarası…, 233.
58
hakça ilkelerin uygulanmasının daha başlangıçta, bir başka metot veya
metotlar birleşiminin kabulünü gerekli kılabileceği gerekçesiyle
reddetmiştir.146 Uluslararası uygulamanın, sınırlandırma metodu olarak eşit
uzaklık ilkesine veya diğer herhangi bir metoda başvurulmasını, hatta
başlangıçta başvurulmasını gerekli kılan bir kuralın varlığını doğrulamadığı
sonucuna varan Divan, söz konusu ilkeye dayandırılarak gerçekleştirilen
sınırlandırmaların sayısal çokluğunun eşit uzaklık metodunun pek çok
durumda hakkaniyete uygun bir sonucu gerçekleştirdiğini göstermekten
başka bir değer taşımadığını belirtmiştir.147 Yargısal içtihadın kıta
sahanlığının hakkaniyete uygun bir sonucu gerçekleştirmek için hakça ilkeler
uygulanmak suretiyle sınırlandırılması gereği üzerinde birleştiğine işaret eden
Divan, hakça ilkeleri sınırlandırmanın temel normu olarak nitelendirmiştir.
Divan, daha sonra mesafe ölçütüne dayalı bir ilke olan eşit uzaklık
ilkesinin karşılıklı kıyılar arasındaki sınırlandırmada genellikle hakkaniyete
uygun bir sonuca ulaştırdığı hususuna değinerek, iki devlet kıyıları arasında
geçici olarak böyle bir hat saptanmasını uygun bulmuştur. Eşit uzaklıktaki
orta hattın saptanmasında Filfa Adacığı’nın esas alınmamasını, bu hattın
hakkaniyete uygunluğu açısından gerekli bulan Divan, tarafların kıyı
uzunlukları arasındaki büyük farkın, (Libya 192 mil, Malta 24 mil) orta hattın
146 I.C.J. Reports, 1985, para 43; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 236. 147 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 236.
59
Libya’ya daha geniş bir alanın verilmesini sağlayacak biçimde düzeltilmesini
haklı kıldığı sonucuna varmıştır.148
Bu noktada, sınırlandırmanın gerçekleştirileceği genel coğrafi
çerçeve kavramı devreye girmiştir. Divan’a göre sorunu, yalnız iki devlete ait
kıta sahanlığının sınırlandırılması sorunu olarak görmek doğru olmaz. Olayda
söz konusu olan Orta Akdeniz’in kuzey ve güney kıyılarının bir bölümünün
sınırlandırılmasıdır. Genel coğrafi çerçeve içinde Malta Adaları, kuzeydeki
kıyının güneyinde çok sınırlı bir kıyı kesimini oluşturan küçük bir olgu (minor
feature) olarak yer alır. Bölgenin genel coğrafyası açısından Malta Adaları’nın
güneye doğru olan konumu, ilgili durum olarak göz önünde tutulması gereken
bir olgudur. Divan birinci olarak, genel coğrafi çerçeve içinde Malta’nın yarı -
kapalı bir denizde oldukça küçük bir olgu oluşunu ikinci olarak, tarafların kıyı
uzunlukları arasındaki büyük farkı göz önünde bulundurarak geçici orta hatta
sınırın Malta kıyılarının daha yakınından geçmesini sağlayacak biçimde bazı
düzeltmeler yapılması ve düzeltmenin ortamın özellikleri içinde orta hattın
olduğu gibi kuzeye kaydırılması biçiminde gerçekleştirilmesi gerektiğine karar
vermiş, orta hattın ne ölçüde kuzeye kaydırılacağını kararlaştırırken de
Divan, Malta Adaları İtalya’ya ait olsaydı; bu adaya ne kadar az olursa olsun
bir etki tanınacağı için, sınırın daha da güneyden geçeceğini, o halde
bağımsız bir devlet olan Malta, İtalya’ya ait bir ülke olduğunda bulunabileceği
148 I.C.J Reports 1985, para 68; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 242-243; Divan’a göre, kıyıları karşı karşıya olan devletler arasındaki sınırlandırmalarda, eşit uzaklık ilkesinin birinci safhada kullanılması, daha sonra başka araçlarla hakkaniyete uygun bir sonuç elde etmek üzere düzeltilmesi uygundur. Bu şekilde çizilen orta hat geçicidir. Eşit uzaklık metodu sınırlandırmalarda uygulanacak tek metot değildir. Diğer metotlar gibi, bu metot da kullanıldığında hakkaniyete uygun bir sonuca götürmelidir. GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 20.
60
konumdan daha kötü bir durumda olamayacağına göre, Malta–Libya
arasındaki sınırın, Sicilya–Libya arasındaki orta hattın güneyinden
geçmesinin zorunlu olduğunu düşünmüştür. Böylece, orta hattın “aşağı
yukarı orta konumunu yitirmeksizin veya güvenlik gibi faktörlerin göz önünde
tutulmasını gerektirecek kadar bir kıyının yakınından geçirilmeksizin” ne
ölçüde kuzeye kaydırılacağını kararlaştırırken de kıyılar arasındaki mesafe
unsurunu devreye sokmuştur. Divan, olayda hakkaniyete uygun sonuca
ulaşılmasını sağlamak için önemli bir düzeltme yapılması olanağının
bulunduğuna değinerek, Malta – Libya orta hattının 18’ kuzeye kaydırılması
ve sınırın 340 30’ kuzey noktasından geçirilmesi durumunda böyle bir
sonucun gerçekleştirilmiş olacağına karar vermiştir.149
Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda Divan, ayrıca karşılıklı
kıyılardan saptanacak eşit uzaklıktaki orta hat esası uyarınca, Malta’ya ait
olacak alanın ancak dörtte birinin, bu hatta yaptığı düzeltme sonucunda
Malta’nın kıta sahanlığı alanı olduğuna hükmetmiştir.150 Malta’nın, kıta
sahanlığı sınırlandırmasında dikkate alınması gereken faktörler arasında
belirttiği, ekonomik faktörlerle ilgili olarak Divan; sınırlandırmanın iki tarafın
ekonomik durumu ile etkilenmesinin kabul edilemeyeceğini, daha az zengin
olan ülkeye bağlı kıta sahanlığının o ülkenin ekonomik yetersizliklerini
gidermek üzere artırılamayacağını, bu gibi gerekçelerin; hem hakkın esası,
hem de sınırlandırma bakımından tamamen ilgisiz olduğunu belirtmiştir.151
149 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 243-244; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı..,” s. 20. 150 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 240. 151 I.C.J. Reports 1985, para 50; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 20.
61
Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda Malta’nın, güvenlik ve
savunma çıkarlarının hakkaniyete uygun biçimde gözetilmesi için, her devlete
kıyıları çevresindeki alanları kontrol etme olanağını sağlayan eşit uzaklık
metodunun uygulanması gerektiği yönündeki iddiasını Divan tamamen
reddetmemiştir. Truman Bildirisi’ne atıf yapan Divan, güvenlik gerekçesinin
kıta sahanlığı kavramıyla ilgisiz olmadığına değinmiş, ayrıca kıta sahanlığı
kavramının kıyı devletinin söz konusu alanı askerî bakımdan kullanma
hakkına izin verip vermediği konusunun taraflarca ortaya atılmadığını
belirttikten sonra, saptanan sınırın, bir güvenlik sorunu doğuracak kadar
tarafların herhangi birisinin kıyılarının yakınından geçirilmediği gerekçesiyle
tartışmalı olan bu konuyu aydınlatmamıştır.152
c. Saint Pierre ve Miquelon Adaları Davası 153
Uyuşmazlığa konu olan Saint Pierre ve Miquelon Adaları,154
Fransa’ya ait fakat Kanada’nın kıyılarına çok yakın küçük adalardır. Toplam
olarak 237 km2 alana sahiptirler.155 Kanada ve Fransa’nın 12 mil genişliğinde
karasuları uygulaması mevcuttur. Kanada ve Fransa; Kanada sahili ile adalar
arasında deniz alanının sınırlandırılması konusunda 1972 yılında
anlaşmışlardır. Taraflar, 1989 tarihli Hakemlik Anlaşması ile 1972 yılında
152 I.C.J. Reports 1985, para 51; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 19-20; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 247. 153 Saint Pierre ve Miquelon Adaları Bölge Haritası için bkz. Ek-12. 154 Miquelon’un alanı 210 km2’dir. Kanada’nın New Foundland anakarasının 27 mil güneyinde yer alır. Miquelon’un hemen güneyinde Longlade Adası bulunmaktadır. Longlade Adası’nın güneyinde ise, Saint Pierre Adası vardır. Saint Pierre Adası Kanada’nın Burin Yarımadası’nın 10 mil güneybatısındadır. Alanı 27 km2’dir. Aslan GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Konusunda Yeni Gelişmeler: Grönland – Jan Mayen ve Saint Pierre ve Miquelon Davaları,” Hukuk Araştırmaları, C:10, S: 1-3 (1996), s. 593. 155 ELFERINK, s. 98.
62
belirlenen deniz sınırının iki tarafında, açık denize doğru giden bölgede, kıta
sahanlığı ve balıkçılık bölgelerini de içeren geri kalan kısmının sınırlarının
çizilmesi için Hakem Mahkemesi’ne başvurmuşlardır.156
Kanada ile Kanada kıyıları açığındaki denizaşırı Fransız adaları St.
Pierre ve Miquelon arasındaki uyuşmazlıkta; Fransa, adaların da kendi kıta
sahanlığı alanlarının olması gerektiğini ve sınırlandırmanın, Kanada sahili ile
adalar arasında eşit uzaklık ilkesi uyarınca yapılmasının uygun olacağını
iddia etmiş, Kanada ise; adaların, bölgenin durumu yönünden özel durum
teşkil ettiğini, söz konusu adalar fiziki açıdan Kanada kıta sahanlığı alanı
üzerinde olduğundan bunların, kendi kıta sahanlıklarının olamayacağını ve
Fransa’nın sözü edilen adalar etrafında sadece 12 millik bir karasuları
alanına sahip olabileceğini ileri sürmüştür.157
Hakem Mahkemesi, 10 Haziran 1992 tarihli Kararı’nda158 iki görüşü
de kabul etmemiştir. Hakem Mahkemesi, Saint Pierre ve Miquelon Adaları’na
batıya bakan cephede 24 millik deniz alanı öngörmüş, güneybatıda kalan
alanı 12 millik deniz alanıyla sınırlandırmış ve adaların açık denize bakan
tarafında 10.5 millik bir koridor oluşturmuştur. Ayrıca Mahkeme, güneyde
156 ELFERINK, s. 98; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Konusunda…,” s. 594. 157 Jonathan I.CHARNEY, “Progress in International Maritime Boundary Delimitation Law,” The American Journal of International Law, Volume: 88, No: 2 (April 1994), s. 230; ELFERINK, s. 99. 158 Saint Pierre ve Miquelon Adaları Sınırlandırma Haritası için bkz. Ek-13.
63
deniz yönündeki sektörde, 10.5 mil genişliğinde ve 200 mil uzunluğunda bir
koridor oluşturulmasına karar vermiştir.159
d. Greenland – Jan Mayen Davası160
Greenland – Jan Mayen Davası, Danimarka egemenliğinde bulunan
Greenland ile Norveç egemenliğinde bulunan Jan Mayen arasındaki deniz
alanlarının sınırlandırılmasına ilişkindir. Uyuşmazlığa konu olan adalardan
Greenland, çok büyük bir adadır, Jan Mayen Adası ise, üzerinde yerleşim
olmayan küçük bir ada olup, Greenland ile arasındaki mesafe 250 mil
kadardır.161 Jan Mayen ve Greenland Adaları arasındaki uyuşmazlık; 1988
yılında U.A.D. Statüsü’nün 36’ncı maddesinin 2’nci fıkrasına dayanan
Danimarka’nın tek taraflı başvurusu ile Divan’a götürülmüştür. Böylece
Greenland – Jan Mayen Davası, Özel Anlaşma (tahkimname) olmaksızın
Divan’a sunulan ilk dava olması nedeniyle özellik taşır.162
Danimarka Divan’dan; Greenland Adası’nın doğu kıyılarından
başlamak üzere 200 mil genişlikte bir balıkçılık ve kıta sahanlığı alanının
Greenland’a ait olduğunu beyan etmesini, bunu saptayacak tek bir hattın
çizilmesine hükmetmesini istemiştir. Norveç ise, Divan’dan; Greenland ile Jan
Mayen arasındaki kıta sahanlığını ve balıkçılık bölgesini bir orta hat çizmek
suretiyle ayrı ayrı belirlemesini talep etmiş, ayrıca Jan Mayen Adası’nın da
159 CHARNEY, s. 230; ELFERINK, s. 101-102; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Konusunda…,” s. 598. 160 Greenland – Jan Mayen Bölge Haritası için bkz. Ek-14. 161 CHARNEY, s. 230; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Hukukunda…,” s. 582-583. 162 ELFERINK, s. 104; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Hukukunda…,” s. 584; Ayrıca, U.A.D. Statüsü md. 36/2 için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası …, s. 142.
64
prensip olarak Greenland Adası kadar kıta sahanlığı ve balıkçılık bölgesine
sahip olduğunu iddia etmiştir.163
Divan, Jan Mayen ile Greenland Adaları arasındaki kıta sahanlığı ve
balıkçılık bölgelerinin sınırlandırılmasına ilişkin uyuşmazlıkta,164 önce geçici
bir orta hat çizmiş, sonra da geçici orta hattın düzeltilmesini gerektiren
unsurların olup olmadığını araştırmıştır. Divan’a göre; hakkaniyete uygun bir
sonuca ulaşabilmek için, göz önünde bulundurulması gereken unsurlardan
ilki; Greenland’ın ilgili kıyıları ile Jan Mayen’in ilgili kıyılarının uzunlukları
arasındaki büyük farktır ki, aradaki oran yaklaşık 9’a 1’dir. Bu oransızlık orta
hattın düzeltilmesini gerektirecektir. İkinci unsur ise; tarafların ilgili kıyılarının
uzunluğu ile, taraflara verilen alanların kapsamı arasında makul bir oranın
sağlanmasıdır. Bir başka unsur; devletin sahilinin önündeki ve denizin
altındaki uzantısının kesilmemesidir. Sınırlandırmada dikkate alınacak diğer
unsurlar ise; sınırlandırma bölgesinde bulunan ekonomik kaynaklar, güvenlik
ile ilgili çekinceler ve uzun kıyıların açığındaki küçük adalara tam etki
verilmemesidir.
Divan, yaptığı değerlendirmeler sonucunda; Greenland ve Jan Mayen
arasındaki sınırın ne orta hatta göre, ne de Danimarka’nın dediği şekilde
Greenland kıyılarından itibaren 200 mil mesafede çizileceğini belirtmiş,
İngiltere-Fransa ve Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davaları’nda olduğu gibi, orta
hatta bir takım düzeltmelere giderek, 14 Haziran 1993 tarihli Kararı’yla;
163 ELFERINK, s. 104-105; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Hukukunda…,” s. 584-585. 164 Greenland – Jan Mayen Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Haritası için bkz. Ek-15.
65
Danimarka’nın önerdiği 200 mil hattı ile, Norveç’in önerdiği orta hat arasında
bir sınıra hükmetmiştir.165
e. Eritre-Yemen Davası166
Kızıldeniz’in batı yakasında, Afrika kıtasında yer alan Eritre ve
Kızıldeniz’in doğu yakasında, Arap Yarımadası’nda yer alan Yemen,
Kızıldeniz’in güneyinde Bab el - Mandep’in hemen kuzeyinde karşılıklı
sahillere sahip olan iki devlettir. Eritre - Yemen arasındaki uyuşmazlık
konusu, eski Osmanlı toprağı olan bazı Kızıldeniz Adaları üzerindeki
egemenlik uyuşmazlığı ve aralarındaki deniz sınırlandırması sorunudur.167
Her iki devlet, 21 Mayıs 1996 tarihinde yaptıkları “İlkelere İlişkin
Anlaşma”168 ile söz konusu egemenlik uyuşmazlığını ve deniz sınırlandırması
sorununu hakemlik yolu ile çözmeye karar vermişlerdir. Nitekim taraflar 3
Ekim 1996 tarihinde yapmış oldukları Hakemlik Anlaşması169 ile bir Hakem
Mahkemesi kurulmasına karar vermişler ve söz konusu Anlaşma ile, Hakem
Mahkemesi’nden, ilk aşamada, aralarında egemenlik uyuşmazlığı yaşanan
bazı adalar üzerinde kimin egemen olduğunu, ikinci aşamada ise,
aralarındaki deniz sınırını, bir başka ifade ile, aralarındaki karasuları, kıta
165 ELFERINK, s. 106-111; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı Hukukunda…,” s. 587-592; CHARNEY, s, 248-249. 166 Eritre – Yemen Bölge Haritası için bkz. Ek- 16. 167 Sertaç Hami BAŞEREN, “Eritre/Yemen Kararı’nın Ege Kıta Sahanlığı Sınırlandırmasına Tesirleri,” Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK (ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul, 2002, s. 81. 168 İlkelere İlişkin Anlaşma (Agreement on Principles), metni için bkz. http://www.pca-cpa.org/ER-Yagreeprinc.htm. 169 Hakemlik Anlaşması, (Arbitration Agreement), metni için bkz. http://www.pca-cpa.org/ER-Yarbgree.htm.
66
sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırını belirlemesini istemişlerdir.170
Mahkeme, egemenlik uyuşmazlığına ilişkin ilk aşamaya yönelik kararını 9
Ekim 1998’de, bizim burada inceleyecek olduğumuz, deniz
sınırlandırılmasına ilişkin ikinci aşama kararını ise, 17 Aralık 1999’da
vermiştir. 171
Eritre-Yemen Davasında, deniz sınırlarının çizilmesi için
oluşturdukları Hakem Mahkemesi önünde tarafların her ikisi de taleplerini;
eşit uzaklık ilkesine dayandırmış olmalarına rağmen, eşit uzaklık metodunu
uygulamak için farklı noktaları esas almalarından dolayı ortaya çıkardıkları
sınır çizgileri de birbirinden farklı olmuştur.172 Taraflar, Mahkeme’den deniz
alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin sorunu, B.M.D.H.S. ve ilgili diğer
faktörleri göz önünde bulundurarak çözmesini istemişlerdir.173
Sorun Hakem Mahkemesi’ne götürüldüğünde, mevcut ulusal
düzenlemesine göre, Yemen karasuları 12 mildir. 24 mil genişliğinde bir
bitişik bölgesi, 200 mil münhasır ekonomik bölgesi vardır. Kıta sahanlığı 200
mil ya da kıta kenarının dış sınırına kadar uzanmaktadır. Eritre’nin ulusal
170 Tarafların isteği üzerine Mahkeme, davayı iki safha olarak görmüştür. Birinci safhada (Phase I) aidiyeti taraflar arasında tartışmalı olan bazı adaların üzerinde kimin egemen olduğuna karar verilmiştir. İkinci safhada (Phase II) ise, taraflar arasındaki deniz sınırlarının çizilmesi hükme bağlanmıştır. 3 Ekim 1996 tarihli Hakemlik Anlaşması md. 2 için bkz. http://www.pca-cpa.org/ER-Yarbgree.htm. 171 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 82. 172 Dolunay ÖZBEK, “Ege Kıta Sahanlığı Sınırlandırmasında Eşit Uzaklık ve Hakkaniyet İlkelerinin Yeri,” Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK (ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul, 2002, s. 50; BAŞEREN, “Eritre-Yemen…,” s. 89. 173 Bkz. İlkelere ilişkin Anlaşma (Agreement on Principles), md. 3/2 para 2.
67
düzenlemesinde ise, yalnızca karasularının genişliğinin 12 mil olduğu
belirtilmiştir. 174
Davada Yemen, eşit uzaklık ilkesine dayalı tek deniz sınırı
çizilmesini istemiştir. Yemen’in çizilmesini istediği orta hat kendi anakara
ülkesinin sahillerinin ve adalarının esas noktalarını dikkate almış, bazı Eritre
Adaları’nın esas noktalarının etkisini ise hesaba katmamıştır. Yemen, sınırı
belirleyebilmek için sınırlandırma alanını “Kuzey”, “Güney” ve “Merkez” olmak
üzere üç alt bölgeye ayırmıştır. Kuzey Bölgesi’nde, her iki tarafın esas
noktaları dikkate alınmamıştır. Yemen, Dahlak Adaları’nın Eritre anakarasının
sahilinin bir parçası olduğunu ve eşit uzaklık çizgisinin saptanmasında
dikkate alınması gerektiğini kabul ederek, Jabal al Tayr ve Zubayr grubuna
dahil kendi adalarının da aynı şekilde dikkate alınması gerektiğini iddia
etmiştir. Bunun, taraflardan her biri ilgili anakaraların sahillerinden aynı
uzaklıkta bulunan aynı kıyısal görüntüler ortaya çıkaran mukayese edilebilir
büyüklükte adalara sahip olduğu için, her iki tarafın adalarının esas
noktalarının dengeli olarak ele alındığına işaret edeceğini ileri sürmüştür.
Yemen, kendi egemenliği altındaki Haniş Adalar Grubuna Merkez
Bölgesi’nde tam etki tanırken, Güneybatı Kayalığı ve Haycock Adaları’nın
sadece seyr-ü sefere ilişkin bir risk unsuru olduğunu iddia etmiştir. Yemen’e
göre, sözü edilen yerler sınırlandırmada rol oynamaya elverişli değildir.
Güney Bölgesi’nde Yemen’in iddiası, Assab Körfezi’ni Eritre iç suları olarak
kabul eden Fatuma, Derchos ve Ras Mukwar Adaları’na tam etki tanıyan
daha basit bir eşit uzaklık çizgisine dönüşmüştür. Yemen’in ileri sürdüğü 174 United Nations, The Law of the Sea-National Legislation on the Territorial Sea: The Right of Innocent Passage and the Contiguous Zone, 1995, s. 419-422.
68
çizgi, bazı Eritre Adaları’nı hesaba katmadığı gibi Eritre sahilinde en yüksek
su hattını, Yemen sahilinde ise, en düşük su hattını esas hat olarak almıştır.
Ayrıca Yemen özellikle, güvenlik üzerinde de durmuş ve eşit uzaklık
temelinde çizilecek sınırın hakkaniyete dayalı bir çözümü sağlaması için bu
hususun göz önünde bulundurulmasını istemiştir. Yemen’e göre, güvenlik,
hakların tedricî ihlalinin önlenmesinden daha ilgi çekici hiçbir şey akla
getirmemektedir. Güvenlik sorunu ya da hakların tedricî ihlalinin önlenmesi
en çok Haniş Grubu Adaları ile Eritre sahilleri arasında dar deniz alanlarında
ortaya çıkmaktadır.175
Eritre’ye göre ise, kuzeydeki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik
bölge sınırlandırmasında eşit uzaklık çizgisinin belirlenmesinde Yemen’in
Kızıldeniz’in ortasında açık denizdeki küçük adacıkları Jabal al – Tayr ve
Zubayr grubu dikkate alınmamalıdır. Buna karşılık Eritre, merkezde
Güneybatı Kayalıkları ve Haycock’lar ile Zuqar Haniş grubu adalar arasında
karasuları sınırlandırması ele alındığı için, bunların (kendi egemenliğindeki
Güneybatı Kayalıkları ve Haycock’ların) dikkate alınması gerektiğini ileri
sürmüştür Yemen’in Haycock’lar ile Güneybatı Kayalıkları’nın çember içine
alınması önerisinin kabul edilmesi halinde her iki seyr-ü sefer kanalının
Yemen karasuları içinde kalacağını öne sürerek buna şiddetle karşı çıkmıştır.
175 The Arbitration Between Yemen and Eritrea, Second Phase: The Maritime Delimitation, the Award of 17 December 1999 of the Arbitration Court Established by Yemen and Eritrea, paras 12-21; Karar metni için bkz. http://www.pca-cpa.org/Er-YEMain.htm. (Bundan sonra, Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999 olarak geçecektir.)
69
Ayrıca Eritre iddialarında geleneksel balıkçılık rejimine değinerek,
tarihî orta hat üzerinde durmuştur. Tarihî orta hat, bazı Eritre Adaları’na tam
etki tanıyan, fakat Yemen’in Kızıldeniz’in ortasındaki açık deniz adalarını
dikkate almayan anakaraların sahilleri arasında bir eşit uzaklık çizgisidir. Öte
yandan Eritre, Kızıldeniz’in ortasındaki açık deniz adalarını dikkate almayan
eşit uzaklık çizgisine dayalı sınırın, petrol imtiyazları tarafından da
desteklendiğini iddia etmiştir. Yemen ise, petrol anlaşmalarına ilişkin
haritaların hatalar içerdiğini ileri sürmüştür.176
Eritre-Yemen Kararı’nın deniz sınırlandırmasına ilişkin ikinci
aşamasında Hakem Mahkemesi, tarafların isteği üzerine, eşit uzaklık-özel
durumlar ilkesinin deniz alanları sınırlandırması için uygulanmasını uygun
görmüştür.
Mahkeme sınırın, karşılıklı anakara kıyıları arasındaki orta hat
olduğunu açıkça belirtmiş,177 böylece; karasuları, münhasır ekonomik bölge
ve kıta sahanlığı için çok amaçlı tek bir deniz sınırı çizmiştir.
Mahkemeye göre; orta hat ya da eşit uzaklık çizgisi, B.M.D.H.S.’nin
74 ve 83’üncü maddelerine göre sahilleri karşılıklı devletler arasında deniz
alanlarının sınırlandırmasında hakkaniyete uygun bir deniz sınırı
oluşturacaktır. Geçici orta hat çizildikten sonra, hakkaniyete uygun olup
olmadığı oransallık ilkesine göre kontrol edilmiştir. Söz konusu orta hat, esas
176 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 90. 177 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, para 132.
70
hatlar, adalar, uluslararası seyr-ü sefer yolları ve üçüncü devletlerin
çıkarlarından etkilenmiştir.178
Hakem Mahkemesi, Eritre ve Yemen’in “uluslararası barış ve
güvenliğin olduğu kadar dünyanın özellikle duyarlı olan bu bölgesinde seyr-ü
sefer serbestisinin korunması açısından uluslararası topluma karşı
sorumluluğunun bilincinde olduğunu” vurgulayan Hakemlik Anlaşması’nın
girişinde işaret edilen seyr-ü sefere ilişkin hususlara dikkat çekmiştir.179 Zaten
Eritre-Yemen Davası, deniz sınırı çizilirken seyr-ü sefer unsurunu, dikkate
alan tek karardır. Bunun nedeni de, sınırlandırma bölgesinin dünyanın en
önemli uluslararası su yollarından birisi üzerinde olması ve deniz ulaşımı
konusunda taşıdığı önemdir. Başka bir önemli uluslararası su yolu oluşturan
Ege Denizi sınırlandırmasının da benzer şekilde seyr-ü sefer faktöründen
etkileneceğini düşünmek gerekli görünmektedir.180
Öyle ki Eritre, Yemen’in “Haycock’ları ve Güneybatı Kayalıkları’nı
çember içine alma” isteğine, böyle bir talebin Haycock’lar ile Güneybatı
Kayalıkları arasından geçen batı seyr-ü sefer kanalını Yemen karasularına
sokacağı gerekçesiyle itiraz etmiştir. Zuqar’ın doğusundaki doğu seyr-ü sefer
kanalı da Yemen karasuları içinde bulunduğu için, Mahkeme’nin Yemen’in
önerisini kabul etmesi, her iki seyr-ü sefer kanalının da Yemen karasularına
sokulması anlamına gelecekti.181 Hakem Mahkemesi en önemli uluslararası
178 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 91-92. 179 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 93. 180 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 102. 181 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, para 26.
71
deniz yollarından birisinin yanında buna uygun düşmeyen çemberler
yaratmak istemediği için Eritre’nin görüşünü esas almıştır.182
Eritre-Yemen Kararı’nın deniz sınırlandırmasına ilişkin ikinci
aşamasında Hakem Mahkemesi, çizilecek deniz sınırı üzerindeki etkileri
açısından iki ülkenin egemenliği altında olan Kızıldeniz Adaları’nı da
değerlendirmiştir. Hakem Mahkemesi’nin adalara ilişkin değerlendirmesi,
adaların coğrafi pozisyonlarına göre değişiklik göstermektedir.
Mahkeme, Eritre ve Yemen’in kendi egemenlikleri altında bulunan ve
anakaralarının sahillerine yakın olan sırasıyla, Dahlak ve Kamaran Adaları’na
tam etki tanımıştır. Dahlak Adaları’nın en büyüğü, büyük kısmı itibariyle Eritre
sahillerinden itibaren 24 milin içinde yer almakta ve üzerinde kayda değer bir
yerleşik nüfus bulunmaktadır. Dahlak Adalar grubunda söz konusu büyük
adadan başka daha pek çok küçük ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır.
Sözü edilen ada, adacık ve kayalıkların büyük bir kısmı da sahilden itibaren
24 milin oldukça dışına uzanmaktadır. Mahkeme, Dahlak’ların sahilin genel
oluşumunun “bütünleyici bir parçası”nı oluşturan adaların tipik örneği
olduğunu, söyleyerek Dahlak Adaları’na tam etki tanımaya karar vermiştir.183
Mahkeme, Eritre sahillerindeki Assab Körfezi’nin ağzındaki adaları da sahilin
genel oluşumunun bütünleyici bir parçası olarak görüp orta hattın
belirlenmesinde, en dıştaki adaların esas alınması gerektiğini söyleyerek
bunlara da tam etki tanımıştır.184 Yemen sahillerindeki Kamaran Adası’na ve
182 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, para 125. 183 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, para 139. 184 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, para 163.
72
Tiqfash, Kutama ve Uqban Adaları da dahil Kamaran Adası’nın kuzeyindeki
adalara da aynı gerekçelerle tam etki tanımıştır. 185
Dahlak Adaları’nın en dışta olanı, Eritre sahilinden itibaren 40 mil
açıkta bulunmaktadır. Kutama Adası’nın Yemen sahillerine en yakın noktası
ise 41 km uzaklıktadır. Devletlerin uygulamalarında bu kadar uzakta bulunan
adaların sahilin genel oluşumunun bütünleyici bir parçası olarak görüldüğünü
söylemek mümkün değildir. Mahkeme kararında; Dahlak ve Kamaran
Adaları’na, sahil oluşumunun bütünleyici bir parçası olarak görüldükleri için
tam etki tanınmış, fakat sahillerden uzak Kızıldeniz’in ortasındaki açık deniz
adaları Jabal al-Tayr ve Zubayr Adaları’na Yemen anakarasının bir parçasını
oluşturmadıkları için etki tanınmamıştır.186
Hakem Mahkemesi, Eritre-Yemen Kararı’nda, tarihî hakların
dayandırıldığı geleneksel balıkçılık rejimlerinin sınırlandırmada ilgisini
reddetmiştir. Hakem Mahkemesi bu hususta karar verirken bir taraftan
bölgedeki İslami hukuki kavramları diğer taraftan da geleneksel balıkçılık
rejiminin özelliklerini göz önünde tutmuştur. İslami hukuk kavramlarına göre
bütün insanlar her iki yakada balık kaynaklarına serbestçe ulaşarak
beslenme ihtiyaçlarını karşılamak ve fazlasını satmak için doğal balık
avlama hakkına sahiptir. Mahkeme Jabal al-Tayr, Zubayr ve Zuqar-Haniş
grubu üzerinde Yemen'e verdiği egemenliğin bölgesel İslami hukuk
kavramlarına saygılı olduğunu onları içerdiğini ve onlara tâbi olduğunu
bildirmiştir. Ayrıca balıkçılık rejimi deniz sınırlandırmasından ayrı tutulması
185 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II, 1999, paras 150-151. 186 BAŞEREN, “Eritre/Yemen..,” s. 97.
73
için nedenler içermektedir. Söz konusu geleneksel balıkçılık rejimleri
dalyanları kullanmayı ve ilgili limanlara girip balık satmayı kapsamaktadır.
Belirtilen faaliyetler tarafların karasuları içinde ve dışında sürdürülmektedir.
Mahkemeye göre bu nedenle yapılacak sınırlandırmaya bağlı değildirler.
Kısaca, asıl menfaat, tarihî haklar oluşturan balıkçılık kaynaklarına serbest
ulaşım olduğu için geleneksel balıkçılık rejimleri deniz sınırlandırmasından
ayrılabilir.187 Öte yandan Mahkeme, sınırın çizilmesinde petrol anlaşmalarına
da belirleyici bir rol vermemiştir.188
Hakem Mahkemesi Eritre–Yemen uyuşmazlığının deniz
sınırlandırmasına ilişkin ikinci aşamasını karara bağlarken, iki ülke
arasındaki sınırın hem kuzey ucunda hem de güney ucunda üçüncü
devletler ile karşılaşmıştır. Sınırın kuzey ucuyla ilgili olarak Suudi
Arabistan, 31 Ağustos 1997'de Hakem Mahkemesi’nin Kalemi’ne Yemen
ile sınırının sorunlu olduğunu ve Mahkeme’nin kararını Jabal al–Tayr
Adası'nın en kuzey noktasındaki enlemden daha kuzeye uzanmayan
sahalarla sınırlandırmasını bildirmiştir. Eritre, Suudi Arabistan'ın ihtarına
itiraz etmemiş, buna karşılık Yemen, kuzey sektörünün sonu olan 16° 00'
00" kuzey enlemine kadar sınırlandırma yapılmasını istemiştir.189 Sınırın
güney ucu ile ilgili sorun doğuran husus Perim Adası'nın, sınır güzergâhına
muhtemel etkisidir. Bahse konu bölgede Cibuti'nin bazı hakları söz konusu
olabilecektir.190 Konuya ilişkin olarak Hakem Mahkemesi, Hakemlik
Anlaşması çerçevesinde iki taraf arasında deniz sınırına karar verme 187 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, paras 71-74. 188 BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 95. 189 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, para 44. 190 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, para 46.
74
yetkisine sahip olduğuna, iki taraftan biri i le komşu devletler arasında
herhangi bir sınırı kararlaştırmak yetkisi olmadığına, bu nedenle sınırın
her iki ucunu başka taleplerin inceleneceği alanlara geçmekten
kaçınacak şekilde sona erdirmek gerektiğine191 karar vermiştir.
Eritre-Yemen Kararı’nda, tarafların sahillerinin uzunluğu ile
taraflara verilen kıta sahanlıkları arasında oran olmasını öngören
“oransallık ilkesi”192 hakkaniyetin ölçüsü olarak kullanılmıştır. Taraflar
arasında oransallık ilkesinin fonksiyonu ile ilgili bir uyuşmazlık yoktur.
Fakat ilgili sahillerin uzunluğunun nasıl ölçüleceği ciddi bir uyuşmazlık
konusu oluşturmuştur. Yemen, ilgili alanları hemen hemen eşit olarak
bölen çizginin ilgili sahillerin uzunluğu arasındaki oranı doğru olarak
yansıttığını ileri sürmüştür. Buna karşılık Eritre ise, anakaraların sahilleri
arasındaki kendi tarihî orta hattının 3’e 2 oranında kendi lehine bir alan
ortaya çıkaracağını iddia etmektedir. Eritre’ye göre, bu sahiller
arasındaki oranı tam olarak yansıtmaktadır. Eritre, ayrıca sınırlandırma
sonucunda ortaya çıkan alanların hesaplanmasında Dahlak Adaları ve
191 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, para 136. 192 Hemen hemen deniz sınırlandırmasına ilişkin bütün kararlarda başvurulan bu ilke, içtihat hukukuna ilk girişinden bu yana değişerek gelişmiş, hem uygulandığı uyuşmazlıkların coğrafi koşulları hem de ilkenin fonksiyonu itibariyle yeni kapsamlar kazanmıştır. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası’nda sahilleri bitişik devletler arasındaki sınırlandırmada eşit uzaklık çizgisinin yol açtığı hakkaniyetsizlikleri düzeltmek için kullanılan oransallık ilkesine daha sonra karşılıklı sahiller arasındaki sınırlandırmaların yapıldığı Libya – Malta, ve Greenland-Jan Mayen Davaları’nda da başvurulmuştur. Oransallık ilkesi, Tunus-Libya Davası’nda öngörülen sınırlandırma çizgisinin hakkaniyetinin ölçülmesi için kullanılmıştır. Böyle bir yaklaşımı Libya–Malta ve St. Pierre–Miquelon Davaları’nda da gözlemlemek mümkündür. Maine Körfezi, Libya-Malta ve Greenland–Jan Mayen Davaları’nda çizilen geçici eşit uzaklık çizgisi ardından oransallık esasında değiştirilmiştir. BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 100.
75
Assab dahil sahillerdeki limanlarda bulunan iç suların dikkate
alınmamasını istemiştir.193
Sorun, Eritre sahilinin uzunluğu belirlenirken kuzeye doğru ne
kadarının dikkate alınacağı hususunda ortaya çıkmaktadır. Eritre oransallığın
hesaplanmasında Yemen tarafından uyuşmazlık sahasının kuzey sektörünün
belirlenmesinde dikkate alınan 160 kuzey enlemine kadar tüm anakarasının
sahillerinin dikkate alınmasını istemektedir. Mahkeme, Kızıldeniz kuzeye
doğru yaklaşık 450'lik bir açı ile uzandığı için 160 enleminin hakkaniyetin
ölçüsüne uygunluğundan şüphe etmiştir. Mahkeme, Eritre sahillerinin ilgili
kısmının, bu sahilin genel istikametinin Yemen kara sınırının kuzeyde sona
erdiği noktadan Yemen sahilinin genel istikametine çizilen dikme ile kesiştiği
noktada sona erdiğini kabul etmiştir. Mahkeme, Yemen sahilinin uzunluğunu
belirlemek için, güneyde sona erdiği noktayı da benzer şekilde belirlemiştir.
Mahkeme Yemen ve Eritre'nin sahil uzunluklarının ve deniz alanlarının
yüzölçümlerinin oranlarını sırasıyla, 1:1.3 ve 1:1.09 tespit etmiş ve söz
konusu oranlar karşılaştırılarak çizilen deniz sınırının oransızlığa yol
açmadığını hükme bağlamıştır.194
G. KITA SAHANLIĞININ SINIRLANDIRILMASI
1958 tarihli Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı
maddesinde, kıyıları karşılıklı olan veya yan yana olan devletlere ait kıta
sahanlığı sınırlarının saptanması usulü, ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir.
193 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, paras, 42-43. 194 Eritrea-Yemen Arbitration, Phase II 1999, paras, 167-168; BAŞEREN, “Eritre/Yemen…,” s. 101.
76
Söz konusu madde; kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler
arasında kıta sahanlığının sınırlarının saptanmasını düzenleyen hükümleri
ayrı ayrı belirlemesine karşın, her iki sınır için de sonuçta öngördüğü kural
aynıdır. Bu hüküm uyarınca; iki veya daha çok devletlerin ülkeleri aynı kıta
sahanlığına bitişik ise, bunların ülkeleri ister karşı karşıya ister yan yana
olsun, her iki durumda da kıta sahanlığının sınırı, kural olarak tarafların
anlaşmasıyla saptanacaktır. Kıta sahanlığı sınırının saptanmasında bir
anlaşmaya varılamazsa ve özel durumlar farklı bir sınırın saptanmasını haklı
kılmıyorsa, ülkeleri karşı karşıya olan devletler arasında kıta sahanlığının
sınırı, her noktası, her bir devletin karasularının genişliğinin ölçülmeye
başlandığı esas hattın en yakın noktalarına, eşit uzaklıkta bulunan orta hattır.
Ülkeleri yan yana olan iki devlet arasında kıta sahanlığının sınırı ise; her
devletin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hattın en yakın
noktalarından itibaren eşit uzaklık ilkesinin uygulanması ile belirlenir.195
Sözleşme’nin sınırlandırmaya ilişkin hükümlerinde öne çıkan önemli
husus, tarafların kıta sahanlığının sınırını öncelikle anlaşma ile belirlemeleri
gerektiğidir. Sınırlandırmada eşit uzaklık ilkesinin uygulanması, özel
durumlar nedeniyle bir başka sınırın saptanmasının haklı görülmediği
durumlarda söz konusu olur. Özel durumlar başka bir sınırın saptanmasını
haklı kılıyorsa, 6’ncı madde düzeni uyarınca eşit uzaklık ilkesi uygulanmaz.
Yani sınırlandırılması söz konusu olan alanlarda özel durumların bulunması
195 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 370; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 400-401; Ayrıca md. 6 metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 340.
77
sınırlandırmada eşit uzaklık ilkesinin uygulanmasını durdurur.196 Özel
durumların bulunması halinde sınırlandırmanın hangi ilkeler uyarınca
gerçekleştirileceği de maddede açıkça belirtilmemiştir. 6’ncı maddeyle ilgili
hazırlık çalışmaları özel durumlarda, hakkaniyete uygun bir sınırlandırmanın
gerçekleştirilmesinin düşünüldüğünü doğrulayacak niteliktedir. Sözleşme’de
maddede sözü edilen özel durumlar tarif edilmemiştir. Bununla beraber,
uygulamada kıyının özel biçimi, kıyıların uzunluğu arasında belirgin farklar
olması, sınırlandırılacak alanda adaların ve özellikle yabancı devlet kıyılarına
yakın adaların bulunması özel durumlar olarak mütalaa edilmektedir.197
1982 B.M.D.H.S.’nin 83’üncü maddesinde; kıyıları karşı karşıya veya
yan yana olan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasının
hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı
Statüsü’nün 38’inci maddesinde belirtilen uluslararası hukuka göre anlaşma
ile gerçekleştirileceği hükme bağlanmıştır. Aynı maddenin birinci
paragrafında öngörülen anlaşma akdedilinceye kadar, ilgili devletlerin anlayış
ve işbirliği ruhu içinde, pratik çözüm getiren geçici düzenlemelere
girişecekleri ve bu geçiş süreci içerisinde nihai anlaşmanın akdini tehlikeye
düşürmemek veya engellememek için ellerinden gelen gayreti gösterecekleri
belirtilmiştir. Maddenin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, burada
196 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 204. 197 Sevin TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, İstanbul, 2000, s. 28; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 205.
78
sınırlandırmada uygulanması gereken ilkelerden çok gerçekleştirilmesi
istenen sonuca ağırlık verilmiştir.198
Ayrıca 1982 B.M.D.H.S.’nin 311’inci maddesinde taraf devletler
arasında bu Sözleşme hükümlerinin, 1958 tarihli Cenevre Deniz Hukuku
Sözleşmeleri hükümlerine üstün değer taşıyacağı açıkça hükme
bağlanmıştır.199
H. KITA SAHANLIĞININ HUKUKSAL REJİMİ
Hem 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi (md. 2), hem de 1982
tarihli B.M.D.H.S. (md. 77) kıta sahanlığı üzerinde kıyı devletinin egemen
haklara sahip olduğunu belirtmektedir. Devletin kıta sahanlığı üzerindeki
egemen haklarının doğumu, söz konusu hakların talep edilmesi, kullanılması
veya kıta sahanlığının işgal edilmesi koşuluna bağlı değildir.200 Bir başka
deyişle; kıyı devletinin sözü edilen haklara sahip olması için herhangi bir
biçimde kıta sahanlığı alanında bizzat bir takım eylemlerde bulunmasına ya
da bu alan üzerindeki, söz konusu haklarını ilan etmesine gerek yoktur.
Nitekim U.A.D. 20 Şubat 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları
Kararı’nda, kıyı devletinin haklarının kıta sahanlığı üzerinde fiilen (ipso facto)
ve başlangıçtan beri (ab inito) var olduğunu teyit etmiştir.201 Gerek 1958
Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi (md. 2/2) gerek 1982 tarihli B.M.D.H.S.
198 Md. 83 metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler…, s. 41. 199 Gökhan Y.DURAN, “Milletlerarası Hukukta Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Etkileri: Ege Adalarının Değerlendirilmesi,” Silahlı Kuvvetler Dergisi, S: 361(Temmuz 1999), s.46;TOLUNER, Milletlerarası…, s. 227. 200 Mehmet KOCAOĞLU, Uluslararası İlişkiler, Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara, 1993, s. 142. 201 PAZARCI, Uluslararası…, s. 279; PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 367.
79
(md. 77/2) uyarınca; kıta sahanlığı üzerindeki haklar, münhasır olarak kıyı
devletine aittir. Başka bir deyişle, bir devlete ait kıta sahanlığı üzerindeki
haklar yalnızca bu devletin yararlanacağı ya da onun açık izniyle
yararlanılacak haklardır.
Kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerindeki hakları yalnızca doğal
kaynaklardan yararlanılması amacına yöneliktir. Kıyı devleti kıta sahanlığı
alanı üzerinde yalnızca doğal kaynakların araştırılması ve ekonomik
işletilmesi konusunda haklara sahiptir. (1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi md. 2/1, B.M.D.H.S. md. 77/1).
Kıyı devletinin üzerinde hakkı olduğu doğal kaynaklar, iki gruba
ayrılabilir: i) Madenler ve öteki cansız kaynaklar; ii) Deniz yatağı ve toprak
altı ile sürekli fiziksel dokunma durumunda bulunan canlılar. Kıyı devletinin
üzerinde hak sahibi olduğu canlı kaynaklar ya süngerler, midyeler, mercanlar
gibi tam olarak tabana yerleşik bir biçimde bulunan sabit deniz ürünlerinden,
ya yengeçler, ıstakozlar, salyangozlar gibi tabana sürekli fiziksel dokunma
içinde hareket eden sürüngenlerden, ya da deniz tarakları, deniz kestaneleri
gibi deniz yatağının toprak altına yerleşen canlılardan oluşmaktadır. Canlı
kaynaklara, ayrıca deniz yosunları ve öteki deniz bitkileri gibi deniz tabanına
yerleşik bulunan bitkileri de eklemek gerekir. Madenler ve öteki cansız
kaynaklara gelince, bunlar gerek deniz yatağı üzerinde çökelti tabakası içinde
bulunan maden yumrularını, gerek toprak altında bulunan her türlü madeni ve
hidrokarbürleri içerir. Daha önce değinildiği gibi; 200 milden daha fazla kıta
sahanlığı alanına sahip olan kıyı devletlerinin, sözü edilen alanlardan elde
80
edeceği madenler ve hidrokarbürler üzerinden uluslararası deniz tabanını
düzenlemek ve işletilmesini denetlemekle görevlendirilen Uluslararası Deniz
Yatağı Otoritesi’ne kimi koşullarda bir tür vergi ödemesi öngörülmüştür.
(B.M.D.H.S. md. 82). 202
Kıyı devletine kıta sahanlığı üzerinde tanınan hakların kullanımı kıta
sahanlığı üstünde bulunan su alanının ve onun üstünde yer alan hava
sahasının rejimini hiçbir biçimde değiştirmeyecektir. Başka bir deyişle, kıta
sahanlığı üstündeki su alanı açık deniz oluşturuyorsa, açık deniz rejimi, bütün
koşulları ile geçerliliğini koruyacaktır. (1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi md. 3; B.M.D.H.S. md. 78/1). Eğer, kıta sahanlığı üstünde, kıyı
devletine ait bir münhasır ekonomik bölge yer alıyorsa, o zaman da münhasır
ekonomik bölge kavramı çerçevesinde söz konusu su alanı üzerinde geçerli
olan rejim, geçerliliğini koruyacaktır. Oysa adı geçen her iki rejim
çerçevesinde de üçüncü devletlerin sözü edilen su alanından gemicilik
bakımından tam yararlanma özgürlükleri vardır. Aynı alanın açık deniz
oluşturması durumunda, üçüncü devletlerin balıkçılık gibi başka hakları ve
özgürlükleri söz konusu olur. Kıta sahanlığı devleti, kıta sahanlığı üzerinde
haklarını kullanırken üçüncü devletlerin haklarına ve özgürlüklerine hiçbir
zarar vermemekle yükümlüdür. (1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi,
md. 5/1; B.M.D.H.S. md. 78/2). Öte yandan üçüncü devletler bir devletin kıta
sahanlığı üzerine, kıyı devletinin kimi bakımlardan isteklerini de göz önünde
202 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 368; PAZARCI, Uluslararası…, s. 279-280; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 404-405.
81
tutarak, kablolar ve petrol ya da gaz taşıyan borular yerleştirme hakkına
sahiptir. (1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi md. 4;B.M.D.H.S.md. 79).
Kıyı devletinin, yukarıda sayılan haklarını kullanırken kıta sahanlığı
üzerinde yapay adalar, çeşitli nitelikte tesisler ve araç-gereçler yerleştirmek
ya da yerleştirilmesine izin vermek yetkisi vardır. (1958 Cenevre Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi md. 5; B.M.D.H.S. md. 80). Bunların kıta sahanlığına
yerleştirilmesi durumunda tesisler üzerinde kıta sahanlığı devletinin, yönetsel
ve yargısal yetkileri geçerlidir. Kıta sahanlığı devleti, bunların çevresinde en
çok 500 metreye kadar varabilecek güvenlik kordonu kurma yetkisine
sahiptir. Öte yandan kıta sahanlığı devleti tesislerin varlığını tehlike işaretleri
koymak suretiyle belirtmek zorundadır.203 Bununla birlikte kıta sahanlığında
ve münhasır ekonomik bölgede bilimsel araştırma yapma, kıyı devletinin
iznine bağlıdır. (1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi md. 5/8;
B.M.D.H.S. Kısım XIII).
203 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 368-369; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 404-405; PAZARCI, Uluslararası…, s. 280.
82
İkinci Bölüm
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞI
I. GENEL OLARAK EGE DENİZİ’NİN204 KONUMU
A. EGE DENİZİ’NİN JEOLOJİK YAPISI
Ege Denizi205 Balkan Yarımadası’nın doğu kısmı ile Anadolu
arasında yer alır.206 Ege Denizi, güneyde Girit ve Rodos Adası, doğuda
Türkiye’nin batı kıyıları, kuzeyde ve batıda Yunanistan anakarasıyla çevrili,
Akdeniz Havzası’nda yer alan yarı-kapalı bir denizdir.207
Kabaca bir dikdörtgeni andıran Ege Denizi, 35 – 41 derece kuzey
enlemleri ile 23-27/28 derece doğu boylamları arasında yer alır. Kuzeyden
güneye doğru yaklaşık 660 km boyunca uzanır. Genişliği kuzeyde 270,
ortada 150, güneyde ise, 400 km kadardır. Bu sınırlar içinde Ege Denizi,
yaklaşık 214.000 km2’lik bir alan kaplar.208
204 Ege Denizi Haritası için bkz. Ek- 17. 205 Ege adının, oğlunu yitirdiğini sanarak kendini kayalıklardan denize atan mitolojideki Attika Kralı Aigeus’un adından geldiği söylenmektedir. Ege Denizi ve Ege Adaları, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul,1995, s. 2; Sırrı ERİNÇ-Talip YÜCEL, Ege Denizi Türkiye ile Komşu Ege Adaları, İkinci Baskı, A.Ü. Basımevi, Ankara, 1988, s.7. 206 ERİNÇ-YÜCEL, s. 3. 207 AHNISH, s. 356. 208 Osman KASAP, “Ege’de Türk-Yunan Anlaşmazlığı ve İkizce (Kardak) Krizi,” Türk Dünyası Tarihi Dergisi, S: III (Mart 1996), s. 43; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 1; ERİNÇ- YÜCEL, s. 7; BAŞEREN, Ege…,s.5; Ege Denizi’nin alanı ve sınırları hakkında makale ve kitaplarda değişik rakamlar belirtilmektedir. Yılmaz USLUER, “Ege Denizi’nde Türk – Yunan Sorunları,” M5 Savunma ve Silah Sistemleri Dergisi, S: 12 (Mart 1985), s. 32; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1985, s. 9; Ege Sorunu Bibliyografyası, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Dökümantasyon Daire Başkanlığı Yayın No: 20, Ankara, 1997, s. IX; Yılmaz TEZCAN, Türk – Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1994, s. 2; AHNISH, s. 356.
83
Ege Denizi, Çanakkale Boğazı yoluyla Marmara Denizi’ne, Marmara
Denizi’nden de İstanbul Boğazı ile Karadeniz’e bağlanır.209 Akdeniz’in kuzeye
doğru bir parçasını oluşturan Ege Denizi, Akdeniz’den bir eşik üzerinde
içbükey bir yay biçiminde dizilen adalarla ayrılır. Bu yayı oluşturan adalar,
batıda Mora (Peloponnisos) Yarımadası yakınındaki Çuha (Kitira)’dan
başlayarak, Sikliye (Antikitira), Girit (Kriti), Çoban Adası (Kasos, Kaşot),
Kerpe (Karpatos) ve Rodos (Rhodes, Rhodos) Adaları’dır.210
Kıyıları çok girintili çıkıntılı olan Ege Denizi’nin, başka denizlere
benzemeyen başlıca özelliği, bazıları kaya parçalarından oluşan, bazıları
yüzlerce kilometre karelik yer tutan birçok adanın, deniz yüzeyine serpilmiş
olması, muhtelif boyda koyların, körfezlerin, boğazların, yarımadaların
mevcudiyeti, deniz dibinin çeşitli derinlikte düzlükler, çanaklar, oluklar, sırtlar,
gedikler ve tepelik alanlardan meydana gelmesi şeklinde kendini gösteren bir
“parçalanmışlık, karmaşıklık ve iç içe geçmişlik” olarak ifade edilebilir.211
Yunanistan’a ait çok sayıda ada ve adacığın Türkiye anakarasının
çok yakınında bulunması ve bu adaların Anadolu’yu, kuzeyden güneye bir
dizi halinde kapatması; ayrıca çok sayıda ada, adacık ve kayalığın,
209 Ege Sorunu Bibliyografyası, s. IX; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 1; ERİNÇ – YÜCEL, s. 7. 210 BAŞEREN, Ege…, s. 5; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 1. 211 ERİNÇ – YÜCEL, s. 6.
84
egemenliklerinin tartışmalı olması Ege Denizi’ni, dünyadaki denizler arasında
özel önemi haiz bir deniz konumuna getirmiştir.212
Ege Denizi, coğrafya açısından Akdeniz’in bir parçası olarak
görülmekle birlikte, jeolojik özellikleriyle, Akdeniz’in diğer kısımlarından
önemli farklılıklar gösterir. Ege Denizi’nin karmaşık bir jeolojik yapısı vardır.
Ege Denizi tabanında, okyanus türü kabuk bulunmamakta veya ancak sınırlı
alanlar kaplamaktadır. Ege Denizi, büyük ölçüde blok faylanmasının egemen
olduğu bir deniz niteliğindedir. Dolayısıyla okyanus türü kabuk ile karasal
kabuk arasında, okyanuslarda görülen kıta yamacı (continental slope) ve
kıta yükselimi (continental rise) gibi tipik morfolojik unsurlar, Ege Denizi’nde
yalın ve belirgin bir şekilde gelişmemiştir. Bunun sonucu olarak da, Ege
Denizi’nin çevresindeki karaların, denizin altındaki doğal sınırlarını, karasal
kabuk ile okyanus türü kabuk arasında yalın bir sınır çizerek belirtmek
olanağı yoktur.213
Ege Denizi’nin tabanı, Akdeniz’in diğer bölümlerinden oldukça farklı
jeomorfolojik karakteriyle, ortalama 350 metre derinlikte bir deniz altı
platosuna benzetilebilir. Bu platonun hakim topoğrafik unsurunu, geniş
alanlar kaplayan ve genellikle derinliği 90-125 metreyi aşmayan, çok hafif
eğimli ve yer yer bazı deniz altı kanyonlarıyla yarılmış şelf (sahanlık) 212 Yılmaz AKLAR, “Türkiye’nin Millî Menfaatleri Önünde Bir Engel: Yunanistan Gerçeği, Sorun Alanları, Politikalar,” Stratejik Analiz, S: 42 (Ekim 2003), s. 25; Ali KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde Ülkesel Sorunların İzlediği Süreç,” Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK (ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul, 2002, s. 37; Ali KURUMAHMUT – Sertaç Hami BAŞEREN, The Twilight Zones in the Aegean (Un)Forgotten Turkish Islands (Ege’de Gri Bölgeler Unutul(may)an Türk Adaları), Türk Tarih Kurumu Basımevi No: 220, Ankara, 2004, s. 1. 213 İbrahim KÂMİL, “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Kıta Sahanlığı Meselesi II,” Batı Trakya’nın Sesi, S: 28 (Mart 1991), s. 11; KARAKÖSE, s. 53.
85
düzlükleri meydana getirir. Sahanlık düzlüklerinin muhtelif yerlerinde, deniz
seviyesine yaklaşan bazı kabartılar, sığlıklar ve deniz seviyesi üzerine çıkmış
irili ufaklı birçok ada yükselir. Şelf üzerindeki kabartıların, yaklaşık 10.000 yıl
kadar önce erişilmiş olan bugünkü deniz seviyesinin üstünde kalan
kısımlarına tekabül eden Ege Adaları’nın sayısı pek çoktur.214 Bu çok
sayıdaki adalardan yüzölçümü 100 km2’den büyük olanlar 24 kadar olup,215
daha küçük olanlarla birlikte tüm adaların toplam yüzölçümleri 23.000 km2
civarındadır. Sözü edilen alan ise, Ege’nin tüm deniz alanlarının yaklaşık
dokuzda birine denk düşmektedir.216
Ege’de deniz altı reliyefinin (yüzey şekli) diğer belirgin unsurunu
şelfin (sahanlığın) içine dik yamaçlarla gömülmüş oluk şekilli derin çukurlar
veya kapalı çanaklar meydana getirir. Bunların tabanı ekseriya düzdür veya
hafifçe arızalıdır. Bazılarının tabanında tepelik sahalar veya guyotları (üst
kısımları kesilmiş koniyi andıran deniz altı dağları) andıran münferit kabartılar
vardır. Okyanuslara nazaran küçültülmüş bir ölçekte Ege’nin abisal
derinliklerini meydana getiren çukurların derinliği genellikle 500, çok yerde
1.000 metreyi aşar. En derinleri, Malya Burnu’ndan Rodos’a doğru uzanan
Girit Çukuru’dur. Kerpe batısında maksimum derinlik 2.529 metreyi
bulmaktadır.217
214 ERİNÇ – YÜCEL, s. 9; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 2. 215 Bu adalar; Girit, Eğriboz, Midilli, Gökçeada, Kitira, İkarya, Rodos, Sakız, Sisam, Limni, Naksos, Andros, Taşoz, Kerpe, İstanköy, Skiros, Paros, Tinos, Semadirek, Milos, Kea, Amorgos, Kalimnos, İos. ERİNÇ-YÜCEL, s. 9-10. 216 Ali KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği Tartışmalı Adalar Sorununun Ortaya Çıkışı,” Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, Ali KURUMAHMUT (yay.haz.), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998, s. 1; BAŞEREN, Ege…, s. 7. 217 ERİNÇ – YÜCEL, s. 10; Ege Denizi ve Ege Adaları, s.7.
86
Ege’nin bu derin çukurlarının belli bir plana göre uzandıkları dikkati
çeker. Kuzeyde, Saros Körfezi’nden başlayarak güneye doğru hafifçe konkav
bir yay çizmek suretiyle Eğriboz yakınlarına kadar tabanı yer yer 1.000
metreyi aşan bir oluk yer alır. Güneydeki Girit Çukuru ise, kuzeye doğru
konkav bir yay halinde, Mora kıyılarından İstanköy güneyine kadar takip
edilebilir. Bu iki abisal çukurlar yayı, orta Ege’de İstanköy ile Kuzey Sporat’lar
arasında uzanan ve yer yer derinliği 500 metreyi aşan kuzeybatı –
güneydoğu doğrultulu çukurlar dizisiyle birbirine bağlanır. Böylece, bütün
Ege’nin tabanı, kuzeyden güneye, “S” harfi biçiminde uzanan abisal218
kısımlarla ikiye bölünmüş olur.219
Ege’yi, tabii olarak ikiye ayıran derin “S” şeklindeki çukurlar dizisi çok
önemli bir zondur. Bu sebeple bazı bilim adamlarınca, daha bundan yıllarca
önce, Asya ve Avrupa’nın deniz altındaki sınırı sayılmıştır. Gerçekten de, bu
abisal zonun, doğu ve batıdaki anakaraların yani Türkiye ve Yunanistan’ın
doğal uzantılarının nerede sona erdiğini belirten bir sınır olmak karakteri çok
açıktır. Ada bakımından fakir olan abisal zon, denizin iki yakasındaki şelf
(sahanlık) alanlarını ve şelfler üzerindeki adaları ikiye ayırır. Abisal zonun
batısında, Kiklat’lar ve Kuzey Sporatlar; doğusunda ise, Anadolu’nun uzantısı
olan şelf üzerinde Doğu Sporatlar, Güney Sporatlar ve Boğaz-önü Adaları
bulunur. Söz konusu abisal zon Ege’nin biyolojik şartlarına da etki eder.
Karadeniz ve Marmara’dan Ege’ye sokulan ve Ege’de esas kütle avı
218 Abis, Yunanca abyssos kelimesinden gelmektedir. Okyanusların çok derin kısmı ve daha özel olarak güneş ışığının erişemediği kesim anlamındadır. Abisal ise, okyanusların çok derin kısımları ile ilgili anlamına gelir. Bkz. Meydan Larousse: Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, C: I, Meydan Yayınevi, İstanbul,1969, s. 43-44. 219 ERİNÇ – YÜCEL, s. 10-11; Ege Denizi’nin Batimetrik Haritası için bkz. Ek-18.
87
sağlayan pelajik balık sürüleri abisal zona sokulmaz. Onun iki yanındaki şelf
alanlarını takip ederek Ege’nin doğu ve batı kıyıları boyunca göç ederler.
Çünkü abisal zonun hidrolojik özellikleri ve biyolojik şartları, doğu ve
batısındaki sığ şelf alanlarından farklıdır. Abisal zon, besin maddeleri
yönünden fakirdir.220
Sonuç olarak; jeolojik veriler, Ege Denizi’nin tabanının, üzerindeki
adalar ile birlikte derin çukurlar dizisinin yer aldığı abisal zona kadar
Anadolu’nun uzantısı olduğunu göstermektedir.221
B. EGE DENİZİ’NİN EKONOMİK DEĞERİ
Yarı-kapalı bir deniz olan Ege Denizi; Türkiye ve Yunanistan’ın
kıyıdaş olduğu her iki ülkenin bu denizde coğrafi, tarihî, ekonomik, sosyal ve
güvenliğe yönelik hayati çıkarlarının bulunduğu bir denizdir.222
Ege Denizi, Türkiye’nin Karadeniz ve Marmara sahilleriyle, Akdeniz
sahillerini birleştirmektedir. Türk dış ticaretinin yaklaşık %90’ı deniz yoluyla
yapılmaktadır. Ege Denizi, Türkiye’nin Ege, Marmara ve Karadeniz
limanlarına yönelik deniz ticaretinin yaklaşık %75’inin geçtiği bir denizdir.223
Çanakkale Boğazı’ndan üst akıntısıyla gelen ve besin tuzları, oksijen
ve plankton bakımından zengin olan Karadeniz suları, Ege Denizi’nin
kuzeyindeki balık yaşamını olumlu yönde etkiler. Ege’de avlanan balıkların 220 ERİNÇ-YÜCEL, s. 11; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 7-8. 221 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 8. 222 AKLAR, s. 25. 223 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 22; BAŞEREN, Ege …, s. 2.
88
tümüne yakını kıta sahanlığı derinliğini aşmayan sulardan elde edilir.
Balıkçılık bakımından fakir olan Ege Denizi’nin güney kıyıları süngercilik
bakımından önemlidir.224
Bilimsel incelemelerin neticelerine göre, kıta sahanlıklarının kara
rezervlerine nazaran daha fazla petrol ihtiva ettiği bilinmektedir.225 Ege’ye
ilişkin araştırmalar, Ege Denizi’nde hidrokarbon226 oluşumu için uygun
koşulların mevcut olduğunu göstermektedir.227 Yunanistan, 1964 yılında
Sakız Adası’nın Türkiye’ye yönelen doğu sularında, petrol bulunduğunu
açıklamıştır ve Taşoz Adası civarında petrol çıkarmaktadır.228
Jeoloji bilginleri kıta sahanlıklarında maden cevherinin de
bulunduğunu belirtmektedir. Ege Denizi’nin tabanında; alüminyumca zengin
killer, yüksek tenörlü manganez yumruları ve radyoaktif elementler içeren
bazı oluşumlar bulunmaktadır.229
224 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 8. 225 USLUER, s. 34. 226 Petrol ve Doğalgaz. 227 BAŞEREN, Ege…, s. 3. 228 USLUER, s. 34; Ege Denizi’nden petrol elde eden tek devlet olan Yunanistan, 1974 yılında Taşoz Adası’nın güneybatısında önemli petrol yatakları keşfetmiştir. 1975 yılında “Prinos Field” olarak isimlendirilen bölgede bulunan petrol rezervinin günde 20.000 varil kapasitede olduğu, 1987 yılında da Prinos üretim kapasitesinin günde 28.000 varili bulduğu belirtilmiştir. AHNISH, s. 359. 229 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 8; USLUER, s. 34.
89
C. EGE ADALARI’NIN DURUMU
Adaların çokluğu nedeniyle “Adalar Denizi”230 de denen Ege
Denizi’ndeki toplam ada, adacık ve kayalık sayısı hakkında değişik
kaynaklarda farklı rakamlar belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda, Ege Denizi’nde
3.000’den fazla ada, adacık ve kayalıkların bulunduğu ifade edilirken,231
Yunanistan’ın hâkimiyeti altında olan ada, adacık sayısı 2.383 olarak
gösterilmektedir.232 Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir
Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’nın yaptığı çalışmalarda bu
sayının 1800 civarında olduğu tespit edilmiştir.233 Türkiye’nin ise, Ege’de
sayısı 60’ı bulan ada ve adacıkları vardır.234
Ege Denizi’ndeki adaları, genel coğrafi konumları, stratejik önemleri,
egemenlik devirlerinin tarihsel boyutları ve Ege Denizi’nin statüsünü tayin
eden uluslararası antlaşmaların düzenleniş biçimleri dikkate alındığında;
Boğaz-önü Adaları, Saruhan Adaları, Oniki Adalar (Güney Sporat veya
Menteşe Adaları), Kuzey Sporat Adaları ve Eğriboz Adası, Kiklat
Adaları,Girit Adası şeklinde gruplandırılabiliriz.
230 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 1; USLUER, s. 32; ERİNÇ – YÜCEL, s. 7. 231 Ege Denizi ve Ege Adaları, s.1; KASAP, s. 43. 232 Baskın ORAN, “Ege’de Türk-Yunan Sorunları,” Mülkiyeliler Birliği Dergisi, C: XI, S: 87 (Haziran 1987), s. 10; BAŞEREN, Ege…, s. 6; USLUER, s. 32. 233 BAŞEREN, Ege…, s. 6; KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 4. 234 Hüseyin PAZARCI, Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 550, Ankara, s. 4.
90
Çanakkale Boğazı’na ulaşan deniz yollarını kontrol eden Boğaz –
önü Adaları; Taşoz, Semadirek, Limni,235 Bozbaba, Gökçeada, Bozcaada ve
Tavşan Adaları’dır.236 Boğaz–önü Adaları; Trakya veya Çanakkale Adaları
olarak da isimlendirilirler.237
Doğu Sporat Adaları olarak da bilinen Saruhan Adaları’nın en
önemlileri; Midilli,238 Sakız,239 İpsara, Sisam,240 Nikarya’dır.241
Oniki Adalar dışındaki tüm Doğu Ege Adaları’nın (Boğaz-önü
ve Saruhan Adaları) hangi devlete ait olacağı sorunu, sözü edilen iki
grup ada arasında ayrım yapılmaksızın Lozan Barış Antlaşması’nın
12’nci maddesinde düzenlenmiştir. 12’nci maddeye göre: “İmroz
Adası ile Bozcaada ve Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz
Adaları ve özelikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve
Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliği konusunda 17 – 30
235 Çanakkale Boğazı’nın doğal bir uzantısı durumunda olan Limni Adası, Çanakkale Boğazı’ndan 34 mil, Kavala’dan 65 mil, Volos’tan 134 mil, Pire’den 192 mil uzaklıktadır. Limni Adası’nın yüzölçümü 475.61 km2 olup, kıyılarının uzunluğu 259.3 km’dir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 11. 236 KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38; KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 4. 237 KASAP, s. 45. 238 Büyüklüğü itibariyle Akdeniz’in yedinci, Yunanistan’ın üçüncü büyük adası olan Midilli’nin yüzölçümü 1.630 km2 olup, Edremit Körfezi’nin doğal uzantısı ve girişi üzerinde bulunmaktadır. Kuzeyde Müslim, doğuda Midilli Kanalı ile Anadolu kıyılarından ayrılmaktadır. Sürüce Burnu’na 9 km, Akçay’a 48 km, Ayvalık’a 22 km, Sarmısaklı Plajı’na 25 km, Dikili’ye 24 km, Çandarlı’ya 31 km, Aliağa’ya 38 km, Foça’ya 40 km, Karaburun Yarımadası’na 32 km, Limni Adası’na 74 km, Kavala’ya 270 km, Selanik ve Pire’ye 360 km mesafededir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 15. 239 Sakız Adası’nın yüzölçümü 842 km2 olup, kıyılarının uzunluğu 213 km’dir. İzmir Yarımadası’nın doğal bir uzanımı durumunda olan Sakız Adası, Karaburun Yarımadası’ndan kuzeyde 16.2 km, güneyde 3.4 km ve Çeşme Kasabası’ndan 12 km, Midilli Adası’ndan 52.7 km, Pire’den 269 km ve Volos’tan 279 km uzaklıktadır. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 17. 240 Sisam Adası’nın yüzölçümü 476.1 km2 olup, kıyılarının uzunluğu 159.3 km’dir. Kuşadası Körfezi’nin güneybatısında yer alan Sisam Adası, güneyindeki Dilek Yarımadası’nın teşkil ettiği buruna 1.464 metre uzaklıktadır. Vati Limanı’na mesafesi 16 km, Pire Limanı’na 160 mil, Girit Adası’na da 180 mil’dir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 19. 241 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 5; KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38.
91
Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nın 5’inci ve 1–14 Kasım
1913 tarihli Atina Antlaşması’nın 15’inci maddeleri hükümleri
uyarınca alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükûmetine
bildirilen Karar,242 bu Antlaşma’nın İtalya’nın egemenliği altına konulan
ve 15’inci maddede belirtilen adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak
üzere, doğrulanmıştır. İşbu Antlaşma’da aykırı bir hüküm bulunmadıkça
242 1911-1912 Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya, Oniki Adaları işgal etmiştir. Bunu 1912-1913 Balkan Savaşı sırasında Taşoz, Midilli, Sakız, İpsara, Nikarya, Limni, Semadirek, Gökçeada ve öteki adaların Yunanistan tarafından işgali izlemiştir. İtalya, kendisine Trablusgarp ve Bingazi’nin verilmesi karşılığı, işgal ettiği Oniki Adaları 18 Ekim 1912 Uşi Barış Antlaşması ile terk etmeyi kabul etmesine rağmen, Balkan Savaşı sırasında Oniki Adaları elinde tutmayı sürdürmüştür. Öte yandan, Balkan Savaşı’nın Avrupa’da genel bir savaşa neden olmasını önlemek için 16 Aralık 1912’de Londra’da, Osmanlı İmparatorluğu ve Balkan Devletleri’nin katıldığı bir konferans toplanmıştır. Konferans sonunda 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Girit’in geleceğini, Balkan Devletleri’nin kararına bıraktıktan (md. 4) başka, öteki Ege Adaları’nın geleceğinin saptanmasını da Almanya, Avusturya–Macaristan, İngiltere, Fransa İtalya ve Rusya’dan oluşan Altı Devletin Kararı’na bırakmıştır. (md. 5) Londra Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun uğradığı büyük kayıp, Balkan Devletleri’nin Osmanlı mirası üzerindeki ihtiraslarını kamçılamış; her biri diğerinin daha büyük bir pay aldığı inancına kapılmıştır. 29 Haziran’da Bulgarlar’ın Sırplar’a karşı saldırıya geçmesi ile İkinci Balkan Savaşı başlamıştır. İkinci Balkan Savaşı neticesinde Balkan Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ayrı ayrı barış antlaşmaları yapılmıştır. Yunanistan ile imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın 15’inci maddesinde Londra Antlaşması’nın 5’inci maddesine sadece atıfta bulunulmuş tarafların, Londra Antlaşması hükümlerine, 5’inci madde hükümleri de dahil olmak üzere uyacakları ifade edilmiştir. Bunun üzerine Şubat 1914’te Londra’da toplanan anılan altı Avrupalı devlet yetkilileri, Meis Adası dışında Oniki Adaları herhangi bir karar konusu yapmayıp, üstü kapalı olarak İtalya’ya, Yunanistan’ın işgal ettiği İmroz ve Bozacada dışındaki Doğu Ege Adaları’nı da Yunanistan’ın “kesin hâkimiyetine” bırakma kararı almışlardır. Ancak söz konusu altı Avrupalı devlet yetkilileri, 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a ve 14 Şubat 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’na gönderdiği Kararı’nda Yunanistan’a bu yolla bırakılan adalara ilişkin şu koşula yer vermekte ve böylece Ege Adaları’nın silahsızlandırılması konusu da ilk kez bu Karar ile dile getirilmiş olmaktadır. “Altı Devlet, ayrıca, hâkimiyetine sahip olacağı adaların tahkim edilmeyeceği ve bahri ya da askerî amaçla kullanılmayacağı konusunda Altı Devlet’e ve Türkiye’ye, Yunanistan’ca tatmin edici güvenceler verilmesine…” karar vermiştir. Yunanistan, altı devlete gönderdiği 21 Şubat 1914 tarihli cevabında, sözü edilen koşulları kabul ettiğini resmen açıklamıştır. Osmanlı İmparatorluğu ise, Altı Devletin Kararı’na itiraz ederek adalardaki egemenlik uygulamalarını sürdürmeye çalışmış ve Kararı tanımamıştır. PAZARCI, Doğu Ege Adalarının.., s. 2-3; BAŞEREN, Ege…, s. 38-40; KURUMAHMUT – BAŞEREN, The Twilight…, s. 9-12.
92
Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta bulunan adalar, Türk
egemenliği altında kalacaktır.” 243
12’inci maddeye göre, Antlaşma’da açıkça sayılan İmroz
(Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye’nin egemenliği altında
kalacaktır. Öte yandan 12’nci maddenin genel olarak Asya kıyılarına 3 milden
daha yakın olan adaların, Antlaşma’da aksi öngörülmediyse, Türkiye’nin
egemenliğine bırakılmasını bildirmesi nedeniyle, Türkiye söz konusu bölgede
adı açıkça bildirilmeyen daha başka ada ve adacıklara da sahip olmaktadır.
Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya, Limni, Semadirek Adaları ile Balkan
Savaşı sırasında, Yunanistan tarafından işgal edilip, Lozan Barış Antlaşması
ile Türkiye’ye ya da başka bir devlete verilmeyen, Girit dışındaki, bütün Doğu
Ege Adaları Yunanistan egemenliğine bırakılmıştır. Zira 12’nci madde,
Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan Doğu Ege Adaları’nı bildirirken, 1914
Kararı ile, Yunanistan’a bırakılan bütün “Doğu Akdeniz Adaları”ndan söz
etmektedir. 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, İtalyan ve Balkan Savaşları
sırasında İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edilen ve böylece Osmanlı
İmparatorluğu’nun fiilen elinden çıkan Girit Adası dışındaki bütün Ege
Adaları’nın geleceğini Altı Büyük Devletin Kararı’na bıraktığına göre, Balkan
Savaşı sırasında Yunanistan’ca işgal edilmiş bulunan Ege Adaları anılan
hükmün kapsamına girmektedir. Böylece, özellikle Taşoz ve İpsara ile
243 Lozan Barış Antlaşması metni için bkz. Enver BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası Hukuk Mevzuatı, İlaveli 3. Baskı, Nobel Yayınları, Ankara, 2003, s. 9-50.
93
bölgede yer alan ve Yunan işgaline uğrayan öteki Ege Adaları ve adacıkları
Yunanistan’ın egemenliğine girmektedir.244
Lozan Barış Antlaşması ile bağlanan devletler, 12’nci maddede Altı
Büyük Devlet Kararı’nı bir bütün olarak onaylamış ve Karar 12’nci maddenin
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu haliyle Lozan Barış Antlaşması’nın
12’nci maddesi, hem Doğu Ege Adaları üzerindeki hâkimiyeti hem de,
hâkimiyetin koşullarını ve sınırlarını belirlemektedir.
Türkiye’nin, Lozan Barış Antlaşması ile Yunanistan’a devrettiği
adalar, Yunanistan’ın Balkan Savaşı sırasında işgal ettiği ve bu nedenle Altı
Büyük Devlet Kararı’na konu olan adalar olduğu için söz konusu Karar
gereğince, Lozan Barış Antlaşması ile Yunanistan’a devredilen adaların
hepsi silahsızlandırılmış statüye sokulmuştur.245
Diğer taraftan 12’nci madde ile devredilen adaların
silahsızlandırılmış statüleri farklı kapsamlara sahiptir. Doğu Ege Adaları,
Lozan Barış Antlaşması’nın 12’nci maddesi ile Yunanistan’a devredilirken Altı
Büyük Devlet Kararı onanarak oluşturulan silahsızlandırılmış statüleri, Midilli,
Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları açısından Lozan Barış Antlaşması’nın
13’üncü maddesinde246 düzenlenmiştir.
244 PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 9-10. 245 BAŞEREN, Ege…, . 77-78. 246 Lozan Barış Antlaşması md. 13 metni için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası …, s. 9-50.
94
13’üncü maddenin 2’nci fıkrasında yer alan ve günümüzde
uygulanan uluslararası hukuk kurallarını teyit etmekten başka askerden
arındırma konusunda hiçbir özelliği olmayan iki komşu devlet askerî
uçaklarının ötekinin ülkesi üzerinde uçmalarını ilke olarak yasaklayan hüküm
dışında, askerden arındırmaya ilişkin iki temel yasağı 13’üncü maddenin
açıkça içerdiği görülmektedir. Birincisi; 1’inci fıkra uyarınca, Midilli, Sakız,
Sisam, Nikarya Adaları’nda hiçbir deniz üssü kurulmaması ve hiçbir tahkimat
yapılmamasıdır. İkincisi ise; 13’üncü maddenin 3’üncü fıkrası uyarınca, sözü
edilen adalardaki askerî kuvvetlerle, güvenlik kuvvetlerinin sayısının
mantıksal bir ölçüyü geçmemesine ilişkindir.247
Boğaz-önü Adaları’ndan Limni ile Semadirek, Lozan Barış
Antlaşması’nın 12’nci maddesinde ismen sayılarak ve 12’nci madde ile
onaylanan Altı Büyük Devlet Kararı’yla silahsızlandırılarak Yunanistan’a
devredilmişlerdir. Altı Büyük Devlet Kararı işgal altındaki adaları Yunanistan’a
verirken, Türkiye’nin güvenliği nedeniyle silahsızlandırmıştır. Aynı neden, Altı
Büyük Devlet Kararı’nı onaylayan Lozan Barış Antlaşması’nın 12’nci
maddesine de yansımıştır. Anılan düzenleme, Türkiye’nin güvenliğini
amaçladığı için, doğal olarak sadece Yunan egemenliğindeki Boğaz-önü
Adaları’nı kapsamaktadır. Bununla beraber, Boğaz-önü Adaları, Altı Büyük
Devlet Kararı ve onu onaylayan Lozan Barış Antlaşması’nın 12’nci maddesi
247 Askerî kuvvetlere ilişkin olarak 13/3 madde hükmü ve Askerî Alt Komisyon Raporu söz konusu adalardaki askerî birliklerin adalar halkından ve normal olarak askere çağırılması gerekenlerden oluşmasını öngörmektedir. Başka bir deyişle; Yunanistan’ın öteki bölgelerinden buraya askerî birlik getirilmesi yasaktır. Yine, ada halkının normal askerlik süresinin ötesinde askerlik görevinde tutulması yasaklanmaktadır. Adalardaki güvenlik kuvvetlerinin sayısının da gerek polis ve gerek jandarma kuvvetleri olarak,bütün Yunanistan’daki güvenlik kuvvetlerinin oranından fazla olmaması gerekmektedir. PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 15; Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. BAŞEREN, Ege…, s. 80-82.
95
hükmüyle, silahsızlandırılan diğer adalardan farklı olarak, Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’nde boğazlardan geçişin güvenliği gerekçesiyle ayrı bir
silahsızlandırma düzenlemesine daha konu olmuştur. Söz konusu ikinci
silahsızlandırma düzenlemesi, bir taraftan boğazların güvenliği maksadıyla,
Lozan Barış Antlaşması’nın 12’nci maddesi ile getirilen silahsızlandırmayı
teyit ederek kapsamını belirlemiş; diğer taraftan da maksadı itibariyle Yunan
egemenliğindeki Boğaz-önü Adaları’nın yanı sıra Türk egemenliğindeki
Boğaz-önü Adaları’nı da silahsızlandırılmış statüye sokmuştur.248
Bu durum karşısında, Yunan egemenliğindeki Boğaz-önü Adaları’nın
iki ayrı güvenlik gerekçesi (Türkiye’nin ve Boğazlar’dan geçiş serbestisinin
güvenliği) ve iki ayrı sözleşme ile (Lozan Barış Antlaşması md. 12 ve Lozan
Boğazlar Sözleşmesi md. 4) silahsızlandırılmasına karşılık, Türk
egemenliğindeki Boğaz-önü Adaları’nın sadece tek bir nedenle (Boğazlardan
geçiş serbestisinin güvenliği) ve tek bir sözleşmede (Lozan Boğazlar
Sözleşmesi md. 4) silahsızlandırıldığını belirtmek gerekir.249
Boğaz-önü Adaları’nın, Boğazlar’dan geçiş serbestisini temin etmek
maksadıyla silahsızlandırılması, Lozan Barış Antlaşması’nın eki olarak aynı
tarihte yürürlüğe giren Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 4’üncü madde
hükmüyle, Boğazlar’la birlikte düzenlenmiştir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin
248 BAŞEREN, Ege…, s. 83-84. 249 BAŞEREN, Ege…, s. 85.
96
4’üncü maddesinde diğer bölgeler250 yanında Semadirek, Limni, İmroz,
Bozacada ve Tavşan Adaları’nın askerlikten arındırılacağı ifade edilmiştir.
Boğaz-önü Adaları’nın Lozan Barış Antlaşması ile içine sokulduğu
silahsızlandırılmış statünün Boğazlar’ın güvenliği maksadıyla teyit edildiği
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 4’üncü madde hükmünden sonra aynı
Sözleşme’nin 6’ncı maddesi silahsızlandırılmış statünün kapsamına ilişkin
düzenlemelere yer vermiştir. 6’ncı maddeye göre; askerden arındırılacak
bölge ve adalarda hiçbir kara, hava ya da deniz askerî üssüne ve tahkimata
izin verilmemektedir. Sözü edilen bölge ve adalarda izinli olan tek askerî
amaçlı tesis, her türlü telgraf, telefon ve optik araçlarla yapılacak haberleşme
ve gözetleme tesisleri olmaktadır. Askerî kuvvetlerin anılan bölge ve
adalardaki durumuna gelince, silahlarının türü sınırlandırılmış güvenlik
kuvvetleri dışında, herhangi bir silahlı kuvvetin burada bulunması
yasaklanmaktadır. Adaların karasularından ise, Yunan donanmasının,
denizaltılar da dahil geçmesine izin verilmektedir. Ancak, denizaltılar dışında
sabit ya da hareket eden öteki deniz altı araçlarının bu bölgede bulunması
yasaktır. Ayrıca Yunanistan’ın adaların karasularına hiçbir biçimde kuvvet
yığmaması gerekmektedir. Askerî personelin anılan yerlere giriş-çıkışı
yalnızca buralardan askere alınanların eğitim gereksinimlerini karşılamak
250 Askersizleştirilmesi kararlaştırılan bölgeler genel hatlarıyla İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın kıyı kesimleri, Emir-Ali Adası dışarıda kalmak üzere, bütün Marmara Denizi Adaları ve Ege Adaları’nın hemen karşısında bulunan Anadolu kıyı kesimleridir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi md. 4 metni için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası …, s. 56.
97
üzere serbest bırakılmıştır. Böylece Boğaz-önü Adaları tam olarak askerden
arındırılmış olmaktadır.251
Taraf devletler, silahsızlandırma neticesinde Boğazlar’dan geçiş
serbestisi ve Türkiye’nin askersizleştirilmiş bölgedeki güvenliğinde ortaya
çıkan boşluğu doldurmak için Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 18’inci maddesi
ile silahsızlandırılmış Boğazlar Bölgesi’nin korunmasını, Milletler Cemiyeti
çerçevesinde Fransa, İngiltere, İtalya ve Japonya’ya vermişlerdir.252
1936 yılına gelindiğinde, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 18’inci
maddesi ile, silahsızlandırılmış Boğazlar Bölgesi’nin Türkiye’nin askerî
güvenliği için teşkil edeceği haksız tehlikelere karşı tedbirler almayı taahhüt
eden âkit devletlerden Japonya’nın Milletler Cemiyeti’nden ayrılması;
İtalya’nın, Habeşistan’da yayılmacı emellerini hayata aktarmaya başlaması;
İtalya, İngiltere ve Fransa’nın, İtalya’nın Habeşistan üzerindeki yayılmacı
politikası yüzünden ters düşmeleri biçimindeki siyasi gelişmeler Lozan
Boğazlar Sözleşmesi’nin öngördüğü rejimin işlemeyeceğini göstermiştir.
Türkiye, Sözleşme’nin ulusal egemenliğini sınırlayıcı hükümlerinin değişen
siyasi ve askerî durumlar karşısında güvenlik ihtiyacına cevap veremeyecek
hale gelmesi üzerine, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin gerçekleşmesiyle
sonuçlanan girişimlerde bulunmuştur. Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin
251 PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 21; BAŞEREN, Ege…, s. 88; Ayrıca Lozan Boğazlar Sözleşmesi, md. 6 metni için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası…, s. 57. 252 BAŞEREN, Ege…, s. 86; Ayrıca Lozan Boğazlar Sözleşmesi md. 18 metni için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası…, s. 59.
98
Başlangıç Kısmı ile sonradan ilave edilen Protokol’ün Boğaz-önü Adaları’nın
silahsızlandırılmış, statüleri bakımından büyük önemi vardır.253
20 Temmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin
Başlangıç kısmında Taraf Devletler’in “Boğazlar” genel deyimiyle belirtilen
Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’ndan geçişi ve
gemilerin gidiş – gelişine (ulaşımı), Lozan’da 24 Temmuz 1923 tarihinde
imzalanmış olan Barış Antlaşması’nın 23’üncü254 maddesiyle saptanmış
ilkeyi, Türkiye’nin güvenliği ve Karadeniz’de, kıyıdaş devletlerin güvenliği
çerçevesinde koruyacak biçimde, düzenlemek isteğiyle duygulu olarak; iş bu
Sözleşme’yi, 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanmış olan Sözleşme’nin
yerine koymayı kararlaştırdıkları belirtilmiştir.255 Aynı Sözleşme’ye ekli
Protokol, Türkiye’nin bu Sözleşme’nin Başlangıç kesiminde tanımlandığı
biçimde Boğazlar Bölgesi’ni hemen yeniden askerleştirebileceğini hüküm
altına alarak sadece Türkiye’ye Boğazlar Bölgesi’ni silahlandırma yetkisi
vermektedir. Dolayısıyla Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’nin Yunan adalarının silahsızlandırılmasıyla ilgili hükümlerini
yürürlükte bırakmıştır.256
253 BAŞEREN, Ege…, s. 89. 254 Lozan Barış Antlaşması md. 23 metni için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası…, s. 14. 255 USLUER, s. 43; PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 84. 256 BAŞEREN, Ege…, s. 90; 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Sözleşmesi’ne Ek Protokol için bkz. PAZARCI, Doğu Ege Adalarının …, s. 85.
99
Ege Denizi’nin güneydoğusunda yer alan Oniki Adalar,257
günümüzde Yunan egemenliği altında bulunmaktadır. Oniki Adalar, Güney
Sporat Adaları veya Menteşe Adaları olarak da bilinmektedir. Sözü edilen
adaların gerçek sayısı “Dodecanese” isminin ilmî bir değer taşımadığını
kanıtlamaktadır.258 Oniki Adalar sayıları 14 olan adaları ve onlara bitişik
adacıkları içermektedir.
Oniki Adalar şunlardır: Stampalia (Astropolia), Rodos259 (Rhodes,
Rhodos), Kalki (Calki, Khalki), Karpatos (Scarpanto), Kazos (Casos, Casso),
Piskopis (Piscopis, Tilos), Miziros (Misiros, Nysiros), Kalimnos (Calminos,
Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi, Lymi), İstanköy260
(Cos, Kos) ve Meis (Castellorizo).
Oniki Adalar’ın, Türkiye’nin egemenliğinden kesin çıkışı ve İtalya’nın
egemenliğine bırakılışı, Lozan Barış Antlaşması’nın 15’inci maddesiyle
gerçekleştirilmiştir. Oniki Adalar, İtalya’nın egemenliğine bırakılırken,
herhangi bir özel statü altına konulmamıştır. Ancak Lozan Barış
257 Oniki Adalar’ın eski adı “Dodecanese” olup Yunanca bir isimdir ve iki kelimeden meydana gelmiştir. Dodeca: Oniki, Nese: Adalar anlamına gelmektedir. Türkler, Oniki Adaları hâkimiyetleri altına aldıkları zaman Dodecanese’e Güney Sporatlar ismini vermişlerdir. Muzaffer GÖKMAN, Tarih Boyunca Ege Kavgası, Birinci Baskı, Eğitim-Öğrenci Yayınları No: 4, İstanbul, 1977, s. 43; Mehmet SAKA, Ege Denizi’nde Türk Hakları, İkinci Baskı, Hareket Yayınları No: 61, İstanbul, 1974, s. 27. 258 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…, “ s. 5; KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38. 259 Rodos Adası; Bozburun Yarımadası’na 18 km, Marmaris Limanı’na 43.5 km, Fethiye’ye 77.5 km, İstanköy Adası’na 90 km, Girit Adası’na 145 km, Pire Limanı’na ise, yaklaşık 410 km mesafededir. Ada’nın yüzölçümü 1.404 km2, uzunluğu 75 km, genişliği 25 km ve kıyılarının uzunluğu ise 220 km’dir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 24. 260 Oniki Adalar’ın, Rodos ve Karpatos Adaları’ndan sonra üçüncü büyük adası olan İstanköy Adası, Bodrum Yarımadası’nın güneyinde ve Gökova Körfezi’nin girişi üzerinde bulunmaktadır. Datça Yarımadası’na 14 km, Bodrum Yarımadası’na 5 km, Bodrum Limanı’na 20 km, Rodos Adası’na 110 km mesafededir. Yüzölçümü 287 km2’dir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 21.
100
Antlaşması’nın 16’ncı maddesi ile Oniki Adalar’ın geleceğinin ileride ilgililerce
düzenlenmesi olasılığı kabul edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 10 Şubat 1947’de İtalya ile
imzalanan ve Türkiye’nin taraf olmadığı261 Paris Barış Antlaşması’nın
14’üncü maddesi, İtalyan egemenliğine giren söz konusu bütün adaların
(14’üncü maddede ismen sayılan Oniki Adalar ile ona bitişik adacıkların)
egemenliğini Yunanistan’a bırakırken, aynı zamanda askerden arındırılmış
bir statüye konulacaklarını öngörmektedir. Askerden arındırılmanın kapsamı
ise, Antlaşma’nın XIII. Eki’nin D maddesinde belirtilmiştir. Maddeden
anlaşılacağı gibi, Oniki Adalar Yunanistan’a bırakılırken, tam bir askerden
arındırma öngörülmüş, buralarda her türlü tesis, istihkâm ve üs kurulması ile
askerî eğitim ve silah üretimi yasaklanmıştır. Oniki Adalar’da yalnızca, sınırlı
sayıda güvenlik kuvvetinin bulunmasına ve eğitimine izin verilmiştir.262
Yunanistan’ın hemen doğusunda yer alan Eğriboz ve Kuzey
Sporat Adaları’na Şeytan Adaları da denilir. Bu adaların en önemlileri;
Skiros263, Skopelos264, Alonisos, Pelagos, Skiatos, Yioura, Piperi ve
Eğriboz265’dur.266
261 ORAN, “Ege’de…,” s. 16. 262 PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 22-25; Lozan Barış Antlaşması’nın ilgili maddeleri için bkz. BOZKURT, Türkiye’nin Uluslararası…, s. 9-50; Paris Barış Antlaşması’nın ilgili maddeleri için bkz. PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 88-89. 263 Grubun en büyük adasıdır. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 13. 264 Grubun ikinci büyük adasıdır. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 13. 265 Yunanistan’ın ikinci büyük adası olan Eğriboz Adası, Doğu Yunanistan’a çok yakın olup, yüzölçümü 3.654 km2 dir. Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 13. 266 KASAP, s. 45.
101
Mora Yarımadası’nın doğusunda yer alan Kiklat Adaları 220 kadar
adadan oluşur. Tümü 2.550 km2’dir. Kiklat Adaları’nın başlıcaları; Andros,
Tinos, Siros, Mikanos, Naksos,267 Paros, Amorgos, Santorin, Anafi, Milos,
Sifnos, Serifos, Kitnos, Kea, Paligos’tur.268
1829 Edirne Antlaşması ile bağımsızlığını kazanan Yunanistan’ın
hukuksal olarak resmen doğması, Rusya, İngiltere ve Fransa arasında
yapılan 3 Şubat 1830 tarihli Londra Protokolü ile gerçekleşmiştir. Londra
Protokolü anılan üç devletin temsilcileri tarafından 8 Nisan 1830 tarihinde
Osmanlı İmparatorluğu’na bildirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 24 Nisan
1830 tarihli bir nota ile Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmesi üzerine,
Ege’de konumlanan ve önceden tümü Osmanlı ülkesine ait olan Eğriboz
Adası, Kuzey Sporatlar ve Kiklat takımadalarından oluşan adalar
Yunanistan’a bırakılmıştır.269
Yüzölçümü 8.261 km2 olan Girit Adası, Ege Denizi’nin en büyük
adasıdır. Batısındaki Kitira ve Antikitira Adaları ile doğusundaki Kaşot, Kerpe
ve Rodos Adaları ile birlikte Ege Denizi’ni güneyden kapar.
Bir dikdörtgen şeklinde olan ve uzunluğu 250, en geniş yeri 54, en
dar yeri 13 km olan Girit Adası’nın, kuzeybatı ucu Mora’dan 110, kuzeydoğu
ucu da Anadolu’dan 200, güney ucu ise, Bingazi’den 325 km uzaklıktadır.270
267 Kiklatlar’ın en büyük adasıdır. TEZCAN , s. 9. 268 GÖKMAN, s. 44; KASAP, s. 45; TEZCAN, s. 3. 269 Şükrü Sina GÜREL, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993, s. 66; PAZARCI, Doğu Ege Adalarının…, s. 1. 270 Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 12.
102
Osmanlı İmparatorluğu’ndan 1898’de fiilen ayrılan Girit Adası,
Osmanlı İmparatorluğu 1912-1913 Balkan Savaşı’ndan yenilgiyle çıkınca, 14
Kasım 1913 Atina Antlaşması’yla tamamen Yunanistan’a bırakılmıştır.271
Yukarıda bahsedilen Ege Adaları’ndan; Türkiye kıyılarına yakın olan
ve Anadolu’yu kuzeyden güneye bir dizi halinde kapatan Boğaz-önü,
Saruhan ve Menteşe Adaları’dır. Yunanistan kıyılarına yakın olan adalar ise;
Kuzey Sporatlar, Eğriboz ve Kiklat Adaları’dır. Ege’nin güney sınırını, Girit,
Kitira ve devamındaki adalar oluşturur.272
Kuzeyden güneye bir “S” çizerek Ege Denizi’ni doğal olarak ikiye
bölen abisal zon esas alındığında Ege Adaları’nı; Doğu Ege Adaları ve Batı
Ege Adaları olarak ikiye ayırmak mümkündür. Buna göre, Boğaz-önü,
Saruhan ve Oniki Adalar (Güney Sporat, Menteşe Adaları) Doğu Ege
Adaları’nı, Kuzey Sporat ve Kiklat Adaları ile Eğriboz Adası ise Batı Ege
Adaları’nı oluşturur.273
271 Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 26. 272 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 11. 273 KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 39; KURUMAHMUT – BAŞEREN, The Twilight…, s.2.
103
D. BÖLGENİN JEOSTRATEJİK DEĞERİ
1. Ege Denizi
Ege Denizi, Türkiye için sadece çok önemli bir deniz yolu olmayıp,
aynı zamanda hava ulaşımı, millî, askerî, siyasi, iktisadi, coğrafi, jeopolitik ve
jeostratejik bakımdan da çok önemlidir.274
Ege Denizi, Türk Boğazları vasıtasıyla Akdeniz ve Karadeniz’in
birleşmesini sağlar. Bu konumu ile; üç kıtanın deniz, hava, kara ulaşım
yollarının birleşme noktasıdır. Bunun sonucudur ki; tarih boyunca birçok
medeniyete ve büyük göç dalgalarına sahne olmuş, barındırdığı adalar ve
çevresindeki kıtalar ile birlikte büyük imparatorluklara hayat sahası
sağlamıştır. Ege Denizi, Cebelitarık Boğazı ve Süveyş Kanalı ile bölge
ülkelerinin açık denizlere inmesini kolaylaştırır. Bu itibarla Akdeniz
stratejisinin kilit bölgesidir.275
2. Ege Adaları
Yunanistan’ın doğusundaki Eğriboz, Andros, Tinos ve Anadolu
kıyılarına yakın bulunan Nikarya ve Sisam Adaları’nın kuzeyindeki Ege
Denizi parçasına Kuzey Ege Denizi, anılan adaların güneyindeki Ege Denizi
parçasına Güney Ege Denizi denir.276
274 YOLGA, s. 36; BAŞEREN, Ege…, s. 3. 275 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 41. 276 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 1; Kuzey Ege Denizi’nin derinliği en çok 1.244 metre, Güney Ege Denizi’nin derinliği 2.550 metredir. Türk Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 10.
104
a. Kuzey Ege Denizi’ndeki Adalar
Boğaz-önü Adaları; Çanakkale Boğazı’nın savunmasında büyük rol
oynarlar ve Çanakkale Boğazı’na ulaşan deniz yollarını kontrol ederler.277
Boğaz-önü Adaları’ndan Limni, 1915 Çanakkale Savaşları sırasında üs
olarak kullanılmış ve Çanakkale Boğazı için potansiyel bir tehdit bölgesi
olduğunu kanıtlamıştır.278
Semadirek ve Taşoz Adaları, Batı Trakya ve Doğu Makedonya giriş
ve ilerleme istikametlerinin başlangıcı olan Ege kıyısındaki Dedeağaç ve
Kavala Limanları’nın ve Saroz Körfezi’nin karşısında yer almaktadırlar.
Bölgeyi kontrol eden konumları ile önem kazanırlar.279
Saruhan Adaları; Anadolu’nun Ege kıyılarının, büyük bir bölümünü
çevrelemekte olup, Anadolu’ya giriş istikametlerinin karşısında yer
almaktadırlar. Anadolu’nun savunmasında ileri karakol durumundadırlar.
Anadolu’ya yapılacak taarruzda ise, basamak tahtası rolü oynarlar.280
Eğriboz ve Kuzey Sporat Adaları; Yunanistan kıyılarına, Ege
Denizi’nden yapılacak taarruzda birer basamak tahtası teşkil ederler veya
bunun aksine, Yunanistan topraklarının korunmasında, ileri karakol
durumundadırlar.281
277 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 41. 278 KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38; KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 5. 279 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 42. 280 KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 42. 281 Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 11; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 42.
105
b. Güney Ege Denizi’ndeki Adalar
Güney Ege Denizi’ndeki Adalar; Kiklat Adaları, Oniki Adalar, Girit
Adası ve çevresindeki küçük adalardan oluşur.282
Kiklat Adaları; batmış büyük bir kara parçasının kalıntıları olup,
volkanik görünümleriyle 1.000 metreye kadar yükselen dağlık, çıplak ve
kayalıktırlar. Kiklat Adaları, Oniki Adalar ile birlikte kuzey-güney
istikametindeki bütün deniz yollarının kontrol altında bulunmasını sağlarlar.283
Oniki Adalar; kuzey – güney istikametindeki deniz yollarını kontrol
altında bulundurur. Sözü edilen Adalar, Anadolu’nun savunmasında ileri
karakol, Anadolu’ya yapılacak taarruzda ise, basamak tahtası (üs)
konumundadırlar.284
Girit Adası; stratejik bakımdan Ege’nin güney kilidi sayılır. Ege
Denizi’ne girip çıkan tüm deniz yollarına egemen durumdadır.285
282 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 42. 283 Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 12; Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 42. 284 KURUMAHMUT, “Ege Denizi’nde…,” s. 38; KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği…,” s. 5. 285 Ege Denizi ve Ege Adaları, s. 43; Türk – Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 12.
106
II. EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞI
VE GELİŞİMİ
A. GENEL OLARAK
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’ne ilişkin
uyuşmazlıkların başında, bugün hâlâ bir çözüme kavuşmamış olan Ege
Denizi Kıta Sahanlığı’nın saptanması sorunu gelmektedir. Türkiye ile
Yunanistan Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı üzerinde hak sahipliği ve kıta
sahanlığının sınırlandırılması konusunda ihtilaf halindedirler.286
Yunanistan, 1961 yılından itibaren yabancı petrol şirketlerine petrol
arama ruhsatları vererek yaptırdığı sismik araştırmalar sonunda, Ege
Denizi’nin kuzeyinde Yunanistan kara ülkesinin yakınında olan Taşoz
Adası çevresinde petrol bulununca, kendi karasularının dışında da petrol
aranması iznini vermiştir.287 Böylece Yunanistan Ege Denizi Kıta
Sahanlığı’nın neredeyse tamamının kendisine ait olması sonucunu
doğuracak bir uygulama içine girmiştir.288
Türkiye ise, Yunanistan’ın bölgede yoğunlaştırdığı faaliyetlerine
karşılık olarak, 18 Ekim 1973 tarihinde Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı’na (T.P.A.O.) Ege Denizi’nde Türk karasuları dışında ve kıta
sahanlığında bulunan bölgelerle ilgili 27 adet petrol arama ruhsatı
286 Aslan GÜNDÜZ, “Ege Denizi Kıta Sahanlığı Davası ve Bazı Düşünceler,” Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, S: 1 (1986), s. 11. 287 Tülay ÖZÜERMAN, “Ege’de Karasuları ve Kıta Sahanlığı Sorunu,” Düşünceler, S: 2 (Şubat 1988), s. 163. 288 USLUER, s. 39.
107
vermiştir.289 Anadolu ve Trakya kıyıları yakınında bulunan Semadirek
(Samothrace), Limni (Lemnos), Midilli (Lesbos), Bozbaba (Aya Evstratios),
Sakız (Chios), İpsara (Psara), Antiipsara Adaları’nın 6 mil genişlikteki
karasuları dışında kalan adalar arasındaki alanları kapsayan ruhsat verme
işlemini Yunanistan, sözü edilen alanların 1958 tarihli Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi uyarınca adaların kıta sahanlığına girdiğini ileri sürerek 7 Şubat
1974 tarihli nota ile protesto etmiş ve bu alanlardaki egemen haklarının saklı
olduğunu belirtmiştir. Kıta sahanlığının sınırlandırılması konusunda ise,
Yunanistan, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinin
1’inci fıkrasına göndermede bulunarak, kıyıları karşı karşıya bulunan
devletler arasında yapılacak kıta sahanlığı sınırlandırmasında orta hat
kuralının paylaşımda eşitliği sağlayacak kural olduğunu iddia etmiştir.290
Yunanistan’ın 7 Şubat 1974 tarihli notasına, Türkiye’nin vermiş
olduğu 27 Şubat 1974 tarihli cevabi notada, Türkiye, T.P.A.O.’ya araştırma
ruhsatı vermeden önce uluslararası hukuk kuralları ve yasal koşulların
dikkatle incelendiğini, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ve Kuzey
Denizi Kıta Sahanlığı Davası’nda U.A.D.’nin vermiş olduğu kararı dikkate
aldığını vurgulayarak, söz konusu hükümlerden hareket edildiğinde; Anadolu
kıyılarının yakınında bulunan Yunan adalarının Türkiye’nin doğal uzantısı
üzerinde yer almalarından dolayı kendilerine özgü kıta sahanlıkları
289 Karar No: 7/7217. Karar 1 Kasım 1973 tarih ve 14699 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Metin için bkz. International Court of Justice, Pleadings, Oral Arguments, Documents Aegean Sea Continental Shelf Case (Greece - Turkey), La Haye, 1980, s. 15. (Bundan sonra I.C.J. Pleadings olarak geçecektir.) 290 7 Şubat 1974 tarihli Yunan notası metni için bkz. International Court of Justice, Application Instituting Proceedings, filed in the Registry of the Court on 10 August 1976, Aegean Sea Continental Shelf (Greece - Turkey), s. 32-34. (Bundan sonra I.C.J. Application 1976 olarak geçecektir.); I.C.J. Pleadings, s. 21-22.
108
olamayacağını, kıyıları karşılıklı iki devlet arasında kıta sahanlığının
sınırlandırılmasındaki esas kuralın eşit uzaklık kuralı olmadığını, eşit uzaklık
kuralının ancak anlaşmaya varılamıyorsa ve özel durumlar başka bir
sınırlandırmayı haklı göstermiyorsa uygulanabileceğini, U.A.D.’nin vermiş
olduğu kararlar ve 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi hükümlerine
göre adaların sınırlandırmada ikincil bir önemi olduğunu, hem adalar hem de
Ege Denizi’nin bütününün tipik bir özel durum oluşturduğunu belirterek,
sorunun görüşmeler yoluyla çözümlenmesini teklif etmiştir.291
İki devlet arasında gerçekleşen nota değişimlerinden, Türkiye’nin
temelde doğal uzantı ilkesine dayanarak ana ülkeler arasında bir
sınırlandırma yapılması ve belirlenecek çizginin doğusunda kalan adalara
yalnızca karasuları tanınması tezine karşı, Yunanistan’ın da en doğudaki
adaları ile Türkiye ana ülkesi arasında eşit uzaklık ilkesine göre bir
sınırlandırmanın gerçekleştirilmesi tezini ileri sürdüğü açıklık kazanmıştır.
Başka bir deyişle; Yunan tezine göre, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’ye
ilişkin kıta sahanlığı sınırlandırılması özde yalnızca Anadolu ile Türk
kıyılarının tam karşısında yer alan Yunan adaları arasında söz konusu olup,
bu sorun da aslında karasuları sınırlandırılması ile çözümlenmiş
görünmektedir.292
Yunanistan 24 Mayıs 1974 tarihinde Türkiye’ye vermiş olduğu
notasında, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin hükümlerine
291 27 Şubat 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 37-39. 292 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 406-407.
109
dayanarak, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılacak bir sınırlandırmaya
karşı olmadığını açıklamıştır.293
İki ülke arasındaki nota değişimleri sürerken Türkiye, Ege’deki
kararlılığını göstermek amacıyla, 29 Mayıs 1974 tarihinde Çandarlı araştırma
gemisini uyuşmazlık konusu alanda sismik araştırmalar yapmak üzere
Ege’ye göndermiş, olası bir Yunan saldırısına karşı bu gemiye 32 Türk savaş
gemisi eşlik etmiştir.294
5 Haziran 1974 tarihinde Yunanistan’a verdiği cevabi notada
Türkiye, Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığına çözüm bulunabilmesi için
Yunanistan tarafından belirlenecek bir tarihte yapılacak olan görüşmelere
katılmaya hazır olduğunu bildirmiştir.295
Çandarlı araştırma gemisinin Ege’de altı gün boyunca sismik
araştırmalar sürdürmesi ve araştırmalar sırasında Çandarlı’ya 32 Türk savaş
gemisinin eşlik etmesi iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmiş,296
Yunanistan, Çandarlı gemisinin Ege Denizi’nde yapmış olduğu sismik
araştırmaların, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 2’nci maddesinin
2’nci fıkrası ve 5’inci maddesinin 8’inci fıkrasında yer alan hükümlere aykırı
bir girişim olduğunu belirterek, Türkiye’yi 14 Haziran 1974 tarihli notayla
protesto etmiş, Sözleşme’nin 1’inci maddesinin b fıkrası ve 2’nci maddesinin
293 24 Mayıs 1974 tarihli Yunan notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 40; I.C.J. Pleadings, s. 25. 294 Tozun BAHCHELI, Greek – Turkish Relations Since 1955, Westview Press, 1990, s. 131; Yücel ACER, The Aegean Maritime Disputes and International Law, Ashgate, England, 2003, s. 37. 295 5 Haziran 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 41. 296 TEZCAN, s. 74; GÜREL, s. 85.
110
2’nci fıkrasında yer alan hükümler çerçevesinde, Yunanistan’ın bölgede
münhasır egemenlik hakları bulunduğunu ve Türkiye’nin girişimlerinin Yunan
egemenlik haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.297 Bunun üzerine, Bakanlar
Kurulu, 2 Temmuz 1974 tarihli kararıyla T.P.A.O.’ya yeni araştırma ruhsatları
vererek, petrol arama bölgelerini daha da genişletmiştir.298 Yunanistan’ın 14
Haziran 1974 tarihli notası, Türkiye tarafından verilen 4 Temmuz 1974 tarihli
notayla geri çevrilmiş, 4 Temmuz 1974 tarihli notayla Çandarlı gemisinin
uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde Türk kıta sahanlığı üzerinde
araştırma görevini yerine getirdiği ve bu araştırma çalışmalarını sürdüreceği
belirtilerek Ege Denizi Kıta Sahanlığı sınırlandırması sorununun karşılıklı
anlaşma yoluyla çözümlenmesi önerilmiştir.299
Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığına ilişkin nota
değişimleri, kısa bir süre sonra ortaya çıkan Kıbrıs bunalımı nedeniyle ikincil
plana itilmiş,300 22 Ağustos 1974 tarihinde Yunanistan’ın Türkiye’ye yeni bir
nota vererek daha önce verilmiş olan notalardaki Yunan görüşlerinin
korunduğunu bildirmesi ve Türkiye’nin arama bölgesini genişletmesini
protesto etmesiyle yeniden gündeme gelmiştir.301 16 Eylül 1974 tarihli nota ile
Türkiye, Yunanistan’ın notasını geri çevirmiş, sözü edilen nota ile
T.P.A.O.’nun Ege Denizi’nde araştırma yaptığı bölgeleri Türk kıta sahanlığı
297 14 Haziran 1974 tarihli Yunan notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 42-43; I.C.J. Pleadings, s. 26-27. 298 Karar No: 7/8594. Karar ve petrol arama ruhsatnamelerini gösteren harita 18 Temmuz 1974 tarih ve 14949 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Metin için bkz. I.C.J. Pleadings, s. 19. 299 4 Temmuz 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 45. 300 AKSU, s. 71. 301 22 Ağustos 1974 tarihli Yunan notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 46; I.C.J. Pleadings, s. 28.
111
olarak nitelendirmiş ve bu sebeple, Yunanistan’ın söz konusu bölgeler
üzerindeki iddialarının yasal dayanağının olmadığını belirterek, karşılıklı
kıyılarını iki ülkenin paylaştığı Ege Denizi’nde söz konusu deniz alanlarının
kıta sahanlığı sınırlarının saptanması sorununun her iki tarafça kabul
edilebilir ortak bir çözüme kavuşturulmasının müzakereler yoluyla
sağlanabileceğine olan inancını tekrarlamıştır.302
Yunanistan, 27 Ocak 1975 tarihli notasıyla, Ege Denizi Kıta
Sahanlığı’nın sınırlandırılmasında Türkiye ile arasında görüş ayrılıkları
bulunduğu hususuna değinerek, uygulanacak hukuk ve sorunun esasıyla ilgili
görüş ayrılıklarının U.A.D.’ye götürülmesini ve Divan’a tek taraflı başvurma
hakkı saklı kalmak koşuluyla, Türkiye ve Yunanistan arasında sorunun
Divan’a havalesine dair bir özel anlaşma (tahkimname) yapılmasını
önermiştir.303
Türkiye, 6 Şubat 1975 tarihli cevabi notasında, Türkiye ile
Yunanistan arasındaki sorunların barışçı yollarla ve görüşmelerle
çözümlenmesinden başka bir yol bulunmadığı görüşünde olduğunu
tekrarlamış, Yunanistan Hükümeti’nin karşılıklı olarak kabul edilebilir
hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla öncelikle görüşmelere
başlamaya rıza göstermesi umudunu taşıdığını, uyuşmazlıkların anlamlı
görüşmeler yoluyla çözümlenmesinin başlıca usul olduğunu belirttikten sonra,
ilke olarak sınırlandırma sorununun birlikte U.A.D.’ye sunulması ve
302 16 Eylül 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 48; I.C.J. Pleadings, s. 29. 303 27 Ocak 1975 tarihli Yunan notası metni için bkz. I.C.J. Pleadings, s. 29-30; I.C.J. Application 1976, s. 30-31.
112
Mahkeme’ye götürme şartlarının kararlaştırılması için yüksek düzeyde
görüşmelere başlanmasını uygun karşıladığını açıklamıştır.304
Türkiye’nin 6 Şubat 1975 tarihli notasına, Yunanistan’ın vermiş
olduğu 10 Şubat 1975 tarihli notada Yunanistan, Türkiye’nin Ege Kıta
Sahanlığı sorununun birlikte U.A.D.’ye götürülmesini prensip olarak olumlu
karşılamasından memnuniyet duyduğunu belirtmiş, sorunu U.A.D.’ye sunmak
için tahkimname hazırlamak maksadıyla görüşmelerin başlamasını kabul
ettiğini bildirmiştir.305
Ege Denizi Kıta Sahanlığı sınırlandırılması sorununun çözümüne
ilişkin toplantı 17-19 Mayıs 1975 tarihlerinde, Türkiye ile Yunanistan Dışişleri
Bakanları306 ve Heyetleri arasında Roma’da gerçekleşmiştir. Toplantıda
Yunan Heyeti iki ülkenin U.A.D.’ye birlikte başvuruda bulunmasını öngören
bir tahkimname taslağı sunmuş, ancak Türk Heyeti söz konusu taslağı henüz
tartışmaya hazır olmadığını, öncelikle esasa ilişkin anlamlı görüşmeler
yapılması gerektiğini ve bunun henüz denenmediğini belirtmiştir.307 Beklenen
sonucun elde edilmediği toplantı sonunda 19 Mayıs 1975 tarihinde yapılan
ortak açıklamada sorunun Divan’a götürülmesi konusundaki tahkimname
üzerinde ön görüşmeler yapıldığı ve bu amaçla teknik heyetlerin erken bir
tarihte yeniden toplanmalarının kararlaştırıldığı açıklanmıştır. Sözü edilen
toplantıda Türk Heyeti’nin, Ege Denizi Kıta Sahanlığı’nın ortak işletilmesine
304 6 Şubat 1975 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Pleadings, s. 30-31; I.C.J. Application, 1976, s. 50-52. 305 6 Şubat 1975 tarihli Yunan notası metni için bkz. I.C.J. Pleadings, s. 31-32; I.C.J. Application 1976, s. 52. 306 İhsan Sabri Çağlayangil ve Dimitrios Bitsios. 307 AKSU, s. 72.
113
dair bir önerisinin bulunduğu ve yapılması kararlaştırılan toplantıda
tahkimname hazırlıkları yanında sınırlandırmayla ilgili görüşmelere de devam
edilmesinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.308
Roma Toplantısı’ndan kısa bir süre sonra, NATO (North Atlantic
Treaty Organization / Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) Zirve Toplantısı
nedeniyle biraraya gelen iki Devlet Başbakanları309 görüşmeler sonrasında
31 Mayıs 1975 tarihli Brüksel Ortak Bildirisi’ni açıklamışlardır. Anılan
Bildiri’de, Türkiye ve Yunanistan Başbakanları’nın, iki devlet arasındaki
sorunları görüşmeler yoluyla barışçı şekilde ve Ege Denizi Kıta Sahanlığı
sorununun ise, La Haye’deki Uluslararası Mahkeme tarafından
çözümlenmesi gerektiği üzerinde karara vardıkları, bu bağlamda, Ege Denizi
Kıta Sahanlığı sorunuyla ilgili uzmanlar toplantısının ve hava sahasına ilişkin
uzmanlar toplantısının tarihlerini öne almayı kararlaştırdıkları açıklanmıştır.310
Brüksel Ortak Bildirisi’nin hukuki niteliği ve içeriği, daha sonra
taraflar arasında tartışma konusu olmuştur. 30 Eylül ile 18 Kasım 1975 tarihli
notalarıyla Türkiye, anlamlı görüşmeler yapılmadan sorunun U.A.D.’ye
götürülmesinde bir fayda bulunmadığını, Roma Toplantısı’nda tahkimname
hazırlıklarına paralel olarak üzerinde anlaşmaya varılmış hakkaniyete uygun
bir sınırlandırmayı gerçekleştirmek amacıyla anlamlı görüşmeler
yapılmasının da kararlaştırılmış olduğunu açıklamış, görüşmeler yoluyla
308 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 249 (dipnot 135). 309 Süleyman Demirel ve Konstantin Karamanlis. 310 Brüksel Ortak Bildirisi metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 57.
114
çözümlenemeyecek olan belirli hukuki sorunların Divan’a götürülmesi
görüşünde olduğunu belirtmiştir.311
Yunanistan ise, 2 Ekim ve 19 Aralık 1975 tarihli notalarında, Brüksel
Ortak Bildirisi’nde, tarafların sorunun önce Divan’a sunulması konusunda
anlaşmaya varmış olduklarını, tahkimname hazırlıklarıyla ilgili görüşmeler
sırasında sınırlandırmayla ilgili görüş ayrılıklarını giderecek önerilerin ortaya
atılması durumunda bunların da tartışılabileceği görüşünde olduğunu
açıklamıştır.312
31 Ocak – 2 Şubat 1976 ve 19-20 Haziran 1976 tarihlerinde Bern’de
iki devlet arasında yapılan uzmanlar düzeyindeki toplantılardan bir sonuç
çıkmamıştır. Sözü edilen toplantılarda Yunanistan, Yunan anakarasıyla
adalar arasında bir bütünlük olduğunu (ülkesel ve siyasal bütünlüğü
bulunduğunu) adaların da, kendilerine özgü kıta sahanlıklarına sahip
olduğunu ve Yunan kıta sahanlığının Yunan adaları ile Türkiye anakarası
arasındaki orta hatta kadar devam ettiğini, uyuşmazlığın U.A.D.’ye sunularak
çözümlenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Görüleceği üzere Yunanistan’ın
iddiaları Türkiye’ye, Yunan adalarının batısında hiçbir şekilde kıta sahanlığı
alanı tanımamaya yöneliktir.
311 30 Eylül ile 18 Kasım 1975 tarihli Türk notaları metinleri için bkz. I.C.J. Pleadings, s. 35-36, 40-42; I.C.J. Application 1976, s. 60-62, 70-74. 312 2 Ekim ve 19 Aralık 1975 tarihli Yunan notaları metinleri için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 75-77.
115
Buna karşın Türkiye, kıta sahanlığının belirlenmesinde doğal uzantı
tezinin esas alınması gerektiğini, Ege Denizi’nin özellikleri olan yarı - kapalı
bir deniz olduğunu, tüm Ege’nin ve özellikle Türkiye’nin yakınındaki Yunan
adalarının özel durumlar oluşturduğunu, söz konusu Doğu Ege Adaları’nın
Anadolu Yarımadası’nın doğal uzantısı olan Türk kıta sahanlığının üzerinde
yer aldığını, bu adaların Türk kıyılarına çok yakın olduklarını, Yunan
anakarası ile adalar arasındaki uzaklık nedeniyle anılan adaların Yunan
Yarımadası’nın devamı, uzantısı olarak düşünülemeyeceğini, Türkiye’nin
yakınındaki Yunan adalarının kendilerine has kıta sahanlıkları
olamayacağını, Yunanistan’ın iddialarının hakkaniyete aykırı olduğunu, Ege
Denizi kaynaklarının ortak işletilmesini ve sorunun karşılıklı görüşmeler
yoluyla çözümlenmesi gerektiğini belirtmiştir.313
B. YUNANİSTAN’IN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK
KONSEYİ’NE VE ULUSLARARASI ADALET DİVANI’NA BAŞVURUSU
Türkiye’nin M.T.A. Sismik I (Hora) araştırma gemisiyle 6 Ağustos
1976 tarihinden itibaren Ege Denizi’nin açık deniz alanlarında sismik
araştırmalar yapmaya başlaması ile Ege Kıta Sahanlığı sorunu daha gergin
bir ortama girmiştir.314 Yunanistan 7 ve 9 Ağustos 1976 tarihli notaları ile,
Sismik I’in araştırmalar yaptığı açık deniz altında bulunan kıta sahanlığının
kendisine ait olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi protesto etmiş, 10 Ağustos
1976 tarihinde ise, Yunanistan konu ile ilgili olarak, bir yandan Birleşmiş
313 BAHCHELI, s. 132; ÖZÜERMAN, s. 164-165. 314 KOCAOĞLU, s. 144.
116
Milletler Güvenlik Konseyi’ni olağanüstü toplantıya çağırmış, öte yandan da
tek taraflı olarak U.A.D.’ye başvurmuştur.315
Yunanistan’ın Güvenlik Konseyi’ne başvurusu, Türkiye’nin önceki ve
tekrarlanan araştırmalarının Yunan kıta sahanlığı haklarını çiğnediği ve
dolayısıyla uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği gerekçesine
dayanmaktadır.316
Güvenlik Konseyi’ndeki tartışmalarda Yunanistan, kıta sahanlığının
sınırlandırılması konusunda 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde
yer alan düzenlemeye dayanan ve karşılıklı görüşmeler sırasında da ileri
sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve Türkiye’nin hareketlerini kışkırtıcı, garantör
devlet sıfatıyla Kıbrıs’a yaptığı müdahaleyi de trajedi olarak nitelendirmek
suretiyle Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs trajedisini durdurmak için zamanında
hareket etmediğini, ancak Ege’deki trajedinin önlenebileceğini belirterek,
Güvenlik Konseyi’nden Türkiye’ye kışkırtıcı tutumundan vazgeçmesi için
baskı yapmasını istemiştir.317
Yunanistan’ın iddialarına karşılık olarak Türkiye temsilcisi, M.T.A.
Sismik I’in araştırmalarını Yunan karasuları dışındaki Ege sularında
gerçekleştirdiğine dikkat çekmiş, henüz kıta sahanlığı konusunda bir sınır
tespiti yapılmamış olmasına rağmen hukuka uygun bir şekilde yürütülen
315 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 408; PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 374. 316 Leo GROSS, “The Dispute Between Greece and Turkey Concerning the Continental Shelf in the Aegean,” American Journal of International Law, Volume: 71, No: 1 (January 1977), s. 34; BAHCHELI, s. 134; ACER, s. 39. 317 BAHCHELI, s. 134-135; AKSU, s. 76.
117
araştırma faaliyetlerinin Yunanistan’ın deniz ve hava kuvvetleri tarafından
engellendiğini, Türkiye ile Yunanistan arasında üzerinde anlaşmaya varılmış
kıta sahanlığı sınırı olmadığından Yunanistan’ın, Ege’de karasularının
ötesinde egemenlik hakları bulunduğunu iddia edemeyeceğini, ayrıca M.T.A.
Sismik I’in Ege’de araştırmalarda bulunduğu sırada Yunanistan’a ait Nautilus
gemisinin de komşu bölgede benzer araştırmalar yaptığını belirtmiştir.
Türkiye temsilcisi daha sonra Yunanistan’ın Doğu Ege Adaları’nı
silahlandırmak suretiyle 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan ve 10 Şubat 1947
tarihli Paris Barış Antlaşmaları’nı ihlal ettiğini, böylece bölgede barış ve
güvenliği tehlikeye soktuğunu öne sürerek, Güvenlik Konseyi’ni Yunanistan’ın
antlaşma ihlallerini incelemeye davet etmiştir.318
Güvenlik Konseyi 25 Ağustos 1976 tarihli ve 395 (1976) sayılı kararı
ile, her iki ülkeyi de kısmen tatmin edecek şekilde bir yandan taraflara
uyuşmazlıkları konusunda doğrudan görüşmelere tekrar başlamalarını
tavsiye etmiş, öte yandan, sorunu Divan’a götürme olanağı üzerinde tarafları
düşünmeye davet etmiştir.319
Yunanistan U.A.D.’ye tek taraflı olarak sunduğu başvurusunda
Divan’dan iki istekte bulunmuştur. Yunanistan’ın Divan’dan birinci isteği; öze
ilişkin karar verene kadar Türkiye’nin arama ruhsatı verdiği alanlarda veya
davada tartışma konusu yapılan diğer alanlarda bütün araştırma faaliyetlerini 318 GROSS, s. 35; BAHCHELI, s. 135. 319 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 374-375; ACER, s. 39; GROSS, s. 37; AKSU, s. 76; Ayrıca Güvenlik Konseyi’nin 25 Ağustos 1976 tarih ve 395 (1976) sayılı Kararı’nın tam metni için bkz. Hulusi KILIÇ (haz.), Bilateral Agreements, Essential Documents and Declarations Between Turkey and Greece Since the Proclamation of the Turkish Republic, T.C.Dışişleri Bakanlığı Denizcilik – Havacılık Genel Müdür Yardımcılığı, Ankara, 2000, s. 275-276.
118
durdurmasını ve barışı tehlikeye sokacak davranışlardan kaçınmasını
öngören ihtiyati tedbir kararı vermesidir. Yunanistan’ın Divan’dan ikinci isteği
ise; doğudaki Yunan adaları ile Türkiye arasındaki kıta sahanlığı
sınırlandırmasının hangi kurallara göre yapılacağının, saptanması olmuştur.
Yunanistan’ın uyuşmazlığın özüne ilişkin isteğinden de anlaşılacağı gibi,
Türkiye’nin batısında bulunan adaların Yunanistan’a bakan tarafları ile daha
beride kalan adaların otomatik olarak Yunanistan lehine kıta sahanlığı
doğurdukları varsayımından hareket edilmekte ve böylece bu alan
uyuşmazlık dışı kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.320
Yunanistan, koruma önlemi (ihtiyati tedbir) istemine ilişkin talebini,
kıyı devletinin kendi kıta sahanlığında bulunan doğal kaynakların yeri ve
miktarıyla ilgili bilgileri bilme konusundaki inhisarı haklarının Türkiye’nin
yapmış olduğu araştırmalarla ihlal edildiği, Yunanistan’ın rızası olmaksızın
edinilecek ve yayınlanacak bilgilerin ileride vereceği ruhsatların görüşülmesi
sırasında durumuna zarar vereceği ve söz konusu alanlarda hak sahibi
olduğu Mahkeme tarafından sonradan kabul edilse de haklarının tüm olarak
saklı tutulamayacağı, bundan ötürü giderilmesi imkânsız zararın ortaya
çıkmasının kaçınılmaz olduğu ve yapılan araştırma faaliyetlerinin iki ülke
arasındaki dostane ilişkileri tehlikeye sokacağı gerekçelerine
dayandırmıştır.321
320 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 375; PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…”, s. 409. 321 GROSS, s. 40; BAHCHELI, s. 136.
119
U.A.D., Yunanistan’ın başvurusu karşısında, durumu Türkiye’ye
bildirerek görüşünü isterken, Statüsü’nün 41’inci maddesine322 dayanarak
koruma önlemi (ihtiyati tedbir) konusunda bir karara varma yoluna girmiştir.
Davanın hem yazılı hem sözlü aşamasına katılan Yunanistan Divan’a bir ad
hoc yargıç atamıştır. Buna karşılık Divan’a herhangi bir ad hoc yargıç
atamayan ve 25-27 Ağustos 1976 tarihlerinde yapılan davanın sözlü
aşamasına323 da katılmayan Türkiye, Divan’a yolladığı 25 Ağustos 1976
tarihli mektubuyla324 Divan’ın yetkisiz olduğunu ileri sürmüştür.325
Divan, Yunanistan’ın koruma önlemine ilişkin talebini 11 Eylül 1976
tarihli Kararı ile reddetmiştir. Bu Kararı’nda Divan, tartışma konusu olan
alanlarda girişilecek olan araştırma faaliyetlerinin tarafların haiz olmadıkları
hakların doğumuna veya haiz oldukları hakların yitirilmesine yol
açmayacağını belirttikten sonra, Türkiye tarafından yapılan sismik
araştırmaların deniz yatağı ve toprak altına ve doğal kaynaklara zarar
verebilecek nitelikte olmadığını, geçici olduğunu, deniz yatağında tesis
kurulmasını gerektirmediğini, doğal kaynakların kullanılması ve tahsisi gibi bir
işlemin yapılmadığını dikkate alarak, olayda, Statü’nün 41’inci maddesi
322 Uluslararası Adalet Divanı Statüsü md. 41 metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 144. 323 Davanın sözlü aşamasına ilişkin tutanaklar için bkz. I.C.J.Pleadings, s. 79-147. 324 Mektupta ayrıca, tartışma konusu yapılan araştırma işlemlerinin Yunanistan’ın söz konusu alanlarda haiz olabileceği haklara zarar verecek nitelikte olmadığı ve bu nedenle ihtiyati tedbirlere (koruma önlemleri) gerek bulunmadığı, böyle bir zararın meydana geleceği kabul edilse bile bunun tazmin edilebileceği, Türkiye’nin kuvvet kullanma yoluna başvurmak niyetinde olmadığı, belirtilmiştir. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 250 (dipnot 135). 325 PAZARCI, Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 409; PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 375.
120
anlamında dava konusu olan haklara giderilmesi olanaksız bir zararın
verilmesi tehlikesinin bulunmadığına karar vermiştir.326
11 Eylül 1976’da ihtiyati tedbir istemine ilişkin kararını açıklamasının
ardından Divan, Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırının
saptanmasına ilişkin istem konusunda ise, Türkiye’nin yetkisizliğini ileri
sürmesi üzerine davanın esasını incelemeden önce davaya bakma
konusunda yetkili olup olmadığını saptamak gereğini duymuş ve taraflardan
yetki konusundaki görüşlerine açıklık getirmelerini istemiştir.327
Divan’ın yetki konusuna ilişkin incelemesi devam etmekte iken,
uzmanlar düzeyindeki heyetler 2-11 Kasım 1976 tarihinde Bern’de tekrar
görüşmelere başlamışlar ve 11 Kasım 1976 tarihinde iki ülke arasında kıta
sahanlığının sınırlandırılması görüşmeleri sırasında izlenecek usule ilişkin
ilkeleri saptayan on maddeden oluşan Bern Anlaşması’nı imzalamışlardır.
Bern Anlaşması ile her iki taraf Ege Kıta Sahanlığı’nın sınırlandırılmasında
karşılıklı rızaya dayalı bir anlaşmaya varmak için samimi, ayrıntılı ve iyiniyetle
yürütülecek görüşmeler yapmayı, yapılacak olan görüşmelerin içeriğinden
dolayı gizli tutulmasını kararlaştırmışlardır. Yine Anlaşma’ya göre, iki ülke de
bu konudaki siyasi ve hukuki görüşlerini koruyarak, anlaşmanın ayrıntıları ve
görüşmeler sırasında yapılan önerileri, herhangi bir dış ortamda kullanmama
yükümlülüğüne girmişler, ortaklaşa yapılmasına karar vermedikçe,
görüşmelerin esasına ilişkin olarak basına açıklama yapmamayı ve bilgi
sızdırmamayı kararlaştırmışlardır. Bunun yanı sıra, taraflar Ege Denizi Kıta
326 AKSU, s. 78; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 250 (dipnot 135). 327 AKSU, s. 78.
121
Sahanlığı sorunuyla ilgili olarak görüşmelere zarar verebilecek
davranışlardan sakınmayı, diğer tarafın itibarını zedeleyebilecek girişim veya
davranışlardan kaçınmayı yükümlenmişlerdir. Ayrıca iki ülke arasında kıta
sahanlığının sınırlandırılması sırasında uygulanabilecek pratik kriter ve temel
ilkelere ulaşabilmek için konuya ilişkin uluslararası hukuk kurallarını ve örf ve
âdet hukukunu araştırmayı kararlaştırmışlar ve bu amaçla ulusal
temsilcilerden oluşturulacak bir karma komisyonun kurulması konusunda
anlaşmışlardır.328
Bern Anlaşması’nı tarafların heyetlerinin ve 1978’de de
Başbakanları’nın Montreux ve Washington’da bir araya gelmeleri izlemiş,
ancak yapılan görüşmelerden somut herhangi bir sonuç alınamamıştır.329
C. ULUSLARARASI ADALET DİVANI’NIN KARARI
Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığına ilişkin iki devlet arasında
görüşmeler sürerken, Divan yetki konusunda yazılı aşamasını bitirmiş,
Türkiye yetkisiz olduğunu ileri sürdüğü Divan’a herhangi bir yazılı görüş
bildirmemiştir. Divan, tarafları 9-17 Ekim 1978 tarihlerinde sözlü aşamaya
çağırmış, Türkiye bu aşamaya da katılmamış ancak 10 Ekim 1978 tarihinde
Yunanistan’ın yetki konusunda ileri sürdüğü görüşlerini çürütmeye yönelik bir
mektubu Divan’a sunmuştur.330
328 AKSU, s. 79; Ayrıca Bern Anlaşması metni için bkz. KILIÇ, s. 277. 329 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 376. 330 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II…, s. 376; PAZARCI, Kıta Sahanlığı Kavramı…, s. 410.
122
Davanın gerek yazılı gerek sözlü aşamasında Yunanistan, Divan’ın
yargı yetkisini, iki devlet için de yürürlükte bulunduğunu belirttiği 26 Eylül
1928 tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümüne Dair
Genel Sened’in331 17’nci maddesine ve iki Devlet Başbakanları’nın 31 Mayıs
1975 tarihinde yayınladıkları Brüksel Ortak Bildirisi’ne dayandırmıştır.332
Genel Sened’in 17’nci maddesinde, tarafların hakları hususunda
anlaşamadıkları bütün ihtilafların, 39’uncu madde uyarınca yapılacak
çekinceler saklı kalmak üzere, Uluslararası Daimî Adalet Divanı’nda333
çözümlenmesi yükümü öngörülmüştür.334
Türkiye, 26 Eylül 1928 tarihli Genel Sened’e 26 Haziran 1934
tarihinde bazı çekinceler öne sürerek katılmıştır. Türkiye’nin öne sürdüğü
çekinceler arasında, uluslararası hukukun bir devletin esası bakımından
ulusal yetki alanına bıraktığı sorunlardan doğabilecek olan uyuşmazlıkların
söz konusu Sened’in kapsamı dışında bırakıldığı hükmü de yer almaktadır.
Yunanistan da, Genel Sened’e 14 Eylül 1931 tarihinde bazı
çekincelerle katılmıştır. Yunanistan’ın tartışma konusu olan çekincesi
şöyledir: “(b) uluslararası hukuk uyarınca devletin münhasıran millî yetkisine
331 Bundan sonra Genel Sened olarak geçecektir. 332 Aegean Sea Continental Shelf Case (Greece-Turkey) Judgement of 19 December 1978, International Court of Justice, Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1978, paras 1, 12, 33. (Bundan sonra I.C.J. Reports 1978 olarak geçecektir.); TOLUNER, Milletlerarası…, s. 251 (dipnot 135). 333 Uluslararası Daimî Adalet Divanı’nın hukuki varlığı 1946 yılında sona ermesine rağmen, bugünkü Divan’ın Statüsü’nün 37’nci maddesi, yürürlükte bulunan bir antlaşma veya anlaşma bir sorunu Uluslararası Daimî Adalet Divanı’na götürmeyi öngördüğü zaman, Statü’nün tarafları arasında sorunun U.A.D.’ye havale edileceğini belirtmektedir. GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 14; Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı Statü md. 37 metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 93. 334 TOLUNER, Milletlerarası…, s. 251 (dipnot 135).
123
dahil olan sorunlar ve, özellikle, limanları ve ulaşım yolları üzerindeki
egemenlik haklarıyla ilgili olanlar da dahil olmak üzere, Yunanistan’ın ülkesel
statüsüne ilişkin uyuşmazlıklar.”335
Yunanistan, dava konusu olan sorunun (b) çekincesinin kapsamına
girmediğini çeşitli gerekçelere dayanarak doğrulamaya çalışmıştır.
Yunanistan (b) çekincesinin hem “ülkesel statüsü” ile ilgili, hem de aynı
zamanda uluslararası hukuka göre münhasıran devletlerin millî yetkisine
giren sorunlarla ilgili uyuşmazlıkları amaçladığını; kıta sahanlığı sorununun
münhasıran millî yetkiye giren bir sorun olmadığını; bundan dolayı da (b)
çekincesinin bu ihtilafla ilgili olmadığını ileri sürmüştür.
Yunanistan söz konusu gerekçesini, metinde yer alan “ve, özellikle,”
kelimelerinin doğal ve alışılmış olan anlamına dayandırmıştır. Çekince
metninde “ve, özellikle,” kelimeleri “Yunanistan’ın ülkesel statüsüne ilişkin
uyuşmazlıklar” ifadesinden önce gelmektedir. Yunanistan’a göre; “ve,
özellikle,” kelimeleriyle, “Yunanistan’ın ülkesel statüsüne ilişkin
uyuşmazlıklar”ın münhasıran millî yetkiye giren sorunlarla ilgili ihtilaflara ek
olarak ve onlardan ayrı bir ihtilaflar kategorisi yaratmanın düşünülmediği
ortaya konulmuştur. Bu kelimelerin amacı, (b) çekincesinde yer alan
“Yunanistan’ın ülkesel statüsüne ilişkin uyuşmazlıklar”ın “münhasıran millî
yetkisine giren sorunlar ile ilgili ihtilaflar”ın tarifi içine girdiğini göstermektir.
Burada vurgulanmak istenen “ve, özellikle,” kelimelerinden sonra gelen,
335 Yüksel İNAN, Uluslararası Adalet Divanı’nın Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayını No: 171, Ankara, 1982, s. 83-84; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 251 (dipnot 135).
124
ülkesel statü ile ilgili ihtilafların daha önce belirtilen ihtilaflar kategorisinin bir
örneğini oluşturmuş olduğudur.336
Yunanistan’ın, dava konusu olan sorunun çekincenin kapsamına
girmediğini doğrulamak yolunda dayandığı bir başka gerekçe de;
Yunanistan’ın, 1928 tarihli Genel Sened’e katıldığı 1931 yılında kıta sahanlığı
kavramı henüz bilinmediği için kıta sahanlığı konusunun Divan’ın yargı yetkisi
dışında tutulmasının düşünülemeyeceği yönündedir.337
Yunanistan, Divan’ın yargı yetkisine ilişkin olarak dayandığı Brüksel
Ortak Bildirisi’nde, “iki Devlet Başbakanları’nın iki devlet arasındaki sorunları
görüşmeler yoluyla barışçı şekilde ve Ege Denizi Kıta Sahanlığı sorununun
ise, La Haye’deki Uluslararası Mahkeme tarafından çözümlenmesi gerektiğini
kararlaştırmışlardır,” cümlesi ile Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi ihtilafı
konusunda birlikte ve ayrı ayrı Divan’ın yargı yetkisini kabul ettiklerini öne
sürmüş, Brüksel Ortak Bildirisi’nin Ege ihtilafını Divan’a götürme hususunda
bir anlaşma teşkil ettiğini iddia etmiştir.338
Yunanistan’ın bu iddiaları karşısında Türkiye, Divan’ın yargı yetkisini
baştan beri kabul etmediğinden, Yunanistan’ın görüşlerine karşı görüş
bildirmemiş ve Divan’ın, yetkisi hakkındaki görüşlerini 24 Nisan 1978, 10
Ekim 1978 tarihli mektuplarıyla Divan’a bildirmiştir. Buna göre:
336 GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 17-18; I.C.J. Reports 1978, paras 48-50. 337 I.C.J.Reports 1978, para 77; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 253 (dipnot 135). 338 I.C.J. Reports 1978, paras 94-98; GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 13.
125
* 1928 Genel Sened’i339 yürürlükte değildir. Yürürlükte kabul edilse
bile, Yunanistan Genel Sened’e katılırken “ülke statüsü” ile ilgili ihtilafların
Divan’ın yargı yetkisi dışında kalacağı hususunda bir çekince ileri sürmüştür.
Bu çekinceye dayanarak Divan ihtilafı inceleyemeyecektir.
* Brüksel Ortak Bildirisi’ne dayanarak da yetki tesis edilemez. Bir
ortak bildiri bir milletlerarası anlaşma değildir. Eğer böyle olsaydı, en azından
Türkiye tarafından bunun onaylanması gerekirdi.
* İki hükümet arasında esas konu üzerinde görüşmeler başlamadan
Yunanistan Divan’a başvurmuştur. Oysa, anlamlı görüşmeler yoluyla konuya
barışçı bir çözüm getirilmesi düşünülmüştü.
* Güvenlik Konseyi Kararı’nda tarafların sorunlarını esas itibariyle
görüşmeler yoluyla çözümlemelerini istemiştir. Sözü geçen Karar gereğince,
11 Kasım 1976 tarihinde Bern Anlaşması yapılmıştır. Bern Anlaşma’nın 1’inci
maddesi samimi, devamlı ve iyiniyetle yürütülecek görüşmeleri öngörüyordu.
Samimi görüşmeleri yürütmenin zorunlu şartlarını ve sorunların bu
339 1928 tarihli Genel Sened, Birleşmiş Milletler Örgütü kurulduktan sonra bazı değişikliklere uğramıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Nisan 1949 tarihinde Genel Sened’i Birleşmiş Milletler Örgütü ile bağdaşacak bir şekilde değiştirmiş ve değişikliklerin üye devletler tarafından kabul edilmesini 268 (III) sayılı Kararı’yla tavsiye etmiştir. Genel Kurul tarafından değiştirilen Genel Sened, 20 Eylül 1950 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Genel Kurul’un söz konusu tavsiye kararına uyarak değiştirilen Genel Sened’i onaylayan veya değiştirilen Genel Sened’e katılan devletler Genel Sened’in hükümleriyle bağlıdırlar. Türkiye, 28 Nisan 1949 tarihli Genel Sened’i günümüze kadar onaylamadığı gibi, sözü edilen Genel Sened’e de katılmamıştır. Bu nedenle 1949 tarihli Genel Sened’in hükümleri Türkiye’yi bağlamaz. Ayrıca 1928 tarihli Genel Sened’in yürürlükte olduğu kabul edilse bile Yunanistan öne sürdüğü çekinceler nedeniyle de Divan’a yargı yetkisi tanımamaktadır. İNAN, s. 85.
126
görüşmelerle çözümlenmesinin gerisindeki amacı böyle bir uluslararası
davanın devamıyla bağdaştırmak zordur.340
Divan, 19 Aralık 1978 tarihli yargısında, Genel Sened’in yürürlüğü
konusunda bir karara varmayı gerekli bulmamış, yetki sorununu,
Yunanistan’ın çekincesinin yorumlanmasıyla çözmeyi uygun görmüştür.341
Divan’a göre, Yunanistan’ın (b) çekincesiyle ilgili yorumu, ülkesel
statü ile ilgili ihtilaflar ve millî yetkiye giren sorunlar ile ilgili ihtilaflar
birbirinden tamamen farklı konular oldukları için kabul edilemez.
Yunanistan’ın yorumunda “ve, özellikle,” kelimelerinin lafzi yorumu esas
alınmıştır. “ve” ve “özellikle” kelimelerinden sonra virgül kullanılmış olması,
ilgili metnin birinci kısmında yer alan konu ile ikinci kısmında yer alan konuyu
birbirinden ayırmaktadır. Yunanistan’ın çekincesinde yer alan konular, Genel
Sened’in 39’uncu maddesinin 2’nci paragrafında yer alan konulardır ki, söz
konusu maddede millî yetkiye giren uyuşmazlıklarla ülkesel statüye ilişkin
uyuşmazlıklar çekince ileri sürülmesine izin verilen ayrı konular olarak
düzenlenmiştir. Öte yandan, Yunanistan’ın Genel Sened’e katılmasından iki
yıl önce 12 Eylül 1929 tarihinde, Uluslararası Daimî Adalet Divanı’nın
Statüsü’nün 36’ncı maddesinin 2’nci paragrafına göre, Divan’ın mecburi
yetkisini kabul eden Yunanistan bildirisinde de, bu aynı uyuşmazlıklar ayrı
konular olarak sıralanmıştır. Bundan başka, ülkesel statüye ilişkin sorunlar
millî yetkiye giren sorunlar içinde değerlendirildiğinde, (b) çekincesiyle
gerçekleştirilmek istenen amaç ortadan kalkar. (b) Çekincesinin yapısı, Genel
340 GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 14; BAHCHELI, s. 136. 341 I.C.J. Reports 1978, paras 36-39.
127
Sened tarafından bir kategoriye konulmuş olan “Yunanistan’ın ülkesel
statüsüyle ilgili ihtilafları” Genel Sened’in başka bir kategoriye koyduğu “millî
yetkiye giren sorunlarla ilgili ihtilafların” sadece bir örneği olarak görmek
düşüncesiyle bağdaşmaz. Eğer böyle olsaydı “ve, özellikle,” kelimelerinin
yerine “dahil”, dahil kelimesinin yerine de “ve, özellikle” kelimeleri konurdu.
Divan’ın bu yorumuna göre, (b) çekincesi; “Yunanistan’ın ülkesel statüsüyle
ilgili ihtilaflar ve, özellikle, limanlar ve ulaşım yolları üzerindeki egemenlik
hakları ile ilgili ihtilaflar da dahil, uluslararası hukuk uyarınca münhasıran
devletlerin millî yetkisine giren ihtilaflar” biçiminde olurdu. Bu sebeplerle
Yunanistan’ın yorumu doğru değildir.342
Yunanistan’ın dava konusu olan sorunun çekincenin kapsamına
girmediğini doğrulamak için öne sürdüğü 1928 tarihli Genel Sened’e katıldığı
1931 yılında kıta sahanlığı kavramı henüz bilinmediğinden kıta sahanlığı
konusunun Divan’ın yargı yetkisi dışında tutulmasının düşünülemeyeceği
yönündeki gerekçesi hakkında Divan, Genel Sened’de kullanılan deyimlerin
içeriğinin hukukta meydana gelen değişikliklere göre saptanmasının zorunlu
olduğunu, kıta sahanlığı üzerindeki hakların devletin kara ülkesindeki
egemenliğinin bir işlevi olduğunu ve ülkesel rejimin kıta sahanlığı üzerindeki
araştırma ve işletme haklarını da kapsamına aldığını belirttikten sonra, dava
konusu olan uyuşmazlığın Yunanistan’ın çekincesinde yer alan ülkesel
statüye ilişkin bir sorun olduğuna karar vermiştir.343
342 I.C.J.Reports 1978, paras 52-68; GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 18-20. 343 I.C.J. Reports 1978, paras 78-89; GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,” s. 21.
128
Divan, Yunanistan’ın 31 Mayıs 1975 tarihli Brüksel Ortak Bildirisi’ne
dayanan yetki gerekçesine ilişkin olarak; uluslararası hukukta bir ortak
bildirinin bir ihtilafı hakeme veya adli çözüme götürme hususunda bir
anlaşma teşkil etmesini engelleyen herhangi bir kural bulunmadığını
belirttikten sonra, Brüksel Ortak Bildirisi’nin böyle bir anlaşma teşkil edip
etmediği saptanırken göz önünde bulundurulması gereken hususun işlemin
biçimi değil, Bildiri’de ifade edilen işlem veya davranışın niteliği olduğunu, bu
işlem ve davranışın niteliği saptanırken de, Bildiri’de kullanılan ifadeye ve
yapıldığı şartlara bakılması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre; Bildiri’nin
yayınlandığı şartlar ve Bildiri’nin hükümleri şartsız bir havalenin
öngörülmediği sonucunu verdiğinden Divan, Brüksel Bildirisi ile yargı
yetkisinin kabul edilmediği yargısına varmıştır.344
Bu nedenlerle Divan, Yunanistan’ın tek taraflı başvurusuyla açılan
Ege Kıta Sahanlığı Davası’nda yargılama yetkisine sahip olmadığına,
Yunanistan ve İspanya’nın olumsuz oylarına karşılık 12 olumlu oyla karar
vermiştir.345
D. MART 1987 EGE KITA SAHANLIĞI BUNALIMI
U.A.D.’nin yetkisizlik kararı ile taraflar arasında Ege Kıta Sahanlığı
sorununu bir çözüme bağlama ümidi yine görüşmelere kalmış
göründüğünden Türk ve Yunan uzmanları arasında Aralık 1978 ve Şubat
1979 tarihlerinde iki görüşme daha yapılmış fakat iki görüşmeden de bir
344 I.C.J. Reports 1978, paras 99-108; GÜNDÜZ, “Ege Denizi…,”s. 22-23. 345 I.C.J. Reports 1978, para 109.
129
sonuç alınamamıştır.346 1981 seçimlerinde, Yunanistan’da Panellino
Sosialistiko Kinima / Pan-Helenik Sosyalist Parti (PASOK) lideri
Papandreu’nun hükümeti kurması, Yunanistan’ın Türkiye’ye ilişkin dış
politikasında önemli değişimlere yol açmıştır. Gerçekten de, eskisinden farklı
olarak, PASOK döneminde, Türk – Yunan diyaloğunun sürdürülmesi
güçleşmiş ve taraflar karşılıklı olarak sert suçlamalarda bulunmaya
başlamışlardır.
1987 yılında beklenen olmuş, Yunanistan’ın da ortağı bulunduğu
Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin Taşoz Adası’nın 10 mil doğusundaki bölgede
petrol arama ve sondaj yapmayı planlamasının ardından, Yunanistan’ın
Kuzey Ege Petrol Şirketi’ni ulusallaştırmak istemesi, ulusal karasuları dışında
petrol arama ve sondaj çalışmalarına gidilmesini yasaklayan 1976 tarihli Bern
Anlaşması’na aykırı bir davranış oluşturmuştur. Türkiye, bu duruma karşı
çıkmış ve Bern Anlaşması’na aykırı düşen davranışlara izin vermeyeceğini
açıklamıştır.347 Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımını açıklayan Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Yalım Eralp’e göre; “Yunanistan’ın karasularının ötesinde
petrol arama faaliyetlerinde bulunacak olması, iki ülke arasında kıta sahanlığı
konusunda anlaşma yapılana kadar, bu tip davranışlardan kaçınmalarını
öngören 1976 Bern Anlaşması’nın ihlali niteliğindedir. Türkiye, şimdiye kadar
azami hassasiyetle Bern Anlaşması’na uydu, kıta sahanlığı ile ilgili
faaliyetlerden kaçındı. Yunanistan da bu çerçevede hemen ihlalleri
346 PAZARCI, “Kıta Sahanlığı Kavramı…,” s. 411. 347 AKSU, s. 80.
130
durdurmalıdır. Aksi takdirde Türkiye, Ege’deki haklarını ve çıkarlarını
korumak için gerekli olan her şeyi yapacaktır.”348
Türkiye’nin görüşlerine karşılık, Yunanistan tarafından yapılan
açıklamada; “Yunanistan’ın görüşlerinde herhangi bir değişikliğin olmadığı,
Bern Anlaşması’nın geçerliliğini yitirdiği belirtildikten sonra, Yunan kıta
sahanlığında nerede, nasıl ve ne zaman petrol araştırması veya sondaj
yapılacağına ilişkin kararın sadece Yunanistan tarafından alınabileceği” ifade
edilmiştir.349
Türkiye ve Yunanistan arasında çıkan gerginlik tırmanırken Türkiye,
Yunanistan’ın tartışmalı bölgelerde petrol aramasını önlemek için harekete
geçeceğini açıklamış ve Piri Reis araştırma gemisini Ege Denizi’ne
göndermiştir. Gerginliğin artmasına paralel olarak, her iki ülkede de silahlı
kuvvetler alarma geçirilmiş ve sonunda bunalımın giderilebilmesi için NATO,
Avrupa Ekonomik Topluluğu (A.E.T.) ülkeleri ve A.B.D.’nin yoğun çabası
gerekmiştir. Yunan savaş uçaklarının Ege Denizi’nde araştırma faaliyetlerini
yürüten Piri Reis araştırma gemisini taciz etmesi, iki ülke arasında sert
protesto notalarına konu edilmiştir.350
Konunun kendisi için hayati önem taşıdığını göstermek amacıyla,
Türk Hükümeti Ege’nin uluslararası sularında petrol araması için hemen
T.P.A.O.’ya ruhsatlar çıkarmış, Sismik I araştırma gemisi birkaç saat içinde
348 Ege Bunalımı, Başbakanlık Basın – Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1987, s. 6. 349 Ege Bunalımı, s. 7-8. 350 AKSU, s. 81.
131
Ege’nin uluslararası sularına gönderilmek üzere harekete hazır hale
getirilmiştir.351 Bu gelişme üzerine Yunanistan Başbakanı Papandreu,
“Yunanistan’a ait olduğunu iddia ettiği kıta sahanlığı içerisinde Sismik I
araştırma gemisinin araştırma yapmasının engelleneceği ve söz ile değil fiil
ile karşılık verileceği uyarısında bulunmuş, Yunan ordusu, eğer komşumuz
bu saldırgan tutumunu sürdürürse, Türklere iyi bir ders verecektir,”
demiştir.352
Papandreu’nun açıklamalarına karşılık Başbakan Turgut Özal da,
“Sismik I’in 28 Mart 1987 tarihinde saat 05.00’de Ege’nin uluslararası
sularında olacağını, geminin faaliyetlerinin engellenmesi halinde aynen
karşılık verileceğini” belirtmiştir.353
Karşılıklı olarak yapılan açıklamalardan sonra, iki ülke arasında
diplomatik girişimler hızlanmış ve NATO Genel Sekreteri Carrigton ve A.B.D.
diplomatik çevrelerinin çabalarıyla iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren bu
bunalım hafifletilmiştir. Bunalımın azaltılmasında Yunanistan’ın, tartışmalı
sularda petrol aramaktan vazgeçtiğini, diplomatik yollardan Türkiye’ye
bildirmesi ve Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin “28 Mart tarihine kadar Taşoz
Adası doğusunda petrol çıkarmaya başlayacağına ilişkin planlarını askıya
aldığını” açıklaması etkili olmuştur.354
351 Süha BÖLÜKBAŞI, “Türkiye’nin Yakınındaki Avrupa ile İlişkileri: Türk – Yunan Sorunları,” Avrasya Dosyası, C: IV, S: 1-2 (1998), s. 30-31. 352 Ege Bunalımı, s. 26. 353 Ege Bunalımı, s. 28. 354 Ege Bunalımı, s. 62-63.
132
Kıta sahanlığı sorununda 1987 Mart’ında ortaya çıkan gerginlik iki
ülke ilişkilerinin yönelimi açısından oldukça önemli noktaları ortaya
çıkarmıştır. Bunlardan ilki; Yunanistan’ın sıklıkla vurgulamakta olduğu Bern
Anlaşması’nın geçersiz olduğuna ilişkin yaklaşım, her iki ülkenin ulusal
karasuları dışında, tartışmalı bölgelerde, petrol arama faaliyetlerine
girişmeyeceklerini açıklamasıyla, yerini Bern Anlaşması’nın geçerli olduğu
yaklaşımına bırakmıştır. Bunalımın ortaya çıkarmış olduğu bir diğer sonuç
ise; Yunanistan’ın, bunalım sırasında A.E.T. ve NATO üyesi devletler ile
A.B.D.’ye karşı suçlayıcı bir yaklaşım içine girmesi ve özellikle Türkiye’nin
ilişkilerinin o dönemde soğuk olduğu Bulgaristan ile yoğun diplomatik iletişim
sergilemesi, Varşova Paktı’nı gelişmelerden haberdar etmiş olmasıdır. Ayrıca
gerginliğin artmasıyla birlikte Yunanistan ülkesinde bulunan Nea Makri
Amerikan üssünü geçici olarak kapatma kararı alarak A.B.D.’nin, iki ülke
arasındaki bunalım sırasındaki tutumuna sert tepki göstermiştir.
Bütün bunların yanı sıra, Mart 1987 Ege Denizi Kıta Sahanlığı’na
ilişkin bunalım, iç politika açısından her iki ülkede de hükümetlere karşı sert
eleştirilerin yapılmasına yol açmış, hükümetler bunalım sırasında ulusal
çıkarları tam olarak koruyamamakla suçlanmışlardır.
Kıta sahanlığı konusunda iki ülkenin de “şimdilik” kaydıyla
uluslararası sularda petrol arama faaliyetlerine girişmeyeceklerini
açıklamalarından sonra, iki ülke arasındaki olası savaş riski geçici olarak
ertelenmiştir. Gerçi gerginlik atlatılmıştır, ancak taraflar arasında sorunun
esasına ilişkin görüş ayrılıklarının yanı sıra sorunun hukuki mi, yoksa siyasi
133
bir sorun mu olduğuna ilişkin yaklaşım farklılıkları da gündemde varlığını
sürdürmektedir.355
E. DAVOS SÜRECİ
1987 Mart ayındaki bunalım, iki ülke arasındaki ilişkilerin diyalog
süreci içerisinde ele alınmasının zorunlu olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla,
iki ülke arasında bir diyalog sürecine girilmiştir.356 İki ülke başbakanları 357
önce 30-31 Ocak 1988 tarihlerinde Davos’da daha sonra da 3-4 Mart 1988
tarihlerinde Brüksel’de biraraya gelmişlerdir.358 1988 Ocak ayında iki
başbakanın Davos’da başlattıkları süreç, 1950’den bu yana Türk – Yunan
yakınlaşması yolunda atılmış en ciddi ve “gerçekleşebilme olasılığı” en fazla
olanı olarak nitelendirilebilir.359
Davos süreci içerisinde başlayan ikili iletişim ve görüşmeler, taraflar
arasındaki sorunların çözümlenmesine yönelik olmaktan çok, iki ülke
arasındaki güven ve doğrudan iletişimin yeniden kurularak geleceğe yönelik
bir zeminin hazırlanmasını hedeflemektedir.360
Dünya Ekonomik Forumu sırasında 30-31 Ocak 1988 tarihlerinde
biraraya gelen Özal ve Papandreu görüşmelerin sonunda yayınladıkları Ortak
Basın Bildirisi’nde, karşılıklı anlayış ve iyiniyet havası içinde iki tarafı
355 AKSU, s. 82-83. 356 AKSU, s. 189. 357 Turgut Özal ve Andreas Papandreu. 358 TEZCAN, s. 75. 359 Mehmet Ali BİRAND, “Türk-Yunan Sorunları Çözümlenemez,” Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Semih VANER (der.), Metris Yayınları, İstanbul, 1990, s. 8. 360 AKSU, s. 83.
134
ilgilendiren konuları görüştüklerini belirttikten sonra, farklı yaklaşımlar
dolayısıyla iki ülke arasında birikmiş sorunların istismar edilmesine izin
verilmemesini; görüş farklılıklarının kapatılması için zaman, iyiniyet ve çok
çalışmak gerektiğini; 1987 Mart bunalımı gibi bir krizin tekrarlanmaması için
iki tarafın gayretlerini barışçı ve kalıcı ilişkiler kurulması üzerinde
yoğunlaştırmasını; iki toplumun da çeşitli kesimlerinde yerleşmiş katı
tutumların okul kitapları tarafından pekiştirildiğini ve resmî makamların
yaptıkları açıklamaların iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmekten uzak
bulunduğunu, oysa karşılıklı güvenin sağlanmasının gerektiğini; bunun için
de okul kitapları sorunu ele alındığı gibi, resmî makamların açıklamalarının iki
ülke arasındaki ilişkileri engelleyecek ve güveni zedeleyecek nitelikte
olmayacağını vurgulamışlardır.361
Davos görüşmelerinde biri ekonomik, öteki siyasal olmak üzere iki
komite kurulması kararlaştırılmıştır. Siyasal Komite’nin sorun alanlarını
tanımlayarak, görüş farklılıklarını gidermesi ve kalıcı çözümlerin bulunması
olanaklarını araştırması öngörülmüştür. Ortak İşbirliği Komitesi adını alan
Ekonomik Komite ise, ortak teşebbüs, ticaret, turizm, haberleşme, kültürel
değişim gibi alanlarda işbirliği olanaklarının geliştirilmesine çalışacaktır. Söz
konusu komitelerin çalışmalarından sonra kaydedilecek gelişmeler
başbakanlar tarafından gözden geçirilecektir. Komiteler dışında
başbakanların yılda en az bir defa buluşmaları, birbirlerinin ülkelerine
361 Baskın ORAN (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (1980-2001), C: II, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 114; TEZCAN, s. 78; Ayrıca Ortak Basın Bildirisi (Davos 1988) metni için bkz. KILIÇ; s. 309-310.
135
karşılıklı ziyaretler yapmaları, doğrudan bir telefon hattı kurulması alınan
kararlar arasındadır.362
Davos süreciyle yaratılan yumuşama ortamı içinde ilk olumlu
gelişme Türkiye’den gelmiş ve 5 Şubat 1988 tarihinde Türkiye, Yunan
uyrukluların Türkiye’de bulunan gayrimenkulleri üzerindeki haklarını
donduran 2 Kasım 1964 tarihli gizli Kararname’yi yürürlükten kaldırmıştır.363
Bu gelişmenin hemen ardından Özal ve Papandreu 3-4 Mart 1988
tarihlerinde Brüksel’de biraraya gelmişler ve yapılan görüşmelerden sonra
Davos sürecine uygun bir ortak bildiri yayınlamışlardır. İki ülke arasındaki
yakınlaşmayı geliştirmenin yolları üzerinde mutabakata varan ve Davos
ruhunu zedeleyebilecek bütün davranış ve beyanlardan kaçınmayı
kararlaştıran Bildiri’de aşağıdaki kararlar alınmıştır.
• Millî, askerî tatbikatların yürütülmesi ve askerî uçakların
uçuşlarıyla ilgili sorunlar görüşülecektir.
• Kıbrıs’taki kayıp kişiler komitesinin çalışmaları
canlandırılacaktır.
• Türk hükümeti, 1964 tarihli Kararname’nin yürürlükten
kaldırılmasından sonra, Türk mevzuatına uygun olarak, Yunan
vatandaşlarının haklarının tamamen iadesi amacıyla gerekli
tedbirleri alacaktır.
362 ORAN, Türk…, s. 114-115; BÖLÜKBAŞI, s. 36; TEZCAN, s. 76; Ayrıca Ortak Basın Bildirisi (Davos 1988) metin için bkz. KILIÇ, s. 309-310. 363 ORAN, Türk…, s. 115; TEZCAN, s. 76.
136
• Bu olumlu gelişmeyi dikkate alarak, Yunanistan, A.E.T.–Türkiye
Ortaklık Konseyi’nin 25 Nisan 1988 tarihinde yapacağı
toplantıdan önce, 1963 tarihli Ankara Antlaşması ile
tamamlayıcı protokole ilişkin uyum protokolünün imzalanmasını
teminen onay verecektir.
• Davos’da kurulan komiteler, 26 Mayıs 1988 tarihinde karşılıklı
olarak Ankara ve Atina’da toplanacaklardır. Ayrıca Yunanistan
Başbakanı’nın daveti üzerine Türk Başbakanı 13-15 Haziran
1988 tarihinde Yunanistan’a resmî bir ziyarette bulunacaktır.364
Başbakan Turgut Özal daha önce kararlaştırıldığı gibi, 13-15 Haziran
1988 tarihlerinde Yunanistan’a resmî ziyarette bulunmuş, söz konusu ziyareti
sırasında çoğunluğu iş adamlarından oluşan 170 kişilik bir heyeti de yanında
götürmüştür. Ticari ve ekonomik ağırlıklı ziyarette, iki ülke arasında
sorunların çözümüne öncülük edecek bir altyapı oluşturmayı amaçlamıştır.365
Ancak Özal’ın, 1988 Haziran ayındaki Yunanistan ziyareti, Türkiye açısından
büyük hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, Davos’da kurulan komitelerin
çalışmalarından da somut bir sonuç alınmamıştır.366
Gerçekte Davos süreci, iki ülke arasında bir diyalog kurulmasına
yaramış olmakla birlikte, iki başbakan da Davos’u somut bir politikaya
dönüştürememiştir.367 Bir kez daha liderlerin kişisel istek ve girişimlerinin
yeterli olmadığı, bu isteklerin bir sonuca ulaşabilmesi için siyasal iradenin
bürokratik teknik hazırlıklarla desteklenmesinin zorunluluğu ortaya
364 ORAN, Türk…, s. 115; TEZCAN, s. 76; Ayrıca Ortak Basın Bildirisi (Brüksel 1988) metni için bkz. KILIÇ, s. 311-312. 365 ORAN, Türk…, s. 115. 366 BİRAND, s. 9. 367 BİRAND, s. 9; BÖLÜKBAŞI, s. 37.
137
çıkmıştır.368 1988 yılı boyunca süren diyalog, bir yandan Papandreu’nun
sağlık problemleri diğer yandan Yunanistan’ın 18 Haziran 1989 tarihindeki
genel seçimler öncesinde gittikçe ağırlaşan bir iç bunalıma girmesi yüzünden
kesintiye uğramıştır. 1989 yılında Yunanistan’da yapılan seçimlerde PASOK
iktidarı kaybetmiş, Mitsotakis’in başbakanlığı döneminde ise, Davos süreci
resmen rafa kaldırılmıştır.369
F. DAVOS SÜRECİ SONRASI TÜRK-YUNAN DİYALOĞU
1996 Ocak ayı sonunda iki ülke arasında ortaya çıkan Kardak
bunalımı Ege sorunlarının tekrar gündeme gelmesine yol açmıştır. Bir deniz
kazasıyla ortaya çıkan, üzerinde insan yaşamayan Kardak Kayalıkları’nın
statüsü konusu iki ülkeyi bir kez daha savaşın eşiğine getirmiştir. Aslında
gerginlik 1995 yılı içinde başlamıştır. Yunanistan, tarafı olduğu 1982
B.M.D.H.S.’nin 3’üncü maddesine dayanarak 1995 yılında Meclis Kararı
çıkarmış ve karasularını 12 deniz miline genişletme hakkını uygun bir
zamanda ulusal stratejisi çerçevesinde kullanacağını açıklamıştır.Bunun
üzerine Türkiye, 8 Haziran 1995 tarihli Parlamento Kararı’yla Ege ‘deki hak
ve menfaatlerinin gasp edilmesi anlamına gelen böyle bir kararı
tanımayacağını ve bunu bir savaş nedeni sayacağını bildirmiştir.Böyle gergin
bir ortamda Figen Akad isimli bir Türk şilebi Bodrum açıklarındaki Kardak
Kayalıkları’nda (Yunanistan’a göre İmia) 25 Aralık 1995 tarihinde karaya 368 ORAN, Türk.., s. 115. 369 BÖLÜKBAŞI, s. 37; Papandreu’dan Nisan 1990’da hükümeti devralan Mitsotakis Davos’un Atina ile Ankara arasındaki en önemli sorunları gözardı ettiğini yani Kıbrıs ve kıta sahanlığı sorunlarının unutulduğunu iddia etmiş, Kıbrıs konusunda ısrarcı davranan Mitsotakis bir konuşmasında “Türklere Kıbrıs’ta bir çözüm olmadan Türk-Yunan ilişkilerinde gelişme olmayacağı ve Türkiye’nin A.E.T. ile ilişkilerinin düzelmeyeceği anlatılmalıdır” demiştir. Yunan politikacının bu sözleri Davos’a taban tabana zıttır. BÖLÜKBAŞI, s. 38.
138
oturmuştur. Geminin kaptanı Yunanlılar’ın yaptığı kurtarma teklifini reddettiği
halde ticari bir Yunan kurtarma gemisi Figen Akad’ı kurtarmış, Türk Dışişleri
Bakanlığı 29 Aralık 1995’te bir nota vererek Kardak’ın Türk toprağı olduğu
uyarısını yapmıştır. Bunun üzerine iki ülke arasında nota alışverişi
başlamıştır. Ancak asıl gerginlik iki ülkenin basın – yayın organlarının olayı
sahiplenmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Önce Yunan gazetecileri adaya Yunan
bayrağı dikmişler, sonra Türk gazeteciler Yunan bayrağını 28 Ocak 1996’da
indirip Türk bayrağı dikmişlerdir. Bayrak dikme yarışı birkaç gün devam etmiş
ve Yunanistan’ın kayalıkların bir tanesine 29 Ocak’ta asker çıkarmasıyla
sorun devletlerarası bir bunalıma dönüşmüştür. Türkiye’nin de bitişik kayalığa
31 Ocak’ta askerî tim çıkarmasıyla kriz daha da genişler görünse de, yaklaşık
altı saat sonra iki tarafta askerlerini aynı anda çekerek bir savaş ihtimalini
ortadan kaldırmışlardır. Askerlerin çekilmesinde Amerikan diplomasisi ve
özellikle özel temsilci Richard Holbrook önemli rol oynamış, iki taraf da prestij
kaybetmeden sorun dondurulmuştur.370
Kardak sorunu yukarıda belirtilen şekilde dondurulmuş olsa da,
Yunanistan bu konuyu Türkiye’yi uluslararası platformda ve özellikle AB ile
ilgili konularda zorluk çıkarmak için koz olarak kullanmıştır. Bu çerçevede
Yunanistan, Türkiye’nin saldırgan, yayılmacı, gözü Yunan adalarında olan bir
ülke olduğu propagandasına hız vermiş ve Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne (GB)
girmesine ancak AB’den Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (G.K.R.Y.) “Kıbrıs
370 BÖLÜKBAŞI, s. 38-39; AKSU, s. 110-112.
139
Cumhuriyeti” olarak üyelik başvurusunun görüşülmesi tavizini kopardıktan
sonra onaylamıştır.371
Türkiye, Mart 1999’da terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın
Kenya’daki Yunan Büyükelçiliği’nde yakalanmasından ve böylece
Yunanistan’ın Kürdistan İşçi Partisi (PKK) terör örgütüne destek sağlayan bir
ülke olarak tescil edilmiş olmasından sonra, yine de Yunanistan’ı terör
destekçisi bir devlet olarak ilan etmemiş, yerine iki ülke arasında diyalog
başlatılması kararıyla önemli jest yapmıştır.372 Bu çerçevede 30 Haziran
1999 tarihinde iki ülkenin dışişleri bakanları New York’ta buluşmuş turizm,
ticaret, çevre, kültür, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve bölgesel işbirliği
konularında ikili görüşmeler yapmışlardır.373
1999 yılında Türkiye’de ve Yunanistan’da yaşanan depremler iki
ülke arasında bir yakınlaşma yaratmasına rağmen bu süreç Türkiye ve
371 BÖLÜKBAŞI, s. 39-40. 372 Türk-Yunan ilişkilerinde Öcalan bunalımı ile başlayan süreçte hükümetin izlemiş olduğu dış politikanın işleyiş tarzı konusunda zaman zaman eleştiriler yapılmıştır. Eleştirilerden bir kısmı hükümetin, Yunanistan’ın Öcalan ve PKK terör örgütüne vermiş olduğu desteğin böylesine açığa çıkmış olmasından yeterince yararlanamamasına odaklanırken iki ülke arasında başlatılan diyaloğun da aslında Yunanistan’ın terörü destekleyen ülke imajından kurtulmasını ve uluslararası baskılardan sıyrılmasını sağlayacak önemli bir ödün olduğu ileri sürülmüştür. Yunanistan ile başlatılan diyaloğun, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğe aday ülke statüsünün tanınmış olduğu Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Yunanistan’ın veto engelinin aşılmasını kolaylaştırdığı görüşüne karşın, aslında Yunanistan’ın bu durumdan da avantajlı çıktığı söylenmiştir. Nitekim Helsinki Zirvesi’nde alınan kararlar çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki sınır uyuşmazlıklarının 2004 yılı sonuna kadar B.M. Şartı’na uygun biçimde barışçı yöntemlerle çözülmesi, sorunların çözümlenmesinde başarı sağlanamadığı takdirde U.A.D.’ye gidilmesi karar altına alınarak Türk-Yunan sınır uyuşmazlığı AB platformuna taşınmıştır. AKSU, s. 278-279 373 ACER, s. 55.
140
Yunanistan arasındaki ana sorunların çözümü konusunda bir ilerleme
sağlayamamıştır.374
10-11 Aralık 1999 tarihleri arasında Finlandiya’nın başkenti
Helsinki’de yapılan AB Konseyi Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin, tam üyelik
için adaylık statüsü oybirliğiyle kabul edilmiştir. Bu karar,Türkiye’nin yıllardan
beri önemli dış politika amaçlarından biri olan AB’ye tam üyelik yönünde
atılmış bir adım olmasının yanında Ege sorunlarının çözümü açısından da
önem taşımaktadır.375 Türkiye’ye adaylık statüsü verilen AB Konseyi Helsinki
Zirvesi’nde 12 Aralık 1999’da açıklanan Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde,
Ege adı verilmeden Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorunlarına ilişkin
bir paragraf yer almış ve böylece Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar
AB platformuna taşınmıştır.376
Ege’ye ilişkin Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü paragrafı “…
AB Konseyi, uyuşmazlıkların B.M. Şartı’na uygun biçimde barışçı çözüm
ilkesini vurgular ve aday ülkelerin mevcut herhangi sınır uyuşmazlıklarını ve
diğer ilgili sorunları çözmek için ellerinden gelen tüm çabayı harcamalarını
ister. Bu gerçekleşmediği takdirde aday ülkeler sorunu makul bir sürede
U.A.D.’ye götürmelidirler. AB Konseyi süregelen sorunlara ilişkin durumu,
özellikle katılım sürecine yansımaları açısından ve bunların U.A.D.
vasıtasıyla çözümünü sağlamayı teşvik için en geç 2004 yılı sonuna kadar
gözden geçirecektir” hükmüne yer vermiştir.
374 ACER, s. 54. 375 ACER, s. 58. 376 Metin AYDOĞAN, “Ege Sorunu, Yunanistan ve AB,” Yeniden Müdafaa-i Hukuk Dergisi, S: 40 (Ocak 2002); s. 35.
141
Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü paragrafı, bir aday ülke
olarak Türkiye’nin Yunanistan ile olan sorunları açısından önemli yansımalar
içermektedir. Ege’deki bütün temel sorunlar nitelikleri itibariyle ya sınır
sorunlarıdır ya da sınır sorunları ile ilgili sorunlardır. Paragrafta da “sınır
uyuşmazlıkları ve diğer ilgili sorunlar” ifadeleriyle Ege sorunları
kastedilmektedir. Sözü edilen paragrafta, aday ülke olan Türkiye’nin,
Yunanistan’la olan sınır uyuşmazlıklarını tam üye olabilmek için çözmesi
yönünde bir şart oluşturulduğu anlaşılmaktadır.377
AB’nin 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin komşularıyla olan sınır
anlaşmazlıklarını 2004 sonuna kadar müzakere yoluyla halletmesi, aksi
takdirde U.A.D.’ye gidilmesi karara bağlanmıştır. Sözü edilen Karar
çerçevesinde iki ülke müzakerelere başlamış, karasuları ve hava sahası
konularında mutabakata varılmasına rağmen, Türkiye’nin Ege’deki adacık ve
kayalıkların aidiyeti konusunun da U.A.D.’ye götürülmesini istemesi üzerine
Yunanistan uzlaşmaktan vazgeçmiş, ancak Aralık ayındaki AB Zirvesi’nde
Ege sorununu Türkiye’nin önüne müzakerelere başlama tarihi verilmesine
engel olarak getirmeyeceğini belirtmiştir.378 Yunanistan’ın bu seçiminin,
Türkiye’nin müzakere tarihi alması halinde kendisinin daha avantajlı bir
konuma geleceği düşüncesinden kaynaklandığı açıktır. Nitekim Yunanistan
Başbakanı Kostas Karamanlis 12 Eylül 2004 tarihinde yaptığı açıklamada da
Helsinki Zirvesi Kararları’nda yer alan Ege konusunu Aralık ayındaki Zirve’de
şart koşmayacaklarını yineleyerek Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin
377 ACER, s. 59. 378 Yunanistan Ege’de Tavır Değiştirdi, Milliyet, 17 Mayıs 2004, s. 18.
142
başlaması için tarih verilmesinden yana olduğunu açıklamış, Yunanistan’ın
stratejik tercihinin, Türkiye’nin Avrupa perspektifinin desteklenmesi olduğunu
belirtmiştir.379 Yunanistan bu politikasına paralel olarak 17 Aralık 2004 tarihli
Brüksel Zirvesi’nde Türkiye ile katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te
başlatılması kararına destek vermiş, Türkiye’nin AB sürecini kesmeyerek,
Ege sorunlarını AB süreci içinde çözmeyi tercih etmiştir.
Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde katılım müzakerelerinin
başlatılması kararının verildiği 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi Sonuç
Bildirisi’nin 17-23’üncü maddeleri Türkiye’ye ilişkindir. Brüksel Zirvesi Sonuç
Bildirisi’nin 19’uncu paragrafı, Türkiye’nin, Ankara Antlaşması’nın
uyarlanmasına yönelik Protokol’ü imzalaması istenen on yeni üye devletten
birinin G.K.R.Y.380 olması nedeniyle Kıbrıs ile ilgilidir. 20’nci paragrafı ise,
Yunanistan ile aramızdaki Ege sorunlarına atıfta bulunmaktadır.381
17 Aralık Zirvesi sonucunda açıklanan Bildiri’nin 19 ve 20’nci
paragraflarında şu ifadeler yer almıştır:
Sonuç Bildirisi’nin 19’uncu paragrafı “AB Konseyi, Birliğe on yeni
üye devletin katılmış olduğunu göz önünde bulundurarak, Türkiye’nin Ankara
Antlaşması’nın uyarlanmasına yönelik Protokol’ü imzalama kararını
memnuniyetle karşıladı.
379 http://www.ntvmsnbc.com/news/286541.asp, 12/09/2004. 380 G.K.R.Y.’nin AB’ye üyeliğini gerçekleştirebilmek için Birliğin genişlemesini veto etme tehdidini sonuna kadar kullanan Yunanistan, bu politikasında da büyük başarı sağlamış, 1 Mayıs 2004 tarihinde tüm Ada’yı temsilen G.K.R.Y. diğer dokuz aday ülkeyle birlikte AB’ye tam üye olarak kabul edilmiştir.Sema SEZER, “Rum-Yunan Veto Şantajları Gölgesinde AB’ye Üyelik Müzakereleri,” Stratejik Analiz, S: 57 (Ocak 2005), s. 59. 381 SEZER, s. 55.
143
AB Konseyi, bu bağlamda ‘Türk Hükümeti, müzakerelerin fiilen
başlamasından önce ve AB’nin mevcut üyeliğine dair uyarlamalar üzerinde
anlaşmaya varılarak sonuçlandırıldıktan sonra, Ankara Antlaşması’nın
uyarlanmasına ilişkin Protokol’ü imzalamaya hazırdır’ şeklinde Türkiye
tarafından yapılan beyandan memnuniyet duydu” biçimindedir.382 Görüldüğü
üzere Türkiye AB’ye, müzakereler başlamadan önce Türkiye ile AB arasında
tam üyelik hedefiyle bir ortaklık ilişkisi kuran 1963 tarihli Ankara
Antlaşması’nın kapsamını on yeni üyeye genişletecek Protokol’ü
imzalayacağı, sözünü vermiştir.383 Bu beyan Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın
imzasıyla mektup şeklinde bir hükümet açıklaması olarak AB makamlarına
iletilmiştir.384
Söz konusu Protokol’ü 29 Temmuz 2005 tarihinde imzalayan Türkiye
Protokol385 ile beraber bir de Deklarasyon yayınlamıştır. Yayınlanan
Deklarasyon ile Uyum Protokolü’nün imzalanmasının hiçbir şekilde
Protokol’de adı geçen “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tanınması anlamına
gelmeyeceği kayda geçirilmiştir.386 Bunun üzerine AB 21 Eylül 2005 tarihinde
Karşı Deklarasyon yayınlamıştır.387
382 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB/2004_Bruksel Zirve Sonuc_ Turkiye. htm 383 Çağrı ERHAN, “AB 17 Aralık’ta Türkiye’ye Ne Dedi?” Cumhuriyet Strateji Eki, S: 16 (Aralık 2004), s. 7. 384 SEZER, s. 156. 385 Türk kamuoyunda Protokol’ün imzalanması, G.K.R.Y.’nin tanınması anlamına gelip gelmeyeceği yönünde, tartışmalara yol açmıştır. 386 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/GenelGorunum/Genel+Gorunum.htm 387 Karşı Deklarasyon’un içeriği için bkz. http://www.abhaber. com/belgeler/kibris_ deklarasyonu. asp
144
Sonuç Bildirisi’nin 20’nci paragrafı “AB Konseyi, iyi komşuluk
ilişkilerine koşulsuz bağlılık ihtiyacını vurgulayarak, Türkiye’nin komşularıyla
ilişkilerinde kaydedilen iyileşmeyi ve B.M. Şartı’nda yer alan anlaşmazlıkların
barışçı yollarla çözümlenmesi ilkesine uygun olarak, henüz çözümlenmemiş
sınır anlaşmazlıklarının çözümlenmesine yönelik olarak ilgili üye ülkelerle
çalışmaya devam etmeye hazır olmasını memnuniyetle karşıladı. AB
Konseyi, önceki Sonuçlara, özellikle bu konudaki Helsinki Sonuçları’na uygun
olarak, henüz çözümlenmemiş sorunlara ilişkin durumu gözden geçirdi ve bu
amaca yönelik istikşafi görüşmeleri memnuniyetle karşıladı. Konsey, bununla
irtibatlı olarak, katılım süreci üzerinde yansımaları olan çözülmemiş
anlaşmazlıkların gerektiği takdirde çözüm bulunması amacıyla U.A.D.’ye
getirilmesi gerektiğine dair görüşünü teyit etti. AB Konseyi, uygun gördüğü
şekilde gözden geçirilmek üzere, kaydedilen gelişmelerden haberdar
edilecektir” şeklindedir.388 Görüldüğü üzere Sonuç Bildirisi’nin 20’nci
paragrafında Yunanistan veya Ege Denizi’nden ismen söz edilmemekle
birlikte, kullanılan kavramlardan sözü edilen asıl konunun Ege sorunları
olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki; paragrafta sınır anlaşmazlıklarının çözümü
konusunda yürütülen “istikşafi görüşmelerin” memnuniyet verici olduğu
değerlendirmesi yapılmıştır. “İstikşafi görüşmeler” tabiri Türkiye ve
Yunanistan Dışişleri Bakanlıkları’nın Ege sorunlarını ele alan gizli
görüşmelere verdikleri isimdir. Bununla bağlantılı olarak Konsey son derece
açık ifadelerle “Helsinki Zirvesi” adını da zikretmek suretiyle önceki Zirve
sonuçlarına uygun olarak, “katılım süreci üzerinde yansımaları olan
388 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB/2004_Bruksel ZirveSonuc_Turkiye.htm
145
çözümlenmemiş anlaşmazlıkların gerekirse çözüm için U.A.D.’ye
götürülmesi“ gerektiği görüşünü teyit etmiştir.389 Böylelikle AB, Türkiye’nin
tam üye olabilmesi için sınır uyuşmazlıklarını çözme şartını tekrarlamaktadır.
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis 17 Aralık Zirvesi sonrası yaptığı
açıklamada önceden koydukları bütün hedeflere ulaştıklarını belirterek Zirve
sonucundan duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.390
Türkiye’nin AB süreci böyle devam ederken 1999 yılında iki ülke
arasında başlatılan diyalog Ocak-Şubat 2000’de aralarında güven artırıcı
önlemler (GAÖ) paketinin de bulunduğu on değişik tali konuda anlaşma
imzalanmasıyla somut hale gelmiş ve Türkiye ile Yunanistan arasında
bugüne kadar ticaret, turizm, çevre, kültür, enerji, ulaşım ve güvenlikle ilgili
konuları kapsayan muhtelif alanlarda 29 anlaşma imzalanmış, iki ülke
arasında yeni iletişim kanalları da kurulmuştur. Bu çerçevede dışişleri
bakanlarının karşılıklı ziyaretleri, Yönlendirme Komitesi Çalışma Grubu
toplantıları, siyasî istişareler, GAÖ görüşmeleri ve Ege’ye ilişkin istikşafi
görüşmeler sürdürülmektedir. İstikşafi görüşmeler Aralık 2004’e kadar Türk-
Yunan sorunlarının diyalog yoluyla çözümlenememesi halinde U.A.D.’ye
başvurulması hususunun gözden geçirilmesini öngören 1999 Helsinki Zirvesi
Kararları ışığında gerçekleştirilmektedir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 16 yıl aradan sonra Mayıs 2004’te
Yunanistan’a ziyarette bulunmuş akabinde Nisan 2005’de dönemin
Yunanistan Dışişleri Bakanı Molyviatis Türkiye’yi ziyaret etmiş, söz konusu
389 ERHAN, s. 8. 390 SEZER, s. 59.
146
ziyaret iki ülke arasındaki işbirliğinin daha da geliştirilmesi imkânlarının
araştırılmasına olanak sağlamıştır. İki ülke arasındaki GAÖ paketine de
üç yeni madde eklenmesi kararı alınmıştır. Bu kararlar; doğal afetlere
müdahale tatbikatları, askerî kurumlarda verilen lisan eğitimlerine her sene
belirli sayıda askerî personel iştirak etmesi ve askerî okullar arasında ferdi
spor yarışmalarının düzenlenmesi olmuştur. Ayrıca Güney Avrupa Gaz Ringi
Projesi’nin bir parçası olarak İtalya’ya kadar uzatılması ve 2006 yılında
faaliyete geçmesi öngörülen ortak doğal gaz boru hattı inşaası projesinin
temel atma töreni Türkiye ve Yunanistan Başbakanları’nın katılımıyla 3
Temmuz 2005 tarihinde İpsala’da gerçekleştirilmiştir.391
3 Ekim 2005’de Lüksemburg’da alınan Karar’la AB, Türkiye ile tam
üyelik müzakerelerini başlatmış, böylece Türkiye aday ülke statüsünden
katılımcı ülke statüsüne yükselmiştir.392
3 Ekim 2005 tarihinde kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi’nin
“Müzakerelerin Yürütülmesindeki İlkeler” bölümünde, Türkiye’nin
komşularıyla olan sınır sorunlarını çözme şartı aşağıda belirtilen şekilde
yinelenmiştir.” Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileri konusundaki açık taahhüdü ile
henüz çözümlenmemiş olan tüm sınır anlaşmazlıklarını gerektiğinde
U.A.D.’nin yargı yetkisi de dahil olmak üzere Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer
alan anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ilkesine uygun olarak
çözüme kavuşturmayı taahhüt etmesi.”393 20 Ekim 2005 tarihinde üyelik
391 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/Genel Gorunum/Genel+Gorunum.htm 392 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/Genel Gorunum/Genel+Gorunum.htm 393 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB
147
müzakerelerinin ilk aşamasını oluşturan tarama süreci, bilim ve araştırma
alanında düzenlenen (tanıtıcı tarama) toplantısıyla başlamıştır.394
23 Ocak 2006 tarihinde önceleri basına it dalaşı olarak yansıyan,395
bir Yunan pilotun ölümüyle sonuçlanan Rodos Adası’nın 33 mil güneyinde,
Kerpe Adası’nın 35 mil doğusunda uluslararası hava sahasında meydana
gelen Türk ve Yunan F-16 uçaklarının çarpışması396 ve 30 Mayıs 2006
tarihinde yaşanan mini Kardak krizi397 iki ülke yetkililerinin sağduyulu
yaklaşımlarıyla daha büyük krize dönüşmeden önlenmiştir.
Bu olayların ardından 10 Haziran 2006 tarihinde Yunanistan Dışişleri
Bakanı Dora Bakoyannis 4’üncü Türk – Yunan Medya Konferansı’na katılmak
ve mevkidaşı Abdullah Gül’le görüşmek için İstanbul’a gelmiş, iki Bakan Ege
Denizi’nde ve hava sahasında karşı karşıya gelmeleri ve çatışmaları
önlemeye katkıda bulunabilmek ve yaşanan olaylar sonrası gerilen ilişkileri
yumuşatmak amacıyla aralarında iki tarafın Genelkurmay Başkanları
arasında doğrudan hat tesis edilmesi ve bir yıldan beri gündemde olan
Eskişehir – Larissa hava üsleri arasındaki hattında 1 Temmuz’dan itibaren
394 http://www.ntvmsnbc.com/news/241510.asp 395 İt Dalaşı Kazası, Hürriyet, 24 Mayıs 2006, s. 20. 396 Hava Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreterliği tarafından yapılan yazılı açıklamada; “it dalaşı yaşanmadığı, rutin görevini yapmakta olan Türk F-16 uçağına süratle yaklaşan bir Yunan F-16 uçağının arkadan ve alttan çarptığı belirlenmiştir” ifadelerine yer verilmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreterliği’nin açıklaması için bkz. http://www. ntvmsnbc. com/news/374399. asp, 25 Mayıs 2006; ayrıca bkz. Hikmet Bila “Dalaşmayın Çarpışın!” Cumhuriyet, 26 Mayıs 2006, s. 3. 397 Yunanistan’ın Kilimli Adası’ndan Kardak Kayalıkları’na gelen iki küçük Yunan balıkçı teknesi ve bir Yunan sahil güvenlik botunun uzun süre beklediğini fark eden Turgut Reis’deki Türk sahil güvenlik ekibi bölgeye gitmiş, Yunanlı balıkçıların bölgeden uzaklaşması uyarısında bulunan Türk sahil güvenlik ile Yunan sahil güvenlik botu yaklaşık yarım saat kayalıklar çevresinde tur atıp, manevra yaparak birbirlerinin arkasına geçmeye çalışmış, daha sonra Yunanistan’a ait iki sahil güvenlik botu ve bir savaş gemisi bölgeye hareket etmiş, Türk ve Yunan sahil güvenlik botlarının kendi karasularına çekilmesi sonucu bölgeye gelmemişlerdir. Haber için bkz. Kardak’ta Mini Gerginlik, Hürriyet, 31 Mayıs 2006, s. 20.
148
devreye girmesini de içeren 8 maddelik bir mutabakat metni
imzalamışlardır.398 Konferans’ta yaptığı konuşmada Bakoyannis,
Yunanistan’ın AB yolunda Türkiye’ye destek vermek yönünde stratejik bir
karar aldığını yinelemiş, ancak konuşmasının satır aralarında ise Kıbrıs’a
değinen Yunan Bakan Lefkoşa’nın, Avrupa’da bölünmüş tek başkent
olduğunu ifade etmiş ve AB’nin Türkiye’den istediği reformları bütün aday
ülkelerden istediğini belirterek, Fener Rum Patrikhanesi’nin düşman
olmadığını ve AB yolunda Türkiye’nin elinde önemli bir koz olabileceğini
söylemiş, ayrıca Ruhban Okulu’nun açılmasını beklediklerini, okulun
açılmasının azınlıkların dinsel özgürlüklerinin sağlanmasının, AB sürecinde
atılması gereken bir adım olduğunu ifade etmiştir.399
12 Haziran 2006 tarihinde bilim ve araştırma faslında fiili
müzakereler Lüksemburg’da düzenlenen Hükümetler Arası Konferans’ta
gerçekleşmiş, faslın açılıp kapanmasına yönelik G.K.R.Y.’nin itirazları
güçlükle aşılarak, Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirdiği belirtilmiş ve
bilim araştırma faslı aynı toplantıda kapatılmıştır. Aynı gün Türkiye – AB
arasında gerçekleştirilen 45’inci Ortaklık Konseyi’nin ana gündemini
oluşturan ve AB tarafından hazırlanan Ortak Tutum Belgesi’nde diğer
taleplerin yanında Türkiye’nin tam üye olabilmesi için sınır uyuşmazlıklarını
çözme şartı yinelenmiş, 21 Eylül 2005 tarihli Karşı Deklarasyon’a atıfta
bulunularak, Türkiye’den Ek Protokol’ün tam olarak ve ayrım yapılmaksızın
uygulaması istenmiş, yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde müzakere
398 Yunanistan ile 8 Maddelik Çözüm, Milliyet, 11 Haziran 2006, s. 15. 399 http://www.ntvmsnbc.com/news/376323.asp, 10 Haziran 2006.
149
sürecinin genelinin etkileneceği uyarısı AB tarafından yapılmış, 2006 yılı
sonuna kadar Türk liman ve hava alanlarının Rum gemi ve uçaklarına
açılması istenmiştir.400
Sonuç olarak Yunanistan, Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyerek
Türkiye ile olan sorunlarını Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci içinde çözme
politikası çerçevesinde, Türkiye ile ilişkilerinde ılımlı ve uzlaşmacı bir görüntü
sergilemekte, böylece ulusal menfaatlerini daha kolay elde edeceğini
düşünmektedir.
400 Bilindiği gibi, GB’nin bütün AB üyelerine uygulanmasını öngören içeriğiyle limanların G.K.R.Y.’ye de açılması sonucunu doğuracak Ek Protokol Ankara tarafından imzalanmış, ancak henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulmamıştır. Ortak Tutum Belgesi için bkz. http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB
150
Üçüncü Bölüm
EGE KITA SAHANLIĞI UYUŞMAZLIĞININ ESASINA İLİŞKİN
TARAFLARIN GÖRÜŞLERİ401
I. YUNANİSTAN’IN EGE KITA SAHANLIĞI SINIRLANDIRILMASININ
ESASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
A. SİYASAL VE ÜLKESEL BÜTÜNLÜK İDDİASI
Yunanistan, siyasal ve ülkesel bütünlük iddiasını ilk kez Türkiye’ye
verdiği 7 Şubat 1974 tarihli notasında ortaya koymuştur. Yunanistan’ın,
Türkiye’ye verdiği 7 Şubat 1974 tarihli notasında yer alan siyasal ve ülkesel
bütünlük iddiasına göre, Türkiye’nin karşısında bulunan adalar Yunan
ülkesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yunan egemenliğinde bulunan söz konusu
adaları kıta ülkesinden ayırmadan, Yunan ülkesini bir bütün olarak ele almak
gerekmektedir.402
B. M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda, takımada ilkelerinin
kabulü yolunda güçlü bir eğilimin ortaya çıkması üzerine403 Yunanistan,
siyasal ve ülkesel bütünlük tezine sözü geçen Konferans’ta hukuki temel
401 Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sorunu taraflar arasında iki ayrı nitelikte uyuşmazlığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan birincisi, kıta sahanlığının sınırlandırılmasının esasına ilişkin uyuşmazlık; ikincisi ise, bu uyuşmazlığın hangi yollarla çözüme bağlanması gerektiğine ilişkin uyuşmazlıktır. Hüseyin PAZARCI, “Ege’deki Deniz Sorunlarında Türk ve Yunan Görüşleri: Hukuki Açıdan,” Ege’deki Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:552, Ankara, (1986), s. 80; GÜREL, s.71. 402 Theodoros KATSOUFROS, “Ege Denizi’yle İlgili Türk-Yunan Uyuşmazlıkları,” Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Semih VANER (der.), Metis Yayınları, İstanbul, (Ocak 1990), s. 92; TEZCAN, s.103; PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s.80. 403 TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından…, s.21.
151
oluşturmaya çalışmıştır. Bu çerçevede, takımada ilkeleri görüşülürken, hem
adalardan hem de kıta ülkesinden oluşan bir devlet olduğunu; söz konusu
adaların birbirine yakınlıkları nedeniyle, esas hatların bunların bir bölümünün
birleştirilerek belirlenmesinin doğru olacağını ileri sürmüş; bir başka deyişle,
Konferans’ın başlarında Yunanistan, ülkesel bütünlüğünü ileri sürerken,
Ege’de takımadalara sahip olduğunu da belirterek, adalar ile kıta ülkesinin
Ege’deki sular da dâhil bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia
etmiştir. Böylece kabul ettirebilirse, Ege’de takımada oluşturan adaların uç
noktalarını birleştirmek suretiyle elde edilecek olan takımada suları rejimi
aracılığıyla adaları ile kıta ülkesini birleştirmeye çalışmıştır. Yine amacını
gerçekleştirmeye yardım etmek üzere Yunanistan Konferans’a, 25 Temmuz
1974 tarihinde bütün takımadaların takımada sularına sahip olmasını da
öngören taslak sunmuştur. 404
Yunanistan siyasal ve ülkesel bütünlük tezine, hukuki temel
oluşturma çabalarını ada kavramına ilişkin görüşmeler sırasında da
sürdürmüştür. Takımadaların her türüne aynı takımada rejiminin
uygulanmasını ileri sürmek suretiyle, siyasal ve ülkesel bütünlük tezini
takımada rejimi ile desteklemeye çalışmıştır. Bu görüş; bütün ülkesi takımada
ve adalardan oluşan gerçek takımada devletleri tarafından, takımada
ilkelerinin kabulünü güçleştireceği kaygısıyla, Türkiye gibi dar ve özellikleri
olan denizlere kıyısı bulunan devletler tarafından, bu denizlerin özellikleri
nedeniyle haksız sonuçlar yaratacağı endişesiyle ve deniz ulaştırmasının
serbest ve kesintisiz olmasında çıkarı bulunan devletler tarafından tepkiyle 404 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s.80-81; BAŞEREN, Ege…, 148-149.
152
karşılanmıştır. Türkiye’de, takımada ilkelerinin Ege’de uygulanması kabul
edildiğinde ortaya çıkacak durumun vahametine dikkat çekerek takımada
ilkelerinin kıta ülkesi yanında ada ülkesine de sahip olan devletlerin deniz
alanlarının saptanmasında kullanılmasına itiraz etmiştir.405 Ancak B.M.
Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasında Yunanistan tarafından sunulan
taslağın kabul görmemesi, sonradan tanzim edilen Sözleşme metninden de
anlaşılacağı üzere, takımada suları rejiminden “takımada devleti” adı verilen
ve herhangi bir kıta ülkesine sahip olmayıp sadece takımadalar ve adalardan
oluşan devletlerin yararlanabileceğinin kabul görmesi üzerine Yunanistan,
ülkesel bütünlük iddiasını takımada rejiminden söz etmeden ileri sürmeye
başlamıştır.406
Nitekim 31 Ocak - 2 Şubat 1976 tarihlerinde gerçekleştirilen Bern
görüşmelerinde Yunan tarafının tuttuğu gayriresmî tutanak ile 22 Mayıs 1976
tarihli Yunan notasında ve 10 Ağustos 1976 tarihinde U.A.D.’ye tek taraflı
başvurusunda Yunanistan kara ülkesiyle Ege’de bulunan Yunan adalarının
siyasal ve ülkesel bütünlük oluşturduğu, Yunan egemenliğinde bulunan
adaların Yunan ülkesinin ayrılmaz bir parçası olduğu tekrarlanmış, ancak
takımada rejimine ilişkin görüşlerden bahsedilmemiştir.407
405 TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından…, s.21; BAŞEREN, Ege…, s.149; ayrıca Yunan önerilerine göre hazırlanmış Ege Denizi’nde takımada rejimi durumunu gösteren harita için bkz.Ek-19. 406 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s.82. 407 Halûk A. KABAALİOĞLU, “Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığında Ortaya Çıkan Hukuki Sorunlar ve Lâhey’de Savunulan Yunan Görüşleri,” Danıştay Dergisi, S:34-35 (1979), s.95; BAŞEREN, Ege…, s.148.
153
Yunanistan, siyasal ve ülkesel bütünlük iddiasıyla, Türkiye kıyılarına
yakın Doğu Ege Adaları’nın batısında Türkiye’ye kıta sahanlığı bırakmamayı
amaçlamaktadır. Böylece Yunanistan, kıta sahanlığı sınırlandırmasında
ülkesinin Türkiye’ye karşı kıyıları olarak en uçtaki adaların esas alınmasını
sağlamaya çalışmaktadır. Ancak uygulanan uluslararası hukuk Yunan
iddiasını doğrulamaktan uzaktır. Nitekim, 1982 B.M.D.H.S.’nin takımada
devletini tanımlayan 46’ncı maddesi408 Yunanistan’ın takımada rejiminden
yararlanarak adalar ile kıta ülkesini birleştirmesine olanak vermediği gibi
içtihat, ülkesel bütünlük ilkesinden hareketle adaların, kıta ülkeleri ile
koşulsuz eşitlik içinde ele alınmasına karşı çıkmaktadır. Uluslararası yargı ve
hakemlik organları kararları adaların bulunduğu bölgelerdeki
sınırlandırmalarda ilk aşama olarak, ana ülkeler arasında kıta sahanlığı
alanlarını saptadıktan sonra, ikinci aşama olarak da, adalara belirli kıta
sahanlığı alanları tanıma yoluna gitmektedir. Buna örnek olarak; 1977 tarihli
İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin Hakemlik Kararı
gösterilebilir.409 Başka bir deyişle; uygulanan uluslararası hukuk, kıta
sahanlığı sınırlandırılması bakımından siyasal ve ülkesel bütünlük iddiasına
herhangi bir etki tanımamaktadır.410
408 1982 B.M.D.H.S. md. 46 - Terimlerin anlamı Bu Sözleşme bakımından: a) “Takımada Devleti”, tamamiyle bir veya daha fazla takımadadan oluşan ve başka adaları da içine alabilen bir Devlet demektir. b) “Takımada”, coğrafi, ekonomik ve siyasî bir bütün oluşturacak veya tarihen öyle telakki edilecek kadar birbirleriyle yakından bağlantılı suları ve diğer doğal özellikleri birbirine bağlayan bir adalar grubu ve bölümleri anlamına gelir. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s.370. 409 The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, The Turkish Dossier, Inaf, İstanbul, 1991, s.42; TEZCAN, s.103. 410 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 82.
154
B. ADALARIN KITA SAHANLIĞINA SAHİP OLMASI İDDİASI
Yunanistan’ın Ege’de Türkiye’ye karşı öne sürdüğü ikinci iddiası,
adaların da kıta ülkeleri ile eşit bir biçimde kıta sahanlığına sahip olmalarına
ilişkindir. Yunanistan adaların kıta sahanlığına sahip olması iddiasını,
Türkiye’ye verdiği ilk notası olan 7 Şubat 1974 tarihli notasından başlayarak
sürekli olarak bütün uluslararası forumlarda tekrarlamıştır. Böylece Yunan
temsilcilerinin B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasındaki
konuşmalarından, Yunanistan’ın anılan Konferans’ta önerdiği madde
taslaklarına, 31 Ocak – 2 Şubat 1976 tarihli Bern görüşmelerinden,
Yunanistan’ın 10 Ağustos 1976 tarihli U.A.D.’ye tek taraflı başvurusuna kadar
her yerde adaların kıta sahanlığına sahip olması iddiasına rastlamak
mümkündür.411
Yunanistan’a göre, hem 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 1’inci maddesinin b fıkrasında, hem de 1982 tarihli
B.M.D.H.S.’nin 121’inci maddesinin 2’nci fıkrasında, adaların kıta
sahanlığının kıta ülkelerininki gibi tanımlanmış olması, adaların da kıta
sahanlığı konusunda kıta ülkeleri ile eşit haklara sahip olduğunu
göstermektedir. Aslında Yunanistan’ın iddiası iki öğeyi içermektedir. Sözü
edilen iddia ile bir yandan adaların da kıta sahanlıkları olduğu vurgulanırken
öte yandan adaların kıta sahanlığı sınırlandırması sırasında, kıta ülkeleri ile
eşit koşullarda ele alınması gerektiği belirtilmektedir.412
411 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 82 -83; BAŞEREN, Ege..., s. 147. 412 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 83; BAŞEREN, Ege…, s.147.
155
Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığında temel hukuki sorun, Türkiye
kıyılarının yakınındaki Yunan adalarının, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında
dikkate alınıp alınmayacakları, dikkate alınacaklar ise sınırlandırmada, hangi
oranda etkili olacakları sorunudur.
1958 Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nin 10’uncu
maddesi adayı “su ile çevrilmiş, suların en çok yükseldiği zaman su üstünde
kalan, doğal olarak oluşmuş bir arazi sahasıdır”413 şeklinde tanımlamaktadır.
Bu tanım, 1982 B.M.D.H.S.’nin 121’inci maddesinin 1’inci fıkrasında da414
aynen yer almaktadır.
Sözleşmelerde yukarıdaki gibi tanımlanan adaların kıta sahanlığı
konusunda ise 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde, açık ve
uygulanabilir bir rejim saptanamamıştır. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi “adaların kıyılarına bitişik deniz altı bölgelerini”
de kıta sahanlığına dahil sayarken, sınırlandırmaya ilişkin 6’ıncı madde de
“aynı kıta sahanlığında sahilleri karşı karşıya ya da sınırdaş olan devletlerin
bu sahanlığı anlaşma ile sınırlandıracakları” ve sınırlandırma yapılırken “özel
durumların” göz önüne alınması gerektiği belirtilmiş, ancak özel durumların
kapsamı yeterince açıklanmamıştır. Sınırlandırılacak olan alanda ada ve
adacıkların bulunması, özellikle yabancı devlet kıyılarına yakın adaların
bulunması halinde eşit uzaklık ilkesinin haksız sonuçlara yol açabileceği ve
bu nedenle eşit uzaklık ilkesinin böyle durumlarda uygulanmasının uygun
413 1958 Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nin metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 332-338. 414 1982 B.M.D.H.S. md. 121 metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler…, s. 54.
156
olmadığı belirtilmektedir.415 Dolayısıyla 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nde yer alan 6’ncı madde hükmü uyarınca, kıyıdaş ya da
karşılıklı devletlerin ana kıtaları arasında sınırlandırma yapılırken, bölgedeki
adaların durumunun anılan maddede sözü edilen özel durumlar bağlamında
ele alınarak statülerinin ilgili devletlerce anlaşma ile belirlenmesi
gerekmektedir.416
U.A.D. 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları Kararı’nda
adaların sınırlandırmayı ne ölçüde etkileyeceğine ilişkin olarak “özel durum”
oluşturan adalara sınırlandırmada kıtalar gibi sahanlık tanınması halinde
bunun haksız sonuçlara yol açacağını ve adalara ana kıtalar gibi kıta
sahanlığı verilmeyeceğini kabul etmiştir.417
Kıta sahanlığı sınırlandırılmasında adaların etkisi üç farklı şekilde
değerlendirilmektedir. Bunlardan ilki, sınırlandırmanın adaların yok farz edilip
anakaralar dikkate alınarak yapılmasıdır. İkincisi, karşılıklı ya da bitişik
devletler arasındaki kıta sahanlığı sınırlandırmasının adalar da dikkate
alınarak yapılmasıdır. Üçüncüsü ise, adaların büyüklükleri, nüfusu, coğrafi
konumları, ekonomik özellikleri, siyasi statüleri ve adaların bağlı oldukları
devletin ana kıtasına uzaklıkları gibi hususlar dikkate alınarak yerine göre
tam veya kısmi etki tanınmasıdır.418
415 TOLUNER, Milletlerarası …, s. 205; DURAN, s.45. 416 Donald E. KARL, “Islands and the Delimitation of the Continental Shelf: A Framework for Analysis,” American Journal of International Law, Volume: 71, No:4 (October 1977), s. 644. 417 I.C.J. Reports 1969, para 57. 418 O’ CONNELL, s. 716; KARL, s. 644.
157
Kıta sahanlığının komşu devletler arasında sınırlandırılmasında
adaların etkisi konusunun uluslararası yargı organları tarafından ilk olarak
değerlendirilmesi İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı Davası’nda söz konusu
olmuştur.419
Fransa ve İngiltere arasındaki kıta sahanlığının sınırlandırılması
konusundaki 1977 tarihli davada Hakem Mahkemesi Fransa kıyılarına çok
yakın İngiltere kıyılarına çok uzak olan İngiltere egemenliği altındaki Kanal
Adaları’nın (Channel Islands) Manş Denizi’ne bakan yüzlerine 12 mil
genişlikte bir cep bölge bırakarak, bu bölgede kıta sahanlığı sınırının iki
devletin anakara ülkelerinin esas alınarak saptanacak eşit uzaklıktaki orta hat
olmasına karar vermiştir. Aynı davada Hakem Mahkemesi, İngiltere
egemenliğine tâbi Scilly Adaları’na ve Fransa egemenliğine tâbi Ushant
Adaları’na yarım etki tanımıştır.420
1982 tarihli Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası’nda U.A.D. Tunus’un
egemenliğine tâbi olan Jerba Adası’na bölgedeki unsurların daha önemli
olduğunu belirterek etki tanımazken; kıyıya yakın bulunan Kerkennah
Adaları’na yarım etki tanımıştır.421
1982 tarihli B.M.D.H.S.’nin kabulünden sonraki dönemde U.A.D.
tarafından verilen bazı kararlarda da adalara deniz alanlarının
sınırlandırılmasında yarım etki tanındığı görülmektedir. A.B.D. - Kanada
419 VAN DYKE, s. 68; BAHCHELI, s. 139. 420 Malcolm D. EVANS, Relevant Circumstances and Maritime Boundary Delimitation, Clarendon Press, Oxford, 1989, s.147; ACER, s. 190-191; VAN DYKE, s. 68-69; BAHCHELI, s. 139. 421 EVANS, s. 148; VAN DYKE, s. 69; BAHCHELI, s. 139; ACER, s. 192.
158
arasındaki deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin 1984 tarihli Maine
Körfezi Davası’nda Divan, Kanada’ya ait olan Seal Adası ile çevresindeki ada
ve adacıklara yarım etki tanımıştır.422
1985 tarihli Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda Divan, Malta bir
ada devleti olmasına karşın, Malta egemenliğindeki meskûn olmayan Filfa
Adacığı’nı sınırlandırmada değerlendirme dışı bırakmıştır.423
Hakem Mahkemesi Eritre – Yemen Davası’nda Dahlak Adaları’na,
Eritre sahillerindeki Assab Körfezi’nin ağzındaki adalara, Yemen sahilindeki
Kamaran Adaları’na, Tiqfash, Kutama ve Uqban Adaları da dahil Kamaran
Adası’nın kuzeyindeki adalara sahilin genel oluşumunun bütünleyici bir
parçası oldukları gerekçesiyle tam etki tanımış, buna karşılık sahillerden
uzak Kızıldeniz’in ortasındaki açık deniz adaları Jabal al - Tayr ile Zubayr
Adaları’na, Yemen anakarasının bir parçasını oluşturmadıkları ve sözü edilen
adalar çorak ve barınmaya elverişli olmadıkları için etki tanımamıştır.424
Adalara yarım etki tanınması görüşü, kıta sahanlığının
sınırlandırılması konusunda devletlerin ikili uygulamalarında da dikkate
alınmıştır. Devletlerin ikili uygulamalarını havi sözleşmelerde hakkaniyete
uygun sonucun gerçekleştirilmesinin amaçlandığı ve orta hat yönteminin
hakkaniyeti gerçekleştirdiği ölçüde uygulandığı, orta hat yönteminin
hakkaniyeti gerçekleştiremediği takdirde başka yöntemlere başvurulduğu ve
adalara hakkaniyetin gerçekleştirilebildiği ölçüde kıta sahanlığı tanındığı
422 EVANS, s. 148; VAN DYKE, s. 70; BAHCHELI, s. 139. ACER, s. 192-193. 423 VAN DYKE, s. 70; BAHCHELI, s. 139. 424 BAŞEREN, “Eritre – Yemen…,” s. 97-98; ACER, s. 194.
159
görülmektedir. Örneğin; İtalya ile Yugoslavya arasında Adriyatik Denizi’ndeki
Kıta Sahanlığının Sınırlandırılmasına İlişkin Sözleşme’de Yugoslavya’ya ait
olup, onun karasuları dışında kalan Jubuka ve Adriya Adaları’na
sınırlandırmada yarım etki tanınmıştır. Söz konusu adalar, iki ülkenin
anakaraları arasındaki orta hattın Yugoslavya tarafında olmalarına rağmen
İtalya’nın anakarasının kıta sahanlığını etkilememişlerdir. Benzer şekilde İran
ve Suudi Arabistan arasındaki İran Körfezi’ndeki kıta sahanlığının
sınırlandırılmasında Kharg Adası’na yarım etki tanınmıştır. İki ülkenin
anakaraları arasındaki orta hatta yakın olan Suudi Arabistan’a ait Al-Arabiyah
Adası ile İran’a ait Farsi Adaları’na ise sadece karasuyu tanınmış, adı geçen
adalar iki devlet arasındaki kıta sahanlığı sınırını etkilememiştir.425
İngiltere – Fransa Kıta Sahanlığı Davası Kararı’ndan bir yıl sonra
Avustralya ile Papua – Yeni Gine, Avustralya’nın egemenliğinde bulunan ve
bir adalar ülkesi olan Papua – Yeni Gine’nin ana adasının güneyinde yer alan
küçük adaların neden olduğu sorunun çözümü için görüşmeler yapmışlar,
görüşmeler sonucunda her iki ülke de bu adalara tam etki tanınması halinde
hakkaniyete aykırı sonuçların ortaya çıkacağı konusunda görüş birliğine
varmışlar ve bu nedenle sözü edilen küçük adaların sadece balıkçılık
bölgelerine sahip olmaları, ancak kıta sahanlığının sınırlandırılması
konusunda herhangi bir etkilerinin olmamasını kararlaştırmışlardır. Böylece
Avustralya’ya ait adalar Papua-Yeni Gine’nin kıta sahanlığı üzerinde
bırakılmıştır.
425 VAN DYKE, s. 69; BAHCHELI, s. 141.
160
Yunanistan ile İtalya arasında 1977’de imzalanan ve 1980’de
yürürlüğe giren bir antlaşma ile de iki ülke arasındaki kıta sahanlığı alanları
saptanmıştır. Yunanistan Adriyatik Denizi’ndeki tüm Yunan adalarına tam etki
tanınmasını istemiş, ancak İtalya büyüklüklerini ve kıyıya yakınlıklarını
dikkate alarak Corfu, Keffallinia ve Zakynthos Adaları’na tam etki tanınmasını
kabul etmiş, küçük boyutta olmaları nedeniyle Otranto Kanalı’nda bulunan
Sanos ve Samothrake Adaları’na ve Yunanistan kıyılarına uzak olmaları
nedeniyle Stamfani Adası’na tam etki tanınmasını reddetmiştir. Sonuçta iki
ülke Otranto Kanalı’ndaki adalara 3/4 etki, Stamfani Adası’na da yarım etki
tanınması konusunda anlaşmaya varmışlardır. 426
İncelenen uluslararası hakem ve mahkeme kararları ile devletlerin
ikili uygulamalarından görüldüğü üzere uygulanan uluslararası hukuk
açısından Yunan iddiasını değerlendirirsek, adaların her koşulda kendi
adlarına kıta sahanlığına sahip olabilecekleri görüşü doğru görünmemektedir.
Zira 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 1’inci maddesinin b
fıkrasında ve 1982 B.M.D.H.S.’nin 121’inci maddesinde adalara da kara
ülkeleri için uygulanması öngörülen kuralların uygulanmasının kabulü,
koşullar ne olursa olsun, adaların kıta sahanlığına sahip olacakları ve üstelik
karşılarında yer alan kıta ülkelerine eşit bir biçimde sahip olacakları anlamına
gelmemektedir. Nitekim hiçbir hukuk ya da mantık kuralı kendisinden kat kat
büyük bir kıta ülkesi karşısındaki adalara, aynı boyutlarda kıta sahanlığı
verilmesini doğrulamaya yetmemektedir.427 Bu nedenledir ki U.A.D. 1969
426 BAHCHELI, s. 140-141; VAN DYKE, s. 70-71. 427 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 83.
161
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’na ilişkin Kararı’nda, kıta sahanlığı
kavramını tanımlayan sözleşme hükümlerinin sınırlandırma sorunlarını
etkilemeyeceğini açıkça bildirmektedir.428 Bu durum, öteki uluslararası yargı
ve hakemlik kararları ve uygulama ile de doğrulanmaktadır. Uluslararası
yargı ve hakemlik kararları, gerek komşu devlet kıta ülkesine yakın bir
konuma sahip olan adaların, gerek –konumu nerede olursa olsun– küçük
boyutlu adaların, karşılarındaki kıta ülkeleri ile aynı ölçüde kıta sahanlığına
sahip olamayacaklarını sürekli olarak kabul etmektedir. Böylece koşullar
elvermediği taktirde, bir başka devletin kıta ülkesine kendi kıta ülkesinden
daha yakın olan adalar ile küçük boyutlu adaların yalnızca karasuları ile
yetinmeleri hukuksal bakımdan uygun görünmektedir. Nitekim B.M.D.H.S.’nin
121’inci maddesinin 3’üncü fıkrası429 “insanın barınmasına imkân vermeyen
veya kendisine ait ekonomik hayatı olmayan kayalıkların kıta sahanlığına
veya münhasır ekonomik bölgeye sahip olamayacağını” öngörürken,
devletler arasında yapılan kimi anlaşmalar öteki devlet kıta ülkesine yakın
adaların karasularıyla yetinmesini kabul etmektedir. Dolayısıyla bu konudaki
Yunan iddiasının hiçbir hukuksal geçerliliği yoktur.430
428 I.C.J. Reports 1969, para 63. 429 Bu istisna dışında, adaların deniz alanlarının, kıta sahanlığı ve ekonomik bölgesinin, kıta ülkesi için öngörülen ilkeler uyarınca saptanacağına 121’inci maddenin 2’nci fıkrasında yer verilmiştir. 121’inci madde hükmünü 1982 B.M.D.H.S.’nin kıta sahanlığı ve ekonomik bölgenin komşu devletler arasında sınırlandırılmasına dair 74 ve 83’üncü maddelerindeki düzenlemeyi dikkate alarak yorumlamak gerekir. Söz konusu düzenleme, Konferans’ta ileri sürülen görüşler ve uluslararası uygulamanın ışığı altında değerlendirildiğinde, bir sınırlandırma durumunda, adaların her halde kıta ülkesine tanınacak aynı haklara haiz olduğu görüşüne dayanak olamaz. Özel durum oluşturan adalara, ana kıtalar gibi kıta sahanlığı tanındığında uluslararası kural olarak ortaya çıkan hakkaniyetin gerçekleşmesi mümkün değildir. TOLUNER, Milletlerarası…, s. 225; DURAN, s. 45. 430 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 83-84; TEZCAN, s.106; EVANS, s. 141-142.
162
Yunanistan söz konusu iddiası ile siyasal ve ülkesel bütünlük
iddiasına dayanarak Ege’yi tümüyle bir Yunan ülkesi durumuna getirmesinin
olanaksızlığı karşısında adalara karasularının dışında olabildiğince geniş kıta
sahanlığı alanları sağlayarak bu hedefine ulaşmayı amaçlamaktadır.431
C. TÜRKİYE İLE ADALAR ARASINDA EŞİT UZAKLIK İLKESİNİN
UYGULANMASI İDDİASI
Yunanistan’ın Ege’de Türkiye’ye karşı başvurduğu üçüncü iddiası
ise, Türkiye ile adaların Türkiye kıyılarına en yakın bulunanları arasında kıta
sahanlığı sınırlandırılmasının eşit uzaklık ilkesine göre yapılması gerektiğine
ilişkindir.432 Yunanistan söz konusu iddiasına, 7 Şubat 1974 tarihli notasından
başlayarak birçok belgede yer vermektedir. Nitekim, Yunanistan bu iddiasını,
B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasındaki görüşmelerde, Türkiye’ye
verdiği diğer notalarında ve U.A.D.’ye yaptığı tek taraflı başvurusunda da
tekrarlamaktadır.433
Yunanistan, Türkiye ile adalar arasında eşit uzaklık ilkesinin
uygulanması iddiasını uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliğini de
kazandığını söylediği 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı
maddesine dayandırmaktadır. Adı geçen maddeye göre, kıta sahanlığı
sınırlandırmasının anlaşma ile gerçekleştirilmesi öngörüldükten sonra,
anlaşma yapılamaması durumunda, “eğer özel durumlar başka türlü bir
sınırlandırmayı gerektirmiyorsa, eşit uzaklık ilkesinin uygulanacağı” kabul
431 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 84; TEZCAN, s.106. 432 KATSOUFROS, s. 93. 433 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 84.
163
edilmektedir. Böylece, Yunan iddiasının iki öğeyi içerdiği görülmektedir.
Bunlardan birincisi, anlaşma yapılamamışsa, kıta sahanlığı
sınırlandırılmasında genel ilke olan eşit uzaklık ilkesinin uygulanması; ikincisi
ise, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınırlandırmanın Türkiye’ye en yakın
bulunan adalar ile Türkiye kıyıları arasında eşit uzaklık ilkesine göre
yapılmasıdır.434 Görüldüğü üzere Yunanistan, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesindeki düzenlemeyi kıta sahanlığı
sınırlandırılmasında anlaşmanın yapılamadığı durumlarda eşit uzaklık
uygulamasının genel kuralı yani ilkeyi, özel durumların kural dışılığı
oluşturduğu biçiminde yorumlamaktadır.435
Yunanistan’ın iddiaları her türlü dayanaktan yoksundur. 1958
Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinin Türkiye’ye karşı ileri
sürülmesi anılan Sözleşme’ye, Türkiye taraf olmadığı için hukuken
olanaksızdır. Ayrıca 6’ncı maddede yer alan eşit uzaklık ilkesinin örf ve âdet
hukuku kuralı niteliği de kazanmadığı yargı kararlarıyla belirtilmiştir.436
Nitekim U.A.D. 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’na
ilişkin Kararı’nda, eşit uzaklık ilkesinin her durumda uygulanması zorunlu bir
ilke olmadığını, eşit uzaklık ilkesinin bir uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı
niteliği kazanmadığını, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı
maddesindeki düzenlemenin eşit uzaklığa bir öncelik tanımadığını, 6’ncı
maddede eşit uzaklık - özel durumlar unsurlarından oluşan tek bir ilkenin
434 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 84; BAŞEREN, Ege…, s. 150. 435 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 85. 436 TOLUNER, Milletlerarası …, s. 256; PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 85.
164
öngörüldüğünü, sınırlandırmada amacın hakkaniyete uygun bir çözüme
ulaşmak olduğunu belirtmiştir.437
İngiltere ile Fransa arasındaki deniz alanlarının sınırlandırılmasına
ilişkin 1977 tarihli Hakem Mahkemesi Kararı’nda da, 1958 Cenevre Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde yer alan eşit uzaklık ilkesinin
sadece Sözleşme’ye ilişkin olarak uygulanması zorunlu bir kural olduğu,
ancak örf ve âdet hukuku açısından böyle bir etkiye sahip olmadığı
belirtilmiştir.438
1982 tarihli Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin yargısında
da U.A.D. eşit uzaklığın hukuken uygulanması zorunlu bir ilke olmadığı gibi
eşit uzaklık ilkesinin diğer sınırlandırma metotları arasında bir önceliğe de
sahip olmadığını vurgulamış, eşit uzaklığın ancak hakkaniyete uygun bir
çözüme imkân sağladığı taktirde uygulanabileceğini, aksi taktirde diğer
metotların uygulanması gerektiğini bildirmiştir.439
Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığında 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi hükmünün uygulanması kabul edilse dahi,
Yunanistan’ın bu maddeyi yorumlamak suretiyle gerçekleştirmek istediği
sonuca varılması olanaksızdır. Çünkü daha önce ayrıntılı olarak açıklandığı
gibi eşit uzaklık ilkesi 6’ncı maddedeki tek ilke değildir. Anılan Sözleşme’nin
6’ncı maddesinde kıta sahanlığı sınırlandırılmasında tarafların anlaşmasına
öncelik tanınmıştır. Taraflar arasında kıta sahanlığı sınırlandırılması
437 ELFERINK, s. 55; BROWN, s. 84-87. 438 ELFERINK, s. 55; BROWN, s. 104. 439 BROWN, s. 161.
165
konusunda bir anlaşma yoksa ve özel durumlar bir başka çözümün kabulünü
haklı kılmıyorsa, ancak o zaman sınırlandırmada eşit uzaklık ilkesinin
uygulanması zorunlu olur. Yani 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin
6’ncı maddesinde eşit uzaklık-özel durumlar unsurlarından oluşan tek bir ilke
öngörülmüştür. Maddede yer alan “özel durumlar” unsurunun işlevi
hakkaniyete uygun bir sınırlandırmanın gerçekleşmesini sağlamaktır.
Yabancı devlet kıyılarının yakınında bulunan adalar, öteden beri, eşit uzaklık
ilkesinin uygulanmasını durduran ve hakkaniyete uygun bir sınırlandırmanın
gerçekleştirilmesini gerekli kılan özel durumlar olarak değerlendirilmiştir. Ege
Denizi’ndeki durumun, özel bir durum olduğu kuşku götürmeyecek kadar
açıktır. Ege Denizi’ndeki Yunan adalarının, Yunanistan’ın esas kara ülkesine
uzak olmalarına karşın Anadolu kıyısının çok yakınında olmaları ve Anadolu
kıyısında bir dizi olarak sıralanmış olmaları, bu konumun, yeryüzünün bir
başka bölgesinde benzerine kolayca rastlanamayacak olan özel bir coğrafi
konum olarak değerlendirilmesini gerekli kılan özelliklerdir.440
Sınırlandırmada eşit uzaklık ilkesinin Anadolu kıyısı ile adalar esas
alınmak suretiyle uygulanması, Anadolu’nun Ege Denizi’ne bakan yüzünün,
adaların Ege Denizi’ne bakan yüzlerinin toplamından daha fazla olmasına
rağmen kıta sahanlığından hiç pay alamaması gibi hakkaniyete tamamen
ters düşen bir durumun ortaya çıkmasına yol açar. Ayrıca Ege Denizi’nde
özel durum sayılabilecek tek özellik yanlış tarafta yer alan Yunan adaları
değildir. Yeryüzünde hakkaniyete uygun bir çözümü ve bunu gerçekleştirecek
440 TOLUNER, Milletlerarası …, s.256-257.
166
çeşitli metot ve ilkelerin uygulanmasını gerektiren bu özelliklere sahip bir
başka deniz bulmak güçtür.441
Yunanistan, B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda, eşit uzaklık
ilkesinin uygulanmasında adaların da esas alınmasını açıkça öngören
öneriler sunmuş, fakat etkin olamamıştır. Zira 1982 B.M.D.H.S.’nin kıta
sahanlığı ve ekonomik bölgenin sınırlandırılmasına ilişkin 74 ile 83’üncü
maddelerinde eşit uzaklık ilkesi kabul edilmediği gibi eşit uzaklık ilkesinden
hiç bahsedilmemiştir. Kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin 83’üncü
maddede sınırlandırmaya ilişkin ilkelerden çok gerçekleşmesi istenen sonuca
önem verilmiş ve hakkaniyete uygun bir çözümün gerçekleştirilmesi
öngörülmüştür. 1982 B.M.D.H.S.’nin 83’üncü maddesi daha önceki kazai
içtihatlarda istikrarlı bir biçimde sürdürülmüş olan tutumun benimsendiğini,
eşit uzaklık ilkesinin her durumda uygulanması zorunlu bir ilke olmadığını,
ancak hakkaniyete uygun bir sonuca götürdüğü sürece uygulanacağını
göstermektedir.442
Nitekim A.B.D. ile Kanada arasındaki 1984 tarihli Maine Körfezi
Davası’nda Divan, 1969 tarihli yargısına da atıf yaparak eşit uzaklık ilkesinin
hukuken bağlayıcı olan uluslararası örf ve âdet hukuku kuralından
kaynaklanan bir norm olmadığını, eşit uzaklık ilkesinin örf ve âdet hukukunda
öncelikle veya tercihen uygulanması gereken bir metot olarak da kabul
edilmediğini tekrarlayarak, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı
maddesinin olayda kullanılmasına karar verilmiş olması ihtimalinde dahi
441 TOLUNER, Milletlerarası …, s.258. 442 TOLUNER, Milletlerarası …, s.260-261.
167
kıyıların coğrafi ilişkilerinde esaslı bir değişikliğin ortaya çıkması durumunda
bu halin 6’ncı maddede sözü edilen özel durumlar kapsamına giren bir durum
olarak değerlendirilip farklı sınırlandırma metotlarının uygulanmasını
gerektireceğini belirtmiştir.443
1985 tarihli Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda da Divan, eşit
uzaklık ilkesinin hukuken uygulanması zorunlu bir ilke olmadığına, eşit
uzaklık ilkesinin diğer sınırlandırma metotları arasında bir önceliğe sahip
bulunmadığına, eşit uzaklık ilkesinin hakkaniyete uygun bir çözüme
götürdüğü taktirde uygulanabilen bir metot olduğuna, aksi taktirde diğer
metotların kullanılmasının gerekli olduğuna karar vermiştir.444 Benzer şekilde
1992 tarihli Saint Pierre ve Miquelon Adaları Davası’nda Hakem Mahkemesi,
eşit uzaklık ilkesinin uygulanması zorunlu bir örf ve âdet hukuku kuralı
niteliğinde olmadığını bir kez daha teyit etmiş, 1993 tarihli Greenland – Jan
Mayen Davası’nda da Divan, eşit uzaklık ilkesinin bağlayıcı ve zorunlu bir ilke
olmadığına karar vermiştir.445
II. TÜRKİYE’NİN EGE KITA SAHANLIĞI SINIRLANDIRILMASININ
ESASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
A. ANLAŞMANIN ESAS OLMASI GÖRÜŞÜ
Türkiye, 27 Şubat 1974 tarihinde Yunanistan’a verdiği ilk notasından
başlayarak sürekli bir biçimde Ege Kıta Sahanlığı sınırlandırılmasının
443 BROWN, s. 235-236; TOLUNER, Milletlerarası…, s. 237. 444 BROWN, s. 272; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı…,” s. 16. 445 CHARNEY, s. 244-245.
168
görüşmeler sonucunda gerçekleştirilecek bir anlaşma ile yapılmasını
savunmaktadır. Türkiye’nin bu görüşü, Ege adı verilmeden ve genel bir
biçimde B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasında dile getirildiği gibi,
Türkiye’nin 26 Ağustos 1976 tarihinde Ege Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin
olarak U.A.D.’ye sunduğu gayriresmî görüşlerinde de yer almıştır.446
Türkiye’nin, Ege’de kıta sahanlığını anlaşma yoluyla sınırlandırma
görüşü bir uyuşmazlıkları çözme yöntemi olmanın yanında, ayrıca bir kıta
sahanlığı sınırlandırmasının karmaşıklığı nedeniyle; sınırlandırmanın ilkelerini
en kabul edilir biçimde saptayan esasa ilişkin sınırlandırma ilkesi olarak da
ortaya çıkmaktadır. 447
Türkiye söz konusu görüşünü, bir takım uluslararası sözleşmelerin
kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerine dayandırmaktadır.
Nitekim 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi ile 1982
B.M.D.H.S.’nin 83’üncü maddesi kıta sahanlığının sınırlandırılması
konusunda anlaşmaya öncelik tanımaktadır.
B. DOĞAL UZANTININ ESAS OLMASI GÖRÜŞÜ
Türkiye’nin kıta sahanlığının sınırlandırılmasının esasına ilişkin ikinci
hukuksal görüşü, sınırlandırmada doğal uzantının temel ölçüt olduğuna
ilişkindir. Türkiye, görüşünün hukuksal dayanağı olarak U.A.D.’nin 1969
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’na ilişkin Kararı’nın özellikle 85’inci
446 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 86. 447 PAZARCI, “Ege’deki Deniz...,” s. 86; TEZCAN, s. 107.
169
paragrafını göstermektedir. Divan Kararı’nın söz konusu 85’inci paragrafında
her devletin kıta sahanlığının onun ülkesinin doğal uzantısı olduğu ve başka
bir devletin ülkesinin doğal uzantısına girmemesi gerektiği belirtilmiştir.448
Türkiye, Divan’ın 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları Kararı’nın
85’inci paragrafına dayanarak 27 Şubat 1974 tarihli cevabi notasında, Ege’de
deniz yatağının önemli bir bölümünü Anadolu Yarımadası’nın doğal
uzantısının oluşturduğunu, dolayısıyla Anadolu’nun doğal uzantısı üzerinde
bulunan Yunan adalarının kendilerine has kıta sahanlıklarının bulunmadığını,
bu adaların Yunan anakarasına uzaklıklarına rağmen Türkiye’ye çok yakın
olmaları ve Yunan anakarası ile adalar arasında açık deniz alanlarının
bulunması nedeniyle adaların Yunan Yarımadası’nın devamı niteliğinde
olduklarının kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.449
Türkiye’nin doğal uzantının esas olması görüşü, ayrıca genel bir
biçimde B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasında gerek tek ya da
diğer ülkelerle ortak olarak sunduğu önerilerinde gerek temsilcilerinin
konuşmalarında yer almaktadır.450
Daha önce ayrıntılı olarak incelendiği üzere Ege Denizi’nin deniz
dibi, “Ege Oluğu” denilen bir doğal kesintiyle “S” şeklinde kuzeyden güneye,
nispeten Yunanistan anakara ülkesine daha yakın bir eksende ikiye
bölünmekte ve bu kesinti her iki devletin kıta ülkelerinin deniz altındaki doğal
uzantısının sınırını oluşturmaktadır. Söz konusu doğal uzantının üzerinde
448 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 86-87; ELFERINK, s. 51; BAŞEREN, Ege…, s. 151. 449 27 Şubat 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 37-39. 450 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 86; BAŞEREN, Ege…, s. 151.
170
bulunan ve büyük bölümüyle Yunanistan’a ait olan adalar, sözü edilen doğal
uzantının su üzerine çıkmış çıkıntılarından başka bir şey değildir. Bu nedenle
de kıta sahanlığı hakları olamayacaktır.451
C. HAKÇA İLKELERİN UYGULANMASI
Türkiye’nin Ege Denizi Kıta Sahanlığı uyuşmazlığının esasına ilişkin
hukuksal görüşlerinden üçüncüsünü, hakça ilkelerin uygulanması
oluşturmaktadır. Türkiye’ye göre, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında esas
amaç hakça bir çözüme ulaşılmasıdır ve bu nedenle hakça çözüme
ulaşılması için hakça ilkelerin uygulanması gerekir.452
Türkiye hakça ilkelerin uygulanması görüşünü, ilk olarak
Yunanistan’a verdiği 27 Şubat 1974 tarihli cevabi notasında, eşit uzaklık
ilkesini reddederken, U.A.D.’nin 1969 tarihli Kararı’ndan verdiği pasajlar
çerçevesinde ileri sürmüştür. Yine Türkiye’nin B.M. Üçüncü Deniz Hukuku
Konferansı’nda genel olarak kıta sahanlığı sınırlandırılması ilkelerinin
değerlendirilmesi sırasında, eşit uzaklık ilkesini reddederken hakça ilkelerden
bahsettiği görülmektedir.453 Ayrıca Türkiye’nin 18 Kasım 1975 tarihli
notasında, kıta sahanlığı sınırının çizilmesinin son derece karmaşık sorunlar
içermesi ve bölgenin özellikleri nedeniyle bölgenin sınırlandırılmasının her iki
451 BAŞEREN, Ege…, s. 151. 452 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s.87. 453 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 87; BAŞEREN, Ege..., s. 152.
171
tarafın kabul edebileceği hakça bir çözüm bulunarak gerçekleştirilebileceği
belirtilmiştir.454
1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin, kıta sahanlığının
sınırlandırılmasına ilişkin 6’ncı maddesinde, aynı kıta sahanlığına kıyısı olan
devletlerin sınırlandırmayı anlaşma yoluyla gerçekleştirmesi öngörülmüş,
ancak böyle bir anlaşma gerçekleştirilememiş ve özel durumlar başka bir
sınırlandırmayı gerektirmiyorsa, sınırlandırmanın eşit uzaklık ilkesine göre
yapılacağı belirtilmiştir. Sözleşme’nin anılan hükmündeki eşit uzaklık ilkesinin
esas kuralı, özel durumların kural dışılığı oluşturduğu biçiminde
değerlendirilse de, özel durumlar kavramı içine giren durumların
belirlenmesinde karşılaşılan zorluklar ve eşit uzaklık ilkesi uygulandığında
hakça olmayan her sonucun özel durum oluşturmasının, Sözleşme
hükmünde de hakça ilkelerin uygulanmasının kabul edildiğini göstermektedir.
Bu görüş günümüzde hem yazarlarca hem de uluslararası mahkemelerce
kabul edilen yorumu oluşturmaktadır.455
Kıta sahanlığı sınırlandırmasında hakça ilkeler U.A.D.’nin 1969 tarihli
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları’na ilişkin Kararı’nda ve takip eden
birçok kararında yer almıştır. 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı
Davaları’na ilişkin yargısında U.A.D. sınırlandırmanın bölgenin tüm ilgili
koşullarının dikkate alınması suretiyle, hakça ilkeler doğrultusunda anlaşma
454 18 Kasım 1975 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 40-42; I.C.J. Pleadings, s. 70 -74; BAŞEREN, Ege..., s. 152; KABAALİOĞLU, s. 94. 455 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II..., s. 370; BAŞEREN, Ege..., s. 163.
172
ile yapılmasını öngörmüştür. Aynı Karar’da ayrıca bazı jeolojik koşulların
mevcudiyeti halinde eşit uzaklık ilkesinin uygulanmasının tartışmasız bir
şekilde hakkaniyete aykırı sonuçlara neden olduğu vurgulanmış; sonuç
olarak, kıta sahanlığı sınırlandırılacak olan devletlerin kıyılarının coğrafi
yapılarının ayrıntılı bir şekilde incelenmesinin önemine işaret edilerek
sınırlandırmada uygulanacak hakça ilkelerin sınırlı sayıda olmadığı
belirtilmiştir.456
1977 tarihli İngiltere - Fransa Davası’nda Hakem Mahkemesi hakça
ilkeleri kararın temel kuralı olarak benimsemiş, coğrafyanın özel yapısı
nedeniyle değişik yörelerde farklı yöntemlerin uygulanması gerektiğini,
adalara ana kıtalar gibi kıta sahanlığı tanınamayacağını, hakkaniyete uygun
sınırlandırmanın gerçekleştirilebilmesi için coğrafi yapının özellikleri yanında,
ilgili ülkelerin güvenlik ve ulaşım gibi gereksinimlerinin de göz önüne alınması
gerektiğini belirtmiştir.457
1982 tarihli Tunus – Libya Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin Kararı’nda
Divan, incelemesine sınırlandırılacak alanın niteliğini araştırarak başlamış ve
hakça ilkelerin kıta sahanlığı sınırlandırmasında temel ilke olduğunu kabul
etmiştir. Bu yargısında Divan, hakkaniyet kavramının hukuk olarak doğrudan
tatbik edilebilir genel bir prensip olduğunu belirtmiştir.458
456 BROWN, s. 54-56. 457 BROWN, s. 103-104; BAŞEREN, Ege..., s. 164. 458 PAZARCI, “Uluslararası Adalet Divanı’nın...,” s. 43.
173
1982 B.M.D.H.S.’nin 83’üncü maddesinde; kıyıları karşı karşıya veya
yan yana olan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasının,
hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı
Statüsü’nün 38’inci maddesinde459 belirtilen uluslararası hukuka göre
anlaşma ile gerçekleştirileceği hükme bağlanmıştır. Bu da, barışçı yollar
çerçevesinde sınırlandırmanın hakça ilkelere göre gerçekleştirileceğinin
kabulü demektir.460
Nitekim 1985 tarihli Libya – Malta Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin
yargısında Divan, hakkaniyetten ne anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.
Divan’a göre, “hakkaniyet hem elde edilecek neticeyi hem de bu neticeye
varmak için kullanılan araçları vasıflandırmada kullanılmıştır.”461 Bu nedenle
kullanılan terim tatmin edici olmamakla birlikte asıl olan neticedir. Varılacak
neticenin hakkaniyete uygun olması gerekir. Ancak neticenin hakkaniyete
uygun olabilmesi için uygulanacak metodun da hakkaniyete uygun çözüme
459 Uluslararası Adalet Divanı Statüsü md. 38
1. Ödevi, kendisine havale edilen uyuşmazlıkları devletlerarası hukuka uygun olarak çözmek olan Divan: a) Uyuşmazlık halindeki devletlerce tahsisen kabul edilmiş kaideler koyan gerek genel, gerek özel milletlerarası anlaşmaları; b) Hukuk kaidesi olarak kabul edilmiş olan umumi bir tatbikatın beyyinesi olarak milletlerarası teamülü; c) Medeni milletlerce kabul edilen genel hukuk prensiplerini; d) 59’uncu madde hükmü mahfuz kalmak şartıyla, hukuk kaidelerinin tayininde yardımcı vasıta olarak muhtelif milletlerin adli kararları ve en yetkili müelliflerinin doktrinlerini; tatbik eder. 2. İşbu hükümler taraflar mutabık iseler Divan’ın hak ve nisfetle karar vermek yetkisine halel getirmez. Statü’nün 59’uncu maddesinde de Divan kararlarının sadece davaya taraf olan devletler açısından ve karara konu olay ile ilgili olarak bağlayıcı olduğu belirtilmektedir. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün tam metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası..., s. 137-149. 460 PAZARCI, “Uluslararası Hukuk II...,” s. 371; BAŞEREN, Ege..., s. 164. 461 GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı...,” s. 16.
174
imkân sağlayan bir metot olması yani sınırlandırmada hakça ilkelerin
uygulanması gerekmektedir.462
Ayrıca 1984 tarihli Maine Körfezi Davası Kararı’nda U.A.D., 1992
tarihli Saint Pierre ve Miquelon Adaları Davası Kararı’nda Hakem
Mahkemesi, 1993 tarihli Greenland – Jan Mayen Davası Kararı’nda U.A.D.,
1999 tarihli Eritre – Yemen Davası Kararı’nda Hakem Mahkemesi,
sınırlandırmanın hakça ilkelere göre yapılması kuralını benimsemişlerdir.463
Hakça ilkelerin özellikleri ve kapsamına gelince, yukarıda belirtilen
mahkeme ve hakemlik kararları çerçevesinde, ilk vurgulanması gereken
nokta, hakça ilkelerin “ex aequo et bono” çözüm yolundan farklı olduğudur.
Hakça ilkeler uygulanan hukukun bir öğesi olup, mahkemelere hukuk dışı
verilerin de göz önünde tutulması suretiyle karar verme yetkisini tanıyan ex
aequo et bono çözüm yolundan ayrılmaktadır. Başka bir deyişle, bir
uyuşmazlıkta, hak ve nisfetle karar verme diye adlandırdığımız, ex aequo et
bono çözüm yönteminin bir uluslararası mahkemece uygulanabilmesi için,
tarafların bu yönde kesin rızası gerekmektedir. Söz konusu durumda Divan,
tarafların isteği doğrultusunda, herhangi bir kurala bağlı olmadan serbestçe
hakkaniyete uygun bulduğu kararı verir. Bu olağanüstü bir yetkidir. Oysa
uluslararası hukukun olağan kaynaklarından doğan ve uygulanan hukukun
bir parçasını oluşturan hakça ilkelerin bir uluslararası mahkemece
462 GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı...,” s. 16. 463 Ayrıntılı bilgi için bkz. ACER, s. 85-87.
175
uygulanabilmesi için, tarafların bu yönde herhangi bir özel rızası
gerekmemektedir.464
Hakça ilkelerin uygulanmasında vurgulanması gereken ikinci nokta,
hakça ilkelerin somut olarak belirlenmesinde göz önünde tutulması gereken
verilerin çok değişik olabileceğidir. Böylece her somut olayda hakkaniyete
uygun sonucu sağlayacak tüm verilerin sınırlandırmada hesaba katılması
gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu bölgenin anlamlı bütün verilerinin
değerlendirilmesi sonucu bir karara varılmalıdır. Uygulamada ve mahkeme
kararlarında kıta sahanlığı sınırlandırmalarına ilişkin olarak üzerinde durulan
hakça ilkeler öğeleri tahdidi olmamakla birlikte; yer bilimsel öğeler, coğrafi
öğeler, bölgede saptanmış başka sınırların varlığı, devletlerin yaşamsal
çıkarları, sınırlandırılacak ülkenin hukuksal statüsü, bölgede ortak petrol
yatağı varlığı, tarihsel hakların varlığı gibi öğelerdir.465
Yukarıda bahsedilen tüm verilerin ışığı altında, Ege Denizi’nde
yapılacak kıta sahanlığı sınırlandırması, Ege Denizi Kıta Sahanlığı’nın jeolojik
ve jeomorfolojik bakımdan Anadolu’nun doğal uzantısı olduğu ve Ege Oluğu
ile Yunanistan’ın anakara ülkesi yakınında kesintiye uğradığı gerçeği ile
Yunanistan’a ait olan ve Anadolu sahillerine yakın adaların Türkiye’nin
anakarasının üzerinde bulunduğu, Ege Denizi kıyılarının özellikleri ve
Türkiye’nin bölgedeki ulaştırma ve güvenlik gibi yaşamsal çıkarları göz önüne
alınarak tartılması ve hakkaniyete uygun bir sonuca varılmasıyla mümkün
olacaktır. Böylece gerek uluslararası yargı ve hakemlik kararlarının sürekli
464 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II..., s. 372; GÜNDÜZ, “Kıta Sahanlığı...,” s. 17. 465 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II..., s. 372-373.
176
olarak kabul ettiği gerek B.M.D.H.S.’nin içerdiği bu ilkenin Türkiye tarafından
bundan böyle en temel verilerden biri olarak kullanılması hem kolay hem de
yerinde olacaktır.466
D. ADALARIN ÖZEL DURUMLAR OLUŞTURMASI GÖRÜŞÜ
Türkiye’nin hukuksal görüşlerinden dördüncüsü, bir bölgede adaların
bulunmasının kıta sahanlığı sınırlandırması açısından özel durumlar
oluşturduğu ve bunların özellikle coğrafi konumları ve öteki özelliklerine bağlı
olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşüdür.467
27 Şubat 1974 tarihli cevabi notasında Türkiye, bazı anlaşmaları da
örnek göstererek uluslararası uygulama tarafından oluşturulan kuralların kıta
sahanlığının sınırlandırması konusunda konumları ve özel durumları dikkate
alınmadan tüm adalara eşit değer verilmesini reddettiğini, Ege Adaları’nın ve
tüm Ege Denizi’nin özel durumların tipik bir örneğini oluşturduğunu
belirtmiştir.468 Türkiye adaların özel durumlar oluşturması görüşünü, ayrıca
B.M. Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sırasında yapılan konuşmalarda ve
Konferans’a sunduğu Türk madde taslaklarında ileri sürmüştür. Günümüzde
adaların özel durum oluşturması görüşü, hakça ilkelerin uygulanması
görüşünün tamamlayıcısı olarak kullanılmaktadır.469
466 PAZARCI, “Ege’deki Deniz...,” s. 87. 467 PAZARCI, “Ege’deki Deniz…,” s. 87. 468 AHNISH, s. 360; 27 Şubat 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 37-39. 469 PAZARCI, “Ege’deki Deniz...,” s. 87-88.
177
Daha önce açıklandığı gibi, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde yer alan özel durumlar Sözleşme’de tarif
edilmemiştir. Bununla beraber, uygulamada kıyının özel biçimi, kıyıların
uzunluğu arasında belirgin farklar olması, sınırlandırılacak alanda adaların ve
özellikle yabancı devlet kıyılarına yakın adaların bulunması özel durumlar
olarak mütalaa edilmektedir.470 Ege Denizi’ndeki adaların özel bir durum
oluşturduğu kuşku götürmeyecek kadar açıktır. Yunanistan’a ait çok sayıda
ada ve adacığın, Türkiye anakarasının çok yakınında bulunması ve söz
konusu adaların Anadolu’yu, kuzeyden güneye bir dizi halinde kapatması;
ayrıca çok sayıda ada, adacık ve kayalığın egemenliklerinin tartışmalı olması
Ege Denizi’ni dünyadaki denizler arasında özel önemi haiz bir deniz
konumuna getirmiştir. Bu itibarla Ege Denizi’nde yapılacak kıta sahanlığı
sınırlandırmasının hakkaniyete uygun olabilmesi için, Ege Denizi’nde özel
durum oluşturan adaların dikkate alınması gerekmektedir.
E. EGE DENİZİ’NİN YARI – KAPALI DENİZ OLMASI GÖRÜŞÜ
Türkiye’nin ileri sürdüğü hukuksal görüşlerden beşincisi, Ege’nin
yarı–kapalı bir deniz olduğu ve bu nedenle Ege Denizi’nde bölgenin niteliğine
uygun olarak özel kuralların uygulanması gerektiği görüşüdür.471 Türkiye Ege
Denizi’nin yarı-kapalı bir deniz olduğu görüşünü ilk defa Yunanistan’a verdiği
27 Şubat 1974 tarihli notasıyla belirtmiş, müteakiben B.M. Üçüncü Deniz
470 TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından..., s. 28; TOLUNER, Milletlerarası..., s.205. 471 PAZARCI, “Ege’deki Deniz...,” s. 88.
178
Hukuku Konferansı esnasında Konferans’a sunduğu ve Ege’den söz
etmeyen madde taslakları ile de görüşünü desteklemiştir.472
Daha önce haklarında yazılı düzenleme bulunmayan kapalı ve yarı -
kapalı denizler, 1982 B.M.D.H.S.’nin IX’uncu Kısmında 122 ve 123’üncü
maddelerde düzenlenmiştir. Sözleşme’nin 122’nci maddesinde yarı-kapalı
deniz kavramı “iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir denize
veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünüyle veya
büyük bir bölümü ile, iki veya daha çok devletin karasularından ve münhasır
ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası veya bir deniz”
şeklinde tanımlanmıştır.473
Sözleşme’nin 123’üncü maddesinin474 birinci cümlesi kapalı veya
yarı-kapalı denizlere kıyısı olan devletler arasında işbirliğini öngörmektedir.
472 Şule GÜNEŞ, “12 Mil Sorunu ve Ege’nin Yarı-Kapalı Statüsü,” Dış Politika Dergisi, C:VI, S:1 (Nisan 1995), s. 78; PAZARCI, “Ege’deki Deniz...,” s. 88; Ayrıca 27 Şubat 1974 tarihli Türk notası metni için bkz. I.C.J. Application 1976, s. 37-39. 473 1982 B.M.D.H.S. md. 122 metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler..., s. 55; Kapalı ve yarı-kapalı denizleri birlikte ele alan anılan hükümdeki tanımın dayandığı ölçütler coğrafi ve hukuki nitelik taşıyan iki ayrı grupta toplanabilir. Tanımda, bir taraftan iki ya da daha fazla devlet tarafından çevrili körfez, deniz havzası veya denizin diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunması gibi coğrafi ölçütlere; diğer taraftan da, kapalı ve yarı-kapalı denizlerin iki ya da daha fazla devletin karasuları ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşacağını belirten hukuki ölçütlere yer verilmiştir. Ege Denizi, Yunanistan ve Türkiye ile çevrili olduğu için, coğrafi ölçütler içinde yer alan “iki veya daha çok devlet tarafından çevrili olma” koşulunu sağlamaktadır. Hukuki ölçüte dayanarak diğer bir denize olan geçit sayısı ne olursa olsun, küçük bir yüzölçümüne sahip olan denizler de yarı-kapalı deniz olarak kabul edilebileceklerdir. Ege’yi diğer denizlere bağlayan birden çok geçit olmasına rağmen, büyük bir bölümü ile Türkiye ve Yunanistan’ın karasularından oluştuğu ve her iki devletin 200 millik münhasır ekonomik bölge ilan etmeleri durumunda bütünüyle bu bölge içinde yer alacağı için diğer zorunlu ölçüt olan “bütünüyle veya büyük bir bölümü ile iki veya daha çok devletin karasularından ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşma” ölçütünü de karşılamaktadır. Böylelikle Ege Denizi’nin yarı-kapalı deniz olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. BAŞEREN, Ege..., s. 11-12; GÜNEŞ, s. 75-76. 474 1982 B.M.D.H.S. md. 123 metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler..., s. 55.
179
123’üncü madde hükmünün geri kalan kısmında sıralanan işbirliği konuları,
sınırlayıcı olarak değil, örnek olarak sayılmıştır.475
1982 B.M.D.H.S.’de kapalı ve yarı-kapalı denizlerle ilgili IX’uncu
Kısım dışında Sözleşme’nin 70’inci maddesinde476 kapalı ve yarı-kapalı
denizlere kıyısı olan devletler “coğrafi bakımdan elverişsiz devlet”
kapsamında değerlendirilmiş ve bu tür devletlerin, komşu devletlerin
münhasır ekonomik bölgelerinden, belirli koşullarda avlanabileceği
öngörülmüştür.477 Coğrafi bakımdan elverişsiz devlet coğrafi konumu
nedeniyle denizlerden yeterince yararlanamayan devlettir. Kapalı ve yarı –
kapalı denizlere kıyıdaş devletlerin, coğrafyası elverişsiz devletlere örnek
olarak gösterilmesi, söz konusu denizlerin dünya denizleri içinde özel durum
oluşturduklarının kanıtıdır.478
Yukarıda bahsedilen hususlar göz önüne alındığında, kapalı ve yarı -
kapalı denizlerde gerçekleştirilecek deniz alanlarının sınırlandırılması
işlemlerinde, geniş deniz alanları için öngörülen kuralların uygulanması
adaletsiz sonuçlara yol açabileceğinden,479 bu denizlerde gerçekleştirilecek
deniz alanlarının sınırlandırılmasında uygulanacak kurallar, geniş deniz
alanlarının sınırlandırılmasında uygulanan kurallardan farklı olmak
durumundadır. Böylece kapalı ve yarı - kapalı denizlere ilişkin sorunların
çözümünde genel deniz hukuku kurallarındaki düzenlemelerin değil, bölgenin
475 BAŞEREN, Ege..., s. 13; Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. GÜNEŞ, s. 76-77. 476 1982 B.M.D.H.S. md. 70 metni için bkz. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler..., s. 34-35. 477 BAŞEREN, Ege..., s. 12 (dipnot 36). 478 GÜNEŞ, s. 77. 479 GÜNEŞ, s. 87.
180
özelliklerine uygun olarak yapılan bölgesel düzenlemelerin esas alınması
doğru olacaktır.480
Diğer taraftan kıta sahanlığının sınırlandırılması konusundaki
uygulanan uluslararası hukuk kuralları sınırlandırmanın, hakkaniyete uygun
sonuca varacak şekilde yapılmasını öngörmekte ve denizlerin yarı - kapalı
olma özelliğinin, sınırlandırma uyuşmazlıklarında diğer koşullar yanında göz
önünde bulundurulması gerektiğine hükmetmektedir. 481 Nitekim U.A.D. 1985
tarihli Libya - Malta Kıta Sahanlığı Davası Kararı’nda, Akdeniz gibi yarı-kapalı
denizlerde komşu devletler arasında deniz alanlarının sınırlandırılmasının
bölgenin coğrafi durumuyla yakından ilgili olduğunu belirtmektedir.482
1982 B.M.D.H.S. hükümlerine göre yarı – kapalı deniz olan Ege
Denizi’nin diğer özellikleriyle birlikte bu özelliğinin de dikkate alınarak
oluşturulacak özel kurallar – bölgesel düzenlemelerle sınırlandırılması
suretiyle hakkaniyete uygun sonuca varılabilecektir.
F. LOZAN DENGESİ
Yarı hukuksal yarı siyasal nitelikli Lozan dengesi görüşüyle Türkiye,
Lozan Barış Antlaşması’nın Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasında
bir denge kurduğunu ve Ege Denizi’nin iki devlet tarafından eşit kullanımının
gerektiğini belirterek bu dengenin kıta sahanlığı sınırlandırması açısından da
gözetilmesini savunmaktadır. Lozan dengesi görüşü kamuoyuna 19 Haziran
480 GÜNEŞ, s. 88. 481 GÜNEŞ, s. 87-88. 482 I.C.J. Reports 1985, para 47.
181
1976 tarihinde İkinci Bern görüşmeleri sırasında Türk Heyeti tarafından
açıklanmıştır.483 Ayrıca Türk tarafının söz konusu görüşleri, 1 - 4 Aralık 1978
tarihlerinde iki devlet teknik heyetlerinin Paris’te yaptıkları kıta sahanlığı
görüşmeleri esnasında basına da yansımıştır.484
Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge kurmayı amaçlayan Lozan
Barış Antlaşması’nda karasularının genişliği konusunda açık bir hüküm
mevcut değildir. Bununla beraber Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı
dönemde Türkiye ve Yunanistan’ın karasuları 3 deniz mili olarak
belirlenmişti.485 Buna bağlı olarak Ege Denizi’nde geniş bir açık deniz alanı
bırakılmıştı.486 Ancak Yunanistan, 17 Eylül 1936 tarih ve 230 sayılı
Yunanistan Karasuları Hududunun Tespiti Hakkında Kanun ile karasularını
tek taraflı olarak 3 milden 6 mile çıkarmıştır.487 Türkiye ise, o tarihten 28 yıl
sonra 15 Mayıs 1964 tarih ve 476 sayılı Karasuları Kanunu488 ile karasularını
6 mile çıkarmıştır.489
483 PAZARCI, “Ege Denizi’nde...,” s. 88; BAŞEREN, Ege..., s. 152-153. 484 BAŞEREN, Ege..., s. 153. 485 AYDOĞAN, s. 36; The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, s. 43; AKLAR, s. 26; BAŞEREN, Ege..., s. 153; Antlaşma’nın 12 nci maddesi hükmü bu yoruma imkân tanımaktadır. Ege’de karasularının genişliği 3 deniz mili iken, Türk karasuları yaklaşık %3.8, Yunan karasuları ise yaklaşık % 21.8’di. 486 Bu durumda açık deniz alanı yaklaşık % 74.4’tü. 487 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği...,” s. 19. 488 15 Mayıs 1964 tarih ve 476 sayılı Karasuları Kanunu metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası..., s. 461-462. 489 AYDOĞAN, s. 37.
182
Günümüzde her iki ülkenin Ege’deki karasularının genişliği 6 deniz
milidir.490 Ege’nin şu anki durumunda açık deniz alanı yaklaşık %74.4’ten
yaklaşık %48.85’e düşmüş, Türk karasuları yaklaşık %3.8’den yaklaşık
%7.47’ye, Yunan karasuları ise, yaklaşık %21.8’den yaklaşık %43.68’e
yükselmiştir.491
Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 B.M.D.H.S. 16 Kasım 1994 tarihinde
yürürlüğe girmiş,492 Sözleşme 1 Haziran 1995 tarihinde Yunan
Parlamentosu’nda onaylanarak Yunanistan 1982 B.M.D.H.S.’nin tarafı
olmuştur.493 Yunanistan anılan Sözleşme’nin “karasularının genişliği”
başlığını taşıyan 3’üncü maddesine494 dayanarak, 1995 yılında Meclis Kararı
çıkararak karasularını 12 deniz miline genişletme hakkını uygun bir zamanda
ve ulusal stratejisi çerçevesinde kullanacağını açıklamıştır. 495
490 15 Mayıs 1964 tarih ve 476 sayılı Karasuları Kanunu, 20 Mayıs 1982 tarih ve 2674 sayılı Karasuları Kanunu ile yürürlükten kaldırılmış, anılan Kanun’un 1’inci maddesi; Türk karasularının ilke olarak 6 mil olduğu hükmünü getirmiş, ancak Bakanlar Kurulu’nun, belirli denizler için o denizlerle ilgili bütün özellikleri ve durumları göz önünde bulundurmak ve hakkaniyet ilkesine uygun olmak şartıyla, 6 deniz milinin üzerinde karasuları tespit etmeye yetkili olduğunu bildirmiştir. Bahse konu yetkiyi kullanan Bakanlar Kurulu, 29 Mayıs 1982 tarih ve 8/4742 sayılı Kararı’yla Akdeniz ve Karadeniz’de karasularının genişliğini 12 deniz mili olarak belirlemiş, Ege’deki 6 deniz mili olan karasularının genişliği konusunda ise, bir değişikliğe yol açmamıştır. KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği...,” s. 19-20; ORAN, Türk..., s. 751-752; Ayrıca 20 Mayıs 1982 tarih ve 2674 sayılı Karasuları Kanunu metni ile 29 Mayıs 1982 tarih ve 8/4742 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası..., s. 462. 491 Oranlar için bkz. The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, s. 43; AYDOĞAN, s. 37; GÜREL, s. 76; Ayrıca oranlar konusunda makale ve kitaplarda farklı yüzdeler belirtilmektedir. Bkz. BAHCHELI, s. 142; ORAN, Türk..., s. 753; AKLAR, s. 26; Ege’de bugünkü durumu gösteren harita için bkz. Ek-20. 492 PAZARCI, Uluslararası Hukuk II..., s. 293. 493 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği...,” s. 21. 494 1982 B.M.D.H.S. md.3 – Karasularının genişliği Her devletin, karasularının genişliğini bu Sözleşmeye uygun şekilde belirlenen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini aşmayan bir sınıra kadar tespit etme hakkı vardır. ÖZMAN, Birleşmiş Milletler..., s. 4. 495 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği...,” s. 21; AKLAR, s. 27.
183
Türkiye de, Ege’deki hak ve menfaatlerinin gasp edilmesi anlamına
gelen böyle bir kararı tanımayacağını ve bunu bir savaş nedeni (casus belli)
olarak kabul edeceğini 8 Haziran 1995 tarihli Parlamento Kararı’yla
açıklamıştır.496
Türkiye’nin bu tepkisi karşısında Yunanistan, geri adım atmış,
karasularını 12 mile genişletme hakkının hukuki olarak varolduğunu zaman
zaman gündeme getirmeye devam etmiştir.
Yunanistan’ın karasularını 1982 B.M.D.H.S.’nin 3’üncü maddesine
dayanarak 12 mile çıkarması halinde Türkiye’nin karasuları alanı çok cüzi bir
artışla yaklaşık % 8.76’ya yükselirken, Yunan karasuları yaklaşık %28’lik bir
artışla yaklaşık %71.53’e yükselecek, bununla birlikte açık deniz alanı
yaklaşık %30 luk bir daralmayla yaklaşık % 19.71’e gerileyecektir. 497
Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması durumunda, Ege’de
açık deniz alanları yok denecek kadar azalacak, Ege Denizi tamamen
Yunanistan’ın eline geçecek ve bir Yunan Gölü haline gelecektir. 498 Bu
takdirde Türkiye’nin Akdeniz’e açılması için bir koridor kalmayacaktır. 499
Böyle bir ihtimalde, örneğin İstanbul’dan hareketle İskenderun’a giden bir
Türk gemisi, Ege Denizi’nin büyük bir kısmında Yunan karasularından
496 ORAN, Türk..., s. 752; AKLAR, s. 27. 497 The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, s. 41; Ayrıca oranlar konusunda makale ve kitaplarda farklı yüzdeler belirtilmektedir. Bkz. BAHCHELI, s. 142; ORAN, Türk..., s. 753; AKLAR, s. 26; Ayrıca karasuları 12 mile çıkarıldığında Ege’deki durumu gösteren harita için bkz. Ek- 21. 498 The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, s. 46; AYDOĞAN, s. 37. 499 ÖZÜERMAN, s. 161.
184
geçmek zorunda kalacaktır.500 Ege Denizi’ndeki mevcut canlı ve cansız doğal
kaynaklar da Yunanistan’ın eline geçecektir. Ege Denizi’nde ve üstündeki
hava sahasında Türk Silahlı Kuvvetleri askerî eğitim ve tatbikat
yapamayacak, Türkiye’nin güvenliğine ilişkin tedbirleri alma olanakları
kısıtlanacaktır. Ayrıca Ege’de karasuları 12 mile çıkarıldığında, Ege Kıta
Sahanlığı’nın büyük çoğunluğu Yunanistan’a ait olacak aynı oranda münhasır
ekonomik bölge hakları da Yunanistan’a devredilmiş olacaktır. 501 Kısacası
Yunanistan karasularını 12 mil olarak Türkiye’ye kabul ettirecek olursa, iki
devlet arasındaki kıta sahanlığı sorunu da Yunanistan’ın istediği gibi
çözülmüş, kıta sahanlığı alanlarının çoğu Yunan karasularının içinde
kalmış,502 hem denizde hem havada Yunanistan, aynı oranda egemenlik
alanını Türkiye aleyhine genişletmiş olacaktır.
Daha önce ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, Oniki Adalar dışındaki
Doğu Ege Adaları Yunanistan’a devredilirken, adaların silahsızlandırılması
1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 12 ve 13’üncü, Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’nin 4 ve 6’ncı maddeleri uyarınca hükme bağlanmıştı. Ayrıca
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Şubat 1947 tarihinde İtalya ile imzalanan
ve Türkiye’nin taraf olmadığı Paris Barış Antlaşması’nın 14’üncü maddesi,
İtalyan egemenliğine giren Oniki Adalar ve ona bitişik adacıkların
egemenliğini Yunanistan’a bırakırken, askerden arındırılmış bir statüye
konulacaklarını öngörmüştür. Bu hükümlere rağmen Yunanistan’ın 1960’lı
500 Mehmet GÖNLÜBOL ve Diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası, (1919-1995), 9. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s. 581. 501 KURUMAHMUT, “Ege’de Egemenliği...,” s. 23. 502 ACER, s. 144.
185
yıllardan itibaren adaları silahlandırmaya başlamasıyla503 Ege’deki Yunan
varlığı Türkiye için kaygı verici duruma girmiştir.
Sonuç olarak, Ege’de karasuların 3 milden 6 mile çıkarılması ve
silahsızlandırılması öngörülen adaların silahlandırılması ile Lozan Barış
Antlaşması’nın kurduğu denge günümüzde Türkiye aleyhine bozulmuştur. Bu
dengenin bir de kıta sahanlığının hakkaniyete aykırı olarak
sınırlandırılmasıyla alt üst olması kabul edilemez bir durumdur.
III. EGE KITA SAHANLIĞI SINIRLANDIRILMASININ ÇÖZÜM
YOLLARINA İLİŞKİN TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’IN GÖRÜŞLERİ
Uluslararası uyuşmazlıklar niteliklerine göre hukuki uyuşmazlıklar ve
siyasî uyuşmazlıklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Hukuki uyuşmazlıklar; iki
devlet arasında bir hukuk kuralının uygulanması ya da yorumlanması
yüzünden çıkan uyuşmazlıklardır. Siyasî uyuşmazlıklar ise, uluslararası
hukukun düzenlemediği bir alanda çıkan veya taraflardan birinin yürürlükte
bulunan hukuk kuralını reddetmesi, kuralın değiştirilmesini istemesi nedeniyle
ortaya çıkan uyuşmazlıklardır.504
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı
uluslararası hukuk kurallarıyla düzenlenmiş alanlarda ortaya çıktığından
hukuki uyuşmazlıktır. Bununla beraber Ege Kıta Sahanlığı sınırlandırılması
sorunu, iki devlet arasındaki sınır uyuşmazlığıdır. Sınır uyuşmazlıklarının her
503 GÜREL, s. 69; BAŞEREN, Ege.., s. 239. 504 ÇELİK, s. 317.
186
zaman bir siyasî yönü vardır. U.A.D. Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı
Kararı’nda, “iki devleti kapsayan kıta sahanlığı sınırlandırmasına ilişkin bir
uyuşmazlığın siyasî unsurlarının bulunmamasının zor olduğunu” belirterek bu
konuya işaret etmiştir.505
Başka bir ifadeyle, Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı hukuki sorun
olmakla beraber ters tarafta bulunan Yunan adaları nedeniyle Ege’de coğrafi
olarak dezavantajlı durumda bulunan Türkiye’nin hayati çıkarlarına dokunan
önemli siyasî sonuçları da bulunmaktadır.506
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığının
bir başka boyutunu da uyuşmazlığın çözüm yöntemine ilişkin sorun
oluşturmaktadır.
Yunanistan’ın sorunun çözümüne dair resmî görüşü,Türkiye ile
arasında Ege Denizi’ne ilişkin mevcut tek sorun olarak kabul ettiği kıta
sahanlığı sorununun U.A.D.’ye götürülerek çözümlenmesidir.
Türkiye’nin resmî görüşü ise, Yunanistan ile arasında Ege Denizi’ne
ilişkin tek sorunun kıta sahanlığının sınırlandırılması olmadığı, kıta sahanlığı
sınırlandırılması sorununun dışında karasularının genişliği, egemenliği
uluslararası antlaşmalarla devredilmemiş ada adacık ve kayalıklar, Ege
Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsünün ihlali, hava sahası ve FIR hattı
sorunlarının da bulunduğu ve sözü edilen bütün sorunların çözümünün
505 BAŞEREN, Ege…, s. 4. 506 BAŞEREN, Ege.., s. 4.
187
öncelikle görüşmeler yoluyla bulunması gerektiği şeklindedir. Öte yandan
Türkiye, yargı yolunu da tümden reddetmemektedir. Başka bir deyişle,
Türkiye’nin görüşüne göre iki ülke öncelikle bir araya gelip kapsamlı
görüşmeler yapmalı bütün Ege sorunlarını içeren bir çözüm bulmaya
çalışmalı, eğer bu mümkün olmazsa, iki ülke görüşmeler sonunda
çözemedikleri sorun veya sorunları U.A.D.’ye götürmelidir.507
Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığının ilan edildiği 1999 Helsinki
Zirvesi Sonuç Bildirisi, iki ülke arasındaki Ege Denizi sorunları açısından yeni
bir boyutu ifade etmektedir. Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü
paragrafı ile iki ülke arasındaki Ege sorunları uluslararası boyut kazanmış ve
AB sorunu haline getirilmiştir.508
Daha önce de açıklandığı gibi söz konusu Bildiri’de; AB üyeliğine
aday olan Türkiye’nin sınır anlaşmazlıklarını ve diğer ilgili sorunları barışçı
yöntemlerle çözmede başarısız olması durumunda, anlaşmazlığı U.A.D.’ye
getirmesi istenmiş, ayrıca Avrupa Birliği Konseyi’nin söz konusu
anlaşmazlıklarla ilgili durumu, özellikle üyeliğe giriş sürecindeki yansımaları
ile 2004 yılı sonuna kadar gözden geçireceği belirtilmiştir. Bu bağlamda
Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi sorunlarının çözümü
Türkiye’nin tam üyeliği için bir ön şart haline getirilmiştir.509 Daha başka bir
507 ACER, s. 47, 51. 508 AKLAR, s. 31; AYDOĞAN, s. 35. 509 Türkiye’nin tam üye olabilmesi için sınır uyuşmazlıklarını çözme şartı AB tarafından 2000 yılından itibaren yayınlanan bütün ilerleme raporlarında; 8 Kasım 2001, 14 Nisan 2003, 9 Kasım 2005 tarihli Katılım Ortaklığı Belgeleri’nde; “güçlendirilmiş siyasî diyalog ve siyasî kriterler” bölümünde yer almaktadır. Ayrıca bu husus 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde, 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve Belgesi’nde, 12 Haziran 2006 tarihli Ortak Tutum Belgesi’nde yinelenmiştir. Belgeler için bkz. http://www.mfa. gov.tr/MFA_tr/ DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB
188
ifadeyle, Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü paragrafı ile Türkiye’den,
AB’ye tam üye olmadan önce Yunanistan’la olan sınır sorunlarını barışçı
yollarla çözmesi, çözememesi durumunda U.A.D.’ye götürmesi
istenmektedir. Helsinki Zirvesi Kararları doğrultusunda taraflar arasında
içeriği gizli tutulan istikşafi (keşif amaçlı) görüşmeler sürdürülmektedir. 7
Temmuz 2006 tarihinde istikşafi görüşmelerin (exploratory contacts) 35’inci
turu İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerde Türkiye’yi Dışişleri
Bakanlığı Müsteşarı Ali Tuygan, Yunanistan’ı Büyükelçi Anastasios Skopelitis
temsil etmektedir.510 Şimdiye kadar yapılan istikşafi görüşmelerde somut bir
ilerleme kaydedildiğine ilişkin bir belirti bulunmamaktadır.
Sonuç olarak Türkiye, AB’ye girme isteğini ön plana çıkartarak
Helsinki Zirvesi’nde alınan kararı kabul etmiştir. Böylelikle Türkiye Helsinki
Kararı ile sorunların çözümünün, öncelikle karşılıklı görüşmeleri de içeren
B.M. Şartı’nın 33’üncü maddesi511nde belirtilen barışçı yollarla
gerçekleştirilememesi halinde daha önceden pek yanaşmadığı U.A.D.’ye
gidebileceğini beyan etmiştir. Dolayısıyla Helsinki Zirvesi’nde alınan Karar ile
iki ülke arasındaki sorunlar Yunanistan tarafından AB platformuna
taşınmıştır. AB sürecinde ise, sorunların çözümü konusunda Türkiye’ye
zamansal açıdan bir sınırlama konulmuş ve Türkiye’ye tam üye olmadan
önce (müzakere süreci tamamlanana kadar) Yunanistan’la olan sınır
510 Bkz. http://www.hri.org/news/greek/ana/2006/06-07-07.ana.html#04 511 B.M. Şartı md. 33- Uyuşmazlıkların Barış Yoluyla Çözülmesi
1. Uzaması uluslararası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teşkil veya anlaşmalarına başvurarak veya kendi seçecekleri başka barış yollarıyla aramalıdırlar.
2. Güvenlik Konseyi, gerekli görürse tarafları aralarındaki uyuşmazlığı bu gibi yollarla çözmeye davet eder. B.M. Şartı metni için bkz. GÜNDÜZ, Milletlerarası…, s. 86-105.
189
sorunlarını çözmesi veya çözümsüzlük durumunda U.A.D.’nin yargı yetkisini
tanıyarak (tahkimname hazırlayarak) uyuşmazlığı U.A.D.’ye götürme
mecburiyeti getirilmiştir.
Yunanistan, Türkiye’nin AB üyeliğine aday ülke statüsünde
bulunmasının kendisine, AB yolu ile Türkiye’ye daha etkili bir baskıda
bulunma imkânı vereceğini düşündüğünden Helsinki Zirvesi’nde alınan Kararı
onaylamış, böylece AB’yi arkasına alarak Türkiye ile arasındaki sorunları,
AB-Türkiye sorunu haline getirmiş, sorunları Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci
içinde çözmeyi tercih etmiştir.
190
SONUÇ
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar; kıta sahanlığı
sınırlandırılması, karasularının genişletilmesi, hava sahası ve FIR
sorumlulukları, Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsünün ihlali,
egemenliği devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar sorunlarından oluşan
Ege sorunlarından ibaret değildir. Ayrıca son derece önem taşıyan azınlıklar
ve Kıbrıs sorunları da vardır.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara bugüne kadar bir çözüm
bulunamamasının sebeplerinin başında; iki devlet arasında ‘’yaşayan bir
tarih’’ in yarattığı güvensizlik 512 ve husumet ile iki tarafın kıta sahanlığı
sınırlandırma sorunu da dahil olmak üzere mevcut temel sorunlar üzerinde
birbirlerine çok uzak nitelikte iddialara ve hukuksal görüşlere sahip olmaları
gelmektedir. Şöyle ki; konumuz olan Ege Kıta Sahanlığı’nın sınırlandırılması
sorununda, Yunanistan adaların da kıta ülkeleri gibi kıta sahanlığına sahip
512 Türkiye ve Yunanistan ‘’ulus devlet’’ kimliklerini, önemli ölçüde birbirlerine karşı verdikleri
mücadele ve birbirleriyle etkileşim sürecinin sonunda oluşturmuşlardır. Bugünkü Yunanistan, yaklaşık dörtyüzyıl süresince Türk yönetimi altında kalmış ve Osmanlı Devleti’ne karşı mücadelesiyle bağımsız olmuştur. Diğer taraftan Türkiye ise, ulus devlet kimliğini işgalci Yunan kuvvetlerini yenilgiye uğratarak, Birinci Dünya Savaşı akabinde ortaya çıkan uluslararası ilişkiler sistemi içinde kazanmıştır. Türkler için bu mücadelenin adı ‘’ulusal kurtuluş mücadelesi’’ olurken Yunanlılar için 1919-1922 dönemi ‘’bozgun yılları ’’veya’’ Küçük Asya felaketi’’ olarak ifade bulmuş, bu tarihsel olay Yunanlılar için derin toplumsal bir travma oluşturmuştur. Yunanlılarda hakim olan düşünce; Türklerin Yunanlılara ait olan, İstanbul dahil Anadolu topraklarını ellerinden aldıklarıdır. Bu düşünce; megalo idea (büyük ülkü) kavramı çerçevesinde kaybedilen toprakların tekrar elde edilerek büyük Yunanistan’ın kurulması amacını taşımaktadır. Öte yandan Türkler, Yunanistan’ın megalo idea hedefi doğrultusunda halihazırda Türkiye’ye ait olan toprakları ve kimi hakları ele geçirme politikasını sürekli takip ettiğine ve bu uğurda fırsatlar kolladığına inanmaktadırlar. GÜREL, s.10-11; ayrıntılı bilgi için bkz. A.Suat BİLGE, Büyük Düş Türk-Yunan Siyasi İlişkileri (1919-2000), 21.Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000, s.13-18.
191
olduklarını, Yunan devletine ait adaların ve kıta ülkesinin siyasal ve ülkesel
bir bütün oluşturduğunu ve buna bağlı olarak da kıta sahanlığının
sınırlandırmasının Anadolu ile en doğudaki Yunan adaları arasında eşit
uzaklık çizgisine göre yapılması gerektiğini iddia etmektedir. Buna karşılık
Türkiye, uluslararası hukuka göre doğal uzantının esas olduğunu, Ege Kıta
Sahanlığı’nın anlaşma ile sınırlandırılmasını, sınırlandırmanın hakça ilkelere
uygun olarak yapılması gerektiğini, adaların özel durumlar oluşturduğunu,
Ege Denizi’nin yarı-kapalı bir deniz olduğunu ve Ege Denizi Kıta Sahanlığı
sınırlandırmasında Lozan Barış Antlaşması ile kurulan dengenin gözetilmesi
gerektiğini belirtmektedir. Tezde incelendiği üzere Yunanistan’ın bu iddiaları
her türlü hukuki dayanaktan yoksundur.
Ayrıca Yunanistan, Ege’de diğer sorunların varlığını reddederek, kıta
sahanlığı sınırlandırmasının tek sorun olduğunu ileri sürmekte, bunun
çözümü için de tek yol olarak U.A.D.’ye gidilmesini savunmaktadır.Türkiye
ise, Yunanistan ile arasında Ege Denizi’ne ilişkin tek sorunun kıta sahanlığı
sınırlandırılması olmadığı, kıta sahanlığı sınırlandırılması sorununun dışında
birbirleriyle ilişkili başka Ege sorunlarının da bulunduğu, sorunların
çözümünün öncelikle karşılıklı görüşmeler yoluyla bulunması gerektiği
görüşündedir.Bununla birlikte Türkiye, yargısal bir çözüme de kapılarını
kapatmamaktadır.
Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığının ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi
Sonuç Bildirisi iki ülke arasındaki Ege Denizi sorunları açısından yeni bir
boyutu ifade etmektedir. Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü paragrafı
192
ile iki ülke arasındaki Ege sorunları Yunanistan tarafından AB platformuna
taşınarak Türkiye AB sorunu haline getirilmiştir. Helsinki Zirvesi Sonuç
Bildirisi’nin 4’üncü paragrafında AB üyeliğine aday olan Türkiye’nin sınır
anlaşmazlıklarını ve diğer ilgili sorunlarını B.M. Şartı’na uygun barışçı
yöntemlerle çözmede başarısız olması durumunda, anlaşmazlığı U.A.D.’ye
getirmesi istenmiş, ayrıca AB Konseyi’nin söz konusu anlaşmazlıklarla ilgili
durumu özellikle üyeliğe giriş sürecindeki yansımaları ile 2004 yılı sonuna
kadar gözden geçireceği belirtilmiştir. Bu bağlamda Türkiye ve Yunanistan
arasındaki Ege Denizi sorunlarının çözümü, Türkiye’nin tam üyeliği için bir
önşart haline getirilmiştir. Böylelikle Türkiye’nin AB’ye girme isteğini ön plana
çıkartarak, Helsinki Zirvesi’nde alınan Karar’ı kabul etmesiyle, AB sürecinde
sorunların çözümü konusunda Türkiye’ye zamansal açıdan bir sınırlama
konulmuş, Türkiye’ye tam üye olmadan önce (müzakere süreci tamamlanana
kadar) Yunanistan’la olan sınır sorunlarını çözmesi, çözümsüzlük durumunda
U.A.D.’nin yargı yetkisini tanıyarak (tahkimname hazırlayarak) uyuşmazlığı
U.A.D.’ye götürme mecburiyeti getirilmiştir. Türkiye’nin tam üye olabilmesi
için sınır uyuşmazlıklarını çözme şartı, AB tarafından 2000 yılından itibaren
yayınlanan bütün ilerleme raporlarında, 8 Kasım 2001, 14 Nisan 2003, 9
Kasım 2005 tarihli Katılım Ortaklığı Belgeleri’nde, 17 Aralık 2004 tarihli
Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde, 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve
Belgesi’nde ve 12 Haziran 2006 tarihli Ortak Tutum Belgesi’nde de yer
almaktadır.
193
Böylece Türkiye’nin AB üyelik sürecinin Ege’de kendi menfaatleri
çerçevesinde çözüm elde edebilmek adına, Yunanistan tarafından suistimal
edildiği, AB’nin de bu yönde bir tutuma sahip olduğu görülmektedir. Bu
durumda Türkiye baskı altında tutulmaktadır. Yunanistan’ın, AB’yi arkasına
alarak Türkiye ile arasındaki sorunları Türkiye’nin AB süreci içinde çözmek
istemesi, AB’ye tam üye olmak isteyen Türkiye’yi, Ege sorunları açısından
dezavantajlı bir konuma getirmektedir.
Helsinki Zirvesi Kararları doğrultusunda taraflar arasında içeriği
gizli tutulan istikşafi (keşif amaçlı) görüşmeler sürdürülmektedir. 7 Temmuz
2006 tarihinde istikşafi görüşmelerin 35’inci turu İstanbul’da
gerçekleştirilmiştir. Şimdiye kadar yapılan istikşafi görüşmelerde somut bir
ilerleme kaydedildiğine ilişkin bir belirti bulunmamaktadır. Bu da tarafların
temel iddia ve görüşleri arasındaki farklılığın ortadan kalkmadığını
göstermektedir.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege sorunlarının çözümlenememesi
halinde AB’nin, üyeliğin gerçekleşmesi öncesinde U.A.D.’ye gidilmesini bir
koşul olarak koyması nedeniyle sorunların çözümü için U.A.D.’ye gidilmesi
gerekecektir. Böyle bir durumda ise; Türkiye, ancak Ege sorunlarının
birbirleriyle bağlantılı olması, sorunlardan biri için bulunan çözümün
diğerlerini de etkileyeceği gerekçesiyle, tüm sorunların bir bütün halinde ve
karasularının genişliği sorununda 6 millik uygulamanın korunması şartıyla,
U.A.D.’ye gitmelidir. Ayrıca Divan’ın vereceği kararın kesin ve bağlayıcı
194
olduğu göz önüne alınarak tahkimnamenin çok iyi hazırlanması gerekir.513
Zira U.A.D.’nin Türkiye’nin millî menfaatleriyle örtüşmeyen kararlar vermesi
olasıdır. U.A.D.’yi oluşturan yargıçlar üzerinde siyasî bir etki de söz konusu
olabilecektir. Türkiye’de, U.A.D.’nin kararlarına uymak zorunda olduğundan,
hayati önem arz eden bu konularda büyük bir risk altında kalacaktır.
Sonuç olarak, Yunanistan’ın Türkiye ile olan Ege Denizi sorunlarını AB
platformuna taşıması, AB üyesi olmak isteyen Türkiye açısından oldukça
dezavantajlı bir konum yaratmaktadır. AB sürecinde Kıbrıs konusu Ege
Denizi sorunlarına göre öncelik almış olsa da, mevcut koşullarda Türkiye,
AB’ye girme idealinden vazgeçmeyerek, önündeki uzun süreyi iyi
değerlendirip, uluslararası camiayı haklılığına inandırmak suretiyle Ege
sorunlarını Yunanistan üzerinde baskı oluşturarak çözmenin yöntemlerini
bulmalıdır. Ya da Türkiye AB’yi, Ege sorunlarını Birliğe tam üye olmasının ön
koşulu olmaktan çıkarma konusunda ikna ederek, çözümün AB’ye tam üyeliği
sonrasına ertelenmesini sağlamalıdır. Çünkü sorun olan hususlar AB’ye tam
üye olması halinde sorun olmaktan çıkabilir, özellikleri ve içerikleri büyük
ölçüde değişebilir. AB tarafından sınır uyuşmazlığı olarak adlandırılan Ege
sorunlarına yukarıda belirtilen biçimde çözüm bulunamadığı takdirde geleceği
tartışılan AB’ye Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bu denli tehlikeye atarak
girmesinin gerekip gerekmediği sorusunun yanıtını vermeye Türkiye hazır
olmalıdır.
513
AKLAR, s.32.
195
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
ACER, Yücel: The Aegean Maritime Disputes and International Law,
Ashgate, England, 2003.
AHNISH, Faraj Abdullah: The International Law of Maritime Boundaries
and Practice of States in the Mediterranean Sea, Clarendon Press,
Oxford, 1993.
AKİPEK, Ömer İlhan: Devletler Hukuku Başlangıç, Birinci Kitap, İstiklal
Matbaası, Ankara, 1963.
AKSU, Fuat: Türk – Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen
Faktörler Üzerine Bir İnceleme, A.Ü. Basımevi, Ankara, 2001.
BAHCHELI, Tozun: Greek – Turkish Relations Since 1955, Westview
Press, 1990.
BAŞEREN , Sertaç Hami: Ege Sorunları, Tüdav Yayınları No: 15, Ankara,
2003.
BİLGE, A. Suat : Büyük Düş Türk-Yunan Siyasi İlişkileri (1919-2000), 21.
Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000.
196
BOZKURT, Enver: Türkiye’nin Uluslararası Hukuk Mevzuatı, İlaveli 3.
Baskı, Nobel Yayınları, Ankara, 2003.
BOZKURT, Enver– KÜTÜKÇÜ, M.Akif – POYRAZ, Yasin: Devletler Hukuku,
Gözden Geçirilmiş Üçüncü Baskı, Nobel Yayınları, Ankara, 2003.
BROWN, E.D: Sea-Bed Energy and Minerals: The International Legal
Regime, Volume: 1, Martinus Nijhoff Publishers, 1992.
ÇELİK, Edip F: Milletlerarası Hukuk, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1987.
Ege Bunalımı, Başbakanlık Basın – Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü
Yayınları, Ankara, 1987.
Ege Denizi ve Ege Adaları, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995.
Ege Sorunu Bibliyografyası, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Dökümantasyon Daire Başkanlığı Yayın No: 20, Ankara, 1997.
Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları
No: 552, Ankara, 1986.
ELFERINK, Alex G.Oude: The Law of Maritime Boundary Delimitation: A
Case Study of the Russian Federation, Martinus Nijhoff Publishers,
1992.
197
ERİNÇ, Sırrı – YÜCEL, Talip: Ege Denizi Türkiye ile Komşu Ege Adaları,
İkinci Baskı, A.Ü.Basımevi, Ankara, 1988.
EVANS, Malcolm D.: Relevant Circumstances and Maritime Boundary
Delimitation, Clarendon Press, Oxford, 1989.
GÖKMAN, Muzaffer: Tarih Boyunca Ege Kavgası, Birinci Baskı, Eğitim –
Öğrenci Yayınları No: 4, İstanbul, 1977.
GÖNLÜBOL, Mehmet ve Diğerleri: Olaylarla Türk Dış Politikası, (1991-
1995), 9. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996.
GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, 5.
Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2003.
GÜNDÜZ, Aslan: The Concept of the Continental Shelf in its Historical
Evolution (With Special Emphasis On Entitlement), Marmara
Üniversitesi Yayın No: 490, İstanbul, 1990.
GÜNDÜZ, Aslan – ÖZTÜRK, Hüseyin (ed.): Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili
Sorunlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Tüdav Yayınları No: 12,
İstanbul, 2002.
GÜREL, Şükrü Sina: Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-
1993), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993.
198
International Court of Justice, Application Instituting Proceedings, filed
in the Registry of the Court on 10 August 1976, Aegean Sea
Continental Shelf (Greece – Turkey).
International Court of Justice, Pleadings, Oral Arguments, Documents
Aegean Sea Continental Shelf Case (Greece – Turkey), La Haye,
1980.
İNAN, Yüksel: Uluslararası Adalet Divanı’nın Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi
ve Ticari İlimler Akademisi Yayını No: 171, Ankara, 1982.
KILIÇ, Hulusi (haz.): Bilateral Agreements, Essential Documents and
Declarations Between Turkey and Greece Since the Proclamation of
the Turkish Republic, T.C. Dışişleri Bakanlığı Denizcilik – Havacılık
Müdür Yardımcılığı, Ankara, 2000.
Kıta Sahanlığı ve Sorunları, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
İstanbul, 1974.
KOCAOĞLU, Mehmet: Uluslararası İlişkiler, Kara Harp Okulu Basımevi,
Ankara, 1993.
KURUMAHMUT, Ali (yay. haz.): Ege’de Temel Sorun Egemenliği
Tartışmalı Adalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998.
199
KURUMAHMUT, Ali – BAŞEREN, Sertaç Hami: The Twilight Zones in the
Aegean (Un)Forgotten Turkish Islands (Ege’de Gri Bölgeler
Unutul(may)an Türk Adaları): Türk Tarih Kurumu Basımevi No: 220,
Ankara, 2004.
LÜTEM, İlhan: Deniz Hukukunda Gelişmeler Birleşmiş Milletler Deniz
Hukuku Konferansı, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları No: 137, Ankara,
1959.
LÜTEM, İlhan: Devletler Hukuku Dersleri, Birinci Kitap, Gözden Geçirilmiş
İlaveli İkinci Baskı, Balkanoğlu Matbaacılık, Ankara, 1959.
LÜTEM, İlhan: Devletler Hukuku Dersleri, İkinci Kitap, Gözden Geçirilmiş
İlaveli İkinci Baskı, Balkanoğlu Matbaacılık, Ankara, 1960.
MERAY, Seha L: Devletler Hukukuna Giriş, C:I, A.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1959,
Meydan Larousse: Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, C: 1, Meydan Yayınevi,
İstanbul, 1969.
O’CONNELL ,D.P: The International Law of the Sea, Clarendon Press,
Oxford, 1982.
ORAN Baskın (ed.): Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, (1980-2001), C: II, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2001.
200
ÖZMAN, Aydoğan (çev.): Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi,
İstanbul Deniz Ticareti Odası Yayını No: 5, İstanbul, 1984.
PAZARCI, Hüseyin: Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü,
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 550, Ankara, 1992.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, 7. Bası, Turhan
Kitabevi, Ankara, 2003.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk, 1. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara,
2003.
SAKA, Mehmet: Ege Denizi’nde Türk Hakları, İkinci Baskı, Hareket
Yayınları No: 61, İstanbul, 1974.
SUR, Melda: Uluslararası Hukukun Esasları, Dokuz Eylül Üniversitesi
Yayını, İzmir, 2000.
TEZCAN, Yılmaz: Türk – Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 1994.
The Aegean Problem in Turkish Greek Relations, The Turkish Dossier,
Inaf, İstanbul, 1991.
TOLUNER, Sevin: Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış
Politika Sorunları, Beta Yayınları, İstanbul, 2000.
201
TOLUNER, Sevin: Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi Yer ve
Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği, Gözden Geçirilmiş Dördüncü
Bası’dan Tıpkı Beşinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 1996.
Türk Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, Genelkurmay Basımevi, Ankara,
1985.
United Nations, Law and Regulations on the Regime of the High Seas:
Volume: II, 1951.
United Nations, The Law of the Sea – National Legislation on the
Territorial Sea: The Right of Innocent Passage and the Contiguous
Zone, 1995.
VANER, Semih (der.): Türk Yunan Uyuşmazlığı, Metris Yayınları, İstanbul,
1990.
202
MAKALELER
AKLAR, Yılmaz: “Türkiye’nin Milli Menfaatleri Önünde Bir Engel: Yunanistan
Gerçeği, Sorun Alanları, Politikalar,” Stratejik Analiz, S: 42 (Ekim 2003),
s.23-32.
AYDOĞAN, Metin: “Ege Sorunu, Yunanistan ve AB,” Yeniden Müdafaa-i
Hukuk Dergisi, S: 40 (Ocak 2002), s. 35-41.
BAŞEREN, Sertaç Hami: “Eritre/Yemen Kararı’nın Ege Kıta Sahanlığı
Sınırlandırmasına Tesirleri,” Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK
(ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul, 2002, s. 81-103.
BAŞEREN, Sertaç Hami: “Kıta Sahanlığı: Doğal Uzantı ve Mesafe İlkesi
İlişkileri,” Dış Politika Dergisi, C: VI, S: 1 (1995), s. 52-72.
BİRAND, Mehmet Ali: “Türk-Yunan Sorunları Çözümlenemez,” Türk-Yunan
Uyuşmazlığı, Semih VANER (der.), Metris Yayınları, İstanbul, 1990, s. 7-
12.
BÖLÜKBAŞI, Süha: “Türkiye’nin Yakınındaki Avrupa ile İlişkileri: Türk –
Yunan Sorunları,” Avrasya Dosyası, C: IV, S: 1-2 (1998), s. 22-40.
CHARNEY, Jonathan I.: “Progress in International Maritime Boundary
Delimitation Law,” The American Journal of International Law,
Volume: 88, No: 2 (April 1994), s. 227-256.
203
DURAN, Gökhan Y.: “Milletlerarası Hukukta Deniz Alanlarının
Sınırlandırılmasında Adaların Etkileri: Ege Adalarının
Değerlendirilmesi,” Silahlı Kuvvetler Dergisi, S: 361 (Temmuz 1999),
s. 42-50.
ERHAN, Çağrı: “AB 17 Aralık’ta Türkiye’ye ne dedi?” Cumhuriyet Strateji
Eki, S: 16 (Aralık 2004), s. 7-11.
GÖNLÜBOL, Mehmet: “Konunun Takdimi,” Ege’de Deniz Sorunları
Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986,
s. 3-10.
GROSS, Leo: “The Dispute Between Greece and Turkey Concerning the
Continental Shelf in the Aegean,” American Journal of International
Law, Volume: 71, No: 1 (January 1977), s. 31-59.
GÜNDÜZ, Aslan: “Ege Denizi Kıta Sahanlığı Davası ve Bazı Düşünceler,”
Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, S:1, 1986,
s. 11-23.
GÜNDÜZ, Aslan: “Kıta Sahanlığı Hukukunda Yeni Gelişmeler (Libya - Malta
Davası),” Hukuk Araştırmaları, C: 1, S: 3 (1986), s. 5-24.
GÜNDÜZ, Aslan: “Kıta Sahanlığı Konusunda Yeni Gelişmeler: Grönland –
Jan Mayen ve Saint Pierre ve Miquelon Davaları,” Hukuk Araştırmaları,
C: 10, S: 1-3 (1996), s. 563-599.
204
GÜNEŞ, Şule : “12 Mil Sorunu ve Ege’nin Yarı - Kapalı Statüsü,” Dış Politika
Dergisi, C: VI, S:1 (Nisan 1995), s. 75-95.
KABAALİOĞLU, Halûk A.: “Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığında Ortaya Çıkan
Hukuki Sorunlar ve Lâhey’de Savunulan Yunan Görüşleri,” Danıştay
Dergisi, S: 34-35 (1979), s. 89-117.
KÂMİL, İbrahim: “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Kıta Sahanlığı Meselesi
I,” Batı Trakya’nın Sesi, S: 27 (Şubat 1991), s. 25-29.
KÂMİL, İbrahim: “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Kıta Sahanlığı Meselesi
II,” Batı Trakya’nın Sesi, S: 28 (Mart 1991), s. 10-19.
KARAKÖSE, Cengiz: “Ege’deki Deniz Sorunlarında Türk ve Yunan Görüşleri:
Jeolojik Açıdan,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü.Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986, s. 52-79.
KARL, Donald E.: “Islands and the Delimitation of the Continental Shelf: A.
Framework for Analysis,” American Journal of International Law,
Volume:71, No:4 (October 1977), s. 642-673.
KASAP, Osman: “Ege’de Türk – Yunan Anlaşmazlığı ve İkizce (Kardak)
Krizi,“ Türk Dünyası Tarihi Dergisi, S: III (Mart 1996), s. 43-49.
KATSOUFROS, Theodoros: “Ege Denizi’yle İlgili Türk – Yunan
Uyuşmazlıkları,” Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Semih Vaner (der.), Metris
Yayınları, İstanbul, 1990, s. 77-105.
205
KURUMAHMUT, Ali: “Ege Denizi’nde Ülkesel Sorunların İzlediği Süreç,” Ege
Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan
GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK (ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul,
2002. s. 36-43.
KURUMAHMUT, Ali: “Ege’de Egemenliği Tartışmalı Adalar Sorununun
Ortaya Çıkışı,” Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, Ali
KURUMAHMUT (yay. haz.), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998,
s. 1-32.
ORAN, Baskın: “Ege’de Türk-Yunan Sorunları,” Mülkiyeliler Birliği Dergisi,
C: XI, S: 87 (Haziran 1987), s.9-40.
ÖZBEK, Dolunay: “Ege Kıta Sahanlığı Sınırlandırmasında Eşit Uzaklık ve
Hakkaniyet İlkelerinin Yeri,” Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Aslan GÜNDÜZ – Hüseyin ÖZTÜRK
(ed.), Tüdav Yayınları No: 12, İstanbul, Aralık 2002, s. 44-59.
ÖZMAN, Aydoğan: “Deniz Hukukunda Yeni Gelişmeler,” Ege’de Deniz
Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552,
Ankara, 1986, s. 10-27.
ÖZÜERMAN, Tülay: “Ege’de Karasuları ve Kıta Sahanlığı Sorunu,”
Düşünceler, S: 2 (Şubat 1988), s. 159-167.
206
PAZARCI, Hüseyin: “Ege’deki Deniz Sorunlarında Türk ve Yunan Görüşleri:
Hukuki Açıdan,” Ege’de Deniz Sorunları Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları No:552, Ankara, 1986, s. 79-93.
PAZARCI, Hüseyin: “Kıta Sahanlığı Kavramı ve Ege Kıta Sahanlığı Sorunu,”
Aziz Köklü’nün Anısına Armağan, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları No: 535, Ankara, (1984), s. 395-412.
PAZARCI, Hüseyin: “Uluslararası Adalet Divanı’nın Tunus – Libya Kıta
Sahanlığı Uyuşmazlığına İlişkin 24 Şubat 1982 Tarihli Kararı,”
Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, S: 2 (1982),
s. 42-46.
SEZER, Sema: “Rum-Yunan Veto Şantajları Gölgesinde AB’ye Üyelik
Müzakereleri”, Stratejik Analiz,S: 57 (Ocak 2005), s 53-62.
USLUER, Yılmaz: “Ege Denizi’nde Türk – Yunan Sorunları,” M5 Savunma
ve Silah Sistemleri Dergisi, S: 12 (Mart 1985), s. 32-45.
VAN DYKE, Jon M.: “The Role of the Islands in Delimiting Maritime Zones
the Boundary Between Turkey and Greece,” Foreign Policy, Volume:
XIV, Nos: 3-4 (October 1995), s. 60-92.
YOLGA, Namık: “Ege’deki Başlıca Deniz Sorunları,” Ege’de Deniz Sorunları
Semineri, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 552, Ankara, 1986,
s. 28-39.
207
YOUNG, Richard: “Recent Developments with Respect to the Continental
Shelf,” The American Journal of International Law, Volume: 42, No: 4
(October 1948), s. 849-857.
208
YARGI KARARLARI
Aegean Sea Continental Shelf Case (Greece – Turkey) Judgement of 19
December 1978, International Court of Justice, Reports of
Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1978.
Case Concerning Delimitation of the Maritime Boundary in the Gulf of Maine
Area (Canada / United States of America) Judgement of 12 October
1984, International Court of Justice, Reports of Judgements,
Advisory Opinions and Orders, 1984.
Case Concerning the Continental Shelf (Libyan Arab Jamahiriya / Malta)
Judgement of 3 June 1985, International Court of Justice, Reports of
Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1985.
Case Concerning the Continental Shelf (Tunisia / Libya Arab Jamahiriya)
Judgement of 24 February 1982, International Court of Justice,
Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1982.
North Sea Continental Shelf Cases (Federal Republic of Germany and
Denmark – Federal Republic of Germany and the Netherlands)
Judgement of 20 February 1969, International Court of Justice,
Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders, 1969.
209
The Arbitration Between Yemen and Eritrea, Second Phase: The Maritime
Delimitation, the Award of 17 December 1999 of the Arbitration Court
Established by Yemen and Eritrea, 1999.
210
İNTERNET ADRESLERİ
http://www.un.org/Depts/los/status.
http://www.pca-cpa.org/ER-Yagreeprinc.htm.
http://www.pca-cpa.org/ER-Yarbgree.htm.
http://www.pca-cpa.org/Er-YEMain.htm.
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Turkiye_AB/2004_Bruk
selZirveSonuc_Turkiye.htm
http://www.hri.org/news/greek/ana/2006/06-07-07.ana.html#04
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/GenelGorunum/Genel+Gorunum.htm
http://www.ntvmsnbc.com/news/286541.asp,12/09/2004.
http://www.ntvmsnbc.com/news/374399.asp, 25 Mayıs 2006.
http://www.ntvmsnbc.com/news/376323.asp, 10 Haziran 2006.
http://www.ntvmsnbc.com/news/241510.asp
http://www.abhaber.com/belgeler/kibris_deklarasyonu.asp
211
GAZETELER
Milliyet Gazetesi 17 Mayıs 2004
Hürriyet Gazetesi 24 Mayıs 2006
Cumhuriyet Gazetesi 26 Mayıs 2006
Hürriyet Gazetesi 31 Mayıs 2006
Milliyet Gazetesi 11 Haziran 2006
EKLER
ÖZET
Türkiye ile Yunanistan iki komşu devlet olmalarına rağmen, iki ülke
arasında Ege Denizi’ne ilişkin ve Ege Sorunları olarak adlandırılan
birçok sorun bulunmaktadır.
Ege Sorunları birbirleriyle ilişkili birçok sorunu içermektedir. Bu
sorunlar; kıta sahanlığının sınırlandırılması, karasularının
genişletilmesi, hava sahası ve FIR sorumlulukları, Ege Adaları’nın
silahlandırılması, egemenliği antlaşmalarla devredilmemiş ada, adacık
ve kayalıklar sorunlarıdır.
Türkiye ile Yunanistan tarafından çevrelenen ve yarı-kapalı deniz
olan Ege Denizi, çok miktarda adayı barındırması ve bu adaların
çoğunun Yunanistan’a ait olması, Yunanistan’a ait adaların bir
bölümünün Türkiye anakarasına yakınlığı nedeniyle Akdeniz
coğrafyasındaki en karmaşık tabloyu oluşturmaktadır.
Ortaya çıktığı 1973 yılından bu yana Türkiye ve Yunanistan’ı zaman
zaman savaşın eşiğine getiren Ege Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı bugüne
kadar çözülememiştir.
Bu uyuşmazlık hukuki bir sorun olmakla birlikte Türkiye’nin hayati
çıkarlarına dokunan siyasi sonuçları da vardır.
Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığının ilan edildiği 1999 Helsinki
Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 4’üncü paragrafına göre; Ege Sorunları
Türkiye AB sorunu haline getirilmiş, Türkiye’nin sınır anlaşmazlıklarını
BM Şartı’na uygun barışçı yöntemlerle çözmede başarısız olması
durumunda anlaşmazlığı U.A.D.’ye götürmesi istenmiştir. Ayrıca AB
Konseyi’nin anlaşmazlıklarla ilgili gelişmeleri gözden geçireceği
belirtilmiştir. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi
sorunlarının çözümü Türkiye için bir ön şart haline getirilmiştir.
Dağıstanlı, Hande, Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı, Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Prof. Dr. Serap Akipek, 211 s.
Helsinki Kararları doğrultusunda içeriği gizli tutulan istikşafi
görüşmeler sürdürülmektedir. Ancak bugüne kadar sonuç
alınamamıştır.
Bu koşullarda Türkiye, AB’ye girme idealinden vazgeçmeyerek
uluslararası camiayı haklılığına inandırıp, Yunanistan üzerinde baskı
oluşturarak Ege Sorunlarını çözmeye çalışmalı ya da Ege Sorunlarını
AB’ye tam üye olmanın ön koşulu olmaktan çıkartmak için AB’yi ikna
etmeli; sorunların çözümünün AB’ye tam üye olma sonrasına
ertelenmesini sağlamalıdır.
ABSTRACT
Although Turkey and Greece are two neighbouring states, there
are many issues between two countries concerning Aegean Sea which
are called as Aegean Issues.
Aegean Issues include many problems related to each other.
These problems are; delimitation of continental shelf, extention of
territorial waters, air space and FIR responsibilities, island, islet and
rocks with undetermined soveregnity.
Aegean Sea, which is a semi-closed sea surrounded by Turkey and
Greece, forms the most complicated picture in the Mediterranean since
it contains many islands that most of them belong to Greece and some
of these islands are located too close to Turkish mainland.
Since 1973 Aegean Continental Shelf dispute which has
occasionally brought Turkey and Greece on the verge of a war, has not
been solved.
This dispute is beside being a legal problem, also it has got
political results that effects Turkey’s vital interests.
According to 4th paragraph of Helsinki European Council
Precidency Conclusions EU’s Council approved Turkey’s candidacy for
membership in 1999, Aegean Issues have become problems between
Turkey and EU. In case, Turkey became unsuccessful to resolve any
outstanding border dispute in conformity with the principle of peaceful
settlement of disputes in accordance with United Nations Charter,
Turkey was required to bring the dispute to the International Court of
Justice. In addition to these, it was mentioned the European Council
would review the situation relating to any outstanding disputes. Thus
the solution of Aegean Sea disputes between Turkey and Greece has
been brought a precondition for Turkey’s membership.
Dağıstanlı, Hande, Aegean Continental Shelf Dispute, Master’s Thesis, Advisor:
Prof. Dr. Serap Akipek, 211 p.
According to Helsinki Decisions the explatory contacts, its content
is concealed, have been carried on, but no results could be taken.
In these conditions, Turkey should try to solve Aegean disputes by
not giving up the ideal of becoming a full member of EU making the
international community believe its rightfulness and putting pressure
on Greece or by persuading EU to cancel the solution of problems as
being precondition thus Turkey should provide to postpone the
solution of the problems after becoming a full member of EU.