emekÇİ hareket 30 sayi

8
Egemenler “Anayasa De- ğişikliği” hamlesinde farklı kurumlarıyla bir kez daha kendini belli etti. Tamamen antidemok- ratik bir süreç işleten egemenler hem hükümet eliyle hem de yar- gı eli ile halkları ve emekçileri dı- şında bırakan bir anayasa süreci işletti. Bu sürecin tanınmaması ve boykot edilmesi halklarımızın ve emekçilerin vereceği en isa- betli karar olacaktır. Anayasa sürecinin başın- dan itibaren halkların ve emekçilerin talepleri sorulma- mıştır. Halkların demokrasi ta- lepleri, emekçilerin kriz çembe- rinde yaşadığı tonlarca zorluklar ve talepleri konusunda sürece dahil edilmesi bir kenara söz ko- nusu dahi olmamıştır. Kriz devam ediyor, koşullar gittikçe ağırlaşıyor, taşeronlaşma ve esnekleşme artıyor, işsizlik büyümeye devam ediyor bu nedenle taşerona ses çıkarılamıyor. Fakat direnişler de büyüyor, belediyeler birer birer grev kararı asıyor. Yeni Anayasa Paketi’nde memurların grev hakkına engel koyulma çabası boşuna değildir. Emekçilerin bu sürecin dışında bırakılmaları, alanlardan mahrum bırakılmaya çalışılmaları boşuna değildir. Emekçinin sözünü zayıflatmak hükümet için hayat memat meselesi. Zannediyorlar ki insanlık sessiz sedasız bu diyardan göçer gider. Göçer gider diye düşündükleriniz size bu dünyayı dar edecek. Direnişler ve grevler büyüyor, mücadele büyüyor. Tekel Direnişi devrimcileri ve emekçileri yoldaş yaptıysa eğer tüm grevler ve direnişler yoldaş olma alanlarına dönmeli. EMEKÇiLER VE HALKLAR CEVAP VERiYOR iŞSiZE iŞ BULUN Unutmayacak ve Unutturmayacak Olanlara Masal Anlatma Sayfa 2 Sayfa 3 Sayfa 6 Sayfa 2 Bu Ne Perhiz, Bu Ne Anayasa Taraflaşması İşte Kriz: İşsizlik, İntihar Emekçi Hareket Partisi diyor ki... Neo-Liberalizmin Kamudaki Tezahürü Astroloji ve Astronomi Daima Hakan Öztürk Kılıçdaroğlu çıkıp “e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gel- mesi için ortaya çıkarılmıştır, Yaşar Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan işbirliği yapmıştır” buyuruyor. Sayfa 3 Başından beri EHP’li Kadınlar olarak takipçisi olduğumuz Münevver Karabulut duruş- masında mücadele ettiğimiz kadın örgütleriyle birlikte, Bakırköy Adliyesi’ndeydik. Lenin’in gazetemizde yayınlanan “Akıntıya Karşı” isimli köşesinin üçüncü yazısı: “Güven Nedir?” Sayfa 7 Sayfa 2 Öğrencilere ne katsayılar hakkında ne sınavın konuları hakkında ne de tercihlerin nasıl yapılacağı hakkında bilgi verildi. Milyonlarca öğrenci mağdur durumda bırakıldı. Sayfa 5 İşsizlikle mücadele adı altında işçi sınıfının halen kullandığı tüm haklar hedefe konulmuş durumda. Sayfa 6 Emekten ve Halklardan Yana Demokratik Bir Anayasa EHP Genel Başkanı Sibel Uzun: Kadıköy Belediyesi İşçisi Kazandı Toplu İş Sözleşmesi Masasından Kaçan Belediye Başkanı’na İşçilerin Yanıtı Direniş Oldu. Biz devrimcilere düşen görev bu direnişleri örgütlemek, genel seçimlere hazırlanan partimizi işçi direnişleri gibi ilden ile taşımaktır. Emekçi Hareket Partisi olarak kardeş Kürt halkına dönük saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği”ni savunmaya devam edeceğiz. Halklar arasında yaratılmaya çalışılan nefreti yerle bir edeceğiz. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak nefreti patronlara ve onların düzenine karşıdır. Bu düzeni yerinden edeceğiz. EHP Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın: Halkların Kardeşliğini Savunacağız Devamı sayfa 8’ de. Devamı sayfa 3’te. Devamı sayfa 3’te. Devamı sayfa 4’te. Devamı sayfa 2’ de. UPS İşçileri Kazanacak: İzmir ve İstanbul’da Direniş Devam Ediyor. İşçi kardeşlerimizle omuz omuza mücadele büyüyor. Yıldız Yumruk Direnişte Saat 11.00’da EHP İl Örgütü’nde Buluşuyoruz Emekçi Hareket Partisi Her Cumartesi, Annelerin Yanında Galatasaray’da

Upload: emekci-hareket-partisi-ehp

Post on 25-Mar-2016

246 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Emekçi Hareket Partisi

TRANSCRIPT

Egemenler “Anayasa De-ğişikliği” hamlesinde farklı

kurumlarıyla bir kez daha kendini belli etti. Tamamen antidemok-ratik bir süreç işleten egemenler hem hükümet eliyle hem de yar-gı eli ile halkları ve emekçileri dı-şında bırakan bir anayasa süreci işletti. Bu sürecin tanınmaması ve boykot edilmesi halklarımızın ve emekçilerin vereceği en isa-betli karar olacaktır.

Anayasa sürecinin başın-dan itibaren halkların ve

emekçilerin talepleri sorulma-mıştır. Halkların demokrasi ta-lepleri, emekçilerin kriz çembe-rinde yaşadığı tonlarca zorluklar ve talepleri konusunda sürece dahil edilmesi bir kenara söz ko-nusu dahi olmamıştır.

Kriz devam ediyor, koşullar gittikçe ağırlaşıyor, taşeronlaşma ve esnekleşme artıyor, işsizlik büyümeye devam ediyor bu nedenle taşerona ses çıkarılamıyor. Fakat direnişler de büyüyor, belediyeler birer birer grev kararı asıyor.

Yeni Anayasa Paketi’nde memurların grev hakkına engel koyulma çabası boşuna değildir. Emekçilerin bu sürecin dışında bırakılmaları, alanlardan mahrum bırakılmaya çalışılmaları boşuna değildir. Emekçinin sözünü zayıflatmak hükümet için hayat memat meselesi. Zannediyorlar ki insanlık sessiz sedasız bu diyardan göçer gider. Göçer gider diye düşündükleriniz size bu dünyayı dar edecek.

Direnişler ve grevler büyüyor, mücadele büyüyor. Tekel Direnişi devrimcileri ve emekçileri yoldaş yaptıysa eğer tüm grevler ve direnişler yoldaş olma alanlarına dönmeli.

EMEKÇiLER VE HALKLAR CEVAP VERiYOR

iŞSiZE iŞ BULUN

Unutmayacak ve Unutturmayacak Olanlara Masal Anlatma

Sayfa 2Sayfa 3

Sayfa 6

Sayfa 2

Bu Ne Perhiz, Bu Ne Anayasa Taraflaşmasıİşte Kriz: İşsizlik, İntihar

E m e k ç i H a r e k e t P a r t i s i diyor ki...

Neo-Liberalizmin Kamudaki Tezahürü

Astroloji ve Astronomi

DaimaHakan Öztürk

Kılıçdaroğlu çıkıp “e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gel-mesi için ortaya çıkarılmıştır, Yaşar Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan işbirliği yapmıştır” buyuruyor.

Sayfa 3

Başından beri EHP’li Kadınlar olarak takipçisi olduğumuz Münevver Karabulut duruş-

masında mücadele ettiğimiz kadın örgütleriyle birlikte, Bakırköy Adliyesi’ndeydik.

Lenin’in gazetemizde yayınlanan “Akıntıya Karşı” isimli köşesinin üçüncü yazısı: “Güven Nedir?”

Sayfa 7

Sayfa 2

Öğrencilere ne katsayılar hakkında ne sınavın konuları

hakkında ne de tercihlerin nasıl yapılacağı hakkında bilgi verildi.

Milyonlarca öğrenci mağdur durumda bırakıldı.

Sayfa 5

İşsizlikle mücadele adı altında işçi sınıfının halen kullandığı tüm haklar hedefe konulmuş durumda.

Sayfa 6

Emekten ve Halklardan Yana Demokratik Bir Anayasa

E H P G e n e l B a ş k a n ı S i b e l U z u n :

Kadıköy Belediyesi İşçisi KazandıToplu İş Sözleşmesi Masasından Kaçan Belediye Başkanı’na İşçilerin Yanıtı Direniş Oldu.

Biz devrimcilere düşen görev bu direnişleri örgütlemek, genel seçimlere hazırlanan partimizi işçi direnişleri gibi ilden ile taşımaktır.

Emekçi Hareket Partisi olarak kardeş Kürt halkına dönük saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği”ni savunmaya devam edeceğiz. Halklar arasında yaratılmaya çalışılan nefreti yerle bir edeceğiz. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak nefreti patronlara ve onların düzenine karşıdır. Bu düzeni yerinden edeceğiz.

EHP Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın:

Halkların Kardeşliğini Savunacağız

Devamı sayfa 8’de.

Devamı sayfa 3’te.

Devamı sayfa 3’te.

Dev

amı s

ayfa

4’te

.

Devamı sayfa 2’de.

UPS İşçileri Kazanacak:İzmir ve İstanbul’da Direniş Devam Ediyor. İşçi kardeşlerimizle omuz omuza mücadele büyüyor.

Yıldız YumrukDirenişte

Saat 11.00’daEHP İl Örgütü’ndeBuluşuyoruz

Emekçi Hareket PartisiHer Cumartesi, Annelerin Yanında Galatasaray’da

AKP’nin kendisi ça-lıp kendisi oynadığı bir süreçle hazırladığı Ana-yasa değişikliği paketi bildiğiniz gibi 12 Eylül’de “halk oylamasına” yani referanduma sunuluyor. Halkın temsilcilerinin gö-rüşleri alınmadan hazır-lanan paket geleneksel sağcı kafaların demokrasi sahtekarlığıyla güya halka danışılmış yapılacak.

Bu “gibi yapanlar kum-panyasının” oyuncu kad-rosu da, ele aldıkları konu-lar da oldukça zengin.

AKP kanadının başrol oyuncusu Başbakan Er-doğan müthiş bir çıkışla ağlaya ağlaya bu anayasa değişikliğinin asıl hedefi-nin 12 Eylül darbecilerin-den hesap sormak oldu-ğunu halkımıza açıkladı ve evet oyu istedi.

“Hayır’da hayır var” diyen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise başbaka-nın bu hamlesini sahtekar bulduğunu açıkladı. Buna karşılık AKP’yi 12 Eylül

darbesinin hukuki daya-nağı olarak bilinen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesini “samimi” ola-rak kaldırmaya davet etti.

Referandumu ve Ana-yasa değişikliğini darbeci-lerle hesaplaşmak olarak gören veya görmezden gelmeyen bu iki gedikli düzen partisinin bugüne kadar yaptıkları ne yazık ki yine ağır bir ikiyüzlü-lük içerisinde olduklarını gösteriyor.

Daha şimdiden her-kesin bildiği gerçekler 12 Eylül’cülerden hem hu-kuken hem de siyaseten nasıl hasap sorulacağını bilmemezlikten geliyor-lar. AKP’liler bilindiği gibi Anayasa maddeleri oy-

lanırken 12 Eylül’cülerin yargılanmasının önünü açan zaman aşımı hük-münün kaldırılması ko-nusunda basiret göste-remediler. AKP’lilere ve Erdoğan’a sormak lazım bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Ya CHP ve Kılıçdaroğ-luna sormayacakmıyız, bu ne perhiz… Ergene-konun avukatlığından hala istifa etmemiş olan sizler Kenan Evreni ger-çekten yargılayabilir mi-siniz? 27 Nisan’da Yaşar Büyükanıt’la Erdoğan arasındaki ilşkiyi fark edemeyen sizler şimdi mi aydınız? O zaman CHP üyesi değilmiydin ey Kılıç-daroğlu?

Egemenler “Anayasa Değişikli-ği” hamlesinde farklı kurumlarıyla bir kez daha kendini belli etti. Ta-mamen antidemokratik bir süreç işleten egemenler hem hükümet eliyle hem de yargı eli ile halkları ve emekçileri dışında bırakan bir anayasa süreci işletti. Bu sürecin tanınmaması ve boykot edilmesi halklarımızın ve emekçilerin ve-receği en isabetli karar olacaktır.

Halklar ve Emekçiler Sürecin DışındadırAnayasa sürecinin başından

itibaren halkların ve emekçilerin talepleri sorulmamıştır. Halkların demokrasi talepleri, emekçilerin kriz çemberinde yaşadığı tonlarca zorluklar ve talepleri konusunda sürece dahil edilmesi bir kenara söz konusu dahi olmamıştır.

AKP Meclisin Vekillerini Tanımayan, Kürt Sorununu Çözmek İstemeyen Bir Süreç ÖrdüMecliste görevlerine devam

eden halkının oyları ile seçilmiş BDP’li vekillerle görüşülmemiş, açık bir ayrımcılık uygulanmıştır. BDP milletvekilleri “Anayasa De-ğişikliği” süreci boyunca kürt so-rununun çözümü için çok ciddi öneriler getirdi. Fakat kendi he-sabına bir süreç işleten AKP her zamanki gibi, işine gelmediği için Kürt Vekiller’i görmezden gelme siyaseti izledi. Açılım yapılacaksa

kürt sorununun meclisteki siyasi aktörü ile görüşme baştan ger-çekleşmeliydi.

Yüksek Yargı Kendini Sağlama AlıyorAKP yargı kanalında daha fazla

kadrolaşma hamlesi yapmış yük-sek yargıda bunu kabul etmemek üzere kısmi iptale gitmiştir. AKP koltuk derdinde pişkin siyasetçi, Anayasa Mahkemesi koltuk der-dinde yüksek yargı bürokratları olarak pozisyonlarının peşinde-dirler. Arada tüm toplumun hak-ları yenmektedir.

Seçim Barajı Anti DemokrasisiSeçim barajı değişiklikler-

de gündeme alınmamış, seçil-me ihtimali olabilecekler, temsil edilmesi elzem olan tüm siyasi görüşler baştan itibaren antide-mokratik bir şekilde elenmiştir. Seçim barajının kalkmasını mem-leketine yakıştıramayan baş-bakan toplumun siyaset yapma hakkının hırsızlığını yapmıştır.

Emekçilerin Hakları Elinden Alınmaya Devam Edilecekİşsizlik cenderesinde olan

emekçilerin haklarını korumala-rı, savunmaları için herhangi bir sendika, kanun gibi demokratik

uygulama devreye alınmamış, söz konusu dahi olmamıştır. Hak-lı binlerce talebi olan emekçilerin gündeme alınmaması işsizliğin, emekçilerin yaşadığı sıkıntıların, istikrarsızlığın devam edeceğini göstermektedir.

Parti Kapatmalar, Siyasi Yasaklamalar Devam EdecekKapatma davası gündeme ge-

lecek olan AKP kendi adına siyasi partilerin kapanması konusunu ele almış fakat yasaklanan Kürt Vekilleri ile ilgili en ufak bir adım atmamıştır. Siyasi engellemele-ri, AKP parti kapatmalar da dahil olmak üzere el artıracak şekilde gerçekleştirmiştir.

Ergenekoncular Hala İş BaşındaHalkların özlemi olan demok-

rasiye kavuşmak için 12 Eylül As-keri Darbesi sonucu ortaya çıkan anayasa kökten reddedilmelidir. Ergenekon kapsamında açılan davaların hiç biri egemenlerin aleyhine sonuçlanmamıştır. De-ğişiklik yapılırken darbeler dö-nemini sarsıcı hiç bir düzenleme yapılmamıştır. Bu gelişmeler dar-beler sürecinin devam ettirilmek istendiğini gösteriyor.

Tüm bu nedenlerle emekçi-lerin ve halkların baştan sürece dahil edildiği “Demokratik Bir

Anayasa” sıfırdan planlanmalı, önümüze dayatılan bu süreç red-dilmelidir. Halklarımızın kıymetli oyları kendisini dışında bırakan bu süreci boykot ederek, ders ve-recek kudrettedir.

Emekçi Hareket PartisiGenel BaşkanıSibel Uzun

2

Güven Nedir?

Yeni İskra’nın yöneticileri, “güvenin nazik bir şey olduğu, insanların kafasına ve kalbine çe-kiçle çakılamayacağı” söylüyorlar. Aleksandrov’a karşı koz kâğıdı oynamaya çalışıyorlar.

Ben, yalnızca bir grubun üyesiyken herhan-gi bir gerekçe ya da neden göstermeksizin, salt güven duymadığımı söyleyerek, örneğin X şah-siyetiyle çalışmayı reddetmeye hakkım vardı, bunu haklı gösterebilirdim. Ama şimdi bir par-tinin üyesi haline geldiğime göre, artık genel olarak güvensizlik öne sürmeye hiç bir hakkım yoktur.

Çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma isteklerine kapıyı ardına kadar açmak demek olur. “Güven”imin, ya da “güvensizliğimin” resmi gerekçelerini göstermek, yani programımı-zın, taktiklerimizin ya da tüzüğümüzün resmen ortaya konmuş bir ilkesini anmak zorundayım.

Herhangi bir gerekçe göstermeksizin “güven”imi ya da “güvensizliğimi” ifade ede-mem.

Her türlü kararımın hesabını tüm partiye ver-mem gerektiğini kabul etmeliyim.

Duyduğum “güvensizliği” ifade ederken, ya da bu güvensizlikten doğan düşünce ve istek-lerin kabul edilmesini sağlamaya çalışırken, res-men belirlenmiş usule sıkı sıkıya bağlı kalma-lıyım.

“Güven”in hesabının verilmediği grupçu gö-rüşten; kendi güvenimizi ifade etme, hesabını verme ve sınavdan geçirme işlerinde resmen belirlenmiş bir usule sıkı sıkıya sarılma gerekti-ren parti anlayışına yükseldik. Ama İskra yöneti-cileri bizi geri sürüklemeye çalışıyorlar ve kendi kuyrukçuluklarına, “örgütlenme konusunda yeni görüşler” diyorlar! [Sayfa: 241]

Aristokratik anarşizm “üst ve alt parti organ-ları ve makamları arasında herhangi bir hiye-rarşiye gerek yoktur” diye düşünür. Böyle bir hiyerarşiyi, bakanlıkların veyahut dairelerin bürokratik icadı olarak görür. Onlara göre “iş-leri bir düzene koymak” için ya da farklılıkların sınırlarını belirlemek için “resmi bürokratik” parti yöntemlerine gerek yoktur.

Parçanın bütüne bağlanmasına gerek yoktur.

Yarabbim, adi “fabrika” biçimciliğine karşı, nasıl da yüce ve soylu bir şamar bu!

Bırakalım eski grup çekişmeleri, örgütlen-menin “gerçekten sosyalist yöntemleri”ne ilişkin kendini beğenmiş tartışmalarla takdis edilsin.

Fabrika okulundan geçmiş olan işçinin, anar-şist bireyciliğe ders verebileceği ve ders vermesi gereken nokta budur. [Sayfa: 242]

Sınıf bilincine ulaşmış işçi, bu tür aydına karşı çekingen davrandığı çocukluk dönemini çoktan geride bırakmıştır. Sınıf bilincine ulaşmış işçi, sosyalist aydınlar arasında bulduğu daha zengin bilgi dağarcığını ve daha geniş bir siyasal dünya görüşünü takdirle karşılar.

Gerçek bir parti kurma yolunda yürüyoruz.Sınıf bilincine ulaşmış işçiler, işçi ordusu

askerlerinin anlayışını, anarşist sözlere geçit töreni yaptıran burjuva aydınının anlayışından ayırabilmelidir. Bir parti üyesine düşen görevleri, yalnızca sıradan üyelerin değil, ama aynı zaman-da “tepedeki kişiler”in de yerine getirmesinde ısrar etmeyi öğrenmelidir.

Geçmiş günlerde nasıl taktik sorunlarında-ki kuyrukçuluğu tiksintiyle karşılamışsa, örgüt sorunlarındaki kuyrukçuluğu da aynı tiksintiyle karşılamayı öğrenmelidir! [Sayfa: 243]

İktidar savaşımında, işçi sınıfının, örgütten başka bir silahı yoktur.

Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin ege-menliğinden ötürü birbirinden ayrı düşmüştür işçi sınıfı.

Sermaye köleliğiyle yerine bağlanmış; azami yoksulluğun, vahşetin ve bozulmuşluğun “derin çukurları”na sürekli itilmiş olan işçi sınıfı, ancak marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarak bir-leşip ilerleyebilir.

Bunu milyonlarca emekçiyi bir işçi ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pe-kiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir.

Bütün zikzaklara ve geriye doğru atılan adımlara, bugünkü sosyalizmin jirondenleri-nin oportünist lafazanlığına, gerileyen grupçu-luk ruhunun kendi yüksekliğine kendini inan-dırmasına ve aydın anarşizminin gösteriş ve gürültüsüne karşın, işçi ordusu, gittikçe sağlam biçimde saflarını sıklaştıracaktır.

[Sayfa: 267]

Viladimir İliç Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1989

Akıntıya KarsıVladimir Iliç Lenin

.

Emekten ve Halklardan Yana Demokratik Bir Anayasa

Bu Ne Perhiz, Bu Ne Anayasa Taraflaşması

Sen Tayyip Erdoğan... De-mokrasicilik oyunu oynadı-ğınız sekiz yıllık iktidarınız boyunca ki “demokratik” atılım ve açılımlara gel

birlikte bakalım. Ne olmuş bu zaman zarfında yeniden ha-

tırlayalım.2000-2009 yılları arasın-

da cezaevlerinde katledilmiş insan sayısı 309. Adalet bakanına sor bakalım doğru mu?

Yine o “şanlı” AKP iktidarı döneminde çı-karılan polis vazife ve salahiyetleri kanunu çıktıktan sonra 20’si karakolda 83 kişi o bo-yunları it kolyeli ağzı salyalı faşist polislerin tarafından katledildi. Bunu biliyor muydun?

Yine ayni itlerin, demokratik alandaki bir-çok demokratik kurum ve kişilere yönelik baş-lattıkları komplo ve demagojilerle birçok kişiyi

tutuklayıp cezaevlerine attı. Yine ayni itlerin tarafından Kürt halkının seçilmiş ve demokra-tik alandaki temsilcilerine yönelik demagojik “terör” kampanyalarıyla başlattığın insan avı sonucu 1500’ün üzerinde DTP’liyi tutukladınız ve cezaevlerine attınız.

Bunu unutmuş olamazsınız çünkü sizin-le aynı çatı altında olan Kürt halkının vekilleri bunu size her oturumda hatırlatıyor değil mi?

Yine Tayyip Erdoğan... Polise taş atan Kürt çocuklarının kaç tanesinin “terör” örgütü üye-si olarak tutuklandığını biliyor musun?

Sen Tayyip Erdoğan... 2002-2010 yılları arasında senin iktidarında 52 cezaevi yaptır-mış olman seni çok “demokrat” yapıyor. Top-lam 524 olan cezaevi sayısına 86 tane daha katmak istiyor olman tartışmasız “demokrat-lığını” tescillemiş oluyor.

Sen Tayyip Erdoğan... Bu ülkede 12 Eylül’ün gadrine uğramışların adına sakın ola konuş-ma. 12 Eylül ve sonrasının tüm “nimetlerin-den” yararlanmış olan, devrimcilerin, demok-rat ve aydınların; bu halkın adına konuşma. Onların değerlerini ve kıymetlilerinin adını ağ-zına alma.

Peki, bu faşist yasalarınızın sonucu ülke-lerinden uzakta politik sürgünlerin sayısını biliyor musun? Onlar elma çaldıkları için ülke-lerinden gitmediler Tayyip Erdoğan.

Senin “demokratlığın” bu, bize demagoji yapma bukalemun Tayyip. 12 Eylül’de bu hal-kın varlığını hissedeceksin.

Emekçi Hareket PartisiSiyasi Büro Üyesi

Veysel Aktaş

Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun’dan Anayasa Referandumu Açıklaması

Unutmayacak ve Unutturmayacak Olanlara Masal Anlatma

EHP, Cumartesi Anneleri eylemine tüm yöneticileri,

üyeleri ve parti dostları ile her hafta katılarak darbecilerden

hesap sormaya devam ediyor.

12 Eylül Darbecilerinden Hesap Sormak İçin;

Darbecilerin yargılanmasının önünde engel teşkil eden geçici 15. maddeden başlayarak yargılamayı engelleyen anayasadaki tüm yasal düzenlemeler kaldırılmalıdır.

İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı düzenle-mesi ortadan kaldırılmalıdır.

Tüm darbeciler halkın oylarıyla seçilmiş bağımsız mah-kemeler tarafından yargılanmalı, hak ettikleri şekilde ce-zalandırılmalıdır.

TSK İç Hizmetler Kanunu’nun darbelere gerekçe olarak gösterilen 35. maddesi ve buna benzer maddeler tama-men ortadan kaldırılmalıdır.

12 Eylül anayasası baştan aşağıya değiştirilmelidir. Toplu-mun tüm ezilen kesimlerinin talepleri doğrultusunda demok-ratik bir anayasa oluşturulmalıdır ki bu 12 Eylül darbecilerinden hesap sormanın en önemli koşullarından biridir.

12 Eylül anayasası ile üniversiteleri baskı altına almak ve bilimsel demokratik eğitimin önünü kapatmak için ku-rulan YÖK lağvedilmelidir.

12 Eylül Askeri mahkemelerinde yargılanarak haksız ve hukuksuz bir biçimde çeşitli cezalara çarptırılmış, idam sehpalarına yollanmış olan, emek ve demokrasi mücade-lesi veren insanların halkımızın gözünde zaten meşru olan itibarları derhal geri verilmelidir.

Darbeciler tarafından kapatılan sendikalar ve diğer hak arama örgütlerinin el konulan malları iade edilmeli, bu ku-rumların aynı şekilde itibarları iade edilmelidir.

Darbenin ve darbe anayasasının bir sonucu olarak ül-keyi terk etmek zorunda bırakılıp sürgünde olan devrim-cilerin ülkelerine dönüşünü sağlayan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Emre Öztürk

www.ehp.org.tr Yıldız Yumruk 41 İlde Partimiz Genel Seçimlerde bölümünden il ve ilçe örgütlerimiz ile ilgili haberleri öğrenebilirsiniz. Marksizm Okumaları’nı canlı olarak sitemizden takip edebilirsiniz. Mail listemize sitemizden kayıt olabilirsiniz.

3

İşte Kriz: İşsizlik, İntihar2008 krizinin etkilerini

hala derinden hissettiği-miz bu günlerde işsizlik bir yandan artmaya de-vam ederken; öte yandan da işsizliğe paralel olan alım gücü de düşmeye devam ediyor. Son açık-lanan yoksulluk sınırının 2.676,42 TL ve açlık sı-nırının 821,66 TL olduğu bir ülkede milyonlarca emekçi bu sınırın altın-da yaşıyor. Giderek artan işsizliğin sonuçlarından biri olan intiharlar ise normalleştirilmeye çalı-şılıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in en son mart ayında açıkladığı verilere göre kentlerde genç işsiz oranı %28,7. Bu resmi kayıtlara ise üniversite öğrencileri da-hil edilmiyor. Aynı şekil-de işsiz mahalle gençliği de istatistiklerin dışında tutuluyor. Ev hanımla-rı gibi ya da uzun süre iş arayıp bulamadıkları için İş-Kur’a başvurmaktan vazgeçen ümitsiz işsizler gibi pek çok kesim resmi kayıtlarda işsiz olarak de-ğerlendirilmiyor. DİSK’in açıkladığı son raporda ise kayıt dışı 10 milyon işsiz insanın var olduğu ger-çeği karşımıza çıkıyor. Bu değerlendirme ışığında şsizliğin reel oranı %30’a varmış durumda.

Yüz Ülkeden Tarım Ürünü İthal EdiliyorAnkara Ticaret

Odası’nın hazırladığı “Tarım İthalatı” raporu-na göre Yunanistan’ın yüzölçümünün yakla-şık iki katı büyüklüğün-de tarım alanına sahip olan Türkiye’nin, Yuna-nistan ve ABD’den pa-muk, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mı-sır, Sri Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak, Panama’dan muz, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek vb gibi 100’ü aşkın ülkeden ithalat yapıldığına dikkat çekiliyor. Verimli tarım alanlarının yoğunluğu-na karşın tarım alanla-rını kullanma açısından sınırlandırılan Türkiye’de kriz koşulları da ekono-mi politikalarını değiş-tirmeye yetmedi. Sahip olunan alanlar yeterince

değerlendirilmiyor ve it-halat yapılmaya devam ediliyor. Bu koşullar al-tında da çiftçiler yüksek kredilerden borç almak durumunda bırakılıyorlar. 24,5 milyon hektar bü-yüklüğünde tarım alanına sahip ülkenin 4,2 milyon-luk kısmı ise her yıl nada-sa bırakılıyor.

Başbakan Krize Karşı NetGeçtiğimiz sene pat-

lak veren küresel krizin ardından açıklama yapan Başbakan Erdoğan; kü-resel krizin Türkiye’yi et-kilemeyeceğine ve krizin “teğet” geçtiğine vurgu yapıyordu. Küresel kriz, teğet geçmek bir yana, insanların hayatlarını de-rinden etkilemeye devam ediyor. Başbakan krizin etkisini en az şekilde his-settirmek için arayışlarda bulunduğunu dile getire-rek; “Benim iddiam şu; biz bu krizi en az zararla atlatan ülke olacağız. Bi-zim için bu yıl evvel Allah işin sonudur. Ve biz bu yıl sonuna doğru da bunun parıltılarını göreceğiz. İd-diamı devam ettiriyorum, arkasındayım ve ’teğet geçecek’ diyorum. Aynı... Teğet geçmesi demek; bize zarar vermeyecek anlamında değil, sürtü-nüp geçecek. Ama sür-tünürken tabii bize de bir

hasar verecek. Onun için moralleri yüksek tutacağız. Kriz orta-mından çok kriz son-rasına yoğunlaşmanın, hem sektörlerimiz hem de ülkemiz için çok daha yararlı sonuçlar doğura-cağını da görebiliyoruz.” dedi. Krizin olduğunu ka-bullenmek zorunda kalan Erdoğan bu konuda çalış-malar yapacağını sadece dile getirebilerek yasak savıyor. Emekçilerin ta-şeronlaştırılması, güven-cesizliğin dayatılmasıyla yaratılan ekonomi sürdü-rülebilir olmamakla birlik-te işsizlikle burun buruna yaşayan emekçilerin sır-tından daha çok rant elde etmeyi kontrolsüz hale getiriyor.

Dünya Bankası Başkanı da Kara Kara DüşünüyorDünya Bankası Başka-

nı Robert Zoellick, 2008-2009 yıllarında ekonomik kriz yüzünden 10’u Latin Amerika’da olmak üzere 60 milyon insanın yoksul-luğa itildiğini açıkladı. 60 milyon yoksul insanın en az 5,8’inin de Meksika’da yaşadığını belirten Mek-sika Maliye Bakanı Er-nesto Cordero yoksulları tanımlarken günde 2,85 dolardan daha az paray-la yaşayan insanları ifade ettiğini açıkladı.

DaimaHakan Öztürk

Kılıçdaroğlu çıkıp “e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gelmesi için ortaya çıkarılmıştır, Yaşar

Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan işbirliği yapmıştır” buyuruyor.

İnsanların bu tarzına bayılıyorum. Ne rahatlık. Sanki bir bardak su içer gibi. Sanki tatile çıkar gibi.

Yahu bu uyuyor mu? Uymazsa uymasın.

Mantıklı mı? Değilse değil. Ben zaten sıkıldım…

Ülkemizde birçok şeyin imkânı yok, kaynaklar sınırlı ama hakikaten rezil olma imkânı da yok.

Tutarsız olma imkânı yok. Çünkü rezil ve tutarsız insan sayısı o kadar fazla ki, rezilliği ve tutarsızlığı açığa çıkarmakta çok büyük meşakkat yaşıyorsunuz.

Bir hükümet kendisine muhtıra verdirtir mi yahu?

İnsan dişine dolgu yaptırırken bile tereddüt ediyor. Tedirgin oluyor. Nasıl olacak, nasıl bir şaşmaz sosyolojik-siyasal uzmanlıkla hareket edeceksiniz de, kendiniz için muhtıra verdirteceksiniz? Kendisine muhtıra verilmesi gibi bir operasyondan çok çok karlı çıkılacağına kim emin olabilir? Bunu size hangi sosyoloji profesörü danışmanınız garanti edebilir?

Eğer sosyolojik olarak bu ve benzeri “ağır ameli-yatların” sonuçları bu kadar belliyse, o zaman AKP’ye hiç sempati duymayan ordumuz bu büyük iyiliği ne-den yapıyor Tayyip Bey’e? “Sosyolojik akrobasi”den herkes anlıyor da bir bizim ordumuz mu anlamıyor?

Haa o mu? Ona da cevap var. Yaşar Büyükanıt’a zırhlı araba verilecekti, o nedenle.

Sosyal demokrasinin beğenilen yeni liderinin olayları ele almadaki derecesine buyurunuz.

Kemal Bey, hiç zırhlı araba verilmesiyle izah edilir mi bunlar? Kendisinden hiç hazzetmem ama çocuk mu yahu bu genelkurmay başkanı? Bir “zırhlı araba-ya” iş bitirilir mi?

Yani var ya Kemal Bey, genelkurmay başkanımız Yahudi’dir deseniz daha iyiydi.

Vallahi insan büyük bir “orducu sosyalist” olan Yalçın Küçük’ü arıyor. O hiç değilse isimlerin kö-kenleri ile ilgili açıklamalar yapıyordu, bağlantılar buluyordu.

Şimdi ne diye eleştireceğiz Kemal Bey’i? Diyece-ğiz ki: “Yahu senin bu usulün komple teorisi gibidir.” Maalesef bunun hiçbir etkisi olmaz. Komplo teori-leri usulünü benimsemiş insanlar bu tenkitten asla etkilenmez. “Şimdi buna komplo teorisi diyeceksin ama…” diyerek derhal bu belayı savuşturarak devam eder.

Buradan şunlar anlaşılamaz:

Bir. “Komplo teorisi aslında kötü değildir, bilime-fenne ters düşmez.” mi denmektedir?

İki. “Evet, komplo teorisi bilime-fenne ters düşer ama bu komple teorisi değildir.” mi denmektedir?

Üç. “Benim bilimle-fenle bir alakam olmaz. Gerekirse saygı duyarım. Çizgi roman tadında şeyleri seviyorum. Çizgi romanlarda geçen türde açıklama-ları anlayabilirim ve onlara ikna olurum. Her türlü müziği dinlerim.” mi denmektedir?

Komplo teorisi usulünü kullanan insanların ceva-bını bir türlü öğrenemezsiniz.

“Komplo teorisi yapıyorsun” diye güya bir suçla-ma yönelttiğinizde, hiçbir sonuç alamazsınız. Çünkü insan psikolojisinin kemiği yok. Bu sefer de, bir tür “teori” yaptığını düşünüp bu polemikten memnun kalır.

O kadar küçük düşünürler ki onları küçük düşü-remezsiniz.

Kifayetsiz insanlar için, komplo teorisi yapabil-miş olmak da bir teoridir. Teori olsun da nasıl olursa olsun. Teori diye iddia edilebilecek sofistike kurgu ihtimalinden o kadar uzaktırlar ki, teori yaptın diye söylenebilecek her türlü eleştiriye açıktırlar.

Komplo teorisi yaptın diye söylenebilecek her laf, komplo teorisi usulüne sahip kişiyi, sanki “komple teori yaptın” denmiş gibi teşvik eder.

Komplo teorisi diye bahsedilen şeyin, evrim teorisi, artı değer teorisi gibi bilimsel mülahazalarla elbette ki hiçbir ilgi-alakası yoktur.

Sonuna “teori” kelimesi getirilen tamlamaların, bilimle ilişkisi vardır diye düşünülmez.

Sonuna “loji” eki gelmiş her kelime de bilimle ilişkili olmaz.

Para-psikoloji ile psikolojinin hiçbir alakası yok-tur.

Astroloji ile astronomi karşılaştırılamaz. Birinin varlığı ötekisini yok eder.

Hem yaradılış teorisi hem de evrim teorisi olmaz.

“Neden, yaradılış teorisi de bir teori olamaz mı?” diye bir geniş düşüncelilik, bir olumsallık mümkün değildir.

İkisi ortak dergi çıkaramazlar. Yaradılış teorisinin tek kelimesi dahi bir biyoloji dergisinde yer alamaz.

Evrim teorisi, yaradılış teorisine dayatır.

Onu her yerden kovar.

Onla eşitlenmez.

UPS İşçileri KazanacakUPS işçileri TÜMTİS’e üye

oldukları ve sendikalaştıkları için işten çıkarılmış, bu ne-denle işten atıldıkları günden beri UPS Mahmutbey Aktar-ma Merkezi ve UPS Kargo İz-mir Genel Müdürlüğü önünde “UPS’de İşçi Kıyımına, Sendi-

ka Düşmanlığına Son!” yazılı pankartla direnişe başlamış-lardı. Yaklaşık 3 aydır direnişe devam eden işçiler, kazanana kadar direnmekte kararlılar. Her gün sabah saatlerinden iş çıkışına kadar bekleyişlerini sürdüren UPS işçileri yaptık-

ları eylemlerle de direnişlerini kamuoyuna duyurmayı amaç-lıyorlar.

İzmir’de her Çarşamba saat 8.30-9.30 saatleri ara-sında yürüyüş düzenleyen UPS işçileri, işten atılan 15 işçi geri alınana kadar da direnişlerine devam edecek. İstanbul’da da her gün vardiya değişiminde aktarma merkezi önüne yü-rüyerek direnişlerine devam ediyorlar.

Direnişlerinin 100. gününde seslerini daha fazla duyurabil-mek amacıyla, 31 Temmuz Cumartesi günü İstanbul’da ve İzmir’de şehir merkezlerin-de yürüyüş düzenleyecekler. Emekçi Hareket Partisi olarak biz de her gün olduğu gibi, cumartesi yapılacak eylemde de UPS işçileriyle omuz omu-za direnişi büyütmeye devam edeceğiz.

Yıldız Yumruk Direnişte

İşçi KardeşlerimizleOmuz Omuza

2009 yılında başlattığımız işsizliğe karşı mücadeleyi büyüten, Türkiye halklarına

umut olan partimiz, gerek İş-Kur önlerinde, gerek faizci tefeci bankalar önlerinde, gerek

harç zamlarına karşı yürüttüğü mücadeleyle, RENTA, TEKEL, TARİŞ işçi direnişlerini örgüt-leyerek devrimci mücadeleyi yükseltmeyi

başarmıştır. 41 ilde örgütlenmeyi önüne hedef koyan partimiz bu yıl da İşsize İş Bulun ya da Defolun şiarıyla hal-kın umutlarıyla oynayanlardan hesap sormak, sö-zümüzü yüzlerine bir tokat gibi indirmek için AKP il binaları önünde eylemler planlamaktadır.Kendi sonunu hazırlayan kapitalistler, işsizliğe, iş-ten atılmalara, üniversite mezunlarına bir çözüm bulamamaktadır. AKP hükümeti, yeni-liberal poli-tikalarıyla yeni hamleler denemekte fakat her de-fasında çuvallamaktadır. İşsizliğe çözüm ararmış gibi yaparken çığ gibi büyüyen felaketin farkında bile değildir. İşçi direnişleri Türkiye’yi il il sarmak-tadır. Biz devrimcilere düşen görev bu direnişleri örgüt-lemek, genel seçimlere hazırlanan partimizi işçi direnişleri gibi ilden ile taşımaktır. Halkın ekme-ğine göz koyanların karşısında devrimci mücade-lemizi yükseltmek, Marks’ın, Lenin’in, Mahir’in te-orilerinde haklı olduğunu bir kez daha göstermek için emekçileri, işsizleri, tüm ezilenleri kapsayan en geniş çalışmayı örmektir.Halkımıza çözüm yolunu göstermek için il merkez-lerinde, ilçelerde, emekçi mahallelerinde Emekçi Hareket gazetemizin okunmasını sağlamalıyız.Kapitalizmin bu ülkedeki aktörlerinden hesap sor-mak için, işsizlere, emekçilere ve toplumun ezilen bütün kesimlerine umut olmak için tüm sokaklara zihinlerde yer edinmek için Yıldız Yumruk’umuzu ve “İşsize İş Bulun ya da Defolun” sloganımızı ka-zımalıyız.Son olarak Lenin’in dediği gibi, “Daha az tumturaklı sözler ve daha çok günlük iş” işte bu sayede genel olarak, liberalizm ve özel olarak pasifizm yenilebilir.

Emekçi Hareket Partisi Örgütlenme Sorumlusu

Gökhan Asan

Gürkan Köse

Astrololoji ve Astronomi

TEKEL işçilerinin 78 gün süren mü-cadelesine, öz be öz sendikaları olan

TÜRK-İŞ’in en üst yöneticileri tarafından son verilmesinin ardından, sendikaların

işçi direnişlerindeki rolü epey eleştiri ve tartışma konusu olmuştu. İzmir UPS işçilerinin direnişin-de ise işçilerin üye olduğu TÜM TİS tüm yöneti-cileriyle birlikte işçileri bir an yalnız bırakmıyor. Eylemlerin ve direnişin birebir örgütleyicisi olan sendikacılar, bir yandan da işçileri sendikal ola-rak da ilerletmek için çalışıyor. Devrimci müca-dele ile sendikal hak arama mücadelesinin iç içe olduğu bu direnişte TÜM TİS’in bu olumlu çaba-larının kaynağı, devrimcilere kapılarını sonuna kadar açmasında yatıyor olsa gerek.

Direnen işçilerin mücadelelerinde asla yalnız olmadıklarını RENTA, TEKEL, TARİŞ gibi direniş-lerde de gösteren Emekçi Hareket Partisi olarak; İzmir’de direnişte olan UPS işçisi kardeşlerimiz-le de kaderimizin bir olduğunu, gerek Çarşamba eylemlerinde, gerekse direniş alanında göster-meye devam edeceğiz. Biliyoruz ki, bu mücade-le örgütlü güçle kazanılacak. Bu nedenle, tüm halkımızı işçi kardeşlerimizin yanında partimizle birlikte saf tutmaya çağırıyoruz.

Emekçi Hareket Partisiİzmir il Başkanı

Sanem Deniz Kural

www.ehp.org.trİşçilerden, gençlerden, LGBTT’lerden, kadınlardan yazılar köşemizi sitemizden okuyabilirsiniz.

Sitemizden yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz.

30 yıl süren savaşın (düşük yo-ğunluklu) ardından ülkenin reis-i cumhuru güzel şeyler olacak diye sürece başlanmıştı. Kürt açılımı diye başlayan süreçte ‘Kürt’ ke-limesinin ‘bölücülüğü’ çağrıştı-rıyor olmasından kaynaklı süreç fazla demokratik bulunmasından kaynaklı en son milli birlik ve be-raberlik süreci adını almıştı. Kürt kelimesini kullanmadan nasıl bir açılım yapılacağı da kamuoyunda merak uyandırmıştı. Süreç baş-lamış gelişmeler birbirini takip etmekteydi.

TRT ŞEŞ’e ereAzadiya Welat’a hayırHabur’dan gelen PKK’lilerin

sınırdan geçiş yapmasıyla bir-likte dava açılmayacak sözüne rağmen davalar birbirini izledi ve gelenler çoktan Habur’a ve Mahmur’a dönmüşlerdi. Cezaev-lerinde Kürtçe üzerindeki yaptı-rımlar azaltılırken yaklaşık 1500 belediye başkanı ve BDP’li yöneti-ciler cezaevine Kürtçe’yi serbest konuşmaları için yollanıyordu. Bir yandan TRT Şeş açılırken bir yan-dan Azadiya Welat’ın Genel Yayın Yönetmeni Vedat Kurşun’a 166. kez hapis cezası veriliyordu. DTP kapatılıyor Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a yasak konuluyordu.

Hükümetin başı ise Kürt hal-kının temsilcileriyle görüşmesi dışında bir tek Düdek, Ortaçgil orkestrasıyla görüşmediği kalı-yordu. Hükümetin bu tavrı kar-şısında Öcalan 31 Mayıs’a kadar muhatap alınmaması karşısında süreci KCK’ye devredeceğini söy-lüyordu. 31 Mayıs’a kadar adım atılmamasıyla birlikte savaş (dü-

şük yoğunluklu) kaldığı yerden devam ediyordu. Asker ve gerilla cenazelerin gelmesiyle birlikte tam olarak neyi amaçladığı anla-şılamayan açılım ters yönde sü-rat almaya başladı.

Alacak verecek davasıBunun en bariz örnekleri ise

Bursa’da ve Hatay’da yaşanan-lar. İletişim araçlarının gözünden yaşananlara bakmakta yarar var. İletişim araçları, yarı güneyli tam doğulu vatandaşlar ile kuzey gü-ney ama ama en çok da batılı olan vatandaşlar arasında alacak vere-cek yüzünden başlayan tartışma-ların yanlış anlamalar sonucun-da etnik bir kavgaya dönüştüğü fikrindeydi. Kırca ve Dündargiller

Kürt kelimesini kullanmak için yer yön kavramına yeni bir boyut kazandırdılar. Ama olayın gerçek yüzü İnegöl ve Dörtyol’da yaşayan insanlara tek tek mesaj atıldığı ve saldırıların son derece organize olduğu iki gün sonra ortaya çıktı. Hükümetin en başından itibaren Kürt halkının temsilcileriyle gö-rüşmemesi, seçim barajına do-kunmaması ve en önemlisi Kürt kelimesini kullanmaktan ve kul-landırmaktan itinayla kaçması sürecin tersi yönde ilerleyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Çünkü onlar ne yarım güneyli ne tam do-ğulu olarak kendilerine tariflendi-riyorlar. Onlar Kürt ve bunu böyle anlamayanlara karşı mücadeleleri daha çok süreceğe benziyor.

4

12 Eylül 2010’da yapılacak olan yeni anayasa’nın kabulüne ilişkin referandum tartışmala-rı süreken bir yandan da Balyoz Darbe Planı ile ilgili dava süreci yeni bir boyut kazandı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 102 subay hakkında verdiği tutuklama kararı değişik siyasi çevrelerce farklı yorumlanıyor. CHP Ergene-kon Davası’nın en başından beri üstlendiği “Ergenekon’un avu-katlığı” misyonunu Balyoz Darbe Planını hazırladığı gerekçesiyle haklarında tutuklama kararı çıka-rılan içlerinde Ergenekon Davası-nın açılmasına neden olan darbe günlüklerinin sahibi Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Çetin Doğan’ın da olduğu 102 subayın tutuk-lama kararlarına itiraz ederek devam ettiriyor. AKP ise olan bi-tenden oldukça memnun bir gö-rüntü veriyor. Çünkü referandum öncesinde darbecilerden hesap sorulmasını sağladığı iddasıy-la elini güçlendirmiş bulunuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Eylül’de idam edilenlerin son mektuplarından okuduğu pasaj-larda döktüğü gözyaşlarıyla halkı samimiyetine inadırmaya çalışı-yor ama parkta oyun oynarken öl-dürülen çocuklar için en ufak bir tepki göstermeyince samimiyeti ciddi bir biçimde sorgulanıyor.

Demokrasi bekçiliğini üstle-nen AKP’nin bekçiliği kendi ma-hallesinden öteye gidemiyor. Çünkü BDP’nin ve toplumun bü-

yük bir kesiminin Kürt sorununun çözümü için yaptığı çağrılara ku-lak vermek bir yana çözümsüz-lüğü dayatmaya devam ediyor. Öyle ki yeni anayasa paketinde bu konuyla ilgili en küçük bir madde önerisi bile yok. Bununla birlik-te Genelkurmay Başkanlığı çıkan tutuklama kararlarının hemen ardından subaylarının tutuklan-maması için iki gündür yoğun bir çabayla gece gündüz demeden çalışmalarına devam ediyor. Öyle ki kararın iptali için yazılan dilek-çeler bizzat Genelkurmay Baş-kanlığı tarafından hazırlanmış bulunuyor.

AKP yaklaşan referandumla birlikte her fırsatta 12 Eylül dar-besi ile hesaplaşmak isteyenlerin anayasa değişikliği paketine evet demesi gerektiğinin altını ısrarla çiziyor. Ancak darbecilerin yargı-lanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırıldırıldığı yeni anayasa paketi kabul edilse dahi 1980 darbesini gerçeleştirenler yargılanamayacak. Çünkü üze-rinden geçen 30 yıl sonunda dava açılsa bile zaman aşımından kaynaklı dava düşecek. Bu mad-de tartışılırken BDP’nin insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı uygulamasını kaldıran bir düzenleme yapılması önerisinin itibar görmemesi ise gerçekten darbecilerle hesaplaşmak isteni-yor mu toplumun büyük bir bölü-münü düşündürüyor.

Son süreçte CHP’nin aske-

ri darbeye dayanak oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilen TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. Maddesinin değiştirilmesine yönelik yaptığı çağrıyı ise AKP hükümeti olum-lu karşıladığını ifade etti. CHP bu öneriyle Türkiye’nin demokratik-

leşmesi yolunda AKP’nin samimi-yetini sorgulatarak AKP’yi köşeye sıkıştırmanın planlarını yapıyor. Ancak CHP’nin nasıl bir değişiklik önerdiğini ise kimse merak etmi-yor olacak ki bunula ilgili yeterli bir tartışma yürüyor değil.

Gerçekten demokratikleşme yolunda adım atılmak isteniyorsa bu maddenin kaldırılması gerek-tiği konusunda ise bir çok görüş var ki güç dengelerini belirleyen-ler buna da kulak asıyor değiller.

Görünen o ki önümüzdeki sü-

reç demokratikleşme açısından eskisinden farklı bir süreç olacak gibi değil. Bununla birlikte yaşa-nan tartışmalar siyasetin yeni tartışmalara gebe olduğunun açık bir göstergesi.

“Doğu Kökenli Vatandaşlar”

Asıl Balyozu Emekçiler İndirecek Halil Altunpolat

Saldırı haberleri ardı ardına gelmektedir. Tüm bu orga-

nize saldırıları engellemeyerek güvenliği sağlamayan AKP baş

sorumludur. Bu saldırıların hesabını da ve-

recektir. Anayasa paketinin oylanacağı referandum sürecini bahane eden AKP gözümüzün içine baka baka yalan söy-lemektedir.Dinamitin fitilini ateşleyen AKP’dir.Anayasa tartışmalarından Kürt halkının vekillerini boykot eden AKP’dir.Bin beşyüzün üzerinde BDP’liyi tutuk-layan AKP’dir.Ülkeye gelen Barış Grupları’na karşı saldırı başlatan AKP’dir.AKP’nin gerçekleştirdiği tüm bu saldı-rılar linç girişimlerine yol göstermiştir. Bu mesajı alarak harekete geçen faşist güruh ise rolünü “lâyıkıyla” oynamak-tadır. Bu saldırıları gerçekleştirilenler “vatanını sevenlerdir” denilerek cesa-retlendirilmektedir.Emekçi Hareket Partisi olarak kardeş Kürt halkına dönük saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği”ni savunmaya de-vam edeceğiz. Halklar arasında yaratıl-maya çalışılan nefreti yerle bir edece-ğiz. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak nefreti patronlara ve onların düzenine karşıdır. Bu düzeni yerinden edeceğiz.

Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri

Gün Çağ Aydın

Hatay Dörtyol’da yaşayan Kürtler’in işyerlerinin ve arabalarının yağmalanma-sını engellemeyen valilik, sağduyu çağrısı yapmak için Hatay’a giden BDP heyetini kent girişinde engellemekten geri durmadı.

Hasan Cengiz

Halkların KardeşliğiniSavunacağız

5

Futbola Değil Siyasete Merak Duy

KızılırmakGülsüm Kav

Dün, Başbakan Erdoğan uçaktan iner inmez Fenerbahçe maçının sonucunu sormuş.

Bugün sabah, Hatay valisi, dört gündür Kürt halkının linç tedirginliğinde yaşadığı, parti bina-larının yakıldığı Dörtyol İlçesi’ne gitmek isteyen BDP heyetinin şehre girişini yasaklamış.

İki durum arasındaki bağlantıyı bulunuz.

Bu başbakan nerede yaşıyor? Uçakla hangi Türkiye’ye iniyor?

Türkiye’de yüzyıllardır yaşamakta olan, di-lini konuşan, her halk gibi kendine ait bir kültü-rü olan ve dahi sadece Türkiye sınırlarında değil Ortadoğu’da var olan bir halkın; tıpkı Filistin halkı gibi, tıpkı Lübnan halkı, tıpkı Türk halkı, tıpkı İngiliz halkı, Fransız halkı, Amerikan halkı gibi halklardan bir halk olan Kürt halkının olmadığını iddia etme-nin , düzenin bu mantık dışı “Kürt halkı yoktur” an-layışının, sonunda en mantık dışı sonuçlarını ya-şamaya başladığımız Türkiye’ye iniyor başbakan. O derece mantıksız ki, AKP’nin temsilcisi olduğu, G-20 ile bütünleşmiş sermaye sınıfı için de “isten-meyen sonuçlar” yaratacak bir Türkiye’ye iniyor.

“Açılım”ı kapatmak, halkın burnunu kırmak istediler önce: son dönemde Samsun’da Ahmet Türk nezdinde Kürt halkına yönelik yumruk ile başladı, seri halde devam ediyor Aydın, Muğla, İnegöl, Hatay, Erzurum’da linç politikaları. Arkası-na aldığı kapı gibi bir tarih, kapı gibi bir cumhuri-yet var: “Türkiye Türklerindir” cumhuriyeti. Ve bu cumhuriyetin tarihinde, kaç ayrı kentte , kaç ayrı derin iz bırakan katliam var. Saymakla bitmez linç-ler, özel ordular, özel savaşlar, katliamlar, kayıplar ve acılar var.

Bizim saymamıza gerek yok, şimdi bir etnik iç savaş tehlikesi sinyalleri en son Hatay’da kendini gösterince, AKP ve bütün düzen partileri sözcüleri sayıyorlar Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı.

Ne kadar biliyorlarmış, ne kadar farkındalar-mış, hatta ne kadar tahmin ediyorlarmış bu re-ferandum günlerinde böyle “amigolar”ın yaptığı “istenmeyen olaylar” olabileceğini. İçişleri Bakanı Atalay , yani konumuzun yetkili ve sorumlu baka-nı, yüzyılın yapısal demokrasi sorununa dayanan Kürt halkına yönelik sonu gelmeyen sistematik ve örgütlü saldırıları “amigolar” yapıyor diye resmi açıklama yaptı. En yetkili ve sorumlu kişi; ülkenin başbakanı Erdoğan ise uçaktan iner inmez maç sonuçlarını soruyor. Ne kadar uyumlular değil mi? Bu iki durum arasındaki benzerlik hemen buluna-biliyor.

Başbakanı olduğu ülke adeta yanıcı bir mad-de ile kaplanmış ve bizim başbakan hiç böyle bir konu yokmuş gibi yapıyor, futbolla ilgileniyor. Ne kadar futbola meraklılarmış, bu ne futbolmuş, ne-lere kadirmiş.

Madem bu kadar futbola meraklılarmış, se-nelerdir tribünlerde kışkırtılan ırkçı milliyetçiliği de görmüşlerdir. Bu “Türkiye Türklerindir” cum-huriyetinin, “bölünmez bir bütün” olarak işleyen, amigolardan oluşan özel harp tekniklerinin bu kadar farkındalar ise niye serbest bırakıyorlar bu amigoları?

AKP bu kadar futbola meraklı, siyasete merak-sız ise gitsin kulüp başkanlığı yapsın. Kürt sorunu-nun çözümü konusunda siyaseti de, Kürt halkının temsilcilerine bıraksın. Gerçek bir çözüm için ce-saret ve kararlıkta olanların, sorunu yüzyıllardır bedeninde yaşayanların, sırtında yumurta küfesi olanların, yani Kürt hareketinin önüne valilik ya-sakları, çevik kuvvet orduları, özel ordular dikmek yerine, bir düşünsün AKP siyaseten ne yapıyor? Düşünüp kendi yapamayacaklarını fark etsin de, yapabilecek olan öznelere bıraksın.

Yaklaşık altı sene önce dönemin Milli Eğitim Baka-nı Hüseyin Çelik tarafından LGS(Liselere Giriş Sına-vı) denilen sınav sistemi kaldırılıp yerine OKS (Orta Öğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sına-vı) getirilmiş; liseler ise dört seneye çıkarılmıştı.

2007-2008 öğretim yı-lında ‘’Öğrencilerin hayatını sınava bağladığı, fırsat eşit-liğine aykırı ve disiplinsiz ol-duğu” gerekçesi ile dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından kaldırıl-dı. Dershaneye bağımlılığı azalatacağı gerekçesi ile 3 Aşamalı SBS (Seviye Belir-leme Sınavı) getirildi.

Bugün ise Nimet Çubuk-çu SBS’nin kalkacağını ve yerine sadece 8. sınıf öğ-rencilerinin gireceği tek bir sınav olacağını ve öğrenci-lerin sadece 8. sınıf dersle-rinden sorumlu olacaklarını açıkladı. OKS’ye bir dönüş olarak algılanmaması ge-rektiğine de değindi.

Peki Ya Sbs Mağdurları ?SBS sisteminin dersha-

nelere bağımlılığını azala-tacağını iddaa eden döne-min Milli Eğitim Bakanı’nın açıkladığının tersine üç yıl boyunca sınav stresi yaşa-

yan öğrenciler dershanele-re akın ettti.

Sürekli sınava girmek zorunda kalan öğrenciler her sene dershane ücre-ti vererek, özel ders alarak hazırlandıkları sınavların sonucunda ise yanlış puan hesaplamalarıyla sıralama-lar değiştirildi. Ve öğren-ciler birkez daha mağdur durumda bırakıldı. Üç aşa-malı sınav sistemi ailelerin maddi-manevi mağduriyet yaşamasına sebep oldu.

Adalet Yoksa Katılmayan Çok OlurYeni sınav sistemi-

ne göre YGS sınavına gi-rip daha sonraki aşamada ise LYS(Lisans Yerleştirme Sınavı)’ye girmeye hak ka-zanan 1 milyon 233 bin ki-şiden Sadece 850 bini LYS sınavına girdi.

Sınavın zorlaşması yeni puan sisteminin öğrenci-lerin anlayamaması da sı-navlara girmeyen öğrenci-ler üzerinde etkili oldu, yeni sınav sisteminin yarattığı belirsizlik ve dershaneye gidilmesinin gereklilik ha-line getirildiği sistemde dersh aneye gidemeyen öğ-rencilere fazla başarı şansı tanınmadı. 383 bin öğrenci ise sınava girmedi. Sınava giren öğrencilerden 784 bin

öğrenci barajı geçebildi. Ve 10 bin öğrenci ‘’sıfır’’ çekti

Sistemi Yanlış Olanın Kılavuzu da Yanlış

olurAylar öncesinden lise-

lilere “kimse mağdur ol-mayacak“ diyerek gümbür gümbür getirilen sınav sis-teminden şimdi bütün öğ-renciler mağdur. Onlarca vaat verdiler ama yanlışlık-larla dolu bir sınav sistemi getirdiler. Bunun ilk örneği olarak katsayı tartışmaları geliyor. Milyonlarca öğrenci sınava bir belirsizlik içinde hazırlandı. Öğrencilere ne katsayılar hakkında ne sı-navın konuları hakkında ne de tercihlerin nasıl yapıla-cağı hakkında bilgi verildi. Milyonlarca öğrenci mağ-dur durumda bırakıldı. Ge-ride bıraktığımız günlerde ise üniversite girişlerinde kullanılacak olan kılavuz

yayınlandı. ÖSYM Başka-nı Ünal Yarımağan, 2010 ÖSYS Yüksek Ögretim Prog-ramları ve Kontenjanları Kılavuzu’nda yer alan “2009 ÖSYS En Küçük Puan ve Ba-şarı Sıraları” bilgilerinde, 49 program için yanlışlık olduğunun belirlendiği be-lirterek, dalga geçercesine “Bu yanlış küçük bir unut-kanlıktan kaynaklanıyor” diye açıklama yaptı. Bu da yetmezmiş gibi üniversite-lere girişte her gün yaşanan kaos ortamı son bulacak gibi gözükmüyor.

Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS)’nin sona ermesiyle birlikte öğrecilerin doğru ter-cih yapmabilme telaşı başladı. Bunu fırsat bilen üniversite yönetimleri ise artık gaze-telerde, bilbordlarda üniversitelerinin tanıtı-mına oldukça geniş yer veriyorlar. Reklam-cılığın tüm olanaklarından yararlanıyorlar ve bundanda iyi para kazanıyor olsalar gerek. Bu var olan gerçekleri değiştirmiyor tabi.

Peki daha önce bilbordlarda bu kadar yoğun üniversite tanıtımı göreniniz var mı?

Ya gazetelerde ardı arkası kesilmeyen üniversite tanıtım sayfaları, ekleri ?

Yapılan üniversite tanıtımlarında üniversi-teye girecek olan binlerce genç insana gele-cek vaad ediyorlar. İş bulma garantisi, üni-versite eğitimi boyunca cazip kolaylıklar teklif ediyorlar.

Geçtiğimiz yıllarda birçok üniversite açıldı.

Ünversitelerin açılması güzel olmadı değil ama görüyoruz ki bu ünversitelerin açılması-nın, gazetelerdeki, bilbordlardaki tanıtımların neye hizmet ettiği bugün ortada esasında.

Binlerce genci üniversitelere doludurup işsizlikten kurtacaklar. Bu şekilde de işsiz gençleri sözde ünversitelerde istihdam edi-cekler. Mezun olan öğrencileri ise nitelikli olanlarını holdinglerinde, şirketlerinde ucuz işgücü olarak kullancak diğer üniversite öğ-rencilerini de işsizliğe terk edecekler. Üniver-site tanıtımlarında mezun olanlara iş imkan-larının sağlanacak olduğunu da söylemek bu poltikaların bir parçası olsa gerek. Bugün ise Türkiye’de durum ortada 10 milyon iİşsiz var, üniversite mezunları işsiz, 4 gençten 1’i işsiz . O da resmi rakamlara göre. İlerleyen yıllar-da ise bir çok mezun işsizlik ordusuna katı-lıcak gibi gözüyor. Öyle ya ya rektörler ya da başbakan yalan söylüyor. Daha geçenlerde başbakan Kılıçdaroğlu’na şu sözlerle siyaseti bırakırım diye meydan oku-mamış mıydı? “Hiç kimse üniver-siteden mezun olan herkese iş bulacağını söyleyemez.” Biz de onlara diyoruz ki üniversite mezunla-rına iş bulun ya da reklamlarınız-la birlikte defolun.

“Küçük bir hata” olarak ÖSYM baş-kanı tarafından ört bas edilmeye çalışı-lan LYS tercihleri rezaleti Liseli Hareket tarafından Ankara ve Mersin’de protes-to edildi.

Liseli Hareket Ankara’da Sakarya Caddesi’nde yapılan basın açıklamasın-da ”Geleceği Yaratan, Üreten, Kazanan Biz Olacağız” pankartıyla çıktı. ÖSYM yetkililerinin her sene yaptığı; gerek sorulardaki, gerek ise tercih kılavuzla-rındaki yanlışlık bu sene de tekrarlandı. ÖSYM yaptığı yanlışlığı, yaptığı açıkla-mada yoğunluktan kaynaklı “küçük bir unutkanlık” olarak adlandırmıştı. An-cak milyonlarca öğrencinin geleceğini belirleyen bir kurumun böyle bir hatayı “küçük bir unutkanlık” olarak adlandır-ması öğrencilerin geleceklerini ne denli önemsediklerini ortaya koyuyor. Kapi-talizmin dayattığı sınavlar yüzünden milyonlarca öğrenci birbirleriyle yarıştı-rılmakla kalmıyor; yüz binlerce öğrenci

arasında yükselen umutsuz bir rekabet ortamı doğmasına sebebiyet veriyor. Bu sınavı kazanmanın geleceğini kazanmak olduğu yanılgısı empoze edilmiş genç-lerden bazıları ise sınavlardaki başarı-sızlıkları yüzünden intiharlara kalkışıyor. Sistem; öğrencilere dayattığı sınavı bile ciddiye alır şekilde davranmıyor. Emekçi Hareket Partisi Liseli Hareket ise yaptığı eylemlerle bu durumu kabul etmediğini gösterdi ve milyonlarca öğrenci adına göstermeye de devam edecek.

Mersin Liseli Hareket ise yaptığı ba-sın açıklamasında Mersin halkına şöyle seslendi: Eğitim sisteminin bozuklukla-rına geçtiğimiz günlerde bir hata daha eklendi. ÖSYM bu hatayı küçücük bir unutkanlık diye geçiştirmeye her za-man yaptığı gibi örtbas etmeye çalıştı. Sloganların ve yapılan konuşmaların et-kisiyle halkın büyük desteğinin alındığı eyleme çevrede bulunan yediden yet-mişe bir çok kişi katıldı.

“Doğu Kökenli Vatandaşlar”

Eğitim, Sistemine Kavuşacak Ah Öğrenciler Olmasa

Vaat Değil,Gençlere İş Lâzım

Liselilerin Geleceği Küçük Yanlışlarınızın Kurbanı Olmayacak

Berkin Dereli

İmtiy

az S

ahib

i ve

Soru

mlu

Yaz

ı İşl

eri

Müd

ürü:

Fa

dik

Tem

izyü

rek

Bozk

urt M

ah. T

ürkb

eyi

Sk. N

o: 7

9-81

Ba

sıld

ığı Y

er: E

zgi M

atba

ası

Adre

s:

Sana

yi C

ad.

Alta

y Sk

. No:

10

Yeni

bosn

a/İS

TAN

BUL

0212

452

23

02

Türü

:Yay

gın

Süre

li Ya

yın

emek

ciha

reke

@eh

p.or

g.tr

Mersin

6

İrfan Kaygısız

Özlem Sanyer

Mücadele Sertleşecek,

İstihdam Paketinden İşçilerin Haklarını Gasp Çıktı

Neo-Liberalizmin Kamudaki Tezahürü

2008’in son çeyreğinde etkisini gösteren krizin en yıkıcı etkisi kitlesel işten çıkarmalar olarak yaşandı. Bugüne kadar yaklaşık 2 milyon kişi işini kaybetti, ve açlığa terk edildi. Çalışanların ise çalışma ve yaşama koşulları alabildiğine kötüleşti. Hükümet bu süreçte işsizlere yönelik hiçbir düzenleme yapmazken, sermayeye çeşitli adlar altında teşvikler verdi. Gelinen aşamada mevsimsel etkiler nedeniyle kısmı azalış gösterse de, işsizlik en temel sorun olmaya devam ediyor.

AKP, hazırlıklarına Aralık 2009’dan beri devam ettiği iş-sizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması hedefli çalışmanın genel çerçevesini belirledi. Ça-lışma, Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) adı altında Haziran ayında kamuoyuna açıklandı. Yapılan düzenlemenin adına bakıldığında istihdamı artırıcı önlemlerin yer aldığı bir paketin olması gerek-tiği çağrışımı yapıyor; işçi sınıfı emekçiler için olumlu gelişmeler akla geliyor. Oysa işsizlikle müca-dele adı altında işçi sınıfının halen kullandığı tüm haklar hedefe ko-nulmuş durumda.

İstihdam stratejisi ile ilgili ola-rak, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, “Taleplerimi-zin yaklaşık yüzde 60-70’inin bu metinde yer almasından memnun olduk “ diyerek teşekkür etti. Pat-ronlar elbette teşekkür edecekler, çünkü paket içinde yer alanlar iş-çilerin değil, sermayenin çıkarla-rına yönelik.

Yeni Esneklik Biçimleri GetirilecekAKP, yüzde 14’ler civarında

seyreden işsizliğin (resmi işsizli-ğin elbette) yüzde 10’unun yapı-sal olduğunu, yüzde 4’ünün kriz nedeniyle konjoktürel olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla bu paket ile hedefin yüzde 4’lük işsizlik oranı-nın azaltılması olduğu görülüyor.

Peki, bu hedefe nasıl ulaşıla-cak? Mevcut işsizliğin giderilmesi bir yana, sadece sabit tutulması için her yıl 600 bin yeni işin yara-tılması gerekiyor. Pakette, bunun için “ya yüksek büyüme, ya da is-

tihdamın esnekleşmesi” gerekti-ği belirtiliyor. İstihdam paketinde mevcut durumdan bahsedilirken, “bazı esnek çalışma biçimlerinin düzenlenmediği” ve “esnek çalış-ma biçimlerinin yaygınlaşmadığı” belirtiliyor. İstihdam stratejisinin birinci hedefinin, halen var olan esneklik biçimlerinin “etkin ola-rak kullanılması” ve yeni esneklik biçimlerinin uygulanması olduğu ortaya çıkıyor.

3 Yeni esnek istihdam biçimi öneriliyor. Yeni önerilerden birisi “iş paylaşımı”. Böylece, normal koşullarda bir işçinin yapacağı işin birden fazla işçi tarafından yapılması hedefleniyor. Örneğin haftalık 45 saatlik bir çalışma süresi içinde, bir işçi tarafından yapılan işin 3 işçi tarafından ya-pılması ve bu iş karşılığı alınacak haftalık ücretin de 3 işçiye bölüş-türülmesi öneriliyor. Mesela as-gari ücretin bir haftalık karşılığını bu 3 işçi bölüşecek. Böylece is-tatistiklerde 2 işçi daha çalışıyor gözükecek. Ancak, işçiler açlık sınırında çalışmaya ve yaşamaya devam edecekler. Paket içinde benzer nitelikte başka yeni es-neklik biçimleri de yer alıyor.

Esneklik denildiğinde, kural-sızlığın temel olduğu ve bütün çalışma koşullarının patronların istediği gibi, onların ihtiyacına göre düzenlendiği bir çalışma ilişkisi akla gelmelidir. Bu çalış-ma ilişkisinin, patronlar için daha fazla kar iken, işçiler için daha fazla ve daha yoğun sömürü ol-duğu açıktır.

Esneklik, cilalanmış yüzüyle, AB’den alınan “güvenceli esneklik” kavramı adıyla sunuluyor. Buna göre, işçiler esnek çalışacakmış ama bazı güvenceleri de olacak-mış. Oysa “güvence” ile “esnekli-ğin” bir arada olması sözkonusu olamaz. Esnekliğin kendisi gü-vencesizlik demektir. Sermaye ve hükümet ne kadar süslemeye, cilalamaya çalışırsa çalışsın, “gü-venceli esneklik” kavramını biraz kazıdığınızda altından sadece güvencesizliğin çıktığı görülecek-tir. İşçiler esnek değil, tam tersine alabildiğine katı olmalı, kuralsız çalışmaya karşı kurallı çalışmayı savunmalıdır.

Özel İstihdam Büroları ve

Kiralık İşçilikEsnek istihdamın gündemde

olan bir başka biçimi de kiralık iş-çilik. Özel İstihdam Büroları ara-cılığıyla işçi kiralanması sonucu; işçi için işyeri kavramı olmayacak, örgütlenme hakkı ortadan kalka-cak, grev hakkı olmayacak, işye-rinde aynı işi yapan farklı statüde iki işçi grubu olacak, çalışanlarla işsizler arasındaki rekabet arta-cak, işçi simsarlığı yerleşecek. Bu tür bir ilişki çerçevesine çalışan işçilerin uygulamada ihbar ve kı-dem tazminatları ile izin hakları da olmayacak.

Özel İstihdam Bürosu aracılığı ile çalışacak işçi, bir işyerinden diğerine koşturup duracak, ama bu işçinin ne güvencesi, ne ihbar ve kıdem tazminatı, ne de örgüt-lenme hakkı olacak.

Kıdem Tazminatı Hedefteİstihdam stratejisinin temel

başlıklarından birini de kıdem tazminatı oluşturuyor. İşçiler 1936’dan beri kıdem tazminatı hakkını kullanıyor. Kıdem tazmi-natı hakkının düzenlendiği dö-nemde, işten çıkarılan işçinin iş-siz kalacağı sürede belli bir para-sal güvenceye kavuşması ve o iş-yerindeki bedensel yıpranmasının karşılığı olarak düşünülmüştü.

Halen her yıl için 30 günlük ücret karşılığı ödenen kıdem taz-minatı için işverenler bu tazmi-natın taşınamayacak bir yük ol-duğundan yakınmaya başladılar ve özellikle kriz dönemlerinde bu tazminatı ödememek için değişik yollar denediler. Aslında kıdem tazminatına göz dikilmesi yeni değil. Ancak yeni olan kriz ve ar-tan işsizlik gerekçesiyle talebin güncelleştirilmiş olması.

Kıdem tazminatı tartışmala-rında sermaye cephesi bakımın-dan tam bir mutabakat olduğu söylenemez. Ağırlıklı eğilim, 30 günlük sürenin 15 güne indi-rilmesi yönünde. Ancak bunun gerçekleşmesinin zor görüldüğü durumda fona devredilmesine de tümüyle karşı çıkmayabilirler.

Kıdem Tazminatı Fonu kurul-masına ilişkin geçtiğimiz yıllarda hazırlanan tasarıda; tazminatı alabilmek için emekli olunması, en az 10 yıl Fona prim ödenmiş

olması ya da işçinin ölmesi şart-ları getirilmişti.

Her zaman olmasa da, özellik-le uzun süreli çalışanlar için işten çıkarmaya bir biçimde engel olan kıdem tazminatı hakkına doku-nulması işsizliğe kapı aralamak, işten çıkarmalara olanak sağla-mak anlamına gelecektir. İşçilerin işsizlik süresinde bir süreliğini de olsa harcayacakları gelir de orta-dan kaldırılmış olacak. Sermaye daha fazla kar elde edecek, işçi daha fazla sömürülecek, işten çı-karma kolaylaşacak.

Şimdi kıdem tazminatına yö-nelik yapılacak düzenlemenin ayrıntıları bilinmiyor. Ancak bili-nen, kıdem tazminatı hakkına bir biçimde dokunulacağı ve bunun strateji içindeki temel başlıklar-dan birini oluşturduğu.

Bölgesel Asgari ÜcretUlusal İstihdam Stratejisi için-

deki bir başka başlık da bölgesel asgari ücret. Asgari ücretin mer-kezi düzeyde belirlenmesinden vazgeçilip, bölgesel olarak sap-tanması sermayenin talepleri ara-sında yer alıyor ve IMF’de çeşitli vesilelerle asgari ücretin yüksek olduğundan bahsediyor. Yapılmak istenilen, ülkeyi çeşitli bölgelere ayırmak (bir süre önce 3 bölge düşünülüyordu) ve her bölgenin gelişmişlik düzeyine göre farklı asgari ücret belirlemek.

Amaç açık, bazı bölgeler için mevcut asgari ücretten daha düşük oranda bir ücret tespit et-mek. Böylece, asgari ücretin dü-şük olduğu bölgelere daha fazla yatırım olacak ve yeni iş alanları yaratılacakmış.

Zaten oldukça düşük ve geçi-nilmesi mümkün olmayan asgari ücretin işçi sınıfının büyük bö-lümü için daha da düşürülmesi sözkonusu olacak.

2010 Yılı Sonunda Sınıf Mücadelesi Sertleşecekİşçi sınıfını zor günler bekliyor.

Yukarıda bazı başlıkları belirtilen bu saldırı paketi, çalışma yaşamı ile ilgili tüm yasaların değiştiril-mesi anlamına geliyor. İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu , değiş-mesi söz konusu. Bunların yanı sıra 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik öngören ve memurları da güvencesiz biçimde çalıştırmayı hedefleyen kanun ta-sarısı da mecliste bekliyor. Refe-randum sonucunda evet çıkarsa, Anayasada değişiklik öngörülme-si nedeniyle memurların sendikal hakları ile ilgili 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda da değişiklik yapılması gerekiyor. Ayrıca sendika üyeliklerinin gün-cellenmesi ve iş kolunda çalışan-ların sayısının değiştirilmesine dair bir kanun nedeniyle 2821 ve 2822 sayılı Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lo-

kavt Kanunun yıl sonuna kadar değişmesi gerekiyor.

Kısacası işçi ve memurları il-gilendiren çalışma yaşamı ile ilgili tüm temel yasaların değişme-si gündemde. Bu değişikliklerin hepsinin yıl sonunda ya da 2011 yılı başlarında gerçekleşmesi sözkonusu. Eğer Anayasa refe-randumundan “evet” çıkarsa, AKP bundan güçle, bütün bu değişik-likleri hızla gündeme getirecektir.

Yasal düzenlemeler yanında, bu yılın sonu ve 2011 yılının baş-ları toplu sözleşme görüşmeleri ile geçecek. 100 bine yakın metal işçisi ekim ayından itibaren grup toplu iş sözleşmelerine başlaya-cak. Yine bu yılın sonunda yakla-şık 400 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmeleri var. Bu dönemde toplu sözleşmeden yararlanan yaklaşık 700 bin işçiden 500 bi-nin toplu sözleşme görüşmeleri gerçekleşecek.

Gerek yasal düzenleme giri-şimleri, gerekse de toplu iş söz-leşmeleri işçilerin haklarına sal-dırı dalgası olarak gerçekleşecek.

İşçi sınıfı yakın dönemde bu kadar kapsamlı bir saldırı ile karşı karşıya kalmadı. Sınıf çatışması yakında şiddetlenecek. İşçilere, sınıfın sendikal, mesleki ve siya-sal tüm örgütlerine önemli gö-revler düşüyor.

Kamuda esnek ve gü-vencesiz çalışmanın, özel-leştirmenin ve siyasi kad-rolaşmanın önünü açan Kamu Personel Rejimi Yasa Tasarısı, kapalı kapılar ar-dında hazırlanmış ve içeriği uzun süre konfederasyon-lara bildirilmemiştir. 657 sayılı yasada emekçilerin temsilcilerinin görüşü alı-narak geniş bir mutabakat ekseninde yapılması gere-

ken değişiklikler, tek yanlı bir dayatmayla oldu bittiye getirilmek istenmiştir. Oy-saki 657 sayılı yasa kamu emekçileri açısından bir üst sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte bir yasa tek yanlı dayatmayla değiştirilemez.

Kamuda ÖzelleştirmeTasarı yasalaştığı tak-

dirde öncelikle kamu çalı-şanlarının sayısı azalacak,

ilk aşamada bir milyon `memur`u `sözleşmeli` ya-pacak ve daha sonra buna aşamalı olarak 400-500 bin kişi daha eklenecektir.

657 sayılı Devlet Memur-ları Kanunu’nda değişiklik-lerle kamuda çalışan emek-çiler, yeterli görülmedikleri takdirde amirleri tarafından işlerinden edilebilecekler. Kamudaki genel müdür yar-dımcılığı ve şube müdürlüğü kadrosu kalacak ve Genel müdür yardımcıları, şube müdürleri, daire başkan-lıkları ve onlara bağlı uz-manların dışındaki kadrolar sözleşmeli hale getirilecek ve sözleşme sonunda ye-terli görülmeyen ve disiplin suçu işleyenlerin işine ise son verilebilecek. Yeni ta-sarıyla memurun başarısı performans kriterine bağlı olarak değerlendirilecek.

Tasarının 11’inci mad-desi ile 657 sayılı yasanın 122’inci maddesi değiştiri-lerek ödül sisteminde başa-rının nasıl ödüllendirileceği belirsiz bırakılmış, başarı ölçütleri için yönetmelik ha-zırlanması öngörülmemiş Devlet Personel Başkanlığı-nın uygun görüşü alınmak

kaydıyla kurumlarca düzen-leneceği söylenmiştir. Böyle bir düzenleme açıkça ödül sistemini doğrudan idare-cilerin niyetine teslim eden bir zihniyeti beraberinde getirecektir.

Esnek Çalışma657 sayılı Kanunun 100

üncü Maddesi değiştirilerek tasarının 5 inci maddesin-de “Memurların yürüttükleri hizmetin özelliklerine göre, bu madde uyarınca tes-pit edilen çalışma saat ve süreleri ile görev yerlerine bağlı olmaksızın çalışabil-meleri mümkündür.” deni-lerek esnek çalışmanın yolu açılacaktır.

Tasarının 13. Maddesi ile mevcut 657 Sayılı Ya-sanın 125. maddesinde uyarı veya kınama ceza-sı öngörülen fiillerin çoğu, maaştan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması gibi daha ağır cezalara tabi kılınmış, yeni pek çok disip-lin suçu yaratılarak özellikle kademe ilerlemesinin dur-durulması cezasına ilişkin eylemlerin sayısı arttırılmış ve iki kez kademe ilerleme-sinin durdurulması cezası

alan memurun görevine son verilmesi düzenlemesi getirilerek son derece basit eylemler memurun görev-den çıkarılmasının nedeni sayılacaktır.

Tasarı ebeveynlik hak-larıyla ilgili olarak kamu emekçilerinin en temel ta-lebi olan doğum sonrası ücretli iznin süresini arttır-mamıştır.

Grev YasağıKİT personel rejimini dü-

zenleyen 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede sözleşmeli personelin sen-dikaya üye olamayacakları hükmü, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Ka-nunu Hükmüne paralel olarak yürürlükten kaldırıl-maktadır. Yani 4688 sayılı yasaya aykırı olan düzen-leme çıkarılmış olmaktadır. Ancak maddenin devamın-da, 399 sayılı Kanun Hük-münde Kararnamenin 14. Maddesine daha önce yer almayan “Grev Yasağı” ge-tirilmiştir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ILO ko-mitelerinin açık kararlarına karşın bu biçimde getirilen

grev yasağı Anayasanın 90. Maddesini ve uluslarara-sı hukuku hiçe saymaktır. Anayasa değişiklik paketi-ne eklenen toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla bir bü-tündür; bunların bölünmesi Anayasanın 13. Maddesin-deki hakkın özünü ortadan kaldırma yasağını da ihlal eder.

Yandaş SendikaTasarı sendikalı kamu

emekçilerine Geçici 58. Madde ile 4688 Sayılı yasa-ya eklenen Toplu Görüşme Ödeneği verilmesi ön gör-mektedir.Hükümet bu yolla daha önce Anayasa Mahke-mesi tarafından iptal edilen uygulamayı Anayasa Mah-kemesi kararını hiçe saya-rak yandaş sendika yarat-ma ve bunu nemalandırma amacıyla sendika hukukuy-la bağdaşmayacak şekilde gündeme getirmiştir.

Tasarı kamu emekçileri-nin grev ve toplu sözleşme hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamakta-dır. Emekçileri eylemden, hak aramak ve taleplerini dile getirmekten yıldırmayı hedeflemektedir.

Türkan Albayrak Direniyor

Direnen KadınlarKazanacak!

Kadın Cinayetlerine Son, Davaların Takipçisiyiz!

Kadın cinayetlerinin politik olduğunun, Münevver’in öldürülmesinin bu sebepten münferit bir olay olmadığının bilincini taşıyan örgütler, bütün kadın cinayetlerinin hesabını sormak için saat 10.00’da adliye önünde buluşarak bir eylem gerçekleştirdi. Duruşmadan önce ger-çekleştirilen eylemde “Erkek öldürüyor, devlet bunu görmüyor/devlet koruyor” sloganıyla Münevver Karabulut davasında polislerin delilleri karartmasından, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü tarafından yapı-lan açıklamaya kadar her yönüyle devletin, katledilen Münevver’den değil, katilden yana olduğuna dikkat çekildi. Erkek egemen kapitalist sistemin, katilleri korurken, haksız tahrik indirimi gibi yasalarla da ka-dın cinayetlerini meşrulaştırdığı dile getirildi.

Eylemde Münevver Karabulut’un annesi Nagihan Karabulut da duy-gu ve düşüncelerini dile getiren bir konuşma yaptı. Cinayetin ardın-dan kadın örgütlerinin kendisini yalnız bırakmadığını ve Münevver’in sahipsiz olmadığını vurguladı. Genel Başkanımız Sibel Uzun’un da katıldığı eylemin basın metnini EHP İstanbul Kadın Sorumlusu İlke Acar okurken basın açıklamasından sonra görülen davaya Münevver Karabulut’un ailesiyle birlikte eylemi gerçekleştiren kadınlardan da birkaç kişi girdi.

Davada yanlı olduğu açıkça görülen birçok tanık konuştu ve Karabulut ailesi-nin reddi hâkim talebi reddedildi. Devletin katili ve bu cinayeti düzenleyenleri davada açıkça görülürken Cem Gaipoğlu dışındaki diğer aile mensuplarının tahliye kararı sü-rekliliğini korudu. Dava sonucunda kaset-lerin incelenmesi üzerine 15 Eylül tarihi, 4. duruşmanın görülmesi üzerine ise 24 Eylül tarihi belirlendi. Davada konuşan Nagihan Karabulut “Kamera kayıtları incelenmeden Cem Garipoğlu’nun ailesinin serbest bıra-kılmasını doğru bulmuyoruz. Kayıtlara an-cak 8 ay sonra ulaşabiliyoruz. Biz bu kayıtlara bu kadar uzun sürede ulaşırken nasıl oluyor da suça ortak olma ihtimali olanların tahliyesi bu kadar kısa sürüyor?” diyerek davadaki çelişkileri dile getirdi.

Davanın en büyük delili olan ve üzerinde Münevver Karabulut’un kan lekesi olduğu tahmin edilen iki gömlek ve bir içlik ise Karabulut’un

avukatının aylarca ısrarı üzerine henüz bu da-vada incelemeye alındı. Tüm kadın cinayetlerini durdurmak için birleşik bir mücadele hattı kuran kadın örgütleri ola-rak, kadınların cinayetlerle katledilmediği günleri yaratana dek, tüm kadın cinayetlerinin hesabını sormaya devam edeceğiz.

Direniş sesleri ülkenin dört bir yanından yükselirken İstanbul Beykoz’da da kadın temizlik işçisi Türkan Albayrak tek başına diren-meye devam ediyor.

Türkan Albayrak Paşabahçe Dev-let Hastanesi’nde temizlik işçisi ola-rak Piramit A.Ş. adlı taşeron firmada 5 yıldır çalışıyordu. Sendikalı bir işçi olarak etkin çalışma yürüttüğü için taşeron firma tarafından sistema-tik bir şekilde baskı gören Albayrak, 8 Temmuz 2010 günü işini yerine getirmediği gerekçesiyle işten atıldı. Türkan Albayrak işten atıldığı gün-den beri hastane önünde direniyor.

Emekçi Hareket Parti’li Kadın-lar olarak direnişine yoldaş olmaya gittiğimiz Albayrak ile gerçekleş-tirdiğimiz sohbette bir kadın işçi olarak tek başına direnmenin hem zorluklarından hem de umut verici,

harekete güçlülük katan yanlarından bahsettik. Son zamanlarda krizin ve işsizliğin halkın canını daha fazla yakmasıyla artan direnişlerden yola çıktığını dile getiren Albayrak kaza-nana kadar vazgeçmeyeceğini belir-tiyor. Emekçi Hareket Partisi olarak direnişçilere yoldaş olmaya devam edeceğiz. Tek başına direnen kadın işçi Türkan Albayrak yalnız değildir.

Demokratik açılım süreci ve Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında “kadın örgütleri” temsilcileri ile Dolmabahçe’de yaptığı “Demokratik Açılım” top-

lantısında “anneliğin siyase-ti, ideolojisi, sağı, solu yoktur” dedi. 279 Haftadır Galatasaray Meydanı’nda kayıpların hesabı-nı soran Cumartesi Anneleri’nin sesini duymayan başbakan gö-rülüyor ki daha kendisi anneler ile hesaplaşamamış.

Yapılan görüşmede mücade-le edenleri ise istismar politika-sı yapmakla suçlayan başbakan gerçkleri görmezden gelen tutu-munu sürdürdü.

Arjantin, İrlanda ,Pakistan, İsrail anneleri bunu başardı. Başbakan “Ne olur, çocukları-mıza sahip çıkalım bunu, ka-dınlar başaracaktır. Arjantin’in, İrlanda’nın, Pakistan’ın, İsrail’in kadınları bunu başardı” diye de ekledi.

Yıllardır her cumartesi Galatasaray’da oturan gözal-tında kaybedilenlerin hesabı-nı soranları görmeyen Erdoğan Arjantin’den, oradan buradan bahsedeceğine, neden önce ken-di kayıplarının hesabını vermiyor merak konusu. Helikopterlerden atılan, kalorifer kazanlarında

yakılan, asit kuyularına atılan, toplu mezarlara gömülenler için 279 Haftadır Cumartesi Anneleri mücadele ediyor...

Meclisteki AKP’li, İnsan Hak-ları İnceleme Komisyonu Baş-kanı Zafer Üskül de geçtiğimiz haftalarda eyleme gelmişti. O da konuşmasını yaparken annele-rin oturduğu gibi oturdu ve öyle konuştu. Annelerin karşısına çık-mak mecburiyetini hissetmişler olsa gerek.

279 haftadır Galatasaray’da sürdürdüğümüz kayıplarımızın davasında Zafer Üskül’ün katılı-mıyla bu mücadeleyi görmezden gelememiş olsa da şu ana kadar üzerine düşen hiçbir görevi yeri-ne getirmemiştir.

Emekçi Hareket Partisi yöne-ticileri, üyeleri ve parti dostları ile birlikte katıldığı eyleme her hafta olduğu gibi bu hafta da 11:00’de İstanbul İl Örgütü’nde buluşarak örgütlü bir biçimde karanfilleriyle katılarak Cumartesi Anneleri’nin direnişini büyütmeye devam edecek.

Suzan Sarıgöz

Cezaevi Koşulları ÖldürüyorCezaevinde lösemiye yakala-

nan 18 yaşındaki Abdullah Akçay tedavi gördüğü Okmeydanı Eği-tim ve Araştırma Hastanesinde yaşamını yitirdi. 20 yıl kesinleş-miş hapis cezası bulunan Akçay, Maltepe Cezaevi’nde kalırken kan kanserine yakalandı. Durumu kö-tüleşince Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sağlık-sız koşullarda bir odada tedaviye alındı. Babası, doktorların “Üç ay-

lık ömrünün kaldığını” söylediği Akçay için Cumhurbaşkanlığı’na af talebinde bulundu ve 4 Mart 2010’da Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istedi. Beklenen karar 14 Temmuz’da çıktı, fakat Akçay’ın durumu raporun beklendiği sü-reç boyunca iyice ağırlaştı. Si-livri Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tahliyesine izin verdiği ve Yargıtay’dan davayla ilgili kara-rı beklemeye başladığı süreçte

Akçay Yargıtay’ın vereceği kararı beklerken yaşamını yitirdi.

Yaşamının son günlerini aile-siyle geçirmesine izin verilmeyen Akçay’ın babası “Bıraksalardı da evinde ölseydi. Ne annesi, ne de kardeşleri son günlerini görebildi. Helalleşemedik.” diye konuştu.

Geçtiğimiz aylarda da Metris Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt genci Canip Taner işkenceyle öl-dürüldü. Ailesine ‘Oğlunuz ken-dini yakarak intihar etti’ denildi ancak ölümünün ardından aynı cezaevinde kalan bir arkadaşının yazdığı mektupta “Canip kesin-likle intihar edecek birisi değildi. Sürekli olarak faşistlerin olduğu koğuşa yerleştiriliyor ve işkence-ye maruz bırakılıyordu. Uzun bir süre tecrit altında tutuldu. Çok sınırlı vakitlerde gördüğümüz-de de her tarafının darp edilmiş olduğunu, dudağının patladığını görüyorduk” şeklindeki açıkla-maları olayın gerçekliğini gözler

önüne seriyor.

1995 yılında örgüt üyesi ol-mak suçlamasıyla 34 yıl hapis cezası verilen Güler Zere de tu-tukluluğunun 14. yılında cezaevi koşulları yüzünden damak kan-serine yakalanmış ve hastalığının tıbbi olarak geri dönülmez nok-tada olduğu açıklandıktan son-ra tahliyesi gerçekleştirilmişti. Tahliyesinden 7 ay sonra İstan-bul Armutlu’daki evinde yaşamı-nı yitiren Zere son mektubunda “Beni ölümün kıyısına getirip öyle bıraktılar. Yaşama hakkım gasp edildi. Dışarıda ‘ölme hakkı’ verildi. Bunu da unutmayacağım” demişti.

Tutuklu ve hükümlülerin sağ-lık sorunlarını görmezden gelen ve ölüme terk eden sistem yanlısı hükümet hasta tutsakları katlet-meye devam ediyor.

Güler Zere, özgür-lüğüne kavuştuk-tan sonra katıldığı, haftalar boyu her cuma sürdürdüğü-müz hasta tutsaklar eyleminde.

27 Kasım 2009İstanbul

Abdullah Akçay

İlk duruşmasından bugüne kadar Emekçi Hareket Partili Kadınlar olarak takipçisi olduğumuz Münevver Karabulut davası için yine kadın cinayetlerinin son bulması için birleşik mücadele ettiğimiz tüm kadın örgütleriyle birlikte, Bakırköy Adliye Sarayı’nın önündeydik.

Kadın Açılımı Değil,Erdoğan Açmazı

Bakırköy Adliyesi önünde yaptığımız eyleme Münevver’in annesi Nagihan Karabulut da katıldı ve “Başka Münevverler ölmesi istiyorum” diye seslendi.

7

Avrupa’da En Derin Kriz Yaşanıyor Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet, Avrupa ekonomisinin 2. Dünya Savaşından, hatta 1. Dünya Savaşından bu yana en derin ekonomik krizi yaşadığını söyledi.

Almanya’da yayımlanan haftalık Der Spiegel dergisine yaptığı açıklamada Trichet, ekonomik krizin başladığı 2008 yılından bu yana çok dramatik anlar yaşadıklarını ve yaşamaya devam ettiklerini belirtti.

Trichet, Avrupa ekonomisinin şüphesiz 2. Dünya Savaşından belki de 1.Dünya Savaşından bu yana en güç dönemini yaşadığını kaydetti.

‘‘

‘‘

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet

ISTE KRIZ..

.

www.ehp.ogr.tr sitesinden canlı yayın ile

Kapital [1. Cilt]K. MarksAdam Smith Pekin’deGiovanni ArrighiTeorik YazılarMahir Çayan

Proleter Devrim ve Dönek KautskyV. İ. LeninUlusların Kaderlerini Tayin HakkıV. İ. LeninNisan TezleriV. İ. Lenin

Marksizm-Leninizm

Okumaları

Sosyalist Felsefe ÜzerineA. Adnan Tavas

Pasif bir yaşam gözlemcisi olarak mı kalacağız? Yoksa bu sınıfsal kav-ganın aktif savaşçısı mı olarak kendi dünya görüşümüzü sosyalist felsefe ile donatıp, emekçi halkın yoksulluk ve sömürüden kurtulma mücadele-sinde mi yer alacağız?

Lenin bir söyleminde “Bir sosyalist iyi düşünmüş ve tutarlı bir dün-ya görüşüne gerek duyar ki böylece olayları kontrol edebilsin, olaylar onu değil” der.

O halde dünyaya neden farklı bakar ve nasıl algılarız. Yaşam ve mutlu-luk nedir? Her şeyin para ile alınıp satıldığı kapitalist dünyada yaşam ve mutluluk para demektir, yani zenginlik.

Sosyalist felsefe ise bunları reddeder.Marx bir eserinde “Tecrübe göstermiştir ki en fazla mutlu olanlar, en

çok sayıda insanı mutlu edenlerdir”der.İşte yaşam ve mutlulukta dünya görüşündeki burjuva ve proleter fark

budur.Sosyalist felsefenin teorik gücü proletaryayı yani emekçileri birleştire-

rek ve üretenin yönettiği sınıfsız bir toplumu yaratmaktır.Emperyalizme ve sömürüye dur demenin tek çıkar yolu da sosyalist

devrimci harekettir.Emek ve sermaye arasındaki bu mücadelede ancak hak böyle örgüt-

lenerek alınabilir.Kapitalistlerin, servetleri alın terine el koydukları artı-değerdir. Bu ne-

denle kapitalizmle sınıflar ortaya çıkmış ve bu nedenle yoksula yardım adı altında yaşadığı gibi düşünen

İtaatkâr toplumlar yaratılarak daha çok sömürmenin metotlarını ya-sallaştırmışlardır.

Akıl ve bilimle dünyaya bakabilen sosyalist felsefe bunun için örgütlü bir işçi sınıfının devrimci gücünü toplumsal bir gelişme olarak görür ve işçi sınıfın, ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarını savunarak genişletir.

Emperyalizm her dönemde farklı metotlarla kah savaşarak kah top-lumsal kültürleri değiştirerek global bir dünya aldatmacasıyla sermaye-nin sınırsız dolaşımında çökmekte olan kapitalizme yeni bir ivme kazan-dırma çabasından başka bir şey değildir.

Vahşi kapitalizmin önünde bir seçenek daha vardır savaş teknolojisini yenilemek ve tüketimin önünü açmak için özgürlük ve demokrasi diyerek

bölgesel savaşlar icat etmek.İnsan yaşamını parayla ölçen bu sistemde küçük ya da büyük ölçekli bir savaşın galibi olur mu bilmem.

Sosyalizmin “Her şey insan için, insan yararına” dır sloga-nıyla emeğin özgürlüğü ve kardeşliğinde kalın diyorum.

Emekçi Hareket Partisi İl Başkanı Serkan Atak direnişe dair şu değerlendirmelerde bulundu:

İstanbul İl Örgütü olarak Kadıköy’de toplu iş sözleşmesi sonucu greve çıkan ve bu mücadeleleri sonucunda ka-zanım elde eden Kadıköy işçilerinin, çalışma koşullarının iyice ağırlaşması nedeniyle 30 Temmuz’da iş yavaşlatma eylemi yapan PTT işçilerinin, işten atıldıkları için yaklaşık 90 gündür direnen UPS işçilerinin bu haklı mücadelesini

kendi mücadelemiz biliyor ve onların bu eylemlilik sü-recinde beraber olacağımızı belirtiyoruz. RENTA, TE-KEL, TARİŞ direnişlerimizden kazandığımız tecrübe ve aldığımız güven ile bu direnişlerde gösterilecek önem-li bir mücadelenin birçok kazanıma kapı açacağını TEKEL’den beri süren direniş ruhunu canlı tutacağını düşünüyoruz. Emekçi Hareket Partisi olarak bu müca-delenin takipçisi işçi kardeşlerimizin bu mücadelede yoldaşıyız. İşsize İş Bulun Ya Da Defolun şiarıyla kriz koşullarının yarattığı durumlara karşı mücadele eden partimiz emekçilerin haklarına uzanan elleri boşa çı-karacaktır.

Kadıköy Belediyesi işçilerinin aylardır süren toplu iş sözleşmelerinde anlaşma sağlanamayınca, belediyede

çalışan 407 işçi grev başlatmışlardı. Bir hafta süren direnişin ardından belediyeyle toplu iş sözleşmesi imzalandı.

Geçtiğimiz hafta pazartesi günü başlayan grev öncesinde işverenle yapılan toplu iş sözleşmelerinin bazı maddelerinde anlaşma sağlanamadı ve belediye başkanı toplantı masasını terk ederek görüşmeyi bitirdiği için işçiler greve gitme kararı almışlardı. Bir haftadır Kadıköy Belediyesi önünde grevi sürdüren işçilerin, maaş, sağlık hizmetleri, yol ücretleri gibi konularda iyileştirme yapılmasını talebine belediye ise bunun daha altında bir öneriyle gelirken, işçiler yoksulluk sınırının altında yaşayamayacaklarını, bu nedenle greve gittiklerini belirtiyorlardı.

İşçiler, Ataşehir Belediyesi’nde imzalanan sözleşmeyle eşit şartlarda olmak istediklerini, ancak belediyenin buna y a n a ş m a d ı ğ ı b e l i r t m i ş l e r d i . En son yapılan a n l a ş m a d a Ataşehir Belediyesi ile eşit şartlarda olmasa da, önceki tekliflerden çok daha iyi bir teklifle, 7 gün süren direnişin ardından sözleşme imzalanmış oldu.

Kadıköy Belediyesi İşçisi Kazandı

Emekçi Hareket Partisi

üyeleri ilk günden itibaren

Kadıköy Belediyesi işçileryle

omuz omuza direnişi

sürdürdüler. Direnişin altıncı

gününde çıkardığımız Emekçi

Hareket Gazetesi ‘Kadıköy

Belediyesi Direnişi Özel

Sayısı’nı da Kadıköy işçilerinin

sesini duyurmak için Kadıköy

emekçilerine ulaştırdık.

İşsizliğin ve krizin yoğun bir şekilde etkilediği, emekçilerin semtleri olan gecekondu mahallele-ri bir de yıkımlarla mağdur edilmekte. Birilerinin

cepleri daha fazla dolsun diye birçok kişiyi evsiz bıra-kılmakta. Tabi ki bu sadece maddi değil manevi ola-

rak da bir yıkım. Ankara’da kentsel dönüşüm proje-lerinden nasibini fazlaca alan bir şehir. Tabi kentsel

dönüşüme karşı mücadelenin de yoğun olduğu bir şehir. O mahallelerde yaşayanlar kültürlerinin de bu pro-jelerle birlikte o yüksek binaların tepelerinde kalacağının farkındalar. Bu nedenle hem kültürlerine hem de evlerine sahip çıkıyorlar.

Evleri yıkılan evsiz kalan insanlar, bunun bir rantsal dö-nüşüm olduğunun bilincinde oldukları gibi mücadele etme-nin gerekliliğini de kavramış durumdalar. Mücadelelerinde inatçılar ve kazanacaklar. Dikmen’de bu gecekonduların hemen yanı başındaki lüks binalar iş merkezleri yıkımların neye hizmet ettiğinin bir göstergesi. Devletin yoksul halka barınma hakkı nedeniyle kalacak yer temin etmesi gere-kirken, hem bu görevini yerine getirmiyor hem de onların bulduğu çözümün karşısına da rant amaçlı yıkımlarla çıkı-yor. Dikmen halkının tek bir isteği var: “İnsanca koşullarda yaşayabilecekleri bir ev”.

Emekçi Hareket Partisi Ankara il Başkanıİbrahim Keskin

Dikmen Halkı Kazanacak

Kitapları EHP İl ve İlçe Örgütleri’nden temin edebilirsiniz.