enderun sevgİ dostluk ve yardimlaŞma derneĞİ tefsİr...
TRANSCRIPT
ENDERUN SEVGİ DOSTLUK VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
TEFSİR ANABİLİM DALI
MEZUNİYET TEZİ
KUR’AN-I KERİM’DE İNSAN KAVRAMI
HAZIRLAYAN DANIŞMAN
Hatice ÖZDİLEK Prof. Dr. M. Halil ÇİÇEK
ANKARA
AĞUSTOS 2019
III
ÖNSÖZ
İnsanı yaratan ve en iyi şekilde tanıyan Allah’ın, insanlığa gönderdiği ilahi
hitapların son halkası olan Kur’an-ı Kerim, ilahi bir kitap olması münasebetiyle getirdiği
esaslar, dikkat çektiği hususlar her yönüyle büyük önem arz eder. Bu münasebetle,
Kur’an’ın muhatabı ve temel konusu olan insanı daha iyi tanıma ve onun ruhsal
dinginliğini gerçekleştirme, insanın yaratıcısı olan ve onun doğası ile oluşumundaki
gizlilikleri en iyi bilen Allah’ın Kelamından çıkaracağımız insana ait realitelerle mümkün
olabilir.
Allah, insanı en güzel şekilde yaratıp diğer yaratıklardan üstün seviyeye çıkacağı
bir takım meziyetlerle donatmış, tabiattaki dengeleri ve toplumlarda adaleti gözetsin,
yeryüzünü imar etsin ve iyilikleri hâkim kılsın diye halifesi yapmıştır. Kâinatı insanın
hizmetine sunarak kâinata ve kendi nefsine bakıp, bunlardaki Allah’ın varlığının
delillerini görmesini ve Allah’a gereğince şükretmesini istemiştir.
Biz de bu tezimizde bu denli önemli olan insan konusuna, insanın psikolojik ve
sosyal yönüne Kur’an’ın bakışını ele almayı uygun bulduk. Tezimiz giriş ve üç bölümden
oluşmaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın önemini, amacını, metodunu ve kaynaklarını
açıkladık. Birinci bölümde Kur’an’ın insana bakışını anlamaya katkısı olacağından
dolayı, genel olarak insan kavramını, Kur’an’da insan kelimesiyle alakalı kelimeleri,
insanın yaratılışını ve özelliklerini ele aldık. İkinci bölümde Kur’an’da insanın psikolojik
yönünü ele alıp insanın tabiatı, karakter özellikleri, olumlu ve olumsuz nitelikleri, Üçüncü
bölümde ise Kur’an’da insanın sosyolojik yönünü ele alarak Kur’an’da toplumsal düzen,
aile hayatı, cemiyet içindeki guruplar, başka toplumlarla ilişkiler ve Kur’an’ın öngördüğü
toplumun özelliklerini inceledik.
Bu çalışmanın gerçekleştirilmesinde, üç yıl boyunca değerli bilgilerini bizlerle
paylaşan, kullandığı her kelimenin hayatıma kattığı önemini asla unutmayacağım
saygıdeğer danışman hocam Prof. Dr. M. Halil Çiçek’e teşekkürlerimi sunarım. Tüm
eğitim hayatım boyunca benden maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen her zaman
yanımda olan sevgili annem Gül Özdilek’e ve babam İbrahim Özdilek’e, bu zorlu tez
sürecinde benden desteğini bir an için bile esirgemeyen canım arkadaşım Ayşe Beyza
Üstüntaş’a da teşekkürü bir borç bilirim.
IV
Tez çalışmamın planlanmasında, araştırılmasında, yürütülmesinde ve oluşumunda
desteğini esirgemeyen, engin bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım, yönlendirme ve
bilgilendirmeleriyle çalışmamı şekillendiren sayın Prof. Dr. Ahmet Ünsal, Tahir Tural
hocalarıma da teşekkür ederim. Enderun’da her zaman himayesinde olduğumuzu
hissettiğimiz sayın Yusuf Şibik abimize, ayrıca 4 yıllık eğitim hayatımız boyunca bizlere
her türlü desteği vererek varlıklarını her zaman arkamızda hissettiğimiz başta Lülüfer
Yılal hocam olmak üzere bütün hocalarıma da çok teşekkür ediyorum.
Enderun’a gelip okumama vesile olan Feyza teyzeme ve Oğuz Kazancı abiye
destekleri ve bana olan güvenleri için ayrıca teşekkür etmek isterim.
Son olarak teşekkürlerin az kalacağı bana 4 yıllık akademi hayatım boyunca
kazandırdıkları her şey için en değerli olan sınıfım Âsitane bireylerinin hepsine de teker
teker teşekkürlerimi sunuyorum.
Hepsinden öte bizi bu yola ileten, kalbimize dininin ve kelamının sevgisini koyan,
bu çalışmayı hazırlamayı bize lütfeden Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun.
Hatice ÖZDİLEK
Ağustos 2019/Ankara
V
İçindekiler
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... III
KISALTMALAR ........................................................................................................ VII
GİRİŞ ............................................................................................................................... 8
I. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ................................................................................ 8
II. ARAŞTIRMANIN AMACI ................................................................................ 9
III. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ ....................................................................... 9
IV. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI ............................................................. 10
BİRİNCİ BÖLÜM ........................................................................................................ 11
KAVRAMIN TANIMI VE İÇERİĞİ ......................................................................... 11
1. KAVRAMIN TANIMI VE İÇERİĞİ .............................................................. 12
1.1. İNSAN KELİMESİNİN SÖZLÜK ANLAMLARI ................................. 12
1.2. İNSAN KELİMESİNİN TERİM ANLAMLARI .................................... 14
1.3. İNSAN KELİMESİNİN KUR’AN-I KERİM’DEKİ ANLAMLARI ..... 17
1.4. KUR’AN-I KERİM’DE İNSAN KELİMESİYLE ALAKALI
KELİMELER ........................................................................................................ 18
1.4.1. Beşer Kelimesi ..................................................................................... 18
1.4.2. Benî Âdem kelimesi ............................................................................. 20
1.4.3. Nefs kelimesi ........................................................................................ 21
1.5. KURAN’DA İNSANIN YARATILIŞI VE YARATILIŞ AMACI ......... 25
1.5.1. İnsanın Yaratılışı ................................................................................. 25
1.5.2. Yaratılış Amacı .................................................................................... 27
İKİNCİ BÖLÜM KURAN-I KERİM’DE İNSANIN PSİKOLOJİK YÖNÜ .......... 30
2.1. OLUMSUZ NİTELİKLERİ (ZAAFLARI) ............................................. 31
VI
2.1.1. Aceleci olması ...................................................................................... 32
2.1.2. Unutkan olması.................................................................................... 33
2.1.1. Bencil olması ........................................................................................ 34
2.1.2. Nankör ve Ümitsiz olması ................................................................... 35
2.1.3. Kibirli olması ....................................................................................... 38
2.1.4. Zalim ve Cahil olması ......................................................................... 40
2.1.5. Cimri olması ........................................................................................ 43
2.1.6. Hevâ ve Zannına Uyuyor olması ........................................................ 46
2.2. OLUMLU NİTELİKLERİ ........................................................................ 48
2.2.1. En Güzel Şekilde Yaratılması ............................................................ 48
2.2.2. Akıl Sahibi Olması .............................................................................. 50
2.2.3. İrade Sahibi Olması ............................................................................ 55
2.2.4. Ahlaklı olması ...................................................................................... 56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KUR’AN’DA İNSANIN SOSYOLOJİK YÖNÜ ..................... 60
3.1. Kur’an’da Toplumsal Düzen ..................................................................... 65
3.1.1. Aile ........................................................................................................ 67
3.1.2. Ana-Baba ............................................................................................. 69
3.1.3. Evlilik ve Karı-Koca ........................................................................... 72
3.1.4. Çocuklar ............................................................................................... 76
3.1.5. Akrabalık ve Akrabalar ..................................................................... 79
SONUÇ .......................................................................................................................... 83
KAYNAKÇA ................................................................................................................. 85
VII
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
a.y. : Aynı yer
AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b. : İbn
bk. : Bakınız
bsk. : Baskı
C. : Cilt
DİD : Diyanet İlmî Dergi
H. : Hicri
Hz. : Hazreti
İÜİFD : İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
MÜİFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
md. : Maddesi
s. : Sayfa
S. : Sayı
TDV. : Türkiye Diyanet Vakfı
Thk. : Tahkik
Trc. : Tercüme eden
vb. : Ve benzeri
vd. : Ve devamı
Y. : Yayınları, Yayınevi
GİRİŞ
I. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
İnsanlara yol göstermek için gönderilen Kur’an, insanın yaratıcısı ile insanın
insanlarla ve insanın eşya ile olan ilişkilerini ele alan ve bu konularda insanlara yol
gösteren temel ilkeleri ihtiva etmektedir. Kur’an’ın ilahi bir kitap olması münasebetiyle
getirdiği esaslar, dikkat çektiği hususlar her yönüyle büyük önem arz etmektedir.
Kur’an’ın muhatabı ve temel konusu olan insanı daha iyi tanıma ve onun ruhsal
dinginliğini gerçekleştirme, insanın yaratıcısı olan ve onun doğası ile oluşumundaki
gizlilikleri en iyi bilen Allah’ın Kelamından çıkaracağımız insana ait realitelerle mümkün
olabilir.
Kur’an insan doğasını açıklayan birçok ayet içermektedir. Bunlar nefsin çeşitli
durumlarını nitelemekte, sapma ve hastalığının temel nedenlerini, arınma, terbiye ve
tedavi yollarını izah etmekte ve böylece insanın hidayetini, terbiye ve eğitimini
hedeflemektedir.1
Kur’an, insanı hem nefsindeki sırları ve psikolojik gerçekleri, hem çevresinde
bulunan kâinattaki sırları hem de tarihi toplumsal gerçekleri, önceki milletlerin durumunu
araştırıp öğrenmeyi teşvik eder. Biz de gücümüz nispetinde insanın mahiyetini ve
toplumsal gerçekleri bildiğimiz zaman insanın ruhî gerçekleriyle uyuşan, onunla asla
çatışıp çelişkiye düşmeyen bir düşünce sistemi kurmamız mümkün olur ve ancak böylece
insan nesillerini Allah’ın yarattığı en doğru fıtrat ile yetiştirme imkânı elde edebiliriz.
Kur’an, bir psikoloji, sosyoloji ve tarih kitabı değildir. Psikolojik ve sosyolojik
olgular sistematik bir biçimde Kur’an’da yer almazlar. O’nun asıl amacı ruhları eğitip
yetiştirmek olup psikolojik ve sosyolojik nazariyeler, veriler ortaya koymak değildir.
Yalnız Kur’an, insan ve toplumlar hakkındaki hakikatleri tahlil, tasvir ve
değerlendirmeleri içermektedir. Özgün ifadeleriyle ustaca insanı tanımlayan, insan ve
toplumlar için külli ilkeler içeren Kur’an’ın insana bakışını ortaya koymak büyük önem
arz etmektedir. Konunun önemi ve bu alanda yeterince çalışma yapılmaması bizi bu
konuda araştırma yapmaya sevk etmiştir.
1 Necati, M. Osman, Kur’an ve Psikoloji, Trc. Hayati Aydın, Fecr Y. 1.Bsk., Ankara,1998, s. 16
9
II. ARAŞTIRMANIN AMACI
Bizim ömrümüz, insanı tanımaya yetmez, yetmeyecektir. Çünkü insan hayatı
olmuş bitmiş bir şey değil; olmakta olan, sürekli neşvünema bulan bir keyfiyetler
bütünüdür. Eşyaya ait ilimler, yani pozitif bilim, tavrı ve metotları bakımından insanı
anlamaya müsait en azından yeterli değildir. İlimde analiz esastır. O, ölçülebilirlik ve
kesinlik ister. Oysaki insanda ölçülemeyen pek çok alanlar vardır. İnsanı insan yapan da
bu ikinci kısım değerlerdir.
İşte bu noktada insanı en iyi tanıtan Kur’an’a müracaat etmemiz gerekir. Zira
insanı yaratan Allah olduğu için insanın sırlarını, özelliklerini, karakterini, olumlu ve
olumsuz niteliklerini en iyi bilen de yine O’dur.
Bu çalışmamızda insanı yalnız bir açıdan değil, onu daha iyi değerlendire-
bilmemiz için hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan ele almayı uygun bulduk. Bu tezin
temel amacı da, Kur’an’da insan konusuna bütüncül bir yaklaşım sergileyerek İlahî
Kitabın ana konusu olan insanın Kur’an’daki psikolojik ve sosyolojik yönünü, O’nun
insana ve topluma bakışını ortaya koyarak insanın tanınmasına ve İlahî Kitabın daha iyi
anlaşılmasına bir nebze de olsa katkıda bulunmaktır.
III. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Konuyu araştırırken Kur’an-ı Kerim’in insanın psikolojik yönü, insanın tabiatı ve
karakter özellikleriyle ilgili ayetleri yanında insanın sosyolojik yönü yani toplumla ilgili
ayetlerini ele alıp, Kur’an’ın insanın psikolojik yönünü geliştiren ne gibi prensipleri
olduğunu ve nasıl bir toplum tipi önerdiğini Kur’an’ın hedefleri doğrultusunda ve O’nun
bütünlüğü içinde tahlil etmeye çalıştık. İlahi kitap olan Kur’an’ın kavramlarıyla psikoloji
ve sosyolojinin kavramları birebir örtüşmemektedir. Zira her bilim dalı insanı kendi bakış
açısına göre ele almakta ve tanımlamaktadır. Kur’ânî kavramlarda, ahlakî bir boyutun
varlığı görülmektedir. Bizim de asıl hedefimiz Kur’an’ın konuya bakışını ortaya koymak
olduğundan konu başlıklarının seçiminde ve konunun sunumunda özellikle Kur’an’ın
kavramlarını kullandık. Aynı şekilde Kur’an’ın insan ve toplum konusuna bakışı ile
psikoloji ve sosyolojinin bakışları arasında fark bulunduğundan biz daha ziyade
Kur’an’ın bakışını dikkate alarak ahlaksal çıkarımlarda da bulunduk ve Kur’an’ın
bakışını yansıtmaya çalıştık.
10
IV. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI
Çalışmamızın isminden de anlaşılacağı gibi araştırmamız esnasında asıl kaynak
Kur’an-ı Kerim olup konumuzla ilgili makale, tez ve muhtelif eserlerin yanı sıra
tefsirlerden yararlanmaya çalıştık. Ayrıca konumuzun Psikoloji ve Sosyoloji ile
ilgisinden dolayı, Psikoloji, Sosyoloji, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi ile ilgili
çalışmalardan da konumuzla alakası nispetinde yararlanmaya çalıştık. Bunun yanında
ahlakı ilgilendiren alanlarda da İslam ahlakı ile ilgili kitaplara başvurduk. Yalnız asıl
amacımız Kur’an’ın konuya bakışını ele almak olmuştur.
Bu kaynakların yanı sıra konuyla ilgili önemli gördüğümüz sahih hadislerden de
yararlandık. Zira hadislerde de Kur’an’da olduğu gibi insanın tabiatı, karakteri, eğilim ve
tutumları, toplumların ahlakî yapısı ve eğitimi konusunda önemli bilgiler, yol göstermeler
bulunmaktadır. Hz. Peygamber bir peygamber ve rehber olması dolayısıyla insanı ve
toplumu en güzel şekilde tahlil etmiş ve onların ruhî hastalıklarının tedavisi konusunda
önemli yol göstermelerde bulunmuştur.
Konumuzla ilgili İslam âleminde yapılan iki önemli çalışma bulunmaktadır.
Bunlar, Muhammed Kutub’un “İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler” ve M. Osman
Necati’nin “Kur’an ve Psikoloji” adında Türkçemize kazandırılan eserleridir. Bunlar
Psikoloji’nin verileri ile Kur’an’ı güzel bir şekilde karşılaştırmışlardır. Diğer bir çalışma
Abdurrahman Kasapoğlu’na ait “Kur’an’da İnsan Psikolojisi” adlı çalışmadır. Burada
Kur’an’ın insan psikolojisine ilişkin konuları kısaca ve sınırlı olarak ele alınmıştır. Diğer
bir çalışma da Hayati Aydın Bey’in “Kur’an’da İnsan Psikolojisi” adlı eseridir. Bu eserde
de insanın biyolojik, psikolojik ve sosyal zaafları incelenmiştir. Bunların yanında
Şerafeddin Gölcük ve Celal Kırca Beylerin “Kur’an ve İnsan” adında ayrı ayrı çalışmaları
bulunmaktadır.
11
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMIN TANIMI VE İÇERİĞİ
12
BİRİNCİ BÖLÜM
1. KAVRAMIN TANIMI VE İÇERİĞİ
1.1. İNSAN KELİMESİNİN SÖZLÜK ANLAMLARI
İnsan kelimesinin kökü konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İbn
Manzûr’un ifadesine göre insan kelimesinin aslı (انسيان) insiyândır. Çünkü Araplar bu
kelimenin ism-i tasğîrini (انيسيان) uneysiyân şeklinde kullanırlar. Ancak insanlar insiyân
kelimesini konuşmalarında çok kullandıklarından ya ”ى” harfini hazfetmişlerdir. İbn
Sayyâd’ın rivayet ettiği bir hadiste de bu kullanım vardır.2 Cevheri’ye göre insan
kelimesinin kökü fu‘lân veznindendir. Ya harfi eklenerek ism-i tasğir yapılmıştır.3 Bir
görüşe göre insan kelimesi (انس) insden türeyen fi‘liyân babındaki insiyândan
gelmektedir. Bir başka görüşe göre ise unutmak manasındaki نسي nesiye fiilinden if‘ilân
babında انسيان insiyândan gelmektedir.4 Sonuçta bu görüşlerin birleştiği ortak nokta,
insiyân kelimesidir. Bazı âlimlere göre ise insan kelimesinin kökü el-ünâstır. Bunun kökü
de ünâstır. Hemze burada asıldır.5
Genelde insan kelimesinin üns yahut nesy köklerinden türediği ileri sürülmüştür.6
Üns sevgisizliğin, yalnızlığın7 ve ürkmek anlamındaki nüfûr mastarının karşıtıdır.8
Alışmak, uyum sağlamak,9 ünsiyet, yakınlık anlamlarına gelmektedir.10
Kur’an’da Âdem’in verilen ahdi unuttuğu belirtilir.
ا الى ادم من قبل فنسي ولم نجد له عزما ولقد عهدن
2 İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem el-Mısrî, Lisânü’l-‘Arab (e-n-s md.),
Beyrut, 1970, I, 80. 3 Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhi’l-‘Arabiyye (e-n-s md.), Thk.: Ahmet
Abdulğaffâr Attâr, 3.Bsk., Dâru’l-İlmi’l-Melâyîn, Beyrut , 1984, III, 905 4 İbn Manzûr, I, 80. 5 Cevherî, a.g.e., III, 905 6el-İsfehânî, Râğıb, Müfredât-ü Elfâzi’l-Kur’ân (e.n.s md.), Thk. Safvân Adnan Dâvûdî, Dâru’l- Kalem,
Dımeşk, 1997, s. 94; İbn Manzûr ,a.y.; Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Pınar Y., İstanbul,
1986, s. 267; TDVİA (İnsan md.), TDV Y., İstanbul, 2000, XXII, 321 7 Cevherî, a.g.e., III, 909 8 İsfehânî, a.g.e., s. 94 9 TDVİA, XXII, 321 10 Cevherî, a.g.e., III, 909
13
“Biz daha önce Âdem’den söz almıştık, fakat o unuttu; biz onda yeterli bir
kararlılık görmedik.”11
Gerçekten de insan, çok unutan, unutmaması gereken çok şeyi unutan bir varlık
olarak da dikkat çeker. Bu unutma veya gaflet, insan hayatında bazen kayıplara, bazen de
mutlu gelişmelere kaynaklık eder. Fakat İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eserinde
bu görüşü reddeder. Ona göre insan, tabiatı gereği zariftir. Vahşi ve kindar değildir. İnsan
ismi nisyân’dan değil e-n-s kökünden türemiştir. Çünkü nisyân (unutma), fıtratın aslından
olmayıp, sebep ve etkenlerle sonradan kazanılmıştır. Bunların kalkmasıyla yok olur.12
İnsan kelimesinin ünsiyet anlamını ifade eden e-n-s (iletişim/dostluk) kökünden meydana
gelmesi, insanın en büyük özelliğinin sosyal yönü olduğunu ortaya koyar. Bu, onun
hayvanlardan farklılaştığı ayrıcalıklı bir vasfıdır.13
İnsan kelimesi hem erkek hem de kadınlar için kullanılır. Kadınlar için insâne
denmez. İnsan, çoğul için de kullanılır.14 Enes insanlardan oluşan birçok gruba denir. Bazı
Arap kabilelerine de insan denmiştir. İnsan kelimesinin “parmak ucu, insanın gölgesi,
dağın başı, ekilmeyen arazi, göz bebeği” olmak üzere beş anlamı vardır. İnsanın göz
bebeği anlamına gelmesi belki de onun bakma, görme, üretme ve gözlemler yapabilme
gücü sebebiyledir. Buradan hareketle insana, “varlığın göz bebeği” denmiştir.
E-n-s kelimesinin ve türevlerinin anlamlarını dikkate aldığımızda, bunların
insanın doğal yapısıyla uygunluk arz ettiği, insanın özelliklerini yansıttığı, nisyân
(unutma) kelimesinin ise sadece bir yönünü yansıttığı görülmektedir. Bütün bunlar insan
kelimesinin e-n-s kökünden türediğini göstermektedir. Nâs kelimesi insân kelimesinin
çoğuludur. Müzekkerdir. Taife (topluluk, grup) anlamında kullanılırsa müennes
olabilir.15 Nâs kelimesi insanlar anlamında olup mü’min, kâfir ve münafığı içine alan bir
isimdir.16 Genel olarak bütün insanlardır.
11 Tâhâ 20/115 12 Uzeyme, Salih, Mustalahât-u Kur’âniyye, Beyrut, 1994, s. 68-69 13 Aydın, Hayati, Kur’an’da Psikolojik İkna, Timaş Y., İstanbul, 2001, s. 175 14 Cevherî, a.g.e., III, 904 15 Zebîdî, Muhibbuddîn Ebu’l-Feyd Muhammed Murtedâ el-Huseynî el-Vâsıtî, Tâcü’l-‘Arûs min
Cevâhiri’l-Kâmûs (e-n-s md.), Darulfikr, Beyrut, 1994, VIII, 187-189 16 Asımgil, Sevim, İnsanın Varoluş Serüveni, Timaş Y., İstanbul, 1996, s. 49
14
1.2. İNSAN KELİMESİNİN TERİM ANLAMLARI
İnsan, eşsiz bir yaratıktır. Canlılar âleminin en son ve mükemmel halkası, en
yukarı basamağıdır. Ondaki özellikler hiçbir canlı ile mukayese edilemeyecek kadar
değişik, gözleri kamaştıracak kadar parlaktır. Kâinattaki takriben dokuz yüz bin canlı
içinde alet yapan, kendinin farkına varan, evrenin sırrını araştıran ve onun içine nüfuz
etmeye çalışan yegâne canlıdır.17
Günümüze kadar insanlık kendini tanımlamak için büyük bir çaba sarf etmiş ama
kesin bir sonuca ulaşamamıştır. Her bilim dalı insanı kendi bakış açısına göre
tanımlamıştır. Psikoloji, insanı bireysel davranışları yönüyle, Sosyoloji, toplumsal bir
varlık olarak, iktisat, ekonomik açıdan, antropoloji, kültür ve medeniyetler kuran bir
gücün sahibi olması itibariyle ele almış ve tanımlamıştır.18 Böylece bütün bu tanımlar
insanı tanımlamada eksik kalmışlardır. Bilim dallarının bu araştırmaları da, insanın ne
denli büyük ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Şerif el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât adlı eserinde “el-insân hüve’l-hayavânü’n-nâtık”
şeklinde tarif yapmaktadır.19 Bu, felsefe ve mantıkçılara nispet edilen bir tariftir. Burada
nutk kelimesiyle sadece konuşan, kendini yorumlayan terim kastedilmemiş, insanla ilgili
bütün manalar bu konuşma özelliğiyle yorumlanmıştır. Bazen bir şeyin tümü onun en
mühim, en şerefli veya birinci sıradaki özelliği olan bir parçası ile tanıtılır.20
Gazzali ise insanı şöyle tanımlıyor: “İnsan nutk sahibi (konuşan veya düşünen) ve
ölen canlıdan ibarettir.”21 Gazzali’nin bu tanımındaki; “İnsan ölen bir varlıktır.” ifadesi,
İslam’la beraber insan tanımına girmiştir. Ölüm, insanın zaten karşılaşacağı kaderi veya
insan varlığının vazgeçilmezi olmasına rağmen Aristoles’ten beri insan tanımına
girmeyen “ölümlü insan” tabirinin İslam düşüncesiyle beraber insani bir özellik olarak
kabul edilmesi kayda değerdir. 22
17 Üstün, Yakup, “İslam’a Göre İnsan”, Diyanet Dergisi, S. 5, Eylül-Ekim1975, XIV, 261-262 18 Gölcük, Şerafeddin, Kur’an ve İnsan, Esra Y., Konya, 1996, s. 71 19 Curcânî, Seyyid Şerif, Ta‘rîfât-u Seyyid-i Şerîf (insan md.), Dersaâdet, İstanbul, 1318 h., s. 25 20 el-İsfehânî, Râgıp, Tafsîlü’n-Neş’eteyn ve Tahsîlü’s-Sa‘âdeteyn (İnsan İki Hayat İki Saadet), Thk.
Abdülmecit en-Neccar, Trc. Mevlüt F. İslamoğlu, Pınar Y., İstanbul, 1996, s. 66, 68 21 Gazzali, Mi’râcu’s-Sâlikin, Beyrut, s. 88 22 Deniz, Gürbüz, Anlam ve Varlık boyutuyla İnsan, Dib Y, Ankara, 2015, s. 16,17
15
Gazzali’den önce insanı “ölümle kemale ulaşan varlık” diye tanımlayan ise İbn
Sina’dır.23 Çünkü İslam inancına göre insan ölümden sonra da yaşamaktadır.24 İnsanın
ölüm sonrası hayatının sağlık ve sıhhati ise yine bu dünyada yaşamış olduğu hayatına
bağlanmıştır. O zaman insan bu dünyada iken öteki hayatına da hazırlık yapmalıdır.
İbn Arabî’ye göre insan bu hissedilen şekil veya topraktan oluşan beden değildir.
İnsan ancak engin bir mana ve derin bir işarettir. İbn Arabî, bu görüşünü de ayetle
delillendirir.25
İnsan âlemle yorumlanmıştır. İnsan kadar âleme benzeyen başka bir şey yoktur.
İnsanla âlem arasındaki benzerliği ifade ederken, insanın küçük âlem, evrenin büyük
insan olduğu söylenmiştir. Buna Kur’an-ı Kerim’de işaret etmiştir.26
Ali Şeriati’nin belirttiğine göre üzerinde ittifak edilen bir hümanizmde, insan
türünün tabiatındaki en temel vasıflarla insan şöyle nitelenir: “İnsan, asil, soylu, irade ve
ahlak sahibi, bilen, kavrayan, benliğinin şuurunda olan, yaratıcı, ülküsü, hedef ve amacı
olan bir varlıktır.”27
Yine Şeriati, çağdaş dünyada hâkim olan dört akımın üzerinde birleştikleri
esaslardan yola çıkarak insanın şöyle bir tanımının yapılabileceğini söyler. “İnsan,
evrende kendine özgü bir özü bulunan şerefli, yaratılmış, irade sahibi olduğu için de
saygın ve ayrıcalıklı, tabiatta bağımsız bir sebep olarak bulunan, seçme gücüne sahip
olan, tabii yazgısına karşılık kendi yazgısının oluşmasında katkısı olan, sahip olduğu güç
sayesinde yükümlü ve sorumlu olan bir varlıktır. Bu sorumluluk değerler sistemine
dayanmadan anlamsız olur.”28
Nâs, genel olarak bütün insanlardır. Dil, din, renk, ırk farklarının üstünde bir
cinstir. Nâs kelimesinin bu anlamını şu ayet de vurgulamaktadır:
ا خلقناكم من ذكر وانثى اس ان ها الن ا اي ي
23 İbn Sina, el-Havf mine’l-Mevt, Beyrut 1982, s. 275 24 Tevbe, 9/100; Zümer, 39/7-9; Hadid, 57/10; Haşr,59/8 25 Curcânî, a.g.e. (İnsân-ı kâmil md.), s. 25-26 26 Lokman 31/28 27 Şeriâtî, Ali, İnsan, s. 54-56 28 Şeriâtî, a.g.e., s. 60-61
16
“Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık.”29
Netice itibariyle günümüze kadar insanlık kendini tanımlamak için muazzam bir
çaba sarf etmiş fakat kesin bir sonuca ulaşamamıştır. Her bilim dalı insanı kendi bakış
açısına göre tanımlamıştır. Böylece bütün bu tanımlar insanı tanımlamada eksik
kalmışlardır. İnsana ilişkin, derinlemesine mantıkî bir tanım üzerinde birleşmek
neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu, bilimsel bakış açılarına, felsefî ekollere ve muhtelif
dinlere göre değişiklik arz etmektedir. Tarih boyunca insana ilişkin yapılan tanımların
bazısı insanın maddî yönüne bazısı da manevî yönüne vurgu yapmışlardır. Tam bir insan
tanımı insanın bütün yönleri dikkate alınarak yapılan tanım olacaktır.
İsfehânî de insanın manevî yönüne vurgu yaparak şöyle demiştir: “Bir fonksiyon
için yaratılıp da, yaratıldığı işi yerine getirmeyen yok hükmündedir. Bunun için çok defa
yaratılış amacını gerçekleştirmeyen varlıktan o isim çekilip alınır. Bu durumda bir
kimsenin insanlığı, gerçekleştirebildiği kulluğu nispetindedir. Çünkü onun için
yaratılmıştır.” Kur’an-ı Kerim’de de yaratılış amacını gerçekleştirmeyen kâfirlerin
gittikleri yol bakımından hayvanlardan daha aşağı olduğu belirtilmiş, ancak Kur’an-ı
Kerim’deki “Ey İnsanlar!” hitabı inanan ve inanmayan herkese yöneltilmiş
ي احسن تقويم لقد خلقنا النسان ف
ثم رددناه اسفل سافلين
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına çevirdik”30 gibi
insanın özellikleri anlatılan ifadelerde de insan kelimesiyle bütün insanlar kastedilmiş,
gittikleri yol itibariyle insanlık değerini kaybettikleri veya kazandıkları vurgulanmıştır.
Bunlar da göstermektedir ki Kur’an-ı Kerim, inanmayan insanlara da insan demekte
ancak gittikleri yol bakımından hayvanlardan daha aşağı düzeyde insanların olduğu
belirtilmektedir. Bu sebeple kâfirde kulluk bulunmadığından ona ancak mecazi manada
insan denebilir.31
29 Hucurât 49/13 30 Tîn 95/4-5. 31 İsfehânî, a.g.e., s. 151-153; Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, Kimyâ-yı Saâdet
(Mutluluğun Formülü), Terc. Ali Arslan, İmaj Y., I, 41-42
17
1.3. İNSAN KELİMESİNİN KUR’AN-I KERİM’DEKİ ANLAMLARI
Kur’an-ı Kerim’de 65 yerde insân, 18 yerde ins, bir yerde de insî geçmektedir.
Ayrıca bir ayette enâsî 5 ayette ünâs, iki yüz kırk ayette de nâs şeklinde çoğul olarak yer
almaktadır. Beş ayette görmek manasında ânese şeklinde, bir ayette de izin alma
anlamında teste’nisû şeklinde kullanılmıştır. Bir ayette ise konuşma, ülfet, ünsiyet etme
anlamında müste’nisîn şeklinde ism-i fail kalıbında kullanılmıştır. Kur’an-ı Keim’de
insan bütün yönleriyle ele alınmış, konuyla ilgili ayetler onun yaratılışı, mahiyeti ve
gayesini bir bütünlük içinde temellendirmiştir.32
Kur’an-ı Kerim’de insan kelimesi insan cinsi için genel bir ifade olarak
kullanıldığı gibi belirli şahısları ifade etmek için de kullanılmıştır. Bir görüşe göre,
وكان النسان اكثر شيء جدل
“İnsan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.”33 ayetinde insandan kasıt
kâfirlerdir. Bunun delili ayetin bağlamıdır denmiştir.34 Müfessirler, bazı ayetlerde geçen
insan kelimesiyle birtakım özel kişilerin kastedildiğini de söylemişlerdir. Örneğin, Abese
suresinin 17-22. ayetlerinde ise insandan kastedilenin Utbe b. Ebû Leheb olduğu veya
Kureyş zenginlerinden bir grup olduğu ya da fakirler üzerine üstünlük taslayan her
zenginin kastedildiği söylenmiştir.
İnsan kelimesinin kapsamı hakkında ihtilafa düşülmüştür. İçlerinde Ebi’l-Hüzeyl
Allâf’ın olduğu bir grup âlime göre insan kelimesi ruhu değil bedeni kapsar. İbrahim en-
Nazzâm’ın bulunduğu gruba göre ise bedeni değil ruhu kapsar. Diğer bir görüşe göre ise
belak (alacalı, siyah ve beyaz renkte olma) kelimesi siyah ve beyaz rengin ikisini de
kapsadığı gibi insan kelimesi de ruh ve bedeni beraberce kapsar. İlk grup, görüşünü
desteklemek için bedenin sıfatlarını;35 ikinci grup, ruhun sıfatlarını36 niteleyen ayetleri
delil getirmişlerdir. Sonuçta insan ismi insanın hem bedenî hem de ruhî yönü hakkında
32 TDV İslam Ansiklopedisi, XXII, 321 33 Kehf 18/54 34 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, I, 80 35 Rahman 55/11; Tarık 86/5-8; Kıyamet 75/26-29 36 Meâric 70/19-22
18
ayrı ayrı kullanıldığı gibi, büyük çoğunlukla ikisinin toplamı olarak, insanı bir bütün
olarak ifade etmek için kullanılmıştır.
en-Nâs lafzı beşer cinsini ifade eden bir isimdir. Başına elif lâm gelmiş olan bir
çoğul lafızdır. Binaenaleyh bu lafız istiğrak ifade eder.37
“Eyyuhennâs!” hitabı bütün insanları içine alan âmm bir lafızdır. Bir topluluk için
özel değildir. A‘râf, Yunus, Hacc, Neml gibi birçok Mekkî surede vardır. Medenî
surelerden Bakara, Nisâ ve Hucurât’ta vardır. Buralarda genellikle hitap Mekke ehlinedir.
Bununla beraber diğerlerini de kapsar. Bu hitabın Medenî surelerde bulunmasıyla
başlangıç olarak bütün mükelleflere hitap kastedilir.38
Sonuç olarak Kur’an’da insan bütün yönleriyle ele alınmış, insan cinsi için genel
bir ifade olarak kullanıldığı gibi belirli şahısları ve grupları ifade etmek için de
kullanılmıştır. Aynı şekilde insan kelimesi, insanın hem beşerî hem de ruhî yönünü ifade
etmek için kullanıldığı gibi, büyük çoğunlukla insanı bir bütün olarak ifade etmek için
kullanılmıştır.
1.4. KUR’AN-I KERİM’DE İNSAN KELİMESİYLE
ALAKALI KELİMELER
1.4.1. Beşer Kelimesi
Beşer, yaratıklar (insanlar) demektir. Müzekker, müennes, müfred, tensiye, cemi
için kullanılır. Tesniyesinin ve cemisinin yapılıp yapılamayacağı konusunda ihtilafa
düşülmüştür. Tesniyesi yapılır. Zira Kur’an-ı Kerim’de beşereyni39 şeklinde tesniyesi
yapılmıştır. Cemisinin kıyasen ebşâr olduğu söylenmiştir.40 Beşer, beşera kelimesinin
çoğuludur. Beşera, derinin dış yüzeyidir. Hayvanlardaki yün, kıl ve postların aksine
insanın derisinin tüylerinden görünmesinden dolayı insan, beşer olarak ifade edilmiştir.
Derilerini birleştirerek kadınla erkeğin birleşmesi bu kökten gelir.41 Yine, beşerden
murad, onun, kendisine dokunulan ve kendisiyle yüz yüze gelinilebilen bir cisim
37 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, VII, 306 38 Razi, a.g.e. VII, 306; Rıza, Muhammet Reşit, Tefsîru’l-Menâr, Matbaatü’l-Menâr, Mısır,1353, IX,
322 39 Mü’minûn 23/47 40 İsfehânî, a.g.e. (b-ş-r md.), s. 124; Zebîdî, a.g.e., (b-ş-r md.), VI, s. 84; İbn Manzûr, a.g.e. (b-ş-r md.), I,
216 41 İsfehânî, a.y.; İbn Manzûr, a.y; Fîruzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît (b-ş-r md.), s. 386
19
olmasıdır. Meleklerin ve cinlerin cisimleri ise, beşerin cisminden ve maddesinden daha
latif ve şeffaf olduğu için, onlara dokunulamaz.42
Beşeretü’l-arz, yeryüzünün ortaya çıkıp görünen bitkileridir. Beşer kelimesi,
fiil-i mâzî haliyle, “cinsel ilişkide bulunma, müjdeleme, yeme, güler yüzlü olma,
sevinme, güzel olma, yer bitkisinin çıkması” gibi anlamlara gelir.43
İnsan ve beşer kelimeleri Âdemoğluna aittir. Ama birincisi onun ahlakî, ikincisi
de cismanî özelliklerine ağırlık veren kelimelerdir.44 Şeraiti, beşer kelimesini daha çok
“konuşan hayvan” olan insan anlamında, insan kelimesini ise nispeten, ben-bilincine ve
özgürlüğüne kavuşmuş, olgunlaşmış türün niteliği anlamında ele alır.45
Beşer kelimesi Kur’an-ı Kerim’de otuz yedi defa geçmektedir. Otuz beş yerde
cins isim olarak yer almasına karşın iki yerde özelleşmiştir.46 Bunlar Meryem suresinin
17 ve 20. ayetleridir. 17. Ayette meleğin Hz. Meryem’e düzgün bir beşer şeklinde
göründüğü, 20. ayette ise Hz. Meryem’in “bana hiçbir beşer dokunmadı” sözü yer alıyor.
Beşerle ilgili ayetlerden 15 tanesi ise resul ve nebilerin beşeriyetiyle ilgilidir.
Elmalılı Hamdi Yazır,
ن خلق بل انتم بشر مم
“…hayır, siz de O’nun yaratıklarından birer beşersiniz”47 ayetini yorumlarken
beşeri şöyle açıklıyor: “Hayır, siz Allah’ın oğulları veya sevgilileri değil, akıl sahipleri
olarak yarattığı varlıklar cinsinden bir insan, derisi çıplak âciz, fakat idrak ve anlayış
sahibi bir mahlûksunuz.”48
Sonuç olarak insan ve beşer kelimeleri Âdemoğluna aittir. Ama birincisi onun
ahlakî, ikincisi de cismanî özelliklerine ağırlık veren kelimelerdir. Beşer lafzının geçtiği
ayetlerde insanın bedenî yönü ve dış görünüşü ifade edilir.
42 Razi, Tefsîr-i Kebîr, XIV, 94 43 Cevherî, es-Sıhâh (b-ş-r md.), II,590; İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab (b-ş-r md.), I, 216 44 Şeriati, İslam Sosyolojisi, s. 51 45 Şeriati, İnsan, s. 365 46 Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (b-ş-r md.), s. 153-154 47 Mâide 5/18 48 Yazır, Hak Dîni, III,143
20
1.4.2. Benî Âdem kelimesi
Benî kelimesi, ibn kelimesinin çoğulu olan benûn kelimesinden hazif ve i‘lâl
yoluyla benî şekline dönüşmüştür. İbn kelimesi çocuk anlamında olup aslı fe‘al kalıbında
benevdir. Vav harfi hazfedilmiştir. Çoğulu ebnâ’ ve benûndur. İsm-i tasğiri buneyydir.
Müennesi binttir.49
Kur’an-ı Kerim’de ism-i tasğiri yâ buneyye (ey oğulcuğum)50 şeklinde geçer. Bir
şeyin yönünü, terbiyesini, kontrolünü, hizmetini veya işinin idaresini elinde bulunduran
her şey için hüve ibnuhû denir. Örneğin, midesine ve şehvetine düşkün olanlara ibn-u
batnihî ve’bn-u fercihî, yarınını düşünmeyenlere ibn-u yevmihî,51Âdem (a.s.) için ibnu’t-
tîn denir.
Âdem kelimesinin hangi dilden geldiği ve hangi kökten türemiş olduğu konusu
Müslüman dilciler arasında tartışılmıştır. Dilcilerin çoğu bu kelimenin Arapça asıllı
olduğunu savunmuşlardır.52 Cevherî’ye göre bu kelimenin aslı, ef‘el kalıbında e’dem
şeklinde iki hemzeli olmakla birlikte ikinci hemze elife çevrilerek âdem şeklini almıştır.
Yine Âdem kelimesinin el-üdme kökünden türediği ileri sürülmüştür. el-Üdme,
insanlarda esmerlik, develerde siyah ve beyaza çalan renk, geyiklerde beyaz renk
anlamlarına gelir. Bu kelimenin uyum, yakınlık, vesile, ülfet anlamlarına gelen el-edem,
el-üdm veya el-üdmeden türemiş olabileceği de söylenmiştir.
Bir görüşe göre de, Âdem kelimesi, “bir şeyin dış yüzü” daha çok edîmü’l-arz
şeklinde yeryüzü anlamına gelen el-edîme kelimesinden türetilmiştir.53 Bu görüş şu
hadise dayanır: “Allah, yeryüzünün tümünden bir avuç toprak aldı, bunu çamur yaparak
yumuşattı, sonra katılaştırdı. Sonra da Âdem’i bundan yarattı. Bu sebeple onun
zürriyetinin renkleri değişik olur.” Edîm, yeryüzü anlamına geldiğine göre Âdem
kelimesinden, yerden yaratılmış bir varlık anlaşılır.54
Âdem(a.s), insanların babasıdır. Vücudu yeryüzünden yaratıldığından, renginin
esmerliğinden, farklı unsurlardan ve farklı kuvvetlerden oluştuğundan veya ayette
49 Cevherî, a.g.e. VI, 2286; İbn Manzûr, a.g.e., (b-n-y md.) I, 270; İsfehânî, a.g.e., s. 147 50 Yusuf 12/5; Saffât 37/102; Lokman 31/13 51 İsfehânî, a.g.e, s. 147 52 TDV İslam Ansiklopedisi, I, 358 53 Cevherî, a.g.e., XV,1859 54 Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y. İstanbul, ts., IX, 526
21
zikredildiği gibi55 dolayı güzelleşip diğer varlıklara üstün kılındığı akıl, anlayış, düşünce
kabiliyeti verildiği için böyle isimlendirildiği söylenmiştir.56
Âdem kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de yirmi beş yerde geçmektedir.57 Hz. Âdemle
ilgili ayetler dikkatlice incelendiğinde Kur’an-ı Kerim’de kıssası anlatılan Âdem (a.s.)
genel manada insan türünü sembolize eder. Âdem’in öyküsü insan türünün niteliklerinin
açıklanmasıdır. İnsan tanımının yapıldığı Âdem kıssasını anlatan ayetlerde sembolik bir
dil kullanıldığı ve bu sembollerin ardında insanla ilgili gerçeklerin saklı olduğu görülür.58
Hz. Âdem’in karakteri, kişiliği, bütün özellikleri ve hatlarıyla bir insanı canlandırmakta,
beşerî zaaf vurgulanmaktadır.59
Kur’an-ı Kerim’de benî âdem kelimesi, yedi ayette geçmekte olup 60 bu ayetlerin
ikisinde61 Allah, insanoğlunu şeytana karşı uyarır. Diğer iki ayette 62 Allah’ın insanoğluna
nimetini hatırlatır. Yine diğer iki yerde63 doğruya sevk eder. Bir ayette ise64 insana
Allah’la yaptığı ilk sözleşme hatırlatılır.
Kur’an-ı Kerim’de insan türüne âdemoğulları şeklinde hitap edilerek cins, ilkine
nispet edilir. Buradaki izafet mecazî bir izafettir. Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde
âdemoğulları ifadesinin Hz. Âdem’in bizzat kendi oğullarına işaret etmesi muhtemeldir.65
Kur’an’da insanoğluna benî âdem diye hitap edilmesinin sebebi, insana Hz.
Âdem’in soyundan geldiğini hatırlatarak insanın dikkatini Hz. Âdem’e ve onun kıssasına
yönlendirerek ibret almasını sağlamak olsa gerek. Zira Kur’an’da Hz. Âdem kıssası
genişçe anlatılır. Kıssalardaki asıl amaç da öğüt verip ibret alınmasını sağlamaktır. Benî
âdem kelimesinin geçtiği ayetlerde de bu yön dikkat çekmektedir.
1.4.3. Nefs kelimesi
55 Hicr 15/29; İsra 17/70 56 İsfehânî, a.g.e., s. 904 57 Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (e-d-m md.), s. 31-32 58 Kasapoğlu, Abdurrahman, Âdem’den Hateme Kişilik, İzci Y., 1.Bsk., İstanbul, 1997, s.14 59 Kutup, Seyyid, Kur’an’da Edebi Tasvir, Trc. Mehmet Yolcu, Çizgi Y. İstanbul, 1991, s. 253-254 60 Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-müfehres (Benî Âdem md.) s. 175 61 A‘râf 7/27; Yâ sîn 36/60 62 A‘râf 7/26; İsrâ 17/70 63 A‘râf 7/31, 35 64 A‘râf 7/172 65 Maide 5/27; Yar, Erkan, Ruh Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu, Ankara Okulu
Y., Ankara, 2000, s. 76-77
22
Nefs, Arapça bir kelime olup çoğulu enfus ve nufûstur. Arapça’da nefs, bir şeyin
varlığı, hakikati, zatı, cevheri, tamamı, bütünü, kendisi demektir. “Falanca kendini
öldürdü, helak etti” dendiğinde, helak, zatının tamamında ve hakikatinde oldu demektir.
Nefs insanın bütünü için kullanıldığından Araplar ‘indî selâset-ü enfüs (yanımda üç kişi
var) derler.66
Ebu İshak’a göre, nefs kelimesi ruh ve bir şeyin bütünü, hakikati anlamda
kullanılır. Ruh manasında olmasının delili haracet nefsü fulân (falancanın ruhu veya canı
çıktı) sözüdür.
Zeccac ise şöyle demiştir: “Her insanın iki nefsi vardır. Birincisi, nefsü’t-
temyizdir. Bu, uyuduğu zaman insandan ayrılır. Böylece akledemez. Allah (c.c.)’ın
buyurduğu gibi,
يتوفى النفس حين موتها والتي لم تم في منامها فيمسك التي قضى عليها الم و للا
رون يا لقوم يتفك ى ان في ذلك ل ى ا لى اجل مسم ويرسل الخر
“Allah (c.c.), ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında alır. Sonra
ölümüne hükmettiğini yanında tutar.”67 Diğeri ise nefsü’lhayattır. Bu da ruhtur, insan
öldüğü zaman ondan ayrılır.
İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Her insanın iki nefsi vardır. Birincisi,
ayırma kabiliyeti olan akıl anlamındaki nefs, diğeri ise kendisiyle hayat bulunan ruh
anlamındaki nefstir.”68 Zebidi ise şunları belirtmektedir: “Gerçekte ruh ile nefs arasında
fark vardır. Şayet iki isim de aynı manada olsaydı leys ile esed kelimelerinin birbirinin
yerine kullanılmaları doğru olurdu. Allah, “ruhumdan üfledim”, dedi, nefsimden
demedi.”69
تعلم ما في نفسي ول اعلم ما في نفسك
66 Zebîdî, Tâcü’l-‘Arûs (n-f-s md.), IX, 15; İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab (n-f-s md.), III, 688 67 Zümer 39/42 68 Zebîdî, a.g.e., IX, 15; İbn Manzûr, a.g.e., III, 689 69 Zebîdî, a.y.; Bk. Hicr 15/29
23
“Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem”70 ayetine
dayanılarak nefs kelimesinin inde (katında, huzurunda) anlamına geldiği ileri
sürülmüştür. Gerçekte nefs burada gayb, gizli manasındadır. Çünkü ayetin sonunda
“gizlileri bilen yalnız sensin” buyrulur.71
Nefs kelimesi ayrıca “beden (vücut), göz (nazar),72 kan, tabaklama kazanı,
kardeş73 gibi anlamlara gelir. Zebidî, İbn Arabî’den nefsin on beş tane anlamını zikreder.
Bunlar: “ruh, kan, beden (vücut), göz, katında, hakikat, bir şeyin kendisi, deri tabaklama
kazanı, kibir, izzet, himmet, gurur, gayb, irade, ceza” manalarıdır.74
Tasavvuf erbabı bu kelimeyi, “insanda gazap/öfke ve şehvet kuvvetini toplayan
güç” şeklinde tarif etmişlerdir. Zira onlar nefis demekle insanda kötü vasıfları toplayan
bir aslı kastederler ve nefis ile mücâhede edip onu kırmak lazımdır, derler.75 İsfehânî,
“nefs kavramı Yüce Allah’a izafe edildiğinde, “sahiplik”, insana izafe edildiğinde
kötülüğü emreden manasını ifade eder,” şeklinde bir görüş naklediyor.76
Hayati Aydın, Kur’an-ı Kerim ve bazı İslam âlimlerinin açıklaması dairesinde
nefsi şu şekilde tanımlar: “Şehvet ve gazabı içinde barındıran güç, mahiyet ve
hakikatinden mecaz olmak üzere istek ve dürtülerin kaynağı77 öz benlik, ruh, subjektif iç
âlem,78 iç âlemin duygusal değişikliklerinde etken ve edilgen olarak, emredici bir
kuvvettir.”79 Bunlardan hareketle şu sonuca varıyor: “İnsanın yaşama dürtülerine
kaynaklık eden, kişinin beslenmesini, ilerleyip yükselmesini sağlayan, onu tehlikelerden
koruyan, değerlendirme yeteneği bulunan, davranışlarımıza büyük ölçüde hâkim,
emredici bir enerji kaynağıdır.”80
70 Mâide 5/116 71 İbn Manzûr, III, 688 72 Cevherî, III, 984; İbn Manzûr, a.y. 73 Cevherî, a.y.; Zebîdî, a.g.e., IX, 15; İbn Manzûr, III, 688 74 Zebîdî, a.g.e., IX, 15 75 Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, Trc. Ahmet Serdaroğlu, Bedir
Y., İstanbul, ts., III,10 76 İsfehânî, el-Müfredat (n-f-s md.), s. 818 77 Kıyamet 75/2 78 Âli İmrân 3/165; Nisa 4/128; Necm 53/23 79 Kıyamet 75/2; Yusuf 12/18,53; Fecr 89/27-28 80 Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s. 55-56
24
Nefs kelimesi Kur’an-ı Kerim’de tekil olarak nefs şeklinde yüz kırk ayette, çoğul
olarak nufûs şeklinde iki, enfus şeklinde ise yüz kırk dokuz ayette geçmektedir.81 Nefs
kavramı Allah (c.c.)’a bağlı olarak kullanıldığında zat yani kişi manasını kazanmakta,82
yaratılışla ilgili olarak geçtiği ayetlerde, cevher (öz) manasına gelmekte,83 pek çok ayette
kimse, kişi manasında kullanılmakta,84 bazı ayetlerde ruh yani can,85iç86 anlamlarında
kullanılmaktadır. Bazı ayetlerde insanın bedeni manasında anlaşılmış,87 diğer bazı
ayetlerde ise dünya zevklerine meyleden anlamında kullanılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de nefs aşağı yukarı çıkıp iner. Alacağı istikamete göre değer
kazanan ve Allah’ın düzenlediği bir iç düzendir.88
Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c),
والشمس وضحيها
يها و نفس وما سو
فالهمها فجورها وتقويها
يها قد افلح من زك
يها وقد خاب من دس
“Nefse ve onu düzenleyene yemin olsun ki, nefse fücurunu ve takvasını (kötüye
ve iyiye açık olmasını) ilham etti. Nefsini (fücurdan) arındıran gerçekten kurtuluşa
ermiştir; onu (fücurla) örtüp saranda yıkıma uğramıştır.”89 buyurmaktadır. Demek ki
Allah (c.c.), insan nefsini yaratıp şekillendirirken, ona iki önemli unsur yerleştirmiş ve bu
unsurların birbirine zıt olmasını takdir etmiştir. Onun içindir ki insanın psikolojisinde
korkaklık-saldırganlık, korku-ümit, sevgi-nefret, hüzün-neşe, mutluluk ve mutsuzluk gibi
81 Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-müfehres (n-f-s md.), s. 881-885 82 Âli İmrân 3/ 28,30; Mâide 5/116; En’âm 6/12,54; Tâhâ 20/41 83 Nisa 4/1; En’âm 6/98; A’râf 7/189; Zümer 39/6 84 Bakara 2/48, 123,281; Ali İmran 3/25, 30, 145, 161, 185; En’am 6/70, 164; Yunus 10/30, 54; Hûd
11/105; Ra‘d 13/33,42; İbrahim 14/51; Nahl 16/111; Tâhâ 20/15; Enbiya 21/35; Secde 32/13 85 Nahl 16/111; Bu ayette iki tane nefs kelimesi geçmekte, birinci nefs, şahıs; ikinci nefs can manasına
gelmektedir. 86 Yusuf 12/68; A’râf 7/205; Ahzab 33/37; Tâhâ 20/67 87 Âli İmrân 3/145,185; Yusuf 12/26,30; Enbiya 21/35;Erdoğan, Kur’an ve İnsan Psikolojisi, s.14 88 Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, s. 79 89 Şems 91/6-10
25
birbirine zıt duygular vardır. Bu da bize insan psikolojisinin değişken yapıda yaratıldığını,
insanın sürekli bir duygu haleti içinde kalamayacağını göstermektedir. İnsan bazen hata
edecek, bazen de iyi davranışlarda bulunacaktır. Eğer bu değişkenlik olmasaydı, insanı
terbiye etmek mümkün olmayacaktı.90
Sonuç olarak Arapçada nefs, bir şeyin varlığı, hakikati, zatı, cevheri, tamamı,
bütünü, kendisi demektir ve Kur’an-ı Kerim’de bu anlamlarda ve insanın bütünü için
kullanılmaktadır. Ayrıca nefs tek tek her varlığa, diğerlerinden ayrı nitelikte bir varlık
kazandıran yönü ifade etmektedir. Nefs, ruh anlamında da kullanılmakla beraber ruhtan
farklı bir anlam yapısına sahiptir. Tasavvuf erbabı nefis demekle insanda kötü vasıfları
toplayan bir aslı kastederler ve nefis ile mücâhede edip onu kırmak lazımdır, derler.
Aslında bu nefsin özelliklerinden sadece biridir. Kur’an-ı Kerim’de nefs, sadece kötülük
kaynağı ve insandaki şer unsuru olarak tanımlanmayıp fücûr yanında takvanın da nefse
ilham edildiği belirtilmektedir.
1.5. KURAN’DA İNSANIN YARATILIŞI VE YARATILIŞ AMACI
1.5.1. İnsanın Yaratılışı
Kur’an-ı Kerim’de hem ilk insanın yaratılış seyri hem de diğer insanların nasıl
yaratıldığı hususunda bilgi verilmektedir. İnsan dışındaki varlıkların yaratılış seyri fazla
anlatılmamıştır. Bu da insana verilen değeri gösterir.91
Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Âdem ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Allah (c.c.)
Âdem’i yeryüzünün tamamından alınan bir avuç topraktan yaratmıştır. Bu yüzden
Âdemoğulları yeryüzü şekillerine göre kimi kırmızı, kimi beyaz kimi de siyah olmuştur.
Aralarında yumuşak ve sert mizaçlı, kötü ve iyiler bulunmaktadır.92
Kur’an-ı Kerim’in bildirdiğine göre Allah (c.c.), meleklere yeryüzünde bir halife
yaratmak istediğini açıkladığında, melekler dediler ki, “Orada bozgunculuk yapacak, kan
dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ve takdis ediyoruz.”
Onların bu iddialarına karşın Allah (c.c.): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” demiş ve
90 Bayraklı, Bayraktar, Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, MÜİFAV Y., İstanbul,
1999, s. 145 91 Karagöz, İsmail, Kur’an’a Göre İnsana Verilen Değer ve Görev, Çelik Y. İstanbul,1996, s. 35 92 Ahmed b. Hanbel Müsned, C.4, S.323
26
meleklere eşyanın isimlerini sorarak onları denemiştir. Melekler buna cevap veremeyince
Âdem cevap vermiştir.93 Bu durum, Âdem’in meleklerde bulunmayan bilgi edinme
yeteneğini sergileyince, Allah (c.c.) meleklere, Âdem’e hürmeten secde etmelerini
buyurmuştur. Bütün melekler Âdem’in üstünlüğünü kabul etmişler, yalnız Kur’an-ı
Kerim’in cin olarak tasvir ettiği bir varlık kendi üstünlüğünü ileri sürerek Allah (c.c.)’ın
emrine karşı gelmiş ve böylece İblis (şeytan) olmuştur.94 Fahreddîn Râzî, eğer ilimden
daha üstün bir nitelik olsaydı, Yüce Allah, onu üstünlük ölçüsü alır ve ona göre melekleri
denerdi, demektedir.95
Allah, insanı sudan,96 topraktan (turâb),97 ve toprağın geçirdiği çeşitli
dönüşümlerden, kuru çamurdan (salsâl), kara balçıktan (hemein mesnûn),98 çamurdan
(tîn),99 balçık mayasından (sulâletin min tîn),100 ateşte pişmiş kuru bir çamurdan (salsâlin
ke’l-fehhâr),101 yapışkan cıvık çamurdan (tînin lâzib),102 nutfeden103 yarattığını haber
veriyor.
Yaratmayla ilgili Kur’an-ı Kerim’de çocuğun anne karnında geçirmiş olduğu
değişim safhalarına da değinilmektedir.104 İlk insanın yaratılmasında esas olan madde,
ilgili ayetlerde nasıl ki “çamur”, “kara balçık” ya da “pis kokulu balçık” gibi birtakım
iğrenç vasıflarla ifade ediliyorsa, neslinin üremesinin de esas maddi unsuru olan su (meni)
da,105 iğrenç ve aşağılayıcı vasıflarla anlatılmaktadır. Bu durum, insanın maddi yönünün
nasıl bir yapıya sahip olduğunu göstermesi ve tabiatında taşıdığı olumsuz özelliklerin
kaynağının bilinmesi bakımından dikkat çekicidir106 ve insanı kibirlenmeye karşı
uyarıcıdır.
93 Bakara 2/30-33 94 Bakara 2/33-36 95 Razi, Tefsîr-i Kebîr, II, 269 96 Bk. Enbiya 21/30; Nur 24/45; Furkan 25/54 97 Bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/67 98 Bk. Hicr 15/26,28,33 99 Bk. En’am 6/2; A‘râf 7/11; Secde 32/7; Sâd 38/71-76 100 Bk. Mü’minun 23/12 101 Bk. Rahman 55/14 102 Bk. Saffat 37/11 103 Bk. Nahl 15/4; Mü’minûn 23/14; Yâ sîn 36/77; İnsan 76/2 104 Bk. Hac 22/5; Secde 32/7-9; Hicr 15/28-29; A’la 87/1-3 105 Bk. Kıyâme 75/37; Secde 32/8; Mürselât 77/20; Tarık 86/6 106 Şanver, Mehmet, Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, Pınar Y., 1.Bsk., İstanbul, 2001, s. 48
27
İnsan tabiatını ortaya koyan en önemli Kur’an-ı Kerim ayetleri, insanın yaratılışını
anlatan ayetlerdir. Kur’an-ı Kerim, insanın yaratılışı ve Âdem kıssaları ile yaratılışın
sırrını anlatmaya çalışmış, hakiki insanlığın gaye ve hedefini öğretmek, insanlığı doğru
bir istikbale yürütmek ve bu yürüyüş sırasında insanlığın karşılaşacağı güçlüklerin
mahiyetini ve bunların nasıl aşılacağını göstermek istemiştir.107 Yine bu pasajların en
önemli hedefi, yaratıcının Allah olduğunu ve yaratmayı tekrarlamanın da ona ait
olduğunu vurgulamaktadır.108
Neticede insanın yaratılışından bahseden ayetler insanın yaratılış şeklini ifade
ettiği gibi insanın yapısına, fıtrî özelliklerine de işaret etmektedir. İnsan, bilgisi sayesinde
meleklerden daha üstün konuma yükseliyor ve melekler onun önünde eğiliyorlar. İnsanın
üstünlüğü soydan değil bilgiden kaynaklanmaktadır.
1.5.2. Yaratılış Amacı
İnsanın yaratılış amacı Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilmiştir:
وما خلق الجن والنس ال ليعبدون
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”109 İnsanların
ve cinlerin yaratılış amacını belirten bu ayet değişik şekillerde yorumlanmış ve özellikle
liya‘budûn kelimesinin anlamı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Genel görüşe göre, ayet
umumidir. Bütün insanları ve cinleri kapsar. Çünkü el-cin ve’l-ins kelimelerinin
başındaki el istiğrak ve gaye içindir. Tâberî de bu görüşü tercih ederek Abdullah b. Abbas
(r.a.)’ın şu izahını nakleder: “Ben cinleri ve insanları isteyerek veya istemeyerek ancak
bana kul olduklarını kabul etmeleri için yarattım.” Taberi şöyle der: “Aslında inkâr
edenler de Allah’ın kaza ve kaderine ister istemez boyun eğerler. Bu itibarla yaratılış
gayeleri tahakkuk eder.”110
107 Cerrahoğlu, İsmail, Kur’an’da İnsanın Yaratılış Sahnesinin Düşündürdükleri, A.Ü.İ.F.D., Ankara,
1975, XX , s. 97 108 Özsoy, Ömer, Sünnetullah Bir Kur’an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Y., 2. Bsk., Ankara, 1999, s. 75-76 109 Zâriyât 51/56 110 Tâberî, a.g.e., V, 567-568
28
Mutasavvıflar, insanın yaratılmasındaki hikmet, ilahi kemalin tecellisidir, derler
ve bunu sahih olmayan şu hadise dayandırırlar: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek
istedim de, bir yaratık yaratıp onlara kendimi bildirdim, onlar da beni tanıdılar.”111
İnsanın yaratılış amaçlarından biri de imtihandır. Kur’an’ın nazarında hayat bir
imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar silsilesidir. Göklerin ve yerin yaratılışının gayesinin
de insanın imtihana tabi tutulması olduğu bildirilmektedir.112 Cenneti kazanmak için
insanın hayatı boyunca tabi tutulacağı sınavlarda cennete layık olduğunu ispatlaması
gerekir.113
İnsanın boş yere yaratılmadığını, ulvi bir gaye için yaratıldığını
ى ايحسب النسان ان يترك سد
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”114 ayetinden de anlıyoruz. Yani,
“İnsan kendini, dünyada mükellef tutulmayan; ahirette de yaptıklarının hesabını
vermeyen, manasız, başıboş bir varlık mı sanıyor?” demektir.
Allah, kâinatı bir gaye için yaratmıştır. Kur’an’ın söylediğine göre bu gaye,
ahlaklı ve Allah’ı tanıyan, bilen ve ona hakkıyla ibadet eden insandır.115 Böyle bir insan,
kendisi gibi insanlardan teşekkül eden bir toplumun da aynı gaye için insan yetiştirmesini
sağlar. Ama böyle insanlar olmayıp da Allah’ın gayesi için çalışmayan kişiler olursa o
zaman kâinatın gayesi boşa gider.
İsfehânî, insanın yaratılış maksatlarını, “Allah’a ibadet, O’na hilafet, O’na (O’nun
dinine) yardım O’nun yeryüzünü imar etmektir” şeklinde sıralıyor. Demek ki insanın
yaratılış amaçlarından bir diğeri de, yeryüzünde hilafet, yeryüzünü imar etmek, ilahi
iradeyi, beşeri alanda gerçekleştirmektir. Buna Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir:
“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur…”116
111 İsfehânî, İnsan, 96, Mütercime ait dipnot 112 Bk. Hud 11/7 113 Bk. Bakara 2/155; Ali İmran 3/186; Mir, Mustansır, Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Trc.
Murat Çiftkaya, İnkılap Y., İstanbul, 1996, s. 99 114 Kıyâme 29/36; Mü’minûn 23/115 115 İbrahim 14/32-33; Nahl 16/12, 14; Lokman 31/20-29; Câsiye 45/12-13; Mülk 67/1-2 116 İsfehânî, İnsan, s. 89
29
30
İKİNCİ BÖLÜM
KURAN-I KERİM’DE İNSANIN PSİKOLOJİK YÖNÜ
Psikolojik olgular, sistematik bir biçimde Kur’an’da yer almaz. Kur’an’ın asıl
amacı insanları eğitip yetiştirmek olduğundan ötürü Kur’an psikolojik nazariye ve verileri
31
ortaya koymakla meşgul olmaz. Ama insanın çeşitli psikolojik davranışlarına geniş bir
biçimde yer verir. Belki bu konuya diğer bazı eserlerden daha fazla yer ayırdığını
söyleyebiliriz. Böyle olması da doğaldır. Çünkü en önemli ve ilk hedefi, insan ruhunu
eğitmek ve belli bir yöne sevk etmektir. Kur’an satırları arasına dağılmış bilgilerden
hareket ederek, insan psikolojisi üzerinde kapsamlı bir etüt ortaya çıkarmak mümkündür.
Bu etüdü gerçekleştirirken psikoloji ilminin verilerine başvurulmalıdır. Ancak ilk ve son
görüş kaynağı ve hareket noktası Kur’an olmalıdır.117
Kur’an-ı Kerim bir nazariyeler kitabı değil, bir eğitim ve yönetim kitabıdır. Bu
eğitimi gerçekleştirmek ve yönetimi sağlamak için, insanoğluna bir takım ruhî sırları,
psikolojik hakikatleri izah eder. Ona kendi nefsindeki psikolojik ve ahlaki sırları araştırıp
öğrenerek hak yola girmesini teşvik eder. Ruhun kazandığı şekil ve muhtevaya dikkatleri
çeker.118 Genel psikolojinin konuları arasına giren insan davranışları üzerinde durur.
Normal ve anormal insan tiplerinin psikolojik portrelerini resmeder. İçgüdüye, motivlere
ve duygulara ait açıklamalarda bulunur.119 Biz de bu bölümde Kur’an’ın insanın
psikolojik yönünü nasıl ele aldığını ortaya koymaya çalışacağız.
2.1. OLUMSUZ NİTELİKLERİ (ZAAFLARI)
İşte fıtri bakımdan böylesine değişken hususiyetlerle donanmış olan insan,
özellikle akıl ve ruh melekelerini geliştirmek; onları olumlu, yapıcı istikametlerde
kullanmak zorundadır.120 İnsan, benliğinde bulunan kuvvetleri dünyada gerektiği gibi,
gerektiği yerde, uygun zamanda ve gerektiği kadar kullanmak ve bunların fazla ve aşırı
taraflarını dünyadan ayrılmadan Kur’an’ın prensiplerine uygun şekilde terbiye etmek ve
bu zaaflarını faydalı yönlere kanalize etmek durumundadır. Çünkü kendisini
kötülüklerden, benliğini hastalıklarından temizlemeyen bir kimse dünya hayatının
güzelliklerine ve ahiretin nimetlerine yol bulamaz. Kendisini pisliklerden temizleyen
kimsenin kalbinden perde kalkar. Böylece hakkı ve batılı ayırabilir.121 Ancak bu zaaflar,
tedavi edilmezse, fertte bazı psikolojik hastalıklara dönüşebildiği gibi, toplum açısından
da her an tehlikeli bir boyuta gelmeleri de mümkündür. Bu itibarla Kur’an, insanın
117 Kutub, İnsan Psikolojisi, s. 15-16 118 Kutub, a.g.e., s. 13,16; Bu konudaki nazariye ve tafsilatlı bilgiyi insanların araştırmalarına bırakır. 119 Kırca, Celal, Kur’an ve Fen Bilimleri, 4. Bsk., Marifet Y., İstanbul, 1997, s. 334 120 Kılıç, Sadık, Benliğin İnşası, İnsan Y., 2018, s. 82 121 İsfehânî, İnsan, s. 177
32
teyakkuzda olması için bu zaaflarından geniş bir şekilde bahsetmiş ve bu zaafları terbiye
edecek, insanı psikolojik olarak olgunlaştıracak prensipler getirmiştir. İşte biz de
Kur’an’da bahsedilen bu zaafları, insanın olumsuz özelliklerini ve Kur’an’ın insanı
psikolojik olarak olgunlaştıran prensiplerini sırasıyla ele alacağız.
2.1.1. Aceleci olması
Acele, şehvetin gereği olarak bir şeyi vaktinden önce istemek ve elde etmeye
çalışmak anlamlarına gelmektedir. Bunun için Kur’an’ın genelinde kınanmıştır.122 Hatta
bir hadiste “Acele şeytandan; teenni Rahmandandır”123 buyrulmuştur. Acele, teenninin
zıddıdır. Teenni, acele etmeden, ihtiyatlı, düşünceli ve yavaş hareket etme, temkinli
davranma demektir. 124
Kur’an da, aceleciliğin kişiyi yanlış tercihlere sürüklediğini ifade etmektedir:
اءه بالخير وكان النسان عجول ويدع النسان بالشر دع
“İnsan, hayra dua eder gibi şerre dua etmekte (hayrı ister gibi şerri istemekte) dir.
İnsan pek acelecidir.”125 Yani, insan aklına gelen her şeyi süratle ister. Onun hakkında
basiret sahibinin düşünüp karar vermesi gibi düşünerek karar vermez.126
İnsan, zihinsel darlığından dolayı çok aceleci ve telaşlıdır, davranışlarının ileride
vereceği sonuçları görmemezlikten gelir. Bu acelecilik yüzündendir ki, insan gururla
dolup taşar ve korkunç derecede ümitsizliğe kapılır. İnsan kadar çabuk şişen ve sönen
başka bir varlık yoktur.127 Öyle şeyler vardır ki, alelacele yapılmaları vahim sonuçlar
doğurur. Nitekim Hz. Peygamber, müşriklere karşı aceleci olmamıştır. Her şeyi yerinde
ve zamanında yapmasını bilmiştir. Hayatta bazı şeyler içinse acele etmek zarureti vardır.
Bu durumda gerekli olan çaba gösterilmelidir. Eğer acele etmek kötü neticeler
doğuracaksa, sabır ve metanetle hareket etmek gerekir. İnsanın temel musibetlerinden
biri, acelecilik olduğu içindir ki peygamberlere en çok önerilen değerlerden biri sabır
olmuştur. Zira Allah sabredenlerle beraberdir. Sonuç olarak Kur’an, insanın aceleci bir
122 İsfehânî, el-Müfredât (‘a-c-l md.), s. 548 123 Tirmizî, Birr ve Sıla, 66, no: 2012 (IV, 367) 124 Doğan, Büyük Türkçe Sözlük (Teenni md.), s. 1055 125 İsrâ 17/11 126 Zamahşerî, Keşşâf, II, 626 127 Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 70-71
33
tabiatta yaratıldığını ve aceleciliğin kişiyi yanlış tercihlere sürükleyeceğini ifade etmekte
ve teenni, sabır ve basiretle hareket etmemizi istemektedir.
2.1.2. Unutkan olması
İnsanın unutkanlığını ifade eden nisyân, insanın ya kalbinin (düşüncesinin)
zayıflığından ya da gaflet ve kasıttan dolayı kendisine emanet olarak bırakılan bir şeyi
unutuncaya kadar terk edip anmaması anlamına gelmektedir.128 Nisyân kelimesi,
Kur’an’da kırk dört yerde geçmektedir. Hz. Meryem’in babasız bir çocuğa hamile
kalmasından dolayı duyduğu derin utanç sebebiyle unutulmayı istemesini ifade eden bir
ayette nesyen-mensiyyen129 şeklinde mastar olarak kullanılmış, Allah’ın unutkan
olmadığını ifade eden bir ayette de130 ism-i fail olarak kullanılmıştır. Diğer yerlerde ise
fiil halindedir.131
Allah, temelinde kasıt bulunan her türlü unutmayı zemmeder. Eğer unutma özür
sebebiyle olursa bu unutma kınama sebebi olamaz. Peygamber efendimiz: “Ümmetimden
hata ve unutma (nın sorumluluğu) kaldırıldı.”132 buyurmuştur. Şu ayette de kendini
bilenin Allah’ı bileceğini, Allah’ı unutanın da kendini unutacağına dikkat çekmektedir:
لئك هم الفاسقون فانسيهم انفسهم او ول تكونوا كالذين نسوا للا
“Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan insanlardır.”133
Bu ayetteki unutmada, kasıt söz konusu olduğu için Allah’ı unutan kimse
yerilmektedir.
Kur’an’a göre, Allah’ı anmaktan kalbin gaflet etmesi hususundaki unutkanlığın
tedavisi, ancak devamlı olarak Allah’ı, O’nun nimet ve ikramını, yarattıklarındaki
ayetlerini, ahiret ve hesap gününü anmaktır. Bu bize bilginin kalıcı olmasını sağlayan
eğitim ilkelerindeki tekrarı hatırlatır.134
128 İsfehânî, el-Müfredât (n-s-y md.), s. 803 129 Meryem 19/23 130 Meryem 19/64 131 Bk. Abdulbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres, (n-s-y md.), s. 871-872 132 İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen I-II, Çağrı Y., İstanbul, 1992, Talâk, 16, no: 2043 133 Haşr 59/19 134 Necati, Kur’an ve Psikoloji, s. 182
34
Sonuç olarak Kur’an, unutmanın çeşitli şekillerinden bahsetmekte ve temelinde
kasıt ve nankörlük bulunan her türlü unutmayı zemmetmektedir. Eğer unutma özür
sebebiyle veya normal bir şekilde olursa bu unutma kınama sebebi olamaz. Kur’an’a göre,
Allah’ı anmaktan kalbin gaflet etmesi hususundaki unutkanlığın tedavisi, devamlı olarak
Allah’ı, O’nun nimet ve ikramını, yarattıklarındaki ayetlerini, ahiret ve hesap gününü
anmaktır.
2.1.1. Bencil olması
Bencil, kendi benini yücelten, yalnız kendini düşünen, kendini beğenen, hodbin,
hodkâm, egoist anlamlarına gelmektedir.135 Bencillik, kişilik bozuklularından biri olup
psikopat ya da sosyopat adıyla bilinen anti sosyal kişilik yapısıdır. Bu kişiler aklına
geldiği gibi hareket eden kimselerdir ve engellenmeye tahammülleri yoktur, hiçbir kural
ve yasa tanımadan hemen bencil davranışlarını ortaya koyarlar. 136
Bencillik, esas itibariyle hayatı muhafaza etmeye yönelik tabii bir eğilimdir.
İnsanın biyolojik ve psikolojik ihtiyacını ivedi temin etme isteğinden kaynaklanan bir
duygudur. Olay küçük çocukta çarpıcı bir şekilde mevcuttur. Onun her hali bencilliği
ortaya koyar. Eğitim, başkalarına ve cemiyete hürmeti öğretmek, bu tabii bencilliği
frenler. Yetişkinlerde bulunan bencilliğe gelince; o, ekseriyetle, fizikî ve zihnî bir
dengesizliğin sonucudur.137
Kur’an’da insanın bencilliğiyle alakalı olarak helû‘ kelimesi kullanılmıştır:
ا ان النسان خلق هلوع
“İnsan gerçekten helû olarak yaratılmıştır.”138 Ayetteki helû‘ lafzı, hemen
devamındaki iki ayetle birlikte okunduğunda anlaşılmaktadır: “Kendisine bir fenalık
dokunduğunda feryadı basar, sızlanır. Bir (zenginlik ve makam gibi) bir hayra da
ulaştığında (herkesi) meneder.” Açıkça anlaşıldığı gibi, helû kelimesi, bencil, hasis,
çıkarcı ve kıskanç bir insanın psikolojik durumunu dile getirmektedir.139
135 Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 129 136 Cücelioğlu, İnsan ve Davranışı, s. 470-471. 137 Altıntaş, Hayrani, “Psikoloji Sözlüğü Üzerine Deneme”, AÜİFD, Ankara, 1989, XXXI, 34-35 138 Me‘âric 70/19 139 Ünver, Mustafa, Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü -Bütünlük Üzerine- , Sidre Y., Ankara,1996,
s.189
35
Bu kelime, esasında bir çabukluk anlamı bulunan, bir taraftan tahammülsüzlük,
mızıkçılık, bir taraftan da şiddet ve hırs gibi çeşitli kavram arasında bir huysuzluk ifade
eden belirsiz bir vasıftır ki devamındaki iki ayetle tefsir edilmiştir.140
Bencilliği kendini sevmeyle karıştırmamak gerekir. Bencillikte başkalarının
değerleri hiç göz önüne alınmaz. Egoist başkasının değerlerine sadece kendisi ile bir
bağlantısı olduğu ölçüde yönelir. Bütün bunlar kendini sevmenin tam karşıtıdır.141 İç
dünyasında değersiz olduğunu hisseden insan, kendini yüceltmek ihtiyacında olan
insandır. Kendini seven insan ise dostuna karşı nazik ve cömert olmak için gereken temele
sahiptir.142 Kur’ânî anlayışa göre kişinin kendine olan sevgisinin de bir sınırı olmalı, bu
sevgi gurur ve kibre varmamalıdır.
Netice itibariyle bencillik, insanda doğuştan mevcut olan hayatı korumaya yönelik
tabii bir eğilim olup Kur’an-ı Kerim bu konuda aşırı gidilmesini yasaklamış ve bu
duygunun eğitilerek gerektiğinde başkalarını kendimize tercih edeceğimiz bir olgunluğa
ulaşmamızı bizden istemiştir.
2.1.2. Nankör ve Ümitsiz olması
Nankör, gördüğü iyiliğin kıymetini bilmeyen, kendisine yapılan iyiliği ve eline
geçen nimeti inkâr eden demektir.143 Nankör, Kur’an-ı Kerim’de kefûr ve kenûd
kelimeleriyle ifade edilmektedir. Küfr, lügatte bir şeyi örtmek demektir.144 Kur’an’a göre
küfrün esas belirişi insanın nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür.145 Küfr, kökünden gelen
kefûr, nimete aşırı derecede nankörlük eden demektir.146 ve bu sıfat, şeytanın da şaşmaz
sıfatlarından biridir.147 Bu kelimenin fiil hali olan kefera ise, aslında birinin yaptığı iyiliğe
veya verdiği nimete karşı takdir bilmeyip nankörlük etmek demektir. Teşekkür
anlamındaki şekera’nin tam karşıtıdır. Arap dilinde kefere’nin asıl manası budur.
Kelimedeki bu nankörlük anlamı semantik gelişime uğrayarak, Allah’ın yaptığı iyiliğe,
140 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXII, 131-132; Yazır, Hak Dini, VIII, 86 141 Akarsu, Max Scheler Felsefesinde Kişi Kavramı ve İnsan Olma Sorunu, s. 78. 142 May, Rollo, Kendini Arayan İnsan, Trc. Ayşen Karpat, Kuraldışı Y, 2.Bsk. İstanbul,1998, s. 96-97 143 Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 832 144 İsfehânî, el-Müfredât (k-f-r md.) s. 714-715 145 İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar, Trc. Selahaddin Ayaz, Pınar Y., 2. Bsk., İstanbul,
1991, s. 167-175 146 Küfr, kökünden gelen kefûr, nimete aşırı derecede nankörlük eden demektir 147 Bk. İsrâ 17/27
36
O’nun verdiği nimetlere karşı nankörlük anlamında kullanıldı. Yavaş yavaş orijinal
anlamı olan nankörlük anlamını kaybederek git gide inanma anlamına doğru kaydı.148
Kur’an’da kefûrla hemen hemen aynı anlamda kullanılan kenûd da nimete karşı
şiddetli nankörlük eden demektir. Hiçbir şey bitirmeyen yere arzun kenûd denir.149
Kur’an’da kenûd kelimesi bir yerde kullanılır:
ن لربهۦ لكنود إن ٱلنس
“Muhakkak ki insan, Rabbine karşı çok nankördür.”150
Kur’an, nankör kişinin durumunu bir deniz misaliyle tasvir eder:
يكم الى البر اعرضتم وكان ا نج اه فلم ر في البحر ضل من تدعون ال اي كم الض واذا مس
النسان كفورا
“Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman Allah’tan başka bütün yalvardıklarınız
kaybolur. Fakat Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine ondan yüz çevirirsiniz.”151 “Yani
hayalinizden, zihninizden geçirip talihsizliklerinizde yalvardıklarınızın hepsi gider,
sadece Allah kalır. Böylece siz o anda Allah’tan başkasını hatırlamaz ve ondan başkasına
yalvarmazsınız ve O’ndan başkasının size yardım edebileceği de aklınıza gelmez.”152
Kur’an’ın bazı ayetlerinde insanın ümitsizliği ve nankörlüğü beraberce zikredilip
huzur ve güven içinde olduğu durumda nankörleştiği, sıkıntı ve belaya uğradığında ise
ümitsizliğe düştüğü vurgulanmaktadır. Bu da ikisi arsındaki irtibatın mevcudiyetini
ortaya koyar:
س كفور ه ليؤ ولئن اذقنا النسان منا رحمة ثم نزعناها منه ان
“İnsana tarafımızdan bir rahmet tattırıp da sonra bunu kendisinden çekip alıversek
o, ümidini kesen bir adam, bir nankör olur.”153 Yani o, bu durumda Allah’ın rahmetinden
ve bu nimetin tekrar kendisine döneceğinden ümidini keser. Daha önceki nimetleri bırak,
148 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 171-172 149 İsfehânî, el-Müfredât (k-n-d md.), s. 727; Zamahşeri, Tefsîru’l-Keşşâf, III, 285 150 Âdiyât 100/6 151 İsrâ 17/67 152 Zamahşerî, a.g.e., II,192 153 Hûd 11/9
37
sabır ve şükür nimetinden mahrum olduğu için daha önce kendisinden giden ümitsizliği
geri gelir.154
Kur’an’da birçok ayette Allah’ın rahmetinden ümit kesme kâfirlerin bir özelliği
olarak sunulur. Aşağıdaki ayette ümitsizlikle küfür, adeta birbirinden ayrılmaz iki unsur
gibi ifade edilmiştir: “Kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”155
İnsanın nankörlüğü ve ümitsizliği bir ayette şöyle dile getirilir:
م ايديهم اذا هم يقن طون ئة بما قد ا اذقنا الناس رحمة فرحوا بها وان تصبهم سي واذ
يا لقوم يؤمنون اء ويقدر ان في ذلك ل زق لمن يش يبسط الر اولم يروا ان للا
“Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinirler. Elleriyle yapıp
öne sürdükleri işlerden dolayı onlara bir kötülük erişince de derhal umutsuzluğa
düşerler.”156 Bu ayetler genellikle insanın karakterini, zaafını belirtmekle beraber, daha
ziyade müşriklerin ruh hallerini anlatmaktadır. Burada insana verilen rahmet ve nimet
için bir sebep belirtilmiyor. Çünkü verilen nimet Allah’ın lütfuyla verilmektedir. Ama
insanın başına gelen kötülük, çoğu kez kendi kusurundan doğar. İnsan yaptığı işlerin kötü
sonuçlarıyla karşılaşınca bunları kendi hatasından bilmez, hâşâ Allah’ın kendine bir
zulmü sanır. Oysa çoğu sıkıntılar insanın kendi hatasından doğar.157
İnsan kendinde fıtrî olarak bulunan mal sevgisini devamlı besleyip de şükür ve
yardım etme duygularını köreltirse, nankör bir insan olabilir. Nankör bir insan olmamak
için yapılan iyilikleri hatırlamak, unutmamak ve iyiliklere karşılık vermek, temel şarttır.
İnsanın bütün özelliklerini en kâmil anlamda bilen Yüce Allah, onun fıtratında var olan
bu noktaya Kur’an’ın birçok ayetinde işaret ederek, insanların bu tür kötü
davranışlarından uzak durmalarını istemektedir. Nimetlere nankörlük, nimetin
eksilmesine ve azaba sebep olur. Nimetlere şükretmek ise nimetlerde artışa yol açar.
İnsanın gerçek karakteri kendisine bir zarar dokunduğu zaman apaçık ortaya çıkar.
Üzerindeki perde açılır ve derhal Rabbine yönelir. Yine insanlara, sıkıntıdan sonra bir
ferahlık gelince Allah’ın ayetlerinden yüz çevirir. Ancak sıkıntı özellikle inançsızlar için
154 Rıza, Tefsîru’l-Menâr, I, 27 155 Yûsuf 12/87; Ayrıca bk. Yûsuf 12/56; Hicr 15/56; Mümtehine 60/13 156 Rûm 30/36-37 157 Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, VII, 23-24
38
Allah’tan uzağa kaçmaya da yol açabilir. Zira Kur’an’ın bazı ayetlerinde insanın
ümitsizliği ve nankörlüğü beraberce zikredilip huzur ve güven içinde olduğu durumda
nankörleştiği, sıkıntı ve belaya uğradığında ise ümitsizliğe düştüğü de vurgulanmaktadır.
Kur’an’da birçok ayette Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin kâfirlerin bir özelliği
olduğu ifade edilir.
2.1.3. Kibirli olması
Kibir, bir insanın yalnızca kendisini beğenerek başkalarından üstün görmesi
demektir.158 Kibir, batınî ve zahirî olmak üzere ikiye ayrılır. Batınî kibir, nefisteki bir
ahlaktır. Zahiri kibirse azalarda görülen kibirdir. Kibrin aslı insan tabiatında bulunan
ahlaktır. Bu da kendisini başkalarına karşı üstün gösterme isteğidir. Demek ki kibir; biri,
kibirlenecek adam, diğeri de kendisine karşı kibirleneceği bir kişi olmak üzere iki kimse
ister ve ucubdan burada ayrılır. Başka hiç kimsenin bulunmadığı yerde insanlar ucub
sahibi olur, ama kibir sahibi olamaz. Yani ucub, mutlak surette kendini beğenmek, kibir
ise başkalarından kendini üstün görmektir.159
Kur’an’da kibir kelimesi, mütekebbir-cebbâr nitelemesinde olduğu gibi, cebbâr
sıfatıyla beraber kullanılmaktadır.160 Bu da, bu iki sıfatın yakın anlamda olduğunu
gösterir. Kendini bir başına kalabilecek seviyede varlıklı ve büyük gören kişi, bütün
meselelerde dostlarına tahakküm etme eğilimini gösterir ve onlar üzerinde sınırsız bir
zorba güç kullanmayı arzular. Cebbar işte böyle bir kişi için kullanılır.161
Kibir, genellikle insanın bilgisi, malı, makamı, soyu-sopu, kuvveti ve buna benzer
özellikleri yüzünden kendini beğenmesiyle meydana gelir. O, bu nimetleri düşünürken
yegâne verenin Allah olduğunu ve dilediği anda elinden alabileceğini aklından geçirmez.
İşte bu böbürleniş onu, gücünü bütün insanlarınkinin üstünde tasavvur etmeğe kadar
götürür.162
Kibir, Allah’ın sevmediği bir karakterdir:
ل يحب من كان مختال فخورا
158 İsfehânî, el-Müfredât (k-b-r md.), s. 697 159 Gazali, İhyâ, III,738; Ayrıca bk. Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 244 160 Mü’minûn 23/35; Ayrıca insanlar hakkında cebbâr nitelemesi için bk. Meryem 19/12-14, 31-32 161 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 205. 162 Zeydan, Abdülkerim, İslam Davetçilerine, Trc. Nezir Demircan, İkbal Y., Ankara,1977, s. 416
39
“Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”163 Ayette geçen
muhtâl, kendini beğenen ve kibirlenen demektir. Fehûr ise, büyüklenmek ve övünmek
için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir.164 Büyüklenmek, salınarak
kabara kabara yürümek ruhsal bir hastalıktır. İnsanların yakalanmış oldukları aşağılık
kompleksinden kaynaklanır. Kişiliği gelişmiş bir insan, kabara kabara yürümez:
ول تمش في الرض مرحا انك لن تخرق الرض ولن تبلغ الجبال طول
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara
erişemezsin.”165
Kibrin zıddı tevazudur. Tevazu: “Kendinden aşağı olanlara küçük muamelesi
yapmamak, onları hakir görmemek ve akranları arasında kendine büyük süsü
vermemektir.166 Kur’an bize tevazuu emreder:
ا ا وإذا خاطبهم الجاهلون قالوا سلم ن الذين يمشون على الرض هون حم وعباد الر
“Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki yeryüzünde mütevazı olarak yürürler,
cahiller kendilerine laf atarsa “selam” derler.”167 İnanan insanların yürüyüşleri sade,
adımları mütevazıdır. Yürürken kendilerini zorlamazlar. Yapmacık ve gösteriş
yapmazlar. Burunları havada kabararak, şişerek ve omuzlarını sallayarak yürümezler.
Zira insanın sergilediği tüm davranışları gibi yürüyüşü de onun kişiliğini ve iç dünyasında
yer eden duygularını yansıtır.168
Kibir, izzet, azamet ve üstünlük ancak Allah’a yaraşır. Hiçbir şeye gücü yetmeyen
zayıf bir kula yaraşmaz. Kul, kibirlendiği vakit ancak Allah’a yaraşır bir sıfatta Allah ile
münazaaya girişmiş demektir. Bu tıpkı bir hizmetçinin padişahın tacını başına geçirerek
onun kürsüsünde oturup hükmetmesine benzer. Bu hizmetçi için büyük bir cürettir.
163 Nisâ 4/36; Ayrıca bk. Nahl 16/23 164 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, VIII, 34; Yazır, a.g.e., II, 521 165 İsrâ 17/37; Ayrıca bk. Lokmân 31/19 166 Akseki, Ahmet Hamdi, Ahlak İlmi ve İslam Ahlakı (Ahlak Dersleri), Sadeleştiren: Arslan Aydın,
Nur Y., 2.Bsk., Ankara,1991, s. 168 167 Furkân 25/63 168 Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, VII, 571
40
Şüphesiz bu hizmetçi padişahın en ağır cezasına uğrar.169 Kibir, bütün varlıklar hakkında
kınama ifade ederken, Allah hakkında bir övünç sıfatı olmaktadır:
موا والرض وهو العزيز الحكيم اء في الس وله الكبري
“Göklerde ve yerde azamet (Kibriyalık) yalnızca O’na aittir. Yalnız O, kudret ve
hikmet sahibidir.”170
İnsanın kibri başka bir ayette şöyle nitelenir:
يقول اهلك مال لبدا
ايحسب ان لم يره احد
“Ben yığın yığın mal telef ettim diyor. Onu hiç gören olmadı mı sanıyor?”171
Burada câhiliye döneminde üstünlük ve şereflilik olarak isimlendirdikleri çok mal infak
etmeleri ve bunu gösteriş ve böbürlenmek için yaptıkları kastedilmektedir.172
Sonuç olarak kibir, genellikle insanın bilgisi, malı, makamı, soyu-sopu, kuvveti
ve buna benzer özellikleri yüzünden kendini beğenmesiyle meydana gelir. Kibir, Allah’ın
en çok sevmediği zaaflardan biridir. Bunun için Kur’an’da sık sık kibirlenenler
kınanmaktadır. Kibrin zıddı tevazudur. Kur’an bize tevazuu ve tevazuda dengeyi
emreder. Kuran’da kibir, Allah’a, peygamberlere ve diğer insanlara karşı gösterilen kibir
olmak üzere üç şekilde ele alınır. Kibriyalık, izzet, azamet ve üstünlük ancak Allah’a
yaraşır. Hiçbir şeye gücü yetmeyen zayıf bir kula yaraşmaz. Kul, kibirlendiği vakit ancak
Allah’a yaraşır bir sıfatta Allah ile münazaaya girişmiş demektir. Bunun için kula yakışan
kendini bu hastalıktan koruması ve eğer bu hastalığa yakalanmışsa bu hastalığı tedavi
etmesidir.
2.1.4. Zalim ve Cahil olması
169 Gazali, İhyâ, III, 746 170 Câsiye 45/37 171 Beled 90/6-7 172 Nesefî, a.g.e., III, 644
41
Zulüm, z-l-m kökünden gelmektedir. Z-l-m’nin anlamı, haddi aşmak ve bir
başkasının hakkını ihlal etmektir. Genel olarak zulüm kişinin kendi sınırlarını aşması ve
yapmaya hiç hakkı olmayanı yapması anlamında adaletsizlikte bulunmasıdır.173
Zulüm kavramının karanlık anlamını ifade eden z-l-m kökünden gelmesi, bunun
insan kalbindeki tesirini göstermektedir. Çünkü zulüm, kalbin zulmetinden,
kararmasından kaynaklanmaktadır ve kalp mühürlenmesine sebebiyet vermektedir.174
Zulüm kavramı Kur’an’ın en çok kullanılan kavramlarından biri olup, türevleriyle
birlikte 289 yerde geçmektedir.175 Bu kelime insan hakkında olduğu gibi Allah hakkında
da kullanılmakta ve her vesile ile Allah’ın “bir karınca ağırlığı mesabesinde” yahut “bir
hurma lifi kadar” da olsa176 kimseye haksızlık etmediği belirtilmektedir.
İnsanın davranış alanın da ise, zulmün iki farklı istikamette mümkün olduğunu
birincisinde, zulüm, insanın insan davranışı konusunda Allah tarafından çizilmiş
hudutları geçmesi, ikincisinde ise, toplum tarafından tanınan adap kaidelerini
çiğnemesidir.177
Kur’an’da Allah tarafından tespit edilip insanlara farz kılınmış davranış
kurallarına hudûdullâh (Allah’ın sınırları) denmektedir ve onları aşanlar zalim olarak
nitelenmektedir.178 İnsan, Yüce Allah’ın yasakladığı bir davranışı yaparak kendisine bir
zarar veriyorsa, kendisine zulüm yapmış olur. Vicdanını rahatsız eden, kendisine acı
çektiren fiiller de bu zulüm kategorisine girmektedir.179
İnsanın kendine zulmetmesinden bahseden ayetlerde insan tekil değil, daima
çoğul (nâs şeklinde) kullanılmıştır. Bundan da anlaşılır ki insanın kendi kendisine zulmü
genellikle toplumsal gaflet ve hıyanetler şeklinde olmaktadır.
173 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 221-222 174 Bk. Mü’min 40/35; Aydın, a.g.e., s. 233 175 Bk. Abdulbaki, a.g.e., s. 551-557 176 Bk. Nisâ 4/40, 49, 77, 124; Yunus 10/44 177 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 223-224 178 Bk. Bakara 2/229; Talak 65/1 179 Bk. Bayraklı, a.g.e., s. 192
42
Zulüm çeşitlerinden biri, Allah’a karşı yapılan zulümdür. Kur’an’a göre Allah’a
ortak koşma (şirk), en büyük zulümdür.180 Allah’a karşı yalan uydurma da, en büyük
zulümlerdendir.181 Allah’ın ayetlerini yalanlama da, ayetlere karşı bir zulümdür.182
Kur’an’da câhiliye, olumsuz anlamda bir dini terimdir. Çünkü o, kâfirlerin
küfrünün temelidir. Gerçekten gururlu bağımsızlık ruhu, insanî olsun, ilahî olsun hiçbir
otoritenin önünde eğilmeyi kabul etmeyen bu şiddetli şeref duygusudur ki kâfirleri yeni
dine karşı bu kadar sert bir muhalefete itmiştir.183 Cahiliye yaşantısı, Kur’an’da ana
hatlarıyla tarif edilmektedir: Egoizm ve neme lazımcılık,184 müstehcen giyiniş ve
davranış,185 ateşli bir milliyetçilik ve gurur, 186 keyfe göre bir yaşayış ve bunun üzerine
tesis edilmiş bir hukuk sistemi olarak ele alınmıştır.187
Kur’an’da puta tapma isteği,188 ilahi emirlere karşı direnme,189 onlara karşı alayda
bulunma,190 homoseksüellik ve şehvete meyil etme,191 Allah’ın azabının vukuunu
cesaretle istemek 192 cehalet olarak nitelendirilmiştir.
Kur’an, cahilliği ifade etmek için ğemra kelimesini de kullanır. Bu kelime,
bulunduğu yeri bürüyüp kaplayan çok miktarda su demektir. Sahibini örtüp kaplayan
cahillik için misal olarak kullanılır.193 Bu kavram kalbin cahilliğini ifade için şöyle
kullanılır: “Hayır, onların kalpleri bundan cahildir…”194 Hangi olgudan cahil olduklarını
bir önceki ayet açıklıyor: “Biz, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını teklif
etmeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır.” Demek ki onlar, Kur’an hakkında
gaflet ve delalet içindedirler.195
180 Bk. Lokmân 31/13 181 Bk. Kehf 18/15; Ankebût 29/68; Zümer 39/32; Saf 61/7 182 Bk. En’âm 6/21, 93, 144, 157; A‘râf 7/37; Yunus 10/17; Hûd 11/18 183 İzutsu, a.g.e., s. 259 184 Bk. Âli İmrân 3/154 185 Bk. Ahzâb 33/33 186 Bk. Fetih 48/26 187 Bk. Mâide 5/49-50; Aydın, a.g.e., s. 228-229 188 Bk. A‘râf 7/138; Zümer 39/64. 189 Bk. Hûd 11/29 190 Bk. Bakara 2/67 191 Bk. Neml 27/55; Yûsuf 12/33 192 Bk. Ahkâf 46/23; Aydın, a.g.e., s. 228 193 İsfehânî, a.g.e. (ğ-m-r md.), s. 614 194 Mü’minûn 23/63 195 İbn Kesir, Muhtasar-u Tefsir-i İbn Kesir, II, 569
43
Bu kavramların anlamlarına ve Kur’an’daki kullanılışlarına baktığımızda
anlaşılıyor ki, kâinattaki her varlık kendisi için konulan kanuna harfiyen uymasına ve
gereğini fiilî olarak yerine getirmesine karşılık, yeryüzünde Allah’ın halifesi kılınıp da
ilahi emaneti yüklenerek ağır bir yükün altına girmiş bulunan insan ne yazık ki, üstlenmiş
olduğu emanetin sorumluluğunu gerçek anlamıyla idrak edip, bunun gereklerini yerine
getirmediğinden dolayı, zalimlik ve cahillikle nitelendirilmiştir. Eğer üstlendiği emanetin
gereklerini yerine getirirse, o zaman zalim ve cahil olmak şöyle dursun, yaratılmışların
en şereflisi olarak gerçek kimliğiyle anılmaya hak kazanmış olacaktır.196
Sonuç olarak zulüm, kişinin kendi sınırlarını aşması ve yapmaya hiç hakkı
olmayanı yapması anlamında adaletsizlikte bulunmasıdır. Kur’an’a göre insan hem
Allah’a (şirk koşarak, yalan uydurarak), hem O’nun ayetlerine, hem kendine, hem de
çevresine karşı zulmedebilmektedir. Yüce Allah insanlara zerre kadar zulmetmediği için
insanlardan da zulmün her çeşidinden kaçınmalarını istemektedir. Yine Kur’an, insanın
çeşitli olumsuz, aşırı davranışları yapmasını cehalet olarak nitelemektedir. Üstlendiği
emanetin gereklerini yerine getirmediği için de insanı zalim ve cahil olarak
nitelemektedir. Kur’an’a göre insan belli bir bilgiye sahip olsa da bildiği hakikatlerin
zıddını yapıyorsa o insan cahildir.
2.1.5. Cimri olması
Cimrilik, muhafaza içgüdüsünün fesada uğraması veya bozulmasıdır. Tasarruf
etme eğilimi insanlarda bulunan tabii bir haldir. Böylece fert gelecekteki emniyetini temin
gayesiyle hareket eder. Ama cimrideki tasarruf bu gayeyi aşar. Cimrilik, psişik bir
dengesizliğe tekabül eder ve ekseriyetle komplekslerle bir alakası vardır.197
Kur’an’da cimrilik, kutûr, şuhh ve buhl kelimeleriyle ifade edilmektedir. Kutur,
malda cimrilik etmek demektir.198 Buhl ile aynı anlamdadır. Bu kelime, Furkan suresi 67.
ayetinde kişinin sahip olduğu şeyleri dikkatsizce çarçur etmesi demek olan israfın zıddı
olarak kullanılmasıyla cimriliğin son derecesini temsil ettiği anlaşılmaktadır.199 İsfehânî
ve İbn Manzûr şuhhu adet haline gelmiş hırsla beraber olan buhl olarak tanımlarlar.200
196 Bk. İsrâ 17/70 197 Altıntaş, “Psikoloji Sözlüğü Üzerine Deneme”, XXXI, 36 198 İsfehânî, el-Müfredât (k-t-r md.), s. 677 199 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 121 200 İsfehânî, a.g.e. (ş-h-h md.), s. 446; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab (ş-h-h md.), VII, 42
44
Şuhh, güçlü bir kötüleme yahut tasvip etmeme öğesi taşıyıp cimriliğin yahut
tamahkârlığın son derecesi anlamındadır. Buhl ile arasındaki farka gelince, bazıları buhlu,
maldaki cimriliğe, şuhhu da mal ve diğer iyiliklerdeki cimriliklere tahsis etmişlerdir.201
Yine buhl’un cimrilik hareketinin kendisini gösterdiği, şuhh’un ise, insanın fıtratında
mevcut olan, cimrilik fiilini işlemeye sevk eden psikolojik bir duyguyu ifade ettiği
söylenmektedir.202 Bu sözcüğün Kur’an’daki kullanımı ise bu yorumu teyit eder
görünmektedir. Kur’an’ın şuhh’u, insan ruhunun öz doğasına atıfta kullanması son derece
önemlidir.203
Cimrilik ve açgözlülük münafıklarda çok bariz ve katmerli olduğundan, bu
hususta tabiatlarını çok zorladıkları gerekçesiyle Kur’an onlardan bahsederken bu
kelimenin sıfat-ı müşebbehe kipi olan eşihha kelimesini kullanır.204 Aynı şekilde
Kur’an’da cimrilik, inkârcıların temel karakteri olarak belirtilir.205
Cimrilik bir yandan harislik ve boş gururla bir bağlantısı vardır; öbür yandan da
hasetle yakından ilgilidir ve genellikle onun suç ortağıdır. Cimrilik deyince yalnızca para
biriktirme şeklinde ortaya çıkan bir açgözlülük değil, genellikle bir insanın başkasına
zevk vermemesi, zaman ya da iş bakımından cimri davranması, topluma ve başka
insanlara karşı takındığı tavırda cimri davranması gibi belirtilerle ortaya çıkan daha genel
cimrilik şekilleri de anlaşılır.206 Nitekim bir ayette şöyle buyrulur:
ا فرين عذاب من فضلهۦ وأعتدنا للك ٱلذين يبخلون ويأمرون ٱلناس بٱلبخل ويكتمون ما ءاتىهم ٱلل
ا هين م
“Bunlar cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Allah’ın kendilerine
lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.”207
Tâberî’nin de benimsediği bir görüşe göre, bu ayet, Yahudiler hakkında inmiştir ve
201 İbn Manzûr, a.y 202 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXI, 412; Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, IX, 355; İzutsu, a.g.e., s. 121 203 İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 121; Bk. Nisâ 4/128; Haşr 59/9; Teğâbûn 64/16 204 Bk. Ahzâb 33/19; Aydın, a.g.e., s. 104- 205 Bk. Mâ‘ûn 107/1-3 206 Adler, İnsan Tabiatını Tanıma, s. 372 207 Nisâ 4/37
45
burada ifade edilen cimrilikten maksat ise Yahudi din adamlarının Hz. Peygamber’in
Tevrat’taki isim ve sıfatlarını insanlardan gizlemeleridir.208
Cimriliğin mal dışında olabileceğine diğer bir örnek de şu ayettir:
لح خير ا ان يصلحا بينهما صلحا والص وان امراة خاف من بعلها نشوزا او اعراضا فل جناح عليهم
كان بما تعملون خبيرا قوا فان للا ح وان تحسنوا و تت واحضر النفس الش
“Eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan yahut kendisinden yüz çevirmesinden
korkarsa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daima
iyidir. Zaten nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir (insanın mayasında cimrilik
vardır.)”209 Râzî’ye göre bu ayetteki uhdireti’l-enfüsü’ş-şuhh ifadesi, “cimrilik nefislerin
ayrılmaz vasfı kılınmıştır, nefislere cimrilik damgası vurulmuştur.” anlamındadır ve karı
koca ilişkilerinde cimri davranmayı ifade etmektedir.210
Kur’an’da şeytanın insana cimriliği emrettiği belirtilir:
عليم واس يعدكم مغفرة منه وفضل وللا
اء وللا يطان يعدكم الفقر ويأمركم بالفحش الش
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder…”211 Bu
ayetteki fehşâ’ kelimesi cimrilik diye tefsir edilmiştir. Yani şeytan sizi fakirlikle
korkutarak Allah yolunda infaktan engeller ve kötülüğü ve zararı açık olan cimriliği
emreder.212
Hadislerde cimriliğin, ruhu kemirerek büyük günahlara sürüklediği
vurgulanmaktadır: “Cimrilikten sakınınız, zira cimrilik sizden öncekileri helak etmiştir.
Onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal görmeğe sevk
etmiştir.”213 Demek ki cimrilik, dini tahrif eder, topluma zulmü getirir, toplumun düzenini
bozar ve böylece toplumun helak olmasına sebep olur.
Netice itibariyle tasarruf etme eğilimi insanlarda bulunan tabii bir haldir. Ancak
aşırı cimrilik, ruhî bir dengesizlik olup harislik, haset ve boş gururla bağlantısı vardır.
208 Tâberî, Tâberî Tefsiri, II, 530 209 Nisâ 4/128 210 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, VIII, 351; Ayrıca bk. Yazır, Hak Dîni, III, 33 211 Bakara 2/268 212 Rıza, Tefsîru’l-Menâr, II,274 213 Müslim, Birr, 15, no: 2578 (III, 1996)
46
Cimrilik, yalnızca para biriktirme şeklinde ortaya çıkan bir açgözlülük değil, topluma ve
başka insanlara karşı takınılan tavrında cimri davranma vb şekilleri vardır. Kur’an’da
insan nefsinin cimriliğe hazır hale getirildiği belirtilerek cimrilik, kâfirlerin ve
münafıkların temel karakteristik özelliklerinden biri olarak sunulmak-tadır. Kur’an,
insanları cimriliğin her çeşidinden ve israftan sakındırdığı gibi dengeli olmayı ve
insanlara karşı gösterilecek her türlü cömertliği emretmektedir.
2.1.6. Hevâ ve Zannına Uyuyor olması
Sözcük olarak hevâ, yükseklere çıkmak, yüksekten aşağı düşmek,214 şahinin inişi
gibi hızla süzülüp inmek, mahvolmak, rüzgâr esmek, yıldızların doğuşu ve batışı, kabın
boş olması gibi anlamlara gelir.215 Nefsin unsurlarından olup nefsin bir eylemini ifade
den216 hevâ, nefsin şehvete olan meylidir ve şehvetlere meyleden nefs için de kullanılır.
Nefsin böyle isimlendirilmesi, sahibini dünyada bütün çirkeflere, ahirette de hâviyeye
(cehennem azabına) yöneltmesinden dolayıdır.217 Hevâ’ ise, yerle gök arasındaki şey
(hava) anlamındadır.
مهطعين مقنعى رءوسهم ل يرتد إليهم طرفهم وأفـ دتهم هواء
“(O gün) bakışlarını dikerek koşarlar, bakışları kendilerine dönmez (öyle donup
kalmıştır sanki). Yüreklerinin içi de bomboş havadır.”218 Bu ayet bize şunu da ifade eder:
Kibrinden dolayı aklını kullanıp doğru yoldan gidemeyen insanlar, kafaları havada
gezinip dururlar. Beyinlerini çalıştırmazlar, kendi güçlerine güvenirler. Bu tip insanlar
kendilerini göremezler, kendi benliklerini duyup anlayamazlar. Çünkü onların gönülleri
boştur. Güzelliklerden, iyilikten anlayıştan, düşünceden boş olan gönüller, öteki dünyada
da boş olacaktır. İşte ayet hevâ’ denen bu boşluğa dikkat çeker.219
Hevâ, insan nefsinin şehvetlerinden ve hayvani iştihadan doğan doğal eğilimi
olmakla beraber, aynı zamanda insanı her türlü isyana götüren zaafın itici gücüdür; her
214 İsfehânî, el-Müfredât (h-v-y md.), s. 849 215 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 303 216 Bayraklı, İslam’da Değişim, Gelişme ve Kalite Kavramları, s. 147 217 İsfehânî, a.g.e., s. 849 218 İbrâhîm 14/43 219 Ertuğrul, Resul, Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi, s. 115, Ankara, 2004
47
türlü belanın, rezilliğin, kötülüğün kaynağıdır. İnsanın yaşamı boyunca başını kayadan
kayaya çarptıran, beladan belaya uğratan bir duygudur.220
Kur’an’da hevâ (çoğulu ehvâ’) sözcüğü türevleriyle birlikte 38 yerde geçer.221
Kur’an, hevâyı delaletin başlıca ve en yakın nedeni olarak zikretmektedir.222 Kur’an’a
göre hevâ, yani kişinin şehvet ve kaprisleri gurura; gurur da hakikatin reddine ve
adaletsizliğe yol açar.223 Peygamber hevâsından konuşmaz,224 yani tebliğ ettiği kitap
kendi hayalinin ürünü değil Allah’ın vahyidir.
Kur’an, hevâya karşı insanı mücadeleye, onu dizginlemeye yöneltir. İnsan
ruhunda her ne kadar hevâya meyletme hissi bırakılmışsa da, mücadele edebilecek
yetenek ve kuvvet de bahşedilmiştir. Allah’ın yüce makamını ve onun eşsiz azameti
karşısında hesap vereceğini düşünme, insanı hevâya tabi olmaktan kurtarabilir.225
Hevânın yerleştiği bir kalp, başta şirk olmak üzere, her türlü kötülüğün beşiği
olmaya adaydır. Böyle bir benlik giderek hevâyı kendine ilah yapar. Kur’an, hevâya tabi
olmayı, hevâyı ilah edinmek olarak değerlendirir:
وة على علم وختم على سمعهۦ وقلبهۦ وجعل على بصرهۦ غش ههۥ هوىه وأضله ٱلل خذ إل أفرءي من ٱت
رون أفل تذك فمن يهديه من بعد ٱلل
“Hevâsını tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini
mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü?”226
Hevânın, şehvet ile yakın bir anlam bağı bulunmaktadır. Şehvet, nefsin zevk
duyduğu şeylere karşı, meyletmesidir.227 Kur’an da insana süslü gelen şeyleri şehvet
olarak nitelendirir.228 Bundan dolayı şehvet, hevâ ile paralellik arz etmektedir. Ancak
şehvet helal ve mubah şeylere de yönelmesi noktasında hevâdan ayrılmaktadır.
220 Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s.204 221 Bk. Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (h-v-y md.), s. 908-909 222 İzutsu, a.g.e., s. 118; Bk. Mâide 5/77; En‘âm 6/56; Kasas 28/50 223 Bk. Bakara 2/187; Nisâ 4/135 224 Bk. Necm 53/3 225 Bk. Nâzi‘ât 79/40-41; Şems 91/7-10 226 Câsiye 45/23; Ayet hakkımdaki değişik yorumlar için bk. Tâberî, Tâberî Tefsiri, VII, 384-385 227 İsfehânî, el-Müfredât (ş-h-v md.), s. 468; Şehvetin kısımları için bk. a.g.e.,s. 468-469; Gazali şehveti
“faydalı şeyleri elde etmeye teşvik ve tahrik eden meyil, güç” diye tanımlar. Gazali, İhyâ, III, 15 228 Bk. Âli İmrân 3/14
48
Sonuç olarak Kur’an, içgüdüleri ve doğuştan gelen duyguları pis ve şeytani
saymaz, ortadan kaldırılmasını veya devamlı surette bastırılmasını tavsiye etmez;
içgüdülerin ve fizyolojik ihtiyaçların yalnızca denetim altına alınmasını ister. İnsan
ruhunda her ne kadar hevâya meyletme hissi bırakılmışsa da, mücadele edebilecek
yetenek ve kuvvette bahşedilmiştir. Bizim yapabileceğimiz şey, ya bu isteklerimizin
yönünü değiştirerek olumlu yöne kanalize etmek, aynı ihtiyaca cevap verecek başka
hedefler seçmek ya da tesirlerini azaltmakla onları düzene sokup Kur’an’ın öğretileri
doğrultusunda ölçülü ve dengeli bir şekilde her duygunun hakkını vermektir.
2.2. OLUMLU NİTELİKLERİ
2.2.1. En Güzel Şekilde Yaratılması
Kur’an’da insanın en güzel şekilde yaratıldığı belirtilir:
لقد خلقنا ال نسان في أحسن تقويم
ثم رددناه أسفل سافلين
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.”229
Bu ayetteki insandan maksat, genel insan cinsidir. Buradaki takvîm ise, bir şeyi telif ve
terkibi hususunda, olması gerektiği en güzel biçime sokmak230 eğriyi doğrultmak,
kıvama, düzene koymak, kıymet biçmek, anlamlarına gelir. Tenvinin nekre ve büyültme
için olmasıyla ahsen-i takvîm, herhangi bir takvîmin veya büyük bir takvîmin en güzeli
demek olur. Bu ise tam anlamıyla takvîmin en güzel biçimi demek olacağından maddi
manevi her türlü güzelliği içine alır.231
Bu ayeti tasavvufçular şöyle yorumlamışlardır: “İnsan âlemlerin aynasıdır ve asıl
Allah’ın kendi güzelliğini seyrettiği büyük âlemdir.232 İnsan bedeninin uzuvları bir
bakımdan, cisimler âleminin parçalarına benzediği gibi, insan ruhunun sıfatları da
Rahman’ın sıfat-ı subutiyyesine ve güzel isimlerine benzer.”233 Yaratıcıya özgü bazı
vasıflar dışında, yaratıcıda bulunan birçok vasıf insanda da bulunmaktadır. İnsanın ahsen-
229 Tîn 95/4-5 230 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 245 231 Yazır, Hak Dîni, VIII, 537 232 Nurbaki, Haluk, İnsan Bilinmezi, s. 209 233 Asımgil, Sevim, İnsanın Varoluş Serüveni, s. 15
49
i takvimlik vasfı, insanın Allah’a bakan bütün manevi güzellikleridir.234 Aslı toprak olan
insana Allah kendi ruhundan üflenmiştir.235 Eski büyükler şöyle demişlerdir: “Kendini
bilen, Rabbini bilir.” İnsanı iyi anlayan ve tanıyan, onun Allah tarafından yaratıldığını
anlar. Çünkü insanı ancak Allah olan yaratabilir veya insanı yaratan ancak Allah
olabilir.236
İnsanın aşağıların aşağısına çevrilmesinden kastedilenin ne olduğu konusunda
çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İbn Abbas’a göre bu ayetle, erzeli’l-‘umr (ömrün en
rezil çağına döndürülme)237 kastedilmiştir. İbn Kuteybe’ye göre ise bu ayetteki sâfilîn ile
güçsüzler, kötürümler ve çaresizler kastedilmiştir. Mücahid ve Hasanı Basrî ise, ayetin
devamını da dikkate alarak “sonra onu cehenneme göndeririz.” diye yorumlamıştır.238
Yani o, bu güzel ve düzgün yaratılış nimetine şükretmeyince yaratılış ve terkip
bakımından biz o cehennemlik insanı aşağıların aşağısına ve en çirkin şekle döndürdük.239
Yahut alçakların en alçağı yaptık. Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik,
yükseklik yerine alçaklık, sağlık yerine zayıflık ve hastalık; gençlik yerine kocalık; akıl
ve bilgi yerine bilgisizlik ve bunaklık; çalışma ve çaba yerine tembellik; özgürlük yerine
tutsaklık, refah yerine darlık, izzet yerine zillet, lezzet yerine elem ile ihtiyarlığın son
günlerine; hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya, kıyamette dünyaya karşılık
Cehennem’e veya Cehennem’in en aşağı tabakasına doğru kaktık.240 En muteber yoruma
göre ise insan kendisine verilen irade ile isyanı, küfrü ve ahlaksızlığı seçerek, süflî
şehvetlerine boyun eğerek en adi bir varlık konumuna düşmektedir.241
İnsan, hem maddî hem de manevî yönüyle en güzel şekilde yaratılıp kâinatın
emrine verilmesi ve halife kılınması suretiyle şerefli kılınmıştır. İnsan, Yüce Yaratıcı
tarafından kendisine bahşedilen bir takım nitelikler ve güzellikler sayesinde
yaratılmışların en güzelidir ama en üstünü değildir. Ama eğer insan hevâ ve hevesine
uymayıp Allah’ın gösterdiği doğrultuda hareket ederse meleklerden de üstün bir seviyeye
234 Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 187 235 Bk. Hicr 15/29; Secde 32/9; Sâd 38/72 236 Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar V, s. 96 237 Bk. Hac 22/5 238 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 246; Ayrıca bk. Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, VII, 172 239 Zamahşerî, Keşşâf, IV, 764; Nesefi, a.g.e., III, 660 240 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII, 539-540; Bk. Nisâ 4/145 241 Bk. Yazır, a.g.e., VIII, 540; Özsoy-Güler, Konularına Göre Kur’an, s. 40
50
çıkabilmektedir. Fakat Allah’ı tanımayan ve O’nun buyruklarına uymayan insanlar,
Kur’an’ın belirttiği gibi hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşebilmektedir.
2.2.2. Akıl Sahibi Olması
Felsefe ve mantık terimi olarak akıl, varlığın hakikatini idrak eden, maddi
olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak
kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas
yapabilen güç demektir. Bu anlamıyla akıl sadece meleke değil özdeşlik, çelişmezlik ve
üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonlarını belirleyen bir
terimdir. İnsanın her türlü faaliyetinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli
çirkinden ayıran bir güç olarak akıl, ahlaki, siyasi ve estetik değerleri belirlemede en
önemli fonksiyona haizdir.242 Akıl, bu dünyanın en muazzam gücüdür. O, yeryüzünü alt
üst etmiş, medeniyetleri yapmış ve yıkmıştır.243
İnsan benliği iki kuvvet arasındadır. Şehvet kuvveti, akıl gücü. Şehvet kuvveti,
insanı yemeiçme, çiftleşme gibi hayvanî ve diğer dünya zevklerini tatmaya sevk eder.
Akıl kuvveti ise, sonucu güzel ve hayırlı işleri yapmaya, ilim-irfan sahibi olmaya
götürür.244 Bu iki güce Yüce Allah, ayette şöyle işaret eder: “Şüphesiz biz ona (doğru)
yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.”245
Akıl yolunu ancak vahiy ile bulur. Vahiy de akılla anlaşılır. Akıl göz, vahiy de
ışığa benzer. Dışardan ışık gelmeyince göz görmez. Gözsüz ışık da bir işe yaramaz.
Bunun için Yüce Allah şöyle buyurdu: “Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap
geldi. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle
karanlıktan aydınlığa çıkarır.”246 Ve yine akıl lambaya, vahiy de onun içindeki
zeytinyağına benzer. Zeytinyağsız lamba nasıl ışık vermezse, lambasız zeytinyağı da ışık
veremez.247 Bunlar birbirinin yardımcısı ve parçasıdır. Yüce Allah, aklın niteliği
konusunda:
242 TDV İslam Ansiklopedisi (Akıl md.), II, 238 243 Carrel, İnsan Denen Meçhul, s. 96 244 İsfehânî, İnsan, s. 54 245 İnsân 76/3; Ayrıca bk. Beled 90/10 246 Mâide 5/15-17 247 Bk. Nûr 24/35
51
م ين الق ي ذل ك الد التي فطر الناس عليها ل تبديل لخلق للا
ين حنيفا فطر للا فاقم وجهك للد
اس ل يعلمون ولكن اكثر الن
“Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.”248 buyurarak akla
din ismini verdi. Sonuçta akıl, vahiyden yoksun olursa işlerin çoğunu yapmaktan aciz
kalır.249
İnsan cinsi kendine has olmak üzere, iyiyi de kötüyü de, doğruyu da yanlışı da
aklileştirme özelliğine sahip olduğu ve bunu fevkalade kullandığı için,250 vahyin akla
destek olmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Gazali akla dört anlam vermektedir. 1. İnsanların diğer canlı hayvanlardan
ayrılmasını sağlayan haslete akıl denir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazari ilimler
öğrenmeye istidat kazanırlar, birçok gizli hüner ve sanatları elde ederler. 2. İkinin birden
çok olduğunu, bir adamın aynı anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zaruri
ilimlerdir. Bu anlamda her insanda bulunan güç. 3. Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır.
4. Nefsin kötüye götüren dürtülerini disipline eden güç. Akıl, insanoğlunun en üstün
vasfıdır. Çünkü Allah’ın emanetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve Yüce Allah’ın rızasına
mazhar olunur.251
Kur’an-ı Kerim’de “akıl” anlamını ifade eden pek çok kavram vardır. Lubb, nuhâ,
hicr ve mirre gibi kavramlar akıl manasına gelmektedir. Bu değişik isimler, aklın farklı
görevlerini de belirlemektedirler.252 Kur’an’da akıl, anlamak,253 düşünmek,254
birleştirmek,255 kendini kritize etmek anlamlarında kullanılmıştır.256
Kur’an’da akıl kelimesi biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde olmak üzere
49 yerde fiil şeklinde geçmektedir.257 Bu ayetlerde genellikle “akletme”nin yani aklı
kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur. “Akletmiyorlar mı?”
248 Rûm 30/30 249 Bk. İsfehânî, İnsan, s. 139-140 250 Bk. Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, s. 76 251 Gazali, İhyâ, I, s. 41 252 Bayraklı, Kur’an’da Değişim, Gelişme ve Kalite Kavramları, s. 46 253 Bakara 2/75; Yûsuf 12/2; Nûr 24/ 61 254 Mülk 67/10 255 Haşr 59/14 256 Bakara 2/44, 189 257 Bk. Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (a-k-l md.), s. 594-595
52
“Umulur ki akledersiniz.” “Umulur ki düşünürsünüz.” “Akleden bir topluluk için” “Eğer
aklediyorsanız” gibi ifadelerle Kur’an, düşünmeye teşvik etmektedir.
İnsanı düşünmeye teşvik eden çok sayıda ayete topluca bakıldığında düşünme-nin
önemli bir kulluk görevi, bir ibadet olduğu sonucuna varılabilir. Düşünmenin konusu ise
başta bizatihi Kur’an’ın mesajı olmak üzere bu mesajın aydınlatıcı ve yol gösterici ışığı
altında Allah-âlem, âlem-insan, Allahinsan ilişkisidir.258
لي اللباب يا لو هار ل موا والرض واختلف اليل والن ان في خلق الس
نا موا والرض رب رون في خلق الس قياما وقعودا وعلى جنوبهم ويتفكالذين يذكرون للا
ار سبحانك فقنا عذاب الن ما خلق هذا باطل
“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gündüzle gecenin ardı ardına
gelişinde akıl sahipleri için alametler vardır. Onlar ayakta, otururken ve yaslanırken
Allah’ı zikredip göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.”259 Bu ayette akıl
sahipleri, fikrî, ilmî araştırmayı Allah inancıyla, tezekkür ve tefekkürle bir arada götüren
insanlardır. Ayrıca zikir, dille anmaktan ziyade Allah’ın hayranlık uyandırıcı kudret
belirtilerini tefekkür ve teemmüle dalarak, Allah bilinciyle dolmaktır.260
Kur’an, aklını ve düşüncesini kullanmayanların durumunu hayvandan daha aşağı
bir derekede mütalaa etmektedir:
م البكم الذين ل يعقلون الصاب عند للا و ان شر الد
“Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”261
Yine Kur’an, aklı kullanmamanın, insanın değerini düşürdüğünü şöyle dile getirir:
جس على الذين ليعقلون ويجعل الر وما كان لنفس ان تؤمن ال باذن للا
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz ve (Allah) pisliği (huzursuzluğu,
azabı) akıllarını kullanmayanların üzerine kor.”262 Ayetteki rics kavramı, azap ve pislik
258 TDV İslam Ansiklopedisi (Düşünme md.), X, 53; Bk. A‘râf 7/185; Ğâşiye 88/17 259 Âli İmrân 3/190-191 260 Bk. Yazır, Hak Dîni, II, 446-447; TDVİA, X, 53 261 Enfâl 8/22; Ayrıca bk. Furkân 25/44 262 Yûnus 10/100
53
manasına gelir. Allah, aklını kullanmayanları bir anlamda murdar olarak ilan etmekte ve
onlara azap edeceğini beyan etmektedir. Demek ki akıl, insanı pislikten ve tiksinilecek
bir varlık olmaktan kurtarıyor.263
Sonuç olarak Allah, insanı diğer yaratıklardan üstün konuma çıkaran akıl nimetini
bahşetti ve bunun yanında aklına yardımcı, destek ve yol gösterici olarak vahiy gönderdi.
Kur’an, bir obje ve yapısal olarak akıldan değil, aklın fonksiyonlarından, fiil ve
aktivitelerinden bahseder. Kur’an, daima insanı Allah’ın ilim, hikmet ve kudretini
gösteren ayetler üzerinde düşünmeğe ve gerekli sonuçları çıkarmağa, incelemeye,
araştırmaya yönlendirmekte ve düşünmeyen insanları kınamaktadır. Zaten Kur’an’ın
indirilişinin bir amacı da, insanların düşünmelerini ve akıl sahiplerinin öğüt almalarını
sağlamaktır. Akıl kelimesi Kur’an’da çok sarih dini bir anlam taşıyan anahtar kelimedir.
Bu kelime, insanı Allah’ın ayetlerini anlamağa muktedir kılan insan yeteneğini ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan ve ilahi emirler karşısında insanın sorumluluk
altına girmesini sağlayan akıldır.
Kalbin akılla ortak manaları vardır. Aklın kendisi değişmiyor, ama başkalarını
değiştiriyor; kalb ise hem kendisi değişiyor hem de başkalarını değiştiriyor. Akıl ile
kalbin ana farkı bu olsa gerek. Diğer taraftan, aklın kötü anlamda bir manası yoktur, ama
kalbin vardır.264
Hac suresinin 46. ayetinde, akıl ile kalp yan yana gelmektedir.
ها ل تعمى ال ا او اذانيسمعون بها فان افلم يسيروا في الرض فتكون لهم قلوب يعقلون به
دور بصار ولكن تعمى القلوب التي فيالص
“Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalplere, işitecek kulaklara sahip
olsunlar. Hakikat şudur ki, yalnız gözler kör olmaz, fakat sinelerin içindeki kalpler kör
olur.” Kalp, akıl ve nefis bitişince, aralarında bir kaynaşma olunca, insan davranışlarında
da bir bütünlük, bir denge ve bir tutarlılık meydana gelmektedir.265
263 Bayraklı, Kur’an’da Değişim, Gelişme ve Kalite Kavramları, s. 90; İbn Kesir, rics kelimesini
“şaşkınlık, sapıklık” diye açıklamıştır. İbn Kesir, Muhtasar-u İbn Kesir, II, 208 264 Bayraklı, a.g.e., s. 91 265 Bayraklı, a.g.e., s. 57
54
Dil bilginleri akıl ile kalbi (fuâd) özdeş saymışlar ve kalb kelimesinin geçtiği
deyimlerde bu kelimeyi akıl olarak anlamakta tereddüt etmemişlerdir.266 Sonuçta kalb,
aklı, duyguları ve insanın manevî-ruhî yapısını içine alan geniş bir kavramdır.
Kur’an’da kalb, insanın imanının,267 şüphenin,268 düşüncenin,269 ruhun
sükûnetinin,270 peygamberî ilhamın,271 cehaletin, manevi körlüğün272 ve umumi bir tarzda
faziletlerin ve tutkuların mekânıdır.273 Kur’an, kalbi, insanın gerçek benliği, ölümsüz
hakikati ve ölümsüzü yakalayan fark ediş, eriş ve seziş kuvveti olarak tanıtmaktadır.
Kalb, yaratıcının muhatabı ve nazargâhıdır.
Kur’an’da iman eden (iman ile süslenen) kalb,274 kaynaşan kalb,275 selim kalb,276
sükûnete eren kalb,277 doyuma (huzur)a ulaşan kalb,278 huşu duyan kalb,279 münib (tevbe
ve samimi amelle Allah’a dönen) kalb,280 hidayete eren kalb,281 yumuşak kalb,282 ürperen
kalb,283 akleden kalb284 gibi iyiliklerin galip geldiği kalplerden de, bahsedilerek insanın
kalbinin asıl fonksiyonunun bunlar olması gerektiği mesajı verilmekte ve bu yönlere
kanalize edilmesi istenmektedir.
Özetleyecek olursak kalp, insanın aklını, duygularını isteklerini ve ruhî yapısını
kapsayan geniş bir anlam alanına sahip bir kavramdır. Kur’an’da kalb, imanın, şüphenin,
düşüncenin, ruhun sükûnetinin, peygamberi ilhamın, cehaletin, manevi yüceliğin ve
körlüğün, faziletlerin ve tutkuların mekânıdır. Aşkın âlemle insanın bağlantısını kuran
266 TDV İslam Ansiklopedisi (Düşünme md.), X, 53 267 Bk. Nahl 16/108 268 Bk. Tevbe 9/64 269 Bk. A‘râf 7/179; Hac 22/46; Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 312 270 Bk. Bakara 2/260;Ra‘d 13/28 271 Bk. Şuarâ 26/193-194 272 Bk. A‘râf 7/179; Hac 22/46 273 Kılıç, Benliğin İnşası, s. 201 274 Hucurât 49/7, 14; Enfâl 8/2 275 Âli İmrân 3/103; Enfâl 8/63; Tevbe 9/60 276 Şu‘arâ 26/88-89 277 Fetih 48/4, 18, 26 278 Bakara 2/260; Mâide 5/112-113; Enfâl 8/9-10; Ra‘d 13/28; Nahl 16/106 279 Hadîd 57/16; İsrâ 17/109 280 Rûm 30/31; Sâd 38/24; Kâf 50/33; İsfehânî, a.g.e. (n-v-b md.), s. 867 281 Teğâbûn 64/11 282 Âli İmrân 3/159; Zümer 39/23 283 Enfâl 8/2; Mü’minûn 23/60-61 284 A‘râf 7/179; Hac 22/46; Bu kalp çeşitleri ile ilgili geniş bilgi için bk. Bayraklı, a.g.e., s. 111-128
55
insanın bütün iç dünyasıdır, idrak vasıtalarının tümüdür ve psikolojik hayatın merkezidir.
Duygu, düşünce ve irade gibi bütün ruhî fonksiyonlar buradan kaynaklanır. Dolayısıyla
kalp, insan için önemli fonksiyonları icra eden, insanı erdiren ve alçaltan bir özelliğe sahip
olup insan bu nimetin değerini bilmez ve gereği gibi kullanamazsa bir takım hastalıkların,
bozuklukların mekânı olur ve insanı helake sürükler. Kur’an, insanı bundan sakındırmak
için kalbin olumsuz niteliklerinden genişçe bahseder ve insanın Allah’ın huzuruna
tertemiz, arınmış bir kalple çıkmasını ister.
2.2.3. İrade Sahibi Olması
İrade, bir şeyi yapmak veya yapmamak konusunda karar verme ve bu kararı
yürütebilme kudretidir.285 İrade, arzu, ihtiyaç ve ümitten meydana gelen bir güç demektir.
Nefsin yapılması veya yapılmaması gerektiğine hükmettiği bir şeyi gerçekleştirmeyi
istemesi, ona yönelmesidir. Bu terim bazen eyleme yönelme sürecinin başlangıç, bazen
de bitiş noktasını ifade eder. Başlangıç noktasında irade nefsin bir işi yapmayı arzulaması,
bitiş noktasında ise o işin yapılmasına veya yapılmamasına hükmetmesidir. İrade kavramı
Allah hakkında sadece ikinci anlamda kullanılabilir. Çünkü Allah arzudan münezzehtir,
yalnızca hükmeder.286
Aklın yaptırım gücü yoktur. Yaptırım gücü iradeye aittir. İrade ise bir sürü gücün
etkisi altındadır. Bundan dolayı diğer güçlerin etkisi altında olan irade, aklı, doğru
bildiğini ve hüküm verdiğini yapamaz ve zararlı gördüğü şeyden kaçamaz durumda
bırakabilir. Tarihten, çevreden, öğreticiden ve toplumdan gelen izlenimler iradeyi etkisi
altına alarak aklın düşündüğü doğruyu yapmasına engel olabilir.287 İradenin harekete
geçmesi, his ve hayalin veya aklın kesin hükmü ile meydana gelir.288
İmam Gazali’nin belirttiğine göre insan, ilim ve irade güçleri sayesinde yükselir
ve Allah’a yaklaşmaya liyakat kesbeder. İnsanı yücelten irade ise şöyledir: İnsan aklı ile
bir işin sonunu anlayıp iyilik tarafı nerde olduğunu bildiği zaman, içinden o tarafa yönelir,
sebeplerini temine çalışır ve onu irade eder. Şayet Allah, yalnız neticeleri anlayan aklı
285 Erdoğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 550 286 İsfehânî, el-Müfredât (r-v-d md.), s. 371; TDVİA (İrade md.), XXII, 381 287 Atay, Kur’an’a Göre Araştırmalar V, s. 19 288 Gazali, İhyâ, IV, 467
56
yaratıp, aklın ve hikmetin gereğince azaları harekete geçirecek olan bu muharriki
yaratmasaydı, aklın bu hükmü boşa giderdi.289
Kur’an-ı Kerim’de irade kavramı hem Allah’a hem de insana nispet edilerek 139
yerde geçer.290 Bu ayetlerin önemli bir kısmında ilahi iradenin mutlak, özgür ve önüne
geçilemez olduğu, dolayısıyla kulun iradesini sınırladığı;291 hayır veya şer olarak olup
biten her şeyin Allah’ın iradesi istikametinde gerçekleştiği;292 fakat O’nun iradesinin
mutlaka amaçlı, anlamlı, hikmetli ve adil olduğu, kulları için asla zulmü, kötülüğü ve
meşakkati murat etmediği bildirilmektedir.293 Ahlaki muhtevalı ayetlerde insanın
iradesinde serbest olduğu belirtilmekte,294 bundan dolayı onun iyi şeyleri de kötü şeyleri
de istemesinden söz edilmektedir.295 İnsan bütün eylemlerinde iradesini “Allah’ı isteme”
veya “Allah’ın rızasını isteme” şeklinde tayin etmelidir.296
Neticede insanı yücelten ve diğer yaratıklardan üstün kılan özelliklerinden biri de
iradesidir. Yani bağımsız davranma ve seçme kabiliyetine sahip olmasıdır. Aklın yaptırım
gücü olmayıp yaptırım gücü iradeye aittir. İrade ise bir sürü gücün etkisi altındadır. Bunun
için insan, doğruyu bulabilmesi ve yaratılış amacına uygun hareket edebilmesi için
iradesini aklın ve vahyin kontrolüne vermesi gerekir. İnsan, irade sahibi olduğu ve
eylemlerini kendi seçimleriyle yaptığı için iradesini kullanmaktan sorumlu olur ve ahlakî
bir değerlendirmeye tabi tutulur. Kur’an’ın bütün muhtevası insanı irade sahibi olarak
takdim ederken, bütün iradeleri kuşatanın mutlak irade sahibi Allah olduğunu özellikle
beyan eder. Kur’an’a göre insan, sorumlu olduğu konularda kendi istek ve iradesiyle
hangi yöne yönelmeyi uygun görürse, Allah da onu o yöne çevirmektedir.
2.2.4. Ahlaklı olması
Ahlak kelimesi, Arapçada hulk’un çoğuludur. Fakat dilimizde ahlak kelimesi,
evlat kelimesi gibi teklik manasında kullanılması yaygınlaşmıştır. Kur’an’da ahlak
289 Gazali, a.g.e., III, 18-19; İrade ile ihtiyâr arasındaki ilişki için bk. a.g.e., IV, 466-467 290 Bk. Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (r-v-d md.), s. 415-417 291 Bk. Bakara 2/253; Ra‘d 13/11; Ahzâb 33/17 292 Bk. En‘âm 6/125; İsrâ 17/16; Cin 72/10 293 Bk. Bakara 2/26, 185; Âli İmrân 3/108; Mü’min 40/31 294 Bk. Âli İmrân 3/145; İsrâ 17/18-19; Ahzâb 33/28-29 295 Bk. Enfâl 8/62, 71; Yûsuf 12/25; Hac 22/25 296 Bk. Rûm 30/38-39; Ahzâb 33/29; İnsân 76/9; TDVİA (İrade md.), XXII,381; Gölcük, a.g.e, s.266
57
kelimesi kullanılmayıp tekili olan huluk kelimesi sadece iki yerde geçer.297 Bu ayetlerin
birnde Hz. Peygamber’e hitaben “Sen büyük bir ahlak üzerindesin”298 buyrulur. Yani
çalışma ve amel ile en yüksek hayır gayesine ulaşacak pek büyük huylar, gerçekten
yüceltmeye layık ahlak, meleke ve maneviyat üzere yaratılmış bulunuyorsun. İşte o ahlak,
doğru yolu teşkil eden Kur’an ve ilahi ahlaktır.299
Ahlak, nefiste yerleşmiş bir şekil ve hey’etten ve nefsin bâtınî suretinden ibarettir.
Düşünüp taşınmaya lüzum görmeden bütün işler kolaylıkla bundan sadır olur. Akıl ve
şeriat bakımından övülen ve güzel sayılan işler bu hey’etten meydana gelirse, buna güzel
ahlak, şayet kötü işler meydana gelirse ona da çirkin huy denir. İlim, gazab ve şehvet
kuvvetleri tenasüp ve itidalde olur, şehvet ve gazab akıl ve şeriatın emri altına girer ve
hepsi güzel olursa ahlak meydana gelir.300
Ahlakın en büyük yaptırım gücü, Allah korkusu ve ahiret inancıdır. Bu olmadıkça
diğer müeyyideler hiçtir. Bunu telkin eden ise, akıldan ziyade dindir, vahiydir. Dine
dayanan ahlak; sırf akli esaslar üzerine bina edilmiş olan ahlak felsefesinden daha sağlam,
tesirli ve daha geneldir.301
Kur’an’ın tümünde insan, insani ilişkileri içinde ne kendisine ne de başkalarına
haksızlık yapmaması hakkında uyarılmaktadır. Bu da, “bir karıncanın ağırlığı kadar bile”
yahut “bir tek hurma ipliğince”302 de olsa asla haksızlık yapmayacağını tekrar tekrar ifade
eden Allah’ın vasfının bir yansımasından başka bir şey değildir. Yine Kur’an’a göre
Allah’ın fiilleri her zaman adalet ve doğruluk üzere olduğu için, insan da kardeşlerine
karşı adalet ve dürüstlükle davranacaktır. İnsan ahlakının temelde ilahi ahlaka dayandığı,
Allah her zaman bağışlamaya ve müşfik davranmaya hazır olduğu için, insanın da
başkalarını mazur görmeye ve affetmeye gayret etmesi gerektiğini açıkça beyan eden
aşağıdaki ayette daha belirli bir biçimde ortaya çıkmaktadır.303
297 Bk. Abdulbaki, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (h-l-k md.), s. 311; Bk. Şu‘arâ 26/137; Kâlem 68/4 298 Kalem 68/4 299 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII, 21-22; Yine Kur’an’da ahlak vb. konularda Allah resulünün bizim
için güzel bir örnek olduğu belirtilmiştir. Bk. Ahzâb 33/21 300 Gazali, İhyâ, III, 125 301 Akseki, Ahlak İlmi ve İslam Ahlakı, s. 114-115 302 Bk. Nisâ 4/49, 53, 77, 124; İsrâ 17/71; Kâf 28/29 303 İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 293
58
لي القربى والمساكين والمهاجرين ف ي سبيل وا او عة ان يؤت لوا الفضل منكم والس ول يأتل او
غفور رحيم لكم وللا
وليعفوا وليصفحوا ال تحبون ان يغفر للا
للا
“Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah
yolunda göç edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, hoş görsünler.
Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?”304
Ahlaklı insan kendisini inanmadığı şeyleri yapmamaya zorlayan, her türlü etki
karşısında sonuna kadar direnen insandır. Ahlakın taviz vermeye tahammülü yoktur; bir
konuda zayıf davranıp, prensiplerden fedakârlık edilirse bu fedakârlığın sonu gelmez.
Zira insan benliği kendisiyle tutarlı kalabilmek için, hatalı davranışları haklı ve mazur
göstermek üzere, bahaneler bulmaya daima hazırdır. Haklı bulunup şuurumuza yerleşen
her hatalı hareket bir başka hatayı davet eder. Tekrarlar yoluyla alışkanlık kazanma
başlıca öğrenme usullerinden biridir; sık sık ahlak dışı davranışlar yapan insanın da
ahlaksızlığa alışması pek mümkündür.305
Sonuç olarak ahlak dediğimiz zaman, akla gelen şey sadece irade ve ihtiyâr sahibi
olan insan davranışlarıdır. Kur’an’a göre insan ahlakı temelde ilâhî ahlaka dayanmakta,
Allah’ın fiilleri her zaman adalet ve doğruluk üzere olduğu için, insan da kardeşlerine
karşı adalet ve dürüstlükle davranmalıdır. Ahlakın en büyük yaptırım gücü, Allah korkusu
ve ahiret inancı olduğu için Kur’an, insanlarda ahlakî bir davranış geliştirmek üzere sık
sık Allah’ın insanları gördüğüne, işittiğine ve ahiret hayatına vurgu yapmaktadır.
Kur’an’ın emirleri ve prensipleri de ahlakî davranış geliştirmeye yöneliktir.
304 Nûr 24/22; Başka bir ayette şöyle buyrulur: “Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et…” Kasas
28/77 305 Güngör, Erol, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, s. 69, Ötüken Y.
59
60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KUR’AN’DA İNSANIN SOSYOLOJİK YÖNÜ
61
Sosyoloji, insan toplumlarının sistematik bir biçimde incelenmesidir. Daha teknik
olarak sosyoloji, sosyal etkileşim sonucu kurulmuş haliyle sosyal ilişkilerin yapısının
analiz edilmesidir.306 Tarihe sosyolojik bir içerik kazandırmak isteyen ilk düşünür İbn
Haldun (ö. 808) olmuştur. İbn Haldun, coğrafi, iklimsel, ekonomik koşullar ile üretim
biçimlerinin, bireyleri ve toplumları köklü bir şekilde nasıl etkilediklerini göstermiştir.
Böylece o, bir toplumdaki değer sistemlerini ve bireylerin psikolojik yönlerini bile
ekonomik verilerle ve üretim biçimleriyle olan ilişkileri çerçevesinde açıklamaya
çalışmış ve böylece çağdaş sosyal bilimlerin temel ilgi alanlarına yönelmiştir. Bu yüzden
İbn Haldun sosyolojinin babası olarak tanımlanır.307
Kur’an, sosyolojinin genel konularına giren pek çok olaylara ve meselelere genel
hatlarıyla ve kendine özel metoduyla temas etmiş ve bu konularda temel esaslar ve genel
prensipler getirmiştir. Ancak yorumları farklı da olsa bunlar, gerçek hakikatler olup asla
sosyolojinin izafi ve değişken doğrularıyla eşdeğer değildir.308
Lütfullah Cebeci, Kur’an sosyolojisi üzerine yazdığı bir makalesinde, Kur’an
sosyolojisinin kurulmasının gerekliliğinden bahsederek Kur’an sosyolojisinin bir
tanımını yapar. O’nun belirttiğine göre sosyolojinin konusu insan cemiyetleri olup Kur’an
da baştan sona kadar okunduğunda onda sosyolojiyi alakadar eden birçok ayet bulunduğu
görülür. Kur’an, her yönüyle cemiyeti anlatmış, hem inananlardan hem inanmayanlardan
bahsederken umumiyetle çoğul sigalar ve şekiller kullanmıştır. Bu üslubu ile emredilen
ve övülen, buna karşılık yasaklanan ve yerilen vasıf ve işlerin ferdi olmaktan ziyade
toplumsal olduğunu gösteren Kur’an, ima etmektedir ki, iman da, küfür de münferit
gayelerden çok toplumsal gayelerle devam edebilir.309 Cebeci, şöyle devam eder: “Yüce
Allah, geçmiş milletlerin haberlerini zikrederken genellikle sünnetini zımnen
göstermiştir. Onların birbirlerine benzeyen hallerinden ve akıbetlerinden Allah’ın
cemiyetler hakkındaki ilahi kanunlarını yani sünnetlerini çıkarabiliriz. Aynı şekilde emir
ve yasaklarda gözetilen hikmetleri düşünerek birtakım sebep-sonuç ilişkilerini bulabiliriz.
Bütün bunlardan “sosyolojinin kanunları” diyebileceğimiz ve benzeri bütün hadiselere
306 Yanardağ, Alaaddin, “Sosyoloji Yazıları”, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2002, S. 141, s. 50 307 Tolan, Barlas, Sosyoloji, Adım Y., Ankara, 1993, s. 3 308 Kırca, Celal, Kur’an-ı Kerim ve Modern İlimler, Marifet Y., 2.Bsk., İstanbul, 1982, s. 207-208 309 Cebeci, Lutfullah “Kur’an Sosyolojisi Üzerine Bir Deneme”, s. 6-8
62
teşmil edebileceğimiz kaideleri ortaya koyabiliriz. Fakat bunların çok kolay olduğunu
söylemek de mümkün değildir.”310
Allah’ın toplumla ilgili bir yasası da şöyledir:
وما كان ربك ليهلك القرى بظلم واهلها مصلحون
“Senin Rabbin, halkları iyi ve ıslahatçı iken, o memleketleri haksız yere helak
edecek değildir.”311 Yani insan toplumuyla ilgili Allah’ın sünneti, milletlerin içinde o yeri
ıslah eden, toplumsal ve medeniyetle ilgili amellerinde vb. işlerinde onları doğruya sevk
eden, zulümden ve fesattan kaçındıranlar olunca Allah o milletleri zulümleri sebebiyle
helak etmiyor.312 Allah’ın kendisi zulmetmekten münezzeh olduğu gibi, halkı ıslah edici
olunca zulmedecek olanlar da buna meydan bulamaz. Ve bunun için yalnız salih olmak
yeterli olmaz, ıslah edici olmak da şarttır.313 Kendileri salih amel işlemeye çalışan birkaç
kişi dışında herkese ve her şeye müsamaha eden bir toplum kendi ölüm fermanını
imzalamış ve helakini davet etmiş demektir.314
Kur’an’a göre fert, bir hata işlese bile Allah merhametlidir, affedebilir. Fakat
toplumlara durum ve davranışlarını düzeltip düzeltmeyeceklerini görmek için mühlet
vermesine rağmen315 eğer düzeltmezlerse mühlet dolunca onların hükmü ne ileri
alınabilir, ne de geciktirilebilir.316 Bazı geçmiş milletler bu şekilde helak edilmişlerdir ki
onlara ne gök, ne yer ağlamış, ne de onlara mühlet tanınmıştır. Bazı milletlerin günahları
sebebiyle tüm yeryüzündekiler helak edilmez, onun için “onlardan kimi hâlâ ayakta kimi
de biçilmiştir.”317 Fakat bir millet yok olduğu veya ahlaken daha iyi ve güçlü diğer
medeniyet tarafından yutulduğu zaman, bu millete mensup iyi kişiler de, eğer toplumdaki
kötülükleri kaldırmaya çalışmadılarsa, onlar da aynı akıbete uğrar. Böylece Kur’an bu
310 Cebeci, a.g.m., s. 10 311 Hûd 11/117; Ayrıca bk. Mâide 5/105; En‘âm 6/131; Enfâl 7/25; Kasas 28/59 312 Rıza, Tefsîru’l-Menâr, I, 192 313 Yazır, Hak Dîni, IV, 454; Zulüm hakkında bk. İbn Haldun, Mukaddime, II, 76-81 314 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, II, 431 315 Bk. Âli İmrân 3/178; A‘râf 7/34, 82-84; Ra‘d 13/32; Hac 22/44,48; Kalem 68/45 316 Bk. A‘râf 7/34; Yûnus 10/49; Nahl 16/61 317 Bk. Hûd 11/100, 117
63
uyarılarıyla sapık yollara düşerek, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk yapmaktan insanları
alıkoymak istemektedir.
Toplumların tabiatını ve genel çerçevesini çizen ayetlerden biri şudur:
ائل لتعارفوا ان اكرمكم عند للا اوقب ا خلقناكم من ذكر وانثى وجعلناكم شعوب ها الناس ان ا اي ي
عليم خبير اتقيكم ان للا
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en
değerli ve en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır.”318 Yani, hepiniz birbiriniz
üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insanlık ailesine
mensupsunuz.319 Bir erkekle bir dişiden yarattık ifadesinden kasıt, Âdem ile Havva’dan
veya her birinizi bir ana ile bir babadan yarattık demektir.320 Yani bu yönden hepiniz
eşitsiniz. Birbirinize karşı övünmeye veya şu kavim bu kavim diye hor görmeye hakkınız
yoktur. Bu itibarla bir insan kardeşliği vardır ki, o bile alay etmeye ve birbirinin etini
yercesine gıybete engel olması gerekir.321 Bu ayet, önceki iki ayette geçen, insanların
birbirlerinin onurunu koruma ve gözetmeleri tavsiyesi ile bağlantılıdır. Ve burada bütün
ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabileci önyargılar (‘asabiyye) kınanmıştır.322
Toplumla ilgili bir ayet de şöyledir:
ن مبشرين ومنذرين وانزل معهم الكتاب بالحق ليحكم بي النة واحدة فبعث للا اس ام كان الن
نا بغيا بينهم اءتهم الب ي توه من بعد ما ج بين الناس فيما اختلفوا فيه وما اختلف فيه ال الذين او
اء الى ص راط مستقيم يهدي من يش الذين امنوا لما اختلفوا فيه من الحق باذنه وللا
فهدى للا
“İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve
azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili
kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda
da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki
318 Hucurât 49/13 319 Zamahşerî, Keşşâf, IV, 365; Nesefî, Tefsîru’n-Nesefî, III, 357 320 Bk. Zamahşerî, a.g.e., IV, 364; Nesefî, a.g.e., III, 357; Yazır, Hak Dîni, VI, 539 321 Yazır, a.g.e., VI, 539 322 Esed, Kur’an Mesajı, III, 1057
64
hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle,
iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini
doğru yola iletir.”323 Bu ayet, genel olarak İslam’ın tarih ve toplum düşüncesinin temeli
kabul edilmektedir.324 Kur’an, toplumların sürekliliğini tevhide tutunmalarına bağlar. Bu
temel vasfı yitirince eceli de gelmiş olur.325 Yoksa güzel hasletlerini sürdürüp dururken
bir toplum yıkılmaz. Bu, Allah’ın bir kanunudur.326
Sağlıklı toplum modeli ancak nasslarda belirlenen temel esaslara göre
oluşturulabilir. İfrat ve tefrit noktalarına meyleden diğer toplum modellerinin aksine dini
esaslara göre şekillenen bir toplum, hak, adalet, eşitlik, doğruluk, ilim, irfan, iyi ahlak
gibi değerlerle kurulmuş; kendi içinde dengeli, ahenkli bu sebeplerle de bütün insanlığa
rehberlik, şahitlik, hâkimlik yapmakla görevli orta ve hayırlı bir ümmettir.327
Yazır, Fatiha sûresindeki “iyyâke na‘budu ve iyyâke nesta‘în (Yalnız sana ibadet
eder ve yalnız senden yardım dileriz)”328 ayetinin tefsiri sırasında cemaat kavramı
üzerinde sosyolojik bir inceleme yapmıştır. Önemine binaen bunu şu şekilde
özetleyebiliriz: Bu ifade, en derin bir fıtrat kanunun, ameli ve sosyal bir sırrın mucizevi
özet bir açıklamasıdır. Bu ayette toplum ve toplumsallığa büyük bir önem verilmiştir.
Çünkü Allah ile kul arasındaki akit, “ibadet ederim, yardım dilerim” gibi birinci tekil
şahıs kipiyle yapılmıyor da birinci çoğul şahıs kipiyle yapılıyor. Burada cemaatle ibadetin
faziletine işaret vardır. Ancak cemaat, kuru bir kalabalık demek değil, tek bir ruhla
hareket edebilen muntazam bir topluluk demektir. Dolayısıyla cemaatin oluşumu, bir ruh
ve bir sosyal sözleşmeye bağlıdır. Sosyal ruh, evvela kişide oluşur, kişinin vicdanına
kardeşlik duygusu girip onu kibirden, darlıktan, bencillikten çıkararak genişletirse o
vicdan, genişlik sahası oranında bir cemaate aday olur. Bu genişlik bir arkadaşlıktan
tutunuz da, cihangir devletlere kadar gider.329
323 Bakara 2/213 324 Aydın, Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Y., s. 41 325 Bk. A‘râf 7/53 326 Aydın, M., a.g.e., s. 43; Bk. Enfâl 8/53 327 Yazır, a.g.e., I, 418-419; TDV İslam Ansiklopedisi (Hak Dini Kur’an Dili md.), XV, 161-162 328 Fâtiha 1/5 329 Yazır, a.g.e. , I, 113-114
65
Bir vicdanda sevgi ve korku yükselip de, bir başkasını da kendisi gibi görmeye ve
onun menfaatinden kendi menfaati gibi memnuniyet, zararından kendi zararı gibi üzüntü
duymaya başlarsa, o vicdanda sosyal ruh oluşmaya başlamış olur. İnsan kelimesinin bir
aslı olan üns ve muavenetin (birbirine alışıp beraber yaşama) kaynağı budur. Bu sosyal
ruhun kurulması, öncelikle fıtratta bir Allah vergisidir. İkinci derecede ise çevrenin bir
yansımasıdır. Bir topluluk, ne kadar genel ve kuşatıcı ise, sosyal ruhu o kadar genişler ve
hususi toplulukları o oranda yutarak yükseltir. Bunun için cemiyeti büyülten, küçülten en
önemli sebebi, sosyal ruhundaki genişlik ve kuvvet derecesinde aramak gerekir.
Toplulukta genişlik var da, vicdanda kuvvet yoksa o cemiyet idare edilemez. Dağılmaya,
küçülmeye mahkûm olur. Vicdanda kuvvet var, fakat toplulukta genişlik yoksa o cemiyet,
büyüyemez, sonunda büyük bir cemiyet tarafından yutulur. İnsan ruhunda muhabbet ve
korkunun bütün sınırını kuşatan en kuvvetli sosyal etken, Yüce Allah’tır. Bunun için
bütün hamdler, şükürler O’na mahsustur. Bunu duyan bir toplulukla kardeşlik duygusu
en son sınırını bulur ve en üstün bir sosyal topluluk oluşabilir ve en büyük hoşnutluğa
onunla ulaşılır.330
3.1. Kur’an’da Toplumsal Düzen
Toplum, insan için şart olunca her topluma mahsus bir düzen lazımdır. Düzensiz
hiçbir toplum düşünülemez. Çünkü toplumda yaşayan fertlerin sınırsız ve sonsuz bir
özgürlüğe sahip olmaları imkân dışıdır. Aksi takdirde hayatları huzursuzluk, tehlike ve
acılarla dolu olup ormanda yaşayan hayvanlarınkinden fark-sız olur. O halde toplumun
düzeni için çeşitli sınırlayıcı prensipler bulunmalıdır.
Kur’an’ın temel gayelerinden biri, yeryüzünde adil ve ahlâkî temellere dayanan,
yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmak,331 toplumda bir “sosyal-ahlâkî düzen”
gerçekleştirmektir. Ahlak da sosyal düzen kavramı da hak ve ödevleri ifade eder. Ancak
sosyal düzen, insanın daha çok diğer fert ve toplumlarla ilişkilerini anlatırken ahlak,
bunun yanında, doğrudan Allah için yapılan ibadetleri de içine alır. İbadetler Allah için
yapılır, pratik sonuçları ise sosyal ilişkilerde görülür.332
330 Yazır, a.g.e., I, 115-116 331 Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 87 332 Aydın, Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s. 77
66
İslam’da sosyal düzenin esası İslam akîdesidir. Her insan hayattaki yerini, kâinatla
olan ilişki ve var oluşunun sırrını öğrenmek için bu akîdeyi taşıması lazımdır. İnsan
düşüncelerine yön veren, davranış ve tasarruflarını bir biçime sokan ve hayatın hiçbir
alanında elden bırakılmayan yönetici etken, işte bu inançlardır.
Kur’an’da toplum, ilk planda düzen ve disiplin isteyen bir varlıktır. Bunu bozan
hususlar, toplumun tabiatına aykırı düşer ve her ne suretle ve her ne cinsten olursa olsun
kınanır ve yasaklanır.333 Kur’an, toplumda kötülüklerin kaldırılmasını, iyiliklerin hâkim
olmasını esas alır. Kur’an’ın bazı hükümleri kötülükleri toplumda ortaya çıktıkları anda
yok etmeye yönelikken bazıları da kötülüğü daha doğmadan önlemek, kötülüğün
nedenlerini yok ederek toplumu ıslah etmek amacını taşır.334
Kur’an, toplumsal bir düzenin oluşmasını esas aldığı gibi, bunun yollarından biri
olarak toplumsal fitneleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Toplumsal fitne ile aynı anda tüm
toplumu saracak denli yaygın olan topluca işlenen kötülükler kastedilmektedir. Eğer bu
kötülükler bazı kimselerde varsa ve bu iyi insanlar tarafından kontrol altında tutuluyorsa,
bunların kötü etkileri sadece onları işleyenlerle sınırlı kalacaktır. Diğer taraftan eğer
toplumun vicdanı, kötüyü baskı altında tutamayacak denli zayıfsa ve ahlaksız ve sapık
insanlar kötülükleri açıktan işleyecek denli cesaret sahibi olabiliyorlarsa, işte o zaman bu
fitne bir ahlaksızlık salgını haline gelmiş demektir. Böyle olduğunda ise kendi iyiliklerini
muhafaza eden ve yaygın kötülüklere karşı edilgen bir tavır gösterenler dâhil, azaptan
kurtulamazlar. Çünkü onlar bu salgın hastalığı durdurmak için hiçbir çaba
göstermemişlerdir.335
Kur’an’a göre dünyadaki karışıklık ve düzensizliğin ana kaynağı, insanın Allah’a
ibadetten ayrılıp başkalarına ve nefsine kulluk etmesi, Allah’ın yol gösterici hidayetini
bırakıp ahlâkî, içtimaî ve kültürel yapısını inşa etmesi için başkalarının kılavuzluğu altına
girmesidir. Bu durum, fesat ve ona bağlı diğer kargaşa ve düzensizlikleri doğurduğu için
bunun kökünden kazılıp atılmasını amaçlar. Kur’an’a göre, Nuh’tan sonra bütün Allah
elçileri kurulu düzenlere karşı gelmişlerdir. Burada Kur’an için ölçü, yeryüzünde
karışıklık çıkarma (fesâd fi’l-arz) ile toplumda genel bir düzensizliğin baş
333 Bk. Bakara 2/191, 217 334 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, III, 513; Bk. Nûr 24/2-37 335 Mevdûdî, a.g.e., II, 162-163; Bk. Mâide 5/63; Enfâl 8/25
67
göstermesidir.336 Bu durumda başarılı çıkan ise daima hukukun ve ahlakın temsilcileri
olmuştur.
3.1.1. Aile
Aile kelimesi Arapça bir isimdir. Ev halkı, bir evde yaşayan baba, ana ve çocuklar,
ehl-i beyt, familya, bir soydan gelen çocuklar manasında kullanıldığı gibi, aralarında az
çok benzerlikler bulunan hayvanlar, bitkiler ve madenlere ve yine aynı kökten türemiş
olan kelimelere de aile denir.337
Yerini başka bir sosyal gruba veya sosyal müesseseye terk etmek suretiyle
değişmeyen tek evrensel sosyal grup ve müessese ailedir.338
Kur’an’da, aileyi ifade etmek için daha çok ehl ve zevc kelimeleri kullanılmıştır.
Ehlü’r-recul ifadesi, bir kimseyi ve onunla beraber olanları kapsayan soy, din veya bu
ikisine göre davranan ev ve beldeler demektir. Bu ifade aslında bir kimse ve onunla
beraber olanların oturduğu yer anlamındayken daha sonra anlamı genişleyerek bir
kimsenin ve onunla beraber olanların soyu anlamında kullanıldı.339
Ehl kelimesi Kur’an’da 126 yerde geçmektedir.340 Bu ayetlerden anlaşıldığına
göre ehl, sahip, taraftar gibi sözlük anlamlarından başka aynı mekânı paylaşanlar; bir dine
yahut peygambere inananlar, zevce341 ve aile anlamlarında kullanılmıştır. Aile anlamında
daha çok şahısları ifade eden muttasıl bir zamire bitişik olarak geldiği zaman
kullanılmıştır. Bir ayette kişinin ehlinden sorumlu olduğu belirtilmiştir.342
Zevc kelimesi Kur’an’da seksen bir yerde geçmekte olup343 canlılardan eşleşen
erkek ve dişi her bir eşi ifade eden bir kelime olduğu gibi birbirine benzeşen ve zıt olan
her şey için de kullanılır.344 Aşîret kelimesi de üç yerde geçmekte olup 345 bir kimsenin
336 Mevdûdî, a.g.e., II, 44-45 337 Cerrahoğlu, “İslam’da Ailenin Önemi ve Aile Müessesemizdeki Erozyon”, s. 15 338 Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, s. 257 339 İsfehânî, el-Müfredât (e-h-l md.), s. 96 340 Bk. Abdulbâkî, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (‘a-v-l md.), s. 121-123 341 TDV İslam Ansiklopedisi (Ehl-i Beyt md.), X, 498 342 Yazır, Hak Dîni, VII, 426 343 Bk. Abdulbâkî, a.g.e. (z-v-c md.), s. 422-424 344 İsfehânî, a.g.e. (z-v-c md.), s. 384 345 Bk. Abdulbâkî, a.g.e. (‘a-ş-r md.), s. 587; Tevbe 9/24; Şu‘arâ 26/214; Mücâdele 58/22
68
çokluğuyla övündüğü yakınlarından, akrabalarından oluşan her bir topluluğa verilen
isimdir.346
Aile, toplumu meydana getiren en küçük parçadır ve küçük sosyal gruplar içinde
en sürekli ve en önemli olanıdır. Ailenin insan neslinin devamı için çocuk yetiştirmek,
cinsî istekleri sınırlamak ve belli bir kanala sokmak, eşlerin birbirlerine maddi-manevi
destek olarak hayat arkadaşlığı kurmasını sağlamak ve ekonomik faaliyetleri düzenlemek
gibi önemli fonksiyonları vardır.347
Kur’an’da fazla ayrıntıya girilmemekle beraber348 aile konusunda bir takım temel
prensipler konulmuş, Hz. Peygamber’in sünnetinde ise daha ayrıntılı hükümler ve
uygulamalar yer almıştır. Hatta o dönemde başka milletlerin bilip uygulamadıkları bir
takım prensipler belirlenmiş, ailenin sağlam bir temele oturması sağlanmış, bozulmaktan
ve dağılmaktan korunması için önlemler alınmıştır.349
Ailenin ferdi eğitme ve toplumu ıslah etmedeki büyük rolü dolayısıyla Kur’an,
aile kurumunun oluşmasına ve sürekliliğine büyük önem vermiş ve aile bireylerinden her
birine sorumluluklar yüklemiştir. İslam’ın ilk tebliğ yıllarından itibaren dini inanç ve
diğer hükümlerin yanında aile ile ilgili çok sayıda ayet nazil olmuştur.350 Ayrıca İslam,
aileyi toplumun önemli unsurlarından biri olarak kabul ettiği için, fakir bireylerin
sorumluluğu ilk önce ailedeki zenginler, daha sonra da diğer zenginler üzerine verilmiş,
evlenemeye güç yetiremeyen bekârların evlendirilmesi istenmiştir.351
Toplumsal siyaset düzeyinde Kur’an, bir yandan ebeveyn, çocuklar ve yaşlılardan
meydana gelen temel aile birimini güçlendirmeyi hedef alırken, diğer taraftan kabileyi
veya milliyeti feda etmek pahasına bile olsa, daha geniş çapta Müslüman toplumunu
geliştirmeyi esas alır. Çocukların ana-baba ve akrabaya sadakati vurgulanırken Hz.
İbrahim ile müşrik babasının hikâyesi birkaç kez tekrar edilerek babasına karşı olan şefkat
hissine rağmen sırf Allah için onu nasıl terk ettiği zikredilmektedir. Babasına da sırf söz
346 6 İsfehânî, a.g.e. (‘a-ş-r md.), s. 567 347 Temel, Ali Rıza, Mutlu Bir Yuva Nasıl Kurulur, Nasıl Korunur?, Kutup Y., İstanbul, 1993, s. 15-
21 348 Bk. İlmihal II İslam ve Toplum, II, 197 349 Hadîdî, Menhecü’l-Kur’ân ve’s-Sünneh fi’l-‘Alâkâti’l-İnsâniyye, s. 111 350 Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s. 199 351 Bk. Nûr 24/32; Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, III, 53
69
verdiği için dua ettiği belirtilmektedir.352 Kur’an, inananların özelliklerini zikrederken
babaları, çocukları, kardeşleri ve aşireti de olsa Allah’a ve elçisine düşman olanlara sevgi
beslemediklerini belirtir.353
İnsan, vatanına, mensup olduğu cemiyete ve hatta bütün topluma karşı sorumlu
bulunduğu vazife duygusunu ve hürmeti, aile içinde öğrenir. Aile, bütün sevgilerin, her
türlü faziletin kaynağıdır. İnsan büyüklere hürmet ve itaati, küçüklere şefkat ve
merhameti, bütün insanlara karşı hayırlı olmayı, hülasa hem yaratana, hem de yaratılana
karşı vazifelerini, hep aile içinde öğrenir. Orada verilen terbiyenin büyük tesiri vardır.
Bunun içindir ki; aile teşkilatı ne kadar esaslı ve düzenli olursa, onlardan meydana gelen
cemiyet de, o nispette kuvvetli ve sağlam olur.354
3.1.2. Ana-Baba
Anne-baba Arapça’da ebeveyn kelimesiyle ifade edilip ebeveyn kelimesinin tekili
olan eb (çoğulu âbâ, übüvve), “çocuk kendisinden olan erkek (vâlid)” anlamına gelir.
Ebeveyn ise ana babayı, ayrıca dede ile baba veya amca ile babayı birlikte ifade eder.355
Arapçada baba ve dedeleri bir arada anlatmak veya genel olarak “atalar” manasına
gelmek üzere eb kelimesinin çoğulu âbânın kullanımı yaygındır.356 Anneyi ifade etmek
üzere ise “çocuğun kendisinden doğduğu kadın (vâlide) anlamına gelen ümm kelimesi
kullanılır. Bu kelime daha genel olarak, bir şeyin başlangıcında veya varlığında,
yetiştirilmesinde ve iyileştirilmesindeki temel unsuru ifade eder.357 Bu da annenin
çocuğun yetiştirilmesinde temel unsur olduğunu gösterir.
Eb ve ümmün yanı sıra baba ve ana manasında Kur’an’da vâlid ve vâlide
kelimeleri de kullanılmıştır. Bunların tekil, ikil ve çoğul şekillerinde eb kelimesi yüz on
yedi ayette,358 ümm kelimesi otuz beş ayette 359 vâlid ve vâlide kelimeleri otuz dört ayette
352 Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 94; Bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/47; Mümtehine 60/4 353 Bk. Mücadele 58/22 354 Akseki, Ahlak İlmi ve İslam Ahlakı, s. 205 355 İsfehânî, el-Müfredât (eb md.), s. 57; TDV İslam Ansiklopedisi (Ana Baba md.), III, 101; Bk. Bakara
2/133 356 TDV İslam Ansiklopedisi, III, 101-102. Örneğin bk, En‘am 6/74; Yûsuf 12/8,99; Enbiyâ 21/54 357 İsfehânî, a.g.e. (ü-m-m md.), s. 85 358 Bk. Abdulbâkî, el-Mu‘cemü’l-Müfehres (eb md.), s. 3-5 359 Bk. Abdulbâkî, a.g.e (ü-m-m md.), s. 101-102
70
360 geçtiği görülür. Ayrıca baba manasını ifade etmek üzere mevlûd ve mevlûdün leh
tabiri de geçmektedir.361
Eb kelimesinin çoğul olarak (âbâ) geçtiği ayetlerin çoğunda insanların
babalarının, atalarının yollarını inançlarını takip ettikleri vurgulanarak yanlış dini
inançlarını taklit etmeleri kınanmakta, onların düşüncelerinin akıl ve vahiy süzgecinden
geçirilerek aynı yanlışlara düşmemeleri istenmektedir.362 Böylece insandaki ve
toplumlardaki kültürel mirasa sahiplenme özelliği de vurgulanarak bu kültürel mirasın
doğrularının alınıp yanlışlarının terk edilmesi istenmektedir. Zira bir toplumdaki
geleneksel yapı, zamanla kendi içerisinde, insan bilincini gidererek tamamen ortadan
kaldırmaktadır. Bu açıdan Kur’an kör gelenekçiliğe karşıdır.
Kur’an’da ümmehât şeklinde annelerden bahseden ayetlerde annelerle, eşlerin
anneleriyle ve sütannelerle evlenmenin ebedî olarak yasak olduğu belirtilmekte,363
kadınları annelere benzeterek zıhar yapma yasaklanmakta,364 insanların anne karnındaki
yaratılışından ve hiçbir şey bilmez halde doğduklarından bahsedilir.365
Kur’an’a göre ana-baba ve çocuklar arasındaki ilişki çocuklardan ana-babalarına
doğru takdir ve hürmet üzere olmalıdır. Çünkü ebeveynin çocuklara olan iyiliğinin sınırı
idrak edilemez. Bunun için görüyoruz ki Kur’an, bu ilişkilere büyük önem verir ve çeşitli
vesilelerle bu ilişkileri sağlamlaştırmaya teşvik eder.366
Anne-baba, Kur’an tarafından saygı ve hizmet gösterilecek en önemli benlikler
halinde sunulmaktadır. Bu konuyla ilgili ayetlerde ebeveyn hakları Allah’ın haklarından
hemen sonra anılmakta ve Allah’a saygının hemen ardından onlara saygı
emredilmektedir.367 Bu da onlara itaat ve iyilik etmenin ne kadar önemli olduğunu
360 Bk. Abdulbâkî, a.g.e. (v-l-d md.), s. 930-931 361 Bk. Bakara 2/233 362 Örneğin bk. Bakara 2/170; Mâide 5/104; A‘râf 7/70,173; Şuârâ 26/74; Zuhruf 43/22-23 363 Bk. Nisâ 4/23 364 Ahzâb 33/4; Mücâdele 58/2 365 Nahl 16/78; Zümer 39/6; Necm 53/33 366 Hadîdî, Menhecü’l-Kur’ân ve’s-Sünne fi’l-‘Alâkâti’l-İnsâniyye, s. 133-134 367 Bk. Nisâ 4/36; En‘âm 6/151
71
göstermektedir.368 Anne-baba haklarına riayet etmek, insanın mizacındaki bir takım
istekleri sınırlaması sebebiyle Kur’an ve Sünnet tarafından özellikle belirlenmiştir.369
Ebeveyne saygı ve hizmet sosyal ve hukuksal zorunlulukları aşan bir derinliğe
ulaşmalıdır. Onların en küçük bir şekilde incitilmemeleri gereğini İsrâ sûresinin 23-25
ayetleri şöyle dile getirir:
ا او كلهما ا يبلغن عندك الكبر اح دهم اه وبالوالدين احسانا ام وا ال اي وقضى ربك ال تعبد
ا اف ول تنهرهما وقل لهما قول كريما فل تقل لهم
ياني صغيرا حمة وقل رب ارحمهما كما رب ل من الر واخفض له ما جناح الذ
ابين غفورا ه كان للو كم اعلم بما في نفوسكم ان تكونوا صالحين فان رب
“Rabbin şöyle hükmetti: Kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya saygı
ve hizmet gösterin. Eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse onlara
öf bile deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel ve tatlı sözler söyle. Onlara acıyarak
tevazu kanadını onlar için yerlere kadar indir. Ve şöyle yakar: Rabbim, onlar beni
çocukken nasıl terbiye ettilerse sen de onları öylece merhametle koru...”370 Bir görüşe
göre güzel sözden kasıt, Hz. İbrahim’in babasının küfrüne rağmen ey babacığım! dediği
gibi ey babacığım, ey anneciğim! denmesidir. Zira onları isimleriyle çağırma, onlar için
eziyet ve kötü edeptir. Yüce Allah, onların büyüklüğünden ve bugün bize muhtaç
olmalarından dolayı o ikisine çokça merhametli ve şefkatli olmamızı istiyor. Zira dün de
Allah bizi onlara muhtaç yapmıştı.371 Ne ilginçtir ki bu ayet, anne-babanın bizim
yanımızdaki ihtiyarlık durumlarıyla bizim onların elindeki bebeklik halimiz arasında
paralellik kurmuştur. Bu demektir ki, ihtiyarlara saygı ve hizmetimiz küçük yavrularımıza
sevgi ve şefkatimiz kadar içten ve karşılıksız olmalıdır.372
Anne-baba, Kur’an tarafından saygı ve hizmet gösterilecek en önemli benlikler
halinde sunulmaktadır. Bu konuyla ilgili ayetlerde ebeveyn hakları Allah’ın haklarından
368 Taberi, a.g.e., II, 525 369 Rıza, Tefsîru’l-Menâr, I, 233 370 İsrâ 17/23-25 371 Zamahşerî, Keşşâf, II, 632-633; Nesefî, Tefsîru’n-Nesefî, II, 252-253 372 Gölcük, Kur’an ve İnsan, s. 173
72
hemen sonra anılmakta ve Allah’a saygının hemen ardından onlara saygı
emredilmektedir. Allah bizden annebabamıza çokça iyilik etmemizi, hoşumuza
gitmeyecek şeyler yaptıklarında onlara öf demenin ve azarlamanın yerine güzel edep ve
faziletli davranış biçiminin gereği olarak güzel söz söylememizi istiyor. Kur’an, anne-
babaya, çocuklara ve akrabaya sevgi beslemenin insan fıtratında var olduğundan
bahsederek bu sevginin Allah ve Resûlünün sevgisi önüne geçmemesini istemektedir.
Kur’an, annebaba ve çocukları arasındaki ilişkilere büyük önem verir ve çeşitli vesilelerle
bu ilişkileri sağlamlaştırmayı teşvik eder. Anne çocuğu konusunda en büyük yükü
yüklense de Kur’an, ailenin geçiminin babaya ait olduğunu belirtir. Kur’an ayetlerinde
şayet ebeveyn müşrik de olsa şirk vb. isyan durumlarında itaat etmemek şartıyla onlara
iyilik edilmesi emredilmektedir.
3.1.3. Evlilik ve Karı-Koca
Cinsel hayatı düzenleyen evlilik, ferdin ihtiyaçlarıyla toplumun kaidelerini tam
bir uyum haline getiren bir müessesedir. Bu bakımdan evlilik sadece sosyal bir müessese
değil, aynı zamanda çok elverişli bir psikolojik tatmin yoludur. Evlilik, kişiye sosyal
bağımlılıklar, sorumluluklar getirdiği gibi sosyal itibar ve korunma da sağlar. Evlilik
insana cinsel ihtiyaçlarının sanıldığı gibi her şey demek olmadığını göstermekle kalmaz,
bu ihtiyaçları karşılamak için güvenli bir ortam da yaratır. Evlilik dışı cinsel ilişki kuran
kişiler, evliliğin verdiği huzurdan mahrum kalmış, devamlı suçluluk duygusu veya
güvensizlik içinde yaşayan insanlardır.373
Nikâh, içtimaî hayatta, sosyal etkileri cihetiyle en mühim toplumsal akittir. Sosyal
hayatın bütün maslahatları nikâhın eseridir.374 Nikâhın en büyük maksadı, rağbet ve
muhabbet gücüyle iki kalbi birbirine bağlamaktır.375 Kur’an ve sünnetin beyanına göre
nikâh, hayatın her halinde, yani hem rahmetlerinde hem de zahmetlerinde ebedî bir
arkadaşlık anlaşması ve ortaklık sözleşmesidir. Her iki tarafın samimi istekleri, hür
iradeleri ve tam rızalarıyla icap-kabul şeklinde gerçekleşen mukaddes bir ahittir, bir
mîsaktır (karşılıklı güven sözleşmesidir).376 Nikâh, bir akit olması yönüyle müşterek hak
373 Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, s. 39-40; Saygılı, Evlilikte Mutluluk Sanatı, s. 11- 12;
Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, s. 259-260 374 Cârullâh, Musa, Hatun, Otto Y., Ankara, 2018, s. 83 375 Cârullâh, a.g.e., s. 78 376 Cârullâh, a.g.e., s. 63
73
ve vazifelere esas olmuş, bir ahit olması yönüyle de kadınların bütün haklarını teminat
altına almıştır.377 Ayrıca İslam’da nikâh, bir alış veriş akdi olmayıp, bilakis karşılıklı
anlaşma üzerine kurulan, ahlakî ve hukukî yönü bulunan müekked, müebbed ve
mukaddes bir ahittir.378
Kur’an, insanları evliliğe teşvik eder, evliliğin çeşitli fayda ve hikmetlerine işaret
eder,379
اء مثنى وثلث ورباع فان وان خفتم الا تـقسطوا في اليتامى فانكحوا ما ط اب لكم من النس
خفتم الا تعدلوا فواحدة او ما ملكت ايمانكم ذلك ادنى الا تـعولوا
“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz
kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın
veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun
olanıdır.”380
Evliliği kocanın karısına verdiği “sağlam bir teminat” olarak nitelendirir.381
اتأخذونه وان اردتم استبدال زوج مكان زوج واتيتم احديهنا قنطارا فل تأخذوا منه شيـا
بهتانا واثما مبينا
ف تأخذونه وقد افضى بعضكم الى بعض واخذن منكم ميثاقا غليظا وكي
“Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz,
onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz
onu, iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız?
Birbirinizle beraber olduğunuz halde, üstelik onlar sizden sapasağlam bir söz de
almışken onu geri mi alacaksınız? “382
377 Cârullâh, a.g.e., s. 57 378 Aydın, Zeynel, Hikmet-i Teşrî Açısından İslam’da Nikah, (Lisans Tezi), Ankara, 1998, s. 24 379 Bk. Nisâ 4/24; Nahl 16/72; Rûm 30/21 380 Nisâ 4/3 381 Nisâ 4/21; Bu ayette nikah için mîsaken ğalîzen (sağlam bir akid ve ahid) tabiri kullanılır 382 Nisâ 4/20-21
74
Geçimsizlik olduğunda da taraflara sabır ve hoşgörüyü öğütler.
ول تعضلوهنا لتذهبوا بب اء كرها ا يا ايها الاذين امنوا ل يحل لكم ان ترثوا النس عض م
وهنا بالمعروف فان كرهتموهنا فعسى ان تكرهوا شيـا اتيتموهنا الا ان يأتين بفاحشة مبينة وعاشر
فيه خيرا كثيرا ويجعل للا
“Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir
edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için -evlenme ve
boşanma konusunda- engel çıkarmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan
hoşlanmazsanız, Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış
olabilirsiniz.”383
İslam dini belirli şartlarla boşanmaya müsaade etmiştir. Boşanma konusunda
kabul edilen sistem, boşanmayı yozlaştıran Yahudi uygulamasıyla onu asla kabul
etmeyen Hıristiyan tatbikatı arasında yer alan orta bir yol görünümündedir. Kur’an’da
son çare olarak güzellikle boşanmaya izin verilmiş,384 ne var ki bu izinle birlikte boşanma
yine de hoş görülmemiştir. Bir hadis-i şerifte, “Allah’ın helal kıldıklarının en kötüsü
boşanmadır” buyrulmuştur.385
Evlilikte çocukların önemi ve terbiyesi konusunda A. Carrel şunları söyler:
“Evlenme, muhakkak geçici bir birleşme olmaktan kurtarılmalıdır. Terbiyeye, bilhassa
genç kızların terbiyesine, evlenmeye, boşanmaya ait kanunlar, gelecek neslin menfaatini
gözetmelidir. Kadınlar, doktor, avukat yahut profesör olmak için değil, kendi çocuklarını
üstün vasıflı insanlar olarak yetiştirmek için yüksek bir terbiye almalıdır.”386
Kur’an’da eş, karı, kadın, zevce gibi anlamları karşılamak üzere zevc ve imrae
kelimeleri kullanılmaktadır. Ancak eşler arasında huzur, itminan, sevgi, şefkat, hoşgörü
ve inanç birliği varsa zevc kelimesi kullanılmakta, bunlar ortadan kalktığında ise, zevc
kelimesi de kalkmakta ve yerine sadece dişilik özelliği ağır basan imrae kelimesi
383 Nisâ 4/19 384 Bk. Talak 65/1-2, 6-7 385 Ebû Dâvûd, Talâk, 3, no: 2177-2178 (II, 631-632); TDVİA (Aile md.), II, 200 386 Carrel, İnsan Denen Meçhul, s. 247
75
kullanılmaktadır. Örneğin, peygamber olan kocalarına davalarında ihanet etmiş olan eşler
için Yüce Allah zevc kelimesini değil de imrae kelimesini kullanmaktadır.387
İnsan için kutsal bir sığınak durumunda olan ailenin esas unsurları, karı ile
kocadır. Karı ile koca arasındaki ahlakî ilişkinin şekli, gerek çocukların şahsiyetlerinin
şekillenmesinde gerekse toplumun sağlıklı bir şekilde oluşmasında birinci derecede
etkendir. Kur’an, eşlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde son derece samimi olmalarını
ister. Bu samimiyetin oluşması ve devamı için, ilişkilerin Allah’ın belirlediği ölçülere
uygun sürdürülmesi gerekliliğini vurgular.388
Kur’an, kadının kocası, kocanın da hanımı üzerinde birtakım haklarının olduğunu
bildirmekle birlikte bu hakların ne olduğu konusunda ayrıntıya girmek yerine maruf
ölçütünü getirir.389 Maruf, ilahi beyan yanında, İslam toplumunun anlayış, ihtiyaç ve
geleneği çerçevesinde oluşan, gerektiğinde değişen ve gelişen bir ölçüttür. Kur’an prensip
itibariyle erkeklere kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye ederek evlilik bağının korunmasında
kocaya daha ağır bir sorumluluk yükler.390
Kur’an’a göre eşler birbirine benzer haklara sahiptirler. Bir eşin hakları diğer eşin
yükümlülükleri demektir. Birbirlerinin üzerindeki ortak hakları, sevgi, şefkat, huzur,
uyum,391 zina etmeyip namusu koruma,392 güven ve sadakatin olmasıdır.393 Erkeğin kadın
üzerindeki hakları, kadının ahlaka uygun olmayan kıyafetle dışarı çıkmaması, ziynet
yerlerini göstermemesi,394 erkeğin kadına hayırlı veya Allah’ın emrine uygun bir şey
emrettiğinde itaat etmesidir.395
Kadının erkek üzerindeki hakları ise erkeğin kadına güzel davranması, kötülük
etmemesi,396 mihr vermesi,397 yiyecek, giysi vs ihtiyaç duyduğu şeyleri iyilikle
387 Ünver, Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü, s. 175-178 388 Bk. Nisâ 4/1; Kılıç, İnsan ve Ahlak, s. 80-81 389 Bk. Nisâ 4/19 390 TDVİSAM, İlmihal II, 196 391 Bk. Nisâ 4/128 392 Bk. Nisâ 4/24-25; Mâide 5/5 393 Bk. Nûr 24/30-31 394 Bk. Nûr 24/31; Ahzâb 33/59 395 Bk. Nisâ 4/34 396 Bk. Bakara 2/231; Nisâ 4/19 397 Bk. Bk. Nisâ 4/19, 24-25
76
karşılaması, 398 geçim durumuna göre uygun bir ev temin etmesi,399 kadına dinin adabını
ve evliliğin gereklerini öğretmesi,400 koca birden fazla evlilik yapmışsa bunların arasında
her konuda adaletle muamele etmesidir.401
Kur’an’daki kadınla ilgili ayetlere baktığımızda kadının korunup gözetildiğini
görmekteyiz. Kur’an, kadın hakkında rıfk ve yumuşaklığı o kadar ileri götürür ki, ondan
zorluk ve meşakkati kaldırıp erkeğin omuzlarına yüklemektedir. Yüce Allah, kadın ve
erkeklerin vücutlarını, organlarını, zekâlarını, duygularını ve kuvvetlerini göz önünde
bulundurarak her birine uygun vazifeler vermiştir.
Sonuç olarak Kur’an’da Allah, sevgi ve rahmeti erkekle kadının arasına
koyduğunu belirterek evliliğin bu iki direk üzerinde yükselmesini istemektedir. Kur’an,
insanları evliliğe teşvik etmekte, evliliğin çeşitli fayda ve hikmetlerine işaret ederek
evliliği kocanın karısına verdiği sağlam bir teminat olarak nitelendirmekte, eşlerin
birbirleri üzerinde birtakım haklarının bulunduğunu bildirmektedir. Kur’an prensip
itibariyle erkeklere kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye ederek evlilik bağının korunmasında
kocaya daha ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Taraflar arasında geçimsizlik olduğunda
da taraflara sabır ve hoşgörüyü öğütlemekte, topluma da hakemler vasıtasıyla eşlerin
arasını bulma görevi yüklemektedir. Geçinme imkânı yoksa güzellikle ayrılmayı,
karşılıklı olarak haklara saygı göstermeyi istemektedir.
3.1.4. Çocuklar
Kur’an-ı Kerim’de, Türkçe’deki çocuk kelimesinin karşılığı olan tıfl ve sabî
kelimeleri ancak birkaç ayette geçer. Fakat çocukla ilgili meseleler, diğer anlamları
yanında “çocuk” manasında da kullanılmış olan çok sayıda değişik kelime etrafında geniş
bir şekilde ele alınmaktadır. Bunların başlıcaları ibn, veled (çoğulu evlâd), gulâm. sagîr,
zürriyyet, hafede, ehl, âl, yetîm. rebâib… kelimeleridir. Kullanıldıkları yer ve üslup
bakımından genellikle bu kelimelerle henüz bulûğ cağına ermemiş çocuklar
kastedilmektedir.402
398 Bk. Talak 65/7 399 Bk. Talak 65/6 400 Bk. Tahrîm 66/6 401 Bk. Nisâ 4/3, 129 402 TDV İslam Ansiklopedisi (Çocuk md.), VIII, 355
77
İnsan hayatı, gerek bedenî gerekse ruhî gelişim özellikleri yönünden kendi
içinde farklı bazı devrelere ayrılır. Genellikle çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık
olarak belirlenen bu devrelerden her biri bir öncekinin etkisi altında oluşmakta, özellikle
insanın bedenî ve ruhî gelişmesinde çocukluk devresine birinci derecede önem
verilmektedir.403
İslam’a göre evlenmenin gayelerinden biri, hatta en önemlisi çocuk sahibi olup
neslin devamını sağlamaktır.404 Esasen her insanda, bu dünyada kendi soyunu devam
ettirmek için fıtrî bir arzu vardır. Kur’an, genel olarak insanların Allah’tan salih,
kusursuz, iyi bir çocuk talep ettiklerini bildirmektedir.405 Aynı şekilde bazı
peygamberlerle salih kulların, Allah’ın kendilerine iyi bir nesil, temiz bir soy ve
soylarından O’na kulluk eden milletler vermesi için dua ettikleri bilinmektedir.406
Ancak İslam ailesinde evlatlık kurumuna yer verilmemiş, bu suni bir ilişki
olarak kabul edilmiştir. Kimsesiz çocukların bakılıp büyütülmesi bütün müslümanlara
ve bu arada İslam devletine yüklenen dini-hukuki bir görev olmakla birlikte, bir kimseyi
himayesine alanla o kişi arasında evlenme engeli doğacak tek veya çift taraflı bir miras
ilişkisi kurulacak şekilde bir akrabalık bağının doğduğu kabul edilmemiştir.407
Çocuk sevgisi, insan fıtratının faziletlerinden biridir ve hayvanî bir dürtüdür.408
İnsanın çocuklara duyduğu derin sevginin ondaki fıtri duygulardan biri olduğunu
açıklayan Kur’an-ı Kerim,409 bu eğilimi son derece tabii karşılayarak bütün
müslümanların dualarında Allah’tan, kendilerine göz nuru olacak eşler ve çocuklar
vermesini niyaz etmelerini ister.410
Kur’an’da çocuklar çok defa, ebeveynine asli gayelerini unutturan ve onları
Allah’tan uzaklaştıran engeller arasında gösterilmiştir. Buna göre birçok insan, fazla
mal ve evlat sahibi olmayı hayatın tek gayesi saymak suretiyle Allah ile olan
403 TDV İslam Ansiklopedisi, a.y 404 Gazali, İhyâ, II, 67; Karaman, “Değişen Şartlar Karşısında İslam Aile Yapısı”, s. 34 405 Bk. A‘râf 7/189-190 406 Bk. Bakara 2/128; Âl-i İmrân 3/35, 38; İbrahim 14/35, 40 407 Bk. Ahzab 33/4-5; TDV İslam Ansiklopedisi (Aile md.), II, 200; TDV İslam Ansiklopedisi (Evlat
edinme md.), XI, 527-529 408 Rıza, Tefsîru’l-Menâr, I, 233 409 Bk. Âl-i İmrân 3/14 410 Furkân 25/74
78
münasebetini tehlikeye düşürmektedir. Bu sebeple çeşitli ayetler kişiyi uyarmakta ve
asıl gözetilmesi gereken hedefi göstermektedir.
ا وخير امل الحا خير عندربك ثواب نيا والباقيا الص المال وال بنون زينة الحيوة الد
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan iyi ameller ise,
Rabbinin katında, sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır.”411 Ayette
geçen, el-bâkiyâtu’s-sâlihât ifadesi, Kur’an’da iki yerde geçmekte olup412 sahiplerinin
cennette ebedî olarak kalmalarını sağlayacak olan,413 semeresi insan için kalıcı olan iyi
ameller, dürüst ve erdemli davranışlar demektir.414
Her ne kadar insanlar fazla mala ve çocuğa sahip bulunmakla kendi kendilerine
yeterli, dolayısıyla güçlü ve üstün olacakları zannına kapılıyor ve bunu başkalarına karşı
bir üstünlük sebebi olarak görüyorlarsa da,415 Kur’an’a göre bu yanılgıya düşenler için
mal gibi çocuk da bir fitne416 ve apaçık bir düşmandır.
ها الذين امنوا ان من ازواجكم واولدكم عدوا لكم فاحذروهم وان تعفوا و تصفحوا ا اي ي
غفور رحيم وتغفروا فان للا
عنده اجر عظيم وللا
ا اموالكم واولدكم فتنة ـم ان
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da
vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve
bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız
ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”417
Kur’an ve sünnette çocukların bir takım haklarından bahsedilmektedir. Buna
göre baba çocuğun maddî ihtiyaçlarını karşılamalı, anne çocuğunu emzirmeli,418
ebeveyn çocuklara sevgi, şefkat ve merhamet göstermeli,419 çocuklarını terbiye edip
411 Kehf 18/46; Ayrıca bk. Meryem 19/75-76; Sebe 34/37; Münafikûn 63/9 412 Bk. Kehf 18/46; Meryem 19/76 413 İbn Kesîr, Muhtasar-u Tefsîr-i İbn Kesîr, II, 422 414 İsfehânî, el-Müfredât (b-k-y md.), 139; Zamahşerî, Keşşâf, II, 697; Nesefî, Tefsîru’n-Nesefî, II, 304 415 Bk. Hadîd 57/20 416 Bk. Enfâl 8/27-28; Sebe 34/34-35 417 Teğâbun 64/14-15 418 Bk. Bakara 2/233 419 Bk. Buhari, Edeb, 18
79
eğitmeli, İslam ahlakına göre yetiştirip sağlam şahsiyet kazandırmalı,420 verdikleri
öğütlere uygun davranmalı,421 çocuklarını öldürmemeli,422 kız erkek ayrımı
yapmamalı, aralarında adaletle muamele etmeli,423 çocuklara konuşma hakkı verilmeli,
fikri bağımsızlıkları ve bağımsız irade sahibi olmaları sağlanmalıdır.424
Sonuç olarak insanın çocuklara duyduğu derin sevginin ondaki fıtri duygulardan
biri olduğunu açıklayan Kur’an, bu eğilimi son derece tabii karşılamaktadır. Ancak
kişinin ailesini sevmesi, bazen erkek ve kadın mü’mini, inancın ve bilincinin
gereklerine aykırı davranmaya itebilir. Buna göre birçok insan, fazla mal ve evlat sahibi
olmayı hayatın tek gayesi saymak suretiyle Allah ile olan münasebetini tehlikeye
düşürmektedir. Bu sebeple çeşitli ayetler kişiyi uyarmakta ve asıl gözetilmesi gereken
hedefi göstermektedir. Kur’an’a göre çocuklarını başkalarına karşı bir üstünlük sebebi
olarak görenler için mal gibi çocuk da bir fitne ve apaçık bir düşmandır. Kur’an,
çocukları ateşe düşmekten korumayı ebeveyne özellikle babaya bir görev olarak
vermekte ve güzel terbiye edilmelerini istemektedir. Bütün bunlara göre İslam’da,
kişinin çocuk sahibi olması büyük sorumluluk gerektirmektedir
3.1.5. Akrabalık ve Akrabalar
Arapçada akrabayı “yakın” anlamına gelen karîb kelimesi ifade etmekte olup bu
kelime bu genel anlamı yanında biriyle aynı soydan gelen kimseyi ifade etmekte olup
bunun çoğulu olan akribâ’ Türkçede akraba şeklinde ve daha geniş anlamda
kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de akrabayı ifade etmek üzere daha çok zü’l-
kurbâ,425ülü’l-kurbâ426 ve el-akrabûn427 gibi tabirler zikredilmektedir. Bunun gibi,
nesebe dayalı kan hısımlığını ifade eden rahm, rihm veya rahim (çoğulu erhâm)
kelimeleriyle yapılan ülü’lerhâm428, zevi’l-erhâm terkipleri ve âl, ehl ve aşiret
kelimeleri de akraba manasına gelmektedir. İslam akrabalığı yalnız kan bağıyla
420 Bk. Tahrîm 66/6; Müslim, Kader, 46, no: 2658 (III, 2047); Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121, no: 5147 421 Bk. Bakara 2/44; Saf 61/2-3 422 Bk. Mümtehine 60/12 423 Bk. Nahl 16/58-59; Şurâ 42/49-50. 424 Bk. Akseki, İslam Ahlakı, s. 210-211; Hadîdî, a.g.e., s. 144-147; Kılıç, İnsan ve Ahlak, s. 89-100 425 Bk. Bakara 2/83, 177; Nahl 16/90 vb. 426 Bk. Nisa 4/8 427 Bk. Bakara 2/180, 215; Nisa 4/7, 33 428 Bk. Enfâl 8/75; Ahzâb 33/6
80
sınırlamamış, evlilik ve süt emzirmeyi de birtakım dini ve hukuki sonuçlar doğuracak
şekilde akrabalık bağı oluşturan unsurlar kabul etmiştir.429
Akrabalık bu vasfı taşıyanlara karşılıklı birtakım hak ve vazifeler yükler. Bu
durum, ahlakî vazifeleri de içine alacak şekilde “akrabalık hukuku” tabiriyle ifade edilir.
Kur’an ve hadislerde akrabalık bağlarının karşılıklı ziyaret, haberleşme, yardımlaşma
gibi çeşitli yollarla korunması ve güçlendirilmesi üzerinde hassasiyetle durulur. Akraba
arasındaki bu ilişkiye dini-ahlaki bir tabirle sıla-i rahim denir.430
Bir ayette,
وا رباكم الاذي خلقكم من نفس واحدة وخلق منها زوجها وبثا منهما رجال يا ايها النااس اتاق
كان عليكم رقيبا اءلون به والرحام انا للا الاذي تس اء واتاقوا للا كثيرا ونس
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden
birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak
birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan ve akrabalık
haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”431
Buyrulur. Hz. Peygamber de, Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine
ikram etsin; Allah’a ve ahiret gününe iman eden sıla-i rahimde bulunsun”432 hadisi ile
akraba ile ilişkilerin önemine işaret etmiştir.
Sıla-ı rahim, hem maddi hem de manevi şekilde olur. Hısım ve akrabalarımıza
karşı aile hissi ile dopdolu olmak, derecelerine göre onlara hürmet ve şefkat göstermek,
onlardan uzaklaşmamak ve ziyaret etmek, iyi ve kötü günleri paylaşma,
hastalandıklarında ziyaretlerinde bulunma, muhtaç oldukları şeyleri vermek, güzel söz
söylemek ve güler yüzlü davranmak gibi şeyler sıla-i rahmin kapsamına girmektedir.433
Aynı zamanda bunlar komşularımıza ve iletişimde (sıla) bulunduğumuz bütün insanlara
karşı görevlerimizdir. Ancak akrabalarımızın bizim üzerimizdeki emekleri ve hakları
dolayısıyla onlara karşı olan sorumluluğumuz daha fazladır. Hz. Peygamber şöyle
429 TDV İslam Ansiklopedisi, (Akraba md.), II, 285-286 430 TDV İslam Ansiklopedisi, II 286 431 Nisâ 4/1 432 Buhari, Edeb, 31, 85 433 Bk. Râzî, a.g.e., XIII, 437; Yazır, a.g.e., V, 89; Akseki, İslam Ahlakı, s. 213-214
81
buyurur: “Yoksula sadaka vermek, sadece sadaka vermektir. Akrabaya sadaka vermekse
iki şeydir: hem sadaka vermek hem de akrabalık bağını devam ettirmektir.”434
İnsanın asli içgüdülerinden birisi ailesinden başlayarak kan bağıyla bağlı olduğu
insanlara, ırkına ve toprağına karşı sevgi ve bağlılık duymasıdır. Onun tabiatındaki bu
özellik, toplumsal varlık oluşunun gereklerindendir. Sevgi bağı olmadığında aile ve
akrabalık bağları da çözülür.435 Kuran aileye ve yakınlara duyulacak sevgi ve bağlılığı
yadsımaz. İrs ve kan bağını korumaya, akrabalık ilişkilerini koparmamaya (sıla-i rahim)
da büyük önem verir. Hz. Peygamber de akraba ve yakınlar ilişkiyi kesse de bu ilişkinin
devam ettirilmenin en üstün fazilet olduğunu belirtir.436 İnsanın yapısındaki yakınlara
olan sevgi bağı, güçlü bir toplumsal dokunun teşekkülü, aile yapısının gelişimi, kişinin
sosyalleşmesi, kişiliğinin gelişimi ve akrabadaki zayıfların korunması için önemlidir.
Ancak Kur’an, yakınlara olan bu sevginin tabii seyrini aşmamasını ve Allah ve elçisinin
sevgisinin önüne geçmemesini ve Allah’a ve elçisine düşman olan yakınlara sevgi ve
dostluk beslenilmemesini ve onlar için bağışlanma dilenilmemesini ister.437
Yüce Allah, şirki yasakladığı ve tevhidi emrettiği her yerde onlarla birlikte
akraba ve yakınlara iyiliği de zikretmiştir. Yakınlara iyiliği emredip de onlarla birlikte
komşuyu zikretmeyen ayet de hemen hemen yok gibidir. Bu mealdeki ayet-i
kerimelerden biri şöyledir:
ول تشركوا به شيـا وبالوالدين احسانا وبذي الق ربى واليتامى والمساكين والجار واعبدوا للا
بيل وما ملكت ايمانكم انا للا احب بالجنب وابن السا ل يحب من كان ذي القربى والجار الجنب والصا
مختال فخورا
“Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anababaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya,
ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran
kimseyi asla sevmez.”438
434 Tirmizî, Zekât, 26, no: 658 (III, 47); İbn Mâce, Zekât, 28, no: 1844 (I, 591) 435 Ebû Zehrâ, İslam’da Toplum Düzeni, s. 52; Erdoğan, Kur’an ve İnsan Psikolojisi, s. 143-144 436 Bk. Müsned, III, 438 437 Bk. Tevbe 9/24, 113-114; Mücâdele 58/22; Mümtehine 60/1-9 438 Nisâ 4/36; Ayrıca bk. Bakara 2/83, 177; Nisâ 4/8; Nahl 16/90; Nûr 24/22; Rûm 30/38
82
Bu ayetin anlamı üzerinde birazcık düşünmek, Kur’an’ın iyilik etmeye yakın
akrabadan başlamak suretiyle birbirini seven, iyilik ve sevgi bağlarıyla fertleri sımsıkı
bağlı olduğu sağlam bir toplum meydana getirmek istediğini ortaya koyar.
Kur’an, tebliğ ve uyarma faaliyetlerine en yakın akrabalardan başlanması
gereğini vurgulamıştır. Zira kişi kendini akrabası içerisinde duygusal bakımdan daha
emniyetli görür ve aynı zamanda yakın akraba, dış çevreyle irtibatı kolaylaştıran bir
halka olduğu gibi tebliğ çalışmalarında da büyük bir destek olma gücüne sahiptir.439
Sonuç olarak Kur’an-ı Kerim ve hadislerde akrabalık bağlarının karşılıklı
ziyaret, haberleşme, maddi ve manevi yardımlaşma gibi çeşitli yollarla korunması ve
güçlendirilmesi üzerinde hassasiyetle durulur. Kur’an’ın iyilik etmeye yakın akrabadan
başlamak suretiyle iyilik ve sevgi bağlarıyla fertleri sımsıkı bağlı, sağlam bir toplum
oluşturmamızı istemektedir. Akrabalara sevgi beslemek Allah’ın insanların yapısına
yerleştirdiği bir özellik olup Kur’an bu sevginin doğal sınırını aşmamasını, kişiyi hak ve
adaletten ayırmamasını istemektedir.
439 Şanver, Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, s. 175-177
83
SONUÇ
Kur’an, insanı başlıca üç açıdan ele almakta ve tanıtmaktadır. İlk olarak insanın
yaratılışından, yaratılış evrelerinden, yaratılış amacından bahseder. İkinci olarak, birey
olarak insandan ve insanın psikolojik özelliklerinden, insanın zaaflarından, olumlu
yönlerinden bahsedip olumsuz yönlerini olumluya çevirmek için birtakım prensipler
koyar ve onlara uyulmasını ister. Üçüncü olarak ise sosyal varlık olarak insandan, aile
hayatından, cemiyet içindeki gruplardan, toplumlardan, milletlerden, toplumlar arası
ilişkilerden bahsedip toplumsal prensipler koyar ve bunlara uyulmasını ister.
İnsanı ele alan Kur’an ayetleri insanın tabiatını ortaya koymaktadır. İnsanın
yaratılışını anlatan Kur’an ayetleri de, insan tabiatını ortaya koyan en önemli
ayetlerdendir. Kur’an, insanın yaratılışı ve Âdem kıssaları ile insanlığın gaye ve
hedefini öğretmek, insanlığı doğru bir istikbale yürütmek ve bu yürüyüş sırasında
insanlığın karşılaşacağı güçlüklerin mahiyetini ve bunların nasıl aşılacağını göstermek
istemiştir. Yine bu pasajların en önemli hedefi, yaratıcının Allah olduğunu ve yaratmayı
tekrarlamanın da ona ait olduğunu vurgulamak ve insanın ilgisini kendi varlığına
çekerek kendi yapısını ve özelliklerini tanımasına teşvik etmektir.
Psikolojik ve Sosyolojik olgular, sistematik bir biçimde Kur’an’da yer
almamaktadır. Aynı şekilde Psikoloji ve Sosyoloji’nin kavramları ile Kur’an’ın
kavramları birebir örtüşmemektedir. Zira her bilim dalı insanı kendi bakış açısına göre
ele almakta ve tanımlamaktadır. Kur’ânî kavramlarda, ahlakî bir boyutun varlığı
görülmektedir. Kur’an bir Psikoloji ve Sosyoloji kitabı olmadığı gibi, Kur’an’ın asıl
amacı ruhları eğitip yetiştirmek olup psikolojik ve sosyolojik nazariyeler, veriler ortaya
koymak değildir. Ama Kur’an, insanın ruhu, psikolojik yapısı, toplumlar ve toplumsal
düzen hakkında genişçe bilgi vermekte ve fert ve toplum için uyulması gereken
prensipler koymaktadır.
Kur’an, insanın olumlu ve olumsuz niteliklerinden geniş şekilde bahseder.
Ancak, olumsuz yönlerini tanıyıp kötülüğe düşmekten kaçınması için olumlu
yönlerinden daha ziyade, olumsuz yönleri üzerinde durmaktadır. Fıtri bakımdan
değişken hususiyetlerle donanmış olan insan, özellikle akıl ve ruh melekelerini
geliştirmek; onları olumlu, yapıcı istikametlerde kullanmak zorundadır. İnsan,
84
benliğinde bulunan kuvvetleri dünyada gerektiği gibi, gerektiği yerde, gerektiği
zamanda ve gerektiği kadar kullanmak, zaaflarını Kur’an’ın prensiplerine uygun şekilde
terbiye etmek ve bunları faydalı yönlere kanalize etmek durumundadır. Kur’an’da
emredilen ibadetlerden maksat da budur. Ancak zaaflar, tedavi edilmezse, fertte bazı
kronik hastalıklara dönüşebildiği gibi, toplum açısından da her an tehlikeli bir boyuta
gelmeleri de mümkündür.
Genel olarak Kur’an’ın insanı psikolojik olarak olgunlaştıran prensiplerine
baktığımızda Kur’an’da bunların insanı psikolojik olgunluğa erdirdiği direk olarak
belirtilmemekle beraber zikrin kalbi itminana erdirmesinden bahsedilmesi gibi diğer
bazı prensiplerin maddi ve manevi sonuçlarından bahsedilmektedir. Kur’an’daki bu
prensipler, amaç olmayıp insanı Allah’a ulaştıran vesilelerdir. Bunların emredilmesinin
asıl gayesi insanları rûhen eğitip olgunlaştırarak Allah’a ve insanlara karşı
sorumluluklarının bilincine erdirmek, Allah’ın hakkına vefa göstermelerini ve O’na
olan bağlılıklarını sağlamaktır.
Sonuç olarak Kur’an’ın ana konusu insan olup, Kur’an, ideal bir insan ve toplum
tipi önerir. Böylelikle, insanı en iyi tanıyan ve tanıtan Allah, Kur’an’da insandan geniş
bir şekilde bahsederek ona yol gösterir ve ondan yeryüzünde ahlaka dayalı bir sosyal
düzen oluşturmasını ister. İnsanın dünya hayatıyla doğrudan ilgilendiği gibi ruhun
arıtılmasıyla, eğitilmesiyle, bireyin ahlakî gelişimiyle de ilgilenir. İşte Kur’an’ın asıl
fonksiyonu da insanı rûhen eğiterek yeryüzünde iyiliğin, adaletin hâkim olmasını
sağlamaktır.
Gayret bizden, Muvaffakiyet Cenab-ı Allah’tandır…
85
KAYNAKÇA
Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu‘cemü’l-müfehres, Daru Matbi'u'ş Şa'ab, İstanbul, 1982
Adler, Alfred, İnsan Tabiatını Tanıma,
Ahmed b. Hanbel Müsned,
Akarsu, Max Scheler Felsefesinde Kişi Kavramı ve İnsan Olma Sorunu,
Akseki, Ahmet Hamdi, Ahlak İlmi ve İslam Ahlakı (Ahlak Dersleri), Sadeleştiren: Arslan Aydın, Nur
Y., Ankara,1991,
Altıntaş, Hayrani, “Psikoloji Sözlüğü Üzerine Deneme”, AÜİFD, Ankara, 1989
Asımgil, Sevim, İnsanın Varoluş Serüveni, Timaş Y., İstanbul, 1996,
Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar, Atay Yayınları, İstanbul, 2012
Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y. İstanbul, 2003
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, Türkiye, 2014
Aydın, Hayati, Kur’an’da Psikolojik İkna, Timaş Y., İstanbul, 2001
Aydın, Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, PINAR YAYINLARI, 2015
Aydın, Zeynel, Hikmet-i Teşrî Açısından İslam’da Nikah, (Lisans Tezi), Ankara, 1998
Bayraklı, Bayraktar, Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, MÜİFAV Y., İstanbul, 1999
Carrel, Alexis, İnsan Denen Meçhul, HAYAT YAYINLARI, 2016
Cârullâh, Musa, Hatun, Otto Y., Ankara, 2018
Cebeci, Lutfullah “Kur’an Sosyolojisi Üzerine Bir Deneme” 1986
Cerrahoğlu, İsmail, “İslam’da Ailenin Önemi ve Aile Müessesemizdeki Erozyon” 2017
Cerrahoğlu, İsmail, Kur’an’da İnsanın Yaratılış Sahnesinin Düşündürdükleri, A.Ü.İ.F.D., Ankara,
1975
Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhi’l-‘Arabiyye Thk.: Ahmet Abdulğaffâr
Attâr, Dâru’l-İlmi’l-Melâyîn, Beyrut , 1984
Curcânî, Seyyid Şerif, Ta‘rîfât-u Seyyid-i Şerîf (insan md.), Dersaâdet, İstanbul, 1318 h.,
Cücelioğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, REMZİ KİTABEVİ, 2016
Deniz, Gürbüz, Anlam ve Varlık boyutuyla İnsan, Dib Y, Ankara, 2015,
Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, PINAR YAYINLARI, 2009
Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, Şirket-i Shafiyye-i
Osmaniye, İstanbul, 1889
Ebu Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhâri, Sahihü'l-Buhari, Beytü'l-Efkari'd-Devliyye, Amman,
2012
Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tâberî Tefsiri, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1996
Ebû'l A'lâ Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997
Ebu'l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî Müslim, Sahîhu Müslim, Dârü't-Tibâ'ati'l-
Âmire, İstanbul
Ebü'l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, Muhtasar-u İbn Kesir, Dâru'l-Kur'âni'l-Kerîm, Beyrut,
1981
86
Ebü'l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an hakâiki ğavâmizi’t-
tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-te’vîl, el-Matbaatü'l-Kübra'l-Emiriyye, Bulak 1901
Ebü't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed el-Firuzabâdî, Kâmûsu’l-Muhît, el-
Matbaatü'l-Mîriyye, Mısır, 1884/1886
el-İsfehânî, Râgıp, Tafsîlü’n-Neş’eteyn ve Tahsîlü’s-Sa‘âdeteyn (İnsan İki Hayat İki Saadet), İsilay,
Ankara, 1997
el-İsfehânî, Râğıb, Müfredât-ü Elfâzi’l-Kur’ân, Thk. Safvân Adnan Dâvûdî, Dâru’l- Kalem, Dımeşk,
1997
Ertuğrul, Resul, Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi, Ankara, 2004
Esed, Kur’an Mesajı, İŞARET YAYINLARI, 2002
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, ANKARA OKULU YAYINLARI, 2007
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, Trc. Ahmet Serdaroğlu, Bedir
Y., İstanbul, ts.,
Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, Kimyâ-yı Saâdet (Mutluluğun Formülü), Terc. Ali
Arslan, İmaj Y.,
Gölcük, Şerafeddin, Kur’an ve İnsan, Esra Y., Konya, 1996,
Güngör, Erol, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken Y.
İbn Haldun, Mukaddime, Dergâh Yayınları, Ankara, 1988-1991
İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen, Çağrı Y., İstanbul, 1992
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem el-Mısrî, Lisânü’l-‘Arab , Beyrut, 1970
İbn Sina, el-Havf mine’l-Mevt, Beyrut 1982
İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar, Trc. Selahaddin Ayaz, Pınar Y., İstanbul, 1991
Karagöz, İsmail, Kur’an’a Göre İnsana Verilen Değer ve Görev, Çelik Y. İstanbul,1996
Kasapoğlu, Abdurrahman, Âdem’den Hateme Kişilik, İzci Y., 1.Bsk., İstanbul, 1997
Kılıç, Sadık, Benliğin İnşası, İnsan Y., 2018
Kırca, Celal, Kur’an ve Fen Bilimleri, 4. Bsk., Marifet Y., İstanbul, 1997
Kırca, Celal, Kur’an-ı Kerim ve Modern İlimler, Marifet Y., İstanbul, 1982
Kutub,Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’ân, Dâru İhyai'l-Kütübi'l-Arabî
Kutup, Seyyid, Kur’an’da Edebi Tasvir, Trc. Mehmet Yolcu, Çizgi Y. İstanbul, 1991
May, Rollo, Kendini Arayan İnsan, Trc. Ayşen Karpat, Kuraldışı Y, İstanbul,1998
Mir, Mustansır, Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Trc. Murat Çiftkaya, İnkılap Y., İstanbul,
1996,
Muhammed b. Îsâ b. Sevre es-Sülemî et-Tirmizî, Sahîhu Tirmizî, Kağıthâne Matbaası, İstanbul, 1875
Necati, M. Osman, Kur’an ve Psikoloji, Trc. Hayati Aydın, Fecr Y., Ankara, 1998
Nurbaki, Haluk, İnsan Bilinmezi, DAMLA YAYINEVİ, 2012
Özsoy, Güler, Konularına Göre Kur’an, FECR YAYINEVİ, 2018
Özsoy, Ömer, Sünnetullah Bir Kur’an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Y., Ankara, 1999
Rıza, Muhammet Reşit, Tefsîru’l-Menâr, Matbaatü’l-Menâr, Mısır,1353
Saygılı, Sefa, Evlilikte Mutluluk Sanatı, ELİT YAYINLARI,2015
87
Sezen, Yumni, İslam Sosyolojisine Giriş, TURAN YAYINCILIK, 1994
Sezen, Yumni, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, İZ YAYINCILIK, 2018
Şanver, Mehmet, Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, Pınar Y., İstanbul, 2001
Şeriâtî, Ali, İnsan, Fecr Yayınları, Ankara, 2013
Şeriati, İslam Sosyolojisi, Çamlıca Yayınları, 2015
Temel, Ali Rıza, Mutlu Bir Yuva Nasıl Kurulur, Nasıl Korunur?, Kutup Y., İstanbul, 1993
Tolan, Barlas, Sosyoloji, Adım Y., Ankara, 1993
Uzeyme, Salih, Mustalahât-u Kur’âniyye, Beyrut, 1994
Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Pınar Y., İstanbul, 1986
Ünver, Mustafa, Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü -Bütünlük Üzerine- , Sidre Y., Ankara,1996
Ünver, Mustafa, Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü, SİDRE YAYINLARI, 1996
Üstün, Yakup, “İslam’a Göre İnsan”, Diyanet Dergisi, S. 5, Eylül-Ekim 1975
Yanardağ, Alaaddin, “Sosyoloji Yazıları”, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2002
Yar, Erkan, Ruh Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu, Ankara Okulu Y., Ankara,
2000
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dîni Kuran Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, 1971
Zebîdî, Muhibbuddîn Ebu’l-Feyd Muhammed Murtedâ el-Huseynî el-Vâsıtî, Tâcü’l-‘Arûs min
Cevâhiri’l-Kâmûs, Darulfikr, Beyrut, 1994
Zeydan, Abdülkerim, İslam Davetçilerine, Trc. Nezir Demircan, İkbal Y., Ankara,1977