eskİ kİtaplarim forumu · 2019. 11. 7. · bizans tarihi, bilgisizlikle önyargı arasında yer...

141

Upload: others

Post on 19-Feb-2021

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • ESKİKİTAPLARIMFORUMUBizansTarihi

    Histoire de ByzancePaul Lemerle

    Cep Üniversitesi 147

    Çeviren: Galip Üstün

  • İçindekiler

    Giriş

    BİRİNCİ BÖLÜM: Constantinus. Hıristiyan Monarşisi ve Doğu Monarşisi

    3. yüzyıldaki bunalım

    Diocletianus ve ilk reformlar

    I. Constantinus imparatorluğun birliğini yeniden sağlıyor

    I. Constantinus ve Hıristiyanlık. Sorunun ortaya konuluşu

    Güneşe tapma ve Hıristiyanlık

    Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmesi

    Constantinus ve Kilise

    İstanbul'un kurulması

    Constantinus monarşisi ve 4. yüzyılda imparatorluk

    İmparatorluk ve savunması

    İmparator ve hükümet

    Ekonomik bunalım ve sosyal dönüşümler

    İKİNCİ BÖLÜM: Constantinus'tan Justinianos'a Din Sapkınlarıyla ve Barbarlarla Mücadele (337-518)

    Genel nitelikler

    Dinsel sorunlar

    Paganizmin sonu

    Hıristiyanlık'ın devlet dini olması

    Nestorius ve Efes Konsili

    Monofizizm ve Khalkedon Konsili

    Barbarlar sorunu

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Justinianos Yüzyılı (518-610)

    Genel nitelikler

    Dış politika

    Batı'da fetihler

    Doğu'da tehditler

    İmparatorluk'un savunulması

    İçte gerçekleştirilenler. Yaşama alanında gerçekleştirilenler

    İdari reform

  • Dini politika

    Ekonomik yaşam

    Justinianos uygarlığı

    Justinianos'un ardılları

    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Herakleios Hanedanı ve Roma İmparatorluğu'nun Sonu (610-717)

    Genel nitelikler

    Pers ülkesinin gerilemesi

    Slavlar'ın Yunanistan'a yerleşmesi

    Bulgaristan'ın başlangıcı

    Arap fetihleri

    "Thema"lar ve İmparatorluk'un askerileşmesi

    İmparatorluk'un genel dönüşümü

    BEŞİNCİ BÖLÜM: Isauria’lılar Hanedanı ve Amor Hanedanı (717-867)

    İmparatorlar

    Araplar

    Bulgarlar ve Ruslar

    İkona düşmanlığı

    ALTINCI BÖLÜM: "Makedonya" Hanedanı ve İmparatorluğun Doruğa Çıkışı (867-1081)

    İmparatorlar

    Doğu'da ve Batı'da Araplar

    Bulgarlar ve Tuna sınırı

    Sosyal sorun

    Skhisma

    Uygarlık

    Gerileme

    YEDİNCİ BÖLÜM: Bizans ve Haçlılar. Komnenos'lar ve Angelos'lar. Latin Devletler ve Yunan Nikaiaİmparatorluğu (1081-1261)

    Komnenos'lar hanedanı

    Doğu ve Balkanlar

    Batı: Venedikliler ve Normanlar

    İlk Haçlı Seferleri

    Dördüncü Haçlı Seferi

    Latin devletler

    Nikaia İmparatorluğu

    SEKİZİNCİ BÖLÜM: Palaiologos'lar ve Bizans İmparatorluğu'nun Yıkılması (1261-1453)

  • Genel özellikler

    VIII. Mikhael Palaiologos

    Mikhael'in ilk ardılları

    Son Palaiologos'lar

    Sonuç

    Giriş

    Bu kitabın amacı, başkenti Bizans olan imparatorluğu anaçizgileriyle anlatmaktır. Dolayısıyla, başlangıç noktası olarak,I. Konstantinos'un, Bosforos [Boğaziçi'nin Eskiçağ'daki adı(Meydan Larousse) - ç.n.] kıyılarında, törenle,imparatorluğun yeni başkentinin açılışını yaptığı 11 Mayıs330'u, bitiş noktası olarak da, son Bizans İmparatoru'nunsurlarda savaşırken öldürüldüğü ve Türklerin kente girdiği 29Mayıs 1453 gününü kabul etmenin doğal olduğunudüşünüyorum.

    Başlangıç tarihi olarak 330 yılını almanın beni karşı karşıyabıraktığı eleştirileri bilmiyor değilim.

    Kuşkusuz, "Roma" İmparatorluğu o tarihte birden sonbularak varlığını bir "Bizans" İmparatorluğu olaraksürdürmüyor, ya da, yerine birden, bir "Bizans"İmparatorluğu geçmiyordu. Söz konusu başlangıç noktasıolarak Theodosios'un öldüğü ve imparatorluğun Arcadius (yada Arkadios – ç.n.) ile Honorius arasında bölüşüldüğü yıl olan395 yılını almanın daha doğru olacağı da öne sürülmüştür.

    Hatta Bizans İmparatorluğu'nun başlangıcı olarak,Justinianos'un saltanat dönemini (527-565), Isauria'lıLeon'un saltanat dönemini (717-740) alanlar da olmuştur.Ama bunlar hep, boşuna anlaşmazlıklardır. Bu imparatorluğa,- 1453'e kadar "Romalılar'ın İmparatoru" olarak kalan -imparatorun, çöküşü kaçınılmaz olan Roma'yı terk ederek,başkenti, Konstantinopolis'e getirdiği ve kentin böylece,

  • İmparatorluğun idari ve siyasi merkezi olduğu andanitibaren, Bizans İmparatorluğu adı verilebilir. Augustus'un[Roma imparatorlarına verilen ve onlara kutsal bir özellikkazandıran ad (Meydan Larousse) - ç.n.] "principatus"unu[Roma İmparatorluğu'nun ilk iki yüzyılındaki siyasi rejim(Meydan Larousse) - ç.n.] bir Doğu ve Hıristiyan monarşisinedönüştüren ağır ve uzun dönüşümde, belki daha önemlitarihler vardır, ama daha anlamlısı yoktur.

    Bu imparatorluğa hangi adın verilmesi gerektiğini tartışmakda hiç de daha az boşuna değildir. 17. yüzyılda Bizansbilimini kurmuş derin bilgili kişiler olan Labbe ve özellikle deDucange, sadece, "Bizans tarihi" diyorlardı. Tarihe polemikniteliğindeki çabaları karıştırarak, 18. yüzyıl filozofları herşeyi birbirine karıştırdılar: bunlar, Bizans'ta var olan, eneksiksiz bir mutlak monarşinin ve bir din devletiningerçekleşmiş olması olgusunu kınadılar. Bu kınamada, ilk ses,şöyle yazmış olan Voltaire'den geldi:

    "Tacitus'tan beri, Roma tarihinden de gülünç bir tarih vardırve o da Bizans tarihidir. Bu değersiz kitap sadece tumturaklısözler ve mucizeler içeriyor. Yunan devletinin yeryüzününyüzkarası olması gibi, bu devlet de insan aklının yüzkarasıdır.Türkler, hiç olmazsa daha sağduyulu: yendiler, yararlandılar,pek az yazdılar."

    Bizans tarihi, bilgisizlikle önyargı arasında yer alan buyargıdan henüz tümüyle kurtulmuş değildir. [10]

    Bizans'ın, Roma İmparatorluğu'nun sürekli ve kaçınılmazolarak, rahiplerin çekişmelerinin ve neredeyse barbar birsarayın karmaşık törenlerinin ortasında, kesin yıkılışa doğruinen soluk bir artakalışı olduğu kanısı oluştu. Bu, dinlemedenmahkûm etmek demektir. Bizans'ın kusuru, Thukydides ya daTacitus gibi büyük tarihçilere değil de, Yunancasınınanlaşılması çok zaman güç olan vakanüvislere sahip

  • olmaktır: bunları aşağılamak, okumaktan kolaydır. Bukitapla, Batı ile Doğu'nun sınırları arasındaki, on bir yüzyılboyunca, bu tarafların her ikisinden de gelen darbeleredayanabilmiş ve her ikisinde de tarihsel ve uygarlaştırıcıgörevini yerine getirebilmiş olan bir devletin ilgisizlik ya daaşağılamadan fazlasına lâyık olduğu gösterilmekistenmektedir.

  • BIRINCIBOLUM:Constantinus.HıristiyanMonarşisiveDoğuMonarşisi

    Pagan devletin Hıristiyan devlet olduğu ve Roma'nın sahipolduğu üstünlüğü Konstantinopolis'e kaptırdığı,Constantinus'un saltanatı, pekâlâ, Bizans tarihininbaşlangıcıdır. Ama aynı zamanda, Roma tarihi ile Bizanstarihi arasında belirgin bir kesinti olmadığını da unutmamakgerekir: Bizans tarihi, üç yüzyıla yakın bir süre,Justinianos'un imparatorluğun birliğini yeniden sağlamakkonusundaki başarısızlığına kadar, Roma İmparatorluğu’nundevamı gibi görünür. Roma’nın ve barbar istilaları tehdidiylekarşı karşıya olan Yunanistan'ın mirası, işte bu üç yüzyılboyunca, yavaş yavaş, Bizans'a aktarılmış ve derin etkilerleişlenen devlet, Bizans İmparatorluğu’nun temel özellikleriolacak olan özellikleri almıştır.

    3.yüzyıldakibunalım

    Bütün büyük olaylarınki gibi, bunun kökenleri deuzaklardadır: herhangi bir çelişki ya da aykırılığadüşmeksizin, Constantinus monarşisinin daha Augustusdönemi principatus'unda filiz olarak bulunduğu önesürülebilir. [13]

    Yalnız 3. yüzyılı ele alalım. Antonius'lar [Antonius'lar,Roma'da İ.S. 96'dan 192'ye kadar hüküm süren imparator

  • hanedanı (Meydan Larousse) - ç.n.] Hanedanı'nınparlaklığından, o hayran kalınacak "Roma Barışı" yüzyılındansonra, imparatorluk, korkunç ve neredeyse yıkılmasına yolaçacak olan bir bunalım geçirdi.

    Bu, bir iç bunalımdı: imparatorlar, askerlerin kaprislerine yada açgözlülüklerine bağlı olarak, başa geçirildi ve tahttanindirildiler. Bazıları ancak birkaç gün saltanat sürdü. Vehemen hemen hepsinin de, yaşamları şiddet yoluyla sonbuldu.

    Augustus tarafından kurulmuş olan rejimin büyük zayıflığıhiçbir zaman daha iyi anlaşılmamıştır: İmparatorlukta, tahtageçmek konusunda kural yoktu. Ve iç bunalım: uçsuzbucaksız sınırlara saldırarak, Hadrianus tarafından yaptırılmışolan "limes"leri [ Yol, sınır anlamında Latince K - Romaİmparatorluğunda oldukça kesintisiz, az çok derinliği olan veimparatorluğun bir eyaletinin dış sınırını çevreleyen tahkimatbölgesi (Meydan Larousse) - ç.n.] tahrip ettiler.

    Tüm İtalya, tehlikeyle yüz yüze geldi. Aurelianus, adınıtaşıyan o güçlü suru, Roma'yı baskınlardan korumak için inşaettirdi. Ekonomik bunalım da vardı: ticaret durmuştu, tarlalarterk edilmiş ya da ürünler tahrip edilmişti. Vergi gelmiyordu.Para, değerini yitirmişti. Ve nihayet, din ve ahlâk bunalımı davardı: Latin paganizmi, Augustus'un canlandırmaya çalıştığıbiçimiyle, kaygılı vicdanları, uzun süredir, artık hoşnutetmiyordu. Doğu'nun dinleri ve boş inançları, en garipinançlar ve ayinlerin yan yana yer aldığı ve birbirine karıştığıtüm imparatorluğa yayılmıştı. Bu, düş kırıklığına uğratıcı veyeryüzü yaşamının amacı ve sonucuna götüren dünyadankopuk bir dünyaya yöneliniyordu. Tektanrıcılık, en parlakzekâları kendine çekiyordu. Hıristiyanlık, kendine bir örgütve bir dogma verme işini sessizce sona erdiriyordu. Ama yinede, 3. yüzyılda, bazı güçlü ya da iyi niyetli İmparatorlargörüldü: [14]

  • Birkaç istisna dışında, bunların tümü, yararlı bir işyapamadan, askerleri tarafından telef edilmiştir. Tümü,lejyonların [Lat. "legio"dan Fr. "Legion" - Eski Roma'da askeribirlik (Meydan Larousse) - ç.n.] bir sınırdan diğerine koşmaksevgisinin bıraktığı kısa zamanı, imparatorluğu kaplayanbarbar akınlarının geçtikleri en geniş gedikleri kapamak içinkullanmak zorunda kaldılar. İmparatorluğun gerilemesiniönleme ve bir yüzyıla yakın bir karışıklıklar dönemindengereken derslerin çıkarılması için ise, Diocletianus'unsaltanat dönemini (285-305) beklemek gerekecektir.

  • Diocletianusveilkreformlar

    Diocletianus, sadece Constantinus'un ilk selefi olarak değil,imparatorluğu, Augustus ya da Hadrianus'unki kadarderinlemesine bir reformdan geçirmiş olduğu için de, bir anüzerinde durmamızı gerektirir. Constantinus, birçokbakımdan, Diocletianus'un yaptıklarını tamamlamış, onlarıkabul ettirmiştir. Öyle ki, bu iki imparatorun yapmış olduklarıarasında bir bölüştürme çok zaman güçtür.

    Diocletianus imparatoru, özenle düzenlenmiş, doğusaraylarının tören düzenlerinden alınmış ayinlerle saygıgösterilen bir kişi durumuna getirmiştir: İmparatorun önündeyerlere kapanılır, erguvan kırmızısı harmanisinin eteğiöpülürdü. Mutlakiyetçiliğin ve onun doğal sonucu olan idarimerkeziyetçiliğin ilkesini varabileceği en ileri sonuçlara kadargötürmüş olan da Diocletianus'tur:

    Böylece, Senato'nun gerçekte artık hiçbir rolü kalmamış vesenato kararları da geçerliğini yitirmiş oluyordu. Bu arada,senato eyaletleri ve onlarla aynı zamanda, İtalya'nın sonayrıcalıkları da ortadan kalktı; tüm imparatorluk yönetimiimparatorun danışmanları, daireleri ve görevlilerine bırakıldı.[15]

    Zaten, Diocletianus, askeri anarşinin imparatorluğu karşıkarşıya bıraktığı tehlikeleri anımsayarak, taşra eyaletlerivalilerinin elinden birliklerini ve generallerinden de idaredeherhangi bir işleve sahip olmak hakkını almıştı.

    Ve nihayet, Diocletianus'un karşısında, çözümlenmesigereken, imparatorluğun kurtuluşunun bağlı bulunduğu ikisorun vardı: ülke topraklarının savunulması ve tahta geçme.

    Diocletianus, kuşkusuz, bu sorunların birincisini çözümlemekamacıyla ve uçsuz bucaksız imparatorluğun sınırlarını bir tek

  • "imparatorun savunmasının olanaksız olduğunu anladığıiçindir ki, daha 286'da, kendine, "augustus" olarakMaximianus'u ortak etti.

    Ona batının savunmasını verdi; kendisi de, doğununsavunmasını muhafaza etti; bu arada da, o sıradaimparatorluğun, kaçınılmaz bir biçimde, bölünmeye doğrugitmekte olduğunu ve Latin doğunun batıya üstünlüğününkabul edilmiş durumda bulunduğunu unutmamak gerekir.

    Ve anlaşılan, Diocletianus, imparatorluğa, her zamaneksikliği duyulmuş olan tahtın kalıtım yoluyla el değiştirmesiyöntemini kazandırmak amacıyla, iki Augustusa, iki Sezarı, I.Constantinus (ya da Solgun Constantinus) ile Caius GaleriusValerius Maximianus'u ortak etmek amacıyla, bu ikili erkinibir dörtler erkine dönüştürmüştü: bu kimseler, o an için,diğer iki Augustusa idarelerinde yardımcı olacaklardı vegelecek açısından da, onların önceden belirlenmiş ardıllarıydı.

    Diocletianus, yarattığı sistemin işleyişini görmek istedi. CaiusGalerius Valerius Maximianus'u tahta ortak ederken, bir tekkoşul öngörmüştü: Diocletianus'un kendisi tahttançekildiğinde, Caius Galerius Valerius Maximianus'un datahttan çekilmesi. Bu, o büyük saltanat döneminin hiç de enaz acayip olayı olmayan olay 305 yılında çıkageldi.Diocletianus, kendisine Split'te inşa ettirdiği pek doğugörünüşlü, görkemli saraya çekildi. I. Constantinus ve CaiusGalerius Valerius Maximianus, augustus oldular. [16]

    I.Constantinusimparatorluğunbirliğiniyenidensağlıyor

    Batıda, 1. Constantinus, Maximianus'un tahttan çekilmesiyle

  • augustus olunca, ona, sezar olarak yardımcı yapıldı. Buseçme, iki gencin düşlerini gölgeledi: bunlardan biri,Maximianus'un oğlu Maxentius; diğeri ise I. Constantinus'unilk evliliğini yaptığı, halktan bir kadından (denildiğine göre,bir han hizmetlisi olan, Helena adlı bir kadın) olmaConstantinus'tu.

    Dolayısıyla, 306'da I. Constantinus'un ölümü, bir dizikarışıklık ve taht gaspının başlangıcı oldu: ConstantinusGalya ve Bretagne lejyonlarına kendini "augustus" ilanettirirken, Roma'da Maxentius praetor birliklerine kendini"princeps" ve ardından "augustus" ilan ettirdi ve yıllarcasüren pek büyük karışıklıklardan sonra da, 311'de,Constantinus ile Maxentius karşı karşıya kaldılar.

    Doğuda, Diocletianus'un tahttan çekilmesi, Caius GaleriusMaximianus'u augustus yapmış ve o da kendine sezar olarak,II. Maximinus Daia adındaki bir subayı yardımcı almıştı. Herşey, Caius Galerius Valerius Maximianus'un Mayıs 311'dekiölümüne kadar iyi gitti. Ama onun ölümüyle birlikte,Maximinus Daia, karşısında, Caius Galerius ValeriusMaximianus'un karışıklıklar döneminde bir batı Augustus'uyaptığı, ama batıda hiçbir zaman kendine sağlam bir yeredinememiş olan ve bu kaybını doğuda gidermek kararındaki,Licinius adında birini rakip olarak gördü.

    Ve o günden başlayarak da, olaylar mantıklı bir biçimdecereyan edecektir: batıda, Constantinus, Maxentius'tankurtulurken doğuda da, Licinius Licinianus, Maximinus Daiakonusunda aynı şeyi yapıyordu. [17]

    Ardından, Constantinus, Licinius Licinianus'tan kurtuldu.Batıyı Constantinus'a veren savaş, 28 Ekim 312 günü, Romayakınında, Tiber Irmağı üzerinde, Milvius Köprüsü'nünbulunduğu yerdeki savaş oldu: bu savaşla, Maxentiusboğularak öldü ve Constantinus Roma'ya parlak bir törenlegirdi. Doğuda, Maximinus Daia, 313 yılı başında, Edirne

  • yakınında Licinius Licinianus'a yenildi: Küçük Asya'ya kaçtıve aynı yıl, orada, hastalık ya da zehirlenme sonucunda öldü.

    Licinius Licinianus ile Constantinus, kuşkusuz, aralarındaanlaşmışlardı. 317'de, bir yandan Constantinus'un iki oğluCrispus ile Genç Constantinus'u (ya da II. Constantinus -ç.n.), diğer yandan da Licinius'un öbür oğlu Genç LiciniusLicinianus'u sezar olarak atamak için anlaştılar: bu, tehlikelibir karardı, çünkü Diocletianus'un rejimini yeniden kurmakisteniliyor gibi göründüğü bir sırada, başa geçecek kişiyikendileri seçmek yerine bu kişinin veraset yoluylabelirlenmesi amacına yönelinmiş oluyordu.

    Ve doğal olarak da, Agustusların her birini, iktidarın tümünükendi ailesi için istemeye yöneltmiş oluyordu. Ve bu karar,savaşın patlamasına, ilerde sözünü edeceğimiz dininedenlerden çok, katkıda bulundu ve savaş da, sonunda,324'de patladı: Licinius Licinianus, Edirne'de, ardındanKhrysopolis'te (Üsküdar - ç.n.) yenildi; Constantinus’a teslimolmak zorunda kaldı ve o da, vaatlerine karşın, daha sonraGenç Licinius Licinianus'a da yapacağı gibi, onu öldürttü.

    Böylece, Constantinus, tek imparator olarak kalmış oluyordu.Daha önce, üçüncü oğlu 1. Constantinus'u sezar yapmıştı:böylece, imparatorluk tahtına veraset yoluyla geçilmesiesasını getirmiş ve aynı zamanda da imparatorluk tahtınınbir tek olduğu kuralını yeniden geçerli kılmış oluyordu.Dolayısıyla, dörtler erki sisteminden artık hiçbir şeykalmıyordu. [18]

    I.ConstantinusveHıristiyanlık.Sorununortayakonuluşu

  • Constantinus'tan önce, Roma İmparatorluğu pagan birimparatorluktu; Constantinus'tan başlayarak ise, Hıristiyanbir imparatorluk oldu. Bu, tarihin en önemli olaylarından veaynı zamanda da en karmaşık sorunlarından biridir. Bu olgu,yadsınabilir nitelikte değildir ve Hıristiyanlığın geleneği,Constantinus ile annesi Helena'ya azizler arasında yervermekle yanılgıya düşmüş değildir. Ama aynı Hıristiyanlıkgeleneği, pek erken bir tarihte, şaşkınlık verici olaylarınınanlatısının arasına, gereğinden çok, şaşkınlık vericiliksokmuştur. Öte yandan, Constantinus'un saltanat dönemininöyküsü, ancak şu son yıllarda doyurucu bir çözümekavuşmuş olan bir kaynaklar sorunu ortaya koymuştur. Enazından, Constantinus'un Hıristiyanlıkla ilişkisi konusunda enönemli sayılan belge, Caesarea'lı Eusebios adındaki Hıristiyanbir yazarın Constantinus'un Yaşamı adlı yapıtıydı.

    Ama son zamanlardaki çalışmalar ve özellikle de, büyükBizans uzmanı, Belçikalı H. Gregoire'nin çalışmaları, buyaşam öyküsünün, belki de, "Eusebios'la ilgili bir çekirdek"içermesine karşılık, pek geniş bölümlerinin, kesinlikle, dahasonraki bir döneme ait olduğunu ortaya koymuştur. Budurumda, doğru bir yöntemle, yapılması gereken, pekâlâ,böyle bir metnin, Constantinus'u - Eusebios'u demekistiyorum - şahsen tanımış bir kimsenin değil, bir 4. yüzyılsonu ya da 5. yüzyıl başı ihtilalcisinin işi olduğunudüşünerek, doğruluğuna güvenmemektir. [19]

    Bir tek örneği, Milvius Köprüsü'nde Maxentius'la yapılansavaşı alalım. Bu savaşın geleneksel öyküsünü biliyoruz:gökyüzünde, ışıktan bir haçın ve "bu haç çıkarma işaretiyleyeneceksin" yazısının belirmesi, Constantinus'un askerlerinekalkanlarının üzerine o şekli çizmeleri emrini vermesi,Hıristiyanlığı kabul ve zafer. Bütün bunlar, Constantinus'unYaşamında vardır, ama Constantinus'un aynı dönemdekibaşka hiçbir metninde yoktur; ve daha önemlisi de, AzizAugustinus'a kadar, Aziz Augustinus dahil, Kilise Babaları'nın

  • hiçbiri tarafından sözü edilmemiştir. Şayet, bu gönül gözüylegörme, kilisenin kabul etmediği bir şey değilse, böyle olmasıne kadar büyük bir olasılık, değil mi?

    Üzerine dayanılması akıllıca olacak olan yegâne metinler,resmi övgülerle, Eusebios'un, hiç de şüpheli olmayan (vezaten, gönül gözüyle görmekten de söz etmeyen),Ekkiesiastike Historia ile Lactantius'un De MortibusPersecutorum’udur ("Hıristiyanlığı Yıkmak İsteyenlerinÖlümü Üstüne").

    Arkeolojik, epigrafik, nümismatik belgelere eklenen bumetinler, kuşkusuz, kesin ve nihai olmayan, ama gelenekselanlatıdan uzaklaşan ve az çok, aşağıdaki gibi olan bir şemayıyeniden oluşturmayı sağlamaktadır.

    GüneşetapmaveHıristiyanlık

    Constantinus ilkin pagandı ve güneşe tapanlardandı ve gönülgözüyle gördüğü ilk ve belki de tek şey, pagan nitelikteydi.Bunu, Trier'de 310 yılında, Constantinus'un Önünde yapılmışbir övgü konuşması dolayısıyla biliyoruz: Apollon'un, birGalya tapınağında, yanında Zafer'le ve elinde, içlerindeConstantinus'un uzun bir saltanat vaadi olarak yorumladığıbir işaret bulunan, defne dalından çelenklerle görünmesi.

    Bu, gönül gözüyle görme, bu "keşif", Constantinus'unyaşamında önemli bir rol oynamıştır: Constantinus, dahaönce, güneşe tapmanın ateşli bir yandaşı olmamışsa bile, buolaydan sonra, oldu ve uzun süre de öyle kaldı. Bazı sikkelerve özellikle de, üzerinde Constantinus ile Güneş Tanrı'yı yanyana gösterenler, bunun böyle olduğunun tanığıdır. [20]

    Bu arada, Hıristiyanların İmparatorluğun içindeki durumutümüyle değişti. Bunda, Constantinus'un da rolü vardı.

  • Gerçek Hoşgörü Fermanı'nı [Yazar, Fransa'da Protestanlık'aizin veren ve Hoşgörü Fermanı adıyla da bilinen,Protestanlara Fransa'da ibadet serbestisi tanıyan NantesFermanı'yla (1598) benzerlik kurmak istiyor - ç.n.], 311'deCaius Galerius Valerius Maximianus çıkardı. Bu fermanda,Hıristiyanlık'ın kabul edilmiş olduğu, Hıristiyanların, kamudüzenini bozmamak koşuluyla, toplanma özgürlüğüne sahipoldukları, devletin ve imparatorun refahı için Tanrı'yayakarmaları gerektiği bildiriliyordu.

    Caius Galerius Valerius Maximianus'un Hıristiyanlara pekacımasızca zulmettiği düşünüldüğünde şaşırtıcı olan bufermanın açıklanması, Caius Galerius Valerius Maximianus'uno sıralarda tutulduğu ve kısa bir süre sonra ölümüne nedenolacak olan amansız hastalık olabilir. Ama yararsızlığı artıkanlaşılmış olan zulümlerden bezginlik duyulmaya başlanmışolduğu da düşünülebilir.

    Her ne olursa olsun, gerçek Hoşgörü Fermanı buydu ve buhoşgörünün, günümüzde de hâlâ sürüp giden ve - ilerdegöreceğimiz gibi - çok yanlış olarak Milano Fermanı adıylaanılan fermanın sonucu olduğu doğru değildir.

    Ertesi yıl, yani 312 yılı, ünlü Milvius Köprüsü Savaşı'nınyapıldığı yıldır. Bu savaşla ilgili olarak, Sözde Eusebios'un"Constantinus'un Yaşamı"nda verilen anlatıyı göz önündetutmamak gerektiğini biliyoruz.

    Bu konuyla ilgili olarak, elimizde iki tanıklık var, "KiliseTarihi"ninki ve Lactantius'unki. "Kilise Tarihi", gönül gözüylegörmekten ya da buna benzer herhangi bir şeyden sözetmiyor. Lactantius da, ne gönül gözüyle görmekten, ne deışıklı haçtan söz ediyor, ama Constantinus'un, savaştanhemen önce, askerlerinin kalkanları üzerine şöyle bir işaretçizmeleri konusunda uyarıldığından söz ediyor: "üzerindeucu kıvrık bir çizgi bulunan bir x harfi". Bazı eleştirmenler,Lactantius'un bu anlatısını, 310 yılındaki, pagan, gönül

  • gözüyle görme olgusunu bir uydurma olarak gördüklerigerekçesiyle reddetmektedirler. Bazı başkaları ise, sözkonusu anlatıyı muhafaza edebilecekleri inancındadırlar vebunu Constantinus'un monogramı [imza yerine kullanılan veözel adın harflerinden marka (Meydan Larousse) - ç.n.]olarak açıklarlar. Daha sonra ise bu harfler, İsa'nın adınınYunancadaki ilk iki harfi olarak yorumlandı. Bizim bu konudamuhafaza edeceğimiz tek düşünce, 312 yılında,Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmiş olduğunu gösterenhiçbir şey bulunmadığıdır. [21]

    Hıristiyan geleneği, Milano Fermanı'nın çıkarıldığı 313 yılınada hiç de daha az önem vermez: bu yılın, Constantinus'unHıristiyanlığı kabulünün parlak bir belirtisini ortaya koymuşolduğu öne sürülmüştür.

    Aslında, olan neydi? 313'de, Milano'da, Maxentius'u yenmişolan Constantinus ile Maximinus Daia'yı bertaraf etmeyehazırlanan Licinius arasında görüşmeler yapılmıştı. Bugörüşmelerin konularından biri, Hıristiyanlar konusundaizlenmesi uygun olan politika mıydı? Öyle olduğunudüşünebiliriz, ama konuya ilişkin hiçbir bilgimiz yok. Doğruve kesin olan ise, elimizde o dönemle ilgili iki belgebulunduğudur: 1) Elimizde, Licinius tarafından Bithyniavalisine gönderilmiş ve Nikomedeia'da duvara asılmış biremirnamenin Latince metni var. Eusebios dolayısıyla ise,Kilise Tarihi’nin Yunanca metni günümüze ulaşır.

    Bu emirnamede, Hıristiyanlığa hiç de öbür dinlerin üstündebir yer verilmeksizin, vicdan özgürlüğü ilan ediliyor ve biradalet anlayışıyla olduğu kadar, bir yatıştırma düşüncesiylede, Hıristiyanların el konmuş olan mallarının onlara geriverilmesi gerektiği bildiriliyor. "Milano Fermanı" adı verilenve Constantinus'a övünç kazandırmış olan belge budur. [22]

    Bu belgeye, daha doğru olarak, "Nikomedeia Fermanı" adıverilebilir; çünkü aslında, bu belge, Licinius Licinianus'un

  • doğuyla ilgili bir emirnamesidir. Onu askerlerine ezberleterekMaximinus Daia'ya karşı kesin sonuç alınacak olanmuharebeden önce okutmuş olan Licinius Licinianustarafından kaleme alınmıştır (ya da, Lactantius'un dediğinegöre, Licinius'a vahyedilmiştir). Bu, hiç de, tam anlamıylaHıristiyan bir metin olmadığı gibi içindeki hiçbir ifade de birHıristiyanı incitmemiştir: gerektiğinde Mithra'nın ya da TanrıGüneş'in inananlarının olduğu gibi Hıristiyanların da Tanrılarıolarak tanıyacakları yüce bir Tanrı'ya yakarıştır.

    İmparatorların 313 yılı dolaylarındaki anlayışlarını tahminetmemizi sağlayan iki metin bunlardır.

    Burada, dikkate değer bir nokta da, bu metinlerin her ikisininde kaynağının Licinius Licinianus ve yine her ikisinin deDoğu'yla ilgili olmasıdır: bunun nedeni, acaba, o sıralarMaximianus Daia'yla mücadelesiyle pek meşgul olan LiciniusLicinianus'un, böylece, doğunun bazı önemli Hıristiyantopluluklarını kendi davasına kazanmak mıydı? Constantinusise, büyük bir olasılıkla, bu metinleri biliyordu ve kabuletmişti. Zira kendisinin de, birkaç ay önce ve belki de aynıanlayışla, Maxentius'a karşı kesin savaştan önce, düşmanınıngitgide artırdığı pagan ayinlere, hoşgörüye yönelik itirazlarve kişiliğinde Hıristiyanların kendi Tanrı'larını bulabilecekleribir Tanrı'ya yakarıları karşı çıkarmış olduğu anlaşılmaktadır.Ama bu konuda kesin olarak bildiğimiz hiçbir şey yoktur ve oaynı 313 yılıyla ilgili olarak elimizde bulunan, gerçekliğisağlam bir kanıt, Tarragona'daki imparatorluk atölyesindeyapılmış bir madalyonda görülen, Constantinus ile GüneşTanrı'nın yan yana baş resimleridir. Bu durumda,Constantinus'un, gerçekten, sözün tam anlamında,Hıristiyanlığı "kabul etmiş" olduğuna inanılabilir mi? [23]

    Constantinus'unHıristiyanlığıkabuletmesi

  • Günümüze yakın tarihlerdeki, özellikle nümismatik ilgiliaraştırmalar, Constantinus'un Hıristiyanlığa ancak 320'densonra kesinlikle yönelmiş olduğunun düşünülmesine yol açtı.Bunun nedeni, sadece kişisel inancı mı, yoksa LiciniusLicinianus'la aralarında çıkacak anlaşmazlığın yakın olmasımıydı? Sözde Eusebios'un "Yaşam..."ının, bunda, savaşnedeni olarak herhangi bir rolü var mıydı: böyle bir şey,kesinlikle, doğru değildir. Ama kesin rolü Constantinus'untutkusunun oynadığından kuşku duyulmaması gerekenanlaşmazlığın diğer biçimlerinin yanı sıra, dinsel bir görünümkazanmış olması olasılığı da vardır.

    Belki de, 324'te, Licinius Licinianus'un Edirne'de uğradığıyenilgi paganizmin bir bozgunu, Constantinus'un zaferi deHıristiyanlığın bir zaferi olarak görünmüştü. Belirtilmesigereken, Constantinus'un, zaferinden sonra, Hıristiyanlığıresmi din olarak kabul ettirmeyi düşünmemiş olmasıdır. Bukonuda, hakkında, ancak, Constantinus'un Hıristiyanlıkeğilimini abarttığı yolunda kuşku duyulabilecek olan SözdeEusebios'a inanmak gerekirse, Constantinus, zaferden sonra,Doğululara, herkesin inancında serbest olduğu yolunda birbildirge yayınlamıştır.

    Dolayısıyla, Constantinus'un "Hıristiyanlığı kabulü"nden nedenli ihtiyatla söz edilmesi gerektiği görülüyor. Bu konuda,birbirinin tersi iki uçtan da kaçınmak gerekir. Bu arada,Constantinus'un Hıristiyanlığa, İçine doğan bir esinden çok,bir dizi siyasal mülahaza sonucunda değilse bile, yavaşyavaş, ağır ağır geldiğini; Hıristiyanlığın ona uzun bir süre, ozaman var olan diğer dinlerden üstün, ama esas olarak farklıgörünmüş olduğunu ve zaten bütün saltanatı boyunca"pontifex maximus" ("en yüksek aşamalı din adamı" - ç.n.)olarak kaldığını ve paganizmi kusurlarından ve en kaba boşinanlarından arıtmak istemiş olmasına karşılık, hiçbir zamanaşağılamaya, küçük düşürmeye çalışmadığını unutmamakgerekir. [24]

  • Tersine, Constantinus'un kafasını Hıristiyanlık sorununu herzaman kurcalamış olduğu; daha başlangıçtan beriHıristiyanlara çok hoşgörülü davrandığı, daha sonraları isebüyük bir itibar gösterdiği ve vaftiz edilmiş olduğuna göre,bir gün elbette, pekâlâ, Hıristiyanlığı kabul etmiş olmasıgerektiği de unutulmamalıdır. Gerçi, vaftiz edilmeyi,ölümünün hemen öncesine kadar ertelemiş olduğu doğrudur;ama bu, belki de, bir önemsemezlik belirtisi değildi ve ozamanlar, böyle yapanlar hiç de az değildi; çünkü bu biçimdedavranmakla, kişi, yaşamındaki yanlışları daha tümüylesildiğini düşünüyordu. İşin daha garip görünen yanı,Constantinus'u Arius'çu bir piskoposun vaftiz etmiş olmasıdır.Ve bu durum bizi Constantinus'un Kilise'yle ilişkilerikonusunda birkaç söz söylemeye yöneltiyor.

  • ConstantinusveKilise

    O zamanlar Hıristiyan dini için geçerli olduğu gibi, kendi içenerjisiyle yaşayan ve büyüyen bir dinin, ayrıca, özgürlük vegüvenlikten başka bir şey istemesi gerekmez Ve ne yaptığınıiyi bilen Constantinus da, Hıristiyanlığa bunların her ikisinide verdi. Böylece, Roma dünyasının kiliselerle kaplandığı vegitgide büyüyen Hıristiyan topluluğunda yoğun birTanrıbilimsel etkinliğin geliştiği görüldü. Ama ne yazık ki,aynı zamanda, din sapkınlıkları da aynı oranda gelişti.Bunlardan, en az önemli olanları, hatta (Constantinus'aKilise'nin iç işlerine karışmak konusunda ilk fırsatı vermişolmakla birlikte) Donatus'çılığı da bir yana bırakarak sadece"Arius'çuluk"un üzerinde duracağım. Bu adla, Suriye'de, belkide daha 3. yüzyılda ortaya çıkmış ve her ne olursa olsun, 4.yüzyılda, İskenderiye'de rahip Arius tarafından geliştirilmişolan bir öğreti belirtilmek istenir. Arius, Teslisin üç kişisininbirbirinin eşi olduğunu kabul etmiyor, Baba ya da Tanrı,doğumuna neden olunmuş değil de ilksiz ve sonsuzsa,Oğul’un doğumuna Baba tarafından neden olunmuştur, diyor;"eştözlülük"ü, dolayısıyla, İsa'nın Tanrısallığını reddediyordu.[25]

    İskenderiye Piskoposu tarafından aforoz edildi. Bu karar, birdin işleri kurulu tarafından onaylandı. Daha sonra da birbaşka din işleri kurulu tarafından bozuldu: bu anlaşmazlıkbütün Hıristiyan Doğu'da birbirinden ayrı görüşlere yol açtığıiçin, Constantinus, kuşkusuz, barış amacına yönelik olarak,duruma el koymak kararını verdi.

    Taraflar arasında anlaşma sağlayamayınca da, 325 yılında,Nikaia'da (İznik) bir konsil topladı. Bu, ilk ekümenik (bütünKilise'leri kapsayan - ç.n.) konsildi. Aylar sonra, piskoposlarbir metin üzerinde anlaşmaya vardılar ve ikisi dışında tümü

  • bu metnin altına imzasını koydu: bu metinde, özellikle,Oğul’un Baba ile eştözlü olduğu (Yunanca, "homousios")olduğu bildiriliyordu. Bu konsilin önemi, sadece, Üçleme(Teslis) dogmasını dile getirmesi gerektiği için, Hıristiyanlıkdininin öğretisel temellerini atmasında değildir. Aynızamanda, İmparatorluk gücünün bir dogma sorununa ilkolarak müdahale etmesindedir de: cismaniyle ruhaniarasında, gelecekteki tüm ilişkiler bunun sonucu olmuştur.Açık ve kesin olarak, cismani, diyorum, çünkü Constantinussadece cismani iktidar, denebilir ki zabıta gücü olarak,müdahale etmiştir. Amacının, İmparatorluk'un başlıcaçarklarından biri durumuna gelmiş olan Hıristiyan Kilisesi'ndehuzur ve asayişi muhafaza etmekten başka bir şey olduğuanlaşılıyor. Konsil'den sonraki tutumu da bunukanıtlamaktadır: kararlarının uygulayıcısı oldu, Arianus ile entaşkın yandaşlarını Illirya'ya sürdü. Bence, Arianuskonusunda, sonraki yıllardaki tutumu bunu çok daha iyigöstermektedir. [26]

    Eylemde o denli güçlü ve etkili; uygulamada, ahlaksalönlemler konusunda o denli kararlı (zinayı, jurnalciliği, vs.şiddetle cezalandırdı) olmasına karşılık, öte yandan da,kararsız, etki altında kalabilen, "üzerinde karara varılmışolanı, sürekli, yeniden tartışma konusu yapmaya" yönelik (A.Piganiol) biriydi.

    Nikaia (İznik) Konsili'nden birkaç yıl sonra, Arius'çuluğundurumunun düzeldiğini, Arius sürgünden çağırılırken, enbüyük hasmı, İskenderiye Piskoposu Athanasios, sürgünedildi. Constantinus'u, bu kararları almaya hangi duygularıyöneltiyordu?

    Arius'çuluğun, en azından Batı'da, Ortodoksluk'tan dahagüçlü olduğunu mu keşfetmişti? Nikaia'da alınmış olankararlar konusunda kuşkuları mı vardı?

    Bilinmiyor. Arius'çu piskopos Nikomedeia'lı Eusebios'la

  • aralarında büyük bir yakınlık bulunan kız kardeşiConstantia'nın etkisinde kalmış olduğu öne sürüldü. Gerçek,Constantinus'un, ölüm döşeğinde, Arius'çu piskoposNikomedeia'lı Eusebios tarafından vaftiz edilmiş olduğudur.Ama bu arada da, aynı zamanda, ikinci bir çelişki ile Arius'undüşmanı Athanasios'u sürgünden geri çağırtmıştır...

    Bu sözlerle, Constantinus'un Hıristiyan olarak, pek karmaşıkolan kişiliğinin özelliklerinin belirtilmesi son buluyor. Kesinolan, hiç de, kimilerinin bize tanıtmak istedikleri gibi, "dürüstve açık yürekli" bir Hıristiyan olmadığıdır. Saltanat dönemininbu açıdan bilançosu yapılacak olursa, hakkında şöyledenilebilir: zamanında, Hıristiyanlar zulüm görmedi, onlarasevgi ve yakınlık gösterildi; dinleri, bu konudaki yasakkaldırılarak, yasal sayıldı; Hıristiyanlığa, hukuksal açıdan,paganlığın üstünde yer verilmedi ama Hıristiyanlık, artıkkesinlikle paganlığın yerini alacak duruma getirildi; devletdini olmadı ama ayrıcalıklı din oldu ve ilk kez olarak da,imparator vaftiz edildi ve devlet Kilise'nin iç işleriyle ilgilendi.Hıristiyan geleneğinin Constantinus'a verdiği seçkin yerihaklı kılmak için, kuşkusuz bu kadarı yeterlidir. [27]

    Istanbul'unkurulması

    İstanbul'un Constantinus tarafından "kurulmasından sözederken, bu kurulma sözcüğünün anlamı üzerinde anlaşmayavarmak gerekir. Söz konusu olan, hiç de, yeni bir yerdekurulmuş yeni bir kent değildir. Bizans'daki bu eski Megarakolonisi, daha önce de, Marmara Denizi ile Haliç'inoluşturduğu geniş doğal limanın arasında yer alıyordu.

    Bizans'ın refahı ve aynı zamanda, geçirdiği birbirindendeğişik durumlar da, Boğazların oluşturduğu büyük ticari yolile Avrupa'yla Asya'nın birleştiği yerde, ilkçağın buğday yolu

  • üzerinde bulunan bu olağanüstü konumunun sonucuolmuştur. Ama Constantinus İmparatorluk'a ikinci bir başkentyapmak amacıyla seçtiğinde, burası henüz ancak büyükçe birkasabaydı.

    Constantinus'tan önce Roma dünyasının bir başkenti vardı:Roma; Constantinus'tan sonra ise, kurumsal olarak ikibaşkenti oldu: Roma ve Konstantinopolis. Ama aslında,gerilemeye terk edilmiş olan Roma karşısında, İstanbul hergün biraz daha büyüdü ve sırf imparatorun oturduğu yerolmasının yanı sıra idarenin de merkezi olması, burayı gerçekbaşkent durumuna getirdi. Constantinus'un saltanatdöneminin en temel olayı budur ve bence bu olay, kaçınılmazsonu öne almış olan, Hıristiyanlığın kabulünden çok dahaönemlidir. [28]

    Daha ilkçağdan beri, Constantinus'un, paganlığın kalesiRoma'dan, halkın orada artık kendisini sevmediği kanısınavardığı için ayrıldığı söylenmiştir. Sözde Eusebios'untanıklığına bakarak, Konstantinopolis'i Hıristiyan bir kentyapmak istediğine inanmanın da yanlış olacağı gibi, bu dayanlıştır. "Kentin kuruluşuna, pagan ayinler eşlik etti veConstantinus, kentte kiliseler yaptırmasına karşılık, var olantapınakları bıraktı (hatta pagan Zosimos'un bu konudagüvenilir sayılabilen tanıklığına göre yenilerini inşa ettirdi).Constantinus, aslında, stratejik, ekonomik, politikdüşüncelerle hareket ediyordu. "Stratejik": İmparatorluküzerindeki en büyük tehlikeler Gotlarla Perslerden geliyordu.

    Zaten kendisi Germania ve Illirya kavimleri karşısındatehlikede olan Roma, bu iki harekât alanından çok uzaktaydı.Ele geçirilmez kale İstanbul, aynı zamanda, kuzeyin vedoğunun Barbarlarına [Lat. 'barbarus' > Vjn "barbaros", Grekolmayandan Fr. barbare - Eski Yunanlılar, Romalılar ve dahasonra Hıristiyanlara göre kendi kavimlerinin dışında kalanherkes (Meydan Larousse) - ç.n.] karşı tam bir kara ve denizhareket üssüydü. "Ekonomik": karışık zamanlarda Boğazlar

  • yolunu serbest tutmak, Karadeniz kıyılarındaki ülkelerleAkdeniz, Avrupa'yla Asya arasında ticari mübadeleyisürdürmeyi sağlamak zorunluluğu vardı. Ve nihayet,"politik": İtalya'nın, daha 2. yüzyılda pek apaçık olan genelgerilemesi hızlanmıştı; eski ayrıcalıklarının içinde gururladonup kalmış olan Roma, ölü bir kentti; Yunan Doğu,zenginliği ve uygarlığıyla, İmparatorluk'un yaşayan kısmıolarak açıklıkla ortaya çıkıyordu.

    Zaten Roma daha 3. yüzyılda fiili başkent olmaktan çıkmıştı.Dörtler erkinin dört hükümdarından hiçbirinin ikametgâhınınRoma'da olmaması ve İtalya'da da, o dönemde, Milano'nunyerini almış olması, anlamlı değil midir? Ve yine, zatenConstantin'in kendisi de Roma'da değil, Trier'de, Sirmium(Mitrovica)'da (bugün eski Yugoslavya'da Stremska Mitrovica- ç.n.), Nikomedeia'da oturmuştur: bunların her biri, Batı ileDoğu arasındaki, Konstantinopolis'ten de geçen, ama artıkİtalya üzerinden gitmeyen anayol üzerindeki menzillerdir.[29]

    Constantinus, Licinius Licinianus karşısında kazandığı zafer,ona Doğuyu teslim edince, daha 324'te, dâhiyane bir kararla,Bizans'ı seçti. Hemen başlayan çalışmalar 336 yılına kadarsürdü ve çok sayıda işçi çalıştırıldı: toprak tesviyecisi olarak,bir hamlede, 40.000 Got işe alındı. Yeni kentin süslenmesiiçin, birçok büyük kent, sanat yapıtlarından, sütunlarındakianıtlardan ya da heykellerinden yoksun bırakıldı.

    Romalı önemli kişileri çekebilmek için, onlara yepyenisaraylar bağışlandı; halkı çekebilmek için de, "annona" (yıllıküründen alınan aynî vergi - ç.n.), Roma'da işlediği tarzdaihdas edildi ve bedava buğday dağıtımlarına başlandı. Kentinsınırlarını Constantinus kendisi çizerek, eski Bizans'ınkapladığı alanı, bir anda, dört ya da beş kat büyütmüştü.Kentin başkent, olarak açılış töreni 11 Mayıs 330 günüyapıldı. Ondan sonra da artık, imparator Konstantinopolis'teoturmaya ve İmparatorluk Meclisi de bu kentte toplanmaya

  • başladı. Constantinus'un kendi adını verdiği kent aynızamanda, daha sonra taşıyacağı "yeni Roma" adıyla da anılır.

    Roma gibi, Konstantinopolis de yedi tepeli ve dört bölgeliolacaktır. Kentin bir forumu, bir capitolium'u, bir senatosuvardı; hatta daha da fazlasıyla, üzerinde bulunduğu alan,"italik" toprak, yani taşra toprağı olmayan toprak;dolayısıyla, demek ki vergiden bağışık sayıldı. Roma, henüzayrıcalıklarından hiçbirini yitirmiyordu, ama bu ayrıcalıklara!Tümü, Konstantinopolis asıl başkent olurken, Roma da,yalnızlık ve unutulmuşluk içinde, şanlı geçmişinin jestleriniyineleyip durmaya terk ediliyordu. "330 yılının sikkelerinde,her iki kent, imparatorluk harmanili, defne çelenkli vebaşlıklı büstler biçiminde görülür. Ama imparatorluk asasıKonstantinopolis'in elindedir" (L. Brehier). [30]

    Bu durumun sonuçları pek büyük oldu. Her şeyden önce,kaçınılmaz bir gerilemeye terk edilmiş gibi görünen Latin Batıile Yunan Doğu arasındaki karşıtlık kendini ortaya koydu.Konstantinopolis'in kurulması, Doğu'nun Batı ve çokdoğululaşmış bir Helenizm biçiminin Latinlik üzerindekizaferinin belirtisidir.

    Konstantinopolis'in kurulması, aynı zamanda, yeni biruygarlığın çıkış noktası oldu. Bu uygarlık, "Bizans" uygarlığıadını hak ediyordu, çünkü o güne kadar, tarihte hiçbir kent,Konstantinopolis kadar kendine özgü ve sürekli bir etkiyapmamıştı. İmparatorluk her yandan tehdide, saldırıyauğrayacak, istila edilecek, ama Konstantinopolis, bütünbunlara, on bir yüzyıl boyunca direnecekti. Ve Bizansuygarlığını oluşturan Yunan-Latin, Doğu ve Hıristiyanöğelerinin birleşmesi, Konstantinopolis'in surlarının korumasıaltında, bu kentin sarayları, manastırları ve işliklerindegerçekleşecekti.

    Ve nihayet, yıkılması kaçınılmaz ve yakın olan Roma Barbarseli altında yok olunca ne olacağı düşünülsün. Bu durumda,

  • tıpkı Batı'da birkaç yüzyıl içinde yok olduğu gibi, ilkçağuygarlığının tüm mirasınım da onunla birlikte yok olmasıtehlikesi vardı. Başka hiçbir kent, Antiokheia (Antakya) ya daİskenderiye ile bu klasik öğrenimi kabul edebilecekyetenekte değildi: zaten, Arap fethi de yakındı.

    Konstantinopolis, kurulur kurulmaz, Yunan-Latinuygarlığından kalan ne varsa, tümünü, hemen kendine çekti.Bu kent, tüm tarihi boyunca, gücü, zenginliği ya da saygınlığısayesinde ve sadece, Yunan dilini kullanmayı muhafaza etmişolması sayesinde, bu mirası korudu. Constantinus'un enbüyük övüncesi, belki de, İmparatorluk'un merkezindegerçekleştirilen uygun bir yer değiştirmeyle, kurtarılabilecekolanı kurtarmış olmaktır. [31]

    Constantinusmonarşisive4.yüzyıldaimparatorluk

    Augustus ile Constantinus arasındaki üç yüzyıllık süreninyaklaşık ortasında, Roma İmparatorluğu'nun, Hadrianusdöneminde, derin bir idari reformdan geçmiş olduğunuanımsamakta yarar vardır: bu idari reformla, orduya askeralınması bölgesel oldu. Hükümdarlık Meclisi ve İmparatorlukdaireleri düzene sokuldu. İtalya'nın idaresi Senato'dan alındı.En azından, Süvari (ya da Atlı) Sınıfı için, görevler, ücretlerve unvanlar konusunda bir aşama sırası düzeni getirildi.Bunların her biri, ilerde bazı gelişmelere yol açabilecekönlemlerdi. Diocletianus'un, aynı zamanda, birçok noktalarıbakımından Constantinus'unkiyle birbirinin eşi sayılabileceknitelikte bir reformu da olduğunu unutmamak gerekir.

    Ama bu çekinceler belirtildikten sonra, Constantinus'unsaltanatının sonunda, ancak tasarlanmış olan bir şeye kesinve nihai bir biçim vermek değerliliğini göstermiş olduğunu

  • söylemek gerekiyor: saltanatının sonunda, İmparatorluk'unbütün çarklarına tümüyle yeni özellikler kazandırıldı. Öyle ki,o andan başlayarak, artık tümüyle yeni bir başka tarihbaşlamış oluyordu.

    Imparatorlukvesavunması

    İmparatorluk'un sınırlarında az coğrafi değişiklik oldu.Roma'nın otoritesi, Avrupa'da, Ren'in ve Tuna'nıngüneyindeki bütün ülkelerle, bugünkü İskoçya ve İrlanda'nındışında, Britanya'ya; Afrika'da, Fas'la (Mauretania) Mısırarasındaki bir kıyı şeridine ve Mısır'a; Asya'da, SinaArabistanı'na, Filistin'e, Suriye'ye, Küçük Asya'ya, doğuyadoğru sınır olarak Büyük Sahra'ya, İran'a ve Dicle ile Fırat'ınyukarı vadilerine kadar yayıldı.

    Bu sınırların içinde, ülkenin toprakları, sayılan yüzü geçen vearalarındaki her türlü idari farklılık ortadan kaldırılmış olanprovincia'lara [İtalya dışında ele geçirilen, Roma kanunlarınabağlı olan ve bir Romalı vali tarafından yönetilen ülke(Meydan Larousse) - ç.n.] bölünmüştü. Diocletianus,provincia'ları on iki "dioecesis" [Roma İmparatorluğunda biryönetim çevresi (Meydan Larousse) - ç.n.] olarak gruplaştırdıve daha sonra bunlar da dört valilik biçiminde kümelendirildi:Galya, İtalya, Illirya, Doğu. [32]

    İmparatorluk'un savunması yeni bir sisteme göre düzenlendi.Ülke topraklarının, sınırlar boyunca bir çeşit Çin seddi ilearalıksız bir savunma araçları hattıyla, koruması altındagüvenlikte bulunulduğuna inanılan "limes"le korunacağınainanılıyordu:

    Kentler, yavaş yavaş, surlarla çevrili olan eski sınırlarınıaşmış, yıkıntı haline gelmiş bu surları arkalarında bırakarak

  • komşu ovalara doğru ilerlemişlerdi. 3. yüzyıldaki istilalar busistemin kırılganlığını ortaya koydu. "Limes"ler, Barbarlarıngüçlü baskısı altında, yıkılarak, içten açık durumdaki kentlerisavunmasız bıraktı.

    O sıralar, işte bundan dolayı, kentlerin, surlarını aceleyle,onardıkları ya da inşa ettikleri görülmüştür ve yine bundandolayıdır ki, Constantinus'un döneminden başlayarak,İmparatorluk'un başlıca savunması artık, "limitanei" adıverilen ve bir asker çiftçiler perdesi muhafaza edilen sınırüstünde değil de, iyi birliklerin karargâh kurduklarımüstahkem mevkilerde yapılmaya başlandı. Barbarlar, sayıve hareket üstünlüğüne sahip olmalarına ve pek dayanıklıolmayan "limes" engelini herhangi bir noktada delebilecekdurumda bulunmalarına karşılık, kuşatma savaşınıbilmedikleri ve bir tahkimli mevzii ele geçirmeyibaşaramadıkları için, bu önlem çok yararlı oldu.

    Imparatorvehükümet

    İmparator, salt egemen hükümdardı. Tanrı'ydı. Daha 3.yüzyılda, Aurelianus, halkın karşısına, başında Tanrısal simgeimparatorluk tacıyla çıkıyor ve yazıtlarda "deus" ve"dominus" [Tanrı ve Efendi - ç.n.] unvanını alıyordu.Principatus'un, Helenistik, Mısır, Pers monarşilerinin etkisiyle,doğu tipindeki bir monarşiye zorunlu dönüşmesi, Diocletianusve Constantinus’ta ve pek özenle düzenlenen, hükümdaratapma ayinleriyle birlikte son buldu. Aynı zamanda da,imparatorla ilgili her şey "kutsal" oldu: Maliye Bakanı da,imparatorun servinin imparatorluğunkiyle özdeşleşmesiylebirlikte, "comes sacrarum largitonum" ("Kutsal İnsanlarKontu"), imparatorluk gardırobunun şefi, "comes sacraevestis" ("Kutsal Giysi Kontu'") vs. oldu. [33]

  • İmparator konusundaki bu yeni anlayış, imparatorluk idaresive hükümetle ilgili yeni bir anlayış da içermektedir. Buanlayış iki fikirle ilgilidir: 1. imparatorluk sarayı, bunaneredeyse, "saray erkânı" denebilir, devletin merkezi oldu veorada, imparatorluk her şeye egemendi (V. Duruy, aktaran FLot); 2. Artık devlete değil, imparatora hizmet ediliyordu.Hükümdarın kişisel hizmetiyle ilgili, doğuda, kısa bir süresonra da ortaçağda geçerli olan anlayış, eski magistratus'lukkavramının yerini aldı. Yine, burada da, bir devrimgerçekleşmiş olduğunu sanmamak gerekir: Romaimparatorlarının her zaman, korunukları ya da dostlarıolmuştur ve Hadrianus da, yavaş yavaş Senato'nun yerinialmış olan "Hükümdarlık Meclisi" üyelerini bunlar arasındanbelirlemişti. Ama bu kurum, kesin ve nihai biçiminiConstantinus'tan başlayarak aldı ve önemli mevkilerimparatorların arkadaşlarına (Latincesi "comites", Fransızcasıcomte, Türkçesi kont ç.n.) verilmeye başlandı.

    İmparatorun çevresinde dört dönen ve gitgide genişleyen buinsan topluluğunda karışıklığa yol açmamak için, "aşamasırası"nın kurallarını özenle belirlemek durumunda kalındı.Sistem, Roma sisteminin tersiydi. Uzun bir süredir, yapılangörev, ait olunan sınıfa bağlı olmuştu: artık, sınıf, görevebağlı olacaktı. İmparatorun çevresinde, ailesinin üyeleri,"nobilissimes"ti; onların ardından, "patricius"lar vd. gelirdi.[34]

    Öte yandan, bir devlet görevlisinin gereğinden çok önemkazanmasını önlemek; ne kadar tehlikeli olduğu bir yüzyılönce görülmüş olan, gasp ve başkaldırı tehlikesini ortadankaldırmak amacıyla, bir süredir gelenek gibi yerleşmekeğiliminde olan bir şey, kural durumuna getirildi: mülkiyetkilerle asker yetkiler birbirinden ayrıldı. Generallerin("dükler" ya da "kontlar") artık idareyle ilgisi kalmadı.Tersine, taşra ("provincia" - ç.n.) valileri ya dapiskoposlukların vekil yöneticileri bile sivil oldular. Merkezi

  • idare ise, "magister officiorum"un emri altında, genel olarak,Hadrianus tarafından getirilmiş olan düzenlemeyi ve dörtbüyük bölümü muhafaza etti.

    Ekonomikbunalımvesosyaldönüşümler

    Yönetimdeki bu derin dönüşümlere karşılık, tüm sınıflara vetüm toplumsal durumlara erişen sosyal dönüşümlergerçekleşti. Bu durumun kökeninin, 3. yüzyıldaki düzensizlikve karışıklıklarda aranması gerekir. Ticari mübadelelerinyavaşlaması, genel yoksullaşma, köle sayısının azalması,sanayi alanındaki gerileme, İmparatorluk'un o güne kadaresas olarak kentsel olan yaşamında ve ekonomisinde derinbir değişikliğe yol açtı. Sosyal dönüşümler bu durumunsonucuydu.

    Roma İmparatorluğu, ilk üç yüzyılda, Roma örnek alınarakkurulmuş bir "siteler federasyonu" görünümündeydi.Roma'nın küçük boyutlu bir görüntüsü olan her kent, her biriRoma'nın beledi aşama sırasını yansıtan magistratus'lar ve"decurio'lar (senatör) tarafından idare ediliyordu. Bu başarılıdenge, refahtan uzun ömürlü olmadı: daha 3. yüzyılboyunca, imparatorluk görevlileri, "provincia"nın valisi veözellikle de hesaplarla görevli "curator" [Curator'lar, Romadevleti hesabına idari görev (cura) taşıyan memur ve fenadamı (Meydan Larousse) - ç.n.], yükümlülükleri arttıkçarolleri azalan beledi kuruluşların yetkilerine geniş ölçüdetecavüz etmişlerdi. [35]

    Bir magistratus'un, sitesinin güzelleşmesi için geniş ölçüdeharcama yapması, gelenekseldi: eski aileler yoksullaşınca,daha boşuna ve daha masraflı duruma gelmiş olan, daha az

  • görev ve yüksek görev arandı. Diocleanus'un reformlarındansonra, "decurio"lar vergileri belirlemek ve vergi toplamakgörevine sahip duruma gelince, bunlardan kaçınılmayabaşlandı. Constantinus, magistratus'ları, vergi gelirinden,kişisel servetleriyle sorumlu sayınca da, onlardankaçınılmaya başlandı. Bunun üzerine, devlet "Curia"nın (yada Comites Curiales'in) yükümlülüklerine bağımlı hangiyurttaş kategorilerinin, gelirleriyle, bu sorumlulukları kabuletmek durumunda olduklarını belirlemek amacıyla müdahaleetti: böylece, "curia"lar, üyeliği kalıtım yoluyla geçen sınıfıoluşmuş oldu. "Oğulun, ana-baba mirasına sahip olurken,yükümlülüklere de sahip olmaması olanaksızdır. Dolayısıyla,kalıtım yoluyla "curiales" olundu... Ve tıpkı köylünün toprağınkölesi olması gibi, curiales kişi de curia'nın kölesi oldu" (ELot).

    Ondan sonra da, artık, o pek çekici olan, kentte oturmanınhiçbir çekiciliği kalmadı. En zenginlerin, kentten kaçabilmekiçin, ellerinde bir yol vardı: yerel curia'ya yükümlülüklerdenbağışık kılan, başkentin senatosuna yazılı olma koşulu. Veortaya, yeni bir sınıfın, malikânelerinde bağımsız bir yaşamsüren, oralarda ortaya, devlet görevlilerinin yetkisinindışında kalan, vergi vermeyen, çok zaman kendileri adaletdağıtan ve arazilerinde sığınma hakkından yararlanan taşralıbüyük toprak sahiplerinin oluşturduğu yeni bir sosyal sınıfınçıktığı görüldü. Hatta bu kimseler, "koruma" kurumunungetirilmesiyle, kentlerin en iyi öğelerinden birini yanlarınaçektiler: artan vergi isteklerine karşılık, bu gibi durumlarda,çok zaman, mülklerini bağışlayarak sadece intifa hakkınımuhafaza eden kişileri korumaları altına aldılar. Bunda,imparatorluk maliyesi için büyük bir tehlike vardı. Korumanınyasaklanmasına, sonuç vermemiş olmakla birlikte, sık sık,işte bundan dolayı gidilmiştir. [36]

    Ekonomik bunalım, kentle kırın nispi önemini tersineçeviriyordu: toprak yeniden başlıca zenginlik kaynağı oldu.

  • Toprağın düzenli işletilmesinin bireysel keyif ve isteğe bağlıolmaktan çıkarılmasının ve bu işin bir devlet hizmeti gibidüzenlenmesinin önemli olduğu görüldü. Dolayısıyla,"curiales"lerden çok, köylüler ve kent zanaatçıları, durum vekoşullarına ve topraklarına bağımlı kılındı. Kuşkusuz, köylü,ister kiracı ister mal sahibi olsun, özgür insandı; ama aynızamanda da, terk etmek hakkına sahip olmadığı; dolayısıyla,kovulmasına olanak bulunmayan bir toprak parçasına verasetyoluyla bağlıydı.

    "Toprak köleliği" ve "derebeylik toprağı" denilen budur.

    Askerler, devlet görevlileri, kentlerin burjuva ve zanaatçıları,tümü, durum ve koşullarına, en sıkı biçimde ve çok zaman daveraset yoluyla geçerli olmak üzere bağlıydı; Romaİmparatorluğu, karşımıza, daha 4. yüzyılda İşte böyleçıkmaktadır. Sadece büyüklerin yararlanmasında veimparatorun kayırmasında bazı değişiklikler görülür. Bukurumların en çarpıcı özelliği, kuşkusuz, devletin tümalanlara zorbaca müdahalesidir. Bu müdahale kaçınılmazolmuştu ve iki nedenle açıklanır. Her şeyden önce, ekonomikbunalım, herkesi, yükümlülüklerinden kaçınmayayöneltiyordu ve devleti de, tepki olarak, herkesi,yükümlülüklerine daha iyi bağlamak amacıyla, kaba, hoyratbir biçimde, kendi öz yükümlülüklerine bağlamayayöneltiyordu. Bu, ancak, geçici bir çözümdü; yanlışlık, onugerçek bir çözüm sanmakla yapıldı.

    Ama Roma'nın genel yararı anlamını geliştirmeyibaşaramamış olduğu karışık öğelerden oluşmuş ve sonderecede geniş imparatorlukla, artık otoriteyle sağlanandanbaşka kurtuluş yoktu. Öte yandan da, Augustus tarafındanyaratılmış olan rejim, İmparatorluk'a, boyuna göre biranayasa vermemiş olması nedeniyle, başarısızlığa uğramıştı.Bu rejim, Roma'nın, Romania'nın bütün sitelerindeçoğaltılmış olandan başka rejim tasarlamamıştı. "Senatuspopulusque romanus": ama Senato, tıpkı sirkteki

  • [Romalılarda kamu oyunlarına ayrılmış kum pisi (MeydanLarousse) - ç.n.] hizipler forum'un [Roma'da halkın toplandığımeydan, kamusal ve özel iş merkezi (Meydan Larousse) -ç.n.] karikatürü olacağı gibi, halk da, uzun süredir, egemenhalkın ancak bir karikatürüydü. Ve yine bu konuda da,yukardan gelmiş otoriteden başka kurtuluş yoktu. [37]

  • IKINCIBOLUM:Constantinus'tanJustinianos'aDinSapkınlarıylaveBarbarlarlaMücadele(337-518)

    [38]

  • Genelnitelikler

    Constantinus, doğudaki Hıristiyan devleti kurmuştu, ikiyüzyıla yakın bir süre boyunca, Justinianos hanedanınınbaşlangıcına kadar, ardıllarının başlıca görevi, Hıristiyanlığıdin sapkınlıklarına ve doğuyu istilalara karşı korumak oldu.

    Bu, doğuda ve batıda, yirmiden çok imparatorun tahttabirbirini izlediği karışık bir dönemdi:

    İspanyollar, Illirya'lılar, Trakyalılar, bir Asyalı. Bazıhükümdarların saltanatları daha uzun sürdü ya da dahadikkate değer oldu: Constantinus'un oğlu II. Constantinus'tansonra yeğeni Julianus Apostata (361-363) geçti ve onunla I.Constantinus hanedanı son buldu. Ardından, Batı'yı I.Valentinianus, Doğu'yu Valens (364-378) yönetti. Valens'tensonra tahta I. Theodosius (Büyük) geçti (379-395). [39]

    Onun iki oğlu olan, Honorius Batı'da, Arcadius (ya daArkadios) Doğu'da (395-408) saltanat sürdü ve Arcadius'unardından da oğlu II. Theodosius (408-450) tahta geçti.Bundan sonra, Batı’nın Barbarlar'ın eline geçmesine karşılık,Doğu'da, 450 ile 518 arasında, sırasıyla, Marcianos, I. Leon,Zenon ve Anastasios tahta geçti. Bunlar arasında, özellikleiki hükümdarın saltanatları önemlidir: tüm imparatorluğufiilen yöneten son imparator olduğu için I. Theodosius’unkive kendisi yetersiz bir kimse olmasına karşılık, uzun sürensaltanatı, ülkeyi onun yerine yöneten bakanları ile kızkardeşi Pulkheria'nın yararlı işler yapmalarını sağlayan II.Theodosius'unki.

    Bu karışık dönemde, imparatorluk kâh bir tek imparatorunelinde, kâh, biri Doğu'da diğeri Batı'da olmak üzere ikiimparatorun yönetiminde kaldı. Bununla birlikte,imparatorluk yönetiminin bütünlüğü sürdü, imparatorlardan

  • birinin unvanı, genellikle her zaman, diğeri tarafındanverildiğine göre, hukuki bakımdan sürüyor veimparatorlardan biri, hemen hemen her zaman, görüşlerinidiğerine kabul ettirecek kadar üstünlüğe sahip olduğu içinde, fiilen de sürüyordu. Aynı zamanda, halkların bilincinde desürdü. Ne "Romalılar", ne de "Barbarlar", Doğu ile Batı'nınartık birbirinden ayrı olduğu sanısına kapıldılar. 395'te, I.Theodosius'un ölümünden sonra Roma İmparatorluğumunHonorius ile Arcadius arasında "bölüşüldüğünü" söylemekdoğru değildir. I. Theodosius, tıpkı nice selefleri gibi, Batı İçinbir Augustus, yani Honoroius'u ve Doğu için bir Augustus,Arcadius'u (ya da Arkadios, ç.n.) belirlemek üzere gelirkenöldü; ama bir bölme düşünmüyordu ve çağdaşlarının daböyle bir şeyin varlığı konusunda bilgisi yoktu. Kırk yıl kadarsonra, II. Theodosius zamanında, bu imparatorun adınıtaşıyan ve Constantinus'tan beri bütün Hıristiyanimparatorların temel yasalarını bir araya getiren o ünlüyasalar derlemesi yayınlanınca, bu iş, aynı zamanda, o sıradaBatı'da saltanat süren III. Valentinianus adına yapıldı.İmparatorlardan birinin bir temel yasasının, geçerliolabilmesi için, diğer imparatora bildirilmesi gerektiğianımsatıldı. Bir imparatorluk kurulu yönetimindeki tek birimparatorluk fikri her zaman canlıydı. Ama imparatorluğuntemel yasa bakımından birliğinin varlığını sürdürmesinekarşılık, Batı ile Doğu arasındaki karşıtlığın tehlikeli birdurum aldığı da doğruydu. Burada bizi ilgilendiren, döneminbaskın özelliğiydi ve bu da birçok nedenin sonucudur: [40]

    1) İmparatorluk’un tüm canlı, diri güçleri Doğu'daydı.Constantinus da, Konstantinopolis'i kurarken bunubelirtmişti: kentin olağanüstü gelişmesi onu haklı kıldı. Kent,kısa sürede surları ona dar gelecek kadar hızlı büyüdü ve II.Theodosius döneminde, kara tarafında, üç savunmahattından oluşan daha uzun ve daha güçlü, yeni bir sur inşaedilmesi gerekli oldu: bu sur her türlü saldırıya karşıdayanıklıydı ve Konstantinopolis'i, kuşatma topçuluğunun

  • icadına kadar Barbarlar'ın saldırılarına karşı koruyarak,Bizans'ın tarihinde önemli bir rol oynadı. Ve aynı zamandada, II. Theodosius, kente, Yunanca ile Latince arasında aşağıyukarı eşit bir biçimde bölüştürülmüş, otuz bir kürsülü birüniversite kazandırıyordu: Konstantinopolis’in, aynızamanda, İmparatorluk'un entelektüel başkenti olmak azminide ortaya koyduğu ve daha o zamandan, Latince'ye,Yunanca'ya oranla, kısa süre sonra üstünlük durumunagelecek olan bir eşitlik sağladığı için, bu olay iki kat ilginçtir.

    2) Hıristiyanlık, Doğu'da ve Batı'da birbirinden değişik birbiçimde gelişti. 4. yüzyılda, Batı'nın en yüksek din yetkilisi,Milano Başpiskoposu Ambrosius, Doğu'da I. TheodosiusHıristiyanlık'ı devlet dini ilan ettiği sırada, ruhaninincismaniden bağımsız olduğunu ilan etti. 5. yüzyılda ise,Khalkedon (Kadıköy - ç.n.) Konsili'nin 28. kararı Doğu'yuRoma'nın yetkisinden çıkararak Konstantinopolis Patriği'ninyetkisi altına soktuğu sırada, Papa Büyük Leo, Roma'dakipapalık makamının üstünlüğünü ilan etti.

    3) Barbar istilalarının yol açtığı şok etkisi Batı ile Doğuarasında eşit olmayan bir biçimde dağıldı. Daha usta olanDoğu'nun dayanmasına karşılık Batı'nın yıkıldığını göreceğiz.Böylece, henüz ancak, İmparatorluk'un iki kısmı arasındaartan bir dengesizlik olan şey, bir kopma durumuna geldi.[41]

  • Dinselsorunlar

    4. ve 5. yüzyıllarda, ülke içinin tarihi Hıristiyanlık'ınkiylebirbirine karıştı ve bu durum, tüm Bizans tarihi boyuncaböyle kalacaktır. Batı'nın bize tam eşdeğerini vermediği buanlaşmazlıkları önemsememek eğilimindeyiz: gerek dinimücadelelerin Bizans'ta kazandığı şiddeti, gerek bunlarınsiyasal önemini ölçebilmek için, Avrupa'daki din savaşlarınıdüşünmek gerekir. Ayrıca, örgütüne 4. ve 5. yüzyıllarda sahipduruma gelen keşişliğin gelişmesinin de Hıristiyanlık'ınmanevi ve toplumsal gücünü çok geniş bir biçimde artırdığınıve Hıristiyanlık'ın Ermenistan'a Gregorios Photistes(Lasaroviç), Abisinya'ya Frumentius, Gotlar'a ve Bizans'tankovulmalarından sonra İran'a sığınan Nasturiler'e deFrumentius tarafından kabul ettirilmiş olduğunu daunutmamak gerekir.

  • Paganizminsonu

    Constantinus, Hıristiyanlık'tan yana birçok önlem ve aynızamanda da paganların etkinliğini sınırlayan bir dizi kararalmıştı. Ardılı Julianus Apostala ise, hem Yunan paganizmi,hem Hıristiyan dini konusunda bilgi sahibiydi. Vaftiz edildi vebu, daha sonra, adına o Apostata ("Dönme") sıfatınıneklenmesine yol açtı. Aslında Julianus hiçbir zaman,yürekten inanarak Hıristiyan olmamış ve Hıristiyanlarınkavgaları onu iğrendirmişti. Julianus, Cermenler'le başarılısavaşlar yaptığı Galya'da bulunduğu sırada Constantinus'unölümünü öğrenerek imparator olunca, gerçek duygularınıgösterdi. Tapınakların yeniden açılmasını ve Tanrılara kurbansunmayı buyuran bir ferman çıkardı. Pagan kültünü ve pagandin adamlarını yeniden örgütledi ve bunu yaparken deHıristiyan kültünün ve din adamlarının birçok özelliğini örnekaldı. [42]

    Hıristiyanlara artık eskisi kadar zulmetmedi, hatta birhoşgörü bildiriminde bile bulundu. Constantius zamanındasürgün edilmiş olan Arius'çuluk düşmanlarını sürgündençağırdı: ama aynı zamanda da, Hıristiyanları devletin önemligörevlerinden uzaklaştırıyor ve bunların okullarda öğretimyapmalarını yasaklıyordu. Zaten, Julianus Apostata'nınpaganizmi, Hıristiyanların kınamaktan hoşlandıkları kaba boşinanın çok üstünde ve ondan çok uzaktaydı.

    Julianus Apostata, 363 yılında, İranlılara karşıgerçekleştirdiği bir sefer sırasında öldü. Bunun üzerine,Hıristiyanlara karşı önlemleri hemen yürürlükten kaldırıldı.Ama paganlar bir zarar görmedi ve öyle anlaşılıyor ki,kültleri, Doğu'da olduğu gibi Batı'da da, I. Theodosius'unsaltanat dönemine kadar sürmüştür. Bağnaz Hıristiyan,ayrıca, din konusunda devletin sonsuz, sınırsız gücü

  • olduğuna inanan Theodosius, paganizme karşı, en önemlisi,ünlü, 392 tarihli ferman olan bir dizi önlem aldı: kurbansunmalar ve pagan tapma tarzının tüm törenleri, hattatapınaklara girmek bile yasaklandı; bu yasaklara uymayanlar,o korkunç, kutsal şeylere ve hükümdara karşı çıkmasuçlamasının tehdidi altında bırakıldılar. Bunun üzerine,tapınaklar, bağnaz Hıristiyanlar tarafından tahrip edildi ya dakiliseye dönüştürüldü. İçlerindeki heykeller, kenti süslemesiiçin, Konstantinopolis'e götürüldü. 393'te olimpiyatoyunlarına, 396'da Eleusis mysterionlarına ("Eleusis'teyapılan dine giriş törenleri", Meydan Larousse - ç.n.) sonverildi. Doğu'da, İskenderiye'deki Serapis Tapınağı'nın törenleyıkılışının, Theodosius'un fermanlarında "pagan boş inanı"adını verdiği şeyin son ve kesin ortadan kaldırılmasınınbelirtisi olduğu anlaşılmaktadır. Batı'da, en anlamlı olay, dahaGratianus Flavius'un saltanatı sırasında, Roma senatosundabulunan ve herkesin gözünde Roma'nın geçmişininbüyüklüğünü simgeleyen (paganlığın simgesi) Zafer sunağıve heykelinin kaldırılmasıydı. [43]

    Hıristiyanlık'ındevletdiniolması

    Constantinus'un, Arianus'çuluk konusunda, kesin ve belirlibir politika izlememiş olduğunu biliyoruz.

    Ardılları arasında, Constantius ile Valens hâlâ Arius'çuydular.Nikaia'lı (İznik- ç.n.) bir piskopos tarafından eğitilmiş vevaftiz edilmiş olan I. Theodosius ise, tersine, kendiniArius'çuluğa kesinlikle karşı olarak ortaya koydu. Daha tahtageçer geçmez, Arius'çu piskoposu Konstantinopolis'ten kovduve kentin tüm kiliselerini Nikaia'lılara verdi. 380'de, sadece,Birinci Nikaia (İznik) Konsili'nde benimsenen Üçleme (Teslis)anlayışını kabul edenlerin kendilerine "Hıristiyan"

  • diyebileceklerini, diğerlerinin ise, Arius'çular dahil, "dinsapkını" oldukları yolunda bir ferman çıkardı. Bu aynı dinsapkınlarının elinden, başka fermanlarla, evlenme hakkı,hatta bazı yurttaşlık hakları da alındı. 381'de I. Theodosiustarafından Konstantinopolis'te toplanan bir Konsil de,Nikaia'da benimsenmiş olan, Baba ile Oğul'un eştözlülüğünükabul etti ve onu, İsa'nın o iki kişiliğini Kutsal Ruh'uneştözlülüğüyle birleştirerek tamamladı. Aynı Konsil,Konstantinopolis Piskoposu'nun mevkiini belirledi:Konstantinopolis yeni Roma olduğu gibi, bu kentinpiskoposunun da, Roma'nınkinden sonra birinci sırada yeralması gerekirdi. Bu, Roma'yla eşitlik değildi ama daha ozamandan, Konstantinopolis piskoposunun Doğu'daki tümpiskoposlardan üstün olması demekti. [44]

    Bu kararlar son derecede önemlidir ve I. Theodosius'a,Hıristiyanlığın tarihinde, Constantinus'un yanı sıra seçkin biryer sağlamıştır. Gerçekten, Theodosius, din konusundahoşgörü olmadığını bildirir: Düşünce ve inançlar bütünü,onları uyruklarına zorla kabul ettiren imparator tarafındanbelirlenmiş bir devlet dini vardı. Dinde doğru yol ve dinsapkınlığı, dini olduğu kadar da siyasal konu oldu, ya da,daha çok, bu iki bakış açısı birbirine karıştı. Böylece, Kilise iledevletin ilişkileri konusunda, artık Bizans İmparatorluğu'nunöğretisi olacak olan ve zaman zaman, tam uygun olmayan"sezarizm-papizm" ("sezarcılık-papacılık") adıyla anılacaktır.

    Ama Theodosius'un bu politikasının, ilkesi bakımından, ozaman Batı'nın din adamları sınıfının en ünlü temsilcisi olan,Kilise'nin işleriyle dinin düşünce ve inançlar bütünününcismani iktidarı pek de ilgilendirmediği kanısındaki AzizAmbrosius'un fikirleriyle çeliştiğini unutmamak gerekir. Bubakımdan, Theodosius'un tutumunun, Doğu ile Batıarasındaki, gelecekteki anlaşmazlıkların habercisi olduğunusöylemek doğrudur.

    Ve nihayet, 381 yılı Konsil'i, Konstantinopolis piskoposuna

  • Doğu'nun öbür piskoposlarının üstünde yer vererek,Antiokheia (Antakya) ve özellikle de İskenderiyepiskoposlarının gereksiz, ama ısrarlı tepkilerini çekecek veböylece, teolojik görünümü çok zaman, maddi çıkarları veöncelik hakkı kavgalarını gözleyen 5. yüzyıl kavgalarındakirolünü oynayacaktır.

  • NestoriusveEfesKonsili

    Doğu'da I. Theodosius'un ardılı Arcadius döneminde,Konstantinopolis Piskoposu loannes Khrysostomos'un serttutumu, Nikaia (İznik) Konsili'nde belirlenen öğretininzaferini onayladı: loannes Khrysosiomos bu Konsil'de değerkazandı, çünkü o sırada Gotlar Konstantinopolis'te çokgüçlüydü ve Gotlar Arius'çuydu. Uzun saltanat süresi 5.yüzyılın ilk yarısını kapsayan I. Theodosius döneminde,kristolojiyle, (teolojinin İsa'nın kimliğiyle ilgili bölümü - ç.n.)ilgili kavgalar yeniden ortaya çıktı. Bunların ilki ve enönemlilerinden biri olanına, Nesturi sapkınlığı yol açmıştır.[45]

    Nikaia (İznik) Konsili, İsa'nın aynı zamanda hem Tanrı heminsan olduğunu ortaya koymuştu. Bundan sonra, artık,tartışma, bu iki niteliğin İsa'nın kişiliğindeki birleşme tarzıüzerinde olacaktı. Arius'çuluğun beşiği olan Antakya'da, sözkonusu iki niteliğin kesinlikle birbirinden ayrı ve bu iki nitelikarasında da en önemlisinin insan niteliğinin daha önemliolduğu, dolayısıyla, İsa'nın, Tanrı olmuş bir insan olduğuyolundaki bir öğreti olmuştu. Bu öğreti, Konstantinopolis'in,Antakyalı bir papaz olan bir patriği, yani Nestorius tarafındandesteklenince de, karışıklık yarattı ve bu karışıklık yalnızteolojik alanda kalmadığı için daha da önemli oldu. Nestoriusile yandaşlarına, İskenderiye patrikleri karşı çıktı ve tartışmakısa süre sonra siyasal bir anlam kazandı.

    Doğu'da, İskenderiye Patrikliği'nin saygınlığı pek büyük veİskenderiye patriklerinin gücü de, Mısır'da, sonsuz, sınırsızdı.En saygın İskenderiyecilerden biri olan Athanasios'un Ariuskarşısındaki zaferi, İskenderiye Patrikliği'nin saygınlığını da,İskenderiye patriklerinin gücünü de artırdı. İskenderiyepiskoposları, Doğu üzerinde bir çeşit hegemonya kurmak

  • sayındaydılar ve Konstantinopolis Konsili'nin bu kentinpiskoposuna tanıdığı üstünlük onları endişeye düşürüyor yada kıskançlık duymalarına yol açıyordu: bunların, Nestorius'akarşı gelenekçi çabalarının açıklanması, büyük ölçüde, buduruma dayanır. Roma Piskoposu Celentinus, 428'de Nesturiöğretisini yasaklayınca, İskenderiye Piskoposu Kyrilios,Mısır'da toplanan bir konsile, dinde doğru yolu özetleyen veNestorius'a kabul etmezse görevinden alınacağı uyarısındabulunduğu on iki öneri kaleme aldırdı. [46]

    Konunun özü bakımından kararsız olan ve bunun belki de,biraz, İskenderiyeliler tarafından hazırlanmış bir oyun olduğukanısını taşıyan II. Theodosius, 431 yılında Efes'te evrensel(ya da kiliseler arası) bir konsil (üçüncü) topladı. Entrikaları,uyandırdığı korku, kalabalık maiyetinin çok zaman hoyratçaolan müdahaleleri ve imparatorun çevresine dağıttığıarmağanlarla, Kyrilios bu konsili kendisi için bir zaferedönüştürdü. Nestorius görevinden alınarakKonstantinopolis'teki görevinin yerine bir başkası getirildi.Kyrilios ise, Mısır'a dönüşünde, gerçek bir Doğu Papa'sı olarakortaya çıkıyordu.

  • Mono izizmveKhalkedonKonsili

    Bu arada, Kyrilios ve İskenderiyeliler tarafından yayılanöğreti de, tam olarak, dinde doğru yolda değildi. Bunlar,İsa'nın insan niteliğinin önemini azaltmaları sonucunda, ondaartık bir tek özellik, yalnız Tanrısal özellik bulunduğunukabule yaklaşmışlardı: işte Monofizizm, bir anlamda, Nesturidin sapkınlığı ile Arius'çu din sapkınlığının tersidir. Bu öğreti,Konstantinopolis'li bir rahip olan Euthykes tarafındanyayılınca, hemen, eski patrik Kyrillos'un yerine geçmiş olan,en az onun kadar gururlu ve haşin, Dioskoros'tan da kabulgördü. Buna karşılık, hemen, bu olası din sapkınlığındanendişe duymasının yanı sıra, bazı Mısır patriklerinin, ortayaçıkması kesin olan tutkularından da çekinen Büyük Leomuhalefetiyle karşılaştı.

    Bunun üzerine, her zaman olduğu gibi kararsızlık içindebulunan II. Theodosius, 449 yılında, Efes'te, "Efeshaydutluğu" adıyla anılacak olan konsili topladı: gerçekten,bu konsilde, Dioskoros, Kyrillos'un 431 yılındaki konsildedavrandığından daha da büyük bir küstahlıkla davrandı vekonsile Monofizizmi şiddet kullanarak kabul ettirdi.İmparator, böylesine olağandışı yollardan elde edilmiş olanbir kararı onaylamak zayıflığını gösterince de, imparatorluğu,kendisinin 450 yılındaki ölümüne kadar sarsacak olan önemlibir bunalıma yol açmış oldu. [47]

    Sonuç olarak, ardılı Mancianus 451 yılında Khalkedon'da(Kadıköy) dördüncü evrensel (ya da kiliseler arası) konsilitopladı. Bu konsilde papalık elçileri de hazır bulundular.Konsil, "Efes haydutluğu"nun kararlarını geçersiz kılmak veDioskoros'u azletmek konusunda hiç duraksamadı. Sonra da,doğrudan Büyük Leo'nun bir metninden esinlenerek İsa'yı,Nikaia öğretisi uyarınca, "her iki niteliğinde de tek" sayan ve

  • Monofizizmi mahkûm eden bir inanç açıklaması kaleme aldı.Khalkedon Konsili'nin dini bakımdan büyük bir önemi vardır,çünkü Katolikliğin gerçekten temelini atıyordu. Bu konsil,siyasal bakımdan da aynı derecede önemlidir.

    Konsil, bir yandan, temsilcileri en ön sırada yer alan veİsa'nın iki niteliğini tanımlayan sözleri benimsenmiş olanPapa'nın yetkisini destekliyordu: zaten, o sırada, kimse,Roma Piskoposu'nun Kilise'de birinci sıradaki yerini tartışmakonusu yapmıyordu. Ama aynı zamanda da, Konsil'in, BüyükLeo'nun boşuna karşı çıktığı 28 sayılı kararı, Pontus, Asya veTrakya piskoposluklarının, Konstantinopolis Piskoposu'nunyetki alanı içinde bulunduğunu ilan ediyor, böylece,Konstantinopolis Piskoposu, Doğu'nun başpapazı gibi birunvana sahip olmuş oluyordu. İşin, daha önemli bir yanı davardı. Konsil, açıkça, İskenderiyecilerin uğradıkları birbozgun gibi görünüyordu; ama Mısır, Suriye, Küçük Asya'nınbir bölümü Monofizizme bağlı kaldılar: Konsil'in kararlarıuygulanmak istendiğinde, İskenderiye ve Antakya'daayaklanmalar çıktı ve Mısır Kilisesi'nin Yunanca'yı bırakarakKıpti dilini işte o sırada kabul etmiş olduğu sanılmaktadır.Böylece, teolojik kavgalar bazı ulusal karşıtlıkları gizliyor vedaha o zaman eski olan bazı bağımsızlık özlemleri, Doğu'nunbir bölümünün Konstantinopolis'in karşısına dikilmesinevesile oluyordu. [48]

    Böylece, iki yüzyıl sonra, Persler ve Arapların sarsıntısıaltında, İmparatorluk'un bir bölümünün ayrılacağı kopmaçizgisinin belirdiği görüldü.

    İmparator Zenon (474-491) tehlikeyi gördü ve 482'de, ikinitelikten pek açık bir biçimde söz etmekten ve KhalkedonKonsili'ni anımsatmaktan kaçınan bir birleşme fermanıyayınlayarak, barışı geri getirmeye çalıştı. İmparator, fermanıher iki tarafın da kabul edebileceğini umuyordu: ama sonuçbunun tersi oldu. Fermanı ne Monofizistler, ne de, özellikle,"dinde doğru yolda olanlar" (Ortodokslar - ç.n) kabul etti ve

  • bizzat Papa fermanı reddederek, Konstantinopolis Patriği'niaforoz etmeyi kararlaştırdı! İstanbul Patriği Akakios da buna,Kilise'sinin dualarından papanın adını çıkararak karşılıkverdi: bu, Doğu Kiliseleri ile Batı Kiliseleri arasındaki ilkSkhisma (Bölünme - ç.n.) oldu ve 518'e kadar sürdü.

  • Barbarlarsorunu

    Barbarlar, İmparatorluk'a her zaman, şiddet yoluyla veyağma için girmeye çalışmadılar: Cermen halklar,başlangıçta, Roma'nın büyüklüğü karşısında sadece hayranlıkve saygı duyuyorlardı.

    Yararlarından ve zenginliklerinden pay alabilmek içinİmparatorluk'a kabul edilmeyi, bir lütuf gibi istiyorlardı veİmparatorluk, onları, kırlarına, orduya, hatta daha sonraları,idari işlerine bile, seve seve kabul etti. Bu, kimi zaman,barışçıl bir istila gibi oldu. I. Theodosius ve özellikle deArcadius döneminde, Got topluluğu Konstantinopolis'tesonsuz, sınırsız bir güce sahipti. Hatta bu topluluğun başıolan Gainas, gözde Eutropios'un kellesini almayı bile başardı:bu durum, bir halk ayaklanmasına ve Gainas'ınöldürülmesine yol açtı. [49]

    Marcianus ve I. Leon dönemlerinde, tehlikenin genelhoşnutsuzluk dolayısıyla farkına varan İmparator acımasızdağlılar olan Isauria'lılardan yararlanarak Aspar ileyandaşlarını yok ettiği güne kadar, Doğu'yu, Alan Asparyönetti. Cermen ve Barbar yığınlarında çalkantılar yaratanderin etnik hareketlerin oluşturduğu büyük tehlikeyisavuşturmak, bunları kendi yararlarına sömürmek isteyenhırslı önderlerin varlığı karşısında hiç de kolay olmadı. Doğu,böyle bir tehlikeden kaçınmayı bildi. Batı ise, bu tehlikeninzararını görerek yok oldu. İlerde, Alarik'in Vizigotlar'ı ileAttila'nın Hunlar'ının ve Theodorich'in Ostrogotlar'ının,Doğu'yu üç kez yıkılmanın eşiğine getirdikten sonra,darbelerini Batı'ya yönelteceklerini ve böylece, Batı'nın,Doğu'ya kurban edilmiş gibi olacağını göreceğiz.

    1) Vizigotlar. İmparatorluk, uzun süre, sınırlarına yığılanCermen boylarını toprakları üzerine federe [Eskiden, bir

  • antlaşmayla (Feodus) Roma'ya bağlanan barbar halklara,daha sonraları da Roma imparatorluğu emrinde çarpışanücretli barbar askerlere verilen ad." (Meydan Larousse) -ç.n.] statüsüyle yerleştirmeyi iyi bir politika - ve nüfusazalmasına karşı bir çare - saydı. Böylece, Valensdöneminde, 200.000 - hatta denildiğine göre, belki de dahaçok - Vizigot, birden, aşağı Moisia'ya yerleştirildi. Ama bunlarhemen, hoş karşılanmadıkları gerekçesiyle ayaklandılar:378'de, Hadrianopolis (Edirne - ç.n.) Savaşı'nda Romalılarezildi ve Valens öldürüldü. I. Theodosius, Vizigotlar'ıdurdurmayı, onlara, onları federe statüsü içinde tutmayısürdüren bir antlaşma imza ettirmeyi başardı. Amaölümünden sonra, Vizigot önder Alarik, peşinden gelen insansürülerine Trakya'yı, daha sonra, Makedonya'yı Tesalya'yı vehatta Peloponnesos'u bile yağma ettirdi. Arcadius, pazarlıketmenin ve Vizigotlar'ı Illyricum'da ("Illirya" - ç.n.) yenitopraklara yerleştirmenin ve Alarik'i "magister militum perIllyricum" ("Illirya Komutanı" - ç.n.) atamanın daha akıllıcaolacağını düşünerek öyle yaptı. Bununla, Alarik'in yolunudeğiştirerek batı yönüne çevirmek mi istiyordu? [50]

    Düşündüğü bu idiyse, başarılı oldu. Honorius'un generaliStilico'ya yenildiği bir ilk denemeden birkaç yıl sonra, Alarikyeniden saldırıya geçti ve 410 yılında Roma'yı ele geçirdi.

    Bundan sonra, Vizigotlar Galya ve İspanya'ya giderekoralarda yerleştiler ve artık Doğu'da hiç görünmediler.

    2) Hunlar. Kısa bir süre sonra, onların bıraktıkları yerleridaha ürkütücü bir halk olan ve sınırları Tuna'ya dayananHunlar aldı. Daha, II. Theodosius onlara, altın olarak, yıllıkbir vergi ödemeyi kabul etmişti. Attila, başa geçtikten sonra,bununla yetinmeyerek, Theodosius'tan, alınan haracın ikikatına çıkmasını ve kendisine magister militum unvanıverilmesini sağladı. Ve bununla da yetinmeyerek, 441 yılındaTuna'yı aştı, Sirmium ve Naisus'u (Niş) ele geçirdi,Konstantinopolis üstüne yürüdü: İranlılar'la savaşmakta olan

  • II. Theodosius, yıllık verginin üç katma çıkarılmasını veHunlar'a aldıkları Romalı tutsaklar için bir kurtulmalıkverilmesini öngören aşağılayıcı bir antlaşma imzalamakzorunda kaldı.

    Ama Attila yine de, 447'de, Tuna'yı aşarak Moisia'yı yakıpyıktı ve Thermopylai'ye kadar gitti: yine pazarlığa oturuldu.Haraç vermeyi reddeden ilk kişi, Marcianus oldu. Bunu, belkide, o sırada Attila'nın gözünün Batı'da olduğunu bildiği içinyapmıştı. Nitekim gerçekten, Attila birliklerini Batı'yayöneltti: Campi Catalaunici'de başarısızlığa uğradı. Attila'nın,452'de, döndüğünde, Konstantinopolis'te saltanat sürenİmparatorla hemen bir savaşa girişecek gücü yoktu. Zatenbir yıl sonra da öldü ve onunla birlikte devleti de son buldu.Böylece, Doğu ikinci bir kez kurtulmuş oluyordu.

    3) Ostrogotlar. Bizans diplomasisinin esnekliği, üçüncü birtehdidi, Ostrogotlar'ınkini de savuşturacak kadar ustaolduğunu gösterdi. 1. Leon zamanında onlara toprakverilmişti. Ama Zenon'a birkaç hizmeti dolayısıyla gururludavranan başkanları Theodoric, elde ettiğinden çok şeyistedi, ve ona verilmiş olan konsillik unvanıyla yetinmeyerek,Balkan Yarımadası'nı yakıp yıktı, Konstantinopolis'te tehlikeyarattı: [51]

    Bu arada da, İmparatorluk'un batı bölümünde olaylar çokhızlı cereyan etmişti: 476'da, bir Cermen boy başkanı olanOdoaker, Romulus Augustuius'u (Roma soyundan gelen sonBatı Augustus'u) devirerek İtalya'yı eline geçirmiş; ardından,Zenon'dan, İtalya'nın yönetiminin kendisine düzenli birbiçimde devredilmesini sağlamıştı. Ama yine de tehlikeliderecede bağımsız davrandığı İçin, Zenon, ince bir fikirle,kendisi Theodorich'ten kurtulurken bir yandan da onucezalandırmayı düşündü: Theodorich'i, şayet kazanırsa,yerine geçeceği vaadinde bulunarak, Odoaker'le savaşmayayolladı. Theodorich, askerleriyle harekete geçti, Odoaker'iyendi, Ravenna'yı aldı: böylece, Doğu üçüncü bir kez

  • kurtarılmış oluyordu.

    Theodorich, kendini, başkenti Ravenna olmak üzere,İtalya'nın hükümdarı ilan etmişti: ama İmparatorAnastasios'dan, kendisini tanımasını, böylece de, bir çeşit,yasallaştırmasını istedi. Anastasios, aynı zamanda,Franklar'ın kralı Clovis'e de konsillik unvanı veriyordu.Böylece, görünüş kurtarılmış oluyordu: İmparatorlukbirliğini, İmparator otoritesini muhafaza ediyordu. Ama busadece görünüşte böyleydi. Hiçbir zarar görmemiş olanDoğu'nun karşısına, gitgide daha çok, Ostrogotlar'ın İtalya'yı,Franklar'ın Galya'nın büyük bir bölümünü, Vandallar'ınAfrika'yı ellerinde bulundurdukları Batı, gitgide daha açıklıklaçıkıyordu. 6. yüzyılda, Justinianos'un tarihin akışını geriyeçevirmeye ve birliği yeniden sağlamaya yönelik tüm çabalarıbunu tam olarak sağlayamayacak ve ondan sonra da, ayrılmaartık kesin ve nihai olacaktır. [52]

  • UÇUNCUBOLUM:JustinianosYüzyılı(518-610)

  • Genelnitelikler

    Justinianos'un saltanat dönemi, Bizans'ın tarihinde,karşımıza, dev boyutlu bir yanlışlık olarak çıkar. Söz konusuyanlışlık, normal ve zorunlu bir gelişmeye ara vermekolmuştur: İmparatorluk'un, aslında, Doğu Romaİmparatorluğu olmuş olmasına; 5. yüzyıl imparatorlarının,Batı üzerindeki kuramsal haklarını terk ve Doğu'nunkurtarılmasına feda etmiş olmasına karşılık, Justinianos,saltanatının başından beri, bakışlarını ve isteklerini batıya –geçmişe - yöneltmiştir. Ve İmparatorluk’un bu ölmüş kısmınıdiriltmek için de, yaşayan kısmı bitirip tüketen pek büyük birçaba gösterdi.

    518 yılında, Anastasios, çocuksuz ve kendisinden sonra tahtakimin geçeceğini belirtmeden öldü.

    Senato ve ordu, tahta, okuması yazması olmayan, ama iyiasker, Illirya'lı I. Justinos'u getirdi. Yeğeni, kendisi gibiIllirya'lı, ama sağlam bir klasik kültüre sahip Justinianosonun yardımcısı ve danışmanı oldu. [53]

    Justinianos, tahta resmen ancak 527 yılında ortak edilmesinekarşılık, ülkeyi yönetmeye 518 yılında başlamış sayılabilir.Justinianos, 565 yılında ölmüştür; dolayısıyla, bu saltanat,sadece süresiyle bile Justinianos yüzyılı adıyla anılmayadeğer.

    Çağdaşlarının çizdikleri Justinianos portreleri her zamanbirbirinin eşi olmamıştır. Ama çağdaşlarının hepsi de, onun,tüm işleri kendisinin görmesini sağlayan ve "yanında bitkindüşen" iş arkadaşları tarafından "hiç uyumayan imparator"adıyla anılmasına yol açan olağanüstü çalışma gücünden sözetmektedirler. Aynı zamanda da, çok otoriter ve gururlu,imparatorluk şanı, gösterişi ve saygınlığına pek düşkündü. Ve

  • nihayet, tabii ki, çok dindar, dolayısıyla, teoloji alanında çokbilgiliydi.

    Justinianos'un pek tutkun olduğu ve 527 yılında onunlabirlikte taç giyen Theodora'nın ülke yönetimindeki payınıbiliyoruz. Theodora, hipodromdaki bir ayı bekçisinin kızıydı;dansözlük, sahne oyunculuğu yapmıştı ve denildiğine göre,hafiften de öte hafifmeşrepti. Tahta geçtikten sonra,eleştirilecek en küçük bir davranışı olmadı ve tümüyle,görevinin büyüklüğüne uygun davrandı. Onu, hiçbir şey,korkunç bir başkaldırının, Justinianos'un neredeyse tahtınıyitirmesine yol açan "Nika" ayaklanmasının çıktığı günsöylediği öne sürülen sözler kadar iyi anlatamaz. O gün,Justinianos kaçmak üzere olduğu bir sırada, Theodora onu,sık sık zikredilen şu sözleriyle durdurdu: "Kaçmaktan başkakurtuluş yolu kalmadığında, ben, kaçmayı istemem. Başındataç taşımış olanların, o tacı yitirdikten sonra artıkyaşamamaları gerekir. Lal renkli kumaşın güzel bir kefenolduğu yolundaki o eski özdeyişi severim."

    Justinianos'un iki fikri, iki hedefi vardı. Roma imparatoruolarak, İmparatorluk'u eski bütünlük ve refahınakavuşturmak istedi. Hıristiyan bir imparator olarak da,herkese bir, dinde doğru yolculuk (Ortodoksluk - ç.n.) kabulettirmenin ve Kilise'nin dogmaları ve düzenini egemencebelirlemenin doğru olduğuna inandı. [54]

    Justinianos'un tüm politikasının açıklaması budur. Dışpolitikasını ise, Batı'yı yeniden ele geçirme fikri belirliyor; buarada, yaşama ve idare alanında ortaya koyduklarının amacıda, böylece yeniden kurulmuş olan İmparatorluk'a biçimi vegörkemini yeniden kazandırmaktı. Justinianos'un, bu konuda,önünde, örnek olarak, şanlı Roma geçmişi vardı. Dinikonularda, Roma, pek bir çözüm sunmuyordu ve Justinianoskararsız kaldı. Kendisi, Batı'yla ve Papalık'la anlaşmayönünde eğilim gösteriyordu.

  • Theodora ise, belki de daha ileri görüşlü olduğu için ve doğuillerinin önemini daha iyi anlaması nedeniyle, Monofizizmdenyana bir politika salık veriyordu.

    Dışpolitika

    Dış politikanın ana fikrini biliyoruz: Roma İmparatorluğu'nuyeniden kurmak. Bunun başlıca aşamaları da belliydi.Justinianos, batıda hareket serbestisine sahip olabilmek için,İran'la savaşa son verdi.

    Sonra, Afrika'yı Vandallar'dan, İtalya'yı Ostrogotlar'dan,İspanya'nın bir kısmını da Vizigotlar'dan geri aldı. Böylece,hiçbir yerde Roma İmparatorluğu'nun eski sınırlarınavaramadıysa da, hiç olmazsa, Akdeniz'i yeniden bir Romagölü durumuna getirmeyi başardı. Ama Doğu uyanıyordu:İran'la savaş yeniden başladı; ardından, Hun ve İslavistilaları imparatorluk için tehlike oluşturdu. Zayıflamış olanJustinianos, artık savaşmadı, haraç verdi. Ustaca birdiplomasiyle, bir yandan Barbarları uzakta tutarken, biryandan da, derinlemesine bir tahkimat sistemiyle,İmparatorluk’u "geniş bir tahkimli ordugâh"a (Ch. Diehl)dönüştürdü. [55]

    Batı'dafetihler

    Roma imparatorluğu, Cermen sorunu gibi, İran sorununu daçözüme kavuşturamamıştı. Trajanus'un gösterdiği tümçabalar boşuna oldu. Julianos Apostata savaşta öldü. Ardılılovianus ise Dicle'nin sol kıyısını terk etmişti. Justinianos’un

  • en iyi generallerinden biri olan Belisarios'un komutasında,527 ile 531 yılları arasında yürütülen sefer kesin sonuçsağlamadı. Sonuç almakta acele eden Justinianos, 532'de,çok sert koşullara karşın, İran'ın yeni hükümdarı I. HüsrevAnorşarvan'la, ancak bir ateşkes olacak olan bir "ebedi barış"imzaladı. Ve hemen, yüzünü batıya çevirdi.

    Arius'çu Barbarlar'ın egemenliğine katlanamayan Roma halkıve dinde doğru yoldaki halk tarafından da istenen, Batı'nınyeniden fethi, Afrika'da, Geiserich'in Vandal krallığınınkiylebaşladı. Bunun bahanesi, Gelimer'in 531'deki taht gasıplığıoldu. Belisarios’un 533'te başlayan parlak bir seferi, 534'teGelimer'i teslim olmak zorunda bıraktı. Doğrusu, bazı Berberiayaklanmaları bu zaferi tartışma konusu yapmamış dadeğildir: Belisarios’un Afrika'daki ardılı, yenildi ve öldürüldü.Ama huzur yeniden ancak 548'de sağlandı. Böylece, Fas'ınbatı bölümü dışında, Kuzey Afrika yeniden Roma'nın elinegeçmiş oluyordu.

    Ostrogotlar'a karşı sefer, daha güç oldu ve daha uzun sürdü.Bu sefer, Afrika'daki zaferden hemen sonra, 535'te başladı.Gerekçesi, Büyük Theodorich'in kızı - ve aynı zamanda ardılıda olan -Amalasonte'nin, kocası Theodat tarafındanöldürülmesiydi. Başlangıçta, parlak sonuçlar alındı:Belisarios, Dalmaçya ile birlikte, Sicilya'yı, Roma'yı veOstrogotlar'ın başkenti Ravenna'yı ele geçirdi; 540'ta,Ostrogot Kralı Viügis'i tutsak ederek Konstantinopolis'e,Justinianos'a getirdi. Ama yeni bir Got kralı olan Totila, herşeyi tersin