etkili yorum 21
DESCRIPTION
İhlas Koleji'nin Çıkardığı Kurumsal DergiTRANSCRIPT
İMTİYAZ SAHİBİHami Koçİhlas Eğitim Kurumları Genel Müdürü
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜServer Gürsoy
SANAT YÖNETMENİAytekin Karaca
DANIŞMA KURULUAzmi AksoyHamdi Özakay Sebahattin Kazaz Müge Kılıç
REKLAM SORUMLUSU Ali Oğuz Çelikörs0212 639 68 70
YAZI İŞLERİİbrahim CebeciNurcan MelekoğluKübra HamdioğluBahar ÇelikHülya DerinoğluGizem TopalcıEsra ÇayırlıGökhan ErgürMevlüt Dalkılıç
HABER EDİTÖRÜLevent Çelik
GRAFİK ve TASARIMSerdar Mert
FOTOĞRAFLARİbrahim KaracaSalih Kadakci
YAPIMDVC İletişim 0 212 452 24 90
BASKIİhlas Gazetecilik. A.Ş.Merkez Mahallesi 29 Ekim Caddesiİhlas Plaza No:11 A/41Yenibosna-Bahçelievler / İSTANBULTel: 0 212 454 30 00
HAZİRAN - 2014
İHLAS KOLEJİ BİREYSEL GELİŞİM ve EĞİTİM DERGİSİ
04 Anne Babaları Korkutan Sorun Çocuğum Yemek Yemiyor
10 Her Hareketli ÇocukHiperaktif Değildir
18 Baba, Çocuğuyla İletişimde Olmalı ÇocuğununEğitiminde Aktif Rol Oynamalı
06 Ailenin YansımasıÇocuk
12 Aile İçi İletişimde Nelere Dikkat Edilmeli
20 Meslek Seçiminde Ailenin Rolü
08 İletişim
16 Biz Bu Çağdan Rahatsızız
22 Ne Söylediğin Değil Nasıl Söylediğin Önemli
Birçok aile çocukların yemek yememesinden yakınır. Zaman zaman bu sorun ailede huzurun kaçmasına neden olabilir.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ruhsal bir hastalığı tanımlamak için kullanılır.
Çocuğuna sevgi ve şefkat göstermek, onunla oynamak, onun günlük ihtiyaçlarını karşılamak gibi sorumluluklar paylaşılmamalıdır.
Çocuğun erken yaşlarda en çok etkileşimde bulunduğu ailesidir.
Çocukların arkadaşa değil anne babaya ihtiyacı vardır.Çocuğu sevmek onun maddi ihtiyaçlarını karşılamak anlamına gelmemektedir.
Meslek seçiminde öğrencinin o mesleğin yetenek, ilgi, yeterlilik gibi birtakım özelliklerine sahip olması gerekmektedir.
Olayların nedeniyle değil ne olduğuyla ilgilenmek.
Bizim zamanımızda diye başlayan cümlelerin çocukları sıktığını fark etmiştim, bir zamanlar.
Padişah bir gece düşünde tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür.
24 Çanakkale’deki Gül Bahçeleri26 Sevgi28 Oyun ve Çocuk30 İnternet ve Bilgisayarın Bilinçli Kullanımı32 2 Yaş Sendromu34 Şiir - Mavi Düş35 Engelli mi? Engellenmiş mi?36 Geçmişten Geleceğe38 Çağımızın Hastalığı: Obezite42 “Çocuk Oyunu” Deyip Geçmeyin Oyun Ciddi Bir İştir46 Az Miktarda Stres Öğrenmeyi Kolaylaştırıyor47 Sınır Sizsiniz
İÇİNDEKİLER
ETKİLİYORUM 1
2 ETKİLİYORUM
Server Gürsoy
Kişilik olmadan…
Kişilik, bireyi başkalarından ayıran doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı özelliklerinin bütünüdür. Çocuklar bir takım genel tutumları, özel bazı davranışları anne babalarını gözleyerek öğrenirler. Anne babaların çocuk yetiştirme tutumları, onların nasıl bir kişiliğe sahip olacağının belirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Bir erkek çocuk babasını gözlemleyerek, erkek gibi davranmayı öğrenirken, annesini model alan bir kız çocuğu da, bir kadın gibi davranmayı anneden öğrenmektedir.
Özetle söylemek gerekirse, örnek alma sürecindeki çocuklar, anne-babanın pek çok kişilik özelliklerini taklit etmekte, ahlaki ve kültürel değerlerini öğrenmektedir. Anne-babanın çocuklarına olumlu kişilik özelliklerini yansıtması ve ortamda yaşatması, onların kişilik gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
Kişiliğin önemini yansıtan bir hikayeyi sizlerle paylaşmak isteriz.
* * *
Öğrenciler, sınıfta öğretmenin gelmesini bekliyorlardı.
Az sonra öğretmen tüm ciddiyetiyle kapıda belirdi.
Sınıftaki öğrencileriyle gözgöze geldikten sonra kürsüye geçti.
Tebeşiri alarak tahtaya kocaman bir (1) rakamı çizdi.
“Bakın, bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey...”dedi.
Sonra bir (1)’in yanına bir sıfır(0) yazdı. “Bu, başarıdır.
Başarılı bir kişilik, bir (1)’i on (10) yapar.”
Bir sıfır (0) daha koydu. “Bu, tecrübedir. On (10) iken,
yüz (100) olursunuz”...
Ardından bir sıfır (0) daha koydu. “Bu, çalışmaktır. Yüz
(100) iken, bin (1000) olursunuz”...
Sıfırlar böyle uzayıp gitti; yetenek, disiplin, sevgi,
saygı, tevazu…
Eklenen her yeni sıfır (0)‘ın kişiliği on (10) kat daha
zenginleştirdiğini anlattı.
Sonra eline silgiyi alıp en baştaki bir (1)’i sildi.
Geriye bir sürü sıfır kaldı ve dediki “olumlu bir kişilik
olmadan diğerleri bir hiçtir.”
***
Bireyin yaşamında en önemli kişiler ve kişilik
kazandıranlar öncelikle anne ve babalarıdır. Aile
içindeki iletişimi sağlıklı ve doyurucu olan çocuklar,
zenginleştirilmiş kişilik özellikleriyle çevresiyle,
arkadaşlarıyla daha kolay ve arzulanan iletişimi
geliştirebilmekte, etkili kişilikleriyle de topluma artı
değer katmaktadırlar.
Sağlıklı ve kişilikli nesiller yetiştirme dileklerimizle…
ETKİLİYORUM 3
EDİTÖRDEN
ETKİLİYORUM 3
Birçok aile çocukların yemek yememesinden yakınır. Zaman zaman bu sorun ailede huzurun kaçmasına neden olabilir.
Anne babaları korkutan sorun
Çocuğum Yemek Yemiyor
Çocuklar özellikle “Hayır”
dönemlerinde (yaklaşık
18 ay ile 3 yaş arası) anne
ve babasına karşı çıkmanın ve
kişiliğini ispatlamanın bir şeklini
de yemeklerde gösterirler.
Önüne koyduğunuz şeyleri daha
evvel yiyen, bitiren çocuğunuz
bir bakmışsınız ağzına hiç bir
şey koymuyor, yaptıklarınızı
beğenmiyor, yemek seçiyor ve
yemek zamanlarını inanılmaz
kabuslara dönüştürüyor. Bu
sık rastlanan olaya yaklaşırken
sebeplerini araştırmamız,
çocukların neden yemek yemek
istemediklerinin ve neler yapıp,
neler yapmamamız gerektiğinin
üzerinde durmak lazım...
Siz bir anne olarak
çocuğunuz yemek yemediği
zamanlarda kendinizi çok kötü
hissedeceksiniz, hatta suçu belki
kendinizde bile arayacaksınız.
Acaba hasta mı oluyor veya
başka bir problemi mi var, diye
düşüneceksiniz ve soluğu
doktorunuzda alacaksınız. Kendi
çocuklarının çok güzel yemek
yediğini söyleyen arkadaşlarınıza
kulağınızı kapatın, kararlı ve
istikrarlı bir şekilde, besin
dengesini bozmadan ve
zorlamadan çocuğunuza yemek
yedirmeye gayret edin.
4 ETKİLİYORUM
1Özellikle hayır dönemlerinde kişiliklerini ve varlıklarını ispatlamak ve size söz geçirmek için birçok şeye itiraz ettiği gibi yemek yemeye de karşı gelecek veya yaptığınız yemekleri beğenmeyip problem yapacaktır.
2İlerleyen yaşlarında bebeklik dönemindeki kadar hızlı büyümediği için yemek yemesi de azalacaktır. Bebekler ikinci yıllarında ilk yılları kadar çok yemeye ihtiyaç duymazlar, bu dönemde büyümeleri daha yavaş olduğu için kalori ihtiyaçları da azalacaktır.
3Eğer o anda onu çok meşgul eden bir şeyle ilgileniyor veya oyun oynuyorsa, kendini de bu yaptığından alamıyorsa, kesinlikle buna ara verip yemek yemek istemeyecektir.
4Daha sonra yemek yiyebileceğini düşünebilir ve o anda daha acıkmamış veya istemiyor olabilir.
5Önüne koyduğunuz yemekleri beğenmiyor olabilir, ne de olsa çocuğunuzun da damak zevki oluşuyor ve bazı yemekleri daha çok seviyor, bazılarını da sevmiyor olabilir.
Pratik ÖnerilerÇocuğunuz istediğiniz gibi yemek yemiyorsa neler yapabileceğinizle ilgili size birkaç pratik bilgi vermek istiyorum.
1İlk olarak sakin ve kararlı bir tutum sergilemeniz, olaylara bilinçli bir şekilde yaklaşıp aile huzurunuzu ve sinirlerinizi bozmadan yemek saatini geçirmelisiniz. Unutmayın ona ceza vererek veya bağırarak hiç bir şeyi çözemediğiniz gibi işleri daha da karıştırırsınız. Kesinlikle baskı uygulamayın ve onu anlayışla karşılayın.
2Çocuğunuz yemek yemiyor veya yemek seçip az yiyorsa yapılan yemeklerin daha besleyici ve kalorili olmasını sağlayabilirsiniz.
3Yemek yaparken çocuğunuzun ağız tadını da biraz göz önünde bulundurun, aslında makarna ve pilavdan başka bir şey istemeyecektir ama yine de yedekte onun sevdiği ve reddetmeyeceği yemekler bulunsun.
4Yemek yaparken veya sofrayı hazırlarken, sonrasında da toplarken size yardım etmesini isteyin, bu çok hoşuna gidecek ve yemek yemesini motive edecektir.
5Yemek yeme saatlerini düzenleyin, yemek zamanı açıkmış olsun. Mümkünse yemeğe tüm aile bireyleri birlikte otursun ve çocuğunuz tüm ailenin yemek yediğini görsün.
6Yemek yeme ve yemek saati alışkanlıklarını kazandırmaya çalışın ve yemek yemenin herkes için bir gereksinim olduğunu anlatın.
7Yemek yerken onunla sohbet edin, başka şeylerle ilgilenip onun da dikkatini dağıtmayın.
8Kendi kendine yemek yemesine izin verin, belki üzerini ve etrafı kirletecektir ama yemeğini yiyecek ve bundan hoşlanacaktır. Ara sıra ellerini bile kullanmasına izin verebilirsiniz.
9Yemek yemeyen veya reddeden çocukların yemek aralarında abur cubur yemesine engel olun.
10Devamlı aynı yemekleri vererek sevdiği yemeklerden bile çocuğunuzu soğutabilir ve yememesine sebep olabilirsiniz. Devamlı yediği yemeklere yeni ve değişik tatlar ekleyerek bunu engelleyebilirsiniz.
11İçeceklerin önemini unutmayın, çocuğunuza verdiğiniz süt miktarı yemek yemesini etkileyebilir. Yemek sırasında herhangi bir şey içecekse bu bir bardak ile sınırlı olmalıdır.
DOKTORUNUZ DİYOR Kİ...Çocuğunuz yemek yemiyor diye paniğe kapılmayın. “Bunun bir sebebi olmalı?” diye düşünün. Ve bu sebebi bulun. Çocuğunuzun sevdiği yemekleri uygun biçimde verin. Azarlamayın. Yemek yemeyi sevdirmeye çalışın. Bunu bir doğallık içinde yapın. Hepsinden önemlisi, yemek yesin diye baskı yapmayın, ceza vermeyin.
Neden yemek istemezler?
ETKİLİYORUM 5
ElifYILMAZ
Ailenin Yansıması Çocuk
Kişiliğin, karakter oluşumunun
temeli 0-6 yaş döneminde
atılmaktadır. Bu dönemde
çocuğun yaşadığı her durum,
hayatının daha sonraki döneminde
etkili olmaya devam edecektir.
“Erken çocukluk” olarak
adlandırdığımız bu dönemde çocuk
büyük bir hızla gelişir. Zekası,
algılayışı, kişiliği, davranışları ve
zihinsel yetenekleri yani tüm gelişim
alanları büyük oranda bu dönemde
biçimlenir. Yedi yaşına gelen bir
çocuğun artık zihinsel yetenekleri,
davranış alışkanlıkları, dil kabiliyeti,
duygusal denetimi, kavrayışı
şekillenmiş durumdadır.
Çocuğun erken yaşlarda en çok
etkileşimde bulunduğu ailesidir.
Bu şekilde değerlendirdiğimizde
ailenin, çocuğun gelişimi üzerinde
oldukça etkili olduğunu açıkça
söyleyebiliriz. Bu aşamada
ebeveyn-çocuk etkileşiminin
kalitesi çok önemlidir. Ebeveynler
özellikle üç alanda çocuklarının
gelişimini etkilemektedirler:
Ebeveyn çocuk etkileşiminin
kalitesi, ailenin çocukların gelişimi
için onlara sundukları fırsatlar,
çocukların sağlıklı büyüme ve
dengeli beslenme gereksiniminin
karşılanması.
Çocuklar, içinde yetiştiği, büyüdüğü, sahip olduğu ailenin yansımasıdır. Anne-babaların benimsedikleri tutumları, değerleri, ilişki biçimleri, hayata karşı bakışları, algı biçimleri çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde etkili olmaktadır.
6 ETKİLİYORUM
Ailenin Çocukların Gelişimi İçin Onlara Sundukları Fırsatlar:
Anne babaların, gelişimlerini
desteklemek için çocuklara farklı
seçeneklerin olduğu ortamlar
sunmaları gerekir. Bu ortamlar
onların gelişimlerini farklı uyarılar
aracılığı ile destekleyecektir.
Örneğin; arkadaşlarıyla
olabilecekleri ortamlar oluşturmak,
farklı yerlere götürmek gibi. Ayrıca
çocuğun aile içinde kendini
ifade edebileceği sürekli, belirgin
zamanlar oluşturmak da gerekir.
Örneğin; haftada bir aile toplantısı
yapmak, çocuğun fikirlerine her
zaman önem verdiğinizi göstermek,
onu dinlemek, çocuğun gelişimi
ve kendine güveni için son derece
önemlidir.
Çocukların Sağlıklı Büyüme ve Dengeli Beslenme Gereksiniminin Karşılanması:
Çocuğun dengeli beslenmesini
sağlamak, fiziksel büyümesini takip
etmek, kilo-boy artışlarını takip
etmek, sağlık kontrollerini sağlamak,
yaşamını tehlikeye atabilecek
ortamlardan korumak gerekir.
Çocuk yetiştirmek, bu ve buna
benzer birçok süreci içerisinde
barındırır ve çocuğun ileri yıllardaki
gelişimi, kişiliği, toplumsal
ilişkileri ve yaşam kalitesi tüm bu
süreçlerden etkilenerek oluşacaktır.
Bu sebeple, bu noktada ebeveynlere
büyük görev düşüyor.
Son olarak kişilik gelişimiyle ilgili
oldukça anlamlı olan bir hikâyeyi
sizinle paylaşmak istiyorum. Bir
babayla oğlu, dağlık bir bölgede
yürüyüşe çıkmışlar. Bir ara çocuğun
ayağı kaymış ve canı yanınca
‘aaaahhh’ diye bağırmış. Dağlarda
yankı yapan sesi geri dönmüş
‘aaaaahh’ diye. Çocuk şaşırmış:
“Sen kimsin?” diye bağırmış. Ses
yine geri gelmiş. Çocuk sinirlenmiş:
“Sen bir korkaksın.” demiş. Dağdan:
“Sen bir korkaksın.” cevabı gelmiş.
Çocuk şaşkın şaşkın babasına
neler olduğunu sormuş. Babası da
gülerek: “Bak şimdi seyret.” demiş.
“Hayatı çok seviyorum.” Dağdan
ses gelmiş: “Hayatı çok seviyorum.”
“Sen harikasın.” Dağdan yine ses
gelmiş: “Sen harikasın.” “Seni
seviyorum.” Dağdan yine ses
gelmiş: “Seni seviyorum.” Çocuğun
şaşkınlığının arttığını gören baba:
“Bu hayattır oğlum. Yaşamdan
ne istiyorsan, önce onu sen
vermelisin. Verdiklerin aldıkların
olacaktır. Tatlı sözler, tatlı yankılar
oluşturur. Sevilmek istiyorsan önce
sen sevmelisin. Saygı istiyorsan
önce sen saymalısın. Anlayış
bekliyorsan önce sen saygı
göstermelisin. Yani yaşamda neyle
karşılaşmak istiyorsan, yankısını
oluşturabilmek için bunu önce sen
yapmalısın.”demiş.
Ebeveyn-Çocuk Etkileşiminin Kalitesi
Karşılık: Çocuğun duygularına,
ihtiyaçlarına cevap vermek, çocuğa
sıcak, yakın davranmak, çocuğun
kendisini ifade etmesine izin veren,
çocuğu teşvik eden bir tutum içinde
olmaktır.
Baskıcı, cezalandırıcı tutumdan
kaçınmak: Çocukla ilişkide, baskıcı,
otoriter, zorlayıcı, çocuğa aşırı
müdahaleci olmamak ve uygun
yöntemleri kullanmada yetkin olmak
önemlidir.
Çocukların duygularını fark
etmek ve duygularına yönelik
uygun tepkiler vermek: Çocukların
duygularını adlandırmak, ifade
ettiği duygularına hassas olmak,
duygularını yok saymamaktır.
Çocuğun üzüntüsünü, sevincini,
korkusunu, öfkesini dikkate alarak
“üzüldün, korktun, sevindin” gibi
duygularının isimlerini söylemektir.
Ayrıca ebeveyn olarak kendi
duygularımızı da uygun şekilde
ifade ederek çocuğa örnek
olmalıyız.
Sorunları uygun çözme
yöntemleri: Çocukla ilişkide,
çatışmaları, sorunları uygun
şekilde çözme yöntemlerini içerir.
Dinlemek, kendini ifade etmek,
sorunlarla ilgili çözüm önerileri ve
seçenekler sunmak, onun önerilerini
dinlemek ve dikkate almak uygun
yöntemlerdendir.
ETKİLİYORUM 7
Bir sorunu çözmek için insanlar
düşünce alışverişinde
bulunurlar bir başka deyişle,
iletişim kurarlar. Uygar konuşma
ve tartışma becerisinin gelişmemiş
olduğu toplumlarda, bir sorunu
çözmek için başlatılan etkileşim,
kısa sürede sürtüşme ve çatışmaya
dönüşür. Böylece var olanı çözmek
şöyle dursun, soruna yenileri eklenir.
Olayların Nedeniyle Değil Ne Olduğuyla İlgilenmekİletişim aynı zamanda;• Ne söylediğinizi bilmek,
• Bunu ne zaman,
•Nerede,
• En iyi nasıl söyleneceği
hususunda fikir yürütmek,
• Olayları basite indirgeyerek
sunabilmek,
• Akıcı bir dille ve karşınızdaki
kişiyle göz kontağı kurarak
konuşabilmek,
• Dikkati yoğunlaştırabilmek ve
karşınızdaki kişinin verilen mesajı
anlayıp anlamadığını kontrol
edebilmektir.
Bu noktalara dikkat ederek Anne-baba ve çocuk arasında kurulan olumlu iletişim de ailenin mutluluğunu arttırır. Ayrıca çocuğun bu iletişim tarzını model alarak hayatı boyunca sağlıklı sosyal ilişkiler kurmasına yardımcı olur ve kendini ifade yeteneği ile özgüvenini güçlendirir.
İki kişi ya da kişiler arasında kurulacak iletişim, iki yaşındaki çocuk için de, ergenlik çağındaki çocuk için de aynıdır. Hem özsaygının hem de karşılıklı saygının anahtarıdır.
İletişimNasuh Mevlüt
DALGIÇ
8 ETKİLİYORUM
1Çocuğunuzun kendisiyle
ilgilendiğinizi, ihtiyacı olduğunda
yardım edeceğinizi bilmesini
sağlayın.
2Çocuğunuz sizinle konuşmak
istediğinde televizyonu kapatın
veya gazeteyi elinizden bırakın.
3Çocuğunuz size önemli bir
şey söylemeye çalışırken telefon
görüşmesi yapmaktan kaçının.
4Başka insanların, özellikle
dâhil olması gerekmediği
sürece, konuşmalarınızı özel
tutun. Unutmayın, çocuğunuzla
aranızdaki en iyi iletişim
etrafta başka insanlar yokken
gerçekleşir.
5Çocuğunuzu başka insanların
önünde utandırmak veya güç
duruma düşürmek sadece
içerleme ve düşmanlık duyguları
hissetmesine neden olur, iyi bir
iletişime değil.
6Çocuğunuzun tepesinden
konuşmayın. Konuşurken fiziksel
olarak çocuğunuzun düzeyine
inin ve onunla göz teması
kurmaya özen gösterin.
7Çocuğunuzun bir davranışı
ya da bir olay nedeniyle
çok sinirliyseniz, objektif
davranamayacağınız için,
yeniden sakinleşene kadar
iletişim kurmaya çalışmayın.
Beklemek, yatışmak ve çocukla
daha sonra konuşmak en iyisidir.
8Çok yorgunsanız aktif bir
dinleyici olabilmek için daha fazla
çaba harcamanız gerekecektir.
Gerçek bir aktif dinleme kolay
iş değildir; bedeniniz ve zihniniz
yorgunken daha da zorlaşacaktır.
9Dikkatle ve nazik bir şekilde
dinleyin. Çocuğunuz bir şey
anlatmaya çalışırken sözünü
kesmeyin. Çocuğunuza
arkadaşlarınıza gösterdiğiniz
nezaketi gösterin.
10Olayların nedenini sormayın,
ne olduğunu sorun.
11Çocuğun anlatmaya çalıştığı
durum hakkında önceden bilgi
sahibiyseniz, bunları çocuğunuzla
paylaşın.
12“Senin için neyin iyi
olduğunu ben biliyorum.”,
“Sadece dediğimi yap, sorun
çözümlenecektir.” ya da “Ben
sözümü bitireyim sen de
konuşacaksın.” gibi cümleleri,
telkinlerde bulunmayı ve ahlaki
açılardan kınamayı en az
düzeyde tutun. Bunlar açık
iletişim kurma ve bu açıklığı
devam ettirmeye yardımcı
olmayacaktır.
13“Aptal, budala, tembel” gibi
aşağılayıcı sözler kullanmayın.
14Çözüme yönelik somut
adımlar geliştirmesi için çocuğa
yardımcı olun.
15Çocuğu yaptığı veya
yapmadığı şeylerden dolayı değil,
kendisi olduğu için kabul ettiğinizi
gösterin.
16Çocuğun açık iletişimi
sürdürmesini destekleyin. Bunu,
çocuğu olduğu gibi kabul ederek
ve gösterdiği iletişim çabalarını
takdir ederek sağlayabilirsiniz.
Anne Baba ve Çocuk Arasındaki Olumlu İletişimin Temel İlkeleri
ETKİLİYORUM 9
Uzman PsikologZeynep KAN
çok önemlidir. Çünkü her hareketli
çocuk hiperaktif değildir ya da dikkat
dağınıklığı yaşayan herkeste
“Dikkat Eksikliği” yoktur. Dikkat
Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
ruhsal bir hastalığı tanımlamak için
kullanılır. Bu tanı, uzman bir çocuk
doktoru ya da ergen psikiyatri doktoru
tarafından konulabilir.
Dikkat eksikliği yapısal bir sorundur.
Beynimizin biyokimyasal yapısı ile
ilintili bir problemdir. Dikkat merkezinin
iyi fonksiyonda olmamasına
bağlı gelişen bir bozukluktur. Aile
öncelikle, çocuğunda dikkat eksikliği
probleminin varlığını kabul etmeli ve
çocuğun davranışlarını yönlendirirken
bu durumu mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. Dikkat sorunu, çocuğun yaşam kalitesini olumsuz olarak etkiliyor ve akademik başarısını düşürüyor ise mutlaka ilaç tedavisi uygulanır. Aile bu konuda bilgi sahibi olmalı ve bir çocuk psikiyatrisi ile tedaviyi sürdürmelidir.Özellikle okul çağındaki bireylerin akademik başarısını olumsuz olarak etkileyen dikkat eksikliği son yıllarda artış göstermektedir. Kişinin var olan potansiyelini etkilemesi sebebiyle de yaşam kalitesini düşürmektedir.
Dikkat eksikliği öyle bir problemdir ki, çocuğun sosyal yaşamını da etkilemektedir. Bu tür çocuklar insanlarla çok fazla kaynaşamamakta, çeşitli tedirginlikler yaşamaktadır. Büyüdüğü zaman ailesiyle ve arkadaşlarıyla sorunlar yaşayabilmektedir. Bu tür çocuklarda ayrıca yaşamının ileriki safhalarında, kendine güvenememe, başarısız olma duygusu, kaygı sorunları, genel bir memnuniyetsizlik hali gibi belirtiler de ortaya çıkabilmektedir. Hatta daha ileriki safhalarında depresyon belirtileri dahi görülebilmektedir.
Dikkat eksikliği, çocuğun elinde olmadan gelişen bir klinik tablodur. İlaç tedavisinden korkup çekinen ve tedaviyi reddeden aileler çocukla yaşadıkları çatışmaların uzun vadede nelere mal olacağını iyi düşünmelidirler. Bu durumda çocuğun tedavi edilmemesi, aslında çocuğa yapılan büyük bir haksızlıktır. Hak etmediği bir muamele ile karşılaşan çocukta uzun vadede özgüven sorunu olması kaçınılmazdır.
Dikkat eksikliği olan bir çocuğa sahip anne babanın çok sabırlı ve anlayışlı olması gerekir. Tedavisi uzun zaman alan bu klinik tablonun çözümünde ailenin rolü büyüktür. Amacımız çocuğa yardımcı olmak, onun yaşam kalitesini artırmak ve özgüvenini zedelememektir.
Her Hareketli ÇocukHiperaktif Değildir
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ruhsal bir hastalığı tanımlamak için kullanılır.
Son zamanlarda ailelerden ve
öğretmenlerden en çok duyduğumuz
cümleler: ‘Sabırsız, başladığı işi yarım
bırakır, karşısındakini dinlemez, her
şeyi unutur, sırasında oturamaz, kıpır
kıpır, bilgisayar başında saatlerce oyun
oynar ama derse bir türlü oturamaz…’’
Dolayısıyla çocuk, yaşına uygun bir
hareketlilik gösterse bile çoğu aile
“Acaba çocuğum hiperaktif mi?” diye
kaygılanıp çözüm yolları aramaya
başlamakta.
Bu noktada duruma sağduyulu
yaklaşıp doğru tanıyı koyabilmek
10 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 11
Günümüzde iletişim ve iletişim
kanalları geçmişe oranla
hızla gelişmektedir. Kişileri,
grupları, toplumları zaman ve
mekân farkı gözetmeden aynı yöne
baktırabilmektedir. Aynı duygu
ve düşünceleri paylaşmalarına
imkân sağlamaktadır. Bu baş
döndürücü ilerleme toplumlar
üzerinde hâkimiyeti geliştirdiği gibi
toplumların yönlendirilmesinde ve
aynı zamanda bilinçlendirilmesinde
etkili olmaktadır.
İletişim olanaklarının bu kadar
gelişmiş olduğu bir zamanda bir de
iletişim hastalıkları ortaya çıkmıştır.
İletişim hastalıkları fizyolojik ve
psikolojik olarak iki ana başlık
altında değerlendirilebilir. Biz
psikolojik nedenleri ve sorunları
irdelemeye çalışacağız.
Günümüzde insanı rahatlatan ve
günlük işlerde kolaylık sağlayan
teknolojik gelişmeler olurken bir
yanda da insanı mutsuz eden
yan tesirleri oluyor. Özellikle
iletişim hastalıkları aile üzerinde
yıpratıcı ve büyük sorunlara neden
olabilmektedir.
Sosyalleşmenin ve öğrenmelerin ilk
başlangıç yeri olan aile çocuğun
fiziksel ve ruhsal gelişiminde çok
önemlidir. Çocukla kurulan diyaloglar
ilk olarak ailede başlar. Kurulan
iletişimin yaş sınırı bulunmamaktadır.
Ancak her yaşın kendine özgü bir
durumu vardır. Yeni doğan çocuklar
bu iletişimini ağlayarak, mırıltılar
çıkartarak yaparken daha sonraları
yavaş yavaş öğrendiği kelimelerle
iletişimini sağlamaktadır.
İletişim aşama aşama değişerek
gelişim gösterirken aile içindeki
Aile İçi İletişimde Nelere Dikkat Edilmeli
Çocukların arkadaşa değil anne babaya ihtiyacı vardır.Çocuğu sevmek onun maddi ihtiyaçlarını karşılamak anlamına gelmemektedir.
MevlanaÇAKIRAL
12 ETKİLİYORUM
iletişim ne kadar kopuksa çocuk
kendini o derece dışlanmış
hissedecek, toplumla ve kendi
akranlarıyla kuracağı iletişimde
zorluklar yaşayacaktır. Bu zorluklar
yaşandıkça gelişim sürecinde
aksaklıklar meydana gelecek ve
aileyle arasında iletişim zorluklarına
bağlı çatışmalar yaşanacaktır.
Sokağa meyleden, kötü arkadaş
guruplarına bulaşan çocuk
incelendiğinde aile içi şiddetin,
iletişimsizliğin çok belirgin olduğu
görülmektedir. Bu gençler ve
çocuklar gelişim ve ergenlik
dönemlerinde duygusal olarak bazı
eksiklikler çekerler. Bunun yanında
hassaslaşır ve aynı ortamda ciddi
farklılıklar yaşarlar. İşte bu noktada
kuracağımız iletişim çocuğun
gelişiminde ana rolü oluşturmaktadır.
Gençler en çok bulundukları ortam
olan ailede öncelikle kabul görmek
ister. Kişisel gelişimi ve öz saygısının
gelişim yeri ailedir. Kişisel gelişim
için ailede öz saygı, kendine güven,
kendini ifade edebilme yeteneği
gibi bireysel önemi çok olan
yönlerin geliştirilmesi gerekmektedir.
Ebeveyn öncelikli olarak aile içi
iletişinin geliştirilmesinde çaba sarf
etmelidir. Bunun için de birtakım
çalışmalar yapmak kaçınılmazdır.
Aslında yapılacak çalışmalara
bakıldığında fazladan yük gibi
görünmekle beraber insan olmanın
gereği, hayatımızda bulunması
gereken özelliklerdir. Aile içi iletişim
kurarken dikkat edeceklerimiz şunlar
olmalıdır:
• Çocuğumuza zaman ayırmak,
ona özel bir an ayırmak onun
değerli olduğunu gösterir. Belirli
bir aktiviteyi yapmak nitelikli zaman
geçirmek anlamına gelir.
• Çocuğu sevmek, onun maddi
ihtiyaçlarını karşılamak anlamına
gelmemektedir. Her istediğini
yapmak, her istediğini almak iyi
ebeveyn olmak anlamına gelmez.
Çocuklar sevgiyi birer davranış
olarak görmek isterler. Onunla
herhangi bir şeyi paylamak sevgiyi
somutlaştırmak demektir. Sevgiyi
eyleme dönüştürmekten asla
geri durmamalıyız. Çocuğun
beklemediği bir zamanda hediye
alması somutlaştırma yolunda iyi bir
adım olabilir.
• Çocukla aynı ortamda bulunmak,
ilgilenmek anlamına gelmez.
Onunla konuşurken her durumda
onun yüzüne bakmak
gerekir. O konuşmasını
sürdürürken
ebeveynin başka
bir işle uğraşması
kötü iletişim örneği
olacaktır. Onunla
ilgilenmenin her
şeyden önemli olduğu
bilinmelidir.
• İletişim önündeki en büyük
engellerden biri kişinin
yadırganacağını, küçümseneceğini,
eleştirileceğini düşünmesidir. Bu
düşünüş bireyi iletişime geçmek
için engeller. Konuşmak istemez.
Kendine değer duygusu eksik
kalacağından bu duygu için ise
başka kanallara yönelmesine
neden olacaktır. Bu süreç ise
genelde arkadaş ortamlarında
bulunarak giderilmektedir. Arkadaş
ortamları ise risk bölgesinde
sayılabilecek bir durumdur. Çünkü
kabul edilebilirliği önceliği hâline
getirmiş olan bireyin bu duygunun
karşılanmasında arkadaş niteliğine
değil kendisine duyulan saygının
var olup olmadığına bakmasına
neden olacaktır. Hiç kimse kendini
eleştiren, kınayan, küçümseyen
kişilerle arkadaşlık
yapmaz.
ETKİLİYORUM 13
Ebeveyn olmak bunu değiştirmez.
Aynı çatı altında olunabilir ancak
kopuk, birbirini anlamayan bir aile
ortaya çıkar.
• Yukarıdaki engeli yaşamayan
bireyin kendine olan güveni
artacaktır. Dolayısıyla ruhen kendini
ailenin bir parçası olarak görecektir.
Dinlenmek bireyin en büyük
ihtiyaçlarındandır. Zira dinlenen
birey kabul gördüğünü düşünecektir.
Hiç kimse konuşurken başka
tarafa bakan biriyle konuşmasını
sürdürmek istemeyecektir.
• İletişim kurarken nasihatlerden
uzak durmamız gerekmektedir.
Nasihatler genelde anlatıcının
düşüncelerini yansıtır ve konuşmada
karşılıklılık yoktur. Nasihatlerde
anlatıcının bütün görüşleri bilinir.
Ancak bizim ihtiyacımız olan
çocuğumuzun düşüncelerini
bilmektir. Bilebilmek için de
çocuğumuzu konuşturmamız,
konuşmaya teşvik etmemiz gerekir.
Bu şekilde onun ne düşündüğünü
bilmiş oluruz ve bilinmez alanlar
bizim için kısmen de olsa aydınlık
hâle gelir.
• Konuşmalarımızda beden dilini
kullanıp başımızla çocuğumuzu
onayladığımızı belli etmeliyiz.
Böylece birey kabul gördüğünü
düşünerek konuşmaya ve anlatmaya
devam edecektir.
• Çocuklar doğru ve yanlış ayrımını
net olarak yapamadıklarından bunu
öncelikle ailesinden öğreneceklerdir.
O hâlde aileler kendi içinde tutarlı
olmalıdırlar. Çocuğumuzun nasıl
olmasını istiyorsak öyle davranmak
ve hareket etmek gerekir. Kapıyı
çarpan bir ebeveynin, çocuğundan
kapıyı çarpmamasını istemesi tutarlı
bir davranış olmayacaktır.
• Çocuklar kıyaslanmaktan hiç
hoşlanmazlar. Ebeveyn ise sık
sık bunu kullanır. Çocuklarımızın
asla başkalarıyla kıyaslanarak
düzeleceklerini beklememeliyiz. Bu
durumda çocuklar, kendilerine
güvenmeyen, aşağılık duygusu
yaşayan bireyler olurlar. Bu aynı
zamanda çocuğu şiddete de iter.
Onun kıyaslandığı bireye karşı öfkeli
olmasına neden olur.
• Çocuklar yaptıkları işler için
mutlaka sözel onay almak isterler.
Bu nedenle yaptıkları işlere
karşılık onları takdir edin. Onların
cesaretlerini arttırmış olmak
girişimciliklerini geliştirecektir.
• İnsanlar düşündükleri gibi
yaşama eğilimindedirler. O nedenle
düşüncelerimizin niteliği, rengi
önemlidir.
14 ETKİLİYORUM
Hayata olumlu bakmamız gerekir. Olumlu bakışla değerlendirmeler yapmalıyız. Eğer çocukların hatalarını sürekli yüzlerine vurup onlara olumsuz bakarsak hatalarını pekiştirmiş oluruz. Çocuğumuz “Benim hiç mi iyi yanlarım yok?” diye yakınmamalıdır.
• “Hiç hata yapmayanlar aslında hiçbir iş yapmayanlardır.” Çocuklarınızın hata yapmasından korkmayın. Yeni ortamlara giren, yeni yaşantıları olan herkes hata yapabilir, önemli olan hata karşısındaki tavrımızdır. Tavrımızın sert, kırıcı, yıpratıcı, küçük düşürücü olması ya da olmamasına göre gelecek davranışları şekillenecektir. O hâlde hata yaptıklarında soğukkanlı olup asla tedirgin olmamalı ve sert tepkiler göstermemeliyiz.
• Herhangi bir hatayla karşı karşıya kalabiliriz. Çocuklarımız istemediğimiz şeyleri yapmış olabilir. Sorun çözmek amacımız olacaksa asla onun kişiliğine zarar vermememiz gerekir. Sorunu konuşmalıyız. Sorundan uzaklaşıp çocuğun kişiliğini hedef alırsak, çocuk savunmaya geçecektir. Biz de bu durumda üzüm yememiş, bağcıyı dövmüş oluruz. “Sen sürekli hata yapıyorsun, hatalarından bıktım, elinden hiçbir iş gelmiyor.” demek
kişiliği hedef almaktır. Bu yol, sorun
çözmeyecek; aksine sorundan
uzaklaşmaya neden olacaktır. Bu
durumda iletişim çatışmasını kendi
elimizle oluşturmuş oluruz.
•İletişimde anne ya da baba olma
statümüzü kullanarak haklı çıkmaya
çalışmamalıyız. Ebeveynin lehinde
olan güç dengesizliği karşısında
kaybeden çocuk olacaktır. Bizler
her iki tarafın kazanmasını hedef
almalıyız. Bu şekilde adil olmuş
oluruz.
• Çocuklarımızın fark edilmeye
ihtiyaçları vardır. Hatırlanmaları için
sürekli gözlerimize bakabilirler.
Mutlaka olumlu bir şeyler yaptıklarını
bilmeliyiz. Kapıyı usulca kapatmaları
dahi takdir için yeterlidir. Ayrıntılar
çoğu zaman bütünü kurtarmaya
yetecektir.
• İletişim kurmak adına sık sık yapılan “çocuğumla arkadaş gibiyim” yöntemini asla kullanmamalıyız. Çocukların arkadaşa değil anneye, babaya
ihtiyaçları vardır. Anne babalık modelini öğretecek kişiler olmalıyız. Aksi takdirde model alarak öğrenme yöntemi eksik kalacaktır.Aile içi ilişkileriniz iyi ya da kötü olabilir. Ancak her durumda sizler onların anne ve babalarısınız. Çatışmalar yaşamanız bu gerçeği asla değiştirmeyecektir. Birbirini anlamayan, birbirine soğuk olan, aradaki bütün köprüleri atmış olan bir aile olabiliriz. Fakat çocuklarımızın düzeltme yapacak başka örneklerinin olmadığını asla unutmamalıyız.
Çocuklarımızla ilgili her günümüzün değerlendirmesini yapmamız gerekiyor.
ETKİLİYORUM 15
Bizim zamanımızda diye başlayan cümlelerin çocukları sıktığını fark etmiştim, bir
zamanlar. Hatta bu kalıbın kullanılıp kullanılmaması konusunda bile tereddütteydim. Ama zaman geçtikçe gördüm ki, “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerin artması gerekiyormuş. Evet artması gerekiyor, çünkü o cümlelerin içinde saygı, sevgi, hürmet, ahlak ve vicdan var. Şimdi bir veba gibi kaçılan bu sıfatlar o zamanın temel taşlarıydı, insanda aranan ilk özelliklerdendi.
Makineler Çocuklarımızı Bizden Kaçırdı
Genellemelerden hiç hazzetmem ve bunları doğru bulmam, yazdıklarım sadece gözlem sonucudur. Örneğin, mahalle arasında top oynayan çocuklara komşu teyzelerden biri; “Küçük, al şu parayı da bana ekmek getir.”, dediği zaman, yüzü gözü tere toprağa bulanmış çocukların hepsi camın altına üşüşürdü sepette sallanan parayı almak için. Şimdi bırak ekmek aldırmayı sokakta oynayan çocuklara bile rastlayamıyoruz. Sahi nereye kayboldu bu kadar çocuk? Misket oynayan, topaç çeviren, sporcu kartları olan, apartman duvarına
elleriyle yamukça bir dikdörtgen çizip tek kale maç yapan çocuklar. Amacım seksenleri ya da doksanları yad edip, klişeleri kullanmak değil, sadece bugün olmayanı söylemek. Bugün o çocuklar halı yıkanan sokaklarda artık yok. Artık sokakta halı yıkayanlar da yok gerçi gelip kapınızdan alıyorlar halınızı, tertemiz edip getiriyorlar tekrar evinize, bir makine gururuyla. Çocuklarımızı da kapıdan alıp kaçırdı o makineler, kendi odalarına tıktı bir robot gibi.
Online Eğlence Offline Hayat
Evet, kaçırıldı çocuklarımız sokaklardan, parklardan, piknik alanlarından, hatta oturma odamızdan. Bilgisayar şirketleri dört bir koldan sardı etrafımızı, her geçen sene daha da gerçekçi oyunlar yaptılar, daha heyecanlı, daha zevkli, daha ruhsuz, duygusuz... Misal çocuğun canı futbol oynamak istedi. Akıllı telefonundan bir mesaj atıyor, üst kattaki arkadaşıyla başlıyorlar online olarak karşılıklı futbol oyunu oynamaya. Maç bitiyor ne galip gelen ne de mağlup olan terliyor. Penceresinin önüne gidip anne susadım, su sal! diyen olmuyor. Yani gerçek hayat offline.
Uzman Psikolog Gökhan ERGÜR
BizBu Çağdan Rahatsızız
16 ETKİLİYORUM
Çocukların karşı cinsle olan muhabbetleri de değişiyor her geçen sene. Berbat bir durum alıyor, neresinden tutarsan elde kalıyor. Ne zaman bu konu üzerine iki kelam etmeye çalışsam tepki alırım. ‘’Hangi çağdayız, onlar genç bırak gençliklerini yaşasınlar, bir daha mı geleceğiz dünyaya, çıkarın artık bu at gözlüklerini, özgürlüğünü yaşasın çocuklar.’’, gibisinden tekdüze ve ezberlenmiş cümleler. Sizin uydurduğunuz bu çağ yüzünden zaten olan bunca saçmalık. Bizi rahatsız eden de bu zırvalık zaten, açık ve net olarak söylüyorum
ki biz bu çağdan ve bu çağın getirilerinden hoşnut değiliz.
Ebeveynler Uyanmalı
Anne babalar da artık silkinip kendilerine gelmeli. Bu iş böyle gitmiyor, giderek bataklığa saplanıyoruz. Saçma sapan mafyalı, saraylı, entrikalı dizilerin verdiği uyuşukluktan kendimizi ve çocuklarımızı kurtarmalıyız. Hafiye gibi çocukların ensesinde olun demiyorum ama birazcık onların hayatına ilgili yaklaşın. Kiminle oturup kalkıyor, nerelere gidiyor,
internette nasıl zaman geçiriyor? Bunların cevabı size çocuğunuzu kazandırır.
Muhakkak ki pırlanta gibi saygılı, ahlaklı, dürüst çocuklar yetiştiren ailelerimiz var onları tenzih ediyorum ve bir soru sormak istiyorum. Son yirmi beş yılda kaç tane başarılı Türk genci yetiştirip dünyaya sunduk? Kaç tane ilim irfan sahibi, yetenekli, lafı sözü ağır edebiyatçı ya da eğitimci yetiştirdik? Buna vereceğimiz cevap hangi çağdayız sorusuna verilecek cevabın kendisidir.
ETKİLİYORUM 17
Ailede, çocuğun eğitimi ve bakımı görevinden genellikle anneler sorumlu tutulmakta.
Çocuğun eğitimi ve çocukla
iletişimde annenin önemi o kadar
çok vurgulanmakta ki, baba çocukla
iletişimde ve çocuğun eğitiminde
çoğu zaman unutulmakta veya arka
planda kalmaktadır.
Baba, çocuğunun öğretmenine
“Hocam bizim çocuğun dersleri
ile annesi ilgilenmekte, annesi ile
görüşseniz daha faydalı olur!” der.
Baba, anneye “Hanım, çocuğa
Nasuh Mevlüt DALGIÇ
söyle eve geç gelmesin!” “Çok para harcıyor, konuş çocukla! ”doğal bir karşılık olarak da çocuk annesine “Anne! Babama söylesene bana biraz para versin”. “Babamdan izin alır mısın? Akşam arkadaşlarda kalacağım!” şeklindeki konuşmalar baba-evlat arasında muhtemel iletişimi bile anneye yüklemektedir. Baba - evlat arasında bu iletişimsizlik anneyi arabulucu konuma getirmektedir. Ebeveynin kendi üzerine düşen vazifeleri birbirine karıştırması ve yerine getirmemesi, aile içi iletişime büyük zararlar vermektedir.
Baba, Çocuğuyla
İletişimde OlmalıÇocuğununEğitiminde Aktif Rol Oynamalı
18 ETKİLİYORUM
Çocuğun hayatında annenin ve
babanın rolü farklıdır. Hiçbir anne,
bir babanın ve hiçbir baba bir
annenin rolünü taşıyabilecek güçte
değildir. Her anne ve her baba
belli sınırlar içinde çocuğun benlik
algısını ve özgüvenini oluşturmasına
destek verir.
Mesela sorumluluklardan biri
babanın maddi olarak evine
ve çocuğuna bakmasıdır. Ev
işlerini yapması, çocuğunun fiziki
ihtiyaçlarını karşılaması da annenin
sorumluluklarındandır. Paylaşılabilen
bu gibi sorumlulukların yanında
paylaşılamayan, paylaşılmaması
gereken sorumluluklar da vardır.
Çocuğuna sevgi ve şefkat
göstermek, onunla oynamak, onun
günlük ihtiyaçlarını karşılamak gibi
sorumluluklar paylaşılmamalıdır.
Bir baba, evladının hayatında nasıl bir figür oluşturuyor? Yalnızca korkulan, hep kural koyan, eve geldiğinde yaptıklarından dolayı kendisini hesaba çeken bir baba mı? Sıkıntılarını paylaşacak, sorularını rahatça sorabilecek, kendisine desteğini ve yardımını esirgemeyen, kurallarında tutarlı olan, ilgi ve sevgisini esirgemeyen bir baba mı?
İyi bir baba özdeşim modeli çocuğun;• Cinsel kimlik kazanımı• Okul başarısı• Zekâ gelişimi• Disiplin anlayışının gelişimi• Özgüven oluşumu• Sosyalleşme• Liderlik yapısının gelişimi• Arkadaş ilişkilerinde uyum… gibi sayısız önem taşıyan özellikler
çocuğun kazanmasını sağlar.
Babaların çocukları ile daha iyi bir iletişim kurması için öneriler:
1Çocuğunuzla iletişim kurmak için onun büyümesini beklemeyin. Çocuğunuzun doğumu ile birlikte onu ilk kucağınıza aldığınızdan itibaren çocuğunuzla iletişim başlamıştır.
2Çocukların gelişim dönemlerinin özelliklerini bilmeniz çocuğunuzla iletişiminizi kolaylaştıracaktır.
3Çocuğunuzu aktif dinleyin.
4Çocuklarınıza verdiğiniz sözleri tutmaya çalışın, tutamayacağınız sözleri vermeyin.
5Söyledikleriniz ile davranışlarınız arasında tutarlılık olmasına dikkat ediniz.
6Çocuğunuzu her koşulda sevdiğinizi ona hissettirin.
7Baba yoksunluğunun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri biliniyor. Özellikle de babasının ilgizliğine ilgisine ve ihmaline maruz kalan çocukların kişilik gelişimlerinin bir yönüyle yetersiz kalabileceği ihtimali unutulmamalı.
8Baba ve annenin ortak sorumluluk almaları, tutarlı hareket etmeleri çocuğun kişilik gelişimini olumlu yönde etkilediği unutulmamalı.
9İş yoğunluğu olan nedeni ile çocuğu ile geçirdiği vaktin süresini artıramayan babalar, çocukları ile geçireceği vaktin niteliğini artırarak çocuğun bu konudaki ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilirler.
ETKİLİYORUM 19
Meslek, sadece yaşayabilmek
için gerekli parayı
kazanabileceğimiz bir
uğraş değil hayatımızın büyük bir
bölümünü nerede ve nasıl devam
ettireceğimizi belirleyen belli bir
bilgi birikimi ve devamlılık isteyen bir
iştir. Meslek seçiminde öğrencinin o
mesleğin yetenek, ilgi, yeterlilik gibi
birtakım özelliklerine sahip olması
gerekmektedir. Öğrenci bu konuda
sahip olduklarının farkına varmak ve
bir seçim yapabilmek için ailesinden,
okuldaki rehber öğretmeninden,
arkadaşlarından, internetten ve merak
ettiği meslekteki kişilerden bilgi alabilir.
Meslek Seçiminde Ailenin Rolü
Öğrencinin kendini tanıması,
sevebileceği bir iş seçmesi, seçtiği
meslek ile ilgili araştırma yapması
gibi bireysel çabalarınızdan ziyade
bu yazımızda anne ve babalara
çocuğunuzun meslek seçiminde neler
yapabileceğinden bahsedeceğiz.
Aileler çocuklarının iyi bir eğitim
alarak başarılı olabilecekleri bir işte
çalışmalarını, iyi para kazanmalarını
ve mutlu olmalarını isterler. Bunları
başarması istenen çocuklar
olmasına rağmen hayal kuran
anne ve babalardır. Onların yerine
meslek seçer, tercih yaparlar, kısaca
onların yerine karar verirler. Bu aile
şirketinin devamının sağlanması
veya ebeveynlerin daha önce isteyip
de yapamadıkları bir mesleğin icra
edilmesi şeklinde olabilir.
Muammer TAŞDELEN
20 ETKİLİYORUM
Anne babanın arzuları, yakın akraba
ve tanıdıkların önerileri, örnek alınan
popüler kişilere özenmek, ismi çok
duyulan bir mesleği yapma arzusu gibi
etkenler de meslek seçiminde etkilidir.
Burada yapılacak bazı hatalar telafisi
mümkün olmayan sonuçları ortaya
çıkarabilir. Özellikle abisinin, ablasının
mesleği veya komşu çocuğunun
işiyle, statüsüyle kıyaslanmak
çocuğun başarısını artırmayacağı gibi
özgüvenini de kaybetmesine sebep
olabilir.
Zaman zaman çocuğun yapmak
istediği meslek değersiz görülerek
araştırma ve merak duygusu
köreltilmektedir. Bu dönemde çocuklar
farklı mesleklere ilgi duyabilirler ve
sık karar değiştirebilirler. Böyle bir
durumda istemediği mesleği yapmaya
zorlanan çocuk, kendini kanıtlama
çabası içine girebilir ve varolan
potansiyelini görmezden gelerek
ulaşamayacağı hedeflere yönelebilir.
Neler Yapmalıyız?Özgüveni yüksek, başarılı ve mutlu bir çocuk sahibi olmak istiyorsak; onun
yerine problem çözmeyi bırakarak karşılaştıkları zorlukları aşmalarında onları desteklemeliyiz. Başka seçenekleri de fark etmesine yardımcı olmalıyız. Kendine uygun bir meslek seçmesi için kendini tanımasını ve yeteneklerini keşfetmesini sağlamalıyız. Çocuğunuzun yapacağı mesleği seçmesinde çocuğunuza yol gösterilebilir, fikrinizi söyleyebilirsiniz fakat meslek seçiminde son kararı siz vermemelisiniz.
Unutmamak gerekir ki: ‘‘Yanlış tercih bir yıl, yanlış üniversite dört yıl, yanlış meslek kırk yıl kaybettirir.’’
ETKİLİYORUM 21
Padişah bir gece düşünde tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır.
Vezirini çağırıp, sarayın rüya tabircisinin (yorumcusunun) hemen huzuruna getirilmesini buyurur. Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar :
“Tabircibaşı bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle.”
Tabircibaşı biraz düşünür, sonra utana sıkıla:
“Şerdir, Padişahım,” der.
“Uzun yaşayacaksınız ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”
Bir an sessizlik olur, ardından padişah kükrer :
“Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!”Tabircibaşı yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder.
Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar,
“Hayır mıdır, şer midir?” der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür, ama sonra yüzü aydınlanır.
“Hayırdır, Padişahım!” der. “Bu rüya tüm yakınlarınızdan daha uzun yasayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz.”
Padişah ağzı kulaklarında, buyurur: “Bu tabirciye iki kese altın verin!”
Başından sonuna durumu izlemiş olan vezir çıkarken tabirciye sorar :
“Aslında sen de, tabircibaşı da ayni şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?”
Tabirci güler:“Elbette aynı şeyi söyledik, ama önemli olan ne söylediğin değil, NASIL söylediğindir.”
Ne SöylediğinDeğil
Nasıl SöylediğinÖnemli
22 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 23
Yemen’den gelmişti Çanakkale’ye. Yer olarak çok uzak ama gönlü kadar yakın dostları, el kadar
yabancılarla karşılaşmıştı Arif. Neden
geldiğini biliyordu ama neler olacağını
nereden bilsindi. Allah Allah nidalarıyla
şaha kalktığı an metrekareye dakikada
düşen altı bin mermiden birisi o pak
alnının tam ortasına isabet etmiş,
daha ne olduğunu anlamadan
kalakalmıştı kendinden ağır tüfeğinin
önünde. Devrilen sadece kendisi
değildi; hayaller, aileler, sevgiler,
sevdalar da düşmüştü o an toprağa.
Düşmüştü ama kışın toprağa atılan
tohumlar gibi çürüyen değil, baharda
toprağa dikilen fidanlar gibi gün gelip
yeşerecekti düştüğü topraklarda, yeşil
bahçeler içerisinde yaşayan sultanlar
gibi. O bizi hep görecekti ama biz onu
göremeyecektik. Heyhat!
Trabzon’dan koşmuştu büyük ninesinin
özenle diktiği yemenisiyle Dursun. İçi
içine sığmıyordu. Hem fındık ayı için
işaretler öyle gösteriyordu, fındıklarda
bu yıl çok olacak demişti ninesi.
Dursun da fındık parası ile çoktandır
beklettiği nişanlısı ile evlenecek, yeni
bir hayat kuracaktı. Bunu düşünmesi
bile onu heyecanlandırıyor, içi içine
sığmıyordu. Ancak vatan da bir
nişanlıydı. El değdirmemek gerekirdi.
Düşmana çiğnetmemek önemliydi.
Şimdi bunun sırasıydı. Nişanlısıyla
nasılsa evlenecekti. Bu duygular
ile bir sabahın alacakaranlığında
arkadaşlarıyla Trabzon Limanı’ndan
bindiği yorgun bir tuz gemisiyle
hareket etmişti Çanakkale’ye.
Uzun bir yolculuktan sonra
varılan ara menzillerden geçerek ulaşılmıştı cepheye bin bir güçlükle. Dinlenecekleri akşam, birbirlerine hiç olmazsa bir şeyler anlatacak kadar vakitlerinin olması gerektiği bir gecede çadırlarının tam ortasında patlayan top mermisi ile uğurlamıştı onları hayat, esas dünyalarına. Arkalarından ağlayanların ağlamalarına aldırmadan yerlerini almışlardı daha önceki kahramanların yanında. Sönen bir çadır değil belki binlerce yürekti.
Bağdat’tan gelmişti Abdullah. Yol bilmez, dil bilmez, iz bilmezdi. Bildiği tek şey vardı o da “Vatan sevgisi imandandır.” gerçeğiydi. Savaş çıktığı zaman uzak yakın demeden
hazırlığını yapıp bir gurup arkadaşıyla yola koyulmuştu. Günler sonra vardığı cephede hiç acemilik çekmedi. Orada sanki hayat boyu bir arada yaşadığı arkadaşlarını gördü. Herkes bir iş birliği içinde harıl harıl çalışıyordu. Annesinin; oğlum dönüşte İstanbul’a uğra, Kapalıçarşı’yı gör tembihini de unutmamıştı, Çünkü annesi bir Osmanlı hanımefendisiydi. Yıllar önce beyinin görevi icabı Bağdat’ta kalmıştı. Cephede şehit olan beyinden sonra oradan ayrılamamıştı. Annesinin bu temennisi onu heyecanlandırıyordu. Bir sabah vakti güneş yükseldiğinde çelik dağlar gibi Boğaz’ın girişinden büyük kibirle içeriye dalan İtilaf Kuvvetleri’nin kıyı tabyalarını cehenneme çeviren
HasanSUİÇMEZ
Çanakkale’ye Giden Gönüllü İstanbul Öğrencileri.
ÇANAKKALE’DEKİ
GÜL BAHÇELERİ
24 ETKİLİYORUM
top atışları sonunda düşmana bir mermi atamadan top mermilerinin arasında kaybolup gitmişti Abdullah. Son nefesinde belki de “Ah anacığım, senin sözünü tutamadım, İstanbul’a dönüşte uğrayacaktım ama olmadı.” diye içinden geçirerek bir bayrak gibi selamlayıp tabyaları Çanakkale’deki gül bahçesinde yerini almıştı Abdullah.Yozgat’tan koşup gelmişti Pehlivan lakaplı Rıza Oğlu Ahmet. Bileği sert, yüreği mertti. Anadolu bozkırı onu harmanlamıştı. Yahya Çavuş ile ölümüne vuruşmuştu düşman güçleriyle. Her biri bir kale gibi düşman ne yapsa ele geçirememişti onları. Yahya Çavuş’un düşmanı deli eden gür sesi onlar için silahtan daha
değerliydi. Büyük bir düşman gücüne akşama kadar dayanmışlardı. Topu topu on yedi kişiydiler. Akşama kadar direndiler, ama akşam ezanından sonra onlar da destan olup bayrak olup dikildiler savundukları mevzinin önüne. Düşman gelince binlerce ceset arayışına düştü. Kaçırılmış olduğuna karar vererek oradan ayrıldılar da bir türlü kendilerini sabahtan akşama kadar durduranların, bu on yedi kahraman olduğuna karar veremediler.
Çünkü fiziki olarak buna imkân yoktu. Ama bilmezlerdi ki vatan mücadelesi yapanlar yalnız değillerdir. Bu uğurda daha önce vuruşanlar böyle anlarda da onlarla beraberdir. Bunu düşman
nereden bilecekti ki? Yahya Çavuş ve
Yozgatlı Ahmet bilirdi ya bu bize yeter.
Binlerce gönüllünün, yüz binlerce
kayıtlı askerimizin destansı
kahramanlıklarına ev sahipliği yapan
Çanakkale bugün bir gül bahçesi
gibidir. Orada fani hayatlarını şerefli
bir kazanım için feda edenlerin
bahçıvanlığını yaptığı yüz binlerce gül
bahçesi bulunmaktadır.
Bizler bu bahçıvanları rahatsız edip
bahçelerine zarar vermeyelim.
Çünkü o bahçelerde bahçıvanlarınca
dikilen güller, onların buraya gelirken
arkalarında bıraktıkları hayalleridir,
unutmayalım.
ETKİLİYORUM 25
Yaşam yolculuğunda sevgi kadar değerli, sevgi kadar anlamlı bir şey yoktur. Sevme yetisine
sahipseniz önünüzde tüm güçler diz çöker, bütün dağlar yol verir. Sevgiyle yoğrulduysa düşleriniz, sevgiyle büyür düşünceleriniz. Sevgiyle hayata kök salacaktır fikirleriniz. Sevgi kokacaktır her eyleminiz.
Sevgi bir halkadır; halkanın merkezine yaklaştıkça sevginin gücü artar, merkezinden uzaklaştıkça sevginin gücü azalır. Gücünüz, sevgi halkasının neresinde durduğunuzla ilgilidir, öyleyse sevgi halkasına doğru sürekli yolculuğa çıkınız.
Sürekli yolda olunuz, sevgi yolunda.Gönül, sevgiyle anlam kazanır ve gönül bahçesinde biten güller de sevgiyle hayat bulur. Gönül iklimindesevgi ağacından meyve yiyenler gönül erenleridir. Ne meyveden, ne de sevgiden vazgeçerler. Mana âleminde sevgi çiçeklerini dererler. Sonra sevgi olup gönüllere akarlar.
İlkbahar yeniden doğuşu, yaz olgunluğu, sonbahar hazanı, kış ölümü anlatır. Mevsimler de yeterince
sevildiği zaman sizin için bir anlam ifade eder.
Sevgi tohumlarını saçınız gökyüzüne. Yağsın yüreklere sağanak sağanak. Ve kor yürekler serinlensin. İbrahim’i yakmayan Nemrut ateşinin sırrı neydi? Mecnun’u çöllere düşüren, Ferhat’a dağları deldiren güç neydi? Kerem’i yakan ateş neydi? Elbetteki sevgi. Sevgi olmasa güneş gülen yüzünü göstermezdi dünyaya. Böylece dünya karanlığa bürünerek yok olurdu.
Sevgi bir rüya hiç bitmeyen, sevgi bir toprak gözyaşıyla sulanan, sevgi bir ırmak içinde yıkanılan, sevgi bir liman güvenle sığınılan, sevgi bir güneş âlemi aydınlatan, sevgi bir yıldız bize yol gösteren, sevgi bir köprü gönüllere giden, sevgi bir kardelen saflığı simgeleyen, sevgi bir elmas değeri hiç kaybolmayan, sevgi bir saray altından ırmaklar akan, sevgi bir güldür gönül evini güzelleştiren.
MükerremKALKAN
“Sadece yeteri kadar sevebilirseniz; dünyanın en güçlü insanı olabilirsiniz.” (Emmett Fox)
Karanlıkları aydınlatan sevgi, yağmuru yağdıran sevgi, hastaları iyileştiren sevgi, muhabbeti artıran sevgi, gönülleri fetheden sevgidir. Sevgidir insana insanlığını hatırlatan, sevgidir çilelere göğüs gerdiren, sevgidir aşılmayan dağları aştıran, sevgidir uzakları yakın eden, sevgidir cehennemi cennete çeviren, sevgidir sabrın dudaklarını çatlatan, sevgidir zamanı durduran, sevgidir kör kuyulardan ümidini kesmeyen, sevgidir insanı üç yüzyıl uyutan, sevgidir Züleyha’yı kıskandıran, sevgidir ayı ikiye böldüren, sevgidir Habîbullâh’a dünyayı elinin tersiyle ittiren, sevgidir Rabb’ül-âlemîne giden yolları açan.
Sevgi
26 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 27
Oyun, bir çocuğun en temel öğrenme ihtiyacıdır. Konuşmaya başlamasıyla etrafına sorular
soran çocuk, hem öğrenmeyi gerçekleştirir hem de fark edilmeyi, bir birey olarak bilinmeyi göstermiş olur.
Bu ikisi fark etmek ve fark edilmek bir insanın en temel dinamikleridir.Öğrenirken ve de büyürken hayal dünyasının kurgularıyla kendine yeni bir dünya hazırlar çocuk. Bu hayal safhasında, öncesinde ve sonrasında onun kurgu ilintisi oyundur.
Oynayarak; denemeyi, yanılmayı, kurallara uymayı, kural koymayı öğrenir. Kendiliğinden bir öğrenme sürecidir oyun aslında. Yormadan, zorlamadan, bıktırmadan... Çocukluğunda, oynamaktan hoşlanmayan hiçbir birey yoktur. Böylesine önemli bir bedeni ve ruhi ihtiyaç, bugünün çocuklarında yerini, beyni eğlencelik meşgul eden, bilgisayar başında vakit geçirmeye indirgemiş durumdadır.
Sabah erkenden evden çıkan çocuk, arkadaşlarıyla kuracağı bir oyunda hayatında aslında küçük bir örneğini yaşar. Konan ya da koyacağı kurallara uyar. Top atar, yakalar,
tutar, saklanır, kaçar. Hep enerjisini kullanır. Hem beyni hem de bedeni yorulmuş olur. Çocuklukta bir erişkin ile kıyaslanamayacak kadar çok olan enerji, böylece boşaltılır. Diğer taraftan oyunla paylaşmayı öğrenir çocuk. Bölüşür, takım kurar, işbirliği yapar ve sonunda takım ruhunu hissetmiş ve öğrenmiş olur.
Bugünün dünyasında bilgisayar başına kenetlenen, tek oyun aracı olarak bilgisayara koşullanan çocuklarla karşı karşıyayız.
Bir an evimizde bilgisayarın olmadığını düşünün. Ne vahim bir manzara! Bazen öylesine hayattan uzaklaşıyorlar ki yemeğini bile mümkün olsa bilgisayar başında yiyecekler. Bir an evvel yemek masasından kalkıp yarıda bıraktıkları uğraşın yanına koşuyorlar. İletişimsiz, empatisiz, ruhunu neyle şekillendireceğimizi bilmediğimiz bir kuşak geliyor.
Şiddet içerikli olanları bahsetmiyorum ancak içeriği faydalı bile olsa, bir ekran başında saatlerce geçirilen vakitler başka bir tembelliğe ve hareketsizliğe sürüklüyor insanı. Ebeveynler olarak, çok ciddi önlemler almalıyız aslında.
Öğrenme sürecinin ve algılamanın çok yoğun olduğu ve zekâ yaşının şekillendiği okul öncesinde; durağan görüntülerden, şiddet içerikli bilgisayar aktivitelerinden çocuklarımızı uzak tutmamız gerekir. Çocuklarımızı, aktif öğrenmeyi gerçekleştirici, sağlıklı uyarıcılarla şekillendirmeliyiz.
Mahalleler bizim çocukluğumuzun kültür mekânıydı. Taşrada sinemadan, tiyatrodan, spor salonlarından habersizdik ancak bir araya gelince taklitler yapar, olayları dramatize eder, gülerek eğlenirdik.
Mahallede başlayan tanışıklıklar yerini arkadaşlığa ve dostluğa bırakırdı. Birbirini tanıyan, birbirine yardım eden insanların ve onların çocuklarının yaşadığı birer küçük köydü mahalleler.
Mahalle arkadaşlarının ve açık havada oynanan çocuk oyunlarının canlandırılması gerekiyor yeniden. Enerjik, canlı, neşeli ve gülen çocuklar. Yüzünde tebessümü olan, al yanaklı çocuklar.
Hayatımızın tadı ve anlamı için çocuklarımızın gerçek çocukluğunu anlamlı kılacak oyunlara ihtiyacı var.
Oyun ve ÇocukHavva
CENGİZ
28 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 29
Teknolojinin gelişimi ile birlikte
insan hayatı da pek çok
yönden değişti. Hayatımızı
oldukça kolaylaştıran teknoloji
insanların vazgeçilmez bir parçası
haline geldi. Hem de öyle bir parça
oldu ki bizi kendine bağımlı hale
getirdi. Günümüz dünyasında
bağımlılık kavramı yeni bir boyut
kazandı. Bunların başında günlük
hayatımızı olumsuz yönde etkileyen
internet bağımlılığı gelmektedir.
Peki bağımlılık nedir?Bağımlılık; bir kişinin bağımlı olduğu
nesneden uzak kalamaması ve bu
nesneye ulaşamadığında yoksunluk
belirtileri göstermesi, kişinin arama
davranışı içine girmesi şeklinde
tanımlanabilir.
Bağımlılık tanımından da yola
çıkarak anlayacağımız gibi,
internet ve bilgisayar bağımlılığı
hayatımızı etkileyen ve kolaylıkla
vazgeçemeyeceğimiz bir sorundur.
Önemli olan internet ve bilgisayarı
kendi yararımız için kullanmayı
bilmektir. İnternetin günümüzün
en vazgeçilmez araçlarından biri
olduğunu inkar edemeyiz. Bunda
en büyük etken internetin insanlara
oldukça büyük özgürlük alanı
sağlamasıdır. İnternet ile birlikte
bilmediğiniz, merak ettiğiniz her
şeyi öğrenebiliyorsunuz. Sanal
isimler kullanarak yeni kimlik
İnternet ve Bilgisayarın Bilinçli Kullanımı
Psikolog Şeyma ÖZTÜRK
30 ETKİLİYORUM
kazanabiliyorsunuz ve kim olmak istiyorsanız o kişi olabiliyorsunuz. Bazı insanlar karşısındaki kişiyle yüz yüze konuşurken zorluk çeker ve toplulukta kendisini fazla ifade edemez, ama internet sayesinde konuştukları kişi ile yüz yüze gelmeden içlerinden geldiği gibi konuşabildikleri ve istediklerini söyleyebildikleri için rahat hareket eder. Buraya kadar anlatılanlar internet ve bilgisayarın bize sunmuş olduğu faydaları gösteriyor ancak günlük hayatta oldukça fazla kullanılan bilgisayar ve internet, zamanla kişilerde bağımlılığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Yapılan araştırmalar sonucunda Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Dr. Tayfun Acarer, Türkiye’nin internet kullanımında dünya sıralamasında 12’nci sırada yer aldığını ve sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’ta ise dünyada ikinci sırada yer aldığını açıkladı. İnternet dünyada en çok eğlence amaçlı kullanılıyor. Türkiye’de de bu durum farklı değil.
Bilgisayarın çocuklar üzerindeki etkileri:
Sabahlara kadar oynanan bilgisayar oyunları, çocuklarımızın ders çalışmasına ve sosyalleşmesine engel teşkil etmektedir. Çocuklar, özellikle ev ödevlerini yaparken sadece bilgisayar ve internet ile yetinebilmektedirler. Neredeyse her çocuğun internet üzerinden iletişim kurduğunu görmekteyiz ancak bu iletişim zaman açısından sorun oluşturmaktadır. Bundan daha önemlisi yabancı kişilerle yapılan konuşmalar beraberinde risk de getirmektedir. Çocuklar kendisinden yaşça büyük ve kötü niyetli kişilerle ve hiç tanımadıkları
kişilerle konuşabilir ve bu kişilerin çocuklarımıza zararı dokunabilir. Sanal dünya içinde kaybolan çocuğun gelişimi olumsuz etkilenir ve sosyal yaşamdan kopar. Dışarıda ya da okulda arkadaşlarıyla etkileşimde olmak yerine eve kapanarak ve özelikle şiddet içerikli oyunlar oynayan çocuklarda fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişim açısından büyük sorunlar görülmektedir.
Aslında bağımlılık tehlikesi sadece çocuklar ve gençler için geçerli değildir. Yetişkinler de risk altındadır. İnternet bağımlılığı evli çiftlerin boşanmasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, internet ve bilgisayar her dört çiften birinin boşanma sebebi olarak gösterilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarıyla ilgilenmek yerine internetle uğraşmaları, anne - babasıyla iletişim kuramayan, hırçın, içine kapanık çocukların yetişmesine neden olmaktadır. İnternet başında saatlerce hiç hareket etmeden oturan ve genellikle bir şeyler atıştıran insanlarda şişmanlık, şeker hastalığı, kireçlenme gibi sağlık sorunlarıyla
oldukça fazla karşılaşıldığı tespit
edilmiştir. İnternet bağımlılığı ile
birlikte görülen sosyal fobi, dikkat
eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu,
depresyon gibi birtakım psikiyatrik
sorunlardan söz edebiliriz.
Peki faydalı olduğu kadar zararları da olan internet bağımlılığından korunma yolları nelerdir?
İnternet büyük bir bilgi kaynağı olmasına karşın, bilinçsiz kullanımlarda bağımlılık oluşturabiliyor. Bu bağımlılıktan korunmak için ilk önce kişi internette aşırı vakit geçirdiğinin ve bu durumun kendi yaşantısını olumsuz yönde etkilediğinin farkında olmalıdır. En önemlisi bireylerin bilgisayar başında geçirmiş olduğu süreyi gün geçtikçe azaltmasıdır. Sonuç olarak, internet bilinçli kullanıldığında ne kadar faydalı ise, bilinçsiz kullanıldığında da o kadar zararlıdır. Sayılan tüm zararlarına rağmen internet ve bilgisayar haber alma, eğitim, öğretim ve eğlence aracı olarak hayatımızda çok büyük öneme sahiptir. Bu yüzden internet ve bilgisayarı hayatımızdan çıkarmak yerine bilinçli bir kullanıcı olmak için çaba göstermemiz gerekir.
ETKİLİYORUM 31
Her çocuk kendini ifade
etmek ve herşeye sahip
olmak ister. 0-3 yaş
döneminde ayrıca temel güven
duyguları da oluşmaktadır. 2 yaş
döneminde çocuklar, fiziksel,
zihinsel, dil, sosyal, duygusal
ve cinsel gelişimlerinde birtakım
özelliklere sahiptir. 2 yaş çocukları
atlar, zıplar, tırmanır, koşar, hep
hareket halindedir. Tek başına
merdiven inip çıkabilir, parmak
uçlarında yürüyebilir, ellerini yıkayıp
kurulayabilir, düğme ilikleyebilir,
büyük butonları açıp kapatabilir. 2
yaş çocukları bir rengi tanıyabilir,
dikkat süresi çok kısadır, parça-
bütün ilişkisini anlayabilir. 2 yaş
çocukları adını-soyadını söyleyebilir,
tek cümle ve basit sözcüklerle
konuşabilir, basit sorular sorabilir,
konuştuğu anlaşılır, abartılı
konuşabilir,’ neden?’ sorusunu
sıklıkla kullanır, anlamsız tekrarlar
yapabilir.
2 yaş çocukları diğer çocuklarla
oyun oynamak ister ancak
sağlıklı iletişim kuramayabilir ama
kendinden küçük çocukları sever.
Paylaşmayı sevmez, hayali oyun
dönemidir, kendi kendine konuşup
oynayabilir. Her şeyin kendine ait
olmasını istediği için, geri vermek
istemez. 2 yaş çocukları istekleri
yapılsın ister, kolayca sinirlenebilir
ve bağırıp çağırıp yumruklar
atabilir. Sabırsızdır, inatçıdır. 2 yaş
çocuklarının cinsel kimlik oluşumu
başlar ve cinsiyetlerini bilirler.
Yemek yemek istememe, uyumak
istememe, ne denirse tersini
yapma, söz dinlememe, anne-
babaya vurma, kendini yere atma,
kafasını vurma gibi şikayetler iki yaş
sendromunu işaret ediyor olabilir. Bu
yaş döneminin özelliklerini bilmek
ve bu dönemin geçici olduğunu
unutmamak yaşanabilecek krizleri
daha rahat geçirmeye yardımcı
olacaktır.
2 Yaş Sendromu
BUNLARI YAPMAYINÇocuğunuzu cezalandırmayın, kızmayın, kötü çocuk olarak nitelendirmeyin, suçlamayın, ona kızmayın.Öfkesini engellemeyin.Uzun açıklamalar yapmayın.Kurallar koymayın.Onunla inatlaşmayın.Soru sormasını engellemeyin.“Hayır” kelimesini sıklıkla kullanmayın.
BUNLARI YAPINAlternatifler sunun.Duygularını ve kendisini ortaya koymasına izin verin.Güvenliğini tehlikeye atmadığı sürece nesnelere dokunmasına izin verin.Enerjisini boşaltmasına izin verin.Çocuğunuzla birlikte ailece zaman geçirin ama kendinize de ait bir zaman diliminiz olsun.Gerekirse bir uzmandan yardım isteyin.
Çocukların 2 yaş dönemi, anne ve babaların çocuk gelişiminde en çok zorlandıkları dönemlerden biridir. Bu yaş döneminde (12 ile -36. aylar arasında) çocuklar hem çevresini hem de dünyayı keşfetme eğilimindedirler.
•
••••••
••
•
••
•
PsikologEda GÖKDUMAN
32 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 33
İpek saçın yüreğime şal diye, Yanakların yediveren gül diye,Al dudağın bir petekli bal diye, Seni sana öve öve yoruldum.
Üç öğünde yüreğime aş oldun,Gel deyince kanatlanıp kuş oldun, Semâda süzülen mavi düş oldun, Hayalini seve seve yoruldum.
Ardımda uçurum, önümde kuyu, Cefa çöllerinde sevdim korkuyu. Derin gecelerde tatlı uykuyu Gözlerimden kova kova yoruldum.
Cilve, güzellerin namı diyorlar, Hasret, aşkın intikamı diyorlar, Boşa çektin bunca gamı diyorlar, Döşlerimi döve döve yoruldum.
MaviDüş
Bestami YAZGAN
34 ETKİLİYORUM
Engelli, bugünkü tanımıyla;
insanların çoğunluğuna göre
çeşitli oranlarda bedenen ve
zihnen bazı eksikleri olan kişidir.
Engelliler üzerinde düşünürken ağır
zihinsel engeli olanları bir kenara
bırakıp hayatta söz sahibi olmaya
çalışan engelliler üzerinden devam
edelim.
Engeliler için çoğu zaman
ebeveynleri, okulda öğretmenleri
yani hep başkaları konuşur, karar
verir. Aslında engelliler kendilerini
gayet iyi ifade etmekte, çeşitli
dernek ve kuruluşlarla seslerini
duyurmaya çalışmakta, ama
biz onları dinlememekte ısrar
etmekteyiz. Engelli dediğimiz
insanlar bugün iş hayatında
olabilmek ya da en azından
sokağa çıkabilmek için türlü
engellerle karşılaşmaktadırlar. Ama
bu engellerin çoğunu onlardan
dinlemeden yaşadıkları zorlukları
akıl bile edemezdim.
Çocukluktan ele alalım bir engelliyi.
Dışarı çıkması, sosyalleşmesi
neredeyse tamamen ailesine
bağlıdır. Okula başladığında ise
aldığı kaynaştırma raporuyla normal
diye tabir ettiğimiz öğrencilerle
okumak ve benzer bir müfredatı
takip etmek zorundalar. Yazılanları
göremiyor ya da konuşulanları
duyamıyor diye kimsenin özel
ilgilenmesi de gerekmiyor. Çünkü
tamamen vicdana kalmış bir durum,
‘normal’ okuldaki öğretmen ‘normal’
çocuklarla müfredatı yürütmek
için orada. Peki engelli okullarını
kapatmak yerine, engelliler için
gerekli tertibatla birlikte özel sınıflar,
onlara uygun okullar olsa daha iyi
olmaz mı?
Engelliler okul hayatına devam
etmek için kesinlikle yaşıtlarına
yetişemiyor, müfredattan sorumlu
olup lisans sınavlarına girip
çoğunlukla Tarih, Edebiyat
gibi tamamen sözel bölümleri
tercih etmek zorunda kalıyorlar.
Hâlbuki uygun eğitim koşullarında
-Avrupa’daki örneklerde olduğu
gibi- avukat, sanatçı vb. olabilirler.
Zorunlu meslek seçiminden
sonra sosyal hayatta karşılaşılan
zorluklar başlıyor. İşsizliğe hala
çözüm bulunamamışken engelli
istihdamı başka bir problem
oluyor. Sosyal hayata tutunmaya
çalışmaları ise daha başka bir
problem. Günlük hayatta bize bile
engel olan rampasız kaldırımlar,
yolun ortasında beliren direkler,
ağaçlar, seslendirilmemiş otobüsler,
belirlenmemiş yollar vs. engelliler
için kat be kat engel oluşturuyor.
Engelliler engellerini aşmak için
onca çabalarken doğuştan engelli
mi yoksa sonradan engellenmiş mi
oluyorlar tekrar düşünmekte fayda
var.
SosyologTuğçe Zeynep ABALI
Engelli mi?Engellenmiş mi?
ETKİLİYORUM 35
VehbiTÜLEK
Şeyh Edebali diyor ki:“Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin. Allah yardımcın olsun. Beyliğini
mübarek kılsın. Hak; yolunu yararlı etsin, ışığını parıldatsın, uzaklara iletsin, sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.
Ey oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelâmlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!
İslam Alimi Şeyh Edebali Hazretlerinin, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye yaptığı ve tarihe geçen nasihati, devletin ne kadar sağlam temeller üzerine kurulduğunu ve aynı zamanda insana verilen değeri gösteren mühim bir vesikadır.
GeçmiştenGeleceğe
36 ETKİLİYORUM
Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez, yense bile bağrında kalır. Bilgisizlik ve kılıç da ham armut gibidir.Ey oğul! Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin, deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme, muhabbet ve itibarın zedelenir!
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki
alime, zenginken fakir düşene ve hatırlı
iken itibarını kaybedene acı! Unutma
ki yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler
kadar emniyette değildirler.
Haklı olduğun mücadeleden korkma!
Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin
iyisine deli (korkusuz, pervasız,
kahraman, gözüpek) derler.
En büyük zafer nefsini yenmektir.
Düşman, insanın kendisidir. Dost ise,
nefsi tanıyanın kendisidir.
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar.
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kalkamaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar, laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü zaman yok, süre az! Yalnızlık, korkanadır.
Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez, Osman! Geçmişini iyi bil ki, nereye gideceğini unutmayasın.
Şeyh Edebali’nin damadı Osman Gazi’ye yaptığı bu nasihat, adeta devletin anayasası olmuş ve her sultan bu nasihate hem uymuş hem de uygulamıştır.
ETKİLİYORUM 37
Obezite, vücuda besinler ile
alınan enerjinin, harcanan
enerjiden fazla olmasından
kaynaklanan ve vücut yağ
kitlesinin, yağsız vücut kitlesine
oranla artması ile karakterize olan
kronik bir hastalıktır. Obezite,
vücudun tüm organ ve sistemlerini
etkileyerek çeşitli bozukluklara ve
hatta ölümlere yol açabilen önemli
bir sağlık problemidir. Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) tarafından
en riskli 10 hastalıktan biri olarak
kabul edilen obezitenin, yine aynı
örgüt tarafından yürütülen son
araştırmalarda kanserle yakın ilgisi
olduğu da belirlenmiştir.
Artan iş yoğunluğu, buna bağlı
olarak zaman darlığı, alışkanlıkların
değişmesi, ilgi, özenme gibi
nedenler çocuklarımızda ve
yetişkinlerinde çok ciddi beslenme
sorunlarına neden olmaktadır.
Önceleri zayıf kalma kilo al anlayışı,
yerini çok ciddi kilo problemlerine
bırakmıştır. Gelişmiş ülkelerde
gelişmişliğin sonucu olarak artan
kilolara yani obeziteye savaş
açılmıştır. Son yıllarda birçok
endüstri ülkesinde obezite ve
fazla kilolu olma sıklığı artmakta
ve bu olay birçok popülâsyonu
üzen bir sorun halini almaktadır.
Güney ve Orta Amerika’nın ve
Güneydoğu Asya’nın gelişmekte
Çağımızın Hastalığı:
Obezite
olan ülkelerinde, obezite artan refah
düzeyi ve millî gelirin normal bir
sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bazı nadir görülen durumlarda
ise, örneğin Doğu Avrupa’da, bazı
Pasifik Adalarında, Avustralya
yerlilerinde ve Amerika’daki bazı
Kızılderili kabilelerinde obezite
genel bir sorundur.
İnsanlığı etkileyen hastalıklardan
hiçbiri obezite kadar yaygın
olmamıştır. Bu da göstermektedir
ki obezite; veba, tüberküloz ve
AIDS gibi enfeksiyöz bir etkenden
kaynaklanan hastalıklardan farklı
olarak yeme alışkanlığı, toksik
kimyasallar, yaşam tarzı gibi birçok
faktöre bağlı olan bir mekanizma ile
gelişmektedir.
Obezitenin NedenleriŞişmanlığın en yaygın nedeni,
sağlıklı beslenmenin günde sadece
üç öğün şeklinde ve eksiksiz olması
gerektiği düşüncesidir. Birçok
çocuk, aileleri tarafından buna
zorlanır ve hayatları boyunca da
bu alışkanlığı sürdürürler. Oysa
sağlıklı beslenme için esas olan,
abartıdan kaçınmak suretiyle üç
öğün alınan normal diyetin hafif
ara öğünlerle desteklenmesidir.
Ayrıca bir yakının ölmesi, ağır
hastalık, stres gibi durumlarda ya
da mental depresyonda insanların
büyük ölçüde kilo aldığı sık görülen
bir durumdur. Yemek yeme,
gerilimden kurtulma çaresi olarak
görülmektedir.
Özellikle fastfood tarzı yeme
alışkanlığının artması aşırı kilo
sorununu beraberinde getirmiştir.
Çocukların bu tür yemekler yemesi
ve fastfooda teşvik edilmesi pratiklik
sağlamaktadır. Ancak neden olduğu
sağlık problemi daha ciddi sorunlara
yol açmaktadır. Bunun yanında
çocuklarda televizyon alışkanlığı
MevlanaÇAKIRAL
38 ETKİLİYORUM
ve televizyon karşısında geçirilen zaman zarfında sürekli besin tüketmek hareketsizlikle beraber kilo problemine neden olmaktadır.
Obezite genellikle yanlış beslenme sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Obezitenin nedenlerine bakıldığında genetik, metabolik, hormonal, hipo- talamik (beyindeki hipotalamus bölgesinden kaynaklı), psikolojik, sosyo-ekonomik, beslenme ve fiziksel aktivite düzeyi gibi birçok etmen bir arada düşünülmektedir.
Genel olarak obeziteye neden olan etmenler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.a) Yaş (ilerleyen yaşlarda obezite görülmektedir)b) Cinsiyet (Kadınlarda obezite görülme sıktır)c) Sosyo-kültürel etmenlerd) Eğitim düzeyi ve gelir durumu (Gelişmiş ülkelerde ve gelir düzeyi yüksek bireylerde obezite görülmee) Medeni durum (Evlilik sonrası dönemde obezite görülme sıktır.)f) Hormonal ve metabolik etmenlerg) Genetik etmenlerh) Hareket yetersizliğii) Yanlış beslenme alışkanlıklarık) Sigara kullanma durumu
Vücut Yağ Oranı (VYO)Obezite genel inanışın aksine fazla kilolu olmak değil vücuttaki yağ oranının normalden fazla olmasıdır. Kilo artışı bu yağ doku artışının fiziksel yapıya yansımasıdır. Normal vücut yapısında kadınlarda daha fazla olmak üzere belli oranda yağ dokusu bulunmaktadır.
Obezite ya da şişmanlık, vücutta sağlığı tehlikeye sokacak ölçüde
fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fiziki aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar. Yani durağan bir yapıda olmak vücut sağlığının en büyük düşmanı olmaktadır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.Son yirmi yılda dünyada hızla obezite artmaktadır. Ülkemizde ise kadın nüfusumuzun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusumuzun da yaklaşık beşte biri obezdir. Kişinin kendisi ile ilgili göbek deliği seviyesinde ölçülen bel çevresi kadınlarda ideal olarak 80 cm, erkeklerde ise 94 cm ve altında olmalıdır. Erkeklerde bu çevrenin 102 cm’den, kadınlarda ise
88 cm’den fazla olması durumunda kiloya bağlı sağlık sorunları gelişme olasılığı belirgin bir şekilde artmaktadır. Bu durumda tehlike çanları çalmaya başlamaktadır.
Vücudumuzun “rölantide” çalışırken harcadığı enerji yaşla birlikte azalma eğilimindedir. Bilimsel veriler kadınlarda bu enerjinin 18 yaşından itibaren 10 yılda bir %2 azaldığını göstermektedir. Kadınlar bu düşüş nedeniyle günlük aldıkları besin maddeleri sabit kalsa bile her yıl yaklaşık 0,4 kg almaktadırlar. Egzersiz yapılarak günlük harcanan enerji miktarının artırılmasıyla bu durum bertaraf edilebilir.
Dünya Sağlık Örgütü 1997 yılında şişmanlığın küresel bir epidemi halini aldığını ve mutlaka tedavi edilmesi gereken kronik bir hastalık olduğunu ilan etmiştir. Şişmanlık oranı İngiltere’de son 10 yılda
ETKİLİYORUM 39
%8’den %17’ye; ABD’de %33’e çıkmıştır. ABD’de çocuk ve gençlerin yaklaşık yüzde 25’inin obez olduğu tahmin ediliyor. Yine ABD’de, Ulusal Çocuk ve Genç Fitness Enstitüsü’nün yaptığı çalışmaya göre, 6-9 yaş arasındaki çocuklar, 1960 yılındaki yaşıtlarına göre daha şişmanlar ve çocuklarda obezitenin görülme sıklığı, aynı yıllara göre, yüzde 54 oranında artmış. Gelişmiş ülkelerde önleyici çalışmalar yapılmaktadır. İngiltere’de artan obeziteye önlem olarak fast food olarak nitelendirilen yiyeceklerde vergi oranlarını arttırma yoluna gitmişlerdir.
Ülkemizde ise durum şöyledir: Türkiye’de şişmanlık son 10 yılda kadınlarda %65 oranında, erkeklerde ise %30 oranında artış göstermiştir. Bir başka çalışmada 6-16 yaş arası okul çocuklarında ve ergenler obezite sıklığının % 7,5 olarak saptanmıştır. Obez çocukların % 10-20, ergenlerin ise % 75-80’ inin ileride obez yetişkinler haline geldiği görülmektedir.
Aile açısından durum ise; ebeveynlerin her ikisi de obez olduğunda çocukların obez olma ihtimali % 75 iken, ebeveynlerinden sadece biri obez olanlarda bu ihtimal %25-50’ye düşmektedir. Yapılan çalışmalar şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiştir. Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat daha fazladır.Çocuklarımızı çağımızın hastalığı olan obeziteden korumamız gerekiyor. Beslenme ve aktivitelerine dikkat etmek ve çocuklarımızın
hareket etmelerini sağlamalıyız. Özellikle televizyon seyretme saatlerinde sınırlama yapmanız gerekmektedir. Bir saptama göre günde 4 saat televizyon izleyen çocukların günde 2 saat izleyenlerden daha kilolu olduğu belirlenmiştir.
Çocuklarınızı kahvaltı yapmadan okula göndermeyin. Okulda kantini dilediği kadar kullanmasına ve abur cubur tüketimine mani olmak zorundasınız. Özellikle hamburger ve sandviç gibi doyma hissi vermeyen ve bu nedenle sürekli tüketimi gerektiren yiyecek türlerinden uzak durmak gerekir. Sütlü ekmek ve nişastanın bilinçli bir
şekilde koyulduğu bu tür yiyecekler
kolay acıkmaya ve midede yer
etmemeye neden olduğundan
sürekli tüketime sevk etmektedir. Bu
da kilo alımına neden olmaktadır.
Beslenme alışkanlığının oluşması
gerekir. Düzenli yemek ve bol
hareket kilo sorunun önüne
geçmenizde size yardımcı olacaktır.
Hareketsiz bir toplum üreten değil
tüketen toplum olur. Beslenme
kolaylığına giderek obezite problemi
olan kişiler haline gelmeyin.
Kaynak: Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
40 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 41
Rehber ÖğretmenEmre AYGIN
“Çocuk Oyunu” Deyip Geçmeyin
Oyun Ciddi Bir İştir
42 ETKİLİYORUM
Anadolu uygarlığında oyun
her zaman çocuğun hayatında
önemli bir yere sahip olmuştur.
Arkeolojik kazılarda Anadolu’nun
her köşesinde çocuklara ait farklı
türlerde oyunlara rastlanılmıştır. Dini
kültür içinde ise en büyük öğretici
olan Peygamber Efendimiz Hazreti
Muhammet Aleyhisselam : “Çocuğu
olan onunla çocuklaşsın.’’ diyerek
oyunun önemi üzerinde durmuştur.
Hatta “Çocuklarınızın oyunlarına
katılın çünkü o oyunlara melekler
iştirak eder.” diyerek bizleri teşvik
eden manevi bir birikimin temelleri
üzerinde olduğumuz bilinmelidir.
Selçuklu’da gulamhanelerde,
Osmanlı’da dünyanın ilk dahiler
okulu olan enderun mekteplerinde
çocuk oyunları üzerinde ciddi
biçimde kafa yorulmuş ve oyunları
bedensel, zihinsel, sosyal gibi
kategorilere ayırarak uygulamaya
koymuşlardır.
Sahip olduğumuz kültürel mirasa
rağmen, çocuklarımızın oyun
alışkanlıklarını anlamaktan neden
bu kadar uzağız? Asıl sorgulanması
gereken bu durum olsa gerek.
Günümüzde oyun denince akla
artık ilk olarak bilgisayar, tablet ve
cep telefonu gibi teknolojik araçlarla
oynanan oyunlar geliyor. Çocuklar
eskiden boş vakitlerinde oyun
oynamak için dışarı çıkmaya can
atarlardı. Maalesef, bugün ekranın
karşısına hapsolmuş, yemek,
içmek, tuvalete gitmek gibi temel
ihtiyaçlarını unutabilecek kadar
bağımlı hale gelmiş bir nesille
karşı karşıyayız. Aslında aileler
de bunun ne kadar olumsuz bir
tablo olduğunu farkındalar. Ama
daha küçük yaşlardan itibaren bu
duruma bile bile göz yumuyorlar.
Çünkü çocukla birlikte zaman
geçirmek bazen zor ve sabır
gerektiren bir iş. Çocuk, bilgisayar
başında ses çıkarmadan, gürültü
yapmadan dururken büyükler
kendilerine zaman ayırabiliyorlar.
Çocuğun yaşı ilerlediğinde, teknoloji
bağımlılığının çocuğun kişiliğinde
meydana getirdiği tahribatı farkına
vardığımızda iş işten geçmiş oluyor.
Çocuklarımızın biyolojik işleyişi
yetişkinlerden son derece
farklıdır. Onların yapısı tükettikleri
besinlerden çok daha fazla
Oyun kavramının zihnimizde
basitliği ve ciddiyetsizliği
çağrıştıran bir anlamı vardır.
Biz büyükler bazen yaptığımız
işin önemini vurgulamak için
oyun kavramına atıfta bulunuruz.
Mesela “Bu iş çocuk oyunu değil.”,
“Burada oyun oynamıyoruz.”...
Halbuki “oyun” sandığımızın
tersine ciddiye alınması gereken
bir iştir. Bir anlamda çocuklarımız
için gerçek hayatın provası gibidir.
Çocuklarımızın küçük yaşlardan
itibaren oynadığı oyunların kalitesi,
onların kişiliğini ve hayata bakışını
önemli derecede etkiler. Çünkü
çocuk oyun oynarken arkadaş
çevresiyle etkileşime girmeli, belli
kurallara uymalı, sıra beklemeyi
öğrenmeli, yeri geldiğinde oyundan
dışarı çıkmalı, kendini ifade etmeyi
öğrenmeli kısacası tüm becerilerini
etkin hale getirmelidir. Oyunun
gelişimin sürecindeki önemi
anlaşıldığında, çocuklarımızın ne
oynadıklarının farkında olmanın ve
gerektiğinde onları doğru biçimde
yönlendirmenin ne kadar önemli bir
görev olduğu anlaşılır.
Oyun Kültürü
Ekran Karşısında Oyun!Oyun ve Yaramazlık Algısı
ETKİLİYORUM 43
enerji üretmelerine neden olur.
Çocuklar bu enerjiyi tüketebilmek
için yetişkinlerden çok daha fazla
hareket etmek zorundadırlar. Ancak
bu hareketlilik, bazen biz büyükler
için katlanılması zor bir durum haline
gelebilir. Çocuğumuzun koşarak
veya zıplayarak enerjisini tüketirken
çevresine rahatsızlık verdiğinin
farkında olmaması ise gayet
doğaldır.
Bazı ailelerin “yaramazlık” ve “uslu
olmak” kavramlarına yükledikleri
yanlış anlam, çocukların birikmiş
enerji durumlarının farkında
olmadıklarının göstergesidir. Bazen
ebeveynler, çocukları evde gürültü
yaparak oyun oynadığında onları
daha uslu olmaları konusunda
uyarırlar. Özellikle yaşadığımız
toplumda misafirliğe gidildiğinde,
sürekli hareket etmek isteyen
çocuk profiline hiç hoş bakılmaz.
Halbuki, yukarıda bahsettiğimiz
üzere bunun yaramazlıkla bir ilgisi
yoktur. Koşmak ve bağırmak gibi
davranışlar bir yaramazlık göstergesi
değil, çocukların biriken enerjilerini
dışarı atmaları için bir ihtiyaçtır. Tam
tersine bir çocuğun bulunduğu
mekanda uzun süre hareketlilik
göstermemesi anormaldir.
Teknolojideki hızlı gelişmenin
çocuklarımız üzerindeki en önemli
yan etkisi; koşmak, tırmanmak,
paylaşmak gibi aktivitelerin
yerini ekran odaklı, hareketsiz
bir hayat tarzının almasıdır. Bu
konuda biz ailelere çok iş düşüyor.
Çocuklarımızın hareketliliğinden
şikayetçi olmak yerine, onlara
enerjilerini atabilecekleri açık
alanlar bulmaları konusunda
yardımcı olmalıyız. Son dönemlerde
çocuklarımızda sık görülmeye
başlanan obezite ve dikkat eksikliği
gibi sağlık problemlerinin temelinde
de yeterince hareket etmemek
olduğu tespit edilmiştir.
Kalabalık şehir ortamında yaşayan
çocukların eve mahkum bir hayat
sürmek zorunda kaldıklarını
görüyoruz. Eğer geniş oyun
alanlarından uzak, trafiğin yoğun
olduğu bir bölgede yaşıyorsak,
çocuklarımızın sokakta oynamaları
konusunda kaygılanmamız doğaldır.
Ancak yavrularımızın hem psikolojik
hem de fizyolojik sağlığı için güvenli
oyun alanlarına gitmelerini sağlamak
ve gerekirse bu işe doğrudan
kendimiz zaman ayırmak onlara
karşı en önemli görevlerimizdendir.
44 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 45
Stres, insanın gündelik hayatının bir parçasıdır. Stresin bir bedeli vardır ve kişi tarafından
kontrol edilmesi gerekir. Çünkü
stres beyne direkt etki eder ve
öğrenmeyi güçleştirir. Daha fazla
stres öğrenmeyi zorlaştırır. Stres
hormonlarının beyindeki bilgi
akışını nasıl etkilediği öteden beri
dikkat çeken, dikkat çektiği kadar
da merak edilen bir konu. İstekler
karşısında vücudun bir tepkisi
olarak da tanımlanabilen stres, kötü
sonuçlarıyla aslında uzak durulması
gereken tepki.
Stres Öğrenmeyi zorlaştırıyor
Az miktarda stres öğrenmeyi
artırırken, fazla miktarda stres
öğrenmeyi zorlaştırmaktadır.
Çoğumuz aşırı heyecanlandığımızda
çok basit şeyleri hatırlamakta zorluk
çektiğimizi biliriz. Kronik depresyon
halinde, beyin seneler içinde
düşünceyi kullanma becerisini
kaybedebilmektedir. Mamafih
alzheimer hastalığının önemli
sebeplerinden birisi de kronik
depresyondur.
Stres, zekâ üzerinde doğrudan
etkili. Eğer kolay öğrenmek
istiyor ve beyninizin savaş alarmı
vermesini istemiyorsanız strese
dikkat edin! Zekânızı verimli
kullanmak istiyorsanız stresinizi
iyi yönetin!
Beyin, elektriksel ve kimyasal
ileti ile çalışmaktadır. Beyindeki
kimyasal maddeler yeterli olmadığı
zaman bilgi işlem yeterli yapılamaz.
Böylece dikkat ve konsantrasyon
güçlükleri, hatırlama bozuklukları
ortaya çıkar.
Yeni bilgileri beyne kaydetme olan
öğrenme süreci ile beyin kimyasının
yakından ilişkisi vardır. Stres beyne
direkt etki ediyor, öğrenmeyi
güçleştiriyor
Az stres bilgi akışını hızlandırıyor
Az miktar stres beyinde bilgi
akışını hızlandırır, tetiktelik hali ile
enformasyon süreci hızlanır. Fazla
miktarda stres beyinde kimyasal
alarmı yaptığı için bilgi akışı ve
enerjisi transferi bloke olur. Stres
kimyasalı olan noradrenalinin fazla
salgılanması, öğrenme kimyasalı
olan asetilkolinin kana karışmasını
önler.
Kronik stres zekâya zarar veriyor
Stres durumunda beynin savaş
alarmı vermesi, korunma ve
savunma amaçlıdır. Tehlike ve
düşman karşısında ani ve fazla
düşünmeden hareket etmesi
gerekmektedir. Şu an yeni bilgi
öğrenme zamanı değildir. Nitekim
aynı anda kalp daha hızlı çarpar,
tansiyon yükselir, içimize sıcaklık
yayılır. Vücuttaki enerji depoları
boşalır. Şeker, yağ asitleri, kolesterol
kana daha fazla karışır. Vücuda
acil enerji sağlar. Bu durumun
uzun sürmesi organlara artık zarar
vermeye başlar.
Kaynak: Eğitimist
Prof. Dr. Nevzat TARHAN
Az Miktarda StresÖğrenmeyi Kolaylaştırıyor
46 ETKİLİYORUM
ETKİLİYORUM 47
Ebeveynlerin çocukları üzerinde kurmaya çalıştıkları disiplin metotları çoğu zaman
etkisiz kalmakta bu nedenle anne baba çocuk ilişkisi olarak gördüğümüz üçgende iletişim ve ilişki problemlerinin doğmasına neden olmaktadır. Çocuk doğduğu ilk andan itibaren bağımlı yapısını kendi kendine yetebilen yaş düzeyine geldiğinde bağımsızlaşma denemelerinin arttığı bir yaşam döngüsüne çevirmeye çalışmaktadır. Ebeveynler genelde bu süreçte sınır ve disiplin sıkıntıları çekmeye başlamakta, çocuklarıyla iletişime giremediklerini, çocuklarının onları dinlemediğini düşünmektedir.
Çocukların denemekten zevk aldığı sınır ihlali atakları çoğu zaman ebevenylerin başarısız olduğu denemelerden öteye geçememektedir. Bu gibi sınır ve disiplin problemlerinde ailelerin öncelikli olarak hangi anne baba
tutumunu benimsedikleri ve çocukları için hangisinin yararlı olacağının bilincine varmaları gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda anne baba tutumu olarak en uygun görülen tutumun; demokratik anne baba tutumu olduğu bilinse de ailelerin bu konuda çocukları dünyaya geldiği andan itibaren istikrarlı hareket etmeleri gerektiğinin de önemli olduğu unutulmamalıdır.Baktığımızda çocuklarda görülen davranış problemi ve okul problemleri temelde belirlenen anne baba tutumunun bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu noktada önerebileceğimiz şeyleri bir kaç maddeyle sıralamak gerekirse:
1Uygulanan anne baba tutumunun çocuğunuz için uygun olması,
2Anne baba tutumunuzun doğru uygulanması,
3Çocuğunuzun sınırlarının neler olduğu konusunda bilgilendirilmiş olması,
Sınır Sizsiniz Uzman PsikologÇağla KAV
4Çocuğunuz, uygun görmediğiniz bir davranış sergilediğinde tekniklerle doğru davranışı öğretmeniz,
5Çocuğunuzun hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler hakkında bilgili olmanız,
6Davranış problemleri ve okul sorunları ile ilgili durumlarda uzmanlardan bilgi ve yönlendirme talep etmeniz önemli maddeler arasında bulunmaktadır.
Unutmamalısınız ki çocuğunuzun sınırı sizsiniz. Ebeveyn olarak birer ayna görevi gördüğünüzün bilincinde olmalı ve gerekli noktalarda müdahale edebileceğiniz yardımı almaktan çekinmemelisiniz. Sizin için aşılmaz bir engel gibi gözüken davranış problemleri ve okul sorunları bir uzman eşliğinde atlatılabilecek küçük engeller haline gelecektir.
48 ETKİLİYORUM